SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE ANABİLİM DALI …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02230.pdf ·...
Transcript of SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE ANABİLİM DALI …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02230.pdf ·...
T.C.
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FELSEFE ANABİLİM DALI
MARCUS AURELİUS’UN FELSEFESİ
Selahattin DOĞAN 1130228001
YÜKSEK LİSANS TEZİ
DANIŞMAN Yrd. Doç. Dr. Deniz SOYSAL
ISPARTA-2016
ii
iii
ÖZET
MARCUS AURELİUS’UN FELSEFESİ
Selahattin DOĞAN
Süleyman Demirel Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Felsefe Bölümü
Yüksek Lisans Tezi, 91 Sayfa, Ağustos 2016
Danışman: Yrd. Dr. Deniz SOYSAL
Bu çalışmanın amacı, Stoa Okulunun önde gelen düşünürlerinden Marcus Aurelius’un felsefi düşüncelerini açıklamaktır. Aurelius, doğa ile uyumlu yaşamanın neden önemli olduğunu düşüncelerinde dile getirmektedir. Ayrıca Aurelius’un özellikle üstünde durduğu diğer noktalar ise doğru düşünce ile doğru eylemde bulunmak, doğada var olan sisteme karşı gelememek, ruhun özellikleri, Tanrı, ahlak ve doğada yaşayan insanın mutluluğa nasıl ulaşacağıdır.
Bu çalışma iki bölüm olarak ele alındı. Birinci bölümde Stoa felsefesinin genel özellikleri ile Stoa felsefesinde mantık, fizik ve ahlak konuları ele alındı. Çalışmanın ikinci bölümünde ise Marcus Aurelius’un felsefesi ele alındı.
Anahtar Kelimeler: Doğa, Akıl, Stoa, Uyum, Ruh, İnsan, Mutsuzluk, Bilinç
ii
ABSTRACT
THE PHILOSOPHY OF MARCUS AURELIUS
Selahattin DOĞAN
Süleyman Demirel University, Institute of Social Sciences, Department of
Philosophy, Master Thesis, 91 Page, August 2016
Advisor: Yrd. Doç. Dr. Deniz SOYSAL
The aim of this study is to explain thoughts of Marcus Aurelius, prominent one of Stoics. Aurelius expresses why it is important to live with nature harmoniusly. Other major points on which Aurelius stresses are to act aright through rightful thinking, not to resist natural order, features of soul, god, ethics, and how do humans achieve happiness in nature.
This studty consists of two parts. In the first part, general characteristics of Stoicism and Stoic logics, physics, and ethics will be treated. And in the second part, the philosophy of Marcus Aurelius will be discussed.
Keywords: Nature, Intelligence, Stoic, Harmony, Spirit, Human, Unhappines, Consciousness
iii
İÇİNDEKİLER
Sayfa TEZ ONAYI ………………………………………………………………………….....ii
YEMİN METNİ………………………………………………………………………...iii
ÖZET…………………………………………………………………………………....iv
ABSTRACT……………………………………………………………………………..v
İÇİNDEKİLER……………………………………………………………………….....vi
ÖNSÖZ………………………………………………………………………………....vii
GİRİŞ.................................................................................................................................1
BİRİNCİ BÖLÜM
STOA FELSEFESİ
1. STOA FELSEFESİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ VE DÖNEMLERİ……………….8
2. STOA FELSEFESİNDE MANTIK, FİZİK VE AHLAK..................................... ….14
2.1. STOA FELSEFESİNDE MANTIK .................................................................... …14
2.2. STOA FELESESİNDE FİZİK............................................................................. …16
2.3. STOA FELSEFESİNDE AHLAK........................................................................ ...24
İKİNCİ BÖLÜM
MARCUS AURELİUS 1. İNSAN, EVREN VE AKIL.........................................................................................29
2. DOĞA İLE UYUMLU YAŞAMAK........................................................................ ..36
3.RUH..............................................................................................................................47
4.İNSANI MUTSUZ EDEN NEDENLER.....................................................................55
5.AURELİUS’UN DÜŞÜNCELERİNDEN ETKİLENEN MODERN DÖNEM FİLOZOFLARI...............................................................................................................77
SONUÇ............................................................................................................................80
KAYNAKÇA..................................................................................................................90
ÖZGEÇMİŞ…………………………………………………………………………….91
iv
ÖNSÖZ
Bu çalışmanın amacı, Stoa Okulu’nun son dönemdeki önemli temsilcilerinden biri olan ve felsefe tarihinde tek kral filozof Marcus Aurelius’un düşüncelerinin incelenmesidir. Bu çalışma iki bölüm olarak ele alındı. Birinci bölümde Stoa Felsefesinin genel özellikleri, çalışmanın ikinci bölümde ise, Marcus Aurelius’un Düşünceler kitabı ile Mark Fostater’in hazırlamış olduğu Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri adlı yapıtındaki düşünceler incelenmiştir.
Günümüzde insanlar tarafından gerçekleştirilen o kadar çok bilinçsiz eylem var ki bu bilinçsiz eylemler sonucunda insanlar doğayı yok etmekte, birbirlerine zarar vermekte ve doğanın yok oluşana doğru giden bir süreç içerinde yer almaktadırlar. Dolayısıyla Aurelius’un doğa ile uyumlu yaşamın koşullarını açıklaması, insanın doğada eylemlerinde neler yapması gerektiğini belirtmesi ve özellikle insanın mutluluğunu nasıl sağlayacağı yönündeki düşüncelerinin anlaşılmasından sonra insanların doğayı yok etmeyi bırakacağı ve insanları doğada mutluluğa ulaşacağı sonucuna nasıl ulaştığı anlaşılmalıdır.
Roma Dönemi Stoacılığın son büyük düşünürü olan Aurelius, Platon'un kitaplarında tanımını yaptığı kral filozofun özelliklerini taşıyan tek kral olarak felsefe tarihinde kendine yer edinmiştir. Aurelius’un bu özelliği dışında dikkat çekici başka bir özelliği ise Stoacı düşüncedeki yeridir.
Gençlik döneminde Epiktetos’tan ders alan Aurelius hocasından öğrendiği düşünceleri kendi hayatına uygulayarak Stoacı düşüncenin uygulanabilir olduğunu vurgular. Dolayısıyla Stoacı felsefenin sadece teorik düşünceler olmadığını, bu düşüncelerin pratik hayata uygulanabilir olduğunu insanlara göstermiş bir filozof olarak felsefe tarihinde önemli bir yerde durmaktadır:
Epiktetus bir insanın, yaşamdaki her türlü koşula karşı, ya doğru davranışı uygulamasını ya da bu olanaklı değilse, hiçbir şey yapmamasını ve kaderine razı olmasını sağlayacak bir dizi ilke ya da düsturu hazır bulundurmasının gerekli olduğuna inandı. Marcus’un kullandığı ve ruhsal alıştırmalarında da kağıda döktüğü aynı ilkelerdir. Onları her zaman aklında tutmak ve yaşamına uyarlamak onun yöntemiydi.1
Görüldüğü üzere Aurelius doğada karşılaşılacak her türlü durum karşında insanların öğrendiği kuralları, öğrendiği bilgileri sadece teorik olarak ele almaması gerektiği düşüncesini taşımakta, kişinin edinmiş olduğu bilgileri kendi hayatına uygulaması gerektiğine inanmaktadır. Aurelius’un bu düşünceleri hayatına uyguladığı dönem ise düşünürün kral olduğu döneme tekabül etmektedir. Epiktetos “filozofun
1 Mark Forstater, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, çev. Nafiz Güder, Dharma Yayınevi, İstanbul, 2001, s. 63-64.
v
bilgeliği bencil bir biçimde yalnızca kendi iyiliği için araması değil, olabildiğince çok sayıda insanın bunlardan yararlanabilmesi için, bu ilkeleri toplumda işler duruma getirmesi gerektiğini düşünüyordu.”2 Epiktetos’un bu düşüncesini Aurelius imparator olduğu dönemde halkı için uygulamaya koymuş ve bunu kendine bir görev olarak kabul ettiği için adaletli bir yönetim sergilemiştir.
Bir insan gibi ye, bir insan gibi iç, iyi giyin, evlen, çocuk sahibi ol, bir yurttaşa layık bir yaşam sür... Bize bunları göster, ancak bu biçimde senin filozoflardan gerçekten bir şey öğrenip öğrenmediğini anlayabiliriz. Bu sistemin işlemiş olduğunu, stoacı kuralları yaşamına uyarlayan ve iyiyi izleyen usta bir filozof olan Marcus Aurelius’ta açıkça görebiliriz. Marcus, stoacıların kendisine öğrettiği dersleri aklından çıkarmaksızın, evlendi, çocukları oldu, yakınlarına baktı ve sorumluluk isteyen bir görevi yerine getirdi.3
Stoacı ilkeleri kendi hayatında gerçekleştirmeyi başaran Aurelius, Stoacı düşünceye yeni bir şeyler katmamıştır ama Stoacı ilkeleri ve felsefi bilgisini hayatına uyguladığı için felsefe tarihinde iyi bir örnek teşkil etmektedir. Fakat bu çalışma sırasında en çok sıkıntı yaşadığımız nokta, Türkiye’de Aurelius ile ilgili kaynakların kısıtlılığı oldu. Türkçede Aurelius ile ilgi kaynaklar şöyledir: Marcus Aurelius’un Düsünceler kitabı ve Mark Fostater’in toparlamış olduğu Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri adlı derlemesidir. Bu iki kaynak dışında Nuran Kılıç’ın Yüksek Lisans tezi olarak yazdığı Marcus Aurelius’un Ahlak ve Siyaset Felsefesine Bir Bakış ve de felsefe tarihi kitaplarında Stoa felsefesi bölümünde birkaç sayfa ve Aurelius’un İmparatorluk dönemi ile ilgili olarak tarih kitaplarında kısa bilgilerden ibarettir. Bu çalışmaların dışında Aurelius ile ilgili Türkçede başka bir kaynağa ne yazık ki ulaşamadık.
Bu çalışmanın birinci bölümünde Stoa felsefesinin genel özellikleri, Stoa felsefesindeki dönemler, mantık, fizik ve ahlak konularına ilişkin Stoacı düşünceler ele alınmıştır. Çalışmanın ikinci bölümde ise Aurelius’un düşünceleri incelenecektir. İlk olarak insan, evren, akıl kavramlarına ilişkin Aurelius’un düşüncelerinin ne olduğu sorgulanacaktır. İkinci olarak doğa ile uyumlu yaşamamın nasıl olanaklı olacağı yine Aurelius’un düşünceleri çerçevesinde ele alınacaktır. Üçüncü olarak ise Aurelius’un Ruh Kavramına ilişkin düşüncelerine yer verilerek ruhun görevi ve tanımının ne olacağı ortaya koyulmaya çalışılacaktır. Çalışmanın son bölümünde ise insanı mutsuz eden nedenlerin neler olduğuna dair Aurelius’un düşünceleri ve insanı mutsuzluktan kurtaracak şeylerin neler olduğu incelenecektir. Böylece Türkiye’de Aurelius üzerine yazılmış literatüre bir katkı oluşturacak bir inceleme sunulmaya çalışılacaktır.
2 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 64. 3 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 65.
vi
Tez çalışmasını ortaya çıkarma sürecinde zihnimin gelişmesine ve konuya farklı bakış açılarıyla ele almama yardımcı olan ve aynı zamanda yüksek lisans ders sürecinde de danışmanlığımı yapan ve de tez çalışmamda hiçbir yardımını benden esirgemeyen değerli hocam Yrd. Doç. Dr. Deniz SOYSAL’a; tez savunma jürimde bulunma nezaketini gösteren, güven duygusunu bir an bile öğrencilerinden eksik etmeyen hocam Yrd.Doç. Nurten KİRİŞ YILMAZ’a; tezimin bütün aşamalarında katkılarıyla bana yardımcı olan ve de tez savunma jürimde bulunma nezaketi gösteren değerli hocam Yrd. Doç. Dr. Fırat İLİM ile desteğini bir an olsun esirgemeyen Bihter ÇARHOĞLU ve Doc. Dr Şahin ÖZÇINAR’a ayrıca Felsefe Grubu Öğretmeni Ali ALKIN’a son olarak da bu zor ve stresli dönemde desteğini bir an bile esirgemeyen, her konuda bana yardımcı olan hocamdan daha çok abim, arkadaşım gibi beni yönlendiren Öğretim Görevlisi Aydın GELMEZ hocama ve her zaman beni tez çalışmasına yönlendirmeyi kendine görev saymış, güzel düşünceleriyle beni mutlu eden sevgili dostum Nazan KARADELİ ile diğer bütün dostlarıma sonsuz teşekkürlerimi iletmeyi kendime bir borç bilirim.
Selahattin DOĞAN
ISPARTA- 2016
vii
GİRİŞ
Stoa Okulu Kıbrıslı Zenon tarafından M.Ö 308 yılında Atina’da kurulmuştur.
Stoa Okulunun genel olarak üç ayrı döneme ayrılarak incelendiğini görüyoruz. Birinci
dönem Stoa Okulu ya da diğer ismiyle Eski Stoa okulu. Bu okulun merkezi Atina’dır.
Okulun temsilcileri Kıbrıslı Zenon, Kleantes ve Khrysippos’tur. İkinci dönem ise Orta
Stoa olarak bilinir. Bu dönemde söz konusu düşünce sistemi birinci döneme oranla daha
ılımlı bir yapıya sahiptir. Orta Stoa felsefenin ön plandaki temsilcileri Rodoslu Panetius
ve Posidonius’tur. Üçüncü ya da son dönem Stoa felsefesi Roma düşüncesinin hâkim
olduğu bir yapıya sahiptir. Roma düşüncesinin baskın olduğu bu dönem ayrıca Roma
Felsefesi olarak da kabul edilir. Bu dönemin temsilcileri Seneca, Cicero, Epiktetos,
Marcus Aurelius’tur.4 Stoa felsefesi ismini Zenon’un ders işlediği Poikile Stoası’ndan
almaktadır. Stoa Yunanca da sütunlu galeri ya da sütunlu giriş anlamını taşımaktadır. 5
Stoacılar felsefeyi mantık, ahlak ve fizik olarak üç bölümde incelerler. Özellikle
son dönemde ahlak çok ön plana çıkmasına rağmen genel olarak Stoacı düşünürler için
bu üç alan birbirini tamamlayan, birbirini destekleyen alanlardır. Diogenes kitabında bu
durum için şöyle der:
Stoacılar felsefeyi canlı varlığa benzetirler: Mantık kemik ve sinirlere karşılıktır, ahlak etli kısımlara, fizik de ruha. Ya da yumurtaya benzetirler: Kabuğu mantıktır; bundan sonraki bölüm yani akı ahlaktır; içi yani sarısı da fiziktir. Ya da tarlaya benzetirler: Çevresini saran çit mantıktır, ürün ahlak, toprak ya da ağaçlar da fizik. Ya da sağlam surlarla çevrilmiş ve aklın gösterdiği yolda yönetilen bir kente benzetirler. Ve bazı Stoacıların söylediği gibi hiçbir parçası ötekiden ayrılmış değildir, tersine hepsi iç içedir.6
Birbiriyle bağlantılı olduğu açık olan mantık, fizik ve ahlak konularının
dönemsel olarak sadece öncelik sırası değişmiştir. Stoacılar mantık konusunda
Aristoteles ile birlikte en çok çalışma yürüten düşünürler olarak kabul edilmektedir.
Stoa düşüncesinde gerçeğe ulaşmak isteyen kişi mantık yoluyla bu amacına ulaşabilir.
4 Jean Brun, Stoa Felsefesi, çev. Medar Atıcı, İletisim Yayınları, İstanbul, 2003, s.13. 5 Marcus Aurelius, Düsünceler, çev. Sadan Karadeniz, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2004, s. 8. 6 Diogenes Laertios, Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri, çev. Candan Şentuna, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2003, s.316.
1
Dolayısıyla Stoacılara göre mantık ulaşılmak istenen gerçeğe giden bir yoldur denebilir.
Stoa mantığı için Diogenes şöyle der:
Gerçek mantıkçının her zaman için bilge olduğunu özellikle belirtirler; çünkü fizik alanında olsun, ahlak alanında olsun, her konu ancak mantık alanındaki çalışma sayesinde kavranır (mantık konusunda başka ne demeli?) Sözcüklerin doğruluğu, yasaların insan eylemlerine ilişkin düzenlemeleri (mantık olmadan) anlaşılamaz. Bu uğraş altında yer alan iki araştırma konusundan biri, varlıklardan her birinin ne olduğunu araştırır, öbürü de bunlara verilen adları konu edinir.7
Stoacılar fizik konusunun içinde dünyayı, maddeyi, insanı ve Tanrıyı ele
almaktalar. Stoacılar için fizik, büyüme gelişme olarak kabul edilir ve okulun fizik
kaynağına ilişkin düşüncelerinin temeli Herakleitos’un Logos öğretisine dayanmaktadır.
Var olan her şey Logos’tan meydana gelmiştir ve var olan her şey geri dönecektir.
Stoacı düşünceye göre Logos Tanrısal akıldır ve bu Tanrısal akıl evreni yönetmektedir.
Ayrıca Stoa düşüncesine göre bu Tanrısal akıl doğa ile aynıdır.
Stoacı düşüncede doğada bir sistem söz konusudur. Var olan her şeyin kaynağı
Logos’tur ve evren maddi yapıdaki bir var olandır. Doğada var olan bu sistem içinde
biri etkin diğeri edilgin olmak üzere iki ana unsur söz konusudur. Etkin olan Logos’tur,
Tanrısal akıldır. Tanrı var olanların düzenleyicisi, belirleyicisidir. Ayrıca Stoacı
düşünceye göre var olanların öz yaratıcıları ateştir. Ateşle var olanlar tekrardan ateşe
geri dönecektir. Evrendeki bu var olan sistemi Tanrı tarafında düzenlemekte ve Tanrı
var olanlar arasında bir ilişki kurarak doğada döngüselliği sağlamaktadır. Dolayısıyla
doğada var olan varlıklar birbirinden tamamen bağımsız bir halde değiller. Tanrı var
olanlarla sürekli ilişki içinde yer almaktadır. Böylece Stoacı düşünce Tanrıyı Doğaya
özdeş kılmaktadır. Tanrının varlığını ise Stoacılar Tanrının doğayı düzenleme
yetkisinden dolayı kabul ederek bütün insanların ortak düşüncesi olarak değerlendirirler.
Stoa felsefesinde fizik ve mantık oldukça detaylı olarak ele alınmış olsada Stoacı
düşüncede Ahlak en çok incelenen ve üzerinde durulan konu olarak felsefe tarihi
kitaplarında görülmektedir.
Stao ahlakına geçilmeden önce Stoa ahlakının Kinik düşüncesinden
etkilendiğini söylemekte yarar vardır. Çünkü Kinik okulunda Krates’le tanışan Zenon
Krates düşüncelerini benimser. Ancak Zenon bu okulun bazı düşüncelerini değiştirerek
kendi düşüncelerini oluşturur. Kinikler bireyliği ön planda olan ve doğaya uygun
yaşamı salık veren bir anlayışa sahipler. Stoacılar bu ve buna benzer birkaç noktada
7 Laertios, Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri, s. 317.
2
Kiniklerden farklılık gösterirler. Kinikler, dünyanın kabul edilmemesi gerektiğini dile
getirerek dünyadan ayrılmak gerektiği düşüncesi taşırlar. Stoacılara ise böyle bir şeye
gerek duymazlar. Buna benzer şekilde sosyal hayat, devlet anlayışları, birliktelikler gibi
bazı konularda Kiniklerin kabul etmediği şeyleri tamamen yok saymazlar ancak
bunların insanın özgürlüğünü engellemediği sürece sorun teşkil etmeyeceğini belirtirler.
Stoalılar Kiniklerin katı kuralarını ılımlaştırarak öğretinin daha çok insana ulaşmasını
sağladılar.8
Stoacılara göre insan için en önemli şey mutluluktur. İnsan ise mutluğa gidecek
yolu ancak doğada, doğaya uyumlu yaşam sürdürmesi sonucunda bulabilir. Dolayısıyla
amacı mutlu olmak olan insanın yapması gereken şey akılsal eylemlerde bulunmak
olmalıdır. Çünkü stoalılara göre erdemin birinci kuralı akla uygun yaşamdır. Stoa
ahlakının temel ilkelerinde erdem, bilgi ve mutluluk yer almakta ve stoacı düşünce bu
temelleri göz önünde tutarak düşüncelerini oluşturmaktadır. Stoacı ahlak anlayışı ile ilgi
Aurelius şöyle der: “Doğal olan ile doğaya aykırı olan ayrımı vardır. Doğaya aykırı
olan akla aykırı olandır, aklın arka plana atılıp içgüdü ve duyguların öne
çıkarılmasıdır.”9 Dolayısıyla insanı diğer var olanlardan ayıran akıl sayesinde doğada
akıllı eylemlerde bulunarak doğayla uyumlu yaşanması gerektiği düşüncesinin Stoacı
düşünce için oldukça önemli olduğu söylenebilir. Stoacı düşünde doğada var olan
kurallar Evrensel doğa ya da Tanrı tarafından oluşturulmaktır. Bundan kaynaklı insanın
yapması gereken şey Tanrı ya da Evrensel doğa tarafından belirlenmiş bu kurallar
doğrultusunda yaşamını sürdürmektir. Çünkü Stoacı düşünceye göre bu şekilde
yaşamını sürdüren insanlar mutluluğa ulaşmaktadır. Stoa düşüncesinde İnsanların
mutluluğa nasıl ulaştığı üzerinde en çok duran düşünürlerden biri ise Stoacıların son
dönem düşünürlerinden Marcus Aurelius’tur.
Aurelius Roma dönemi Stoacılığın son büyük düşünürüdür. Platon'un daha önce
tanımını yaptığı filozof kral özelliklerini taşıyan tek kral olarak tarih sahnesinde kendine
yer edinmiştir. “Platon, yöneticilik için en uygun kişilerin filozoflar olduğunu
savunmuştur ve Aristoteles de filozofların yasamayı gerçekleştirdiği toplumların daima
8 Bahsen Ertürk, “Son Dönem Stoa Felsefesinde Ahlak”, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2007, s. 6-7. 9 Aurelius, Düsünceler, s.12.
3
refah içinde olduklarını iddia etmiştir.”10 Aurelius, Platon ve Aristoteles’in ortaya
koymuş olduğu özellikleri taşıyan bir düşünürdür.
Marcus Aurelius, çocukluk döneminde felsefe derslerine başlamış ve dönemin
hocalarından Platonculuk, Aristotelesçilik ve Stoacılıkla ilgili eğitimler almış bir
düşünürdür. Aurelius “siyasi ve ahlaki idaresinin yol gösterici ilkelerini Stoacılıkta
bulmuş ve ölümünden sonra geriye hayatının farklı döneminde kaleme almış olduğu on
iki defterden meydana gelen düşüncelerini bırakmıştır.”11 Aurelius bu eserinde özellikle
insanı, sosyal yaşamı, dini konuları, ahlak konuları ve de Stoacılığın düşüncelerini dile
getirmiştir. Ayrıca Aurelius’un bu eserinde doğa felsefesi ve teoloji ile ilgili düşünceleri
görülmektedir. Aurelius, “evrenin, eşyanın birliği, sürekli değişme, evrensel
determinizm veya kader, insan hayatının gelip geçiciliği, ölümün kaçınılmazlığı,
Tanrısal inayet, toplumsal sorumluluk ve işbirliği, hoşgörü gibi konular hakkında
verdiği bilgiler insanlar için toplumsal yaşamda ve doğada ne yapması ya da ne
yapmaması gerektiği konusunda bir referans özelliği taşımaktadır.”12
Marcus Aurelius'un düşünceleri incelendiğinde Aurelius'un Herakleitos'tan
etkilendiği görülebilmektedir. Bu etkilenme doğadaki değişim üzerinden
açıklanmaktadır: “Zaman bir nehir, her şeyi meydana getiren şiddetli bir akıntı gibidir.
Bir şey ortaya çıkar çıkmaz, ortadan kalkar; yerini bir başkası alır; ama bu ikinci şeyde
kendi payına yerini bir başkasına bırakmak üzere ortadan kalkar.”13 Doğadaki değişimin
insan hayatında da söz konusu olduğunu dile getiren Aurelius, bu düşüncesini
destekleyecek başka bir görüşünü ise Ruhsal Öğretiler kitabında şöyle dile
getirmektedir. “Gördüğün her şey kısa süre içinde yok olacak ve dünyanın bu düzenine
uzun süre tanık olanlarda kendi sıraları geldiğinde yok olup gidecek.”14
Değişimin sürekliliğini ortaya koyan Aurelius insanların yaşayıp öleceğini
belirterek insanın bu bilinçte olması gerektiğini düşüncelerinde açıklamaktadır. Çünkü
zamanın geçiciliğini fark eden insan doğa içinde yapacağı eylemleri bilinçli olarak
yapıp doğaya karşı gelmeden, doğayla uyumlu bir yaşam sürmeye çalışır. Doğaya
10 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 30. 11 Ahmet Aslan, İlkçağ Felsefe Tarihi 4, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2012, s. 215. 12 Aslan, İlkçağ Felsefe Tarihi 4, s. 216. 13 Aslan, İlkçağ Felsefe Tarihi 4, s. 216. 14 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 185.
4
uygun yaşamak Stoacı düşünürlerin üzerinde en çok durdukları noktalardan biridir.
Diğer Stoacı düşünürler gibi Aurelius da doğa kavramı üzerinde özellikle durmakta ve
doğaya uygun yaşamı ahlak konusunun temel savlarından biri olarak kabul etmektedir.
Marcus Aurelius’un Düşünceler kitabındaki bu pasaj düşünürün ahlak görüşünü
özetlemektedir.
Bugün bir terbiyesizle, nankörle, küstahla, dolandırıcıyla, tamahkarla, insanlardan kaçan biriyle karşılaşacağım. Bütün bu kusurlar bu adamlarda, onların iyinin ve kötünün ne olduğunu bilmemeleri sonucunda ortaya çıkar. Ben ise iyinin doğasının güzel, kötünün doğasının çirkin olduğunu; suçlunun kendisinin doğasıyla benim doğam arasında, kan ortaklığı veya biyolojik ortaklıktan ötürü değil, onunda benimle aynı akıldan pay alması, aynı Tanrısal parçaya sahip olmasından ötürü akrabalık olduğunu bildiğim için bu insanların hiçbirinden zarar göremem; çünkü onların hiçbiri bana bir çirkinlik getiremez. Bundan dolayı ben bir akrabama sinirlenemem, ona kin duyamam; çünkü biz eller, ayaklar, kirpikler, ağzımızdaki yukarıdaki ve aşağıdaki iki sıra dişler gibi birbirimizle işbirliği yapmak üzere doğmuşuzdur. O halde birbirimize düşmanca davranmamız doğaya aykırıdır; birbirimize düşmanlık ve nefret göstermemiz, birbirimize düşmanca davranmamız demektir.15
Açıkça görüldüğü üzere Aurelius insanların birbirine karşı iyi davranmaları
gerektiğini vurgulamaktadır. Çünkü bütün insanların aynı aklıdan pay aldıklarını,
bundan dolayı da herkesin kardeşliğini savunmaktadır. Aynı akıldan pay almaktan kasıt
ise bu aklın aynı Tanrı tarafından verilmiş olmasıdır. Bunun dışında, Aurelius’un
doğanın Tanrısallığına inanan bir düşünür olduğu Aurelius ile ilgili yazılmış birçok
eserde kolaylıkla görülebilmektedir. Bununla birlikte doğal uyumun varlığını savunan
Aurelius, doğada var olan bu sistemin Tanrı tarafından düzenlediğini ve Tanrının
sistemi idare ettiğini düşüncelerinde dile getirmektedir. Tanrının varlığını kabul edip
doğadaki uyumun önemini dile getiren Aurelius’a göre, insanlar var olan bu sisteme
ayak uydurmaları durumunda mutluluğa ulaşacaktır.
Doğru eylemlerde bulunarak mutluluğa ulaşılabileceğini belirten Aurelius
insanların mutluluğa ulaşabileceği başka bir yolun ise toplumda bize yanlış yapan, bize
haksızlık eden insanlara karşı bile iyi davranılması durumunda ortaya çıkacağını
belirtmektedir. Marcus Aurelius’un yukarıda kısaca değindiğimiz düşüncelerinden
sonra bu çalışmamızda üzerinde duracağımız konular ise şöyle olacak: İnsan, Evren ve
Akıl, Doğa ile Uyumlu Yaşamak, Ruh ve İnsanı Mutsuz Eden Nedenler.
15 Aslan, İlkçağ Felsefe Tarihi 4, s. 220.
5
Genel olarak akıl, insanın sorgulama ve düşünmesini sağlayan, yapacağı
eylemleri belirleyen ve bu eylemler ilgili kararları alan bunun dışında insanın doğadaki
durumunu ortaya koyan ve de doğada insanı eylemlerinde yönlendiren şey olarak
tanımlanabilir. Evrensel akıl ise insanın ulaşmak istediği hedef için yaptığı eylemleri
nasıl yapması gerektiğini ve nelere dikkat etmesi gerektiğini bilerek sadece kendisini
değil de evrensel olanı da göz önünde bulundurması şeklinde açıklanabilir. Dolayısıyla
kendi kararlarını veren, doğada ne yapması gerektiğini bilen akıl, özgür iradenin
temsilcisi olarak karşımızda durmaktadır.
Aurelius, özgür iradenin insanın kendi denetiminde olduğunu dile getirmektedir.
İnsan doğa içindeki eylemlerine kendi akıl sorgulamalarından sonra karar vermektedir.
İnsanın vermiş olduğu kararlar kendi mutluğunu ya da mutsuzluğunu ortaya
çıkarmaktadır. Dolayısıyla özgür irade de önemli olan şey kişinin doğadaki tutumudur.
Aurelius’a göre insanların doğadaki durumunu belirleyen şey insanların doğa
içinde birbirlerine karşı ve doğaya karşı yaptığı eylemler, davranışlar, kurmuş oldukları
ilişkiler ve birbirlerine yükledikleri anlamlardan oluşmaktadır. Dolayısıyla insanların
doğadaki tutumları insanların doğa içindeki durumlarını ortaya çıkarmaktadır. İnsanlar
akıllı davranıp doğru eylemlerde bulunursa doğa içinde iyiliği ve mutluluğu elde
ederler. Aksi durumda ise kötülüğü ve mutsuzluğu ortaya çıkarırlar.
Aurelius’a göre evrenin ortaya çıkmasını sağlayan şey, evrenin içinde var olan
bir devinimdir. Evrenin içinde var olan bu devinim varlıkların ortaya çıkmasını
sağlayan güçtür. Bu güç ise evrensel doğanın içinde yer almaktadır. Dolayısıyla
evrensel doğa gerçekleştirdiği devinim sonucunda evren ve varlıkları ortaya
çıkmaktadır. Buradan hareketle evrende yaşayan akıllı varlığın, evrensel doğanın
devinimi sonucunda varlıkların var olduğunu bilmesi ve bu bağlamda eylemde
bulunması gerektiğini Aurelius’un düşüncelerinde görebilmekteyiz. Aurelius doğada
mutlu olmak isteyen kişinin evrensel doğayı bilmesi ve insanın doğayla uyumlu bir
yaşam sürdürmesi durumunda mutluluğa ulaşacağını dile getirmektedir. Tersi bir
durumda yani insanın doğa ile uyumsuz olması ya da doğaya karşı gelmesi durumunda
mutsuzluğa doğru bir yol almış olacaktır. Bu noktadan yola çıkılarak kader kavramına
incelendiğinde ise kader, evrendeki varlıkların nedenleri üzerinden ortaya çıkmaktadır.
Böylece varlıkların ortaya çıkarmış oldukları nedenler o varlıkların kaderi olarak
6
tanımlanabilir. Kaderin doğada olduğu düşüncesi Aurelius’un çözümlemelerinde
görülebilmektedir. Kaderden sonra Aurelius’un ruhu tanımlaması çalışmamızın başka
bir konusu olmaktadır.
Marcus Aurelius ruhun çeşitleri olduğunu dile getirmektedir. Ruhun çeşitleri
içsel, aydınlanmış, bozulmayan ruh, Tanrı, bağımsız ve insan ruhudur. Düşünür bu
ayrımları yapmasına rağmen ruhlar arasında bir bağlantı olduğunu düşüncelerinde
özellikle dile getirmektedir. Aurelius akıllı ruhun düşünme yetisini gerçekleştirdiğini ve
bu düşünmeyi gerçekleştirirken başka bir şeyden yardım almadığını belirtmektedir.
Düşünme yetisine sahip ruh, olaylar karşında kendi çözümlerini üretebilir ve ürettiği
çözümlerden yola çıkarak hareket edebilir. Ruhun yetkinliğe sahip olduğunu belirten
Aurelius insanların akıllı varlıklar olduğunu dile getirmektedir. Ayrıca akıllı
davranmayan kişilerin doğada mutsuzluğa yol açan nedenleri ortaya çıkardığını
düşüncelerinde açıklamaktadır.
Aurelius içinde bulunduğumuz dünyada insanların yapacağı eylemlerden sadece
kendisinin etkilenmediğini, doğada var olan diğer varlıkların da bu eylemin etkisinde
kaldığını dile getirmektedir. Dolayısıyla insanların yapacağı eylemlerde diğer
varlıkların da etkilendiğini unutmaması gerektiğini vurgulayarak insanların doğada
yapılacak eylemlere dikkat etmesi gerektiği konusunda insanlara önerilerde
bulunmaktadır. İnsanların doğadaki eylemlerini nasıl yapması gerektiğini Aurelius
eserlerinde dile getirmektedir.
7
BİRİNCİ BÖLÜM
STOA FELSEFESİ
1. STOA FELSEFESİNİN GENEL ÖZELLİKLERİ VE
DÖNEMLERİ
Stoa Felsefesi, kurucusu Kitionlu Zenon’un ve Stoa okulundaki diğer öğrenciler
ile yöneticilerin düşünceleriyle oluşturulan felsefe okuludur. Zenon Atina'ya geldiği
dönemde Atina felsefenin merkezi olmasına rağmen eski değerini yitirmeye başlamıştı. Bu dönem Atina'da felsefi tartışmaların genel konuları Sokrates, Sofistler ve bu iki
görüş arasındaki felsefi tartışmalardı. Ayrıca Platon ve Aristoteles’in düşünceleri
tartışılıyordu. Bu tartışmaların yaşandığı dönemde Stoa Okulu birlikte kurulan bir diğer
okul ise Epikür Okuludur. Burada Epikür okulunu belirtme nedenimiz ise Stoa okuluna
benzer düşünceleri taşımasıdır. Stoa okulunun genel özellikleri ve dönemlerini
açıklamadan önce bu iki okulun benzerlikleri ve farklılıklarının ele alınma nedeni ise
Stoa Okulunun daha kolay anlaşılabileceği düşüncesidir.
Stoa ve Epikuros Okulu insanlara yaşam hakkında bilgi verip doğayla nasıl
uyumlu olunabileceğini ve doğaya uyumun insan için neden önemli olduğunu anlatır.
Öte yandan bu konuların dışında iki okulun birbirleriyle olan tartışmaları yer alır.
Birçok konuda karşı karşıya gelen bu iki okulun ortak amaçları söz konusudur. Her iki
okul doğa ile uyumlu yaşama düşüncesini kendine amaç edinmiştir. Ancak her iki
okulun amacı aynı olmasına rağmen okulların kullandıkları yöntem ve yol birbirinden
farklıdır.
Epikuros insanın, doğrunun ve iyinin ölçütü olarak kabul edilen duyuma boyun eğerek doğayla uyumlu yaşamasını ister ve böylece Epikurosçuluk bir duyumculuk ve bir hazcılık olarak gelişir; Zenon insanın, Tanrı'nın istencini ifade
8
eden olaylar düzenine uyarak doğayla uyumlu yaşamasını ister ve böylece Stoa öğretisi bir maddecilik ve ahlaki bir akılcılık olarak gelişir.16
Bu iki okulun tartışmalarının yanında bütün Stoa düşünürleri felsefe de fizik,
mantık ve ahlak konularında hemfikirler. Bu fikirleri ortaya koyan ilk kişi ise
Zenon’dur. Zenon “Felsefeyi ilk kez mantık, fizik (metafizik) ve etik olmak üzere üç
dala ayıran kişidir.”17 Ancak Stoa düşünürleri bu konular arasındaki sıralamalarında
farklılık göstermektedirler. Kimi düşünürler ilk sıraya fiziği, kimi düşünürler ilk sıraya
mantığı, kimileri de ilk sıraya ahlak konusunu koymuşlar.
Diogenes Laertius'a göre Zenon ve Khrysippos mantık, fizik, ahlak düzenini benimserken Ptoleme'li Diogens ahlakla, Panetius ile Poidonius ise fizikle başlar. Ama her durumda felsefenin bu farklı kısımları, Apollodoros'un dediği gibi “yerler”i, Khrysippos'a göre “biçimler”i, ya da diğerlerine göre de “türler”i birbirlerine içten bağlıdır, birbirlerinden bağımsız olarak hiçbir değerleri yoktur ve bir arada okutulmaları gerekir. Diogenes Laertius'un şu ünlü imgelerinin anlamamızı sağladığı şey işte budur: onlar felsefeyi bir hayvanla karşılaştırır: kemikler ve sinirler mantık, et ahlak, ruh fiziktir.18
Alıntıdan anlaşıldığı üzere Stoalılar fizik, ahlak ve mantık konularını farklı bir
sıralama yapsalar da konuların bir birbirleriyle bağlantıları açıktır. Sadece dönemsel
olarak fizik, ahlak ve mantık arasında değişiklik göstermiş. Bu noktadan hareketle Stoa
döneminin dönemsel olarak özellikleri ele alındığında hangi konun daha çok işlendiği
görülebilir.
Stoa okulunun dönemsel özelliklerine bakıldığı zaman ilk olarak, birinci dönem
ya da eski Stoa olarak kabul edilen dönemi, Zenon, Kleanthes ve Khrysippos dönemidir.
Bu dönemin merkezi Atina’dır.
Kitionlu Zenon, Atina’ya geldiği zaman Atina’da yapılan çalışmalar çoğunlukla
Grek düşüncesi üzerindeydi. Özellikle Sokrates, Platon ve Aristoteles öğretileri
özerinde çalışmalar yapılıyordu. Kitionlu Zenon burada bazı dersler alır ve bir süre
sonra da kendisi ders verir. Zenon kendi düşüncelerini okuluna gelen öğrencilere
aktarır. Zenon öğrencilere verdiği derslerden para almayarak hem kendi döneminde hem
de kendisinden önceki dönemde para karşılığı ders veren sistemi eleştirir. Zenon'un para
almadan ders vermesi, dönemin insanları tarafından kendisiyle dalga geçilmesine ve
16 Brun, Stoa Felsefesi, s. 34-35. 17 Aurelius, Düşünceler, s. 10. 18 Brun, Stoa Felsefesi, s. 35.
9
eleştirilmesine neden olmuştur. Ancak Zenon bu eleştirileri dikkate almayarak
çalışmalarını sürdürmüştür. Zenon'un çalışma alanları:
Anayasa Üzerine, Doğaya Uygun Yaşam Üzerine, Eğilim ya da İnsanın Doğası üzerine, Tutkular Üzerine, Ödev Üzerine, Yasa Üzerine, Grek Eğitimi Üzerine, Görme Üzerine, Evren Üzerine, İşaretler Üzerine, Pythagorasçılar, Tümeller, Söyleyiş Biçimleri, Homeros'a İlişkin Beş Sorun, Şiirsel İşitme Üzerine, Sanat, Çözümlemeler, Krates Yorumları, Ahlak.19
Konu başlıklarında açıkça görüldüğü gibi Zenon birçok alanda çalışma yapmış
ve Zenon'un bu çalışmaları Stoa felsefesinin temelini oluşturmuştur. “Zenon’un
ölümünden sonra öğrencilerinin çoğu onun öğretisini az çok değiştirerek, peripatetik ve
kinik felsefeye yaklaştırmaya çalışmışlardır. Ancak ölümünden sonra Stoa okulun
başına geçen Assos’lu Kleanthes, öğretiyi bütünüyle benimseyerek geliştirmiştir.”20
Kleanthes 19 yıl boyunca Zenon'un öğrenciliğini yapmıştır. Zenon'un Kleanthes'te
beğendiği en iyi özellik düşünürün işini çok titiz yapmasıdır.21 Günümüzde Kleanthes'in
yalnızca Hymne’a Zeus eserinin bazı bölümlerine ulaşılabilinmektedir. Kleanthes’ten
sonra okulun başına Khrysippos geçmiştir.
Khrysippos, Stoa Felsefesinin birliğini sağlayan kişi olarak bilinir. Khrysippos
hem kendi düşüncelerini eleştirmiş hem de diğer insanların düşünceleri üzerinde
tartışmalar yürütmüştür. Ayrıca Khrysippos yöntemi iyi kullanan bir bilge olarak bilinir
ve “Khrysippos'un öğretisinin ağırlıklı yönü, incelikli bir diyalektiğe dayanan polemik
dogmatizmidir.”22 Kleanthes ilgili olarak Diognes şöyle der,
Çarpık bir dille ve uzun uzun konuşan Khrysippos, çok fazla çalışırdı, Diogenes Laertius onun 705'ten fazla yazı yazdığını onaylıyor ve 119 mantık yazısı başlığı ile 43 ahlak yazısı başlığını içeren tamamlanmamış bir liste veriyor. Khrysippos uzun alıntılar yapmayı severdi, öyle ki, çalışmalarının birinde Euripides'in Medea'sını neredeyse tümden alıntıladı.23
Diogenes'in düşüncelerinden anlaşıldığı gibi Khyrysippos birçok alanda çalışma
yapmış ve yapmış olduğu çalışmalarda çokça alıntı yapmıştır. İkinci dönem Orta Stoa
olarak kabul edilen Babil'li Diogenes, Tarsus'lu Antipater, Roduslu Panetius ve Apameli
Posidonius dönemidir. Khrysippos'un ardından okulun başına Tarsuslu Zenon geçmiştir.
19 Brun, Stoa Felsefesi, s. 17. 20 Aurelius, Düşünceler, s. 11. 21 Aurelius, Düşünceler, s. 11-12. 22 Brun, Stoa Felsefesi, s. 19. 23 Brun, Stoa Felsefesi, s. 19.
10
Zenon'dan sonra Diogenes, Diogenes'ten sonra okulun başına Antipater geçmiştir.
Okulun diğer bilinen düşünürleri Arkemedes, Panetius, Posidonius ve Boethus'dur. Bu
dönem Stoacı anlayış birinci dönem Stoacı anlayıştan bazı özellikleriyle farklılık
göstermektedir.
İlk dönem Stoacılığın felsefeyi bilgi kuramı veya mantık, varlık veya doğa felsefesi ve pratik felsefe ya da ahlak felsefesinden meydana gelen bir bütün, bir sistem olarak kabul etmesine ve bunlardan hiçbirine diğeri karşısında belli bir üstünlük veya öncelik tanımasına karşın, Orta Dönem Stoacılığı pratik felsefeye veya ahlak felsefesine daha fazla önem verir. Hatta Poseidonios ile birlikte okulun öğretisinin dini çizgileri de yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlar.24
Bu ayırımın dışında İlk Dönem Stoacıları diğer felsefi düşüncelerden bağımsız,
kendilerine ait özgün bir felsefi düşünce ortaya çıkarma amacı taşırken, Orta Dönem
Stoacıları, Platoncu ve Aristotelesçi okulların kendilerine yönelttikleri eleştirileri
dikkate alarak eklektik bir bakış açısı ortaya koymuşlardır. “İkinci dönem kadar esas
olarak Helenistik- Yunan özelliği taşıyan Stoa okulu Panaitos ve onun öğrencisi olan
Poseidonios ile birlikte Roma’ya taşınır ve ortadan kalkıncaya kadar Roma dünyasının
bir anlamda resmi felsefesi haline gelir.”25 Felsefenin merkezinin Roma’ya taşınması
Stoa Felsefesinin Üçüncü Dönemi olan İmparatorluk Döneminin zeminini hazırlamış
oldu. Orta dönem Stoa dönemi düşünürlerinden Panatius, Antipater'den sonra Stoa
okulunun başına geçmiştir.
Panatius'un okulun başına geçmesiyle birlikte Romalıları etkileyecek bir insan
akılcılığı ön plana çıkmıştır. Böylece “Stoa öğretisi etkinliğini yitirdi ve Panetius, okulu
hem Aristotelesçi hem de Yeni Akedemialıların yapıtlarını okutmaya yöneltmekle, belli
bir tür eklektizmin kanıtı oldu.”26 Böylece ilk Stoa dönemindeki erdem kavramının
içeriği değiştirilmiştir. Panetius birçok konuda yazılar yazmış olup bilinen eserleri De
Officiis ile Ödev üzerine incelemelerdir. Panetius ardından okulun başına Posidonius
geçmiştir.
Panetius'un öğrencisi olan Posidonius, Apame şehrinde doğmuştur. Düşünür
birçok gezide bulunmuş ve özellikle akdeniz kıyılarındaki yerleşim yerlerini ziyaret
etmiştir. Posidonius, Rodos'da bir okul kurmuş ve Rodosluların elçisi olarak Roma ya
24 Aslan, İlkçağ Felsefe Tarihi 4, s. 166. 25 Aslan, İlkçağ Felsefe Tarihi 4, s. 166. 26 Brun, Stoa Felsefesi, s. 21.
11
gönderilmiştir. Ayrıca Posidonius Cicero'nun hocalığını yapmıştır. Posidonius'un
“yapıtlarından elimizde hiçbir şey kalmadı ama öyle görünüyor ki Cicero bunlardan,
özellikle De natura deorum'un II. kitabında, Tusculanes'de ve De divinatione'de çok
etkilendi; Strabon, coğrafyasından ve okyanus üzerine adlı incelemesinden söz eder.”27
Günümüzde düşünürün eserlerine ulaşılamadığı için düşünceleri üzerinde araştırma
yapma ve düşünür hakkında daha fazla bilgiye ulaşılma olanağı yoktur.
Üçüncü dönem Stoacıları ise Son Dönem Stoacıları ya da İmparatorluk dönemi
olarak kabul edilen dönemdir. Bu Dönemin düşünürleri özellikle Ahlak alanına
yönelmiş fizik ve mantık alanlarının üzerinde çok fazla durmamışlardır. Bu dönemin
merkezi Roma’dır. Diğer iki döneme oranla bu dönemdeki eserlere ulaşmak daha
kolaydır. Bu dönemde felsefi düşünce çoğunlukla dini alanda ön planda olmaktadır.
Dini konular dışında diğer konular ile ilgili düşünceler söz konusudur ama din bu
dönemde en çok incelenen alandır. “Stoacılık, bu son dönemde bir yandan bir ahlak
felsefesi, yaşama sanatına ilişkin kural ve öğütler içeren hayat kılavuzu özelliğini
korurken diğer yandan bir tür kurtuluş öğretisi, bir çeşit felsefi din olma niteliğine
bürünmüştür.”28 Diğer iki dönemden farklılık gösteren Üçüncü Dönemin başlıca
düşünürleri “Seneca, Epiktetos ve Marcus Aurelius'dur.”29
Seneca, Roma’da Pythagorasçı bir öğretmen ve Stoalı bir öğretmenden ders aldı.
Felsefe dersleri dışında hukuk alanında ders alan Seneca bir dönem avukatlık mesleği
yaptı. Avukatlık mesleği dışında Senaca, sarayda görevli olarak çalışan ayrıca
edebiyatçı olarak kabul edilen bir düşünürdür. Seneca’nın sarayda ki görevi ve
edebiyatçı yaşamından dolayı da hala bir filozof olup olmadığı üzerine tartışmalar
yürütülmektedir. Filozof olup olmadığı tartışmasının nedeni Seneca'nın çalışma alanları
farklı konular barındırması olarak kabul edilebilir. Dolayısıyla Seneca'nın “Felsefi
yapıtı, incelemeleri içerir: Tanrısal Öngörü, Öfke Üzerine, Mutluluk Üzerine, Yaşamın
Kısalığı Üzerine, Bağışlayıcılık Üzerine, İyilikler, Lucilius'a Mektuplar ve Doğal
Sorular Üzerine yedi kitap.”30 Birçok alanda çalışma yapan Seneca’nın çalışmalarında
27 Brun, Stoa Felsefesi, s. 22. 28 Aslan, İlkçağ Felsefe Tarihi 4, s. 167. 29 Aurelius, Düşünceler, s. 15. 30 Brun, Stoa Felsefesi, s. 23.
12
titiz, hoşgörülü olmakla birlikte ödün vermeden, istekli çalışan bir Stoa düşünürü olarak
bilinir. Seneca’dan sonra Epiktetos’un düşünceleri dönemin ön plandaki düşünceleridir.
Epiktetos, Hierepolis şehrinde köle olarak doğmuş bir düşünürdür. Epiktetos'ta
Sokrates gibi hiç yazılı eser bırakmamıştır. Yunanistan'ın Nicopolis şehrinde bir okul
açarak uzun yıllar bu okulda ders vermiştir. Kendisi herhangi bir şey yazmadığı için
öğrencilerinden “Arrianus, elimize yalnızca ilk dört kitabı kalan Söyleşiler'de onun
görüşlerini topladı; bunlardan, Epictetos'un Elyazması adıyla tanınan Düşünceler adlı
bir derleme ortaya çıkardı.”31 Düşünürün eser bırakmaması, düşünür hakkında kesin
bilgilere ulaşmayı zorlaştırmıştır. Epictetos’tan sonra gelen İmparatorluk Dönemi son
büyük düşünürü Marcus Aurelius ile ilgili bilgiler çalışmanın Aurelius bölümünde
incelenecektir.
31 Brun, Stoa Felsefesi, s. 25.
13
2. STOA FELSEFESİNDE MANTIK, FİZİK VE AHLAK
2.1. Stoa Felsefesinde Mantık
Stoacıların mantık ile ilgili düşüncelerine bakıldığı zaman özellikle Aristoteles
ile karşılaştırılmaları ön plana çıkmaktadır. Ancak Stoa mantığı Aristoteles mantığından
çok farklıdır. Her iki mantığın temelinde hiçbir kuşku duyulmaksızın deneyimcilik
bakış açıları söz konusudur. Ancak Hem Aristoteles hem de Stoacıların deneyimci bir
bakış açısı üzerinde kurmuş oldukları mantık anlayışları ve tanımlamaları dünya görüşü
açısından oldukça farklılık göstermektedir. “Aristoteles, mantığı bir disiplin halinde
sistemleştirerek bir araç bilimi yaptı. Her türlü bilimi ve araştırmanın ön koşulu veya
aracı olarak gördüğü mantığı, düşüncenin biçimi ve içeriğine ilişkin çözümleme ve
doğru düşünme formları diye tanımlar.”32 Aristoteles’in sistemli bir şekilde mantığı ele
alması ve belirli formlar altında değerlendirmesinden kaynaklı olarak, Aristoteles
düşüncelerine bakıldığında hiyerarşinin ve durağanlığın var olduğu bir sistem söz
konudur. Çünkü “devinim, güçten eyleme geçiş olduğu ölçüde tamamlanmamışlığı dile
getirdiğinden, durağandır; her birey öznitelikler bütünlüğü ile tanımlandığından ve
özdeşlik ilkesi gereği, bir türden diğerine geçiş olmadığı için hiyerarşiktir.”33
Aristoteles’in bu düşüncelerine karşın Stoacıların düşünceleri ise tamamen farklıklar
göstermektedir.
Stoacıların mantığındaki temel nokta ise dünyanın canlılığıdır ve bu canlılık
Tanrıyla içiçe geçmiş bir yapıya sahiptir. “Bu nedenle Stoa deneyimciliği, Aristoteles'te
olduğu gibi niteliksel iletinin deneyimciliği değil de insan ve dünyanın birbirlerinin
içine işleyişlerinin deneyimciliğidir.”34 Buradan hareketle şunu söylemek yanlış
olmayacaktır. “Aslında Stoa önermesi, hiç mi hiç Aristotelesçi önerme tipinden
değildir: bu sonuncusu bir özneye yüklemler yüklerken: at bir hayvandır, diğeri olayları
dile getirir: hava aydınlık, bu kadın çocuk doğurmuş.”35 Dolayısıyla Aristoteles'teki
anlayış ya da akıl yürütmelerde kavramlar bir bağlantıya dayanır: Ahmet İnsandır. İnsan
Ölümlüdür. O Halde Ahmet Ölümlüdür. Stoacı akıl yürütme ise zamansal olarak var
olan ilişkilere dayanmaktadır: Ayşe'nin sütü varsa Ayşe doğurmuştur. Bu noktadan
32 A. Kadir Çüçen, Mantık, Asa Kitabevi, Bursa, 2006, s. 28. 33 Brun, Stoa Felsefesi, s. 37. 34 Brun, Stoa Felsefesi, s. 39. 35 Brun, Stoa Felsefesi, s. 39-40.
14
hareketle de iki düşünce sisteminin kurmuş oldukları önermelerin farklılığı
görülebilmektedir. Bu farklılıkların yanında Stoa düşünürleri Aristoteles’in mantığını
geliştirerek “mantığın metafizik ve dille olan ilişkilerini ortaya koymaya çalıştılar.
Stoalıların mantığı, Aristoteles’ten farklı olarak ele aldıklarını daha önceki sayfada
belirtmiştik. Söz konusu farklılıklardan bir tanesi de Aristoteles mantığın
değişkenliklerini harflerle (A, B, C) ifade ederken, Stoacılar mantığın değişkenliklerini
sayılarla ifade ettiler.”36 Değişkenler dışında Aristoteles bir önerme oluştururken en az
iki terim kullanarak önerme oluşturur ve önermenin temeline kavramları koyar. Buna
karşın “Stoa mantığı önermelerin temeline tüm cümleyi koydular ve önermeyi “eğer P
ise, Stoacılar Q' dur” şeklinde söylediler. Görüldüğü gibi günümüzdeki ifade biçimleri
söylenirse, Aristoteles’in mantığı yüklemler (niceleme) mantığına; Stoa mantığı
önermeler mantığına karşılık gelir.”37 Önerme kurma dışında “zaman” konusunda da
Stoacı düşünce ile Aristoteles’in düşüncesi arasında farklılık söz konusudur.
Aristoteles için zaman, her şeyden önce türeyişin ve bozuluşun zamanıyken, Stoalılar için zaman, yalnızca Tanrısal bilgeliğin ifadesi değil, aynı zamanda evrensel yaşam dinamiğinin ve uyumunun da ifadesidir. Öyleyse bilgelik, zaman yani yaşama, dünyaya ve Tanrı'ya boyun eğiştir; bilgelik, zorunluluğun bilgisine dayanır; Aristoteles'te değerli olan genel, Stoalılar için sırf bir sözcüktür, çünkü var olanlar, aralarından ikisinin asla özdeş olmadığı bireylerdir ve bu nedenle Stoalılar, ayrılmazlık mantığı yerine çıkarım mantığını geçirirler.38
Stoalılar için bireyden başka bir var olan yoktur. Dolayısıyla Aristoteles için
genel önemli iken Stoalılar için genelin bir önemi yoktur. Ancak burada Aristoteles’in
geneli kabul ederken öncelikle tek var olanların varlığını kabul ettiğini belirtmekte
fayda vardır. Bu duruma ilişkin Aristoteles düşüncelerini şöyle açıklar:
Tek tek olanların hiç birinde olmasaydı genelde 'cisim'de de olmazdı. Demek ki ötekilerin hepsi ya taşıyıcı olarak ilk varlıklara yüklenir ya da onların içinde olur. O halde ilk varlıklar olmadığında başka bir nesnenin olması imkânsızdır. Nitekim bütün öteki nesneler ya taşıyıcı olarak onlar için söylenir ya da onların içindedir: Sonuç olarak, ilk varlıklar olmadığında bir başka nesnenin olması olanaksızıdır.39
Alıntıdan da açıkça görüldüğü üzere Aristoteles'in tek tek var olanlardan yola
çıkarak ulaştığı geneli Stoacılar içi boş ve gereksiz bir kavram olarak kabul ederler.
Çünkü Stoalılara göre “mantık, kavramların birbirleri içine geçirilmelerini incelemeye
36 Çüçen, Mantık, s. 29. 37 Çüçen, Mantık, s. 29. 38 Brun, Stoa Felsefesi, s. 40. 39 Aristoteles, Kategoriler, çev. Saffet Babür, İmge Kitabevi, Ankara, 2002, s. 15.
15
değil de, olayların içermelerini hakikate göre tanımlamaya yönelir.”40 Birçok noktada
farklılık gösteren bu iki düşüncenin önermeler ile ilgili olarak ayrıldıkları başka bir
nokta ise Stoalılara göre önermelerin olayları ortaya koymalarıdır. Ortaya konulmuş
olan önermeler ise bileşik önermeleri meydana getirir ve Stoacılar önermeleri altıya
ayırırlar: “Koşullu önerme, Sonuca götüren önerme, Birlikte evetlemeli önerme, Ayrık
önerme, Nedensel önerme, Karşılaştırmalı önerme.”41 Önermeleri belli başlıklar altında
inceleyen Stoalılar ayrıca dil felsefesini de mantığın bir alanı olarak ele alırlar. Böylece
Stoacılar,
kendilerine özgü bir sembol kuramı geliştirdiler. Şeylerin işaret ettiği semboller ve şeylere işaret eden semboller diye sembolleri iki grupta topladılar. Şeylerin işaret ettiği sembolleri ses, söz ve söylem olarak sınıfladılar. Sesi anlaşılır olmayan olarak; sözü anlamdan yoksun olabilen ses olarak; söylemi ise hem anlaşılır hem de anlamlı olarak yorumladılar. Şeylere işaret eden sembolleri önermeler ya da cisimler olarak ele alıp, yorumladılar.42
Görüldüğü üzere Stoa düşünürleri dil felsefesini mantık içerisinde
değerlendirerek dilin sembolleşmesini sağladılar. Stoacıların mantık ile ilgili
düşüncelerinden sonra fizik kavramına geçebiliriz.
2.2. Stoa Felsefesinde Fizik
Stoalıların fizik kavramına yüklemiş olduğu anlama bakmadan önce modern
fizik kavramının ne olduğuna bakılması yerinde olacaktır. Genel olarak modern fizik
niceliği ifade eden, belirli yasalara tabi tutulan ve konuya ilişkin bağlantıları belli bir
düzen ve sistem içinde ele alan bilim olarak tanımlanmaktadır. Stoa anlayışındaki fizik
kavramının modern fizikle hiçbir bağlantısının olmadığı Grek düşüncesi incelendiğinde
çok kolay görülebilmektedir. Çünkü Grek düşüncesinde fizik kavramının, Physis
teriminden ortaya çıktığı Grek düşüncesiyle ilgili yazılmış birçok kaynakta
görülebilmektedir. Bu kavram Grek düşüncesinde büyüme ve gelişme fiili olan
Phyein'den meydana gelmektedir.
40 Brun, Stoa Felsefesi, s. 48. 41 Brun, Stoa Felsefesi, s. 48-49. 42 Çüçen, Mantık, s. 30.
16
Pheyein kavramının anlamına bakıldığında ise yaşamı değerlendiren ve doğadan
söz eden bir içeriğe sahiptir. Bu düşünce ya da bu kavram Sokrates dönemi öncesinde
merkezi bir konumda yer almaktadır. Aynı şekilde bu kavram Stoalılarda çok önemli bir
yerde bulunmaktadır. “Kimi zaman dünyayı içerene, kimi zamanda dünyasal şeyleri
üretene doğa derler. Doğa, spermaya ilişkin nedenler uyarınca orada kendisinden doğan
şeyleri, belirli zamanlarda içerip üreterek ve kopmuş olduğu şeylere benzer şeyleri
biçimlendirerek kendinden devinen bir varlık tarzıdır.”43 Stoalıların düşüncelerinden de
anlaşılmaktadır ki doğa, dünyasal şeyleri var edendir. Stoacıların Doğa ile ilgili
düşüncelerine benzer düşünceleri Aristoteles’in doğa tanımlarında da görmek
mümkündür. Aristoteles’te
“Doğa” şu anlama gelir: 1) Büyüyen şeylerin meydana gelişi, Örneğin, “physis”in y'sini birini uzun olarak telaffuz etmesinde olacağı gibi. 2) Büyüyen şeyin kendisinden çıktığı ilk öğe. 3) Her doğal varlıkta, bu doğal varlığın özü gereği sahip olduğu ilk hareketin ilkesi. Bir varlığın kendisinden başka bir varlıkla teması ve doğal birleşmesi yoluyla veya embriyonlarda olduğu gibi onunla organik olarak yapışık bir halde bulunması sonucunda kazandığı büyümeye, doğal büyüme denir.44
Stoa düşüncesine göre, dünyasal şeyleri var eden başka bir var edici ise Tanrıdır.
Dolayısıyla Stoalıların düşüncesinden yola çıkılarak, doğa Tanrısal olandır ya da Tanrı
doğanın kendisidir demek yanlış olmayacaktır. Tanrı ve doğa özdeşliği haricinde Stoa
düşüncesinde var etme gücüne sahip başka bir var edici ise ateştir. Böylece Stoa
düşüncesinde doğa, Tanrı ve ateş kavramlarının özdeşliği söz konusudur.
Stoalılar için, doğa, Tanrı ve ateş terimlerinin eş anlamlı olduğunu söyleyebiliriz; doğayı Tanrısallaştırmak ya da daha çok Tanrıyı doğalaştırmak, insana, Tanrı'yla ilişki kurma olanağını ve kendisini çevreleyen gerçekliğin içinde, kendi yaşamına düzenli bir anlam vermeye elveren bir kararlılık bulma olanağını verir. İşte bu yüzden Stoa fiziği, kendini asla bilgi insancılığının ussal bir sistemi olarak sunmaz, ama aynı zamanda bir kosmoloji olan bir teoloji olarak ve ifade garip görünse de tinselci bir maddecilik olarak sunar.45
Kendini tinselci bir maddecilik olarak sunan Stoacı düşüncedeki fiziğin
anlaşılmasını kolaylaştırmak için Stoa düşüncesinde var olan dünya, maddecilik, Tanrı
ve insan kavramını irdelemenin yararlı olacağı düşünülerek fizik konusu içerinde söz
konusu kavramların açıklaması yapılacaktır.
43 Brun, Stoa Felsefesi, s. 51-52. 44 Aristoteles, Metafizik, çev. Ahmet Arslan, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1996, s. 241. 45 Brun, Stoa Felsefesi, s. 52.
17
Dünya kavramının kendisi bir boşluğun içinde yer alırken, dünyanın içinde
hiçbir boşluk yoktur. Stoa döneminde kullanılan “to holon” içinde boşluk olmayan
dünya anlamını taşırken, “to pan” hem dünyayı hem de boşluğun bütünü anlamına
gelmektedir. Herhangi bir boşluğu barındırmayan dünya içinde, gökyüzü, toprak, bitki,
canlı, su, Tanrı ve varlıkları barındırmaktadır. Brun, Stoacı düşünürlerin dünya ile ilgili
düşünceleri için şöyle der:
Bu dünya ussal, canlı ve akıllı bir yaşayandır, yalnızca Tanrısal değil, Tanrı'nın kendisidir. Tanrı ve dünyanın böyle bir tutuluşu, öğretinin temel noktalarından biridir: bilgi, insan ve dünya arasında ussal bir uyumun gerçekleşmesine olanak sağlar, bilgelik dünyaya katılmadır, Tanrı'ya boyuneğişin ve yazgıya rıza göstermenin eşanlamlısıdır.46
Görüldüğü üzere dünya etkin bir şekilde akıllı davranabilme özelliğine sahip
olup canlılığı temsil etmektedir. Bu özelliklerinden dolayı stoacı düşünürler için dünya
aslında Tanrının ta kendisidir. Böylece Stoacılar dünyada var olan gerçeklikleri kabul
etmek gerektiği ve de dünyadaki var olanları bir bütün olarak ele almak gerektiği fikrini
savunurlar. Bu konuya ilişkin Stoacı düşünürlerden Aurelius şöyle der, “Ey Dünya, sana
uygun gelen her şey bana da uygun gelir. Senin için mevsiminde olan hiçbir şey benim
için erken ya da geç değildir. Saatlerin bana getirdiği her şey, benim için lezzetli bir
meyvedir, ey Doğa! Her şey senden gelir; her şey senin içindedir; her şey sana döner.”47
Görüldüğü üzere Aurelius dünyayla uyumlu olunması gerektiğini dile getirerek,
doğanın içinde var olan sistemin bilinmesi ve insani eylemlerin bu doğrultuda yapması
gerektiğini vurgulamaktadır. Dünyanın nasıl oluştuğu sorusuna gelirsek, dünyanın
oluşmasında temel iki etken söz konusudur.
Edilgen bir ilke (to pashon), ki bu niteliksiz töz olan maddedir ve etkin bir ilke (to pouion) ki bu da, maddede etkiyen akıldır (Logos), yani kısacası Tanrı'dır; bu ilkeler ortadan kaldırılmaz. Ama bu iki ilkenin yanı sıra, madde olan bu niteliksiz tözü hep birlikte biçimlendiren dört öğeye (stoikhea) yer vermek gerekir.48
Bu ilkelerden sonra doğada bir döngünün varlığı söz konusudur. Stoacıların söz
ettiği bu dünyasal döngüde hiçbir şey tamamen ortadan yok olmaz. Örneğin ölen bir
canlı tekrar dirilmektedir. Dolaysıyla Stoacıların ortaya koyduğu bu sistem içinde bir
46 Brun, Stoa Felsefesi, s. 53. 47 Brun, Stoa Felsefesi, s. 53. 48 Brun, Stoa Felsefesi, s. 53.
18
döngüselliğin var olduğu ve bu döngüsellikte varlıkların ortadan kalkmadığı
söylenebilir.
Dünyanın içinde var olan topraktan, bitkilerden ve canlılardan oluştuğunu daha
önceki bölümde dile getirmiştik. Dünyanın içinde var olan bireylerden hiçbiri diğeriyle
özdeş değildir. Bu özdeş olmama sadece bireylerde değil aynı zamanda bitkilerde,
ağaçlarda ve diğer canlılarda da söz konusudur. Çünkü Stoacılara göre her şeyin
kendine ait özgün bir niteliği vardır. Dünya düzeni içinde bir “idios poion” sistemi
olup bu sistem var olanı analiz eder, inceler ve ayırır.
İdios poion “ bir çırpıda çıkagelen, sonra kaybolan ve bileşik olanın tüm yaşamı boyunca özdeş kalan”dır. Burada Aristoteles'in düşüncesinin bütünüyle karşıtında yer alan bir düşünce biçimiyle karşı karşıyayız; Aristoteles için temel olan, genel biçimdir, birey, bu genellik karşısında hep akıl dışı bir ilinek, rastlantının bir olgusu olarak görünür: Stoalılarda ise tersine birey, temel ve kurucu bir kavramdır.49
Alıntıdan da anlaşılacağı üzere Aristoteles'ten farklı bir düşünceyi savunan
Stoacılar için bütün bireylerin kendilerine ait içsel yapıları vardır. İnsanlardaki tin,
hayvanlardaki ruh ve bitkilerdeki doğa gibi. Bunun dışında bütün bireylerin kendine ait
bir bedenleri vardır ve dünya bütün bu bedenleri içinde barındırmaktadır.
İşte burada, Stoa maddeciliği ortaya çıkar, alışılagelmiş anlamından epeyce farklı ve bütünlükçü bir maddecilik: Stoalılar bedenlerin tek gerçekler olduğunu, tek töz olduğunu kabul ederek maddenin bir olduğunu söyler; o, öğelerin dayanağıdır ve onların tözüdür; bütün diğer şeyler, öğeler bile, bedenler ve maddenin farklı tarzlarından başka bir şey değildir; bu görüşü Tanrı'lara dek götürürler ve sonuç olarak Tanrı'nın kendisinin de bu maddenin bir kipinden başka bir şey olmadığını söylerler.50
Stoalılar her şeyi bedene yükleyerek dünyadaki her şeyin oluşumunu beden
kavramı üzerinden değerlendirirler. Bu noktadan hareketle de hakikatin beden olduğu
savını ortaya koyarlar. Ancak hakikatin kendisi beden olmasına rağmen hakiki olanın
ise beden olmadığını Sextus Empiricus dile getirmektedir. Empiricus hakiki olanın
bedensiz bir yapıda olduğunu belirtir. Bu noktadan hareketle Stoacılar, “her şey
bedendir her beden özgün bir nitelikte ve onu belirleyen içsel bir yönelimle tanımlanır,
ruh da, kendi içsel yönelimini, algıladığının içsel yönelimiyle uyumlu hale getiren bir
49 Brun, Stoa Felsefesi, s. 55. 50 Brun, Stoa Felsefesi, s. 55.
19
bedendir; bir yandan Tanrı bir bedendir, dünyanın tümüne yayılan bir akışkandır.”51
Her şeyin bir bedene sahip olduğunu dile getiren Stoacılara göre, o halde, bedensiz olan
şeyler nedir? İfade edilebilen şeyler, boşluk, yer ve zaman kavramların kendileri
bedensiz kategoride yer alır.
Tanrı'nın ne olduğu sorusuna cevap vermeden önce Stoa felsefesinde Logos,
Tanrı, ateş ve doğa'nın eş anlamlı olduğunu belirtmekte fayda vardır. Stoa felsefesinde
Tanrı kavramına ilişkin bilgileri Tanrının var oluşu ve Tanrının doğası konuları
üzerinden açıklamak konunun anlaşılmasını daha kolay hale getirir. Bu çalışmada
öncelikle Tanrının var oluşuna ilişkin bilgilere bakılacaktır.
Tanrı'nın var olmasını Stoacılar ortak anlayışlara bağlarlar. Tanrı doğadaki
bütün insanlar için aynı anlamı taşıyan, bütün insanların benimsediği ve doğal görüşleri
ortaya koyan olarak ele alınır. Doğa içinde bir güzellik ve düzen vardır. Dolayısıyla bu
güzellik ve düzeni sağlayan bir var olan ya da yaratıcı olmalıdır. İşte Stoa düşünürleri
bu güzellik ve düzeni sağlayan şeyin Tanrı olduğunu belirtirler. Çünkü doğada var olan
bu sistemin devam etmesi için bir yaratana ihtiyaç vardır. Bu fikirden dolayı Tanrının
varlığını kabul etmek gerektiği fikri Stoacılarda ön plandadır. Stoacıları Tanrı fikrine
götüren başka bir sav ise var olan sistemin yönlendirici konumunda bir varlığın olması
gerektiğidir. Ayrıca dünyada var olan toprak, yıldızlar, gök cisimleri, ay ve diğer var
olanlar arasındaki sistem ve düzenin rastgele olmadığı düşünülür. Dolayısıyla bu sistemi
yöneten bir yöneticinin var olması gereklidir. İşte Stoalılar bu sistemi yöneten ve
varlıkları var eden şeyin Tanrı olduğunu belirterek, Tanrının varlığını kabul ederek,
Tanrının yaratıcı güce sahip olduğunu ortaya koyarlar.
Tanrının yaratıcı ve düzenleyici özellikleri dışında Stoacıların Tanrı ile ilgili
tanımlarına bakıldığında Stoacıların Zenon'un görüşlerini benimsedikleri birçok
kaynakta görülebilmektedir. “Zenon şu argümanı öne sürüyordu: Tanrılar haklı olarak
onurlandırılır, oysa var olmayanları haklı olarak onurlandırmak olanaklı değildir, demek
ki Tanrılar var olmaktadırlar.”52 Bu düşünceler haricinde Stoacıların diğer savları insan
üzerinden kurulmuştur. “Yaşayanlar hiyerarşisinde insan, üstün bir yer tutar ama
etkinliği gerçekleştirmez, insanın tuttuğunu sandığı bu en üst yeri yalnızca Tanrı tutar,
51 Brun, Stoa Felsefesi, s. 56. 52 Brun, Stoa Felsefesi, s. 66.
20
demek ki dünyayı oluşturan parçaları yöneten ve onların deviniminin ilk nedeni olan bir
ilkenin (kyrieuon) var olduğunu söylemek zorunludur.”53 Buradan da anlaşılacağı üzere
en üst yetkinliğe sahip olan, düzenleyici özelliği bulunan ve sistemi devam ettiren
Tanrının kendisidir.
Stoacılar Tanrı kavramının özelliklerini açıklamak ve Tanrının anlamını
belirtmek için pek çok terim kullanır. Birçok kavramın Tanrıyı açıklaması ya da Tanrı
anlamına gelmesi Tanrı kavramını üzerinde bir uzlaşmanın olmasını zorlaştırmıştır.
Tanrı kavramını Diogenes Laertius bir metninde şöyle açıklamaktadır.
Tanrı ölümsüz, ussal, yetkin, akıllı, her kötülükten habersiz cennetlik ruh ve öngörüsünü dünyaya ve dünyada bulunan her şeye hakim kılan bir yaşayandır; insan biçiminde değildir. O her şeyin mimarıdır ve tıpkı baba gibidir, her şeyin içine işleyen Tanrısallığın parçasına, genellikle, farklı etkileri uyarınca farklı adlar takarlar. Onu, her şey onun sayesinde yapıldığı için Dia olarak adlandırırlar.54
Tanrının birçok özelliğe sahip olması onun insanlar tarafından farklı kavramlarla
açıklanmasına neden olmuştur. Tanrının farklı kavramlarla açıklanması Tanrının tek bir
tanımına olanak vermediği için Tanrının tanımına ilişkin birçok açıklamaya neden
olmuştur. Buradan hareketle Stoacıların Tanrı kavramına ilişkin olarak Cicero şunları
dile getirmektedir.
O (Krizippos), Tanrısal gücünün yerinin akıl, âlem ruhu ve evrensel akıl olduğunu söylemektedir. O, dünyanın kendisini, âlem ruhunu, bu ruhun akıl ve zihinde iş gören yönetici ilkesini, şeylerin ortak ve her şeyi içine alan doğasını da Tanrı olarak nitelemektedir. Bunlardan başka ona göre Kader'in gücü, gelecekteki olayları idare eden Zorunluluk da Tanrı’dır.55
Görüldüğü üzere Tanrı her şeyi içinde barındıran, var olan şeylerin düzenini
sağlayan, akıllı hareket eden ve de gelecekte olacak şeyleri belirleyendir. Ayrıca doğada
olacak şeylerin düzenleyicisi yine Tanrının kendisidir. Cicero'nun bu açıklamaları
dışında Tanrısal özelliklere bakıldığında şunları görmekteyiz.
Tanrı dünyayla birdir. Tanrı dünyanın düzen içinde türeyişini gerçekleştiren sanatçı bir ateştir. Tanrı ussal, yetkin ve akıllı bir yaşayandır. Tanrı bir beden, bedenler arasındaki en saf bedendir. Tanrı maddeyle özdeştir, maddenin biçimlerinden
53 Brun, Stoa Felsefesi, s. 66. 54 Brun, Stoa Felsefesi, s. 66. 55 Aslan, İlkçağ Felsefe Tarihi 4, s. 353.
21
biridir. Tanrı akıllı bir tindir. Tanrı bir soluk, dünyanın tümüne yayılan bir akışkandır. Tanrı akıldır, Logos'tur.56
Buradan anlaşılıyor ki Tanrının birçok özelliği söz konusudur. Her şeyi kendinde
barındıran özelliklere sahiptir. Tanrıya birçok anlam yükleyen Stoa düşüncesi aynı
zamanda “Aristoteles'in bir düşünce ve akıl olan Tanrı’sını kabul etmekle birlikte bu
Tanrı’yı Doğa'nın içine sokmakta ona özdeş kılmaktadır. Böylece Aristoteles'in
terimleriyle ifade edersek Stoacılarda Tanrı, evrenin sadece ereksel neden'i değildir,
aynı zamanda maddi, formel ve fail nedenidir.”57 Tanrı'yı doğaya özdeş kılan Stoacılar,
Platon’un dünyanın mükemmelliği anlayışına katılırlar. Ancak Tanrı ve doğa arasındaki
ilişkide Platon'dan farklı düşünmektedirler. “Bu duruma ilişkin Stoacıların düşüncesine
bakıldığında, Platon'la birlikte bu dünyanın mümkün olan en mükemmel bir dünya
olduğunu, çünkü Tanrı'nın eseri olduğunu, akıllı ve ereksel bir nedene sahip olduğunu
kabul etmekle birlikte, Platon'dan farklı olarak onun içindeki her şeyle birlikte Tanrı'nın
ta kendisi olduğunu söylemektedirler.”58 Görüldüğü üzere Stoacılar Tanrının özellikleri
konusunda Platon'la hemfikir olmalarına rağmen doğanın Tanrının kendisi olduğu
düşüncesiyle Platon'dan ayrılırlar. Ele alacağımız son kavram ise insan kavramıdır.
Stoa düşünürleri insan kavramı ile ilgili açıklamalarını insanın diğer canlılardan
ayıran özeliklerini ön planda tutarak yaparlar. Stoacılara göre insan yaşamsal düzey
olarak hayvanlarla paralellik göstermekte ve aklı ile hayvanlardan ayrılmaktadır.
“Hayvanlar, bitkilerden ve minerallerden, bir yapı ve bir doğaya sahip olmanın dışında
bir içgüdüye ve tasarımlama yeteneğine sahip olmaları bakımından üstündür; insansa
fazladan, insan bedenine gömülü Tanrısal soluğun bir parçasından başka bir şey
olmayan, akıllı bir ruha sahiptir.”59 Philon ve Galianus ortaya koyduğu düşünceler
şöyledir: “Ruh, hiçbir şekilde, madde olmayan bir ilke olarak kavranmaz, bir beden
olarak kavranır ve biz burada, daha önce kozmoloji ve teolojide karşılaştığımız beden
anlayışını buluruz. Ruh bir ateştir, ateşte bir soluktur, ana ve baba olarak iki tohumdan
gelen bilgilendirici bir ilkedir.”60
56 Brun, Stoa Felsefesi, s. 67. 57 Aslan, İlkçağ Felsefe Tarihi 4, s. 277-278. 58 Aslan, İlkçağ Felsefe Tarihi 4, s. 278. 59 Brun, Stoa Felsefesi, s.73. 60 Brun, Stoa Felsefesi, s.73
22
Stoacıların ruh anlayışı, bedenle ruh arasında yapısal bir ayrım yapmaması, canlıların gerçekleştirdiği farkli faaliyet türlerini açıklamak üzere varlığını kabul etkileri farklı ruhları yani besleyici (bitkisel), duyusal (hayvansal) ve akıllı (insani) ruhları, ruhun asli birliğine zarar vermeyecek bir şekilde bir merdivenin basamakları olarak ele alması, Platon'un tersine insanda duyum ile düşünce arasında kategorik bir ayırım yapmaması, düşünceyi duyuma dayalı, ama ondan derece bakımından üstün bir şey olarak görmesi açısından Aristotelesçi şemayı izlemektedir. Ancak Stoacılığın diğer alanlarda olduğu gibi bu alanda da deyim yerindeyse Aristoreles'ten daha ileri gittiği, Aristoteles'in hiyerarşi ve süreklilik tesis etmek istediği her yere bunları aşan bir birlik ve eştürdenlik getirmek istediği görülmektedir.61
Aslan’ın belirttiği gibi Stoacılar ruhu bitkisel, duyusal ve akılsal olarak üçe
ayırmaktadır. Ancak ruhu üçe ayırmalarına rağmen Stoacı düşüncede bu üç farklı ruh
çeşidi birbirinden bağımsız olmayıp birbirlerini tamamlayan bir sisteme sahiptir.
Alıntıdan ruh ayırımları haricinde Platon ve Aristoteles'in Stoacılarla ortak ve farklı
noktaları dile getirilmiştir. Stoacıların ruhu diğer iki düşünürden farklı ele aldıkları
açıkça görülmektedir. “Stoalılarda, ruhun doğasındaki ayırımlar daha çok oluşa
ilişkindir, ruh, farklı gelişme evrelerinde geçen birey oluşa ilişkin bir ilkedir; bundan
başka, Stoalılar ruhun birçok parçasından söz ediyorlarsa, bu her zaman, duygudaşlık ve
yönelim kurumları gereğince ruhun temel korucu birliğini gözeterek yapılır.”62
Stoacıların ruhu farklı biçimlerde değerlendirme nedeni olarak ise ruha ait oluş’tan
kaynaklandığı söylenebilir. Stoacılarda ruhun kısımları ve birbirleriyle olan ilişkileri
şöyledir: “Stoalıların, ruhu sekiz parçada ele alış biçimlerini bize kavratan, ruhun bir
olmasıdır: Hegemonikon ya da yönetici kısım, beş duyu, yeniden üretici kısım ve
söz.”63 Stoalıların ruhun en üst kısmı diye adlandırdıkları bölüm; duyguların,
yönelimlerin, söylemlerin var olduğu kısım olarak ele alınan bölümdür. Ruhun bu en üst
kısmı, ruhun geri kalan kısımlarını yöneten merkezi konumunda yer alandır. En üst
kısım ruhun geri kalan bölümlerini yönetmekle birlikte diğer bölümleri de oluşturan
kısımdır. “İşte bunun için ruhun yalnızca biyolojik, devindirici ya da bitkisel özellikli
bir işlevi olmayıp aynı zamanda ve özellikle gnoseoloik bir işlevi vardır: insan ruh
sayesinde, bilgi ve akıl yoluyla, dünyayla uyum içine girebilir ve böylece bilgelik içinde
yaşayabilir.”64 Buradan da açıkça anlaşılmaktadır ki Stoa düşüncesinde insanın doğayla
uyumlu yaşamasını sağlayan şey ruhtur. İnsanlar sahip oldukları ruhları sayesinde
61 Aslan, İlkçağ Felsefe Tarihi 4, s. 322. 62 Brun, Stoa Felsefesi, s. 75. 63 Brun, Stoa Felsefesi, s. 75. 64 Brun, Stoa Felsefesi, s. 77.
23
doğada akıllı ve bilinçli eylemlerde bulunma şansına sahiptir. Böylece insan doğada
mutluluğu, aklı ve bilinçli eylemleriyle elde edebilir.
2.3. Stoa Felsefesinde Ahlak
Stoa Felsefesinde ahlak konusuna değinmeden önce Stoacı ahlakta doğal olan
şeylerle doğal olmayan şeyler arasında bir karşıtlık olduğunu dile getirmek gerekir.
Stoacı düşünceye göre “doğaya aykırı olan, usa aykırı olandır, insanda içgüdülerin ağır
basması, üstünlük kazanmasıdır; “doğal olan” ise, “usa uygun olandır”; herkeste
bulunan, herkeste bir olan usun egemen olmasıdır.”65 Usun üstünlüğünü benimseyen
Stoa düşünürlerinin fizik, mantık ve ahlak konularında hemfikir olduklarını daha önceki
bölümlerde de belirtmiştik. Bu bölümlerin içeriğine bakıldığında “mantık bize olayların
nasıl içerildiklerini gösterdi, fizik de şeylerin ve varlıkların birbirlerine nasıl bağlı
olduğunu gösterdi, ahlaksa bize, edimlerimizin nasıl birbirini izlemesi gerektiğini
öğretecek.”66 Fizik, mantık ve ahlak konu içeriklerinden sonra Stoa felsefesinde ahlak
kavramı incelendiğinde Diogenes'in ayırımları ya da bölümlemeleri Stoa felsefesinde
ahlak konusunun açıklanmasında kolaylık sağlamaktadır. Çünkü Stoacılar ahlak
konusunu felsefenin temel konularından biri olarak kabul ederler. Bu kabullenmeden
sonra ahlakın bölümlerine bakıldığında Stoacılar ahlakın bölümlerini şu şekilde
açıklarlar: “Bir eğilim incelemesi (horme), iyiliklerin ve kötülüklerin bir incelemesi,
erdem incelemesi, egemen iyiliğin (telos) incelemesi, ilk değer incelemesi, eylemler
incelemesi, uygun tutumlar (kathekonta), yüreklendirmeler, caydırmalar incelemesi.”67
Bu çalışmada Stoacıların ahlak ile ilgili çalışma alanlarından eğilimler, tutkular egemen
iyilik ve erdem konuları üzerinde durulacaktır.
Stoacıların eğilim düşüncelerinin temelinde korunma içgüdüsü yer almakta
ancak bu düşünürler temel eğilim olarak haz kavramını almazlar. Stoa düşünürlerine
göre kendini koruma içgüdüsü varlığın, kendisi için iyi olana yönelmesi, doğaya karşı
gelmemesi, bilinçli bir şekilde hareket etmesi ve doğruyu bulmaya yönelik bir eylemdir.
“Cicero bu konuda Stoalıların fikirlerini aktararak: bir canlı, doğduğu andan başlayarak,
65 Aurelius, Düşünceler, s. 12. 66 Brun, Stoa Felsefesi, s. 89. 67 Brun, Stoa Felsefesi, s. 89.
24
kendi kendine düzen verir ve kendini korumaya, doğasını ve bu doğayı kuruyabilecek
her şeyi sevmeye bir eğilimi vardır, kendini yıkımdan ve yıkımına yol açacak olan her
şeyden uzak tutar.”68 Dolayısıyla canlı doğduğu andan itibaren doğayı tanımaya başlar,
doğayı tanımaya başlayan canlı doğaya uygun olanla olmayanı birbirinden ayırt
edebilir. Bu ayırımı yapan canlının doğayla uyumlu olması durumda kendisi için iyi
olacağını, doğayla uyumsuz olmasının ise kendisini mutsuz edeceğinin farkında olur.
Kötü şeylerin ya da canlıyı mutsuz edecek şeylerin ortaya çıkmaması için canlının
doğada yapması gerektiği şeyin ise doğada eylemlerini bilinçli yapması ve doğayla
uyumlu yaşaması olduğu söylenebilir. Çünkü canlı ancak doğayla uyumlu bir yaşam
sürmesi durumunda mutlu olabilir. Mutluluğa ulaşmanın başka bir yolu ise insanın akıllı
hareket etmesidir. Çünkü Stoalılar için “akla göre yaşamak, doğaya göre yaşamaktır,
çünkü doğa, eğilimin sorumlusudur.”69 Buradan yola çıkılarak doğada var olan ve
insanları mutsuzluğa götüren tutku kavramını irdelemekte yarar vardır. Çünkü
tutkularına yenik düşen insanların doğayla uyum içinde yaşamaları mümkün değildir.
Böylece tutku nedir ve tutkularına yenik düşen insanların doğada yapacakları ile ilgili
Stoacıların düşüncelerine bakalım. Stoacılarda tutku nedir sorusuna cevap verilmeden
önce Stoacılar için tutkunun nasıl ortaya çıktığı, neden var olduğu kısmıyla
ilgilenmediklerini belirtmek gereklidir. Ancak Stoacılar tutkunun var olduğunu belirtir
ve önemli olan nokta bu var olanın ne olduğudur.
Stoalıların; tutkunun her şeyden önce bir olgu olduğu ve şeylerin, herkes tarafından saptanabilir bir durumu olduğu fikrinden yola çıkmış olduğunu, bize bırakmış oldukları çeşitli tutku sıralandırmaları ve listeleri kanıtlar. Andronikos bize Khrysippos tarafından düzenlenmiş olan listeleri aktarırken, Diogenes Laertius da Hekaton'un listesini aktarır. Hekaton'a göre dört temel tutku şunlardır: acı, tasa, kösnül arzu, haz.70
Tutkunun olgusal olduğunu belirten Stoacılar, insanların bu var olan duyguları
bilebileceğini belirterek önemli olan noktanın ise tutkuya esir düşmemek olduğunu
söylerler. Buradan yola çıkarak tutku nedir? “Zenon, pathos diye adlandırdığı tutkunun
tanımını şöyle verir: Tutku; ruhun, doğru akla karşıt ve doğaya karşı olan bir
68 Brun, Stoa Felsefesi, s. 90. 69 Brun, Stoa Felsefesi, s. 91. 70 Brun, Stoa Felsefesi, s. 98.
25
sarsıntısıdır. Bazıları kısaca, aşırı şiddetli bir eğilim olduğunu söyler ve aşırı şiddetli ile
söylemek istedikleri, doğal dengeden fazlaca uzaklaşmış olandır.”71
Zenon’un düşüncelerinden görüldüğü üzere tutkular, Stoacılar için ruhun içinde
var olan hastalıklardır. Stoacıların bir hastalık olarak değerlendirdiği tutkular, insana
zarar ve mutsuzluk getirir. Bu noktadan hareketle şu söylenebilir, mutsuz olmak
istemeyen insanların tutkularına yenik düşmemeleri gerekir. Çünkü Stoacılar
tutkularına yenik düşmüş olan insanların aklını kullanmadıklarını ve bilinçsiz
eylemlerde bulundukları için de tutkularına yenik düştüklerini dile getirirler.
Dolayısıyla tutkuya yenik düşmemek için insanın yapması gereken şeyler ise doğayla
uyumlu hareket etmek, bilinçli eylemlerde bulunmak, aklını kullanarak kötü şeylerden
uzaklaşmak vb şeylerdir. Böylece insanlar hem mutsuz olmayacaklar hem de
tutkularının esiri olmayacaklardır. Stoacılara göre tutkularına yenik düşmeyen
insanların bilgili kişiler olduğu fikri ön plandadır. Dolayısıyla insanların bilge kişi gibi
hareket etmeleri durumunda tutkularına yenik düşmeyeceklerini dile getirirler.
Bilge kişi, doğaya göre yani akla göre yaşayandır; bunun sunucunda da tutkudan sıyrılmıştır; gururlanmadan açık yürekli ve sevgi doludur. Stoalılar, bu bilgeyi anlatmak için sıfatları saymakla bitiremezler ve ona bütün en üst dereceyi belirten nitelikleri yüklerler; bilge kişi acıyı tanımaz, bilgisi en yüksek olandır, masumdur, acımasız ama geçimlidir. Tek zengin olan odur, tek özgür olan odur.72
Bilge kişinin özelliklerini anlatan bu paragraftan insanların neden bilge kişi gibi
davranmaları gerektiği açıkça görülmektedir. İnsanların amacı doğada mutlu olmak ise
yapılması gerekenler bunlardır. Buradan da mutlu olmak isteyen, doğada sorunsuz bir
yaşam sürdürmek isteyen kişinin referans olarak bilge kişiyi seçmesi gerektiği
söylenebilir. Çünkü bilge kişi mutlu ve erdemli olandır. Buradan hareketle Stoa
düşünürlerin erdem ve egemen iyilik ile ilgili düşüncelerine geçebiliriz.
Egemen iyilik, en üstün erek (telos) demek ki, doğaya uygun düşenin bilimine sahip olmak, onu kendi bilimi yaparak yaşamaktır, mutluluk, yaşamın olumlu bir akışıdır: euroia biou, bu nedenden bilge kişi, hep mutludur. Bu doğalcılık böylece, iyi olanı, yararlı olan (opheleia) olarak tanımlayabilir, iyi olan, yararlı olanın, onun dolayısıyla ya da ondan harekete elde edebileceği şeydir.73
71 Brun, Stoa Felsefesi, s. 96. 72 Brun, Stoa Felsefesi, s. 103. 73 Brun, Stoa Felsefesi, s. 91-92.
26
Stoalıların ortaya koymuş oldukları bu yarar insana teknik olarak bir yarar
sağlamamaktadır. Burada söz konusu olan yarar doğaya uygun yaşamak, doğru yolu
bulmak için bilinçli eylemlerde bulunmak, aklını kullanmak ve Tanrının göstermiş
olduğu yoldan ilerlemektir. Dolayısıyla Stoa düşüncesinin bir doğalcılık hareketi
olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Ama var olan bu doğalcılık var olanlar
arasında farklılık göstermektedir. Bu farklılıkların ise beraberinde iyiyi, kötüyü ve
kayıtsızlığı ortaya çıkardığı söylenebilir.
Stoacılar iyi için; doğruyu söylemek, adaletli olmak, bilgili olmak vb. gibi
durumları kabul ederler. Kötülük için ise; düşüncesiz bir şekilde eylemde bulunmak,
adaletsiz davranışlar sergilemek vb durumları belirtirler. Kayıtsız kalmak için ise yararlı
ya da faydası olmayan şeyler; ölüm, haz, sağlık, soyluluk, zenginlik, fakirlik vb
durumları belirtirler. Böylece kayıtsızlık durumun ne iyi ne de kötü olduğu söylenebilir.
Ancak bu kavramların kullanım biçimleri insana mutluluk ya da mutsuzluk getirebilir.
Dolayısıyla burada önem arz eden nokta insanın yaptığı eylemler ve bu kavramları nasıl
kullandığıdır.
Diogenes ve Empiricus bize, öğretiye hiçbir şey katmayan bir tür, ortaçağa özgü en ince ayrıntılar üzeride titizlenmenin ürünü olan bir dolu ayrım aktarırlar. İşte bu şekilde, iyilikler arasından bazıları ruhla ilişkilidir, tıpkı erdemler gibi; ötekiler dış şeylerle ilgilidir, örneğin iyi bir yurda sahip olmak gibi; diğerleri ne biriyle ne de diğerleriyle ilişkilidir, tıpkı mutlu olmak ve kendine göre iyi olmak gibi. iyiliklerin bir kısmı erek olmaları bakımından iyidir, (ta telika) tıpkı cömertlik, özgürlük, doluluk gibi; ötekiler araç olmaları bakımından iyidirler, örneğin bir dost ve ondan gelen bütün iyilikler; erdemlere gelince, onlar aynı anda hem erek-iyi, hem araç- iyidirler.74
Diogenes ve Empiricus’un düşüncelerini de göz önünde bulundurarak erdem insanın
kendisinde iyinin var olmasıyla birlikte insanda var olan yetkinliktir. Dolayısıyla erdem
kesin olandır. Erdemin nicelik olarak bir belirimi söz konusu değildir. Erdem söz
konusu olan insanda ya vardır ya da yoktur, insanda az ya da çok erdem vardır diye bir
durum söz konusu değildir. Çünkü az ya da çok erdem diye bir şey olamaz.
Stoacılar insan ruhuna özelliğini veren şeyin onun en üst kısmı olan akıl olduğunu savundukları için erdemi, Sokrates gibi esas alarak bilgiye indirger. Sokrates gibi onlar için de erdemsizlik veya kötülük, esas olarak bilgisizlikten kaynaklanır veya ona indirgenebilir. Bu onları yine Sokrates'i izleyerek erdemin öğrenebilir bir şey olduğu görüşüne götürür. Ancak bu onların sadece bilgiyle yetindikleri veya Platon ve Aristoteles gibi bilgiyi pratik faaliyetin üzerine yerleştirdikleri anlamına gelmez.
74 Brun, Stoa Felsefesi, s. 92.
27
Çünkü Sokrates gibi Stoacılar için de bilgi özü itibariyle insanın akılla davranışı için bir araç olma durumundadır. O halde Stoacı ilklere göre erdem, bilgi ile pratiğin el ele sonucu ortaya çıkar ve entelektüel bilgiye dayanan eylem olarak tanımlanır.75
Burada erdemle bilgi bağlantısının önemi açıkça görülmektedir. Bilgi dışında
Stoa felsefesi ile ilgi kaynaklar incelendiğinde Stoalıların erdem kavramına birçok
anlam yüklediği rahatlıkla görülebilmektedir ve bu anlamlardan birkaç tanesi şöyledir:
Adaletli olmak, sevecen olmak, akıllı olmak vb. Ancak burada dikkat edilmesi gerekilen
nokta söz konusu kavramların erdemin birer ayrıntıları olmalarıdır. Erdem kavramına
birçok anlam yüklenmesi erdem ile egemen iyilik ilişkisinde kesin bir farklılığı
engellemiş durumdadır. Erdem ile egemen iyilik arasındaki ilişki ile ilgili olarak Brun
şöyle diyor:
Egemen iyilik ile erdem arasında belirli bir ayırım yapmak zordur, erdem ve iyilik, aslında bir ve aynı şeydir, sonrasında iyiliğe ulaşmak için öncelikle erdemli olunma; erdem iyi uyumlanmış bir yatkınlıktır, o kendinde erdemdir yoksa korkudan ya da dış bir nesnenin beklentisiyle değil, Erdem bir kişide iyiliğin bulunuşudur, bütüne ortak olan bir yetkinliktir.76
Görüldüğü üzere bu iki kavram arasında ayırım yapılmamış, iki kavramın aynı
şey olduğu ortaya konmuştur. Dolayısıyla erdemli iyilik ile erdem kavramı arasında bir
farklılık olmadığı söylenebilir. Bu düşünceden iyi olana ulaşmanın yolunu Stoacıların
erdemli olmaya bağladıkları görülmektedir.
75 Aslan, İlkçağ Felsefe Tarihi 4, s. 399-400. 76 Brun, Stoa Felsefesi, s. 93.
28
İKİNCİ BÖLÜM
MARCUS AURELİUS
1. İNSAN, EVREN VE AKIL
Bu bölümün amacı, Aurelius’ta akıl, evrensel akıl, özgür irade, insanın evrenle
olan ilişkisi ve zihnin evrenle olan ilişkilerini, Marcus Aurelius’un evrensel zihin ile
ilgili düşüncelerini ön planda tutarak değerlendirmektir. Bu değerlendirmelerin temel
referans noktası, Mark Forstater’in Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri isimli
derlemesi olacaktır.
Marcus Aurelius’ta akılsal bilgi ve aklın işlevi gibi temel kavramların tanımını
incelemeden önce, Aurelius’ta merkezi bir kavram olarak akıl kavramının daha detaylı
bir tanımını yapmak faydalı olacaktır. Genel olarak bakıldığında, teorik ve pratik
bütünlüğüyle akıl, insanın sorgulama ve düşünme gibi zihinsel ve bilişsel işlemlerinin
ve ayrıca karar verme, uygulama gibi genel olarak insan yaşamının pratik bütünlüğünün
temel yönlendirici aracı olarak tanımlanabilinir. Aklın bu kısa tanımından sonra
diyebiliriz ki, evrensel akıl, insanın yapmaya çalıştığı eyleminin, nasıl yapılması
gerektiğinin tümel ve evrensel olanla ilişkisini anlamak ve ortaya koymaktır.
Evrensel akıl, belirli kurallar çerçevesinde hareket ederek, ulaşmaya çalıştığı
şeyi sadece kendi değerleri için değil aynı zamanda evrensel değerleri de göz önünde
bulundurduktan sonra amacına ulaşmaya çalışır. Dolayısıyla evrensel aklın işleyişinde
salt tekilin belirleyiciliğinden ziyade tekil olanın evrensel olanla bağı önceliklidir. Bu
düşünce Aurelius’ta şu şekilde karşılık bulur: “Evrensel akıl, toplumsal bir akıldır.”77
Alıntı göz önüne aldığında evrensel aklın sadece bireyselliği ele almadığını, toplumsal
değerleri ön planda tuttuğunu söyleyebiliriz.
Aurelius evrensel aklın, bir şeyi ortaya çıkarırken ya da bir eylemde bulunurken,
çalışma yöntemini ve nasıl yapması gerektiği bilincinde olduğunu belirtir. Böylece
evrensel aklın, bireysel aklın üzerinde bir konuma sahip olduğunu savunur: Evrendeki
var olanlara hükmeden evrensel akıl ya da “evreni yöneten us; yapısını, ne yaptığını,
77 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 170.
29
hangi malzemeyle çalıştığını iyi bilir.”78 Dolayısıyla bilinçli hareket eden evrensel akıl
Aurelus’a göre herhangi bir eksikliği içinde barındırmaz ve “içinde kötülüğü doğuracak
hiçbir eğilim taşımaz, çünkü kötü niyetli değildir ve bu yüzden de hiçbir şeye kötülük
yapamaz ve zarar veremez. İşte her şey bu ilkeye uygun olarak doğar, gelişir ve
mükemmelleşir.”79
Dolayısıyla her şeyin mükemmel olmasını isteyen akıl, tek yöne bağlı olmayıp,
birden fazla yönü olan ve yaptığı eylemin en iyisi olmasını sağlayan, aklın bu türlü çok
yönlülüğüdür. Bu anlamdaki çok yönlülüğü Aurelius şu şekilde açıklar: “Akıl’ın yol
gösterici ilkesi hem kendi kendini doğurur hem de kendi kendini yönetir. Yalnızca
kendisini istediği herhangi bir biçimde var etmekle kalmaz, kendisine olan herhangi bir
şeyi de, istediği herhangi bir biçime dönüştürebilir.”80 Burada görüldüğü gibi, akıl kendi
kendine spontane bir etkinlikte bulunmakla kalmaz, aynı zamana yaratıcı bir etkinlikle
kendine dönük eleştirel işlemler de yapabilir. Diğer bir deyişle, aklın alıntıda belirtilen
işlevlerini göz önüne alarak aklın sorgulamasını yapabilir, böylece kendi aklımızın nasıl
işlediğini ve ne düzeyde olduğunu anlayabiliriz. Bu türlü bir eleştirel sürecin nasıl
işlediğine dair Aurelius’un şu ifadelerine rastlarız:
… [O]nu [aklı] komşununkiyle karşılaştır sonra da Evren ile kendi aklını sorgula ki, onu eksiksiz duruma getirebilesin; komşununki ile karşılaştır ki, komşunun aklının da aslında seninkiyle tıpatıp aynı akıl olduğunu anlayabilesin; bunu kavradığında, aklının cehaletle mi yoksa bilgiyle mi dolu olduğuna karar verebilirsin. Ve Evren'in aklıyla da kıyasla ki, kendi varlığının bütün içinde yalnızca bir zerre olduğunu anımsayabilesin 81
Buradan açıkça anlaşılmaktadır ki, insanının kendi aklı hakkında bilgi sahibi
olma sürecinde diğer akıllarla karşılaşması/karşılaştırılması özel bir yer tutar. Ancak bu
karşılaştırmaları yaptığımız zaman, aklın başka bir akıl tarafından etkilenmesi
durumunda özgür irade bundan etkilenir mi? Aurelius özgür iradenin bu süreçteki
durumuna dair bize şu uyarıda bulunur: “Şunu unutma ki, düşünceni değiştirmek ve
senin yanlışlarını düzelten birisinin söylediklerine uymak, özgürlüğünden ödün vermek
anlamına gelmez. Çünkü bu değişiklik, senin iradenle olmuştur, kendi arzuna,
78 Aurelius, Düşünceler, s. 83. 79 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 169. 80 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 169. 81 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 171.
30
değerlendirmene ve anlayışına uygun olarak yapılmıştır.”82
Burada göründüğü kadarıyla, Aurelius, eleştirel süreç boyunca karar verenin
yine kendi aklımız olmasından dolayı, aklın özgürlüğünün zedelenmeyeceğini savunur.
Diğer bir deyişle, biz irademiz doğrultusunda bazı şeyleri diğer insanlardan farklı
yapabiliriz, bazı şeyleri ise diğer insanlara benzer biçimde yapabiliriz. Ama burada
önemli olan nokta, başkaları ile aynı biçimde yapıp yapmadığımızdan ziyade, aklımızı
diğer akıllarla ilişki içerisinde görebilmemiz ve onlara benzer veya onlardan farklı olma
yönünde özgür irademizi kullanmış olmamızdır. Aklın kullanımın nasıl olduğunu
belirten Aurelius evrenin işleyişi ve zihnin evrenle bağlantı için şunları söylemektedir.
Evrende yaşayan bütün varlıklar/var olanlar arasında bir ilişkisellik, bir bağlantı
vardır. Varlıklar arasında var olan bu ilişkilerin bazen doğrudan bir ilişki, bazen ise
başka şeylerle bir bağlantı içinde olma şeklinde tezahür ettiği söylenebilir. Dolayısıyla
evrende akılcı bir varlığın ya da bir insanın yapacağı her eylem diğer varlıkları da
etkilemektedir. Çünkü evren içinde belli bir sistem belli bir düzen söz konusudur. Bu
düzen ya da sistemden dolayı varlıkların yapacağı her eylem diğer varlıkları
etkileyecektir.
Başka bir deyişle bütün varlıkları içinde barındıran evrenin içinde yapılacak her
eylemin bütün evreni etkileyeceği söylenebilir. Bu bağlantılı durum dolayısıyla da
evrenin içinde bir varlık tarafından yapılacak herhangi bir eylem, evrende var olan her
varlığı doğrudan ya da dolaylı olarak etkilenmiş olacağı söylenebilir. Dolayısıyla
evrenin içindeki bu düzen içerisinde var olan bir varlığın yapacağı her eylemden diğer
varlıklar da etkilenmiş olacaktır. Bu duruma ilişkin Aurelius, incelediğimiz metinde bu
konu hakkındaki düşüncelerini şu şekilde ifade eder:
Her şey diğer şeylerle bağlantılıdır ve bu bütünlük kutsaldır; kendi dışındaki diğer bütün varlıklarla bağlantısı olmayan hiçbir şey yoktur. Çünkü varlıklar birbirlerine bağımlıdır ve bu evrensel düzeni oluşturmak için bir araya gelir. Bütün varlıklardan oluşan yalnızca bir tek evren vardır ve bu evrenin her yerinde bulunan bir tek yaratıcı vardır; tek bir madde ve tek bir yasa vardır, o da, düşünen bütün yaratıklarda bulunan ortak akıldır.83
Burada görüldüğü gibi var olan tek bir evren vardır ve bu evrenin içindeki
82 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 171. 83 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 165.
31
varlıkların eylemleri birbirini etkilemektedir. Bu varlıkların düzenleyici ilkesi
konumunda ise akıl yer almaktadır. Akıl evrendeki düşünen varlıkların ortak özelliğidir.
Aklın düşünen varlıkların ortak özelliği olmasından dolayı akıl sahibi varlıkların
evrende yapacakları eylemlerde sadece kendilerinin etkilenmediğini, diğer var olanların
da etkilendiği söylenebilir. Dolayısıyla akılcı varlık yapacağı eylemlerde zihnin
gücünden faydalanmalı ve zihnin gücünü kullanmasını bilmelidir. Çünkü zihin, insanın
eylemlerinde oldukça önemli bir konumda yer almaktadır. Zihnin kullanımıyla ilgili
olarak için Aurelius şöyle der:
Yalnızca seni kuşatan atmosfer içinde soluma bundan böyle, zihnin de tıpkı ciğerlerin gibi, her şeyin özünde var olan zihin içinde soluk alıp versin. Çünkü, soluk alıp verebilen insan için havanın anlamı neyse, zihnin gücü de, onu solumak isteyen insan için o derecede evrenseldir ve yaygındır.84
Buradan şu sonuç çıkarılabilir: İnsanın zihnini kullanması, insanın kendi
elindedir. İnsan nasıl ki ihtiyaç duyduğu şeylere yönelir ve onu elde etmeye çalışır, aynı
şeyi zihni içinde yapmaya çalıştığı zaman da zihnin bütün gücünü elde edebilir. Ve bu
güçlü zihinle evrende var olan diğer varlıklarla ilişkisini koruyabilir. Bu tür bir
ilişkiselliğin zihnin vermiş olduğu yargılar ile gerçekleştirebileceği söylenebilir.
Aurelius’un yargılar ile ilgili görüşüne bakıldığında “yargılar zihne aittir”85 ifadesi
birçok kaynakta görülebilir. Böylece insanın evrenle ilişkisine bakıldığında, öncelikle
insanın uyması ya da gerçekleştirmesi gereken belirli ilkelerin ya da kuralların
varlığından söz edilebilir. Başka bir deyişle insan doğanın belirlediği kimi kurallar
çerçevesinde eylemlerini belirlemelidir. Zira insanın kendisi dışında da doğada
insanların ve diğer canlıların yaşadığını bilmesi ve davranışlarını bu doğrultuda
düzenlemesi, doğadaki uyumun dışına çıkmaması, insanın doğadaki yaşamını daha da
kolaylaştıracaktır.
Doğa, Aurelius’un düşüncesini yönlendiren merkezi kavramdı. Fakat tüm Stoacılar gibi, Aurelius da doğaya bireysel bir yorum getirdi. Ona göre doğa, herşeyin Herakleitosçu bir akış içerisinde olduğu bir kosmos idi. Herşey er geç başka bir şeye dönüşerek yokolup gitse de, değişme düzenli ve devamlıydı. Herakleitos’un dediği gibi, hiçbir şey “ölçüsünü aşamaz.” Aurelius’un düşüncesine göre, bu düzenlilik, evrenin akıl ve zeka sahibi olduğunun kanıtıdır.86
84 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 165. 85 Aurelius, Düşünceler, s. 53. 86 W. T. Jones, Klasik Düşünce “Batı Felsefesi Tarihi Birinci Cilt”, çev. Hakkı Hünler, Paradigma Yayıncılık, İstanbul, 2006, s. 504.
32
Doğanın bu denli önemli olduğu bir sistemde insanın doğanın kendi kanunları
olduğunu gözden kaçırmaması gerektiğini ve bu kanunlara uymasının doğadaki uyum
acısından son derece önemli bir gereklilik olduğunu bilmelidir. Aurelius, incelediğimiz
metinde bu konu hakkındaki düşüncelerini şu şekilde ifade eder: “Doğanın seni yön-
lendirdiği yere git dosdoğru, hem yaşadıklarını sana bahşeden Evrensel Doğa’nın, hem
de nasıl davranman gerektiğini söyleyen kendi doğanın gösterdiği yola.”87
Aurelius düşüncesinde doğa ile uyum içerisinde olma fikrinin açık bir şekilde
önemsendiğini yine Aurelius’un kendi akıl yürütmesinden çıkarabilmekteyiz.
Dolayısıyla insanın doğayla uyum içinde yaşamasının gerekliliğini ve doğada nasıl
davranılması gerektiğini Aurelius'un düşüncelerinden anlamak oldukça kolaydır. Başka
bir deyişle insanın mutluluğuna giden temel yollardan biri, onun doğanın belirlediği
yoldan ilerlemesi ve doğayla uyum içinde yaşaması olmalıdır. Çünkü doğanın
belirlemiş olduğu yoldan devam edildiğinde, insan doğa içinde herhangi bir sorun
yaşamadan ve diğer varlıklarla uyum içinde varlığını sürdürebilir. Aksi takdirde, yani
doğanın belirlediği yoldan devam edilmediği durumda insanın sorunlardan ve
sıkıntılardan kurtulmasının pek mümkün olmayacağı söylenebilinir. Dolayısıyla insan
mutlu olmak istiyorsa doğanın şartlarını göz önünde bulundurmasının ya da bu şartların,
başka bir deyişle doğanın kanunlarının insan yaşamında yönlendirici bir yerde olduğunu
bilmesinin ve yaşamını bu yönde düzenlemesinin insanın doğayla uyum sağlama
konusunda insana yardımcı olduğu söylenebilir.
Doğanın kanunlarını dikkate alan insanın farkında olması gerektiği başka bir
nokta ise, bireysel yaşam için önemli olan doğanın içinde sadece tek bir kişinin aktif bir
şekilde yaşamadığının farkına varılmasıdır. Başka bir ifadeyle kişinin kendisinden hariç
insanların da tıpkı kişinin kendisi gibi doğada aktif bir biçimde yasadığının bilincinde
olarak doğa ile uyumlu bir yaşam sürmesi gereklidir.
Aurelius’a göre insan, doğada kendisinden hariç başka varlıkların da yaşadığını
göz önüne aldığında, insan için doğaya uyum sağlamak daha kolay olacaktır. Zira
doğadaki her varlığın belirli görevleri ve hareket amaçları vardır. Bu amaçlardan dolayı
doğa içinde bir sistem oluşmakta ve bu sistem doğada yaşamanın bir bütünlük içinde
kendi görevini yapan tek tek insanları aşan ayrıca bir bütünlük de oluşturacağı anlamını
87 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 166.
33
taşımaktadır.
Aurelius’a göre, doğanın bütünlüğü içindeki her varlık, kendi yaşam biçimini
oluşturmuştur ve oluşturduğu bu biçim ya da sistem çevresinde hareket etmektedir.
Ancak Aurelius insanların doğa içindeki bireyleri aşan bir bütünlük içinde hareket
tarzlarını şu şekilde açıklamaktadır: “Her varlık kendi doğasına uygun olarak hareket etme
eğilimindedir ve (zayıf olanın, güçlü olan için yaratıldığı genel kuralından hareketle) var olan
her şey, akılcı varlıkların yararına yaratılmıştır, öyleyse bütün akılcı varlıklar da yalnızca
birbirleri için yaratılmıştır.”88
Var olan her şeyin akılcı varlıklar için yaratıldığı ve bunlar arasında da
doğalcılığa dayanan bir fayda ilişkisi olduğu Aurelius'un düşüncesinden rahatça
anlaşılmaktadır. Bu ilişki takip edildiğinde, her şeyin akılcı varlık olan insan için
yaratılmış olduğu, insanın ise doğasına uygun olacak şekilde, akılcı davrandığında
doğada mutluluğu yakalayabileceği söylenebilir. Bu mutluğunun yakalanabilmesi için
insanın kendi dışındaki bütün var olanların farkında olması ve doğada yalnız başına
yaşamadığının bilincine sahip olması gerekir. Başka bir deyişle akılcı varlığın, yani
insanın diğer insanlarla, diğer var olanlarla uyumlu bir şekilde yasaması insanın doğayla
uyum içinde mutlu yaşaması anlamına gelmektedir.
Aurelius’a göre “ussal bir varlık için, doğaya uygun olarak davranmakla usa
uygun olarak davranmak aynı şeydir.”89 Böylece doğada yaşayan insanın doğaya uyum
göstermesi açısından kendisine ait belirli ilkelere sahip olması gerekmektedir. Bu
ilkelere baktığımızda ise toplumsal ihtiyaçların, bedensel ihtiyaçların ve akılsallığın öne
çıkarıldığı görülebilir:
İnsan doğasının birinci ilkesi, toplumsal gereksinmelerimizdir. İkincisi, bedenin isteklerine kapılmamaktır, çünkü beden, kendisine egemen olan aklın ve zekânın malıdır ve hayvansal yanımızı oluşturan duyular ya da isteklere teslim olmamalıdır… Akılcı varlık için üçüncü ilke, yanlışlardan ve yanılgılardan uzak durmaktır. Yol gösteren özün, yani aklın, bu ilkelere sıkı sıkıya bağlı kalmasını ve doğruca yolunda yürümesini sağlar, böylece kendisine ait olanı elde edecektir.90
Burada dikkat çekici bir şekilde, Aurelius’un insanın toplumsal bir varlık olma
niteliğine öncelikli bir yer verdiğine şahit oluyoruz. Diğer bir ilke, onun insanı
88 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 167. 89 Aurelius, Düşünceler, s. 97. 90 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 167.
34
“hayvansal” yönüyle de önemsediği ve bu yönüne teslim olmaması gerektiği ile
ilgilidir. Burada hayvansal olan bedensel olanla özdeş görülmekte ve bedenin aklın
egemenliği altına alınması gerektiği belirtilmektedir. Son olarak akıl, yalnızca bedensel
ihtiyaçları düzenlemek değil, aynı zamanda düşünsel doğruluğu da sağlamak ile
sorumludur.
Bu ilkeler ışığında, bilinçli bir şekilde doğa içinde hareket eden akılcı varlık,
doğa ile uyumlu bir şekilde yaşamını sürdürdüğünde, doğa her turlu desteği, gücü ona
vermektedir. Buradan hareketle de şu söylenebilir; uyumlu ve bilinçli olarak yaşayan
akılcı varlık yani insan, içinde bulunduğu sorunları doğaya uyum göstererek ya da
göstermeyerek çözümleyebilir ve mutlu olabilir ya da çözümleyemeyip mutsuz olabilir.
Aurelius’a göre, insan doğaya uyumlu yaşarsa sorunların ortadan kalkması için doğa
akılcı varlığa yani insana yardım etmektedir. Doğanın insana yardımı konusunda
Aurelius düşüncesinde şu izlere rastlarız:
Doğa, bilinçli her varlığa, kendisinin sahip olduğu her türlü gücü vermiştir, bu yeteneklerden biri de şudur; Doğa'nın, her engeli ve direnci değiştirmesi ve dönüştürmesi ve onları önceden kararlaştırılmış yerlere yerleştirmesi ve onları kendi bünyesinde sindirmesi misali, akılcı insan da her engeli bir fırsata çevirmeyi ve onu amacına en uygun biçimde kullanmayı başarabilir.91
Doğanın engelleri değiştirme ve dönüştürme gücü ve de engelleri fırsata çevirme
yetisi akılcı varlık yani insanda da tezahür eder; insan da bilinçli bir şekilde hareket
ederek engelleri kendi yararına göre gerçekleştirme olanağına sahiptir.
91Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 168.
35
2. DOĞA İLE UYUMLU YAŞAMAK
Doğayla uyumlu yaşam konusunda öncelikle insanların kendi aralarındaki
ilişkileri ve doğa, ardından varlıkların nasıl ortaya çıktıkları sonrasında insanın
doğadaki eylemi ve kaderin ne olduğunu Aurelius’un düşüncelleri çerçevesinde ele
alacağız.
Marcus Aurelius’a göre insanlar arasında var olan ilişkiler, eylemler ve
davranışlar insanların doğa içindeki durumlarını belirler. Bu eylemler, ilişkiler ya da
davranışlar doğanın içinde iyilik ve kötülük kavramlarını ortaya çıkarır. İyilik ve
kötülük kavramlarına yüklenen anlamlar ise insanların akıllarını nasıl kullandıklarına ve
yaptıkları eylemlerin sonucunda neleri ortaya çıkardıklarına bağlı olarak açıklanabilir.
Buradan hareketle de denebilir ki, aklını kullanarak doğa ile uyum içinde yaşayan insan
iyi eylemlerde bulunurken, aklını kullanmadan, doğayı anlamayarak, doğaya karşı gelen
insan kötülük ortaya çıkaracaktır. Dolayısıyla insan, doğanın içinde hem kötülüğün hem
de iyiliğin mevcudiyet kazanmasını sağlamaktadır. İnsan, iyiliğin ve kötülüğün varlığını
bildiği için doğada bilinçli eylemlerde bulunabilir.
Akılcı davranan insan doğada tek başına yaşadığını düşünmez, kendisinden
başka varlıkların da yaşadığını bilir ve bundan kaynaklı olarak yapacağı eylemleri diğer
varlıkları da hesaba katarak gerçekleştirir. Diğer bir deyişle, doğada var olanlarla
sorunsuz bir şekilde yaşamak için doğada tek bir insanın yaşamadığının bilincinde
olmak, doğayı anlamak ve eylemleri akılcı bir şekilde gerçekleştirmek gereklidir. Bu
duruma ilişkin olarak Aurelius söyle der: “Birbirimize karşı hareket etmek, Doğa’ya
aykırıdır; öfkelenmek ve sırt çevirmek ise Doğa’ya karşı gelmektir.”92 Buradan da
anlaşılıyor ki, doğada yaşayan insanların birbirlerini karşı sorumlulukları vardır ve
onların doğaya karşı gelmeden yaşamlarını sürdürmesi gereklidir. Çünkü aynı doğada
yaşayan insanların doğa içindeki eylemlerinde sadece kendilerini değil, doğada var olan
diğer insanları da etkilediğinin farkında olması gereklidir. Onun böylece, diğer insanlara
yönelik yapılacak eylemlere, söylenecek sözlere ve tanımlamalara dikkat etmesi gerekir.
Bir insan için söylenen şeylerin gerçekliğinden emin olunmadan o insana
hakaret etmek doğa içindeki uyum açısından yanlış eylemler ortaya çıkarır. Dolayısıyla
92 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 105.
36
bir insana atfedilen şeylerin doğruluk taşıyabilmesi için söz konusu eylemlerin insan
tarafından gerçekten hayata geçirilmiş olması gereklidir. Bu ve buna benzer ithamlarla
karşılaşan insanın yapması gereken ise, diğer insanların kendisi için söylediği sözler
doğrultusunda değil, fakat kendisinin ve doğanın bilincinde olarak eylemlerde
bulunması ve yaşaması gereklidir. Çünkü söz konusu insan, bilinçli bir şekilde hareket
ettiği ve akılcı olmayan davranışlar sergilemediği sürece doğa için herhangi bir sorunla
karşılaşmaz.
Eylemlerini bilinçli olarak gerçekleştiren kişi doğada herhangi bir sorun
yaşayan insana ya da doğada yaşayan diğer varlıklara yardımcı olmakla birlikte, doğada
var olan düzen içinde yaşamını sürdürür. Bu konuya ilişkin olarak Aurelius şöyle der:
Eğer birisi beni aşağılarsa, bu onun sorunudur. Benim için önemli olan tek şey, aşağılanmama neden olacak bir şey söylemiş ya da yapmış olmamaktır. Birisi benden nefret mi ediyor? Bu da onun sorunudur. Ama ben herkese karşı nazik ve merhametli davranacak, onlara yanlışlarını göstermeye hazır olacağım, sitemkâr bir biçimde ve sabrımı belli ederek değil ama bunu içimden gelerek ve dürüstçe yapacağım. İçindeki ruh da böyle olmalıdır ve Tanrılar seni mutsuz ya da şikâyetçi durumda görmemelidir. Tam şu anda kendi doğanla uyum içinde hareket ediyorsan ve Doğa’nın büyük planından her an hoşnutluk duyuyorsan, kendine nasıl zarar verebilirsin ki? Sen, bir insan olarak, herkesin yararına sunulabilecek nimetlerin farkına varmak için buraya gönderildin.93
Bu alıntıdan da anlaşıldığı üzere, insan içinde yaşadığı doğanın farkında
olduğunda ve doğa ile uyumlu bir yaşam sürdürdüğünde herhangi bir sorunla
karşılaşmaz. Doğada akılcı hareket eden insan, doğada var olan diğer insanların
davranışlarını anlayabilir ve diğer insanların yanlışları konusunda onları uyarabilir. Bu
noktadan hareketle şu söylenebilir; insan akılcı davrandığı zaman doğadaki eylemlerini
sorunsuzca yapabilir, doğanın büyük planı içinde eylemlerini gerçekleştirebilir. Çünkü
doğa “ister kusursuzca düzenlenmiş, ister rastgele bir araya gelmiş olsun, evren gene de
bir düzendir.”94 Doğadaki planın ve düzenin farkında olmayan insan, doğanın içindeki
sistemliliğe karşı gelecek ve doğanın içinde amaçsız bir şekilde eylemlerde
bulunacaktır. Doğada amaçsız davranan insan doğada var olan araçları kullanmasını
bilmeyecek veya bu araçları yanlış kullanacaktır. Araçları yanlış kullanacak olan insan
ise hem kendi varlığını doğru bir şekilde anlayamayacak hem de doğada var olan
sistemin farkında olmayacaktır. Hem kendisinin hem de doğanın farkında olmayan
93 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 242. 94 Aurelius, Düşünceler, s. 63.
37
insanın yapacağı yanlış eylemlerden kaynaklı olarak da doğaya uyum
sağlayamayacaktır.
Sonuç itibariyle, söz konusu insan doğaya yabancılaşacak ve de doğadan
koparak mutsuz olacaktır. Doğayla bağlarını koparan insan aynı zamanda insanlar
arasındaki ilişkiyi de anlayamaz ve toplumdan da uzaklaşmış olur. Aurelius bu durumu
şu şekilde açıklar:
Evrenin nasıl işlediğini ya da onun içinde neler olup bittiğini bilmiyorsan, ona yabancısın demektir; toplumun akla dayalı düzeninden kendini uzaklaştırmış bir kaçak; zihninin pencerelerini kapatmış bir kör, yaşamını sürdürmek için başka insanlara muhtaç duruma düşmüş bir dilencisindir ve yaşamak için sana gereken araçlardan yoksun kalmışsın demektir. Kısmetinden ya da yazgından hoşnut olmadığın için, hepimizin bir parçası olduğumuz doğadan kendini koparmak ve uzaklaştırmak, Evren içinde kanserli bir varlık haline gelmen demektir. Çünkü evrende olup bitenleri yaratan Doğa, seni de yaratan doğadır. Kendini toplumdan koparan bir insan, kendi ruhunu bir bütün olan evrensel ruhtan koparıyor de-mektir.95
Buradan da anlaşılmaktadır ki, insan içinde yaşadığı doğayı anlayamazsa
doğadan kopuk bir yaşam sürdürecektir. Doğadan kopuk bir şekilde yaşayan insan ise
doğadaki kuralların dışına çıkar. Böyle bir durumda da, onun hem doğayla hem de
doğada var olan diğer varlıklarla düzenli bir ilişki kurup aktivitelerde bulunamayacağı
söylenebilir. Çünkü doğayla sorun yaşayan ve akılcı bir şekilde eylemlerini
gerçekleştiremeyen insan, gerçekleştirmek isteyeceği amaçları doğadaki düzeni göz ardı
etmesinden, doğaya karşı eylemlerde bulunmasından kaynaklı olarak
gerçekleştiremeyecektir. Dolayısıyla insanın doğaya uyumlu olması gereklidir. Çünkü
“doğaya uygun yaşamak, diğer Stoacılar gibi Marcus Aurelius’un ahlak felsefesinin
temel prensibidir. Çünkü tabiat, diğer Stoalılar için olduğu gibi Marcus Aurelius için de
akıllı, amaç sahibi, iyi ve tek kelimeyle Tanrısal bir olgudur.”96 Bu noktadan hareketle
doğa da sorunlar yaşamak istemeyen insanın yapması gereken şey ise doğayı anlamak
ve doğadaki sistemliliği bilerek eylemlerini bu doğrultuda gerçekleştirmektir. Ayrıca o,
doğadaki diğer var olanlarla ilişkilerinde de akılcı davranmalıdır. Çünkü akılcı bir
şekilde eylemlerde bulunan insan evrenin yapısını anlayabilir. Böylece evrende
yaşayan, bütün var olanların bağlantı içinde olduğunu anlar ve bunun farkında olarak
yaşamını sürdürür. Buradan da insan için şunu söylemek yanlış olmayacaktır: Öncelikle
95 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 209-210. 96 Bayram Ali Çetinkaya, İlkçağ Felsefesi Tarihi, İnsan Yayınları, İstanbul, 2011, s. 261.
38
insanın evrendeki her şeyin bağlantı içinde olduğunu bilmesi gereklidir. Bu konuya
ilişkin olarak Aurelius şöyle der:
Evreni tek bir canlı varlık olarak düşün daima, tek bir bedeni ve tek bir ruhu olan ve sonra bütün varlıkların nasıl bu tek canlı varlığın kozmik bilinciyle ilişki içinde olduğunu gözle. Bundan başka, evrenin düzenli devinimleri sayesinde her şeyin nasıl hareket ettiğini ve her şeyin, içinde bulundukları ağın şaşırtıcı karmaşıklığı içinde incecik ipliklerini hiç durmadan dokuyarak yeni varlıklar meydana getirmek için nasıl elbirliğiyle çalıştığını da gözle.97
Aurelius’un düşüncelerinden de açıkça anlaşılıyor ki, evrendeki bütün var
olanların birbiri ile bağlantısı söz konudur ve bu bağlantıları sağlayan doğanın
kendisidir. Doğa, merkezi bir konumda yer alarak doğanın içinde var olanları bir sistem
içinde düzenlemekte ve bu var olanların eylemlerini düzenli bir şekilde
gerçekleştirmesini sağlamaktadır. Sonuç olarak, Aurelius’a göre doğadaki var olanların
belli bir düzeni ve bu düzen içinde de belli bir sistemliliği vardır. Bu sistemin
düzenleyici konumunda ise doğanın kendisi yer almaktadır. Böylece yaşam, evrenin
doğasına uygun olarak devam etmektedir. Evrenin içinde yaşamını devam ettirmek
isteyen insan için şu söylenebilir; evrenin belirlemiş olduğu bu sisteme uygun
eylemlerde ve davranışlarda bulunması gereklidir. Çünkü evrenin içindeki sistemi
bilmeden insanların doğa ile uyumlu bir şekilde yaşaması mümkün değildir. Marcus
Aurelius bu düşünceyi şu şekilde açıklar: “Yaşam içindeki her bir şey, Evren’in
doğasına uygun biçimde oluşmuştur, çünkü böylesi bir işi Doğa ile rekabet ederek, yani,
onu içine alan, onun içinde bulunan ya da onun dışında ve ondan bağımsız olan başka
bir doğaya uyarak gerçekleştirmek olanaksızdır.”98 Demek ki, evrenin içinde var
olanlar, evrenin doğasından bağımsız olarak var olamazlar. Doğadaki bu var olanlar
evrenin sistemi içinde evrenin doğasına uygun olarak var olurlar. Böylece doğaya
uyumlu yaşamak isteyen insan için denebilir ki, onun doğadaki sistemi bilmesi ve bu
bilgi doğrultusunda eylemlerde bulunması gereklidir. Bu bilgilerden sonra varlıkların
nasıl ortaya çıktığına ilişkin Aurelius’un düşüncelerine geçebiliriz.
Aurelius düşüncesine göre, evrenin oluşması ve var olması, evrenin içindeki bir
devinimden kaynaklanır. Bu devinim varlıkların var olmasını sağlamaktadır. Aurelius
bu konuya dair şu açıklamayı yapar:
97 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 212. 98 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 213.
39
Evrensel Doğa, evreni yaratırken içinde bir devinim hissetti. Ve şu anda var olan her şeye, kaçınılmaz olarak bu devinim neden oldu. Eğer böyle olmasaydı, Evren’in egemen gücünün, kendi devinimini yönelttiği asıl hedef bile nedenden yoksun kalırdı. Bunu akıldan çıkarmamak, belirsizlikleri soğukkanlılıkla göğüslemeni sağlar.99
Buradan da anlaşılıyor ki evrenin varlığı evrensel doğanın gerçekleştirmiş
olduğu devinim sonucunda oluşmuştur. Tersi bir durumda, yani evrende devinim
gerçekleşmemiş olsaydı hiçbir var olanın varlığından söz edilmezdi. Böylece evrende
yaşayan akılcı varlığın bu devinimin farkında olması ve doğadaki eylemlerin bu şekilde
gerekçeleştirildiğini bilmesi gerektiği söylenebilir. Aurelius’a göre akıl, bütün
insanlarda ortak bulunan bir şey olup insanların doğa içindeki yaşamlarını devam
ettirmesini sağlayan, yapması ya da yapmaması gereken eylemlerin yönlendirici
konumunda yer alan kavramdır. Ancak bu yönlendirmeleri yapan akıl, bütün insanlarda
ortak olan akıl olmayıp evrensel aklın kendisidir. Ve evrensel akıl sayesinde insanlar
içinde bulunduğu şartları değerlendirmeye tabi tutar ve diğer insanlarla ortak değerler
oluştururlar. Böylece ortak bir yaşam için belirli sistemler ortaya çıkar.
Eğer düşünme yetisi bütün insanlığın ortak varlığı ise, bizi akılcı yaratıklar haline getiren, ne yapmamız ve nelerden uzak durmamız gerektiğini söyleyen Akıl da evrensel olmalıdır. Eğer Akıl evrensel ise, herkesin uyduğu ortak bir düzen var ve bizler de politika üretebilen bir topluluğun yurttaşlarıyız demektir. Demek ki dünyada bir biçimde, hepimizin içinde bulunduğu doğal bir yönetim var. Kurallar koyma, akılcı davranma ve düşünme yeteneklerimiz başka nereden kaynaklanıyor olabilir ki? Demek ki, tıpkı bedenimin bir miktar topraktan, sıvı kısımlarımın sudan ve içimdeki sıcak veya kızgın herhangi bir bölümün başka bir formdaki ısıdan meydana gelmiş olması gibi; tıpkı hiçlikten hiçbir şeyin doğmaması ya da hiçbir şeyin sonunda yokluğa dönmemesi gibi; benim düşünme yeteneğim de bir yerden kaynaklanıyor olmalıdır. 100
İnsanların düşünme yetisi evrensel akıl tarafından sağlanmaktadır. Düşünme
yetisine sahip insanlar ise ortak bir yaşam için ortak kararlar alır ve bu kararlar
doğrultusunda toplumsal değerleri ortaya çıkarır. Çünkü “Evrenin zihni toplumsaldır.
Bundan dolayı, aşağı varlıkları üstün varlıkların yararı için yaratmıştır, üstün varlıkları
da birbirine uyarlamıştır.”101 Dolayısıyla insanlar bir sistem oluşturur ve oluşturdukları
sistem içinde eylemlerde bulunur, politik süreçleri ortaya çıkarır ve yaşamlarını bu
şekilde devam ettirirler.
99 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 210. 100 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 211. 101 Aurelius, Düşünceler, s. 79.
40
Bu yönlendirmeleri sağlayan şey ise evrensel aklın kendisidir. Ayrıca evrensel
akıl sayesinde insanlar, doğa ile uyum içinde yaşamlarını sürdürür ve doğadaki var olan
her şeyin bir nedeni olduğunu, bu nedenin ise evrensel aklın kendilerine vermiş olduğu
bilinç sayesinde bilinebildiğini bilirler. Bilinçli olarak hareket eden insanlar doğada var
olanları algılar ve doğada gerçekleştireceği eylemleri bilinçli bir şekilde gerçekleştirir.
İnsan bu durumda, doğada var olan diğer varlıkların bütün güzelliklerini bilir ve bu
güzellikleri hesaba katar. Doğada var olan güzellikler ve doğadaki uyum için Aurelius
şöyle der:
Doğa’yı duyumsayan ve onun yarattıklarını derinlemesine kavrayan bir insan, onun sergilediği sıra dışı görüntülerde bile tuhaf bir güzellik bulur. Örneğin, pişirildiği sırada ekmeğin yüzeyinde çatlaklar oluşur. Ve, fırıncının istemi dışında oluşan bu çatlaklar, bir biçimde insanın dikkatini çeker ve yiyeceğe karşı olan iştahımızı körükler. İncirler de keza, olgunlaştıklarında, adeta ağızlarını açar gibi yarılır, çürümeye yakın görüntüleri olgunlaşmış zeytinlere kendine özgü bir güzellik katar. Mısırın aşağıya sarkan yaprakları, bir aslanın kırışık alnı, yaban domuzunun ağzından saçılan köpükler... bunların hiçbirine de gerçekten güzellik diyemezsin, ama hepsi de Doğa’nın işleyişi ile uyum içinde olduklarından, yaratılışın bütününe bir cazibe ve süs katmaktadır.102
Buradan da şu açıkça görülmektedir ki doğayı anlayan kişi doğada var olanların
kendine ait güzellikleri olduğunu bilir. Bu bilme etkinliğini sağlayan ise evrensel
doğanın insana vermiş olduğu bilinçtir. Eylemlerini bilinçli bir şekilde gerçekleştiren
insana karşı doğa insana herhangi bir zarar vermez. Çünkü doğa insana kaldıramayacağı
hiçbir yükü vermez. Doğa, insana ancak insanın yapabileceği şeyleri sunar. Bu duruma
ilişkin Aurelius şöyle der: “Evrensel doğa hiçbir zaman katlanamayacağın bir şey
getirmez sana.”103 Buradan da anlaşılmaktadır ki doğa insanın gerçekleştiremeyeceği,
insanın çözemeyeceği ve altından kalkamayacağı hiçbir görev ve sorumluluk vermez.
Bu sorumlulukların gerçekleşmesi için insanın yapması gereken şey ise doğayı
anlamaktır. Doğaya ilişkin bu durumu Aurelius’un Tanrı açıklaması üzerinden okumak,
konunun daha anlaşılır bir hale gelmesini sağlar. Aurelius her şeyin Tanrı ya da bazı
pasajlarında Tanrılar olarak ifade ettiği yaratıcılar tarafından yaratıldığını belirterek
Tanrının varlıklarla ilişki içinde olduğunu söylemektedir. Ona göre; nasıl ki Tanrı
insanlarla ilişkisini sürdürmekte ise doğada insanla ilişki içinde ve insanın doğada
102 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 213. 103 Aurelius, Düşünceler, s. 116.
41
yapacağı eylemler hem doğayla hem de doğada var olan diğer varlıklarla ilişki
içerisindedir. Bu konuya ilişkin olarak Aurelius şöyle der:
Tanrılardan gelen her şey, Tanrısal Doğa ile doludur. Bizim alınyazımız ve kısmetimiz Doğa’nın meydana getirdiği diğer varlıklardan bağımsız değildir, çünkü Tanrı’nın yarattığı şeylerle dokunmuştur ve onlarla bağlantılıdır. Tanrı, tüm varlıkların doğduğu kaynaktır; Tanrı ile uyum içinde olmak zorunludur ve bütün evrenin refahı için de gereklidir. Evrenin bir parçası olarak, sen de, Doğa’nın ya-rarına olan ve onun varlığını koruyan her süreci kabul etmek zorundasın. Çelişkili görünse de, evrenin varlığını sürdürmesi, ancak bu varlığın hiç durmayan bir değişim geçirmesiyle olanaklıdır. Yalnızca temel elementler değil, bu elementlerden meydana gelen varlıklar da sürekli bir değişim içindedir.104
Görüldüğü üzere, Aurelius’a göre bütün var olanların kaynağı Tanrının kendisi
olup diğer bütün var olanların da birbirleriyle bağlantısı vardır. Dolayısıyla Tanrıdan
bağımsız bir var olmanın söz konusu olamayacağı ve bu var olanlar arasındaki ilişinin
göz ardı edilemeyeceği Aurelius’un düşüncesinde açıkça belirtilmektedir. Buradan
hareketle de Tanrı var ettiği şeylerle ilişkisini sürdürür ve insanlarda doğada var olan
diğer var olanlarla ilişki içindedir. Diğer var olanlara ilişki içinde olan insanın doğadaki
eylemi ve kaderi Aurelius şunları dile getirir.
Marcus Aurelius, doğa ile uyumlu yaşamanın insan için mutluluğa doğru giden
bir yol olduğunu belirtir. Çünkü doğa insanların yaşamlarını sürdürmelerinde insanlara
yardımcı olmaktadır. Doğanın insanlara yardımcı olması ve insanların yaşamlarında
kolaylıklar sağlaması durumu göz önüne alındığında, insanların da doğa ile uyumlu bir
yaşam sürdürebileceği söylenebilir. Aurelius, tersi bir durumda, yani insanın doğa ile
uyumlu yaşamadığı, doğaya karşı geldiği, doğa içindeki diğer insanlarla sorun yaşadığı,
diğer insanlara yardımcı olmadığı veya doğadaki eylemlerini bilinçsizce gerçekleştirdiği
durumlarda insanın doğada mutlu olmayacağını belirtir.
İnsanın doğada mutluğu sağlayabilmesi için doğadaki diğer insanlara, diğer var
olanlara zarar vermemesi gerekir ve diğer insanlara yardımcı olacak şekilde eylemlerde
bulunması gerekir. Ayrıca diğer insanlara yardımcı olan insanın doğa içinde
gerçekleştireceği eylemlerde insanın vereceği kararlar adil olmalıdır. Böylece insan
adaletli bir şekilde bütün var olanları göz önüne alarak karar verir. Çünkü ancak adaletli
bir şekilde eylemlerde bulunan insan, diğer insanlar arasında ayrım yapmayıp bütün
insanların kararlarına saygı duyabilir. Aurelius bu düşünceyi şu şekilde açıklar:
104 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 214-215.
42
Adil olmayan biçimde hareket eden her kimse, yaratılışa zarar verir. Doğa akılcı yaratıkları, bir diğerinin mutluluğunu sağlasın ve meziyetlerine göre birbirlerine yardımcı olsun, ancak birbirlerine zarar vermesin diye doğurduysa, yaradılışın isteğine aykırı hareket eden kimse, bu en üstün güce zarar vermekle apaçık suç işlemiş olur. Bizim evrensel Doğa’mız, bütün varoluşa yayılmış olan Doğa’dır; ve şu an var olan her şeyin, gelecekte var olacak diğer bütün şeylerle akrabalığı vardır. Bu evrensel Doğa’ya doğruluk denir ve doğrulukların özgün yaratıcısıdır. Benzer biçimde, bile bile yalan söyleyen bir kimse de yaratılışa karşı gelmekle suçludur, çünkü başkasını aldatarak haksızlık etmiştir. Ve hatta bir kimse, farkında olmadan yalan söylemiş bile olsa, evrensel Doğa ile çelişki içindedir ve ona karşı gelmekle doğal düzeni alt üst eder: Doğa bize doğruları yalanlardan ayırt etme yeteneği vermiştir, yani bu yeteneği bildiğimiz halde bunu önemsemez ya da çiğnersek ve doğruluğa aykırı düşünür ya da hareket edersek, Doğa’ya, doğruluğa ve giderek kendimize karşı savaşmış oluruz. 105
Buradan da anlaşılıyor ki doğa, insanlara yaşamlarında yardımcı olmakta ve
insanların doğa içindeki ilişkilerinde ne yapmaları gerektiğini, insanların bulabileceği
bir düzen içermektedir. Dolayısıyla bu noktadan hareketle şu söylenebilir; doğadaki
insanlar birbirlerine yardımcı olmalı, doğayla uyumlu bir yaşamlarını sürdürmeli ve de
doğada gerçekleştireceği eylemleri bilinçli bir şekilde gerçekleştirmelidir. Bu durumun
dışında, doğada eylemde bulunacak insanın göz ardı etmemesi gereken başka bir nokta
ise insanın çıkarları ve hazları peşinde koşmasının insanı mutsuzluğa sürükleyeceğidir.
Çünkü kendi hazları peşinden koşan insan diğer insanları dikkate almadan eylemlerde
bulunur ve bu eylemleri sadece kendi çıkarı için yapacağı için diğer insanlara haksızlık
etmiş olur. Bu konuya ilişkin olarak Aurelius şöyle der:
…hazzın iyi olduğunu düşünerek haz peşinde koşan ve acının kötü olduğuna inanıp acıdan uzak duran kişinin suçu aşağılık olmaktır. Bu durum daima, yaratılışın kötü ve iyiyi, karakterlerinin tam tersine, haksızca, ödüllendirdiği inancına sürükler insanları; çünkü kötü insanlar genellikle haz içinde bir yaşam sürer ve bu yaşamı sağlayacak maddi güce sahip olurken, acılar, zorluklar ve bunlara neden olan olaylar sık sık iyi insanların payına düşer. Acıdan korkan insan, geleceğin kendisi-ne getireceklerinden de olasılıkla korkuyordur ve bu da bir hatadır; öte yandan iştahla haz peşinde koşup duran insan da haksızlık etmekten bir türlü vazgeçmeyecektir ve bu ise apaçık suçtur. Doğa’nın yolundan yürümek ve onunla uyum içinde olmak isteyenler, Doğa’nın hareket ettiği gibi hareket etmelidir, Doğa’nın ayrım gözetmeden davrandığı varlıklara karşı onlar da tarafsız olmalıdır - çünkü Doğa, hem acıya hem de hazza karşı tarafsız olmasaydı, her ikisini birden yaratmazdı. Öyleyse, evrensel Doğa’nın eşit ve tarafsız biçimde davrandığı acıyı ve hazzı ya da ölümü ve yaşamı ya da şöhreti ve şerefsizliği eşit olarak görmeyen kimse, açıkça Doğa’ya karşı geliyor demektir.106
105 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 219-220. 106 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 220.
43
Aurelius’a göre, insanlar hazları peşinde koştuğu zaman yanılgılara düşer,
yanlış eylemler gerçekleştirir ve bu kötü durumdan kaynaklı olarak da doğada suç
işleyebilir. İnsanların bu duruma düşmemesi, yani suç işlememesi için doğada
gerçekleştireceği eylemleri bilinçli bir şekilde yaparak diğer insanlara haksızlık etmeden
eylemlerini gerçekleştirmelidir. Ayrıca Aurelius’un düşüncelerinde yukarıda
söylediğimiz eylemler dışında eylemde bulunacak insanın zaman kavramını göz ardı
etmeden doğru zamanda eylemlerini gerçekleştirmesi gerektiği düşüncesi öne çıkar.
Çünkü ne zaman, nerede, nasıl eylemde bulunması gerektiğini bilmeyen insan, doğadaki
sisteme karşı gelir ve de diğer insanları göz önüne almadan eylemde bulunmasından
kaynaklı olarak onların haksızlığa uğramasına neden olur. Böyle bilinçsiz eylemlerde
bulunan insan doğanın düzenine karşı gelir ve doğadaki uyuma ters düşer. Bu noktada
kısaca şu söylenilir, insanların yapacağı eylemleri zamandan kopuk bir şekilde
gerçekleştirmemesi gereklidir. Bu duruma ilişkin olarak Aurelius doğru mevsim
kavramını öne sürer:
Herhangi bir eylem doğru zamanda bitiyorsa, hiç bir zarara yol açmaz, çünkü durmuştur ve o eylemin nedeni olan kişi de, eylemin sona ermesinden ötürü, öncesinden daha kötü bir duruma düşmez. Benzer biçimde, bütün eylemlerimizin bir toplamı olan yaşamın kendisi de, doğru mevsimde sona eriyorsa, onun sona ermesinden ötürü hiçbir olumsuzluk yaşanmaz ve bir dizi eylemi doğru zamanda sona erdirmiş kişi de bu durumdan mağdur olmaz. Ancak mevsimin seçilişi ve sürenin uzunluğu Doğa tarafından - kimi zaman, ileri yaşlarda olduğu gibi, bizim kişisel insani doğamız tarafından, ama daima aynı evrensel Doğa tarafından tespit edilir; çünkü, Doğa’nın parçalarının hiç durmayan dönüşümü sayesinde bütün yeryüzü daima genç ve mükemmel biçimde yeni baştan doğabilmektedir. Demek ki, bütün için yararlı olan her şey daima iyidir ve zamanındadır. Ve öyleyse yaşamın sona ermesi, hem bizim denetimimiz dışında hem de bütünün yararına olduğundan, ne kötü olabilir ne de zarar verebilir, tersine aslında iyidir, çünkü zamanındadır, yararlıdır ve evrensel Doğa ile bütünlük içindedir. Öyleyse doğru yolda yürüyerek ve zihinlerimizdeki doğru yolu izleyerek, Tanrı’nın bulunduğu yolda ilerleyebiliriz.107
Görüldüğü gibi, Aurelius için, insanların yapacağı eylemleri bilinçli olarak
doğru zamanda ve doğru yöntemlerle yapması gereklidir. Eylemlerini doğru zaman ve
doğru bir şekilde gerçekleştiren insan, doğada var olan durumların evrensel doğadaki
düzenin bir parçası olduğu bilincini taşımalıdır. İnsanın farkında olması gereken başka
nokta ise doğada zaman sürecinin devamlılığıdır. İçinde yaşanan an, geçmiş ve gelecek
kavramlarının zamansal farklılıklarını unutmamak gerekir. Bu farklılığın farkında olan
107 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 224-225.
44
insan ise doğada başına gelmiş olan ya da başına gelebilecek olayların etkisinde kalarak
hayatını tamamen bu kötü olaylar üzerinde değerlendirmemelidir. Çünkü Aurelius
geçmişte yaşanan olayların şu andan daha kötü olduğunu ve an itibariyle insanın daha
iyi bir durumda olduğunu belirtir. Böylece insanın yapması gerektiği şeyi ise bilinçli bir
şekilde bu olayların doğada olmasının doğal bir şey olduğunu kabul etmesi ve yaşamını
bu şekilde sürdürmesi gerektiğidir. Buradan yola çıkarak Aurelius’un kaderin nedenleri
ilgili düşünceleri konuyu daha açık hale getirmektedir.
Aurelius’a göre evren, içinde var olan bütün varlıkların toplamından
oluşmaktadır. Dolayısıyla “evrensel doğa varlıkların doğasıdır.”108 Kader ise evrende
var olan şeylerin nedenleri üzerinde kurulu bir yapıdır. Kader, evrende var olan bütün
nedenlerin bir araya gelmesiyle oluşur. Dolayısıyla doğada var olanların ortaya çıkarmış
oldukları nedenler, var olanların kaderi olarak tanımlanabilir. Çünkü herhangi bir
insanın başına bir olay geldiğinde hemen diğer insanlar bu olayın eylemine maruz
kalmış kişi için “bu onun kaderidir,” şeklinde açıklamalarda bulunurlar. Başka bir
deyişle doğada herhangi bir insanın başına bir olayın gelmesi durumunda, diğer insanlar
bu olayın kaderden kaynaklandığını ve bunun yaşanmasının normal olduğunu belirtilir.
Bu olayı yaşayan kişiye, yaşadığı olaydan herhangi bir rahatsızlık duymaması gerektiği
söylenir. Çünkü kaderinde var olan bir şeyin başına gelmesinin gayet doğal olduğu
belirtilir. Oysa kader ile ilgili Aurelius şöyle der:
Nasıl ki evren, içinde var olan bütün varlıkların oluşturduğu bir varlık ise, kader de var olan bütün nedenlerin toplamından oluşmuştur. En cahil olan kişi bile bununla ne kastettiğimi anlar; çünkü derler ki: “Kader filancanın başına bunu verdi.” Yani bu onun akıbeti idi ve bu reçete onun için yazılmıştı. Bu yüzden, tıpkı doktorun verdiği ilaçları kullanmamız gibi, başımıza gelen olayları da olduğu gibi kabullen-memiz gerekir. Reçetelerin pek çoğu sevimsiz ola- çaktır, ama sağlığa kavuşma umuduyla onlara uyarız. Yeryüzünde, ortak doğanın iyi olarak gördüğü her şeyin ortaya çıkmasına ve büyümesine sen de aynı gözle bak, kendi sağlığına bakıyormuş gibi. Öyleyse, sana sevimsiz gibi görünse bile, olan biten her şeyi kabullen, çünkü bu anlayış, dünyanın sağlığına, evrenin refah ve mutluluğuna ön ayak olacaktır.109
Buradan anlaşılıyor ki evrende insanın başına gelebilecek şeyler doğal şeylerdir
ve doğanın içinde doğal olarak karşılanmalıdır. Çünkü “hiçbir kimse seni tabiatının
hikmetine göre yaşamaktan alıkoymayacak ve evrensellik tabiatın hikmetine aykırı hiç
108 Aurelius, Düşünceler, s. 122. 109 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 222-223.
45
bir şey senin başına gelmeyecektir.”110 Böyle bir durumda da insanın başına doğada
herhangi bir şeyin gelmesinin insanı mutsuz etmemesi gerektiği söylenebilir. Çünkü bu
olaylar insanın kaderinde var olan şeylerdir. Aurelius bu konuya ilişkin iki neden
olduğunu söyler.
İlk neden şudur: Bu şey, daha önceki nedenlerin senin kaderini örmesi sonucunda senin için hazırlanmıştır ve uygulanmıştır. Diğer neden ise şu: Başına gelen en basit şeyler bile bir mutluluk ve mükemmelleşme aracı, hatta evreni yöneten gücün sürmesini sağlayan bir etken bile olabilir. Herhangi bir şeyin, parçalarının ya da nedenlerinin arasındaki bağlantıyı ve sürekliliği kopartırsan, bütünün mükemmelliğini zedelemiş olursun. Ve yaşamdan hoşnut olmadığında, elinden geldiği ölçüde yaşamla bağlarını koparman ise kırgınlık ve bozulmaya yol açar.111
Buradan da anlaşıldığı gibi bütünün parçalarını koparmak insanlara mutluluk
yerine mutsuzluk getirmektedir. Dolayısıyla insanlar bütün içinde var olan her şeyi
kabul etmeli ve de ortaya çıkacak şeylerin bütünün içinde var olduğunu bilerek
yaşamlarını sürdürmelidir. Çünkü “evrensel doğanın her şeye verdiği, o şeyin
yararınadır ve tam da ona yararlı olduğu anda verilir.”112 Bu sebeple, insanların
başlarına bir olay geldiğinde, bunun doğada var olduğunun bilincinde olması ve
yaşamını bu yolda sürdürmesi gereklidir.
110 Hamdi Ragıp Atademir, Filozoflara Göre Felsefe, Atademir Yayınevi, Konya, 1947, s. 98. 111 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 223. 112 Aurelius, Düşünceler, s. 140.
46
3.RUH
Bu bölümünde Marcus Aurelius’un “ruh çeşitleri” ayrımı, ruhun niteliklerine ve
özelliklerine dair açıklamaları, akıl ve ruha sorular çerçevesinde ele alınacaktır. Bu
bağlamda Marcus Aurelius’un ruhla ile ilgili düşünceleri ön planda tutularak
değerlendirme yapılacaktır.
Marcus Aurelius ruh çeşitlerini içsel, aydınlanmış, bağımsız, bozulmayan ruh ve
Tanrı ile insan ruhu olarak ayırmaktadır. Aurelius’un ruh ile ilgili düşüncelerine
bakıldığında; ilk olarak içsel ruhla ilgili düşünceleri öne çıkmaktadır. Aurelius’a göre,
içsel ruh bütün bedensel yapılardan ayrılmış olan ruhtur. İçsel ruhta hiçbir bedensel
etkinliğin anlamı yoktur. Dolayısıyla Aurelius içsel ruhta dış dünyada var olan şeyleri
insanların kendilerine dert etmemesi gerektiğini vurgulamaktadır. İçsel ruh Tanrı ile
bağlantıları sağlayan ruh olarak tanımlanmaktadır. İçsel ruhla ilgili olarak Aurelius’un
Ruhsal Öğretiler kitabında şunlar dile getirilmektedir:
Tanrı içsel ruhumuzu, etten, deriden ve diğer bütün döküntülerden arınmış olarak
görür. Çünkü Tanrı’nın kendi zihni, kendi varlığından bizim bedenimize
yayılmasına izin verdiği ruh ile temas eder yalnızca. Eğer sen de aynı biçimde
hareket edebilirsen, bütün ıstıraplarından kurtulursun. Hiç kuşkusuz, zihnini seni
sarıp sarmalayan bedeninle meşgul etmiyorsan, giyim kuşamı, malı mülkü, şöhreti
ve gösterişe dönük hiçbir şeyi kendine dert de etmezsin.113
Buradan açıkça görülmektedir ki, içsel ruhta bedensel etkilerin önemi yoktur.
Bedensel etkilerin önemli olmadığı içsel ruhta, insanların zihinlerini bedensel şeyler için
yormaması gerekir. Başka bir deyişle zihin dış dünyadaki şeylerden arınmış olmalıdır.
Aurelius, ruhun dünyadaki şeylerden arınmış olması durumunda yaşamı güzelleştirecek
güce sahip olacağını belirtmektedir. Bu düşünce ile ilgili olarak Aurelius, “Yaşamını en
iyi biçimde geçirmek: bunu yapma gücü ruhta bulunmaktadır, farksız şeylere kayıtsız
kalmaya muktedir isek tabii ki de”114 ifadelerini kullanır. Burada da açıkça
görülmektedir ki ruh yaşamı kolaylaştıracak yaşama yön verecek güce sahiptir.
113 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 149. 114 Pierre Hadot, Ruhani Alıştırmalar ve Antik Felsefe, çev. Kübra Gürkan, Pinhan Yayın Evi, İstanbul, 2010, s. 134.
47
Açıktır ki, Tanrı ile bağlantıları sağlayan içsel ruh dış dünyadaki problemlerle
uğraşmadığı için doğa ile uyum konusunda herhangi bir sorun yaşamaz. Ruh bu koşulda
karşılaştığı sorunları akılcı bir şekilde çözümleyebilir ve doğadaki her sorunu rahatlıkla
çözebilir. Doğadaki sorunların çözümü ve içsel ruhun davranışına ilişkin olarak
Aurelius şunları söyler:
İçsel ruh Doğa ile uyum içinde olduğunda, her türlü olaya ve olasılığa kolaylıkla uyum sağlayabilir. Çünkü böyle bir ruh, işlevini görmek için özel herhangi bir malzemeye ya da nesneye gereksinmez, bununla birlikte, karşısına çıkan engellerin üstesinden gelmeyi bilir. Onu, kendisine atılan her şeyi yutan bir şenlik ateşine benzetebiliriz: Eğer ateş zayıfsa kolaylıkla sönebilir, ama güçlüyse her şeyi yutabilir ve alevleri giderek güçlenir.115
Buradan da görüldüğü gibi doğa ile uyum içinde yaşayan içsel ruhun sorunları
çözmede herhangi bir sorun yaşamayacağı öngörülebilir. Bu durumda içsel ruhun
nitelikleri şu şekilde özetlenebilir: İçsel ruh bedenindeki şeyleri önemsemeyen, doğa ile
uyum içinde yaşayan, doğada karşılaştığı sorunları akılcı bir şekilde çözümleyen ve
karşılaştığı sorunların çözüm yolarını iyi bilen bir ruhtur.
Aurelius’un içsel ruhla ilgili düşüncelerinden sonra “bozulmayan ruh”
kavramına bakalım. Bozulmayan ruh yapılan eylemlerin beden ve ruh üzerindeki
etkileri üzerinden değerlendirmelidir. Yapılan eylemlerden sonra ya beden ya ruh ya da
her ikisi birden acı çekebilir. Ancak bu kaçınılmaz bir durum değildir: Akılcı bir şekilde
davranan insan acıdan kurtulabilir. Bunun için yapılması gereken temel şey, öncelikle
acı ya da benzeri sorunları “bela” olarak değerlendirmemektir. Bu durumu sağlayacak
olan ise beden değil ruh olacaktır. Bozulmayan ruh kavramına ilişkin Aurelius’un
düşüncesine bakıldığında şunları ortaya koymaktadır:
Acı, ya beden için bir beladır -ki bu durumda bedenin kendi sıkıntısını dile getirmesine neden olur- ya da ruh için. Ancak, kendi huzurunu ve sükûnetini korumak ve acıyı bir belaymış gibi görmemek ruhun elindedir. Çünkü her yargı, davranış, arzu ve nefret, hiç bir belanın ulaşamayacağı bir yerden, içimizin de-rinliklerinden kaynaklanır.116
Görüldüğü gibi ruh kendi mutluluğu ve sorunlar karşısındaki tepkileri
kendisinden kaynaklanır. Yargıları, davranışları ve bu davranış ve yargılara ilişkin olan
değerlendirmeleri bozulmamış ruh sağlamaktadır. Yapılacak eylemlerde akılcı
115 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 150-151. 116 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 154.
48
davranmak mutluğu getirirken, aksi durumlarda acı ve mutsuzluk söz konusu
olmaktadır. Dolayısıyla var olan sorunlara yaklaşım biçimi mutluluğu ya da mutsuzluğu
ortaya çıkarmaktadır.
Marcus Aurelius’a göre dünyada var olan hiçbir şey fiziksel olarak ruha değmez;
ruh dünyada var olan şeylere ya da eylemlere kendisi, kendi içinde tepki verir. Bu
demektir ki, ruh kendi içsel deneyiminde kendi başınadır. Onun verdiği tepkiler
sonucunda mutluluk ya da mutsuzluk ortaya çıkmaktadır. Ruhun vermiş olduğu
tepkilere bakıldığında özellikle dış tepkiler için Aurelius bu durumu “bağımsız ruh”
olarak tanımlamakta ve şöyle temellendirmektedir:
Dışarıdan kaynaklanan etkenler ruha dokunamaz, bir parça bile; çünkü ne içeriye ulaşabilecekleri bir mecraları ne de ruhu sarsacak ve değiştirecek güçleri vardır. Ruh kendi kendisini hareket ettirir ve değiştirir ve varlıklar onun karşısına çıktığında, onlara kendi ölçütleriyle karşılık verir ve onları gerektiği biçimde değerlendirir.117
Aurelius’un düşüncelerinden de açık bir şekilde görülmektedir ki, ruh dış
etkilerden fiziksel olarak hiçbir şekilde etkilenmemektedir. Çünkü dışarıdaki etkiler
ruha ulaşamaz. Ruh dış etkilerin eylemlerinden etkilenmeyip, kendi kendisini
etkilemekte ve dış etkenlere karşı kendisini yönlendirmektedir. Bu yönlendirmelerle
birlikte ruh, dışarıdan gelen etkilere göre hareket etmekte ve bu dış etkilere karşı
kendince değerlendirmelerde bulunmaktadır.
Bu değerlendirmeleri yapan ruh için ise ruhun kendi sistemini oluşturduğu
söylenebilir. Kendi sistemini oluşturan ruhu ise Aurelius “aydınlanmış ruh” olarak
tanımlar. Aurelius aydınlanmış ruh ile ilgili olarak şunları söyler:
Ruhun yuvarlak biçimi, herhangi bir nesneye müdahale etmediği, kendi kabuğuna çekilmediği, dağılmadığı ya da dibe vurmadığı zamanlarda ve ancak ışığın içinde, hem kendi içindeki hem de kendi dışındaki doğruluğu görebileceği aydınlığın içinde yıkandığında kendine özgü mükemmel formu korur.118
Aurelius’un düşüncelerinden de açık bir şekilde görülmektedir ki dışarıdaki
etkilere karşı ruhun kendi yapacağı eylemler ve bu eylemler doğrultusunda kendi
ışığında hareket etmesi ruhun kendine özgü yapısını oluşturur. Bu yapı içerisinde ruh
yalnız değildir; onun Tanrı ile birlikte olduğunu hatırlaması ve bunun hoşnutluğunu
117 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 157. 118 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 158.
49
yaşaması gerekir. Bu düşünceyi Marcus Aurelius şu şekilde dile getirir:
Tanrılarla birlikte yaşa. Tanrılarla bir arada yaşayanlar, ruhlarının, kendilerine bahşedilmiş olan yaşamdan hoşnut olduğunu her fırsatta belli eder. Ruhlarının, yani Zeus'un her birimize hem bir koruyucu hem de bir rehber olarak bahşettiği ruhların verdiği emirlere uyarlar. Bu ruh ise, zihnimiz ve aklımızdır.119
Aurelius’un düşüncelerinden de anlaşılacağı üzere insanların Tanrılarla birlikte
yaşaması gerektiği fikri ortaya çıkmaktadır. Burada kastedilen, ruhun Tanrının varlığını
bilerek ve hissederek kendi içsel etkinliğini devam ettirmesidir. Bu durumda Aurelius’a
göre Tanrılarla birlikte yaşayan ruhlar mutlu olabilir ve dolayısıyla mutlu olan ruhla
birlikte akılcı bir şekilde davranan insanların da mutlu olacağı söylenebilir.
Tanrıyla yaşayarak mutlu olabilen ruhun nitelikleri: Akılcı bir ruhun sahip
olduğu niteliklerle igili Aurelius’un düşüncesine bakıldığında, ruhun kendi başına
düşünme yetisini gerçekleştirdiğinin öne sürüldüğünü görürüz. Düşünme yetisini
geçekleştiren ruhun kendi çözümlemelerini yapabildiği ve bu çözümlemeleri
gerçekleştirebilecek gücü kendi içinde barındırma yetisine sahip olduğu söylenebilir. Bu
özelliklerinin dışında ruhun diğer özelliklerine bakıldığında Aurelius’un kendi
ifadelerinden şunu görebilmekteyiz:
Kendi kendini görür, kendi kendini devindirir, kendi kendini istemine göre biçimlendirir, ürettiği meyveleri devşirir (oysa bitkilerin meyvelerini, hayvanlarınsa bunlara denk düşen başkaları derer), ölüm onu hangi anda yakalarsa yakalasın, her zaman hedefine ulaşır; kesintilere uğrasa bile, bir dansta, bir sahne oyununda ya da benzer sanatlarda olduğu gibi, eylemin tümü yarım kalmaz; nerede, hangi sahnede olursa olsun, son, beklenmedik biçimde onu nerede yakalarsa yakalasın, önüne koyduğu hedefi tam olarak gerçekleştirir; öyle ki, “Benim olan her şeye sahibim” diyebilir.120
Ruhun temel eylemleri ise “arzu, istemli eğilim, temsil”121 olarak kabul edilir.
Ayrıca Aurelius akılcı ruhun diğer bir özelliğini şöyle dile getirir:
Ussal ruh tüm evreni ve onu kuşatan boşluğu baştan başa dolanır, biçimini inceler, zamanın sonsuzluğuna uzanır, bütünün dönemsel olarak yenilenmesini kavrar, bizden sonra geleceklerin yeni bir şey göremeyeceklerini bilir, bizden önce gelenlerin daha çok şey görmemiş olmaları gibi, ama bir anlamda kırk yaşında birinin bir parçacık aklı varsa, tüm olup bitenleri ve tüm olup bitecekleri görmüştür, çünkü hepsi de birörnektir.122
119 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 158. 120 Aurelius, Düşünceler, s. 148. 121 Hadot, Ruhani Alıştırmalar ve Antik Felsefe, s. 143. 122 Aurelius, Düşünceler, s. 148.
50
Aurelius’un kendi ifadesinden de görüldüğü gibi ruh, evreni çok iyi bilen ve
yapacağı eylemlerin de farkında olan bir yapıya sahiptir. Aynı zamanda ruh, zamanın da
özünü bilir; zamanın bir döngü şeklinde “birörnek” olan yaşamları içerdiğini ve bizden
sonrakiler ile bizden öncekiler arasında döngüsel bir tekrar olduğunu bilir. Şayet
yaşamlar zaman içerisinde bir döngü oluşturuyorsa, ruh kendi yaşamını incelediğinde
bu döngünün özünü ve diğer evrelerini de bilebilir. Buradan hareketle de daha sonra
yaşayacak insanların daha önce yaşamış insanlardan daha fazla şeyler yaşadığını ya da
gördüğünü söylemenin doğru olmayacağını Aurelius’un düşüncelerinden çıkarabiliriz.
Yukarıda belirtmiş olduğumuz özelliklerin dışında ruhun diğer özelliklerine
bakıldığında; Aurelius’un şu ifadelerine rastlarız: “Akılcı bir ruhun diğer nitelikleri
arasında, komşusunu sevmek, doğruluk, alçakgönüllülük ve başka hiçbir şeyi
kendisinden daha üstün görmemek bulunur. Bu son nitelik, aynı zamanda hukukun da
bir özelliği olduğuna göre, akılcılığın ilkesi ve adaletin ilkesi tek ve aynı ilkedir.”123
Buradan da anlaşılacağı üzere, insanlar yapacağı eylemlerde aklını kullanması gibi
genel bir ilkeye uyması yeterli olacaktır; zira aklın ilkeleri ile diğer kişilerle ilişkimizi
belirleyen hukukun ilkeleri örtüşür. Bu durumda içsel olarak bu ilkelere uyan kişi, bu
pratiği devam ettirdiğinde dışsal olarak da mutlu olabilir.
Aklın ilkeleri içsel ve dışsal olarak uyum içerisindedir. Doğru eylemde bulunan
insanlar diğer insanlarla ve doğada mevcut diğer var olanlarla uyum içinde bir hayat
sürebilir. Diğer taraftan bu ilkelerin yalnızca kendisi için değil, başkaları için de geçerli
olduğunu bilen kişi alçakgönüllü de olur; diğer var olanlarla uyum içinde ve kendisini
diğer var olanlardan daha alt veya üst seviyede görmez.
Ruhun nitelikleri ile ilgili düşüncelerden sonra Aurelius’un düşüncelerinde
dikkat çeken başka bir nokta, ruhu yanlışlara yönlendirerek ruha zarar veren
düşüncelerdir. Bu düşünceler, insanların akılcı davranışlardan uzaklaşarak eylemlerde
bulunması, doğada var olan şeylere kızarak eylemlerle tepki vermesi ya da eylemlerde
bulunması, herhangi bir amaç belirlemeden amaçsızca hareket etmesi ya da eylemler
gerçekleştirmesi, yapılacak eylemlerin gerçek dışı şeylere yönelik olması ve olaylar
karşısında kendi duygularına yenik düşmesi olarak tanımlanabilir. Marcus Aurelius bu
düşünceleri şu şekilde açıklar:
123 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 154-155.
51
İnsan ruhu, en çok, kendi elinde olduğu ölçüde evrende bir apse ve bir çeşit ura dönüştüğü zaman kendini alçaltır. Başına gelen herhangi bir şeye öfkelenmek evrenin doğasına aykırıdır; çünkü o tek tek bütün varlıkların özel doğalarını içinde barındırır. İkinci olarak, bir insandan yüz çevirdiğinde ya da aşırı derecede öfkelenenlerin yaptıkları gibi zarar vermek için ona doğru yaklaştığı zaman da kendini alçaltır; üçüncü olarak, hazza ya da acıya yenik düştüğü zaman kendini alçaltır. Dördüncü olarak, ikiyüzlü davranıp gerçeğe uymayan ve gerçeğe aykırı şeyler söylediği zaman. Beşinci olarak, davranışını ya da dürtüsünü belli bir amaca yöneltmediği, rastgele, düşüncesizce davrandığı zaman.124
Ruhun bu düşünceler karşısında yapması gereken ya da ruhtan beklenen, ruha
zarar veren durumların ortaya çıkmamasını sağlamaktır. Başka bir deyişle ruhtan
beklenen, akılcı davranışlarda bulunarak eylemlerini gerçekleştirmesidir. Çünkü ancak
akılcı davranan ruh mutlu olabilir. Böylece Ruha yöneltilen sorulara geçilebilir. Akılla
mutlu olabilen ruha yönetilen sorulara cevap verilmeden önce konunun açıklık
kazanması için konuyla ilgili olarak öncelikle şu açıklamayı yapma gereği duyduk.
Ruha Yöneltilen Sorular için Marcus Aurelius’un akılyürütmesi takip edilerek, onun
ruha yönelttiği belli başlı sorular incelenecektir. Marcus Aurelius bu soruları doğrudan
birer soru formunda ifade eder. Biz de buna uygun olarak soruları doğrudan aktaracağız.
Bunun devamında, Aurelius’un kendi akıl yürütmesi içerisinden yanıtlar arayarak
konuyu netleştirmeye çalışacağız. Dolayısıyla, sorulara verilecek yanıtlar Aurelius’un
düşüncesi içerisinden açığa çıkarılmış yanıtlar olacaktır.
“Sen, ruhum, bir gün iyi, yalın, bütünleşmiş ve açık olabilecek misin; beni
çevreleyen bedenimden daha belirgin duruma gelebilecek misin?”125
Aurelius’a göre ruhun bedenden daha işlevsel olmasını sağlayan, ruhun vereceği
kararlardır. Ruh ancak dış dünyadaki şeyleri kendine sorun etmeyerek bu sorunların
doğada var olduğu bilincinden hareket ettiği zaman bedenden farkını ortaya koyabilir.
Zira beden dış dünyadaki şeylerle dolaysızca bağlantı içinde iken ruh dış dünyadaki
şeylerle dolaysız bağlantı içinde değildir. Dolayısıyla dış dünyadaki şeylerle dolaysız
bağlantı içinde olmayan ruh, bedenden daha farklı bir etki-tepki yapısına sahiptir.
Bedenin sahip olduğu organlar dış dünyadaki etkilere duyusal olarak cevap verdiği için,
beden zorunlu olarak dış etkilere maruz kalacaktır. Ruhun ise bunun aksine, böyle bir
sıkıntısı yoktur. Ruh, beden gibi duyu verileriyle dolaysız ilişkide değildir. Ruh kendi
124 Aurelius, Düşünceler, s. 44-45. 125 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 156.
52
öz benliği çerçevesinde eylemlerde bulunurken beden bir başka bir şey tarafından, yani
akıl tarafından hareket ettirilir. Dolayısıyla böyle bir durumda da kendi öz benliği
tarafından hareket eden ruhun bedenden daha belirleyici olacağı söylenebilir.
“Yürekten sevmenin tadına varabilecek misin acaba?”126
Aurelius’a göre ruhun yürekten sevebilmesi için dış etkilerden kurtulması
gereklidir. Başka bir deyişle ruh, dış etkileri kendisine dert etmemesi durumunda bunu
gerçekleştirebilir. Ruh kendi öz bilincinde olduğunda, dış etkilerin kendisini
etkilemediğinin farkında olduğunda ve yapacağı eylemlerde herhangi bir çıkar
aramadan doğayla uyum içinde yaşadığında yürekten sevebilir.
“Mükemmel ve arzulardan arınmış olmayı, hiçbir şey istememeyi, kendi zevkin
uğruna canlı ya da cansız hiçbir şeyi yok etmemeyi başarabilecek misin?”127
Aurelius’a göre, ruh kendi hazlarına yenik düşmediği, kendi hazları
doğrultusunda hareket etmediği ve hazlarına ulaşmak için eylemlerde bulunmadığı
zaman ulaşmak istediği amacına zorlanmadan ulaşabilecektir. Aksi durumda ise, ruh bu
tutkulardan dolayı acı çekecektir. Ruh, doğaya karşı gelmediği zaman ve kendi
arzularından kaynaklanan acılarına yenik düşmediğinde bilinçli bir şekilde sorunlara
çözüm arar ve bundan dolayı da amacına ulaşmasında herhangi bir sıkıntı yaşamaz.
Dolayısıyla bilinçli olarak hareket eden ve kendi özü doğrultusunda eylemlerde bulunan
ruh, doğadaki varlıklara karşı saygılı davranır ve böylece doğadaki hiçbir var olana
zarar vermeyeceği söylenebilir.
“Muhteşem bir yerde ve ılımlı bir iklimde, uyumlu bir toplumun içinde, sana
verilenlerin keyfini çıkarmak için sürekli daha fazla zaman istemekten vazgeçebilecek
misin?”128
Marcus Aurelius, ruhun aşırı isteklerinden vazgeçmesiyle ilgili olarak; ruhun
temel bazı özelliklerini ortaya koyarak bu soruya cevap vermeye çalışır. Ruh doğayla
uyum içinde yaşama, alçakgönüllü olma, doğada var olanlarla birlikte yaşamasını bilme
ve akılcı hareket etme özelliklerine sahiptir. Bu özelliklere sahip olan ruh ne zaman
126 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 156. 127 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 156. 128 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 156.
53
nerede ne yapması ve nasıl davranması gerektiğinin bilincinde hareket eder. Bilinçli
hareket eden ruh ise yaşadığı toplumda sahip olduğu şeylerle yetinmesini bilerek
kendisine verilen zamanı akılcı kullanır. Zamanı akılcı bir şekilde kullanan ve ne zaman
ne yapması gerektiğinin bilincinde olan ruhun ânı (zamansal olarak) iyi
değerlendirebilir.
“Peki, içinde bulunduğun andan ve şu andaki durumundan hoşnut olabilir misin;
gereksindiğin her şeye sahip olduğuna ve bütün bunların Tanrılar tarafından
bahşedildiğine kendini ikna edebilir misin?”129
Aurelius bu koşulun sağlanabilmesi için ruhun Tanrılarla birlikte yaşaması
gerektiğini belirtir. Çünkü Tanrılarla birlikte yaşayan ve her şeyini Tanrılara borçlu
olduğunun bilincinde olan ruhun doğada mutlu bir yaşam sürebileceğini savunur.
Dolayısıyla içinde bulunduğu andan mutlu olabilmesi için insanın akılcı davranması
gerekir. İnsanın doğada diğer var olanlarla birlikte yaşamasını sağlayan şey ise Tanrı
tarafından insana verilmiş olan akıldır. Akıl rehberliğinde eylemlerde bulunan insanın
doğada mutlu olacağı söylenebilir. Akılsal davranan, eylemlerini akılcı bir şekilde
gerçekleştiren ruhun ise bu aklın Tanrı tarafından kendisine verildiğinin bilincinde
olması ve bu şekilde hareket etmesi gerekir.
“Sen ruhum, Tanrılardan ve insanlardan oluşan bir toplulukta, onlarda kusur
aramadan ve karşılığında onlar tarafından yargılanmadan yaşayabilecek misin
acaba?”130
Ruh, hazza ve acıya karşı akılcı davrandığı zaman, toplumda herhangi bir sıkıntı
yaşamaz. Doğaya karşı düşüncesizce hareket etmez, doğa ile uyumlu olur ve doğada var
olanlara saygı gösterir. Bununla birlikte, o, insanlara karşı akılcı davranışlarda bulunup,
insanların düşüncelerine karşı çıkmazsa toplumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacaktır.
Çünkü düşünceli bir şekilde hareket eden ruhun, toplumlarda saygı göreceği ve diğer
var olanlar tarafından yargılanmayacağı söylenebilir. Dolayısıyla düşünceli hareket
eden, amacına doğru akılcı bir şekilde ulaşmaya çalışan, diğer var olanlara saygı
gösteren, bencil davranmayan ve kendi bilincinde olan ruh diğer var olanlarla birlikte
herhangi bir yargılamaya tabi tutulmadan yaşayabilir.
129 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 156. 130 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 156.
54
4. İNSANI MUTSUZ EDEN NEDENLER
Bu bölümde insanların birbirleriyle olan ilişkileri, bu ilişkiler sonucunda doğada
ortaya çıkacak kötü durumlar ve bu durumlar karşısında insanların ne yapması gerektiği
Aurelius'un düşünceleri doğrultusunda açıklamaya çalışılacaktır. Bu bölümde aynı
zamanda, varlıklı olmanın insanlara neler kazandırdığı ya da insanların neleri yitirdiğini,
Tanrı ve Ölüm kavramlarının insanı nasıl etkilediği değerlendirilecektir. Bölümle ilgili
olarak Aurelius’un insanlara neler önerdiği incelenecektir. Bu incelemenin bir kısmında,
Aurelius’un yazım yöntemini takip etmek adına onun sorduğu sorular ele alınıp
Aurelius’un bu sorulara nasıl cevap verdiğine bakılacaktır.
Marcus Aurelius insanların yaşamları boyunca birçok sorunla karşılaştığını ve
bu sorunlar karşında insanın hiç beğenmediği birçok davranışın insan yaşamını
etkilediğini belirmektedir. Aurelius, İnsanları kıran, eleştiren, rencide eden, kandıran vb
birçok sorun yaratan diğer insanlara karşı ne yapılması gerektiğini şöyle açıklar; “Her
yeni güne başlarken, kendine şunu anımsat: ‘Bugün yine, meraklı, nankör, kendini
beğenmiş, hilekâr, kıskanç ve bencil bir sürü insan çıkacak karşıma.’ Onları bu duruma
getiren, iyi ile kötüyü ayırt edemeyecek kadar cahil olmalarıdır.”131 Buradan da
anlaşıldığı üzere böylesi kötü bir durumu yaşayan bir insanın yapması gerektiği şey:
yaşamını bir başkasının yapmış olduğu davranışlar ya da başkasının yapmış olduğu
eylemleri kendi yaşamında önemli bir noktaya koymamasıdır. Dolayısıyla cahil bir
insanın söylemiş olduğu ya da yapmış olduğu eylemleri insanların kendine dert
etmemesi gerektiği söylenebilir. Bu konuya ilişkin Aurelius şöyle der:
Utanmazın biri seni incitirse, hemen şunu sor kendi kendine: “Dünyada utanmazların bulunmaması olanaklı mıdır?” Olanaksızdır. Öyleyse olanaksız olanı isteme; çünkü bu insan da dünyada var olması kaçınılmaz olan utanmazlardan biridir. Bu düşünceyi, bir hırsızla, bir hainle, ya da başka bir kötü insanla karşılaştığında da aklında tut, çünkü bu tür insanların var olmamalarının olanaksızlığını anımsar anımsamaz, onlara daha kolay katlanırsın.132
Aurelius'un düşüncesinde açıkça öneriyor olduğu şey bu durum karşında
insanların akıllı davranıp hayatlarını akılcı şekilde sürdürmesidir. Çünkü insan doğadaki
diğer insanların bu davranışları karşında ne yapması gerektiği bilincini taşımazsa diğer
insanların yaptığı bu eylemlerden etkilenip akıllıca olmayan hareketlerde bulunur ve bu
131 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 105. 132 Aurelius, Düşünceler, s. 131.
55
durum insanın mutsuzluğuna yol açabilir. İnsanın böylesi durumlar karşında yapması
gerekenleri Aurelius şöyle açıklamaktadır: “Öncelikle insanları ikna etmeye çalış; ama
adaletin ilkeleri sana doğru yolu gösteriyorsa, insanlar ne düşünürse düşünsün,
gerektiğinde onların isteklerine karşı bile hareket etmek zorundasın.”133 Bu durumun
dışında sana haksızlık eden, seninle hiç bağlantısı olmayan şeyler senin için
söylendiğinde ya da senin gerçekleştirmemiş olduğun birçok şeyi senin yaptığını
söylese ya da
biri seni suçlar, senden nefret eder ya da birileri seni incitecek şeyler söylerse, ruhlarına yakından bak, ne tür insanlar olduklarını gör. Senin hakkında şöyle ya da böyle bir fikir oluşturacakları için kendine eziyet etmene değmediğini anlayacaksın o zaman. Gene de, onlara iyi niyet göstermelisin; çünkü doğal olarak senin arkadaşlarındır onlar.134
Burada Aurelius bu olumsuz davranışlar karşısında insanın nasıl davranması
gerektiğini vurgulamaktadır. Ayrıca Aurelius bu eylemleri yapan insanların en yakın
arkadaşımız olabileceğini de göz ardı etmeden olayları yorumlamak gerektiği vurgular.
Böylesi durumlarda insanların yapması gereken şey, akılcı davranarak bu tür insanların
doğada yaşadığını bilerek eylemlerini gerçekleştirmesidir. Bu doğrultuda Aurelius
insanlara şu öneride bulunur:
Sana sıkıntı veren yüzeysel şeylerden kendini kurtarmaya gücün yeter; çünkü bunlar yalnızca senin imgeleminde vardır; o zaman tüm evreni kucaklamak, öncesiz sonrasız zamanı kavramak, her şeyin hızla dönüşümünü ve doğumla ölüm arasındaki mesafenin ne denli kısa, doğumdan önceki zamanın ne denli uzun olduğunu, ölümün ardından gelecek zamanın da nasıl eşit ölçüde sınırsız olacağını kavramak için geniş bir yer açacaksın kendine.135
Buradan da şu açıkça anlaşılıyor ki insanlar bu kötü durumdan kurtulmak için
bir güce sahiptir. İnsandaki bu güç onu bu tür olumsuz davranışlardan uzaklaştıracaktır.
Burada dikkat edilmesi gerekilen nokta, insanın akıllı davranarak bu kötü durumlara
çözüm üretmesidir. Çünkü insandaki bu güç insana dünyayı algılama ve anlama yetisi
vermektedir.
Dünyayı anlayabilen insan diğer insanların yapmış olduğu bu eylemleri
anlayabilir ve yaşam tarzını bu koşullardan bağımsız olarak değerlendirir. Akılcı bir
şekilde eylemde bulunan insana Aurelius şu tavsiyede bulunur. “Biri sana saldırdığı
133 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 105. 134 Aurelius, Düşünceler, s. 127. 135 Aurelius, Düşünceler, s. 129.
56
zaman dur ve öncelikle nasıl bir iyi - kötü anlayışına sahip olduğunu düşün. Çünkü
bunu kavradığın zaman, onlara şaşmak ya da kızmak yerine, onlara acıyacaksın.”136
Dolayısıyla insanları anlamaya çalışan kişi kendisine karşı yapılan bir eylem karşısında
hemen saldırıda bulunmayacağı söylenebilir. Çünkü insanların anlayışlarını, insanların
hayata dair bilgilerini ve yaşam koşulları karşında insanların yaptığı eylemlerin iyi mi
kötü mü olduğunu anlamaya çalışması, eylemi yapan insanı tanıma açısından son derece
önemlidir. İnsanların yapmış oldukları eylemleri niçin yaptıkları ve insanın bu eylemi
gerçekleştiren insanları anlamasına dair Aurelius’un şunu söyler:
Birisi sana bir haksızlık ederse, hangi iyi ve kötü kavramının ona bunu yaptırdığını düşün hemen. Böyle düşünürsen, ona acırsın, artık ne şaşkınlık duyarsın, ne öfke. Çünkü ya onunla aynı iyi kavramına sahipsindir, ya da benzer bir kavramına; o zaman onu bağışlamak zorunda kalırsın, çünkü benzer koşullarda sen de onunla aynı biçimde davranırsın. Ama onunla artık aynı iyi ve kötü kavramına sahip değilsen, şeylerin çarpıtılmış görülerine sahip olan kişiye hoşgörü göstermen daha kolay olacaktır.137
Aurelius'un belirttiği bu görüşe sahip olanın insanın diğer insanları anlaması son
derece kolay olabilir. Aurelius bir başkası tarafından yapılan kötü bir eylem karşısında
hemen kötü bir sorgulamaya girişilmemesi gerektiği düşüncesini taşımaktır. Böyle bir
durumla karşılaşıldığında yapılması gerekilen şeyin bu durumu ortaya çıkaran nedenleri
anlamaya çalışmak gerektiği belirterek eylemi yapan kişin neden bunu yaptığını
sorgulamak gerektiği önemli olduğunu düşüncelerinde dile getirmektedir. Bu şekilde
hareket eden kişi insanların yapmış olduğu eylemleri anlayamaya çalışır ve bu
eylemlerden ders çıkararak davranışlarını bu doğrultuda gerçekleştirir. Dolayısıyla
böyle bir durumda insanın yapmış olduğu eylemlerin kendi hayatına yön verdiği açık
bir şekilde söylenebilir. Çünkü “[y]anlış yapanlar kendilerine kötülük eder. Adaletsiz
davrananlar, kendilerine haksızlık etmiş olur, kendi doğalarına zarar verir ve kendilerini
kötü yapar.”138 Buradan da şu anlaşılıyor ki eylemde bulunan insanlar kendi kaderlerini
çizmiş oluyorlar. Kendi yaptıkları eylemlerin sonuçlarına katlanırlar. Buradan hareketle
de şu söylenebilir; eylemde bulunacak kişi akıllıca davranırsa doğaya uygun hareket
eder ve mutlu olur; eylemlerini akıllı yapmayan kişinin ise doğada mutlu olamayacağı
söylenebilir. İnsanların yapmış oldukları eylemlerde insanlara hakaret etme, kızma,
136 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 113. 137 Aurelius, Düşünceler, s. 100. 138 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 117.
57
yanlış yaptıklarını yüzlerine vurma yerine akılcı davranan insanın yapması gereken şey
o insanları anlayarak onları akılcı eylemlere yönlendirmek olmalıdır.
İnsanların, kendileri için hem yararlı hem de uygun gibi görüneni elde etmesini engellemek ne kadar da zalimcedir! Ve, bir anlamda bunu, onların yanlışlarına kızdığın zaman yaparsın. Çünkü hiç kuşkun olmasın, insanlar kendileri için uygun ve kazançlı olacağına inandıkları şeylere yönelir. “Ama bu yanlıştır. “ Öyleyse, bu denli öfke duymak yerine, onlara doğru olanı öğretmeli ve doğru yolu göstermelisin.139
Buradan da şu anlıyor ki insanlar kendisi için iyi olduğunu düşündüğü şeylere
yönelirler. Bu yönelme sırasında insanlar birçok hata yapabilir. Aurelius böyle bir
durumda akılcı insanın yapması gerektiği şeyi davranışı gerçekleştiren insanları
anlaması ve onlara karşı her hangi bir öfke ve gerilimle yaklaşmaması gerektiğini
belirtir. Öfke ve gerilimle ilgili olarak insanlara şöyle der:
Birisinin hatasına öfkelendiğinde derhal kendine bak ve kendinin de nasıl hata yaptığını düşün; örneğin iyinin paraya ya da hazza ya da bir parça şöhrete eşdeğer olduğunu düşünmen gibi. Bunun bilincine vardığında, özellikle de seni öf-kelendiren kişinin gergin olduğunu ve yapabileceği pek başka bir şey olmadığını ayrımsadığında, öfkeni hemen unutursun. Ve eğer bir yolunu bulabilirsen, karşındaki insanın gerginliğini gidermelisin.140
Aurelius’un düşüncesinde başka insanların eylemlerinin insanı öfkeye
götürebildiği açıkça görülmektedir. Dolayısıyla bir başkasının her türlü eylemde
bulunabilme durumu söz konudur. Başkalarının yapmış olduğu bu eylemler karşısında
akılcı davranan insanın bu durumu anlaması ve buna göre eylemlerde bulunması
gerekir. Çünkü başka insanların eylemlerini anlamayan akılcı varlık diğer insanların
eylemlerine kızarak bu eylemlerden dolayı öfkelenir. Öfkelenen insanın doğru eylemde
bulunamayacağı söylenebilir. Öfke ile ilgili Aurelius şöyle der:
Öfkeye kapılıyorsan, her şeyin evrensel Doğa'nın istediği biçimde olup bittiğini ve başka birisinin yaptığı aptallığın seninle hiçbir ilgisi olmadığını unutuyorsun demektir. Her zaman, her yerde bir şeylerin olduğunu, geçmişte de olmuş olduğunu ve gelecekte de tıpkı böyle olacağını unutuyorsun.141
Görüldüğü gibi Aurelius insanların öfkelenmesi sonucunda hatalar yaptığını
belirtiyor. Çünkü öfkeye kapılan kişi eylemlerini akılcı yapmaktan ziyade öfkesi
doğrultusunda gerçekleştirerek doğaya aykırı davranmış olur. Böyle bir durumda
139 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 112. 140 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 114. 141 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 115.
58
insanın diğer insanları anlaması, diğer insanların her türlü eylemde bulunma ihtimallerin
olduğunun farkında olmaz. Dolayıyla eylemlerini öfkesine yenik düşmeden
gerçekleştiren insan diğer insanların yapmış oldukları yanlışlar konusunda onları
uyarabilir ve onlara yardım edebilir. Çünkü akıllı insan diğer insanları doğru eylemlere
yönlendirirken insanları anlayarak, severek bu eylemi gerçekleştirir. Aurelius “Bize
hatalı davrananları bile sevebilmek yalnızca insana özgü bir karakterdir. Bu sevgi,
cehaletleri yüzünden körü körüne yanlış yapanların bile aslında seninle kardeş olduğunu
ayrımsadığında ortaya çıkar der.”142 İnsanın kendisine yapılan hataları anlayabilmesi ve
bu hatalara karşı duyarlı davranabilmesi insani bir özelliktir. Aurelius, yanılgılara
düşmüş insanlara her zaman yardımcı olmak gerektiğini belirterek “İnsanlar birbirleri
için dünyaya gelmişlerdir. Bu nedenle onları eğit ya da katlan onlara,” diyerek
düşüncelerini açıklamıştır.143 Aurelius insanlara yardım etme konusunda şu yöntemi
uygulamayı tavsiye eder; “Her insanın yönetici ilkesinin derinliklerine gir, her insanın
da senin yönetici ilkenin derinliklerine girmesine izin ver.”144 Aurelius'un düşünceleri
doğrultusunda hareket edildiğinde insanlara yardım etmenin daha kolay olacağı
söylenebilir.
Bu yöntemle birlikte hem insanların bizi tanımasına izin vermiş olur hem de
diğer insanları anlayarak onlara yardım eder ve onların yanlış yollara girmesine engel
olabiliriz. Çünkü doğada insanın sevmediği, anlayamadığı, anlamak istemediği birçok
eylem gerçekleşmektedir. Akıllı davranan insan her ne kadar yapılan bu yanlışları
görmek istemese de bunların doğada var olduğunu Aurelius düşüncelerinde dile
getirmektedir.
Bu dünyadan yalanı, ikiyüzlülüğü, uçarılığı, kendini beğenmişliği hiç tatmadan ayrılmak kuşkusuz en bilgece şey olurdu; en azından, son soluğunu bunlardan tiksinmiş olarak vermek, şanssız bir deniz yolculuğundan sonra acil manevra yapmak gibidir. Yoksa kötülüklerine bağlı kalmayı mı yeğliyorsun, deneyimin seni bu beladan kaçmaya razı etmedi mi hala? Çünkü zihnin bozulması, bizi kuşatan havanın bozulmasından, kirlenmesinden daha ciddi bir vebadır. O veba salt hayvanları etkiler, bu ise insanlığımızı ortadan kaldırır.145
Bu pasajda görüldüğü üzere, insanların yapmış olduğu yanlış eylemler,
gerçekleştirmiş oldukları akıllı olmayan işler akıllı varlığın hiç görmek istemediği
142 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 118. 143 Aurelius, Düşünceler, s. 119. 144 Aurelius, Düşünceler, s. 119. 145 Aurelius, Düşünceler, s. 123.
59
şeylerdir. Ancak Aurelius doğada var olan bütün varlıkların bunu gerçekleştiremediğini
doğa içinde görmek istemediğimiz birçok eylemin doğada var olduğunu söyler.
Dolayısıyla doğada başka insanların yapmış olduğu eylemlerde akıllı varlığın yapması
gereken şey bu insanları anlayarak bu tür şeylerin doğada var olduğu bilinci taşıyarak
yaşamını sürdürmesidir. Ayrıca Aurelius insanların diğer insanlara yapmış olduğu
yardımlarda herhangi bir beklenti içinde olmaması gerektiği dile getirir ve beklentiler
için şöyle der: “Hem bir başkasının yararlandığı hem de iyi olan bir iş yaptığında, neden
budalaların yaptığı gibi üçüncü bir ödül bekliyorsun; iyi bir iş yaptığın için neden övgü
ya da ona karşılık sana da bir iyilik yapılmasını bekliyorsun?”146 Buradan da açıkça
anlaşılıyor ki Aurelius doğada yapılacak eylemlerde ve diğer insanlar için yapılacak
yardımlardan sonra herhangi bir beklenti içinde olmamak gerektiğini vurgulamaktadır.
Dolayısıyla bir beklenti içinde olmamak gerektiğini vurgulayan Aurelius varlıklı olma
durumuna ilişkin düşünceleri şöyle belirtir.
Aurelius insanların sahip olduğu şeylerin yitip gittiğini, doğada var olan şeylerin
değiştiği gibi insanların sahip olduğu şeylerinde değiştiğini bundan dolayı da insanların
sahip olduğu mevki, konum, mal vb şeylerden dolayı kendini diğer var olanlardan üstün
görememesi gerektiğini vurgulamaktadır. Çünkü var olan her şeydeki değişim gibi mal
ve mülkünde bir gün yok olup gideceğini belirtmektedir. Dolayısıyla insanın sahip
olduğu şeylerden dolayı gururlanmaması diğer insanları küçük görmemesi gerektiği
söylenebilir.
Varolan ve doğan her şeyin nasıl hızla geçtiğini, yok olup gittiğini düşün sık sık. Çünkü madde durmadan akan bir ırmağa benzer, etkinlikleri sürekli dönüşüme uğrar, değişkeleri sonsuzdur, hemen hemen hiçbir şey dural değildir, elini uzatsan tutabileceğin kadar sana yakın olan şey bile. Geçmişin ve geleceğin, içinde her şeyin yok olup gittiği sınırsız uçurumunu düşün. Öyleyse, bütün bunların ortasında gurura kapılmak, çırpınmak, yakınmak aptallık değil midir, sıkıntılarımız uzun bir zaman sürmeye yazgılıymış gibi.147
Aurelius’un düşüncesinde de anlaşılmaktadır ki insanın her şeyin değiştiğinin
farkında olması gereklidir. Ona göre, insan bu değişimi bilerek yaşadığı sürece bu
doğrultuda eylemlerde bulunmalıdır. Doğada eylemde bulunacak insanın
gerçekleştireceği ya da ulaşmış olduğu hedeflerin zaman içinde değişeceği bilinci
taşıması gerektiği söylenebilir. Bunun için insan doğadaki var olanlara karşı yapacağı
146 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 116. 147 Aurelius, Düşünceler, s. 78.
60
ya da doğadaki diğer var olanların yapacağı eylemlerde akılcı davranarak, zamanın
bilincinde olarak, bunların değişeceğini bilerek yaşamını sürdürmesi gerektiği
söylenebilir. Aurelius zamanın değişimi ve yok oluşuna ilişkin şöyle der,
Bütün bunları ne zamandır ertelediğini ve kaç kez Tanrılardan yeni kayralar almana karşın onlardan yararlanmadığını anımsa. Nasıl bir evrenin parçası, dünyayı yöneten hangi varlığın türemesi olduğunun; sana ödünç verilen zamanın sınırlılığının, onu zihninin sislerini dağıtmak için kullanmadıkça, bu sınırlı zamanın yokolup gideceğinin, senin de yok olup gideceğinin ve o zamanın bir daha eline geçmeyeceğinin bilincine varmanın vakti geldi, geçiyor.148
Buradan anlaşılıyor ki zaman için birçok şeyin yok olup gittiği ve bundan dolayı
da insanın içinde yaşadığı zamanın değer bilmesi gerektiği söylenebilir. Dolayısıyla
insan sahip olduğu şeylerin yok olabileceğini aklından çıkarmamalıdır. Bu yok olma
durumunu bilen bir insan ise sahip olduğu şeylerin geçici şeyler olduğunu bilerek
yaşamını bu doğrultuda yönlendirmelidir. Bu yönlendirmeleri yapabilen insan şu an
sahip olduğu her şeyin değişeceğini bildiği için şan, şöhret, bulunduğu yer, sahip olduğu
konumunda yok olacağı ve değişimin sürekli olduğu bilincinde olur. Aurelius var olan
değişimle ilgili şöyle der,
Bir zamanlar güncel olan sözler ve bir zamanlar meşhur olan adlar şimdi eskimiş ve unutulmuştur. Çünkü her şey, kısa süre içinde bir masal olur ve tümü de, bir daha anımsanmamak üzere geçmişe gömülür. Ve bu son, yaşadıkları sürece yıldız misali parlayanlar için bile kaçınılmazdır. Çünkü pek çoğumuz son nefesimizi verir vermez unutulur gideriz, arkamızdan bizim hakkımızda konuşan bile olmaz. Öy-leyse kalıcı şöhret nedir? Koskoca bir hiç. Öyleyse kendimizi neyle meşgul etmemiz gerekir? Yalnızca şununla: Doğru düşünceler, özverili eylemler ve asla yalan olmayan sözler. Bundan başka, olan biten her şeyin gerekli ve olağan olduğunu ve aynı yaratıcı kaynaktan doğduğunu tereddütsüz kabullenen bir yaklaşım edinebilmeliyiz.149
Bu metindeki düşüncede, doğada var olan her şeyin değişip yok olduğu açıkça
görülebilmektedir. Dolayısıyla insan yaşadığı doğada bu var olanların değişip yok
olduğu olgusunu aklından çıkarmamalıdır. Bu sürecin farkında olan insan toplum içinde
yaşamını söz konusu süreci göz ardı etmeden aklını kullanarak yaşamını sürdürmelidir.
Bu noktadan hareketle de şu söylenebilir; yaşamış olduğumuz doğada toplumsal
değerleri göz ardı etmeden, yapılacak eylemleri bilinçli bir şekilde gerçekleştirmek
gereklidir. Bu eylemleri gerçekleştirirken sadece kendimizi değil aynı zamanda içinde
yaşamış olduğumuz başka bir deyişle bir ferdi olduğumuz toplumu da düşünmeliyiz.
148 Aurelius, Düşünceler, s. 41. 149 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 177.
61
Aurelius toplum içinde yaşayan insan için şöyle der, “Toplumsal bir sistem içinde, onu
tamamlayan bir unsur olduğuna göre, her eylemin, toplumsal yaşamın uyumuna katkıda
bulunmalıdır. Doğrudan ya da dolaylı biçimde bu toplumsal hedefe uymayan her eylem,
yaşamını aksatır ve senin bütünlüğünü bozar.” 150 Görüldüğü gibi insan toplum içinde
gerçekleştireceği eylemlere dikkat etmelidir. Çünkü insanın yapacağı her eylem,
gerçekleştirmek istediği her hedefe doğru çalışma yaparken kendisiyle birlikte içinde
yaşamış olduğu toplum da etkilenmektedir. Dolayısıyla yapılacak eylemler toplumsal
gerçekleri göz ardı etmeden toplumun bilincinde olarak insanlara yardım edilmesi
gerektiği söylenebilir. Aurelius “Okumak için zamanın olmayabilir; ama kibrine hakim
olmak için; hazzın ve acın üstesinden gelmek için zamanın var; şöhret sevdasını alt
etmek için; budala ve nankör insanlar karşısında öfkeye kapılmamak, hatta onlara yol
göstermek için zamanın var.” 151 Ancak burada dikkat edilmesi gerekilen nokta diğer
insanlara yol gösterirken duygularına hakim olunmasıdır. Kendi duygularına yenik
düşmeyen, öfkesine kapılarak eylemlerde bulunmayan, diğer insanların doğru eylemler
yapması için çalışan insan “Yalnızca evrensel düzenin ona ayırdığından hoşnut olmakla
kalmayıp aynı zamanda adalete uygun ve iyilikle davranmaktan doyum sağlayan dürüst
bir insan gibi yaşamaya çalışır.”152 Bu şekilde doğaya uygun bir yaşam sürdüren,
eylemlerinde akılcı davranan, diğer insanları anlayan ve diğer insanları doğruya
yönlendiren kişi yapacağı eylemlerde kendini kontrol edebileceği söylenebilir. Aurelius
bu konuya ilişkin şöyle der: “Fantezilerinden kurtul; arzunu kontrol et; doymak bilmez
iştahını bastır; egemen kişiliğinin gücünü korumasını sağla.”153 Bunları sağladıktan
sonra insanlara yardım etmek oldukça kolay hale gelecektir. Böylece duygularına
egemen insan mutlu bir yaşam sürdürür ve ayrıca yaşamı için istekleri bu doğrultuda
olacaktır. Her şeyi isteyen bir olmaktan ziyade yaşamı için istekleri makul seviyede olan
başka bir deyişle yaşamı için istekleri ölçülü olacaktır. Ölçülü bir yaşam için Aurelius
şöyle der:
Sahip olamadıkların için üzülme, onun yerine sahip olduğun değerleri düşün. Sahip olduğun bu nimetler içinde en iyilerini ele al ve eğer şu anda senin olmamış olsalardı onları ne kadar büyük bir istekle elde etmek isteyeceğini düşün. Ancak bu arada, sahip olma hazzının etkisiyle onlara gereğinden fazla değer vermemeye
150 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 113. 151 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 117. 152 Aurelius, Düşünceler, s. 63. 153 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 143.
62
dikkat et, çünkü onları yitirdiğin zaman, zihninin huzuru da alt üst olacaktır.154
Aurelius’un da düşüncesinde belirttiği gibi insanlar yaşamları için istekte
bulunurken sahip olduğu şeyleri dikkate almalı ve hazlarının peşinden koşarken
elindekilerin değerini unutmamalıdır. Çünkü sahip olduğu şeylere sahip olunmadan
onlara ne kadar çok ulaşmak istediğini hatırlaması gereklidir. Ayrıca Aurelius doğadaki
değişimlere dikkat çekerek insanın ulaşmak istedikleri değerler uğrana kendi huzurunu
kaçırmaması gerektiğini vurgulamaktadır. Dolayısıyla bir insan öncelikle sahip
olduklarının değerini bilerek yaşamını sürdürmesi gerektiği ve bunun dışında doğada ki
şeylerin değiştiği bilincinden çıkarmaması gerektiği söylenebilir. Değişim için Aurelius
şöyle der:
Her şeyin dönüşüm yoluyla ortaya çıktığını sürekli olarak gözlemle ve evrensel doğanın, hiçbir şeyi, varolan şeyleri dönüştürmek ve onların yerine yenilerini yaratmaktan daha çok sevmediğini düşünmeye alıştır kendini. Gerçekten de, her varlık belli bir anlamda ondan doğacak şeyin tohumudur, oysa senin düşünüş biçimine göre, biricik tohumlar toprağa ya da dölyatağına serpilenlerdir.155
Buradan anlaşılmaktadır ki doğa içinde bir dönüşüm söz konudur. Evrensel
doğadaki bu dönüşümün doğadaki var olan her şeyi değiştirebildiği söylenebilir.
Dolayısıyla insanların bu dönüşümün farkında olması ve bu dönüşümü göz ardı
etmeden yaşamlarını sürdürmeleri gerektiği söylenebilir. Dönüşüm ve değişimin
farkında olan insana Aurelius şu öneride bulunur: “Varolan şeyler arasından en hoşuna
gidenleri seç, eğer olmasalardı, onları nasıl isteyeceğini düşün. Ama sahip olmaktan
mutluluk duyduğun şeyleri aşırı değerlendirmemeye alıştır kendini; yoksa bir gün onları
yitirirsen sarsılırsın.”156 Böylesi durumların ortaya çıkmasıyla birlikte insanın doğada
mutlu olamayacağı ve doğadaki diğer insanlara yardım edemeyeceği söylenebilir.
Aurelius’un bu düşüncelerinden sonra Tanrı ve Ölüm kavramına geçebiliriz.
Aurelius doğada bir düzenin var olduğunu ve var olanlar arasında sistemi
yönetenin Tanrı olduğunu belirtir. Tanrı tüm varlıkların en üstün olanı ve bu varlıkları
yönetme gücüne sahip varlıktır. Dolayısıyla evrende yaşayan insanın Tanrının bu
gücünün farkında olması ve eylemleri bu doğrultuda yapması durumunda doğa ile
uyumlu bir yaşam sürdürerek mutlu olur. Bundan dolayı da Aurelius insanın evrendeki
154 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 235. 155 Aurelius, Düşünceler, s. 65. 156 Aurelius, Düşünceler, s. 100.
63
Tanrıya saygı duyması gerektiğini belirtir. “Evrendeki en büyük güce saygı duy,” der
Aurelius “her şeyden yararlanan ve her şeyi yöneten güce. Aynı biçimde, içindeki,
onunla aynı doğaya sahip en yüce güce de saygı duy: bu güç, ötekiyle aynı doğaya
sahiptir. Çünkü içindeki bu güç de her şeyden yararlanır, yaşamını yöneten odur.”157
Yaşamı yöneten bir gücün farkında olan insan eylemleri bu çerçevede
gerçekleştirmelidir. Doğada var olan bu sistemin dışına çıkması insanı yanlışlara
sürükler. Dolayısıyla insanın yapması gereken şey Tanrının gücünü bilerek yaşamını bu
şekilde yönlendirmesidir. Başka bir deyişle eylemde bulunacak insanın Tanrının
yolundan yürümesi doğadaki uyumu yakalaması anlamına geldiği söylenebilir.
Bu noktadan hareketle Aurelius “basitliğinden, kendine duyduğun saygıdan,
erdemle erdemsizlik arası şeylere ilgisiz kalmaktan ötürü memnun ol. İnsan soyunu sev.
Tanrıyı izle. ‘Her şeyi yasa yönetir, ama gerçekte varolan yalnızca atomlardır’ diyor
bilge. Ama ‘her şeyin yasa tarafından yönetildiğini’ anımsamak yeter, der”158 Her
şeyin belirli bir sistem içinde var olduğu doğada insanın bu yasalar çevresinde yaşamını
sürdürmesi gereklidir. Çünkü bu yasalara bilen insan, doğada yapması gerekenleri
bilinçli bir şekilde gerçekleştirme olanağına sahip olabileceği söylenebilir.
Ayrıca insanın doğadaki eylemlerini bilinçli olarak gerçekleştirmesi diğer
insanların doğada yaptığı yanlış eylemleri düzeltme şansına da sahip olur. İnsanın
yapmış olduğu yanlış eylemler için Aurelius şöyle der:
Elinden gelirse, yanlışlarını düzelt onların; ama bunu yapamazsan da, sevecenliğin sana bunun için bağışlandığını anımsa. Tanrıların kendileri de böyle insanlara karşı sevecendirler, hatta onların sağlık, servet, ün gibi belli amaçlara ulaşmalarına yardım eder. Sen de aynı şeyi yapabilirsin; yapamazsan, söyle bana: kim engelliyor seni? 159
Aurelius’un düşüncesinde anlaşılıyor ki yapılan eylemlerin yanlışlığı insanı
üzüntüye sevk etmemelidir. Çünkü Tanrı bu yanlışları yapan insanlara karşı kötümser
davranmıyor. Dolayısıyla insanın yapmak istediği eylemleri gerçekleştirmesine
kimsenin engel olmadığını, bu eylemleri gerçekleştirirken korkmasına gerek olmadığı
söylenebilir. Çünkü “yakında öleceksin, ama sen hala yalın, dingin, dış olayların sana
zarar verebilecekleri kuşkusundan uzak değilsin, ne de hala bilgeliğin, yalnızca dürüst
157 Aurelius, Düşünceler, s. 78. 158 Aurelius, Düşünceler, s. 100. 159 Aurelius, Düşünceler, s. 125.
64
davranmakta yattığına inanıyorsun.” 160 Bu tarz bir düşünce seni doğruluktan
uzaklaştırır. İnsan yaşamı için yapmak istediği eylemleri gerçekleştirmek istediğinde
yanlış yapmaktan korkmamalı ve diğer varlıkların kendisine zarar vereceği
düşüncesinden dolayı hayatı için eylemlerinden uzaklaşmaması gerektiği söylenebilir.
Yaşamını düşünerek eylemde bulunan insan için başka bir deyişle yaşamını kurtarmak
adına eylem yapan insanlara Aurelius şunları önerir:
Yalnızca şunu düşün dostum, saf bir ruh ve erdemden başka, senin yaşamını kurtaracak ve korunması gereken neler olabilir? Sanırım, uzun yaşama saplantısından artık kurtulmalı ve bu yaşamı sevmekten vazgeçmeliyiz, bunun yerine bu sevgiyi, kimsenin yazgıdan kaçamayacağı inancıyla Tanrı’ya adamak ve bunu aklımızdan çıkarmadan, geriye kalan süre içinde mümkün olan en iyi yaşamı nasıl sürebileceğimizi düşünmeliyiz.161
Buradan da anlaşılmaktadır ki uzun yaşamının insan için önemli olmadığı,
önemli olan yaşadığın dönemde yapmış olduğun eylemlerin kendisidir. Bu eylemler
sırasında izlemiş olduğun yol, Tanrıya olan bağlılığın ve Tanrısal yoldan ilerleyip
ilerlemediğindir. Bu yoldan ilerlediğinde dünyadaki malı mülkü düşünmene gerek
kalmayacaktır. Çünkü bu dünyada neye sahip olursan ol öldüğünde bunların hiçbir
önemi olmayacaktır. Buradan hareketle de insanın ölüm gerçeğinin doğada var olduğu
bilinci taşıması, uzun ya da kısa sürede yaşamanın çokta önemli olmadığını bilmesi
gereklidir.
Tanrılardan biri sana yarın ya da en geç öbür gün öleceğini söylerse, o günün yarın ya da öbür gün olması senin için çok önemli değildir, eşi bulunmaz bir ödlek değilsen; hem sonra, arada çok mu büyük bir fark var? Bunun gibi, birçok uzun yıllardan sonra mı, yoksa yarın mı öleceğinin önemli olduğunu sanma.162
Aurelius’un düşüncesinden anlaşıldığı gibi ölümün bu gün ya da başka bir gün
olması hiç fark etmez. Dolayısıyla insanların ölümde herhangi bir farklılığın olmadığı
bilinci taşıması gerektiği söylenebilir. Ölümde bir farklılığın olmadığını bilen insanın
ölümden korkmasına gerek olmadığı gibi insanların ölümle yüzleşmesi gerektiği
söylenebilir. Çünkü ölümle yüzleşen insanlar, ölümde ayrımın söz konusu olmadığını
fark eder.
160 Aurelius, Düşünceler, s. 65. 161 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 205. 162 Aurelius, Düşünceler, s. 67.
65
Ölüm korkusu yaşayan bir insan “ya bütün bilincin toptan yitiminden ya da
ortaya çıkacak yeni duyuların kendini kuşatmasından korkuyordur. Eğer bilincin orta-
dan kalkıyorsa, zaten hiç bir acı duymazsın ve eğer yeni duyular ediniyorsan başka tür
bir canlı haline geliyor ve yaşamayı sürdürüyorsun demektir.”163 Dolayısıyla insanların
söz konusu duruma düşmemesi için insanların insansal özelliklerin dışına çıkıp başka
bir canlı haline gelememesi için insanların ölümden korkmaması gerektiği söylenebilir.
Ölümle yüzleşen insanlar, ölümün herkes için var olduğu bilincini taşıyarak
ölümün bütün insanlar için bir eşitlik olduğunu fark edeceklerdir. Ölüm bütün
insanların kaçamayacağı bir eşitliktir der Aurelius “Ölüm, Büyük İskender’i ve onun
seyisini eşitledi; ikisi de ya Evren’in yaşam dağıtan ilkeleri tarafından geri alındı ya da
her ikisi de tıpatıp aynı biçimde evrendeki atomlar arasına dağıldı.”164 Buradan da
açıkça görülmektedir ki ölüm insanlar arasında herhangi bir statüye göre gerçekleşmez.
Ölüm herkes için aynı ve ölen insanlar arasında bir farklılık söz konusu değildir.
Dolayısıyla ölümü düşünen insanın farkında olması gereken nokta bu dünyada sahip
olunan mal, şöhret, statü vb değerlerin hiçbirinin önemli olmadığı açık bir şekilde dile
getirilebilir. Bu noktadan hareketle Aurelius insanlara şunu der:
Ölümü küçümseme, seve seve karşıla onu, çünkü o da doğanın istediği şeylerden biridir. Tıpkı gençlilik ve yaşlılık, büyüme ve olgunlaşma, dişlerin ve sakalın çıkması, saçların ağarması, döllenme, gebelik, doğum ve yaşamın mevsimlerinin getirdiği bütün öteki doğal işlevler gibi, çözülüp dağılmamız da böyledir. Öyleyse, us yürüten insana özgü olan; ölüm karşısında ne yüzeysel, ne düşman, ne öfkeli olmak, onu yaşamın doğal olgularından biri olarak beklemektir; doğmamış çocuğunun karının dölyatağından çıkacağı anı nasıl bekliyorsan, ruhunun bedensel kabuğundan çıkacağı ana da öyle hazırla kendini. Bundan başka, beylik, ama yüreği yatıştıran bir kural istiyorsan; ölüm karşısında durup ardında bırakacağın maddesel nesneleri ve ruhunun artık hiç bulaşmayacağı alışkanlıkları düşünmek, seni tam anlamıyla dingin kılacaktır. Çünkü her ne kadar bu tür insanlardan etkilenmemen, tersine onlara özen göstermen, sabırla katlanman gerekiyorsa da; ölümün seni, seninle aynı fikirleri paylaşan insanlardan ayırmayacağını hiç unutmamalısın. Gerçekten de, tek başına bu düşünce seni yeniden yaşama bağlayabilir: senin ilkelerini benimsemiş insanlarla birlikte yaşama olanağı sağlayabilir sana. Oysa, ortak bir yaşamı uyumsuzluk içinde yaşamanın ne denli bezdirici olduğunu, bunun seni, “Çabuk gel, ey ölüm, yoksa ben de kendimi yitirebilirim,” diye bağıracak noktaya getireceğini düşün.165
163 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 175. 164 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 187. 165 Aurelius, Düşünceler, s. 123.
66
Aurelius’un düşüncesinden de açıkça anlaşılmaktadır ki insanlar için ölüm bir
korku nedeni olmamalıdır. Ölüm doğa için diğer var olan değerler gibi bir yapıya sahip
ve de doğal düzenin devamı için gereklidir. Bunun için insanların ölümün doğal bir şey
olduğunu bilmesi ve ölüme olan bakış açılarının bu şekilde olması gerektiği
söylenebilir. Ölümü doğal olarak karşılayan insanlar ölümden korkmadan eylemlerini
yapar ve yapmış olduğu eylemleri ölüm kaygısı taşımadan doğada var olan ölüm
kavramının doğal sürecin içinde yer aldığı bilincinde olurlar. Bu bilinci taşıyan insanlar
ölümün doğa ile uyum için gerekli olduğunu bilirler.
Ölümü küçümsemeye yardımcı olacak, basit ama gene de etkin bir yol, yaşama sıkı sıkı tutunanları usundan geçirmektir. Vaktinden önce ölenlere göre daha fazla ne elde etmişlerdir? Onlar da toprağın altında yatıyorlar: Caedicanus, Fabius, Julianus, Lepidus, onlar gibi daha niceleri, birçoklarına mezara dek eşlik ettikten sonra, sıraları gelince onlara da eşlik edildi. Özetle, aradaki fark çok küçüktür; nice dertler arasında, hangi arkadaşlarla, hangi zavallı bedende sürüklüyoruz yaşamlarımızı! Pek de önem verme buna! Ardındaki zaman uçurumuna, önünde uzanan sonsuzluğa bak: bir bebeğin üç gün süren yaşamıyla, Nestor’un üç kuşak süren yaşamı arasında ne fark var? 166
Buradan da anlaşıldığı gibi ölüm bütün insanlar için eşit ve insanlar arasında
hiçbir ayırım gözetmeyen bir yolla, herkes için aynı şekilde işlemektedir. Bu nedenle,
akıllı varlık, ölümün insanlar arasında farklılık gözetmediği bilincini taşıyarak yaşamını
sürdürmelidir. Bu bilinçte yaşamını sürdüren bir insan ise ölümü bir korku olmaktan
çıkarır ve eylemlerini ölüm korkusu olmadan gerçekleştirir. Ancak ölümden korkan ve
bilincini bu şekilde yönlendiren biri ise yaşamında mutlu olmaz. Aurelius göre
“ölümden korkan; ya bilincin yitmesinden ya da onun değişmesinden korkar. Ama eğer
bilinç artık yoksa hiçbir kötülüğün bilincine varmazsın; eğer farklı bir bilince sahip
olursan, yalnızca başka türlü bir varlık olursun ve yaşamın sona ermez.”167 Dolayısıyla
insanlar için ölümden korkmadan, ölümün doğal bir süreç olduğunu bilerek bilinçli
eylemlerde bulunması gerektiği söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü ancak insanlar
bilinçli bir şekilde hareket ettiğinde ölümden kokmaz ve yapacağı eylemleri ölüm
korkusu taşımadan gerçekleştirirler. İnsanların bilinçli eylemlerde bulunmasının önemi
vurgulayan Aurelius insanların doğadaki davranışlarına ilişkin düşüncelerini şu şekilde
açıklamaktadır.
166 Aurelius, Düşünceler, s. 68. 167 Aurelius, Düşünceler, s. 119.
67
İçinde yaşadığımız doğada insanların yaptığı her davranış, her eylem doğadaki
diğer var olanları doğrudan ya da dolaylı bir biçimde etkilemektedir. Dolayısıyla
doğadaki var olanlar arasında ki bu etkileşim doğada yaşayan insanların hayatlarını
etkilemekte ve bu etkilere maruz kalmış insanların da doğa içinde farklı eylemlerde
bulunması anlamına geleceği söylenebilir. Doğada yapılan bu eylemler insanların doğa
içindeki konumlarını, mutluluklarını ve mutsuzluklarını ortaya çıkarmaktadır. Bundan
kaynaklı olarak da doğada yapılacak eylemler insan hayatı için son derece önemli bir
durumu ortaya koymaktadır. Bu noktadan hareketle de insanlara karşı davranışlarımız
nasıl olmalı, insanlarla diyaloga nasıl geçmeli, insanlara yardımcı olabilmek için neler
yapılmalı gibi birçok soru insanların yaşadıkları toplum içinde sürekli karşılaştıkları
soruların başında gelmektedir. Buna benzer başka bir soru toplum içinde mutlu bir
yaşam sürdürmek için insanların yapması gereken eylemler, uyması gereken kurallar
nelerdir? Bu ve buna benzer birçok soruyu Aurelius’un düşüncelerini ele alarak
inceleyeceğiz. Öncelikle insanlara kendilerini nasıl tanıtmalı, diğer insanlarla nasıl
konuşulmalı? “İyi insanın nasıl olması gerektiğini anlatmayı bırak artık; anlattığın insan
ol.”168 Buradan da açıkça anlaşılmaktadır insanın yapması gereken şey kendini övmesi,
yaptıklarını anlatması, ya da en iyi karakteri anlatmak olmadığı söylenebilir. İnsanın
yapması gerektiği şey, anlattığı mükemmel insan karakterini doğada yaşamıyla,
eylemleriyle gerçekleştirmesidir. “Akılcı insanın iyiye ya da kötüye doğru değişmesi,
düşündükleriyle değil davranışlarıyla olur. Öyleyse biz de bir insanın mükemmelliğini
ve yanlışlarını onun düşüncelerine göre değil davranışlarına göre
değerlendirmeliyiz.”169 Davranışların ne derece etkili olduğunu Aurelius’un
düşüncesinden rahatlıkla anlayabiliriz. Dolayıyla insanların doğadaki davranışları
onların yaşam şeklini ortaya koymakla birlikte var olan diğer varlıklarla olan
bağlantılarını davranış ve eylemler üzerine inşa ederler. Aurelius insanlar arasındaki
etkileşim sürecinde sizi sevmeyen birine verebileceğiniz en güzel dersin onun yapmış
olduğu kötü eylemleri yapmamak olarak gösterir ve de “en iyi intikam, düşmanın gibi
olmamaktır.” şeklinde düşüncelerini dile getirir.170 Bu düşünceler haricinde insan
doğadaki eylemlerinde akıllı olmayan eylemler ve erdemsiz davranışlarda
bulunmamalıdır diye vurgular Aurelius “Akılcı bir insanın yapısında, adalete ters düşen
168 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 119. 169 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 121. 170 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 121.
68
hiçbir erdem göremem; ama zevk düşkünlüğüne karşı bir erdem görürüm, bu da kendine
hâkimiyettir.”171 Buradan da anlaşılmaktadır ki aklını kullanarak doğadaki eylemlerini
gerçekleştiren insanın adaletli olduğu söylenebilir. Adaletli davranan insan yapması
gerekenleri ya da yapmaması gerekenleri bilir ve eylemlerini adalet sınırları içinde
gerçekleştir. Sınırlarını bilen bir insan doğa da eylemlerini olanaklı şeyler için de
gerçekleştirmeye çalışır. Çünkü “olanaksızı elde etmeye çabalamak çılgınlıktır; ama
budalalar bunu her zaman dener.”172 Aurelius’un düşüncesinden de açıkça anlaşıldığı
gibi yapılacak eylemleri olanak dâhilinde yapmak ve bunu yaparken akıllı davranmak
gerekir. Ancak burada dikkat edilmesi gerekilen nokta akıllıca eylemlerde bulunulsa
bile insanın yanlış yapma potansiyeline sahip olunduğunun farkında olunması
gerektiğidir. Çünkü doğada yapılacak bu eylemlerin hepsinin doğru olma imkânı
neredeyse imkânsız bir durumdur. Başka bir deyişle insanların doğada yanlış yapma
olasılıklar da söz konudur. Böyle bir durumda ne yapılması gerekir? Aurelius insanların
yanlış yaptıklarında yapması gerekenler için şöyle der:
Daima şu iki kurala sadık kal: Öncelikle, muhakeme eden zihninin, insanlık için iyi gösterdiği doğrultuda hareket et yalnızca, ikinci olarak, birisi sana yanlışını gösterdiğinde, düşünceni değiştirmeyi bil. Hem doğru hem de kamu yararına olacağına emin olduğunda düşünceni değiştir, yoksa seni memnun edeceği ve sana popülerlik kazandıracağı için değil.173
Bu iki durumun dışında insanın yapması gereken başka hususlar ise var
olan sorunlara çözüm aramak ve de bencil duygularına yenik düşmemek. “Bugün
kendimi sorunlarımdan uzaklaştırdım, daha da iyisi sorunlarımdan kurtuldum;
çünkü onlar benim dışımda değil, içimdeydi, özellikle de zihnimin yargılarından
kaynaklanıyordu diye düşünmemiz gerekiyor diyor Aurelius”174 Sorunlar ile ilgili
düşüncelerini kendi aklında aramak gerektiğini Aurelius’un düşüncelerini referans
gösterilerek söylenebilir. Bu durumun dışında insanların yapması gereken şeyin
bencil duygularına yenik düşmemeleri gerektiğidir. “Eğer bir şey doğru değilse,
yapma; eğer bir şey doğru değilse, söyleme. Fevrî hareketlerine hâkim ol.”175
Aurelius’un düşüncelerinin tersini yapan insanların kendilerine hâkim
olmadıklarını bundan kaynaklı olarak doğada uyumsuzluk ortaya çıkaracakları
171 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 128. 172 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 132. 173 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 133. 174 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 142. 175 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 143.
69
söylenebilir. Doğadaki uyumsuzluğun ortaya çıkmasının başka bir nedeni ise
insanın kendi düşüncesini bırakıp başka insanların düşüncelerine değer verip
onlarla daha çok uğraşmasından kaynaklı olarak ortaya çıkmaktadır. Bu ve buna
benzer durumlarda kendi düşüncelerimizi bırakıp diğer insanların yanlış
düşüncelerini kendi hayatımızı uyarlamaya çalışıyoruz. Bu konu için Aurelius
şöyle der:
Herkes en çok kendisini sevdiği halde, kendi hakkındaki yargılarına, başkalarının düşüncelerinden daha az değer vermesi beni sık sık hayrete düşürür. Oysa, bilge bir öğretmen ortaya çıksa ve birine, aklına gelir gelmez anlatmaya başlayacağı hiçbir şeyi düşünmemesini ya da tasarlamamasını istese, kimse böyle bir isteğe bir gün bile tahammül edemez ve kendi bildiğini yapmaya devam eder. Bir bilgenin sözünü dinlemiyoruz ama yazıktır ki, komşularımızın yargılarına, kendimizinkinden daha fazla değer veriyoruz.176
Buradan da açıkça anlaşılmaktadır ki insanların yapmış oldukları en büyük hata
kendi düşüncelerini bir kenara bırakıp komşularının söylemiş olduğu söylemleri,
yargıları benimseyip bu doğrultuda eylem yapmasıdır. Aurelius bu düşüncenin yanlış
olduğunu belirterek insanları bu söz konusu davranışlardan uzak kalması gerektiğini
belirtir. Aurelius’a göre insanların komşuları ya da diğer insanlarla ilgili yapması
gereken şudur. “Senin hakkında bir yargıda bulunan insanın kendine temel aldığı
ilkeleri sorguladığında, o insanın seni korkutan yargılarını yakından görecek ve o yar-
gıların kendi başlarına ne kadar zavallı olduklarını anlayacaksın.”177 Burada diğer
insanların yapmış olduğu yargılardan korkmanın bir anlamı olmadığı Aurelius’un
düşüncelerinde açıkça anlaşılmaktadır. Dolayıyla başka insanların söylemiş olduğu
şeyleri insanın kendine dert etmemesi gerektiği söylenebilir. Çünkü söylenmiş olunan
yargılar incelendiğinde korkulacak bir şey olmadıkları rahatlıkla anlaşılabilir. Bunun
için insanın yapması gereken şey kendi bilinci doğrultusunda eylemlerde bulunması,
diğer insanların kendisi için söylediği şeyleri gerçek olarak ele almaması ve yaşamını
kendi hedef ve amaçları doğrultusunda gerçekleştirmesi gerektiği söylenebilir.
Yaşamında sarsılmaz ve kararlı tek bir hedefi bile olmayan kişi, yaşamı boyunca aynı kişi olarak kalamaz. Ancak bu deyiş, o tek hedefin ne olduğunu be-lirlemedikçe eksik kalır. İnsanların büyük çoğunluğu, iyi olarak nitelendirdikleri her şey hakkında birbirinden farklı fikirler taşır, ama yalnızca toplumun refahını ilgilendiren birkaç şey hakkında fikir birliği içindedir. Aynı biçimde biz de kendimize, topluma yönelik sağlam ve değişmez bir hedef koymalıyız. Çünkü
176 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 138. 177 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 139.
70
bütün güçlerini bu hedefe yönelten kişilerin her eylemi bir diğerini bütünler ve böyle kişiler kendi içlerinde tutarlı olur.178
Buradan anlaşıldığı gibi insanların yaptıkları eylemlerde bütünlülüğü elde
edebilmelerinin koşulu olarak eylemlerindeki tutarlık gösterebilir. Eylemlerinde tutarlı
olan insanlar doğayla uyumlu bir yaşam sürdürür ve yapmış oldukları eylemlerde
pişmanlık duymazlar. Pişmanlık duymadan, toplumsal kaygıları göz ardı etmeden,
doğal sürecin dışına çıkmadan eylemlerini gerçekleştiren kişinin belirlemiş olduğu
hedeflere ulaşmakta sorun yaşamayacağı söylenebilir. Dolayıyla eylemlerinde
bütüncüllüğü göz ardı etmeyen, yaptığı eylemlerden sonra bu eylemi neden
gerçekleştirdiğinin kaygısını taşımadan ve çözümlemelerini sağlıklı yapan insanın
doğada sorunla karşılaşma olasılığı düşük bir seviyede olacağı söylenebilir. Aurelius
böyle bir durumda insanın doğa içindeki eylemleri iyi çözülmemsi gerektiğini vurgular:
“Zihnini etkileyen her şeyi yakından gözlemle ve onu, kendisini ortaya çıkaran
nedenleri, yapısını, amacını ve ne zaman yok olacağını dikkate alarak çözümle.”179 Bu
çözümlemeler sırasında insanın gerçek dışı hayaller kurmaması gerektiğini Aurelius’un
düşüncelerinde görebilmekteyiz. Aurelius yapılacak eylemlerde, eylemde bulunacak
insanın konsantrasyona dikkat etmesi gerektiğini vurgular.
Fantezi kurmayı bırak! Arzularının avucunda oynattığı bir kukla olmaktan kurtul! Burada, şu anda kal. Sana gerçekten neler olduğunun bilincine var. Bir nesneye bakarken, onu ortaya çıkaran nedenleri ya da onu oluşturan parçaları gör. Yeryüzünde alıp vereceğin son nefesleri düşün. Bırak bir insanın yaptığı hata, onun hatası olarak kalsın.180
Buradan da anlaşılmaktadır ki insanın yapması gereken şey doğada var olan
nesnelerin nasıl oluştuğunu bilmektir. Dolayısıyla insanların doğada var olan şeylerin
bütünlüğü nasıl oluşturduğunu göz önüne alarak değerlendirmelerde bulunmak gerektiği
söylenebilir. Buradan hareketle de insanın doğa ile uyumlu ve bütünlükçü yaklaşımlarda
bulunması gerektiği söylenebilir. Uyum ve bütünlük için Aurelius şöyle der:
Her bir eylem, yaşamının bütünlüğünü güçlendirir ve her bir eylem ulaşabileceği en büyük başarıya ulaştığında, bu durumdan hoşnut olman gerekir. Kimse seni bu hedefe ulaşmaktan alıkoyamaz. “Olasılıkla yolda bazı engeller olacaktır.” Yine de bu, seni âdil, ölçülü ve düşünceli davranmaktan alıkoyamaz. “Eylem gücümü yitirebilirim.” Eğer bu yetersizliğini kabul edebilirsen ve çabalarını diğer yetilerine uyarlamak istersen, başka bir fırsat derhal ortaya çıkacaktır ve bu öyle bir fırsat
178 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 139. 179 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 144. 180 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 143.
71
olacaktır ki, kendisini, senin arayış içinde olduğun bütünlüğe doğal biçimde uyarlayacaktır.181
Buradan da anlaşılmaktadır ki insanlar yapacakları eylemlerde bütüncül
davrandıkları zaman hedeflerine daha rahat ulaştıkları görülmektedir. Dolayısıyla bir
insan belirlemiş olduğu hedefe ulaşmaya çalıştığında eylemlerinde bütüncül davranmalı,
bütüncüllüğü göz önünde tutarak hedeflerine doğru yol almalıdır. Bunun dışında dikkat
edilmesi gereken başka bir nokta ise hedefine ulaşmaya çalışan insanın dikkatli bir
şekilde eylemde bulunması ve hedefi için çabalamasıdır. Buradan hareketle de şu
söylenebilir; kendi hedefleri için çalışan kişi kendi bilinci doğrultusunda hareket eder ve
diğer insanların davranışları doğrultusunda eylemde bulunmaz. Dolayısıyla kendi bilinci
doğrultusun da hareket eden insanın özgürce eylemlerde bulunacağı ve böylece
özgürlüğe ulaşacağı söylenebilir. Aurelius bu konuya ilişkin düşüncesine bakalım.
Öldükten sonra uygulamaya niyetlendiğin tarz, burada, yeryüzünde de uygulanabilir. Eğer insanlar sana engel oluyorsa, bu yaşamı, kaderine hiçbir kızgınlık duymaksızın şimdiden terk et. Evin içi dumanla dolu, o yüzden dışarı çıkıyorum. Bunun neden büyük bir hadise olduğunu düşünüyorsun ki? Mademki buna benzer hiçbir şey beni engelleyemez, bağımsızlığımı korurum ve hiç kimse beni seçtiğim şeyi yapmaktan vazgeçiremez ve ben akılcı ve toplumsal bir yaratık olan kendi doğamla uyum içinde yaşamayı seçerim.182
Buradan da anlaşılıyor ki akılcı bir varlığın yapması gereken şey bilinçli bir
şekilde eylemlerde bulunarak doğal süreç içinde yaşamını sürdürmesidir. Dolayısıyla
doğada yaşayan insanın doğada karşılaşacağı şeyleri kendi bilinci doğrultusunda
çözümlemesini yaparak, doğada var olan durumları anlaması gerektiği söylenebilir.
Çünkü doğada var olan durumları anlayabilen insan doğa içinde eylemlerini akılcı bir
şekilde gerçekleştirir ve doğada olanları yadırgamadan doğal süreç içinde yaşamını
sürdürür. “Başına gelenleri ve senin yazgında bulunanları yalnızca sev. Bundan daha
uygun ne olabilir?”183 İnsanın başına gelen şeyler doğanın içinde var olan şeyledir.
Dolayısıyla insan doğada var olan bu şeyler karşısında şaşırmamalı ve bu tür şeylerin
doğada her zaman ortaya çıkma ihtimallerin olduğunu bilincinde olarak yaşamını
sürdürmelidir. Bu bilinci taşıyan bir insan doğada başına gelecek bu tür durumlar
karşında mutsuz olmayıp bunların doğal sürecin içinde var olmalarından kaynaklı
olarak onları sevmelidir. Bu bilinci taşıyan insan için Aurelius yapılması gereken şeyi
181 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 161. 182 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 237. 183 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 239.
72
şöyle açıklar: “Derindeki kişiliğine gir. Orada egemen olan akılcı ilke, adilce hareket
ettiği sürece kendi kendinden hoşnuttur ve böylece kendi sükûnetini koruyabilir.”184
Kendi sükûnetini koruyan insan diğer insanların kendisi için yaptığı eylemleri ya da
söyledikleri sözler karşında mutsuz olmaz. Çünkü bu tür şeylerin doğada
yaşanabileceğinin bilincinde olur. Buradan hareketle de zihni mutlu tutmak insanın
elindedir denebilir. “Herkes açıkça sana bağırıp çağırsa bile” diye ekler Aurelius, “vahşi
hayvanlar senin çevrende büyümüş olan şu gereksiz bedeni paramparça etse bile,
sıkıntıyla yaşamamak da, zihni en huzurlu durumunda tutmak da senin elindedir.”185
Buradan anlaşıldığı gibi zihni mutlu tutması insanın kendi elindedir. Başka insanların
yatıkları, söyledikleri ya da gerçekleştirdiği eylem karşında insanın yapacağı eylem
kendi mutluluğunu ya da mutsuzluğunu belirlemektedir. Dolayısıyla insanın içinde
yaşadığı toplumda her türlü sorunla karşılaşma ihtimalini gözden kaçırmaması gerektiği
ve yaşamını bu şekilde sürdürmesi gerektiği söylenebilir.
Aurelius’un dikkat çektiği başka bir nokta ise doğada yaşayan insanların diğer
insanları göz ardı etmeden yaşamlarını sürdürmeleridir. Doğadaki diğer insanları
anlamak gerektiğini belirtir ve insanlara diğer insanlara karşı şu öneride bulunur:
“Onların yönetici yetilerini incele ve akıllı geçinenlerin bile nelerden kaçtıklarını,
nelerin ardından koştuklarını gözlemle.”186 Bu noktadan hareketle bu gözlemlerle
birlikte insanın yapacağı eylemler onun için iyi, yararlı olan şeyleri ortaya çıkaracak
eylemler olmalıdır. Başka insanların yaptıkları eylemleri anlamaya çalış, onların yapmış
oldukları hataları incele bu incelemelerin sonucunda sana iyi olana yönel, böylece senin
için iyi olanı, yararlı olanı elde edebilirsin.
İnsan, insan olarak kendisine bir biçimde yararlı olmayan şeylerin hiçbirini dikkate almamalıdır. Çünkü bunlar onun gereksinim duyduğu şeyler değildir, ne insan doğası önerir onları, ne de bu doğanın gelişmesine katkıda bulunurlar. Bu nedenle, bu gibi şeyler ne insanın ereğini içerirler, ne de bu ereğin sonucu olan iyiyi. Öte yandan, bunlardan biri gerçekten insana yararlı olsaydı, onlara değer vermemek ya da onlara karşı çıkmak için bir neden olmazdı, ne de onlarsız yapabileceğini gösteren kimse övgüye değer olurdu; bu şeyler eğer gerçekten iyi olsaydı, bunlardan herhangi birinden duyduğu hazzı sınırlandıran kişi iyi bir insan sayılmazdı. Oysa, bir insan bu ve buna benzer şeylerden kendini ne denli yoksun
184 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 239. 185 Aurelius, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, s. 239. 186 Aurelius, Düşünceler, s. 65.
73
bırakırsa ya da başkalarınca onlardan yoksun bırakılmaya ne denli iyi katlanırsa, o denli bir insandır.187
Buradan anlaşılmaktadır ki insan için iyi olmayan şeylerin peşinden koşmanın
hiçbir anlamı ve gereği yoktur. Dolayısıyla insan için iyi olmayan, doğa karşında
uyumsuzluk gösteren, doğanın sistemine ters düşen, insanı mutsuzluğa götüren vb
şeyleri insanın dikkate almaması gerektiği söylenebilir. Çünkü insan kendisi için iyi ve
mutluluğu veremeyecek olan bu kavramları hayatına uyguladığında hem mutsuz olur
hem de doğadaki sisteme karşı gelmiş olur. Bu durumun yaşanması halinde ise
doğadaki diğer var olanlara yardımcı olmaktan ziyade var olanlara zarar vermiş olur.
Buradan hareketle de şu söylenebilir; doğada insan için kötü olacak şeylerden kaçınmalı
ve bilinçli eylemlerde bulunulmalıdır. Böylece insan yaşamış olduğu doğada sorunlar
karşında ne yapması gerektiğinin bilincinde olur. Doğa içinde “bir şeyi başarmak sana
zor geliyorsa, bunun insan yeteneğini aşan bir şey olduğunu düşünme hemen; tersine,
bir şey olanaklı ve insanın yapabileceği bir şeyse, senin de onu başarabileceğini
düşün.”188 Dolayısıyla bir insanın karşılaşacağı bir sorun karşında hemen kötümserliğe
kapılıp ben bu sorunu çözemem diyip var olan sorundan kaçılmaması gerektiği
söylenebilir. Bu sorun insanlar tarafından çözülebilecek bir sorunsa insanın yapması
gereken şey sorunun üstüne üstüne gidip sorunun çözümü için çabalamaktır. Sorun
çözmeye çalışırken ise başka insanların düşüncelerinden kurtulup kendi düşünceleri
doğrultusunda hareket ederek var olan problemin çözümüne ilişkin çalışma
yapılmalıdır. Burada insanın kendi düşünceleri doğrultusunda soruna yaklaşılması
gerektiği söylenebilir. Aurelius var olan sorunun çözümünde insanın kendi bilinci
doğrultusunda hareket etmesi gerektiğini belirterek şöyle der:
Bunun için, durumu iyice kavradınsa, başkalarının hakkında ne düşüneceklerini bir yana bırak ve yaşamının geri kalanını, uzun olsun, kısa olsun, kendi doğanın istediği gibi yaşamakla yetin. Öyleyse doğanın ne istediği üstünde düşün ve başka hiçbir şeyin yolunu saptırmasına izin verme; çünkü, bulmaksızın ne çok yollarda dolaşıp durduğunu yaşam deneyiminden biliyorsun: ne usavurmalarda, ne varsıllıkta, ne ünde, ne tensel hazlarda, ne de başka bir yerdedir mutlu yaşam. Öyleyse nerede bulacaksın onu? İnsan doğasının gerektirdiğini yapmakta Peki bu nasıl yapılabilir? Güdüleri ve eylemleri yönetecek sağlam ilkelere sahip olarak. Nelerdir bu ilkeler? İyi ve kötüyle ilgili, bize; insanı adil, ılımlı, yürekli ve özgür
187 Aurelius, Düşünceler, s. 76. 188 Aurelius, Düşünceler, s. 86.
74
kılan şeylerden başka hiçbir şeyin iyi olmadığını; kötülüklere yol açan şeylerden başka hiçbir şeyin kötü olmadığını öğreten ilkelerdir.189
Aurelius’un düşüncesinden açıkça anlaşılmaktadır ki doğada yaşayan insanın
başka insanların yaptıklarını, başka insanların düşüncelerini bir kenara bırakıp kendi
düşünceleri çerçevesin de yaşamını sürdürmelidir. Buradan da insanların yapması
gereken şeyin doğasını tanımak, kendi düşünceleri doğrultusunda yaşamını sürdürmek,
diğer insanların düşüncelerini bir kenara bırakmak ve bilinçli bir şekilde doğadaki
düzenin içinde yaşamını sürdürmesi gerektiği söylenebilir. Bilinçli ve doğanının
sistemini bilerek yaşamını sürdüren bir insan karşılaştığı sorunların çözümünü bulmaya
çalışır ve bugün karşılaşmış olduğu sorunları hayatının bütününe uygulamaz. Çünkü
Aurelius geçmişte yaşanmış bir olayın gelecekte olacağını düşünmemek gerektiğini
belirterek bu konu hakkında şöyle der:
Yaşamını bir bütün olarak düşünüp kaygılanma. Geçmişte başına gelen, gelecekte de gelecek olan birçok çeşitli sıkıntıyı hep bir arada düşünme, karşına çıkacak her sıkıntı için kendi kendine şunu sor: “Bunda dayanılmaz, katlanılmaz olan ne var?” Yanıtın yüzünü kızartırdı! O zaman canını sıkan şeyin, gelecek ya da geçmiş değil, şimdiki zaman olduğunu anımsat kendine. Sıkıntını soyutlar, kendi başına alındığında ona katlanamayacağını düşündüğün zaman zihnine kızarsan, böylesine sınırlar içine sıkıştırıldığından sıkıntının gücü azalacaktır.190
Görüldüğü gibi insan yaşamını bir bütün olarak ele alıp şu anda yaşadığı
sıkıntıların hayatı boyunca devem edeceği düşüncesinden kendini sıyırmalıdır. Çünkü
insanların bugün yaşadığı sıkıntıları bütün hayatları boyunca devam edecek düşüncesini
taşıdıkları zaman zihinlerine zarar verir bu da insanların mutsuzluğuna yola açabilir.
Dolayısıyla insanlar içinde yaşadığı zamanı düşünmeli ve bu zaman içinde yaşadığı
sorunları bugün kendine dert edip çözmelidir. Bu sorunları bütün hayatı boyunca
yaşayacağı düşüncesinden kendilerini kurtarmalılar. Böylece zihnin bugünün
sorunlarını çözer ve gelecekte bu sorunların var olacağı düşüncesinde kurtulur. Bu
durumun tersi bir şekilde işlemesi yani zihin insanın bugün yaşamış olduğu kötü bir şeyi
bütün hayatın da var olacağını kabullenirse insanın mutlu olma şansının kalmayacağı
söylenebilir. Böylesi bir durum da insan için kötü bir durumdur. Ancak burada dikkat
edilmesi gereken nokta ise kötü denilen bu düşüncenin dünyaya değil de insana zarar
vermesidir. Bu duruma ilişkin Aurelius şöyle der, “Kötülük genel olarak dünyaya zarar
vermez, özellikle de, dilediği anda kendi istemiyle ondan kurtulma gücüne sahip
189 Aurelius, Düşünceler, s. 109. 190 Aurelius, Düşünceler, s. 115.
75
kılınmış kişiden başkasına zarar vermez.”191 Dolayısıyla insanın yapması gereken
düşünceli davranıp bu tür kötü durumlara düşmememsidir. İnsan düşünceli hareket
ettiğinde var olan sorunların ortaya çıkmasına neden olan şeylerin ne olduğunu bulabilir
ve buna karşı kendi çözümlemesini yapabilir. Aurelius bu sorunları çözümlerken “her
nesnenin nedeninin niteliğine bak, onu maddesinden soyutlayarak incele; sonra o
nesnenin kendi özel doğası gereği en çok ne kadar varlığını sürdürebileceğini sapta
önerisinde bulunur.”192 Bu nedenleri bilen insan için sorunun çözümü ve varlıklar
hakkında doğru bilgiye ulaşmasının daha kolay olacağı söylenebilir.
191 Aurelius, Düşünceler, s. 118. 192 Aurelius, Düşünceler, s. 127.
76
5. AURELİUS’UN DÜŞÜNCELERİNDEN ETKİLENEN MODERN
DÖNEM FİLOZOFLARI
Modern dönem düşünürlerinden Montaigne, Pascal, Spinoza ve Schopenhauer gibi
düşünürlerin düşünceleri incelendiğinde Marcus Aurelius ile benzerlik taşıyan
düşünceleri görmek mümkündür. Dolayısıyla bu noktadan hareketle bu düşünürlerin
Aurelius’tan doğrudan ya da dolaylı etkilendiklerini söylenebilir. Montaigne’nin
“Yaptığın iyiliği başkaları duysun diye, kendine daha fazla değer verilsin diye yapan,
doğruluğu dillerde dolaşmak koşuluyla doğru olan adamdan pek hayır gelmez.”193
Sözleri Aurelius’un insanın bu dünyada kazandığı şeylerden gurur duymaması gerektiği
düşünceleriyle örtüşmektedir. Bu düşünce dışında Aurelius’un insanın doğayla uyumlu
bir yaşam sürdürmesi gerektiği ve doğa kanunlarına karşı gelinmemesi düşünceleri
Montaigne’nin doğaya uymak için söylediği “Adetlerimizde, alışkanlıklarımızda,
davranışlarımızda her türlü gariplik ve aykırılıktan kaçınmalıyız: bunlar insanı
başkalarından ayıran, insanlıktan çıkaran şeylerdir.”194 Sözleri iki filozofun doğa ile
ilgili benzer düşüncelere sahip oldukları düşüncesini götürmektedir. Ayrıca Aurelius’un
ölüm için söylemiş olduğu düşüncelerin benzerlerini yine Montaigne’de
görebilmekteyiz. Aurelius doğada ölümün doğal bir süreç olduğunu dile getirmektedir.
Ölüm için Montaigne şöyle der: “Sizin hatırınız için evrenin bu güzel düzenini
değiştirecek değilim ya? Ölmek, yaratılışınızın koşuludur; ölüm sizin mayanızdadır:
Ondan kaçmak, kendinizden kaçmaktır. Sizin bu tadını çıkardığınız varlıkta hayat kadar
ölümün de yeri vardır. Dünyaya geldiğiniz gün bir yandan yaşamaya, bir yandan
ölmeye başlarsınız.”195 Bu ve buna benzer birkaç düşünceden dolayı Montaigne’nin
Aurelius’tan etkilendiği söylenebilir. Montaigne dışında Arthur Schopenhauer’un
düşüncelerinde Aurelius’a benzerlik gösteren düşüncelere rastlanmaktadır. Aurelius
insanın hazlarının peşinden koşmasının insana yanlış şeyler yaptırdığını ve yanlış
193 Montaigne, Denemeler, çev. Sabahattin Eyüpoğlu, Cem Yayınevi, İstanbul, 1999, s. 75. 194 Montaigne, Denemeler, s.127. 195 Montaigne, Denemeler, 146.
77
düşüncelere kapılmasına neden olduğunu belirtmektedir. Bu duruma ilişkin
Schopenhauer şöyle der:
Kişinin arzularının peşinde koşup durduğu şeyler sürekli olarak onu aldatır, yanlış yola yöneltir ve o sürçüp sendeler, sonunda düşer; neticede bunlar neşe ve coşkudan ziyade sefalet ve ıstırap getirirler, ta ki dayandıkları bütün temel çökünceye kadar, çünkü o zaman bizzat hayatı ortadan kaybolur. Nitekim o zaman bütün mücadelesinin, bütün arzusunun bir sapma, bir yanlış yol olduğuna kesin kanaat getirir.196
Görüldüğü üzere her iki filozof hazların peşine düşen insanların yanlış yollara girdiğini
düşüncelerinde dile getirmektedir. Schopenhauer alıntısındaki düşüncelerinden dolayı
Aurelius’tan etkilendiğini söylenebilir. Schopenhauer haricinde Aurelius’a benzer
düşünleri Spinoza’nın Tanrı doğa arasındaki ilişkisinde görülebilmektedir. Aurelius
Tanrı ve doğa arasındaki eşitliğini Spinoza şu şekilde dile getirmektedir: Spinoza’nın
“öğretisi her şeyde Tanrıyı bulur; evren Tanrı ile doludur; Evren Tanrının kendisidir.”197
Spinoza’nın evreni Tanrının kendisi olarak kabul etmesi Marcus Aurelius’un
düşüncelerindeki evren Tanrı açıklamasının aynısı olmamakla birlikte benzerlik
göstermektedir.
Ayrıca Spinoza ethica kitabında (IV, Önerme 18) erdemin tanımı yaparken erdemin
akılla hareket edilmesi sonucunda ortaya çıkacağını belirtmesi ve akıl doğaya aykırı
hiçbir şey talep etmez önermesi Aurelius’un düşüncelerindeki akıllı davranan bireyin
doğaya aykırı eylemlerde bulunmayacağı sözlerine benzerlik göstermektedir. Buradan
hareketle Spinoza’nın Aurelius düşüncelerinden etkilendiği söylenebilir. Çünkü her iki
filozof doğa Tanrı eşitliğini benimsemektedir. Modern dönemde Aurelius’tan etkilenen
başka bir düşünür ise Pascal’dır. Pascal şüphe konusu üzerinden Aurelius’a benzer
düşünceler göstermektedir. Pascal, Montaigne ve Gazali’nin Aurelius’tan etkilendikleri
noktaları felsefe tarihi kitapları şu şekilde açıklar:
Marcus Aurelius’un evrenin akılsallığı, düzenliliği ve iyiliği konusundaki bu temel inancında, diğer Stoacılarda olmayan belli bir şüphecilik de bulunmaktadır. Bu şüphecilik onu, modern çağın başlangıcında benzeri düşünceleri ileri süren Montaigne gibi yazarlarla aynı gruba, “ihtiyatlı iyimseler”, “ şüpheci iyimserler” sokmamıza imkan verdiği gibi, ileride Gazali gibi derin inançlı bir Müslüman ve
196 Arthur Schopenhauer, Hayatın Anlamı, çev. Ahmet Aydoğan, Say Yayınları, İstanbul, 2010, s. 12. 197 Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, Remzi Kitapevi, İstanbul, 2007, s. 259.
78
yine Pascal gibi koyu bir Hıristiyan’ın da aynı yönde geliştirecekleri ünlü “bahis”lerinin bir öncüsü yapar.198
Görüldüğü üzere Aurelius sadece kendi döneminde yaşamış kişileri etkilememiş
aynı zamanda modern dönem filozoflarını da etkilemiştir. Çünkü modern dönem
filozofların düşüncelerinde Aurelius düşünceleri görülmektedir. Dolayısıyla Aurelius
için düşünceleriyle modern dönemi de etkilemiş bir filozof olarak felsefe tarihinde
yerini aldığı söylenebilir.
198 Çetinkaya, İlkçağ Felsefe Tarihi, s. 261.
79
SONUÇ
Bu çalışmamızda Stoa felsefesinin genel özelliklerini açıklayarak temel bazı
kavramlar üzerinde durduk ve daha sonra çalışmamızın asıl konusu olan Marcus
Aurelius’un düşüncelerini ele aldık. Yaptığımız çalışmada Stoa felsefesindeki
düşünürlerin temelde, doğayla uyumlu bir yaşamın sürdürülmesi gerektiğini
vurguladıkları görüldü. Aynı şekilde Aurelius da doğayla uyumlu bir yaşam
sürdürmenin gerekliliğini vurgulamış ve Aurelius’un, bu uyumun gerçekleşme şartını
doğada yaşayan insanların, doğru ve bilinçli eylemler gerçekleştirmesine bağladığı
görülmüştür. Hem Aurelius hem de Stoacı düşünürlerin üzerinde durduğu diğer
noktaları ise çalışmanın içinde ele aldığımız bölümlerde dile getirdik.
Bu çalışmanın birinci bölümünde Stoa Felsefesinin genel özellikleri, Stoa
felsefesindeki dönemler, Stoacıların mantık, fizik ve ahlak konularına ilişkin bilgileri
üzerinde duruldu. Çalışmanın ikinci bölümünde ise Aurelius’un düşünceleri
incelenmeye çalışıldı. Aurelius’un düşüncelerinden ilk olarak ‘insan’, ‘evren’, ‘akıl’
kavramlarına ilişkin düşüncelere yer verildi. İkinci olarak doğa ile uyumlu yaşamanın
nasıl olanaklı olacağı yine Aurelius’un düşünceleri çerçevesinde ele alındı. Üçüncü
olarak ise, Aurelius’un Ruh Kavramına ilişkin düşüncelerine yer verildi. Ve son olarak
yani dördüncü olarak Aurelius’un “insanı mutsuz eden nedenler”in neler olduğuna dair
düşünceleri ve bu nedenlere Aurelius’un sunduğu çözümler incelenmeye çalışıldı.
Bu çalışmada Stoa Felsefesinin genel özelikleri incelendiğinde, Stoa Okulunun
Atina’da Zenon tarafından kurulduğu ve Atina’da tartışılan ve üzerinde durulan
konuların Sokrates’in, sofistlerin, Platon’un, Aristoteles’in düşünceleri ve bu
düşüncelerin birbirleri üzerine yürüttüğü tartışmalar olduğu bilgisine varıldı. Ayrıca bu
dönemde yani Stoa Okulunun kurulduğu dönemde Epikurosçular Okulu da kendi
düşüncelerini oluşturduğu görüldü. Aynı dönemde kurulan bu iki okulun ortak amaçları
söz konusudur. Bu bilgiye bizi götüren şey ise dönem ile ilgili yazılmış kaynaklardır.
Hem Stoa Okulu hem de Epikuros Okulu insanlara doğada neler yapıp, neler
yapmamaları konusunda bilgiler vererek insanların mutlu olmasının yollarını
öğretiyorlardı. Her iki okul, doğayla uyumlu olunması durumunda insanın doğada mutlu
olabildiğini dile getirmiştir. Çalışmada görüldü ki, her iki okulun ortak amaçları
80
olmasına rağmen yani her ikisi de insanlara mutluluğun ve kurtuluşun yolunu
göstermeye çalışmasına rağmen okullar amaçlarına farklı yollardan ulaşmaya
çalışmıştır. Başka bir deyişle; her iki okulun amacının doğadaki uyumu sağlamak
olmasına rağmen, Epikurosçuların doğrunun ve iyinin ölçütünü duyum üzerinde ele
alarak hazcılığa yöneldikleri, buna karşın Stoacıların Tanrı istencini ön planda tutarak
ahlak öğretisinin öne çıkmasını sağladıkları görüldü.
Çalışmada görüldü ki doğayla uyumun dışında Stoacı düşünürlerin en çok
üzerinde durdukları konular mantık, fizik ve ahlak konularıdır. Bütün Stoa düşünürleri
bu üç konunun varlığını kabul etmiş ancak sıralamada kendi aralarında farklılıkları
olduğu görülmüştür. Bizi bu kanıya götüren şey ise bazı Stoa düşünürlerin fizik
konusunu ilk sırada ele almaları, bazıların ahlak konusunu ve bazı Stoa düşünürlerin ise
mantık konusunu ilk sırada ele almalarıdır. Bu farklılık da gösteriyor ki Stoacı
düşünürler arasında konuların önem derecesi farklı olmuştur. Ancak bu konuların
farklılık göstermesine rağmen konuyla ilişkili kaynaklar incelendiğinde bu konuların
birbirinden bağımsız olmadığı görülmektedir.
Çalışmada, Stoa okulunun dönemsel özellikleri incelendiğinde ise Stoa
felsefesinin üç dönemde ele alındığı görüldü. İlk Dönem Stoacılığının merkezi Atina
olup dönemin önde gelen düşünürleri Khrysippos, Zenon ve Kleanthes’tir. Stoa
Düşüncesinin ikinci dönemi olarak kabul edilen Orta Stoa Döneminin merkezi yine
Atina olup önde gelen düşünürleri ise Tarsus'lu Antipater, Babil'li Diogenes, Apameli
Posidonius, Roduslu Panetius’tur. Ve Son Dönem Stoacılığı ya da İmparatorluk Dönemi
olarak kabul edilen dönemin merkezi Atina değil Roma olmuştur. Dönemin önde gelen
düşünürleri ise Marcus Aurelius, Seneca, Epiktetos, Musonius Rufus’tur. Çalışmada
üzerinde durulan diğer konular ise Stoacılarda mantık, fizik ve ahlak kavramları oldu.
Böylece çalışmada Stoacıların mantık ile ilgili düşünceleri, konunun daha açık hale
gelmesi için Aristoteles Mantığıyla karşılaştırmalı bir şekilde değerlendirmeye tabi
tutuldu. Çalışmada yapılan karşılaştırmada ise Stoa mantığının Aristoteles mantığından
çok farklı olduğu ortaya çıktı. Mantık, hem Aristoteles’te hem de Stoacı düşüncede
temellerini deneyimci bakış açısı üzerine kurmuştur. Ancak iki düşüncenin mantık
anlayışları tamamen farklılık göstermektedir. Çünkü Aristoteles, mantığı bir disiplin
olarak ortaya koyarak mantık içerisinde bir hiyerarşinin var olmasını sağlamıştır. Buna
81
karşın Stoacıların mantık anlayışlarında ise dünyanın canlılık durumu söz konu olmakta
ve bu var olan canlılığın ise Tanrıdan bağımsız olmadığı görülmüştür.
Aristoteles'teki akıl yürütmelerde kavramlar belirli bağlantılar içinde ele alınarak
belli bir sistem içinde birbiriyle bağlantı içinde iken Stoacı akıl yürütmede zamanın
içinde var olan ilişkiler ön planda tutulmuştur. Ayrıca Stoacıların Aristoteles’ten farklı
oldukları başka bir nokta ise mantık değişkenliklerinde kendini göstermiştir. Çünkü
Aristoteles’te harfler değişkenlikleri gösterirken Stoacılar değişkenlikleri sayılarla
göstermektedir. Bu farklılıkların dışında çalışmada yapılan incelemelerde görüldü ki
önerme kurma biçimlerinde Stoacı anlayış ile Aristoteles farklılık göstermektedir.
Aristoteles önerme kurarken en az iki kavram ortaya koyarak önermenin temelini
kavramlar üzerine oluşturmuş, Stoacılar ise önermelerin temeline kavramlar yerine
cümlenin tümünü koyarak önermelerin oluşumunu gerçekleştirmişlerdir. Stoacılara göre
oluşturulmuş olan önermeler bileşik önermenin varlığını sağlamıştır. Söz konusu
önermelerin oluşumundan sonra ise Stoacıların önermeleri altı başlık içinde ele aldıkları
görüldü. Bu başlıklar ise; sonuca götüren önerme, nedensel önerme, birlikte evetlemeli
önerme, ayrık önerme, karşılaştırmalı önerme ve koşullu önermedir.
Stoa düşüncesindeki fizik kavramının Grek dönemindeki fiziğin Physis
kavramından oluştuğu sonucuna vardık. Ve bu çalışmada Physis’in Grek düşüncesinde
Phyein kavramından ortaya çıktığı görüldü. Bu kavram gelişim gösterme ve büyüme
olarak ifade edilmektedir. Ayrıca bu kavram Grek düşüncesinde hem doğanın kendisini
ortaya koyan hem de doğal süreç içinde yaşamı değerlendirmeye tabi tutmak anlamında
kullanılmıştır. Grek düşüncesinde var olan bu kavramın Stoacı düşünürlerin de
benimsediği görüldü. Bunun dışında bu bölümde ulaştığımız başka bir bilgi ise bazı
dönemlerde dünyayı kapsayana bazı dönemlerde ise dünyada var olan şeyleri oluşturan
şeyin kendisine doğa dendiğidir. Ayrıca Stoacı düşüncede Tanrı, Ateş ve Doğa’nın var
etme gücüne sahip olduğunu çalışmada incelediğimiz kaynaklardan ulaştığımız ve
önemli olduğunu düşündüğümüz başka bir bilgidir. Buradan da ulaştığımız bilgi ise
Stoacılara göre ateş, doğa ve Tanrı kavramlarının üçünün de temel özellikleri var etme
güçleriydi.
Stoacılar, ahlakın belirli bölümlere sahip olduğunu dile getirerek felsefenin
temel konularından birinin de ahlak olduğunu vurgulamaktalar. Stoacılar ahlakın
82
konularını ise şöyle belirtirler: İyilik ve kötülükler, değer, doğru tutumlar, egemen
iyilik, eylemler, erdem, caydırmalar. Bu çalışmada ahlakın bölümlerinden erdem,
tutkular ve eğilim üzerinde Stoacıların neler düşündüğüne bakıldı.
Eğilim düşüncesini korunma içgüdüsü üzerine kuran Stoacılar; insanların
kendilerini korumaya alırken hazzın tuzağına düşmemeleri gerektiğini vurgulayarak,
haz kavramını bir eğilim olarak almadılar.
Stoacılar, insanın toplumsal olan iyiye yönelmesi gerektiğini belirterek
insanların eylemlerinde akıllı davranmaları, doğayla uyumlu bir yaşam sürdürmeleri ve
doğru bilgiye ulaşmaya çalışmaları gerektiğini vurguladılar. Stoacılar için içgüdü
doğruya ulaşmak için bir araçtı. Stoacılar’a göre insanların amacı doğada mutlu
olmaktır ve doğada mutluluğa ulaşmalarının yolu ise insanların aklını kullanması ve
bilinçli eylemlerde bulunmasına bağlıdır.
Yapılan çalışmada Stoacılara göre tutkunun olgusal olan bir kavram olduğu ve
bu kavramın duygulara yönelik olarak ortaya çıktığı tespit edildi. Dolayısıyla bilinçli
hareket eden ya da aklını kullanan bir insanın, tutkunun içinde var olan duyguları
anlayabildiği sonucuna varıldı. Ve Stoacılara göre tutku, doğada var olan sistemin
dışına çıkılması, yanlış eylemlerde bulunulması ve insanın aklını yanlış şeylerde
kullanmasına neden olan şey olarak ele alındığı tespit edildi. Bu noktadan hareketle
Stoacılar insanların tutkunun kötü durumlarından dolayı tutkularına yenik düşmemeleri
gerektiği fikrini ortaya attılar.
Stoacılara göre erdem insanın kendisinde var olan bir durumdur. Erdem kişinin
sahip olduğu bilgiye dayanmaktadır. Stoacı düşünceye göre erdem insanlarda ya olmaz
ya da olur. Erdemin ölçümü diye bir şeyin varlığından söz edilemez. İnsanlarda
erdemin oluşmamasının nedenini ise Stoacılar insanlardaki bilginin yoksunluğundan
kaynaklandığını belirtirler. Dolayısıyla Stoacılara göre erdem, insanda var olan bilginin
doğanın sistemini ve düzenini göz önüne alarak, sahip olunan bilgi ile doğada yapılacak
pratik eylemlerin uyuşması durumu olarak kabul edilmektedir. Başka bir deyişle doğada
var olan sistem içinde doğru bilgiler ile doğu eylemlerde bulunma durumu olarak kabul
edilmektedir. Çalışmada görülen başka bir nokta ise Stoacıların erdem kavramına birden
fazla anlam yükledikleridir. Stoacıların erdeme, doğayı sevmek, doğayla uyumlu bir
83
yaşam sürdürmek, doğru ve bilinçli eylemlerde bulunmak ve adaletli olmak anlamlarını
yüklemişlerdir.
Çalışmada Aurelius ile ilgili olarak ilk değindiğimiz konu insan, evren ve akıl
kavramlarıdır. Çalışmanın bu bölümünde Aurelius’un akıl, insan ve evren kavramına
ilişkin düşünceleri incelendi. Yapılan incelemede Aurelius’un özellikle evrensel akıl
kavramı üzerinde durduğu görüldü. Aurelius; evrensel akıl kavramıyla bireyin
yaşamında doğa içinde alacağı kararlarda ne yapması gerektiğini, bireyin bir eylemde
bulunurken nelere dikkat etmesi gerektiğini belirterek, insanların yapacağı eylemlerde
sadece kendini düşünmemesi gerektiğini dile getirmiştir. Çünkü doğada sadece
kendisinin yaşamadığını dolayısıyla doğada diğer varlıkların da yaşadığı bilincini
taşıyarak doğru eylemlerde bulunması gerektiği yapılan çalışmada görüldü. Evrensel
aklın, evrende ulaşmak istediği hedefe doğru yol alırken evrensel değerleri göz ardı
etmemesi gerektiği Aurelius’un düşüncelerinde görülmektedir. Böylece evrensel aklın
bireyci bir tutuma sahip olmadığı, eylemlerinde toplumsal değerlerin de göz önüne
alındığı sonucuna ulaşıldı.
Aurelius, evrende yaşayan bütün varlıkların birbirleriyle ilişki içinde olduğunu,
bundan dolayı da evrende yapılacak herhangi bir eylemin diğer varlıkları da etkilediğini,
böylece insanın yapması gerektiği eylemleri evrensel kuralları da göz önünde
bulundurarak yapması gerektiğini belirtir. Burada da görülmektedir ki Aurelius, aklın
evrenle ilişkisini bireyin evrende yaptığı eylemler üzerine kurmuştur.
İnsanın evrenle ilişkisini Aurelius, doğada var olan kuralların insan tarafından
bilinmesine bağlamaktadır. Aurelius’a göre, doğanın kendine ait bir düzeni, bir sistemi
söz konusudur. Dolayısıyla doğada yaşayan insanın da bu sistemin dışına çıkmadan,
doğanın kanunlarını ve düzenini bozmadan eylemlerini gerçekleştirmesi gerekmektedir.
Dolayısıyla eylemlerini, doğanın kanunlarının ve sistemin farkında olarak gerçekleştiren
insan doğayla uyumlu bir yaşam sürmüş olur. İkinci bölümünde “Doğa ile Uyumlu
Yaşam”ın ayrıntılarını ele aldık.
Doğayla uyumun, yaşamanın gerçekleşmesi için insanların doğal sistem içindeki
düzeni ve doğanın belirlemiş olduğu kurallar çerçevesinde hareket etmeleri gerektiği
çalışmada görüldü. Doğa içinde yaşayan insanların eylemleri sonucunda iyi ve kötü
84
kavramı ortaya çıkmaktadır. Aurelius, insanların doğa içinde doğru eylemlerde başka
bir deyişle akıllı eylemlerde bulunması sonucunda iyinin, bilinçsizce ya da doğaya karşı
gelerek ortaya koydukları eylemler sonucunda ise kötülük kavramını ortaya çıkardığını
belirtmektedir. Dolayısıyla Aurelius’a göre, doğanın içinde var olan kurallar söz
konusudur ve insanların bu kurallara göre eylemlerde bulunması gereklidir. Çünkü
mutluluğun tek yolu budur. Mutluluktan sonra Aurelius kader kavramını ele alır.
Kader, doğada varlığı söz konusu olan bütün nedenlerin sonucunda ortaya
çıkmıştır. Evrende var olan bütün nedenlerin toplamından kader oluşur. Bu yüzden
Aurelius‘a göre doğada insanın başına gelen bir şeyin doğal karşılanması gerektiğidir.
Çünkü Aurelius, olan herşeyin doğada yaşayan insanın kaderinde var olduğunu
belirterek doğada başımıza gelecek bir şeyin aslında doğal olduğunu görmemizi ister.
Ve tüm bu yapılanların ruhla ilişkilendirilmesi gerekmektedir.
Çalışmanın ruh ile ilgili bölümünde Aurelius’un ruha yönelik düşünceleri ele
alındı. Aurelius ruhu belirli bölümlere ayırmıştır. Aurelius ruhun bölümleri şunlardır:
İçsel, aydınlanmış, bağımsız, bozulmayan ruh ve Tanrı ile insan ruhu.
Öncelikle içsel ruhun tanımını yapan Aurelius, içsel ruhun bedensel etkilerden uzak
olduğunu dile getirmiş ve bu ruhu bedenle hiçbir bağlantısı olmayan ruh olarak ele
almıştır. İçsel ruh dışsal dünya ile herhangi bağlantıya sahip değildir. Dolayısıyla
evrende var olan şeyler içsel ruhu hiçbir şekilde etkilemediği için insanların dış
dünyadaki nesnelerden kaynaklı olarak üzülmemesi gerektiği görülmüştür.
Aurelius, gerçekleştirilen eylemlerin ruh ve beden üzerindeki etkilerini açıklayan
ruhu bozulmayan ruh olarak tanımlar. Aurelius’un özellikle dış etkilere ruhun vermiş
olduğu tepkileri ise bağımsız ruh olarak ele alır. Çünkü dışarıdaki etkilerin içsel ruha
ulaşmaları söz konusu değildir. Dolayısıyla dışsal etkilerden etkilenmeyen, kendi
kararlarını veren ruhun bağımsız ruh olduğu çalışmada ulaştığımız bir bilgidir. Ruhun
dış etkilerden etkilenmediği ve kendi kararlarını kendi verip kendi düzenini kuran ruh
ise aydınlanmış ruh olarak Aurelius’un düşüncelerinde yer almaktadır. Ve son olarak
Aurelius, insanların Tanrı gerçeğini bilerek Tanrılarla birlikte yaşaması gerektiği fikrini
Tanrısal ruh kategorisi içinde değerlendirmiştir. Buradaki ruhun özellikle Tanrısal
varlığı kabul ettiği görülmektedir. Aurelius’un ruhun sahip olduğu özelliklerini şöyle
85
sıraladığı görüldü: Kendi düşünme yetisini kendisi sağlayan, olayların analizini kendi
yapan, olayları çözümlerken kendi içsel gücünden yararlanan, kendi gerçekliğini
bilendir. Ayrıca ruh devinimini kendi sağlayan, biçimselliği oluşturabilme gücü olan ve
doğada var olan sistem ve düzene karşı gelmeyen özelliklere sahip olduğu görüldü. Bu
tanımlar ışığında “İnsanın Mutsuz Eden Nedenler”in çözümlemesine geçebilir.
İnsanların neden mutsuz olduklarını ve böylesi bir durumun ortadan kalkması
için Aurelius’un neler önerdiği bu felsefenin en önemli kısmını oluşturur. Öncelikle
insanı mutsuz eden şeyler, aklını kullanmadan doğada eylemde bulunan kişilerin
yaptıkları eylemler, ortaya attıkları doğru olmayan idealar ve insanlar hakkında
söyledikleri doğru olmayan şeylerdir. Aurelius’a göre insanın aklını kullanarak bu tür
durumları kendine dert etmemesi gerekir. Çünkü kötü eylemleri yapan kişiler, akıllarını
doğru kullanmadıkları için insanları mutsuz eden eylemlere neden olurlar. Dolayısıyla
Aurelius, bu tür eylemler karşında insanın kendisini mutsuz etmemesi gerektiğini
belirtir. İnsanları mutsuz eden başka bir şey ise insanın öfkesidir. Çünkü öfkelenen
insan, kendi bilincini kaybedebilir ve bu doğrultuda yapacağı eylemler insanı mutsuz
edecektir. Öfkeden kaynaklı mutsuzluğun ortaya çıkmaması için yapılması gereken şey,
insanın öfkesine yenik düşmemesi olduğunu, böyle bir durumda yani öfke durumunda
verilecek kararların mutsuzluğa doğru yol alabileceğinin bilincini taşıyarak, verilecek
kararları çok dikkatli almak gerektiği Aurelius’un düşüncelerinde görüldü. İnsanın
mutsuzluğuna neden olan bir başka nokta ise insanın doğadaki değişim kavramının ve
ölüm gerçeğinin farkında olmaması durumudur. Aurelius böyle bir durumda insanlara
şunu önermiştir: Doğanın kendi içinde bir düzeni ve sistemi vardır. Var olan bu sistem
içinde değişimin kendisi de yer almaktadır. Dolayısıyla değişimin doğada var
olduğunun farkında olan insan akıllı davranarak ölümün ve değişimin yaşanması
durumunda mutsuz olmaz. Çünkü akıllı insan bu durumların doğal bir süreç olduğunun
farkındadır. Aurelius, böyle bir bilgiye sahip olmanın ise insanı mutsuzluktan
kurtaracağını belirtmektedir. Ayrıca çalışmada üzerinde durulan başka bir mutsuzluk
sebebi ise insanın doğada yaptığı eylemlerdeki tutarlılık ve tutarsızlık durumlarıdır.
Aurelius, düşüncelerinde bu konuya ilişkin şunları söylemektedir: İnsan doğanının
içindeki eylemlerinde tutarlı olursa doğa ile uyumlu bir yaşam sürdürür ve doğada
mutlu olur; tersi durumda yani tutarsız davranışlar sonucunda ise mutsuz olur. Doğa
içindeki eylemlerinde yapılacak akıllı davranışların, insanların tutumlarındaki
86
dikkatlilikleri, öfkesine hakim olma durumları ve doğadaki uyuma dikkat ettiklerinde
insanlar mutsuzluğu ortadan kaldıracaktır.
Çalışmamızın sonucunda vardığımız nokta ise Aurelius’un düşüncelerinin
felsefe ve insanlık tarihi açısında son derece önemli olduğu görüşüdür. Günümüz de
insanların bilinçsiz hareket etmeleri: doğa tahribatına, doğal dengeleri bozulmasına ve
doğada yaşayan birçok canlı ve bitki türlerinin yok oluşuna neden olmaktadır. Doğada
var olan dengenin bozulması sonucunda varlıklar arasında sorunlar ortaya çıkmış ve
doğada yaşayan insanlar, hayvanlar ve diğer var olanlar arasında iktidar ve gücü elde
etme savaşı baş göstermiştir.
Doğayı denetim altında tutmak isteyen, doğal dengenin bozulmasına neden olan
insanın kendi sonunu hızla hazırladığının farkında olmadığı ve kendi çıkarları için
doğanın yok oluşuna her türlü zemini hazırladığı ve doğadaki varlıkların yok oluşuna
sebep olan eylemler yapmaktan kaçınmayan bir dönem içinde yaşamaktayız.
İnsanların doğanın kendileri için yaratılmış olduğu düşüncesine sahip olduğu ve
doğada her türlü eylemi yapma hakkını kendinde bulduğu bir dönemde doğa
katliamlarının yaşanması insana hiç mi hiç şaşırtıcı gelmemektedir. Dolayısıyla kendi
çıkarları için her türlü eylemi yapmaktan kaçınmayan insanlardan dolayı günümüzde
teknoloji kullanımı, din kavramı, insan hakları, politika vb birçok konuda sorunların
ortaya çıkmasına neden olunmuştur.
Özellikle Bilim ve Teknoloji günümüzde yaşam egemenliğini eline almış
durumdadır. Temelde her ne kadar insanlara yardımcı olmak ve insan hayatını
kolaylaştırmak amacıyla bilimsel ve teknolojik gelişmeler yaşansa da insanların
hayatlarında var olan sıkıntılar daha da çoğalmıştır. Günümüzde hala savaşlar
yapılmakta, insanlar ölmekte, insani değerler yok olmakta, doğada kirlilik oranları her
geçen gün daha da artmakta ve daha saymayacağımız kadar çok kötü olaylar
yaşanmaktadır. Bilimsel ve teknolojik gelişmeler bu kadar gelişmiş olmasına rağmen
insanların mutsuzluğunu ortadan kaldırmamıştır. Ayrıca bilim ve teknoloji birlikte
birçok araç gelişmiştir: Uçaklar, Arabalar, Bilgisayar araçları, Telefonlar vb birçok
şeyde büyük gelişmeler görülmektedir. Ancak bu araçların nasıl kullanıldığına
bakıldığında insanlar bu araçları olması gerekenden farklı (kötü) amaçlar için
87
kullanmakta ve doğadaki düzenin yok olmasına neden olmaktalar. Teknoloji ve bilimin
yanında çağımızın en büyük sorunlarından biride din uğruna yapılan eylemler,
savaşlar…
Din için insanlar bir birini öldürmekte, kendi inancından olmayan diğer kişileri
yok etmektedir. Dolayısıyla kendi inancından farklı bir inanca sahip olan insanları yok
etmeye yönelik eylemlerin gerçekleştirilmesi, insanlar arasında uyumun, birlikte
yaşamanın olanaksız hale gelmesine neden olmaktadır. Oysa insanların yapmaları
gereken ya da insanlardan beklenen davranışlar herkesin düşüncesine saygılı olunmaları
ve diğer insanlara zarar vermek yerine insanlara yardımcı olacak eylemlerde
bulunmalarıdır. Ama ne yazık ki yaşadığımız çağda bu durumun tam tersi bir durum
yaşanmakta ve insanlık bu duruma seyirci kalmaktadır. Bu dönemde karşılaştığımız
başka bir sorun ise insan haklarının nasıl ortadan kaldırıldığıdır.
İnsan hakları evrensel bildirgesine bakıldığında insan haklarının neler olduğu şu
şekilde açıklanmıştır: İnsan hakları, her bir bireye bağımsız seçim yapma ve
yeteneklerini geliştirme özgürlüğü sağlar. Bu özgürlükler başkalarının haklarına saygılı
olmak ve bu hakları çiğnememe zorunluluğu ile dengelenmektedir. Herkes, ırk, renk,
cins, dil, din, siyasal ya da herhangi bir başka inanç, ulusal ya da toplumsal köken,
varlıklılık, doğuş ya da herhangi bir başka ayrım gözetilmeksizin bu bildiri'de açıklanan
bütün haklardan ve bütün özgürlüklerden yararlanabilir. Bundan başka ister bağımsız
ülke uyruğu olsun, isterse bağımlı, özerk olmayan ya da başka bir egemenlik
kısıtlamasına bağlı ülke uyruğu olsun, bir kişi hakkında, uyruğu bulunduğu devlet ya da
ülkenin siyasal, adli ya da uluslararası durumuna bakılmadan hiçbir ayrım
gözetilmeyecektir. İnsan hakları bildirgesinde bunlar yer almasına rağmen ne yazık ki
bu maddelerin hiç birinin uygulanmadığı bir dönem içinde yaşamaktayız. Çünkü
günümüz liderleri ya da toplumda önde gelen kişileri toplumu, doğayı birlikte yaşamı
vb şeylerin hepsini düşünerek yasa, eylem, kanun yapmak yerine, söz konusu kişiler
kendi düşüncesine yakın insanlara yardım etmekte ve doğada var olan diğer durumları
göz ardı etmekteler. Kendi çıkarları için her türlü eylemi gerçekleştirmekten hiç
çekinmeyen, gücünü güç katmak uğruna insanlara ve özellikle doğaya zarar vermeyi
kendine görev ve sorumluluk olarak belirlemiş kişiler ne yazık ki günümüzde
toplumların başında yer almaktadır. Bugün dünya liderleri doğal kaynakları nasıl elde
88
edebiliriz ya da başka bir ülkedeki enerji kaynaklarını nasıl kazanırız diye planlar
yaparak savaşların başlamasına ve doğanın yok oluşuna zemin hazırlamaktalar.
Dolayısıyla görevleri insanlara yardımcı olmak olan liderler ve toplumda önde gelen
kişiler kendi çıkarları yerine toplumu, doğayı ve doğadaki uyumu göz önüne alarak
eylemlerde bulunmaları doğal düzen için büyük bir önem taşımaktadır.
Böylece bugün dünyada yaşanan doğa, insan ve hayvan katliamlarının sebebi
olarak, insanların bilinçsizce hareket etmeleri, kendi çıkarları için her şeyi yapan bir
duruma gelmiş olmaları ve doğada var olan kanunların dikkate alınmamasını
görmekteyiz. Dolayısıyla var olan kötü durumların ortadan kalkması için ve insani
değerlerin tekrardan değer kazanması için ya da en azından kötü durumları bir kısmının
ortadan kalkması için ülkemizde felsefe tarihi kitaplarında sadece iki ya da üç sayfa
olarak ele alınan Aurelius’un düşüncelerinin üzerinde daha çok durulması ve Aurelius
ile ilgili daha aydınlatıcı çalışmalar yapılması gerekmektedir.
Bu çalışmamızın Aurelius ile ilgili başka çalışmalara katkıda bulunması dileğini
taşımaktayız.
89
KAYNAKÇA
Aristoteles, Metafizik, çev. Ahmet Arslan, Sosyal Yayınlar, İstanbul, 1996.
Aristoteles, Kategoriler, çev. Saffet Babür, İmge Kitabevi, Ankara, 2002.
Aristoteles, Ruh Üzerine, çev. Zeki Özcan, Birleşik Yayınevi, Ankara, 2011.
Aslan, Ahmet, İlkçağ Felsefe Tarihi 4, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2012.
Atademir, Hamdi Ragıp, Filozoflara Göre Felsefe, Atademir Yayınevi, Konya, 1947.
Aurelius, Marcus, Düsünceler, çev.Sadan Karadeniz, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2004.
Brun, Jean, Stoa Felsefesi, çev. Medar Atıcı, İletisim Yayınları, İstanbul, 2003.
Çetinkaya, Bayram Ali, İlkçağ Felsefesi Tarihi, İnsan Yayınları, İstanbul, 2011.
Çüçen, A. Kadir, Mantık, Asa Kitabevi, Bursa, 2006.
Ertürk, Bahsen “Son Dönem Stoa Felsefesinde Ahlak”, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2007.
Forstater, Mark, Marcus Aurelius’un Ruhsal Öğretileri, çev. Nafiz Güder, Dharma Yayın Evi, İstanbul, 2001.
Gökberk, Macit, Felsefe Tarihi, Remzi Kitapevi, İstanbul, 2007.
Hadot, Pierre, Ruhani Alıştırmalar ve Antik Felsefe, çev. Kübra Gürkan, Pinhan Yayın Evi, İstanbul, 2010.
Jones, W. T., Klasik Düşünce “Batı Felsefesi Tarihi Birinci Cilt”, çev. Hakkı Hünler, Paradigma Yayıncılık, İstanbul, 2006.
Laertios, Diogenes, Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri, çev. Candan Şentuna, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2003.
Montaigne, Denemeler, çev. Sabahattin Eyüpoğlu, Cem Yayınevi, İstanbul, 1999.
Ocak, Hasan “ Bir Ahlak Felsefesi Problemi Olarak Erdem Kavramına Yüklenen Anlamın İlkçağ’dan Ortaçağ’a Evrimi”, Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, S.11, 2011.
Schopenhauer, Arthur, Hayatın Anlamı, çev. Ahmet Aydoğan, Say Yayınları, İstanbul, 2010.
Spinoza, Baruch, Etika, çev. Çiğdem Dürüşken, Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2011.
90
ÖZGEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler :
Adı ve Soyadı : Selahattin DOĞAN
Doğum Yeri ve Yılı : Arıcak- 1983
Medeni Hali : Bekar
Eğitim Durumu :
Lisans Öğrenimi : Dicle Üniversitesi Felsefe Bölümü
Yüksek Lisans Öğrenimi : Süleyman Demirel Üniversitesi Felsefe A.B.D.
Yabancı Dil(ler) ve Düzeyi :
1 . İngilizce (İyi Düzeyde)
2. Romence (0rta Düzey)
İş Deneyimi :
1. ………………………........
2. …………………………….
Bilimsel Yayınlar ve Çalışmalar :
l. .......................................................
2. .......................................................
3. …………………………………….
4. …………………………………….
5. …………………………………….
91