Kızıl Bayrak 13-09

32
Sayı: 2013 / 09 1 Mart 2013 1 TL www.kizilbayrak.net Emperyalist saldırganlığa, kapitalist sömürüye, şiddete, eşitsizliğe ve gericiliğe karşı; 8 Mart’ta alanlara!

description

Kızıl Bayrak 13-09/01 Mart

Transcript of Kızıl Bayrak 13-09

Page 1: Kızıl Bayrak 13-09

Sayı: 2013 / 09 1 Mart 2013 1 TL

w w w. k i z i l b a y r a k . n e t

Emperyalist saldırganlığa, kapitalist sömürüye, şiddete,eşitsizliğe ve gericiliğe karşı;

8 Mart’ta alanlara!

Page 2: Kızıl Bayrak 13-09

2 * Kızıl Bayrak

İÇİNDEKİLER

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk

Sultan Cami Sk. No 2 / 9 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52 - 0536 285 73 25

e-mail: [email protected]: http://www.kizilbayrak.org

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: Esmat MatbaacılıkM. Nezih Özmen Mh. Yüksel Sk. No 19

Güngören / İSTANBUL Tel: 0 (212) 637 10 35

Sayı: 2013/09 * 1 Mart 2013Fiyatı: 1 TL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Tayfun AltıntaşEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

CMYK

Kızıl Bayrak’tan... Sayı: 2013/09 * 1 Mart 2013

Devrimci baharın ilk önemli tarihsel gününe, 8Mart’a artık kısa bir süre kaldı. Dünyanın dört biryanında başta emekçi kadınlar olmak üzere, işçi sınıfıve emekçiler 103 yıllık mücadele geleneğini kuşanarakalanlara inmeye hazırlanıyor.

On yıllardır 8 Martlar tıpkı 1 Mayıs gibi işçisınıfının o günkü mücadele taleplerini haykırdığı veburjuvazinin karşısına dikildiği bir kavga günü olarakşekilleniyor. Kitlesel ve militan sınıf eylemlerine sahneoluyor. 1857’de New Yorklu kadın işçilerin yaktığı kızılmeşale ve mücadele ruhu, dünyanın dört bir yanındasermayeye korku salmaya devam ediyor.

Burjuvazinin her fırsatta 8 Mart’a saldırmasınıngerisinde de bu neden yatıyor. Zira bu büyük kavgagünü burjuvaziyi her daim ürkütüyor. Burjuvazi gelinenyerde tarihten bugüne yasaklarla, baskı ve zorbalıklaengelleyemediği 8 Mart’ın içini boşaltarak etkisiz vekendisi için tehlikesiz bir hale getirmeye çalışıyor. Birtaraftan “Kadınlar Günü” adı altında 8 Mart’ıyozlaştırmaya tarihsel ve sınıfsal özünden kopartmayaçalışıyor, öte yandan hediye gününe çevirdiği 8 Martüzerinden kendisine yeni bir pazar alanı açmayıhesaplıyor.

Fakat burjuvazinin tüm bu çabaları beyhudedir. Zira8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü sahipsizdeğildir. Bugün başta işçi sınıfı devrimciliğini bayrakedinmiş olan komünistler olmak üzere öncü devrimciişçiler ve toplumun devrimci-ilerici kesimleri yıllardır 8Mart’ı tarihsel ve sınıfsal özüne sahip çıkarak, onugüncel sınıflar mücadelesinin gereğine uygun birtemelde örgütleyerek sahiplenmekteler. Devrimci-ilericigüçler gerek burjuvazinin baskı ve yasaklamalarınagerekse içini boşaltma çabalarına karşı can bedelimücadele vererek 8 Mart’ın kızıl rengininsoldurulmasına bugüne kadar müsaade etmediler,bundan sonra da asla etmeyeceklerdir.

Sınıf devrimcileri önümüzde sayılı günler kalan2013 8 Martı’na yönelik hazırlıklarını tüm hızıylasürdürüyorlar. 8 Mart’ın sınıfsal ve tarihsel özüneuygun bir temelde örgütlenmesi için yoğun bir pratikçaba ortaya koyuyorlar. Bir taraftan emekçi kitleler

içerisinde 8 Mart’ın güncel çağırısını yükselten sınıfdevrimcileri, öte yandan 8 Martın sınıfsal kimliğinibozucu-karartıcı her türden burjuva ideolojisikarşısında amansız bir mücadele yürütüyorlar.

Emperyalist savaş ve saldırganlığın gün be güntırmandığı, Kürt halkının mücadelesini tasfiye etmeyive teslim almayı amaçlayan politikaların hız kazandığı,işçi sınıfına tam köleliği dayatan yeni saldırısüreçlerinin kapıda olduğu bir dönemde örgütlenecekolan 2013 8 Martı, devrimci baharın kazanılmasıbakımından önem kazanmaktadır. Sınıf devrimcileridevrimci bahara atılan bu ilk adımı güçlü örmek içinkalan zaman dilimini iyi değerlendirmeli, başta emekçikadınlar olmak üzere tüm işçi sınıfını “Emperyalistsavaşa, kapitalist sömürüye, şiddete ve eşitsizliğe karşı”işçilerin birliği halkların kardeşliği şiarıyla alanlarataşımak için seferber olmalıdırlar.

İmralı heyetinin ardından . . . . . . . . . . . . . 3

Almanya Başbakanı Merkel’in

Türkiye ziyareti… . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 4

Türk Metal’in arsızlık “Vardiya”sı . . . . . . 5

Kamu TİS’leri yaklaşırken . . . . . . . . . . . . 6

Berfo Ana 105 yaşında

hayatını kaybetti. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 7

İnkar, asimilasyon ve imha saldırıları . . . . 8

Polis copu, gaz bombası, işkenceler,

yargısız infazlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 9

Büro emekçileri

hakları için grevdeydi . . . . . . . . . . . . . . . 10

Kamu emekçileri

kurultayda buluştu! . . . . . . . . . . . . . . . . . 11

Suçları sendika yönetimine

girmeye çalışmak! . . . . . . . . . . . . . . . . . . 12

İşçi ve emekçi eylemlerinden . . . . . . . . . 13

Kartal Belediyesi işçileri kazandı . . . . . . 14

Kurultay çağrısı büyüyor. . . . . . . . . . . . . 15

Önderlik, örgüt ve

kadro sorunları . . . . . . . . . . . . . . 16-18

Devrimci Kadın Kurultayı Sonuç

Bildirgesi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 19

Devrimci Kadın Kurultayı

tebliğleri - 3. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 20-21

Manisa’da 8 Mart etkinliği . . . . . . . . . 22

Suriye’de yıkıcı savaştan

çıkış arayışları.....….. . . . . . . . . . . . . . . 23

Militan kitle hareketinde güçlenme

eğilimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 24

Gerici cepheden

savaşı Lübnan’a taşıma girişimleri. . . . 25

Burjuvazi kriz karşısında

çözümsüzdür! . . . . . . . . . . . . . . . . . 26-27

Devrimci baharı kazanmak için ileri . . 28

Doğaya ve yaşama sahip çıkalım! . . . . 29

Gerçeği derinliklerinde,

ölümü yüzeyinde bir tarih . . . . . . . . . . 30

Mücadele postası . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 31

Kızıl Bayrak’tan...Kızıl Bayrak’tan...

Kitapçılarda...

Page 3: Kızıl Bayrak 13-09

Kapak Kızıl Bayrak * 3Sayı: 2013/09 * 1 Mart 2013

BDP heyeti 23 Şubat’ta İmralı’ya gidip döndü.İçinde kimlerin yer alacağı haftalarca tartışılan vebirbuçuk ay boyunca sözde bir krize dönüştürülenheyet, Abdullah Öcalan adına birkaç cümlelik biraçıklama yapmakla yetindi. Açıklamanın tamamışöyle: “Önce basına emeklerinden duyduğum saygıdandolayı bu açıklamayı yapıyorum. Bu görüşme tarihi biradımdır. Tarihi bir süreç yaşıyoruz. Bütün taraflar busüreçte çok dikkatli ve duyarlı olmalıdır. Devletinelinde tutsaklar var, PKK’nin elinde de tutsaklar var.PKK elindeki tutsaklara iyi davranmalı umarım enkısa zamanda ailelerine kavuşurlar.”

Kürt hareketinin gizlilik hassasiyeti

Toplum, haliyle sonraki günlerde açıklamayapacakları söylenen eşbaşkanların ne söyleyeceğinibeklemeye başladı. Bu açıklamalardan da Öcalan’ınBDP’ye, Kandil ve Avrupa’daki PKK yapılanmalarına20 sayfalık mektuplar gönderdiğini öğrendik. Ekolarak Öcalan’ın bir taslak metin hazırladığı, bununBDP’ye (doğal olarak Kürt hareketinin çeşitliörgütlenmelerine) iletileceği, yapılacak tartışma veönerilerin ardından yine Öcalan tarafından son halininverileceği, bu sürecin 2-3 hafta içinde tamamlanacağısöylendi.

Bunca meraklı bekleyişe konu edilengörüşmelerden yansıyanların başı sonu bundan ibaret.Sermaye devletini şeffaf olmaya çağıranların bugizliliği neden? “Sürecin” açık ve şeffaf yürümesigerektiğini döne döne vurgulayanların, hatta bunusamimiyet ve ciddiyetin bir şartı sayanların, üstüneüstlük toplumun tüm kesimlerinin sürece dahilolmasını isteyenlerin, Newroz’a kadar bekleyinanlamına gelen açıklamalarının neresi ciddiyetlebağdaşıyor? “Oslo müzakerelerinin” gizli yürütülmüşolması konusunda özeleştiri yapan Kürt hareketi,anlaşıldığı kadarıyla bu kez de aynı pratiğisergilemekten vazgeçmemiş görünmektedir. “Bu tarihibir süreçtir, önemlidir, dönemeçtir” demek, bir şeydemek değildir. Bu tutum ister istemez “İmralıgörüşmeleri” masasındaki pazarlık konularına dairkuşkuları büyütecektir.

Tasfiyeci orkestranın nakaratları

Kürt hareketinin tersine, dinci-gerici iktidarözellikle medya gücü üzerinden, heyet görüşmesinitasfiyeci kampanyanın malzemesine dönüştürmeyisürdürüyor. Bu öyle bir kampanya ki Öcalan’la heyetgörüşmesinden sahneler, hatta dışarı gönderilenmektuplardan parçalar, bu görüşmenin katılımcıları vedolaysız muhatapları tarafından sır gibi saklanırken,burjuva medyada “PKK’nin silahlara veda etmesinisağlayacak entegre stratejinin” nasıl da başarıylailerlediğinin göstergeleri olarak yayınlanmaktadır.Burjuva medyayı bir yana bıraksak bile, bizzathükümet sözcüleri çıkıp işlerine geldiği gibi açıklamayapmaktan geri durmuyorlar.

Sürece dair “bilgilendirmelerin” sınırı yazık ki halasadece AKP tarafından belirleniyor. O cephedenduyulanlarsa “entegre stratejinin” notalarından başkabir şey değil. Örneğin hükümetinin iki numaralı adamıolan Bülent Arınç 27 Şubat tarihli bir TV programında,“Öcalan, hem telkinleri hem Kandil’e, BDP heyetineveya bir başka noktaya gönderdiği mektuplarıyla, artık‘Nevruz’dan itibaren en azından bir eylemsizlik içinegireceksiniz, eylem yapmayacaksınız, Temmuz-Ağustositibarıyla da silahlar tamamen bırakılacak ve yurtdışına çıkış süreci konuşulacak’. Bunlar önemlikonular ve başta ümit ettiğimiz gelişmeleri destekleyendurumlar” diye keyifli açıklamalar yapıyor.Devamında Öcalan’ın önemli bir aktör olduğundan sözedip, “Bu aktörden Türkiye adına nasıl daha çokistifade edebiliriz. Nasıl daha olumlu bir roloynayabilir. Etkisini örgüt üzerinde nasıl daha çokgösterebilir biz bunun peşindeyiz” diyerek, “akılcısiyaset” dersleri veriyor.

Kısacası devlet cephesinden de Kürt hareketicephesinden de yansıyan yeni bir şey yok. Her şeyhemen hemen aynı şekilde sürüyor. Örneğin Kürthareketinin neredeyse tüm temsilcileri AKP’ninsamimiyetsizliğinden başlayıp, sürecin anlamı, önemi,tarihselliği vb.yle devam ediyorlar. “Çözümstratejisinin” masada gerçekleşeceğine, bunun daAbdullah Öcalan’ın muhatap alınmasından geçtiğineodaklanmış olmanın yarattığı bir tutarsızlık bu. Kürthareketinin halihazırdaki siyaseti, AKP tarafındantasfiye amaçlı bir plan çerçevesinde de olsa kurulmuşolan masaya ciddiyet kazandırmak üzerine kurulu.

Çözümsüz stratejinin temelsiz taktiği

Kürt hareketinin bugüne kadarki açıklamalarındansürece yönelik bu yaklaşımı gayet net bir şekildegörülebilir. Buna göre; evet, AKP samimiyetsizdir,çözüm derken tasfiyeyi amaçlamaktadır. Hattadayatmalarını kabul ettirmek için bir yandangörüşmeler yaparken, bir yandan da saldırılarını çokyönlü olarak yoğunlaştırmaktadır. Kandilbombalamaları, Kürt illerindeki operasyonlar, KCKtutuklamaları, Avrupa ülkelerinde sürdürdüğü Kürtdüşmanı politikalar bu anlama gelmektedir. Fakat o busürece böyle de yaklaşsa, toplum çapında etkili birpolitikayla sürece ciddiyet kazandırmak, toplumu barışve çözüm çabalarına kazanmak, görüşmeler (hattaşimdilik “ön görüşmeler”) sürecini diyalog vemüzakereye dönüştürmek mümkündür. Böylece AKPhangi niyetle başlattığından bağımsız olarak, kurulanmasada gerçek adımlar atmaya zorlanacak, belki de buadımları atmak zorunda kalacaktır. PKK de “İmralıgörüşmeleri” sürecine böyle bir ciddiyet ve içerikkazandırılmadıkça, demek oluyor ki Kürt hareketiningüncel somut talepleri (sürece samimi ve sorumluyaklaşılması, ilişkilerde karşılıklı saygı, Öcalan’ınkoşullarının “diyalog ve müzakereye elverişli” halegetirilmesi, operasyonların durdurulması vs.)karşılanmadıkça çekilmeye yanaşmayacaktır.

Bunun baştan kaybetmeye mahkum bir taktik

olduğunu sadece AKP’nin 11 yıllık iktidar dönemi bilekanıtlıyor. Bundan önceki denemelerin sonuçlarının neolduğu, kime ne kazandırdıkları, ne kaybettirdikleribiliniyor. Bu son denemenin akıbetinin de farklıolmayacağı şimdiden bellidir. Nihayetinde AKP, tekderdinin 2014 baharına kadar zaman kazanmakolduğunu döne döne ortaya koyuyor. Kürt hareketininve onun burjuva çözüm stratejisine (dolayısıylataktiklerine) yedeklenenlerin bildikleri haldegörmezden geldikleri, sadece bir temenni olarakolmamasını diledikleri budur. Ne var ki politikmücadelede temennilerin bir işe yaramadığını en baştakendileri biliyor olmalılar. Bu şekilde devam edildikçeAKP iktidarı rahatça nefes almakta, başlattığı tasfiyecioyunun uzun soluklu olmasını, hiç değilse 2014seçimlerine kadar sürmesini sağlayacak bir toplumsalatmosfer yaratmaktadır. Ne de olsa “cumhuriyettarihinin en ağır sorununu öyle bir çırpıda çözmeninmümkün olmadığı”, sorunu en ağır şekilde yaşayanlartarafından bile kabul görmektedir. Doğal olarak aylarayları kovalayacak ve işçi sınıfı ve emekçi kitleler ileKürt halkı bir de bakacaklar ki 2014 seçimleri gelmişkapıya dayanmış olacak.

AKP’nin ara dönem hesapları

Bu arada dinci-gericilik dönemi boş geçirmeyiaklının ucundan bile geçirmiyor elbette. Büyükhedefleri olduğunu döne döne ilan ediyor zaten. Enbaşta da başkanlık sistemini getirecek yeni anayasayı,Kürt hareketinin meclisteki gücüne dayanarakreferandum yoluyla çıkarabileceğini dahi umuyor.AKP şefinin “her türlü milliyetçiliği ayaklar altınaaldık” diye kamuoyu oluşturmayı başlatması, anayasakonusunda Kürt hareketini ayarlamaya çalışmasının,tersinden CHP ve MHP’yle şimdiden köprüleri atmayabaşlamasının bir işareti sayılabilir. Nasıl olsa milliyetçioy desteğini kaybetmemek hesabıyla, ertesi günkendisini yalanlarcasına yine “tek devlet, tek millet,tek bayrak...” nakaratını tekrarlamasının kafeslemeyeçalıştıkları nezdinde bir anlamı olmayacağını biliyor.Yine büyük hedefleri arasında Batı Kürdistan’dadayanak kazanarak Suriye batağından yırtmak da sözkonusu büyük hedefler arasında duruyor. PYD’ninÖSO çeteleriyle yaptığı anlaşma ve buna en aşırı dincigrupların da uyacaklarını beyan etmelerini, bunun birbaşlangıcı olarak görüyor.

Bütün bunlar bir yana, tasfiyeci oyunun belki de entehlikeli sonucu işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin buoyunun büyüsüne kapılmaları olacaktır. Bu gerçektende dinci-gerici iktidarın süreçten elde edebileceği enbüyük başarılardan biri olur. Dolayısıyla sosyal,siyasal, ekonomik her türlü hak ve hukuku yıllardırayaklar altında çiğneyen AKP iktidarının mevzilerinipekiştirip büyütecek bir tasfiyeci aldatmacayı dönedöne teşhir etmek, dönemin en önemlisorumluluklarından biridir. Komünistler “entegre”oyunun sahnedeki figüranlarına aldırmaksızın baharındevrimci atmosferine yaslanarak bu sorumluluğunhakkını vermeye çalışacaklardır.

İmralı heyetinin ardından...

Tasfiyeci aldatmaca sahnesinde yeni bir şey yok!

Page 4: Kızıl Bayrak 13-09

Güncel4 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/09 * 1 Mart 2013

Günümüz dünyası, büyük emperyalist devletlerinhammadde, yeni pazar ve yatırım arayışları nedeniyleşiddetli mücadelelerin sahnesidir. Bu sahnede,emperyalizmin egemenlik alanları için birbirleriylegirdikleri rekabet örnekleri ya da bloklaşmalar olurken,egemenlik uğruna verilen savaşların ve militarizmintırmandırıldığına tanık olmaktayız. Emperyalizminiktisadi krizlerinin giderek yıkıcı hale geldiği günümüzkoşullarında ise, sömürü ve saldırganlık daha daartmakta ve emekçi halklar yıkıma uğratılmaktadır.

Dünya ölçeğinde ABD emperyalizminin dünyahalklarının yıkımındaki kirli sicili bilinmektedir. Bir okadar kirli sicile sahip bir diğer emperyalist devletseAlmanya’dır.

Alman emperyalizmi İkinci Paylaşım Savaşısonrasında yenilginin faturasını ABD’nin gölgesindekalarak ödemişti. Ancak sonrasında kendini toparlamasürecine girmiş ve Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyladünyanın yeniden paylaşımında -pay kapmasavaşındaki ABD’den bağımsız olmasa da- kirli yerinialmıştır. Alman emperyalizmi Balkanlar’danAfrika’ya, Ortadoğu’ya ve Kafkaslar’a kadar pek çokalana uzanmış, AB içindeki etkin konumuyla dayayılmacı saldırganlığını artırmıştır.

Son dönemlerde ise burjuvazisinin isteği üzerineAlman dış politikası, Almanya Başbakanı AngelaMerkel tarafından ifade edildiği üzere şöylebelirlenmiştir: “Hammadde sorununu sadece EkonomiBakanlığı’nın bir sorunu olmaktan çıkarıp değişikalanlara yayacağız. (...) Dış politikamızı yenidendüzenleyerek hammadde politikasına stratejik ağırlıkvereceğiz. Bundan böyle hammadde politikası,ekonomik kalkınma yardımı, çevre politikası ve genelikili ilişkilerin bir parçası olacak.”

Bunun askeri alanın içinde olduğunu söylemeyegerek yok. “NATO Doktrini” kapsamında Almanya,ordusunun asıl görevini, “değişen siyesi dengeler veekonomik ortam” nedeniyle artık ülke savunmasıdeğil, “Almanya’nın ulusal çıkarlarını tehlikeyesokacak bütün tehdit unsurlarına karşı mücadele”etmek olarak açıklamaktadır. Ordunun görevleriarasında “enerji yollarının açık ve güvenlik içindetutulması” dahil olduğu gibi, “batı değerlerine karşıgelişen tehditlere karşı mücadelede yer almak” daiçindedir. Almanya’nın, dünyanın değişik bölgelerinde15 bine yakın asker bulundurduğu, bunları yedekleyen,lojistik destek sunanlar dahil edildiğinde 60 bindenfazla askerinin “savaş hali” içinde olduğu belirtiliyor.

Geçtiğimiz yıl ise, Alman ordusunun kendiniyeniden yapılandırma sürecine girdiği SavunmaBakanı Thomas de Maiziere tarafından şöyle ifadeedilmişti: “Tamamen değişen güvenlik politikalarıkarşısında ordunun yenilenmesi artık bir zorunluluk;yeni bir yön belirlemek, güvenlik politikalarınındeğişen dünya ile bağ kurabilmesi için birgerekliliktir.”

Muhalefete rağmen Alman Parlamentosu’nda kabuledilen yasal düzenlemenin 2019 yılına kadar hayatageçirilmesi planlanırken, Alman ordusunun farklıgörevlerini de öğrenmiş oluyoruz. Savunma bakanıordunun “farklı görev senaryolarına hazırlıklı olmalarıgerektiğini” belirterek, “dünyanın başka yerlerindeki

krizlerle mücadelede görev alma ihtimali daha fazla”demesi güncel planda yaşananlarla düşünüldüğündeçok şey anlatıyor.

Gerek küresel gerekse Ortadoğu özelindegörüldüğü gibi emperyalist politikaların askeri vediplomatik müdahalelerle dünya halklarına kankusturduğu bir dönemden geçiyoruz. ÖzelikleOrtadoğu’ ya yeniden biçim verme projelerinin veSuriye’ye yapılan emperyalist müdahalenin sonuçlarıtüm yıkıcılığıyla gözler önündedir. Bu tablo içindeemperyalizme kölece bağımlılık ilişkisi çerçevesindeTürkiye’nin de özel bir yeri bulunmaktadır. Sırtınıbaşta ABD olmak üzere emperyalizme dayamışişbirlikçi Türk sermaye sınıfı ve devletinin emperyalistdevletlerle girdikleri kirli ilişkiler ortadadır.Geçtiğimiz haftada Alman ve Hollanda savunmabakanları ile Alman Başbakanı Angela Merkel’ inTürkiye ziyareti de bu sömürü ve kölelik ilişkileriçerçevesinde anlamını bulmaktadır.

Emperyalizme hizmette yola devam!

Almanya Başbakanı Merkel, askeri ve ekonomikalanda faaliyet yürüten 15 kişilik patronlar heyetiylebirlikte Türkiye’ye gelmiştir. Diğer üst düzeygörüşmelerinin yanı sıra TÜSİAD ile AlmanSanayiciler Birliği (BDI) tarafından kurulan “Türk-Alman CEO Forumu’nda Merkel ve BaşbakanErdoğan’ın buluşması dikkat çekicidir. Belirtmekgerekir ki, Türkiye Almanya için iyi bir pazar alanıdır.2012 yılında Türkiye’de yatırım yapmış 5 binden fazlaAlman firması Türkiye’de faaliyet gösterirken, busayının yılsonunda 5 bin 500’ü aşması bekleniyor.

Alman patronlarının yatırımlarının 7 milyar Euroolduğu ifade edilirken, bu haliyle Alman sermayesiTürkiye’de en büyük yabancı sermaye konumundadır.Türkiye’nin Alman otomobil devi Volkswagen baştaolmak üzere büyük Alman firmalarını Türkiye’dekalıcı yatırım yapmaya ikna etmeye çalıştığısöylenirken, bu ziyaretin asıl hedefinin, iki ülkearasında 30 milyar Euro dolayında seyreden ticarethacminin 2013’te 40 milyar olarak yükseltmek olduğuifade edilmektedir.

Merkel-Erdoğan görüşmelerinde, Suriyepolitikasından Kürt sorununa, AB üyeliğinden özeldeenerji alanında yeni ihalelere, silah satışından İran’ınnükleer programına ve Türkiye-İsrail ilişkilerine kadarbir dizi konu görüşülmüştür.

Merkel gezisine Kahramanmaraş’a yerleştirilenPatriot füzelerini kullanmak üzere görevlendirilen 320Alman askerini ziyaret ederek başladı. Burjuva basınbu ziyareti bu askerlere “moral” ziyareti olarak sundu.Gerçek şu ki, bu bir anlamda savaş hazırlıklarınındenetlenmesi ziyaretidir. Bilindiği gibi, söyleneninaksine Patriotlar Türkiye’yi korumak için değil,NATO’nun Suriye’ye emperyalist müdahalesi içingetirilmiştir ve bu füzelerin esas misyonu ABD veNATO üslerini korumaktır. Bu vesileyle NATOfüzeleri ve askerleri Türkiye’ye yerleşmiş, Türkiye,doğrudan Ortadoğu’ya yönelik ABD ve ABemperyalistlerinin bölgedeki en önemli üssü vedayanağı durumuna gelmiştir.

Suriye’ye yönelik emperyalist müdahalede ABDdışında, başta Almanya olmak üzere NATO üyesiAvrupalı devletlerin bölgedeki gerici Arap rejimleriylebirlikte hareket ettikleri ve ÖSO içindeki silahlıçeteleri askeri, mali, istihbarat ve diğer açılardandestekledikleri biliniyor. Hatta Adana’daki İncirlikÜssü üzerinden Alman ajanlarının Suriye’den bilgitopladığı, Esad karşıtlarıyla bağlantı kurduğu vebenzeri bir hizmeti Suriye önlerine konuşlanan,modern teknolojiyle donatılmış Alman denizkuvvetlerine ait bir askeri geminin yaptığı haberleriçıkmış, bunun üzerine Almanya Savunma Bakanlığıaçıklama yapmıştı. Almanya Savunma Bakanlığıaçıklamasında, emperyalist çıkarları gereği DoğuAkdeniz’de yıllardır bir Alman savaş gemisininfaaliyet gösterdiğini ve uzun yıllardır istihbaratçalışmaları yaptığını söylemekte bir sakınca bilegörmemişti.

Emperyalistlerin Ortadoğu’ya yönelik kirlihesaplaşmalarının aktif taşeronu olarak Türkiye,bilindiği gibi, “kraldan çok kralcı” gibidavranmaktadır. Emperyalist efendilerin Türkiye’yegelmesi Türkiye’ye biçilen görevlerin hatırlatılması vedenetleme amacından öte bir şey ifade etmemektedir.Basında özellikle bu ziyaret çarpıtılarak sankibağımlılık ilişkisi yokmuşçasına, “ikili ilişkilerin”geliştirilmesi gibi sunulsa da gerçekler bambaşkadır.

Türkiye emperyalizme her alandan bağımlı birülkedir. Bundan dolayı emperyalizme köleliğe heralanda son verilmesi, emperyalistlere tanınan hertürden ayrıcalıkların kaldırılması, açık-gizli tümkölelik anlaşmalarının iptali, emperyalist askeri üs vetesislere el konulması, NATO’yla ve IMF-DB gibikurumlarla ilişkilerin kesilmesi gibi taleplerlemücadelenin yükseltilmesi büyük önemdedir. Sınıfındevrimci programında yer alan bu temel talepleryanında güncel planda, Ortadoğu’da ve özeldeSuriye’ye yönelik emperyalist müdahaleye vesaldırganlığa karşı talepler birlikte yükseltilmelidir.

Almanya Başbakanı Merkel’in Türkiye ziyareti...

Emperyalistler Türkiye’yi boş bırakmıyor!

Page 5: Kızıl Bayrak 13-09

Sınıf Kızıl Bayrak * 5Sayı: 2013/09 * 1 Mart 2013

Türk Metal bir süredir MESS Grup TİS sürecikonusunda “metal işçilerini doğrudan bilgilendirmek”iddiasıyla “Vardiya” adını koyduğu bir bültençıkarıyor. Doğrusu bu döneme kadar ne taslaklarınhazırlanışında ne de görüşmelerin gidişatı konusundaişçilere herhangi bir bilgi verme gereği duymayan birsendika (!) için bu olağanüstü bir adım!

Ama bu olağanüstü adımın arkasında basit birneden var: Metal işçisinden duyulan korku! Metalişçileri bu ihanet şebekesine duydukları öfkeyitaslaklar açıklandığı sırada Arçelik ve Renault baştaolmak üzere pek çok fabrikada göstermişti. İşteböylelikle dile gelen büyük öfke dalgası Türk Metal’inezberini bozdu, onu yeni yöntemlere başvurmakzorunda bıraktı. Türk Metalciler işleri eskisi gibigötüremeyeceklerini anlayınca böylesi cinliklere veoyunlara başvurmaya başladılar. Tüm imkanlarını,metal işçisini akla karayı ayıramayacak durumagetirmek üzere seferber ettiler. İşte “Vardiya” adlıbülten bu seferberlik için kullanılan araçlardan biridir.Bunun için bu yayın bilgilendirmiyor, “bilgi” adıaltında oradan buradan aşırılmış bir dizi veriyiçarpıtarak bilgi kirliliği yaratıyor, sapı samana katıyor,sonra da çamurla kararak metal işçilerine yutturmayaçalışıyor.

İşlevi ve çalışma biçimi bu olan bültende kullanılanmalzemelerden biri de Akkardan işçilerinin gazetemizKızıl Bayrak’ta bundan iki yıl önce yayınlananaçıklamaları oldu. Akkardan işçilerinin fabrikadayaşanan süreçteki tutumlarından dolayı Birleşik Metalyönetimine yönelik eleştirilerde bulunduğu mektubunukullanan Türk Metal, Birleşik Metal yönetimini işçiyeoyun oynamak ve hokkabazlık yapmakla suçluyor.Böylelikle yukarıda tanımladığımız biçimde aklakarayı karıştırıp kendi sendikacılık pratiğiniolağanlaştırmaya ve meşrulaştırmaya çalışıyor.

***Akkardan işçileri açıklamalarında, işten atılmalar

karşısında direnişe geçerken şube yönetimi ve genelmerkezin kendilerine gerekli desteği vermediğini,direnişi yalnız bıraktıklarını, buna rağmen kendiinisiyatifleriyle direnişi sürdürdüklerini, bu süreiçerisinde ise işten atmalarla ilgili olarak sendikanınpatronla bir protokol imzaladığını öğrendiklerini, tümbunlardan sonra ise genel merkeze giderek tepkilerinidile getirdiklerini, burada da genel başkanın öncekendileriyle görüşmek istemediğini, daha sonra iseısrarlı duruşları sayesinde adım atmak zorundakaldığını anlatıyorlar.

Doğrusu Akkardan işçilerinin anlattıkları yeniliryutulur cinsten şeyler değildir. Birleşik Metal yönetimipayına bu durum, dar sendikal hesaplar uğrunaBirleşik Metal’in ve dolayısıyla DİSK’in mücadeledeğerlerinden, sınıf sendikacılığı çizgisindenuzaklığın, ortaya konulan iddialarla beraber elealındığında da bariz bir yalpalama ve tutarsızlığınifadesidir. Durumun ciddiyeti ve bu türden tutumlarınpanzehirinin açıklık ve eleştiri olduğuna inanan KızılBayrak da doğal olarak Akkardan işçilerinin buaçıklamasını yayınlama yoluna gitmiştir.

Kızıl Bayrak’ı hasım gören ve onu susturmak içindava üstüne dava açan Türk Metal’in tutup kendince

Akkardan işçilerinin bu açıklamasını istismar etmesibu tür bir açıklamanın ve onun yayınlanmış olmasınınyanlış olduğunu göstermez. Dahası Akkardan vebenzeri pratiklerinden dolayı Birleşik Metalyöneticilerini eleştirmekten uzak durmak işçi sınıfınayarardan çok zarar getirir. Çünkü sendikalar gücünüüye sayılarından değil, bilinçli ve kararlı işçilerden alır.Bunun için üyelerinin yöneticilerinin önünde eğildiği,onların hata ve zaaflarına boyun eğdiği bir sendika nekadar çok üyeye sahip olursa olsun canlı ve güçlü birörgütsel yaşam kuramaz. İşçilerin canlı ve etkin birkatılımı olmayan mekanik bir örgüt yaratarak onusermaye karşısında da güçsüz bırakır. Bunun içinaslolan işçi sınıfının sendikalarını yönetecek vesermayeye karşı mücadelesinin mevzisi halinegetirecek bir özgüven ve kapasite kazanmasıdır. Bunedenle dokunulmaz olan yöneticiler değil,sendikaların mücadele değerleri ve ilkeleridir.Mücadele değerlerinin yöneticilere kalkan yapıldığı,“iç sorunlar” adı altında yanlış ve hataların gizlendiğibir sendikada bürokratik yozlaşma kaçınılmazdır. KızılBayrak bunun için dün olduğu gibi bugün de hertürden bürokratik yozlaşma, işbirlikçilik veyalpalamanın karşısında yer alacak, sendikalardaaçıklığı ve işçilerin yönettiği bir demokratik işleyişisavunacak, sayfalarını ve diğer imkanlarını bu uğurdadeğerlendirecektir.

***Türk Metal “Vardiya”sı, işte bu amaçla yayınlanan

bir açıklamayı istismar etmeye çalışmaktadır. Amabunu yaparken dikkat çekici biçimde Birleşik Metalyöneticilerini patronla işbirliği yaptıkları için değiltutarsızlıkla suçlamaktadır. Böyle yapıyor olması iseboşuna değildir. Zira Akkardan’da yaşanan türden birsendikacılık pratiğinin asıl temsilcisi Türk Metal’dir.Bu türden bir pratiği dahası olabilecek en kaba vepervasız biçimlerde icra ederek bir gelenek yaratan daTürk Metal’den başkası değildir. Akkardan gibiörnekler, Türk Metalciler’in yaptıklarının yanındadevede kulaktır. Zaten metal işçileri de bu çetenin nemal olduğunu ve nasıl çalıştığını iyi biliyor.

Çok uzağa gitmeye gerek de yok. Yakın zamandayaşanan Tofaş örneği tek başına durumuaçıklamaktadır. Tofaş’ta öyle büyük mali darboğazlaryaşandığı için değil, pazardaki dalgalanmalara ayakuydurmak ve kâr oranlarını arttırmak için yüzlerce işçiişten atılırken, Türk Metal yöneticilerine bu kıyımısahiplenmek ve ona bahaneler üretmek düşmüştü.Bunun için atılanların sözleşmeli işçiler olduğu türdenkoca koca yalanlar da uydurmuşlardı. İşte eğerhokkabazlık ve şarlatanlıksa bundan alası yoktur.Elbette Tofaş sadece bir örnektir. Patronlar daha fazlakâr edecek diye ücretlerde yapılan yüzde 35’likindirimler, mücadele eden işçilerin susturulması, üyeolmak için kapısını çalan işçilerin satılması,Renaultlar, Uzeller, BMC’ler… Türk Metal’in buşekilde uzayan ve sonu gelmeyen bir secereleri vardır.

Bu son derece kirli secerenin kanıtladığı gibi, TürkMetal sendikadan başka her şey, özünde sermayeninişçi sınıfını teslim almak için kullandığı basit biraletten başka bir şey değildir. Bunun için BirleşikMetal ile Türk Metal sözkonusu edildiğinde gerçekte

iki ayrı şeyden bahsetmiş oluyoruz. Zira Türk Metal’insorunu bugün pek çok sendikanın yaşadığı gibi, işçisınıfına yabancılaşmış bir bürokratik kast tarafındanişlemez hale getirilmiş olmak değildir. O tümden,baştan aşağıya sınıfa yabancı bir yapıdır. Bu tür biryapıyı da taban örgütlenmeleri yoluyla değiştirerekdüzene sokmak, bürokratik yozlaşmadan temizleyerekkazanmak mümkün değildir. Bunun için Türk Metalkoltuklarında kimin oturduğundan bağımsız olaraktümden aşılması gereken bir yapı, kırılması gereken bircenderedir. Oysa Birleşik Metal, DİSK’in en önemliyapı taşlarından olan Türkiye Maden-İş’in yürekliişçilerinin kanları ve canlarıyla yarattıkları mücadelegeleneğinin bir parçasıdır-geçmişi bir yana bugünküvarlığıyla bir sendikadır. Bu nedenle koltuklarındaoturanların kim olduğu ve ne yaptıklarından bağımsızolarak işçi sınıfına aittir.

İşte bunun için sınıf devrimcileri Türk Metalsözkonusu olduğunda EMEP türü kuyrukçuliberallerden farklı olarak metal işçilerini onu yıkmayave Birleşik Metal çatısı altında birleşmeye çağırıyorlar.Bundan dolayıdır ki Bosch işçilerinin çıkışını basit birsendika değiştirme olayı değil, tarihsel önemi olan bireylem olarak görüyor, tüm güçleriyle destekliyorlar.Öte yanda ise Birleşik Metal’in koltuklarındaoturanları sendikacılık anlayışı ve pratikleri nedeniylekıyasıya eleştiriyor, yanı sıra da metal işçilerinin bilinçve mücadele kapasitesini geliştirerek sendikayıdevrimci sınıf sendikacılığı rotasına sokmanınmücadelesini yürütüyorlar. Bu tutumlarında dakaypaklığın zerresi olmadığı gibi, işçi sınıfının vesendikalarının en tutarlı savunusunu yapıyorlar.

Türk Metal’in arsızlık “Vardiya”sı

Page 6: Kızıl Bayrak 13-09

Sınıf6 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/09 * 1 Mart 2013

101 fabrika ve işletmede çalışan yaklaşık 200 binişçiyi ilgilendiren kamu kesimi toplu iş sözleşmesidönemine girilmiş bulunmaktadır. Bu çerçevede Türk-İş Sendikası Genel Merkezi, 21 Şubat’tagerçekleştirdiği toplantının ardından süreci yönetmekiçin sözleşmeye muhatap tüm sendikalarınbaşkanlarının katılacağı “Kamu SözleşmeleriKoordinasyon Kurulu”nu (KSKK) oluşturduğunuduyurdu.

Fakat aradan çok geçmeden 43 bin 216 üyeye sahipolan Tek Gıda-İş, KSKK’dan çekildiğini duyurarak;hükümetle yapılacak bir çerçeve anlaşmasınıtanımayacaklarını, kamudaki işçiler adına yapılacakgörüşmede Türk-İş’in yetkili olmadığını belirtmişoldu. Kamu Çerçeve Anlaşması’nın Tek Gıda-İşüyelerinin zararına ve aleyhine bir sonuç doğurduğunadikkat çekilen açıklamada “şekilden öteye geçmeyen,gerçek fonksiyonunu yerine getirmekten uzak kalan biryapı içinde olmanın işçilerin çıkarları açısından doğruolmayacağının” altı çizildi.

Bu yıl ki kamu TİS’lerinin sendikal barajların veistatistiklerin açıklanarak yürürlüğe koyulduğu yeniyasanın ardından kamuda gerçekleşecek ilk sözleşmeolması ve yine 100 bini aşkın metal işçisiningeleceğini belirleyen ama sonuçlarıyla birlikte tıpkıkamu sözleşmeleri gibi tüm sektörleri etkileyecek olanmetal TİS’lerinin bağıtlanmasına sayılı günlerin kalmışolması, içinden geçilen dönemi sınıf hareketi açısındanönemli kılmaktadır.

Hatırlanacağı üzere AKP hükümetinin istatistikleriaçıklamayarak yetkileri fiilen gasp ederek sözleşmesüreçlerini uzatma taktiğini uyguladığı sektörlerinbaşında yine kamu ve metal sektörleri gelmekteydi.Şimdi ise, AKP hükümetinin sendikal hareketi cenderealtına almayı ve kendi güdümündeki işbirlikçisendikalara hayat şansı tanımayı amaçladığı bu saldırıyasasına karşı gerekli tepkinin gösterilmemesi işçisınıfının TİS’ler üzerinden sürdürecekleri dişe diş birmücadele ile kaybedilen mevzileri yeniden kazanmakiçin taze bir başlangıç olabilir. Aksi takdirde metal vekamu TİS süreçleri kayıplarla sonuçlanacak, sınıfınmoral ve mücadele değerlerine vurulmuş ağır bir darbeolacaktır.

AKP hükümeti tarafından özellikle 2013’te hayatageçirileceği artık yüksek sesle dile getirilen “taşeronçalışma”, “kiralık işçi”, “bölgesel asgari ücret”

uygulamaları ve yanı sıra “kıdem tazminatının gaspedilmesi” gibi yeni ve kapsamlı saldırılar, sınıfhareketindeki her bir mücadele mevzisinde topyekûnbir yüklenmeye konu edilmesini gerekli kılıyor. Ziraancak bu sayede; tek tek mevzilerde sağlanacakkazanımlar ve imkânlar üzerinden sermayenin merkezisaldırılarına karşı sınıfın birleşik, militan mücadelesiörülebilir.

Örneğin bugün MESS patronlarına karşı mücadeleyükü sadece metal işçilerinin omuzlarındaki bir görevolarak ele alınmamalı, tüm sektörden işçilerin destekverdiği bir mücadele hattına dönüşebilmelidir. Bugünkamu TİS’leri için oluşturulan koordinasyon kurulugibi örnekler metal TİS’leri kapsamında farklıdüzeylerde pekala geçekleştirilebilir vegerçekleştirilmelidir de. Ama elbette ki bu oluşumlarınihanetçi Türk-İş yönetiminin oluşturduğu KSKK’danözü ve içeriği bakımından çok farklı olmalarıgerekliliği ortadadır.

Türk-İş yönetimince oluşturulan KSKK’nın gerçekişlevi Tek Gıda-İş tarafından yapılan açıklamalarda netbir şekilde ortaya konuluyor zaten: “Kamu toplu işsözleşmelerinde görünürde bir Koordinasyon Kurulu,göstermelik bir anlaşma imzalamakta ama daha sonra‘gemisini yürüten kaptan’ misali her sendika kendibaşının çaresine bakmaya mecbur bırakılmaktadır. Busüreç özellikle Tek Gıda-İş Sendikası üyelerininzararına ve aleyhine bir sonuç doğurmuştur. Hal böyleolunca, şekilden öteye geçmeyen, gerçek fonksiyonunuyerine getirmekten uzak kalan bu yapının içindeolmanın ve böylece de hükümetin asla tasvipetmediğimiz ücret politikalarına bir meşruiyetkazandırmanın doğru olmayacağı kanaatinitaşıyoruz.”

Esas görevi sınıfı döne döne sermaye satmak olanhain Türk-İş bürokratlarının oluşturacaklarıkurullardan başka bir sonuç çıkmayacağı açıktır. Zirasendikalar yasasında olduğu gibi sermaye hükümetininsınıfa yönelik her ciddi saldırısının altında Türk-İşbürokratlarının imzası var. Geçmeden eklemek gerekirki, bugün Türk-İş yönetiminin ihanetçi kimliğinieleştiren Tek Gıda-İş yönetiminin de “sütten çıkmış akkaşık olmadığını” Tekelişçileri ve kamuoyu

çok iyi bilmektedir. İşçi sınıfının sırtında adeta bir kambur gibi duran

sendikal bürokrasinin mücadelenin önündeki en büyükengel olduğu ve bunun üst kademesinden altkademesine kadar adeta bir kanser gibi bünyenin heryanını sardığı aşikârdır. O halde sınıfın ortakmücadelesini örgütleyecek ve ona önderlik edeceköznelerin sendikaların başına çöreklenen yöneticilerinolmadığı, olamayacağı çok açıktır, ki son döneminbirçok pratiği de (örneğin SGBP) bunu döne dönekanıtlamıştır.

Bu durumda başta metal TİS’leri olmak üzere kamuTİS’leri ve benzeri alanlarda sınıfın tüm mevzilerdekimücadelesini tek bir potada birleştirecek, ortak birmücadele hattı doğrultusunda örgütleyecek güçlerinancak tabandan sağlanacak birliktelikler üzerindenaçığa çıkabileceği kolayca anlaşılabilir. Ne zaman kitabandan doğru böyle bir dinamizm açığa çıkar veyukarıya doğru basınç uygularsa ancak o oranda altkademe sendika bürokratları harekete geçmek zorundakalırlar. Bunun için metal işkolunda süren ve hemenardından kamuda devam edecek TİS’lerin kazanımlasonuçlanması için tabanda güçlü ve yaygın bir çalışmaörgütlenebilmeli, TİS ve dayanışma komitelerigündeme getirilmelidir. Sadece mevcut haklarınkorunması değil, kaybedilen hakların da yenidenkazanılması yönünde taleplerle mücadele edilmelidir.Yine bu talepler uğruna “işgal, grev, direniş” şiarı ilefiili-meşru mücadele hattı benimsenmelidir.

Gücünü böylesi bir dinamizmden almayan hiçbirçaba, karşı duruş ya da tepki ne Türk-İş bürokratlarınıetkileyecektir ne de bir kazanım yaratabilecektir.Konfederasyon yönetimlerini eleştiren ve tepkilerinidile getiren birçok alt kademe sendika bürokratınıngerçek yüzü de ancak böylesi bir mücadelepratiğindeki tutumları ile netliğe kavuşacaktır.

Bugün ciddi saldırılarla karşı karşıya olan işçisınıfı, her bir mevzi mücadelesini işkolu,konfederasyon vb. ayrımına bakmadan kararlılıklaortak bir şekilde yürütmeli, kazanımların tümünü sınıfhanesine eklemeyi başarabilmelidir. Bu tarihi

sorumluluk bir kez daha sınıfın ileri öncüunsurlarıyla birlikte sınıf devrimcilerinin

omuzlarındadır.

Kamu TİS’leri yaklaşırken...

Birleşik mücadelenin artan önemi

Page 7: Kızıl Bayrak 13-09

Güncel Kızıl Bayrak * 7Sayı: 2013/09 * 1 Mart 2013

12 Eylül askeri faşist darbesinden hemen sonragözaltına kaybedilen Cemil Kırbayır’ın annesi BerfoAna, 105 yaşında hayata gözlerini kapattı. 33 yılboyunca oğlunu arayan Berfo Ana’nın ölümü bir kezdaha sermaye devletinin kaçırıp kaybettiği insanlarıakla getirdi. Daha önce yine 12 Eylül döneminin ilkkayıplarından olan Hayrettin Eren’in babasıKemalettin Eren de kayıp oğlu için 31 yıl mücadeleettikten sonra hayatını kaybetmişti.

İnsan hakları savunucularının araştırmalarına göresermaye devletinin sınırları dahilinde halen 1250civarında gözaltında kayıp ve 17.500 faili meçhulcinayet aydınlatılmayı beklemektedir. Tespit edilmiştoplu mezar sayısı 253’tür. Bunlardan sadece 29’uaçılmış ve toplu mezarlarda 3248 kişinin olduğutahmin edilmektedir. Tüm bu bilgilere insan haklarıörgütlerinin sınırlı imkanlarla ulaştığını ve raporlaradökebildiğini düşünecek olursak kayıpların bilinendençok daha fazla olduğu anlaşılacaktır. Ayrıca resmiliteratüre “ölü ele geçirilenler”, “hücre evlerinde durihtarlarına silahla karşılık verenler”, “emniyetpencerelerinden atlayarak yahut da tutulduklarıhücrelerde kendilerini asarak intihar edenler”,“merdivenden düşenler”, “kafalarını duvara çarpanlar”,“polislerin silahlarının yanlışlıkla ateş alması” ve“kaçarken vurulanlar” ise başka bir gerçekliktir. Yanidevletin katliam çetelesi çok daha uzundur.

Gözaltında kayıpların en yoğun yaşandığı dönemise ‘90’lı yıllar olmuş ve özellikle 1994 yılında artışgöstermiştir. Sonraki yıllarda ise devrimciler veyurtseverler devletin atış menzilinin içinde olmayadevam etmişlerdir. Daha da ötesi bu tarihten sonrainfazlar eskisi gibi sürerken artık neredeyse 12 Eylül’üaratmayacak bir şekilde aleni yapılmıştır. Devletkurşunlarının yaş ayrımı yapmadığı birçok Kürtçocuğunun katli ile açığa çıkmıştır. AKP hükümetirastlantı sonucu bulunan kemiklerden bile “kararlıhükümet” izlenimi yaratmaya çalışırken, 2001’deSîlopi’de kaybedilen HADEP Sîlopi İlçe BaşkanıSerdar Tanış ve İlçe Yöneticisi Ebubekir Deniz’inakıbeti AKP’nin de kendinden öncekilerden farksızolduğunu göstermektedir. Tanış’a “ya bu işi bırakın yada seni öldürürüm” diyen dönemin Şırnak İl JandarmaAlay Komutanı emekli Tuğgeneral Levent Ersöz’e tekbir soru sorulmadığı gibi, Tanış ve Deniz’ingömüldüğü yeri söyleyen askerin ifadesi de yoksayılmıştır. Bugün Kürdistan’da toprak neresindenkazılsa içinden insan kemikleri çıkmaktadır. Garnizonbahçelerinden asit kuyularına ve daha birçok yerekadar her yer toplu mezarlarla doludur. Fırat’ınberisindeyse toplu mezarlar haritasında, kontrgerillanın“ölüm üçgenleri” bulunmaktadır.

Gözaltında kayıplar bir devlet politikasıdır

Tüm bu kayıpların bir devlet politikası olduğunu,her şeyden önce kaçırılıp kaybedilenlerin politikkimlikleri ispatlamaktadır. Sermaye devletinin gizlianayasasında bu politika karar altına alınırken,kontrgerilla tetikçilerini ise yine rejimin açık anayasasıve hukuku korumaktadır. Burjuva siyasetçilersetetikçilerin her zaman arkalarında durarak, olası birmotivasyon eksikliğine mahal vermemişlerdir.

Hüseyin Toraman, 27 Ekim 1991 sabahı, pazarkahvaltısı için ekmek almak üzere evinden çıktıktan

sonra, mahallelinin gözü önünde silahlı, telsizli, sivilgiyimli kişiler tarafından 34 ATZ 56 plakalı bir aracabindirilerek kaçırılır. Olay üzerine çağırılan polis,kaçıranların da polis olduğunu anlayınca olayamüdahale etmez. Baba Ali Rıza Toraman olayamüdahale etmeyen karakol polisinin kaçıranların dapolis olduğu yönündeki açıklamasını içeren seskaydını dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin’e verir.Sezgin, “Gözaltında olduğuna ve sorgulandığına ilişkinbir husus yoktur” der. Dönemin Başbakan’ı SüleymanDemirel de anne Hatice Toraman’a yine tarihe geçecekyanıtlar verir; “Ne yapalım, oğlun cebimde mi kiçıkarıp vereyim.” TBMM İnsan Hakları Komisyonubünyesinde oluşturulan kurul ise olayın üzerine örtenbir rapor hazırlar. Raporda oturduğu evdeki sonkiracının Ermeni olmasına dayanılarak Toraman’ınErmeni örgütleriyle bağlantısının olabileceği ve onlarkanalıyla yurtdışına çıkmış olabileceği yazılıdır.

1994 yılında Ankara emniyetinde gözaltına alınanve işkencede öldürüldükten sonra cesedi kaybedilenKenan Bilgin’in abisi ise o dönem İnsan HaklarındanSorumlu Devlet Bakanı Azimet Köylüoğlu’ylagörüşür. Köylüoğlu, “yerin dibine de girse onu bulurçıkarırım” der. 3 gün sonra ise Bilgin’in abisine“sosyal demokrat” İnsan Haklarından Sorumlu DevletBakanı Köylüoğlu’nun yanıtı Demirel’den farklıdeğildir; “Kardeşine işkence yapmışlardır,öldürmüşlerdir. Atmışlardır bir yere. Ben de bulamam,haberim yok.”

Şubat 2010’da ise kayıp yakınları İHD yetkilileriile birlikte Erdoğan’la görüşmüş, bunun üzerine BerfoAna’nın oğlunun akıbetinin araştırılması için TBMMİnsan Hakları Komisyonu’nda alt komisyonkurulmuştu. Demokratikleşme söylemini 12 Eylül’lehesaplaşma yalanıyla harmanlayarak ulaşılan “ileridemokrasinin” nimetlerini yaşamaya şu günlerdedevam ediyorken, AKP hükümeti sorunları nasılçözdüğünü bu konuda da göstermiştir. Oluşturulankomisyon raporu ile Cemil Kırbayır’ın gözaltındaöldürüldüğü, ancak cenazesinin bulunamadığıbelirtilmiştir. Kısaca “ileri demokrasi” işçi veemekçilere, işlediği cinayeti itiraf edebilecek kadarcüretkardır. Roboski de bu cüretkarlığın bir eseridir.

“Evladının kemiğini isteten sisteme lanet olsun”

Berfo Ana’nın cenazesinde konuşan kayıpyakınlarının şu sözleri ise oldukça anlamlıdır. FehmiTosun’un eşi Hanım Tosun: “Berfo Ana’ya sözveriyoruz ki kayıplar sahipsiz değildir hesabınısoracağız.” Hasan Ocak’ın annesi Emine Ocak: “Bizbirlikte çile çekiyoruz. İşkence görüyoruz. Gaz yiyoruz.Cop yiyoruz. Şimdi senin fotoğrafın da benim elimde.Gözün arkada kalmasın.” 12 Eylül faşist darbesindekaybedilen Nurettin Yedigöl’ün kardeşi MuzafferYedigöl: “Analar artık yaşlanıyor. Başbakan onlara‘evladınızı bulacağız’ sözünü verdi. Ne duruyorsun?Müslümanlıkta insanlara ızdırap çektirmek var mı?”Gözaltında kaybedilen Rıdvan Karakoç’un kardeşiHasan Karakoç: “Kayıp ailelerine ‘Ben kaybettiğimkişinin kemiğini istiyorum’ dedirten sisteme lanetolsun!”

Kayıp yakınlarını bu kadar öfkeli konuşturan bucoğrafyada yaşanan gerçeklerin ta kendisidir. Berfo

Ana’ya ölümünden hemen önce bile oğlu Cemil’inadını sayıklatan, son vasiyeti olarak, “eğer ölürsemCemil’imin kemikleri bulunmadan beni toprağavermeyin, beni Cemil’imin kemikleriyle birliktegömün” dedirten sisteme duyulan bir öfkedir bu.Ancak bu öfke sadece ne devrimci Cemil Kırbayır’ınannesi Berfo Ana’ya ne de diğer kayıp ana vebabalarına aittir. Cemiller işkence tezgahlarında ya dakaranlık uçurum kenarlarında şakaklarına soğuk birnamlu dayalıyken, kuşkusuz atılan o son slogandan vesöylenen o son marştan sonra annelerine atfenmuhtemelen şu şiiri mırıldanmaktaydılar:

“Ah.. verebilseydim keşkeyüreği avucunda koşan her bir anneyetepeden tırnağa oğula ve kıza kesmiş bir ülkeye armağan.Bekle beni anne bir sabah çıkagelirim. Bir sabah anne bir sabah,acını süpürmek için açtığında kapını,adı başka sesi başka, nice yaşıtım,koynunda çiçekler, çiçekler içinde yeni bir ülke

getirirler.”Berfo Analar elbette ömürleri boyunca çocukları

için ya gelirlerse diye kapıyı asla kilitlemeyecekler,sofraya hep bir sandalye ve bir tabak fazla koymayadevam edeceklerdir. Tabakta yemek soğuyacak ancakdevrimci analarının yüreği asla soğumayacaktır. BerfoAna son vasiyetini tıpkı Cemil gibi kendi özçocuklarına yani biz devrimcilere bırakarak aramızdanayrıldı. Yazık ki Berfo Anamız’ın vasiyetini yerinegetiremedik. O’nu, kemikleriyle bile olsa da çoksevdiği oğluyla birlikte gömülmesini sağlayamadık.Bu vasiyet de boynumuzda bir borç olarak kaldı.Ancak henüz hiç bir şey bitmedi. Ahı yerdekalmayacak. Biliriz ki:

“Saraylar saltanatlar çöker, kan susar bir gün.Zulüm biter, menekşelerde açılır üstümüzde,leylaklarda güler.bugünlerden geriye, bir yarına gidenler kalır,bir de yarınlar için direnenler...”Ölümsüzlüğe uğurladıklarımıza ve o mezarsız

neferlerimize; devrim, Berfo analarımıza ise armağanedeceğimiz “çiçekler içinde yeni bir ülke” sözümüzvar. Unutmayacak ve unutturmayacağız!

Berfo Ana 105 yaşında hayatını kaybetti...

Ahı yerde kalmayacak!

Page 8: Kızıl Bayrak 13-09

Güncel8 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/09 * 1 Mart 2013

AKP’li bir milletvekili cemevlerinin ibadet yeriolmasını istedi ancak kıyamet koptu. Milletvekilinetepki gösteren AKP şefi Alevilere yönelik kininikustu. Erdoğan “Aleviler de bizim gibiMüslüman’dır. Kültürel mekanlar ile ibadet yerlerikarıştırılmasın. İslam’da ibadet yeri camidir,mescittir” diyerek ecdadından aldığı Alevi inancınıve inanç merkezleri olan cemevlerini yok sayan,horlayan anlayışa sadakatle bağlı olduğunu kanıtladı.

Alevi örgütleri AKP şefine sert tepki göstererekşunları söylediler: “Bizim ibadet yerimiz bin yıldırcemevidir. Bir başbakanın bu konuda fikiryürütmeye, tanım yapmaya, kural, kaide belirlemeyehakkı yoktur. Başbakan bu tutumu ile açıkça hakihlali yapmaktadır.”

AKP şefi İslam’da ibadet yerinin cami ve mescitolduğunu tekrarlayıp duruyor. Evet doğrudur, Sünniinancının ibadet yerleri mescitler ve camilerdir. AmaAleviliğin ibadet merkezi mescit veya cami değilcemevleridir. Zira Alevilik İslam’ın bir yorumu, altkümesi, alt kültürü, alt inancı vb. değildir. Alevilikkendi inanç kuralları olan ve ibadethanesi cemeviolan bir içeriğe sahiptir.

AKP şefi sünni inancına ilahi bir anlamyüklerken Aleviler’in cemlerini “kültür” diyeküçümsüyor. Erdoğan’ın kılavuzluğunu Diyanetİşleri Başkanlığı yapıyor. Zira Alevilik söz konusuolduğunda AKP iktidarının yegane fetvacısı Diyanetİşleri Başkanlığı’dır. Erdoğan tüm tartışmalardaçözüm adresi olarak ulemaların, din bilginlerinin,Sünni inancının ekabirlerinin merkezi olan Diyanetİşleri Başkanlığı’nı adres olarak göstermektedir.

Dinci partinin şefini kaygılandıran şeylerdenbirisi Alevi inancının varlığını sürdürmesidir.İkincisi; Alevilerin haklarına sahip çıkması, ilericiAlevi örgütleri içinde hızla örgütlenmesidir.Üçüncüsü; devlet aleviciliğinin en rafine savunucusuhınzırların yönettiği dinci partinin arka bahçesi olanörgütlerin Aleviler içinde hiçbir varlıkgösterememesidir. Dördüncüsü; Aleviler’in asimileedilememesi, Alevi inancının düşünsel ve fizikisoykırıma rağmen bitirilememesidir. Beşincisi;“Cemevi diye bir ibadethane yoktur. Alevilikİslam’ın bir yorumudur” düşüncesinin Alevilertarafından ayaklar altına alınıp ezilmesidir.

Erdoğan’ı ve tüm devletlileri Aleviler iyitanıyorlar. Alevilere yönelik saldırılar artarken,Aleviler’in evleri işaretlenirken koro halinde “durumabartılmasın” diyenler onlardı. Madımak katilleriiçin verilen zamanaşımı kararını “hayırlı olsun”diyerek sevinçle karşılayan onlardı. Madımakkatledilenlerin anmasını yasaklayanlar onlardı.“Alevi açılımı” adı altında çalıştaylar düzenleyip,her çalıştayda Alevileri yok sayanlar, hazırladıklarıraporla Aleviler’in taleplerine kulaklarını tıkayanlaronlardı. Alevilere yönelik saldırıları yaptıklarıaçıklamalarla teşvik edenler, onaylayanlar onlardı.

AKP iktidarı ve şefi, işçi ve emekçileri mezheptemelinde bölme faaliyetine hız veriyor. İşçi veemekçileri mezhep temelinde bölmek için çabalarınıyoğunlaştırıyor. Milliyet deyince Türklüğün, mezhepdenilince Sünni inancının öne çıktığı tekçi anlayışıtüm topluma egemen kılmak için uğursuz çabalarınıyoğunlaştırıyor. Bu inkarcı ve tekçi anlayışı

reddeden dinamiklere yönelik saldırılara omuzveriyor. Alevi-Sünni çatışmasına kan taşıyor.

AKP iktidarı AİHM kararlarına rağmen Aleviçocuklarına yönelik zorunlu din dersi işkencesinisürdürüyor. Aleviler’in köylerine asimilasyon amaçlıcamiler yaptırmaya ve misyoner imamlargörevlendirmeye devam ediyor. Başta Hacı BektaşVeli Türbesi olmak üzere Alevi inanç ve ibadetmerkezlerinin gaspını sürdürüyor. MadımakOteli’nin müze yapılması taleplerine kulaklarınıtıkıyor, otelin duvarına Madımak’ta katledilenlerinisimleri ile birlikte katillerin ismini yazmapervasızlığını gösteriyor.

Son dönemdeki tüm katliam girişimleri AKPşefinin açıklamalarının ardından yaşandı.Devletliler AKP iktidarının ret, inkar,yasaklama, korkutma ve susturmapolitikasına kan taşıdılar. Malatya Sürgübeldesinde yaşanan katliam girişimi vebu katliam girişiminin ardından yapılanaçıklamalar, bu durumun en vecizgöstergesidir.

Alevilerin hak veözgürlüklerinden yoksunolmalarının, asimilasyon,baskı ve katliamlaramaruz kalmalarının,inanç merkezleri olancemevlerine sahipolmamalarının temelkaynağı, milliyetdeyince Türklüğü,mezhep deyinceSünniliği kendinerehber edinen, işçi veemekçileri yoksulluğunkör kuyusuna iten,düzenin egemeni

burjuvazinin önündeki engelleri temizlemeyi varlıknedeni sayan bütünüyle sermaye düzenidir.

Tutulması gereken yol çağımızın Pir Sultanlar’ın,Baba İshaklar’ın yoludur. Tutulması gereken yol tümezilenler için kurtuluş yolunu açacak olan devrimcisınıf mücadelesinin yoludur. Ancak ve ancak işçisınıfının iktidarı olan sosyalizm koşullarındaAleviler yaşadıkları tüm sorunlardan kalıcı olarakkurtulabilirler. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın vezorunlu din derslerinin kaldırılması, her alanda dinve vicdan özgürlüğünün sağlanması mücadelesinikararlılıkla sonuna kadar sürdürecek olan tek sınıf,devrimci işçi sınıfıdır.

İnkar, asimilasyon ve imha saldırıları...

Aydın’da faşist saldırılar artıyor

26 Şubat günü Aydın Adnan Menderes Üniversitesi’nde faşistler Kürt öğrencilere saldırdılar. Akşam saatlerinde Aydın Koçarlı’da bulunan Adnan Menderes Üniversitesi’ne bağlı Ziraat

Fakültesi’nde yaklaşık 30 kişilik faşist bir grup Kürt kökenli öğrencilere saldırdı. Çevreyi de saldırıya katabilmek için Kürt öğrencileri hedef gösteren faşistler, saldırının ardından

bölgeden uzaklaştılar. Saldırıda 6 öğrenci darp edilerek yaralandı. Edinilen bilgiye göre yaklaşık 1 aydır Kürt kökenli öğrencilere yönelik saldırganlık tırmandırılıyordu.

Faşistler birer ikişer yakaladıkları öğrencileri sözlü taciz ettikleri, yurtsever öğrencilerin Kredi ve YurtlarMüdürlüğü’ne ait yurtlardan çıkmasını sağladıkları ve baskıların okulu bıraktırmaya zorlayan biraşamaya kadar geldiği ifade ediliyordu.

Son saldırıda 6 Kürt öğrenciyi çeviren faşistler haftalardır sürdürdükleri tacizi fiziki saldırıyaçevirdiler.

Faşistler saldırıyı öğrenen Kürt öğrencilerin arkadaşlarına sahip çıkarak toparlanması üzerinealandan kaçtılar.

Yurtsever öğrenciler İnsan Hakları Derneği Aydın Şubesi ile görüşerek ortak hareket edecekleriniifade ediyorlar.

Adnan Menderes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa Birincioğlu ile süreç ile ilgili bir görüşmeyapacak olan İHD Aydın Şube Başkanı Jale Duygu’ya saldırıları sorduk. Duygu yaptığı yorumlardagelişmelerin kaygı verici bulduğunu, acil ve doğru adımlarla bu sürecin atlatılmaya çalışılmasıgerektiğini ifade etti.

Kızıl Bayrak / Aydın

Page 9: Kızıl Bayrak 13-09

Güncel Kızıl Bayrak * 9Sayı: 2013/09 * 1 Mart 2013

Sermaye devleti faşist-militarist uygulamalarınısistematik hale getirerek devlet terörünü tırmandırıyor.Baskı ve zor araçları, burjuva hukukunu dahi hiçesayacak yöntemlerle işçi ve emekçilere tam anlamıylakin kusuluyor. İşkence ve yargısız infazlara katılankolluk kuvvetleri ise sermaye devletinin koruması altınaalınarak göstermelik davalarla kimi zaman hukukikovuşturmaya dahi uğramadan ellerini kollarınısallayarak dolaşmaya devam ediyorlar. Burjuvademokrasinin en kaba kuralları bile yok sayılarak işçi veemekçilere koyu bir polis rejimi altında yaşamdayatılıyor.

Kapitalizmin derinleşen krizi ile birlikte ‘terörizmekarşı mücadele’ adı altında demokratik hak veözgürlüklerin kısıtlandığı ve yer yer yok edildiği polisdevleti uygulamaları tüm dünyada yaygınlaştırıldı.Siyasal gericiliğin kurumsallaşmış biçimi olan polisdevleti uygulamaları krize yönelik sistemin bütünselhazırlığıdır. Sermaye devletinin türlü demagojiyleyıllardır maskelemeye çalıştığı siyasal gericilik, bugüngündelik yaşama yönelik polis terörü ile en kababiçimiyle kendini hissettiriyor.

Hakları için mücadele eden işçiler, emekçiler,öğrenciler, Kürt halkı, çevreciler polisin azgıncasaldırıları ile teslim alınmaya ve düzenin yargısıylayıldırılmaya çalışılıyor. Artan baskı ve devlet terörü tümtoplumsal muhalefeti sindirmenin bir yöntemi olarakkesintisiz olarak uygulanıyor.

Sokak ortasında katliamlar, gözaltında ‘intihar’ süsüverilmiş yargısız infazlar, polisin asayişi sağlamak adınaherkese yönelik uyguladığı şiddet üstü örtülemezboyutlara ulaşmıştır. Bu tabloyu işçi ve emekçilerinöncüleri olan ilerici ve devrimci güçlere yöneliksistematik polis operasyonları, tutuklamalartamamlamaktadır.

Geçtiğimiz aylarda polis tarafından katledilen HasanLatif Kaplan, Cem Aygün ve polis tarafından vahşicesaldırıya uğrayarak ağır yaralan Ahmet Koca’nın başınagelenler devlet terörünün ulaştığı boyutları gözler önünesermek açısından önemlidir.

Ahmet Koca’nın polisler tarafından darp edildiğineilişkin 11 polisin yargılanacağı soruşturmanıniddianamesi bu ay tamamlandı. Böylece iddianamedetanıkların ifadesi ve kamera görüntülerinin uyumluolduğu söylenerek 11 polisin işkence yapma suçundan 3ile 12’şer yıla kadar hapisle yargılanacağı bir işkencedavası görülmeye başlayacak. Ahmet Koca, 18 Haziran

2012’de Fatih’te yer tartışması yaşadığı polislerinsaldırısına uğradı. Polisler tarafından ters kelepçeleniparabanın arkasına atılan Ahmet Koca iki saat Balat veEminönü’nde gezdirildikten sonra ıssız bir yeregötürülüp vahşice dövülmüştü.

Ahmet Koca’nın iddianamede yer alan ifadeleri artanpolis şiddetinin sermaye devletinin ırkçı-faşistpolitikalar eşliğinde uyguladığı, siyasal gericiliğindoğrudan ürünü olduğunu gösteriyor. Tek başına bu olaydahi toplumsal yaşamın her alanının ne şekilde Nazikampları haline dönüştürüldüğünü gözler önünesermeye yetiyor. Sermayeninin kolluk kuvvetleri iseadeta SS subayları gibi tüm bireylerin tepesinde terörestirerek sermaye düzeninin yeni dönem politikasınauygun bir şekilde hareket ediyor.

Cem Aygün ise 30 Ağustos 2012’de AnkaraKeçiören’de polisin “dur ihtarı”na uymadığıgerekçesiyle polis kurşunuyla katledilmişti. Sermayedevleti bu cinayeti de ört bas etmenin peşindedir.Cinayetin ardından gelişen olaylarda sermaye devletininfaşist kudurganlığı dizginlerinden iyice boşaldı.Sermaye devleti, gerçekleşen polis cinayetinin ardındanAygün’ün ailesini zor ve baskıyla susturmaya çalıştı. 1Eylül 2012’de Cem Aygün’ün ablalarının AnkaraEmniyeti önünde yaptıkları protestoya polisler azgıncasaldırdı. Her iki tarafın şikayetçi olmasının ardındandava süreci başladı. Düzen mahkemeleri polislere basityaralama ve hakaretten takipsizlik aileye ise 58 yıllıkhapis cezası ile yargılanmaları kararı vererek katliamcıpolisleri koruması altına almaya devam etti. CemAygün’ün ablaları, eniştesi ve yeğeni hakkında “basityaralama, görevi yaptırmamak için direnme, mala zararverme, insan öldürmeye teşebbüs” suçlarında toplam58’er yıllık hapis cezası talebiyle yargılanıyor.

Yalnızca toplumsal eylemlere yönelik değil rutinasayiş olaylarında polisin estirdiği terör veişkencenin her geçen gün artması nedensiz değildir.Tüm bu olaylar AKP iktidarının emperyalist-kapitalistsistemin ekonomik-sosyal-siyasal alandaki yıkımprogramını engelsizce uygulamak için tüm toplumsalgüçleri düzene entegre etmekteki kararlılığına birişarettir. Dikensiz gül bahçesi yaratmanın peşindeoldukları için devlet terörünü kesintisiz bir şekildehakim kılmaya çalışmaktadırlar. Dün olduğu gibi bugünde artan devlet terörünün hedefinde tüm işçi ve emekçihareketi, daha genelinde ise toplumsal muhalefet yeralmaktadır.

Devlet terörünekitlesel tepki

18 Ocak’ta gerçekleştirilen operasyon sonucututuklanan Çağdaş Hukukçular Derneği’ndenavukatlar ve Grup Yorum üyeleriyle dayanışmakiçin “11 kapılı kozmik sahneli konser” 24 Şubatgünü Bostancı Gösteri Merkezi’ndegerçekleştirildi.

Baskı ve sindirme operasyonlarına karşımücadeleyi büyütme çağrısı yapılan konserprogramının sunumunu Pelin Batu ve tiyatrosanatçısı Serdar Orçin gerçekleştirdi. Sunumsırasında, polis operasyonundan sonra ortayaatılan “11 Kapı” ve “Kozmik oda” iddialarına yanıtolarak sahne arkasına asılan sembolik kapılarıgösteren Orçin “işte 11 kapı işte kozmik sahne”diyerek devletin yalanını teşhir etti.

“Sanat özgürdür” diyen Batu, “Bugün buradasanat konuşacak” diyerek programı başlattı. İlkolarak ÇHD adına Av. Evrim Deniz Karatana’ya sözverildi. Karatana, tutsak avukatlar adına kitleyiselamlayarak başladığı konuşmasında devrimciavukatlık geleneğinin Halit Çelenklerden FuatErdoğanlardan devralındığını vurgulayarak şimdibu geleneğin tecrit altında da olsa devamedeceğini ifade etti.

Karatana’nın konuşmasından sonra sinevizyongösterimi yapıldı. Baskın görüntülerinden oluşansinevizyonun ardından Kandıra 1 No’lu F Tipi’ndetutsak olan ÇHD’li avukatların etkinliğegönderdikleri mesaj okundu. 11 kapı iddialarınıanımsatan avukatlar “11 demir kapı arkasından”seslendiklerini belirterek mücadelenin sürdüğünedikkat çektiler. Kandıra’daki tutsak avukatlarınismi sayılırken emekçiler alkışlarla desteklerinisundular.

Sanatçılar mücadelenin yanında

Dayanışma konserine Rahmi Saltık’tan KardeşTürküler’e, Zuhal Olcay’dan Mor ve Ötesi’neNiyazi Koyuncu’dan Hakan Yeşilyurt’a, Redd’denFerhat Tunç’a, Pınar Aydınlar’dan HasanKarayol’a kadar birçok sanatçı katılırken, GrupYorum, ÇHD’li avukatlar ve özgür sanat vurgularıöne çıktı. Sanatçılar hem seçtikleri parçalarla hemde yaptıkları konuşmalarla baskılara karşımücadeleyi öne çıkarttılar. Şairler de şiirleriylemücadele çağrısı yaptılar. Mehmet Özer, İbrahimKaraca, Menderes Samancılar gibi şairler deşiirleriyle programa katıldılar. Tiyatro sanatçılarıBilgesu Erenus, Ragıp Yavuz, Işıl Özgentürk,Bülent Emrah Parlak da sahnede yer aldılar.

Sanatçılardan Yasemin Göksu ve Ferhat Tunçgeçtiğimiz Cuma günü kaybettiğimiz Berfo Ana’yıda yad ederek sahneden onu andılar.

Coşkulu program Grup Yorum’un ezgileriyleson buldu.

Polis copu, gaz bombası,işkenceler, yargısız

infazlar...

Page 10: Kızıl Bayrak 13-09

Sınıf10 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/09 * 1 Mart 2013

KESK’e bağlı Büro Emekçileri Sendikası (BES) veTürkiye Kamu Sen’e bağlı Türk Büro-Sen üyesi kamuemekçileri Vergi Haftası’nda greve giderekgüvencesizliğe ve kölece çalışma koşullarına karşıtepkilerini gösterdiler. BES üyesi emekçilerin KESK’eyönelik operasyonlara sloganlarla karşı durduğueylemlerde grev arifesinde son tutuklama saldırısınındevreye sokulmasına dikkat çekildi. “KESK’li tutsaklaronurumuzdur!” sloganı tüm eylemlerde haykırıldı.

İstanbul Sirkeci Garı önünde buluşan büro emekçileri,

kortejin en önünde “Vergide adalet istiyoruz!” şiarının vetaleplerin yer aldığı pankart taşıdılar. Eylemde ayrıcaBES şubeleri kendi pankartlarını da taşıdılar. Büroemekçileri taleplerin yer aldığı dövizleri ve önlükleriyleoldukça renkli bir görüntüye sahiptiler. Sloganların hiçsusmadığı coşkulu eylem İstanbul Defterdarlık ve VergiDairesi’nin bulunduğu alanda sonlandırıldı.

Defterdarlık bahçesinde eyleme Türk Büro-Senüyeleri de katıldı. Eylemde ilk sözü BES 3 No’lu şubeHukuk Sekreteri Kazım Doğan aldı. “Eşit işe eşit ücretiçin grevdeyiz, rotasyona karşı grevdeyiz” diyerek sözbaşlayan Doğan, hükümete seslenerek 4/b ve 4/c’niniptal edilmesi, KHK’ların geri çekilmesi taleplerinedeğindi ve herkese güvenli gelecek istediklerini ifadeetti.

Doğan, sözlerini, İstanbul’daki eylemin merkeziolarak seçilen İstanbul Vergi Dairesi Müdürü’neseslenerek sürdürdü. Doğan müdür tarafından uygulananrotasyonun kamu emekçilerine etkilerine değinirkenbüro emekçileri de “Rotasyon sürgündür! Rotasyonahayır!” sloganlarını attılar. Doğan “Bizler biliyoruz kikurtuluş tek başına değil ortak mücadele ile gelecek”diyerek eyleme katılan Türk Büro-Sen üyelerini ve diğerdestekçi kamu emekçilerini selamladı. Konuşmanınardından BES 3 No’lu Şube Başkanı Salih Aksoy’unaçıklamayı okuması ile eylem sonlandırıldı.

AnkaraYKM önünde toplanmayla başlayan kamu

emekçilerinin işyerlerinde toplanarak gerçekleştirdiğiyürüyüşlerin alana ulaşmasıyla eyleme başlandı.Eskişehir yolundan ve Ulus’tan yapılan yürüyüşlerkolluk güçlerinin engellemesiyle karşılaştı. Ancak tümengellemelere rağmen yürüyüş 11.00’de başladı. Enönde BES ve Türk Büro Sen’in ortak taleplerinin yazılıolduğu “İş güvencemizden asla

vazgeçmeyeceğiz! Vergide ücrette adalet için, eködemelerin emekli maaşına, mesailerin temel ücretedahil edilmesi için GREVDEYİZ!” yazılı pankart açıldı.Bu pankartın arkasında sendika yöneticileri yer alırkenardından iki sendikaya bağlı şubeler taleplerinin yazılıolduğu pankartlarla sıralandılar. Ayrıca BES üyeleriKESK’e yönelik baskı ve operasyonları protesto eden“Baskılar, sürgünler, gözaltılar, tutuklamalar biziyıldıramaz!” yazılı bir pankart da taşıdılar.

Büro emekçileri “Eşit işe eşit ücret”, “Maliye’deistihdam belirsizliğine son”, “Mobbing uygulamasınason”, “Mesaime dokunma”, “SGK emekçilerininikramiyeleri derhal ödensin” talepleriyle alanda yerlerinialdılar. Davullar eşliğinde grev halaylarına duranemekçiler eylem boyunca “İşçi memur el ele, genelgreve!”, “Zafer direnen emekçinin olacak!”, “Toplusözleşme hakkımız grev silahımız!” sloganlarınıhaykırdılar. Kitlesel ve coşkulu bir yürüyüşün ardındanDikmen’de bulunan Maliye Bakanlığı’na ulaşan kamuemekçileri sendika temsilcileri aracılığıyla grevinamacını dile getirdiler ve taleplerinin kabul edilmesiniistediler. Maliye Bakanlığı’nın bahçesine kurulankürsüde her iki sendikanın temsilcileri konuşmalargerçekleştirdiler. BES Genel Başkanı Ahmet Kesik, TürkBüro Sen Genel Başkanı Fahrettin Yokuş, KESK GenelSekreteri İsmail Hakkı Tombul ve Türkiye Kamu SenGenel Başkanı İsmail Koncuk’un konuşmalarınınardından eylem bitirildi.

Bursa Saat 09.30 civarında iş yerlerinden çıkan SGK,

Adliye, Nüfus Dairesi, Gelir Dairesi ve Defterdarlıkçalışanları Vergi Dairesi’nin önünde toplanmayabaşlayarak buradan Bursa Vergi Dairesi Başkanlığına biryürüyüş gerçekleştirdiler.

Yürüyüşün en önünde BES’in grev taleplerinin yazılıolduğu pankart ve ardından BES imzalı pankart taşındı.Islıklar ve davul- zurna eşliğinde gerçekleşen yürüyüştesıklıkla “İnadına sendika, inadına KESK!”, “Savaşadeğil sağlığa bütçe!”, “Yaşasın örgütlü mücadelemiz!” ve“Susma, sustukça sıra sana gelecek!” sloganları atıldı.

Vergi Dairesi Başkanlığı’nın önüne gelindiğinde iseönce grev halayı çekildi ve ardından basın açıklamasınınokunmasına geçildi. Basın açıklamasını okuyan BursaBES Şube Başkanı Sürmeli Selçuk Söğüt, insanca yaşamve çalışma koşullarından giderek uzaklaşan, işe girişçıkışlarda turnike ve yüz okumasına maruz kalan veçalışma ortamlarında kamera sistemi ile denetim altındakalarak haksız ve hukuka aykırı muamelelere maruzbırakılan büro emekçileri olarak artık yeter dediklerinivurguladı. Ardından işyerlerinde yaşanan hakkayıplarını, istihdam belirsizliğini, gelecek kaygılarını,personel yetersizliği nedeniyle yaşanan iş yoğunluğunubir çok kez ifade etmelerine rağmen hükümettarafından tek bir adım atılmadığı için bugün grevdeolduklarını söyledi.

Basın metninin okunmasının ardından tekrar grevhalayı çekilerek eylem sonlandırıldı.

Eyleme Yapı Yol Sen, Haber Sen, TÜMTİS, MaliMüşavirler Odası, Ziraat Mühendisleri Odası, KimyaMühendisleri Odası, BATİS, BDSP, Halkevleri veEMEP destek verdi.

ÇanakkaleMaliye önünde gerçekleştirilen iş bırakma

eyleminin ardından, İskele Meydanı’nda bir basın

açıklaması gerçekleştirildi. İlerici vedevrimci güçlerin de destek verdiği açıklamada şunlarifade edildi: “Kamu emekçilerinin iş güvencelerinintartışılmaya başlandığı, esnek çalışma, performansdeğerlendirme ve angarya çalışma uygulamalarınındayatıldığı, rotasyon ya da sürgün tehditleriyle karşıkarşıya olduğumuz bir süreçte grevimizigerçekleştiriyoruz. Son on yıl içinde toplumun diğerkesimleri gibi kamu emekçilerinin de maaşları sürekliolarak erimiş, satın alım gücü belirgin bir şekildeazalmıştır. Her yıl yüzde 2-3 gibi sefalet zamlarınamahkum edilen kamu emekçileri, açlık sınırına yakın,yoksulluk sınırına uzak bir yaşam sürmek zorundabırakılmıştır.”

Açıklamaya Ekim Gençliği de destek verdi.

Adana Büro emekçileri 5 Ocak Vergi Dairesi ve Yüreğir

Vergi Dairesi önünde bir araya geldiler. Vergi daireleri önünde emekçiler davul zurna

eşliğinde iş güvencesi ve mesailer konusundakiuygulamaları protesto etti. Ayrıca vergi dairelerine “Buişyerinde grev var” pankartları asıldı. Daha sonraemekçiler, SGK Adana İl Müdürlüğü’ne doğruyürüdüler.

SGK Adana İl Müdürlüğü önünde kamu sendikaşube başkanları tarafından açıklamalar yapıldı. Yapılanaçıklamaların ardından büro emekçileri sendikaşubelerine davet edildiler.

Kayseri BES ve Türk Büro-Sen üyesi kamu emekçileri iş

bırakma eylemine yoğun olarak katıldılar. Kamuemekçileri “Eşit işe eşit ücret”, “Maliye’de istihdambelirsizliğine son”, “Mobbing uygulamasına son”,“Mesaime dokunma”, “SGK emekçilerinin ikramiyeleriderhal ödensin” talepleriyle alanda yerlerini aldılar.

Davullar eşliğinde grev halaylarına duran emekçilereylem boyunca “İşçi memur el ele, genel greve!”, “Zaferdirenen emekçinin olacak!”, “Toplu sözleşme hakkımızgrev silahımız!” sloganlarını haykırdılar. Kitlesel vecoşkulu bir yürüyüşün ardından Cumhuriyet Meydanı’naulaştılar. Konuşmaların ardından eylem bitirildi. KESKKayseri Şubeler Platformu ve Türk Kamu-Sen KayseriTemsilciliği’nin yanısıra, BDSP, CHP, EĞİT-DER, HDKbileşenleri de eyleme destek verdiler.

Kızıl Bayrak / İstanbul-Ankara-Bursa-Çanakkale-Adana-Kayseri

27 Şubat 2013 / İstanbul

Büro emekçileri hakları için grevdeydi

27 Şubat 2013 / Ankara

Page 11: Kızıl Bayrak 13-09

Sınıf Kızıl Bayrak * 11Sayı: 2013/09 * 1 Mart 2013

Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu(KESK) İstanbul Şubeleri 23 Şubat’ta düzenlediklerikurultayla güvencesizleştirme saldırılarına karşımücadele yollarını tartıştılar.

Petrol-İş Sendikası Genel Merkezi’nde “Kamudagüvencesizlik, performans sistemi ve mücadele yollarıkurultayı” ismiyle toplanan kurultayda, salona kamuemekçilerine yönelik saldırıları işleyen, özelleştirmekarşıtı, mücadele taleplerini içeren çeşitli ozalitlerasıldı. Salona asılan “Baskılar, gözaltılar, tutuklamalarbizi yıldıramaz!” ozalitiyle tutsak kamu emekçileri deselamlandı. Divan masasında “Sözleşmeli köleolmayacağız! İnsanca yaşam, güvenceli çalışma!”ozaliti asılırken toplantı salonunun dışındaysa HomurMizah Grubu’nun güvencesizlik konusunu işleyen“GüvenceSİZSİNİZ” isimli 50 karikatürlük sergisi yeraldı.

“Onurumuzu çiğnetmeyeceğiz!”

Kurultay programı mücadelede hayatınıkaybedenler için saygı duruşu ile başladı. Saygı duruşu“anıları mücadelemize ışık tutacak” sözleriylebitirilirken divandan Kazım Doğan kısa bir konuşmayaptı.

Doğan, konuşmasına Marks’ın “Kapitalistlereiktidarı sunan iksir işçiler arasındaki bölünmedir”sözünü aktararak başlarken sınıfa yönelik saldırılar vebuna karşı birleşik mücadele gerekliliği belirtilipşunlar ifade edildi: “Bizler biliyoruz ki emekmücadelesi yükselmedikçe haklar gaspedildikçe ücretlikölelik zinciri daha da boynumuza geçirilmekisteniyor.” Doğan, polisin keyfi ve hukuksuzoperasyonuna değindiği konuşmasını “Tutukluarkadaşlarımız onurumuzdur. Onurumuzuçiğnetmeyeceğiz!” sözleriyle bitirdi.

Konuşmanın ardından KESK’i konu alan bir slaytgösterisi sunuldu. Slayt gösterisinden sonra ilkkonuşma için söz, BES Genel Merkez yöneticilerindenBasın Yayın Sekreteri Ahmet Acar’a verildi. Acar,konuşmasına KESK’e yönelik saldırılara dikkatçekerek başlarken yapılan operasyonun siyasi iktidarınKESK’i itibarsızlaştırma, gözden düşürme çabasıolduğunu ifade etti.

Tebliğlerde güvencesizliğe karşıbirleşik mücadele çağrısı

İlk tebliğ Eğitim Sen 5 No’lu Şube’den AydınAğlamaz tarafından sunulan “GATS ve kamudagüvencesizlik” tebliği oldu. Tebliğde kamudagüvencesizliğin neoliberal politikaların ürünü olduğuifade edilerek GATS’ın da bunun merkezi yapısıolduğu belirtildi.

Atıl olan işyeri temsilciliği, ücretli ve dershaneöğretmenlerine yönelmek, sendika bürokrasisindenortak bir mücadele programı çıkarılmasıgerekliliğinden bahseden Ağlamaz, fiili-militan-meşrumücadelenin önemini belirterek konuşmasını bitirdi.

İkinci tebliğ olan “Dünyadaki dönüşüm” tebliğiniEğitim Sen 2 No’lu Şube’den Hamdi Çalı sundu. DTÖBaşkanı’nın “Korkarım şu anda ne hükümetler neyinaltına imza attıklarının ne de şirketler nelerkazandıklarının farkında” sözünü aktarıp MIGA üyesidevletlerin çok uluslu şirketlere sağladığı peşkeşedikkat çekti.

Tebliğ sunumlarına Birleşik Taşıma İşçileri

Sendikası’ndan Alaattin Kerküt’un sunduğu“Ulaşımda güvencesizlik” tebliğiyle devam edildi.

Kerküt, ulaşımda taşeronlaştırmanınözelleştirme ile birlikte devam ettiğini ifade edereksaldırının kapsamına dikkat çekti. Çalışan sayısıartmasına rağmen güvenceli çalışmaya yöneliksaldırıların da arttığını ifade etti.

Kerküt’ün sunumunu Eğitim Sen 6 No’luŞube’den Kaya Aydoğan’ın sunduğu “Yeni YÖKyasa tasarısı ve güvencesizlik” tebliği izledi.Aydoğan, yasa tasarısının bilimi metayaçevirdiğini belirtirken Bologna süreci ile artanneoliberal saldırıların tamamlanmak istendiğinisöyledi.

SES Anadolu Yakası Şubesi tarafındansunulan “Sağlıkta dönüşüm ve performans”tebliğinde sağlıkta dönüşümün AKP ile başlamadığınadikkat çekilerek onyılları bulan saldırı hazırlığınavurgu yapıldı. Sağlıkta dönüşümün sağlık hizmetini birmeta haline getirmek olduğu ifade edildi.

Sağlık emekçilerine yönelik artan şiddetinnedeninin bu performans uygulamaları olduğu ifadeedilerek ortak mücadele edilmesinin öneminedeğinildi.

BES 3 No’lu Şube Hukuk Sekreteri Kazım Doğan“Özel İstihdam Büroları” tebliğini sundu. Özelİstihdam Büroları’nın tarihsel çıkışı anlatılırken kiralıkişçilerin çalışma koşulları aktarıldı.

İşçi ve emekçilerin tam bir köleye dönüştürmeyiamaçlayan Özel İşçi Büroları’nın örgütlülüğü dezayıflattığı ifade edildi.

BES 3 No’lu Şube Örgütlenme Sekreteri TaylanÖzgür Tekmil mücadele hattı üzerine bir sunumgerçekleştirirken tarihsel bir saldırı sürecinin ancakaynı tarihsel mücadele sürecine yaslanarakkarşılanabileceğini ifade etti. Sefalet zammıdayatmasına karşı çıkılan 23 Mayıs grevini anımsatanTekmil grevin etkisini şöyle ifade etti:

“Kamu emekçilerinde tepki o kadar büyüktü kisizin çağrı yapmanız dahi yeterli oldu. Hattahükümetin arka bahçesi olan Memur-Sen bile kimisendikalarıyla greve destek vermek durumunda kaldı.Çünkü o dönem şu vardı. Memur-Sen’in masadakiyetkisi kamu emekçileri açısından ortadan kalkmışKESK’in sokakta göstereceği tutum adres halinegelmişti. Evet, KESK o dönem süreci grevletaçlandırdı ama sadece bunu yaptı. Ve sonra bildiğinizgibi Memur-Sen’in yedeğine düştük ve UzlaştırmaKurulu’na Memur-Sen’le beraber gittik. Oysayapmamız gereken şey 23 Mayıs grevi sonrasında

devam etmek mevcut dinamiklereyaslanmak ve bu arada sermayenin içimizdekiörgütlenmesi olan sendikaların gücünü kırmaktı.”

Tekmil İstanbul Şubeler Platformu’nun öneminedikkat çekerken, saldırılara karşı mücadelenin merkezimeydanlarla birlikte işyerlerinde örülmesi gerektiğinivurguladı.

Özgür kürsüdefiili meşru mücadele kararlılığı

Kurultaya tebliğlerin ardından ara verilirken ikincibölüm tüm kamu emekçilerine özgür kürsüyükullanma çağrısı ile başladı.

Kürsü birçok kamu emekçisi tarafındankullanılırken mücadele önündeki engellere karşıtabandan inisiyatif çağrılarına sahne oldu. Kamuemekçileri KESK’e yönelik saldırılarda refleksleriörgütleme gerekliliği vurgulandı. KESK’e yönelikoperasyon ve tutuklama terörü de yapılankonuşmalarla kınanıp tutsak kamu emekçilerisahiplenmeye çağrılı.

Konuşmaların ardından divana sunulan önerilerkurultay bileşenine sunuldu. Kurultay, Adnan Yücel’inbir şiirinden parça okunarak bitirildi.

Kurultayda sınıf devrimcileri de katılarakmücadeleyi yükseltme çağrısı yaptılar. Kızıl Bayrakgazetesinin standı açılırken sınıf devrimcileri 8 Mart’ıntarihsel özüne uygun kutlanması için hazırladıklarımetne kamu emekçilerinden imza topladılar. AyrıcaSosyalist Kamu Emekçileri de hem hazırladıklarıbroşürü hem de KESK’i 8 Mart Emekçi KadınlarGünü için göreve çağıran bildirilerini dağıttılar.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Kamu emekçileri kurultayda buluştu!

23 Şubat 2013 / Petrol-İş Genel Merkezi

Page 12: Kızıl Bayrak 13-09

Sınıf12 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/09 * 1 Mart 2013

Ev baskınlarıyla başlayan KESK operasyonukapsamında gözaltına alınan KESK’lilerin 62’situtuklandı. KESK’lilere yönelik suçlamalardanyansıyanlar ise davanın hukuksuzluğunu bir kez dahagösterdi.

Yönetime girmek, olumlu yorum yapmak!

KESK’e yönelik polis terörü 21 ilçede 41 adreseyapılan baskınlarla başladı. Gözaltına alınan 150’yiaşkın kamu emekçisi gözaltına alınırken sermayedevletinin gerekçesi bir kez daha “terör” oldu. Ancakbir yandan tutuklama kararları peşisıra gelirken biryandan da operasyona gerekçe olan kimi maddelerbasına yansıdı. Yansıyan kısım bile davanınhukuksuzluğunu göstermek için yeterli.

Suçlamalar arasında belki de en dikkat çekici olansendikacıların sendika yönetimine girmeye çalışmak ilesuçlanması. Basına emniyet tarafından yapılanaçıklamalarda bir çoğu sendika yöneticisi olanKESK’liler üyesi oldukları sendikaların yönetiminegirmeye çalışmak ile suçlanıyor. Demokratik bir kurumiçin hayli anlaşılır olan bu durumun polis tarafındansuç haline getirilmesinin altında yatan ise KESK’inyönetiminde kimin olacağına dair söz sahibi olmaisteği olsa gerek...

Yine bir başka suçlama Devrimci MemurHareketi’nin İzmir sorumlusu olduğu söylenen HayriAktaş’ın yaptığı bir yorum ile ilgili. Aktaş AnkaraBüyükelçiliği’ne yönelik eylem hakkında olumluyorum yapmak ile suçlanıyor. Yorumun neredeyapıldığı, nasıl dosyaya girdiği ise meçhul. Yorumun

suç olması ise başlı başına bir tartışma konusu... KESK’lilere genel olarak yönlendirilen

suçlamalar ise DHKP-C kastedilerek “Örgüt üyesiolmak”, “örgüt propagandası yapmak”, “örgüteyardım etmek”. Ancak genel tanımlamalar vemuğlak suçlamalar dışında davaya gerekçeolabilecek bir delil basına yansımış değil. Dosyadagizli tanık ifadeleri bulunduğu ve kamuemekçilerinin gözaltında yemek yememelerinin dekanıt olarak gösterildiği yine basına yansıyanhaberler arasında.

Tutuklama sayısı 62 oldu

Gözaltındaki emekçilerin sorguları vemahkeme süreçleri de tamamlandı. Son bilgilerışığında toplam tutuklama sayısı 62 oldu.

İstanbul’da gözaltına alınan 54 kişiden 1’iemniyetten serbest bırakılırken 53 kişi Çağlayan’dasavcılığa çıkarıldı. Gruplar halinde getirilenemekçilerden önce 25’i, ardından 21’i tutuklamatalebiyle mahkemeye sevk edildi. Toplamda 31 kişihakkında tutuklama kararı verildi.

Ankara’da gözaltına alınan 30 kişinin tamamıtutuklama talebiyle mahkemeye gönderildi. KESKEğitim ve Örgütlenme Sekreteri Akman Şimşek’in dearalarında bulunduğu 9 kişi sabaha karşı tutuklanarakcezaevine gönderildi.

İzmir’de ise, İzmir merkez ile çevre il ve ilçelerdengetirilen 15 KESK’liden 13’ü savcılık sorgusununardından serbest bırakılırken 2 kişi tutuklama talebiylemahkemeye sevk edildi. Gece 02.30’da sonuçlananmahkemede 2 emekçi de tutuklandı.

Bursa, Balıkesir, Çanakkale ve Kütahya’dagözaltına alınan KESK’liler Bursa adliyesine getirildive 13 kişinin tamamı hakkında tutuklama istendi.Mahkeme 4 kişiyi tutuksuz yargılanmak üzere serbestbırakırken 9 kişi hakkında tutuklama kararı verdi.

Malatya, Sivas ve Tunceli’de gözaltına alınan 13kişiden 3’ü savcılıktan serbest bırakılırken savcı 10kişiyi tutuklama talebiyle mahkemeye sevk etti.Nöbetçi mahkeme 6 kişinin tutuklanarak Malatya ETipi Kapalı Cezaevine gönderilmesine karar verdi.

Adana’da iki emekçi tutuklandı. Antakya’daysasavcılıktan çıktıkları gibi kamu emekçileri yenidengözaltına alınıp 3’ü tutuklandı.

Serbest bırakılan emekçilerin bir kısmına dadenetimli serbestlik gibi kısıtlamalar getirildi.

19 Şubat 2013 / Ankara

Suçları sendika yönetiminegirmeye çalışmak!

Kemal Türkler’inkızının yargılanmasına

başlandı

Kemal Türkler’in kızı Nilgün Soydan hakkında,yaptığı bir konuşmada MHP İstanbul MilletvekiliCelal Adan’a “tehdit ve hakarette” bulunduğuiddiasıyla açılan davanın ilk duruşması 26 Şubatgünü İstanbul 55. Asliye Ceza Mahkemesi’ndegörüldü.

Soydan, savunmasında, hakaret ve tehditiçerdiği iddia edilen konuşmayı babasının ölümyıldönümü dolayısıyla mezarı başında yaptığınıifade ederek, şunları söyledi: “Ben 18 yaşında birgenç kızken gözleri önünde babası çapraz ateşleöldürülen biriyim. Ben 33 yıldır bu sahneyianlatırım. 51 yaşındayım ve bu olaya tanığım.”

Celal Adan’ın, infazı faili meçhul olarakgöstermeye çalışmasına dikkat çeken Soydan,babasının öldürülmesinin faili meçhul olmadığını vegözleriyle gördüğünü hatırlattı.

Soydan, hakaret iddiasını cevaplarken şunlerısöyledi: “Celal Adan, Kemal Türkler’i öldürmektenyargılandığını unuttu. Ben konuşmamda ‘eli kanlıkatil’ sözünü kullanmadım. O, onun kendiyakıştırmasıdır. Katilin eli de zaten kanlı olur.”

Soydan’ın babasının katledilmesi hakkındakonuşmasına hakim Yener Yıldırım, “Burası KemalTürkler’in neden öldürüldüğünün tartışılacağı biryer değildir. Dışarıda istediğinizi söyleyebilirsiniz”sözleriyle müdahale etmeye çalıştı.

Soydan’ın bu duruma tepkisi ise anlamlıydı: “Ozaman yeniden karşınıza geliriz”.

İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nın hazırladığıiddianamede Soydan’ın “hakaret ve iftira”suçundan 1 yıl 3 aydan 6 yıla kadar hapsi isteniyor.

KESK’li tutsaklar içinAydın’da eylem

Eğitim Sen Aydın Şubesi son süreçte yaşanangözaltılar için 26 Şubat günü basın açıklamasıdüzenledi.

KESK üyeleri sendika binasından kortejoluşturup sloganlarla Sulupark’a doğru yürüyüşegeçtiler. Yol boyunca emekçilerin alkışlarlayürüyüşe destek verdiği görüldü.

Sulupark’ta basın açıklamasını Eğitim Sen AydınŞube Başkanı Ertuğrul Teberci okudu. Okunanaçıklamada gözaltına alınan arkadaşlarının gözaltısürecinde zorla alkol muayenesi, imza attırılmayazorlanma, fiziki taciz, psikolojik baskı vb.hukuksuzluklar yaşadığı aktarıldı. Gözaltına alınankamu emekçilerine ilk 5-6 saatlik süre boyunca sudahi verilmediği belirtildi.

Gözaltına alınan 167 sendika yöneticisi ve üyesikamu emekçisinden şu an sadece 59 kişinin haksız,hukuksuz, keyfi olarak tutuklu yargılandığı söyleyenTeberci sonuna kadar arkadaşlarının yanındaolunacağını ifade etti.

Kızıl Bayrak / Aydın

Page 13: Kızıl Bayrak 13-09

Yaşanan hak gaspları ve saldırılara karşı işçi veemekçiler bulundukları alanlardan tepkilerini çeşitlieylemler gerçekleştirerek sermaye karşısında boyuneğmeyeceklerini ortaya koyuyorlar.

Kazova işçileri ücretlerini istiyor90 işçinin hiçbir gerekçe gösterilmeden işten

çıkartıldığı Kazova Tekstil’de işçiler ödenmeyenücretleri için eylem yaptılar. 27 Şubat’ta fabrikaönünde toplanan işçiler “Kazova Tekstil patronlarıÜmit Somuncu ve Mustafa Umut Somuncu’yahaklarımızı yedirmeyeceğiz!” ozaliti açtılar. İşçilereylem boyunca “Sadaka değil hakkımızı istiyoruz!”,“Ümit Somuncu’ya hakkımızı yedirmeyiz!”, “İşçiyizhaklıyız kazanacağız!” sloganlarını atarak tepkilerinigösterdiler.

Eylemde işçiler adına açıklama yapan SerkanGümüş, 4 aylık maaşlarının ve kıdem tazminatlarınınödenmediğini belirterek, şirket sahiplerinin hiçbirişçiyle diyalog kurmadığını vurguladı.

Açıklamada, işçilerin maaşlarının bordrolardadüşük gösterildiğini, sigortalarının eksik yatırıldığınıbelirterek, zorunlu mesailere bırakıldıklarını vebunların ücretlerini de alamadıklarını ifade etti.

Gümüş, ödenmeyen ücretleri için işçilerinmücadeleye başladığını belirterek emekten yana tümkurumlara destek çağrısında bulundu. Her hafta aynısaat ve yerde eylemlerini sürdüreceklerini belirtenaçıklama, halaylarla sonlandırıldı.

Açıklamanın ardından, işten atılan işçilerdenBülent Ünal yaşanan süreç ile ilgili konuştu. Ünal,2013 yılbaşı günlerinde atölyeden birer birermakinaların çıkarıldığını belirtti. Atölye binasınabitişik bir yere makinaların taşınarak burada NESTriko ismiyle bir işyeri açıldığını ve 11 işçininkandırılarak bu firmaya geçirildiğini, kabul edenişçilere ise tüm haklarını aldıklarına dair belgeimzalatıldığını ifade etti. Ünal, kendilerinin ise işolmadığı gerekçesi ile 1 Şubat’ta topluca izneçıkarıldıklarını ve geri geldikleri 11 Şubat’ta, atölyedene makine ne de yetkilileri bulamadıklarını vurguladı.NES Triko’ya geçen arkadaşlarının da iştençıkarıldığını söyleyen Ünal, muhatap kimsebulamayınca seslerini duyurmak ve haklarını almakiçin eylemlere başladıklarını belirtti.

İMC TV’de işten atmalarMuhalif ve “emek dostu” çizgisi ile bilinen İMC

TV, Türkiye Gazeteciler Sendikası’nda örgütlüçalışanlarını, işten çıkardı. Geçtiğimiz 15 güniçerisinde 4 çalışanı işten çıkaran kanal yöneticileri 25Şubat’ta 8 kişiyi çıkararak 12 kişiyi işten atmışoldular.

İşten atılmaların üzerine İMC çalışanları iş bıraktı.Kanal yetkilileri ve TGS arasında yapılan

görüşmeler sonucu açıklama yapan TGS GenelBaşkan Yardımcısı Mete Öztürk 8 kişinin ücretliizinde sayılacağını, görüşmelerin ise devamedeceğini belirtti.

BMC işçilerinden eylemlerBMC işçilerinin ücret alacakları için başlattıkları iş

durdurma eylemi BMC Holding önündeki direnişlesürüyor.

BMC işçileri 25 Şubat’ta gerçekleştirdiklerieylemle haklarını alıncaya kadar eyleme devamdediler. BMC’nin de sahibi olan Çukurova Holding’inLevent’teki binası önünde gerçekleşen eylemdeişçilerin coşkusu dikkat çekti. Eylemde açılışı TürkMetal Anadolu Yakası Şube Başkanı Halil Erdağıyaptı. Gösterilen desteği selamlayan Erdağı, Türk-İş’ebağlı sendikaların yöneticilerinin de eyleme katıldığınıbelirtti. Eyleme TÜMTİS’e üye oldukları için iştenatılan ve direnişlerinin 255. gününe gelen DHL işçileride katıldı.

Eylemde Türk Metal Genel Başkanı Pervul Kavlakda bir konuşma yaptı. Kavlak işçilere İstanbul’agelinen gün bir maaş ödemenin yapıldığını söyleyip 1Mart gününe kadar kalan ödemelerin de yapılacağını,eğer yapılmazsa eylemlerin artacağını söyledi.“Üretmek ve kazandırmak istiyoruz” diyen Kavlak,sözlerini sosyal diyalog çabasını sürdüreceklerini ifadeederek bitirdi.

DHL işçilerikorsan sendikaya karşı yürüdü

Almanya merkezli kargo ve lojistik tekeli DHLLojistik’te 255 gündür sendika hakkı için direnişlerinisürdüren TÜMTİS üyesi işçiler İstanbul Esenyurt’tailerici ve devrimci güçlerin de desteğiyle 24 ŞubatPazar günü coşkulu ve kitlesel bir yürüyüşgerçekleştirdi.

DHL yönetiminin baskılarının yanı sıra sendikalörgütlenme mücadelesini kırmak amacıyla devreyesokulan korsan sendika Taşıma-İş’in de protestoedildiği yürüyüşte mücadele kararlılığı dile getirildi.

Öğle saatlerinden itibaren Köyiçi’ndetoplanmaya başlayan kitle DHL’nin Esenyurt’takiaktarma merkezi önüne yürüdü. İşçilerin aileleriyleberaber katılım sağladığı yürüyüşte “DHL’de işçikıyımına sendika düşmanlığına son!” pankartıaçıldı.

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu’nun“Sendika düşmanlığına, korsan sendikaya geçitvermeyeceğiz! DHL’de direniş kazanacak!”pankartıyla yer aldığı yürüyüş boyunca “Korsansendika istemiyoruz!”, “İşbirlikçi sendika

istemiyoruz!” ve “Baskılar bizi yıldıramaz!”sloganları sıkça atıldı. Yapılan konuşmaların ardındanDHL önünde halaylar çekildi.

TKP, ÖDP, Mücadele Birliği, EMEP, UİD-DER’indestek verdiği eylemde DİSK’e bağlı Gıda-İş ve Türk-İş’e bağlı Tek Gıda-İş’in yöneticileri de yer aldılar.

Hey Tekstil yürüyüşleri sürüyorHey Tekstil işçileri 23 Şubat’ta Taksim’de

yaptıkları yürüyüşle, gasp edilen haklarını talep ettiler.379 günden beri haklarını arayan işçiler, basınaçıklamasında hırsız Aynur Bektaş’ın neden burjuvasiyasetçilerce korunduğunu sordular.

Eyleme katılan Kazova işçileri adına SerkanGümüş de söz alarak bir konuşma yaptı. Gümüş, hiçbirgerekçe gösterilmeden işten atıldıklarını belirterek,Hey Tekstil işçileri ile birlikte yürüyüşlerekatılacaklarını, alacakları için direnmeye kararverdiklerini belirtti. Gümüş, Kazova Tekstil’de 90işçinin işten çıkarıldığını, 4 aylık ücretlerin vetazminat haklarının verilmediğini belirtti.Konuşmaların ardından eylem sonlandırıldı.

Ayhan Sezer İşçileriİstanbul Mega Center’da!

Bandırma’da kurulu bulunan Ayhan Sezer YağFabrikası’nda sendikalı oldukları için işten atılan 18işçi fabrika önünde başlattıkları eylemlerini 57.gününde Ayhan Sezer’in yönetim bürosununbulunduğu İstanbul Bayrampaşa’daki Mega Center’ataşıdı.

“Ayhan Sezer Senin Karnın Tok Ben Açım,Çocuğumu Okula Gönderemiyorum, İşimi Geriİstiyorum / Ayhan Sezer İşçileri” yazılı pankart açanişçiler, alışveriş merkezi içerisinde, konuşmalarladireniş süreçlerini anlattılar. Daha sonra dışarı çıkanişçiler kapı önünde bekleyişe başladılar. Balıkesir-Bandırma’da Çanakkale asfaltı üzerinde 13. km’dekurulu bulunan Ayhan Sezer Yağ Fabrikası’nda çalışanişçiler, Öz Gıda-İş Sendikası’nda örgütlenmeleri ile 31Aralık 2012 tarihinde 5 işçi işten atıldı. İşçilerinfabrika önünde direnişe başladılar. 8 Ocak 2013tarihinde 7 kişi daha işten çıkarıldı. 29 Ocak tarihinde6 işçi daha işten atıldı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Sınıf Kızıl Bayrak * 13Sayı: 2013/09 * 1 Mart 2013

25 Şubat 2013 / Levent

27 Şubat 2013 / Bomonti

İşçi ve emekçi eylemlerinden...

Page 14: Kızıl Bayrak 13-09

Sınıf14 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/09 * 1 Mart 2013

Kartal Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü’ne bağlıolarak çalışan taşeron işçileri yaptıkları eylemsonrasında ücretlerini aldılar. Daha önceleri bu konudamuhataplarıyla görüşemeyen işçilere eylemin ardındanücretleri ödendi.

Aynı sorunu yaşayan kazı alanında çalışan işçiler debu olayın ardından iş bırakma kararı almışlardı. Bukararı duyan belediye yönetimi hızlı bir şekildeburadaki işçilerin ücretlerini de aynı gün akşamsaatlerinde ödemek durumunda kaldı.

İşçiler şimdilik geçen ayın ücretlerini almış olsalarda birkaç gün sonrasında bu ayın ücretlerinin ödemezamanı gelecek. Geçmiş süreçte yaşananlardüşünüldüğünde ise Kartal Belediyesi’nde bütünişçilerin ücret alacakları noktasında yaşanan sorunlardevam edecek gibi görünüyor. Tabi bu durum karşısındaişçilerin eylemlilikleri de sürecektir. KartalBelediyesi’nde taşeron firmalara bağlı olarak çalışanişçiler maaşlarını alamıyorlar. Sürekli olarak bu sorunuyaşayan ve çeşitli bölümlerde çalışan işçiler hemmaaşlarını alabilmek hem de gaspedilmeye çalışılan birdizi hakkını koruyabilmek ve sendikasızlaştırmasaldırısına karşı durabilmek için iş durdurma, basınaçıklaması vb. eylemlerle tepkilerini ortaya koyuyorlar.

Daha önceleri DİSK Genel-İş Sendikası’nda örgütlüolan Kartursaş ve Karyapsan firmalarında çalışan işçileryaptığı eylemlerle gündeme gelirken artık bu sorunlarKartal Belediyesi’nde çalışan bütün taşeron işçilerineylemsel tepkilerine konu oluyor. Bir süre önce Altaşfirmasına bağlı temizlik işçilerinin yer yer yaptıkları işdurdurma eylemlerinden sonra şimdi de Fen İşleriMüdürlüğüne bağlı taşeron işçiler yaklaşık iki aydıralamadıkları ücret hakları için iş bıraktılar. İş bırakanişçilere Genel-İş üyesi işçiler de destek veriyorlar.

Emekçiler öfkeli

Kartal Belediyesi’nde çalışan sendikalı vesendikasız işçilerden gerçekleştirdikleri iş durdurmaeylemine dair görüş aldık.

- 55 gündür alacaklarımız duruyor. Bugün işdurdurmamızın sebebi bu. Sadece alacaklarımızındışında çalışma koşullarımızda hiçbir şey düzgün değil.Şu an sabahtan itibaren işi durdurduk ama idarikadrodan kimse bizimle görüşmedi. Muhattabımızıbekliyoruz. Ücret ve çalışma koşullarımız sadecebugünlük değil. Bizi yaklaşık 2 yıldır iki farklı şirketegeçirdiler, bir ay dışında düzenli ücretlerimizi alamadık,hep geciktirdiler. Karyapsan şirketinden Kartursaş’ageçirdiler. Kartusaş’ta ise ihalelerimizi hep kısa süreli (3ay) yapmak istediler ve daha ne olacağı tam olarak bellideğil. Bu da sendikal mücadelenin önünde hep engelolarak kaldı.

- Kartal Belediyesi CHP’li. Bizler de taşeronda amasonuç olarak belediyenin işlerinde çalışıyoruz. Böyle birsiyasal partinin bir dönem propaganda olarakyüklendiği bir sorundu taşeronluk sistemi. Buna karşımücadeleyi önüne koymuştu ancak göstermelik bir çokşey ile yetindi. Burası bunun en büyük örneğidir.Taşeronluk rantını birilerine dağıttı. İki şirketbünyesinde çalıştık tam iki yıl boyunca maaş ve sosyalhak konusunda hep sıkıntı ve maaş kesintisi yaşadık. Vebu şirketler belediyenin işlerini ihaleyle alıyorlar.

- Taşeron sisteminde örgütlenmenin ve yan yanadurmanın binbir zorluğu var. Bizlere düşen çok fazlaşey var. Ama bu tür işlerde işe alımda memleket,

mezhep ayrımı çok oluyor. Herkes kendi tanıdığını işealdırıyor. Sonrasında hak aramaya geldiğinde ise bunlarkarşımıza çıkarılıyor. Belediye’nin bir çalışanı ‘sizinnefesiniz kokuyordu biz işe aldırdık’ diyebiliyor. Böylebir cüreti bulabiliyor kendinde.

- Daha önceki çalışmalarımızda da maaşlarımızdabir çok kesinti oluyordu. Bunun nedeninisorduğumuzda ise dişe dokunur bir yanıt alamıyorduk.Bir ay çalışıyoruz mesela bordroda üç hafta olarakgeçiyor, hep kesmişler.

- Aslında bizim yaşadığımız sıkıntının bir çok yönüvar. CHP’nin Taşeronluk karşıtı söylemleridoğrultusunda belediyelerde uygulamalar başlatıldı. Buuygulamaların temelinde ise bizlerin hakları yok sayıldı.Mevcut taşeronlar Başkan eliyle sendikalaştırıldı. Süreççok istedikleri doğrultuda gitmediği için de sürece dahilolmamak için başka politikları hayata geçirmeyeçalışıyorlar. Niyetleri çok açık hak gaspları ve ücretkesintileri ile sendikal süreci sekteye uğratmak

istiyorlar. Bizlerin kanını emecek bir düzlemi korumakniyetindeler. Bu sürece girişleri birazda siyasi rant eldeetmekti. Karşı taraf aynı doğrultuda yaklaşmadığı içinsendikal süreci sonlandırmaya çalışıyorlar.

- Elbette ücretlerimiz almak istiyoruz, bir iki gündeödeneceği söyleniyor ama muhattabımızın direk bizesöylediği bir durum değil bu. Bugün iş durdurdukbunun temel nedeni muhattap bulabilmek. ÇünküKartal’da bu sorunu bu alanda tek biz yaşamıyoruz.İlerideki zamanda herkes bunu tartışmak zorunda ve heryönü ile önünde bulacak. Şirket ve kadrolularlayönlendirilen bir süreç var, daha öncede böyleydi.yanlışprojelerin sonuçlarını bize ödetmeye çalışıyorlar.İşçilerin birliğini sağlayabilmek, biz bir arada netdurmamızı sağlayabilirsek bu bizim için kazanım olur.Bunun için hem bizim hem sendikamızın hemdedışarıda bu meseleye duyarlı kurumların desteğineihtiyacımız var.

Kızıl Bayrak / Kartal

Kartal Belediyesi işçileri kazandı

“Dayanışma bizim için çok önemli!”

Nakliyat-İş’te örgütlendikten sonra işten çıkartılan Yurtiçi Kargo işçileri işe geri dönmek ve sendikalhaklarını kazanmak için direnişe geçmişlerdi. Yurtiçi Kargo Kadıköy Şubesi’nin önünde 36 gündür direnişteolan işçilerle konuştuk...

- Direnişe geçme sürecinizi anlatır mısınız? Selehattin: Ben 19 senedir burada çalışıyorum. İşlerimiz yıllardır çok yoğun ve bu şubede biz 18 kişi

çalışıyorduk. Sabah 8.30’da mesaiye başlıyorduk ve akşamın bir saati olmuyordu. İşimiz ne zaman biterse ozaman çıkıyorduk. 22.30’a kadar varıyordu bazen mesaimizin bitimi.

Abdullah: Burada maaşlar asgari ücretin altında aslında. 7 yıldır burada çalışıyordum. 1000 TLalıyordum, bundan geçim indirimini, mesaileri de çıkardığında aldığımız ücret asgari ücretin altında oluyor.Buna itiraz ettik. Bundan altı ay önce Şube müdürümüz istifa etti, ciro kurtarmıyor diye. Agenta’ya geçişyapıldı. Bizlere aynı maaş ile devam edeceğimiz söylendi ama 6 ay sonra çıkarttılar. Sendikal çalışmayürütüldü. Eylül ayında sendikal çalışma açığa çıktı ve işten çıkartıldık.

Selehattin: Elbette işten çıkartılırken sendikal faaliyet yüzünden çıkartılıyorsunuz demediler bize. İşdaralmasına gidiyoruz dediler. Bu kadar yoğun çalışırken ve her yerde Yurtiçi Kargo işçi alımı yaparken bizesunulan bahaneydi. Bizlerde arkamızı dönüp gitmek yerine direnişe geçtik.

- Direniş sürecinde ne tür baskılarla karşılaştınız ve içeride ne gibi değişiklikler oldu?Abdullah: Öncelikle bizler direnişe geçtikten sonra kimse işten çıkartılmadı. Bu bizim için önemliydi.

İşten çıkartmaların önüne geçebildik şu an için tabi ki. Bunun dışında biz ilk gün buraya geldiğimizde dörtkişi kapının önüne geldik. Kargo arabası yük indiriyorken bizi görünce durdurttular ve şube belirli bir saatekadar kapalı kaldı. Sonrasında sivil polisler geldi. Biz burada durmak noktasında ısrarcı olduk ve burdayız.İçerideki arkadaşlarımızı kırmaya çalışıyorlar. Müdürlere merkezden talimat gelmiş herkes kendi kapısınınönünü temiz tutacak diye. Caydırma politikaları uyguluyorlar arkadaşlarımıza. Maaşlarına 300 TL ek parayatırılmış, kredi borcu olanlara ise 3000 TL kredi teklif edilmiş. Sendikal üyelikleri durdurmak amaçlı.Sendikal üyeliklerden vazgeçse bile arkadaşlarımız, bir süre sonra bize olan durum onlara da olacak kapıönünde bulacaklar kendilerini.

Selehattin: Biz direnişe geçtikten sonra otamatik sisteme geçildi. Çıkış saati net olarak belirlendi ve osaatte çıkmaya başlıyorlar. Bu da bizim için önemli bir olay.

- Direniş süresince eylemsel olarak neler yaptınız?- Öncelikli olarak yasal olarak suç duyurusunda bulunduk. Mahkemeye başvurduk. Haramidere,

Çayırova ve Kadıköy’de eylemler yaptık. En son geçtiğimiz hafta Fransız Başkonsolosluğu’ndan görüşmetalep ettik ve görüşme talebimize cevap gelmedi. Bizlerde sesimizi duyurmak için Fransız Geopost dağıtımşirketinin binasının çatısına çıktık. Bunun dışında Yurtiçi Kargo müşterilerine çağrılarda bulunduk.Yaşadıklarımızı anlattık ve boykot çağrısı yaptık. Burada beklerken bile bazı müşteriler sorunca bize neyapıyorsunuz orada diye anlatıyoruz. Başka kargolara gidiyorlar.

- Okurlarımıza iletmek istediğiniz bir şey var mı?- Bizler haklarımız için buradayız. Bizlere destek olsunlar. Yurtiçi Kargoyu kullanmasınlar. Ve nerde

olursa olsun haklarını korusunlar. Dayanışma bizim için çok önemli.Kızıl Bayrak / Kartal

Page 15: Kızıl Bayrak 13-09

Kızıl Bayrak * 15SınıfSayı: 2013/09 * 1 Mart 2013.

İzmir’de Nisan başında gerçekleştirilecek olan“İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği için Sınıfa KarşıSınıf Kurultayı” çalışmaları kapsamında 23 ŞubatCumartesi günü bir tanıtım toplantısı yapıldı. Toplantıöncesinde bir çok sendikal ve demokratik kitleörgütleri ve temsilcilerine davetiye bırakılarak kurultaytanıtım toplantısına çağrı yapıldı.

Toplantıda ilk olarak güncel siyasal gündemleredeğinilerek, sermaye devletinin son süreçteki baskı veterör uygulamalarına dikkat çekildi. Böylesi birsüreçte, emperyalizme ve şoven histerilere karşı sınıfıbirliğe çağıran bir kurultayı örgütlemenin öneminedeğinildi.

Daha sonra İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği içinSınıfa Karşı Sınıf Kurultayı deklarasyon metni bir tekstilişçisi tarafından okundu. Kurultayın amaç vehedeflerinin anlatıldığı deklarasyon şu çağrıyla sonbuldu: “Bu düşüncelerle toplayacağımız İşçilerin birliğihalkların kardeşliği için Sınıfa Karşı Sınıf Kurultayı’natüm sınıf kardeşlerimizi katılmaya, sözünü söylemeye,kurultay çalışmalarında bizzat yer alarak destekolmaya çağırıyoruz. Öyle ki kurultay salonlarımızemperyalizme ve işbirlikçilerine karşı sınıfımızın birliğive kardeşliğimizin gücüne sahne olsun. Sömürüsüz,eşit, özgür bir ülke ve dünya mücadelesi için atılan tokbir adım olsun.”

“Özgürlük ve Eşitlik Beyannamesi”

Deklarasyonun ardından kurultay hazırlık komitesiadına bir konuşma gerçekleştirildi. Kurultayın önsürecinin politik ve pratik ayağı hakkında bilgi verilenkonuşmada bir buçuk aylık zaman diliminde, farklıaraçlarla işçi ve emekçilerin kapısının çalınacağı veemekçilerin emperyalist saldırganlığa karşı, ayrımcı-şoven politikalara karşı birlik ve kardeşlik zeminindebuluşmaya, sınıf mücadelesine katılmaya çağrılacağıilan edildi.

“Kurultayımız, emperyalist savaş, devlet terörü veKürt sorununda sınıfsal bir temelde işçilerin birliğini vehalkların kardeşliğini örgütlemek için mütevazi biradımdır” denildi.

Konuşmada süreç boyunca etkin bir araç olarakkullanılacak olan özgürlük ve eşitlik beyannamesinedair ise şunlar söylendi:

“Emekçi semtlerinden, fabrika kapılarına, tanıtımstandlarından işçi toplantılarına Özgürlük ve EşitlikBeyannamesi etrafında işçi ve emekçileri buluşturmaksermaye devletinin her türden azgınca saldırganlığınıgösterdiği bu günlerde, temel görevimizdir.Kurultayımızı da aşan bir çalışmayla yaygın bir işlevesahip olduğunu düşündüğümüz özgürlük ve eşitlikbeyannamesi, İzmirli işçi ve emekçilerin yanısıra, ilerici,demokrat, devrimci ve sendikal kamuoyuna daaçılacak, ‘işçilerin birliği ve halkların kardeşliği’temelinde bir dayanışma örülecektir.”

Konuşmaların ardından soru cevap bölümünegeçildi. Bu bölümde, BDP İzmir İl Örgütü adına da sözalınarak, “Türkiye’nin güncel sorunlarını da işleyen birpolitika izliyorsunuz. Çalışmalarınızdan vemücadelenizden dolayı sizleri kutlar, desteğimiziesirgemeyeceğimizi bildiririz.” denildi.

İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği için Sınıfa KarşıSınıf Kurultayı tanıtım toplantısı son olarak kurultayadestek ve güç verme çağrısı ile son buldu.

Ankara Ankara İşçi Bülteni “İşçiden İşçiye”, Sincan ve

çevredeki sanayi bölgelerinde çalışan işçilerin yoğunolarak kullandığı servis noktalarına dağıtıldı.Dağıtımlar esnasında işçilerle sermaye devletininSuriye’ye yönelik saldırgan tutumu üzerine sohbetlergerçekleştirildi. Ayrıca İşçiden İşçiye’nin işçilerin birkürsüsü olduğu dile getirilerek sorunlarını, öneri vegörüşlerini bülten çalışanlarına e-mail yolu ileiletebilecekleri belirtildi.

8 Mart’ta alanlara!

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü çalışmalarıkapsamında Sincan, Fatih, Elvankent ve 12. Cadde’deemekçi kadınlar Devrimci 8 Mart Platformu’nun 10Mart Pazar günü yapacağı eyleme çağırıldı. Evtoplantıları, ev ziyaretleri ve yerel 8 Mart etkinlikleriörgütleniyor, belirlenmiş fabrikalarda 8 Marttoplantıları gerçekleştiriliyor.

Kurultay hazırlıkları

Ankara’da gerçekleştirilecek İşçilerin BirliğiHalkların Kardeşliği için Sınıfa karşı Sınıf Kurultayıiçin Sincan’da Kurultay Hazırlık Komitesi oluşturuldu.Yapılan ilk KHK toplantısında kurultay deklarasyonumetni okunarak metin üzerinden tartışmalar yürütüldü.

İşçi sınıfının şovenizmle zehirlenmeye çalışıldığıvurgulanarak sermaye devletinin Suriye-Ortadoğu’yayönelik müdahalesi tartışıldı ve buna karşı sınıfınbağımsız devrimci tutum alması gerektiğinin altıçizildi. Ayrıca bu sorunlar ile ilgili ilerleyen günlerdeSincan’da bir panel yapılması kararlaştırıldı. KHKtoplantısının haftalık olarak yapılacağı, 7 Nisan’dayapılacak olan Ankara İşçi Kurultayı’nda Sincanyerelinden katılımın ne şekilde örgütleneceği ve ayrıcakurultayda yapılacak konuşmaların çerçevesi üzerineçeşitli tartışmalar yapıldı.

Kızıl Bayrak / İzmir- Ankara

Sınıf devrimcilerinin sınıfa yönelik devrimcifaaliyeti çeşitli gündem ve araçlar temelinde devamediyor.

AdanaYoğun bir emek sömürüsünün yaşandığı, iş

güvencesinin olmadığı, uzun süreli çalışmanın zorunluolduğu ancak işçilerin önemli bir bölümününsigortasının bile yapılmadığı Ortadoğu Alüminyum’dakölelik düzeni hüküm sürmeye devam ediyor.

Yüzlerce işçi bu zor koşullarda çalışmaya mecburedilirken en temel haklarından dahi mahrumbırakılmaktalar. Ortadoğu Alüminyum ve LaraCam’da işçilerin alın terini sömürerek saltanat sürenpatron ve uşakları ise kasalarını dolduran bu acımasızçarkların eskisi gibi dönmesini istemekteler.

25 Şubat Pazartesi günü Adana Hacı SabancıCamii yanından servislerine binmek için beklemekteolan Ortadoğu işçilerine Adana İşçi Bülteni’nin sonsayısını dağıtan Sanayi İşçileri Derneği (Sİ-DER)çalışanı patron uşaklarının saldırısına uğradı. Ayrıcapatron uşakları saldırı sırasında bültenleri de alıp kaçtı.

Saldırı ile ilgili açıklama yapan Sİ-DER temsilcisişunları söyledi: “Bu saldırıların sınıf devrimcilerinisindiremeyeceği gibi işçi sınıfının bilinçlenmesinin deönüne geçemeyecektir.”

“İşçileri koyun sürüsü zannedip, şimdiye kadar

başlarına diktiği çobanları vasıtasıyla onlarıgüttüklerini sananlar, kendi fabrikalarında da o nasırlıellerin yakalarına yapışacağı günleri görecektir.İşçileri el pençe görmeye alışkın olanlar, bu ellerinhakları için birleştiğinde nasıl bir yumruk olacağınımutlaka anlayacaklardır.”

İstanbulTuzla’da devrimci sınıf faaliyeti Metal İşçileri

Bülteni’nin işçilere ulaştırılması ile devam ediyor.Tuzla Organize Sanayide bulunan sendikalı,sendikasız fabrikalara iş çıkışlarında Metal İşçileriBülteni ulaştırılıyor. MESS kapsamındaki yerlerdeyapılan dağıtımlarda satış sözleşmesine karşı işçilermücadele etmeye çağırılıyor.

Kızıl Bayrak / Adana - İstanbul

Devrimci sınıf faaliyetlerinden...

Kurultay çağrısı büyüyor

Page 16: Kızıl Bayrak 13-09

CMYKCMYK

Parti, sınıf, devrim bağlamında önderlik sorunu: Gerek gündelik siyasal mücadelenin başarısı,

gerekse tarihsel ölçekte gündeme gelen bir devriminzaferi devrimci önderlikle kopmaz bağlara bağlıdır.Parti, içerisine girmiş olduğumuz “devrimler dönemi”tespitini yaparken bunu özel olarak öne çıkarmış,güncel planda Mısır, Tunus vb. coğrafyalarda yaşanangelişmeler üzerinden tüm yönleri ile meseleyi ortayakoymuştur. Dolayısıyla yeni devrimci çalkantılarınbizleri beklediği, sınıf ve kitle hareketlerinin giderekdaha kapsamlı ve karmaşık bir mahiyette karşımızaçıkacağı bu yeni döneme hazırlık süreci, “devrimciönderlik” eksenli yürütülecek tartışmaların da maddi-sınıfsal temelini oluşturmaktadır.

Yeni bir kongre platformunda “önderlik”kapsamında yürütülecek tartışmaların bir başka hareketnoktası ise, konuyla ilgili III. Parti Kongresi’ndetanımlanan görevler ve saptanan hedefler olmalıdır.Ara dönemde katedilen mesafe ve sorun alanları ancakbu yaklaşım üzerinden ortaya konulabilir.

Bu bağlamda IV. Parti Kongresi’nde önderliksorunu şu başlıklar üzerinden ele alınabilir:

a. Bütün bir parti çalışmasının politik ve örgütselhedefler doğrultusunda yönetilmesi, yönlendirilmesi.Bu kapsamda MK şahsında merkezi önderlik sorunu.

b. İnisiyatifli, kendine yeten yerel önderliklersorunu.

c. Sınıf ve kitle hareketine müdahale ve önderlikedebilme sorunları. Bu yönüyle son yıllarda gündemegelen yerel direnişlere yönelik müdahale veönderlik edebilme sorunları.

a. Merkezi önderlik

Sınıflar mücadelesinde “merkezi karargahın” kritikönemi, mücadelenin seyri ve geleceği açısından

tuttuğu yer tartışmasızdır. Bütün bir partinin stratejikhedefler doğrultusunda konumlandırılmasındangündelik politik-örgütsel çalışmanın gerekleriüzerinden harekete geçirilmesine kadar çok geniş birsorumluluk alanına sahip olan merkezi önderliğin,içerisine girmiş bulunduğumuz “devrimlerdönemi”nde çok daha karmaşık ve kapsamlısorumluluklarla yüzyüze gelmesi kaçınılmaz olacaktır.

Buradan hareketle tartışma iki başlıktatoparlanabilir. İlki mevcut koşullar üzerinden partiçalışmasının ihtiyaç duyduğu merkezi önderlik düzeyi.İkincisi, geleceğe hazırlık bakımından MK’nın heraçıdan güçlendirilmesi.

Verili koşullar üzerinden ihtiyaç duyulan merkeziönderlik sorununa III. Kongre’de derli toplu birçerçeve çizilmiş, sorun şu şekilde tanımlanmıştı:“Güvenli biçimde konumlanmış, politik açıdan olduğukadar teknik açıdan da dinamik ve esnek çalışmakoşullarına sahip, kendi içinde ideolojik ve ruhsalbakımdan güçlü bir biçimde kenetlenmiş bir merkezikarargah, halihazırda partinin örgütsel açıdan birbaşka temel önemde ihtiyacıdır.

- Bu çerçevede merkezi parti yayınlarının tam vefiili yönetimi;

- Canlı bir örgütsel iç yaşam ve dinamik biçimdeyönlendirilen bir parti örgütü için olmazsa olmaz koşulolan düzenli iç yazıların/genelgelerin/yazılıtalimatların süreklileştirilmesi;

- Parti adına kamuoyuna merkezi açıklamaların veözellikle de kitlelere hitap eden politik bildirilerinyeterli yoğunlukta süreklileştirilmesi;

- Gelinen yerde rayına oturmuş bulunan örgütselrapor mekanizmasından amaca en uygun ve en işlevselbiçimde yararlanılabilmesi;

- Bu sayede partinin karşı karşıya bulunduğu somutsorunlar ile çalışma içinde edindiği deneyimlerin

sürekli biçimde genelleştirilmesi ve gerisin geri örgütesunulabilmesi;

- Yine bu sayede partideki her önemli aksaklığayöntemli biçimde ve vakit yitirilmeksizin, zamanında vedoğru biçimde müdahale edilebilmesi vb...”

Aradan geçen zaman dilimi içerisinde kimi yönleriile bir mesafe katedildiği somut olgular üzerindenifade edilebilir. Toplam parti çalışmasının önünüaçmak doğrultusunda partiye sunulan düzenli raporlar,geride kalan dönem içerisinde gündeme gelen siyasalgelişmelere dair en başta MYO üzerinden ortayakonulan temel değerlendirmeler, partide niteliksorununa yönelik gerçekleştirilen politik-örgütselmüdahalelerin giderek pratikleştirilmesi (Parti Okulusüreçleri) yönünden atılan adımlar, bu açıdan katedilenmesafenin somut örnekleri olarak önümüzdedurmaktadır. Ortaya çıkan sonuçlardan öteye bu yönlübir ısrarın olduğu açık bir gerçeklik.

Fakat atılan bu adımlar yeterli midir? Sorumlulukalanlarının genişliği düşünüldüğünde mevcut MK, III.Kongre’de tanımlanan düzeyi yakalayabilmiş midir?Merkezi karargahın konumlanışı üzerinden tanımlanan“politik önderliğe dayalı çalışma tarzı” gereğinceoturtulabilmiş midir? Nitel bakımdan ele alındığında,toplam parti birikimi mevcut MK tarafından gereğincedeğerlendirilebiliyor mu? Dahası, verili birikimin dahaileri bir düzeyden yeniden üretim süreçleri gereğinceişletilebiliyor mu? Bu birikime de dayanarak MYO,PYO, raporlar vb. politik önderlik araçları ihtiyacayanıt verecek düzeyde kullanılabiliyor mu? Merkeziönderliğin iç işleyişi ve uyumu III. Parti Kongresi’ndetanımlanan düzeye çekilebilmiş midir? Ve son olarakMK’nın niceliği toplam parti çalışmasının ihtiyaçlarıdüşünüldüğünde yeterli midir?

İşte IV. Kongre’nin merkezi önderliktartışmalarında açıklık sağlaması gereken sorularbunlardır. Zira geride kalan dönem içerisinde atılananlamlı adımlara rağmen, III. Kongre’de tanımlanançerçeve düşünüldüğünde, kimi yetersizliklerinolduğunu ifade etmek gerekiyor.

Buna göre:

Politik önderliğe dayalı çalışma tarzı ve işlevkaymaları?

II. Parti Kongresi partinin toplamını kesen sorunalanlarını mevcut çalışma tarzıyla ilişkisi içerisinde elealmış, partide “politik önderliğe dayalı çalışmatarzının” oturtulmasının en kritik halka olduğunu tespitetmiş ve bunu da “en başta parti merkezinin bunauygun konumlanması ve bu konuma dayanarak toplamparti çalışmasının politik açıdan önünün açılabilmesi”olarak tanımlanmıştı. Partide deneyimlerin, tutumlarınve kaygıların ortaklaştırılmasının en temel koşulununbu tarz bir konumlanış ve çalışma tarzından geçtiğitüm yönleri ile ortaya konulmuştu. Bu konuda merkeziönderlik şahsında gündelik koşuşturmanın, buradankaynaklanan işlev kaymalarının ortadan

TKİP IV. Kongresi sunumları...

Önderlik, örgüt ve

Önderlik, örgüt ve 16 * Kızıl Bayrak * Sayı: 2013/09 * 1 Mart 2013

Page 17: Kızıl Bayrak 13-09

kaldırılmasının kritik önemi vurgulanmıştı. Geride kalan dönem içerisinde MK üzerinden

böylesi bir konumlanış ve çalışma tarzının gereğinceoturtulamadığını ifade etmek gerekiyor. Bir öncekidönemin oturmuş alışkanlıkları kadar MK’nınniceliksel darlığı, bununla birlikte parti çalışmasınınçok yönlü ihtiyaçları, yer yer MK şahsında hedeflenenkonumlanış ve çalışma tarzını oturtmayı zorasokmaktadır. Bu durum önceki dönemde tanımlanan“işlev kayması” sorununu bir kez daha gündemegetirmektedir.

Burada sorun elbette tek başına nicel darlıkla izahedilemez. Fakat partimizin yerel örgütlerinin,kadrolarının ve kimi alan çalışmalarının verili zayıflığıgöz önüne alındığında, MK’nın buradan kaynaklananihtiyaçları karşılamaya yönelik her türlü pratik girişiminicel darlıkla birleştiğinde işlev kayması türündensorunları gündeme getirilebilmektedir.

Yeni kongre platformunda amaca uygun ve işlevselbir merkezi önderlik kurumunu şekillendirebilmek içinöncelikle bu sorun çözüme kavuşturulabilmelidir.Diğeri ise, yeni dönemde MK kesin bir tutumlatanımlanan işleyiş ve konumlanışı hayata geçirmekararlılığı ile hareket etmelidir. Uygulamadankaynaklanan sorunlar ve geçmiş döneminin izleriancak böylesi bir kararlılıkla aşılabilir.

Politik önderlik araçlarının tam ve fiili yönetimi:Bütün bir partinin siyasal hedefler doğrultusunda

yönlendirilmesi ve yönetilmesi sözkonusu olduğunda,başta MYO olmak üzere çeşitli merkezi araçlar eşsizbir yer tutmaktadır. Bu araçların amaca uygun veişlevsel kullanımı elbette bütün bir parti işleyişiüzerinden karşılık bulabilir. Fakat sözkonusu olantoplam parti çalışmasına yön vermek, yönetmekolduğunda, MK’nın bu türden araçları daha etkinkullanımı büyük bir önem taşıyor. Sorun III.Kongre’de şu yaklaşım üzerinden ele alınıyor: “Yenidönemde MK, tam da parti tüzüğümüzün öngördüğügibi, belli aralıklarla partiye düzenli olarak raporvermekle kalmamalı, bundan daha önemli olarak, içyazılar ve genelgelerle partiyi yönlendirmeli, bunlarıpartide bir iç yaşam ve iletişim birliği kurabilmeninetkili araçları olarak kullanabilmelidir.”

Geride kalan üç yıllık dönem içerisinde partiyesunulan düzenli raporlar ve genelgeler kongre iradesidoğrultusunda atılan önemli adımlar olmuştur.Hedeflenen çalışma tarzı ve konumlanışı oturtmakaçısından işlevsel sayılabilecek bu adımlarıntamamlayıcı boyutu parti yayınlarının MK tarafındandaha etkin ve işlevsel kullanımı olacaktır. Konu yenibir parti kongresinde yayınlar başlığı altındatartışılacağı için burada ayrıntısına girmeyeceğiz.

Fakat parti yayınlarının, özellikle MYO’nun,merkezi önderlik tarafından partiye müdahale ve yönvermek açısından yeterince değerlendirilemediğinivurgulamak yerinde olacaktır. III. Kongre’nin ardından

yapılan müdahalelerle daha düzenli çıkartılmayabaşlanılan MYO yeni dönemde parti merkezitarafından daha etkin bir şekildedeğerlendirilebilmelidir. Zira düzenli olarak her ayçıkan bir Merkez Yayın Organı parti toplamınasistematik olarak müdahale etmenin, yön vermenin,partinin toplamını kesen sorunları enine boyuna yinepartiyle tartışmanın ve tartıştırmanın en temel zeminiolacaktır. Gündelik koşuşturmaların, o toplantıdandiğerine katılmanın dışına çıkabilmek, en başta partiyayınlarını daha işlevsel kullanmakla ve buna uygunbir konumlanışla mümkün olacaktır.

İdeolojik-politik önderliğin gerçekleştirileceğiaraçları yeni dönemde zenginleştirebilmek (teorikyayın vb.) ise ayrı bir tartışma konusudur.

b. İnisiyatifli ve her açıdan kendisine yetenyerel önderlikler sorunu:

Önderlik sorunları kapsamında yeni bir partikongresinde üzerine durulması ve önümüzdeki dönemiçerisinde mesafe katedilmesi gereken en kritik halkainisiyatifli yerel örgütler sorunudur.

Geride kalan dönem içerisinde bu açıdan durumnedir, katedilen mesafe ve sorun alanları nelerdir?

Yerel önderlikler ve nitelik sorunu: Partimizin yerel önderlik kurumlarının (en başta il

ve bölge örgütleri olmak üzere) nitelik bakımındanzayıflıkları henüz gerçek anlamda bir çözümekavuşabilmiş değildir. Nitelik sorunu ise her şeydenönce ideolojik düzey ve politik kavrayış planındakarşımıza çıkmaktadır. Bunun kendisi yerellerdeyürütülen parti faaliyetini ideolojik-politik-pratik birçerçevede ele almayı güçleştirmekte, dolayısıyla buzayıflık alanı toplam çalışmanın sonuçlarına da

yansımaktadır. İdeolojik donanım sorunu hala yerel önderliklerin

“politik kavrayışa dayalı bir çalışma tarzını” gereğinceoturtamamasının en belirleyici halkasıdır. Ziraideolojik donanım her şeyden önce inisiyatif vemüdahale gücü demektir. Yeni dönemde amaca uygunbir çalışma tarzını oturtmak için öncelikle yerelönderliklerin politik niteliğini ileri çekmeyibaşarmalıyız.

Sorunun çözümü üzerinden son dönemde partininöne çıkardığı eğitim faaliyeti hala amaca uygun birzemine kavuşturulmuş durumda değildir. Eğitimsorunu parti merkezinin yönlendirmesi ya da PO gibisüreçler üzerinden zaman zaman yüklenilen bir alanolsa da gündelik siyasal yaşamda gereğinceuygulandığını ve bir sistematiğe kavuşturulabildiğinisöyleyemeyiz. Sorun büyük oranda uygulama gücününzayıflığında kendisini göstermektedir. Buna yerelönderlik kurumlarında konumlanan az sayıda insanlabir dizi işi hayata geçirme uğraşının yarattığızorlanmalar eklenebilir. Son olarak yerel kadrolarınkendi kendisini eğitme noktasında “ısrargösterememesi” eğitim sürecini zaafa uğratan bir başkaetkendir.

Bunun için başta il ve bölgeler olmak üzere herparti örgütünün, dahası her bir kadronun ihtiyaçları vegerçeklikleri gözetilerek “denetlenebilir bir eğitimprogramı” çıkarılmalıdır. Bir başka ifadeyle partideeğitim faaliyeti kendiliğinden yürüyen bir süreçolmaktan çıkarılmalıdır. Eğitim çalışmasının denetimide ancak bu yolla mümkün olacaktır.

Bu konuda şunlar önerilebilir: Parti Okulu süreçleri katılan güçler üzerinde, gerek

partiyle bağlarını güçlendirmek, gerekse moraldeğerlerin yükseltilmesi bakımından anlamlı sonuçlar

CMYKCMYK

e kadro sorunları

e kadro sorunları Sayı: 2013/09 * 1 Mart 2013 * Kızıl Bayrak * 17

TKİP IV. Kongresi, saptanmış gündemlere bağlı olarak kongre öncesi süreçte Kongre Hazırlık Komisyonları tarafından hazırlanan sunumlar üzerindençalışmalarını yürütmüştür. Sunumlar parti kongresine bir ön tartışma platformu oluşturmak üzere hazırlanmıştır. Dolayısıyla kongrenin kendi değerlendirme ve

kararlarına yalnızca bir ilk hareket noktası oluşturmak işlevine sahiptirler. Burada yayınladığımız metin Örgütsel sorunları konu alan sunumlardan biridir...

Page 18: Kızıl Bayrak 13-09

Önderlik, örgüt ve kadro sorunları18 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/09 * 1 Mart 2013

yaratmıştır. Tam da buradan ele alındığında, benzerisüreçleri bizzat faaliyet alanlarına taşımak, hem eğitimçalışmalarını planlı bir çabaya konu etmek hem depratikleştirmek ve denetleyebilmek açısından anlamlıolacaktır. Güvenliğin sağlandığı koşullarda her yerelparti örgütü kadro adayı güçleri kapsayacak biçimdeyılda iki sefer 6 aylık programlar üzerinden eğitimçalışmalarını hayata geçirebilir. Burada müfredatınhazırlanması kritik bir yerde durmaktadır. Bu açıdanparti merkezinin yönlendirmesi ve müdahalesi işlevselolacaktır.

Parti örgütü ve kadrolarının eğitimini denetlemeninve müdahale etmenin koşulu her şeyden önceayrıntısıyla sürece hakim olmaktır. Bu yönüyle partidesüren eğitim çalışmalarının tüm ayrıntıları raporlardaortaya konulmalı ve parti merkezi sistematik olarakbilgilendirilmelidir. Böylelikle kadroların nasıl bireğitim çalışması içerisinde olduğu, eğilimleri ve ilgialanları daha kolay anlaşılacak, dahası müdahale veyönlendirme olanakları doğacaktır.

Yerel önderlikler, çalışma tarzı ve örgütsel işleyiş:Başta il ve bölge örgütleri olmak üzere her bir yerel

önderlik kurumunun sorumlu olduğu alanlarda etkinbir çalışma yürütebilmesi başarılı bir örgüt çalışmasıve işleyişinden ayrı ele alınamaz. Zira inisiyatifli vekendisine yeten bir yerel önderlik herşeyden öncekolektif bir zemin üzerinden şekillenebilir. Bu açıdan,son parti kongresinde de bir kez daha vurgulandığıgibi, bütün bir parti çalışmasının örgüt zeminlerinekavuşturulması en kritik halka olarak önümüzdeduruyor. Burada kastedilen biçimsel bir örgütselşekilleniş değildir. Yerel önderliklerin kadro bileşeni,buradan hareketle niteliği kadar görev alanları,güçlerin dağılımı ve elbette çalışma tarzı büyük birönem taşımaktadır.

Gelinen yerde yerel örgütlerin çalışma tarzı veörgütsel işleyişi üzerinden şunlar ifade edilebilir:

III. Parti Kongresi’nden bugüne öncelikle ilörgütleri olmak üzere temel parti örgütlerinin düzenlitoplantı zeminlerine kavuşturulması özel olarak öneçıkarılmış, bütün bir örgüt çalışmasının en temelhalkası olarak tanımlanmıştı. Burada düzenli veişlevsel toplantılara dayalı bir çalışma tarzını oturtmakiçin başta il örgütleri üzerinden belli adımların atıldığıifade edilebilir. Fakat alt bölge örgütleri üzerinden bukonuda yer yer zorlanmalar yaşanabilmekte, olanaklaraçısından yaşanan darlık ve güvenli mekanlar bulmasorunu, örgüt çalışması ve toplantı süreçlerini zamanzaman zora sokabilmektedir.

İK toplantılarının belirli bir periyoda oturtulmasıgeride kalan süreç açısından anlamlı olmuştur. Gelinenyerde bu toplantıların içerik ve ön hazırlık açısındangüçlendirilmesi, buna uygun zaman ve zeminlerinyaratılabilmesi önemli bir yerde durmaktadır. Zirayoğunlaşan süreçlerde il toplantılarına ön hazırlıkyapabilmek zorlaşmaktadır. Yine kadrosal darlık

İK’larda konumlanan kadroların bir dizi işle bir aradailgilenmesine yol açmakta ve bu da toplantı süreçlerinehazırlık yapmanın önünde bir engeledönüşebilmektedir. Bunun kendisi yine çalışma tarzısorununu önümüze getirmektedir. Doğru çalışma tarzıen başta doğru bir politika, doğru bir planlama, doğrubir konumlanma ve doğru bir işbölümü demektir. Tümbunları yerel önderlik kurumlarında oturtamadığımızkoşullarda belli bir periyotlarla yapılan toplantılariçerik açısından güçlendirilemeyecektir.

Yerel önderliklerin örgütsel yapısı:Her açıdan kendisine yeten yerel önderlik

kurumları, öncelikle buna yanıt verecek nitelikte vesayıda kadro bileşeni demektir. Sorunun nitelikboyutunu yukarıda açmış olduk. İşin öbür boyutu yerelönderlik kurumlarında yaşanan niceliksel darlıksorunudur. Sorumluluk alanlarına hakim ve yeterlisayıda kadrodan yoksun kalındığı sürece kendisineyeten yerel önderlik kurumlarını var edebilmekmümkün olmayacaktır. Zira her açıdan bütünleşmiş,çalışma alanına hakim, kendisine yeten yerelönderlikler en başta buna uygun güçler, buna uygun birkonumlanış ve buna uygun çalışma tarzı demektir.

Buradan hareketle diyebiliriz ki, yerel önderlikkurumlarının bileşenleri üzerinden yaşanan kadrosaldarlık çözülmeyi bekleyen temel bir sorun alanımızdır.Çünkü bu darlık amaca uygun çalışma tarzınıoturtmaktan örgütsel işleyişe kadar bir dizi alanıdoğrudan kesmekte ve olumsuz anlamdaetkilemektedir. İl ve bölge çalışmalarının genişliği veçok yönlü ihtiyaçları düşünüldüğünde, fazlasıyla sınırlıbir kadro bileşeni ile bu alanlara yöneldiğimizi ifadeedebiliriz.

Dolayısıyla IV. Parti Kongresi’ni takip eden yenidönemde “dağılma değil yoğunlaşma, stratejikönceliklere dayalı çalışma” kaygısını pratikleştirmek,güçlerin dağılımını bu temel yaklaşım üzerindenyeniden şekillendirmek, örgüt çalışmasını amacauygun bir zemine kavuşturmak açısından kritik birönem kazanmaktadır. Güçleri ve örgütleri politik-örgütsel hedefler üzerinden ayrıştırma veyoğunlaştırma bakışı üzerinden bir örgütseldüzenlemeye gitmek önümüzde çözülmeyi bekleyenbir görev olarak durmaktadır.

Yerel önderlik kurumlarının örgütsel yapısındayaşanan sık düzenlemeler bir başka sorun alanıdır. Zirasorumluluk alanına hakim olmak örgütsel bir sürekliliküzerinden şekillenebilir. III. Kongre sürecinden bugünegündeme gelen farklı ihtiyaçlar, düşman saldırıları,tutuklamalar vb. üzerinden yaşanan ara düzenlemelerİK ve diğer yerel önderlik kurumlarının bileşenlerinindeğişmesine vesile oldu. Bu türden sirkülasyonlarçalışmanın oturtulmasını geciktirebilmekte, zamanzaman yerel örgütlerin iç yapısı ve işleyişini deetkilemektedir. Önümüzdeki dönemde olağanüstügelişmeler yaşanmadığı sürece bu türden birsirkülasyondan kaçınmak, yerel örgütlerin sorumluluk

alanlarına nüfuz etmeleri ve hakimiyet kurmalarıaçısından önemlidir.

Yerellerde politik önderlik araçlarının işletilmesi:Parti olarak III. Kongre’den bugüne politik

önderliğe dayalı çalışma tarzını partinin her alanındave her kademesinde oturtmayı özel bir kaygı halinegetirmiş bulunuyoruz. Fakat bu kaygı ile pratiğin aynıparalellikte ilerlediğini söylemek zor.

Bunu en başta yerel parti örgütlerinin mevcuttablosu üzerinden ifade edebiliriz. Kimi yerellerde III.Kongre’nin ardından bu yönlü girişimlerdebulunulmuş olsa da sürekliliği sağlanabilmiş değil.Sorumluluk alanları çerçevesinde yerel raporlar,dönem değerlendirmeleri, kadrolara yönelik özelmetinler bu ara dönemde yeterincedeğerlendirilememiştir. Durumun kendisi elbette yerelönderliklerin mevcut politik düzeyinden bağımsız elealınamaz.

Bu durumun kendisi MYO, PYO gibi merkezi partiyayınlarının kullanımına da yansımıştır. Yerel partiörgütlerinin merkezi yayınlara katkısı hala da sınırlıkalabilmektedir.

Sınıf hareketine önderlik sorunu:Sınıf hareketine önderlik sorunu elbette mevcut

sınıf ve kitle hareketinin verili tablosu ve sınıfçalışmamızın durumundan bağımsız ele alınamaz.Bütün bunlar kongre platformunda sınıf çalışmasıbaşlığı altında tartışılacağı için burada sorunun belliyönlerine değinmek yeterli olacaktır.

Sınıf hareketine önderlik sorunu her şeyden öncesınıfla devrimci bir zeminde bütünleşme, III. PartiKongresi’nin tanımıyla “sınıf eksenli parti” konumunakavuşma sorunudur. Bu asgari anlamdagerçekleştirilemediği oranda parti olarak harekete fiiliönderlik edebilme olanaklarından yoksun kalmakkaçınılmaz olacaktır. Elbette bu bir süreç sorunudur.

Fakat gelinen yerde sınıf cephesinden parçalı daolsa gündeme gelen kimi hareketlenmelerlebuluşabilme, buralardan mevziler edinebilme ve bizzatiçerisinde yer aldığımız eylemli süreçlere, direnişlereyönelik müdahaleler bugün için partinin sınıfhareketine önderlik misyonun sınandığı alanlar olarakönümüzde durmaktadır. Son üç yılın deneyimleri partiolarak bu alanda hala yürünmesi gereken bir yololduğunu göstermektedir.

Sorun yukarıda, merkezi ve yerel önderliklerkapsamında ortaya konulan sorun alanları ile kopmazbağlarla bağlıdır. Zira sağlam bir merkezi karargah, heraçıdan kendisine yeten inisiyatifli yerel önderliklerinşa edilemeden, güncel planda sınıf ve kitlehareketine önderlik edebilmek de mümkünolamayacaktır. İşin bu boyutunu yukarıda açmış olduk.Diğeri başarılı bir sınıf çalışması sorunudur. Sınıfiçerisinde kökleşme ve mevziler tutma sorunudur.

Önümüzdeki süreçte bu iki yönlü sorumluluk alanıüzerinden paralel bir şekilde mesafe katedebilmekkritik bir yerde duruyor. Bu yarın gelişecek sınıf vekitle hareketinin devrimci önderlik ihtiyacınıyanıtlayacak bir hazırlık anlamına geliyor.

Güncel planda parti olarak yapılacaklarınçerçevesi:

* Sınıf cephesinde yaşanan her türlü gelişmeyepolitik planda açıklıklar getirmek, yol göstermek.

* Toplumsal-siyasal ölçekte yaşanan gelişmeler,gündemler üzerinden sınıf adına, sınıf partisi olaraksöz söylemek. Toplumun karşısında bu misyon veiddia ile çıkabilmek.

* Sınıf cephesinde gelişen fiili eylem ve direnişlerepolitik olduğu kadar fiili bir önderlik düzeyi ortayakoyabilmek. Güç ve imkanları dinamik bir şekildebuna uygun düzenlemek ve konumlandırmak.

Örgütsel Sorunlar KomisyonuTemmuz 2012

Page 19: Kızıl Bayrak 13-09

Kadın Kızıl Bayrak * 19Sayı: 2013/09 * 1 Mart 2013

“Özgürlük, eşitlik ve sosyalizm mücadelesindeDevrimci Kadın Kurultayı”, 10 Şubat 2013 günü,İstanbul’da Petrol İş Sendikası Konferans Salonu’ndabaşarıyla gerçekleştirildi. Kurultaya, kadın ve erkekemekçilerin oluşturduğu yüzlerce kişi katıldı.

Yaklaşık üç ayı bulan Devrimci Kadın Kurultayıhazırlık süreci, başta İstanbul olmak üzere birçokkentte emekçi kadınlara yönelik mücadele çağrısıüzerinden şekillendi. Yanı sıra reformizme vefeminizme karşı ideolojik mücadelenin yükseltildiği,devrimci bakışaçısının net bir biçimde ortayakonulduğu bir çalışma olarak örgütlendi.

Kurultay kapsamında sunulan tebliğlerde kadınsorununa ilişkin marksist bakış özlü bir biçimdeortaya konulmuş, tebliğler üzerine yapılankonuşmalarda ise kadınların yaşadığı güncel sorunlarile buna karşı mücadele perspektifi ele alınmıştır.

Kurultayımız, kadın sorunu ve kadının kurtuluşmücadelesine ilişkin şu tespitlerde bulunmuştur:

- İşçi sınıfının ideolojisi olan bilimsel sosyalizm,kadının sınıfsal ve cinsel ezilmişliğinin kaynağına vebu kölelikten kurtulmanın yollarına ışık tutar.

- Kadın sorununun temel bir toplumsal bir sorunolduğunu ortaya koyan Marksizm, tüm diğer temeltoplumsal sorunlarda olduğu gibi kadın sorununda dagerçek ve köklü çözümün, bu sorunu yaratantoplumsal koşulların yok edilmesiyle olanaklıolacağını ifade eder. Bu nedenle toplumsal düzeninürettiği sonuçlara karşı değil, temellerine karşımücadeleyi esas alır.

- Kadın cinsinin “tarihsel yenilgisi”, özelmülkiyetin ortaya çıkması, sınıflı toplumlarınoluşmasıyla başlar. Kadın-erkek arasındakieşitsizliğin bu başlangıcı, iktisadi temelde cinsiyetfarkı tanımaksızın efendi-köle eşitsizliği olarakortaya çıkan ilk sınıfsal ilişkilerin bütünlüğü içindeele alınmalıdır. Bu açıdan, kadın sorunu basitçe kadınile erkek arasındaki özel bir sorun olmayıp,toplumsal-sınıfsal nitelikte bir sorundur.

- Kadın sorununun tarihsel ve sınıfsal özünü yoksayan, kadının ezilmişliğinin nedenlerine ve kökenine

bakma yeteneğinden yoksun olan feminizm, sorunuyalnızca kadının cins olarak ezilmişliği üzerinden elealmakta, dolayısıyla sorunun sınıfsal boyutunu inkaretmekte, kadın-erkek eşitliğini de kapitalist düzentemeli üzerinde biçimsel hakların elde edilmesineindirgemektedir.

- Sınıf ilişkileri, yani toplumsal koşullar yoksayılarak, cinsler arası ilişkiler açıklanamaz.Marksist dünya görüşü kadın sorununu ve cinslerarası ilişkileri sınıfsal temelleriyle ele alır. Cinsiyeteşitsizliğinin, sınıfsal eşitsizliğe dayalı toplumsalsistemden kaynaklandığını ortaya koyar.

- İşçi sınıfının kılavuzu olan bu dünya görüşü,kadının kurtuluşunun yegane yolunun, kadın-erkekişçi ve emekçilerin özel mülkiyet ve sömürüye dayalıkapitalizme karşı sınıfsal temelde birleşerekmücadele etmesinden geçtiğini söyler.

- Kapitalist sistem kadın sorununu kendisindenönceki sınıflı toplumlardan devralmış, onu kendiegemenlik ve sömürü ilişkilerinin yeni koşullarınauyarlamıştır. Kadının kölelik zincirlerini yenileriniekleyerek, sorunu daha da derinleştirmiştir.

- Eşitsizlik ve sömürü ilişkilerine dayalı olankapitalizmden kurtuluş, kadını-erkeğiyleörgütlenmiş işçi sınıfının önderliğinde gerçekleşecekolan sosyalist devrimle mümkün olacaktır.

- Sosyalizm mücadelesinde, işçi ve emekçikadınların özgün sorunlarına dayalı demokratiktalepleri ile sınıfsal talepleri arasındaki bağ doğru birbiçimde kurulmalı, nihai kurtuluşun sosyalizmlemümkün olduğu perspektifi, kadının özgül sorunlarıüzerinden bir mücadelenin önemini zayıflatan bir roloynamamalıdır. Diğer yandan, işçi ve emekçikadınların gündelik acil demokratik talepleriüzerinden mücadelesi örgütlenirken, sosyalistpropaganda çalışması bunun olmazsa olmaz birboyutu olarak ele alınabilmelidir.

- Kadının kurtuluşu için, özel mülkiyetin ortadankalkması, yani sınıflı toplum düzeninin son bulmasıgerekmektedir. Kadının kurtuluşu için izlenmesigereken yolu bizlere Ekim Devrimi ve Sovyetler

Birliğideneyimi göstermektedir. Siyasiiktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesi ileinsanın insan tarafından sömürülmesine ve özelmülkiyet düzenine son verecek sürecin önünü açanSosyalist Ekim Devrimi, kadının tarihselezilmişliğinin temellerini ortadan kaldıracak olan ilkadımları da hızla atmıştır.

- Emekçi kadın çalışması, işçi kadının cinseleşitsizlik ve ezilmişlikten gelen özgül sorunları ilesınıfsal sorunlarını birleştirmek durumundadır.Sınıfın ortak sorunları ve çıkarlarının ötesinde, işçikadınların cinsel ezilme ve sömürülme konumdangelen özgül sorunları ve ihtiyaçları vardır. Bubütünlük kurulmadan, kadın sorunu çerçevesindebaşarılı bir mücadeleyi örgütlemek mümkün değildir.

- 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, kapitalistdüzenin özellikle emekçi kadınlar üzerindeki çiftesömürü ve baskısına karşı devrimci başkaldırının veuyanışın simgesel bir günü olarak tarihte yerinealmıştır. Uzun bir dönemdir 8 Martlar reformistgüçler tarafından bu sınıfsal ve devrimci özü yoksayılarak kutlanmaktadır. 2013 8 Martı’nınöngünlerinde, işçiler, emekçiler, ilerici-devrimcigüçlerin devrimci bir 8 Mart zemininde tutumalmalarını sağlamak yakıcı bir ihtiyaçtır.

Sınıf devrimcileri olarak, Devrimci KadınKurultayı’ndan aldığımız güçle, özgürlük, eşitlik vesosyalizm mücadelesini büyüteceğiz.

Devrimci Kadın KurultayıŞubat 2013

Devrimci Kadın Kurultayı Sonuç Bildirgesi:

“Özgürlük, eşitlik, sosyalizm”

6 Nisan 2008 / Kadıköy

Page 20: Kızıl Bayrak 13-09

Kadın Sayı: 2013/09 * 1 Mart 201320 * Kızıl Bayrak

Kapitalizmin azgın sömürüsü, eşitsizliği, baskısı veşiddeti zamanla birçok işçi kadını bir araya getirdi.Emekçi kadınların hem sınıfsal hem de cinselkimliklerinden ötürü maruz kaldıkları sömürüye veeşitsizliklere karşı başkaldırılarına yol açtı. 8 Mart1857 yılında Amerika’daki işçi kadınlar “10 saatlikişgünü” talebiyle alanlara çıktılar. Ve böylelikleproletaryanın kapitalistlere karşı sürdürmüş olduğusınıf mücadelesinde cesurca en ön saflarda yeraldıklarını göstermiş oldular. 8 Mart 1886’da yineAmerika’daki tekstil işçisi kadınların “eşit işe eşitücret”, sendika ve oy hakkı için başlatmış olduklarımücadele de azgın bir devlet terörüne maruz kaldı.Yüzü aşkın kadın işçi hunharca yakılarak katledildi.

Kapitalistlerin gerçekleştirmiş olduğu bu vahşikatliamlar ne proletarya hareketini engelleyebildi ne deişçi kadınların özgürlük ve eşitlik talepleri ile bumücadele içerisindeki konumlarını geriletebildi. 8Mart 1908’de New York’ta işçi kadınlar, bir kez dahaeşitlik ve özgürlük talepleriyle alanları doldurdular.

İşçi ve emekçi kadınların mücadelesi ile tariheyazılan 8 Mart, II. Enternasyonal’in 1910 yılındagerçekleşen II. Uluslararası Sosyalist KadınlarKonferansı’na taşındı. Clara Zetkin, 8 Mart’ın “DünyaKadınlar Günü” olarak kutlanmasını önerdi ve bu öneridoğrultusunda her yıl Mart ayının belirli günlerinde“kadınlar günü” kutlanmaya başlandı.

1921 yılında Moskova’da Nadejda Krupskaya veClara Zetkin’in de katıldığı II. Uluslararası KomünistKadınlar Konferansı toplandı. Konferansta, 1917 Şubatdevriminin ilk kıvılcımını çakan Petrograd’lı tekstilişçisi kadınların tüm işyerlerinde birden 8 Mart’taçıktıkları grevlere ve direnişlere ithaf edilerek 8Martlar’ın dünyada “Emekçi Kadınlar Günü” olarakkutlanmasına karar verildi. O günlerden bu yana 8Martlar, “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” adıylasosyalist ülkelerde resmi tatil olarak, diğer ülkelerdeise komünist, sosyalist ve ilerici güçlerin öncülüğündedüzenlenen etkinliklerle kutlanıyor.

Devrim ve sosyalizm mücadelesinde8 Mart’ın yeri

8 Mart’ın tarihine ve çıkışına kaynaklık edenolaylara baktığımızda 8 Martlar’ın uluslararası işçihareketine ve sosyalizme ait olduğunu görürüz. 8 Mart,özel mülkiyet ve artı-değer sömürüsüne dayalıkapitalist düzenin, kadın cinsi ama özellikle de emekçikadınlar üzerindeki çifte sömürüsü ve baskısına karşıdevrimci başkaldırının ve uyanışın simgesel bir günüolarak tarihte yerine almıştır. Bu anlamıyla 8 Mart,kadının tarihsel yenilgisine tıpkı kendinden öncekitoplumsal düzenler gibi kapitalizmin de çözümbulmadığı ve bulamayacağının bir ilanıdır. Ama aynızamanda sorunun kalıcı çözümü yönünde sosyalizmeulaşma arzusuyla kapitalizme karşı bir savaş çağrısıdır.

Nitekim daha o dönemde yapılan kutlamalarabakıldığında “oy hakkı”, “eşit işe eşit ücret”, “8 saatlikiş günü”, “analık hakları” gibi taleplerin yanı sıra,“emperyalist savaşların son bulması” gibi taleplerin dedile getirildiği görülmektedir.

Fakat II. Enternasyonal’in I. Emperyalist PaylaşımSavaşı ile açığa çıkan utanç verici oportünizminekaynaklık eden teorik yaklaşım ve sınıfsal tutum,Sosyalist Kadın Hareketi içerisinde ve kadın sorununuele alışta da yansımasını buldu. Bu ayrışma sonucunda,Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün artık resmen 8Mart’ta kutlanmasına ilişkin kararın alındığı 1921tarihli II. Uluslararası Komünist KadınlarKonferansı’nda komünist kadın hareketininyönergeleri belirlendi. Bu yönergelerle ilgili olarakClara Zetkin, cinsiyet köleliğinin ve sınıf köleliğininnedeninin son tahlilde özel mülkiyet olduğunu vekadınların tam kurtuluşunun ancak ve yalnızca üretimaraçları üzerindeki özel mülkiyetin kaldırılması veonların toplumsal mülkiyete dönüştürülmesi ilegüvence altına alınabileceğini ifade etmektedir.Proletaryanın devrimci sınıf mücadelesi olmaksızınkadınların gerçek ve tam kurtuluşunun, kadınlar bumücadeleye katılmaksızın kapitalizminparçalanmasının, sosyalist yeniyi yaratmanınolanaksızlığını belirtmektedir.

Bu tarihsel deneyimden de anlaşılacağı üzere;bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarakkutladığımız güne vesile olan kadın cinsininezilmişliği sorunu ve onun çözümü, Marksizm’ibenimseyenler için her zaman bir devrim sorunuolarak ele alınıp kavranmıştır. Bu anlamıyla 8 Mart’ındevrimci özüne ve mirasına bağlı kalmak Marksizm’eve devrime bağlı kalmaktır aynı zamanda.

Türkiye’de 8 Mart’ın tarihçesi:

Türkiye’deki ilk 8 Mart kutlaması, 1921 yılında II.Uluslararası Komünist Kadınlar Konferansı’nda alınankarar doğrultusunda Türkiye Komünist Partisi (TKP)tarafından “Emekçi Kadınlar Günü” adıylagerçekleştirildi. Kutlama, kurtuluş savaşınınzorluklarıyla boğuşan emekçi kadınların talepleriyle veKemalist burjuvazi tarafından katledilen Mustafa

Suphi ve yoldaşlarının anılması üzerinden bir toplantışeklinde düzenlendi. Bundan sonra uzun yıllarboyunca yasaklanan 8 Mart, 60’lı yıllarda başlayansosyal ve siyasal uyanışın etkisiyle 1975 yılında tekrarkutlanmaya başlandı.

Bu arada 1975 yılı, dünya genelinde yaşanan sınıfmücadeleleri ve devrimci atmosferin basıncıylaBirleşmiş Milletler tarafından “Dünya Kadın Yılı” ilanedilmişti. Birleşmiş Milletler, 16 Aralık 1977’de ise 8Mart’ın her yıl “Dünya Kadınlar Günü” olarakkutlanmasını kararlaştırdı. Aradan 50 yıl geçtiktensonra alınan bu karar proleter kadınların ve sosyalisthareketin kadınlara sağladığı yeni bir kazanım oldu.Emperyalist kapitalizm açısından ise 8 Mart’ın tarihselkökeninden ve devrimci özünden kopartılıp, sistem içibir hale dönüştürülmesine yönelik ideolojik ve politikbir manevraydı.

Fakat Türkiye’de sınıf ve sol hareketin yükselişi 8Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün devrimciözünden koparılmasına yönelik adımları boşa

Devrimci Kadın Kurultayı tebliğleri / 3

8 Mart’ın tarihsel-sınıfsal önemive tutumumuz

Page 21: Kızıl Bayrak 13-09

Kızıl Bayrak * 21KadınSayı: 2013/09 * 1 Mart 2013

düşürüyor, etkinlik, anma ve kutlamalarda kadın işçilerintalepleri, ABD ve NATO’nun protestosu, emperyalizmin,faşizmin ve darbelerin lanetlenmesi gibi siyasal taleplerlebirleşiyordu. Sosyal mücadelenin yükseldiği koşullarda 8Martlar devrimci içeriğine ve özüne uygun bir şekildekutlanıyordu.

1980 askeri faşist darbesinin ardından 8 Martlar’ınyeniden alanlarda kutlanması ise, sınıf ve kitlehareketinde yaşanan yeni bir çıkışla ’90’ların başındamümkün olmuştur. ’90’ların ortalarına kadar 8 Martlar,devrimci demokrat hareketler tarafından devrimciiçeriğine ve özüne sadık kalınarak kutlanmaya çalışıldı.Gazi Direnişi ve 96 Ölüm Orucu süreci sonrasındadevrimci harekette yaşanan kırılma, Kürt hareketindedüzen içi çözüm arayışlarının yaratmış olduğu tasfiyeciideolojik basınçla birleşince birçok alanda olduğu gibi 8Mart kutlamaları ve kadın sorununu ele alışta da liberal-reformist yaklaşımları öne çıkaran koşullar oluşmayabaşladı. Bu da 8 Martlar’ın “erkeksiz kutlanması” gibiucube bir yaklaşım üzerinden kendini göstermiş oldu.Başta komünist hareketin ilkesel duruşu ve yaklaşımı ileküçük burjuva devrimci demokrat grupların tüm tasfiyecibasınca karşın “devrim iddiasını” az çok koruduğu dönemboyunca, “Devrimci 8 Mart Platformu” gibibirlikteliklerle bu dayatmalara karşı duruldu ve direnildi.Bu, düzen-devrim ayrışmasının 8 Mart şahsında daifadesini bulan bir yansımasıydı.

2000’li yıllara gelindiğinde sermaye devletinin F tipisaldırısı ve Kürt hareketinin İmralı süreci üzerindendevrimci demokrat hareketler üzerinde yaratmış olduğuyeni tasfiyeci basınç, zaten yapısal zaaflar içeren küçükburjuva devrimci gruplar şahsında devrim iradesinin veiddiasının gittikçe yitirilmesine yol açtı. Bu irade yitimikadın sorununu ele alış ve 8 Mart’ın devrimci özüne vemirasına sahip çıkma noktasında da kendini gösterdi.

Feminist grupların liberal-reformist gruplarlaoluşturdukları blok ve bu bloğa Kürt hareketinin de destekvermesi, küçük burjuva devrimci demokrat hareketinsınırlı sayıdaki son mirasçıları şahsında da yalpalamalarayol açtı. Bazıları şahsında ilk başlarda “her iki 8 Mart’a”katılmak üzerinden yansıyan bu ilkesiz tutum, zamanla buara konumdakileri ayrıştırarak, safların daha danetleşmesine yol açtı. Liberal-reformistlerin vefeministlerin oluşturduğu blok, 2010’lara gelindiğindedevrim iddiası ve hedefinden epeyce uzaklaşmış olanbirçok grubu da içine alarak, uluslararası proletaryahareketi ve sosyalizme ait olan 8 Mart’ı, devrimciözünden ve mirasından yalıtık bir şekilde, cinsiyetkarşıtlığına indirgenmiş “erkeksiz” kutlamalar eşliğindegerçekleştirmeye başladı.

Feminist grupların sol harekete kabul ettirmiş olduğu“erkeksiz 8 Mart” kutlamasının hiç de “masum” birdurum olmadığını, kadın sorununu ele alıştaki ideolojik-sınıfsal derin bir ayrışmanın sonucu olduğunu bir kezdaha vurgulayalım.

Tarihte bu ayrışmanın bir benzeri Rusya’daBolşevikler ve Menşevikler arasında, tam da bu aynınedenle yaşandı. 1913 ve 1914’teki kutlamalarda,Uluslararası Kadınlar Günü’ne sadece kadınlarınkatılmasını isteyen Menşeviklerle, tüm işçi sınıfınınkatılımında ısrar eden Bolşevikler arasında, kadınsorununu ele alıştaki ideolojik-programatik yaklaşımfarkından kaynaklanan bir ayrışmaydı bu.

2013’ün 8 Martı’nı öncelediğimiz bugünlerde 8 Martşahsında yaşanan bu ayrışmada işçilerin, emekçilerin,ilerici-devrimci güçlerin devrimci bir 8 Mart’tan yanataraf olmalarını sağlamak yakıcı bir ihtiyaçtır. DevrimciKadın Kurultayı’nın ardından bundansonra 8 Martlar’ıntarihsel ve sınıfsal özüne uygun devrimci bir çizgidegerçekleşmesi için yoğun bir çaba içerisinde olmayısürdürmeliyiz. Bu bilinçle, başta emekçi kadınlar olmaküzere tüm işçi ve emekçileri kapitalist sömürüye,emperyalist saldırganlığa, baskıya, şiddete ve gericiliğekarşı 8 Mart alanlarında buluşmaya çağırıyoruz.

8 Mart kızıldır, kızıl kalacak!Yaşasın 8 Mart, yaşasın sosyalizm!

Yaklaşan 8 Mart’ı, tarihsel anlamına, sınıfsal özüne vedevrimci geleneğine yakışır bir şekilde kutlamanın özel birönemi var. Böyle bir kutlama, hem sömürü ve kölelik düzenikapitalizme karşı güçlü bir duruş sergilemek, hem de 8 Mart’ınsınıfsal içeriğini boşaltma çabalarına yanıt vermek için gereklidir.

Sermaye sınıfı ile onun vurucu gücü AKP iktidarının tümsaldırıları sınıfsaldır. Tüm icraatları işçi sınıfı ile emekçilerüzerindeki baskı ve sömürüyü arttırmayı amaçlıyor, bundan enbüyük payı ise emekçi kadınlar alıyor. Bundan dolayı işçi sınıfıve emekçilerin, daha özel planda da emekçi kadınların,mücadeleyi “sınıfa karşı sınıf” ekseninde yükseltmelerigerekiyor. 8 Mart, tarihsel ve sınıfsal anlamı olan birmücadele günü olduğu ölçüde de, bugün sermayeiktidarının karşısına “sınıfa karşı sınıf” tutumuyla çıkmakayrı bir önem taşıyor.

Emekçi kadınlar! İşçi sınıfı hareketiyle birlikte gelişen işçi

kadınların mücadelesi 1830’lardan beri devamediyor. 8 Mart’ı bize miras bırakan 8 Mart1857’deki büyük işçi grevinde ise kadın işçiler enöndeydiler. “10 saatlik işgünü”, “eşit işe eşit ücret” gibi taleplerle başkaldıran çoğu kadın 40 bindokuma işçisi, işçi sınıfının mücadele tarihine şanlı bir sayfa eklediler. Sonrasında döneminAlman işçi hareketinin komünist önderlerinden Clara Zetkin’in çabasıyla 8 Mart, 1910’dan beriDünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kutlanmaya başladı.

Bu uzun mücadele tarihi sayesinde hem işçi sınıfı ve emekçiler, hem onun bir parçası olarakemekçi kadınlar önemli kazanımlar elde ettiler. Ancak tıpkı sömürü ve baskı gibi, kadın sorunuda özü itibarıyla yerli yerinde duruyor. Sınıfsal, cinsel, ulusal baskı ve kölelik zincirleriniparçalama mücadelesi yükseltilemeden özgürlük ve eşitliğin yolu açılamıyor. Zira sorunuyeniden ve yeniden üreten sömürü ve özel mülkiyet düzeni kapitalizm yıkılmadan, kadınsorununun köklü ve kalıcı bir çözüme kavuşturulması mümkün değil.

21. yüzyılda AKP iktidarı döneminde, kadın üzerindeki çifte baskı ve sömürü daha dakatmerlenmekle kalmamakta, kadın ortaçağ karanlığına sürüklenmeye çalışılmaktadır. Busüreçte sadece kadın cinayetlerinde görülen akıl almaz artış bile, kapitalist sistemin bu vahimsorunların kaynağı olduğunu ve bunları nasıl yeniden ürettiğini göstermektedir. Tüm bunlar,kadın sorununun ancak toplumsal bir devrimle, yani sorunun temelinde yatan esas nedenortadan kaldırılarak, çözüme kavuşturulabileceğini gösteriyor.

İşçi ve emekçi kardeşler! Emperyalistlerin ve sermayenin hizmetindeki AKP iktidarı işçi sınıfına ve emekçilere azgınca

saldırmakla kalmıyor, gericiliği yaygınlaştırarak cinsiyet ayrımını ve kadına yönelik şiddeti dekörüklüyor. İçeride Kürt hareketine, ilerici devrimci güçlere, direnen işçilere yönelik azgın birdevlet terörü estirirken, dışarıda da komşu halklara karşı savaş kışkırtıcılığı yaparak emekçilerinbaşına yeni belalar sarmaya hazırlanıyor. Suriye’deki yıkıcı savaşın tarafı olan AKP iktidarı, buülke emekçilerinin, ama özellikle emekçi kadınlarının daha çok acı çekmesine neden oluyor.

Komşu halklara karşı emperyalistler adına tetikçilik yapan, sömürü, ayrımcılık, eşitsizlik veşiddeti derinleştiren sermaye iktidarına, ancak işçi sınıfının örgütlü mücadelesiyle durdenilebilir. 8 Mart, özellikle de emekçi kadınlar tarafından böyle bir mücadeleye çağrı kabuledilmelidir.

TKİP, Amerikancı iktidarın savaş kışkırtıcılığına karşı durmak için, sömürü, eşitsizlik, her türlüşiddet, cins ayrımcılığı, ulusal ve mezhepsel baskının kaynağı olan kapitalizme karşı mücadeleyiyükseltmek için, başta emekçi kadınlar olmak üzere tüm işçi ve emekçileri 8 Mart’ta mücadelealanlarına çağırıyor.

Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü!Sınıfsal, cinsel, ulusal, mezhepsel sömürü, baskı ve ayrımcılığa son!Tek yol devrim, kurtuluş sosyalizm!

Türkiye Komünist İşçi PartisiŞubat 2013

Özgürlük, eşitlik ve sosyalizm için...

8 Mart’ta alanlara!

Page 22: Kızıl Bayrak 13-09

22 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/09 * 1 Mart 2013Kadın

24 Şubat günü Manisa BDSP tarafından 8 Mart’ahazırlık kapsamında bir etkinlik düzenlendi.

Etkinlik ön hazırlık çalışmalarının olumluatmosferi etkinlik gününe de yansıdı. Etkinlik,programın oluşturulmasından, etkinlikte kullanılacakaraçlara, sunum başlıklarından etkinlik anına kadartamamen kolektif bir çabanın ürünü oldu.

New York’ta katledilen 129 kadın işçi ve sosyalizmmücadelesinde ölümsüzleşenler adına saygı duruşuylabaşlayan etkinlik, 1850’lerden günümüze kadar Avrupave Türkiye’de yaşanan direniş ve grevlere değinenaçılış konuşması ile devam etti. Konuşmada 1857’deNew York’ta dokuma işçilerinin başlattığı direnişe,1889 Kibritçi kadınların beyaz fosfora karşıörgütlenmeleri ve sendikal mücadeleyle beyazfosforun yasaklanmasına ve Türkiye’de 1873 tarihindeyapılan ilk büyük grevlerden, Tersane grevindeişçilerinin eşlerinin sergiledikleri dayanışmaya kadarcanlı bir anlatım yapıldı.

Açılış konuşmasının ardından kapitalizmde kadınsorunu ve kadınların güncel talepleri başlıklısinevizyon gösterimi yapıldı.

Akabinde Manisa’daki emekçi kadınların

sorunlarını, mücadele yöntemlerini ve araçlarınıtartışmak üzere bir forum gerçekleştirildi.Katılımcıların çoğunun söz aldığı forumda Manisa’daözellikle çalışan kadınların çalışma saatlerinden,üretimde yaşadıkları sorunlardan, okullarda, yurtlardakadınların karşılaştıkları sorunlara kadar pek çokkonuya değinildi.

Forumun ardından BDSP tarafından “kadınsorununun politik arka planı, Ekim Devrimideneyimleri” başlıklı konuşma yapıldı.

Etkinliğe zorunlu mesai nedeniyle katılamayan birişçi, kadın sorunu üzerine metin hazırlayarak katkısundu. Metinde yer alan “Öncelikle hepinizi en içtendevrimci duygularımla selamlıyorum. Her ne kadarkendim aranıza katılamasam da toplumsal sorumlulukbilinci göstererek panelimize katıldığınız için yürektenteşekkür ediyorum…” ifadesi, etkinliğin kollektifruhunu yansıtıyordu.

Program, Ekim Gençliği okurlarının hazırladığı şiirdinletisi ve Grup Eksen’in müzik dinletisi ile sonbuldu.

Kızıl Bayrak / Manisa

Manisa’da 8 Mart etkinliği

Ankara Devrimci8 Mart Platfomu’ndan

eylem duyurusu

Ankara Devrimci 8 Mart Platformu, 8 MartDünya Emekçi Kadınlar Günü programını açıkladı.

8 Mart’ın tarihsel ve sınıfsal özüne uygun olarakkutlanması ve liberal/reformist savrulmalara karşıkızıl 8 Mart bayrağının yükseltilmesi için devrimcigüçler tarafından oluşturulan Devrimci 8 MartPlatformu, 8 Mart vesilesiyle Ankara’dagerçekleştireceği eylemin duyurusunu yaptı.

“Kadına yönelik şiddete, baskıya, gericiliğe,cinsel, ulusal, sınıfsal sömürüye, devlet terörüne,emperyalist savaş ve saldırganlığa karşımücadeleye!” şiarıyla yapılacak eylemde emekçikadınlar bir kez daha mücadeleye çağrılacak.

Ankara Devrimci 8 Mart Platformu’nun eylemprogramı şöyle:

Devrimci kadın tutsaklara kart atma eylemiTarih: 8 Mart - CumaSaat: 11.00Toplanma yeri: Sakarya Meydanı (Yenişehir

Postanesi önü)

8 Mart eylemiTarih: 10 Mart - PazarToplanma yeri: Kolej Meydanı Saat: 13.30

Ümraniye’de 8 Martçağrısına gözaltı

Ümraniye’den sınıf devrimcileri, işçi veemekçileri 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’neçağrı amacıyla Sarıgazi’nin birçok noktasına, İMES,Dudullu OSB’ye ve Baraj Yolu’na afiş çalışmasıyaptılar.

Dudullu bölgesine afiş yapılırken polisin keyfiuygulamalarına maruz kalan sınıf devrimcileri, birsüre bekletildikten sonra, Dudullu Karakolu’nagötürülerek alıkonuldular. Gözaltına alınan iki sınıfdevrimcisinden biri serbest bırakılırken diğeriaranması olduğu gerekçesiyle gözaltında tutuldu.

Kızıl Bayrak / Ümraniye

Gebze’de 8 Martçağrısı

Gebze’de 8 Mart çağırısı yapan sınıf devrimcileripolisin keyfi engelleme ve gözaltı saldırısına maruzkaldılar. “Emperyalist savaşa, sömürüye, eşitsizliğeve şiddete karşı 8 Mart’ta alanlara!” şiarlı BDSPafişlerini yapan sınıf devrimcileri Gebze merkezdepolisin keyfi uygulamaları ile karşı karşıya kaldı.

Afiş yaparken polis tarafından takip edilen sınıfdevrimcileri sivil polislerin saldırısına uğradı.Saldırının ardından ise hiçbir gerekçe yokken resmipolisler tarafından gözaltına alındı. Bir süre alıkonulan sınıf devrimcisi para cezası kesildiktensonra serbest bırakıldı.

Aynı sırada afişe devam eden diğer sınıfdevrimcileri de polis tarafından alıkonularak uzunsüre bekletildi ve para ceza kesildi.

Kızıl Bayrak / Gebze

Kayseri’de emekçi kadınlar 8 Mart’a yürüyor

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü üzerine Kayseri Eğitim Sen Şubesi’nde gerçekleştirilen toplantıda,8 Mart’ın işçi ve emekçi kadınların mücadele günü olduğu ifade edilerek içeriğinin boşaltılması çabalarınakarşı tarihsel anlamına uygun olarak kutlanması üzerine ortak karar alındı.

Toplantı’da 8 Mart Platformu kurulurken, platformun 8 Mart’a hazırlık programı da oluşturuldu. Yapılanplanlama çerçevesinde tüm dinamiklerin azami çaba göstermesi gerektiği belirtildi.

BDSP temsilcisi, geçen yıl Organize Sanayi Bölgesi’ne yönelik bildiri dağıtımı yapılmasınınplanlanmasına rağmen, 8 Mart bileşenlerin planlamaya uymamaları nedeniyle BDSP’nin dağıtım işlemini tekbaşına yapmak zorunda kalmasını eleştirdi. Bileşenler eleştirinin haklılığını dile getirdiler. Bundan böyleplanlanan işlerin zamanında yapılması konusunda anlayış birliğine varıldı.

Yapılan planlama çerçevesinde 1 Mart’ta 8 Mart’ın resmi tatil olması ile ilgili TBMM’ye faks çekilecek.Ayrıca emekçi semtlerinde hazırlık toplantıları gerçekleştirilecek. 8 Mart’ta Kayseri Meydanı’nda kitleselbasın açıklaması gerçekleştirilecek.

Ayrıca 9 Mart’ta İnşaat Mühendisleri Odası’nda bir forum düzenlenecek. Forumda tüm bileşenler 8Mart’a ilişkin düşüncelerini dile getirecekler.

Toplantıya BDSP, KESK Kayseri Şubeler Platformu bileşenleri, EMEP, Devrimci 78’liler Derneği,Kayseri İşçilerin Birliği Derneği, Genel-İş Sendikası Kayseri Şubesi temsilcileri katıldı.

Kızıl Bayrak / Kayseri

Page 23: Kızıl Bayrak 13-09

Kızıl Bayrak * 23Sayı: 2013/09 * 1 Mart 2013 Ortadoğu

Suriye’deki çatışmalar, iki yılını tamamlamaküzere. Gelinen aşamada, halen gücünü koruyabilenBaas yönetimini yıkma planları başarısızlığa uğramışkabul ediliyor. Ancak bu durum, yıkıcı savaştan çıkışınkolay olduğu anlamına gelmiyor. Zira hem MüslümanKardeşler hem kökten dinci silahlı çeteler, Beşar Esadyönetimde kaldığı sürece, savaşı dışlayan siyasiçözümlere karşı çıkacaklarını ilan ediyorlar.

Rusya’nın girişimiyle son günlerde beliren savaşsızsiyasi çözüm umudunu baltalamak için hareket geçenkökten dinciler, patlayıcı dolu araçları Şam’ınmerkezinde havaya uçurarak vahşi katliamlar yapmayabaşladılar. Afganistan, Pakistan ve Irak’taki gibi halkınrastgele katledilmesi, yıkıcı savaşın vardığı boyutaişaret ediyor. Libya’dan, Afganistan’dan,Çeçenistan’dan, Tunus’tan, Suudi Arabistan’dan,Türkiye’den ve daha birçok ülkeden gelen bu katilsürülerinin Suriye’ye girebilmesi AKP iktidarınındolaysız suç ortaklığı sayesinde mümkün olmuştur.Görünen o ki, Suriye halklarının bu beladan kısasürede kurtulmaları kolay olmayacak.

AKP iktidarı Suriye’de akan kanındurmasını istemiyor

Baas yönetimi, iki yıldır her kuşatma ve saldırıyakarşı direnebildi. Ancak Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)adıyla anılan çapulcular ile kökten dinci çetelerietkisizleştirme olanağından yoksun olduğunu dagördü. Dış destek alabildikleri sürece bu güçlerietkisizleştirmenin mümkün olmadığını kabul edenBeşar Esad yönetimi, Rusya’nın da girişimiyle tümmuhaliflerle görüşmeye hazır olduğunu ilan etti.

İşbirlikçi muhalefetin Baas yönetimini yıkmagücünden yoksun olduğunu fark eden ABDemperyalizmi ise, Rusya ile pazarlığa girerek, siyasidiyalogun başlatılmasını kabul etme eğilimine girdi.Yakın zamana kadar Esad’a birkaç hafta ömür biçenPentagon’daki savaş baronlarının hesapları tutmayınca,yani Suriye’yi “ikinci Libya” haline getirmek mümkünolmayınca, istemeyerek de olsa, tutum değiştirdi. Budeğişiklik, ABD güdümünde bulunan Suriye UlusalKoalisyonu’nun şefi Muaz el Hatip’in, Baasyönetimiyle görüşmeye hazır olduğunu ilan etmesinisağladı.

Bu arada el Hatip ve Suriye Dışişleri Bakanı Velidel Muallim Moskova’yı ziyaret ettiler. Her tür şiddetireddeden muhalefetle diyalog halinde olan Rusya da,bu arada ABD ile sorunu pazarlık masasına yatırdı.Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, ABD’limeslektaşı John Kerry’le görüşerek, Suriye’deki krizinaşılmasına köstek olmamasını istedi.

Tüm bu gelişmeler, Baas yönetimiyle muhalifleriarasında diyalogun başlama olasılığının güçlendiğineişaret ediyor. ABD’nin bile şu veya bu nedendendolayı Baas yönetimiyle diyaloga onay vermeeğiliminde olduğu yerde, Tayyip Erdoğan’la müritleridiyaloga şiddetle karşı çıktılar. Tabii Katar emiri veyıllardır beslediği kökten dincilerden korkmayabaşlayan Suudi Kralı da savaş kışkırtıcılığına devamediyorlar.

Yıkıcı savaşın durdurulması için yapılan girişimleri

engelleme çabalarında dolayı Türkiye-Katar-SuudiArabistan üçlüsü, Suriye’de akan kandan, doğrudansorumlu tutulmaya başladı. Son günlerde hem görselhem yazılı Arap basınında Suudi Arabistan ve Katarkralları ile Tayyip Erdoğan’ın adı anılarak, bu üçlününellerinin Suriye halkının kanına bulandığı ifadeedilmektedir.

Müslüman Kardeşler iktidar uğrunasavaşta ısrar ediyor

1980’li yıllarda Baas yönetimiyle giriştiği iktidarsavaşını kaybeden Müslüman Kardeşler, ikinci fırsatıda kaçırmak istemiyor. Bundan dolayı Baasyönetimiyle yapılacak görüşmeleri reddediyor. AncakBeşar Esad’ın yönetimden el çekmesi durumundagörüşmelere katılabileceğini ilan bu dinci-gerici örgütTürkiye-Katar-Suudi üçlüsünün izinden gidiyor.

Dinci-mezhepçi olan Müslüman Kardeşler içinyıkıcı savaşın devam etmesi sorun teşkil etmiyor.Onlar için önemli olan iktidarı ele geçirmektir. Ancakgüçleri buna yetmekten çok uzaktır. Nitekim Türkiye-Katar-Suudi üçlüsünün çok yönlü desteğine rağmen,Müslüman Kardeşler’in iktidara el koyma heveslerikursaklarında kalacak gibi görünüyor.

Tüm Suriye’de olmasa bile, Baas yönetiminindenetimi dışında kalan bölgelerde “geçici hükümet”kurmaya heveslenen Müslüman Kardeşler’in arkasındayine malum üçlü var. Ancak söz konusu bölgelerindaha çok kırsal alanlardan oluşması, bu gericilerin işinizorlaştırıyor. İktidara ulaşamamanın da etkisiylesaldırganlaşan Müslüman Kardeşler, El Kaide’ye bağlısilahlı çetelerin de desteğiyle uzun süre Suriyehalklarının başına bela olabilecek güce ulaşmışgörünüyor. Savaşı Lübnan’a da taşımaya çalışan bugüçler, mezhep çatışmalarını da, pervasızcakışkırtıyorlar.

Türkiye-Katar-Suudi üçlüsünün desteği devamettiği sürece, bu güçlerin belli alanlarda etkili olmasıkaçınılmaz görünüyor. Mezhepçiliği kullanan dinciakım, yazık ki, Sünni kökenli emekçilerin bir kısmınıda gerici emellerine alet edebiliyor. Ancak köktendinci silahlı çetelerle kurduğu ilişkiler ve mezhepçiyapısının teşhir olması, Müslüman Kardeşler’in Suriyemuhalefeti içindeki etkisini zayıflatmış görünüyor. ElKaidecilerle ittifak halinde olan Müslüman Kardeşleritehlikeli kılan şey, dinsel ve mezhepsel çatışmalarıkışkırtma yönünde harcadığı çaba ve bu yönde aldığımesafe.

Laik muhalefet Baas yönetimiyle masaya oturma eğiliminde

Birçok parçaya bölünmüş olan Suriye muhalefetiiçinde laik çizgide duranların oranı yüksek.Sol/sosyalist parti ve örgütlerin de aralarındabulunduğu bu kesimler, Baas yönetiminin halen bellibir kitle desteğine sahip olduğunu kabul ediyor, şiddetireddediyor ve Suriye’yi bu yıkıcı savaştankurtarabilmek için diyalogdan yana tutum alıyor.

Son haftalarda bu kesimin muhalefet içinde dahaetkili olmaya başladığı gözleniyor. Cenevre’de bir

konferans düzenleyen muhalefetin şiddete ve siyasalİslamcılığa karşı çıkan kanadı, Rusya ile de yakıntemas içinde bulunuyor. ABD ile Rusya arasında olasıbir anlaşma durumunda, başını Muaz el Hatip’inçektiği ve emperyalist güçler tarafından yönlendirilenkesimi de diyalog sürecine katılmak zorundakalacaktır. Bağımsız karar alma gücü ve iradesindenyoksun olan bu kesimlerin tutumu, Washington’ınçizeceği çerçeveye bağlı olacaktır. Bu kesimin utançverici iradesizliği, bizzat el Hatip’in birbirine zıttutumlarından da anlaşılıyor.

Bu durumda, Türkiye-Katar-Suudi üçlüsünündesteği devam ederse, Müslüman Kardeşler-köktendinci çeteler ittifakının kendini farklı bir taraf olarakilan etmesi gündeme gelebilir. Üçlünün ABDemperyalizmiyle kurdukları efendi-uşak ilişkisi gözönüne alındığında ise, bunların Pentagon’dan bağımsızbir duruş almaları veya öyle bir durumda bunusürdürmeleri pek olası değil. Dolayısıyla şiddetlisavaşın sona ermesi değil ama yavaşlaması için,Rusya-ABD arasındaki pazarlıktan asgari düzeyde deolsa bir anlaşmanın sağlanması önem taşıyor.

Rusya daha güçlü bir rol oynamaya başladı

Rusya’nın Suriye politikası dengeli görünüyor.Elbette bu politika esas olarak bölgesel çıkarlarınkorunmasına endekslidir. Buna karşın Rusya’nınizlediği politika, laik muhalefet kesimlerininbeklentileriyle belli ölçülerde de olsa çakışıyor. ZiraSuriye’nin içine sürüklendiği kanlı dairedenkurtarılması, dinsel/mezhepsel çatışmalarınyayılmasının önünün alınması, verili koşullarda büyükbir önem taşıyor.

Çatışmanın burjuva akımlar arasında cereyan ettiği,muhalefetin, silahlı da olan bir kesiminin ise, düpedüzortaçağ zihniyetini dayatan bir çizgide olması dikkatealındığında, laik muhalefetin neden Rusya’nınçözümüne tav olduğu kolayca anlaşılır.

Bu yıkıcı savaşın yayılmasının engellenmesi vedinsel/mezhepsel çatışmaların önünün alınmasıSuriye’nin işçileri, emekçileri ve yoksulları için debüyük bir önem taşıyor. Aksi durumda, emekçilerindinsel/mezhepsel çatışmaların tuzağına düşüpbirbirlerini boğazlamaları riski yüksek olacaktır.

Yıkıcı savaşın önünün alınması, dinsel/mezhepselçatışmaların en azından vardığı noktadan daha ilerigitmesinin engellenmesi, Suriye’nin ve bu ülkeemekçilerinin geleceği açısından hayati bir önemtaşıyor. Ancak o koşullarda iş, aş, eşitlik, özgürlük vesosyal adalet talepleriyle başlayan kitle hareketi,yeniden ivme kazanacak koşullara kavuşabilir.

Muhakkak ki, bu merhaleye ulaşılacaktır. Fakatçatışma durumu daha uzun süre devam ederse, ülkeninve emekçilerin yeniden toparlanmaları için uzun yıllargerekecektir. Afganistan, Pakistan, Irak gibi örnekler,yıkıcı savaşların nerelere varabildiğini gösteriyor.Bundan dolayı Suriye’deki her türden savaşkışkırtıcılığına, dinsel/mezhepsel çatışmalara karşıçıkmak ve bu komşu halkın sosyal adalet, eşitlik,demokrasi ve özgürlük mücadelesini desteklemek,ilerici-devrimci güçler açısından önemli bir görevdir.

Suriye’de yıkıcı savaştan çıkış arayışları…

Page 24: Kızıl Bayrak 13-09

Ortadoğu24 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/09 * 1 Mart 2013

Arafat Ceradat’ın, işgalci İsrail ordusu tarafındangözaltına alındıktan altı gün sonra katledilmesi,Filistin halkının biriken öfkesinin patlamasına vesileoldu. Tutsaklarla dayanışma eylemleri devam ederken,İsrail istihbaratının ağır işkencelerine maruz kalanCeradat’ın ölüm haberinin duyulması, gösterilerindaha yaygın, daha kitlesel, daha militan bir halalmasını tetikledi. Batı Şeria’da başlayan eylemler,Gazze Şeridi’ne de sıçradı. Birçok kentte işgalci İsrailaskerleriyle çatışan Filistinliler’in öfkesi, yakındadinecek gibi görünmüyor.

Zindanlar, ırkçı-siyonist rejimin aynasıdır

Bir rejim hakkında fikir edinmenin en kestirmeyollarından biri, hapishanelerinin aynasından yansıyansuretine bakmaktır. İsrail zindanları da, ırkçı-siyonizmin, tüm çirkinliğiyle yansıdığı aynalardanbiridir. Burada ırkçılığın, zorbalığın, keyfiyetin,küstahlığın sınırı yok. Zira bu devlet ne kural ne yasane uluslararası anlaşma tanır. Hal böyleyken, ABDbaşta olmak üzere emperyalist güçler tarafındanhimaye edilmesi, İsrail’in, Filistin halkına karşıpervasızlıkta sınır tanımayan politikalar icra etmesinikolaylaştırıyor.

“Ortadoğu’nun demokrasi vahası” diye pazarlananİsrail, işkencenin kağıt üstünde bile yasaklanmadığı“demokratik” bir devlettir. Keyfi bir şekildetutuklanan Filistinlilere işkence yapmak, İsrailyasalarına göre bir “hak”tır. Dolayısıyla İsrail askeri,polisi, istihbaratçısı duruma göre işkence de yapar,cinayette işler. Ancak bu suçlardan dolayı yargılanmakbir yana, siyonist rejim tarafından “kahraman”muamelesi görür. Tıpkı sokakta cinayet işleyen,işkencecilikte nam salan polislerin Türk devletitarafından terfi ettirilerek ödüllendirilmesi gibi…

Filistinli tutsakların açlık grevinde olduğu, Filistinhalkının zindan direnişiyle dayanışma eylemlerigerçekleştirdiği bir dönemde Ceradat’ın işkenceylekatledilmesi, İsrail devletinin fütursuzluğunun vardığıboyutu gösteriyor. Gerçi cinayet makinesi gibi çalışanİsrail kolluk kuvvetlerinin Filistin halkına karşıişledikleri suçların haddi hesabı bulunmuyor. Bunarağmen Ceradat’ın katledilmesi, İsrail zindanlardakivahşetin uluslararası kamuoyunun gündeminegirmesine vesile olabilir.

Filistinli tutsaklarla ilgilenen örgütler tarafındanyapılan açıklamaya göre İsrail zindanlarında, halen4750’den fazla tutsak bulunuyor. 4500 tutsağın açlıkgrevi devam ediyor. 107 tutsak 20 yıldan berizindanlarda bulunuyor. 160 kişi “idari tutuklu”, yanibir mahkeme kararı olmadan tutuklanmıştır. Kronikhastalığı olan onlarca tutsak var. Tutsaklar arasındaçocuklar, kadınlar, eski bakanlar, milletvekilleri veAhmet Saadet, Mervan Barguti gibi örgüt liderleribulunuyor.

Zindanlar ve gözaltı merkezleri, Filistin’indirenişçi kişiliğini hedef alan birer üs olarakkullanılıyor. İşkencecilerin yanı sıra uzmanlar,doktorlar, psikologlar da bu organizasyonun birparçasıdırlar. Bu üsler, Filistinli tutsaklar şahsında –Naziler’in yöntemleri de kullanılarak- insanlığa karşıağır suçların işlendiği yerlerdir.

Siyonist rejimde 3. İntifada korkusu…

İsrail devleti, Filistin halkına karşı izlediği ırkçı-faşist icraatları aralıksız sürdüren bir organizasyondur.Filistinliler’in topraklarını gasp etmek, evleriniyıkmak, keyfi bir şekilde tutuklamak, çocukları,gençleri katletmek vb. Ancak siyonizmin varlıkgerekçesi sayılan bu icraatların büyük bir öfkebirikimine yol açtığını en iyi bilenler, İsrail devletininşefleridir. On yıllara yayılan silahlı direniş, patlakveren birinci ve ikinci intifadalar, öfke patlamalarınındışavurumlarıdır. Siyonist rejimin en büyükaçmazlarından biri, bastırılamayan direniş geleneğininkarşısındaki aczidir.

Filistin halkı varlığını sürdürme ve bağımsızdevletini kurma umudunu diri tutmak için hayatın heralanında sürekli bir direniş halindedir. Bununla birlikteintifadalar, direnişin bir üst boyuta sıçramasınatekabül ediyor. Bundan dolayı son haftalarda Filistinsokaklarına taşan öfke, 3. İntifada tartışmalarını dagündeme getirdi.

Farklı araç ve yöntemlerle işgal/kuşatma altındakiFilistin halkının nabzını tutmaya çalışan siyonistrejimin akıl hocaları, İsrail devletinin şeflerini, 3.İntifada olasılığı konusunda uyarmaya başladılar. Çoksayıda Filistin kentinde sokaklara çıkan, çoğunluğugenç ve çocuklardan oluşan kitlelerin işgalci askerleretaş atması, İsrail askerlerinin ise gaz bombaları, plastikmermi (kimi zaman gerçek mermi) ile saldırması, bueylemlerin ise her gün tekrarlanması, intifadagörüntülerinin oluşmasını sağlıyor.

Olayları izleyen rejimin akıl hocaları ve İsrailmedyasındaki bazı yorumcular, 3. İntifada tehlikesininciddi olduğu konusunda, siyonist şefleri döne döneuyarıyorlar. Tel Aviv’deki şefleri saran tedirginlik,zorbalıkta sınır tanımayan ırkçı-faşist rejimin, Filistinhalkının direnme iradesi karşındaki aczinin yeni birörneğinin oluşturuyor.

Direnenlere gaz bombası,Abbas yönetimine “havuç”…

İsrail askerleri, gösterilere har zamanki gibikudurganca saldırıyorlar. Ama aynı anda, siyonistşefler, Mahmut Abbas yönetimine, gösterileridurdurması için çağırı yapıyorlar. İsrail başbakanıBenyamin Netanyahu, siyonist zorbalığın nedenolduğu öfkenin kontrolünü, Batı Şeria’daki FilistinYönetimi’nin lideri Mahmud Abbas’a yıkmayaçalışıyor.

Filistin Yönetimi’nden böyle bir rol talep etmek,küstahlığın dik alasıdır. Abbas’la görüşmek için heyetgönderen İsrail başbakanı, “kitle hareketinidurdurursan, İsrail, Ocak ayının vergi gelirlerindensize düşen payı öder.” Mesajı gönderdi. Bir ay öncezaten ödenmesi gereken vergi gelirlerini, Abbas’ınönüne “havuç” niyetine sunmaya kalkışan siyonistşefler hem Filistin Yönetimi’yle hem lideri Abbas’laadeta alay ediyorlar.

Ekonomik alanda yaşadığı ciddi sıkışıklığarağmen, Filistin Yönetimi’nin hareketi durdurmagirişiminde bulunması kolay değil. Zira siyonist rejim

her alanda saldırmaya devam ederken, halka “akıllıoturun” diye vaaz vermek kolay değil. Deneyimlerlesabit olduğu üzere, gelişim sürecine giren kitlehareketi, önüne çıkan engelleri aşarak ilerler. Buhareketin önüne dikilmek Mahmud Abbas’ın dayönetiminin de prestijini sarsmaktan başka bir işeyaramaz.

Halkın öfkesi Hamas veEl Fetih’e de yönelebilir

Batı Şeria’daki yönetimi kontrol eden El Fetih ileGazze Şeridi’nde etkin olan Hamas, Filistin’de yenibir kitle hareketinin genişlemesini istemezler. Zatenİsrail kuşatması altında bulunan Filistin topraklarınıparçalayan Hamas-El Fetih ikilisi, halkınsorunlarından çok kendi bölgelerini kontrol altındatutma derdindeler. Halktan gelen basınca rağmen,birleşme yönünde somut adım atmayan bu ikihareketin önderleri, iş nutuk atmaya geldiğinde, birlikiçin her şeyi yaptıklarını iddia ederler.

İsrail saldırıları devam ederken, Hamas-El Fetihikilisinin birleşme konusunda sergiledikleritutarsızlığın, halkın belli bir kesiminde bu hareketlerekarşı güvensizlik oluşturduğunu, Filistinli gazetecilerdile getiriyor. Bu gözlemler, kitle hareketinin yeni birintifada boyutuna sıçraması durumunda, iki hareketide sarsan sonuçlar yaratabileceğine işaret ediyor.

Hamas’la El Fetih birbirinden farklı hareketlerdir.Ancak bu hareketlerin ikisi de Filistin direnişiningelişimi önünde engele dönüşmüş durumda. Siyasalİslamcı Hamas, bölgenin gerici devletlerineyaklaşırken, laik çizgide duran El Fetih ise, yıllardırçözüm umudunu Washington’a bağlamış durumdadır.Bu halleriyle ne Hamas ne El Fetih Filistin direnişinibirleştiren bir önderlik vasfı taşıyor. Filistin halkınındirenişinin zafere doğru yol alması ise, ancak Hamas-El Fetih ikilisini aşan, birleştirici bir devrimciönderlikle mümkün olabilir.

Hamas-El Fetih ikilisinin halen Filistin’deki engüçlü siyasal hareketler oldukları göz önüne alınırsa,devrimci bir hareketin öne çıkıp direnişçi güçleri tekçatı altında toplaması, elbette kolay değil. Amaintifada gibi tarihsel önemi olan kitlesel kalkışmalar,aşılması zor olan sorunların üstesinden gelmeninkoşullarını da yaratır.

Militan kitle hareketinde güçlenme eğilimi…

Filistin halkı direniyor!

Page 25: Kızıl Bayrak 13-09

Ortadoğu Kızıl Bayrak * 25Sayı: 2013/09 * 1 Mart 2013..

Gerici cephedensavaşı Lübnan’a taşıma girişimleri

Kökten dinci çetelerle Özgür Suriye Ordusu’na(ÖSO) bağlı çapulcular, bir süre önce LübnanHizbullah’a karşı saldırıya geçtiklerini ilan ettiler.Suriye-Lübnan sınırında meydana geldiği söylenençatışmalara dair farklı açıklamalar yapılsa da, saldırılarolduğunu Hizbullah lideri Hasan Nasrallah dadoğruladı.

Henüz karşılıklı bir çatışma olmadığını belirtenNasrallah, Şii-Sünni çatışmasını kışkırtan veHizbullah’ı mezhep savaşının içine çekmeye çalışan içve dış güçler olduğunu belirtti. Mezhepkışkırtıcılığının çok tehlikeli olduğunu hatırlatanNasrallah, bu tuzağa düşmemek için sabrettiklerinibelirterek, Suriye’deki yıkıcı savaşı Lübnan’a taşımayaçalışanları, altını çizerek uyardı.

Karşı-devrimci koalisyon bölge halklarınıngeleceğini tehdit ediyor

Ortadoğu halklarını etnik, dinsel, mezhepselparçalara ayırarak birbirine kırdırmak,emperyalist/siyonist güçlerin planıdır. Britanyaemperyalizminden miras alınan böl-parçala-yönettaktiğinin güncellenmiş hali olan bu planın özü,Ortadoğu halklarını ortaçağ karanlığına sürüklemek vebölgeyi hegemonya altına almaktır.

Halkların 20. yüzyılda ulaştıkları kazanımlarıortadan kaldırmak anlamına gelen bu uğursuz planınuygulanmasında, emperyalist/siyonist güçlerin esasmüttefiki Müslüman Kardeşler ve kökten dinciçetelerdir. Zira emperyalistlerle işbirliği yaparkendini/imanı bir kenara atan dinci-gerici güçler, aynıanda etnik, dinsel, mezhepsel çatışmaları körükleyenvahşi saldırılar düzenliyorlar. Suriye’de emekçilerinbaşlattığı kitle hareketini hedefinden saptırıp, karşı-devrimci cephenin elinde bir araca dönüştüren bugüçler, dinsel, mezhepsel çatışmaları bölge genelineyayma planına göre saldırılar düzenliyorlar.

Hizbullah’ın Suriye’ye binlerce militan gönderdiğiyalanını ortaya atan silahlı çeteler, bu yalanadayanarak Şiileri hedef alan saldırılar düzenlemeyebaşladılar. Tabi silahlı çetelerin arkasında duranTürkiye-Katar-Suudi Arabistan üçlüsü de, yangınakörükle giden bir tutum içerisindeler. Nusra cephesi ileÖSO, sınıra yakın bölgede bulunan Şiiler’in yaşadığıköylere saldırırken, bunların Lübnan’daki uzantılarıise, aleni bir şekilde mezhepler arası çatışma yaratmakiçin uğraşıyorlar. El Kaide’nin Lübnan’daki uzantıları,bunların arkasında duran şeyhler ve bazı gerici siyasipartiler, Hizbullah’ı iç çatışmanın içine çekebilmekiçin dört koldan saldırıyorlar.

Suriye’deki çatışmalara dinsel/mezhepsel boyutkazandıran karşı-devrimci cephenin çatışmalarıLübnan’a taşıma çabası, Suriye ve Lübnan’ın yanı sıra,tüm bölge halklarının geleceğini tehdit eden bir boyutkazanmaya doğru yol alıyor. Bu arada AKP şeflerinin,bu olaylara paralel olarak mezhepsel ayrımcılığıkışkırtan söylemlere ağırlık vermesini de tesadüfsayamamak gerekiyor.

Elbette sorun Hizbullah’ın Suriye’dekiçatışmalarda taraf olması değil. Olaylara dair fikri olanherkes, bu iddianın temelden yoksun olduğunusöylüyor. Suriye’deki olaylarla ilgili farklı bir duruşlarıolduğunu açıkça beyan eden Nasrallah, bu farkınmezhepsel ayrımcılıkla değil, siyasi bakış açısıyla ilgiliolduğunun altını çiziyor. Suriye’deki çatışmalara

katılmış olsalardı bunu saklamayacaklarını da ifadeeden Nasrallah, mezhepsel çatışmayı kesin bir şekildereddettiklerini bir kez daha beyan etti. Karşı-devrimcicephenin çok sayıda provokatif saldırı veaçıklamalarına rağmen, Hizbullah’ın çatışmadan uzakdurması, bu konuda şu ana kadar tutarlı bir çizgiizlediğini gösteriyor.

Hal böyleyken, ÖSO ile kökten dinci çetelerinsavaşı Lübnan’a taşımak için ısrarcı olmaları, ortadamezhep çatışmalarını körükleyen, vahim bir karşı-devrimci bir plan olduğuna işaret ediyor.

Amaç anti-siyonist direnişi kırmaktır!

Suriye’deki çatışmaları Lübnan’a taşımagirişimlerinin temel hedefi, Hizbullah’ı bir mezhepsavaşının içine çekip güçten düşürmektir. Bu, esasolarak emperyalist/siyonist güçlerin planıdır. İsrailsavaş makinesinin Temmuz 2006’da Lübnan’asaldırmasının amacı da bu idi. Girişimin fiyaskoylasonuçlanması hem İsrail ordusunun suratına patlayanbir şamar olmuş hem Hizbullah’ı askeri, siyasi vemoral açıdan güçlendirmişti. Şimdi ise, ÖSO ilekökten dinci çeteler, İsrail adına, Hizbullah’a karşıvekalet savaşı yürütme noktasına gelmiş görünüyorlar.

Lübnan’da mezhep savaşını kışkırtmanın öne çıkanbir diğer hedefi ise, belli bir güce ulaşan El Kaideuzantısı kökten dincilerin, özellikle Sünni Araplarınyaşadığı alanlara hakim olma hevesidir. Nusracephesinin Lübnan şubesini kurmaya hazırlanankökten dinci çeteler, ortaçağ zihniyetli şeyhler ve Saad

Hariri gibi politikacılar tarafından da destek alıyorlar.Bilindiği üzere 14 Mart koalisyonunun başını çekenHariri, Suudi Arabistan ve emperyalistlerle sıkıişbirliği içinde olan biridir.

Irkçı-siyonist rejimin ordusuna hem 2000’de hem2006’da şamar indiren Hizbullah’ı güçten düşürmenintek yolunun, tüketici bir mezhep çatışması olduğutespitinin patenti İsrail’e aittir. Dolayısıyla mezhepçatışmasını kışkırtanlar da, öncelikleemperyalist/siyonist güçlere hizmet ediyorlar. Tam bugünlerde İsrail’in, Suriye’deki çatışmalarda yaralanansilahlı çetelere hastanelerini açtığını ilan etmesi, birtesadüf değildir elbet. Bu gelişmeyi, İsrail’le karşı-devrimci cephe arasındaki dolaysız işbirliğinin kanıtısaymak gerek.

Savaşın Lübnan’a taşınması, zaten siyasal/sosyalyapısı kırılgan olan bu ülkenin cehenneme çevrilmesianlamına gelir, fakat bununla sınırlı kalmaz. Zatenhedeflenen salt Suriye ve Lübnan değil, tüm bölgehalklarıdır. Dolayısıyla mezhep çatışmalarının fitiliniateşlemeye çalışanlar da, bölge halklarının geleceğinikarartmak isteyenlerdir. Dolayısıyla bölge halklarınında bu gericilik cephesine karşı mücadele edip bu planıbozması gerekmektedir.

Bu uğursuz plana AKP iktidarının da dahil olması,Türkiye işçi sınıfına, emekçilerine ve ilerici-devrimcigüçlerine büyük bir sorumluluk yüklemektedir.Halkların kardeşliği şiarını gür bir şekilde haykırmakve bu sesi bölge halklarına ulaştırmak tarihi birsorumluluktur.

Kıbrıs’ta krizin gölgesindecumhurbaşkanlığı seçimleri

Kıbrıs’ta cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turu hafta sonu yapıldı. Muhafazakar Demokrat DerlenişPartisi (DİSİ) lideri Nikos Anastasiades ile iktidardaki Emekçi Halkın İlerici Partisi (AKEL) adayı StavrosMalas’ın yarıştığı seçimlerde Anastasiades oyların yüzde 57,5’ini alarak cumhurbaşkanlığına seçildi.

Eski Cumhurbaşkanı Dimitris Christofias (AKEL) adaylığını koymayı kabul etmemişti. Seçimi kazanan Anastasiades, Uluslararası Para Fonu (IMF), Avrupa Merkez Bankası ve Avrupa Birliği ile

ekonomiyi kurtarma programları hazırlayacağını söyledi. Christofias’ın görev yaptığı sürede Kıbrıs ve Rusya arasındaki ilişkiler güçlenmişti. Özellikle Ortadoks

olmaları nedeniyle Rus ve Rumlar’ın aralarındaki geleneksel bağ iki ülkenin arasındaki ilişkiyi daha dasağlamlaştırmıştı. Bunun dışında Kıbrıs, Rusya için yasadışı sermaye transferinin yapıldığı ve naylon Rusfirmaların kurulduğu önemli bir saha olma özelliği taşıyordu. Alman emperyalistlerinin şefi Merkel ve AB’liemperyalistler, adanın daha fazla Rus etkisine girmesinden rahatsızlık duymaya başlamışlardı. HattaKıbrıs’ın neredeyse Rusya’ya bir üs alanı açacağı yönlü kaygı bile taşıyorlardı.

Alman şefi Merkel ile özel ilişkileri olan yeni cumhurbaşkanı Anastasiadis, NATO tarafından yönetilen,“Barış için ortaklık” ( PfP )oluşumuna üye olacağını da açıkladı. Bu birlik içinde eski Sovyetler Birliği’ne üyebirçok ülke yer alıyor. PfP’nin görevi NATO’ya yeni üye kazandırmak. Kıbrıs parlamentosunun, 2011 yılındaPfP’ye üyeliği gözden geçirecekti. Ama cumhurbaşkanı Christofias veto hakkını kullanmıştı. Kıbrıs böyleceAB’de NATO’ya ve PfP’ye üye olmayan tek ülkeydi. Nedeni ise AKEL’in programında adayı“askersizleştirmenin” yer almasıydı.

Kıbrıs ekonomisi son 40 yılın en kötü sürecini yaşıyor. Ekonomik krizin etkileri sarsıcı bir biçimdehissediliyor. Yunanistan’ın kredi paket ve borçlarının yapılanmasından derin bir biçimde etkilenen Kıbrıs’tabankalar yatırımlarının yaklaşık yüzde 75’ini kaybederken, halkın gelir düzeyinde ise çok ciddi bir düşüşyaşanıyor. İşsizlik resmi rakamlara göre yüzde 15. Adanın 17 milyar Euro’ya ihtiyacı var. 8 aydır AB ve IMFile yardım paketi konusunda görüşmeler yapılıyor. Christofias batılı emperyalistlerin yardıma karşılık,özelleştirme ve kemer sıkma politikaları nedeniyle krizin faturasını işçi ve emekçilere çıkarma konusundazorlanıyordu. Buna karşın Rusya’dan yardım istemiş ve Rusya da 2,5 milyar Euro’luk yardımda bulunmuştu.

Anastasiadis’in yardım paketi konusunda batının çok daha kolay anlaşabileceği bir cumhurbaşkanıolduğu kesin. Zaten yeni cumhurbaşkanı batının her türlü talebini yerine getirmeye hazır olduğunu daaçıkladı. Gerçi fazla seçeneği de yok. Basında yer alan haberlere göre, yardım bulunamazsa Kıbrıs Nisan’daiflas ediyor.

Page 26: Kızıl Bayrak 13-09

Dünya26 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/09 * 1 Mart 2013

Burjuvazi kriz karşısında çözümsüzdür!K. Selim

“... süreç, toplumsal üretimin plansız ve anarşikgelişmesinin ürünü olan devresel aşırı üretim

bunalımlarıyla daha da şiddetlenir. Toplumsallaşmışüretimin mülk edinmenin özel biçimine başkaldırısınınifadesi olan bu bunalımlar, toplumsal servetin israfınayolaçar, kitlesel işsizliği dev boyutlara ulaştırır, küçüküreticilerin yıkımını hızlandırır, kitlelerin yoksulluk vesefaletini çoğaltır. Yarınına güvensizlik tüm emekçiler

için genel bir durum halini alır. Servet-sefaletkutuplaşması gitgide büyür, sermaye sınıfı ile

emekçiler arasındaki uçurum derinleşir.”(Türkiye Komünist İşçi Partisi Programı)

Kapitalist dünyanın önemli merkezlerine ilişkin sonekonomik veriler, burjuvazinin propaganda eşliğindeyaratmaya çalıştığı iyimser beklentileri boşa çıkardı.

ABD ekonomisinde beklenen yüzde 1.1’likbüyüme gerçekleşmedi, tersine %0,1 oranındaküçüldüğü açıklandı. İngiltere ekonomisi de geçen yılıküçülerek tamamladı. İstatistik Dairesi, imalatın yüzde1.5 oranında gerilediğini, hizmet sektöründe “0”seviyesinde değişim olduğunu, inşaatçılıkta binde3’lük artış yaşandığını, imalat madencilik ve taşocaklarında üretimin yüzde 10.2 oranında düştüğünüaçıkladı. Avrupa’nın en büyük ekonomileri olanAlmanya ve Fransa’da da küçülme yaşandı. Fransaekonomisi 2012 yılının son üç ayında yüzde 0.3oranında küçüldü.

Açıklanan son rakamlar, burjuva çevrelerinekonominin düzelmeye başlayacağına dair yaydığıbeklentilerin temelsizliğini ortaya koydu. Kapitalistekonominin iniş çıkışlı bir seyir izleyen krizi,burjvazinin iyimserlik yayma çabalarını boşa çıkarıyor.

Gerçeğin tersyüz edilmesi ve sahte umutlar

Kapitalist dünya ekonomisin son krizi önce finansalanında patlayarak reel alana doğru yaygınlaştı.Burjuva devletler ve ekonomistler, krizin suçunu birkısım finans sektör yöneticilerinin üzerine yıkarakkrizin gerçek derinliğini gizlemeye çalıştılar. Birdönem banka ve sigorta şirketlerinin yöneticileriistenmeyen yöneticiler ilan edildiler. Oysa;

“Yeniden-üretim sürecinin tüm sürekliliğininkrediye dayandığı bir üretim sisteminde, kredininbirdenbire kesildiği ve ancak nakit ödemelerin geçerliolduğu sıralarda –ödeme araçlarına olan büyükhücum karşısında– bir bunalımın mutlaka ortayaçıkacağı açıktır. Bu yüzden, ilk bakışta bütün bunalımsırf bir kredi ve para bunalımı gibi görünür. Ve aslındabu, yalnızca, poliçelerin paraya çevrilebilmesorunudur. Ne var ki bu poliçelerin çoğunluğu, fiilialım-satımları temsil eder ve bu alım-satımlarıngenişliğinin toplumun gereksinmelerinin çok üzerindeolması, en sonunda, bütün bu bunalımın temelidir. Aynızamanda, bu poliçelerin muazzam bir miktarı, şimdigünışığına çıkan ve sabun köpüğü gibi sönen düpedüzbir dolandırıcılığı; ayrıca, başkalarının sermayesi ileyapılan başarısız spekülasyonları; ve ensonu, değerkaybeden ya da hiç satılmayan meta-sermayeyi, ya dahiç bir zaman tekrar gerçekleştirilemeyecek olangeriye dönüşleri temsil eder. Yeniden-üretimsürecindeki zoraki genişlemeye dayanan bu baştansona yapay sisteme, hiç kuşkusuz, İngiltere Bankası

gibi bir bankanın, bütün dolandırıcılara, senetleriyoluyla değersiz sermaye vermesi ve değer kaybetmişbütün metaları eski nominal değerleri üzerinden satınalmasıyla çare bulunamaz. Ayrıca burada her şeyçarpıtılmış bir görünüştedir, çünkü bu senetdünyasında, gerçek fiyat ile bunun gerçek temeli hiçbir yerde görünmez, yalnız külçeler, madeni sikkeler,banknotlar, poliçeler, senetler vardır.” (K. Marks,Kapital, Cilt III)

Finans alanında başlayan 2008 krizinigörüntüsünden hareketle salt bir “finans krizi” sunanburjuvazi, likidite bolluğu yaratarak krize çözümbulunabileceği beklentisi yarattı. Sadece 2008 yılındaABD, Avro Bölgesi, Japonya ve İngiltere, piyasalarıyatıştırmak için 11 trilyon dolar pompaladılar. AmerikaMerkez Bankası (FED) ve Avrupa Merkez Bankası(ECB) piyasalara her yıl para pompalamaya devamettiler. Faizleri düşürüp parayı ulaşmayıkolaylaştırdılar. Avrupa Finansal İstikrar Fonu (EFSF)ve Avrupa İstikrar Mekanizması (ESM) Yunanistan,Portekiz, İrlanda ve İspanya’nın kamu borç krizininkontrol edilmesini üstlendiler.

2010’dan sonrada belli aralıklarla piyasalara 1.4trilyon dolardan fazla likidite pompalayan ECB’ninucuz para politikası piyasaları yatıştırmada yetersizkaldı. Bu durumu aşabilmek için, Almanya’nınmuhalefetine karşın, iflas eden devletlerin batık borçtahvillerini satın alma yoluna gitti. ABD MerkezBankası da 2009’da piyasalara 1.25 trilyon, 2010’da600 milyar ve 2011’de 400 milyar dolar sürdü.İngiltere ve Japonya’nın merkez bankaları da ucuzpara politikasını sürdürdüler. Ancak yaratılan likiditebolluğuna karşın başarı sağlayamadılar. Ucuz parapolitikasının krizin aşılmasında çözüm olamayacağıgerçeğini, Comerz Bank’ın baş iktisatçısı Jörg Kremer‚“ucuz para politikası ile kriz bastırılıyor, krizin üstüörtülüyor” diyerek kabul ediyor.

2008’den bu yana belli başlı emperyalistmerkezlerin piyasaya sürdüğü para miktarı 20 trilyondoları aştı. Ancak krizin denetim altına alınması bilesağlanamadı. Marks’ın bilimsel bir çözümleme ileortaya koyduğu gibi, burjuvazinin kapitalist krizlerkarşısındaki çaresizliğine bir kez daha tanık olduk.

Bundan çıkan sonuç nedir? Kapitalist üretiminderinleşerek süren krizinin temelinde yatan gerçekneden likidite kıtlığı değildir. Tersine, likidite bolluğuekonomik ve mali krizin nedeni ve sonucudur.

Kapitalist üretim süreci tıkanmıştır

Kapitalist finans merkezlerinin piyasaya sürdüğütrilyon dolarla sağlanan likidite bolluğuna karşınkapitalizmin bunalımı hafiflememiştir. Zira, ECB’ninve diğer merkez bankalarının piyasaya sürdüğü trilyondolarlar yatırıma yönelememiş, piyasalaryatıştırılamamıştır. Bazı özel bankalar ellerindeki fazlaparayı, geri dönmeyebileceği korkusuyla, ihtiyacı olanbaşka bankalara yüksek faizle borç vermek yerine,daha düşük faizle ECB’ye yatırmayı tercihetmektedirler. Bu durum şöyle yorumlanmaktadır: “Bukadar parayı merkez bankasına yatırmak, parayıişletmeyip yastık altında saklamakla aynı anlamageliyor. “Nerede kullanacaklarını bilemedikleri paranınemin ellerde olmasını tercih ediyorlar.”

“Kapitalist üretim anarşisi ve rekabeti, pazarların‘boş’ olduğu veya öyle sanıldığı zamanlarda herkapitalist tekeli ‘boş’ olan pazardan rakiplerindendaha çok pay kapabilmek için üretim çılgınlığınasürükler. Ancak pazar sonsuz bir alan değildir ve birnoktada doyuma ulaşır. Ticaret durur, pazarlartıkan(ır), ürünler sürümsüz oldukları ölçüde yığılıpkalır, peşin para görünmez olur, kredi ortadan çekilir,fabrikalar kapanır, emekçi yığınlar fazla geçim gereciüretmiş olmaktan ötürü geçim araçlarından yoksunkalırlar, iflaslar iflasları, zoraki satışlar zorakisatışları kovalar. Tıkanıklık yıllarca sürer; üreticigüçler ve ürünler, birikmiş meta yığınları, sonundadeğerlerinin az ya da çok altında bir fiyat üzerindensürülene, üretim ve değişim yeniden yavaş yavaşcanlanana değin, yığın halinde israf ve imha edilirler.”(Engels, Anti-Dühring)

Toplumsal üretim ile özel mülk edinme arasındaki çatışma keskinleşmiştir

Tıkanan kapitalist pazar karşısında çaresiz kalanburjuvazi “nerede kullanacaklarını bilemedikleriparanın emin ellerde olmasını tercih eder” durumagelir. Kapitalist üretim artık tıkanmıştır. Burjuvaziçaresizdir. Üretici güçler üretim ilişkilerinebaşkaldırmıştır. Kapitalist üretimin toplumsal karakteriile ürünlerin bireysel mal edinilmesi arasındakiçatışma açık hale gelmiştir.

Bu durum, ya toplumsal üretim ile çatışmaiçerisinde olan burjuva özel mülk edinme tasfiyeedilerek, mülkiyet sorunu üretimin toplumsalkarakteriyle uyumlu hale getirilerek, üretiminsonuçları olan ürünler üretici işçi için köleleştirmeninkoşullarını sağlayan bir nesne olmaktan çıkartılarakaşılacaktır. Ya da üretici güçlerin yıkıma uğramasıyla,kapitalist için meta olmaktan başka bir anlamı olmayanve satılamadığı için de kâr getirmeyen, işçi veemekçilerin zihinsel ve bedensel çabalarının öz ürünüolan ürünlerin gerçek sahiplerine, ihtiyacı olanlaraulaşması engellenerek, çürümeye terk edilmesiyleaşılacaktır.

Page 27: Kızıl Bayrak 13-09

Dünya Kızıl Bayrak * 27Sayı: 2013/09 * 1 Mart 2013

Kapitalist özel mülkiyet sisteminin yıkıcı barbarkarakterini, hem meta hem de sermaye bolluğundagörüyoruz. Kapitalizm öncesi toplumlarda geçimaraçlarında yaşanan kıtlık ekonomik krizlerin ve açlığınnedeni olurken, bu durum kapitalist sistemde tersinedönmüştür. Geçim araçlarındaki bolluk, kapitalizmdekrizlerin temel nedenidir.

Kapitalist üretimin yıkıcı karakteriitiraf ediliyor

Kapitalist üretimin bu akıl dışı, insana ve doğayadüşman karakterinin sonuçlarını, emperyalist sisteminkurumlarından olan BM’nin yaptırdığı araştırmanınsonuçları da ortaya koymaktadır.

BM Çevre Programı (UNEP) ve BM Gıda ve TarımÖrgütü’nün (FAO) gıda israfıyla ilgili açıkladığıaraştırma sonuçları oldukça çarpıcıdır. Buna göre, her yıldünya genelinde üretilen gıda maddelerinin üçte biriçöpe atılıyor. 1 milyar 300 bin tona tekabül edengıdaların maddi değeri ise 1 trilyon dolar.

Öte yandan, dünya ölçüsündeki devasa zenginlikbirikimine rağmen, insanların en temel ihtiyaçları(giyim, barınma, sağlık, ulaşım, kültürel vb.)karşılanamıyor. Yine BM verilerine göre, dünyanüfusunun yarısına yakını, 3 milyardan fazla insan,günde 2.5 dolardan az bir gelirle yaşam savaşı veriyor.Bir milyar insan açlık çekiyor. Her gün 22 bin çocukyoksulluk yüzünden ölüyor. 72 milyon çocuk okulagidemiyor. Yaklaşık 1 milyar insan okuma-yazmabilmiyor. 2.6 milyar insan temel sağlık olanaklarındanmahrum. Bu nedenle insanlar sıradan hastalıklardanölüyor. 40 milyon insan AIDS virüsünden muzdarip veher yıl yaklaşık 3 milyonu ölüyor. Burjuvazinin suç sicilikabardıkça kabarıyor!

Kapitalizmin yıkıcı karakteri kriz süreçlerindekendisini çok daha açık bir biçimde ortaya koyar. Engelsbunun bunalım dönemlerinde nasıl yaşandığını şöylebetimler:

“Her bunalımda toplum, kullanılmaz durumdabulunan kendi öz üretici güçleri ile kendi öz ürünlerininyükü altında boğulur ve şu saçma çelişki karşısındaçaresiz kalır: Üreticilerin tüketecek hiçbir şeyleri yoktur,çünkü tüketiciler eksiktir.” (Engels, Anti-Dühring)

Dünya gıda üretiminin üçte birine denk gelen 1milyar 300 bin ton ürün, milyarlarca insan açlık,yoksulluk ve sefaletle boğuşurken, çöpe atılmaktadır.Kaptalizm bu denli akıldışı bir sistemdir. Çöpe atılantüm ürünler milyarlarca yoksul insan için “ihtiyaç” iken,bir avuç asalak burjuva için azami karı engelleyen bir“fazlalık”tır. Sonuç olarak bugün de, Engels’in belirttiğigibi, “her bunalımda toplum, kullanılmaz durumdabulunan kendi öz üretici güçleri ile kendi öz ürünlerininyükü altında” boğulmaktadır.

Bu durum kapitalizmin temel karakteristiğidir. Onunbu çürütücü ve yıkıcı karakteri yok edilemeyeceğiiçindir ki, insanlığın önünde bu sistemi aşmak dışındabir alternatif bulunmamaktadır.

Derin bir ekonomik durgunluğun yaşandığı, işçi veemekçilere kemer sıkma politikalarının dayatıldığıİtalya’da, 24-25 Şubat tarihleri arasında genel seçimleryapıldı. Oyların açıklanmasının ardındanparlamentonun alt kanadı (temsilciler meclisi) veüst kanadı (senato) Demokrat Parti ve gerici ırkçı-faşist koalisyon Özgürlüğün Halkları Partisi arasındabölündü.

Aylar öncesinden tüm anketlerin favori olarakgösterdiği Demokrat Parti’nin (PD) liderliğini yaptığımerkez sol blok, temsilciler meclisi için oyların yüzde31,63’ünü alarak birinci olurken, parlamentonun üstkanadı olan senatoda ise 113 sandalye alarak ancakikinci olabildi.

Liderliğini Silvio Berlusconi’nin yaptığı merkez sağÖzgürlüğün Halkları Partisi (PDL), ırkçı-faşist Lega Nordpartisi ile birlikte girdiği seçimlerde senatoda 116sandalye ile birinci parti olurken, parlamentoda iseyüzde 29,18 oy alarak ikinci oldu.

Seçimlerde eski komedyen Beppe Grillo’nun 5Yıldız Hareketi 3. oldu. 5 Yıldız Hareketi senatoseçimlerinde oyların yüzde 23,79’luk oranını alarak 54sandalyenin sahibi oldu. Temsilciler Meclisi’nde iseoyların yüzde 25,54’ünü almayı başardı.

Teknokrat hükümetin lideri Mario Monti iseborsaları ve AB emperyalistlerini düş kırıklığına uğrattı.Monti, Senato için oyların sadece yüzde 9,3’ünüalırken, Temsilciler Meclisi oyları ise yüzde 10,5‘tekaldı.

Büyük hayal kırıklığı “Komünist” Partileri (PRC vePdCI)’nin saflarında yaşandı. Rivoluzione Civile (SivilDevrim) Koalisyonu olarak katıldıkları seçimlerde,oyları yüzde 2’nin altında kaldı ve barajı aşamadılar.

Seçimlere katılan partiler işçi ve emekçi kitleleresunabilecekleri somut bir programdan yoksundu.

Kasım 2011 den bu yana İtalya’yı yönetenteknokrat hükümet; arkasında sıfır büyüme, ağırvergiler, eğitim ve sağlık alanında kesintiler, çığ gibibüyüyen işsizlik ve iflaslar bıraktı. Seçim öncesi Monti,şimdiye değin sürdürdüğü ekonomi politikalarınısürdüreceği yönlü sinyaller verdi.

Monti’nin en büyük “hatası” ise, Berlusconi’ninbaşbakanlığı döneminde kabul edilen emlak vergisiniuygulamaya koyması oldu. Bu, kitlelerde büyük biröfkeye neden oldu. Berlusconi ise tam da bunu, halkınemlak vergisine olan öfkesini kullandı. Emlakvergisinin kaldırılması ve şimdiye değin ödenmişolanların tümünün geri iadesi üzerine yaptığıdemagojik propaganda onu seçimlerde ikinci partidurumuna getiriverdi.

Eski komedyen Grillo ise, İtalyan siyaset sistemineve AB’ye savaş ilan ettiğini söyleyerek, onlara veripveriştirdi. Grillo sistemin uşakları olarak nitelendirdiğiİtalyan televizyonlarına ve gazetecilerine hiç röportajvermedi. Grillo kemer sıkma politikaları ile bunaltılmışemekçi kitlelerin, özellikle gençliğin öfkesini temsilediyor.

İtalya’da derinleşen kriz ve sınıfa saldırılar

Berlusconi’nin seçim konuşmalarında AB veAlmanya’ya karşı kullandığı sözde saldırgan ifadeler,vergileri düşüreceği ve 3 milyon işyeri istihdamı gibisahte vaatleri emperyalist AB devletlerini veuluslararası bankaları telaşa düşürmeye yetti. Buvaatler üzerine Berlusconi’ye tehditler savruldu,İtalyan halkına seçimlerde Berlusconi’ye oy vermemeçağrısı yapıldı.

AB’li emperyalistlerin, Avrupa ve dünyapiyasalarının en büyük endişesi seçimlerden borçkrizinin üstesinden gelemeyen zayıf bir hükümetinçıkması ve buna bağlı olarak tasarruf ve reformprogramlarının rafa kaldırılmasıydı.

Avrupa’nın üçüncü büyük ekonomisine sahipİtalya’da bir yandan hükümet borç düzeyini düşürmekiçin kamu harcamalarında bir dizi kesintiye giderken,ekonomi bir önceki yıla kıyasla yüzde 2,6 oranındaküçüldü.

Ekonomi 2008’den bu yana yüzde 7 oranındadaralma kaydederken, işsizlik aynı süre içinde yüzde6,5’ten yüzde 11,2’ye yükseldi. Gençler arasındaişsizlik yüzde 37. Sadece geçtiğimiz yıl yarım milyoninsan işini kaybetti. İtalya’da kişi başına düşenortalama gelir, 1993 yılının düzeyine düştü.

Emperyalist krizin yükünü işçi sınıfı ve emekçilereödetmek için başa getirilen Monti’nin teknokrathükümetinin ilk icraatı, sosyal hak gaspları oldu. Bu,İtalyan işçi ve emekçilerine karşı savaş sonrasındayaşanan en büyük saldırı dalgasıydı.

Monti hükümeti, 30 milyar dolarlık kısıtlamayagidileceğini açıkladı. Bunun için 2018 yılına değinkademeli olarak emeklilik yaşı 58’den 66’ya yükseltildi.Prim ödeme süresi 35 yıldan 42 yıla çıkarıldı.Emekliliğin enflasyona göre düzenlenmesi kaldırıldı.KDV yüzde 2 artırıldı. Birinci ev için emlak vergisiuygulaması başladı. 1970’li yıllarda işçi sınıfının militanmücadeleleri ile kazandığı ve işverenin işçileri geçerlibir nedeni olmadan işten atmasını yasaklayan işhukukunun 18. maddesi değiştirildi.

Geçtiğimiz yaz Monti hükümeti tasarruf paketlerinigenişletti ve 2012 yılı bütçesinde 4,5 milyar Euro, 2014yılının sonuna değin ise 21,5 milyar Euro tasarrufetmeyi kararlaştırdı. Bununla işverenlerin vergilerinidüşürürken, sağlığa ayırdığı bütçeyi küçülttü. Yazaylarında 10 şehir belediyesi iflas ettiğini açıkladı.Belediyelere ayrılan bütçelerdeki kısıtlamalarnedeniyle güneydeki birçok şehir ve Sicilya’nın daiflasın eşiğine geldiği ifade ediliyor. Eğitim alanındaplanlanan 182 milyon Euro’luk kısıtlamalaröğrencilerin protestoları ve yürüyüşleri nedeniyleşimdilik terkedilmiş durumda.

Ortalama işçi ücretlerinin AB ülkeleri içinde endüşük olduğu İtalya’da (Yunanistan ve İspanya’nıngerisinde) 653 bin çocuk yoksulluk sınırının altındayaşıyor. 50 bin kişi evsiz. Pahalılık, vergilerinyükseltilmesi, cezalar, haciz, işten atılma, evinikaybetme gibi nedenlerden dolayı umutsuzluğa düşenkitleler intihara sürükleniyor.

***Seçimlerde Monti’nin aldığı oy oranının düşüklüğü,

İtalyan işçi ve emekçilerinin AB’nin dayatmalarına vetasarruf paketlerine karşı öfkesinin sandığayansımasının bir göstergesi oldu.

Demokrat Parti’nin lideri Bersani, önümüzdekigünlerde koalisyon hükümeti için diğer partilerlegörüşmelere başlayacak.

Bersani’nin hükümeti kurup kuramamasındanbağımsız olarak, iktidara gelen her hükümet AB,Avrupa Bankası ve IMF’nin dayattığı kemer sıkmapolitikalarını harfiyen yerine getirmeye çalışacak. Buise işçi sınıfı ve emekçilere yönelik saldırıların daha daazgınca sürmesi anlamına gelecek, dolayısıyla İtalya’dayeni bir politik krizi ve sosyal patlamayı hazırlayacaktır.Yunanistan, İspanya, Portekiz işçi sınıfı veemekçilerinin ardından bir mücadele cephesi deİtalya’da açılacaktır.

İtalya’da krizin gölgesinde genel seçimler

Page 28: Kızıl Bayrak 13-09

Gençlik28 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/09 * 1 Mart 2013

Yoğun ve hareketli bir dönemden geçiyoruz. Biryanda emperyalist savaş ve saldırı politikaları yoğunbir çabayla hayata geçirilmeye çalışılıyor, diğer yandaKürt halkı üzerindeki baskı ve asimilasyon politikalarıağırlaşıyor. Bir yanda emperyalistler hesabına savaşçığırtkanlığı yapan Türk sermaye devleti ve sözcüsüAKP’nin işçi ve emekçilerin kırıntı düzeyinde kalanhaklarını gasp etme hazırlıkları sürüyor, diğer yandaüniversitelerin sermayenin ihtiyaçları çerçevesindedönüşümü anlamına gelen YÖK Yasa Tasarısı ilegençliğe dönük saldırılar boyutlanıyor. Bütün bugelişmeleri, toplumun geneline yönelen yoğun baskılarve sindirme operasyonları tamamlıyor. İlerici-devrimcigüçler ve Kürt halkı yaygın bir gözaltı ve tutuklamasaldırısına maruz kalıyor. Üniversitelerdesoruşturmalar, uzaklaştırma cezaları peşi sıra geliyorvb.

Böylesi bir dönemde baharın devrimci atmosferinikarşılamaya hazırlanıyoruz. İçerde ve dışarıda savaş-saldırganlık politikalarına karşı gençliğin devrimcienerjisini açığa çıkartabilmek, bahar gündemleri ilebirlikte özgürlük, devrim ve sosyalizm mücadelesinigüçlendirebilmek temel bir sorumluluk olarakönümüzde duruyor. Bu çerçevede geçtiğimiz dönemgençlik içerisinde yaşanan hareketlilik önemli birimkandır. ODTÜ direnişi ile daha da güçlenen bumücadele birikimini bahar gündemlerinin yaratacağıdevrimci atmosferle birleştirebilmeliyiz. Gericiatmosferi dağıtabilmenin ve saldırılara karşı setörebilmenin, söz konusu imkanı değerlendirmeklemümkün olabileceğini unutmayalım.

Gençliğin anti-emperyalist mücadelesinibüyütelim!

Bahar döneminde gençliğin en temelgündemlerinden birini emperyalist savaş vesaldırganlık politikaları oluşturuyor. Başta ABD olmaküzere emperyalist devletlerin Ortadoğu üzerindenplanları, en son Suriye’de yaşanan çatışmalarla birliktesavaş hazırlıklarına dönüşmüş durumda. Sözde Suriyehalkının özgürlüğü adına Esad gibi bir diktatörüdevirmeye çalışanlar, bunu yapabilmek için gericigüçlerle çatışmaları körüklüyorlar. “Özgür SuriyeOrdusu” adındaki yağmacı, çapulcu takımınınSuriye’yi kana bulaması için hiçbir yardımıesirgemiyorlar.

Türkiye ise emperyalizmin etkin taşeronluğunasoyunmuş durumda. Ülkenin dört bir yanında kuruluNATO üsleri yetmiyormuş gibi yeni yığınaklaryapılıyor. Türkiye radar sistemleriyle, Patriotlar’la,NATO askerleriyle bölge halklarına karşı saldırı üssühaline getiriliyor. Bu adımlar bizzat bu ülkegençliğinin kardeş halkların kırımı için savaşagönderilmesi ihtimalini de büyütüyor. Tüm bugelişmelerden de anlaşılacağı gibi emperyalist savaş vesaldırganlık, yakıcı bir gündem olarak önümüzdeduruyor.

Dışarıda savaş çığırtkanlığı yapan Türk sermayedevleti içeride de faşist baskı ve terörünü artırıyor.Ekonomik, sosyal ve siyasal saldırılar yoğunlaşıyor.İşçi ve emekçilerin yoksulluğu ve sefaleti

derinleşirken, meclis savaş bütçesini onaylıyor.Eğitime, sağlığa, kamusal hizmetlere doğru düzgünbütçe ayırmayan, eğitim ve sağlığı alınıp satılabilir birmeta haline getirmeye çalışan sermaye devleti,milyarlarca lirayı askeri harcamalara, savaşhazırlıklarına aktarıyor.

Bu olguların teşhiriyle birlikte, saldırı ve savaşhazırlıkları karşısında gençliğin anti-emperyalistbilincini güçlendirmek, mücadelesini büyütmek acilbir görev olarak karşımızda duruyor. Emperyalizminhesaplarını ve Türk sermaye devletinin emperyalizminhizmetinde hayata geçirdiği icraatları teşhir etmek,kardeş halkların kırımına ortak olmamak, savaşıniçeride yaratacağı yıkımın önüne geçebilmek gençliğinmücadele gücü ve potansiyelini açığa çıkartacak,taraflaştıracak bir bakış ve mücadele hattı ile mümkünolabilir.

YÖK Yasa Tasarısı’na karşı gençliğin birleşik, kitlesel, devrimci

mücadelesini büyütelim!

Üniversitelerin şirket, öğrencilerin müşteri,çalışanların köle ve eğitimin meta olması anlamınagelen YÖK Yasa Tasarısı hazırlıklarında da sonayaklaşılmış bulunuluyor. Yıllardır gençliğe ve eğitimalanına kapitalizmin ihtiyaçları üzerinden bakan,eğitim alanını bu ihtiyaçlar doğrultusundaşekillendirmeye çalışan sermaye devleti, buhedeflerine ulaşabilmek için köklü değişiklikleryapmaya çalışıyor. Eğitimin sermayenin ihtiyaçlarıdoğrultusunda dönüşümü şimdiye kadar zaten parçaparça hayata geçirilmekteydi. YÖK Yasa Tasarısı ile budönüşüm kesin olarak sonuna vardırılmak isteniyor.

Sermayenin planları gerçekleşirse, üniversiteler kâretmeye odaklı birer ticari işletme haline gelecek.Yönetimlerine burjuvaların yerleştirilmesi ile eğitimsüreci tümüyle piyasa şartlarına göre düzenlenecek.Harçları kaldırmakla övünenler, bu yasa ile öğrencileritam anlamıyla birer müşteri haline getirmiş olacaklar.Böylelikle bilim tümüyle kapitalist kâr hırsının veticari ihtiyaçların hizmetine sunulacak.

Bu denli kapsamlı bir saldırının karşısınaçıkabilmek ve saldırı yasalarını parçalayıp atmak,ancak gençliğin birleşik, kitlesel, devrimci karşıkoyuşu ile mümkün olabilir. Bu açıdan YÖK YasaTasarısı’nın iç yüzünü teşhir etmek, gençlikkitlelerinde bu saldırı konusunda bir bilinç açıklığıyaratmak ve elbette bu çabaları gençliğin eylemlitutum almasını sağlayacak araçlarla birleştirebilmekönemli bir yerde duruyor. Önümüzdeki bahar döneminibu temel saldırı gündemine karşı etkin ve verimli birşekilde değerlendirebilmeliyiz.

Baharın devrimci atmosferineyaslanarak özgürlük, devrim, sosyalizm

mücadelesini büyütelim!

Savaş hazırlıklarının yoğunlaştığı bu dönemde işçi,emekçi ve gençliğe yönelik saldırılar da tırmanıyor.Saldırılar karşısında mücadele refleksleri güçleniyor,

tepkiler sokağa iniyor. Baharın gündemleriyle birlikteönümüzdeki süreç mücadele alanlarının daha daısınacağını gösteriyor. Bunu değerlendirmek, bahardöneminin mücadele gündemlerini devrimci gençlikmücadelesinin temel gündemleri olarak ele alabilmeyigerektiriyor. Dolayısıyla dönem üzerinden ortaya çıkangündemlerin bahar sürecinin gündemleriylebütünlüğünü kuran bir mücadele perspektifi ile hareketedebilmeliyiz. Bahar döneminde her biri ayrı ayrımücadele gündemi olan tarihsel olaylar, dönemingündemleri ve ihtiyaçları üzerinden bütünlüklü birçalışmanın parçası olarak işlenebilmelidir. Bubaşarılabilirse, baharın devrimci atmosferi gençliğindevrimci mücadelesinde bir imkân olarakdeğerlendirilmiş ve mücadeleye yeni bir solukkazandırılmış olur.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar günü ile başlayan,16 Mart Beyazıt katliamı, 21 Mart Newroz, 30 MartKızıldere katliamı ile devam eden bahar gündemleri,işçi sınıfı ve emekçilerin birlik, dayanışma vemücadele günü olan 1 Mayıs’la doruk noktasınaulaşacak. Ardından 6 Mayıs’ta idam edilen Denizler ve18 Mayıs’ta işkencede katledilen İbrahim Kaypakkayaanmaları ile bahar dönemi noktalanacak. Bugündemlerin her birisi kendi içinde elbette büyük biranlam taşıyor. Ancak her bir gündem günün ihtiyaçlarıve gündemleri ekseninde işlenebilmek, bütünlüklü vebütün bir dönemi kapsayacak bir bakış, planlama veyönelim ile ele alınmak, pratik gerekleri bu bakışçerçevesinde yerine getirilmek durumundadır.

Toplumun bütününü, özelde ise gençliği bekleyenkapsamlı saldırı dalgası ve mücadele gündemleri baştagenç komünistler olmak üzere, ileri devrimci gençlikgüçlerine ağır sorumluluklar yüklemektedir.Emperyalist savaş ve saldırganlık ile halklar ciddi birtehditle yüz yüze bulunuyor. YÖK Yasa Tasarısı birbütün olarak üniversiteleri ama özellikle de gençliğihedefleyen kapsamlı bir saldırı anlamına geliyor. Faşistbaskı ve devlet terörünün artması, Kürt halkına yöneliksaldırıların yoğunlaşması mücadelenin ihtiyaçlarınaişaret ediyor. Baharın devrimci çağrısı özgürlük,devrim ve sosyalizm mücadelesini gençlik içerisindebüyütmektir.

Genç komünistler sürecin omuzlarına yüklediğisorumluluğun bilinciyle hareket edecek, baharındevrimci çağrısına yanıt verebilmek çabasınıgüçlendirecek, geleceği kazanmak bakışı, iddiası vemisyonuyla güne yükleneceklerdir.

Devrimci baharı kazanmak için ileriEkim Gençliği’nin Şubat 2013 tarihli

143. sayısından alınmıştır...

Emperyalist savaşa, YÖK Yasa Tasarısı’na, faşist baskı ve teröre karşı…

Devrimci baharı kazanmak için ileri

Page 29: Kızıl Bayrak 13-09

Çevre Kızıl Bayrak * 29Sayı: 2013/09 * 01 Mart 2013

Güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli günler göreceğiz...

Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar, ışıklı maviliklere süreceğiz...

Sömürü, yağma ve talanda en üst düzeye çıkmakiçin kendisine “Hedef 2023”ü belirleyen AKPhükümeti toplumsal yaşamın her alanında saldırılarınıyoğunlaştırıyor. Emperyalistlerin ve onların yerliişbirlikçilerinin çıkarlarına ve bu kapsamdaihtiyaçlarına cevap verip görevini layıkıyla yerinegetirmek için üst düzeyde çaba harcayan AKPhükümeti için kentsel ve doğal çevrenin talanaaçılması da öncelikli politikalar arasında.

Kentsel mekanın rant odaklı dönüşümü için sondönemlerin en geniş kapsamlı çalışmaları yapılmakta.Bu rant odaklı dönüşümlerin ne kadar önemliolduğunun altını Çevre ve Şehircilik Bakanı ErdoğanBayraktar geçtiğimiz günlerde yaptığı “Kentseldönüşüm bizim için milli bir meseledir.” açıklaması ilebir kez daha çizmiş oldu. Bu “milli mesele”nin altındakocaman bir rant pastası yatarken benzer bir rantpastasını da HES, nükleer santral projeleri gibidoğanın talanı demek olan projeler oluşturuyor.

HES’le gelen “ortaklık”...

Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu Türkiyeİnşaat Sanayicileri İşveren Sendikası’nın (İNTES)toplantısında sermaye ile hükümetin “doğanın rantuğruna talanı çerçevesinde kurulan ortaklığı”nı açıkçailan etti: “Onlar bizim ortaklarımız. Geçenlerde HES’iyapan bir firma geldi, ‘merhaba ortağım’ dedi. Benbirden bire şok oldum.‘Ortağım’ dedi. Dedi ki, ‘yoköyle şahsi ortaklık değil. Biz HES’lerden dolayı ihaleyapıyoruz, katkı payı veriyoruz. Neredeyse yüzde50’sini devlete ödüyoruz. Dolayısıyla ortaklık buortaklık’. Ondan yana da sevindim yani.” AKPhükümeti “Her dere üzerine bir HES” stratejisiylehareket ederken Türkiye İnşaat Sanayicileri İşverenSendikası’nın üyelerinin birçoğu aynı zamanda birerHES yatırımcısına dönüşmüş durumda...

Kentsel dönüşüm projelerinin “rantsal dönüşüm”olarak gerçekleşmesinin yasal dayanaklarınıoluşturmak için birbiri ardına yasa tasarıları meclistengeçerken “doğal yaşamın katli” anlamına gelen“Elektrik Piyasası Kanunu Tasarısı” 15 Şubat’taTBMM Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi

ve Teknoloji Komisyonu’nda kabul edildi. Böylecedoğal yaşam alanları tamamen bakanlıklar aracılığıylahükümetin inisiyatifine bırakılmış durumda. Yasakamu ve özel sektör üretim şirketleriyle organizesanayi bölgesi tüzel kişiliklerinin elektrik üretimiyapabilmesinin önünü açmakta. Ayrıca “Kamu yararıve faaliyet durdurma” başlığı altındaki “Geçici 14.madde” ile artık lisans işlemlerinde hiçbir koşulda iptaldurumu söz konusu olamayacak. Böylece hukuksuzuygulamalar karşısında açılabilecek “lisans iptal”davaları da engellenecek.

Bir yandan yeni yasal düzenlemelerle doğanın daharahat talanı için gerekli düzenlemeler yapılırken öteyandan da Mersin Akkuyu Nükleer Santral Projesiörneğinde olduğu gibi gerektiğinde de mevcut yasalarve uluslararası anlaşmalar ihlal edilmektedir. MersinNükleer Karşıtı Platformu üyeleri yaptıklarıaçıklamada nükleer santral projesi ile ilgili çevreseletki değerlendirmesi (ÇED) raporunu şöyledeğerlendirmekte:

“Dosyada birçok olumsuzluk vardır. Akkuyu’dakurulması planlanan nükleer santralde uygulanmasıdüşünülen reaktör modeli dünyada denenmemiş birteknolojidir. Santralin tarıma ve turizme vereceğizararlara ilişkin hiçbir çalışma yapılmadı. Akkuyu’yayakın sadece Ecemiş fay hattının olduğunu ve bu fayhattının nükleer santrale zarar vermeyeceği yazılmışancak bilim insanları asıl zararın Akkuyu bölgesineyakın olan Kıbrıs Dalma Batma Kuşağı, Ölü DenizKırığı, Güney Ege Dalma Batma Kuşağı ve DoğuAnadolu kırıklarının vereceğini açıkladı. ÇED süreciülkemizin taraf olduğu Rio Sözleşmesi’ne ve ÇEDyönetmeliğine aykırı sürdürülüyor.’’

Akkuyu Nükleer Santral Projesi’nin iptali için 200bin imza toplanmışken ve projenin hukuksuzluğu ve

yaratacağı sonuçlar ortadayken proje büyük birpervasızlıkla devam etmekte. Yakın zamanda inşaatınbaşlaması için gerekli hazırlıklar yapılırken projeninihalesini alan Rus JSC Atomstroyexport şirketininMersin, Adana ve Gaziantep’den yaklaşık 300 patronlagerçekleştirdiği toplantıda yerli sermayeye rantpastasından düşecek pay konusunda bilgilendirmeyapması geçtiğimiz günlerde kamuoyuna yansıdı.

Trabzon’un Çaykara ilçesi Solaklı Vadisi’ndekiHES şantiyesinde yaşananlar ise sermayeninpervasızlığının ulaştığı boyutu gözler önüne sermekiçin bir başka güncel örnek. 36 HES projesi bulunanvadide, Karaçam ve Köknar köyleri sınırlarında yapımıplanlanan Derebaşı HES’in şantiyesindeki özelgüvenlik görevlileri tarafından köylülere ateş açıldı.Köylülerden Murat Sarı yaptığı değerlendirmedesermaye-polis/jandarma işbirliğine dikkat çekerkenşunları söyledi: “Şirketler köylülerle ilgili şikâyettebulunduğunda yüzlerce jandarma gelirken, köylülerşikâyetçi olduğunda 5-6 jandarma geliyor. Bununyorumunu kamuoyunun takdirine bırakıyoruz.”

Doğanın talanına geçit vermeyelim!

Doğanın talanı konusunda sermaye ve onunsözcüsü hükümet el ele kararlı adımlar atarken yakınzamanda ard arda gerçekleşen eylemlerden degörüldüğü gibi emekçilerin öfkesi de büyüyor.Danıştay’ın dört yürütmeyi durdurma kararı olmasınarağmen iptal edilmeyen Ünye’deki Akçay doğalgazçevrim santralinin çevreye vereceği zarara karşıköylüler süpürgeli eylem gerçekleştirirken,Çanakkale’nin Lapseki ilçesine bağlı Şevketiye-Adatepe Köyü’ne termik santral yapma girişimi deköylüler tarafından teneke çalınarak protesto edildi.Mersin Akdere’ye kurulmak istenen termik santralinÇED toplantısı ise Akdereliler ve NKP üyeleritarafından protesto edildi ve şirket görevlileri ÇEDtoplantısını gerçekleştiremeden köyü terk etmekzorunda kaldılar.

Nükleer santral, HES vb. projelerle toplumun değilsermayenin çıkarları doğrultusunda kararlı adımlaratılıp doğa ve insan yaşamı hiçe sayılırken Ünye’de,Lapseki’de, Akdere’de olduğu gibi doğanın talanınageçit vermemek için mücadeleyi büyütmekten başkabir yol bulunmamaktadır. Sermaye ve onun temsilcileritarafından büyük bir pervasızlıkla gerçekleşen doğanıntalanı ve bu yolla insan yaşamının tehdidi karşısındaşairin dediği güzel günlere ulaşmak ancak bu yollamümkün olacaktır.

Doğaya ve yaşama sahip çıkalım!

TCDD de özelleşiyor

Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demir Yolları (TCDD) temsilcileri ve ihracatçıların, Orta Anadolu İhracatçıBirlikleri’nin (OAİB) Ankara Balgat’daki merkez binasında yaptıkları toplantıda, Türkiye’deki tüm İhracatçıBirlikleri aracılığı ile ihracatçılardan toplanan talepler, TCDD Yük Daire Başkan Yardımcısı Ertekin Arslanbaşkanlığındaki yetkililere iletildi. TCDD’nin yeni hukuki düzenlemeyle kabuk değiştirmenin eşiğinde olduğunubelirten Yük Daire Başkan Yardımcısı Ertekin Arslan ise ihracatçılara pozitif ayırımcılık yapmaya hazır olduklarınıbelirterek ihraç ürünlerinin daha ucuza taşınabilmesi amacıyla vagon tahsisi başta olmak üzere taşımacalıkta daihracatçılara öncelikli davrandıklarını söyledi.

Demiryollarının “önemli vizyon değişikliğinin eşiğinde olduğunu” bildiren Arslan, yeni çıkacak yasa iledemiryollarının da özelleşeceğini ve devlet tekelinin kalkacağını belirtti.

Page 30: Kızıl Bayrak 13-09

Toplum-yaşam30 * Kızıl Bayrak Sayı: 2013/09 * 1 Mart 2013

Dünyayı savaşlarla paylaşma hevesinin ikincisi,yani dünya yüzeyinin her bir kıtasının her bir karaparçasının vahşetle tanıştığı dönem.

Lakin insanlığın ölüme ve vahşete bu denlialıştığı bir dönemde dahi burjuvazi yeni bir vahşetiyaratarak insanlığın bilincini de katledebildi.

Struma, Rodop Dağları’ndan başlayıp 425kilometreyi kat ederek Ege Denizi’ne ulaşan nehir.

Struma, Romanya’dan bilmem kaç kilometreyikat ederek Karadeniz’de ölümle buluşan gemi...

24 Şubat 1942 ölüm tarihi olarak kayıtlara geçti.Fakat bilinir ki Struma’yla yola çıkıp kurtuluşumudu taşıyanlar, Türkiye topraklarıylakarşılaştıkları anda zaten ölü sayılmıştı. Yok, elbettesuç geminin değil. Lakin her şey unutulurken tekhatırlanan ölüme gidilen yolun tek ismi ona ait.Aynen Parita’dakilerin hissettiği gibi. AynenSalvador’dakilerin yaşadığı gibi...

8 Ağustos 1939’da İzmir’e gelen Yahudimültecileri taşıyan Parita isimli gemi gazetelerdeçıkan “Serseri Yahudiler İzmir’den gitti”başlıklarıyla 14 Ağustos günü iki polis motorununrefakatinde limandan çıkarılması gibi. Gemidekilerinkaçışına “zor”la engel olunmasında bu ilk adımdıfakat son olmayacaktı ve umudu kırmak için ölümşarttı. İşte bunun için unutulan yaşanmışlıklar içindebir tek o gemilerin isimleri hatırattalar. Parita,Salvador ve Struma...

Keza Salvador az bilinen cinayetin gemisi.“Yüzen tabut” sıfatıyla anılan 40 kişilik bir teknenindenizde bir mil gidemeyeceğine dair emarelererağmen yine zorla Türkiye karasularındançıkarılması gibi. Sonuçsa bilinenin ilanıydı. 13Aralık 1940 günü Salvador’dan geriye kalanlarda219 ölü toplandı. 219 ölü insan resmi makamlaragemi kazasında ölmüş olarak geçti. Ölümeyollananlar için kaza demek ölümlerine biçilenanlamı işaretliyordu. Kurtulan 123 kişiden 63’üyseikinci kez ölüme sürüklendi. Filistin’e ulaşmahayalleri boğulan 63 kişi Bulgaristan’a geri yollandı.

Salvador’un anısı taze, ölümler yeniyken Türksermaye devleti daha büyük bir ‘bela’ ile karşılaştı.Bu sefer gelen gerçek bir gemiydi. Her mültecikaçışında olduğu gibi kontenjanın misliyle yolcusu

olan her daim batmaya hazır külüstür bir gemiydi.Struma, 769 insan taşıyan yaşlı gemi. Boğaza zoryetti nefesi. Son nefesini verdiğinde römorkörlerleçekilmişti Boğaza. Motoru tamire gitti. Fakat motortamirden hiç bir zaman gelmeyecekti. Yahudilereölümü getirenler onları İstanbul Boğazı’nda dabulmuştu. Almanya devleti adına Türk sermayedevletine yapılan baskıyla gemidekilere zulümbaşlamıştı. Gemiden inişler “karantina” yalanıylaengellendi. İngilterede diğer cepheden Filistin’etaşıdığı mülteci Yahudi sayısının Arapcoğrafyasındaki gerilimi artırıp kendisine karşı birmuhalefete dönmesinden duyduğu korkuyugösteriyordu. Türk sermaye devleti iki emperyalistinistemediği mültecileri ölüme göndererek kendiçözümünü yaratmıştı.

“Struma cinayetini hazmedemiyordum. Kapanakısılmışlardı, çaresizlerdi. İstanbul’u o yüzenhapishaneden seyreden bu insanların hayatlarınıçaldılar. Hepsinin umutları vardı, tek kişi kurtuluyorgemiden...”*

72 gün sürdü ölüm yolculuğu. 72 gün işkencegördüler boğaz sularında, İstanbul’un karşısında.İstanbul sessiz kaldı. Yüzen hapishanede her gün acıçekilirken İstanbul yüzünü çevirdi. Struma’dakilervazgeçmedi seslerini duyurmaktan, görmeyenleringörmesini dilemekten. Bez parçalarından yapılan“Yahudi Göçmenler” ve “Bizi kurtarın” pankartlarıgeminin iki yanına asıldı. Polis tarafından yırtılanbez parçaları değil son umutlarıydı. Gemidenatlamayı düşünenleri polis vurmakla tehdit ediyordu.Ölüm yaklaşırken hangisi daha ağırdır, intiharı gözealmak mı, kurtarılmayı beklemek mi? Soru yanıtsız...

Ve bir kez daha ölüm fermanı verilmişler içinpolis görev başındaydı. Motorsuz Struma Alemdarrömorkörüyle Karadeniz’e uluslararası sulara çekildi.Kendi sınırının dışında yaşanan ölüme sessiz kalmakTürk burjuvazisi için makuldü. 24 Şubat 1941 tarihibunun için Struma ile anılacak. Tüm karapropagandanın bunun üzerine kurulmasının nedenide budur. Ölümü ilan edilen geminin bir hata sonucubatıranı olan Sovyetler, yıllarca hedef gösterildi.

Yok, gemiyi batıranın Sovyet denizaltısı olmasınabakmayın. Struma, telsize yanıt ver(e)meyen, kimliğibelirsiz yabancı bir gemiydi Sovyet denizaltısı için.Savaş koşullarında o yılların teknik şartlarında atılan

torpil Struma’dakilerinölümü için sadece birşanstı. Belki bir 72 gün

daha sürecek işkence veacıdansa bir

patlamayla ölüme ulaştılar. 72 gün boyunca gemideyayılan dizanteri, açlık düşünüldüğünde atılan torpilötenaziydi. Çünkü Struma’dakiler çarşaflardanyapılmış pankartlar parçalanıp Karadeniz’e tekrar vemotorsuz yollandıklarında sonlarını çaresizbiliyorlardı. Bunun nasıl olduğunun değişmesiSovyetlerin katil ilan edilmesine fırsat verirkenİngiltere, Almanya, Türkiye, Romanya dörtlüsününaklanmasına vesile yapıldı.

“Türkiye başkaları tarafından arzu edilmeyeninsanlar için vatan hizmeti göremez. Bizimtuttuğumuz yol budur. Kendilerini bu sebeptenİstanbul’da alıkoyamadık.”**

Bu itiraf ellerini kandan kaçırmış gerçek katillereait. İtinayla seçilmiş cümlelerinden akansa kandanbaşka bir şey değil. “Arzu edilmeyen insanlar” diyebir tanım yapmaktan beis görmeyenler aynı cümledebu sebeple İstanbul’da “alıkoyamadık”larınısöyleyebiliyor.

Devlet, kuruluşundan gelişimine her daim sınıfsalkimliğini farklı vesilelerle göstermiştir. Devlet, herbir etnik kökene, ulusa saldırırken bunu sınıfsalkimliğinden bağımsız hayata geçirmemişti. Strumafaciasının yazıldığı 1940’lı yıllarda da aynı kimliğialenen görürsünüz. Yahudilerin Nazilerden kaçış içinFilistin’e geçişinde de aynı burjuva çıkarcılığı dışavurur. Onlarca insanın ölümüne neden olanlar dönüpmülteciler için yasal düzenlemeye gittiklerinde dahiaradıkları kıstas savaş başlamadan önce Filistin’egiriş vizesi elde etmiş ve Suriye’den transit vizesialmış, “yeterli paraya ve de bilete” sahip olmaktı.Aranan kıstaslarsa ancak Yahudi burjuvazisininsınırlı bir kısmının sahip olduğu imtiyazlardı.

Bir de atlanmaması gerek başka bir burjuvazigereği taşır Struma.

Gemiden patlama anında kurtulan sadece birkişiydi. Fakat Struma İstanbul’dan ayrılmadan birailenin gemiden ayrılmasına ayrıcalık tanınmıştı.Segal ailesi...

Martin, Elvira ve oğulları Alexander... Bir de dörtaylık hamile Medea.

Yasal prosedüre uyanlar dışındaki bu aileninözelliğiyse sınıfında gizli. Anlatılanlarda farklılıklarolsa da Martin Segal Standart Oil Company’ninRomanya Genel Müdürü. Böyle bir ismin ölümünüistemeyenler devreye Türkiye’deki işbirlikçiuşaklarını sokuyorlar. Yani Vehbi Koç’u.

Vehbi Koç, Almanya’ya silah endüstrisindekullanılan Krom satışı nedeniyle ABD’nin karalistesinde, listeden çıkış biletiyse Segal aliesinde.Koç, sınıfsal konumunu kullanarak Segal ailesiningemiden alınmasını sağlıyor. Kara listeden çıkış Koçailesini hızla palazlanmasında önemli bir roloynuyor. Struma Karadeniz’de ölü canlarla batarkenburjuvazi kendi yaşamını sürdürüyor hem de tarihintüm felaketlerini kat be kat büyütüp yenidentekrarlatarak.

* İshak Alaton. Sturma’ya el altından ilaç ve gıdataşıyan Türkiye’deki Yahudilerden.

** Başbakan Refik Saydam’ın Struma’nınmotorsuz Karadeniz’e yollanmasıyla ilgili yaptığıaçıklamadan

Gerçeği derinliklerinde, ölümü yüzeyinde bir tarih...

Struma: Karadeniz’de ölü canlarT. Kor

Page 31: Kızıl Bayrak 13-09

CMYK

EKSEN Yayıncılık Büroları

Sönmez İş Sarayı Kat: 3 No: 220 Heykel / BURSA Tel: 0 (224) 220 84 92 Atatürk Bulvarı 109/19 Erciyes İşhanı, Kızılay / ANKARA

BDSP, DHF, Mücadele Birliği, Devrimci Hareket, PDD’den oluşan Gazi 12 Mart Platformu ilk olarak 12Mart günü yapılacak anma etkinliğine çağrı amacıyla 2 Mart’ta yürüyüş ve etkinlik gerçekleştirecek. 2 Mart’tagerçekleştirilecek yürüyüş için 18.30’da Eski Karakol’da toplanılacak. Buradan Gazi Cemevi’ne yürünecek.Cemevi önünde sinevizyon gösterimi ve Emeğe Ezgi müzik grubunun dinletisi yapılacak.

12 Mart’ta ise 08.30’da Eski Karakol’da toplanılarak, buradan Gazi Mezarlığı’na yürüyüş gerçekleştirilecek. Kızıl Bayrak / GOP

27 Şubat günü Taksim Meydanı’ndanGalatasaray Lisesi’ne kadar yapılan yürüyüşleaskerde katledilen Sevag Şahin Balıkçı, MazlumAksu ve Uğur Kantar anılarak “unutmadık”denildi. “Kışla cinayetlerine son. Sevag seniunutturmayacağız!” pankartıyla yürüyen kitleadına Galatasaray Lisesi önünde basınaçıklamasını Arno Kalaycı okudu. Kalaycı,Sevag’ın Ermeni soykırımının yıldönümündeöldürülmesine dikkat çekerek dava süreciniaktardı. Sevag’ın katledilmesinin ardındantutulan çelişkili tutunaklara dikkat çekerekcinayetlerin örtbas edilmeye çalışıldığını ifadeeden Kalaycı, askerdeki son cinayet olan MazlumAksu cinayeti için şunları söyledi: “Kışlalardagerçekleşen bu cinayetlerin ‘şaka’ ve‘intihar’ gibinedenlerle üstü örtülmeye çalışıladursun, Kürt vesosyalist olan Mazlum Aksu’nun ölümününardındaki gerçekleri biliyor ve katilleritanıyoruz.”

Kalaycı, Sevag’ın katillerinin serbestbırakılmasıyla ilgili olarak şunları söyledi:“Sevag Balıkçı’nın katil zanlısı hala aramızda!Tıpkı Madımak’ı yakanların, Roboski’yibombalayanların, Hrant Dink’in, MaritsaKüçük’ün ve failin devlet olduğu tüm cinayetlerinkatillerinin de hala aramızda olduğu gibi!”

Kızıl Bayrak / İstanbul

Nor Zartonk Sevag’ıunutturmuyor

Mücadele Postası

Tapu haklarının gasp edilmesine karşı barınmahakkı mücadelelerini sürdüren Esenyurt ArdıçlıMahallesi emekçileri, Esenyurt Belediyesi BaşkanıNecmi Kadıoğlu’nun, halkı kabul ettiği Salı günündebelediye binasına yürüyerek mücadelelerinin takipçisiolacaklarını bir kez daha dile getirdiler.

Sabah erken saatlerden itibaren İnci Kasap önündetoplanmaya başlayan emekçiler, “Ellerinizievlerimizden çekin! Evlerimizi yıktırmayacağız”pankartı arkasında belediyeye yürüdüler. Yürüyüşboyunca, AKP’li belediye başkanı Necmi Kadıoğlu’nuistifaya çağıran emekçiler, 3 Mart Pazar günü KöyiçiMeydan’da yapacakları mitinge de katılım çağrısındabulundular.

Belediye binası önüne gelindiğinde Kadıoğlu’nuhesap vermeye ve kapı önüne çağıran emekçilerin

karşısında bir kez daha Belediye Başkan YardımcısıEmin Batmazoğlu çıktı.

Batmazoğlu’nu yuhalayarak protesto eden kitleninbekleyişi devam ederken, emekçilerle görüşmek içinhaber gönderen Belediye Başkanı Necmi Kadıoğlu daprotesto edildi.

Kadıoğlu’nun bu tutumunu protesto eden ve kapıönüne çağıran emekçiler basın açıklamasıgerçekleştirerek kararlılık mesajı verdiler.

Basın açıklaması ve eylemi hazmedemeyenBatmazoğlu ise çareyi emekçileri tehdit etmekte buldu.

Batmazoğlu, basın açıklamasını okuyan kadınemekçiyi, hakkında suç duyurusunda bulunmaklatehdit etti. Batmazoğlu’nun tehditleri kitle tarafından“Baskılar bizi yıldıramaz!” sloganıyla karşılandı.

Kızıl Bayrak / Esenyurt

Gazi 12 Mart Platformuanma programını açıkladı

Ardıçlı emekçilerine tehdit

Page 32: Kızıl Bayrak 13-09

Filistin halkı direniyor!

Kazanacak!