Sİ Kızıl Bayrak 11-45

32

description

Sosyalizm İçin Kızıl Bayrak 2011-45 / Aralik

Transcript of Sİ Kızıl Bayrak 11-45

Page 1: Sİ Kızıl Bayrak 11-45
Page 2: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

2 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLER Emperyalist saldırganlığa ve faşist terörekarşı mücadeleye! … . . . . . . . . . . . . . . 3Ülke toprakları komşu halklara saldırıüssü haline getirilemez!........… . . . . . . . 4Zulmünü arttırdıkça çöküşü hızlanıyor!.......… . . . . . . . . . . . 5KESK’lilere 156 yıl hapis . . . . . . . . . . . 6Avukatlardan tepki . . . . . . . . . . . . . . . . . 7Özrü kabahatinden büyük olanlar, kanlı bir tarihi özürle temize çıkaramaz - H.Eylül . . . . . . . . . 8 “Dersim özrü samimiyetsiz” . . . . . . . . . 9Genel Kurul öncesinde “Güç Birliği” sorgulandı . . . . . . . . . . . 1026 Kasım toplantısı ışığında Türk-İş Genel Kurulu . . . . . . . . . . . . . 11İnsanca yaşanabilir asgari ücret içinmücadele saflarına!...… . . . . . . . . . . . . 12İmpo işçisi kazandı…. . . . . . . . . . . . . . 13Mutlak sömürü, mutlak kölelik vemakinalaşan işçi - Volkan Yaraşır . . 14-15Reformizm ve devrim . . . . . . . . . . 16-17Mısır’da sınıflar mücadelesinde yeni evre . . . . . . . . . . 18Avrupa’da grev dalgası. . . . . . . . . . . . . 19Neo-Nazilerin arkasında Alman tekelcipolis devleti var!..…... . . . . . . . . . . . . . 20S21 karşıtı mücadelede referandum vesonuçları üzerine... . . . . . . . . . . . . . . . . 21Basel’de “İşçilerin Birliği, HalklarınKardeşliği Gecesi”.. . . . . . . . . . . . . . . . 22Avukatlık mesleği piyasanın ihtiyaçlarınagöre yeniden şekillendiriliyor!… . . . . 23Yine, yeni, yeniden: Yetkinmühendislik/1...… . . . . . . . . . . . . . 24-25Mücadele gününde kadınlaralanlardaydı..... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 26Yola çıkan taşlar ve yola koyulan “baş”lar - G. Umut... . . . . . . . 27“Olağanüstü mahkemeleriboykot edebiliriz”” . . . . . . . . . . . . . . . . 28Zindan katliamına yalan perdesi!... . . . 29Ekim Devrimi'nin ışığında mücadele çağrısı. . . . . . . . . . . . . . . . . . 30Mücadele Postası . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Molla Şeref Mahallesi,

Simsar Sokak, No: 5, D: 3 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: SM MatbaacılıkÇobançeşme Mh. Sanayi Cd. Altay Sk. No 10 A Blok

Yenibosna / Bahçelievler / İSTANBUL / Tel: 0 (212) 654 94 18

Sayı: 2011/45 * 02 Aralık 2011Fiyatı: 1 YTL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Ayten ÖZDOĞANEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tan...Kızıl Bayrak’tan...

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2011/45 * 02 Aralık 2011

Gazetemizin ana gündemini bir kez daha içeride vedışarıda tırmandırılan savaş ve saldırganlık sürecioluşturuyor. İçerideki saldırganlık dışarıdakisaldırganlıkla iç içe büyümektedir. Çünkü dışarıdagerici savaşlar için içerideki engeller temizlenmektedir.Bunun için de Kürt hareketini bastırmak için başlatılangözaltı ve tutuklama furyası, gelinen yerde artık tümilerici ve toplumsal muhalefet güçlerini hedefleyen birkapsama ulaşmıştır.

İşte bu koşullarda emperyalist saldırganlık ve savaşile faşist terörü durdurmayı hedefleyecek bir siyasalmücadelenin örgütlenmesi günün en acil görevi halinegelmektedir. Görev gerici savaş ve saldırganlığa karşı,geniş bir toplumsal mücadele cephesini örgütlemek,daha temelde ise işçi sınıfı ve emekçileri bumücadeleye kazanabilmektir. Bu bakımdan KESK’inçağrısıyla ülke çapında örgütlenecek olan eylemler sonderece anlamlı bir başlangıç olabilir. Bu nedenle tümyoldaşlarımızı ve okurlarımızı bu eylemlere etkin birbiçimde katılmaya, akabinde de burada yakalanacakortak mücadele ve dayanışma ruhunu büyütmeyeçağırıyoruz.

***Savaş ve saldırganlık işçi sınıfının da başlıca

mücadele gündemidir. Dahası bu mücadelenin başarıyaulaşmasında işçi sınıfının tutumu belirleyici olacaktır.

Fakat bilindiği üzere işçi sınıfı dağınık, parçalı vesendikal bürokrasi tarafından kötürüm haldetutulmaktadır. İşte bu koşullarda işçi sınıfınıbirleştirmek, sendikal bürokrasi engelini aşarakmücadele yoluna sokabilmek günün en özel ve kritikgörevlerinden biri haline gelmektedir.

Tüm bu gerçekleri aynı zamanda, Türk-İş GenelKurulu vesilesiyle hatırlatıyoruz. Sermayeninhükümetin uysal bir aleti haline gelen Türk-İşbürokratları, bu genel kurulda koltuklarını sağlamaalmaları ölçüsünde hizmetlerini kaldıkları yerdensürdürecek, dahası kölelik yasalarıyla birlikte savaş vesaldırganlık politikalarının hayata geçirilmesialabildiğine kolaylaşacaktır.

Güç Birliği adıyla ortaya çıkan bir kısmı tescillihainlerden olmak üzere alt kademe sendika

bürokratlarından oluşan muhalefetten bunu durduracakbir müdahale beklenemez. Ancak bir takım iddialartaşıdıkları ölçüde de bu iddialarına sahip çıkmak üzerezorlanmaları da unutulmaması gereken bir görevdir. Onedenle bu “muhalefet”, genel kurul sonucundanbağımsız olarak mücadeleyi örgütlemek üzere hareketetmek ve “sendikal demokrasi” iddiasını hayatageçirmek için yüzünü tabana dönecek bir örgütlenmesürecini izlemek yönünde zorlanmalıdır. Görev ilericive devrimci işçilere düşmektedir.

***Gazetemizin yayınlandığı gün İşçi Sağlığı ve

Güvenliği Kongresi de çalışmalarına başlayacak. İşcinayetlerinin katliam boyutlarına ulaşarak, birçoksavaşta ölenlerin sayısını geride bıraktığı bir tablodadoğal olarak bu kongre büyük önem taşıyor.Kongre’nin çarkları oluk oluk işçi kanıyla dönenkapitalizme karşı mücadeleyi büyütmeye vesile olmasıbu açıdan önem taşıyor.

Sosyalizm Yolunda

KKiittaappççıı llaarrddaa.. .. ..

Page 3: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

Kapak Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak* 3Sayı: 2011/45 * 02 Aralık 2011

İçinden geçtiğimiz şu günlerde son derece kritikgelişmeler yaşanıyor. İçeride sistematik birsaldırganlık tırmandırılırken, diğer yandan tümbölgeyi kasıp kavuracak düzeyde bir savaş içinkapsamlı hazırlıklar yapılıyor. Başta ABD olmak üzereemperyalist güçler, özelde Ortadoğu olmak üzeredünya egemenliğini sağlamlaştırmak doğrultusundaadımlar atıyorlar. Libya’dan sonra hedefte Suriyebulunuyor. Yanı sıra, başta İran olmak üzere Pakistanve bir dizi ülke emperyalist ve siyonist müdahaleninhedefi durumunda.

Egemenlik uğruna başlatılan bu kapsamlısaldırganlığın hedefi sadece sözkonusu ülkeler veonların yönetimleri değil, bunlarla birlikte rakipkonumundaki diğer emperyalist odaklardır.Ekonomik-ticari çıkarlar ve hegemonya uğruna uzunsüredir süren rekabet keskinleşip sert biçimler alıyor.Libya’da NATO müdahalesiyle Kaddafi rejimiçökertilirken, aynı zamanda Rusya ve Çin’in buülkedeki ekonomik-ticari ayrıcalıklarına son veriliyor,bu iki ülkeye ait tekellerin yerini ABD merkezlitekeller alıyor.

Suriye, gemi azıya alan emperyalistlerin yenihedefi durumunda. ABD emperyalizmi liderliğindeemperyalist cephe ve onların bölgedeki işbirlikçileri,bu ülkeye yönelik müdahaleyi adım adım hazırlıyorlar.Öte yandan Rusya’nın giderek daha belirgin biçimdebu müdahalenin karşısında yer aldığı görülüyor.Suriye’de sahip olduğu deniz üssüne savaş gemilerinigönderen Rusya, daha önce Gürcistan krizinde olduğugibi bu bölgedeki çıkarlarının zarar görmemesi için birkez daha dişlerini gösteriyor. Rusya Suriyekonusundaki çıkışla da yetinmedi. Rusya’nınhedefinde Türkiye topraklarına da kurulması planlananfüze kalkanı var. Bizzat Devlet Başkanı Medvedev,kalkanın kendilerine yönelik bir tehdit olduğunu,kendi karşı füze sistemlerini kurmak için yapılantörenler sırasında açıkladı.

Füze kalkanının hedeflerinden olan İran da aynıgünlerde benzer açıklamalarla ABD emperyalizminive Türk devletini hedef aldı. Bu aynı günlerde“Türkiye Suriye’ye, İsrail de İran’a saldıracak”biçiminde senaryoların açıkça dillendirildiği biliniyor.Gelişmelerin seyrine bakıldığında, bu tür söylentilerinboşuna olmadığı açıktır. Derinleşen ekonomik krizeparalel olarak emperyalistler arası rekabet, gericilik,militarizm ve saldırganlık da başdöndürücü biçimdebüyüyor.

Emperyalist saldırganlık ve savaşın tırmandırıldığıbu tabloda dikkat çekici biçimde Türk devleti özel birkonum üstlenmiş durumdadır. Bunda, Ortadoğu’nunemperyalist egemenlik mücadelesinin odağında yeralması, Türk devletinin de emperyalist egemenlikstratejilerinde “taşeron” konumunu üstlenmesi roloynamaktadır. Emperyalist egemenlik mücadelesindegüç dengelerini bozacak türden stratejik bir hamleolan füze kalkanının Türkiye’ye kurulmasıyla, Türkdevletinin ülke topraklarını yeni dönemde ABDmerkezli emperyalist blokun ileri karakolu ve saldırıüssü haline getireceği tescillenmiştir. “Soğuk savaş”döneminde üstlenilen rolle eş tutulan bu stratejikkonumlanma ile ABD-Türkiye ilişkilerinde de yeni birdöneme girilmiştir. ABD’nin Türkiye’nin iç siyasetinedaha doğrudan müdahale etmesini de beraberindegetiren bu adımın ardından yaşanan dikkat çekici birgelişme de, ABD’nin Irak’ta son vermeyi planladığı

askeri varlığının saldırı ve istihbarat altyapısınıİncirlik Üssü’ne taşımasıdır. Böylelikle Türkiyeemperyalist saldırganlığın ön cephesi ve bölgedekimerkez üssü haline getirilmiştir. Doğal olarakhedefteki rakip emperyalist güçler ile tehdit altındakirejimlerin öfkesini üzerinde toplamaktadır.

Emperyalist savaş ve saldırganlığın ön cephesihaline getirilmiş bir ülkenin iç siyasal yaşamında ağırbir gericilik ve baskının hüküm sürmesi kaçınılmazdır.Türkiye’de bugün yaşanan büyük ölçüde budur. Birsüredir, dışarıda girilen yönelimle eş zamanlı olarakbaskı ve terörün boyutları alabildiğine arttırılmıştır.Bugün hedefte Kürt hareketi olsa da, gelişmelerin dışboyutları hesaba katıldığında, sözkonusu olanın sadeceKürt sorunu bağlamında bir yönelim olmadığı açıktır.

Sermaye devleti “açılım fiyaskosu”nun ardından,kurulu düzeni zorlayan Kürt hareketini tasfiye etmekve bastırılamayan mücadele dinamiklerini boğmakiçin faşist terör ve saldırganlıkta gemi azıya almıştır.Gelinen yerde terörün boyutları alabildiğinegenişlemiş, askeri darbe dönemlerinde olabilecekdüzeye yükselmiştir. Bu yönelimin gerisindeki ABDparmağı iyi bilinmektedir. Saldırganlığın startıErdoğan-Obama görüşmesiyle verilmiştir.

Kürt hareketine yönelik bu saldırganlığıngerisindeki ABD desteği sadece Libya ve FüzeKalkanı gibi işbirlikçi politikaların karşılığı değildir.Bu aynı zamanda ön cephe haline getirilen ve koçbaşıolarak kullanılan bir devletin içeride elini rahatlatmakiçin yapılmaktadır. Ama işbirlikçinin içeride elinirahatlatmak, sadece Kürt hareketi engelinin ortadankaldırılması sınırlarında anlaşılmamalıdır. Bir yandanbu yapılırken, diğer yandan da şovenizm toplumuyönetmenin ve toplumsal muhalefet güçlerini ezipsusturmanın olanağı olarak kullanılmaktır. KCKoperasyonlarının seyri bu açıdan yeterinceaçıklayıcıdır. Operasyonlar Kürt hareketininomurgasını oluşturan temel güçlerden başlayıp çepergüçlerine genişlemiş, ardından aydın, akademisyen veavukatlara uzanmıştır. Son olarak ise sendikalar topun

ağzındadır. Öyle ki KESK başkanının da içerisindeolduğu yöneticilere onlarca yıllık cezalarverilmektedir. Açıktır ki, gözaltı ve tutuklamaterörünün kapsamı önümüzdeki günlerde daha dagenişleyecektir. Demek oluyor ki toplumsalmücadelenin dinamik güçleri, devrimciler, komünistlerhedeftedir. Her türlü ilerici-toplumsal muhalefetisusturacak bir gerici karanlık adım adım egemen halegetirilmektedir.

Dışarıda kapsamlı bir gerici savaş ve saldırganlığınön cephesi haline getirilen Türkiye’nin iç siyasalyaşamı da koyu bir faşist baskı rejimiylekarartılmaktadır. Bu durum ilerici, devrimci vekomünist güçler payına, gelişmelerin bu çerçevede elealınmasını, buna uygun bir bakış ve planlama ilemücadelenin örgütlenmesini zorunlu kılmaktadır.

Politik planda mücadelenin hedeflerinden birisi,emperyalist savaş ve saldırganlığı durdurmaktır.Emperyalistler ve işbirlikçilerinin kapsamlı tehdit vehazırlıklarını boşa çıkarmaya yönelen bir mücadeleyiörmek büyük önem taşımaktadır. Kuşkusuz içerideörgütlenen faşist kudurganlığa karşı verilecekmücadele, bu mücadelenin somut bir boyutu olaraköne çıkacaktır. Ancak bu, faşist kudurganlığa karşıverilecek mücadelenin dışarıdaki savaş vesaldırganlığın özel bir boyutu olduğu gerçeği ileilişkilendirilmek durumundadır.

Açıktır ki bu mücadele sürecinin örülebilmesi,ilerici toplumsal güçler ile devrimci ve komünistlerinbirlikte hareket edebilmesini gerektirmektedir. Bukonuda özellikle Irak’a yönelik emperyalist müdahaledöneminde oluşturulan platformlar ve örgütlenenmücadele süreci hatırlanmalıdır. Bu sürecinörgütlenme ve mücadele deneyimi, günün görev vesorumluluklarının somut gereklerini kavramakbakımından önemlidir. Yoğunlaşan saldırılarkarşısında sendikaların da içerisinde olduğu çeşitliörgütler tarafından gündeme getirilen eylemler de, buyönde adım atmada dayanak olarakdeğerlendirilebilmelidir.

Emperyalist saldırganlığa ve faşist teröre karşı mücadeleye!

Dışarıda kapsamlı bir gerici savaş ve saldırganlığın ön cephesi halinegetirilen Türkiye’nin iç siyasal yaşamı da koyu bir faşist baskırejimiyle karartılmaktadır.

Page 4: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

Gündem4 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/45 * 02 Aralık 2011

12 Eylül faşist darbesinin yarattığı vahşi sömürükoşulları sayesinde palazlanma sürecini hızlandıranTürk burjuvazisi, AKP’nin iktidara gelmesinden sonraise servetini birkaç kat arttırdı. Son on yılda sadeceTÜSİAD’ın kodamanları değil, dinci gericilik odağıAKP destekçisi sermaye gruplarının servetleri dedevasa boyutlara ulaştı.

İşçi sınıfı ile emekçilerin işsizlik, yoksulluk vesefaleti pahasına sağlanan bu palazlanma, burjuvazive onun sınıf çıkarlarının bekçisi AKP iktidarınınyayılmacı heveslerini iyice pekiştirdi. ABDemperyalizmi adına “ılımlı İslam” modelliği de yapanAKP iktidarı, Arap ülkelerinde ‘Amerikancı, dincigerici, neoliberal’ kukla yönetimlerin işbaşınagetirilebilmesi için yoğun çaba sarf ediyor. Mısır veTunus’a “modellik” yapmak adına çeşitli girişimlerdebulunan AKP, NATO saldırısına suç ortaklığı yaptığıLibya’da ise daha etkili rol oynamaya çalışıyor.Emperyalist akbabaların üşüştüğü Libya’dan paykapmak için girişimlerde bulunan Türk sermayedevleti, Suriye’de de yönetim değişikliği yapmakisteyen emperyalistler adına olmadık işlere girişiyor.

Şam’da kukla bir yönetim kurmak içinçeteleri silahlandırıyorlar

Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da emperyalistlerindenetimi dışında kalan ya da girmek istemedikleriçatlaklara sızan Türk burjuvazisi, bu sayede yenisömürü ve rant alanları açabildi. Fakat bu kadarıylayetinmediği için, emperyalistler adına tetikçilikyaparak rant kaynaklarını arttırmanın yollarını arıyor.Komşu halklara karşı saldırgan politikaları kaçınılmazkılan bu yayılmacı eğilim, Libya’dan sonra Suriye’niniçişlerine müdahale etme boyutuna varmış durumda.

Müslüman Kardeşler’in başını çektiği gericimuhalefete kol kanat geren AKP iktidarı, vahşicinayetler de işleyen kökten dinci çeteleri isesilahlandırıp eğitiyor. “Özgür Suriye Ordusu” adıylaanılan bu çetelerin başını Antakya’da ağırlayan Türkdevleti, Amerikancı bir iktidar için silahlı saldırılar,sabotajlar yapan, mezhep ayrımını kışkırtan,cinayetler işleyen bu güçleri, Şam’da kukla biryönetimi işbaşına getirmenin dayanağı olarakkullanıyor.

ABD emperyalizminin kukla yönetimleri işbaşınagetirme planı gereği Suriye’yi hedef alan saldırınınbaşını çeken AKP iktidarı, Şam’daki yönetimideğiştirmeye soyunmuş bulunuyor. Arap Birliği’ninSuriye’ye yaptırım kararı alması için özel olarak çabasarf eden Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, şimdi deİslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) aynı yönde kararalması için uğraşıyor.

Davutoğlu’nun yanısıra Tayyip Erdoğan ileAbdullah Gül de, Şam’da ABD kuklası bir yönetiminişbaşına gelmesi için çalışıyorlar. Himaye ettikleridinci gerici çetelerin işini kolaylaştırmak içinaçıklamalar yapan Erdoğan-Gül ikilisi, Baasyönetiminin sonunun geldiğini ilan ediyorlar.Washington’daki efendileri gibi, bölge ülkelerininkaderi hakkında ahkâm kesiyorlar.

Suriyeli işçi ve emekçilerin demokratik, sosyal,siyasal taleplerini ayaklar altına alan emperyalistgüçler ile işbirlikçi Türkiye-Suudi Arabistan ikilisi,“insani yardım koridoru” açmaktan, “uçuşa yasak

bölge” ilan etmekten, “tampon bölge” oluşturmaktansözediyorlar. Başını Türk ordusunun çekeceği işgalcigüçler ile Baas karşıtı silahlı dinci çetelerinmüdahalesine zemin hazırlamak amacıyla gündemegetirilen söz konusu saldırgan planlar, güya sivilleriBeşar Esad yönetiminin zulmünden kurtarmayıhedefliyor.

Bu söylem iğrenç bir yalandan ibarettir. Zirasilahlandırdıkları çeteler şimdiden vahşi cinayetlerişliyorlar. Irak’ta 1.5 milyon insanı katledenemperyalistlerin “sivilleri koruma” söylemini zatenciddiye alan yok. Ortaçağ kalıntısı Suudi Arabistanrejimiyle Türk devletinin “demokratik değişim vesivillerin korunması” için Suriye’ye müdahaleettiklerini iddia etmeleri ise tam bir riyakârlıktır. Zirakökten dinci Vahabilerin şeriatıyla yönetilen SuudiArabistan’da herhangi bir insan hakkından söz etmekbile mümkün değildir. Yönetim karşıtı gösterilerikanla bastıran şeriatçı rejimin simgesi kırbaç vekılıçtır. Sayısız katliam gerçekleştiren Türk devletininsiciline gelince, bunun fazlasıyla kanlı olduğubiliniyor. Halen Kürt halkının özgürlük ve eşitliközlemlerini kimyasal silahlara da başvurarakbastırmaya çalışan, sürek avları düzenleyerekmuhalifleri “terörist” ilan edip zindanlara dolduran birrejim var Ankara’da.

NATO’nun füze kalkanı çatışmalara davetiye çıkarıyor

Başta ABD olmak üzere emperyalist güçlerin sondönemde AKP iktidarı ve şefi Tayyip Erdoğan’a tozkondurmamaları dikkat çekiyor. Bu ilginin gerisindeciddi sebeplerin olması gerekiyor.

Emperyalist güçler adına tetikçilik, 60 yıldan beriAnkara’daki işbirlikçi iktidarın alamet-i farikası olsada, ABD-Türkiye ilişkilerinin, “tarihinin en iyinoktasında” olmasının nedeni, “etkin taşeronluk”olabilir ancak. Libya’ya saldırıyla suç ortaklığı, Baasyönetiminin yıkılması için harcanan çaba, İran veRusya ile sorunlar yaşama pahasına NATO’nun füzekalkanını Kürecik/Malatya’ya kurma, Irak’tan çekilenABD işgalci güçlerinin bir kısmının İncirlik Üssü’ndekonuşlandırılması ve “ılımlı İslam modelini” Arapdünyasına pazarlamak için AKP şeflerinin harcadığıyoğun çaba... Tüm bunlar, düne kadar emperyalist-siyonist güçler tarafından “eksen kayması” içindeolmakla suçlanan AKP iktidarının neden el üstündetutulmaya başladığını açıklıyor.

İsrail’in İran’a saldırı hazırlığı yaptığına dairaçıklamalar dolaşıma sürülürken, emperyalist güçlerinTürk devleti öncülüğünde, İskenderun’da Suriye’ye

saldırı planları hazırladığına dair haberler deyayılmaya başladı. Bu ve benzer gelişmeler, ülketopraklarının, Suriye ve İran’ı hedef alan emperyalist-siyonist saldırılarda merkez üs olarak kullanılacağıanlamına geliyor.

Saldırı hazırlıkları o kadar pervasız ki, Türkiye ileilişkilere özel önem veren İran yönetiminin tepkigöstermesine neden oldu. Son gelişmelerle ilgiliaçıklama yapan İran Hava-Uzay Kuvvetleri KomutanıTuğgeneral Emir Ali Hacizade, İran’a karşı olası birsaldırıda ilk önce Türkiye’deki NATO füze kalkanısistemini hedef alacaklarını açıkladı.

Emperyalist siyonist güçler ile Türkiye-SuudiArabistan gibi işbirlikçilerin pervasız hazırlıkları vebu küstahlığa İran’dan gelen tepki, bölgeselçatışmaların alevlenmesinin ciddi bir risk halinegeldiğine işaret ediyor. Suriye’yi hedef alan girişimlerve füze kalkanıyla ilgili Rusya’nın tepkileri de bukanıyı güçlendiriyor.

Bu arada Türkiye halklarının ezici çoğunluğunezdinde itibarı yerlerde sürünen emperyalist savaşaygıtı NATO’nun, “imaj düzeltme planı” hazırladığınadair haberler de medyada yer almaya başladı. Bu plan,işbirlikçi burjuvazi ve onun hizmetindeki AKPiktidarının, NATO adına yeni saldırılarahazırlandığına işaret ediyor. Durduk yerde NATO gibibir savaş aytıgının imaj derdine düşmesi rastlantıolmasa gerek.

Suç ortaklığını engellemek için mücadele yükseltilmelidir

Füze kalkanının neden kurulduğu biliniyor. Füzekalkanını bir tehdit olarak algılayan İran’ın olası birsaldırıda ilk hedefinin Türkiye olacağını ilan etmesi,ABD ile Ankara’daki işbirlikçilerinin yeni çatışmalaradavetiye çıkarttıklarını gözler önüne seriyor.

Suriye ve İran’ın aynı anda hedef alınmasıbölgesel çatışmaları kışkırtıyor. İçerde Kürt halkı, işçisınıfı, emekçilere ve ilerici-devrimci güçlere karşısaldırıya geçen sermaye iktidarı, dışarda ise komşuhalkların boğazlanmasına hizmet edecek saldırıplanının etkin tetikçiliğine hazırlanıyor.

Hem içe hem dışa dönük bu saldırganlığınengellenmesi, günün acil görevlerinden biridir. Gericisaldırganlığın engellenmesi Kürt halkının özgürlüğü,işçi ve emekçilerin geleceği ile bölge halklarının hakarama mücadelelerinin başarısı açısından özel birönem taşımaktadır.

İşçilerin birliği, halkların kardeşliği şiarını temelalan birleşik bir direnişin örülebilmesi, kanlıboğazlaşmalara yol açabilecek gerici saldırganlığıdurdurabilmenin yegâne yolu olacaktır.

Egemenler tetikçilikte sınır tanımıyor…

Ülke toprakları komşu halklara saldırıüssü haline getirilemez!

Page 5: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

Kürt sorunu Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 5Sayı: 2011/45 * 02 Aralık 2011

KCK operasyonları adı altında Kürt hareketinekarşı girişilen siyasal ve örgütsel tasfiye saldırısı hergeçen gün daha da boyutlanarak devam ediyor. BüşraErsanlı ve Ragıp Zarakolu gibi akademisyen veyazarların tutuklanması ile dokunanın yanacağının ilanedildiği bu saldırganlığa en son olarak AbdullahÖcalan’ın müdafiliğini yapan ya da İmralı’daziyaretine giden avukatlar da eklenmiş oldu. Busaldırganlık büyük bir yalan ve demagojibombardımanı altında, artık kamuoyunda da alenentartışılmaya başlayan gerçekler orta yerde duruyorkengerçekleştirildi.

Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakolu tutuklanırken önesürebildikleri tek gerekçe BDP’nin SiyasetAkademisi’nde verdikleri derslerdi. Bu öyle biraymazlıktı ki bu dersler için alınan notlar bile örgütüyeliği delili olarak iddianamede kendisine yerbulabildi. Operasyonların son dalgasında avukatlartutuklanırken ortaya çıkan tablo ise çok daha gülünçoldu. Ülkenin başsavcısı konumuna gelen RecepTayyip Erdoğan’ın Öcalan’ın avukatlarını hedef alanaçıklamasının hemen ardından gerçekleştirilen bu sonoperasyonda ise gerekçe “Öcalan’ın talimatlarınınKandil’e taşınması” idi. Oysa daha birkaç hafta öncebaşta MİT müsteşarı olmak üzere devlet yetkililerininPKK’nin üst düzey yöneticileri ile gerçekleştirdiklerigörüşmelerin tutanakları basına sızmış, yine devletyetkililerinin İmralı’da Öcalan’ın kendisi ile yaptığıtartışma ve pazarlıklar gayet meşru bir biçimdetartışılmaya başlanmıştı. Bu tartışmalar içindeÖcalan’ın düşünce ve önerilerinin bizzat devletyetkilileri tarafından Kandil’e ulaştırıldığı ortayaçıkmışken böyle bir iddia ile avukatları tutuklamakancak büyük bir pervasızlığın ürünü olabilirdi. Ne varki AKP’nin ileri demokrasisi bu pervasızlığısergilemekten de geri kalmadı. Bir kez daha demokrasive terörizmle savaş güzellemeleri eşliğinde baskı veterör rejiminin derinleştirileceği itiraf edildi.Avukatların tutuklanması ile sona eren bu operasyonuise hemen arkasından Lice, Yüksekova, Antep’ikapsayan ve 17 kişinin gözaltına alındığı yeni birsaldırı dalgası izledi.

Tüm bu operasyonlar boyunca burjuva basın, amaözellikle de yandaş medya özel bir rol üstlenmiş oldu.ANF tarafından düzenli olarak yayınlanan Öcalan’ıngörüşme notları sanki bu operasyonla ilk kez elegeçiyormuş gibi çarşaf çarşaf yayınlanmaya başlandı.Yaklaşık beş aydır avukatları ile görüştürülmeyenÖcalan’ın son bir yıl içinde avukatları ile yaptığıgörüşmelerin tutanakları Kandil’e iletilen talimatlarolarak yandaş basının sayfalarında kendisine yer buldu.

Yandaş basının yayın çizgisine bakılırsaavukatlardan aydın ve akademisyenlere kadar geniş biryelpazeyi geride bırakan bu operasyonların yenihedefinin ise artık BDP milletvekilleri olduğuanlaşılıyor. Özellikle Sebahat Tuncel üzerindenyürütülen bu kirli kampanyaya en son olarak BDPEşbaşkanı Selahattin Demirtaş da Hakkari’de yaptığıkonuşma ile hedef olmuş durumda. 5 milletvekilinitutuklamak için hazırlıklar yapıldığı duyumualdıklarını ifade eden Demirtaş, bedeli ne olursa olsunKürt halkının direnmekten vazgeçmeyeceğini ifadeediyor.

Son birkaç haftanın dökümünün ifade edildiği buoperasyon dalgası daha da geriye çekildiğinde ise çokdaha vahim bir tablo ortaya çıkıyor. 4 Eylül tarihindeyapılan BDP kongresinin ertesinde, yani son 3 ayiçinde BDP’nin 21 PM, 4 MYK üyesi tutuklanmışbulunuyor. 6 milletvekili ve 14 belediye başkanının da

cezaevlerinde bulunduğu bu saldırganlığın toplambilançosunu ise iki buçuk yıl içinde tutuklanan 4227kişi oluşturuyor. Yine bu süre zarfında gözaltı sayısınınise 8 bini geçtiği ifade ediliyor.

Saldırganlığın gerisinde ne var?

Kürt halkına yönelik bu pervasız saldırganlığınardından yatan nedenleri bugüne kadar birçok kez dilegetirdik. Daha Kürt açılımı adı altında demokrasi veözgürlük rüzgarlarının estirildiği ve birçok liberalkesimin de bu rüzgara kapıldığı günlerde Türkiye’desermaye sınıfının Kürt sorununu çözmeye gücününhiçbir zaman yetmeyeceğini söyledik.

Kuşkusuz ki bu söylem kendinden menkul bir iddiaolmaktan öte Türkiye’de Kürt sorununun tarihselköklerine ve kapsamına dair bir tespitin ürünü idi. İştebu sorunun tarihsel kapsamı ve dinamikleri,emperyalist merkezlerde tezgahlanan ve Ortadoğu’yaileri demokrasi örneği olarak pazarlanan AKPtarafından sergilenen açılım oyununun oldukça kısa birsürede sona ermesine neden oldu. Bu süreçte vereceğigöstermelik tavizlerle Kürt hareketini bitirebileceğinisanan sermaye devleti Kürt halkının taşıdığı devrimcienerjinin yarattığı birikim karşısında tökezlerken,liberal çevreler de büyük bir hayal kırıklığına uğradılar.

Ortadoğu’da sosyal patlamaların ve halkayaklanmalarının ortaya çıkardığı özgün tablo isedenklemi daha da ağırlaştırdı ve bugünlere getirdi.Artık emperyalist merkezlerden alınan onayla birliktesermaye devletinin güncel politikası Kürt hareketini vetüm toplumsal muhalefeti ezmek ve yok etmektir. KCKoperasyonlarının aydın, akademisyen ve avukatları daiçine alarak 12 Eylül faşist darbe dönemini aratmayanbir biçimde genişlemeye devam etmesi, dahası KCKoperasyonları kadar öne çıkmasa da tüm toplumsalmuhalefetin parça parça aynı pervasız saldırganlıklakarşı karşıya kalması Türkiye’de de sınıfsal ve siyasalçatışmaların derinleşmeye devam edeceğinin en yalın

kanıtıdır. Tayyip Erdoğan da “Terör örgütünüoksijensiz bırakacağız!” diyerek her cephede busaldırganlığı daha da yoğunlaştıracaklarını itirafetmiştir.

Bu arada her ne kadar aslolarak emperyalistmerkezlerden planlansa da Kürt halkına yönelik bupervasız saldırganlıkta dinci gericiliğin özelhesaplarının olduğunu da unutmamak gerekir. Dincigericilik ABD’den aldığı onayla birlikte yürüse deburada tutunma gücünü esas olarak cemaatörgütlenmesi sayesinde elde etti. Sadece devletkurumlarını değil, ülkenin dört bir yanını bir ağ gibisaran bu örgütlenmenin en çok zorlandığı alan iseKürdistan oldu. Açılım hesaplarıyla geçici bir süreertelenen buradaki hesaplaşma ise yine emperyalistmerkezlerden alınan onay ile birlikte başlamış oldu.Yani özünde dinci gericilik Kürt halkına başlattığı cadıavı ile kendi egemenliğini pekiştirmenin vederinleştirmenin de adımlarını atmaya başladı.

Bu özel hesabı bir yana koyarsak Malatya’yakurulması planlanan füze kalkanı, Suriye ve Rusya’nınfüzelerini Türkiye’ye çevirdiği yönünde basına servisedilen haberler, düne kadar dost olan Esad’ın bugünkameralar üzerinde azarlanması ise emperyalistlerinOrtadoğu’ya yönelik planları kadar bu planlarda Türksermaye devletine biçilen rolleri de gösteriyor. Türksermaye devleti için bu rolü yerine getirmenin önceliklikoşulu ise başta günün en yakın tehdidi olan Kürthareketi olmak üzere içerde tüm toplumsal muhalefetinezilerek sindirilmesinden geçiyor.

Dolayısıyla ileri demokrasi örneği olarakpazarlanan Türkiye’deki baskı rejimi önümüzdekigünlerde daha da ağırlaşarak devam edecektir.Devrimci, demokrat, liberal ayrımına takılmaksızın üçmaymunu oynamayı reddeden, dinci gericiliğin Kürtpolitikası karşısında saf tutan herkes hedef tahtasınaçakılacak, bunu ise Ortadoğu’da estirilen savaştamtamlarını güvenceye almak için tüm ilerici-devrimci potansiyelin yok edilmesi çabası izleyecektir.

Zulmünü arttırdıkça çöküşü hızlanıyor!

BDP Hukuk Komisyonu son 7 ayda KCKoperasyonları adı altında yapılan gözaltı ve tutuklamaterörünün bilançosunu açıkladı. Buna göre son 7 ayda4 bin 547 kişi gözaltına alınırken bunlardan bin 838’itutuklandı.

Komisyonun verilerine göre 7 aylık bilanço şöyle: Mart ayında 383 kişi gözaltına alındı, 117 kişi

tutuklama, Nisan ayında 906 gözaltı, 406 tutuklama, Mayıs ayında 969 gözaltı 501 tutuklama,

Haziran ayında 524 gözaltı, 120 tutuklama, Temmuz ayında 65 gözaltı, 44 tutuklama, Ağustos ayında 331 gözaltı, 74 tutuklama, Eylül ayında 636 gözaltı, 237 tutuklama, Ekim ayında ise 717 gözaltı, 332 tutuklama

yapıldı. Kasım ayına ilişkin veriler ise daha

tamamlanmadı. Bu aya ilişkin verilerin de eklenmesiile birlikte son 7 ayda tutuklu sayısının 2 bini degeçeceği belirtildi.

7 ayda 4 bin 547 gözaltı, bin 828 tutuklama

Page 6: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

Devlet terörü6 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/45 * 02 Aralık 2011

KCK soruşturması kapsamında 2009 yılındayargılanmaya başlayan KESK üyelerine toplam 156 yılhapis cezası verildi.

28 Mayıs 2009 tarihinde KCK operasyonu adıaltında gerçekleştirilen operayonlarda İzmir’de 28,Ankara’da 3 olmak üzere çoğu öğretmen 31 KESK’ligözaltına alınmıştı. KESK’liler hakkında açılan davanınkarar duruşması İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi’ndegörüldü.

31 KESK üye ve yöneticisinin yargılandığı davada 25kişiye toplam 156 yıl hapis cezası verildi. KESK’liler“örgüt üyeliği” suçlamasıyla 6 yıl 3’er ay hapis cezasıaldı. KESK eski Genel Sekreteri AbdurrahmanDaşdemir’in de bulunduğu 6 KESK üyesi hakkındaberaat kararı verildi. Ceza alanlar arasında KESK GenelBaşkanı Lami Özgen, Eğitim Sen Kadın Sekreteri SakineEsen Yılmaz, KESK eski Kadın Sekreteri SongülMorsümbül ve Eğitim Sen eski Kadın Sekreterleri ElifAkgül Ateş ve Gülçin İsbert bulunuyor.

KESK üyelerinden protestoTutuklama terörü 30 Kasım günü eylemlerle protesto

edildi. KESK üyeleri Ankara’da Yüksel Caddesi’ndeki

İnsan Hakları Anıtı önünde biraraya geldi. Basınaçıklamasını KESK Genel Sekreteri İsmail Hakkı Tombulgerçekleştirdi. Gidişatın faşizm olduğuna dikkat çekenTombul, “Toplumun örgütlü demokratik kurum vekuruluşları, kişiler topyekün bir saldırı ve baskı dalgasıylakarşı karşıyadır” dedi.

Tombul şunları söyledi: “Ortaya çıkan tablo, AKP’ninHSYK’nın yapısı ile ilgili yaptığı düzenlemeden sonrayargıda da kurumsallaşmasını tamamladığınıgöstermektedir.”

Tombul açıklamasını şu sözlerle sonlandırdı: “KESK,

haklı ve meşru mücadele çizgisinden taviz vermeyerek,geri adım atmayacaktır. Arkadaşlarımıza her koşuldasahip çıktık, çıkmaya devam edeceğiz. KESK’li olmakonurdur, onuru çiğnetmeyeceğiz.”

Adana’da İnönü Parkı’nda biraraya gelen Platformüyeleri adına basın açıklamasını KESK Dönem Sözcüsü,SES Şube Başkanı Muzaffer Yüksel okudu. KESK’inkurulduğu günden bu yana iktidarların hedefi olduğunubelirterek, Adana’da 12 ve 14 Ekim tarihlerindeSendikalar Yasası için yaptıkları yürüyüşlere desoruşturma açıldığı bilgisini verdi.

Mersin’de ise KESK binasından Taş Bina önüneyürüyüş gerçekleştirildi. SES Mersin Şube BaşkanıSelman Günbat davanın iddianamesini hazırlayansavcının yetkilerinin kısa süre önce, İzmir’deki çıkaramaçlı suç örgütleriyle ilişkisi olduğu gerekçesiyleelinden alındığını ifade etti.

KESK’lilere 156 yıl hapis

Burjuva medyanın BDP’li vekillere yönelikkaralama kampanyası devam ediyor.

BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel, poliskaynaklı yeni haberlerle bir kez daha hedefte.

AKP tarafından ayar verilen medyanın yeni haberinegöre; “PKK üyesi Cafer Ateş’in Ankara Çankaya’dafarklı kafelerde farklı tarihlerde BDP MilletvekilleriTuncel ve Ayla Akat Ata ile biraraya geldiğini gösterenfotoğrafların ortaya çıktığı” söyleniyor. “Tuncel yinePKK’lı taşıdı” başlığıyla servis edilen haberlerdeBDP’li vekillerin Ateş’le yaptığı görüşmelere ait olduğuiddia edilen görüntü ve fotoğraflar da kullanılıyor.

2 Mayıs 2011’de tutuklanan Ateş’in Tuncel’leyaptığı görüşmelerin an be an izlendiği, Tuncel’inmakam aracıyla Ateş’i defalarca taşıdığı ve çeşitliadreslere bırakıp geri aldığı iddia ediliyor.

BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın,avukatlardan sonra 5 milletvekilinin de tutuklanmayaçalışıldığı bilgisini aldıklarını söylemesinin ardındanyapılan polis kaynaklı haberler düzen güçlerinin elbirliğiyle hazırladıkları tezgaha işaret ediyor.

“Herkes KCK’den tutuklanabilir”Sebahat Tuncel, medyada kendisini hedef gösteren

haberlere ilişkin 29 Kasım günü basın toplantısıdüzenledi.

Kendisine ve diğer Kürt siyasetçilerine medyadabaşlatılan linç sürecini ABD’nin 1940’lı yıllarınabenzeten Tuncel, “ABD’de o dönem komünist avıbaşlatılmıştı, Türkiye’de ise Kürt avı başlatılmışdurumda” ifadelerini kullandı.

Kürt halkına ve Türkiye halklarına veremeyeceklerihiçbir hesap olmadığını vurgulayan Tuncel, iktidarın“Kürtleri bir çizgiye getireceğiz ya da Kürtmücadelesini sona erdireceğiz” dediğini söyledi.

İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’e de seslenenTuncel şu soruları yöneltti:

“Sadece BDP’li kadın vekilleri takip için mi birekip kurdurdun? Yoksa 550 vekil için de bu ekipçalışıyor mu? Kurdurduysan bu ekibin gideri maliyetinedir? Neden izleniyoruz. Bizi potansiyel suçlu olarakmı görüyorsunuz”

30 Kasım 2011 / Ankara

Gözaltına alındı,uzaklaştırıldı

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı talimatı ile 1Kasım sabahı yapılan operasyonda gözaltınaalınan BES üyesi Ahmet Turan SGK tarafındanaçığa alındı.

4 Kasım’da serbest bırakılan Turan hakkındahenüz bir dava açılmazken SGK, Turan’ın 1 Kasımtarihi itibariyle görevden uzaklaştırılmasına ve busüre içerisinde aylıklarının sadece üçte ikisininödenmesine karar verdi. Ayrıca konunun birmüfettiş tarafından incelenmesi ve gerekiyorsasoruşturulması sonucuna varıldı.

SGK tarafından açığa alınmasınıdeğerlendiren Turan,“Hakkımda kovuşturmayani dava yok. Bu nedenle açığa alınma kararıhukuksuz duruma düşüyor. Bu karar hukuk dışıve keyfidir” dedi.

BES: Turan göreve iade edilsin

BES Merkez Yönetim Kurulu ise hak almamücadelelerine yönelen her türlü baskı vesindirme politikalarına son verilmesini istedi.

Açıklamada, sorunun çözümü için BES GenelBaşkanı tarafından SGK yetkilileriyle defalarcatelefon görüşmeleri gerçekleştirilmesine veAhmet Turan’ın göreve iade işlemlerininyürütüldüğü ifade edilmesine rağmen Turan’ıngöreve iade edilmediği bilgisi verildi.

“Susturulmakistenen KESK’inmücadelesi”

DİSK, TMMOB ve TTB yaptıkları ortakaçıklamayla KESK üyelerine yönelik cezalara tepkigösterdi.

Susturulmak istenenin KESK’in emek vedemokrasi mücadelesi olduğuna dikkat çeken üçörgütün açıklamasında, KESK’in, “ileridemokrasi” olarak ifade edilen ve gerçekte birdikta rejimi uygulaması olan baskı yöntemleri ilesindirilmeye çalışıldığı belirtildi. DİSK, TMMOB veTTB, Türkiye‘de iktidara muhalif bir pozisyon alantüm kesimlerin bir şekilde herhangi bir dava ileilişkilendirilerek, etkisizleştirilmeye çalışıldığınıifade etti.

Açıklamada şu ifadelere yer verildi:“Gazetecilerden öğrencilere, profesörlerdenavukatlara, seçilmiş belediye başkanlarındanmilletvekillerine, sendika başkanlarından siyasiparti temsilcilerine kadar büyük bir kesim siyasidüşüncelerinden dolayı cezaevlerinedoldurulmakta, yandaş medya gücü ile dekamuoyu tepkisi manipüle edilerek kontrol altınaalınmaktadır.

KESK‘e uygulanan bu hukuk skandalı bir anönce düzetilmelidir. Özel Yetkili Mahkemeler veTerörle Mücadele Kanunu kaldırılmalı, gözaltı vetutuklamalara son verilmeli, tutuklananlarserbest bırakılmalıdır.”

Page 7: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

Devlet terörü Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 7Sayı: 2011/45 * 02 Aralık 2011

Üniversitelerde faşistkudurganlık

KTÜKaradeniz Teknik Üniversitesi’nde “24 Kasım

Öğretmenler Günü” nedeniyle basın açıklamasıgerçekleştiren Öğrenci Kolektifi üyelerine faşistlersaldırdı.

Öğrenci Kolektifleri Eğitim Fakültesi’ndegerçekleştirilen basın açıklamasında neden 24 Kasım’ıkutlamadıklarını dile getirerek öğretmenlerinsorunlarına dikkat çekti. Açıklama sırasından faşistler,eylem yapan öğrencileri taciz etti. Sivil polislerinönünde yaşanan sözlü sataşma açıklamanın sonaermesiyle fiili saldırıya dönüştü. Öğrencilerle faşistlerarasında çatışma çıkarken okula jandarma girdi. Uzunsüren çatışmanın ardından jandarma ve ÖGB faşistlerihimayesine aldı.

Öğrenci Kolektifleri üyeleri bu saldırının ardındanöğrenci kimliklerini göstererek basın açıklamasıgerçekleştirdiler. Faşistlerin dışarıdan geldiğine dikkatçekerek saldırıyı teşhir ettiler.

Saldırıda yaralanan Ahmet Yılmaz’ın kolunda çatlakoluştuğu ve kafasına dikiş atıldığı belirtilirken, CenkYılmaz isimli öğrenciye “10 gün iş göremez” raporuverildi.

Pamukkale Üniversitesi25 Kasım günü Denizli Pamukkale Üniversitesi’nde

faşistler Kürt öğrencilere saldırdı.Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü öğrenci

temsilciliği seçimi dolayısıyla olayların çıktığıbelirtilirken, saldırı sonucu Taner Bahçi ve Sait Çetinisimli öğrenciler bıçakla bacaklarından yaraladılar.

Polis, olaya karıştığı söylenen 12 kişiyi gözaltına aldı.

Çukurova Üniversitesi28 Kasım günü Adana’da Çukurova Üniversitesi

Ceyhan Meslek Yüksek Okulu’nda Kürt bir öğrenciyeyönelik faşist saldırı gerçekleşti.

Büro yönetimi 2. sınıf öğrencisi Rıdvan Y., akşamdersten dönerken yaklaşık 15 ülkücü-faşistin sopalarlasaldırısına uğradı.

Kürt öğrenci saldırıyla ilgili şunları söyledi:“Ders çıkışı yurda doğru gelirken elinde sopa olan

biri bana doğru gelince yönümü değiştirip top sahasınadoğru gitmeye başladım. O an karşıma elleri sopalı 15kişi çıkıp bana saldırdılar. Kafamda, kolumda vevücudumun çeşitli yerlerinde darp izleri oluştu.Ülkücülerle aramda kişisel bir sorunum yoktu, yalnızcaKürt olduğum ve bunu saklamayıp mücadelemisavunduğum için bana saldırdılar”

Ne olursa olsun mücadeleye devam edeceğinibelirten Kürt öğrenci, ülkücülerin okulda ve yurtta Kürtöğrencilere karşı “Bu okulda Kürtleri-PKK’yı bitireceğiz”sözleriyle tehditler savurduğunu da söyledi.

Ekim Gençliği / Ceyhan

DTCF30 Kasım günü Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih

Coğrafya Fakültesi’nde (DTCF) faşistler iki öğrenciyeküfür ederek sözlü saldırıda bulundu. Bunun üzerinetoplanan devrimci ve ilerici öğrenciler arkadaşlarınınyanına gitti. Aynı anda karşıda toplanan faşistler isetehditlerine ve küfürlere devam etti. Burada “Faşizmekarşı omuz omuza!”, “Dil-tarih faşizme mezar olacak!”sloganları ile faşistlere karşılık verildi.

Zaman zaman ÖGB barikatı aşılarak faşistlerle fizikitemas yaşandı. Faşistlerin tehditlere devam etmesiüzerine ÖGB’lere “Bunları not al” uyarısı yapıldı.ÖGB’ler ise “Bana işimi öğretmeyin!” diyerek tarafınıgösterdi.

Ekim Gençliği /Ankara Üniversitesi

ÇHD ve İHD 30 Kasım günü “Savunmayısavunuyoruz” başlıklı bir basın toplantısı düzenledi.KCK operasyonları kapsamında 33 avukatıntutuklanmasının protesto edildiği toplantıda, busaldırıya sessiz kalan İstanbul Barosu da kınandı.

Cezayir Restorant Büyük Toplantı Salonu’ndagerçekleştirilen toplantıya BDP Eş Genel BaşkanYardımcısı Aysel Tuğluk, TTB eski başkanı GencayGürsoy ve çok sayıda avukat katıldı.

İlk olarak konuşmayı İHD İstanbul Şube BaşkanıAbdulbaki Boğa gerçekleştirdi. Öcalan’a uygulanantecridi derinleştirmek için avukatların tutuklandığınısöyledi.

Eski Baro Başkanı Ceza Hukukçusu YücelSayman, Asrın Hukuk bürosu başta olmak üzere tümhukuk bürolarında yapılan aramaların çok ciddi olarakhukuksuzluk olduğuna dikkat çekerek şunları söyledi:“Bu hukuka aykırı bir karardır. Bu kararı veren biryargıç hakkında mutlaka görevi kötüye kullanmaaçısından soruşturulma başlatılması gerekir çünküburada meslek sırrı ilkesi çiğnenmiştir.”

Avukat Bahri Belen avukatlara baskının, yargınınen temel ve aktif unsuru olan savunmaya, savunmaörgütüne, savunma hakkının sahibine yönelik birtehdit olduğunu dile getirdi.

ÇHD Başkanı Selçuk Kozağaçlı ise şunlarısöyledi: “Son 15 yıldır Alman Ceza hukukidoktrininde tartışmalara yol açan Düşman Ceza

Hukuku uygulamasını Türkiye bütün kapsamıylauygulanmaya başlamıştır. Bu doktrin çok açıktır,‘vatandaşlara uyguladığımız ceza hukukuyla,teröristlere aynı ceza hukukunu uygulamayız,anayasanın temel haklar ve özgürlükler bölümündenbu kişileri yararlandırmamalıyız, hakim teminatı,gözaltı güvenceleri, kişi dokunulmazlığı, aramayailişkin güvenceler teröristleri kapsamaz aksi taktirdeterör ile mücadele edemeyiz’ doktrinidir. Doktrinaltında uygulanan bu faşizm senelerce Almanya’datartışılmıştı.”

Yargı makamlarının ve baroların devletin bireroyuncağı haline geldiğini belirten Avukat FethiyeÇetin, “Devlet maalesef kendi vatandaşlarından birkısmına düşman diyor, avukatlara da iç düşmanınavukatları olarak bakıyor” dedi.

Avukat Ercan Kanar şöyle konuştu: “Cumhuriyettarihinin en vahim saldırısıdır, ezilen halkların eli koluzincirlenerek savunmasız bırakıldı. Avukatsızbırakıldı. Bunun asıl nedeni yaklaşan yerel seçimler veyeni anayasa yapımında en büyük pastayı kendilerinealma isteğidir. AKP esas olarak Kürt halkınıntaleplerinin anayasaya yansımasını istememiştir.”

Avukat Murat Çelik de İstanbul Barosu’nunmeslektaşlarının tutuklanmasına yönelik sessizliğinive ilgisizliğini protesto etmek gerektiğini vurguladı.

İstanbul’da 34 tutuklama23 Kasım günü 16 ilde gerçekleştirilen

operasyonların İstanbul ayağında gazeteci CengizKapmaz, 33 avukat olmak üzere 34 kişi 26 Kasımgünü tutuklandı. Avukatlar tutuklama süreci ise tambir hukuksuzluk örneği idi. Abdullah Öcalan’ın 41avukatının müdafiliğini üstlenen 100’ü aşkın avukat,mahkemeyi boykot etme kararı aldı.

Diyarbakır’da 36 tutuklama Diyarbakır’da 36 kişi “Örgüt üyesi olmak” ve

“Örgüt faaliyetleri içinde bulunmak” iddialarıylatutuklandı.

Siirt’te 5 tutuklamaSiirt’te belediye meclis üyesi Reşit Teymur,

MKM çalışanı Şehmuz Timurtaş ile AbdullahÇelepkulu, Nurettin Erçin ve Celalettin Elçiçek“Örgüte yardım ve yataklık yapmak” iddiasıylatutuklandı.

Mardin’de 11 tutuklamaMardin ve ilçelerinde 25 Kasım günü

gerçekleştirilen operasyonda gözaltına alınan 11 kişitutuklandı.

Şırnak’ta 15 tutuklamaŞırnak ve Cizre’de 27 Kasım’da gözaltına alınan

22 kişiden aralarında DTK Daimi Meclis ÜyesiFerhat Tarhan’ın da bulunduğu 15 kişi “Örgüt üyesiolmak”, “Örgüt adına suç işlemek” iddiaları iletutuklandı.

Kocaeli’de 12 tutuklamaKocaeli’de 23 Kasım sabahı düzenlenen

operasyonların ardından 12 kişi tutuklandı.Operasyonlarda ESP, EMEP, SDP, Odak, DHF,

Partizan, Halkevleri, BDSP ve Öğrenci Kolektifleriüyelerinin evleri basılmıştı.

Gözaltılar sürüyorAntep, Şırnak’ın İdil ilçesi ile Hakkari’nin

Yüksekova ilçesinde 25 Kasım günü yapılan evbaskınlarında 16 kişi gözaltına alındı. 28 Kasım günüise Hakkari Yüksekova’da, Öcalan’a yönelik tecrit veavukatların tutuklanmasını protesto etmek amacıylagerçekleştirilen eylemde 15 kişi gözaltına alındı.

29 Kasım sabahı da Odak Dergisi okurlarınaoperasyon düzenlendi. Ankara, Denizli, Eskişehir veBolu’da yapılan baskınlarda 6 kişi gözaltına alındı.

1 haftada 113 tutuklama

Page 8: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

Güncel8 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/45 * 02 Aralık 2011

Kapitalizm kendisiyle birlikte her şeyi kirletmeyeve çürütmeye devam ediyor. Şair “su çürüdü” demiştive sonrasında bir kısmımız bir şarkının sözlerindenduymuştuk ya “ve kirlendiğini dünya”nın... ‘Sevgi’kirletildikçe adı daha çok verilmişti sokaklara,caddelere ve yollara.... Buralardan akan hayatlarkarardıkça o kadar ışıklandırıldı yollar. Karanlık veçürüme bu yapay ışıltıyla örtüldü.

Özgürlük ve demokrasi götürülmekteydi bir desavaş uçaklarıyla, bombalarla, mermilerle. Katliamoperasyonları “hayata dönüş” olarak servisedilebilmekteydi!... İletişimin dili, sesin ahengi nasılda lekelenmektedir. Tıpkı acısı hissedilmeyentrajedilere akıtılan gözyaşı gibi... Tıpkı en alayalanların gerçek diye yutturulmaya çalışılması gibi...

Yargısız infazların apaçık itirafıydı sözde “durihtarları.” İşkencede ölümlerin şifresini, “duvaraçarptı”, “merdivenden düştü”, “pencereden atladı”,“kendini astı” yalanları çözüyordu. Her afetten sonradevletin şefkatli kollarının tüm yaraları saracağıyalanını kaç kez duyduk değil mi? Hukuk sistemininpolitik davalarda kendi safını nasıl da kolaycaseçtiğinin sayısız örneğini gördük, karşılığındaöfkelendik. NÇ davasında 13 yaşındaki bir çocuğa“kendi rızasıyla”, 28 tecavüzcüye ise “iyi halleriolduğuna dair” mührünü vuran aynı hukuk karşısındaöfkelendik.

Tarihimiz devletin şefkatli kollarının nerelere kadaruzandığının, ne kadar çok kan döktüğünün, canaldığının sayısız örnekleriyle doludur. Ve yinecoğrafyamızın siyasal ve politik ikliminde kendine hasyalanlarıyla nam salmış düzen aktörleriyle...Söyleyeceklerinin yalan olduğunun biliniyor olmasınarağmen aldırmadan yaptıkları konuşmalarla ünlüdüronlar. Kimisi demiştir ki mesela “bu ülkeye komünizmgelecekse onu da biz getiririz.” Yahut da “banasağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz.” 12 Eylülişkencehanelerinde “asmayıp da besleyelim mi” diyenzata göre işkence de “münferitti” mesela, hepolageldiği gibi.

Sözünü sakınmadan söyleyenler de yok değildielbette. Tıpkı kontrgerilla tetikçilerini korurken “buvatan için kurşun atan da, yiyen de şereflidir” diyenÇiller gibi. Ya da kontrgerilla infazlarını savunurken“bin operasyon yaptık” diyerek övünen Ağar gibi.“Kadın da olsa, çocuk da olsa gereken yapılacaktır”diyen Erdoğan gibi. Tarihin laf cambazlarını gülünçduruma düşürdüğü gibi, benzerlikleri açısından yanyana düşürdüğü de olmuştur.

Şimdi de “bu ülkede özür dilenecekse onu daancak biz dileriz” dercesine CHP’yi köşeyesıkıştırmak için Erdoğan’ın Dersim katliamıyla ilgiliözür dilemesine tanık olduk. Halbuki eşit koşullardayaşayan insanların dost kalabilmeleri açısından nebüyük bir erdemdir özür dileyebilmek. Ama eşitolmayan koşullarda, adaletsiz bir düzenin savunucusuve bu düzenin nimetlerinden faydalanmakta olanlarındilinde özür, sadece yaraları yeniden kanatmaya,öfkeyi daha da artırmaya yarayabilir. Özürleri de küfürkadar ağır ve rencide edicidir. Hasım bellenenden,düşman olarak sürekli esaret altında tutulmakistenenden, hor görülenden, var olan haksızlıklarındevam etmesi istenirken bir özürden bahsediliyorsa,çocuklar bile bilir ki elbette “bir iş vardır bu işte!”

Özür, yapılan hatanın bir daha tekrarlanmaması ve

yaşananlar dolayısıyla acıların paylaşıldığınınbildirimi içindir. Af dilemektir bir yerde. Oysa buradaadı geçen özür için “özrü kabahatinden daha büyük”deyimi de kafi gelmez. Zira özürleri de kabahatleri deçok ama çok büyüktür ve saymakla bitmez. Son olarakyurt dışında yakalanan Sivas katliamının faili,Türkiye’nin gerekli işlemleri yapmamasından dolayıiade edilmemiş ve tutulduğu ülkede serbestbırakılmışsa... Domuz bağı uzmanları, mezar evsakinleri Hizbulkontra tetikçileri, AKP’nin dağıttığıadalet sonucu salıverilmişse... Vakti zamanında, Sivaskatliamının aranan sanıklarından birinin İstanbulBüyükşehir Belediyesi’nde çalıştığı sırada, başkanlıkgörevinde kimin oturduğu gizli saklı değilse...

Daha bir yıl önce, Dersim’in 1938’debombalanması üzerine yaptığı bir konuşmadakullandığı “ben o zamanlar yaşamıyordum” sözlerinasıl Kılıçdaroğlu’nu kurtarmıyorsa, kendinden önceve kendisinden sonra işlenecek tüm insanlık suçlarınedeniyle, Erdoğan da kendisi gibi düzensiyasetçileriyle birlikte aynı derecede suçludur.

Bu son “özür” şovuyla yapılmak istenen ise sadeceCHP’yi köşeye sıkıştırmakla sınırlı bir hamle olarakda algılanmamalıdır. Meselenin onyıllardır bucoğrafyada zulme uğrayanların öfkesini dindirmeyeyönelik sinsi bir tarafı daha var. Tamamen teslimalamadıklarını bilinç açısından silahsızlandırmak için“bak özür de diledim, ama sen yine de biat et”demekten başka bir şey değildir.

Derisi yüzülen Nesimi’den, “dönen dönsün bendönmezem yolumdan” diyen Pir Sultan’dan cellatlarıözür dileyebilir mi? Mustafa Suphi ve 14 davaarkadaşını hangi özür unutturabilir. “Ben seninyalanlarınla, hilelerinle baş edemedim bu bana dertoldu, ben de senin önünde diz çökmedim bu da sanadert olsun” diyen Seyit Rıza nasıl bir cevap verirdiacaba.

1915 Ermeni soykırımını, istiklal mahkemelerini,kanla bastırılan Kürt isyanlarını... Sefer yapılıp zaferelde edilemeyen Dersim’i... Varlıkları, Türk varlığınaarmağan edilerek yok sayılan, horgörülen, inkar veimha edilen Kürt, Ermeni, Çerkez, Laz vb. ulusları,Alevileri, Süryanileri... 6-7 Eylül olaylarını, Maraş’ı,Çorum’u, Sivas’ı, Gazi’yi, ‘77 1 Mayısı’nı,Bahçelievler’i, 12 Mart’ı, uğruna hala hapis yatılan 6

Mayıs’ı, Kızıldere’yi, 18 Mayıs’ı, Nurhak’ı,Adalılar’ı, 12 Eylül’ü, Mamak’ı, Metris’i, veDiyarbakır zindanını...

Sonra yine darağaçlarını, idama giderken söylenenandları, Ankara DAL’ı, İstanbul Gayrettepe’yi, veduvarlarına kan sıçramış daha birçok işkencehaneyi...O işkencehanelerdeki elektriği, Filistin askısını, buzayatırmaları, küfürleri, dinlettirilen çığlıkları ve dahabirçok işkenceyi, işkencede ölümleri, işkencedetecavüzleri, gözaltında kayıpları, yargısız infazları...

Bir kez daha zindanları; Buca’yı, Ümraniye’yi,Ulucanlar’ı, yine Diyarbakır’ı, ‘96 süresiz açlık grevive ölüm oruçlarını, 2000 ölüm oruçlarını, 19-22 Aralık“hayata dönüş” zindan katliamlarını... Zorla boşaltılan4 bin köyü, 17 bin kayıp Kürt insanını, yerlerdesürüklenen, kulakları kesilen, toplu mezarlara, asitkuyularına atılan insanlığı unutmak mümkün müdür?

Bu “özür” vesilesiyle, yapılmak istenenin birdevlet ciddiyeti içinde geçmişle bir hesaplaşmaolmadığı da ortadadır. Öyle ki burjuva düzeninsınırları içinde bile örnekleri mevcut olan böyle biryaklaşımın, Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşanmaolasılığına dair hiçbir emare yoktur. Toplumsalmuhalefetin bir sonucu olarak örneğin Arjantin’in,Yunanistan’ın darbeler vesilesiyle geçmişle yapmışolduğu bir muhasebe ve bunun sonuçları vardır. AncakTürkiye’de oyun tribüne oynanmaktadır. Artan baskıve devlet terörünün ışığında meseleye bakıldığında budaha net görülmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda yer alanKürt mebuslarından biri olan ve 25 Kasım 1925tarihinde Elazığ’da idam edilen Hasan Hayri Bey’inson sözleri olan şu kelimeler oldukça öğreticidir; “EyKürt halkı! Bizden de ibret alın ve bilin ki, dünyadakien güvensiz söz, Kemalistlerin verdiği şeref sözüdür.”Bu veciz ve manidar ifadeyi eğer güncelden uyarlayıpgeleceğe bırakacak olursak herhalde şöyle dememizgerekecektir; “Eğer birileri siz ezilenlerden, yoksayılanlardan, zulme uğrayanlardan; geçmişteçektiğiniz acılara dair özür dileyecek olurlarsa, hattayaşanmış trajedileriniz nedeniyle gözyaşı dökmeyekalkarlarsa, öncelikle yaptıklarına, hizmet ettiklerine,yaşadıkları yerlere, yaşam koşullarına, geçmiştesöylediklerine, ellerindeki kana ve sizlere nasıl birgelecek vaat ettiklerine bakınız.”

Özrü kabahatinden büyük olanlar,kanlı bir tarihi özürle temize çıkaramaz

H.Eylül

Page 9: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

Güncel Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 9Sayı: 2011/45 * 02 Aralık 2011

Erdoğan'ın CHP'yi köşeyesıkıştırmak ve siyasi bir rantaçevirmek için kullandığı 'Dersimözrü' şovunun ömrü kısa sürdü.BDP'nin Dersim Katliamı'nınaraştırılması için meclise verdiğiönerge AKP’lilerin ret oyu vermesisonucu kabul edilmedi.

BDP, Dersim Katliamı ile ilgiliverdiği araştırma önergesiningörüşülmesi önerisini Meclis GenelKurulu gündemine getirdi. Önerininlehinde söz alan BDP GrupBaşkanvekili Hasip Kaplan,Erdoğan'ın Dersim özrünühatırlatarak "Sözlü olarak yapılanözür dilemenin anlamını bulması için,birtakım adımların atılması

gerekiyor" dedi.Bu öneri AKP'nin ikiyüzlü ve

samimiyetsiz tutumunun bir kez dahateyit edilmesi için vesile oldu. Kürthalkı ile işçi ve emekçilere yönelikkoyu bir devlet terörüne başvuran,ilerici ve ve devrimcileri zindanlaratıkan, gerillaları kimyasal silahlarlakatleden AKP hükümetinin, kendiicraatlarıyla yüzleşmeden özürdilemesinin bir karşılığı olmadığınıgösterdi.

AKP'li vekillerin aleyhte yaptığıkonuşmaların ardından BDP’li HasipKaplan tekrar söz alarak, AKP'ninsamimi ise önerilerine “evet” oyuvermesi gerektiğini belirtti. BDP'ninönerisi yapılan oylama ile reddedildi.

‘Dersim özrü’ şovunda son nokta

Burjuvazi “bedelli” ordupeşinde!

Bedelli askerlikle ilgili kanun tasarısı kabul edildi. Buna göre 30 yaşındangün almış olanlar, 30 bin Türk lirası karşılığında askerlik yapmaktankurtulacaklar ve 21 gün temel askerlik eğitiminden de muaf tutulacaklar.Burjuvaların çocukları, kendileri için çerez parası gibi olan bu parayla,askerlikten ve de askerlik yapmamak için mazeret bulma zahmetindenkurtulacak.

Bedelli askerlik konusu vesilesiyle yürütülen tartışmalar tam birikiyüzlülükle sürdürülmektedir. Bundan sekiz ay önce başbakan bedelliaskerliği, referanduma götürecek kadar sorumluluğunu alamayacağı bir konuolarak değerlendiriyordu. Şimdi ise jet hızıyla gündeme alınıp yasallaştırıldı.

Öte yandan bedelliden daha fazla insanın yararlanması için de çeşitliformüller geliştirilirken bazı bankalar “Bedelli Askerlik Kredisi” kapsamındakredi paketi hazırlıyor.

Anlaşıldığı üzere bedelli askerlik devletin bütçe açıklarını kapatmak içinmali bir olanak olması yanında mali sermaye için de yeni bir kar kapısıolmuştur.

Sermaye hükümetinin şefleri bedelli askerlik emekçilerde öfkeuyandırmasın diye, çeşitli demagojik söylemleri de elden bırakmıyorlar.İkiyüzlülükte sınır tanımayan Başbakan Erdoğan, tüm bunlardan sonra“askerliği peygamber ocağı olarak görüyoruz” ifadelerini dekullanabilmektedir.

Gündemdeki bu tartışmalara sermaye sınıfının has temsilcisi TÜSİADBaşkanı Ümit Boyner de katıldı. Ümit Boyner bedelli askerliğe vicdanının elvermediğini söylerken, dilinin altındaki bakla olan profesyonel orduya lafıgetirmiştir. Ümit Boyner bahsi geçen açıklamasında “Ülkelerin güçlü ordularaihtiyacı var. Türkiye’nin beşeri sermayeye de ihtiyacı var. Gençlerin nasılyetiştiği, yaşamlarının ne kadarını eğitimde harcadığı da önemli. İkisininarasında rasyonel bir yere gelebiliriz. Bu teknik bir konu. TÜSİAD ‘ordu nasılyönetilmeli’ konusuna bir çözüm geliştiremez ama şunu da görüyorum. Yavaşyavaş askerlik süresi düzenlenmiş, daha rasyonel ve güvenli, teçhizat açısındanprofesyonelleşmiş bir ordunun, şu anda yaşanan düşük yoğunluklu savaşlamücadele konusunda önemli” demektedir.

Profesyonel ordu ABD emperyalizminin ve NATO’nun ihtiyaçlarıçerçevesinde vurucu güç olma görevini daha iyi yerine getirmek için olduğukadar, Kürt halkına karşı sürdürülen kirli savaşın derinleştirilmesi ve olasıdevrimci yükseliş dönemlerine şimdiden yapılan bir hazırlıktır. Kıyıcı, vurucu,halka karşı silah sıkmakta sınır tanımayan profesyonel bir katiller şebekesiyaratılmaya, aynı zamanda da zorunlu askerlik yoluyla mezar kazıcısımilyonlarca emekçinin silah eğitiminden geçmesine engel olunmayaçalışılmaktadır.

Öldürmeye kodlanmış seçilmiş asker isteyenler, asker sayısının fazlalılığınınyarattığı bütçenin daha öldürücü silah ve teçhizat almanın önüne geçtiği,günümüz teknolojisinde savaşlarının büyük ordulara değil de eğitimlipersonele ihtiyaç duyduğu biçiminde söylemlere sığınmaktadır. Bunun içinTürkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Joost Lagendijk, ‘‘Türkordusunun başlıca görevleri uluslararası misyonlara katılmak ve sınırda veyasınırın hemen ötesinde terörizmle savaşmak. Her iki operasyon türü de, büyükmiktarlarda kötü eğitimli piyadeyi değil, küçük, esnek ve yetenekli birimlerigerektiriyor” diyerek lafı dolandırmıyor.

Tüm bunlar devlet tarafından, başta Kürt halkı olmak üzere devrimci, ilericigüçlere şimdilerde dozunu artırarak sürdürülen sürek avının ileriki zamandafarklı araçlarla daha da pervasızlaşacağına işarettir.

Sonuç olarak sermaye devleti ve onun hükümeti AKP tarafından tek birbedelli hamlesiyle, amaçlanmış olan birçok iş aynı anda kotarılmak isteniyor.İşçi Memetler ölmek ve öldürmek için cepheye (eğer cephede ölmezlerse“disko”larda yahut da “eğitim zayiatı yoluyla”), burjuva çocukları ise mensubuoldukları sınıfın nimetlerinden faydalanmaya gönderilecekler. Şu sıcakatmosferde askerlik üniforması giydirilenler, haksız bir savaşın piyonları olarakkullanılırken, burjuvazinin çocukları ise “ey vatan ne ‘bedeller’ ödedik seniniçin” diyerek böbürlenecekler.

Haksız bir savaşın tek sorumlusu olan bir sistem, yine bu savaşın kazanantarafı olmak için kendi dünyasından olmayan gençleri savaşa sürmeye devamediyor. Devamında ise yine bu ve benzeri savaşların, emperyalizminhizmetinde mazlum halklara karşı yapılacak diğer savaşların ve elbette işçisınıfına karşı yürütülen sınıf savaşımının da kazanan tarafı olmak içinprofesyonel ölüm makineleri yaratmayı planlıyor.

İşçi sınıfı ve ezilen Kürt halkı, haksız ve kirli savaşların tek sorumlusu olanve gittikçe militarize olan bu düzenden hesap sormak için birleşmeli vemücadele etmelidir.

AKP’nin CHP’yi yıpratmak içinkullandığı Dersim Katliamı ile ilgiliaçıklamalardan biri de Alevi BektaşiFederasyonu (ABF) tarafından yapıldı.

ABF Genel Yönetim Kurulu, yaptığıyazılı açıklamada, “Dersim Katliamı”nın1937-1938’de başlayıp bitmediğini,Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet tarihiboyunca devam eden etnik, inançsal vekültürel bir yok etme planı olduğunubelirtti. Farklı olanı kuşatmanın, egemenzihniyetin politikalarıyla “kendinebenzetmenin”, bu da olmadıysa “yoketmenin” her dönemde egemenasimilasyoncu ve tekçi zihniyetin temelpolitikası olduğu ifade edildi.

Türkiye’nin kendi geçmişindenkaçtığı, aynaya bakmadığı süreceDersim’in, Sivas’ın, Maraş’ın, Çorum’un,Gazi’nin, Ümraniye’nin, 1 Mayıs1977’nin, 6-7 Eylül olaylarının lanetininbu topraklarda huzuru bulunmasına engeloluşturacağı vurgulandı.

AKP samimiyetsiz

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın“Dersim özrü”nün önemli ancak

samimiyetsiz olduğu belirtilerek şuifadelere yer verildi:

“Her fırsatta Kılıçdaroğlu’nunAleviliğini ifade ederek Alevilikle ilgiliönyargılardan yola çıkarak milliyetçi vemuhafazakar tabanının ruhunu okşayan,Alevilere ve Aleviliğe yönelik nefret suçuişleyen bir Başbakan, eğer Dersim’inacılarını dindirmek isteseydi, CHP’denbeklediği özrü her fırsatta mirasınısahiplendiği Demokrat Partisi ve zihniyetolarak onun devamı niteliğindeki diğerpartilerden de beklerdi. Çünkü, katliambelgelerinin altında İsmet İnönü’nünimzasının yanında Celal Bayar’ın daimzası vardır ki, Başbakan aktif rol alanBayar ve ekibini bu özrün dışındabırakarak samimiyet derecesini ortayakoymuştur.

Dersim’in acılarını siyasi bir rakibiköşeye sıkıştırmanın aracı olarakkullanmak, en az Dersim katliamınınkendisi kadar yaralayıcı bir tarzdır veBaşbakan bu üsluptan vazgeçmelidir.”

Açıklamada, ABF’nin MaraşKatliamı’nın 33. yıl dönümünü anmakiçin 24 Aralık’ta Maraş’ta olacağıhatırlatıldı.

“Dersim özrüsamimiyetsiz”

Page 10: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

Sınıf hareketi10 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/45 * 02 Aralık 2011

Sendikal Güç Birliği Platformu, 8-11 Aralıktarihlerinde Ankara’da toplanacak olan Türk-İş GenelKurulu öncesinde son bölge toplantısını 26 Kasım’daÇağlayan’daki Figaro Düğün Salonu’ndagerçekleştirdi.

Farklı sektörlerden bini aşkın işçinin katılımlıylayapılan toplantı, Güç Birliği’nin Türk-İş GenelKurulu’na yönelik provası niteliğinde geçti.Toplantının öne çıkan en önemli yanı ise kürsüden sözalan işçilerin platforma yönelik eleştirileriydi.

Katılım genişledi

Güç Birliği Platformu bileşeni 10 sendikanındışında Yol-İş, Harb-İş, Haber-İş, Selüloz-İşsendikalarından temsilci ve üyelerin de katıldığıtoplantıda Türk-İş yönetiminin hükümet işbirlikçisiçizgisi mahkum edildi. Toplantıda konuşan sendikayöneticileri ve işçiler net mesajlar verdiler. Türk-İş’inbaşındaki Kumlu ve ekibinin işçisiz genel kurulgerçekleştirme planlarına dikkat çekilen toplantıdagündemdeki kıdem tazminatı, bölgesel asgari ücret,esnek çalıştırma ve işsizlik ödeneğinin düşürülmesigibi saldırılara karşı mücadele çağrısı yapıldı.

Platform bileşeni sendika başkanlarının divanda yeraldığı toplantıda Güç Birliği Platformu’nun pratiği desorgulandı. Türk-İş Genel Kurulu’na işçilerin dekatılması çağrısının yapıldığı kürsü konuşmalarındaplatformun, genel kurul sonrasına ilişkin programınınolması gerektiğinin altı çizildi. Bu toplantıda ayrıcaLiman-İş, Toleyis ve Türk Sen sendikaları daplatforma dahil oldu.

Türk-İş’i hedef aldı

Toplantının açılış konuşmasını yapan Tek Gıda-İşGenel Başkanı Mustafa Türkel, platfomunhedeflerini ve Türk-İş yönetiminin işbirlikçi çizgisinimahkum eden bir konuşma yaptı. Konuşması boyuncayer yer özeleştirilerde de bulunan Türkel, uzlaşmacılığıteslimiyetçilik olarak algılayan anlayışı şiddetlereddettiklerini dile getirdi. Türkel, “bir zamanlarkendilerinin de yaptığı gibi iktidarla iyi geçinereksorunları çözme mantığını” reddettiklerini ifade etti.“Ayıyla yatağa giren tırmalanmış olarak çıkar” diyerekTürk-İş’i hedef alan Türkel, platfom dışındakisendikaların yöneticilerine seslendi. Bu sendikalarınörgütlü olduğu sektörlerde yaşanacak özelleştirmelerleyok olup gidecekleri uyarısında bulunan Türkel,“Bunun sorumluluklarını yerine getirmediklerinde buvebalin altından nasıl kalkacaklar” diye sordu. Busendikaların yönetici ve delegelerine teslim olmama veayağa kalkma çağrısında bulunan Türkel, iktidara da“delegelerden, kamudan elini çek ey iktidar”çağrısında bulundu.

Serbest kürsü bölümünde salondan katılımcılarasöz verilirken aralarda ise Petrol-İş, Hava-İş veBelediye-İş genel başkanları kürsüyü kullandı.

Tersane işçisi Ali Doğan, tersanelerdeki köleceçalışma koşullarına dikkat çektiği konuşmasındahalkların kardeşliği vurgusunu yaptı.

İMES işçisi Hasan Ceylan ise platformunörgütsüz işçilere de yönelmesi çağrısında bulunaraktabana yönelik çalışma yürütülmesi önerisini getirdi.Hava-İş Genel Başkanı Atilay Ayçin ise Türk-İş

yönetimini hedef aldığı konuşmasında “Biz sınıfkardeşliğinden yanayız. Sistemden beslenmek yerinekafa tutmak gerekir. Ne acıdır ki bunları seyrediyoruz.AKP diye bir iktidar var. AKP, ülkenin her tarafındayetkili kılınmıştır” dedi.

Her şeyin Türk-İş Genel Kurulu’naendekslendiğini söyleyen Ayçin, genel kurulsonrasında gelecek saldırılara dikkat çekti.Saldırıların önünde duracak tek gücün işçi sınıfıolduğunu ifade eden Ayçin Türk-İş’i gerçeksahiplerine teslim etmek için yola çıktıklarını dilegetirdi.

Kampana Deri işçileri adına Gaye Eraslan isedirenişlerinin sadece kendilerinin değil Türkiye işçisınıfının direnişi olduğunu belirtti. Eraslandayanışma çağrısı yaptı.

Deri-İş Tuzla Şube Başkanı Binali Tay da,y”ıllardır kardeş kanı dökülüyor” diyerek iktidarınbütçeyi bombalara tüfeklere ayırdığını dile getirdi.Çalışma hayatının yeniden düzenlendiğini ifadeeden Tay, direniş çadırlarında mücadeleye devamedeceklerini sözlerine ekledi. Platformuönemsediklerini dile getiren Tay, Türk-İş kongresinecesaretle gideceklerini de ifade etti.

Petrol-İş Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın ise,platformun hedeflerini sıraladı. Türk-İş GenelKurulu’na yönelik hedeflerini de anlatan Öztaşkın,yönetime gelemeseler de yeri geldiğinde kıdemtazminatının gaspına karşı şalterleri indireceklerinisözlerine ekledi.

Konuşmasının sonunda salona “Biz ayağa kalktık.Siz de ayağa kalkıp bizimle yürüyecek misiniz?”sözleriyle seslenen Öztaşkın’ın çağrısı salondankarşılık buldu ve tüm salon ayağa kalkarak sloganlaraeşlik etti.

Tez-Koop-İş İstanbul 5 Nolu Şube İşyeriTemsilcisi Umut Çağlar, Kumlu ve yönetimininişçisiz genel kurul gerçekleştirme planlarını kınadı,platforma yönelik eleştirel bir konuşma yaptı.Platforma tarihi bir sorumluluk düştüğünü hatırlatanÇağlar, birliğin kongre sürecine güçlü bir şekildegirmesinin önemine dikkat çekerek Ankara’da 8 Aralıkgünü başlayacak Türk-İş Genel Kurulu’na işçilerolarak gitmek istediklerini belirtti. Çağlar platformbileşeni sendikaların başkanlarına seslenerek “BizlerinAnkara’ya gitme talebimizi karşılayacak mısınız?”sorusunu yöneltti.

T. Harb-İş’ten Yusuf Şanlı, platformun yakınhedefleriyle ilgili somut öneriler getirilmesini istedi.

Kürsüden söz alan Belediye-İş Genel BaşkanıNihat Yurdakul, “Gözünüz arkada olmasın” dedi.,Belediye-İş Sendikası’nın onurlu bir şekilde ayaktadurduğunu iddia etti. Konuşmasını coşkulu bir tondagerçekleştirmeye çalışan Yurdakul, düşük tonlumuhalif vurgularla salonda etki kurmaya çalıştı. Türk-İş yönetimine yüklendi.

Haber-İş İstanbul 1 No’lu Şube Başkanı AhmetKaratay da platformun önüne mücadele hedeflerikoyması gerektiğini ifade etti. Platformun Türk-İşGenel Kurulu’yla sınırlı olmaması gerektiğini söyledi.

Tez-Koop-İş İstanbul 1 No’lu Şube üyesi AbidinSarı süren işçi direnişlerine dikkat çekerken Harb-İşüyesi bir işçi ise kendi sendikasının bu platformiçerisinde yer almamasını eleştirdi.

Toplantıda şubeler adına konuşmayı ise Belediye-İş İstanbul 2 No’lu Şube Başkanı Hasan Gülüm

yaptı. Saldırıların nereden geldiği konusunda hemfikirolduklarını ancak bunlardan daha çok bunlara nasılkarşı durulması gerektiğinin görülmesinin öneminedeğinen Gülüm, Yunanistan’a, Tunus’a. Mısır’a,TEKEL’e, Savranoğlu’na bakıldığında umudun neredeolduğunun görüleceğini ifade etti.

Demokrasi sorununa ve Kürt halkınınmücadelesine dikkat çeken Gülüm, 8 Aralık’ta Türk-İşGenel Kurulu’na işçilerle beraber gitme talebini dilegetirdi.

“İşçiler birleşin iktidara yerleşin!”, “Yönetimgidecek Türk-İş gelişecek!”, “Kumlu gidecek başkayolu yok!”, “Zafer direnen emekçinin olacak!”sloganlarının atıldığı genel kurulun son bölümünde isetoplantının sonuç bildirgesi okundu. Bildirgeyi okuyanAyçin, Türk-İş Genel Kurulu’na işçilerle gitmetalebine ilişkin olumlu bir mesaj verdi.

Toplantıdan notlar:

- Toplantı boyunca platfom görevlileri tarafındanattırılan sloganlara canlı biçimde eşlik edildi.

- Sendikal Güç Birliği Platformu Kadınları datoplantıda yer aldılar. Platform çatısı altındaki çeşitlisendikalardan kadın üyeler, 25 Kasım Kadına YönelikŞiddete Karşı Uluslarrası Mücadele Günü’nde kadınayönelik şiddete dikkat çektiler. “Kadınlar buradaKumlu nerede!” sloganını attılar.

- Deri-İş üyesi Kampana Deri işçileri de toplantısalonunun en önünde yer alarak direnişlerini toplantıyataşıdılar. İşçiler, “Türk-İş uyuma direnişlerine sahipçık” dövizleri açtılar.

- Toplantıya, T. Harb-İş, Petrol-İş ve Belediye-İş’ineski genel başkanları da katıldı.

- Toplantıda, tutuklu gazetecilerle dayanışmamesajları da verildi.

- Toplantıda konuşmak için divana başvuru yapan11 kişinin kürsüden söz alması zaman sorunu gerekçegösterilerek iptal edildi. - Salondan en büyük alkışı Silivri Cezaevi’ndekiErgenekon tutuklularından gelen mesajların almasıdikkat çekti.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Genel Kurul öncesinde “Güç Birliği” sorgulandı

26 Kasim 2011 / Istanbul

Page 11: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

Sınıf hareketi Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 11Sayı: 2011/45 * 02 Aralık 2011

Kuruluşunu ilan etmesinin ardındanTürkiye’nin çeşitli bölgelerinde gerçekleştirdiğibölge toplantıları ile binlerce işçiyle buluşanSendikal Güç Birliği Platformu, bölgetoplantılarının sonuncusunu 26 Kasım’daİstanbul’da gerçekleştirdi. 8-11 Aralık’taki Türk-İş Genel Kuruluöncesindeki bini aşkın işçinin katılımıylagerçekleştirilen toplantı kitlesel bir işçi etkinliğigibi görünse de toplantıyı örgütleyen platformbileşeni sendikaların üye potansiyelleridüşünüldüğünde hayli zayıf bir katılımlagerçekleştirildi. Ancak, toplantıdan yansıyanlara bakıldığında,şimdiye kadar tabandan kopuk ve bürokratik birtarzda örgütlenen bu sürecin Türk-İş yönetimininihanetçi ve işbirlikçi çizgisine karşı birikentepkinin ortaya konması açısından bir işlevgördüğünü söyleyebiliriz. İstanbul toplantısıbelki de bu ortak tepkinin en yoğun hissedildiğibölge toplantısı oldu.

“Ulusalcı” çizginin etkisi

Güç Birliği Platformu’nun genel kurulöncesindeki son provası niteliğinde geçentoplantıdan yansıyan diğer önemli bir diğer noktada etkinliğe katılan işçilerin Türk-İş yönetimineolduğu kadar AKP hükümetine yöneliktepkisiydi. Gündemdeki kıdem tazminatı,bölgesel asgari ücret ve yıkım saldırılarınınyanısıra hükümetin siyasal alanda yürüttüğübaskı ve terör politikaları da salondaki işçilerintemel gündemlerindendi. Ancak, AKP karşıtlığıüzerinden gelişen bu tepkinin devrimci bir kanalaaktığını söylemek güçtür. Bu tespit, toplantıyaSilivri Cezaevi’nden gelen mesajın en fazla alkışıalmasından da anlaşılmaktadır. 26 Kasımtoplantısında da bu gerçek açık biçimdegörülmüştür.

Genel merkezlere basınç

26 Kasım toplantısını örgütleyen şubelerin

toplantıya yönelik müdahalesi ise şimdiyekadarki bölge toplantıları içerisinde en organizemüdahaledir. Platform çatısı altında bulunsalar dakendi genel merkezlerinin ortaya koyduğu pratiğiyeterli bulmayan bazı sendika şubelerinintoplantının geniş katılımla gerçekleşmesiniönemsedikleri salon içerisindekiorganizasyondan da görülmüştür.Salonda özellikle platform bileşeni sendikalariçerisindeki Belediye-İş, Tez-Koop-İş ve Deri-İşsendikalarının katılımı dikkat çekiyordu. Türk-İşİstanbul Şubeler Platformu içerisinde de sıkıilişkiler içerisinde bulunan kimi şubeler, Türk-İşyönetiminin Ankara’da işçisiz bir genel kurulgerçekleştirme hedefine karşı genel kurul günüAnkara’da olma taleplerini iletmek üzere hazırlıkyapmışlardı. Bu hedef, serbest kürsü bölümündeyapılan konuşmalarda da öne çıkmıştır.Yapılan konuşmalarda işçilerin vurguları da,platformun işyerlerinden ve sendikaların üyetabanlarından kopukluğunun göstergesiydi.İşçiler tarafından yapılan konuşmalarda,platformun Türk-İş yönetimini hedeflemesininyanısıra sermaye ve hükümetin saldırılarına karşıyakın dönem için mücadele programı çıkartmasıihtiyacı da ağırlıklı olarak dile getirildi. Kürsüdensöz alan genel başkanların konuşmalarının tekgündemi ise Türk-İş Genel Kurulu’ydu.

İşçisiz Genel Kurul’a müdahale

Toplantıdan çıkan en can alıcı sonuç ise, Tez-Koop-İş, Deri-İş ve Belediye-İş’in şubeleritarafından dile getirilen işçilerle birlikteAnkara’ya gitme hedefinin bir parça da olsahayat bulması oldu. Ne kadar hayatageçirileceğinden bağımsız olarak kürsüden dilegetirilen bu talep sendika başkanlarının dakısmen onayını aldı. Kumlu’nun başındabulunduğu Türk-İş yönetiminin işçisiz genelkurul gerçekleştirme hedefine karşı basınçlaoluşan bu irade ihanetçi ve bürokrat Türk-İşçetesinden hesap sorma hedefi açısından anlamlıbir sonuç oldu.

26 Kasım toplantısı ışığındaTürk-İş Genel Kurulu

Liman-İş Genel Başkanı Önder Avcı ile

Türk-İş Genel Kurulu ve Güç Birliği üzerine...

“Yüzler işçiye dönmeli”- Sendikal Güç Birliği’nin Ankara toplantısına katıldınız mı?Bizim Güç Birliği’ne katılma şansımız olmadı. Kongre sürecimiz bu

dönemin sonuna denk geldi. Kendi iç işleyişimiz, prosedür, hukukisüreç derken zaten bu toplantılar o süreçte de tamamlanmış oldu.Ama Güç Birliği’nin içerisinde o sendikaların koymuş olduğu tavır veçıkış noktaları bize göre doğru. Yani yüzlerin işçiye dönük olmasılazım, tabana dönük politikaların izlenmesi lazım. Zaten osendikaların birçoğunu geçmişten beri tanıyoruz. Onların şu andaizlemiş oldukları yol -Türk-İş içerisinden kopmamak kaydıyla- doğrubir çıkış. Çünkü Türk-İş kurum olarak gerçekten hükümetten sonragelen bir güç. Ama önemli olan bu gücü iyi bir şekilde kanalize ederektabana yönelik politikalar üretip, tabanın hak ve menfaatlerini birşekilde koruyabilme anlayışına sahip insanların idareci olmasıdır.

AKP hükümetinin ele geçirmediği kurum kalmadı. Biliyorsunuz enson Fenerbahçe kalmıştı, onu da farklı bir şekilde çözdüler(!) Türk-İşde çözülenlerin arasına girmiş oldu. Bu anlamda Sendikal GüçBirliği’nin koymuş olduğu tavır bize göre doğru. Gönül ister ki Türk-İş’in içerisindeki diğer sendikalar da böyle bir çıkışın içerisinde yeralsaydı. Ama kongre süreci yaklaştı, ne olacağı belli değil, bunu artıksandık belirleyecek. Zaten bizim de orada bir tane delegemiz var. Üçdelegemiz vardı bire düşürmüşler.

- Türk-İş yönetiminin genel kurul hazırlıkları ile ilgili nedüşünüyorsunuz?

Kongreyi Türk-İş yönetimi kendisi hazırladığı için iç işleyişininmevzuatını bizimkilere göre çok farklı olduğunu zannetmiyorum.Ama ne yapıp ettikleri konusunda bizim bir bilgimiz yok. Zaten ayınikisinde Başkanlar Kurulu toplantısı var Türk-İş’in. Orada büyük birihtimalle ne yaptıklarını kendileri açıklayacaklardır. Kongreye girişsürecinde bazı keyfi uygulamalarla ilgili bizim bir bilgimiz yok, bizeyansıtılmış herhangi bir olay da sözkonusu değil.

- Genel kuruldan beklentileriniz nelerdir?Türk-İş’in geçmişinden ders çıkartarak ve günümüzü de çok iyi bir

şekilde masaya yatırarak, küçük büyük demeden bütün kendisineüye sendikalara eşit mesafede davranması lazım. Bunların daötesinde da örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılmasınoktasında mücadele etmelidir. Yani elinden gelen ne ise, gerekirsediğer organlarını da harekete geçirerek iyi bir kampanya yürütmesilazım. Çünkü artık Türkiye’de mevcut sermaye iktidarları tarafından -ki gelecek iktidarlar da aynı şeyi takip edeceklerdir- örgütlü toplumortadan kaldırılmaya çalışılıyor, sendikaları birer birer avlıyorlar.Özellikle özelleştirme, taşeronlaştırma ile sendikaların altınıboşaltıyorlar, örgütsüz bir toplum yaratmaya çalışıyorlar. Yaniköpeksiz köy bulmuşlar değneksiz geziyorlar. Türk-İş’in yeni seçilecekyönetimi bir kere buna dur demeli. Dur diyebilmesi için bu kongredebir on yıllık projeyi hayata geçirebilmenin kararını almalı.

Ayrıca örgütlü ve örgütsüz toplumu ilgilendiren birçok problemvar. Türk-İş bunların avukatlığına soyunmalı. Bizim sendikalanlayışımız bu. Bir bütün olarak davranmalı. Büyük sendikalaradavranış şekliyle küçük sendikalara davranış şekli arasındaki farkıkapatmalı. Yeni seçilecek yönetimden beklentilerimiz çok. Eğergeçmişte olduğu gibi olursa Türk-İş’i zor günler bekler.

Biz küçük bir sendikayız. İşkolunda tek sendikayız. İşkolu alanımızdar. Limanlarda depolarda antrepolarda soğuk hava depolarındaecza depolarında, Toprak Mahsulleri Ofisi’nde örgütlenebiliriz. Fakatburalarda taşeron, çete, mafya gibi engeller var. Bunların yanı sıraörgütlenmenin önünde zor bir yasal süreç var. Yani bir yeregiriyorsunuz iki buçuk sene üç sene mahkeme sürüyor. O zamanakadar ortada işçi de patron da kalmıyor, işyeri kalmıyor. Bizim enbüyük beklentimiz örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırılmasıiçin bir an önce bu Sendikal Güç Birliği adı altında toplanansendikalarımız, keza bunun karşısında olduğu söylenilen diğersendikalarımız Türk-İş’te iyi bir yönetimin seçilmesi konusunda hemfikir olsunlar. Mücadele açısından gerekli baskı neyse, üretimdengelen gücün kullanılması da dahil, alanların işgal edilmesi de dahilgerekenin yapılması lazım. Çözüm yolu öz gücünden geçer, özgücünü harekete geçireceksin.

Kızıl Bayrak / Ankara

DİSK’in en fazla üyeye sahip sendikasıGenel-İş’in merkez genel kurulu 26-27Kasım 2011 tarihinde Ankara’da DSİToplantı Salonu’nda yapıldı.

15. Olağan Genel Kurul’da Erol Ekiciyeniden genel başkanlığa seçilirken merkez

yönetim kurulundaki isimler büyük ölçüdeaynı kaldı.

Genel Yönetim Kurulu üyeliklerine KaniBeko, Remzi Çalışkan, Fahrettin Tecimer,Hüseyin Yaman, Cafer Konca ve AlaaddinÖztürk seçildi.

Genel-İş’te yeniden Ekici

Page 12: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

2012 yılında geçerli olacak asgari ücretle ilgilikomisyon toplantıları Aralık ayı içerisinde başlayacak.Konuyla ilgili olarak sermaye sözcüleri ve sendikalarise, yaklaşım ve tutumlarını ortaya koymaya başladılar.Tartışmaların giderek daha fazla yoğunlaşacağıgörülüyor. Çünkü hem asgari ücrete ilişkin işçi sınıfıcephesinden büyük beklentiler var, hem de sermayeningündeminde bölgesel asgari ücret gibi saldırı planlarıbulunuyor.

Emperyalistlerin ve işbirlikçi burjuvazininçıkarlarının bekçisi AKP hükümetinin 2012 asgariücretin belirlenmesinde de sermayenin korunmasınadayalı yaklaşımını sürdüreceği aşikardır. Zira ekonomik-sosyal yıkım programlarının içinde özel bir yeri olanasgari ücretin açlık sınırının bile altında tutulması yıkımprogramlarının öncelikleri arasında yer alıyor. AKP’ninprogramına göre Asgari ücret 2012 yılı Ocak veTemmuz aylarında yüzde 3 oranında arttırılacak.

Asgari ücreti kaldırmak istiyorlar

Asgari ücret uygulamasını hiçbir zaman içlerinesindiremeyen kapitalistler asgari ücret uygulamasındanvazgeçildiği koşullarda yabancı sermayenin Türkiye’yeakın edeceğini, kayıt dışılığın son bulacağı argümanınasarıldılar. Yani işsizlik ve kayıt dışılığın suçlusu olarakasgari ücret uygulamasını gösterdiler.

Kapitalistler tüm bu argümanları neden önesürüyorlar? Çünkü asgari ücret uygulaması kaldırılırveya bölgesel asgari ücrete geçilirse, işçilerbugünkünden daha beter kölelik koşullarındaçalıştırılabilir.

Kapitalistler ayrıca dolaylı bir dille asgari ücretindüşürülmesini, bugün “net ücret” olarak tanımlanandüzeye çekilmesini istiyorlar. Üstü kapalı olarak vesanki işçilerin yararına imiş gibi ileri sürülen bu istek,İMF’nin, OECD’nin ve diğer pek çok sermayekuruluşunun artık açıktan açığa dile getirmeyebaşladıkları “asgari ücret düşürülsün” talebiyle tambir paralellik taşımaktadır.

Orta oyunu

Yıllardır asgari ücretin tespitine ilişkin toplantılar birorta oyununa dönüştürülüyor. Sermaye ve sermayeyehizmette sınır tanımayan AKP hükümeti temsilcilerininçoğunluğu elinde bulundurduğu komisyonda Türk-İştemsilcileri de kenar süsüdür. Bu toplantılarda Türk-İş’inde sermayenin çıkarlarına uygun düşen asgari ücretpolitikasına omuz verdiği defalarca kanıtlanmıştır.

Türk-İş ve Hak-İş yıllardır dile getirdikleri asgariücretin en düşük memur maaşı düzeyine çekilmesitalebini yineleyip duruyorlar. Bunun gerçekleşmesi içingerekli olan mücadeleden bahsetmekten ise özenlekaçınıyorlar.

Hak-İş’in açıklamalarında Türk-İş’inkinden farklıolan tek şey asgari ücret tespitine ilişkin mevcutmekanizmadan duyduğu rahatsızlıktır. Zira Hak-İş asgariücret tespit komisyonuna girmek istiyor.

DİSK de asgari ücret komisyonunun sermayenindenetiminde olmasını, işçi sınıfının iradesininhiçleştirilmesini eleştirmektedir. Protesto eylemleri ilesesini duyurmaya çalışmaktadır. DİSK’e bağlısendikaların kısa bir süre önce asgari ücrete ilişkinolanların da içinde yer aldığı istemlerle İstanbul’dagerçekleştirdikleri eylem bu tutumun ifadesidir. Bu

kadarının tek başına bir sonuç yaratamayacağı isebilinen bir gerçektir.

Sendika bürokratlarından bu konuda gerekeninisiyatifi göstermelerini beklemek ölüden gözyaşıbeklemekle eşdeğerdir.

Sendika ağaları örgütsüz sınıf kesimlerini hep yoksaymışlardır. Geçmiş yıllarda yaşanan pratikler Türk-İşve Hak-İş ağalarının asgari ücreti hakkında sadecekonuşmakla yetindiklerini, bu konuda sonuç alıcıeylemler yapmadıkları gibi, var olan eylempotansiyelinin önünü kesmek için çaba gösterdikleriniaçıkça kanıtlamıştır. DİSK ise protestocu eylemanlayışını aşan, hak alıcı eylemsel bir yaklaşımsergilemekten uzak duruyor.

Mücadeleyi örgütleme görevi

Oysa bugün sınıfın yüzde doksanlık kesiminioluşturan sendikasız işçi yığınlarını örgütlemekkonusunda en küçük bir niyet taşıyan sendikalarınmücadele gündemlerine ilk alması gereken yakıcısorunlardan biri asgari ücrettir. Asgari ücret konusundamücadeleye karşı gösterdikleri bu açık ilgisizlik, belliistisnalar dışında, bu sendikaların sınıfı gerçektenörgütlemek gibi bir gündemleri olmadığının en açıkkanıtıdır.

“İnsanca yaşamaya yeten vergiden muaf asgariücret” talebi günceldir ve en kararlı bir biçimde dilegetirilip savunulmalıdır. Ama artık bugün sermayedoğrudan doğruya asgari ücret hakkının kendisini

tartışmaya açmıştır ve bu hakkı ortadan kaldırmak,olmadı daha da budamak için harekete geçmiştir.

İşçi sınıfı bu saldırıyı yanıtsız bırakmamalıdır. Asgariücret hakkının kararlı bir biçimde savunulması içingerekli mücadeleyi örgütlemek için bir an önce hareketegeçmelidir. Sınıfın sendikalarda örgütlü olmayan genişkesimlerinin mücadeleye kazanılması bu çatışmada enbelirleyici faktör durumundadır.

Görev bir kez daha öncü işçilerin, devrimci bir sınıfhareketi yaratma çabası içinde olan sınıf devrimcilerininomuzlarındadır.

Sınıf hareketi12 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/45 * 02 Aralık 2011

Asgari ücret görüşmeleri başlıyor...

İnsanca yaşanabilir asgari ücret içinmücadele saflarına!

Sağlık emekçileri ve öğrenciler sağlıkta KHKdarbesine tepki göstermeye devam ediyor.

Antalya Akdeniz Üniversitesi Tıp FakültesiHastanesi’nde yapılan eylemde SES ve Dev Sağlık-İş üyeleriyle tıp öğrencileri ve akademisyenlerbiraraya geldi.

SES Antalya Şube Başkanı Mustafa Kılınçtarafından yapılan açıklamada sağlıkta herkesiilgilendiren bir dönüşüm sürecinden geçildiği dilegetirildi. Kılınç şunları söyledi: “Tıp fakültelerindehastaların müşteri olarak görüldüğü, nitelikli hizmetyerine çok sayıda hasta bakılarak döner sermayegelirlerinin arttırılmasını hedeflendiği performanssistemine geçilmiştir. Öğretim üyeleri eğitim

veremez hasta bakamaz, araştırma yapamaz kısacasımesleğini uygulayamaz duruma getirilmektedir.Döner sermaye kaygısı yüzünden bütün sağlık alanıçalışanları ve taşeron işçiler düşük ücretlerlegüvencesiz çalıştırılmaya zorlanmaktadır.”

İzmir Dokuz Eylül Üniversite Hastanesi’ndeyapılan eylemde ise TTB, Sağlık-Sen, Türk Sağlık-Sen ve SES yer aldı. Eylemde sağlıkta dönüşümsürecine karşı ortak mücadele çağrısı yapılırken,KHK’nın geri çekilmesi istendi.

İstanbul Tıp ve Cerrahpaşa Tıp Fakülteleri’ndede eylemler gerçekleştirildi. Hasta ve hasta yakınlarıtümüyle kendi girişimleriyle başlatıkları imzakampanyasında 7 binin üzerinde imza topladı.

Sağlıkta KHK darbesine tepki

TTB Merkez Konseyi, Tayyip Erdoğan’ın MarmaraÜniversitesi Pendik Eğitim Araştırma Hastanesi’ndegeçirdiği ameliyatın ardından bağlı yazılı biraçıklama yaptı.

Erdoğan’ın ameliyatını bir özel hastanedoktorunun yaptığına dikkat çeken TTB, tam günyasası kapsamında böylesi bir uygulamanın mümkünolamayacağını belirtti. TTB’nin açıklaması şöyle:

“Sayın Erdoğan her hastanın hakkı olan hekimseçme özgürlüğünü de kullanarak MarmaraÜniversitesi’ni tercih etmiş ama hastaneninkadrosunda olmayan bir cerrahi kadro ile sağlıksorununu çözme yolunu seçmiştir. Söz konusu

cerrahi işlemi gerçekleştiren sayın meslektaşımızınbu girişimde son derecede yetkin olduğu ancak 26Ağustos 2011 tarihindeki KHK çerçevesinde yapılankısıtlayıcı işlemler nedeni ile uzun yıllar çalıştığıüniversiteden ayrılmak durumunda kalan birmeslektaşımız olması sağlık ortamının içine kasıtlıolarak sokulduğu karmaşık durumun ilginç bir örneğiolmuştur.

Yürürlükteki hukuksal mevzuat ile diğer bireyleriçin yasaklanmış ve Sağlık Bakanı’nın ‘milli iradeyitemsil ederek’ hassasiyet gösterdiği bu uygulamaSayın Başbakan için yürürlükten kaldırılmışgözükmektedir.

“Tam gün” Erdoğan için delindi

Page 13: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

Sınıf hareketi Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 13Sayı: 2011/45 * 02 Aralık 2011

İmpo Motor’da direniş kazanımla sonuçlandı. İştenatılmalarının ardından 54 gün boyunca İzmir Torbalı’dakifabrika önünde direnen 7 işçi patron tarafından işe gerialındı.

Birleşik Metal- İş İzmir Şube yönetimi İmpo’dakikazanımla ilgili açıklamasında, sadece 1 işçinin işe gerialımıyla ilgili sorun olduğunu, onunla ilgili de işyeriyönetimiyle görüşmelerin sürdüğünü ifade etti.

Açıklamada şunlar söylendi: “İşçi arkadaşlarımızınhazırladığı ve şubemizin de gözden geçirdiği “Toplu İşSözleşmesi” taslağımızı İmpo Motor yönetimine iletmişbulunuyoruz. Şu ana kadar herhangi bir olumsuzlukyaşamadık. İşveren tarafıyla anlaştık. Daha öncesindenyetkiye itirazda bulunmuştu. Önümüzdeki günlerde buitirazını da geri çekecek ve toplu sözleşme masasınaoturacağız. Amacımız iyi bir toplu sözleşme imzalamak.”

İmpo’daki kazanımın tüm işçilerin kazanımıolduğunu belirten şube yönetimi, bu sürecin, kapıdadirenen işçilerle fabrika içerisinde gerçekleştirdiklerieylemlerle destek veren işçilerin kazanımı olduğunubelirtti.

İmpo işçisi kazandı

FEDAŞ önünde eylem Fırat Elektrik Dağıtım Şirketi’nde çalışırken

işten atılan 9 işçi FEDAŞ Tunceli İl Müdürlüğüönünde eylem yaptı.

Basın açıklamasını gerçekleştiren Ali Özerşunları söyledi: “Bizler Fırat Elektrik DağıtımA.Ş.’nin bütün işlerini yapmakla mükellef AKSAElektrik A.Ş.’de çalışan ÖKBİL şirket elemanlarıolarak çalışan işçilerdik. Geçtiğimiz haftaiçerisinde işverenimiz tarafından hiçbir gerekçegösterilmeden iş hakkımız tek taraflı olarakfeshedildi. Bizler yıllarımızı bu kuruma verdik vebütün ailemizin gelirini buradan aldığımız azmaaşla sağlıyorduk. Bugün o da elimizdenalındı.”

İşten çıkarılan işçilerden en yenisinin 8 yıllıkişçi olduğunu belirtere emekliliğine 2 yıl kalanişçilerin de çıkarıldığını dile getirdi.

Açıklamanın ardından oturma eylemi yapangrup, daha sonra FEDAŞ binası önüne siyahçelenk bıraktı.

GEA işçileri destekbekliyor

G.E.A. Klima’da, patronun lokavt saldırısınakarşı direnişle cevap veren Birleşik Metal-İş üyesiişçilerin fabrika önündeki bekleyişi sürüyor.

Patron-polis saldırıları sırasında 3 defa çadırlarıdağıtılan GEA Klima işçileri, 133. gününe ulaşandireniş sürecine dair gelişmeleri aktardılar.

Direnişçi işçiler, bugüne kadar gerek hukukigerekse fiili meşru düzlemde birçok yoludenediklerini hatırlattılar.

Giderek soğuyan havalara rağmen moralleriyerinde olan direnişçilerin yemek ihtiyaçlarınıGebze’de bulunan Birleşik Metal’de örgütlü olandiğer fabrikalar ortaklaşa karşılıyorlar. Topludestek ziyaretlerinin ilk zamanlar daha yoğunolduğunu belirten işçiler şu sıralar temsilcilerin vesiyasi kurumların tekil ziyaretlergerçekleştirdiklerini aktardılar.

Direnişçi işçiler emekten yana olan herkesidirenişlerine destek olmaya çağırdılar.

Kızıl Bayrak / Gebze

Öğrencilerden Savranoğluişçilerine ziyaret

Menemen’de 25 Kasım günü ilerici vedevrimci öğrenciler, Savranoğlu Deri önündedirenişlerini sürdüren Deri-İş üyesi işçileredayanışma ziyareti gerçekleştirdi.

“Savranoğlu işçisi yalnız değildir!”pankartıyla direniş alanına yürüyen öğrencilerişçiler tarafından coşkulu sloganlarlakarşılandılar.

Ardından direniş çadırına geçilerek sohbetleredildi. Direnişçi işçiler öğrencilerin sorularını dayanıtladılar. Sohbetler sırasında işçilerin birlikmesajları vermeleri ve baskılara rağmen çokgüçlü olduklarını vurgulamaları anlamlıydı.

Sohbetin ardından fabrikadan çıkmayahazırlanan patron sloganlarla karşılanarak teşhiredildi.

Daha sonra dışarıda yakılan ateşin başındahalaylar çekilerek ziyaret sonlandırıldı.

Ekim Gençliği / Menemen

Sendikal örgütlenmeye yönelen işçilerin, busendikaların tepesindeki bürokratlara tepkisininifadesi olarak açığa çıkan ‘sendika değiştirme’eğilimi artıyor. Bunun bir örneği de Kayseri’ninönemli metal fabrikalarından biri olan Erbosan’dagörüldü.

Hak-İş’e bağlı Özçelik-İş Sendikası KayseriŞube’ye bağlı Erbosan’da toplu sözleşme sürecindeortaya çıkan manzara işçilerin sendika ağalarınatepkisini arttırdı.

Erbosan işçileri sermayenin saldırılarının arttığıbir süreçte, sendikacıların kapitalistlerin yan örgütügibi çalışmalarını içlerine sindiremediler. TİStaleplerini tartışan işçiler TİS komitesinioluşturdular. TİS taslağı üzerinde çalışıp, Öz-Çelik-İşKayseri Şube yönetimine sundular.

Tabandan yükselen toplu sözleşmeye sahipçıkma tutumu sendika ağalarını ve Erbosanpatronunu fazlasıyla rahatsız etti. Erbosan patronuve Öz-Çelik-İş Kayseri Şube ağaları işbirliği içindeçalışmaya başladılar. İlk iş olarak, sesinin çokçıktığını düşündükleri bir öncü işçiyi işten attılar. Buişten çıkarma saldırısı karşısında sendika tarafındanatanan işyeri temsilcileri ve sendika şube yönetimiduyarsız davrandı.

Tabandan yükselen “arkadaşımız işe geri

dönsün” talebine kulaklarını tıkayan sendikayönetimi, öncü işçilerin işten çıkarmaya karşı şalteriindirme eylemini gerçekleştireceğini duyduğu andaharekete geçti. İşçilerle fabrikada toplantıdüzenleyen Öz-Çelik-İş yönetimi, şalterin inmesi veiş bırakılması durumunda işçilerin zor durumadüşeceklerini dile getirerek işçileri korkutmasopasına sarıldılar. Şimdilik işçilerin öfkesinidizginlediler.

Kayseri İşçi Birliği ise, sendikalaşma ve sendikadeğiştirmede işçi sınıfının kendi özgücüne, tabanadayalı örgütlenme politikasına yaslanarak bu vebenzer süreçlerde müdahale bulunulmasıgerektiğinin altını çiziyor.İşçi sınıfının özgücü harekete geçirilmeden, işçi sınıfıtaban örgütlerine sahip olmadan sendika ağalarınıdenetim altına almanın, ihanetlerinin bedelinisendika ağalarına ödetmenin mümkün olmadığınıifade eden Kayseri İşçi Birliği, Erbosan örneğinde degörüldüğü gibi işçilerin şalteri indirme kararlılığınınsendika ağalarının manevralarıyla boşadüşürüldüğüne dikkat çekiyor. Öncü işçilerin bumanevraları boşa çıkartmak için seferber olmayadevam edeceğini duyurdu.

Kızıl Bayrak / Kayseri

Erbosan’da işçi iradesi korkuttu

Manisa Akhisar’da kurulu Hollanda sermayeliErgun Hidrolik’te çalışan işçiler Birleşik Metal İş’teörgütlendiler.

İşçiler düşük ücretler ve sosyal haklar üzerinetalepleri doğrultusunda sendikalaşma mücadelesinegirdiler. Örgütlenme çalışmasını güvene, desteğe veinanca bağlayarak yürüttüklerini söyleyen işçiler2011 Ağustos ayında başlattıkları süreci 3 ay gibikısa bir zamanda tamamladılar. Part time çalışmasistemine ve esnek çalışmaya karşı olan işçileresorunları dile getirdiklerinde “beğenmiyorsanız kapıorada” yanıtını veren patron, yetki geldikten sonraherhangi bir itirazda bulunmadı.

Örgütlenme mücadelesi içerisinde yer alan 16

yıllık işçiden 3 aylık işçiye kadar herkes, özverili vegizli bir çalışma yürüttü. İşçiler yetki belgesi gelenekadar idareden gizli bir çalışma yürütmeyibaşardılar.

İnsanca çalışma koşulları ve insanca yaşamayayeten bir ücret, yakacak, yiyecek, ikramiye talepleriolduğunu dile getiren işçiler, part time çalışmanınkaldırılarak part time çalışan işçilerin kadroyaalınmasını istediklerini söylediler.

Kazanana kadar mücadele edeceklerini söyleyenişçiler, toplu sözleşme sürecine hazırlanacaklarınıifade ettiler. Şu dönem itibariyle TİS taslağınıhazırlayıp, işyeri idaresine iletmiş durumdalar.

Kızıl Bayrak / İzmir

Ergun Hidrolik’te sözleşme hazırlığı

Page 14: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

Sınıf hareketi14 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/45 * 02 Aralık 2011

“İşçi ne kadar fazla üretirse; o kadar aztüketebiliyor. Ne kadar fazla değer yaratırsa, o kadar azdeğere sahip çıkabiliyor. Emek; varlıklılar için saraylar,

yoksul için ise sefalet üretiyor. Makine emeğin yerinitutuyor, bir yandan iş olanağı azalıyor, öte yandan öbür

işçiler makineye dönüşüyor.”K. Marx (1844 El yazmaları)

T.C., transformasyon sürecinin bir parçası olarakÇin/Vietnam çalışma rejimi yönündeki düzenlemelerihızla hayata geçirmeye başladı. Ulusal İstihdamStratejisi bu yönde atılan adımları belirledi. Sistematikesnekleştirme ve güvencesizleştirme üzerine kurulustrateji, finans kapitalin işçi sınıfına yönelik açık birsaldırısı oldu.

Finans kapital yeni saldırı stratejisiyle bir yandansömürüyü derinleştirmeyi, öte yandan işçi sınıfını enkazhaline getirerek tahakkümünü sürekli kılmayı hedefliyor.

2010 OECD çalışma raporunda, bu hedeflerinrealizasyonunun “önemi” üzerinde duruldu.

Özellikle çalışma yaşamının radikal bir şekildeesnekleştirilmesi, raporun ana yönelimini belirledi.Raporda kıdem ihbar tazminatının “revize”/ tasfiyeedilmesi ve asgari ücretin yeniden düzenlenmesiningerekliliği vurgulandı. Ulusal İstihdam Stratejisi’yleOECD raporu bütünüyle uyumluluk gösterdi.

Finans kapitalin gündeminde ayrıca özel istihdambürolarının kurulması, bir insanlık suçu olan işçisimsarlığının “legalleştirilmesi”, taşeronlaşmanınüretimin temel faktörü haline getirilmesi ve asgariücretin bölgeselleştirilmesi var.

Bu düzenlemelerin bütünü, Anadolu topraklarınınküresel sermayenin yeni üslerinden biri halinedönüştürülmesini içeriyor. Bir “Çinleştirme”, (işçicehennemine dönüştürme) stratejisi olan bu adımlar yineAnadolu’nun, emperyalizmin askeri operasyonlarınınana üslerinden biri haline getirilmesi süreciyle paralellikgösteriyor. (İzmir’in NATO’nun yeni saldırı üssü olmasıve füze kalkanı projesi gibi)

Sermayenin kar güdüsü

Kapitalist sistem 70’lerin başlarında, kar oranlarınındünya ölçeğinde düşmesine bağlı olarak yapısal bir kriziçine girdi. Bu süreç kapitalizmin yeniden yapılanmasıprogramlarıyla karşılandı ve kapitalist sistem yenisermaye birikim rejimini hayata geçirmeye başladı.

Bu koşullarda “Esneklik” sermayenin kar oranlarınıarttırma stratejisi olarak şekillendi.

Esneklik, emperyalist egemenliği pekiştiren,uluslararası iş bölümünün bir parçası olarakuygulanmaya başlandı. Çokuluslu şirketlerin aşırı karelde etme amacıyla uyguladığı stratejilere bağlı olarakbelirlenen uluslararası iş bölümünün temelini esneküretim modelleri oluşturdu.

Esneklik işletmelerin yapısını ve işleyişini ve çalışmayaşamının bütününü sermayenin ihtiyaçlarına göreyeniden belirlenmesiydi. Bu nedenle esneklikuygulamaları emek sürecinin yeniden düzenlenmesiniiçerdi. Bu düzenleme ve adımlar ideolojikoperasyonlarla desteklendi.

Bütün kurgu ve hedef kar oranlarını arttırmayönündeydi. Çünkü kapitalist üretim tarzının mutlak

kanunu artı-değer ya da kar yaratmaktır. Esneklik bukanunun “aktüel” ifadesi oldu.

Kapitalist barbarlığın kökeni: Artı-değer

Kapitalist işletmede iş günü iki kısma ayrılır. Gerekliçalışma süresi yani gerekli emek süresi; artı çalışmasüresi yani artı emek süresi.

İş gününün bir parçasında işçi, iş gücünün değerineyani gerekli geçim araçları değerine eşit değer üretir.Buna gerekli emek denir.

Kapitalist, gerekli emeği ücret olarak öder. İşçi, işgününün diğer parçasında ise kapitalistin karşılığınıödemeksizin kendine mal ettiği bir artı-değer üretir. Buartı-emektir. Artı-emek tarafından yaratılan değerişçilerin ödenmemiş iş gücünün ürünü olan artı-değerioluşturur.

Artı-çalışma yani artı-emek süresiyle, gerekli çalışmaya da gerek emek süresi arasındaki oran işçininsömürülme derecesini gösterir.

Artı-değerin hem mutlak, hem de nispi birbüyüklüğü vardır. Artı-değerin mutlak büyüklüğüne aynızamanda artı-değer kitlesi denir. Mutlak büyüklük,sermayenin işçiyi sömürülme derecesine ve sömürdüğüişçilerin niceliğine bağlı biçimlenir.

Artı-değerin nispi büyüklüğüne ise, artı-değer oranıya da sömürme derecesi adı verilir

İşçi sınıfının sömürülme derecesinin yükseltilmesiiki yolla gerçekleştirilir. Birincisi mutlak artı-değerdir.Mutlak artı-değer iş gücünün uzatılmasıyla elde edilenartı-değeri tanımlar. İkincisi ise nispi artı-değerdir. Nispiartı-değer, gerekli emek süresinin azaltılmasına karşılık,artı-emek süresinin uzatılmasıyla oluşur. Emeğinüretkenliğinin arttırılmasıyla gerekli emek süresindeazalma, artı emek süresinde ise artış gündeme gelir.Nispi artı-değer üretimi emeğin üretkenliğininarttırılması üzerine kuruludur.

“Esneklikle” hedef işçi sınıfının yoğun ve derinsömürülmesidir. Finans kapital bu yönde hem mutlakartı-değer, hem de nispi artı-değer sömürüsünüderinleştirmeyi önüne koydu.

Finans kapital bir taraftan çalışma süreleriniarttırarak mutlak sömürüyü, diğer taraftan ise normal

sürede daha yoğun, daha esnek çalıştırmayla görelisömürüyü arttırmayı hedefliyor.

Sermaye böylece sonsuz sömürme arzusu önündekibütün “pürüzleri” yok etmeyi amaçlıyor. Bir taraftanengel olarak gördüğü sınıfın tarihsel kazanımlarınıbüyük bir soğukkanlılıkla tasfiye ve gasp ediyor, diğertaraftan daha yoğun ve daha ağır çalışma koşullarınısınıfa dayatıyor. Bütün bunları “çalışma hayatındareform”, “yeni toplum modeli” ve “demokratikleşme”adımları olarak tanımlıyor. Bu yaldızlı tanımlamalarlaişçi sınıfına cepheden yapılan saldırı perdelenmeyeçalışılıyor.

Esnek istihdam modelleri

Sermaye esnek istihdamla, işçilerinin çalışmayoğunluğundan kurtulup kendine boş zamanayırabileceği, hatta başka işlerde çalışarak ekonomikdurumunu düzeltebileceğini söylüyor. Ne var ki esnekistihdam atipik çalışmayı koşulluyor.

Bu yöntemle işçiler mevsimlik ya da geçici çalıştığıgibi kısmi zamanlı, taşeron işçiliği, tele çalışma ve evdeçalışma gibi biçimlerde çalıştırılarak standart olmayanistihdam biçimlerinin önü açılıyor.

Sermaye esnek istihdam modelleriyle çalıştırdığıişçinin kendine yüklediği bütün sosyal maliyetlerindenkurtulmayı amaçlıyor. Ayrıca esnek istihdam tipleri işsınıfının kolektif davranma, düşünme, hareket etmeyeteneklerini zayıflatıyor. Sınıfı kronik örgütsüzlüğesürüklüyor. Sermayenin işçi sınıfı üzerindehegemonyasının pekişmesine yol açıyor. Ona stratejikhamleler gerçekleştirme olanağı sunuyor. İşsizlik tehdidialtında işçiler çok düşük ücretle çalışmaya razı oluyor.

Sayısal esneklik

Sayısal esneklik, sermayeye korkunç olanaklar sunanbir uygulama. Sermayenin hareket serbestliğiniengelleyen tüm faktörlerden kurtulmasını sağlayansayısal esneklik, sermayenin “Türkiye’de tatillerin çokolduğundan” şikayet etmesiyle ve “taşeron işçilerin bilesosyal güvence kazanacağı” vurgularıyla devreyesokuluyor.

Cehennemin yeni adı: Esnek üretim

Mutlak sömürü, mutlak kölelik vemakinalaşan işçi

Volkan Yaraşır

Page 15: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

Sınıf hareketiSayı: 2011/45 * 02 Aralık 2011.

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 15

Bugün sermayenin sınıfa yönelik direkt saldırısı olankıdem ve ihbar tazminatının gaspı, aslında sayısalesneklik programının bir parçasıdır. Sermaye sayısalesneklikle işçilerin işe alınması ve işten çıkarılmasıönündeki tüm engelleri kaldırmak istiyor.

Sayısal esneklik iş güvencesinin tamamıyla ortadankaldırılmasına yönelik bir taktik olarak dikkat çekiyor.Sayısal esnekliğin uygulanmasının önündeki sermayeiçin en önemli engel kıdem ve ihbar tazminatınınvarlığıdır. Sermaye için bu pürüzün ortadan kalkmasıdemek işçi maliyetlerinin en alt seviyeye çekilmesianlamını taşıyor. Sermayenin, işçi sınıfını her düzeydeboyunduruk altına almasının önünü açıyor.

Çalışma zamanında esneklik

Sermayenin mutlak artı-değeri arttırmak arzusununifadesi olan bu esneklik modeli, bugün birçok işyerindefiilen uygulanıyor. Hatta birçok bürokratik, korporatistsendika bu uygulamayı meşrulaştıracak adımlar attı.Toplu sözleşmelere esnek çalışma saatleri ve zamanlarıgirdi.

Çalışma saatlerindeki esneklik sermaye tarafındanişsizliğin engellenmesi ve yeni istihdam olanaklarıolarak takdim ediliyor. Çalışma saatlerinde, çalışmazamanında esneklik son derece aldatıcı taktiklerleuygulanıyor. Görünüşte günlük 8 saat çalışma sabitkalıyor ya da haftalık ya da aylık çalışma süresi sabittutuluyor. Öte yandan ise giriş çıkış saatleriesnekleştiriliyor, bunun yanında bazı günler az çalışma,bazı günler ise çok çalışma, yoğunlaştırılmış iş haftasıgibi uygulamalar devreye sokuluyor. Ayrıca izlenenbaşka taktikler ise vardiya sistemini devreye sokmak,fazla mesai (ücretlerin sabit tutulması şartıyla), haftasonu ve tatil günlerinde çalışmak gibi uygulamalar oldu.

Hatta bunun dışında birçok sektörde fiilen haftalıkçalışma saati 45 saatin çok üzerine çıktı. ILO’nunçalışma raporunda Türkiye, dünyada çalışma saatlerininen yüksek olduğu ülkelerden biri olarak ilan edildi.

Sermaye çalışma saatleri ve çalışma zamanındakiesneklikle vahşi sömürüsünü olağanlaştırmayıamaçlıyor. Ve bu yöndeki hukuki ve tarihsel kazanımlarıengel olarak görüyor ve bu engelleri kaldırmayıamaçlıyor.

Ücret esnekliği

Kriz sürecinde sermayenin önemli bahanelerindenbiri işçi maliyetlerinin ve ücretlerinin yüksekliği oldu.Pervasızca ve yüzsüzce dile getirilen bu tanımlar ücretesnekliğinin realize olması yönündeki bir stratejiyehizmet ediyor.

Sermaye ücret esnekliğiyle ikili bir hedef gidiyor:Bir yandan kriz bahanesiyle işçilerin reel kazanımlarıolan (yakacak, giyecek gibi) sosyal hakları, ya da nakdisosyal hakları (çocuk parası, tatil ücreti gibi) ortadankaldırmayı amaçlıyor. Öte yandan ücret sistemlerinişekilsizleştirerek, bozarak fazla mesai, tatil ücreti gibihakları ücret sisteminden çıkarmayı arzuluyor.

Ücretlerin sadece çalışılan saatlere görebelirlenmesini istiyor. Bu yönelimini de performansücreti gibi süslü tanımlamalarla açıklıyor.

Ücret sistemindeki bu düzenlemeler işçinin gerekli,yaşamsal ihtiyaçlarını karşılayan gerekli emek süresiniazaltmak ve karşılığı olan ücreti en alt seviyede tutmayıhedefliyor. Çin çalışma rejiminin temel ayaklarından biriolan “beleş ücret” sistemi böylece yasallaşıyor. Çin’desaat ücretlerinin 50 cent olması, finans kapitalin iştahınıkabartıyor ve izleyiciye yolu işaretliyor.

Ayrıca bugün hem Ulusal İstihdam Stratejisi’ndehem de OECD raporlarının gündeminde asgari ücrettartışmaları var. Asgari ücretin bölgeselleştirilmesitartışmaları ücret esnekliği kapsamındaki tartışmalarıdır.Buradaki amaç sermayeye pürüzsüz bir zeminsunmaktır. Asgari ücretin bölgeselleştirilmesiyleözellikle işe giriş ücretlerinin aşağı çekilmesi

hedefleniyor. Bütün eksik, zaaf ve geriliğine rağmen asgari ücret

uygulaması, sınıfın tarihsel kazanımlarından biridir.Asgari ücretin bir başka boyutu ise ulusal düzeyde fiili,kolektif bir toplu sözleşme mahiyeti taşımasıdır.

Asgari ücretin bölgeselleştirilmesi hatta kaldırılmasıtartışmaları sınıfa yönelik sermayenin cephedensaldırılarından biridir.

İşlevsel esneklik

İşlevsel esneklik, yeni emek yönetim modellerinioluşturdu.

İşlevsel esneklik, stoksuz üretim, sıfır hatalı üretim,tam zamanında üretim gibi adlar da verildi.

Kar oranlarını arttırmak yönünde emeğin yenidendisipline edilmesini amaçlayan bu uygulamalarla, emeküretkenliğinin maksimuma çıkarılması hedefleniyor. Buyönde işçinin eforunun bütününün kullanılmasıamaçlanıyor. Sömürü oranının yükseltilmesi için işlevselesneklik doğrultusunda bir dizi uygulama devreyesokuldu. Özellikle otomotiv sektöründe işlevsel esneklikyönünde radikal düzenlemeler yapıldı.

İşlevsel esneklikle sermaye, işçinin makinanınorganik parçası ve robotik uzantısı olmasını hedefliyor.

İşlevsel esnekliğin sınıf içi bölünmeyi ve rekabetiarttırması sermayeye sonsuz manevra şansı kazandırıyor.

Sermaye yeni emek yönetim modellerini “modernişletme teknikleri”, “toplam kalite yönetimi” ve “insankaynakları yönetimi”gibi tanımlamalarıyla ifade ediyor.Gerçeklik ise son derece sarsıcı. Yeni emekdüzenlemeleri sınıfı içten kuşatan ve onu robotikleştirenve hızla enkaza dönüştüren pratikler olarak öne çıkıyor.

Kısaca esneklik uygulamaları sınıfın kollektif yapısıve ruhuna yönelik sistematik saldırıları içeriyor.Sermaye çok yönlü ve çok boyutlu esneklik teknikleriyle

hareket kabiliyetini engelleyen bütün faktörleri ortadankaldırmak istiyor. Sınıfın tarihsel kazanımlarına vehaklarına saldırıyor ve böylelikle mutlak sömürüsünü veitaatini hedefliyor.

Başta kıdem ve ihbar tazminatının gaspı, asgariücretin bölgeselleştirilmesi, taşeronlaştırma ve özelistihdam büroları gibi çok yönlü ve çok boyutlu esneklikve güvencesizleştirme programı işçi sınıfına yönelikkarşı devrimci taktiklerdir. Ve sınıfa karşı açıkça birsavaş ilanıdır. Sermaye bu saldırılarıyla sınıfın kolektifvarlığına kastediyor.

Sermayenin çok kapsamlı ve cepheden saldırısınakarşı sınıfın yanıtı da aynı şiddetle olmalıdır:

Militan savunma, militan direniş, militanmücadele…

BDSP, Mersin Limanı’nda direnişlerini sürdürenLiman-İş üyesi işçileri ziyaret etti.

Direniş çadırının bulunduğu sokakta buluşanBDSP’liler çadıra kadar yürüyüş gerçekleştirdiler.Ardından direniş çadırına geçildi ve direniş üzerinesohbetler edildi.

Direnişin 129. gününde gerçekleştirilen ziyaretteilk olarak BDSP adına bir konuşma yapıldı.Konuşmada, direnişin gelişim seyri, patronun veişbirlikçi Liman-İş yönetiminin engellemeleri vebunun karşısında liman işçilerinin direnişin kritikevrelerinde aldıkları tutumlara ilişkin birdeğerlendirme yapıldı.

Ardından işçiler söz alarak direniş sürecindekarşılaştıkları zorlukları anlattılar. Her şeye rağmendireniş çadırının kendileri için bir okul işlevigördüğünü, burada devrimci yayınları okuduklarını,Türkiye’nin dört bir yanında yaşanan direniş veeylemlerden haberdar olduklarını ve artık yavaş yavaş

kitap okumaya başladıklarını belirttiler. Ardından üniversiteli bir devrimci söz aldı.

Direnişin soluğunun şehrin merkezi yerlerine veüniversiteye daha güçlü taşınabileceğini dilegetirerek, bu noktada biraz eksik kalındığınıvurguladı.

Bir çelik-montaj işçisi ise kendi çalıştığı şantiyedeyaşadığı direnişin deneyimini paylaştı.

Konuşmaların ardından, Aralık ayı içerisinde birişçi filmi gösterimi yapma önerisi işçilere iletildi. Bukapsamda, 11 Aralık Pazar günü film gösterimiyapılması kararlaştırıldı.

Direnişin geldiği son durum itibariyle, içeriyeAralık ayı başında 7 işçi girecek ve Ocak ayıiçerisinde 8 kişi daha iş başı yapacak. Bu haliyledireniş kendi taleplerini hayata geçirememiş oldu.Fakat birçok olumsuzluğa rağmen direnişçi işçiler“okul” diye tabir ettikleri direniş çadırından birçokşey öğrendiler.

BDSP’den liman direnişçilerine ziyaret

Sınıf devrimcilerinin Ankara’nın çeşitlibölgelerindeki çalışmaları sürüyor. Bültendağıtımlarının yanısıra kıdem tazminatının gaspıylailgili panele çağrı yapılıyor.

Van depremi, Ekim Devrimi, zam dalgası, kıdemtazminatı hakkının gaspı gibi konuların işlendiği veişçi yazılarının olduğu İşçiden İşçiye Bülteni’ninKasım sayısı, geçtiğimiz haftalarda Ostim’de tek tekatölyelere girilerek işçilere ulaştırıldı. UlusBentderesi’nde de işçi servis noktalarında dağıtımyapıldı.

Mamak’ta da servis noktalarında dağıtım yapıldı.

Belediyede çalışan temizlik işçilerine ve Mamaksınırları içerisindeki bazı fabrikalara da bültenulaştırıldı.

Metal işçileri Bülteni’nin ise son sayısınındağıtımlarına başlandı. Birebir diyaloğun aracı halinegetirilen bülten işçilere anlatıldı.

Yanısıra Mamak’ta, işçi sınıfının en önemligündemlerinden biri olan kıdem tazminatı üzerindenbir panel planlaması yapıldı. 11 Aralık’ta yapılacakpanelde, Avukat Evin Konuk panelist olarak yeralacak.

Kızıl Bayrak / Ankara

Ankara’da sınıf çalışması

Page 16: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

80’li yılların ilk yarısı dizginsiz bir karşı-devrimdönemi oldu Türkiye’de. Aynı on yılın ikinci yarısı ise,Gorbaçov’la başlayan “yeni düşünce” rüzgarının sertçeestiği, Doğu Avrupa’nın çürümüş bürokratikrejimlerinin çözülüp çöktüğü, bundan aldığı güçledünya burjuvazisinin devrim ve sosyalizm düşüncesinekarşı yığınları ve devrimci güçleri hedef alan muazzamboyutta bir ideolojik ve moral saldırıya giriştiği yıllarolarak yaşandı uluslararası planda. Son on yılın birbiriniizleyen bu iç ve uluslararası olaylarının birbirinitamamlayan karmaşık etkileri, Türkiye sol hareketibünyesinde önemli boyutlarda bir ideolojik çöküntü veçürüme yarattı. Kendini ideolojik, politik ve örgütseltüm alanlarda bütünüyle düzenin “meşru” sınırlarınauyarlayan ve bağlayan liberal reformist bir tortu çıkardıortaya. Solcu aydınların büyük bir kesimi ile dünündevrimci bugünün yorgun, yılgın, umutsuz ve inançsızküçük-burjuva öğelerinden oluşan bu tortu, şu günlerdeyasal parti olarak ifade bulma çabası içindedir.

Şu an için kendini hukuksal bakımdan bir kaç farklıpartide ifade etme eğilimindeki bir kaç şekilsizkümeden oluşmakla birlikte, gerçekte temelözelliklerinde ayniyet gösteren bir tek siyasal akımdırsözkonusu olan. İdeolojik özü, Marksizm-Leninizmindevrimci teorisine ve devrimci taktik ilkelerine burjuvaliberal konumdan tam bir karşıtlıktır. Toplumsal devrimve devrimci sınıf mücadelesi düşüncesinin açık birreddidir. Sosyalizm düşüncesinin bilimsel materyalisttemelinden ve ihtilalci sınıf özünden arındırılarak, buşekliyle burjuvazi için kuşkusuz bütünüyle kabuledilebilir, bir ahlaki tercih sorununa indirgenmesidir.Devrimci sınıfı toplumsal devrime başarıylagötürebilecek biricik araç olarak ihtilalci sınıf partisifikrine düşmanlıktır vb. Üstelik tüm bunlar “yenidüşünce”, “marksizmin yenilenmesi” olarak sunuluyor.Gerçekte ise esasa ilişkin bir “yeni”lik yok burda. Tümbunlar, ömrü yüzyılı bulan o eski bernştayncıdüşüncelerden, sosyal-demokrasinin o klasik düşünseltemelinden başka bir şey değildir. Belki şu farkla ki,günümüz dünyasında bunlar, çevre sorunu, nükleersavaş tehlikesi vb. “global insanlık sorunları”ndanhareketle bugüne özgü sayılabilecek bazı ek gerekçeleredayandırılmak istenmektedir. Öte yandan, sosyal-reformizmin bu ideolojik platformu yine de yaşadığımıztarihsel koşulların ürünüdür. O, dünya kapitalizmininsağladığı geçici üstünlüğün bir ürünü, bu üstünlüktemeli üzerinde dünya gericiliğinin yürüttüğü sosyalizmöldü, Marksizm-Leninizm iflas etti propagandasının biryankısıdır.

Bu akımın politik programı ise, uluslararasıgericiliğin, artık devrimler dönemi kapandı, evrenseldemokrasi ve barış dönemi başladı, kapitalizmin en sonve ebediyen varolacak bir toplumsal sistem olduğukanıtlandı propagandasının bir yansıması durumundadır.Doğal olarak kurulu düzen ve mevcut egemen sınıfiktidarı onlar için yıkılıp tasfiye edilmesi gerekenhedefler değil, esas alınması gereken temellerdir.Amaçlar bu çerçevede saptanmakta, onlara bu çerçeveiçinde ulaşılmak istenmektedir. Devrimi ve iktidarmücadelesini reddeden bir teorik perspektifin mantıklısonucudur bu. Amaçlanan ise kapitalizmin yenilenmesive burjuva siyasal düzenin demokratikleşmesidir.Dahası bu amaca burjuvaziye rağmen değil, onunla

işbirliği içinde ulaşılacağı öngörülmektedir. Kısacamodern sınıflı toplumda gündeme getirilen her reformistprogram gibi bu da bir kapitalizme kölelik, burjuvaziyeuşaklık programıdır. Uygulama şansı olmadığı için degerici bir liberal ütopyadır.

Yalnızca sıcak bir örnekle yetinelim: Kürt sorunuylailgili olarak bu program “her türlü şiddeti” dışlayan“barışçı” bir çözüm önermektedir. Böylece yaşamın katıtoplumsal-siyasal gerçeklerinin yerine gerici liberaldüşler konmaktadır. Tüm Cumhuriyet döneminedamgasını vuran bir tarihsel inkar politikasını Kürt halkıancak devrimci şiddet kullanarak boşa çıkarabilmiştir.Sorun çözüm gündemine ulusal eşitlik ve özgürlükuğruna verilen şiddete dayanan mücadeleylegirebilmiştir. Her şey bir yana, burjuvazinin bu liberalve şoven uşakları, geçtik çözümünden, sorununkendisini bile ancak bu sayede açıkça tartışabilmeolanağı bulabilmişlerdir. Öte yandan, burjuvazi debağımsız devlet kurma hakkına razı olamayacağınagöre, o da ancak şiddete başvurarak çözüm aramakzorundadır. Zaten yaptığı ve hep yapacağı da budur.Karşılıklı şiddetin nesnel toplumsal-siyasal bir mantığıvar. Burjuvazinin gerici ve sömürgeci şiddeti karşısında,Kürt halkının meşru hakları uğruna haklı devrimcişiddetini savunmak ve desteklemek yerine, “her türlüşiddeti dışlayan” barışçı bir çözüm hayal etmek,sömürgeci politikaya uşaklıktan başka bir anlamtaşımaz. Sosyal-reformizmin tüm öteki sorunlardakiyaklaşımı, onlara ilişkin “çözüm” önerileri de benzerbiçimde aynı kapıya çıkar. Büyük gerilimlere, dahaşimdiden ciddi toplumsal çatışmalara gebe birtoplumda, tüm temel sorunlar ya devrimci sınıflarınzora dayalı mücadelesiyle çözülür, ya da bu aynısorunların çözümü egemen burjuvazinin gerici zoruylaengellenir. Ortası yoktur bunun.

Kendini bütünüyle yasal çerçeveye uyarlamış, oyunuburjuva politik yaşamın özenle çizilmiş sınırları içindeoynayan, içinde her türlü çelişik, karışık ve şekilsizeğilimin cirit attığı gevşek bir yasal parti ise, bu akımınörgüt çizgisini oluşturmaktadır.

Tüm bu ideolojik, politik ve örgütsel öğelerle“yenilenmiş” olarak Demirel’in karşısına çıkan TBKPyöneticilerine Türk tekelci burjuvazisinin bu hassözcüsünün söyledikleri, sorunun özünü belki de

sayfalar dolusu ideolojik eleştiri ve teşhirden daha güçlüsergilemektedir: “Değişik, farklı görüşler olacak. Meşruzeminlerde kalıp meşru mücadeleyi benimsediği sürecebence korkulacak bir şey yoktur. Devleti ürküten bunundışına çıkılmasıdır. O zemin yetmiyorsa, onungenişletilmesi için çalışılmalıdır. Biz de bunun sıkıntısınıçekiyoruz. Bizim korkumuz, devletin korkusu yeraltıdır.Yerüstünde kalındıkça mesele yoktur.” (5 Haziran 1990)

Evet, gerçekten de düzen ve devlet için meseleyoktur. Reformist akım düzenin yeni bir öğesi, uysal birkölesidir artık. Kenidini devletle özdeş tutan tecrübeliDemirel’in tescil ettiği gerçek budur.

*Demirel’in aynı zamanda sol’un hala devrimci

kesimlerine bir ehlileşme çağrısı olan vurgusu, öteyandan sorunun asıl önemli yönünü bir gizlemeçabasıdır da. Yeni reformist akım düzen ve devlet içinbir “mesele” olmak bir yana, Türkiye’nin bugünkükoşullarında, Türkiye burjuvazisinin bugünküçözümsüzlükleri ortamında, önemli bir olanaktır.Toplumsal bir yangının tutuştuğu bir ülkede, bu yangınıbüyümeden söndürmek, hiç değilse sınırlayıp kontrolaltına alabilmek için bir dizi farklı misyonu yerinegetirebilecek toplumsal itfaiyecilere ihtiyaç vardır.Burjuvazinin reformistleri bağrına basması, basında solakarşı kullandığı misyonerleri aracılığıyla büyükpropagandalara konu etmesi asıl anlamını bu noktadabuluyor.

Buna biraz daha yakından bakalım. SHP Genel Başkanı Erdal İnönü, bu yılın başlarında

(17 Şubat 1990), Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği(TOBB) Başkanlar toplantısındaki konuşmasında, şutespiti yaptı: “Türkiye hızla, kökeni ekonomikçözümsüzlük olan sosyal patlamaların sınırınayaklaşıyor.”

Bu tespitte şüphesiz bir yenilik yok. Marksistlerin vedevrimci demokratların bu ortak görüşü, burjuvazininbasın, sendikalar, üniversiteler ve bir dizi başka alandakiuşakları tarafından burjuva sosyolojisinin kendine özgüterimleriyle son birkaç yılda sık sık dile getirilmiştir.Fakat İnönü’nün, Türk burjuvazisinin bu hepsoğukkanlılığı ve yumuşakbaşlılığı ile övgü alansözcüsünün, bilinen bir gerçeği sert bir uyarı olarak dilegetirdiği platforma özellikle dikkat edilmelidir. Burjuva

CMYK

Reformizm Reformizm 16 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * Sayı: 2011/45 * 2 Aralık 2011

Page 17: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

politika sahnesinin önde gelen temsilcileri, bu türtoplantılara, o günün koşullarında öne çıktığınainandıkları kendine özgü misyonları konusundasermaye temsilcilerini ikna etmek üzere çıkarlar. Şüpheyok, toplumsal patlamalar sınırına yaklaşılmışsa eğer,SHP’nin kendine özgü misyonu da özel ve güncel birönem kazanmış demektir. Yangın tutuşmaktaysa,itfaiyecinin önemi ve değeri artmıştır. İnönü’nün mesajıbudur.

Toplumsal kaynaşmalar döneminde yığınları vedevrim güçlerini yalnızca baskıyla, yalnızca şiddetyöntemleriyle dizginlemek ve yenilgiye uğratmakgüçtür. Asıl politika bu olmakla birlikte, burjuvazibunun hizmetinde, bunu tamamlayacak vekolaylaştıracak biçimde öteki yöntemleri ve araçları dakullanır: Yığınları ve devrimci güçleri şaşırtmak,aldatmak, oyalamak, saflarını içten içe bozmak,kargaşaya sürüklemek, moral açıdan yıkmak vb.Toplumsal itfaiyecilerin rolü bu alanda ortaya çıkar.Onlar tek bir kategori değil, birbirini farklı niteliktekimisyonlarla tamamlayan bir dizi halka oluştururlar.Kaba burjuva reformizminin rolü başkadır, sosyalistmaskeli reformistlerin rolü daha başka. SHP’nin rolübaşkadır, TBKP ve Sosyalistlerin Birlik Partisi gibipartilerin rolü daha başka.

Toplumsal hareketlilikleri ve devrimci gelişmeleriyalnızca baskı ve zorla ezme değil, yanısıra reformistakımlardan yararlanarak dizginleme ve şaşırtmakonusunda, Türk burjuvazisi evrensel davranış çizgisineuygun hareket etmiştir tüm tarihi boyunca. Denebilir kibuna daha İttihat ve Terakki döneminde başlamış,Kemalistlerin ilk anlarından itibaren sahte komünistpartisi ve zubatovcu türden polis sendikaları ilesürdürmüştür. Nedir ki o dönemler karşılaştığı sorunlarhenüz çok önemsiz, başvurduğu bu tür yöntemler iseson derece ilkel ve kabadır. Türk burjuvazisi asılsorunlarla, toplumu saran ve sarsan devrimci kitlekaynaşmalarıyla ancak şu son otuz yılda yüzyüzekalmış, reformist akımlardan yararlanma maharetini deasıl bu dönemde sergilemiştir. Son otuz yılda ikidevrimci yükselişle yüzyüze kalan burjuvazinin,bunların önünü almak ve ezmeyi kolaylaştırmak içingeliştirdiği ve uyguladığı politikalarda reformistakımların dolaylı ya da dolaysız hep belirgin bir yeriolmuştur.

‘60’lardaki devrimci kitle hareketliliklerini “ortanınsolu” akımıyla kontrol altına almaya çalışan sermayedüzeni, bu arada dönemin sol hareketine egemenburjuva sosyalist akımların oynadıkları dizginleyici vesaptırıcı rolden azami şekilde yararlanmıştır. “Ortanınsolu” akımı yığınların sola açılan kesimlerini, burjuvasosyalist akımlar ise sosyalizme yönelen kesimlerinikontrol altına almış, yığın hareketliliğini burjuvadüzenin sınırları içine hapseden zincirin halkalarıböylece birbirini kendiliğinden tamamlamıştır.

‘70’lerin ikinci yarısına yayılan devrimci yükselişdöneminde durum biraz daha karmaşıktır. Artık sahnedekentlerde ve kırlarda geniş kitleleri etkileyebilen çoksayıda gruptan oluşan bir devrimci hareket de vardır.Sermaye düzeni yığınların hoşnutsuz ve sola açılankesimlerini Ecevit ve CHP’si ile kontrol etmeyeçalışırken, DİSK’in sendika bürokrasisi aracılığıyla işçisınıfının en gelişmiş kesimlerini denetim altında tutan

ve CHP’nin yedeğine veren revizyonist akım da buyolla düzene paha biçilmez bir hizmet sunmuş oldu. Öteyandan bu aynı dönemde gerek CHP reformizmigerekse revizyonist hareket ideolojik ve politikbakımdan devrimci hareketi zaafa uğratmış, mücadeleyegüç kaybettirmiştir. Devrimci hareket üzerinde reformistetkinin bir kaynağı ve aracısı solun revizyonist kesimiidiyse, öteki kaynağı da bizzat kendi politikperspektiflerinin buna açıklığı idi. Kapitalist düzenintoplumsal iktisadi temeline yönelen bir kavrayıştan uzaksığ bir anti-faşist demokrasi perspektifi, genel olarak iseburjuva demokratik devrim perspektifi, burjuvareformizmi için kuvvetli bir etki sahası oluşturmuştur.Devrimci demokrasiyle benzer temaları ve şiarlarıyoğun bir politik demagoji eşliğinde kullanan burjuvareformizmi, bu yolla devrimci bir hareketliliği yaşayanyığınları kendine çekmekte bellibir başarı sağlamakla kalmamış,devrimci saflarda bile zayıflığa vetereddütlere yol açabilmiştir.

Sonuç olarak, ´70´li yıllarda,burjuva reformist akım ile solunreformist kesiminin (revizyonisthareketler toplamı) birbirineeklenen halkaları bir kez dahadevrimi dizginleme ve zaafauğratmada sermaye düzeninebüyük bir hizmet görmüş oldu.

İnönü´nün sözleriyle, “kökeniekonomik çözümsüzlük olansosyal patlamaların sınırına” hızlayaklaşılan bugünün Türkiye´sindeise koşullar bir hayli farklıdır.Reformizmin oynayabileceğigerici rol de bu farklı koşullaragöre biçimlenmektedir. Yığınhareketindeki devrimci gelişme ihtimaline karşıreformizmin burjuvaziye sunacağı hizmet kabaca üçboyutludur. Yığınları tutabilmek ve oyalayabilmek ilkboyuttur. İşçi sınıfının yaşamakta olduğu eylemlilikteözel bir rol oynayan ve sosyalizme açık bir eğilimduyan ileri işçi kuşağını tutabilmek ikinci boyuttur.Kitle hareketlerini sürüklemeye aday devrimci hareketiiçten içe bir ideolojik politik kargaşaya itmek, zayıflığave güvensizliğe sürüklemek ise bir üçüncü boyut.Birinci alanda fazla bir şey yapma gücü ve yeteneğiolmayan sosyal reformist akımın burjuvaziye asılhizmeti son iki alanda olacaktır.

Genel olarak söylemek gerekirse, içindebulunduğumuz zaman kesitinde uluslararası gelişmelerreformist akım için bir güç kazanma ve etki alanınıgenişletme kaynağı iken, Türkiye´nin kendi içdinamikleri tersine onun etki alanını daraltacak yöndegelişmektedir. Yakın zamana kadar daha çok 12 Eylülkarşı-devrim döneminin sol hareket üzerindetahribatının ürünleriyle güçlenen reformizm, bugünartık esas olarak dıştan esen rüzgarların etkisinidevşiriyor. İç gelişmeler artık onun aleyhine işliyor.Türk burjuvazisinin karşı karşıya bulunduğu sorunlarher zamankinden ağır, manevra alanı ise son derecedardır. Bu nesnellik, bugün kendini artık sosyal-demokrasi olarak adlandıran akımın oynayabileceği rolüde geçmişe göre hayli sınırlamaktadır. Bugün artık

yığınlara geçmişteki gibi heyecan veren bir “umut”olunamamaktadır.

Tüm bunlar reformizmi ve ona karşı bir an dahiihmal edilmemesi gereken mücadeleyi küçümsemekiçin mi? Şüphesiz değil. Fakat reformizmi küçümsemekkadar, onun etki imkanlarını abartmak da tehlikeli vezararlıdır. Zira bunun öte yüzü devrim olanaklarınıküçümsemek anlamına gelir. Doğru tutum onu zayıf vegüçlü yönleriyle tanımak ve kavramaktır. Kritik nokta,hiç değilse bugün için, burjuvazinin reformist akımıyığınlardan çok devrimci harekete karşı kullanmakistemesidir. Dünyadaki ters gelişmelere rağmenTürkiyeli marksistlerin ve devrimcilerin devrim vesosyalizm yolunda kararlı bir tutum, güçlü bir enerjisergilemeleri Türk burjuvazisini şaşırtıyor ve tedirginediyor. Bu tedirginlikle sosyal reformizme planlı bir

çabayla sahip çıkıyor vedevrimci hareketi zaafauğratmada ondanyararlanmak istiyor.

Nedir ki devrimcihareket kritik safhayıatlatmıştır. DoğuAvrupa’daki gelişmelerinyıkıcı etkisigöğüslenmiştir. Öteyandan, liberal eğilim veöğelerle çelişip çatıştığıölçüde ileriye dönük birideolojik atılımayaklaşmaktadır. Burjuvadevrim ufkuyla oluşmuşpolitik perspektifleraşıldığı ölçüde,reformizmin devrimcihareket üzerindeki

ideolojik etki alanı da daralacaktır. Türkiye’nindevrimci atılımlara ve bir toplumsal devrime uygunnesnel ortamında, geçmişten ve uluslararasıkaynaklardan gelen ideolojik-politik zayıflıklardanarınılabildiği takdirde devrimci gelişmeleri başarıylasürükleme imkanı bulunacak, reformizmin bozucuetkisi kolayca boşa çıkarılabilecektir. Devrimcihareketin genelinde bu bakımdan hala ciddi zayıflıklarvar. Ama leninist kesimde oluşan net perspektiflerhareketi ileriye çekmede önemli bir şans ve güvencedir.

Öte yandan, gelişen işçi hareketinin ortaya çıkardığıöncü işçi kuşağının sosyalizme, devrimci mücadeleçizgisine ve ihtilalci örgüt yapısına duyduğu kuvvetlieğilim, birinciyi tamamlayan bir başka güvencedir.Aydınlar ve küçük-burjuva ögeler safları terkederlerken, sınıf bilincine ulaşan işçiler saflarıdolduruyorlar. Burjuva demokratik içerikli temalarınterkedilmesi aydınları hareketten koparıyorken, sınıfsalvurgular, anti-kapitalist perspektif, sosyalist devrim vesosyalist demokrasi şiarları öncü işçiler içinde heyecanlıbir destek buluyor. Tutarlı devrimci perspektifler biriciktutarlı devrimci sınıfın şahsında toplumsaldayanaklarına kavuşuyorlar.

Tüm bunlar burjuvazinin özenli ve planlıgayretleriyle devrimci saflara akıtılan reformizmmikrobunun gerçek birer panzehiridir.

(Ekim, Sayı: 34, Temmuz 1990, Başyazı)

CMYK

m ve devrimm ve devrim Sayı: 2011/45 * 2 Aralık 2011 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 17

Genel olarak söylemekgerekirse, içinde

bulunduğumuz zamankesitinde uluslararası

gelişmeler reformist akımiçin bir güç kazanma ve etkialanını genişletme kaynağıiken, Türkiye´nin kendi iç

dinamikleri tersine onun etkialanını daraltacak yönde

gelişmektedir.

““

Page 18: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

Mısır’da seçimler, ikinci isyan dalgasınıngölgesinde başladı. Tahrir Meydanı’nda bu yöndeyükseltilen şiarlara rağmen, Yüksek Askeri Konseyve Müslüman Kardeşler’in ortak çabasıyla seçimlerinertelenmesi önlendi.

Generaller, “istikrarı” sağlama kaygısıyla hareketederken, Müslüman Kardeşler’le destekçileri,seçimlerden galip çıkmayı umdukları için, bu sürecibir an önce geride bırakmak istiyorlar. Zira bu sürecingeride kalması, Müslüman Kardeşler’in iktidar veartı-değer yağmasından aldıkları payda kayda değerbir artış sağlaması anlamına gelecek.

Mısır’daki sistem gereği, seçimlerin kesinsonuçları ancak Mart ayında belli olacak. Çok partiliseçimlerin yapılması isyanın kazanımlarından biriolsa da, Mısırlı işçi ve emekçilerin hiçbir sorununaçözüm üretmesi beklenmiyor. İktidardaki burjuvagüçlerin bileşiminde bazı farklılıklara yol açsa da, busınırlardaki değişimin emekçiler lehine sonuçlaryaratması mümkün değildir. Zaten emekçiler lehinekazanımlara seçimle değil, ancak meşru/militanmücadele ile ulaşılabileceği evrensel bir olgudur.Nitekim Mısır’da isyandan bugüne kadarki tümdemokratik kazanımlar, meşru mücadele sayesindemümkün olmuştur.

“İkinci isyan” dalgası, generalleri, birkaç önemlikonuda taviz vermek zorunda bıraktı. Yenianayasanın oluşturulmasına vesayet hakkındanvazgeçen generaller, devrik diktatör Mübarek’inpartisi NDP üyelerine beş yıllık süreyle seçilmeyasağı konmasını ve sivillerin askeri mahkemedeyargılanmasına son verilmesini kabul etmek zorundakaldılar. Eylemlerde uygulanan vahşi şiddet veişlenen cinayetlerden dolayı ise halktan özür dilediler.

Ortalığı yatıştırmaya çalışan generaller, İsamŞeref başkanlığındaki hükümeti görevden alarak damanevra yaptı, fakat bu adım, eski bir rejim artığınınhükümeti kurmakla görevlendirilmesinden dolayı işeyaramadı. Nitekim bu adım, Tahrir’deki direnişçilertarafından anında reddedildi. Zira bir eski rejim artığışahsiyetle kandırılacak bir kitle değildi Tahrir’dekiler.

Bu hamleye karşı “ulusal birlik hükümeti”kurulması gerektiğini, bu talep karşılanana kadareylemlerin devam edeceğini ilan eden direnişçiler,farklı siyasal güçlerin söz hakkının olacağı birhükümetin kurulmasını şart koşuyorlar.

Seçimler ve anayasa konusunda egemenler arasıbir çatışma da devam ediyor. Burjuvazinin farklıkesimleri, iktidar aygıtında alacakları mevkileruğruna birbiriyle çekişirken, işçi ve emekçilerdemokratik, sosyal, siyasal talepleri için mücadeleediyorlar. Egemen sınıfların çıkarları çakıştığında,birlikte hareket ederken, çatıştıkları noktalarda,direnişi bir araç olarak kullanmaktan da geridurmuyorlar.

İttifak yapmalarına rağmen, MüslümanKardeşler’le generaller arasında da çatışma var. Zirageneraller ayrıcalık peşinde iken, MüslümanKardeşler iktidar erkine hakim olmanın yollarınıarıyorlar. Emperyalistler ve Mısır burjuvazisi ileişbirliği yapan taraflar, her kritik anda işçi veemekçilerin taleplerinin karşısına birlikte dikiliyorlar.

Temel meselelerde dinsel değil, sınıfsal bir tutumalan Müslüman Kardeşler hem Mübarek dönemindehem devrildikten sonra grev ve diğer hak aramamücadelelerine karşı durdular. Bu tutum şaşırtıcı

değil, zira burjuvazi siyasal arenayadini kostümlerle çıksa da, sınıfsalçıkarlar söz konusu olduğu yerde,dünyevi bir tutum alır.

Kritik olaylar karşısında aldıklarıtutumdan dolayı, MüslümanKardeşler’in etkisindeki işçi-emekçikökenli gençler, şefleriyle çatışmayabaşladılar. Merkezi karara uymayangençler, Tahrir Meydanı’ndakidirenişe katılarak, bir anlamda isyanbayrağını açmış oldular. Mücadelenin sertleşmesidurumunda -ki, gelişmeler bu yönde ilerliyor-gençliğin merkezden kopması olasılığı yüksekolacaktır.

Olağan koşullarda burjuvazinin peşindensürüklenen işçi ve emekçilerin, mücadelenin kritikanlarında sınıf çıkarlarının farkına varıp, kendibayrakları altında mücadeleye katılmaları kolaylaşır.Müslüman Kardeşler’in şeflerinin bile harekette ciddisorunlar olduğunu kabul etmeleri, işçi-emekçikökenli gençliği kontrol etmekte zorlandıklarınaişaret ediyor. Bu çatışma, hâlihazırda MüslümanKardeşler’in temel açmazı durumundadır. Hemenolmasa bile, hareketin iktidara ortak olmasıyla birayrışmanın yaşanması bekleniyor.

Liberal burjuvazi ve onun siyasi temsilcileri,halen eylemlere katılıyorlar. Zira generaller-Müslüman Kardeşler ittifakının onları denklem dışıbırakmaya çalışması, bu tercihi yapmayı zorunlukılıyor. Dolayısıyla iktidar ve ranttan aldıkları payıgüvence altına alana kadar, en azından bir kısmının“muhalif” kalması kaçınılmaz görünüyor. Fakat herşeye rağmen bu güçler, Tahrir Meydanı’nda direnenişçi ve emekçiler için geçici yol arkadaşıdırlar.

Son olaylarda kanlı dişlerini gösteren ordu vepolis, kararlı direniş sayesinde geri çekildiler. Ancakbu çekilişin bir taktik olduğu kesin. Kitlelerindevrimci basıncının zayıflaması durumunda,inlerinden çıkıp saldırıya geçmeleri işten bileolmayacak. Zira rejimin bu silahlı bekçileri, Mübarekdöneminde işlenen suçların failleridir aynı zamanda.Ordu ve polis kurumlarının şefleri, rejimin ayrıcalıklı

kastı olmaya devam etmek için çabalıyor. Bu konudaen yakın müttefikleri Müslüman Kardeşler’dir.Nitekim dinci hareketin şefleri, yeni ayrıcalıklarakarşı olduklarını ifade etseler de, söz konusu kastlarıneski anayasadaki konumlarının devam edeceğinisöylüyorlar. Bazı noktalarda aralarında çıkarçatışması olsa da, militarist kurumlarla MüslümanKardeşler birbirine yakın duruyorlar.

Bağımsız sendikalarda örgütlenen işçi veemekçiler ile sol/sosyalist güçlerin siyasal tablonunfarkında oldukları görünüyor. Demokratik, sosyal,siyasal taleplerinin kazanılması için mücadelenin şartolduğunu dile getiren bu güçlerin grev, direniş,gösteri vb. eylemleri devam ederken, Tahrir’dekidirenişte de etkin bir rol oynuyorlar.

Seçimler dönemi direniş hareketini oylar mıbilinmez; ancak Mısır’da sınıflar mücadelesinin yenibir evreye girdiğine kuşku yoktur. 250’yi aşkınbağımsız sendikada örgütlenen milyonlarca işçi veemekçinin talepleri uğruna mücadeleye devametmeleri kaçınılmazdır. Nitekim bu sendikalarMübarek döneminde olduğu gibi, bugünde grev vedirenişlere devam ediyorlar.

Mücadeledeki etkilerine rağmen sol/sosyalistgüçlerin henüz devrimci bir sınıf partisiyaratamadıkları gözleniyor. Buna karşın isyanınyarattığı birikim, deneyim ve özgüvenin yanısıra,Mısır’daki sosyalist birikimlere de dayanarak butarihi önemdeki eksikliği gidereceklerini öngörmekmümkündür. Devrimci sınıf partisinin önderliğialtında mücadele sahnesine çıktığında ise, asıldevrimi Mısır işçi sınıfıyla emekçi müttefiklerigerçekleştirecektir.

Ortadoğu18 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/45 * 2 Aralık 2011

Mısır’da sınıflar mücadelesinde yeni evre

u“Ganzuri eski rejimin tüfeği”

Mısır’da Essam Şerif başkanlığındaki geçici hükümetin

istifasından sonra iktidardaki Yüksek Askeri Konsey yeni hükümet

kurma görevini eski başbakan Kemal Ganzuri’ye verdi.

Emekçiler Yüksek Askeri Konsey’in bu hamlesine de

aldanmamak da kararlılar. Zira, birçok emekçi 1996-1999 yılları

arasında başbakanlık yapan Ganzuri’yi Mübarek rejiminin eski

tüfeği olarak tanımlıyor.

Öte yandan, Yüksek Askeri Konsey’in yönetimi halka

devretmesi talebiyle başlayan gösteriler ise büyüyerek sürüyor.

Azgın devlet terörüne rağmen alanları terketmeyen emekçiler,

“yeni hükümet” aldatmacasına kanmayacaklarını belirterek

milletvekili seçimlerinin ertelenmesini talep ediyorlar.

Page 19: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

Dünya Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak* 19Sayı: 2011/45 * 2 Aralık 2011

Avrupa’nın dört bir yanında işçi ve emekçiler krizbahanesiyle kendilerine dayatılmak istenen sömürü veköleliğe karşı grev silahını kuşanarak alanlara çıktılar.

PortekizPortekiz’de işçi ve emekçiler 24 Kasım günü

hükümetin “kemer sıkma” adı altındaki saldırıpolitikalarına karşı 24 saatlik genel greve çıktı.

Öğretmenlerden hastane çalışanlarına ve havaalanıgörevlilerine kadar çeşitli sektörlerden yüz binlerceçalışan greve destek verdi. Grev nedeniyle ulaşımdurma noktasına geldi. Ülke genelindekihavaalanlarında uçuşlar iptal edildi. Özellikle toplutaşımada ciddi aksamalar yaşandı.

Portekiz’in iki büyük işçi sendikası, İşçiler GenelBirliği (UGT) ve Portekiz İşçiler GenelKonfederasyonu (CGTP) tarafından yapılan genelgrev, ülkede son 23 yılda yapılan 3. genel grev oldu.

Portekiz hükümeti, AB ve IMF’ninyönlendirmesiyle kamu açığını kapatabilmek için 2012yılı bütçesinde ciddi kesintiler öngörüyor. Emeklilereve memurlara prim ödemeleri kaldırılıyor, vergileryükseliyor ve devlet yatırımlarıyla sosyalharcamalarda kesintiler yapılıyor.

YunanistanYunanistan’da devlet televizyonu ERT’nin birinci

kanalı ERT1’in kapatılmasını ve işten çıkarılmalarıprotesto eden basın emekçileri 30 Kasım günü 24saatlik greve gitti.

Yunanistan Yazarlar Federasyonu’nun (POESY)kararıyla saat 06.00’da başlayan grev çerçevesinde,tüm televizyon ile radyolarda haber yayınıyapılmazken, haber ağırlıklı internet siteleri desayfalarını yenilemedi. Ayrıca gazetelerin birçoğu dabaskılarını durdurdu.

POESY’den yapılan açıklamada, ERT ile YunanHaber Ajansı AMNA’daki grevin ardarda yapılacak24’er saatlik grevler şeklinde sürdürüleceği duyuruldu.

POESY bir an önce talepleri ekseninde birtoplu iş sözleşmesi imzalanmasını da talep ediyor.

BulgaristanToplam 400 milyon avroluk borcu olan Bulgaristan

Demiryolları’nın (BDJ) iflas ettiği gerekçesiyle 13 binkişilik kadrosundan 2500 kişinin çıkarılması planınagrevle yanıt verildi.

Ülkenin iki büyük işçi konfederasyonu olanBağımsız Sendikalar Birliği (KNSB) ve Podkrepa’nınçağrısıyla 24 Kasım günü gerçekleştirilen grevsebebiyle ülkenin en büyük garlarının bulunduğuSofya ve Gorna Oryahovitsa’da tüm tren seferleridurduruldu. BDJ’nin maddi sıkıntıları nedeniyleısıtılmayan Sofya Merkez Garı’ndaki beklemesalonunda yüzlerce yolcu soğukta saatlerce beklemekzorunda kaldı. İstanbul–Belgrad uluslararası treni deFilibe kentinde beklemek zorunda kaldı. Demiryoluemekçileri ayrıca her gün saat 08.00-16.00 arasında işbırakacak.

Greve çıkan işçiler ayrıca Sofya Merkez Trengarında bir miting düzenledi. KNSB Genel BaşkanıPlamen Dimitrov BDJ yönetiminin istifasını istedi.

İngiltere’de kamu emekçileri, kriz bahanesiyleemeklilik haklarının gaspedilmek istenmesine 30Kasım günü grevle yanıt verdi.

Hükümetin emeklilik yaşını 66’dan 67’ye çıkarmakistemesi ve çalışanların maaşlarını iki sene boyuncayüzde 1’den fazla arttırmayacağını açıklaması üzerine,sendikaların çağrısıyla İngiltere çapında 2 milyonuaşkın kamu emekçisi greve çıktı.

30’dan fazla sendikanın ortak kararıyla gerçekleşengrev gece yarısı başladı.

Grev nedeniyle ülke çapında, başta okullar,hastaneler ve limanlar olmak üzere devletkurumlarında hizmetler büyük oranda kesintiye uğradı.Eğitim emekçilerinin yoğun katılımıyla birlikteülkedeki okulların yüzde 60’ı kapalıyken, öğrencilerde greve dersleri boykot ederek destek verdi.Hastanelerde ise yalnızca acil hastalara ve çocuklarınbakım gördüğü bölümlere hizmet verildi. Akılhastanelerinde de hizmet sürdürüldü.

TUC (İngiltere İşçi Sendikaları Kongresi) Genel

Sekreteri Brendan Barber tarafından yapılanaçıklamada, son 30 yılın en büyük grevine aralarındaeğitim ve sağlık çalışanları ile gümrük görevlileri,itfaiyeciler, temizlik ve sosyal hizmetler çalışanlarınında bulunduğu çok sayıda sektörden oldukça geniş birkatılım sağlandı.

İngiltere’de 1920’lerden bu yana düzenlenen enbüyük grevlerden biri yaşanırken, iş bırakan emekçilerülke çapında birçok kentte de gösteriler düzenlediler.İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda’da da çok sayıdakentte grevle dayanışmak amacıyla eylemler yapıldı.

Bakanın açıklamaları öfkeyi arttırdı

Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı GeorgeOsborne grevden bir gün önce bir açıklama yaparakkamu çalışanlarının grevle hiçbir şey eldeedemeyeceklerini söyledi. Kamu çalışanlarınınücretlerinde yeni kesintilere gidileceğini de duyurdu.Bu açıklama emekçilerin öfkesini daha da arttırdı.

Avrupa’da grev dalgası

Şili’de sokaklardurulmuyor

Şili’de öğrencilerin parasız ve nitelikli eğitimtalebiyle 8 aydır gerçekleştirdiği eylemler sürüyor.

24 Kasım günü Başkent Santiago’da ağırlığınıliselilerin oluşturduğu onbinlerce öğrenci bir kezdaha alanlara çıktı. Polis göstericileri dağıtmak içintazyikli su ve gözyaşartıcı gaz kullanırken, öğrencilerde polise taş ve molotof kokteyli ile karışılık verdi.Çatışmalarda 26 öğrenci gözaltına alındı.

Bununla beraber, Latin Amerika ülkelerinde deŞilili öğrencilere destek amacıyla gösterilerdüzenlendi. Arjantin, Kolombiya ve Peru’dakigösterilere binlerce öğrenci katıldı.

“İşgat et” için hedef 10Aralık!

Kapitalizmin kalbi Wall Street’te aylardır süren“Wall Street’i İşgal Et” hareketinin eylemleri 10Aralık’ta daha da büyüyecek. İnsan Hakları EvrenselBeyannamesi’nin kabul edildiği 10 Aralık 1948’inyıldönümünde dünyanın çeşitli kentlerinde sokaklaraçıkacak olan eylemciler taleplerini haykıracaklar.

“Londra’yı İşgal Et” hareketi ise İngilizmedyasında kendilerine yöneltilen “somutönerileriniz yok” eleştirisine karşı ilk metinleriniyayınlayarak taleplerini sıraladı. Taleplerinmerkezinde, “vergi uygulamalarının yenidendüzenlenmesi” ve “şirketlerin tüm kararlarının açıkhale getirilmesi” bulunuyor. Ayrıca karlarınçalışanlara eşit şekilde dağıtılması da taleplerarasında.

İtalya’da IMF’den yıkım paketi

Kapitalist krizin Silvio Berlusconi’yi devirdiğiİtalya’da, Uluslararası Para Fonu’nun (IMF)direktifleri doğrultusunda kapsamlı bir yıkım paketiuygulamaya konulacak.

IMF’nin İtalya’ya 600 milyar Euro’ya varanoranda kredi sağlayacağı söylenirken, “kurtarmaplanının” faturası da emekçilere kesilecek.Sözkonusu paketle bütçe kesintilerinin uygulanması

KTHY emekçilerindenmecliste eylem

KTHY’nin özelleştirilmesinin üstünden 404 güngeçmesine rağmen, sermaye devleti tarafındanmağdur edilen ve ‘özelleştirme yasa tasarısı’ içinşantaj olarak kullanılan Hava-Sen’e bağlı eski KTHYemekçileri, “Yaşamak mı zor? Ölmek mi?” yazılıpankartla 29 Kasım günü mecliste eylem yaptı.

Mecliste bir süre izleyici koltuklarında oturumudinledikten sonra pankart açan emekçilere meclisgörevlileri müdahale etti. Bu sırada Meclis BaşkanıHasan Bozer “Burayı eylem yerine çevirdiniz. Çıkındışarıya” diyerek sözlü müdahalede bulundu.Emekçilerin melis başkanına yanıtı, “400 gündürsokaktayız. Artık, her yer eylem yeridir. Sizi mibekleyeceğiz? Bize yaşama hakkı tanımadınız” sözlerioldu. Emekçiler müdahalenin ardından apar toparmeclisten uzaklaştırıldı.

24 Kasım 2011 / Portekiz

Page 20: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

Dünya20 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/45 * 2 Aralık 2011

4 Kasım’da, Almanya’nın Eisenach kentinde, UweMundlos ve Uwe Böhnhardt adlı iki kişi kiraladıklarıbir Karavan’ın içinde ölü bulundu. Toplumungündemine bomba gibi düşen bu gelişme, bir bankasoygununun ardından yaşandı.

Olay yerinde yapılan incelemeler sırasında yapılanilk açıklamalara göre, birinin diğerini vurduğu,ardından da Karavan’ı ateşe vererek intihar ettiği ilerisürüldü. Bu aynı gün Thüringen/Zwickau’da BeateZschaepe adlı bir kadın, evini bombaladıktan sonrapolise teslim oldu. Burada yapılan incelemede ise,2007 yılında bir kadın polisin öldürülmesindekullanılan silah bulundu. Yanan evde ayrıca, hedefseçilen kişilere ait isim listeleri ve yabancı düşmanlığıpropagandası içerikli CD kayıtları ortaya çıktı. Vedahası da, polis ya da istihbarat dairesi tarafındandüzenlenmiş çok sayıda sahte kimlik ve başkabelgeler ele geçirildi. Bunların iç istihbarat örgütütarafından temin edildiği söyleniyor. İşte Almanyagünlerdir, Almanya’nın Susurluk’u olaraknitelenebilecek bu olayın şokunu yaşıyor. Olayla ilgiliher gün yeni bir detay ortaya çıkıyor.

Yalanlar ve gerçekler

Devlet ve hükümet çevreleri olayı, başındanitibaren üç kişinin neden olduğu basit bir kriminalolay olarak sunmaya ve böylece büyümesiniönlemeye çalıştı. Fakat başaramadı. Olayın arka planıyavaş yavaş anlaşılıyor. Polise teslim olan kadınmilitan şimdilik susuyor, yine de gerçeklergizlenemiyor. Her gün olayla ilgili yeni bir bilgi vedetay ortaya çıkıyor.

Şöyle ki, polis ilk açıklamalarında Uwe Mundlosve Uwe Böhnhardt’ın intihar ettiğini belirtmişti. Nevar ki, bu iki kişinin ölü olarak bulunduğu karavanınolduğu sokakta oturanlar, Karavan’dan silah sesininduyulmadığını iddia ediyorlar. Bu ise, doğal olarakolayın bir intihar değil, bir infaz olduğunudüşündürüyor.

Bu üç neo-nazi bir bombalama eyleminden dolayı1998’den beri aranıyordu. Ne hikmetsebulunamıyordu. Sonuçta, Gera Savcılığı’nın açtığı budava, zaman aşımına uğratılarak rafa kaldırıldı. Oysaki, polisin ve istihbarat örgütünün izine rastlamadığınıbelirttiği bu kişilerin, faşist NPD’nin 2003 yılındadüzenlediği yılbaşına katıldığını gören tanıklar var.

Dahası var. Kassel’de öldürülen internet kafe sahibi Türk’ü

öldürenlerin de bu aynı kişiler olduğu da artıkbiliniyor. Bu, olay mahallindeki kameralarla tespitedilmiş bulunuyor. Fakat burada son derece önemlibir bilgi dikkat çekiyor. Bu cinayet işlendiğinde, bucanilerin hemen yanıbaşında, Eyaletin AnayasayıKoruma Dairesi’nden bir eleman da var. Bu aynı kişi,bu cinayet şebekesinin değişik yerlerde işlediği 5cinayet sırasında da onların yakınında duruyor.

Bir keresinde de, özel komando birlikleri bukişileri tam yakalamak üzereyken, gizli bir emirle(!)geri çekiliyorlar.

Baden Würtenberg Eyaleti Emniyet Teşkilatı buçete tarafından işlenen kadın polis cinayetini öncetesadüfi bir olay olarak lanse etti. Diğer cinayetlerlehiçbir ilgisinin olmadığını ileri sürdü. Bugün polisinve ailesinin bu üçlüyü bizzat tanıdıkları ve işlettikleriotelin de ırkçı-faşistlerin buluşma yeri olduğutümüyle anlaşılmış bulunuyor.

Sözkonusu olan sıradan bir güvenlikzaafiyeti değildir

Hatırlanacağı gibi, neo-nazi çetenin yıllar içindeişlediği cinayetler “Döner cinayetleri” olarakadlandırıldı. Kimi zaman mafyanın işi, kimi zamanaile içi kavaga olduğu ileri sürüldü. Canilerin desıradan kriminal insanlar olabileceği belirtildi. Olaypatlak verince, bu kez, Alman devlet ve hükümetçevreleri, politikacıları, konu hakkında fikir belirtensözde kimi uzmanlar, devlet gibi bilgi kirliliğiüretmekte ve hedef saptırmakta mahir olan burjuvamedya elbirliği ile, ilk andan itibaren gerçeklerigizlemeye çalıştı. Nedir ki, iki caninin ölü olarakbulunduğu Karavan, tıpkı Susurluk yolunda meydanagelen trafik kazası gibi bir rol oynadı. Buz dağının hiçdeğilse dış kısmını görünür ve bilinir hale getirdi.

Gelinen yerde bu üç kişinin sıradan insanlarolmadığı artık biliniyor. Elde edilen bu ilk bilgilerledahi, bunların, 1998 yılında evlerinde bombabulunmasına rağmen serbest bırakılan, ardından dasözde, istihbarat örgütünün takibini atlatıp izinikaybettiren, bundan sonraki 13 yıllık süre zarfında 8’iTürk, 1’i Yunan ve biri de kadın polis olmak üzereolmak üzere 180 kişiyi öldüren, Köln/Keup str. veDortmund’da göçmenlerin yoğun olarak yaşadığısemtlere bomba koyan ve 14 bankayı soyan NasyonalSosyalist yeraltı örgütü adlı ırkçı-faşist bir cinayetörgütünün üyeleri, azılı ırkçı-faşist militanlar olduğuiyice kesinleşmiştir.

Öte yandan, sorunun basit bir güvenlik zaafiyetisorunu olmadığı da ayan beyan açığa çıkmıştır. Nekadar gizlenmeye çalışılırsa çalışılsın, neo-nazikatillerin tüm eylemlerinin başından itibaren polisin,Anayasayı Koruma Örgütü’nün ve gizli servisinbilgisi ve denetimi altında yapıldığı aşikardır. Hattabazı cinayetlerin bunlar tarafından, yakalanmalarınınengellendiği, haklarında dava açılmadığı, ya da açılandavaların şu ya da bu gerekçeyle kapatıldığı, ilerici vedevrimciler sözkonusu olduğunda keyfi gerekçelerle

dava açan, ağır cezalar veren savcı ve yargıçlartarafından korundukları artık gizli değildir. Tümbunların toplam ifadesi olarak, devlet tarafındankorunup kollandıkları da kesindir. Eylemlerini finanseetmeleri için neo-nazi çetelere yüksek meblağlardapara aktaran da Alman devletidir.

Henüz tam olarak doğrulanmasa da, gerçek olmasımuhtemel bir diğer çarpıcı bilgi de şudur; neo-nazicaniler sadece iç istihbarat örgütleri tarafından değil,askeri istihbarat tarafından da izlenmiştir. Focusdergisinin bir haberine göre, askeri istihbarat arananbu üç ırkçı-faşistin yerini tespit etmiş ve bunu bilgiolarak Köln’deki merkeze bildirmiştir. Ne var ki, bubilgi dikkate alınmamış, gereken yapılmamıştır. Buarada, bomba yapımında kullanılan kimi maddelerinordu tarafından sağlandığı yönlü bilgiler de var.Demek oluyor ki, bu olaydan özenle uzak tutulmayaçalışılan Alman ordusu da tüm olanların suç ortağıdır.

Irkçı-faşist saldırganlık ve tarihsel gerçek...

Daha düne kadar Almanya demokrasinin, insanhaklarının kalesi olarak sunuluyordu. Şimdi bundaneser yok. Alman devleti gitgide bir polis devletinedönüşmektedir. Almanya, küresel krizin detetiklemesiyle, uzun bir süredir ırkçılığın yenidenüretildiği, özel biçimde teşvik gördüğü bir toprakhaline gelmiştir. Dikkate değer olan ise, ırkçılık veyabancı düşmanlığının bir devlet politikası olmasıdır.Esasında, Alman olmayan azınlıklara düşmanlık,demek oluyor ki ırkçılık, Alman burjuvazisi vedevletinin tarihsel geleneğidir. Daha ve daha daönemlisi, Alman devleti her zaman için azılı bir ilericive devrimci düşünce, eylem ve örgüt düşmanı, anti-komünist bir devlet olagelmiştir. Histeri boyutlarındabir anti-komünizm onun karakteristik özelliğidir vesadece Hitler faşizmi döneminde değil, öncesinde veII. emperyalist savaş sonrası dönemde komünistleredönük sürek avı onun en temel icraatlarından biriolmuştur. Bu konuda bir süreklilik de vardır. Bunakarşın aşırı sağ güçler ve aşırı sağ düşünce hiçbir

Neo-Nazilerin arkasında Alman tekelci polis devleti var!..

Faşizm, bir daha asla! Daha düne kadar Almanya demokrasinin, insan haklarının kalesiolarak sunuluyordu. Şimdi bundan eser yok. Alman devletigitgide bir polis devletine dönüşmektedir.

Page 21: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 21Sayı: 2011/45 * 2 Aralık 2011 Dünya

zaman öncelikli bir tehlike olarak görülmemiştir.Yayınlanan tüm raporlarda hep, ilerici ve devrimcigüçler asıl tehlike olarak belirlenmiştir. 11 Eylülsaldırısı ile birlikte buna İslami terör eklenmiştir.

Bu durumun dolaysız bir sonucu olarak Almanyagünümüzde ırkçılığın en güçlü olduğu, ırkçı-faşist partive çetelerin güç kazandığı ve ırkçı-faşist saldırganlığınkol gezdiği bir ülke haline gelmiştir. O kadar ki,Almanya son yıllarda Avrupa’daki ırkçı-faşist parti veorganizasyonların buluşma merkezidir. Bir çok ırkçı-faşist kongre ve konferansa ev sahipliği yapmıştır.Faşizm bir düşünce akımı olarak propaganda edilmeyeçalışılmıştır. Bununla da kalınmamış, Sarazinörneğinde olduğu gibi, ırkçı-faşist düşünce ve eyleminmeşrulaşması için ideolojik çabalar yürütülmüştür.

Tüm bunlar neo-nazi çeteleri iyiden iyiyepervasızlaştırmış, özellikle işsizliğin ve yoksulluğunyoğun olarak yaşandığı kentlerde ilerici ve devrimcigüçlere ve özel biçimde de göçmenlere dönüksaldırılara hız vermiş, çeşitli provokasyonlarabaşvurmuşlardır. İşi 1 Mayıs eylemine saldırıya dekvardırmışlardır. Yıllara yayılan biçimde seri cinayetlerişlemişlerdir. Tüm icraatları sırasında polis tarafındankorunup, kollanmışlardır. Mahkemeler tarafındankendilerine yürüyüş ve miting izinleri verilmiştir.İnsanlık düşmanı faşist propaganda ve eylemlerininfinansmanını ise, Alman tekelleri ve devletisağlamıştır. Hitler gibi onlar da kapitalizmin ve dünyaegemenliği uğruna iki kez insanlığa emperyalist savaşıdayatan, savaş suçlusu Alman tekellerininçocuğudurlar.

4 Kasım günü ölü ele geçirilen iki neo-nazi canininkaranlık ve kanlı icraatları bu gerçeği bir kez dahaaçığa çıkartmıştır.

Faşizme karşı devrimci sınıf mücadelesi

Neo-nazi cinayetlerinin açığa çıkması Alman devletve hükümet çevrelerini telaşa sokmuş bulunuyor.Devlet ve hükümet yetkilileri hiçbir inandırıcılığıbulunmayan açıklamalar yapıyorlar. Timsah gözyaşlarıeşliğinde, çok üzgün olduklarını dile getiriyor ve nazicinayeti sonucu yaşamını yitirenlerin ailelerinden özürdiliyorlar. Her yerde yaptıkları gibi, olayın unutulmasıiçin ve sus payı olsun diye devletin kendilerinetazminat ödeyeceğini açıklıyorlar. Devamla, olayıngüvenlik birimleri arasındaki koordinasyoneksikliğinden kaynaklı bir zaafiyetin ürünü olduğunuileri sürüyorlar. Bu arada, faşist NPD’nin kapatılmasıtartışması da yapılmaktadır.

Bilindiği gibi NPD’nin kapatılması yönlü tartışmadaha önce de gündeme gelmişti. Fakat, “içindeki devletajanları açığa çıkar” gerekçesi ile bundanvazgeçilmişti. Bu gerekçe bugün de geçerlidir. Vedahası, CDU’nun, CSU’nun ve diğer partileriniçindekiler ne olacak? Kaldı ki, bu bir çözüm değil.Olay birkaç neo-nazi ve birkaç devlet ajanı ile izahedilemez. Suçlu, tüm kurumlarıyla Alman tekelci polisdevletidir. Bir suçüstü durumu ile karşı karşıyayız.Alman polis devleti suçüstü yakalanmıştır. Gerçek tamolarak budur. Şimdi yapılması gereken bu durumdanakılcı biçimde yararlanmak ve bu karanlık ve kirlidevletten hesap sormaktır.

Derhal harekete geçilmeli ve Alman polisdevletinden hesap sormak üzere “gerçekleri açıklamakampanyası” örgütlenmeli, etkin bir teşhir faaliyetiyürütülmelidir. Öte yandan, faşizme karşı mücadelenindoğru biricik yolunun devrimci sınıf mücadelesiniyükseltmek olduğu asla ve asla unutulmamalıdır.

Faşizm, bir daha asla! Dahası, faşizme karşıburjuva demokrasisi için değil, sosyalizm içinmücadele edilmelidir.

Bu görev ve sorumluluk ise öncelikle sınıfdevrimcilerinindir.

Enternasyonal-İnfo

27 Kasım günü, mücadeleyle dolu yılları geridebırakan milyarlık S-21 projesi referanduma sunuldu.Ancak hayli uzun süredir Stuttgart merkezi trenistasyonunu hemen her hafta eylem alanına çevirenS21 karşıtları, referandumu kaybettiler.

Stuttgart dışındaki yerleşim birimlerinde CDU(Hristiyan Demokratik Birlik) oldukça güçlüydü. Hayligeniş propaganda imkanlarına ve paraya sahipolmaları onların bir başka avantajıydı. Bu arada, SPD(Sosyal Demokrat Parti) proje yanlısı aktif birpropaganda çalışması yürüttü. Yeşiller Partisi ise,kendilerini eyalet düzeyinde hükümete taşıyan projekarşıtlığına çoktan elveda demişti. Referandumunsonucu S21 protestocuları için hiç şaşırtıcı olmadı.Bir kere tüm koşullar S21 karşıtı protestocularınaleyhineydi. En başta S21 karşıtlarınınreferandumda çoğunluk sağlamalarını olanaksız halegetiren bir yasal düzenleme yapılmıştı. Budüzenlemeye göre projenin iptal edilebilmesi için,referanduma katılanların değil, tüm eyaletseçmenlerinin yarıdan fazlasının oyunu almakgerekiyordu. Oylamaya gitmeyenlerin oylarınınotomatik olarak bu yıkım projesinden yana olanlarayazıldığı düşünülürse, onların referandumdan galipçıkmaları gayet doğaldı.

Fakat öte yandan aleyhteki bütün bu koşullarakarşın, proje karşıtı oyların büyük merkezlerde yeryer yüzde 66’lara kadar çıkması ve Manheim,Heildelberg, Karlsruhe, Tübingen, Freiburg gibibirçok merkezde yüzde 60’lara ulaşması büyük birbaşarı sayılmalıdır. Besbelli ki, bu başarı yılları bulandişe diş mücadelenin ürünü ve ifadesidir. Çok dadeğerlidir.

Referanduma neden gerek duyuldu?

Eski CDU hükümetleri döneminde karar altınaalınan bu milyarlık proje, yeniden gündemleştirilirgündemleştirilmez, proje karşıtları hiç vakitkaybetmeksizin harekete geçtiler. Stuttgart veçevresi yılları bulan ve zaman zaman oldukça sertgeçen mücadelelere sahne oldu. Her pazartesibinlerce insanın katıldığı protesto eylemleridüzenlendi. Bilgilendirme amaçlı sayısız toplantıgerçekleştirildi. Kent son iki yılda, hem de her haftabirden fazla yürüyüş-miting ve blokaj eylemiylesarsıldı. Stuttgart merkez istasyonu çevresindekiSchlossgarten Parkı’nda direniş çadırları kuruldu.Direniş çadırlarının kurulu bulunduğu bu park, “KaraPerşembe” olarak siyasal tarihe kara bir leke olarakyazılan 30 Eylül 2010’daki acımasız polis saldırısınatanık oldu. Bu saldırı sırasında yüzlerce protestocuyaralandı. Polisin yakın mesafeden göstericilerinüzerine fırlattığı gaz bombası sonucunda birgösterici bir gözünü yitirdi. Polisin estirdiği budizginsiz terörle de yetinilmedi, burjuvazininmahkemeleri bu kez de hukuk terörüne başvurdular.Göstericilere binlerce dava açıldı. Milyon eurolarıbulan para cezaları verildi. S21 karşıtları hakkındadava açmakta elini çabuk tutan mahkemeler uzunsüre terör estiren polisler hakkında tek bir dava dahiaçmadı. S21 karşıtlarını bu çok yönlü saldırılar dayıldırmadı. Mücadele her geçen gün biraz dahamilitan karekter kazanarak sürdü. Koşullar, S21’idestekleyenler için referandumu kaçınılmaz halegetiriyordu.

CDU hükümetteyken referanduma başvurmacesareti gösterememişti. Zira, muhalefette olan

Yeşiller ve kısmen de SPD, CDU’yu yıpratmak veseçimlerden karlı çıkmak için referandumda isteristemez aktif taraf olacaklardı ve muhtemelenaleyhte oy kullanacaklardı. Bu durumda CDUrefarandumdan büyük ihtimalle yenilgiyle çıkacaktı.Bu ise, S21 yanlısı tekellerin milyarları bulan vurgunalanlarını yitirmeleri demek olacaktı. Doğal olarakCDU bu silaha başvurmaktan kaçındı. Bu ise onunsonu oldu. S21 karşıtı eylemler, eyalette yarımasırdan fazla süredir hüküm süren muhafazakar CDUiktidarına son verdi.

Bilindiği gibi Yeşiller Partisi, CDU’nun sonunuhazırlayan S21 karşıtı bu eylemlere dayanarak 2011baharında yapılan seçimlerde büyük başarı kazandı.İlk kez eyalet düzeyinde hükümet oldu, eyaletbaşbakanlığını elde etti. Ne var ki işbaşına gelenYeşiller Partisi kısa sürede hükümet olmanın ağırlığıaltında ezildi. İlk elden geçmişte organize ettiği vebaşını çektiği S21 karşıtı eylemlerden çekildi. Vedahası, sürekli biçimde parti olarak daha fazlayıpranmadan bu eylemlere son vermenin yollarınıaradı. Sonuçta referandum silahına başvurdu. Hemde, CDU hükümetinin her zaman referanduma karşıçıktığını, buna karşın kendi hükumetlerininreferandum yanlısı olduğunu ileri sürüp, bu alçakçamanevrayı demokrasinin “parlak” bir örneği olarakpazarlamaya çalışarak yaptı bunu.

Son söz yerine

S21 karşıtları referandumda çoğunluğusağlayamadı, buna karşın mücadelenin seyribakımından çok şey kazandı. Gerçek şu ki, yıllarıbulan S21 karşıtı mücadele kitleleri eğitti. Kitlelerkendilerini tanıdılar, güçlerini sınadılar. En önemliside, zaman içinde “onlar ve biz“ olarak taraf halinegeldiler. Yine bu dişe diş mücadele sayesindedir ki,Alman devletinin, polisinin ve mahkemelerininkimlerin hizmetinde olduğunu öğrendiler. Daha daönemlisi, saflarda yılgınlık ve moral kırılma yok.Bugünkü sonucun geçici olduğunu düşünüyorlar veeninde sonunda kazanacaklarına inanıyorlar. Bu iseçok şey demektir.

S21 karşıtları ilk günkü gibi kararlıdırlar da.Nitekim hiçbir şey olmamış gibi, 28 Kasım günügeleneksel Pazartesi eylemlerinin 101.’sini yaptılar,bir sonrakini de yapacaklarını ilan ettiler. 3 Aralık’taise büyük bir miting yapacaklarını açıkladılar.Pazartesi eyleminde, tüm Stuttgart halkını bumitinge katılmaya çağırdılar. İnsan ve doğa yerinesınırsız karı temel alan kapitalist sisteme karşımücadelelerini kararlılıkla sürdürecekleriniduyurdular.

“Referandumu yitireceğiz, ancak onlar da artıkhalkın onların karşısında olduklarını görecekler!”diyen S21 karşıtları zorlu bir yeni sürece girmişbulunuyor. Deyim uygunsa, kavga şimdi başlıyor.Devrimci müdahale her zamankinden daha dayaşamsaldır.

S21 karşıtı mücadelede referandumve sonuçları üzerine

Page 22: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

22 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/45 * 2 Aralık 2011Dünya

Ekim Devrimi’nin 94., Yeni Ekimler’in Partisi’nin13. mücadele yılını kutlamak amacıyla düzenlenenİşçilerin Birliği, Halkların Kardeşliği gecesi 300emekçinin katılımıyla gerçekleşti.

Gece kısa bir açılış konuşmasının ardında devrimdavasında ölümsüzleşenlerin anısına yapılan saygıduruşuyla devam eden etkinliğe Grup İntifada’nınbeğeniyle izlenen ve belli bir coşku yaratan devrimcimarşlardan oluşan müzik dinletisiyle devam edildi.Bir yoldaşın yaptığı gece konuşmasının ardındanilgiyle dinlenen şiir sunumuna geçildi. İşçi veemekçilerin yenilgi ve zaferlerini anlatan, emperyalistsaldırganlığı ve kapitalist sömürüyü işleyen,günümüzün sosyal mücadelelerini anlatan sinevizyongösterimiyle gecenin ilk bölümü sona erdi.

İkinci bölüm Araştırmacı-Yazar VolkanYaraşır’ın kürsüye davet edilmesiyle başladı. VolkanYaraşır’ın ruhunu ve yüreğini kattığı, içeriği sonderece güçlü olan coşkulu konuşması büyük bir ilgive dikkatle dinlendi. Ahmet Aslan ve arkadaşlarınınsunduğu müzik dinletisiyle gece sonlandırıldı.TKP/ML, İDHF (İsviçre Demokratik HaklarFederasyonu) ve Komünist Devrim Örgütü gecedestand açtılar, aynı zamanda mesajlarıyla katılarak

desteklerini sundular.

Devrimci emeğin ürünü etkinlik

Her yıl geleneksel olarak düzenlenen buetkinlikler son birkaç yıl kesintiye uğramıştı. Bukesintinin belli güçlükler yaratacağı biliniyordu.Yanısıra geceyi önceleyen iki hafta ardarda yapılanbaşka geceler, konserler ve dost bir yapınındüzenlediği gece ek güçlükler yaratıyordu. Diğertaraftan ise egemen apolitizm ile devrimci politiketkinin daraldığı bir dönemden geçiyor olmak da işinbir başka zorluğunu oluşturuyordu. Tüm buzorluklara rağmen tercih popüler sanatçılarınkatılmadığı tümüyle devrimci emeğin ürünü birdevrimci etkinlikti.

İşte bu koşullarda başarılı olmak ancak planlı birön çalışma sayesinde mümkün olabilirdi. Buçerçevede birebir ev ziyaretleriyle 500’ü aşkın biletsatarak, yüzlerce afiş ve yaygın el ilanları kullanarak,düğün, gece ve bunlara benzer etkinliklerideğerlendirerek katılımıyla, programıyla gözdolduran anlamlı bir etkinlik gerçekleştirilmiş oldu.

Kızıl Bayrak / İsviçre

Alman polisindenKürtlere saldırı

26 Kasım günü Berlin’de Almanya KürtDernekleri Federasyonu’nun (YEK-KOM) merkeziolarak düzenlediği, Türkiyeli ve Alman solçevrelerin de desteklediği yürüyüşe polis saldırdı.

“PKK Üzerindeki Yasak Kaldırılsın” talebiyleyapılmak istenen yürüyüş için birçok kere izinistendi ancak uydurma gerekçelerle mahkemekararları çıkarılarak Kürtlere Berlin’de yürümekyasaklandı. Bunun üzerine Berlin`deki ilerici güçler“Faşizme, yeşil faşizme, ırkçılığa, baskılara veyasaklara karşı” ortak bir yürüyüş ve mitingdüzenledi.

Kreuzberg semtinde miting başlarken yürüyüşeBerlin dışından otobüslerle gelmek isteyen binlercekişinin polis tarafından engellendiği haberi alındı.

Çoğunluğu gençlerden ve kadınlardan oluşanyaklaşık 5 bin kişinin katıldığı yürüyüşte kitlecoşkulu ve öfkeliydi. Yürüyüşün başlamasından kısabir süre sonra, yürüyüş güzergahı üzerinde oturanTürk faşistleri evlerinin penceresine Türk bayrağıasarak provokasyon yaratmaya çalıştılar. Bununüzerine bayrakların asılı bulunduğu camlara taş,çakmak, su şişeleri yağınca bayraklar hemen içerialındı. Bu esnada da Alman polisi kitleye saldırarakbirçok göstericiyi gözaltına aldı.

Yaşanan arbededen sonra yürüyüş devam ettiancak kısa bir süre sonra Öcalan resimleri taşınıyordiye polis bir kez daha kitleye azgınca saldırdı.Biber gazı da kullanan polisin bu saldırısı karşısındakitle direndi. Saldırı sonucu onlarca kişi yaralandıyüzlerce kişi ise gözaltına alındı.

Herşeye rağmen kortej yeniden oluşturularakyürüyüşe devam edildi. Yürüyüşün sona ereceğialanın yakınında polis kortejin önünü tekrar kesti.Yürüyüş komitesi eylemi burada bitirmek zorundaolduğunu duyurarak kitleye dağılmasını söylerkenaynı zamanda polisin saldırısının hedefi oldu.

Bunun üzerine YEK-KOM bir açıklama yaparakpolisin saldırısını sert bir şekilde kınadı.Açıklamada, Alman devletinin antidemokratikuygulamalarının Türk ve Suriye polisinden farklıolmadığı belirtilerek Kürtlerin en demokratikhaklarının gaspedildiği ve polis şiddetiyle karşıkarşıya olunduğu belirtildi. Gözaltına alınanlarınbırakılmasını talep eden eylemciler de alanı terketmeyeceklerini belirttiler.

İlerleyen saatlerde YEK-KOM yetkilileri ile polisarasında yapılan görüşmeden sonra gözaltınaalınan 340 kişiden 300’ü serbest bırakıldı.

Kızıy Bayrak / Berlin

Bretagne’da “Fête de l’Huma” etkinliği

Fransa’nın Bretagne (Breton) bölgesinde Fête de l’Huma (İnsanlık Bayramı) 25-27 Kasım tarihleri arasındabaşarıyla gerçekleştirildi.

Lanester kentinde yaklaşık 15000m²’lik kapalı alanda gerçekleştirilen geleneksel kutlamalar kapsamındaçeşitli gösteriler, konserler ve konuşmalar yapıldı.

25 Kasım akşamı kısa bir açılış konuşmasının ardından müzisyenler sahne aldı. Çeşitli müzik türlerinden(rock, reaggae, halk, rap, breton) dinletilerin kitlenin ilgisini çektiği kutlamalarda yemek verildi, kitap ve cdsatışı yapıldı.

Etkinliğin panel kısmında, dünya genelinde yaşanan son siyasi ve ekonomik gelişmeler ve özelde Fransa’dakiekonomik olaylar halka anlatıldı. Küba Dayanışma Derneği, Kolombiya Dayanışma Derneği, Genç KomünistDerneği, CGT (Fransa’nın en büyük işçi sendikası), Fransa Komünist Partisi ve TKİP taraftarları da etkinliğekatılım sağladı.

27 Kasım günü ise, Fransa’daki cumhurbaskanı seçimleri nedeniyle Front de gauche (Sol cephe) adayı Jean-Luc Mélenchon miting yaptı. Etkinliklerde elde edilen gelir Fransa Komünist Partisi’nin siyasal çalışmalarındakullanılması amacıyla partiye verildi.

Kızıl Bayrak / Fransa - Bretagne

Basel’de “İşçilerin Birliği, Halkların Kardeşliği Gecesi”

Devrimci emeğin ürünükitlesel etkinlik

Page 23: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 23Sayı: 2011/45 * 2 Aralık 2011 Mesleki dönüşüm

Neoliberal politikalar çerçevesinde mesleklerinyeniden düzenlenmesi süreci hız kesmeden devamediyor. Kamusal niteliği ağır basan mesleklerinpiyasaya entegre edilmesinin etkin araçlarınınyaratıldığı bu süreç, bir yandan alt sınıfların hizmeteerişimini güçleştirip niteliksizleştirirken, diğer yandanilgili meslek alanındaki çalışanları da güvencesizlerkervanına eklemekte.

Mesleklerde bu dönüşümün etkilerinin en yalın veçarpıcı bir biçimde görüldüğü alan belki de eğitimalanı. Gerçekten de bu alan, öncelikli adımların atıldığıbaşat alanı oluşturmakta. Sözleşmeli, ücretli vb.isimler altında güvencesiz-geleceksiz bir öğretmentopluluğu ile atama bekleyen upuzun bir işsiz-geleceksiz öğretmen topluluğu eğitim alanındakidönüşümün en dolaysız görüntüsü. Yine artan özeleğitim kurumları sayısına paralel olarak artan sınavsayıları da buradaki ticari döngünün basit bir sonucu.

Eğitim “sektöründe” kamusal alanın tasfiyesi sürecikendi seyrinde ilerlerken, artık bu alanın tek başınaolmadığı, sağlık, mühendislik, hukuk gibi alanların dabenzer bir biçimde neo-liberal dönüşümden nasibinialdığı görülür oldu. Mühendislik-mimarlık alanındayetkin mühendislik-mimarlık tartışmalarınınalevlendiği süreçte, avukatlıkta sınav şartınınkonuşulması, sağlık alanının ise adeta bir denemetahtasına dönüştürülmüş olması rastlantı değil.

Bugün ise bir bütün olarak, avukatlık mesleğiyeniden düzenlenmek isteniyor. Ankara Barosu’nungeçtiğimiz hafta yaptığı açıklama ile Türkiye BarolarBirliği’nin bu alanda yoğun bir çalışma içerisinegirdiği kamuoyu tarafındanöğrenilmiş oldu. Tartışılan başlıklarkısaca incelendiğinde, avukatlıkmesleğinin piyasanın ihtiyaçlarınagöre yeniden düzenlenmek istendiğive tartışılan başlıkların aslen gençavukatları hedef aldığı görülmekte.

Avukatlık mesleğindeki fiilidönüşüm

Türkiye Barolar Birliği’nin başlattığıtartışmaya ve oluşturduğu taslağa geçmedenönce, avukatlık mesleğindeki fiili dönüşümedeğinmekte fayda var. Halihazırda, ortada biryasal düzenleme olmamasına rağmen, avukatlıkmesleğinin icrası piyasa işleyişine ve kapitalizmindoğasına uygun bir şekillenişe zaten sahip. Usta-çırak ilişkisi olarak ifadelendirilen işçi-işverenilişkisi içerisinde en ilkelinden gelişkinine her türlüsömürü ilişkisi bu alanda da görülmekte.Üniversiteden yeni mezun genç avukatlar, akıl almazkoşullarda, iş güvencesinden de yoksun olarakçalışmak zorunluluğu ile karşı karşıya. Bu alandakipiyasada ciddi bir tekelleşme sözkonusu. Büyükavukatlık büroları, birer şirket gibi yönetilmekte. Herne kadar halen daha Baro seçimlerine giren gruplar“mesleğin bağımsız icrasının önemine”, “avukatınefendisizliğine” çubuk bükseler de, bu cümleler bugünçoktan kağıt üzerinde kalmış birer hoş cümledenibaret.

Hukukun her daim tartışmasız bağımlılığı ilesistemin meşrulaşma sürecinin kilit mesleklerininbaşında gelen avukatlığın açık “köleliği” bir yana,mesleği icra edenler şahsında da bugün bu cümlelerin

geçerliliğini savunmak/tartışmak bir safdillikten ibaret.Zira bugün avukat nüfusun ezici çoğunluğunuoluşturan kesimin, yaptığı işin büyük alanında sözhakkı bulunmamakta. Bu kesimler, bağlı bulundukları“amir avukatlarının” verdiği direktif ve emirlerdoğrultusunda işgörücüden başkabir sıfata sahip değiller. Buanlamda dolaysız olarak “başkabirine bağımlılar” ve yinedolaysız olarak bir efendileri var.

Sözkonusu fiili durum, elbettekendi sorunlarını da beraberindegetiriyor. Örneğin, tekelleşenbüyük avukatlık büroları daha dabüyümek istiyorlar, başkaşehirlerde şubeler açmak, markahaline gelmek istiyorlar. Ancakmevcut mevzuatla bunuyapamıyorlar. Her gün yenihukuk fakültesi açılıyor, yeniavukatlar mezun oluyorlar. Ancakpiyasadaki pastanın boyutu belli.Bu nedenle daha fazla “avukat”istemiyorlar. Sonuç olarak sistembugün bir yandan fiili durumu yasalaştırmak, diğeryandan ise, piyasanın ihtiyacı olan ek düzenlemeleriyapmak sorunu ile karşı karşıya.

Nelerin değişmesi tartışılıyor?

Ankara Barosu’nun 23 Kasım 2011 tarihindeyaptığı açıklamaya göre, TBB’nin düzenlediğitoplantıya damgasını vuran başlıklardan özellikle,birkaç tanesi önemli. Bunlardan birincisi; “Yabancıavukatlık şirketlerinin Türkiye’nin her yerinde ve heralanda faaliyet göstermesine ve şubeler açmasına izinverilmesi.” Budüzenlemehayatageçtiği

taktirde, kıdemi az avukatların büyük çoğunluğununsözkonusu yabancı menşeli hukuk bürolarında çalışanolacakları bugünden öngörülebilir.

Diğer ve daha önemli tartışma başlığı ise;avukatların kıdemlerinin izin verdiği derecedeki

mahkemelerde dava takipedebilmeleri. Bunun diğerbir anlamı ise kıdemsizavukatların belirliderecenin üzerindekimahkemelerde görülendavaları alamamaları. Buesasında İngiltere’den ithalbir tartışma olup,mesleğinin ilk yıllarındakiavukatların, meslek hayatıiçerisindeki yaşam alanınıdaraltmaktan başka biranlam taşımamakta. Yinebenzer bir tartışma ise, stajüzerinden yaşanıyor. Zatenzorunlu bir kölelik halindesüregelen stajuygulamasının 2 yıla

çıkartılması, üstüne üstlük sonunda bir de sınavyapılması tartışılmakta. Avukat yardımcılığı olarakifadelendirilen ve ilk kez bu tartışmalarda dile getirilenbu yeni statüde staj sonrası mesleği icra edecek maddiolanaklardan yoksun, ya da sınavı geçememiş gençmeslektaşların sömürülmesine yasal kılıfoluşturmaktan başka bir anlam taşımıyor.

Sonuç olarak

Öncelikle şu noktaya dikkat çekmek gerekiyor. Biralandaki dönüşüm hiçbir zaman sadece o alandakimeslek sahiplerini etkilemiyor. Eğitim alanıözelleştiriliyor. Yığınla öğretmen işsiz kalırken, eğitimparalı hale getiriliyor. Sağlık alanındaki dönüşüm biryandan doktorların mesleki güvencelerini ortadankaldırırken, diğer yandan sağlık hizmetine erişimi

paralı hale getirip güçleştirerek alt sınıflarıdolaysız olarak etkiliyor. Avukatlık mesleğinde

yaşanan dönüşüm de bu bütünlükle birliktegerçekleşmekte. Basit bir hatırlatma, 1

Ekim’de çıkan HMK ile getirilen gideravansları bugün işçi-emekçileri davaaçmaktan caydıran / dava açmalarının

önüne geçen asli bir engeledönüşüyor. Şimdi ise HMK vebenzeri düzenlemeleri takibenavukatlık mesleğini hedef alanyeni düzenlemelere geçişyapılıyor. Kısacası süreçolabildiğince bütünlüklü ve eşzamanlı yürütülüyor.

Avukatlar açısından zorbir süreç başlıyor. Bu süreçsonucunda avukatların genişbir kesimini bekleyen, derinbir güvencesizlik. Başta genç

avukatlar olmak üzere, avukatların bu süreçte,mesleki ayrıcalıkları için değil ama güvencelikoşullarda mesleklerini icra edebilmek için yanigelecekleri için mücadele etmeleri bir zorunluluk.

Av. Ş. Ceren Uysal

Avukatlık mesleği piyasanın ihtiyaçlarınagöre yeniden şekillendiriliyor!

Bugün ise bir bütünolarak, avukatlık mesleği

yeniden düzenlenmekisteniyor. Ankara

Barosu’nun geçtiğimiz haftayaptığı açıklama ile TürkiyeBarolar Birliği’nin bu alandayoğun bir çalışma içerisinegirdiği kamuoyu tarafından

öğrenilmiş oldu.

Page 24: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

Türkiye bir kez daha depremle sarsılırken faturanınyeni mezun mühendislere kesilmesi rutini yinedeğişmedi. İlk elden hedef tahtasına çakılanmühendislerin üzerine, sistemin tüm pisliği atılmışoldu. Başbakanın öğretim üyelerine dönük “Bu inşaatıyapan sizin öğrencileriniz, fatura kesecek birileriniaramanın anlamı yok, bunların hepsi mühendis, benekonomist olarak yönetiyorum sadece” sözleriylesomutlanan linç kampanyası, her depremde gündemegelen yetkin mühendisliğin bir kez daha gündemetaşınması, hatta uygulanması için gereken ortamı dasağlamış oldu.

Çokça söylenen ve artık tekrarlanmaktan eskiyenyetkin mühendislik “mehter adımı” aşamasınıtamamlayarak uygulamaya geçmektedir. Şu an sadeceİTÜ tarafından hayata geçirilen uygulamanın yakındatüm üniversitelere yayılacağını söylemek kehanetolmayacaktır.

İTÜ yetkin mühendis ünvanı vermeye başladı

Başbakanın “siz yetiştirdiniz” sözüne sessiz kalmaonursuzluğunu boyunlarına asan öğretim üyelerininsessizliğinin yarattığı vahametin bir utanç tablosuolduğu gerçeğini şimdilik bir kenara koyarak devamedelim. Bu tip söylemler ilk kez dillendirilmiyor.Hemen her deprem sonrası aynı koro sahne alıp butürküyü söylemeye başlıyor. Japonya’da meydanagelen büyük depreme dair konuşurken lafı hızla teknikelemanlara bağlayan dönemin Bayındırlık ve İskânBakanı Mustafa Demir de henüz mimarlık vemühendislik meslek yasalarını çıkartamadıklarını dilegetirirken şöyle demişti: “Şu anda lisansını alan,odaya kaydını yaptıranlar en devasa, en nitelikli, enkritik ve en özel projelere imza atabiliyormeslektaşlarımız. 2011 yılı içerisinde inşallahmimarlık ve mühendislik meslek yasalarınıçıkartacağız. Buna bir disiplin getireceğiz”.

En ufak yer sarsıntısını, doğal afeti, başkadiyarlarda olsa bile ranta tahvil etme konusunda eşsizbir yeteneğe sahip iktidarların lafı her seferinde teknikelemanlara getirmesi bu konudaki ısrarı açıkçagöstermektedir. Elbette buradaki niyet mühendislikhizmetlerinin daha iyi hale getirilmesi değil. Niyetinsömürü alanını genişletmek olduğunu hali hazırda işbile bulamayan yeni mezun teknik elemanların durumuortaya koymaktadır.

Zaten asıl niyeti özetlemek de “her üniversitemezunu iş bulacak diye bir kural yok” diyenbaşbakana düşmüştü. Sorunu kestirmeden ortayakoyan başbakanın açıklamasını ve diğer tümsöylenenleri tercüme edersek, hedefin güvencesizçalışmayı kurumsallaştırmak, nitelikli işgücü içindeişsizliği körükleyerek rekabeti arttırmak, dolayısıylaücretleri düşürmek, bu alandaki sömürüyü büyütmekve beyaz yakalıları “yaşam boyu eğitim” adı altındasürekli bir gerilim içinde tutmak olduğunu açıkçagörmekteyiz. Böylece kodlanmış, koşulsuzca vegönüllü olarak kapitalizme kölelik edecek gençyığınlar yaratmak ve hayat mücadelesinde bir adımöne geçme mücadelesinin yaratacağı dinamizmle(!)eğitimin ticarileşmesi sürecini tamamlamak mümkünolacaktır. Tüm bunların biz emekçi teknik elemanlara düşen

kısmı artık tekrarlamaktansıkıldığımız “yetkin

mühendislik”uygulaması olmaktadır.Hemen her gündeme geldiğinde temel bir başlık olarakele alınan ve büyük tartışmalara yol açan uygulamanıngeldiği süratle gündemden düşürülmesi, etrafındaoluşan muhalefet odaklarının bir şekildesönümlenmesine yol açmıştı. Böylece gelip gidenuygulama geçtiğimiz aylarda neo-liberaluygulamaların eğitim alanındaki laboratuarlarındanbiri olan İstanbul Teknik Üniversitesi tarafındansessizce uygulamaya konuldu. İş “yetkinmühendisliğin” uygulamasına kadar geldiğine göreİTÜ uygulamasının ışığında uygulamanın arka planınadair bazı şeyleri yinelemek gerekiyor.

İTÜ kendi sitesinden “müjdeyi” verirken şöylebaşlıyor: “İTÜ Yetkin Mühendislik Sınavı’nınTürkiye’deki merkezi oldu. Dünya çapında yapılansınavla mühendislere, ‘Yetkin Mühendislik Belgesi’’veren Amerika’daki NCEES (Mühendisler İçin UlusalSınav Merkezi), yaptığı denetim ve incelemesonucunda sınava girme hakkını Türkiye’de yalnızcaİTÜ öğrenci ve mezunlarına verdi.” Bu iş için çokçalıştıklarını vurgulayan akademik tüccarlar depremesarılmakta da bir sakınca görmüyorlar ve yeterinceaçık konuşuyorlar. “İTÜ Rektörü Prof. Dr. MuhammedŞahin, ‘Amerika’daki Sınav Konseyi’nin incelemelerisonucu, İTÜ bu kuruluşun Türkiye’deki sınav merkezioldu. Özellikle Van depreminden sonra ilk atılmasıgereken adımın yetkin mühendislik olduğunu bir kezdaha gördük. Bu sınavla Türkiye’de mühendislikuluslararası denetime açılmış olacak. Biz öğretimüyelerimize ve öğrencilerimize güveniyor, bu riskialıyoruz. Mezunlarımız bu ünvanla yurtdışında artıksadece taşeron olarak çalışmayacak, imza yetkilimühendis olarak projeler alabilecek’ dedi. İTÜ RektörYardımcısı Prof. Dr. Derin Ural, meydana gelen

depremler sonrası yaşanan can ve mal kayıplarınıntüm ülkemizi üzdüğünü belirterek, Dinar’da,Adana’da, Kocaeli’de, Van’da yapı stoğu nedeniyleçok saygıda kayıp yaşanırken Japonya veKaliforniya’da yaşanan depremler sonucunda daha azkayıplar yaşanmasında yapısal hasarların çok büyükpayı olduğuna dikkat çekti. Ural, ‘Türkiye’deki ilkuygulama önümüzdeki Nisan ayında İTÜ’de ilkbasamak sınavı olarak gerçekleşecek.4 yıl sonra busınavı geçen adaylar Yetkin Mühendislik sınavınagirerek tüm dünyada imza yetkilerinin olacağı yetkinmühendis ünvanı alacaklar’ dedi.” (kaynak:www.itu.edu.tr <http://www.itu.edu.tr/> )

Alıntılar uzasa da İTÜ sitesinde yüzsüzce yapılanitirafların sonu gelmiyor: “Türkiye Deprem VakfıBaşkanı Prof. Dr. Hasan Boduroğlu da ‘İTÜ olarakyetkin mühendislik için ilk kez 1996 yılında çalışmabaşlattık. Ancak bu yıla kadar gerçekleştirilemedi. Bukonuda çok önemli bir başarı yakaladık. Hükümetin2012-2017 hedefleri arasında yer alan yetkin veyaprofesyonel mühendis uygulamasının yaşamageçirilmesi ile ilgili yasanın da bir an önce çıkarılmasıgerekmektedir.’dedi. İTÜ Afet Yönetimi Uyg-ArMerkezi Müdürü Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu damühendislik uygulamalarında kaliteyi yükseltmeningereğine dikkat çekti. Afetlerin sonuçları arasındamühendislerin yetkin olmamasından kaynaklanansonuçların olduğunu, Türkiye’nin yetkin mühendislikkonusunda yol alması gerektiğini söyledi. İTÜ DepremMühendisliği ve Afet Yönetimi Enstitüsü Müdürü Prof.Dr. M. Ertaç Ergüven de Enstitü olarak Vandepreminin ardından bölgede incelemelerdebulunduklarını kaydetti. Ergüven, “Türkiye’de çürükbina karmaşası var. Ülkenin geçmişinden gelen yapıstoğunu değiştiremeyiz. Mühendisler ancak bubinaların iyileştirilmesi ve yenilerinin mühendislikhizmeti alarak inşa edilmesi konusunda çalışabilir.”dedi.” (vurgular bizim).

Mesleki dönüşüm24 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/45 * 2 Aralık 2011

Yine, yeni, yeniden:Yetkin mühendislik/1

En ufak yer sarsıntısını, doğal afeti, başka diyarlarda olsa bileranta tahvil etme konusunda eşsiz bir yeteneğe sahip iktidarlarınlafı her seferinde teknik elemanlara getirmesi bu konudaki ısrarıaçıkça göstermektedir. Elbette buradaki niyet mühendislikhizmetlerinin daha iyi hale getirilmesi değil.

Page 25: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

Yetkin mühendis olmanın ilk şartı olarak da yineeski bir tanıdık olan ABET’tir. Yetkin olmak isteyenmühendisin önce ABET’e akredite olmuş bir okuldanmezun olmak zorunda olduğuna vurgu yapılıyor.Ayrıca yapılacak sınavdan geçmek ve 4 yıllık iştecrübesi de yetkinliğin şartları arasında. Bizsöylemiştik hatta TMMOB’nin liberal kanadı dışındasöylemeyen kalmamıştı diye tekrar etmek çok anlamlıolmasa da ne yazık ki gerçek böyle. Araya bir parantezaçarak staj süresini 4 yıl olarak belirleyen ABET’inbile aynı işin 5 yıl olmasını öngören İnşaatMühendisleri Odası’ndan daha insaflı olduğunusöylemek gerekiyor.

Yine, yeni, yeniden “Yetkin Mühendislik”

Toplumsal muhalefetin yaklaşık on yıldır maruzkaldıkları saldırıların meyvelerini verdiğine tanıkolmaktayız. Yıkım politikalarını uygulayabilmek içinfaşizan bir hükümet, susturulmuş bir muhalefet,sindirilmiş ve ezilmiş bir basın, yasalarla güvencealtına alınmış kolluk kuvveti şiddeti ve kamplaştırılmışkitleler F tiplerinden bugüne varılan nokta,karşılanamayan saldırıların yarattığı atmosferle iyicebelirginleşmiş durumdadır. Eğitimin ticarileşmesiolgusu ve ondan bağımsız olmayan yetkinmühendisliğin gümbür gümbür gelişi de böyledir.Üniversitelerin 2000’li yılların başından itibaren hücresaldırısıyla paralel olarak dozajı her geçen gün artansaldırıların hedefi haline gelmesi işin siyasal altyapısını hazırlayarak kitleleri sindirmiştir. “Ülkeninher yanına üniversite açıyoruz” diye olur olmadık yeretabeladan ibaret öğretim üyesi bile olmayanüniversiteler açıp özel üniversitelere teşvik, kredi,arazi hibesi vb. kolaylıklar sağlanması da ticarieğitimin hem alt yapısını yaratmış hem de demagojikbir söylemle örtülmesini sağlamıştır. Böylece deyimyerindeyse yüksek öğretim değersizleştirilmiş vesıradanlaştırılarak güdükleştirilmiştir. Bu çoksistematik bir saldırı ve planlı bir düzenleme ile karşıkarşıya olduğumuzu göstermektedir.

ABD ve yurtdışındaki diğer yetkinlikuygulamaları ve ABET

Yetkinlik meselesini en çok sevenler ve onunpeşinde koşanlar için sebep hep deprem olsa da temelargüman “gelişmiş ülkelerdeki uygulamalar”olmaktadır. Ranta talip akademik tetikçiler “daha iyibir mühendislik, mimarlık ve plancılık” derken en özelvurgularını buraya yapmaktadır. Elbet kapitalizmineşitsiz gelişimi farklı ülkelerde farklı iktisadi yapılaroluşturacağı ve bunun da her ülkenin mühendisininfarklı gelişmesi ile sonuçlanacağı/sonuçlandığı buakademisyen cübbeli tetikçilerin gündemi dahideğildir. Bu bilinçli çarpıtmaya rağmen süslü sözleringerisinde güvencesiz çalışma ve işsizlik olduğunu yinegenelde “gelişmiş ülkelerde” özel olarak da ABET’inev sahibi ABD’de açıkça görmekteyiz.

Dünyada ABD, İngiltere ve Japonya gibi gelişmişülkelerde yetkin mühendislik, çeşitli adlar altında,uzun yıllardır uygulanmaktadır. Bunun dışındaHindistan, Pakistan, Avustralya, Yeni Zelanda veİrlanda gibi ülkelerde de benzer uygulamalarbulunmaktadır.

Model ABD

Türkiye bu “atılımda” şimdilik somut olarak modelkabul ettiği ABD’de yetkin mühendislik, “ProfessionalEngineer” (P.E.) adıyla uygulanmaktadır. ABD’ninfarklı eyaletlerinde uygulama bazı farklılıklargösteriyor olsa da temel alınan eksen aynıdır. Bunakarşın her mühendis çalıştığı eyaletin koşullarınıyerine getirmek durumundadır. ABD’de P.E. ünvanının

başlangıcı 1950’li yıllara dayanmaktadır. Bu ünvanı da“National Council of Examiners for Engineering andSurveying” (Mühendislik ve Ölçüm Bilimleri içinUlusal Sınama Kurulu) kurumun eyalet temsilciliklerivermektedir. P.E ünvanı kamu projelerine imzaatabilmekte ön koşuldur, yetkin olmayan bir mühendishiçbir koşul altında kamu projelerinde imza yetkisinesahip değildir.

ABD’de PE olabilmek için gereken ilk koşulABET’e akreditasyonunu sağlamış dört yıllık birüniversite programındanmezun olmaktır. Ardındanöğrencilerin genelde mezunolmaya yakın girdikleri“Fundamentals ofEngineering” (FE) adlısınavda başarılı olmasıdır.Böylece “Engineer inTraining” (EIT) (eğitimaşamasında mühendis),“Engineer Intern” (EI)(stajyer mühendis)ünvanlarından birini almayahak kazanan yeni mezunmühendis P.E. olmak içinönemli bir adımı geçmiş olur.Bu sınavlardan aldığı not işealımda belirleyici bir etkenolurken F.E. sınavından sonragelen aşama 4 senelik çıraklıkaşaması olarak bilinir bazıeyaletlerde stajyerlik süreci bir P.E. gözetimi altındayapılması şart koşulmaktadır. Bu sürenin ardından yenibir sınavla (Principles of Engineering) yetkinlikünvanına ulaşılır. ABD’de bu durumun mühendislerarasında kastlaşma yarattığı bilinen bir gerçektir. P.Eünvanlı mühendisler daha yüksek maaşlara ve daha iyiçalışma koşullarına sahipken “sıradan” mühendisleregöre çok daha kolay iş bulabilmektedir.

İngiltere, Anglo-Sakson modeli

İngiltere’de yetkin mühendislik, “CharteredEngineer” (CEng.) adıyla uygulanmakta olup imtiyazlımühendis anlamına gelmektedir. İngiltere’de CEng.Ünvanı “Engineering Council United Kingdom”(ECUK) -Birleşik Krallık Mühendislik Konseyi- adlıdüzenleyici otoritenin gözetimi altındaki mühendislikkurumları tarafından verilmektedir. Bu kurumlararasında Institiution of Chemical Engineers,

Institiution of Mechanical Engineers, British ComputerSociety, Royal Aeronautical Engineers gibi kurumlarbulunmaktadır. İnşaat mühendislerine CEng. ünvanıise “Institution of Civil Engineers” (ICE) kurumutarafından verilmektedir(http://www.ice.org.uk/homepage/index.asp). BritanyaKrallığı’na dâhil olan İrlanda ve İskoçya’da daChartered Engineer uygulaması geçerlidir.

İngiltere’de CEng. ünvanını alabilmek için 3aşamadan geçmek gerekmektedir: eğitim, tecrübe ve

mesleki inceleme.Eğitim aşaması,ECUK tarafındankabul edilmiş 4senelik birüniversiteden mezunolmaktır. İkinci aşamaolan iş tecrübesinin enaz 4 yıl olmasıistenmektedir. İdealolarak iş tecrübesinin2 yılının yeni mezunmühendis veya stajyerpozisyonundageçirilmesi beklenir.Geri kalan 2 yıldamühendis belli birtecrübe kazandığı içindaha fazla sorumlulukalabileceğipozisyonlarda

CEng.’in gözetimi altında çalışmalıdır. Bununardından mühendisler, ECUK’a bağlı olan ve meslekdallarında CEng. Ünvanı veren kuruma başvurabilir.Yetkin mühendis adayı sözlü mülakata ve yazılı sınavaalınır. Aday, bu mesleki inceleme sonunda başarılıolursa CEng. Ünvanı almaya hak kazanır. Ayrıcayetkin mühendislerin bu ünvan için her yıl ücretödemeleri gerekmektedir. Ayrıca bağlı olduklarıkurumun kurallarının ihlalinde de bu ünvan ellerindenalınabilir. (ICE 3001)

Meslek içi kastlaşma ve 4 yıllık sömürü burada dageçerlidir. Ayrıca yıllık yatırılan ücret ve tepenizdedönen “ihraç” kılıcı da (İngiltere ihraç konusundaobjektif kriterlere sahip olabilir ancak ülkemiz içinünvanın elinden alınması gibi bir başlığın katmerli birbaskı aracına dönüşeceği şüpheye yer bırakmayacakkadar açıktır) sömürünün ve baskının boyutlarınıarttırmaktadır.

Toplumcu Mühendis Mimar&Şehir Plancıları

Mesleki dönüşüm Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 25Sayı: 2011/45 * 2 Aralık 2011..

Yetkinlik meselesini en çoksevenler ve onun peşinde koşanlar

için sebep hep deprem olsa datemel argüman “gelişmişülkelerdeki uygulamalar”

olmaktadır. Ranta talip akademiktetikçiler “daha iyi bir

mühendislik, mimarlık veplancılık” derken en özel

vurgularını buraya yapmaktadır.

Page 26: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

Emekçi kadın26 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/45 * 2 Aralık 2011

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete KarşıUluslararası Mücadele Günü nedenli ile çeşitli illerdekadınlar alanlara çıktı.

İstanbulTaksim’de iki ayrı eylem gerçekleştirildi. Devletin

kadın katillerini ve tecavüzcülerini korumasına veTayyip Erdoğan’a yönelik öfke eylemlerin ortaknoktasını oluşturdu.

Eylemlerden ilki Kadın CinayetleriniDurduracağız Platformu tarafından yapıldı. Platformbileşenleri Taksim Tünel girişinde toplanarak TaksimMeydanı’na kadar bir yürüyüş gerçekleştirdi.

Taksim Tramvay Durağı’na gelindiğinde platformadına basın açıklamasını Tuğba Gümüş okudu. Hergüngerçekleşen kadın cinayetleri ile toplumsal bir travmaoluştuğuna dikkat çeken Gümüş, devletin kadını değilaileyi koruduğuna, kadın ölümlerine cevapüretmediğine değindi.

Eyleme Beren Saat, Nur Sürer, Neslihan Acar dakatılırken, Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği adınaeyleme katıldıklarını belirten Nur Sürer ve NeslihanAcar bu mücadelenin birer parçası olacaklarını dilegetirdiler. Eyleme ayrıldığı eşi tarafından öldürülenGülay Yaşar’ın babasının da katılması dikkat çekti.Yaşar kızının hesabını sormak için eyleme katıldığınıdile getirdi.

İkinci eylem ise İstanbul 25 Kasım KadınPlatformu tarafından yapıldı. Galatasaray Lisesiönünde toplanılarak Taksim Tramvay Durağı’nayürüyüş yapıldı. Eylemde Kürt kadınları ön saflarda yeraldı.

Basın açıklaması önce Kürtçe, sonra Türkçe okundu.Açıklamada her geçen gün kadın üzerindeki erkektahakkümünün arttığı dile getirildi. Yargının kadınauygulanan şiddet ve tecavüzlere verdiği kararlarlacinsiyetçi kadın düşmanı iktidarın yargısı olduğuna,kadının değil ailenin korunduğuna, Kürt sorunundaçözümsüzlüğü dayatan hükümetin mücadeleci Kürtkadınları hedef aldığına, yazılı ve görsel medyanıntecavüzü normalleştiren, koruyan bir yayın yaptığınavurgu yapıldı.

GOPEğitim Sen İstanbul 4 Nolu Şube Kadın Komisyonu

24 Kasım günü GOP Meydan’da gerçekleştirdiği basınaçıklaması ile Mirabel Kardeşleri andı, kadına yönelikşiddeti protesto etti. Kadınların tarihten aldığı mücadeleve direniş geleneğini büyüterek sorunlarını çözebileceğivurgulandı.

GebzeEmekçi Kadınlar Platformu meşaleli yürüyüş

gerçekleştirdi. Eski çarşıda yapılan basın açıklamasındakadınların iş yaşamında da esnek ve güvencesizçalıştırıldıklarına vurgu yapıldı. Buna karşı mücadeleeden kadınların da tutuklandığına dikkat çekilerekörgütlü kadınların susturulamayacağı söylendi.

Açıklamanın ardından iki işçi kadının sergiledikleritiyatro gösterisi ilgiyle karşılandı. Eyleme kadınlıerkekli yaklaşık 150 kişi katıldı.

ManisaManisa’da KESK’liler 25 Kasım günü kadına

yönelik şiddeti anlatan bir sergiyi ManolyaMeydanı’nda açtılar. Akşam da bir eylem yapıldı.

Eğitim Sen önünde toplanan yüzü aşkın kişisloganlar ve kadına yönelik şiddeti protesto eden

konuşmalar eşliğinde ana caddenin bir şeridini trafiğekapatarak Manolya Meydanı’na geldi. Basınaçıklamasında kadının hayatın her alanında şiddete vetacize maruz kaldığı, AKP’nin kadına yönelik şiddetimeşrulaştırdığına dikkat çekildi. Eyleme BDSP, BDP,EMEP, ÖDP, EDP Hacıbektaş Derneği ve KöyEnsitüleri Derneği katıldı.

EskişehirEskişehir Demokratik Kadın Platlormu tarafından

gerçekleştirilen eylemde kitle Hamamyolu YedilerParkı’ndan Adalar’a yürüdü. Basın açıklamasında son 7yılda %1400 artan kadın cinayetlerinin, hukuksuzluğunve adaletsizliğin ürünü olduğu vurgulandı. N.Ç.davasının sonuçlarının da gösterdiği üzere devletinşiddete uğrayanı değil şiddet göreni desteklediğibelirtilerek Adalet Bakanlığı’nın işlenen suça ortakolduğu söylendi. Eyleme 200’ü aşkın kadın katıldı.

ÇanakkaleHalkların Demokratik Kongresi’nin örgütlediği

eyleme devrimci ve ilerici güçler de destek verdi.Eylem, Belediye Sosyal Tesisleri’nde Handanİpekçi’nin Saklı Yüzler isimli filminin gösterimi ile ebaşladı. Film sonrası bir söyleşi gerçekleştirildi.Ardından, Belediye Sosyal Tesisleri’nin önünden saatkulesine bir yürüyüş gerçekleştirildi.

AdanaAdana Kadın Platformu tarafından meşaleli yürüyüş

gerçekleştirildi. Adana Büyükşehir Belediyesi önünden5 Ocak Meydanı’na yüründü. Türkçe ve Kürtçe okunanbasın açıklamasında kadınların özgürlük mücadelesineçağrı yapıldı. Eyleme 100’ün üzerinde kadın katıldı.

“Kadın kırımına hayır” Siirt’te 26 Kasım günü KESK’in öncülüğünde

“Kadın kırımına hayır” mitingi düzenlendi. Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesi önünde toplanan

kadınlar, mitingin yapıldığı Newroz Alanı’na “Kadınkırımına hayır”, üzerinde Eğitim Sen üyesi Prof. Dr.Büşra Ersanlı’nın fotoğrafının olduğu “KESK’likadınlar onurumuzdur” ve 340 tutuklu kadının ismininyazılı olduğu “Siyasi operasyonlara hayır”pankartlarıyla yürüdü.

“Siyasi operasyonlara hayır” ve “KESK’li kadınlaronurumuzdur” pankartlarının arama noktalarından içerialınmaması tepkilere neden oldu. Polisler ile kadınlararasında kısa süreli bir gerginlik yaşandı. Kadınlarınalana girmesinden sonra miting konuşmalarla başladı.

Mitingde konuşan KESK Kadın Sekreteri Canan

Çalağan pankarların içeri alınmamasını eleştirdi.Çatışmalı ortamlarda kadınların daha çok ezildiğinedikkat çeken Çalağan, 30 yıldır yürütülen kirli savaştaçok sayıda kadının mağdur olduğunun altını çizdi.

Miting BDP Diyarbakır Milletvekili Emine Ayna veBDP MYK Üyesi Yıldız Aktaş’ın konuşmalarınınardından sona erdi.

KırklareliKırklareli Demokratik Kadın Platformu (Eğitim Sen,

SES, CHP ve ADD) yürüyüş ve basın açıklamasıdüzenledi. Yürüyüşe yaklaşık 120 kişi katıldı.

KayseriEğitim Sen ve Emekçi Kadın Komisyonu üyeleri

Kayseri Meydanı pano altında biraraya geldiler. Basınaçıklamasında “Biz emekçi kadınlar olarak, kadınayönelik her türlü ayrımcılığın ve şiddetin önlenmesi içintoplumun her kesiminden kadınlarla ortak mücadeleetmeye kararlıyız” denildi. Yaklaşık 50 kişinin katıldığıeyleme BDSP, DHF, EMEP, ESP destek verdi.

Direniş çadırında 25 Kasım eylemi25 Kasım günü Sendikal Güç Birliği Platformu’dan

kadınlar, direnişçi Kampana işçilerini ziyaret etti.Ziyaret Petrol-İş üyesi kadın işçilerin hazırladığı tiyatrooyunuyla başladı. Ardından SGBP ve Kampana işçileriadına açıklamalar yapıldı.

SGBP adına yapılan açıklamada AKP politikalarınınkadına yönelik şiddeti tırmandırdığına dikkat çekildi.Kadınların esnek ve güvencesiz çalışmanın yanısıraişyerinde, fiziksel, cinsel, mobbing gibi psikolojikşiddete maruz kaldığı, cinsiyete özgü şiddet biçimlerininüstünün örtüldüğü ve istatistikler içinde yer almadığıbelirtildi.

Kadın işçiye yönelik bu şiddet ve baskı biçimlerininsendikalar tarafından da dikkate alınmadığına dikkatçeken Enül, “toplu sözleşmelerde kadına yönelik şiddetve cinsel taciz hala bir alt madde olarak bile yeralmıyor. Tüzük ve programlar ise tam anlamıyla içleracısı” dedi.

Kampana Deri direnişçilerinden Dilek Göl ise tümbaskılara rağmen direndiklerini söyledi.

Ümraniye’de film gösterimiÜmraniye İşçi Birliği 26 Kasım Cumartesi günü film

gösterimi gerçekleştirdi. 25 Kasım’ın mücadele tarihinianlatan “Kelebekler Zamanında” isimli film katılanlartarafından ilgiye izlendi.

Film başlamadan önce yapılan konuşmada, kadınayönelik şiddetin yoğunlaştığı bu günlerde, şiddetinkaynağı olan kapitalizme karşı kadın erkek birliktemücadele verilmesi gerektiği söylendi.

Menemen’de 25 Kasım etkinliğiMenemen Dersimliler Derneği 26 Kasım günü bir

etkinlik düzenledi. Etkinlik, kadınların kapitalist düzen içerisindeki

ezilmişliğini geçmişten günümüze toplumsal sistemleriçindeki durumuyla birlikte elen alan ve kadın sorununaçözüm önerilerini anlatan bir konuşmayla başladı.

Konuşmanın ardından sinevizyon gösterimiyapılarak sohbet kısmına geçildi. Konuşmalarda işçi veemekçi kadınların burjuva kadınlara göre daha çokezildikleri dile getirildi.

Kızıl Bayrak / İstanbul – Gebze - Manisa -Çanakkale - Eskişehir - Adana - Kırklareli - Kayseri

Mücadele gününde kadınlar alanlardaydı

Page 27: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

Devrim Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 27Sayı: 2011/45 * 2 Aralık 2011

“...Kıskanıyorlar hepimizi kıskanacaklarGüç iştir çünkü bir tarihi insan gibi yaşamak

Bir hayatı insan gibi tamamlamak güç iştir…”Edip Cansever

‘Yeni’ye olan özlemimiz her daim bir önceliği hakeder. Doğada ve toplumda eskiyerek de kıymetlenenbirçok durum varolmasına rağmen bir şeyin eskimesi,tedavülden kalkmasına da yol açabilir. Bir orta nokta,durulan bir yer yoktur aslında, ya geri ya da ileri.Geleceğe kalamayan ya da evirilip de tortusunu bırakan,hep aşılması gereken bir durumdur. Bu bir insanın içduygularında ve alışkanlıklarında da olabilir, bir tarihselaşamada da.

Eski ve yeninin savaşımı hayatın her alanında adınıve konusunu farklılaştırarak karşımızda dikilir. Neolduğunu, nereye gittiğini, ne istediğini bilmek birçokaçıdan gelişmişlik ile mümkündür. Ve insanlık bunlarıyapabilen insanların olduğunu binlerce kezkanıtlamıştır. Ne olduğunu, nereye gittiğini ve neistediğini bilme hali, kendi dışındaki durumunkoşullarını tahlil edebilme, edip de buna ayakuydurabilme, değiştirme, değişme hali ilebirleşemiyorsa tarihin tozlu sayfalarında kendinizikaybedebilirsiniz, ya da tarih bunu sizin yerinizeyapabilir. Yok olmak değil kastettiğimiz elbette amavurguladığımız, “hiç” olma halidir. Hiçbir şeyin doğadayoktan var olmayacağını ve vardan da yok olmayacağınıbildiğimizden kaynaklıdır bu vurgumuz. Doğa, değişenkoşullara ayak uydurabildiği için soylarınıevrimleştirerek sürdüren canlılar tarihine tanıklık eder.Ve koşullara ayak uyduramayanlar ‘soyları tükenen’canlılar olarak okunur tarihte.

Soyunuz tükensin istiyoruz!

Işık Kutlu bir makalesinde “devrimcinin eskisiolmaz” diye yazıyor. Ve ardından ekliyor “En fazlaeskiyen devrimciler vardır. Devrimci her daim yenidirve yenilenmek zorundadır” diye.

Şimdi yenilen bir kuşağın ardından “eskiyendevrimciler” ile bol bol karşılaşan bir kuşağa mensupolarak ben, eskiyen devrimcilerin, solcuların soylarıtükensin istiyorum artık. Bunu istiyorum ki aynı devletgibi, aynı polis gibi, aynı bu düzenin bekası için her şeyiyapanlar gibi “eskiyen devrimciler” de dikilmesinkarşımıza. Hoş benzerlik taşıdıkları tüm kurum, kişi,kuruluşlar gibi onları da ezip geçeceğiz günün birindeya. Belki kimisi iyi niyetli, kimisi “bizi düşünen”tavırlarla dikiliyorlar karşımıza ama bu onların daiçerisinde debelendikleri bataklığa bizi çekmekistemeleri gerçeğini değiştirmiyor. İnsanların niyetleritek başına hiçbir şey ifade etmiyor. Sonuçları, cümleleri,yaşam tarzları ile birlikte niyetler anlamlanıyor. Veçıkan anlam da genelde hep kokuşmuş oluyor.

İnsanı hiçe sayan, eksik ve edilgen ilan eden birsistemin her devrimciyi aldatılmış, beyni yıkanmışolarak gören eskiyen insanları, insanlıklarını bir kenarakoyup kendi gemisini kurtarma çabasındaonursuzluklara batmış ve geçmişine küfreden eskiyensolcuları… kimi zaman babacan tavırları ile kimi zaman“bizi düşünen” cümleleri ile bize hayatı anlatmayaçalışırlarken her nasılsa hep işkenceden, hep devletingüçlülüğünden dem vururlar. Hep “körü körüne”, hep“boşu boşuna” ölen, kaybedilen gençlere ne kadarüzüldüklerini anlatırlar. Hep bin bir parça olan soluntablosundan, örgüt içi iktidar kavgalarından, dar grupçukaygılardan bahsederler. Bunları söylerken aslındaalttan alta sizin birer “kör” ya da daha kaba ifadeyle“aptal” olduğunuzu fısıldar cümleleri, ama ne

dediklerini bilmezler çoğu zaman. Günah keçisi ilanedilecek o kadar çok kişi, olay, örgüt vardır kihangisinden bahsetseler bilemezler. Bir tek kendilerineucunu dokundurmazlar, dokundursalar bile “gençtik,kanımız kaynıyordu” cümlelerini duyarsınız. En songünah keçisi ilan edilen “Marksizm” olmuştur da ona daserdeki erkeklikten direk laf söyleyemez bazıları.Bazıları için zaten taraflar nettir, onları anmaya bilegerek yoktur.

Bedel bir ‘an’ı kurban verir. Anı küllerinden dağılırve küllerinden doğar insanlar yeniden ve yeniden…Şimdi bu ateş zamanın, bu durgun ve bulanık suların, bucoğrafyanın ‘yeni’ ve gençdevrimcileri bizler,ellerimizde geçmişin kendisüzgecimizden geçirdiğimizdeğerleri ile, yüreğimizdeöfke ve umut ile,bilincimizde doğanın vebilimin ışığı ile adımlıyoruzyolları. Belki ufak ufak belkikocaman, ama adımlıyoruz.Bizler bugünün gerçekliğini,düşmanın zalimliğini,geçmişin hatalarını biliyoruz!Bu coğrafyanın 80’lidönemlerini ve öncesini,Diyarbakır zindanlarını,Dörtler’in gecesini, olukoluk kan akan derelerini, sorguların adressiz olanını,yolda faaliyet sırasında katledilen liseli İrfan Ağdaş’ı, 17yaşımızın idamını, zindanlarda, sokaklarda katledilenonlarca devrimciyi ve insanlıklarının haklarını verenleribiliyoruz! Geleneksel hareketin kendisinigüncelleyemediğini, dönemin dogmatiklikleri,sapmaları, tasfiyecilikleri, örgüt içi iktidarmücadelelerini hatta merak etmesinler sosyalizmintarihsel sorunlarını da biliyoruz! Tam da bunlarıbildiğimiz için Marksizm’e sırt çevirmiyoruz. Bunlarıbilmek daha da yakınlaştırıyor bizi bilimselliğin ateşine.“Çözüm devrimde kurtuluş sosyalizmde” sloganı sadeceduvarda bir yazı, kaba bir ajitasyon, ezbere söylenen bircümle değil yaşamımızda.

Bu ölüm ve meta düzeni var olmaya devam ederkenyolunu ve gözünü bunun dışına çıkarmayan herkesortaktır bu yazgıya ve sonuçlarına. Bu çürümüşlüğeortaktır. Ve bir kez bunu öğrendikten, gördükten sonrabaşka yolumuz kalmamıştır. Şimdi sırf sana/ bana birşey olmasın diye her gün ölmeyi, çürümeyi kabul etmekinsanlığınız ile alakalıdır.

13 yaşındaki bir çocuk hayat ile, rahmine düşenbaşka bir döl ile karşılaşıyorsa, 4 yaşında Turgayyaşamaya annesinin babasını gözleri önünde öldürmesiile başlıyorsa, üniversiteye giden Esra okul masraflarıiçin bedenini pazarlıyorsa, sizin, çocuklarınızın ya dahiç tanımadığınız milyonların ırzına geçiliyor, yaşamhakkına tecavüz ediliyorsa, toplumun büyük çoğunluğu

cinnet geçiriyorsa, sizin o çok görmüş geçirmişcümleleriniz hayat karşısında tuz ile buz olur!

“Ateş iyidir… İnsan nereye gittiğini iyi bilirse,gözünden ayağından korkusu yoksa, yanmaktankorkmaz” (Fabrika, Sayfa 399)

Bizim de bildiğimiz ve çokça tekrarladığımız birnokta vardır ki bu noktayı bilmemeleri imkansız.Eskiyen devrimcilerin ayakları altında ezmeyeçalışırken insanlıklarını takınıp üzüldükleri “bedelödeyen devrimciler” olmasaydı eğer bugün o kırıntıhaline getirilen haklarınız dahi olmayacaktı. Dönemselhareketliliklere atıfta bulunanlar “şimdi 3-5 kişi var”diyenler, o kitlesel hareketler öncesindeki durgunlukdönemlerini ya gerçekten bilmiyorlar ya da yoksayıyorlar. Ya gerçekten mücadelenin bilimsel yanından,ideolojik altyapısından, toplumların gelişimaşamalarından haberleri yok ya da uygulanan baskılarkorkularını tetiklediği için gözleri, yürekleri, bilinçleriişlevini yitirmiş. Ve bu bataklıkta savrulup gidiyorlar.Hiçbir toplumsal süreç, ne yoktan var olur ne de düz birçizgide ilerler. Hep aynı yükselişi bekleyemezsiniz.Tarihin ilerleme hattı içerisinde yerinizi belirleyip,yönünüzü tayin edip hazırlık yapar, çalışırsınız. Ve tümbunları yaparken de birçok durum ile karşılaşabilirsiniz.

Tutsak düşebilir,öldürebilir, ölebilirsiniz.Ama doğa da böyle değilmi? Tohumu toprağakoyduğunuzda bir fidanve bir ağaç olduğundaartık ona tohumdemiyorsunuz, fidan ağaçolduğunda ona fidandemiyorsunuz, civciv bilevar olmak içinyumurtasını kırmakzorunda, mum etrafınaışık vermek için kendisinieritmek zorunda. Doğadave hayatta her şey başkabir hale geçmek için bir

önceki halini yadsımak zorunda. O çok kullandığımıztabir ile eşyanın tabiatı böyle.

Az buçuk bir tarih bilgisi bile yolumuzu mücadeleyeçıkartıyor. İnsanlığın ortak bir hafızası var. Kölelikkoşullarında yaşayan insanlar bugünkü anlamında bile“demokrasi”yi bile hayal edemezlerdi Spartaküsolmasaydı… Aynı bugün sosyalizmi hayal bileedemeyenler gibi…

Hayat size küçük bir şans olarak ev, iş veya daharahat koşullar sunmuş olabilir ki bu bile çok büyük birçoğunluğun kölelik koşullarında yaşadığı gerçeğinideğiştirmiyor. Hadi siz bencil mutluluklarınızla, küçükadalarınızda yalıtık ve ya çok sosyal bir yaşamsürdürebiliyorsunuz, mideniz, bünyeniz bunu kaldırıyor.Bunu böyle yaşamayı tercih etmeyenlere ne hakla diluzatıyorsunuz? Tabi bizler eşyanın tabiatı gereği zatenbunu yapmanız gerektiğini de biliyoruz.

Egemenlerin dilini kullanmak kolaydır, “yoldümdüzken, engel yokken” yürümek kolaydır,omurgasız olmak hepten kolaydır, güce tapmak zatenolağan davranışınızdır. Şimdi bu zor zamanlarda/dönemlerde geleceğin mutlak geleceğine inananlar yanibizler tırnaklarımız ile kazırken geleceğin yollarını, yolaçıkan taşları da yola koyulan “başları” daunutmayacağız! Unutmayacağız, bilinçle, umutla, öfkeile olmazsa olmaz bilimsellikle…

‘Yeni’yi ürettiğimizde insanlık eskinin hainini de,puştunu da, dostunu da, kurdunu da, kuşunu da bilecek!

Yola çıkan taşlar ve yola koyulan “baş”larG. Umut

Bu ölüm ve meta düzeni varolmaya devam ederken yolunu vegözünü bunun dışına çıkarmayan

herkes ortaktır bu yazgıya vesonuçlarına. Bu çürümüşlüğe

ortaktır. Ve bir kez bunuöğrendikten, gördükten sonrabaşka yolumuz kalmamıştır.

““

Page 28: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

Metin Lokumcu’nun Hopa’da katledilmesininardından başlatılan gözaltı ve tutuklama terörüneilişkin Çağdaş Hukukçular Derneği Genel MerkezYöneticisi Avukat Fatma Karlıkcıoğlu Özbilgin veAvukat Deniz Özbilgin ile görüştük. Dava süreciniyakından takip eden Hopa davası avukatları, hukukadına sergilenen keyfiliklere dikkat çekerkenmücadelenin önemine vurgu yaptılar.

- AKP hükümetinin ve devletin Hopasaldırganlığının siyasi ve hukuki arka planıhakkında neler söyleyebilirsiniz?

ÇHD GYK üyesi Av. Fatma KarlıkcıoğluÖzbilgin: Hopa’da Tayyip Erdoğan’ın orayagideceğini öğrenen halk deresine, suyuna, doğasınasahip çıkmak için biraraya gelmişti. Ancak siyasiiktidarın tahammülsüzlüğü sonucu bu vahim olaylaroldu ve bir eğitimcimizi kaybettik. Bu olayın siyasi vehukuki arka planına baktığımızda butahammülsüzlüğün nerelere kadar gidebileceğinigözaltı ve tutuklama terörüyle görmüş olduk.Ankara’da da Lokumcu’nun öldürülmesini protestoetmek amaçlı, meşru taleplerin dile getirilmesieylemlerine yine aynı şekilde sert bir müdahale oldu.Bunlar mide bulandırıcı bir demokrasi sosuylayapılıyor aslında. Bu bence çok önemli. Beraberindegözdağı verilmek isteniyor.

Hopa sürecinde yargı hukuk namına hiçbir şeyyoktu. Avukatlar müvekkilleriyle görüşemediler,adliye binasına alınmadılar. Dosyada kısıtlılık vegizlilik kararı var diye savunma hakkını da elimizdenaldılar. Özel yetkili mahkemelerin böyle bir dayatmasıvar maalesef.

Ben Ankara’da protesto gösterisinde oradaydım,daha sonra yargı sürecine de dahil olduk. Basınaçıklamasının ve AKP binasına yürüyüşün olduğuanlarda o vahşeti gördük. Hatta şiddete tanık olan üçarkadaşımız müdahale etmek istedikleri için gözaltınaalındılar. ÇHD Ankara Şube Üyesi Duygu Demirel,Teoman Özkan ve Pınar Akdemir polisin şiddetiniengellemeye yönelik tartışmalar yüzünden gözaltınaalındılar. Onlarla birlikte birçok arkadaşımız dagözaltında kaldı.

İktidar -özelde Tayyip Erdoğan-, “öğrenciler kendiişlerine baksınlar, okusunlar” gibi saçma bir şekildebakıyor meseleye. 2911 kapsamındaki bir olayıDGM’ye, yani özel yetkili mahkemeye sevk ediyor.Dosyada herhangi bir kanıt yokken 11. Ağır CezaMahkemesi tutuklama kararı verdi. Ve o kararıverirken şunu söyledi: Elimdeki verilerle, herhangi birörgütle bağlantı kuramadım. Ama bubulamayacağımız anlamına gelmez. Aramalar devamedecek, deliller toplanacak. O yüzden tutuklamakararı veriyorum.

Eskiden birçok davada tutuksuz yargılama çıkardı.Biz buradan anladık ki bu başka bir operasyonadönecek. Ve aslında diğer siyasi yapılarla birlikteözellikle Öğrenci Kolektifleri ve Halkevi’neyoğunlaşan bir operasyona dönüştü. Bu kurumlarındaha önce yaptıkları meşru eylemler de buoperasyonun kapsamına dâhil edildi. Ülkenin aydınıdiyebileceğimiz öğrenciler söz söyleyemez halegetirilmeye çalışılıyor.

ÇHD üyesi Av. Deniz Özbilgin: Hopa’da çok

öncesinden duyurulmuş bir miting vardı. Duyurusugeniş bir şekilde yapılmıştı ve o alanın çok yakınındaiki apartman arasına gerilmiş “Hopa HES İstemiyor”pankartı vardı. Fakat bu pankart Tayyip Erdoğan’ıngeçeceği yoldan görünüyordu. Polis o binalara gidippankartın indirilmesini istedi. Apartmandakilerpankartı indirmek istemedi ve o anda mitingemüdahale başladı. Miting dağıtıldı, kitle geriçekilmeye başladı veardından mitingi sahiplenenkitlenin baskısı ile polis geriçekilmeye başladı. PolisTayyip Erdoğan’ın geçişnoktasına kadar çekildi. Osırada oradan TayyipErdoğan’ın otobüsügeçiyordu. Şimdi polisinyaptığı müdahalenin bu taşatılması üzerine yapıldığıiddiası var. Medya olayı buşekilde yansıttı. Amaaslolan ilk önce polisinmüdahale ettiğidir. MetinHoca ise bu müdahaledehayatını yitirdi.

Sadece basının çarpıtması değil, savcısı ile, hâkimiile polis fezlekesi ile tam bir organizasyondur.Buradan da anlıyoruz ki basın, savcı ve hâkim,tamamen polisin sunduğu fezlekeye göre hareketediyor. Olay üzerine Ankara’da yapılan protestoda dasaldırı yaşanmıştır. Ankara’da 1 Mayıslar eskidenEtlik-Kasalar’da kutlanırdı. Ama mücadelelerle bukutlama Sıhhiye’ye kadar taşındı. Aynı Taksim 1Mayısları’nda olduğu gibi. Basın açıklamalarınınnerede nasıl yapılacağı belli mücadelelerlekazanılacak. Bu mücadele bir siyah çelenkbıraktırmayan zihniyete karşı mücadeledir. Eyleminsonrasında 54 kişinin gözaltına alındığı bir terörestirildi. Bu kişilerden biri zihinsel engelliydi, üçü iseavukattı. Bu gözaltı işleminde kaba dayaktan cinsel

tacize kadar her şey yapıldı.Ama saldırı bununla bitmedi. Bu insanların

okullarına, çalıştıkları yerlere ve ailelerine “terörörgütleri ile ilişkisi vardır” şeklinde yazılar gitti. Buyazılar memuriyetten, işten ve okuldan atılma talebiile gitti. Ayrıca gözaltına alınan bu kişileri savunmayaçalışan avukatlara da baskılar yapıldı. Avukatlar dayargılandı. Bu dosyanın ilk ayağı “terör örgütü”

ayağıdır, ikinci ayağı2911, üçüncü iseavukatlara açılansoruşturmalardır.Avukatlara “polisegöreviniyaptırmamaktan”soruşturma açıldı. Bir deişin idari boyutu var.Okullarda, işyerlerindesoruşturmalar başladı.Bu, savcının talebiyleoldu. Talep şöyle:“İddianamenin birörneği yüksek öğrenimöğrencisine, kamu

görevlisine, fakülte dekanlıklarına ve çalıştıklarıkurum amirliklerine yollanmıştır.” Bu, dosyakapsamında yargılananlara siz de soruşturma açındemektir.

Hukuken iddianamenin reddedilme olasılığıolmasına rağmen, savcı bu iddianamenin onaydançıkacağından o kadar emin ki hâkim kararınıbeklemeden her yere yazı gönderiyor. Bunun siyasikarşılığı fişlemedir. Savcı bunu yaparken kurumlara,orada çalışanlar için “terör örgütü üyesi” demişoluyor. Ama bu bir iddiadır. Adı üstünde iddianame…

Bu iddianamede tartışmalı birçok şey var. Örneğinsuç aletleri başlıklı bölüm… SDP’nin flaması veKaldıraç’ın flaması suç aleti olarak geçiyor. Bunlarmıdır suç aletleri? Suç aleti silah, bomba vb. olur. Bubir prototip davadır. Eğer bu dava sonrasında karar

Röportaj28 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/45 * 2 Aralık 2011

Hopa davası avukatlarıyla dava süreci ve faşist terör üzerine:

“Olağanüstü mahkemeleriboykot edebiliriz”

Sadece basının çarpıtmasıdeğil, savcısı ile, hâkimi ile polis

fezlekesi ile tam birorganizasyondur. Buradan daanlıyoruz ki basın, savcı ve

hâkim, tamamen polisin sunduğufezlekeye göre hareket

ediyor.

Page 29: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

Devlet terörü

çıkarsa o zaman bilin ki eyleme flama götürmek suçsayılacaktır.

Dahası var.“Eylem neticesinde elde edilen suç eşyaları” adı

altında “Üzerinde bir adet, üzerinde ‘hekime yönelikşiddete hayır’ yazısı bulunan şemsiye” deniyor. İş bunoktaya gidiyor. Artık bunların suç delilisayılabilmesini sağlamayı hedefliyorlar. Hakimiylesavcısıyla medyasıyla böyle işliyor dava…

- AKP hükümeti tarafından örülmek istenenkoyu polis rejiminde, artık herhangi bir basınaçıklamasına ve eyleme katılmak dahi gözaltınaalınma ve tutuklanma gerekçesi olabiliyor.

Fatma Karlıkcıoğlu Özbilgin: Basın açıklamasıyapmak, pankart asmak ya da mevcut bir uygulamayıprotesto etmek gibi durumlarda yargılananlarıntutuklanması şart değil ama günümüzde bunun tamtersi oluyor. Peki bunu yapan ne? TMK ve TCK’dakiörgüt üyeliğini düzenleyen maddeler buna temeloluşturuyor. Özellikle ceza kanununun 220/6.Maddesi’nde şöyle bir hüküm var: “örgüt üyesiolmamakla birlikte örgüt adına suç işleyenlerin deörgüt üyesi gibi ceza alacağı”…

Her şeyi bu madde üzerinden değerlendiriyorlar.Artık yargı hukuku, fiili işleyenin kimliğine bakarakuygulanmaya başladı. Dostuma adalet düşmanımahukuk zihniyeti hakim. Bunu kabul etmemiz mümkündeğil. TMK kapsamında özellikle polis ve savcılaröğrencilerin kimliğine bakarak uygulama yapıyorlar.

- Bu tablo karşısında nasıl bir mücadele hattıörülmeli?

Fatma Karlıkcıoğlu Özbilgin: Artık tüm muhalifkesimlerce bu durum olağan bir hal almaya başlıyor.KCK dosyasını nispeten inceleme şansımız oldu. Birfotoğraf bulunuyor. Bir avukatın resmini alakasız biryerde gösteriyorlar. Bunun üzerine toplumda “buinsanlar avukat mı terörist mi?” sorusu canlanıncamuhalefete saldırılıyor. İktidar ağzından birileri hedefgösteriliyor ve savcı doğrudan operasyon emriveriyor. Burada özel yetkili savcıların doğrudansüreci yönettiğini söyleyebiliriz. Bence bunda hiçbirşüphe yok. Bence TMK ve TCK’ya karşı mücadeleedilmeli. Özel yetkili mahkemeler derhallağvedilmeli. Bunun için mücadele etmeliyiz. ÇHDzaten bu konu ile ilgili kapsamlı bir kampanyabaşlatıyor. Özel yetkili mahkemelerin ve savcılarınelindeki yetkilerin sınırlandırılmasını istiyoruz.

Deniz Özbilgin: Daha yeni Odak dergisine saldırıoldu. KCK operasyonları ortada. Ferhat ve Bernaörnekleri var. Bundan bir yıl önce Burhan Kuzuüzerindeki yumurta kurumadan “bunların arkasındaterör örgütleri var” dedi. Ali Babacan ve TayyipErdoğan da aynı şeyi söylediler. Ben şunu tartıştırmakistiyorum: Özel yetkili savcı nedir? Savcı dediğinleyhte ve aleyhte olan delilleri toplar, değerlendirir,suç var mı yok mu, varsa hangi maddeden varsa bunutespit eder ve varsa hâkime gönderir. Baştan sizinlehinize delilleri toplayacak olan savcı sizinkarşınızda duruyor. Onun sizi tutuklamak içinyönlendirdiği mahkeme özel yetkili mahkeme. Benceözel yetkili mahkemelerle mücadele edilmesi lazım.TCK, TMK ve 220. Madde’ye 250. Madde’ye karşımücadele edilmesi lazım. Yoksa tek tek dosyaüzerinden “kim haklı, kim haksız” olduğunu savunmadönemi bitmiştir. Çünkü artık herkes “suçlu”.

Fatma Karlıkcıoğlu Özbilgin: Ek olarak şunusöylemek istiyorum: İstanbul’daki KCK davasındahakimin karşısında şöyle bir tavır aldık; bu mahkemebağımsız ve tarafsız bir mahkeme değildir, sizesavunma yapmıyoruz ve sizi tanımıyoruz. Ayrıcabirlikte hareket etmek çok önemli. Bu mahkemeleritanımayıp boykot edebiliriz. Bunukitleselleştirebiliriz.

Kızıl Bayrak / Ankara

Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak * 29

11 yıl önce gerçekleştirilen ve “Hayata Dönüş Operasyonu” adı verilen 19 Aralık büyük zindan katliamınınBayrampaşa ayağıyla ilgili görülen dava süreci, devletin katliamcı kimliğini kanıtlamaya devam ediyor.

Mahkeme heyetinin ilgili bakanlıklardan istediği belgelerin basına sızması ile katliamla ilgili görüntükayıtlarını ve katliam timlerinde yer alan askerlerin kimliklerini gizlemeye çalıştığı ortaya çıktı.

Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen ve 39 askerin yargılandığı Bayrampaşa Cezaevi katliamıdavasının önceki duruşmasında mahkeme heyeti, avukatların talepleri doğrultusunda operasyonunaşamalarını ilgili bakanlıklara sormuş, bilgi ve belgelerin gönderilmesini istemişti. Açığa çıkan bilgilere göreAdalet, İçişleri ve Sağlık Bakanlığı ile Jandarma Genel Komutanlığı’ndan istenen bilgiler mahkemeyegönderildi.

“Üçlü protokol”e dolaylı kabul

Mahkemenin taleplerinden birisi katliamın gerçekleştirilmesi için üç bakanlık arasında imzalanan üçlüprotokolün suretinin gönderilmesiydi. Bakanlıklardan ayrı ayrı gelen yanıtlarda ise demagojiye başvurularak,“Üç bakanlık arasında Hayata Dönüş Operasyonu’yla ilgili özel bir protokol bulunmamaktadır” denilirken,devamında ise “operasyonda koruma ve sağlık hizmetlerine ivme kazandırılması amacıyla Ocak 2000tarihinde üç bakanlık arasında protokol hazırlandığı” belirtiliyor.

Kimyasal madde kullanımına inkar

Mahkeme heyetinin devrimci tutsakların avukatlarına ait kabul ettiği taleplerden birisi de, “Ölen veyaralananların vücutlarında erimeye neden olan kimyasal madde kullanılıp kullanılmadığının Jandarma GenelKomutanlığı’na sorulması”ydı. Bu talebe ilişkin Jandarma Genel Komutanlığı’ndan gelen cevapta şu ifadeleryer aldı: “Komutanlık envanterinde kimyasal silah bulunmamaktadır. Operasyon tarihinde toplumsalolaylarda kullanılan göz yaşartıcı ve hapşırtıcı biber gazı kullanılmıştır.” Bilindiği üzere Bayrampaşa’dadevrimci tutsaklar “Diri diri yaktılar!” diyerek kimyasal silah kullanımını deşifre etmişlerdi.

Jandarma, operasyonda kullanılan silahları ise “G-3 otomatik piyade tüfeği, MP-5 makineli silah, cop vekalkan” olarak bildirdi. Böylelikle kimyasal madde kullanımını gizlemeye çalışan Jandarma operasyonda ağırsilahların kullanıldığını da kabul etmiş oldu.

Katiller saklanıyor

Fakat Jandarma’dan gelen belgeler içerisinde en dikkate değer olanı katliama katılan birliklerde kimlerinyer aldığı konusunda her hangi bir bilgi ve belgenin bulunmadığı yönündeki yanıt oldu. Mahkeme,Genelkurmay ve Jandarma Özel Asayiş Komutanlığı’ndan operasyonda görev alan personelin kimliklerini detalep etmişti. Jandarma Özel Asayiş Komutanlığı’ndan gelen yazıda, “Görevli personellerden kimlerin fiilioperasyona katıldığı bilgisi bulunmamaktadır” denildi. Bu açık biçimde katliamda kullanılan tetikçilerinbilgisinin saklandığını gösteriyor.

Katliam “kayıt dışı”!

Katliama ilişkin bilgileri saklama çabası bu kadarla da sınırlı değil. Zira katliamla ilgili görüntü kayıtları dagizleniyor. Öyle ki mahkemenin katliama ilişkin istediği kayıtlar, ilgili kurumlar tarafından kayıt olmadığıyalanıyla verilmedi. Mahkeme, İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı veİstanbul İl Jandarma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü’nden operasyona ait video ve kamera kayıtlarınıtalep etmişti. İçişleri Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı’nın konuyla ilgili yanıtışöyle oldu: “Operasyonla ilgili video kaydı ve kamera görüntüsü yoktur.”

Devlet böylelikle bu büyük zindan katliamını saklamak için açıktan açığa yalana ve inkara başvururken,katliamın arkasında durduğunu bir kez daha kanıtlamaktan başka bir şey yapmıyor.

Zindan katliamına yalan perdesi!

Sayı: 2011/45 * 2 Aralık 2011

Page 30: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

İstanbul ÜniversitesiEkim Gençliği okurları “Özgürlük devrim ve sosyalizm

için parti davasına omuz ver” başlıklı bildirileri haftaboyunca Hukuk Fakültesi, Siyasal Bilimler Fakültesi veyemekhanede öğrencilere ulaştırdı. Ayrıca Kızıl Bayrakgazetesi de dağıtıldı.

Ekim Gençliği okurları üniversitenin birçok noktasına“Gençlik, partiye devrime, sosyalizme!”, “Gençlik gelecek,gelecek sosyalizm!”, “EKİM’den PARTİ’ye, PARTİ’yledevrime!”, “Yeni Ekimler’in Partisi 13. mücadele yılında! /Sosyalizm Kazanacak!” ve “Alaattin yoldaş yaşıyor, Partisavaşıyor!” yazılamalarını yaygın biçimde yaptılar.

22 Kasım günü sağlık emekçilerinin Çapa veCerrahpaşa Hastanelerinde gerçekleştirdikleri grevledayanışmak için de Hukuk, İktisat ve Siyasal Bilimlerfakültelerinde sınıflara el ilanları dağıtıldı. Ayrıca birincisınıfların derslerine girilerek grevin duyurusu ve dayanışmaçağrısı yapıldı. Yemekhane çıkışında da bildiri dağıtımı

gerçekleştirildi. Grev günü gerçekleşen ve geri püskürtülen satırlı-

bıçaklı faşist saldırı girişimi, ertesi gün yemekhane vekantinlere dağıtılan bildirilerle teşhir edildi.

Ankara ÜniversitesiEkim Gençliği okurları Ankara Üniversitesi Cebeci

Kampüsü Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde 25 Kasımvesilesiyle hafta boyunca kadına yönelik şiddetin teşhiredildiği afişler kullandılar. Bunun yanısıra stant açarakEkim Gençliği ve Kızıl Bayrak’ı öğrencilere ulaştırdılar.

ODTÜEkim Gençliği okurları 29 Kasım günü ODTÜ

yemekhanesinde stant açarak Ekim Gençliği’nin yenisayısıyla Kızıl Bayrak gazetesini öğrencilere ulaştırdılar.Birçok öğrenciyle sohbetler de gerçekleştirdiler.

Ekim Gençliği / İÜ- AÜ -ODTÜ

Ekim Devrimi’nin 94. yılını karşıladığımız Kasımayında çıkan yerel işçi bültenleri, sermayenin sosyal yıkımve kölelik saldırılarına karşı mücadele çağrısı yapıyor.

Van depremi, kıdem tazminatının gaspı planı, füzekalkanı gibi temel gündemlerin yanısıra yereldeki sınıfmücadelelerinin nabzını tutan bültenler ağırlıklı olarakkıdem tazminatının gaspı gündemini işliyor. Van depremi, Ekim Devrimi, zam dalgası, kıdem tazminatıhakkının gaspı gibi konuların işlendiği İşçiden İşçiyeBülteni’nin Kasım sayısının ana gündemini kıdemtazminatı saldırısı oluşturuyor. Sermayenin saldırılarınakarşı kararlı direniş, topyekün mücadele çağrısı yapanbültende çeşitli işçi direnişlerine ilişkin gelişmeler deaktarılıyor. Füze kalkanı gündeminin de işlendiği bülteninarka kapağında ise Ekim Devrimi’nin 94. yılı selamlanıyor.

Savranoğlu, İmpo Motor ve Hugo Boss direnişlerininyaşandığı İzmir’de, Çiğli İşçi Bülteni’nin kapağında sınıfdayanışmasını yükseltme çağrısında bulunuluyor. Kıdemtazminatı hakkının gaspı saldırısının da işlendiği bültendebölgedeki çeşitli fabrikalarda yaşanan sorunlar da yazılarlaişleniyor. Ekim Devrimi’nin kazanımlarının anlatıldığı biryazının yanısıra Savranoğlu işçileriyle yapılmış birröportajın da göze çarptığı bültende kıdem tazminatıhakkının işçiler açısından önemi işçilerin görüşlerine yerverilerek anlatılıyor. Bültenin arka kapağında ise Vandepremi işleniyor.Demir-çelik İşçileri Bülteni’nin Kasım sayısında ise Vandepremi, kıdem tazminatı ve Ekim Devrimi öne çıkankonu başlıkları arasında. İşçi cehennemi Habaş’tanişçilerle röportajın yer bulduğu bülten sayfalarında bölgedesüren işçi direnişleri de aktarılıyor. Habaş ve SİDER’de

çalışan işçilerin yazılarıyla katkı sunduğu bültende ayrıcakıdem tazminatı hakkına sahip çıkma çağrısındabulunuluyor.

Sefalet ücretlerine ve zam soygununa karşı mücadeleçağrısı yapan Kayseri İşçi Bülteni, işçi yazılarınınağırlıkta olmasıyla dikkat çekiyor. Farklı sektörlerdenişçilerin kaleme aldığı yazılarla düşüncelerini paylaştığıbültende kıdem tazminatının gaspına karşı mücadeleçağrısı da yapılıyor.

TEKSİF’e üye oldukları için işten atılan ve İzmirGaziemir’deki fabrika önünde direnişe geçen Hugo Bossişçilerinin direnişi Tekstil İşçileri Bülteni’nin Hugo Bossözel sayısında işleniyor. 2 sayfalık bültende direnenişçilerle sınıf dayanışmasını yükseltme çağrısındabulunulurken işçilere örgütlenme komiteleri kurma çağrısıyapılıyor.

OSB-İMES İşçi Bülteni ise kıdem tazminatınıngaspına karşı sokağa, eyleme, genel greve çağrısı yaptığıKasım sayısında işçi yazılarına yer veriyor. Füze kalkanıgündeminin de işlendiği bülten sayfalarında, süren işçidirenişleri ve örgütlenme mücadeleleri hakkında dabilgilendirmede bulunuluyor. Ekim Devrimi’nin 94. yılınında selamlandığı bültende dünya sınıf hareketinden çeşitlieylemlerin derlemesi de sunuluyor.Örgütlü örgütsüz metal işçilerine ulaştırılan Metal İşçileriBülteni’nin Kasım sayısı, metal işçilerini komitelerle sınıfkavgasına çağırıyor. Birleşik Metal-İş’teki şube genelkurulları sürecinin işlendiği bültende metal sektöründekidirenişler ve mücadeleler de yansıtılıyor. Bültende,Birleşik Metal bürokratlarının devrimci işçilere yönelikengellemeleri ve yasakçı tutumları da teşhir ediliyor.

Güncel30 * Sosyalizm Yolunda Kızıl Bayrak Sayı: 2011/45 * 2 Aralık 2011

Ekim Gençliği çalışmalarından...

Gizem için sahtegözyaşları

‘Küçük Gizem’i, yaşındanbeklenmeyecek derecedeki akıcı konuşmasısosyal paylaşım sitelerine yansıyıncatanımıştık.

İzlenme rekorları kıran Gizem’inkonuşmaları burjuva medyanın da dikkatiniçekmiş ve reyting deposu olarak görülenGizem çeşitli şov programlarınaçıkartılmıştı.

Okuduğu okulda Sınıf Başkan Yardımcısıolan Gizem, internete yayılan videosundasınıfta disiplini sağlamaya çalışıyor vearkadaşlarına uyarılarda bulunuyordu.Öğretmeninin kendisini fakir olduğu içindeğil bu görevi merak ettiği için başkanyardımcısı seçtiğini söyleyen Gizem,ayağındaki yırtık botu göstererek hangişartlarda okula gelmeye çalıştığını nefesalmadan arka arkaya sıraladığı cümlelerleanlatıyordu.

Gizem’in trajik ölümü...

Medya tarafından dolgu malzemesiolarak görülen ve verilen türlü vaatlererağmen “yardım eli” bir türlü uzatılmayan‘Küçük Gizem’ 28 Kasım akşamı trajik birşekilde yaşamını yitirdi.

Bursa’nın Orhangazi ilçesindeşofbenden sızan gazdan zehirlenerekhayatını kaybeden Gizem’in ölümü budüzenin gerçek yüzünü bir kez dahagösterdi. 11 yaşındaki Gizem Bera Yüksel,ablası İrem (12) ile birlikte girdiği banyodaşofbenden sızan gazdan zehirlenerek öldü.

Gizem’i kaybetmenin acısıyla yıkılanYüksel Ailesi, hastaneye kaldırılan İrem’inhastane hastane dolaştırılması skandalıylakarşılaştı.

Aile fertlerinden Ahmet Bodur,sonrasında yaşananları şöyle anlattı:‘’Ambulans çağırıyorlar. Orhangazi’denUludağ Üniversitesi (UÜ) Tıp Fakültesinegönderiyorlar. Orada da ‘yatak yok’ diyekabul etmiyorlar. Ölümle yaşam arasındamücadele veren çocuğu burayagönderiyorlar. Şimdi burası da kabuletmedi. Burada da teçhizatlarının yeterliolmadığından bahsettiler. O gibi vakalarıkabul etmiyorlarmış’’

Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, ‘’Hiçbirhasta, hastane kapısında kalmayacak’’dediğini vurgulayan Bodur, hastanedekarşılaştıkları manzaraya isyan etti.

Gizem Bursa’da toprağa verilirkensınıftaki videoyu çeken ve geçen yılsonunda emekli olan öğretmen CemalAytaç, o günlerde verilen yardım sözlerinintutulmadığını söyledi.

Page 31: Sİ Kızıl Bayrak 11-45

Sermaye devletinin cezaevi politikaları nedeniylehapishanede kansere yakalanan ve tedavisiengellendiği için ölen devrimci tutsak Güler Zere içinhazırlanan “Damında Şahan: Güler Zere” belgeseliningösterimi 29 Kasım günü Beyoğlu Sineması’ndayapıldı. Tamamen dolan salonda insanlar ayakta veyere oturarak belgeseli izledi.

Açılış konuşması Veysel Şahin tarafından yapıldı.“Güler’i zulmün, iktidarın elinden almak için her şeyiyaptık” diyen Şahin, Güler’in katilinin bu düzenolduğunu dile getirdi. Hasta tutsakların serbestbırakılması talebiyle yapılan eylemlere dikkat çekenŞahin, bu süreç içerisinde Türkiye tarihinde eşine azrastlanan bir birliktelik yaşandığını ifade etti. “Dahaçok Gülerler var” diyerek mücadeleye devamedeceklerini belirtti.

Aslan: “Bu film hasta tutsaklara adandı”

Şahin konuşmasının ardından belgeselinyönetmeni avukat Oya Aslan bir konuşma yaptı. “Bufilmi hasta ve özgür tutsaklara adadık” diyen Aslan,10 yıl içinde hapishanelerde bin 800’e yakın insanınyaşamını yitirdiğini ifade etti. Güler Zere içinyürütülen mücadele ve kazanılan zaferle bir kapıaçıldığını dile getirerek, mücadelenin sürekliliğine

dikkat çekti. Konuşmanın ardından ÇHD, Aslan’a çiçek verdi. Konuşmalar TAYAD adına Lerzan Kurt’un

konuşmasıyla devam etti. Mücadele sürecindenbahseden Kurt, Ayhan Efeoğlu’nun mezarınınaçıklanması için her Cuma saat 19.00’da TaksimTramvay Durağı’nda olacaklarını açıkladı.

Cezaevinden gelen mesajların okunmasınınardından belgeselin yapımcılarından Sırrı SüreyyaÖnder sahneye çağrıldı. “Kimliklerine helalgetirmeme duygusunu bana hissettirdiler” diyenÖnder, emperyalizmin ve zalimlerin yaptığınınhafızayı silmek ve boşaltmak anlamına geldiğini dilegetirdi.

Önder sözlerine şöyle devam etti: “Zere’ninbelgeselinde devrimci tarihi var. Kendinden öncesinidevralan ve sonraya ileten devrimcinin tarihi bu. Buyapıt da Zere’den alınan devrimin bayrağını yukarıdatutmak anlamını taşıyor.”

Konuşmaların ardından belgeselin sunumunageçildi. Devletin zindan politikasının işlendiğibelgeselde, yaşam hakkı için mücadele şiarı öneçıkarılmış. Belgesel sırasında zaman zaman alkışlarlamücadele selamlandı. Akıcı ve yalın bir dillehazırlanan belgeseli izleyenler duygusal anlar yaşadı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Devrimci-sosyalist basın yayın organlarına yönelik baskı ve sansür uygulamaları 12 Eylül’ün 31. yılındatüm hızıyla sürüyor. Son olarak, Halkın Günlüğü Gazetesi’nin 10-20 Eylül 2011 tarihli 18. sayısı çıktığı güntoplatılarak, gazete hakkında 1 ay yayın durudurma “cezası” verildi.

İstanbul Cumhuriyet Savcılığı tarafından verilen kararda, Gazetede yer alan Maoist Komünist Partisi (MKP)ve Halk Kurtuluş Ordusu (HKO) ile ilgili haber ve açıklamalar gerekçe gösterilerek ‘Yasadışı silahlı terörörgütü propagandası’ yapıldığı iddiası ile böylesi bir karar alındığı belirtildi. Söz konusu kararda HalkınGünlüğü’nün 1 ay kapatılması, 10-20 Eylül 2011 tarihli tüm nüshalarına el konulması, dağıtımınınengellenmesi ibareleri yer alıyor.

CMYK

Mücadele Postası

EKSEN Yayıncılık Büroları

Kemalpaşa Mh. Otel Asya yanı Vural Apt. No:2 D:3İzmit / KOCAELİ

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel/BURSATel: 0 (224) 220 84 92

Cemal Gürsel Cd. Shell Karşısı Vakıf İşhanı Kat: 3 No: 306 ADANA Tel: 0 (322) 363 19 94

Güler Zere beyaz perdede

Uzun süredir sağlık sorunları nedeniyletedavi gören Cumhuriyet Gazetesi yazarıServer Tanilli hayatını kaybetti.

Server Tanilli kimdir?

1980’den önce Türkiye’de İstanbulÜniversitesi Hukuk Fakültesi’nde ve Devlettatbiki Güzelsanatlar Yüksekokulu’nda“Uygarlık- tarihi” dersi veriyordu. 7 Nisan1978’de uğradığı silahlı saldırı sonucundabelden aşağısı felç olan Tanilli, Fransa’ya gidipuzun yıllar Strazburg Üniversitesi’nde çalıştı.2000 yılında yurda dönüş yaptı ve CumhuriyetGazetesi’nde köşe yazıları yayımlandı.

“Uygarlık Tarihi (1973)”, “Devlet veDemokrasi: Anayasa Hukukuna Giriş”kitaplarını yazan Tanilli’nin “Uygarlık Tarihi”üniversitelerde ders kitabı olarak okutuldu.Diğer kitapları arasında şunlar sayılabilir:“Nasıl Bir Eğitim İstiyoruz?”, “YüzyıllarınGerçeği ve Mirası” (6 cilt), “Candide ya daİyimserlik”, “Yaratıcı Aklın Sentezi: FelsefeyeGiriş”, “Değişimin Diyalektiği ve Devrim”,“Dünyayı Değiştiren On Yıl”, “FransızDevriminden Portreler”, “Anayasalar veSiyasal Belgeler”, “Nasıl Bir Demokrasiİstiyoruz?”, “İslam Çağımıza Yanıt VerebilirMi?”, “Din ve Politika”, “Voltaire veAydınlanma”. 2006 Sertel DemokrasiÖdülü’ne layık görüldü.

Ümraniye’de sınıf devrimcileri çok yönlüfaaliyetlerle emekçilere sesleniyor.

Metal İşçileri Bülteni Kasım sayısı BirleşikMetal’in Ümraniye’de örgütlü olduğufabrikalara dağıtıldı. Kapak yazısında kıdemtazminatı gaspıyla ilgili bir yazının yer aldığıbülten işçiler tarafından ilgiyle karşılandı.

Kürt halkıyla dayanışmayı büyütmek için deemekçilere çağrı yapılıyor. Bu nedenleBağımsız Devrimci Sınıf Platformu işçi veemekçileri Kürt halkıyla dayanışmaya çağrıyapan ozalitler yaptı. “Baskı ve gözaltılara karşımücadeleyi yükseltelim! Kürt halkıyladayanışmayı büyütelim!” şiarlı ozalitler, İMESA Kapısı, Dudullu ve Sarıgazi Meydanı’nayapıldı.

Kızıl Bayrak / Ümraniye

Server Tanilliyaşamını yitirdi

Ümraniye’de çokyönlü çalışma

“Yeni Ekimler’in Partisi’ne selam!”

Page 32: Sİ Kızıl Bayrak 11-45