KEYNES DEVRİMİ VE KEYNESYEN İKTİSAT - EJManagerejmanager.com/mnstemps/94/94-1395780531.pdf ·...

30
Ekonomik Yaklaşım, Cilt : 20, Sayı : 70, ss. 31-60 KEYNES DEVRİMİ VE KEYNESYEN İKTİSAT Mahir FİSUNOĞLU 1 Bilge KÖKSEL TAN 2 Özet J.M.Keynes, geleneksel iktisadın “kendiliğinden tam istihdamda denge” kavramına karşı çıkmış ve iktisatta bir “devrim” yaratmıştır. Keynes’in “Genel Teori”sinin başarısı, bir ölçüde dönemin hem ekonomik ve sosyal şartlarına, hem de öne sürdüğü yeni teorinin bilimsel karakteristiğine bağlıdır. Geleneksel (ortodoks) iktisadın öngörüleri yaşanan gerçeklerle uyuşmuyordu. 1930’lu yıllarda İngiltere ve batının sanayiileşmiş diğer ülkeleri, ortodoks iktisadın açıklayamadığı endüstriyel durgunlukla birlikte uzun süre devam eden yoğun işsizlik deneyimini yaşıyordu. İşte böyle bir ortamda Keynes, belirsizliğin iktisadi analizlerdeki önemi, paranın ekonomide değişen rolü ve eksik istihdam varsayımı ile Klasik iktisadı temelinden sarsmıştır. Keynes, öne sürdüğü yeni fikirler ile iktisatta gerçek bir “devrim” yaratmıştır. Bu devrim, karşı devrimlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Keynesyen İktisat, temelde Keynes’in argümanlarına dayanmakla birlikte zaman içerisinde Keynesyen İktisatçılar’ın Keynes’in özgün görüşlerinden uzaklaşarak “Neo-Klasik Sentez” çatısı altında toplandıkları görülmüştür. Neo- Klasik Sentez, Keynes’in “devrim” niteliği taşıyan görüşlerini geri plana itmiştir. Çalışmada Keynes’in İktisadı ile Keynesyen İktisat, paylaştıkları temel argümanlar ve ayrıldıkları temel varsayımlar açısından incelenmeye çalışılacaktır. Anahtar Sözcükler: Keynes’in İktisadı, Keynesyen İktisat KEYNES’S REVOLUTION AND KEYNESIAN ECONOMICS Absract J.M.Keynes opposed to full employment equilibrium of traditional economics and made a revolution in economics. The success of Keynes’s General Theory 1 Prof. Dr., Çukurova Üniversitesi, İ.İ.B.F. İktisat Bölümü, Adana. ([email protected]) 2 Yrd. Doç. Dr., Gaziantep Üniversitesi, İ.İ.B.F. İktisat Bölümü, Gaziantep. ([email protected])

Transcript of KEYNES DEVRİMİ VE KEYNESYEN İKTİSAT - EJManagerejmanager.com/mnstemps/94/94-1395780531.pdf ·...

Ekonomik Yaklaşım, Cilt : 20, Sayı : 70, ss. 31-60

KEYNES DEVRİMİ VE KEYNESYEN İKTİSAT

Mahir FİSUNOĞLU1

Bilge KÖKSEL TAN2

Özet J.M.Keynes, geleneksel iktisadın “kendiliğinden tam istihdamda denge”

kavramına karşı çıkmış ve iktisatta bir “devrim” yaratmıştır. Keynes’in “Genel Teori”sinin başarısı, bir ölçüde dönemin hem ekonomik ve sosyal şartlarına, hem de öne sürdüğü yeni teorinin bilimsel karakteristiğine bağlıdır. Geleneksel (ortodoks) iktisadın öngörüleri yaşanan gerçeklerle uyuşmuyordu. 1930’lu yıllarda İngiltere ve batının sanayiileşmiş diğer ülkeleri, ortodoks iktisadın açıklayamadığı endüstriyel durgunlukla birlikte uzun süre devam eden yoğun işsizlik deneyimini yaşıyordu. İşte böyle bir ortamda Keynes, belirsizliğin iktisadi analizlerdeki önemi, paranın ekonomide değişen rolü ve eksik istihdam varsayımı ile Klasik iktisadı temelinden sarsmıştır. Keynes, öne sürdüğü yeni fikirler ile iktisatta gerçek bir “devrim” yaratmıştır. Bu devrim, karşı devrimlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Keynesyen İktisat, temelde Keynes’in argümanlarına dayanmakla birlikte zaman içerisinde Keynesyen İktisatçılar’ın Keynes’in özgün görüşlerinden uzaklaşarak “Neo-Klasik Sentez” çatısı altında toplandıkları görülmüştür. Neo- Klasik Sentez, Keynes’in “devrim” niteliği taşıyan görüşlerini geri plana itmiştir.

Çalışmada Keynes’in İktisadı ile Keynesyen İktisat, paylaştıkları temel argümanlar ve ayrıldıkları temel varsayımlar açısından incelenmeye çalışılacaktır.

Anahtar Sözcükler: Keynes’in İktisadı, Keynesyen İktisat KEYNES’S REVOLUTION AND KEYNESIAN ECONOMICS Absract

J.M.Keynes opposed to full employment equilibrium of traditional economics and made a revolution in economics. The success of Keynes’s General Theory

1 Prof. Dr., Çukurova Üniversitesi, İ.İ.B.F. İktisat Bölümü, Adana. ([email protected]) 2 Yrd. Doç. Dr., Gaziantep Üniversitesi, İ.İ.B.F. İktisat Bölümü, Gaziantep. ([email protected])

Mahir FİSUNOĞLU-Bilge KÖKSEL TAN 32

partially depends on the economic and social conditions of those period and also depends on the scientific characteristics of the new theory which he has alleged. The foresights of the traditional (orthodox) economics conflicted with experience of reality. U.K. and other industrialized countries of the Western world had faced an experience of massive unemoployment with industrial stagnation which cannot be explained by orthodox economics in the 1930s. Therefore, Keynes had critized the Classical economy with the importance of the uncertainity in economic analysis, the different role of money in economics and underemployment assumptions. Keynes had a real “revolution” in economics whith his suggestions. This revolution leads to counter revolutions.

Although Keynesian economics based on the arguments of Keynes, by the time some Keynesian economists differed from Keynes’s original opinions and that they are grouped under Neo- Classical Synthesis”. Neo- Classical Synthesis has drawn back the revolutionist suggestions of Keynes.

In this study, economics of Keynes and Keynesian economics are tried to investigate with common basic arguments and basic assumptions that they difffer from each other.

Key Words: Economics of Keynes, Keynesian Economics, Different Interpretations of Keynes.

GİRİŞ

İktisadi dalgalanmaların geçici bir olgu olduğu, ekonominin her zaman kendiliğinden tam istihdamda dengede olacağı, dolayısıyla devletin ekonomiye müdahale etmemesi gerektiği varsayımı üzerine kurulu olan Klasik İktisat teorisi, 1929 bunalımını açıklamakta yetersiz kalmıştır.

1929 bunalımı sonrasında ise Keynesyen Makro İktisat ortaya çıkmıştır. Keynesyen Makro İktisat, temelde J.M.Keynes’in argümanlarına dayanmaktadır. Keynes, serbest piyasa ekonomisinin her zaman tam istihdamı sağlayamayacağı ampirik gözleminden yola çıkmıştır. Büyük Bunalım, bu gözlemi teyid etmiştir. Keynes’in iktisat teorisine esas katkısı, “İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi” ya da kısaca “Genel Teori” ile olmuştur. Keynes’in “Genel Teori”sinin başarısı, bir ölçüde dönemin hem ekonomik ve sosyal şartlarına, hem de öne sürdüğü yeni teorinin bilimsel karakteristiğine bağlıdır. Geleneksel (ortodoks) iktisadın öngörüleri yaşanan gerçeklerle uyuşmuyordu. Aslında Genel Teori, sadece 20 yüzyıl kapitalist ekonomilerinin yapısını incelememekte, ortodoks 19 yüzyıl rekabetçi piyasa varsayımlarından o döneme bir değerlendirme yapmaktadır (Bleaney, 1985:2). 1930’lu yıllarda İngiltere ve batının sanayiileşmiş diğer ülkeleri, ortodoks iktisadın

Keynes Devrimi ve Keynesyen İktisat 33 açıklayamadığı endüstriyel durgunlukla birlikte uzun süre devam eden yoğun işsizlik deneyimini yaşıyordu. İşte böyle bir ortamda Keynes, belirsizliğin iktisadi analizlerdeki önemi, paranın ekonomide değişen rolü ve eksik istihdam varsayımı ile Klasik iktisadı temelinden sarsmıştır. Keynes, öne sürdüğü yeni fikirler ile iktisatta gerçek bir “devrim” yaratmıştır. Bu devrim, karşı devrimlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Keynes’in Genel Teori’si çok değişik yorumlara konu olmuştur. Bu değişik yorumlarda öne sürülen görüşlerin ne ölçüde Keynes’e ve Keynesyen iktisatçılara ait olduğu tartışma konusudur. Keynesyen teori, temelde Keynes’in argümanlarına dayalı olmasına rağmen Keynes’in iktisadı ile Keynesyen iktisat arasında farklılık bulunmaktadır. Ancak bütün Keynesyenler, ekonomik faaliyetlerin dalgalanmalar gösterdiği ve paranın önemli olduğu konusunda aynı görüşe sahip olup, devlet müdahalesinin ekonomik faaliyetlerde istikrarı sağlaması hususunda ortak paydada birleşmektedirler. Keynes’in bir çok yorumu bulunmasına rağmen üç tanesi çok önemlidir. Bunlar; Keynesyen Teori, Post Keynesyen Teori ve Neo-Keynesyen Teori kapsamında ele alınmıştır. Neo-Keynesyen Teori’nin gelişim sürecinde üç önemli girişimin olduğu görülmektedir. Birincisi, Clower ve Leijonhufvud’un Keynes’i tekrar yorumlaması kapsamındadır. İkincisi, genel denge teorisinde rekabetçi olmayan (imperfectionist) gelişmelerdir. Neo-Keynesyen Teori’nin gelişim sürecindeki üçüncü gelişme ise, makro iktisadın mikro temelleri kapsamındadır.

Çalışmanın amacı; Keynes’in iktisadı ile Keynesyen İktisat’ı, paylaştıkları temel argümanları ve ayrıldıkları temel varsayımlar açısından incelemeye çalışmaktır. Çalışma, iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Keynes’in iktisada getirdiği yeni bakış açısının bir değerlendirilmesinin yapılmasına; ikinci bölümde ise Keynesyen iktisadın temel ilkelerinin ve Keynes İktisadının farklı yorumlarının özetlenmesine çalışılacaktır.

1. Keynes Devrimi’nin İçeriği

1929 bunalımını açıklamakta yetersiz kalan Klasik İktisat Teorisi; iktisadi dalgalanmaların geçici bir olgu olduğu, ekonominin her zaman kendiliğinden tam istihdamda dengede olacağı, dolayısıyla ekonomiye devletin müdahale etmemesi gerektiği varsayımı üzerine kuruluydu. 1929 bunalımı sonrasında ise Keynesyen Makro İktisat ortaya çıkmıştır. Keynesyen Makro İktisat, temelde J.M.Keynes’in argümanlarına dayanmaktadır. Keynes’in başlıca eserleri, “Hint Parası ve Maliyesi (Indian Currecy and Finance) (1913)”, “Barışın Ekonomik Sonuçları (The Economic Consequences Of The Peace) (1919)”, “Para Reformu Üzerine (A Tract On

Mahir FİSUNOĞLU-Bilge KÖKSEL TAN 34

Monetary Reform) (1923)”, “Para Üzerine Bir İnceleme (A Treatise On Money) (1930)”, “Refaha Götüren Yol (The Means To Prosperity) (1933)” ve “İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi (The General Theory Of Employment, Interest and Money) (1936)” olmakla beraber iktisat teorisine esas katkısı, “İstihdam, Faiz ve Paranın Genel Teorisi” ya da kısaca “Genel Teori” ile olmuştur.

Genel Teori, Büyük Bunalım’ın ya da Bunalım’ın yarattığı iktisat teorisindeki krizin bir ürünüdür. Keynes’in başarısı, pratik fikirlerle pür Neo-Klasik Teori arasındaki uçurumda köprü kurması ve bunu yeni bir ekonomik teoriye- Genel Teori-, yerleştirmesidir. Genel Teori, makro ekonomik teoride devrimcidir (Bleaney, 1985:2).

Genel Teori ile birlikte, Neo-Klasik iktisadın unutturduğu makro ekonomik analiz yeniden gündeme gelmiştir. Neo- Klasik Teori, kaynak dağılımı sorunları ile ilgilenirken, Keynes’in ilgilendiği alan, istihdam sorunları olmuştur. Böylece de temel sorun, kıt kaynakların alternatif kullanımları değil, kıt kaynakların özellikle de emeğin eksik istihdamı olmuştur (Felderer ve Homburg,1987:17). Dolayısıyla Keynes ile birlikte daha önce irdelenmeyen “dengesizlik” kavramı, iktisatçıların gündemine girmiş olmaktadır.

Keynes, ampirik bir gözlemden yola çıkmıştır. Bu da serbest piyasa ekonomisinin her zaman tam istihdamı sağlayamayacağı gerçeğidir. Büyük Bunalım, bu olguyu ampirik olarak teyid etmiştir (Erol,1997:59). Keynes’e göre Klasik Teori, özel bir durumdur. Keynes’in sorunu, tam istihdamdan geçici sapmalar değil, aksine tam istihdamın nadir olarak rastlanan ve kısa dönemli bir olgu olduğunu açıklamaktır (Meltzer,1988:121). Genel Teori’nin temel konusu, cari ücretlerden çalışmaya razı olduğu halde iş bulamama durumu olarak tanımlayabileceğimiz “istek dışı işsizlik” kavramını Klasik Teori’nin açıklayamamasıdır. 1930’larda makro teoriyi klasik ortodoksiden ayıran iki görüş vardı. Birincisi; geniş çaplı istek dışı işsizlikti. Birçok kişi, cari ücretten çalışmak istediği halde iş bulamıyordu. İkincisi ise, ekonomik faaliyetlerde kısa dönemli değişmelerin temel kaynağını oluşturan toplam talepteki dalgalanmalardı (Romer,1993:5). Keynes, Genel Teori’ye klasik iktisadın iki varsayımına işaret ederek başlamaktadır. Birincisi, Klasik Teori’nin ücreti emeğin marjinal verimine eşit varsaymasıdır. Bu, emek piyasası sonuçlarının emek talebi eğrisi üzerinde olduğuna işaret etmektedir. İkincisi ise Klasik Teori’nin veri bir istihdam hacminde ücretin faydasını istihdam hacminin marjinal zahmetine eşit olduğunu varsaymasıdır. Bunun anlamı, Keynes’in reddettiği emek piyasası sonuçlarının emek arzı eğrisi üzerinde olduğu şeklindedir. Bunun reddi ise, istek dışı işsizlik olasılığını gündeme getireceğidir (Snowdon ve Vane,1997:163).

Keynes Devrimi ve Keynesyen İktisat 35

Keynes’e göre Klasik Teori, şu varsayımlara dayalıdır (Leijonhufvud, 1968:101).

* Reel ücret, istihdamın marjinal zahmetine eşittir.

* İstek dışı işsizlik yoktur.

* Her arz, kendi talebini yaratır (Say Yasası).

Say Yasası, gelirden gömüleme yapılmadığı varsayımı altında çalışan, tam istihdamın sürekli olacağını kabul eden ve bilginin tam olduğunu varsayan bir teoridir. İşsizlik, bireylerin cari ücretlerle çalışmayı istememelerinden kaynaklanmaktadır. Yani işsizlik, isteğe bağlıdır (Tekeoğlu, 1993:93).

Keynes, istek dışı işsizliğin tanımı ve özellikle paranın rolüne ilişkin görüşleri dolayısıyla Say Yasası’na ve dolayısıyla da Klasik Teori’ye şiddetle karşı çıkmaktadır. Say Yasası, mübadele (takas) ekonomisi şartlarında geçerli olup, parasal ekonomi şartlarında geçerliliğini yitirmektedir.

Keynes, Say Yasası’nın geçerliliğini kabul etmemiş, efektif talebin üretim ve istihdam hacmini belirleyeceğini öne sürmüştür. Klasik analize göre üretim, hane halkının tercihleri ve sermaye stoku ile üretimin diğer teknik belirleyicileri tarafından sınırlandırılmıştır. Emek piyasası üretim hacmini belirlediği için stratejik bir piyasa olarak ele alınmıştır. Yetersiz talep söz konusu değildir. Klasik bakış açısıyla bir yanda bir çok kişinin çalışmak istemesi karşısında evrensel bir aşırı tüketim isteği durumunu anlamak zor olmaktadır. Keynes, işsizlik paradoksunu efektif talep ilkesi ile çözmeye uğraşmıştır. Yetersiz talep, üretim hacmini kısıtlayacak, bu faktör gelirlerinde azalışa yol açacak, böylece de efektif talep düşecektir. Bu bakış açısı Genel Teori’nin özü olmuştur. Üretim düzeyi efektif talep tarafından belirlenmektedir. Talep, kendi arzını yaratmaktadır. Eğer Keynes, Say Yasası’na karşı çıkmak istiyorsa Klasik iktisadın öncüllerine karşı atağa geçmeli idi. Genel Teori’nin Klasik ortodoksiden dört önemli farklılığı şu şekilde belirtilmiştir (Felderer ve Homburg, 1987:72-73).

* Cari reel gelir ile cari tüketim harcaması arasında istikrarlı bir ilişkiyi kuran tüketim fonksiyonu.

* Sermayenin marjinal etkinliği kavramına dayalı bir yatırım teorisi.

* Paranın miktar teorisine alternatif olarak likidite tercihi teorisi.

* Muhtemel fiyat ve ücret katılıkları.

Keynes, Harrod’a yazdığı bir mektupta Klasik mirastan köklü bir dönüşümü sağlayabilmek için şu üç temel sorunun çözümlenmesi gerektiğini vurgulamıştır. Birincisi, efektif talep teorisidir. İkincisi, likidite tercihi teorisidir. Üçüncüsü ise sermayenin marjinal etkinliği kavramının tanımına ilişkindir (Meltzer,1988:122).

Mahir FİSUNOĞLU-Bilge KÖKSEL TAN 36

Böylece Keynes, Genel Teori’nin esas içeriğinin; efektif talep, likidite tercihi ve sermayenin marjinal etkinliği kavramlarından oluştuğunu belirtmiştir.

Keynes’e göre, kısa dönemde istihdam düzeyi üretim hacmi tarafından belirlenmektedir. Üretim hacmi ise efektif talebe bağlıdır. Efektif talep, satın alma gücüyle desteklenmiş talep demektir. Toplam harcamalar ve toplam satışlar farklı bakış açılarıyla aynı şey demektir. Satışlar da (stok değişiklikleri hariç) üretime eşittir. O halde temel sorun, efektif talebi nelerin belirlediğidir. Keynes, bu soruyu cevaplandırmak için efektif talebi tüketim ve yatırım olmak üzere iki bileşene ayırmıştır. (Stewart,1986,s.68).

Keynes’in efektif talebe “tüketim+yatırım” açısından bakan toplam talep teorisi, toplumda talebin yöneldiği iki temel mal grubunu ayrı ayrı göstermekte; bunların talebini belirleyen değişkenlerin farklı olduğunu ortaya koymaktadır. Tüketim malları talebi gelire, yatırım malları talebi de karlılığa bağlıdır. Tüketicilerin psikolojik eğilimleri ve toplumun –özellikle firmaların- davranış yapısı öyledir ki,

i) Çok düşük düzeylerin üstündeki gelir düzeylerinde, gelirin bir kısmı tasarruf edilmektedir.

ii) Reel gelire her net ilavenin bir kısmı tasarrufa gidecektir. Bundan dolayı, toplumun tüketmek istediği ve üretmek gücüne sahip olduğu mal miktarı arsındaki fark, gelir yükseldikçe mutlak olarak büyüyecektir. Öyleyse, toplumun üretmek gücünde olduğu mal miktarı için bulacağı piyasa, tüketim fonksiyonu veri iken yatırım hacmine bağlı olacaktır. Tüketimi ve yatırımı belirleyen etkenler, birbiriyle ilişkili değildir; öyle ki toplam talebin, satış hasılatının daima tam istihdam üretimindeki toplam maliyeti veya arz fiyatını karşılayacak düzeyde olması beklenecek bir durum değildir (Kazgan,1991,s.270).

Keynes, tüketimin reel gelirin istikrarlı bir fonksiyonu olduğunu varsaymıştır. Tüketimin reel gelire bağlı olduğunu açık bir biçimde ilk kez ortaya koyan Keynes olmuştur. Keynes tüketim harcamalarının para aldanmasından etkilenmediğini göstermek amacıyla tüketimin reel gelirin bir fonksiyonu olduğunu belirtmiştir. Keynes, tüketimi etkileyen gelir dışındaki, beklentiler, politika değişiklikleri, faiz oranındaki dalgalanmalar gibi değişkenleri sabit varsaymıştır. Keynes, bu değişkenlerin dışsal olduğunu varsaymıştır. Bu değişkenler değiştiği takdirde tüketim fonksiyonu kayacaktır. Keynes, tüketim eğilimini gelirin istikrarlı bir fonksiyonu olarak ele almıştır. Tüketim fonksiyonunun eğiminin (tüketim eğiliminin) istikrarlı olmaması durumunda tüketim fonksiyonunun konumu ve eğimi değişecektir. Tüketici davranışlarını etkileyen gelir dağılımı ve gelir dağılımını belirleyen toplumsal kurumlar ve yerleşik uygulamalar ve psikolojik nitelikteki

Keynes Devrimi ve Keynesyen İktisat 37 etkenler gibi tüketim fonksiyonunun konumunu ve eğimini değiştirecek etkenler genellikle kısa dönemde hemen değişmeyecek niteliktedir. Dolayısıyla tüketim fonksiyonunun konumu ve eğimi büyük ölçüde istikrarlıdır (Stewart,1986,s.69-72).

Bu varsayımlar, Keynes’in “temel psikolojik yasa”sı kapsamında düşünülebilir. Çünkü Keynes, sermayenin marjinal etkinliği, likidite tercihi ve tüketim eğilimi kavramlarını psikolojik faktörler olarak ele almıştır. Genel Teori’nin esas içeriğinin de bu kavramlardan oluştuğunu belirtmiştir. Keynes’e göre “insan tabiatının psikolojik karakterinin” devreye girdiği iktisada ait bu üç motif, iktisadi hayatın işleyişine yön vermektedir. Yatırım kararı alma durumunda olan bir yatırımcının zihinsel durumu, elinde para mı yoksa tahvil mi tutmanın daha rasyonel olacağını düşünen bireylerin zihinsel hali ve yine gelirlerinin hangi oranında tasarruf, ne kadarıyla da tüketim yapacaklarını düşünen tüketici olarak bireylerin davranışları şeklindeki psikolojik faktörler, Keynes’in modelinde dışsal kabul edilmiştir (Alada,2000,s.78-79).

Keynes’in sisteminde yatırımlar önemli bir yer tutmaktadır. Çünkü Keynes’e göre efektif talebin itici unsuru, yatırımlardır. Kahn’ın yatırım harcamaları artışının kendinden daha büyük istihdam genişlemesi yarattığını göstermek için kullandığı “çoğaltan (çarpan)” kavramını, Keynes, yatırım artışlarının gelire etkisini göstermek için kullanmıştır. Çarpan kavramı, Keynes’e kadar anlaşılmamış iki noktayı ortaya koymaktadır. Birincisi, para arzındaki genişlemeyle finanse edilen yatırım artışlarının atıl kaynakları olan bir ülkede yatırım harcamasındaki artıştan daha büyük bir gelir artışına yol açacağı düşüncesidir. İkincisi, harcama akımında meydana gelecek sızıntı ile ilgilidir. Buna göre çarpan etkisiyle ortaya çıkacak gelir artışı bir süre sonra harcama akımında meydana gelecek sızıntılar dolayısıyla gittikçe azalacak, bir süre sonra yok olacaktır. Bu konu, Büyük Bunalım döneminde para basarak ekonomiyi canlandırmak isteyenler arasında ilgi çekiyordu. Ancak çarpanın işleyişi nedeniyle gelirde meydana gelecek artışlar belli bir zaman geçmesini gerektirecekti. Keynes, çarpanın bu dinamik yönü üzerinde durmamış, onu statik bir çerçevede ele almıştır. Buna göre, yeni denge gelir seviyesi bir gecikme olmadan gerçekleşiyordu. Keynes, çarpanın statik yorumu ile, gelirin yeni denge seviyesinin çarpana bağlı olacağını varsaymıştır (Kazgan,1991,s.272-73; Savaş,1998,s.762; Niehans,1990,s.351).

Keynes’e göre tüketim harcamalarındaki artış, gelirdeki bir artışla mümkün olmaktadır. Gelir artışı ise yatırımların artmasına bağlıdır. Yatırım kararlarının verilmesinde ise iki faktör etkili olmaktadır. Faiz ve sermayenin marjinal etkinliği. Keynes’te yatırım kararlarının oluşmasında piyasa faiz oranları dikkate alınmakla birlikte yatırımların sonucunu, sermayenin marjinal etkinliği ile ilişkili beklentiler belirlemektedir. Çünkü Keynes, veri bir beklenti seti için yatırımın temel

Mahir FİSUNOĞLU-Bilge KÖKSEL TAN 38

belirleyicisi olarak faiz oranlarını göstermektedir. Sermayenin marjinal etkinliği ile tanımlanan kar beklentisi ve cari faiz oranları (finansman maliyetleri) arasında fark oluştuğunda ve bu fark girişimci tarafından “tatmin edici” olarak değerlendirildiğinde yatırım kararı alınmaktadır. Yani girişimcinin yatırıma yönelmesi için sadece kredinin ucuz olması (faizin düşük olması) yeterli olmamaktadır. Kısacası, yatırım kararları, “karlılık beklentisi boyutunda” belirlenmektedir (Greenwald ve Stiglitz,1987,s.129; Paya,1998,s.232). Keynes’in Klasik iktisatçılardan ayrıldığı temel nokta, yatırım kararlarının sadece sermayenin cari marjinal verimliliğine dayalı olmayıp, aynı zamanda sermayenin gelecekteki beklenen getirisine de bağlı olmasıdır (Felderer ve Homburg,1987,s78). Yatırım kararlarının verilmesinde gelecek ile ilgili beklentiler önemli bir rol oynamaktadır. Geleceğin belirsizliği göz önünde bulundurulduğunda Keynes, yatırım kararlarının verilmesinde “animal spirits (hayvani güdüler)” adını verdiği davranış eğiliminin de rol oynayacağını da belirtmiştir. Belirsizlik, sermayenin marjinal etkinliğinin faiz esnekliğinin düşük olmasına, spekülatif amaçlı para talebinin faiz esnekliğinin ise yüksek olmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla, belirsizlik hem sermayenin marjinal etkinliğini, hem de elde bulunduracağımız para miktarının biçimini etkilemektedir.

Keynes düşüncesinde belirsizlik3 olgusu önemli bir yer tutmaktadır. Keynes’in endişe, korku ya da güvensizlik dereceleri olarak ifade ettiği, geleceğin bugünden bilinmediği bir ortamda bireylerin para, tahvil, hisse senedine yönelik taleplerinde ve yatırım kararlarındaki sübjektif ve psikolojik durumları, belirsizlik anlayışının özünü oluşturmaktadır (Alada,2000,s,78). Belirsizlik olgusu ile birlikte zaman unsuru da ön plana çıkmıştır. Keynes, Marshall ile birlikte iktisadi analizlere dahil olan “zaman” kavramını iktisat teorisine geri getirmiştir. Keynes’in analizinde zaman, yani tarihsel zaman, önemli bir şekilde girmiştir. Genel Teori’nin en önemli mesajı, zaman ve kesin olmayan beklentilerdir (Asimakopulus,1976,s.7- 8).

Zaman kavramına tarihsel açıdan bakış, ekonomik rasyonalite kavramının anlamını da değiştirmiştir. Keynes, ekonomik kararları gerçek tarihsel zaman içinde ortaya çıktıkları biçimde ele almaktadır. Bu anlayışa göre, geçmişte alınan kararların geri dönülmez bir biçimde geleceği etkiledikleri ve geleceğin tam olarak bilinemeyeceği (belirsizlik) gerçeğinin vurgulanması, ekonomik rasyonalite kavramına geleneksel iktisadın yaptığından çok farklı ve yeni bir anlam yüklemiştir. Başka bir deyişle, ekonomide kişilerin kendi tercih sıralamalarını tam olarak bildikleri durumlarda bile, iktisadın karar alma sürecini basit bir amaç-araç ilişkisine indirgemek imkansızdır. Bu süreç, her şeyden önce kesin olarak bilinemeyen bir

3 Keynes’de belirsizlik, sayısal olarak ölçülemeyen olasılığa ya da olası bilginin olmadığı duruma

karşılık gelmektedir (Alada,2000,s.11). Yani Keynes’de belirsizlik, eksik bilgi kapsamındadır.

Keynes Devrimi ve Keynesyen İktisat 39 gelecek hakkında alabildiğince çok bilgi toplamak isteği ile belirli bir süre içerisinde karar alıp harekete geçme gerekliliği arasındaki çelişkiyi içermektedir. Bu konuda Keynes, iktisadı anlamda optimal bir karar almak için gerekli bilgiyi toplamak mantıksal olarak imkan dahilinde olsa bile, bunun için gerekli süre göze alınamayacak kadar büyük maliyetler içereceğinden iktisadi kararların pür rasyonellik ilkesi çerçevesinde alınamayacağını söylemektedir. Dolayısıyla maksimizasyona yönelik bir karar alma sürecinin yerine büyük ölçüde alışkanlıklara, geçmiş tecrübelere ve sezgiye dayalı bir karar süreci söz konusu olacaktır (Tekeoğlu, 1993, s.201).

Karar sürecine bu şekilde yaklaşıldığında standart yaklaşım içinde yatırımları belirlediği düşünülen faiz oranı gibi bir değişkenin yatırımcı tarafından nasıl değerlendirileceği, tek yönlü bir faiz oranı-yatırım ilişkisi içinde anlaşılamaz duruma gelmektedir. Yani yüksek bir faiz oranı, bir yandan yatırım maliyetini yükselterek yatırımları olumsuz yönde etkileyebilen bir değişken olarak, bir yandan da kredi talebindeki yani ekonomideki bir canlanmaya, dolayısıyla gelecekteki kar oranında bir yükselmeye işaret ederek yatırımların artırılmasına yol açabilecek bir değişken olarak yorumlanabilmektedir. Sonuçta da iki değişken arasındaki açık bir ilişkiden yola çıkan tahminlerin başarısı konusunda ciddi kuşkuların ortaya çıkması söz konusu olacaktır (Buğra,1995,s.261).

Keynes’in zaman unsurunun önemini vurgulamasıyla ekonomik rasyonalite kavramında ortaya çıkan diğer değişiklik ise, geçmişte alınan kararların bağlayıcı niteliği ile ilgilidir. Zaman içinde geleceği yeniden yaşayarak alınan kararları düzeltmek mümkün olmadığına göre, karar sürecinde kararların bağlayıcılığını mümkün olduğunca azaltan bir esnekliğin sağlanması önem kazanmaktadır. Bu konuda, para ekonomisi ile takas ekonomisi arasındaki farklılığın Keynes tarafından vurgulanması, iktisat teorisine önemli bir katkı olarak değerlendirilmektedir. Bu alanda Keynes’in ayırt ettiği şey, paranın mal ve hizmet alışverişini kolaylaştırma özelliği değil, paranın alışverişlerin ertelenebilmesini, üretimle tüketim, tasarrufla yatırım arasına belirli bir zaman konulabilmesini sağlama özelliği olmuştur. Paranın belirtilen bu fonksiyonu, geleceğin belirsizliğinden doğan maliyetleri düşürme anlamına gelmektedir (Tekeoğlu,1993,s.202).

Keynes’in yaklaşımında paranın konumu, belirsizlik kavramının önemine bağlıdır. Keynes’in yaklaşımında para, hem belirsizliğin bir göstergesi, hem de onu aşmanın bir yolu olarak karşımıza çıkmaktadır. Keynes, gerçek bir para ekonomisinin işleyişini açıklarken, bu tür bir ekonominin, Say Yasası’nın geçerli olduğu bir mübadele ekonomisinden ne derece farklı olduğunu ve anlaşılmasının ne derece farklı yöntemler gerektirdiğini göstermiştir. Ancak Keynes, para ekonomisinin hangi davranışlar temelinde işlerlik kazandığı ile yani mikro iktisatla

Mahir FİSUNOĞLU-Bilge KÖKSEL TAN 40

fazla ilgilenmemiştir. İşte pek çok tartışmaya konu olan “makro iktisadın mikro temelleri” sorunu, Keynes’in bu alanda bıraktığı boşlukla ilgili olarak ortaya çıkan önemli sorunlardan birisidir (Buğra, 1995,s.256).

Keynes’in likidite tercihi mikro düzeyde, sıfır opsiyonlu bir yaklaşım niteliğindedir. Yani kişiler, faiz beklentilerine göre, varlıklarını ya tümü ile nakit olarak ya da tümü ile para olarak yutmayı tercih etmektedirler. Gerçek yaşamda ise bireylerin servetlerini çeşitli yatırım araçları arasında bölüştürdükleri bir gerçektir. Bu gerçekliği göz önünde bulunduran Tobin, Keynes’in yaklaşımını bu yönü dikkate alarak geliştirmeye çalışmıştır. Tobin’e göre bireyler değişik varlık çeşitleri arasında seçim yaparken getirileri yanında risklerini de dikkate almaktadırlar. Böylece bireyler, risk ve getiri hesabı yaparak optimal bir portföy oluşturmaktadırlar (Paya,1998,s.83). Tobin’in yaklaşımının temelini belirsizlik oluşturmaktadır. Belirsizlik, faiz getirisi sağlayan aktifler yerine elde nakit tutulmasının nedeni olmaktadır. Böylece Keynes’in para talebine önemli katkısı olan spekülatif amaçlı para talebi tekrar karşımıza çıkmaktadır. Ancak burada spekülasyon, gelecekteki faiz oranları üzerindeki belirsizlik bekleyişlerine bağlanmıştır (Parasız,1992,s.368-69).

Keynes’de spekülatif para talebi rasyonel bir davranış olarak kabul edilmektedir. Çünkü psikolojik bir ihtiyaca cevap vermektedir. Klasikler, faiz getirmediği için bu talebi rasyonel bulmamışlardır. Keynes, bu talebin rasyonel olduğunu bireylerin para talebindeki otonom değişmelerin istikrarı bozabileceğini göstererek açıklamıştır. Keynes, Wicksell’in ticari bankalar için ileri sürdüğü olguyu bireylere genelleştirmiştir. Örneğin, para miktarı veri iken bireylerin tutumluluk eğilimindeki bir artış veya yatırım olanaklarındaki bir azalış, faiz oranını düşürmek ve tahvil fiyatlarını yükseltmek eğilimindedir. Eğer bireyler, bu yükselişi geçici olarak görüyor ve ileride tahvil fiyatlarının düşmesini bekliyorlarsa, bugünkü yüksek fiyattan ellerindeki tahvilleri satarak kazanç elde etmeleri, tahvil almayı geciktirerek ellerinde para tutmaları akılcı bir davranıştır. Her ne kadar, elde para tutmak faizden vazgeçmeyi gerektiriyorsa da, bu, tahvil fiyatlarında beklenen değişmelerle fazlasıyla telafi edilebilecektir. Bireylerin akılcı sayılabilecek bu davranışı, tutumluluk eğiliminin yükseldiği veya yatırım imkanlarının azaldığı bir dönemde, tahvil fiyatlarındaki yükselişi veya faiz oranındaki düşüşü önleyecektir. Öyleyse, para miktarı veri iken spekülatif para talebi, faiz oranındaki değişmelerin, tasarruf- yatırım eğrilerindeki değişmenin etkisini giderecek bir mekanizma olmasına izin vermeyecektir. Bu açıklama, Keynes’de faizin “imsak” değil de, paradan yani likiditeden vazgeçmenin bedeli olduğunu göstermektedir. Sisteminin özelliği de buradadır: Klasiklerde, tasarruf-yatırım teorisi aynı zamanda faiz oranının

Keynes Devrimi ve Keynesyen İktisat 41 belirlenmesi teorisi olduğu halde, Keynes’de efektif talep veya çarpan teorisidir; üretim veya istihdam teorisidir (Kazgan,1991,s.265-66).

Tasarruf ve yatırımlar arasındaki ayrım, Keynes’in önemli öngörülerinden birisidir. Keynes’e göre faiz oranındaki değişmelerle yatırım-tasarruf dengesi sağlanamaz. Çünkü tasarruf ve yatırım kararları farklı kişiler tarafından, farklı nedenlere bağlı olarak ele alınmaktadır. Tasarrufları belirleyen unsur, gelir düzeyidir. Yatırım kararlarının verilmesinde ise, daha önce değinildiği gibi faiz ve sermayenin marjinal etkinliği önemli olmaktadır.

Keynes, geleneksel faiz teorisini aynı zamanda “belirli” olmamakla da suçlamaktadır. Çünkü gelir düzeyi bilinmeden tasarruf eğrisini (tasarruf, faiz ile birlikte gelirin de bir fonksiyonudur); yatırım bilinmeden de gelir düzeyini (gelir, yatırıma bağlıdır) bilmek mümkün değildir. Yatırım ise sermaye malının marjdaki verimi ve faiz oranına bağlıdır. Bundan dolayı, yatırım talebi ve tasarruf arzı eğrileri karşısındaki karşılıklı bağımlılık, faiz oranını belirsiz hale getirmektedir (Kazgan,1991,s.266).

Para miktarı ve mevcut sermaye donanımının kısa dönemde değişmediği varsayıldığında bireylerin gelecekteki bekleyişlerinin güven dereceleri azalırsa yani bireyler geleceğe kötümser olarak bakarlarsa parayı spekülasyon ve gömüleme eğilimi artacaktır. Girişimcinin yapmayı düşündüğü yatırımın beklenen getirileri nasıl geleceğe dair güven yada güvensizlik derecelerine bağlı ise Keynes’in tanımında faiz oranının gelecekteki değerine dair sübjektif güven dereceleri de bireylerin ellerinde ne ölçüde para tutacaklarını belirleyen en önemli unsurdur (Alada,2000,s.79).

Keynes’e göre faiz parasal bir olgu olup, para arzı ile para talebi tarafından belirlenmektedir. Bu yeni görüşe göre, gelir ve istihdam teorisiyle para teorisini birleştiren teori, Keynes’in likidite tercihi teorisi ile efektif talep teorisidir. Likidite tercihi teorisi, faizin parasal bir olgu olduğunu vurgularken, efektif talep teorisi ise gelir ve istihdam teorisini birleştirmektedir.

Keynes’in geleneksel iktisadı eleştirisi, buraya kadar anlatılanlarla sınırlı değildir. Keynes’in teorisinin temelde bir istihdam teorisi olduğu düşünüldüğünde, önemli bir katkısının da geleneksel ücret teorisini eleştirisi bağlamında olduğu söylenebilir.

Keynes’e göre Neo-Klasik teorinin ücret ve fiyat esnekliği nedeniyle ekonominin kendiliğinden tam istihdama ulaşacağını öne süren görüşü yanlıştır. Neo-Klasik ücret teorisi üç önermeye dayalıdır. Birincisi, emeğin marjinal verimliliğinin istihdam miktarı arttıkça azalacağını ifade eden, azalan marjinal verimlilik ilkesidir. İkincisi, “emeğin reel ücreti emeğin marjinal verimliliğine eşit

Mahir FİSUNOĞLU-Bilge KÖKSEL TAN 42

olma eğilimindedir ve istihdamın psikolojik zahmetini yansıtır” diye ifade edilen öneridir. Üçüncü öneri ise, işçi ile işveren arasında yapılan ücret pazarlığının aynı zamanda reel ücretleri de belirleyeceğini öne süren görüştür. Neo-Klasik iktisatçılara göre, işsizliğin sebebi, işçilerin marjinal verimliliklerine eşit bir ücreti kabul etmemeleridir. Dolayısıyla istihdamda bir artış, ancak parasal ücretlerin, emeğin marjinal verimliliğine eşit oluncaya kadar azaltılması ile mümkündür (Savaş,1998, s.755-56). Keynes, Klasik Teoriye ücret pazarlığını yanlış algıladığı için itiraz etmiştir. Geleneksel teoride ücret sözleşmeleri ile reel ücretler belirlenmektedir (Leijonhufvud,1968:97). Keynes’in tartışmasının ilk aşaması, parasal ücret ve reel ücret ayrımına ilişkindir (Stewart,1986:110).

Keynes, işçilerin marjinal verimliliklerine eşit bir ücreti kabul etmeme düşüncesini reddederek, işsizliğin “yetersiz toplam talep” nedeniyle ortaya çıkacağını iddia etmiştir. Yetersiz talep, üretim hacmini kısıtlayacak, bu faktör gelirlerinde azalışa yol açacak, böylece de efektif talep düşecektir (Felderer ve Homburg,1987:73). Emeğin marjinal verimliliğini ve reel ücreti belirleyen faktör, istihdam ve üretim seviyesidir. Keynes, reel ücretlerin istihdam seviyesinden ayrı olarak belirlenmesinin mümkün olamayacağını belirtmiştir. Ayrıca parasal ücretlerin azaltılmasının reel ücretleri düşürmede etkili bir yöntem olmadığını iddia etmiştir. Çünkü tüketim mallarına olan talep, büyük ölçüde ücrete bağlıdır. Keynes’e göre ücret pazarlığı ile sadece parasal ücretler belirlenmekte, reel ücretler belirlenmemektedir. Neo-Klasik iktisatçılara göre ise parasal ücretler reel ücretlere eşit olma eğilimindedir. Reel ücret, istihdamın marjinal zahmetine eşittir. İşçiler bu ücretten daha düşük parasal ücretlerden çalışmayı kabul etmemektedirler. Dolayısıyla, Neo-Klasik iktisatçılar işsizliğin isteğe bağlı (iradi) olacağını savunmuşlardır (Stewart,1986:113-120; Gerrad,1995:447-449).

Aslında Keynes ve Klasikler, bir temel noktada aynı görüştedirler. İşsizlikte önemli bir azalma, reel ücretlerde de bir azalmayı gerektirecektir. İstihdam arttığında azalan verimlerin bir sonucu olarak emeğin marjinal ürününde azalma olacaktır. Ancak bu başlangıç önermesi haricinde Klasikler ve Keynes arasında görüş birliği yoktur. Keynes’e göre reel ücretler, toplam talep tarafından belirlenmektedir. Reel ücretler, istihdam hacminin nedeni değil, sonucudur. Parasal ücretlerdeki bir düşme, işsizliği daha da şiddetlendirecektir. Çünkü ücret indirimleri, toplam talepte bir azalmaya yol açacaktır. Her şeyden önce böyle bir politika, gelir dağılımında ücret geliri elde edenlerden diğer gelir sahiplerine doğru bir gelir transferine yol açacaktır. Öte yandan ise ücretlerin azaltılması yönündeki bir politika, organize olmuş emeğin direnci ile karşılaşacaktır. Artan sosyal huzursuzluklar, grevler ve belirsizlik ortamının faiz oranları ve yatırımlar üzerinde olumsuz etkileri olacaktır. Ayrıca ücret indirimlerinin gelecekte de süreceği

Keynes Devrimi ve Keynesyen İktisat 43 beklentisi, yatırım kararlarının ertelenmesine yol açarak cari yatırım harcamalarında bir azalışa yol açabilecektir (Shaw,1997:65).

Neo-Klasikler’in, ücret esnekliğinin varlığını kabul etmeleri önemlidir. Çünkü istihdamın artırabilmesi için reel ücretlerin düşmesi gerekecektir. İşçilerin mevcut işleri elde edebilmek için aralarında rekabete girişmesi, parasal ücretlerin düşmesine neden olacaktır. Ekonominin bazı sektörlerinde ücretlerin bu şekilde düşmesi, maliyetin azalmasına ve bazı ürünlerin fiyatının düşmesine neden olacaktır. Oysa Neo-Klasik teoriye egemen olan beklenti, genel fiyat seviyesinin değişmeyeceği yolundadır. Çünkü Neo-Klasik iktisatçılar, genel fiyat seviyesinin para miktarı ile işlem hacmi arasındaki ilişki tarafından belirleneceğini düşünmekteydi. Bu nedenle işsizlik nedeniyle ortaya çıkacak parasal ücretteki azalmalar, reel ücretleri düşürerek ekonomini kendiliğinden tam istihdama gelmesini sağlamada güvenilir bir mekanizma oluşturacaktır. Dolayısıyla ekonomideki işsizlik, isteğe bağlı olacaktır. Oysa Keynes’e göre, parasal ücret indirimleri, tam istihdamı sağlayacak güçte değildir (Staley,1993:227).

Keynes’e göre ise işçiler parasal ücretlerinin azaltılmasına karşı koymalarına rağmen genel fiyat seviyesindeki bir artış nedeniyle reel ücretleri düştüğü halde, mevcut parasal ücretten çalışmayı da sürdürmektedirler. Keynes’e göre işsizlik, isteğe bağlı değildir, istek dışıdır. Çünkü bireyler, düşük de olsa cari ücret düzeyinden çalışmalarını sürdürmektedirler. Bu şekildeki bir durum, “eksik istihdam” durumu olarak tanımlanabilir. Böyle bir dengesizlik halinin temel nedeni, işçilerin “para aldanması”na kapılmalarıdır (Meltzer,1988:117; Leijonhufvud, 1968:95).

Keynes, parasal ücretlerin belirlenmesinde sendikalar, kurumsal ve yasal düzenlemeler ile gelenekler gibi dışsal güçlerin etkili olabileceğini belirtmiştir. Klasik görüş ise bu etkenlerin içsel olduğunu belirtmiş, emek piyasasında emek talebi ve arzı eşitliğinden hareketle parasal ücretlerin belirlediğini öne sürmüştür. Bu nedenle Keynes’in parasal ücretlerin dışsal etkenler tarafından belirlendiğini öne sürmesi, geleneksel iktisada karşı çıkmasında önemli olmuştur. Ancak Keynes’i izleyen iktisatçılar, istek dışı işsizlik kavramını açıklamakta zorlanmışlar ve Klasik görüşün ileri sürdüğü sendikalar ve asgari ücret düzenlemeleri gibi unsurları kabul etmek durumunda kalmışlardır (Leijonhufvud, 1968:93).

Keynes’in parasal ücret yapışkanlığı teorisi, sadece “para aldanması”na dayanmamaktadır. Keynes, hem işgücü hem de mal piyasaları için eksik rekabet veya tekelci rekabet piyasalarını varsaymaktadır. Bu tür piyasalarda normal fiyatlar, satıcılar veya alıcılar için karar değişkenlerdir, ya da aralarındaki görüşmelerle belirlenmektedir (Tobin,1993:48).

Mahir FİSUNOĞLU-Bilge KÖKSEL TAN 44

Çalışanların mevcut durumlarının kötüleşmesine direnç göstermeleri ve ücretlerin aşağıya doğru katı (rijit) olması; hem dengenin hem de eksik istihdamın eşanlı olarak gerçekleşmesinin mümkün olmasına neden olmaktadır. Eğer eksik istihdam varken dengede olmak mümkün ise, para arzı arttırılarak efektif talep uyarılabilir ve üretim arttırılabilir; bu nedenle de para teorisi, eksik istihdam varsayımının doğal bir sonucudur (Toprak,1997:27).

Keynes’in getirdiği yenilik, parasal ücret katılığını varsaymış olması ve para aldanması kavramına dikkat çekmiş olması değildir. Keynes, tam rekabet şartları altındaki bir ekonomide de işsizliğin bulunabileceğini iddia etmiş, piyasaların kendiliğinden tam istihdam dengesini sağlamaya yetemeyeceğine işaret etmiştir. Her ne kadar fiyat ve ücret katılıkları Keynes ve Keynesyen iktisatçılar arasında tartışmalı bir konu olsa da Keynes’in sisteminde ücret katılığı, ekonominin eksik istihdamda da dengeye gelmesini açıklayıcı bir unsurdur.

2. Keynes İktisadının Farklı Yorumları

Temelde J.M.Keynes’in argümanlarına dayalı olan Keynesyen Makro İktisat, Keynes’den günümüze uzanan bir süreci kapsamaktadır. “Keynesyen’’ başlığı oldukça geniş bir anlam ifade etmektedir. Ekonomik dalgalanmaları “Walrasyan” paradigma çerçevesinde açıklamaya çalışan makro iktisatçılar karşısında, bir çok iktisatçı da Keynes’in Genel Teori’de geliştirdiği Walrasyan olmayan yaklaşım çerçevesinde çalışıyordu. Bir yaklaşımın “Keynesyen” olabilmesi için, herşeyden önce bu yaklaşımın Walrasyan olmayan özellikler taşıması ve klasik dikotomiyi dışlaması gerekir (Greenwald ve Stiglitz,1993:42). Keynesyen iktisatçıları birleştiren tek tema, büyük çaplı piyasa başarısızlıklarıdır. Keynesyen teorilerde sıklıkla tekrarlanan piyasa aksaklıkları, fiyatların ve ücretlerin arz ve talebi eşitleyecek şekilde ayarlanmada başarısız olmalarıdır. Fiyatların ve ücretlerin kısa dönemli yavaş ayarlanmaları, 1960’lardaki uzlaşının temel varsayımı idi (Mankiw,1990:1654).

Eski ya da yeni bütün Keynesyenler, şu üç önermede hem fikirdirler (Greenwald ve Stiglitz,1993:23).

* Bazı dönemlerde mevcut reel ücretlerden aşırı bir emek arzı söz konusudur.

* Kapasite kullanımı, GSYİH veya işsizlikle ölçülen toplam ekonomik faaliyetlerde ciddi dalgalanmalar görülmektedir.

* Para politikası, büyük bunalım dönemi gibi dönemlerde etkili olmasa da para çoğunlukla önemlidir.

Bu üç öneri ile de şu sonuçlara ulaşmışlardır:

Keynes Devrimi ve Keynesyen İktisat 45

Eski ve yeni bütün Keynesyenler, politika önerilerinde anlaşmasalar da, en azından devlet müdahalesinin ekonomik faaliyetlerde istikrar sağlaması için gerekli olduğu konusunda aynı görüştedirler.

Keynesyen iktisatçılar, Keynes terminolojisini kullanarak yeni açılımlar yaratma çabasında olan iktisatçılar grubundan oluşmaktadır. Keynes, geleneksel iktisadın “kendiliğinden tam istihdamda denge” kavramına karşı çıkmış ve iktisatta bir “devrim” yaratmıştır. Ancak Keynes’in “Genel Teori”sinin başarısı, bir ölçüde dönemin hem ekonomik ve sosyal şartlarına, hem de öne sürdüğü yeni teorinin bilimsel karakteristiğine bağlıdır. Çünkü geleneksel (ortodoks) iktisadın öngörüleri yaşanan gerçeklerle uyuşmuyordu. 1930’lu yıllarda İngiltere ve batının sanayiileşmiş diğer ülkeleri, ortodoks iktisadın açıklayamadığı endüstriyel durgunlukla birlikte uzun süre devam eden yoğun işsizlik deneyimini yaşıyordu (Johnson,1971:3). İşte böyle bir ortamda Keynes, belirsizliğin iktisadi analizlerdeki önemi, paranın ekonomide değişen rolü ve de en önemlisi eksik istihdam varsayımı ile Klasik iktisadı temelinden sarsmıştır. Keynes, öne sürdüğü yeni fikirler ile iktisatta gerçek bir “devrim” yaratmıştır. Bu devrim de sonuçta karşı devrimlerin –Paracı (Monetarist) Karşı Devrim– ortaya çıkmasına yol açmıştır.

Keynes’in Genel Teori’de öne sürdüğü fikirler, 1920 ve 1930’lu yılların somut gerçekleriyle uyuşuyordu. Bu yıllarda ücretlerin ayarlanmasındaki atalet, gözardı edilmişti. Keynes, bu dönemde ücret katılığını işsizliğin bir açıklaması olarak kullanmıştır. Lerner’a göre Keynes, ücret esnekliğine iki açıdan karşı çıkmaktadır. Birincisi, parasal ücretlerde bir azalma, orta ya da uzun vadede fiyatları düşürecektir. İkincisi, parasal ücretlerde bir azalma, ücret ve fiyatların gelecekte de düşeceği beklentisini getirecektir. Keynes, “Barışın Ekonomik Sonuçları” ve “Para Reformu Üzerine” adlı eserlerinde esnek ücret politikasının, otoriter toplumlar haricinde istikrara bir katkıda bulunamayacağını belirtmiştir (Meltzer,1988:257-260).

Ücret katılığı; “Para Üzerine Bir İnceleme”de Keynes’in sisteminde fiyat istikrarına katkıda bulunan yeterli bir şart olarak gösterilmesine ve “Genel Teori”de de önemli bir kavram olmasına rağmen, Keynes, parasal ücretlerdeki bir azalmanın istihdamı artırıp artırmayacağından şüphe duymaktadır. P.Howitt (1986), Genel Teori’nin temel mesajının üç bölümden oluştuğunu belirtmiştir. Birincisi, piyasa sisteminin işleyişindeki bozukluklar dolayısıyla devlet müdahalesinin gerekliliği hususundadır. İkincisi, katı ya da yapışkan ücretlerin işsizliğin nedeni olarak görülemeyeceğine ilişkindir. Üçüncüsü ise yatırımların toplam talebin en önemli bileşeni olarak istihdamdaki dalgalanmaların sorumlusu sayılabileceği ile ilgilidir (Howitt,1986:631). Keynes, Genel Teori’de ilk on sekiz bölüm için yaptığı sabit parasal ücret varsayımını on dokuzuncu bölümden itibaren gevşetmiştir. Keynes’in

Mahir FİSUNOĞLU-Bilge KÖKSEL TAN 46

Genel Teorisi’nde ücret katılığı, istek dışı işsizlik için gerekli bir varsayım olarak düşünülmemiştir (Asimakopulus,1978:7).

Keynes Genel Teori’nin ondokuzuncu bölümünde parasal ücretlerin azaltılarak istihdamın artırılması politikası ile para arzının artırılarak istihdamın artırılmasını karşılaştırmıştır. Keynes’e göre parasal ücretlerin azaltılması, ücret birimi ile ifade edilen para miktarını artırarak faiz oranının düşmesine ve yatırımların artmasına yol açacaktır. Keynes, parasal ücretler düşürülmeden para arzının artırılarak da aynı sonuca ulaşılabileceğini göstermiştir. Ayrıca parasal ücretlerdeki düşüş önemli miktarlarda değilse, uzun dönemli faiz oranları üzerinde fazla bir etkisi olmayacaktır. Öte yandan parasal ücretlerdeki düşüş büyük olursa bu durum ekonomik yaşamda güvensizlik ortamı yaratabileceğinden ücretlerdeki düşüşün olası olumlu etkileri ortadan kalkacaktır. Keynes’in varmak istediği sonuç, ekonomik sistemin kendi kendisini düzenleyemeyeceği yönündedir. Böylece Keynes, işçilerin düşük parasal ücretlerden çalışma isteğinin işsizlik sorununu çözemeyeceği yönündeki iddiasına teorik bir temel oluşturmuş oluyordu. Genel Teori’nin on dokuzuncu bölümünde Keynes, parasal ücretlerin düşürülerek işsizliğin azaltılamayacağını göstermiştir (Meltzer,1988:258).

Ücret ve fiyat katılıklarına verilen önem, Keynes’in teorisinde zamanla değişerek, olmazsa olmaz bir ön şart olmaktan çıkmıştır. Ancak işsizlik kavramına Keynesyen yaklaşımlarda ise gerekli bir ön şart olarak kabul edilmeye devam edilmiştir. Screpanti ve Zamagni (1995) çalışmalarında fiyat ve ücret katılıklarının Keynesyen sonuçlara ulaşmak için gerekli olduğunu belirtmişlerdir. Niehans (1990)’a göre temel Keynesyen önerme, parasal ücret katılığı iken, Tobin’e göre efektif talep ilkesidir. Ancak Tobin efektif talep analizinin sadece kısa ya da orta dönemde geçerli olduğuna inanmaktadır. Bu düşünce, Keynes’in analizi ile tutarlıdır. Çünkü Keynes’in analizi kısa dönemli bir analizdir. Keynesyen görüşe göre, üretimdeki dalgalanmaların kaynağı nominal toplam talepteki dalgalanmalardır. Toplam talebin önemli bileşenlerinden birisi olan yatırım seviyesindeki değişiklikler, bu dalgalanmaların en önemli nedenlerinden birisidir. Toplam talepteki dalgalanmalar da nominal fiyat ve ücret katılıkları dolayısıyla reel etkilere sahiptir (Ball ve Diğerleri,1988:1).

Tobin ise Keynesyen makro iktisadın nominal fiyat ve/veya ücret katılığını gerektirmediğini, piyasaların hemen ve sürekli olarak dengelenebileceğini ileri sürmüştür (Tobin,1993:46). Zaten Keynes, Genel Teori’de ilk onsekiz bölüm için yaptığı sabit parasal ücret varsayımını on dokuzuncu bölümden itibaren gevşetmiştir. Fiyat ve ücret katılıkları, bir yaklaşımın “Keynesyen” sayılabilmesi için gerekli, ancak yeterli değildir. Keynes, istek dışı işsizlik ve eksik kapasite kullanımı sorununun nominal fiyat ve ücretlerdeki sürekli esneklikle

Keynes Devrimi ve Keynesyen İktisat 47 azaltılabileceğinden kuşku duymaktadır. Keynes’in düşüncesi, nominal ücretlerin istikrarlı olması yönündedir. Ancak Keynesyen makro iktisadı eleştirenler, bu argümanı unutmuşlardır.

Tobin fiyat katılıklarının öneminin abartıldığını vurgulamaktadır. Tobin’e göre temel Keynesyen önerme; fiyat katılığı değil, efektif talep ilkesidir. Parasal ücretler ve fiyatlar esnek olsa hatta aşırı bir emek arzı parasal ücretlerde hızlı düşüşe neden olsa bile ücret ve fiyat esnekliği, işsizliği ne önleyecek ne de tedavi edecektir. Piyasaların çabucak ve tam olarak dengeye gelmesinin yokluğu halinde, üretim ve istihdam, toplam talep tarafından sınırlandırılmıştır (Tobin, 1993:48).

Bunun dışında Genel Teori’ye atıfta bulunan yorumlara bakıldığında; Hicks, Genel Teori’nin temel mesajının likidite tuzağına düşmüş bir ekonominin analizi olduğunu iddia etmiştir. Modigliani de yine likidite tuzağı ve ücret katılığının olduğu özel bir durumunu analiz etmiştir. Schumpeter, Keynes’in katılıklara önemli bir rol vermeden temel sonuçları sağlama isteğinde olduğunu, eksik rekabet şartlarının önemli olduğunu belirtmiştir. Brunner, Genel Teori’yi uzun dönemli emek ve finansal varlık sözleşmelerini içeren bir teori olarak yorumlamıştır. Johnson, Keynes’in eksik istihdam dengesini katı ücretlerin bir sonucu olarak yorumlamıştır. Ancak Patinkin gibi fiyat düşüşlerinin refah üzerindeki etkisinin tam istihdam dengesini sağlayacağının da farkındadır. Coddington, Hicks’e atıfta bulunarak ücret katılığına Keynes’in yaklaşımını, kısa dönemli işsizlik teorisi olarak ele almıştır. Keynes, 1920’lerde ücret katılığını istek dışı işsizliğin bir açıklaması olarak kullanmıştır (Meltzer,1988:255-56). Katı ücretlerin kısa dönemli sonuçları, basit statik analizlerle uyumludur. Bu duruma Keynes öncesi literatürde de dikkat çekilmiştir (Niehans,1990:355). Ücret katılığı, Thornton ve Pigou gibi Klasik iktisatçılar tarafından da işsizliğin bir açıklaması olarak kullanılmıştır. Samuelson ise yayımlanmasından on yıl sonra Genel Teori’yi, Keynes’in gerçekte ne söylediği ve ne anlama geldiği hususunda uzlaşma olmadığı için eleştirmiştir.

Keynes’in bir çok yorumu bulunmasına rağmen üç tanesi çok önemli kabul edilmektedir. Bunlar; Keynesyen Teori, Post Keynesyen Teori ve Neo-Keynesyen Teori kapsamında ele alınabilir (Felderer ve Homburg,1987:70-71).

Blinder (1988)’e göre Keynesyen yaklaşımlarda altı temel ilke, ortak paydayı oluşturmaktadır. İlk ve en önemli ilke, Keynesyen iktisadın bir toplam talep teorisi olması ve toplam talebin enflasyon ve reel üretim üzerindeki etkileri ile ilgilidir. İlk üç ilke bu konuya açıklama getirmiştir. Bunlar, pozitif unsurlar olarak nitelendirilebilir. Diğer üç ilke ise normatif unsurlarla ilgilidir (Blinder,1988:110-114).

Mahir FİSUNOĞLU-Bilge KÖKSEL TAN 48

1) 1970’lerin sonunda, para politikasının etkin olmadığı görüşü ile para talebinin tamamen inelastik (esnek değil) olması dolayısıyla maliye politikasının etkin olmadığı görüşü arasında heyecanlı tartışmalar mevcuttu. Keynesyen Makro İktisat’ta fiyat ve ücretler esnek olsa bile ekonominin kendiliğinden tam istihdama ulaşmasını engelleyen durum “Likidite Tuzağı” olarak adlandırabileceğimiz para talebinin faiz esnekliğinin sonsuz olması halidir. Öte yandan para talebi faize karşı esnek değilse, LM eğrisi dik olacak ve Keynesyen Makro Teori’nin öngörülerinden büyük bir kısmı geçersiz olacaktır. Ancak 1980’lerin sonunda artık her iki görüşün de ölü kavramlar olduğu benimsendi. Aslında Keynesyenlerin tümü ve Monetaristlerin çoğunluğu, hem para, hem de maliye politikasının toplam talebi etkilediğine inanmaktadırlar.

2) Keynesyen teoriye göre, toplam talepteki beklenen ya da beklenmeyen değişiklikler, en büyük etkisini fiyatlar üzerinde değil, reel üretim ve istihdam üzerinde göstermektedir. Ball, Mankiw ve Romer (1988)’in vurguladığı gibi Keynesyen görüşe göre üretimdeki dalgalanmaların kaynağı, nominal toplam talepteki büyük dalgalanmalardır. Bu dalgalanmaların reel etkileri vardır. Çünkü nominal fiyat ve ücretler katıdır. Hem Keynes, hem de Keynesyen iktisatçılar, gerek beklenen, gerekse beklenmeyen para politikalarının reel etkilerinin olduğunu kabul etmişlerdir (Blinder,1987:133).

3) Keynesyen iktisatçılar, mal piyasalarının özellikle de emek piyasalarının şoklara yavaş cevap verdiğine inanmaktadırlar. Yani fiyat ve ücretler, piyasaları dengeye getirmek (temizlemek) için çabucak hareket etmemektedir. Keynes, sürekli işsizliği, ücretlerin piyasaları dengeye getirmek için yeterince hızlı ayarlanmamasına bağlamaktadır.

Yukarıda sayılan ilkeler, pozitif niteliktedir. Pozitif Keynesyen yaklaşım, bilimsel bir yargı sorunudur. Pozitif Keynesyen yaklaşım, hem para hem de maliye politikalarının toplam talebi değiştirebileceğine inanmaktadır. Toplam talepteki dalgalanmalar da fiyat ve ücretlerin piyasaları dengeye getirmede yavaş hareket etmeleri dolayısıyla reel etkilere sahiptir.

Blinder’a göre aşağıdaki üç ilke normatif niteliktedir. Normatif Keynesyen yaklaşım, yukarıdaki ilkelere değer yargılarını ve politik görüşlerini de ekleyerek bir yaklaşım sergilemiştir. Normatif Keynesyen yaklaşım, iş çevrimlerinin genişliğini kısıtlamak için hükümetin toplam talebi denetleyebilmek için gücünü kullanması gerektiğine inanmakta ve daha çok işsizlik ile mücadele etmeyi amaçlamaktadır. Aşağıdaki bu üç ilke ile normatif Keynesyen yaklaşım, Friedman ve diğer Monetaristler iktisatçılardan ve Keynesyen İktisatçıların çoğunluğundan daha farklı bir yaklaşım sergilemiştir. Normatif nitelikteki önermeleri, şu yargılara dayanmaktadır.

Keynes Devrimi ve Keynesyen İktisat 49

a) Makro ekonomik dalgalanmalar, sosyal refahı büyük ölçüde azaltmaktadır.

b) Hükümet, serbest piyasa ekonomisinin sonuçlarını iyileştirebilmek için hem yeterli bilgi sahibidir, hem de yeterli güce sahiptir.

c) İşsizlik, enflasyondan daha önemli bir sorundur.

Keynesyen ve Monetarist iktisatçılar arasındaki görüş ayrılığı, normatif ilkeler üzerinde, özellikle de (b) ve (c) seçeneklerinde yoğunlaşmaktadır. Böylece Blinder’a göre Monetarist iktisatçıların görüşlerinin çoğunluğu pozitif Keynesyen yaklaşımla benzerlikler göstermesine rağmen normatif Keynesyen yaklaşımdan farklı bir yapı sergilemektedir (Blinder,1988:112-113).

4) Keynesyen iktisatçıların üretim ve istihdamın gerçek değerlerinin optimal olması gibi özel bir iddiası bulunmamaktadır. Çünkü işsizlik kısmen toplam talepteki ani ve geçici değişikliklere, kısmen de piyasaların tedrici olarak ayarlanmasına bağlıdır. Keynesyen iktisatçılar, bu durumlar için kesin teorik nedenler bulmanın zor olduğunu bilmelerine rağmen, gerçekte belirgin bir şekilde işsizliği hem ortalama olarak çok yüksek, hem de çok değişken görmektedirler. Bütün bunlar “istek dışı işsizlik” kavramıyla özetlenmektedir. Bu prensipte Yeni Klasik iktisatçılar, Keynesyen iktisatçılardan belirgin bir şekilde ayrılmakta, Monetarist iktisatçılar ise ikisinin arasında yer almaktadır.

5) Keynesyen yaklaşımlar, önemli ekonomik sorunlar arasında sıraladıkları iş çevrimlerinin genişliğini kısıtlamak için istikrar politikalarının önermektedir. Bu noktada; istikrar politikasının etkinliğinden şüphe eden bazı geleneksel Keynesyen iktisatçılar gibi Monetarist iktisatçılar, Yeni Klasik iktisatçılara katılmaktadır. Monetarist yaklaşım (K.Brunner, A.Meltzer, M.Friedman), 1970’lerde radikal olarak görülüyordu. 1980’lerde ise Yeni Klasik İktisat ile Keynesyen İktisat arasında bir orta nokta olarak görülmüştür (Stein,1981:139).

6) Keynesyen iktisatçılar için enflasyonla mücadeleden çok işsizlikle mücadele daha önemlidir. Keynesyen iktisat, enflasyonun tam istihdam sınırı aşıldıktan sonra söz konusu olabileceğine inanmıştı. Ancak Keynesyen iktisatçıların bu varsayımları, Keynesyen iktisadın gelişim sürecinde çok etkili olmuştur. Çünkü 1950’li yıllarla birlikte gözlemlenen tam istihdam öncesi enflasyonist gelişmeler, Keynesyen teori açısından sorun oluşturmaya başlamıştır. Keynesyen iktisat, bu sorunu Phillips Eğrisi yardımıyla aşmaya çalışmıştır. Ancak 1970’li yılların başı ile birlikte gözlemlenen enflasyon ve işsizliğin eş anlı hareketi Phillips Eğrisi’nin önemini kaybetmesine yol açmış ve sonuçta Keynesyen iktisat, Phillips Eğrisi’ne verdiği önem dolayısıyla ciddi eleştirilere maruz kalmıştır.

Keynesyen Teori, Keynes’in yorumlarının en önemlisidir. Temelinin bir ayağı, Klasik teoride, diğer ayağı ise Genel Teori’dedir. Bu nedenle “Neo-Klasik

Mahir FİSUNOĞLU-Bilge KÖKSEL TAN 50

Sentez” olarak da adlandırılmaktadır. Başlıca taraftarları arasında A.Hansen, J.Hicks, L.Klein, F.Modigliani, D.Patinkin, P.Samuelson ve J.Tobin sayılabilir (Felderer ve Homburg,1987:71).

Genel Teori’nin yeniden yorumlanması sonucu ortaya çıkan teoriler, Keynes’in teorisinden farklıdır. Keynesyen Makro Teori, esas itibari ile Keynes’in “Genel Teorisi”nden kaynaklanmakla beraber, akademik çevrelerde tanınıp benimsenmesi ve ders kitaplarına yerleşmesi, Hicks’in 1937 yılında Econometrica’da yayınlanan “Mr.Keynes and The Classics” başlıklı makalesi ile olmuştur. Bu makalede Hicks, Keynes’in görüşlerini Klasik Teori’nin temel ilkeleriyle bağdaştırmış, adeta iki teorinin sentezini yapmıştır. Bu nedenle de daha sonraları “Neo-Klasik Sentez” olarak anılmıştır (Savaş,1984:103). Bu yaklaşım, Samuelson ile birlikte de makro iktisadın temel taşı haline gelmiştir.

Keynes, IS-LM analizini başlangıçta onaylamış olmasına rağmen, daha sonraları ise kendi düşüncelerini tam olarak yansıtmadığını da ifade etmekten kaçınmamıştır. Neo-Klasik Sentez, Keynes’in teorisini Klasik iktisadın özel bir durumu olarak görmüştür. Ancak Keynes, öne sürdüğü fikirlerin özgün olduğunu savunmuştur. Aslında Neo-Klasik Sentez, Keynes’in “devrim” niteliği taşıyan görüşlerini göz ardı etmiştir. J.Robinson, Neo-Klasik Sentezi “bastard (gayrimeşru)” bir Keynesyen yaklaşım olarak adlandırmıştır (Screpanti ve Zamagni,1995:297).

Literatürde daha çok “IS-LM Analizi” veya “Gelir-Harcama Teorisi” olarak da adlandırılan “Neo-Klasik Sentez”, Keynesyen yorumların en bilinenidir. Coddington tarafından “Hidrolik Keynesyenism” olarak da adlandırılmaktadır. Böyle bir adlandırma, ekonomiyi bir bütün olarak düşünen temel ders kitaplarındaki Keynesyen akımlara bağlı olarak sade ve açık bir yaklaşımı yansıtmaktadır (Coddington,1976:1264). Yani Hidrolik Keynesyenler, Keynesyen iktisadın zaman, belirsizlik, olasılık, beklentiler gibi temel kavramlarını dışlayarak, Keynesyen iktisadı mekanik ya da hidrolik bir akıma indirgemişlerdir. Hicks tarafından geliştirilen IS-LM modeli, “Hidrolik Keynesyenism” in gelişiminde başlangıç noktası olmuştur. IS-LM modelinin temelinde, Keynes’in Neo-Klasik faiz teorisine itirazı vardır.

Neo-Klasik Sentez, hem geleneksel, hem de Keynesyen iktisadın özelliklerini içermekte, ikisinin arasında yer almaktadır. Neo-Klasik Sentez, bir yandan Pigou etkisini içeren Keynesyen bir model, öte yandan ücretlerin sabit olduğunu varsayan Neo-Klasik bir model olarak tanımlanabilir. Pigou etkisi (Reel Balans Etkisi veya Refah Etkisi), fiyatların ve ücretlerin esnek olması halinde ekonominin tekrar tam istihdama dönebileceğini açıklayan bir yaklaşımdır (Paya,1994:207). Pigou etkisi, Keynes’in teorisine temel bir itiraz olarak algılanmıştır. Ancak Keynes’i izleyen bir kısım iktisatçı, fiyat ve ücretlerin azalma yönünde esnek olması halinde, reel balans

Keynes Devrimi ve Keynesyen İktisat 51 etkisinin hükümet müdahalesi olmaksızın tam istihdam dengesini yeniden sağlayacağını kabul etmişlerdirler (Stewart,1986:116). Dolayısıyla Neo-Klasik Sentez, parasal ücret katılığını istek dışı işsizliğin nedeni olarak görmüştür.

Keynesyen iktisatçılar için işsizlik, enflasyondan daha önemli bir sorun olarak görülmüştür. Çünkü Keynesyen iktisatçılar, enflasyonun tam istihdam sınırı aşıldıktan sonra ortaya çıkacağını düşünmüşlerdir. Dolayısıyla Keynesyen iktisatçılar fiyat hareketlerini inceleyecek bir teori geliştirmemişlerdir. Neo-Klasik Sentezciler, tam istihdam öncesinde ortaya çıkan fiyat hareketlerini açıklamak için Phillips Eğrisi’ni benimsemişlerdir. Phillips Eğrisi ile birlikte Keynesyen model tamamlanmış olmaktadır. Çünkü enflasyon ve işsizlik oranları arasındaki ters yönlü ilişkiyi açıklayan Phillips Eğrisi, Keynesyen teorinin “talep yönetimi” politikası için uygun bir analitik temel oluşturmuştur. Ancak 1970’li yılların başı ile birlikte gözlemlenen enflasyon ve işsizliğin eş-anlı hareketi, Phillips Eğrisi’nin önemini kaybetmesine yol açmıştır (Paya,1994:215-216; Gerrad,1995:450, Coddington, 1979:975).

Keynes yorumlarından bir diğeri, aynı zamanda Neo-Klasik Sentez’e tepki olarak ortaya çıkan Post-Keynesyen İktisat’tır. Post-Keynesyen iktisatçılara göre, 1970-1980 döneminde iktisat teorisinde görülen bunalıma, hatta gerilemeye, “Neo-Klasik Sentez”i oluşturan Keynesyen iktisatçılar sebep olmuştur. Samuelson, “Economics” adlı ünlü kitabında “Keynesyen makro iktisadı mevcut mikro iktisada aşılamış ve böylelikle Marshallyan yaklaşımla Walrasyan Yaklaşım arasındaki fark da kaybolmuştur. Bu birleştirme işlemi; yatırım ve diğer harcamalardaki değişmeden doğan “gelir etkisi”ne dayalı Keynesyen makro ekonomik modelle, fiyat değişmelerinden doğan “ikame etkisi”ne dayalı mikro iktisat teorisindeki uyumsuzluğa rağmen gerçekleştirilmiştir. Bu birleştirmeyi yapanlara göre, Keynesyen görüşler sadece kısa dönemde, çeşitli piyasa aksaklıkları ortaya çıkıp Neo-Klasik teorinin düzenleme mekanizmasının işlemesini engellediği ve bir işsizliğe neden olduğu zaman geçerlidir. Uzun dönemde ise, Keynes öncesi teori yine geçerliliğini korur”. Bu açıklamalardan da anlaşılacağı gibi Neo-Klasik İktisat, Post-Keynesyenler’e göre özde yanlıştır. Neo-Klasik iktisat teorisi, genel dengenin fiyat değişmeleri ile sağlanacağını öne sürerken Keynesyen Teori, yatırımdan ve diğer harcamalardan doğacak gelir etkisine (çoğaltan mekanizması) önem vermiştir. Keynesyen teori’de makro dengenin “tam istihdam düzeyinde kararlı bir denge” olup olmayacağı Keynes Etkisi’ne ve Pigou Etkisi’ne bağlıdır. Her iki teori birbirinden böylesine ayrı iken “Neo-Klasik Sentez”in bu ikisini bir araya getirip, “mikro iktisat”ı Neo-Klasik Teori’ye, “makro iktisat”ı ise Keynesyen Teori’ye terk edip, arasındaki uyumsuzluğu dikkate almaması, 1950’lerde yaygınlaşan ve günümüze kadar süren teorik ve politik karmaşayı yaratmıştır. Bu nedenle Neo-

Mahir FİSUNOĞLU-Bilge KÖKSEL TAN 52

Klasik Sentez gerçek bir sentez olmayıp, sadece Neo-Klasik iktisadın bazı makro Keynesyen terimlerle yeniden ifade edilmesidir. Keynes’e özgü bazı politika önerilerinin genel havası korunmuş olmakla beraber, Keynes’in teorisinin temel mantığı dışlanmıştır (Savaş,1984:154-155).

Beklentilere büyük önem veren, ekonomiyi tarihsel bir süreç içindeki oluşum olarak ele alan Post Keynesyen Teori’nin temel belirleyici unsuru yatırımlardır. Keynesyen ve Post-Keynesyen teorinin ortak özelliği yatırıma verilen önemdir. Yatırımın “gelir yaratma” ve “kapasite artırım” etkileri, yatırımları makro ekonominin temel belirleyici unsuru haline getirmiştir. Post -Keynesyen İktisatçılar, bu özellikten dolayı kapitalist sistemin istikrarsız olduğu sonucuna varmışlardır.

1960’ların sonuna doğru Keynesyen Teori’ye yeni bir yorum getirerek Neo-Klasik Sentez’e karşı şiddetli eleştiri yönelten bir fikir akımı daha ortaya çıkmıştır. R.Clower’ın öncülüğünü yaptığı ve “Karşı Devrim” adını verdiği bu görüş taraftarlarına göre Neo-Klasik Sentez, Neo-Klasik teorinin birey ve firma davranışlarını belirleyen maksimizasyon ilkesine ters düşüyordu. Ayrıca maksimizasyon ilkesine ters düştüğü için de bu ilkenin doğal uzantısı olan ve bütün piyasalarda dengeye ulaşılacağını öne süren “Walras Kuralı”na da ters düşüyordu. Bu nedenle Keynes’in Genel Teorisi’nde öne sürdüğü ilkeleri Neo-Klasik teori ile bağdaştırmak mümkün değildi. Clower, bu noktayı 1965 yılında yazdığı makalesinde şöyle açıklamıştı: “Ya Walras Yasası Keynesyen iktisatla bağdaşmaz ya da Keynes ortodoks ekonomik teoriye hiçbir katkıda bulunmamıştır. Bu durumda, bu iki şıktan birini seçmek zorundayız”. Bu nedenle Walras Yasası’nın, piyasa dengesizlik hallerini de kapsayacak şekilde genelleştirilmesini öneren Clower, dengesizlik hallerini kapsamayan bir teorinin Keynesyen Devrim’in özünden uzak kalacağını savunmuştur (Savaş,1998:799).

Keynes’in dengesizlik perspektifi R.Clower (1965) ve A.Leijonhufwud (1968) tarafından benimsenmiştir. Clower ve Leijonhufwud aslında, Keynes’in iktisada katkısını yeniden değerlendirmektedirler. Çünkü “Keynes’in İktisadı” ve “Keynes İktisat” tezat teşkil etmektedir. Clower ve Leijonhufvud, Keynesyen yaklaşım içinde IS-LM tipi Keynesyen modelleri eleştiren ilk iktisatçılar olarak karşımıza çıkmışlardır (Fontaine ve Jolink,1998:31). Clower ve Leijonhufwud’un Keynesyen versiyonu, dengeye nasıl ulaşılabileceğini araştırmıştır.

Clower ve Leijonhufvud’un Keynes’i yeniden yorumlaması, “Neo-Keynesyen Teori” kapsamında ele alınabilir. Neo-Keynesyen Teori, Walrasyan özellikte olmasına rağmen piyasaların sürekli dengede olması hususunda diretmeyen, böylece de Keynesyen sonuçlara varan, bireysel maksimizasyon davranış ilkesine dayalı mikro veya makro bir yaklaşım olarak tanımlanabilir. Bu konuda temel çalışmalar, R.Barro, J-P.Benassy, R.Clower, A.Lejonhufvud ve

Keynes Devrimi ve Keynesyen İktisat 53 E.Malinvaud tarafından yapılmıştır. J.Hicks ve D.Patinkin da bu yaklaşımın gelişiminde rol oynamışlardır. Bu yaklaşımı “Neo-Walrasyan Teori” olarak da adlandırabiliriz (Felderer ve Homburg,1987:209).

Neo-Keynesyen Teori’nin gelişim sürecinde üç önemli girişimin olduğu görülmektedir. Birincisi, Clower ve Leijonhufvud’un Keynes’i tekrar yorumlaması kapsamındadır. İkincisi, genel denge teorisinde rekabetçi olmayan (imperfectionist) gelişmelerdir. 1930’larda oluşmaya başlayan genel denge analizi ile ilgili çalışmalar, iki grupta incelenebilir. Birinci grup, Walras’tan Cassel’e uzanan ve A.Wald’ın (1936) ve J.Neuman’ın (1938) çalışmaları kapsamındadır. Wald ve Neuman çalışmalarında ekonomide rekabetçi şartların bulunduğunu kanıtlayarak analizlerini yapmışlardır. Hicks (1939) ise hem tüketici, hem de firma açısından neo-klasik optimizasyon teorisi çerçevesinde analizini yapmıştır. Wald ve Neuman’ın çalışmalarını K.J.Arrow, G.Debreu, L.McKenzie ve P.Samuelson’un çalışmaları izlemiştir. Bu çalışmalar, mikro ekonomik karekterli olup, serbest piyasa mekanizmasına dayalı bir ekonomide kaynak dağılımının etkin olduğunu gösterme amacındadırlar. Daha sonraları, J.P.Benassy, J.Dreze, J.M.Grandmont, T.Negishi ve E.Malinvaud gibi iktisatçılar, dengesizlik teorileri üzerinde yoğunlaşmış, non-tatonnemet süreçte katı fiyatların sonuçlarını araştırmaya yönelmişlerdir (Felderer ve Homburg,1987:210-211). Walrasyan modelin, piyasaların rekabetçi olmadığı durumlara genelleştirilmesi, aslında mikro ekonomi ile makro ekonomiyi uzlaştırmada çare olarak düşünülmüştür. Ancak bu mikro temelin zayıf yönü ise tatonnoment sürece bağlı olmasıdır. Neo-Keynesyen Teori’nin gelişim sürecindeki üçüncü gelişme ise makro iktisadın mikro temelleri kapsamındadır. Bu bağlamda Yeni Keynesyen İktisatçılar’ın makro iktisada tutarlı mikro temeller kurma çabasında olduğu görülmektedir.

1970’li yılların başı ile birlikte Keynesyen İktisadın etkinliğini kaybetmesinin nedenlerinden birisi, makro bazlı bir teori olup, mikro temelleri analiz dışı bırakmasıydı. Keynesyen İktisadın itibarını kaybetmeye başlaması, iktisatçıları yeni oluşumlara sevk etmiştir. Bir grup iktisatçı, rasyonel beklenti varsayımına dayalı Yeni Klasik modelleri kullanarak makro iktisadı açıklamaya yönelmişken; diğer bir grup iktisatçı da rasyonel beklentilerin hızlı yükselişi karşısında rahatsızlık duyarak Keynesyen İktisadın bu varsayımla nasıl uzlaşacağı çabasında olmuşlardır. Bu bağlamda Yeni Keynesyen İktisatta rasyonel beklenti varsayımı, piyasa başarısızlığına mikro temelli açıklamalar getirebilmek amacıyla kullanılmıştır. Howitt (1986), Genel Teori’nin temel mesajının piyasaların nasıl işlediğine ilişkin olduğunu öne sürmüştür. Ancak ne Keynes, ne de onu izleyenler, piyasaların nasıl işlediğine ilişkin olarak açık bir kavram geliştirememişlerdir (Howitt,1986:628). İşte

Mahir FİSUNOĞLU-Bilge KÖKSEL TAN 54

piyasaların işleyişine ilişkin boşlukta bırakılan mikro temeller sorunu, Yeni Keynesyen İktisadın konusunu oluşturacaktır.

Keynesyenler, serbest piyasa düzeninin dengeden çok dengesizliğe eğimli olduğunu düşünmekteydi. Bu çerçevede işsizlik ve durgunluk gibi ekonomik sorunları serbest piyasa ekonomisinin zaafları olarak görmüşlerdir. Keynesyen İktisatçılar, piyasa ekonomisinin zaaflarını veri kabul ederek makro sorunların nasıl aşılacağını sorgulamışlardır. Yeni Keynesyenler ise, ortaya çıkan makro sorunların hangi mikro davranışların sonucu olduğunu belirlemeye çalışmışlardır. Bu çerçevede geleneksel Keynesyen varsayımları birçok yönden değiştirerek; mal, emek ve sermaye piyasaları açısından farklı yaklaşımlar geliştirmişlerdir. Gerçek dünyada var olan eksik rekabet, asimetrik bilgi, koordinasyon başarısızlıkları, fiyat ve ücretlerin eşanlı ayarlanmaması gibi aksaklıkların da analize dahil edilmesinin gerekli olduğunu savunmuşlardır. İşte, Yeni Keynesyen görüş, tüm bu yaklaşımları kavrayan bir başlık olmaktadır. Dolayısıyla Yeni Keynesyenleri yeni mikro yaklaşımlardan hareket ederek dengesizlik sonuçlarını içeren makro modelleri geliştiren iktisatçılar olarak tanımlayabiliriz. “Yeni Keynesyenler” şeklinde çoğul bir ifadenin kullanılmasının nedeni, Yeni Keynesyen yaklaşımın Walrasyan Genel Denge yaklaşımına karşı olan iktisatçıları barındıran bir kavram olmasıdır (Paya,1998:356; Greenwald ve Stiglitz,1988:251).

Başlıca temsilcileri G.Mankiw, M.Parkin, A.Okun, J.Stiglitz, A.Blinder, J.Yellen olan Yeni Keynesyen İktisat, hem Keynesyen İktisattan, hem de diğer düşünce okullarından farklılıklar göstermektedir. Yeni Keynesyen İktisat, belli bir üniversite veya akademik topluluğu içermemekte, heterojen bir grubu yansıtmaktadır (Eren ve Bildirici,1997:77).

Bazı iktisatçılara göre Keynes’in yeni bir yorumu olarak algılanan Yeni Keynesyen İktisat, Mankiw’e göre Hume’a ya da Monetarizm’e daha yakındır. Hume ve eski klasik iktisatçılar, paranın uzun dönemde de yansız (nötr) olacağını, kısa dönemde ise yanlı olacağını iddia etmişlerdi. Bu varsayım, Yeni Keynesyen İktisatçılar tarafından da kabul edilmektedir. Yeni Klasik iktisatçılar ise paranın kısa dönemde de yansız olacağını iddia etmişlerdi (Mankiw,1992:446-449). T.Mayer (1997) iş çevrimlerinin piyasa aksaklıklarının bir göstergesi olduğuna inanan herkesin “Keynesyen” olarak nitelendirilebileceğini, bu bağlamda M.Friedman’ın bile “Keynesyen” sayılacağını iddia etmiştir (Mayer,1997:88). Mankiw ve Romer (1991) ise bir iktisatçının para arzındaki değişikliklerin toplam talepteki dalgalanmaların temel kaynağı olduğuna inandığında Monetarist, mikro ekonomik aksaklıkların makro ekonomik fiyat katılıklarına yol açtığına inandığında ise Yeni Keynesyen olarak kabul edilebileceğini belirtmişlerdir. Monetaristler, para arzındaki dalgalanmaların reel etkileri olduğunu kabul etmişler, ancak fiyat katılıklarına

Keynes Devrimi ve Keynesyen İktisat 55 açıklama getirmemişlerdir. Mankiw ve Romer (1991) Yeni Keynesyen iktisadı “Yeni Monetarist İktisat” olarak da adlandırmışlardır.

SONUÇ

İktisadi dalgalanmaların geçici olduğu, ekonominin her zaman tam istihdamda dengede olacağı, dolayısıyla devletin ekonomiye müdahale etmemesi gerektiği varsayımı üzerine kurulu olan Klasik İktisat teorisi, 1929 bunalımını açıklamakta yetersiz kalmıştır. 1929 bunalımı sonrasında ise Keynesyen Makro İktisat ortaya çıkmıştır. Temelde J.M.Keynes’in argümanlarına dayalı olan Keynesyen Makro İktisat, Keynes’den günümüze oldukça geniş bir zaman dilimini kapsamaktadır.

Keynes’in düşünce yapısı ve iktisada getirdiği yeni bakış açısında yaşadığı dönemin somut gerçeklerinin katkısı büyük olmuştur. Keynes, tam istihdamı sağlayacak güçlerin olmadığını söyleyerek ekonomiye devletin müdahale etmesi gerektiğini söylemiştir.

Keynes’in Genel Teori’si çok değişik yorumlara konu olmuştur. Bu değişik yorumlarda öne sürülen görüşlerin ne ölçüde Keynes’e ve Keynesyen iktisatçılara ait olduğu tartışma konusudur. Keynesyen teori, temelde Keynes’in argümanlarına dayalı olmasına rağmen Keynes’in iktisadı ile Keynesyen iktisat arasında farklılık bulunmaktadır. Ancak bütün Keynesyenler, ekonomik faaliyetlerin dalgalanmalar gösterdiği ve paranın önemli olduğu konusunda aynı görüşe sahip olup devlet müdahalesinin ekonomik faaliyetlerde istikrarı sağlaması hususunda ortak paydada birleşmektedirler.

Keynes’in bir çok yorumu bulunmasına rağmen üç tanesi çok önemlidir. Bunlar; Keynesyen Teori, Post Keynesyen Teori ve Neo-Keynesyen Teori kapsamında ele alınmıştır. Keynesyen Teori, Keynes’in yorumlarının en önemlisidir. Temelinin bir ayağı, Klasik teoride, diğer ayağı Genel Teori’dedir. Bu nedenle “Neo-Klasik Sentez” olarak da adlandırılmaktadır. Neo-Klasik Sentez, hem geleneksel, hem de Keynesyen iktisadın özelliklerini içermekte, ikisinin arasında yer almaktadır.

Keynesyen iktisatçılar için işsizlik, enflasyondan daha önemli bir sorun olarak görülmüştür. Çünkü Keynesyen iktisatçılar, enflasyonun tam istihdam sınırı aşıldıktan sonra ortaya çıkacağını düşünmüşlerdir. Dolayısıyla Keynesyen iktisatçılar fiyat hareketlerini inceleyecek bir teori geliştirmemişlerdir. Neo-Klasik Sentezciler, tam istihdam öncesinde ortaya çıkan fiyat hareketlerini açıklamak için Phillips Eğrisi’ni benimsemişlerdir. Ancak 1970’li yılların başı ile birlikte gözlemlenen enflasyon ve işsizliğin eş-anlı hareketi, Phillips Eğrisi’nin önemini

Mahir FİSUNOĞLU-Bilge KÖKSEL TAN 56

kaybetmesine yol açmıştır. Sonuçta da, Keynesyen iktisat, Phillips Eğrisi’ne verdiği önem dolayısıyla ciddi eleştirilere maruz kalmıştır.

Keynes, IS-LM analizini başlangıçta onaylamış olmasına rağmen daha sonraları ise kendi düşüncelerini tam olarak yansıtmadığını da ifade etmekten kaçınmamıştır. Neo-Klasik Sentez, Keynes’in teorisini Klasik iktisadın özel bir durumu olarak görmüştür. Ancak Keynes, öne sürdüğü fikirlerin özgün olduğunu savunmuştur. Aslında Neo-Klasik Sentez, Keynes’in “devrim” niteliği taşıyan görüşlerini göz ardı etmiştir. Post-Keynesyen iktisatçılardan J.Robinson, Neo-Klasik Sentezi “bastard (gayrimeşru)” bir Keynesyen yaklaşım olarak adlandırmıştır Keynes yorumlarından bir diğeri, aynı zamanda Neo-Klasik Sentez’e tepki olarak ortaya çıkan Post-Keynesyen İktisat’tır.

Beklentilere büyük önem veren, ekonomiyi tarihsel bir süreç içindeki oluşum olarak ele alan Post Keynesyen Teori’nin temel belirleyici unsuru yatırımlardır. Keynesyen ve Post-Keynesyen teorinin ortak özelliği yatırıma verilen önemdir. Yatırımın “gelir yaratma” ve “kapasite artırım” etkileri, yatırımları makro ekonominin temel belirleyici unsuru haline getirmiştir. Post -Keynesyen İktisatçılar, bu özellikten dolayı kapitalist sistemin istikrarsız olduğu sonucuna varmışlardır.

1960’ların sonuna doğru Keynesyen Teori’ye yeni bir yorum getirerek Neo-Klasik Sentez’e karşı şiddetli eleştiri yönelten bir fikir akımı daha ortaya çıkmıştır. R.Clower’ın öncülük ettiği bu yaklaşıma göre Walras Yasası, piyasaların dengesizlik hallerini de kapsayacak şekilde genişletilmelidir. Çünkü Clower’a göre dengesizlik hallerini kapsamayan bir teori, Keynesyen Devrim’in özünden uzaklaşacaktır. Clower ve öğrencisi Leijonhufvud, Keynesyen yaklaşım içinde IS-LM tipi Keynesyen modelleri eleştiren ilk iktisatçılar olarak karşımıza çıkmışlardır.

Clower ve Leijonhufvud’un Keynes’i yeniden yorumlaması, “Neo-Keynesyen Teori” kapsamında ele alınabilir. Neo-Keynesyen Teori’nin gelişim sürecinde üç önemli girişimin olduğu görülmektedir. Birincisi, Clower ve Leijonhufvud’un Keynes’i tekrar yorumlaması kapsamındadır. İkincisi, genel denge teorisinde rekabetçi olmayan (imperfectionist) gelişmelerdir. Neo-Keynesyen Teori’nin gelişim sürecindeki üçüncü gelişme ise makro iktisadın mikro temelleri kapsamındadır. Bu bağlamda Yeni Keynesyen İktisatçılar’ın makro iktisada tutarlı mikro temeller kurma çabasında olduğu görülmektedir. 1970’li yılların başı ile birlikte Keynesyen iktisadın etkinliğini kaybetmesinin nedenlerinden birisi, makro bazlı bir teori olup, mikro temelleri analiz dışı bırakmasıydı. Keynesyenler ile Yeni Keynesyenler arasındaki temel fark, makro yaklaşımların mikro ilişkilerinde ortaya çıkmaktadır. Yeni Keynesyen iktisat, piyasa başarısızlığının mikro iktisadı olarak kabul edilmektedir. Yeni Keynesyen iktisatçılar, Keynesyen iktisadın ortaya

Keynes Devrimi ve Keynesyen İktisat 57 koyduğu makro sorunların hangi mikro davranışların sonucu ortaya çıktığını araştırma çabasında olmuşlardır.

Mankiw (1992), iktisadi düşünce tarihini ekonominin iki farklı görüşü arasında salınan bir sarkaca benzetmiştir. Sarkacın sağ yönü, Klasik düşünce, sol yönü de Keynesyen görüş olarak düşünüldüğünde, 1930’larda sarkaç sağdan sola hızla savrulmuştur. 1970’lerde Yeni Klasikler, sarkacı sağa geri çekmişler ve Lucas bu durumu “Keynesyen İktisadın Ölümü” olarak nitelendirmiştir. 1980’lerde Yeni Keynesyenler sarkacı sola geri çevirmişler ve Mankiw tarafından bu durum “Keynesyen İktisadın Re-enkarnasyonu”olarak adlandırılmıştır. Mankiw’in bu durumu, Keynesyen iktisadın yeniden ortaya çıkışı (re-emergence) ya da yeniden dirilişi (re-surrection) olarak değil de, başka bir vücutta tekrar dünyaya gelme olarak ifade edilen re-enkarnasyon (re-incarnation) olarak nitelendirmesinin nedeni, 1990’lardaki Keynesyen iktisadı daha iyi tanımlamak içindir. Gerçekten de 1990’ların Keynesyen iktisadı, 1930’lardakinden, hatta 1960’lardakinden bile çok farklıdır.

1930’lardan 1970’lerin başına kadar iktisat teorisine hakim olan Keynesyen İktisat, 1970’li yıllarda itibar kaybına uğrasa da 1980’li yıllarda iktisat teorisine tekrar güçlü bir dönüş yapmıştır. Keynesyen İktisat, halen iktisat teorisinde temel bir ekol olarak, karşıt ekollerle rekabet içerisinde varlığını sürdürmektedir.

KAYNAKÇA

ALADA, Dinç (2000), İktisat Felsefesi ve Belirsizlik, Bağlam Yayıncılık, İstanbul.

ASIMAKOPULUS, A.(1978), “Keynesian Economics, Equilibrium and Time”, The Canadian Journal Of Economics, Vol.11, Issue Supplement: The Harry G.Johnson Memorial Symposium (November 1978).

BALL, Laurence, MANKIW, N. Gregory, ROMER, David (1988), “The New Keynesian Economics and The Output- Inflatıon Trade-Off”, Brookings Papers On Economic Activity, No.1 (1988).

BLEANEY, Michael (1985), The Rise and Fall Of Keynesian Economics, An investigationof its contribution to capitalist development, St. Martin’s Press, New York.

BLINDER, Alan S.(1987), “Keynes, Lucas, and Scientific Progress”, Journal Of Economics, Vol.19, Issue 1 (November 1986).

BLINDER, Alan S.(1988), “The Fall and Rise Of Keynesian Economics” A Macroeconomics Reader içinde (der.Brian Snowdon ve Howard R.Vane), Routledge, London and New York.

Mahir FİSUNOĞLU-Bilge KÖKSEL TAN 58

BUĞRA, Ayşe (1995), İktisatçılar ve İnsanlar, Bir Yöntem Çalışması, 1.Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul.

CODDINGTON, Alan (1979), “Hicks’s Contribution To Keynesian Economics” Journal Of Economic Literature, Vol.XVII (September 1979).

EREN, Ercan, BİLDİRİCİ, Melike (1997), “İktisat Teorilerinde Son Gelişmeler”, İktisat Dergisi, Sayı: 365, Mart 1997.

EROL, Ümit (1997), Eleştirel Bir Gözle Serbest Piyasa, Bağlam Yayıncılık, İstanbul.

FELDERER, Bernard, HOMBURG, Stefan (1987), Macroeconomics and New Macroecomonics, Springer-Verlag, Berlin Heidelberg.

FONTAINE, Philippe, JOLINK, Albert (1998), Historical Perspectives On Macroeconomics, Sixty Years After The General Theory, Routledge, London and New York.

GERRAD, Bill (1995), “Keynes, The Keynesians and The Classics: A Suggested Interpretation”, The Economic Journal, Vol.105, (March, 1995).

GREENWALD, Bruce, STIGLITZ, Joseph E. (1993), “New and Old Keynesians” Journal of Economic Perspectives, Vol.7, Number 1., Winter 1993.

HOWITT, Peter (1986), “The Keynesian Recovery”, The Canadion Journal of Economics, Vol.19, Issue 4 (November 1986).

JOHNSON, Harry J.(1971), “The Keynesian Revolution and the Monetarist Counter-Revolution”, The American EC.Rview. Vol.61, ıssue2, Papers and Proceedings Of The Ninety-Sixth Annual Meeting Of The American Economic Association (May 1971).

KAZGAN, Gülten (1991), İktisadi Düşünce veya Politik İktisadın Evrimi, Remzi Kitabevi, İstanbul.

LEIJONHUFVUD, Axel (1968), On Keynesian Economics and the Economics of Keynes, A Study in Monetary Theory, Oxford University Press, London.

MANKIW, Gregory N.(1990) “A Quick Refresher Course in Macroeconomics”, Journal Of Economic Literature, Vol.XXXVIII (December, 1990).

MANKIW, Gregory N. (1992), “The Reincarnation of Keynesian Economics”, A Macroeconomies Reader içinde (der. Brian Snowdon ve Howard R.Vane (1997)) , Routledge, Newyork.

MAYER, Thomas (1987), “What remains of the monetarist counter-revolution?”, Reflections On The Development Of Modern Macroeconomics içinde

Keynes Devrimi ve Keynesyen İktisat 59

(der.Brian Snowdon ve Howard R.Vane), Edward Elgar Publishers, Cheltenham, UK.

MELTZER, Alan H.(1988), Keynes’s Monetary Theory A Different İnterpretation, Cambridge University Press, Cambridge.

NIEHANS, Jürg (1990), A History Of Economic Theory, Classic Contributions, 1720-1980, The Johns Hopkins University Press, Baltimore and London.

PARASIZ, İlker (1992), Para Banka ve Finansal Piyasalar, 4.Baskı, Ezgi Kitabevi, Bursa.

PAYA, Merih (1994), Para Teorisi ve Para Politikası, 1.Baskı, Filiz Kitabevi, İstanbul.

SAVAŞ, Vural (1984), Keynezyen İktisat Yıkılırken, Fatih Yayınevi, İstanbul.

SAVAŞ, Vural, F.(1998), İktisatın Tarihi, 2.Baskı, Avcıol Basım-Yayın, İstanbul.

SCREPANTI, Ernesto, ZAMAGNI, Stefano (1995), An Outline Of The History OfEconomic Thought (Translated by David Field), Clarendan Press, Oxford.

SHAW, G.K.(1997), “How Relevant Is Keynesian Economics Today?”, Reflections On The Development Of Modern Macroeconomics içinde (der. Brian Snowdon ve Howard R.Vane), Edward Elgar Publishers, Cheltenham, UK.

STALEY, Charles E.(1993), A History Of Economic Thought, From Aristotle to Arrow, Blackwell, Cambridge MA & Oxford UK.

STEIN, Jerome (1981), “Monetorist, Keynesian and New Classical Economics”, The

American Economic Review, Vol.71, Issue 2. Papers and Proceedings Of The Ninety-Sixth Annual Meeting Of The American Economic Association (May 1981).

STEWART, Michael (1986), Keynes and After, Third Edition, Penguin Books, Snowdon, Brion ve Vane, Howard, R. (1997) “To Stabilize Or Not To Stabilize: Is That The Question?”, Reflections On the Development of Moden Macroeconomics (Edited by Brian Snowdon ve Howard R. Vane), Edward Elgar Publishers, Cheltenham, UK.

SNOWDON, Brian, VANE, Howard R. (1997), Reflections on the Development of Modern Macroeconomics içinde (der. Snowdon, Brian ve Vane, Howard R.), EdwarElgar,U.K.

TEKEOĞLU, Muammer (1993), İktisadi Düşünceler Tarihi, Çukurova Üniversitesi Basımevi, Adana.

Mahir FİSUNOĞLU-Bilge KÖKSEL TAN 60

TOBIN, James (1993), “Price Flexibility and Output Stability An Old Keynesian View”, Journal Of Economic Perspectives, Vol.7, Number 1, Winter 1993.

TOPRAK, Metin (1999), Yeni İktisat, İz Yayıncılık, İstanbul.