Kızıl Bayrak 2014 05

32
Kızıl Bayrak Haſtalık Sosyalist Siyasal Gazete www.kizilbayrak.net Sayı: 2014 / 05 • 31 Ocak 2014 • 1 TL Marksizm, burjuva temsili kurumlar ve parlamentarizm » s.16-19 MİB MYK Değerlendirme ve kararlar » s.7 » » AKP, salgın hastalıklar ve “biyolojik silahlar” Kazanmak için devrimci sınıf mücadelesi! T ürk Tabipleri Birliği’nin geçen hafta yayınladığı “Suriyeli Sığınmacılar ve Sağlık Hizmetleri” başlıklı rapor, Türk sermaye devletinin amacının hiç de “insani” olmadığını bir kez daha gözler önüne serdi. (s.4) » Gebze’de yeni bir mevzi açılıyor! 2 Şubat günü gerçekleştirilecek açılış etkinliği öncesinde, Gebze’de işçi sınıfı ve emekçilerin yeni bir mücadele mevzisi Gebze İşçilerin Birliği Derneği yöneticisi ile konuştuk. (s.14) » Dönem sermayeye hizmetle kapandı! B ir dönem geride kalırken ortadaki veriler eğitimde sermayeyi ve gericiliği merkeze alan politikalarda belli bir mesafe katedildiğini, yeni planlamalarla orta vadede neoliberal dönüşümlerin ve gerici ablukanın artacağını gösteriyor. (s.23) Sınıf hareketinin önündeki bahsedilen engeller, bugünkü durumda işçi sınıfının kendiliğinden hareketiyle aşılamaz. Devrimci bir önderlikle, “sınıfa karşı sınıf” bakışı üzerinden ortaya konacak bir direniş kararlılığı ile diğer sınıf bölüklerini de harekete geçiren bir mücadele hattı örülmelidir. Başta özelleştirmelere, güvencesizliğe, taşeronlaşmaya ve sermayenin diğer saldırılarına karşı işçi sınıfının ortak mücadele taleplerini içeren devrimci bir program etrafında birleşik bir mücadele yürütülmelidir. Başka türlü ne saldırılar durdurulabilir ne de sendikal bürokrasinin işçileri engelleyici etkileri aşılabilir. Bu konuda sınıf içinde devrimci çalışmanın önemi bir kez daha ortaya çıkarken, öncü ileri işçilere de büyük görevler düşmektedir. Bugün işçi eylemlerinde de Haziran Direnişi’nin mücadeleci ruhunun kendisini hissettirmesi ise önemli bir avantajdır. Bu ruhla devrimci sınıf mücadelesinin büyütülmesi gerekmektedir. (s.8)

description

Kızıl Bayrak 2014 05 / 31 Ocak

Transcript of Kızıl Bayrak 2014 05

Page 1: Kızıl Bayrak 2014 05

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete www.kizilbayrak.net Sayı: 2014 / 05 • 31 Ocak 2014 • 1 TL

Marksizm, burjuva temsili kurumlar ve parlamentarizm » s.16-19 MİB MYK Değerlendirme ve kararlar » s.7»

» AKP, salgın hastalıklarve “biyolojik silahlar”

Kazanmak içindevrimci sınıf mücadelesi!

Türk Tabipleri Birliği’nin geçenhafta yayınladığı “SuriyeliSığınmacılar ve Sağlık

Hizmetleri” başlıklı rapor, Türk sermayedevletinin amacının hiç de “insani”olmadığını bir kez daha gözler önüneserdi. (s.4)

» Gebze’de yeni birmevzi açılıyor!

2Şubat günü gerçekleştirilecek açılışetkinliği öncesinde, Gebze’de işçisınıfı ve emekçilerin yeni bir

mücadele mevzisi Gebze İşçilerin BirliğiDerneği yöneticisi ile konuştuk. (s.14)

» Dönem sermayeyehizmetle kapandı!

Bir dönem geride kalırkenortadaki veriler eğitimdesermayeyi ve gericiliği merkeze

alan politikalarda belli bir mesafekatedildiğini, yeni planlamalarla ortavadede neoliberal dönüşümlerin vegerici ablukanın artacağını gösteriyor.(s.23)

Sınıf hareketinin önündeki bahsedilen engeller, bugünküdurumda işçi sınıfının kendiliğinden hareketiyle aşılamaz.Devrimci bir önderlikle, “sınıfa karşı sınıf” bakışı üzerindenortaya konacak bir direniş kararlılığı ile diğer sınıf bölüklerinide harekete geçiren bir mücadele hattı örülmelidir. Baştaözelleştirmelere, güvencesizliğe, taşeronlaşmaya vesermayenin diğer saldırılarına karşı işçi sınıfının ortakmücadele taleplerini içeren devrimci bir program etrafındabirleşik bir mücadele yürütülmelidir. Başka türlü ne saldırılar

durdurulabilir ne de sendikal bürokrasinin işçileri engelleyicietkileri aşılabilir. Bu konuda sınıf içinde devrimci çalışmanınönemi bir kez daha ortaya çıkarken, öncü ileri işçilere debüyük görevler düşmektedir.

Bugün işçi eylemlerinde de Haziran Direnişi’ninmücadeleci ruhunun kendisini hissettirmesi ise önemli biravantajdır. Bu ruhla devrimci sınıf mücadelesininbüyütülmesi gerekmektedir.

(s.8)

Page 2: Kızıl Bayrak 2014 05

Türkiye’de yerel seçimlerin işçi ve emekçi kitleleriedilgenleştirip düzene bağlamak dışında ikili bir işlevivardır. İlkin, her zaman birer rant ve rüşvet kaynağıolan yerel yönetimlerin hangi düzen partisi tarafındanele geçirileceği belirlenir. İkinci olarak da hükümetpartisi için bir güvenoyu işlevi taşır. Sıradan bilinçlikitlelerin daha iyi hizmet beklentisiyle hükümetpartilerine eğilim duymalarının ve devlet imkanlarınınbu partilere büyük avantajlar sağlamasına rağmen,toplumsal algı böyle şekillendirilir. Dinci partinin 2002seçimlerinde işbaşına gelmesiyle yeni bir görünümkazanan ve şiddetlenen rejim krizi, her seçimdönemini düzen güçlerinin hesaplaşma sahnesineçevirdi. Dinci-gerici koalisyonun iktidarlaşmadöneminde, yerel seçimler de en az genel seçimlerkadar kıyasıya bir rekabet alanı haline geldi.

Ölüm-kalım meselesine dönen yerel seçimler!

Gündemdeki 30 Mart yerel seçimleri ise yerelyönetimlerin belirlenmesi sınırlarını çoktan aşmıştı.Henüz 2013 yılına girilmemişken bile 2014 yerelseçimleri tartışılmaktaydı. AKP iktidarı, bu seçimlerikazanmayı bir eşiğin atlanması, daha açık deyimle ogüne kadarki iktidar mevzilerini güvenceye alma,iktidarını sağlamlaştırma dönemeci olarak ilan etmiş,tüm adımlarını buna göre atmaya başlamıştı. Bugünekadar nasılsa sürdürmeyi başarabildiği “Kürtsorununda çözüm süreci” bu adımların en önemlisiolageldi. Dinci parti, topyekûn imha saldırısı boşadüşünce, Suriye’de iflasa sürüklenince, üstüne bir deRojava çıkışıyla afallayınca, çareyi “İmralıgörüşmeleri”ni başlatmakta buldu. Şimdiye kadarkitüm sürecin de tanıklık ettiği gibi, Kürt sorunundaherhangi bir adım atmaksızın buoyunu sürdürmeyi başardı. Her şeyinseçim sonrasına bırakılması Kürthareketi tarafından da kabul edilmişolduğu ölçüde, hedefini tutturmuşsayılır.

Ne var ki dinci-gerici parti yerelseçimleri hiç de düşlediği koşullardakarşılayamıyor. “Çözüm”aldatmacasının en şaşalı dönemindepatlak veren Haziran Direnişi bütünplanlarını altüst etti. AKP iktidarı veşefi Erdoğan, Türkiye’de ve dünyakamuoyu nezdinde tüm tılsımlarınıyitirdiler. Moral ve özgüven planındaonulmaz yaralar aldılar. Bu aradadinci-gerici güçlerin kontrol altındasüren iktidar ve rant dalaşması,direnişin yarattığı sarsıntıyla yenidenalevlendi. Sonu 17 Aralıkoperasyonuna varacak sürecin önüde böylece açılmış oldu.

Gerek Haziran Direnişi ile başlayan yeni dönem,gerekse 17 Aralık’la sıçrama yaşayan iç iktidardalaşması, 30 Mart seçimlerini, gerici güçler payınaöncesindeki hiçbir yerel seçimle kıyaslanmayacak birölüm-kalım meselesine dönüştürmüş bulunuyor. Fakat

yalnızca onlar için değil, sermaye düzeninin toplamıiçin de tartışmasız bir önem taşıyor. Zira sermayedüzeninin daha şimdiden yeni biçim kazanan siyasikrizi, ekonomik ve sosyal hayatı derinden sarsmayabaşladı. Düzenin tüm temel kurumları ve biçimseldemokrasisi, dolayısıyla ancak bu maskelerlesağlanabilen meşruiyeti geniş yığınlar nazarında büyükbir itibarsızlaşma yaşamaktadır. Yerel seçimlerdenbaşlayarak gündemi işgal eden seçim takvimi,kitlelerin hiç değilse düzen sınırları içinde tutulması veburjuva parlamenterizmine karşı alttan alta oluşangüvensizliğin giderilmesi için bir fırsat yaratmaktadır.

AKP’yi gözden çıkarmış Türk egemenlerinin veşüphesiz emperyalist efendilerinin halihazırdaki enbüyük açmazı AKP ve Tayyip Erdoğan karşısında yeterlioy desteğine sahip bir alternatifin olmamasıdır. CHPüzerinde yapılan işlemlerin kısa vadede sonuçvermemesi, siyasi krizi ve dolayısıyla ekonomiksarsıntıyı ayrıca şiddetlendirmektedir. Düzenin bukoşullara rağmen en büyük avantajı ise işçi ve emekçikitlelerin, bilinç, örgütlenme ve mücadele bakımındandüzen sınırlarını henüz zorlamaması, sahtekutuplaşma ve taraflaşmaların etkisine karşısavunmasız olmasıdır. Bu koşullarda seçimler,kitlelerdeki tepki birikiminin yatıştırılmasında, düzenedair meşruiyet algısının onarılmasında önemli birolanağa dönüşmektedir.

Düzenin sol payandaları

Ana gövdesiyle parlamenterizme gömülmüşreformist Türkiye solu da bu konuda elinden gelenkatkıyı yapmaktadır. “Çözüm” aldatmacasının etkisi ençok bu kesimde karşılık buldu. Denebilir ki son bir yıl

boyunca toplumsal-siyasalyaşamda, iç ve dış politikadacereyan eden her olay vegelişme bu tasfiyecialdatmacayla ilişkilendirildi.Saflar bunun üzerindenbelirlendi, ittifaklar bununsüzgecinden geçerek oluştu.AKP iktidarının vealdatmacanın iç yüzünügeniş kitleler nezdinde teşhireden Haziran Direnişi isezaten oluşmuş bulunansaflaşmaların daha danetleşmesini sağladı.

Gelinen yerdekomünistlerin temsil ettiğibağımsız devrimci sınıfçizgisi dışında Türkiye solu ikiana reformist kamptakümelenmiş durumdadır.

Biri Kürt hareketinin “demokratik özerklik vecumhuriyetin demokratikleştirilmesi”, öteki isecumhuriyetin kazanımlarını korumak ve geliştirmekçerçevesinde “ulusalcı cumhuriyet” bayrağınıtaşımaktadır. Düne kadar devrimcilikte ısrar eden (vehala da bu iddialarını sürdürebilen) irili-ufaklı bir dizi

grup ve çevreden bu kamplardan birini ya da ötekiniaçık veya zımni olarak destekleyenleri saymak bilegerekmiyor. Zira bu kuyrukçu yedeklenmeye teoridekılıf giydirme uğraşları, pratiğin acımasız aynasındakendiliğinden tuzla buz olmaktadır zaten.

Bu iki reformist odağın en tartışmasız ortaközelliklerinden biri burjuvazinin köhnemişcumhuriyetine sahip çıkmaksa, öteki deparlamenterizm kulvarına boylu boyunca uzanmışolmaktır. Her iki reformist odağın üçüncü bir ortakpaydası, Haziran Direnişi’nden parlamenterhayallerine dayanaklar çıkarmalarıdır. Düzeninmaskelerini militanca yırtan direnişin ateşi henüzcanlıyken, onlar AKP iktidarını yerinden etmeninreçeteleriyle dolaşmaya ve “sol iktidar” seçeneğiolarak öne atılmaya başlamışlardı bile. 17 Aralıksonrasında parlamenter hayaller iyice körüklenmişdurumdadır. Her biri iddialı bir şekilde “yereliktidarlaşma”nın kapıda beklediğini düşünmektedir. Bubirinde “halkçı, demokratik, katılımcı, toplumcu biryerel yönetim anlayışını kitlelere ulaştırma ve onlarıyöneten konumuna getirme tarihsel hedefi” (AnkaraOrtak Sol Aday Meclisi), ötekinde “güçlü, demokratikve özerk yerel ve bölgesel yönetimler” ve “yereldemokratikleşme” (HDP) söylemleriyle dilegelmektedir.

Tasfiyeci tükenişin son noktası

Tüm bunlardan anlaşılabileceği gibi her ikireformist odağın en temel ortak paydası, düzeninseçim hesaplarına gönüllüce, hem de büyük birhevesle dahil olmaktır. Sanki öncekiler burjuvaziyedaha az hizmet etmişler gibi, son 11 yıl üzerinden tümkötülükleri salt AKP’ye havale eden reformist kanat(TKP, Halkevleri, ÖDP, EHP), AKP’nin geriletilipyenilmesini düstur edinmiş olduklarını ilan etmeklekalmıyor, “kitlelerin sağa mahkum” edilmediğiyerlerde düzen solunu destekleyeceklerinin açıksinyallerini de veriyorlar. HDP ise her ne kadar AKP’yizayıflatmaktan bahsetse de “çözüm sürecinde”muhatapsız kalmamak adına, başta Kürt illeri olmaküzere gücünün olduğu yerlere odaklanmakta, AKP’dençok öteki düzen partilerine karşı bir propagandayürütmektedir.

Kısacası Türkiye solu için seçimler merkezi ve yerelkurumlarıyla burjuva parlamenterizmini ve düzengerçeğini işçi ve emekçi kitlelere daha geniş ölçekteteşhir etmenin olanağı değil, düzen zemininde“demokratikleşme”, “yerel iktidarlaşma” hayalleriyaymanın aracı haline gelmiştir. Çözümün düzeni yıkıpaşmaktan, demek oluyor ki devrimden geçtiğinipropaganda etmenin değil, burjuva demokrasisialdatmacasının sürdürülmesine hizmetin kanalıolmuştur. Kitleleri militan mücadeleyi yükseltmeyeçağırmanın, düzenin halihazırda yaşadığı yıpranmayıderinleştirecek militan kitle mücadelesini geliştirmenindeğil, kitlelerin yatıştırılıp yedeklenmesinde burjuvadüzene desteğin yoluna dönüşmüştür. Ve bu yeni birolgu değil, tasfiyeci sürüklenişin ve tükenişin 2002seçimleriyle ivme kazanan evriminin son noktasıdır.

Yerel seçimler ve reformist payandalar…

Gelinen yerde komünistlerintemsil ettiği bağımsızdevrimci sınıf çizgisi dışındaTürkiye solu iki ana reformistkampta kümelenmişdurumdadır. Biri Kürthareketinin “demokratiközerklik ve cumhuriyetindemokratikleştirilmesi”, ötekiise cumhuriyetinkazanımlarını korumak vegeliştirmek çerçevesinde“ulusalcı cumhuriyet”bayrağını taşımaktadır.

Page 3: Kızıl Bayrak 2014 05

ABD’nin, sadık uşağı Türk sermaye devletindeyaşanan iktidar krizi karşısında sesini yükseltmeyehazırlandığı öne sürülüyor. ABD Savunma BakanıHagel’in Türkiye ziyaretini iptal etmesi bunun ilk işaretiolarak yorumlanıyor. Ayrıca, ABD’nin eski Ankarabüyükelçileri Eric Edelman ve Morton Abramowitz,Erdoğan’ın giderek otoriterleştiğini hatırlatarak, ABDyönetimini tavır almaya çağırmış bulunuyor.

Bütün bunlar ve benzeri göstergeler Türkiye’de birsüredir şiddetlenerek devam eden siyasi iklim içinönemli işaretler sayılmalıdır. Erdoğan’ın vaktiyleövündüğü Amerikan emperyalizminin Büyük OrtadoğuProjesinin Eş Başkanlığı öykünmesinin yerini gittikçeartan bir hayal kırıklığı almaktadır. İçerde, gericikoalisyon yerini gerici dalaşmaya bırakırken, Erdoğanve müritlerinin yeni taktiği ‘en iyi savunma saldırıdır’anlayışı olmaktadır. Okyanus ötesi artık AKP için, “ilmi”güç ve şantaj için kullanan, “yalancı peygamber, sahteveli, içi boş, kalbi boş, zihni boş alim müsveddesidir.”AKP ise açığa çıkan yolsuzluklar ile hem fiziki hemmoral kayıplar vermiş bulunmaktadır. Hem içeridehem de dışarıda da gün geçtikçe yalnızlaşmaktadır.

ABD emperyalizminin nezdinde Erdoğan’ıncazibesini yitiriyor olması son zamanlarda çokçadillendirilmektedir. Düzen kalemşörleri de, boştakalacak tahtın varisleri de bunu otoriter anlayışınmalum sonu olarak göstermeye çalışmaktalar. CHP gibirejimin temel yapı taşlarından olanlar bu vesileylecemaate daha da yakınlaşmakta bir mahsurgörmemekteler. Dün Erdoğan’la aynı ranttan beslenen,aynı gericiliğin savunucusu “Hocaefendi” de böylecedeyim yerindeyse temize çıkarılmaktadır.

Ancak siyasal yaşanmışlıkları doğru bir yerekoyabilenler, belleklerinde kalanları az-çok gözleriönüne getirebilenler görecektir ki, tüm bunlarıngerisinde ne Erdoğan’ın otoriterliği vardır ne deyalnızca cemaatle alacak-verecek kavgası. Hatırlanırsahenüz Erdoğan ABD’nin tam gözdesi olmamışkenBeyaz Saray’a telkinlerde bulunanlar “deliğesüpürmeyin, onu kullanın” demekteydiler. Yaşanan,Erdoğan’ın kullanım süresinin dolmak üzereolmasından öte bir şey değildir. Son kullanma tarihiyaklaşan bir ürünün reyondan tümüyle çıkarılıpçıkarılmayacağının tartışmasıdır yapılanlar. Erdoğan’ın3 metrelik hologram görüntüsünün Avrupa basınındaalay konusu olması bir gerçekliği ifade etmektedir.Erdoğan emperyalistler için artık “orada olmayanbaşbakandır.”

ABD emperyalizminin otoriter bir rejimle derdiolması için hiçbir neden yoktur. Zira dünya halklarınakan kusturan emperyalist bir ölüm makinasının, İsrailsiyonizmine her türlü desteği vermekten gerikalmayan bir anlayışın, işine geldiği müddetçediktatörleri koruyup kollamasını bilenlerindemokrasiden, otoriterlikten bahsetmesi kadar gülünçbir şey olamaz. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşananhalk hareketleri, bunun sonucunda ortaya çıkan yenişekillenmeler, ılımlı İslam’ın bu coğrafyalarda artıkemperyalizme taşeronluk yapabilecek bir manevrakabiliyetinden yoksun oluşu gibi nedenler ABD’yi proje

değişikliği yapmaya itmektedir.Bu arada eline geçirdiği imkanları da hırsına,

bölgesel amaçlarına alet etmeye çalışan AKPhükümetinin Mısır, Tunus’ta düştüğü duruma sonolarak Suriye’de eklenince tüm bunlar iflas eden birproje için yeterince fikir vermektedir. Erdoğan’ınönünü ne kadar görebildiği bilinmez ama emperyalistefendiler önlerini gayet iyi gördüklerini, tercihlerininne kadar çabuk değiştiğini göstererek de ifadeetmektedirler. Emperyalist merkezlerin Esad’a nekadar süre biçtiği bilinmez olsa da görünen odur kiyeni gelişmeler yaşanmazsa eğer Erdoğan’a biçilensüreden daha uzundur.

Emperyalist merkezlerin karargahlarında kurulanmasada Türkiye’nin siyasi haritası yenilenmiş kırmızıişaretlerle olduğu gibi durmaktadır. Her fırsatta AKPhükümetine karşı bir takım lobilerden bahsedenErdoğan, esasında kuşkularında haksız da sayılmaz.Kendisini götürecek olanın ne olacağını gayet iyibilmektedir. Bu ya bir halk hareketi olacaktır ya dahem bu halk hareketinin önünü kesebilmek, hem debölgesel çıkarları gereği ABD emperyalizminindüğmeye basması olacaktır.

Erdoğan Haziran Direnişi’ne neden olan halkhareketini bertaraf ettiğini sanmış olabilir. Ancak buhareketin politik etkisiyle sarsılmaktan kurtulamamış,gücünü de kaybetmiştir. Sırtını ABD emperyalizminedayamış olan cemaatin hamleleri de Erdoğan veekibinin takatini yitirmesine neden olmaktadır. Şimdiherkes Erdoğan’ın siyasi ömrü ne zaman son bulacakdiye sormaktadır.

Olması gereken ise tüm diğer düzen partileri gibiAKP ve Erdoğan’ın da bir sınıf hareketiyle yenilgiyitatması ve hesaplarını devrim mahkemelerinevermeleridir. Bu nedenle işçi sınıfına, emekçilere, Kürthalkına ve Alevi emekçilerine düşen görev yaratılmayaçalışılan sahte saflaşmalardan medet ummak değil,kurtuluşu devrim ve sosyalizmde aramaktır. Çünkükalıcı çözüm tektir ve başka da hiçbir yol mümkündeğildir.

Erdoğan: “Oradaolmayan başbakan!”

TMMOB’yebakanlık kıskacı

Dinci-gerici AKP iktidarı, Haziran Direnişi’ninardından TMMOB’ye yönelik baskılarını arttırdı. İki ayrıBakanlar Kurulu kararıyla 12 meslek odasının mali veidari denetimini iki bakanlığa verdi. Meslek odaları isedenetimlerin yasal dayanağı olmadığını belirterekharekete geçti.

Bakanlık denetimlere başladı

TMMOB, Bakanlar Kurulu’nun kararının iptali içinDanıştay’da dava açtı. Ancak davanın sonucunubeklemeden harekete geçen Orman ve Su İşleriBakanlığı, Orman Mühendisleri Odası’nın bazışubelerinde denetim gerçekleştirdi. Bununla dakalmayıp TMMOB’a bir yazı göndererek OrmanMühendisleri Odası ile bağlı İstanbul Şubesiyöneticileri hakkında Bakanlığın Rehberlik ve TeftişBaşkanlığı Yönetmeliği’nin 14/2 maddesine aykırıdavrandıkları gerekçesiyle Cumhuriyet Savcılığı’na suçduyurusunda bulunulması yönündeki kararını iletti veidari açıdan da TMMOB Disiplin Yönetmeliği esaslarıçerçevesinde disiplin soruşturması açması istendi.

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı,iki bakanlığa da kararlarının yasal dayanağı olmadığınıanlatan yazı gönderdi. Yazıda şunlar ifade edildi:

“Anayasa hükmü çok açık olup; idari ve malidenetime ilişkin kuralların ‘kanunla’ belirlenmesigerekmektedir. Bunun yanında AnayasaMahkemesi’nin ‘merkezi idarenin meslek kuruluşlarınınişlemleri üzerindeki yetkilerinin meslek kuruluşlarınınözerkliğini ve bağımsızlığını ortadan kaldıracaknitelikte olamayacağı’na ilişkin kararları mevcuttur.

Yukarıda açıklanan nedenlerle, TMMOB’ye bağlıOdaların idari ve mali denetimini yapacak Bakanlıklarıbelirlemek üzere Bakanlar Kurulu kararı alınarak,usulleri ve koşulları tarifleyen yasal düzenlemelerolmadan bu yetkinin kullanılması olanaklı değildir.İdari ve mali denetimin esas ve usulleri, kurallarıkanunla belirlenmeden sadece Bakanlar Kurulukararına dayalı olarak Bakanlıkça herhangi birdenetim yapılmasının Anayasa’ya aykırı olacağıkuşkusuzdur. Ayrıca, yayımlanan bu Bakanlar Kurulukararının iptaline yönelik Danıştay nezdinde davaaçmış bulunuyoruz. Hukuk devleti ilkesi, bir konudadava açılmış ise yargı kararının beklenmesini emreder.

Eroğlu Onur Kurulu’na sevk edildi

TMMOB Yönetim Kurulu, Orman MühendisleriOdası’nın bazı şubelerine müfettiş göndererekdenetim yaptıran Orman ve Su İşleri Bakanı VeyselEroğlu’nu üyesi olduğu İnşaat Mühendisleri Odası’nınOnur Kurulu’na şikayet etti.

Page 4: Kızıl Bayrak 2014 05

Türk sermaye devleti Suriye’ye yönelik savaşkışkırtıcısı politikasını sürdürüyor. Savaşta bizzat tarafolan AKP hükümeti “insani yardım” adı altında cihatçıçetelere silah ve bomba yüklü yardımlar sunuyor.Bununla birlikte savaşın ortaya çıkardığı sığınmacılarınyaşam koşulları ise gün geçtikçe daha kötüye gidiyor.

Türk Tabipleri Birliği’nin geçen hafta yayınladığı“Suriyeli Sığınmacılar ve Sağlık Hizmetleri” başlıklırapor, Türk sermaye devletinin amacının hiç de“insani” olmadığını bir kez daha gözler önüne serdi.Daha önce de insan hakları kuruluşlarının yayınladığıraporlarda ve Suriye sınırında bulunan gazetecilerinverdiği bilgiler, Türk sermaye devletinin kamplarda yada kampların dışında Suriyeli sığınmacıları insanlık dışıkoşullara mahkum ettiğini gösteriyordu.

İnsan sağlığına büyük tehdit

Bir yandan savaşı kışkırtarak “Suriye halkınındostuyum” diyen sermaye iktidarı, savaşın tahminettiğinden uzun sürmesi ve yaşadığı hayal kırıklıkları ilebirlikte sığınmacıları ölüme terk etmeyi sürdürdü. Öyleki uzun yıllardır Suriye’de ve Türkiye topraklarındagörülmeyen bulaşıcı hastalıklar tekrar hortladı ve insansağlığını kitlesel olarak tehdit eder bir hale geldi.TTB’nin konuya ilişkin raporu Türk sermaye devletininbölge halkları için salt askeri anlamda değil, sağlıkanlamında da tehdit olduğunu ortaya koydu.

Raporunda Suriye iç savaşının emperyalistmüdahale ile kışkırtıldığını ifade eden TTB, Diyarbakır,Şanlıurfa, Batman, Gaziantep, Kızıltepe ve Nusaybin’inyanı sıra Rojova’da sağlık çalışanları tarafından, Mayıs-Kasım 2013 tarihleri arasında sığınmacılara yönelikaraştırmalar yapıldığını aktardı.

Felaket gözardı ediliyor

Raporda, kamp dışında kalan sığınmacıların, yanisığınmacıların büyük çoğunluğunun uzun süredir sağlıkhizmetlerinden faydalanamadığı, buna bağlı olaraksınırdaki iller başta olmak üzere tüm ülkede çokboyutlu sağlık sorunlarının yaşanabileceği söyleniyor.Ayrıca bu felaketin devlet tarafından önemsenmediğive gözardı edildiği dile getiriliyor.

Sığınmacıların sağlık sorunları haricinde sosyalyaşamlarının da felaket boyutunda olduğu vurgulananraporda, dil sorunu nedeniyle kişilerin iş ve eğitimalanında sıkıntılar yaşadığı, barınma koşullarının isetek kişilik odalarda kalabalık ya da yıkıntı binalar veparklarda sağlanmaya çalışıldığının altı çiziliyor. Bukoşullar da hijyen anlamında önemli sıkıntılaryaratıyor.

Sorumsuzluk kızamık ve çocuk felcini hortlattı

Beslenme yetersizliği de sığınmacılar için temelsorunların başında geliyor. Suriyeliler mutfakgereçlerinden de öte pişirilecek besin maddelerineulaşma konusunda büyük sıkıntı yaşıyor, bu durum

özellikle bebek ve çocuklar için büyük tehditleroluşturuyor, hastalıklara davetiye çıkarıyor.

Türk sermaye devletinin kamp dışında aşılamayaönem vermediği için birçok salgın hastalığın ortayaçıktığı belirtilen rapora göre bebek ve çocuklar kızamıkhastalığı kapıyor. Ayrıca medyanın söyleminin aksinekızamık hastalığının hasta sığınmacı çocuklar ilebirlikte gelmediği, çocukların aşılanmadıkları için buhastalığa yakalandıklarına dikkat çekiliyor. Büyük risktaşıyan hastalıklar ile ilgili şunlar ifade ediliyor: “Baştakızamık olmak üzere, şark çıbanı, ASYE,gastroenteritler, sıtma olmak üzere polio gibi eredikeedilen hastalıkların görülme tehdidi vardır. Geçen yılgörülen kızamık olguları, sıtma ve şark çıbanı olgularıhaberci niteliğindedir.”

Kadınlar alınıp-satılıyor

Raporda kadınların durumunun da içler acısıolduğu söyleniyor. İstenmeyen gebelikler, bebekölümleri ve anne ölümlerinin artmasının şaşırtıcıolmadığı belirtiliyor ve kadınların sosyal yaşamdankoptuğu, Türkiyeli erkeklerin bu kadınlar ile 2. ve 3.evliliklerini yaptığı, “başlık parası” adı altındaki kadınticaretinin, umutsuzluk ile birlikte yaygınlaştığıkaydediliyor.

Sorunlar için çözüm önerilerini sunan TTB,Türkiye’nin sorumluluklarına dikkat çekerek şuönerileri sunuyor: “Yasal düzenlemelerlesığınmacıların asgari ücretin altında ve sigortasızçalıştırılmasının yasaklanması; çocuk işçiliğine yöneliksıkı denetimlerin yapılması; insani bir çalışma koşulu,yeterli ücret, iş güvencesi sağlanmasına yönelikçabalar yoğunlaştırılmalıdır.”

Sığınmacıya da tek dil dayatması

Bir başka dikkat çekici öneri ise eğitim alanında dilegetiriliyor. Türk sermaye devleti anadili Arapça ya daKürtçe olan çocuklar için eğitimin Türkçe de eklenerekçok dilli uygulanmasını ve uzun zamandır eğitimdenkopan çocuklar için bu sürecin bir an öncebaşlatılmasını savunuyor.

Tüm bunların ikincil görevler olduğunun altı çizilenraporda ilk görev olarak halkların gerici, yağmacı

savaşların önüne geçebilmesi gösteriliyor.Raporun son kısmında ise Rojava’daki gözlemler

aktarılıyor. Bilindiği gibi Rojava halkı örgütlü bir tutumgöstererek Türk ve Suudi devleti tarafındandesteklenen cihatçı çeteleri topraklarından kovmuştu.Bu sebeple Rojava’nın nüfusunda da çok büyük artışlaryaşandı ve bölge çok büyük iç göçlere sahne oldu.Nüfusun aniden artması, zaman zaman Barzani, Türkdevleti ve çeteler tarafından uygulanan ambargonedeniyle sağlık hizmetlerinin, tıbbi malzemelerin kıtolduğu Rojava’da, sağlık sorunları ve bulaşıcı hastalıktehlikelerinin ortaya çıktığının altı çiziliyor.

Aşılar “biyolojik silah”, anestezik“uyuşturucu”

Beslenme bozukluğu ve toplu yaşama, uzunyıllardır görülmeyen hastalıkları Rojava halkının dabaşına bela ediyor. BAAS rejimi tarafından da kısıtlıgönderilen aşıların bu defa Türk sermaye devletitarafından “biyolojik silah” nitelemesiyle engellenmesisıtma, şark çıbanı, tifo, kolera, dizanteri, brusella,kızamık, su çiçeği, hepatit B, polio (çocuk felci), kuduz,olgularında artışı beraberinde getiriyor. Bölgede buhastalıkların bir kısmı ‘60’lı yıllardan bu yanagörülmemiş.

“Aşı ile ilgili ciddi bir engel de sınırların kapalıolması nedeniyle ülke dışından alımlar ve yardımlaragösterilen engellerdir. Türkiye’nin aşıyı ‘biyolojik silah’kabul ederek geçişine izin vermediği ifade edilmiştir”sözleri Türk devletinin savaş kışkırtıcılığının yanındaOrtaçağ zihniyeti ile hastalıklarının hortlamasına sebepolabileceğini gayet açıklıkla ortaya koyuyor.

Anestezik ilaçlara “uyuşturucu”, hayati önemesahip aşılara “biyolojik silah” diyerek Rojava’yageçişlerine izin vermeyen Türk sermaye devleti savaşınaskeri boyutundan da öte boyutlarda savaş suçlarıişliyor. MİT, insani yardım diyerek Suriye’ye tonlarcasilah sevkiyatı yaparken ve sevkiyat dünyanın gözleriönünde, kendi hukukları bile ayaklar altına alınarakgerçekleştirilebiliyorken Rojava’ya gönderilenyardımların alçakça bir tutumla “Biyolojik silah” ve“uyuşturucu” gibi söylemlerle engellenmesi açıkçainsanlık suçudur. Ve bu suçun hesabını da ancakhalklar soracaktır.

AKP, salgın hastalıklar ve“biyolojik silahlar”

Page 5: Kızıl Bayrak 2014 05

Sermaye devletinin tarihi aynı zamanda katliamlartarihidir. Geçmişte yaşananların zamanla üzeriörtülemediği gibi, bu katliamlara yenileri deeklenmeye devam etmiştir. Kolluk güçleri kendilerineverilen yetkiyle bir suç makinesi gibi çalışmışlar, ancakher seferinde korunup kollanmışlardır. Günümüzün‘moda’ tabiriyle ‘yedirilmemişlerdir.’ 1993’te Lice’deyaşanan vahşette olduğu gibi, burjuva hukuksisteminin yargı mekanizması tarafını açıkça bellietmiştir.

Lice’de ne olmuştu

Dönem kayıpların, katliamların, infazların olağanhale geldiği “olağanüstü hallerin” zamanıydı. ÖzellikleKürdistan’da vahşet akıl almaz boyutlardaydı. Köyleryakılıyor, boşaltılıyor, Kürt kadınlarına tecavüzediliyordu. O günlerde bölgede akibetleri herkesçebilinen insan cesetlerinin çok sonraları asitkuyularında, garnizon bahçelerinde, kimsesizlermezarlıklarında olduğu kabul edilecekti. Ancak bufarkındalık sermaye devleti için suçluları yargılayıpmahkum etmesi için yeterli sebep değildi. Ne de olsatüm bunlar “devletin bekası” için yapılmıştı.

22 Ekim 1993’te Lice hayalet bir kente döndü. Evleryakıldı, kurşunlandı, sokaklar insan cesetleriyle doldu.4 gün boyunca Lice’ye giriş çıkışlar yasaklandı. 9 bin600 nüfuslu ilçeden geriye sadece 300 kişi kaldı. Resmikayıtlara göre 20 kişi hayatını kaybederken, 401konuttan 302’sine tam, 86’sına orta, 13’üne de azhasarlı raporu verildi. Kontr-gerillanın da aktif rolaldığı bu katliamda, Tuğgeneral Bahtiyar Aydın devletgüçleri tarafından öldürülerek bu cinayet de PKK’yeyıkıldı. Lice sokaklarından insan kanı akarken, devletegöre bu barbarlığın sorumlusu PKK idi. Televizyonprogramları, “PKK Lice’ye saldırdı, sivil insanlarıöldürdü” başlığında haberler yapıyordu. Küçükçocukların cesetlerini göstererek, “bunlar bebek katili”deniliyordu.

Lice’de görev sırası hukukta

Fırat’ın ötesinde Kürt halkının katliamına imzaatanların yargılamalarında olduğu gibi, berisindegerçekleşen katliamların mahkemelerinin de sürgünetabi tutularak uzak illere gönderilmesi hukuksisteminin alışıldık kalem oyunlarından biridir. Sonolarak, Lice Katliamı davası da Eskişehir’e alındı. Aliİsmail Korkmaz’ın Eskişehir’deki davası Kayseri’yegönderilirken, Lice Katliamı davasının Eskişehir’ealınması tarihin trajik bir rastlantısı değil, bilinçli birtercihtir.

20 yıl sonra zaman aşımına girmek üzereykenaçılan Lice davası, Diyarbakır 8’inci Ağır CezaMahkemesi’nde görülmekteydi. Dönemin DiyarbakırJandarma Alay Komutanı Emekli Albay Eşref Hatipoğluile Üsteğmen Tünay Yanardağ’ın tutuksuz olarakyargılandığı dava zaten asıl faili, yani katliamcı devletitemize çıkarmayı amaçlıyordu. Bu iki tetikçininyargılanıyor gibi görünmesi de bir mizansendenibaretti. Sanık avukatlarının “güvenlik gerekçesiyle”davanın başka bir ilde görülmesini talep etmesi,devam eden oyunun yeni bir hamlesiydi. Yargıtay 5.Ceza Dairesi’nin davanın Eskişehir’de görülmesinekarar vermesiyle bu açıkça görüldü.

Konuyla ilgili açıklama yapan Diyarbakır BarosuYönetim Kurulu Üyesi Avukat Cihan Aydın, Licedavasının başka bir ile nakledilmesinin adil yargılamahakkının ihlali olduğunu ifade etti. Aydın, sonzamanlarda önemli davaların başka ile naklinin yaygınhale geldiğini ifade ederek, “Bu nakillerin temel amacımağdur taraflarının davaya etkin katılımınıengellemektir. Bu tür davalar, kamuoyundanuzaklaştırılmaya çalışılıyor” dedi.

Bu davanın Eskişehir’e gönderilmesine neden olan“güvenlik” gerekçesi aslında adalet terazisininağırlığının hangi tarafta olduğunu da göstermektedir.Güvenlik deyince devlet yetkililerinin aklınakatledilenlerin güvenliği değil, faillerin güvenliğigelmektedir.

Yakılıp-yıkılan, boşaltılanLice’nin davasına da sürgün

İHD’nin Roboskiyürüyüşüne barikat!

İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi’ninRoboski için adalet yürüyüşü polis barikatıylaengellendi.

Galatasaray’dan Taksim Meydanı’na yapılmasıplanlanan yürüyüş kısa bir sürede, polis tarafındanengellendi. Bunun üzerine, polis barikatı ve yasakçıtutum teşhir edilerek basın açıklaması barikatınönünde gerçekleştirildi.

Açıklamayı okuyan Av. Abdulbaki Boğa, “RoboskiKatliamı insanlığa karşı işlenen bir suçtur! Yargımutlaka failleri yargılamalı ve cezalandırmalıdır.Örtbas edilmemelidir” diyerek açıklamaya başladı.Roboski’de katliam emrinin doğrudan GenelkurmayBaşkanı Necdet Özel tarafından verildiğini ifade edenBoğa, faillerin aklanmaya çalışıldığını ifade ederekşunları söyledi: “Roboski Katliamı nedeni ile Diyarbakır10. Madde ile görevli Cumhuriyet Savcılığı’nıngörevsizlik kararı verip dosyayı Diyarbakır 2. HavaKuvveti Komutanlığı Askeri Savcılığı’na göndermesi,Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın da kovuşturmaya yerolmadığına dair karar vermesi şunu göstermektedir.Türkiye’de cezasızlık, bir devlet politikası olaraksürdürülmektedir. Türkiye’de insanlığa karşı işlenensuçlarda devam eden cezasızlık politikası bu kararlakendisini bir kez daha göstermiştir.”

Kızıl Bayrak / İstanbul

“Abdullah Canan’ıkatledenler tekrar

yargılansın!”Cumartesi Anneleri, 1996 yılında Gever’de

Abdullah Canan’ı katledenlerin yeniden yargılanmasınıistediler.

Eylemin 461. haftasında söz alan tutsak yakınlarıadaletin olmadığını ve mücadelelerinin süreceklerinibelirttiler. Abdullah Canan’ın oğlu Tayyip Canan isebabası için “Onurlu şehadetin yolumuzu aydınlatıyor.Cellatlarınız ise her gün yıkılacak” dedi.

Cumartesi Anneleri adına basın açıklamasınıokuyan Ümir Tekal Dişli, Abdullah Canan’ın başındangeçen süreci aktardıktan sonra, ailenin şikayetlerinindikkate alınmadığını belirtti. Dişli o dönem bölgeyegelen 3 CHP milletvekilinin, bir rapor hazırladığını vefaili meçhullerin sorumlusu olarak Yurdakul’ugösterdiklerini kaydederek, bu raporu yayınlayangazetelerin sorumluları hakkında dava açıldığınısöyledi.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 6: Kızıl Bayrak 2014 05

Kimya Mühendisleri Odası (KMO) İstanbul Şubesi,İstanbul Tabip Odası (İTO), İstanbul Eczacı Odası,Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği(TODAP), İnsan Hakları Derneği (İHD), ÇağdaşHukukçular Derneği (ÇHD) ve Türkiye İnsan HaklarıVakfı’nın (TİHV) örgütlediği “İşkence alanı sokaklar-toplumsal olaylarda kolluğun zor kullanımı, etkileri vesonuçları” başlıklı sempozyum-forum Şişli Kent KültürMerkezi’nde gerçekleştirildi.

Polisin yoğun biber gazı kullanarak Gezi Parkı’nayaptığı saldırının görüntülerinin ve saldırıya maruzkalanlarla yapılan röportajların yer aldığı, “biber gazıyasaklansın” vurgusunun öne çıktığı sinevizyonungösterimi ile başlayan sempozyum, direnişte hayatınıkaybedenler anısına yapılan saygı duruşuyla devametti.

Saygı duruşunun ardından KMO’dan Selin Topsempozyumun amacını özetleyerek “biber gazıyasaklansın” talebiyle mücadelenin devam etmesinihedeflediklerini belirtti.

İlk oturumda söz alan KMO İstanbul Şubesi’ndenOnur Gökulu, “Toplumsal olaylarda zor kullanımaraçlarının tarihçesi ve kimyasal etkileri” başlıklısunumunu gerçekleştirdi. Gökulu, konuşmasına bibergazının net olarak kimyasal silah olduğunuvurgulayarak başladı. Biber gazı üreten 7 firmadanbeşinin Amerikan firması olduğu bilgisini verenGökulu, Türkiye’de de bu gazın üretilmesinintartışıldığını ve TÜBİTAK’ın buna onay verdiği bilgisinindolaştığını ifade etti.

İstanbul Eczacı Odası’ndan Nurdan Demirkan ise“Toplumsal olaylarda zor kullanım araçlarınıntoksikolojik etkileri” başlıklı sunumunda, gazın uzunsürede astım vb. kalıcı rahatsızlıklar yarattığını belirtti.Körlük riski taşıdığına dikkat çekti.

TTB’den Doç. Dr. Cavit Işık Yavuz ise 19 AralıkCezaevleri Katliamı sırasında da bu gazların yoğunkullanımı sonucunda ölümlerin yaşandığını hatırlattı.Yavuz, TTB’nin Hopa raporunu hatırlatarak MetinLokumcu’nun biber gazından dolayı yaşamınıyitirdiğini söyledi.

TODAP adına ise Uzm. Psikolog Pınar Önendevletin kullandığı “toplumsal olay” teriminin yerinedireniş, gösteri, ayaklanma terimlerini, “müdahale”terimi yerine de saldırı terimini kullanmak gerektiğini

ifade etti. Sunumun devamında Haziran Direnişisırasında polisin uyguladığı sözel saldırılardan,gözaltına alarak özgürlük kısıtlaması yaptığına,korkutma ve cinsel şiddet gibi psikolojik saldırılarıtanımladı. Polislerin eylemlerdeki bu saldırılarınınişkence olduğuna vurgu yaptı.

İkinci oturumda TİHV adına Prof. Dr. Şebnem KorurFincancı, ellerin arkadan kelepçelenmesinin, coplarınkullanımının, basınçlı su kullanımının insanlara hasarvermek ve acı çektirmek amacıyla hayata geçirildiğinisöyleyerek bunların işkence olduğunu belirtti.

Türkiye’nin hukuksuz bir ülke olduğunu söyleyereksıradan burjuva demokratik devlet olgusunun dahikalmadığını, diktatörlük koşullarının egemen olduğunubelirtti. Yaşanan eylemler sonrasında sağlıkkuruluşlarına yapılan başvuruların istatistiki bilgileriniverdi. “Güçlerimizi birleştirelim, devletin elindensilahlarını alalım” çağrısıyla konuşmasını sonlandırdı.

İHD İstanbul Şube Başkanı Ümit Efe, eylemleriyasaklama inisiyatifinin vali ve kaymakamlarabırakılmasının doğurduğu sonuçları eleştirdi. HaziranDirenişi sırasında polisin yaptığı yoğun saldırılarınboyutunu ortaya koyarak tanık oldukları ve polislerinhedef alarak kitleye gaz sıktığı örneklerden bahsetti.Eylemler sırasında polislere silah verilmemesigerektiğini söyleyen Efe, gaz bombası, kimyasal sular,elektro şok aletleri vb. silahların yasaklanmasıtalebiyle mücadele edilmesi gerektiğini ifade etti.

ÇHD adına Av. Şerife Ceren Uysal “Toplumsalolaylarda zor kullanım araçlarının kullanımının hukukiaçıdan incelenmesi” başlığıyla sunum yaptı. Gezieylemleriyle yasaların artık teşhir olduğunu belirtenUysal, ezilenlerin, işçilerin, emekçilerin vereceğimücadeleyle hukukun değişebileceğini ifade etti.PVSK’dan bahsederek bu yasayla polise verilenyetkilerin arttığını söyledi.

AİHM’in bir dizi örnek karşısında verdiği kararlarıda eleştiren Uysal, söz konusu olanın “özel mülkiyet”olunca bu gibi kurumların dahi saldırıyı meşrugördüğünü söyledi.

Son olarak da taslak halindeki deklarasyon metniözetlendi. Deklarasyon metninde, biber gazınınkullanımının yasaklanması için mücadele yürütülmesieğilimi tekrarlandı.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Polis şiddeti, etkileri vesonuçları tartışıldı!

Berkin Elvan için EğitimDayanışması’ndan eylemEğitim Dayanışması’nın çağrısıyla biraraya gelen

KESK, DİSK, Türk-İş ve TTB temsilcileri karne günündeBerkin Elvan için eylemdeydi.

Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesiönündeki eylemde Eğitim Dayanışması adına basınaçıklamasını KESK MYK üyesi Ali Kılıç okudu. Ülkeninyolsuzluk cennetine dönüştürüldüğünü söyleyen Kılıç,Berkin’in de polis şiddetinden nasibini aldığını, 15Haziran’dan bu yana uyutulduğunu dile getirdi.Kılıç daha sonra su şekilde konuştu: “Berkin’imizivuranlar 7 aydır ortaya çıkarılmadı. Emir verenler halasıcak koltuklarında oturuyor. Berkin olması gerekenyerde, yani okulunda, sınıfında, arkadaşlarının yanındadeğil, karnesini alıp bugün tatile çıkamadı.”

Polis Berkin’i vuranı koruyor!

Öte yandan Berkin Elvan soruşturmasında savcınınistediği görevli polis listesinin yanlış iletildiği ortayaçıktı.

Savcı Adnan Çimen, Berkin Elvan’ın vurulduğu güngörev yapan polislerin bilgilerini istedi. Fakat İstanbulEmniyet Müdürlüğü ise 16 Haziran’da saat 08.00 ile 17Haziran sabah saat 08.00 arasında görev yapanpolislerin listesini gönderdi. Berkin’in vurulduğu 16Haziran sabahı saat 07.00-08.00 arasında görev yapanpolislerin isimleri verilmeyerek ifadeye çağrılmalarıengellendi.

Elvan ailesinin avukatı Evrim Deniz Karatana,soruşturmada aylardır adım atılmadığını, ısrarlıtalepleri üzerine polis isimlerinin bildirildiğini ifadeederek, şunları söyledi: “Ama yine aynı sahtekârlıklasaat 07.00 ve 08.00 arasında görev yapan polisleribildirmek yerine, saat 08.00 sonrasındagörevlendirilen polisleri bildirdiler. Yeniden taleptebulunarak belirtiğimiz saatlerde görev yapan polislerinisimlerinin bildirilmesini isteyeceğiz.”

Berkin Elvan’ın sağlık durumu ise aynı rutindedevam ediyor.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Page 7: Kızıl Bayrak 2014 05

Toplantının sonuçlarını şöyle sıralayabiliriz:

Yolsuzluk düzeni ve mücadele1- Yolsuzluk operasyonları ve buna bağlı gelişmeleri

değerlendiren MYK, AKP ve Cemaat arasında yaşanankavganın, gerisinde emperyalizmin olduğu gerici biriktidar mücadelesi olduğunu tespit etmektedir. Kavgacanımıza okuyan bu sömürü düzeninde kimin dahafazla yöneteceği ve yönetirken daha fazla payalacağıyla ilgilidir. Yani bu kavga ilk olarak işçi sınıfı veemekçilerden çalınanların nasıl pay edileceğiyleilgilidir. İkinci olarak kavganın sonucunda kim kazanırsakazansın işçi sınıfı kaybedecektir. Çünkü hem kavgaedenlerin hem de AKP’nin yerine hazırlanmaktaolanların ne emperyalizmle ne de sermaye düzeniylebir sorunları yoktur. Bu temel tespitten hareket edenMYK, işçi sınıfını bu sömürücü asalaklara ve onlarınçürümüş düzenine karşı ve onun tüm pisliklerindenkurtulmak üzere sınıf kavgasını yükseltmeyeçağırmaktadır.

2- MYK işçi sınıfını yanıltmak ve yedeklemek, açığaçıkan gerçekler karşısında gözlerini bağlamak içinçalışan sendika ağalarına, somutta da Türk-İş ve Hak-İş’in kokuşmuş bürokratlarına karşı mücadeleninönemine dikkat çekmektedir. Bu bürokrat takımı busüreçte bir yandan işçi sınıfını seyirci konumundatutuyor, ama diğer yandan da sermaye ile işbirliğiyaparak gerici iktidar kavgasına dolgu yapmayaçalışıyor. Böyle yapıyorlar çünkü bu kokuşmuşbürokratlar hem sermayeye ve egemenleresatılmışlardır, hem de bu düzenin her türlü pisliğinipaylaşmakta ve sendikalarımıza taşımaktadırlar. İştebunun için MYK, bu yaşananlardan hareketlesendikalarımızı bürokrat takımından ve onlarınpisliklerinden temizlemenin yakıcı önemine bir kezdaha dikkat çekmektedir.

3- MYK, bu gündem kapsamında yapılabileceklerkapsamında bir dizi görevin altını çizmiştir. Öncelikleyukarıda ortaya koyduğumuz tüm bu gerçekleri işçisınıfına, elbette kendi cephemizden metal işçilerineanlatmak durumundayız. Bunun için çıkarılacak yazılıve görsel materyallerimiz dışında muhakkak kigündemle ilgili işçi toplantıları organize etmeli,dışımızdan yapılacak toplantıları değerlendirmeliyiz.İkinci olarak yapılacak eylemlere etkin bir katılımısağlamalı, ayrıca bulunduğumuz alanlarda sınıftavrımızı ortaya koyacak eylemler örgütlemeliyiz. Bukapsamda özellikle “Onların çocukları çaldı, bizimçocuklarımız öldü” başlığı altında, işçi katliamlarınadikkat çekerek ortaya saçılan pisliğin ve hırsızlığın sınıfözünü koyacak eylemler işlevsel olacaktır.

İşkolunun gündemi4- MYK işkolundaki gelişmeleri de yerellerden

gelen bilgiler ışığında çeşitli yönleriyle ele almıştır.Yapılan değerlendirmelerde özellikle son dönemdeartan işçi kıyımları dikkat çekmektedir. İşçi kıyımlarıdaha az ve ucuz işçiyle daha çok üretim içinyapılmaktadır. Metal patronları daha fazla kâr uğruna

metal işçisinin üzerindeki sömürüyü arttırmaktadırlar.Metal işçisinin bu kural tanımayan bu kapitalist

keyfiyete karşı tek çaresi örgütlü mücadeledir. Sondönemde artan sendikalaşma eğiliminden degörüldüğü üzere işçiler azgın sömürü karşısında çareolarak sendikaların yolunu tutuyorlar. Ama pek çokörnekte de görüldüğü üzere sendikalaşmakörgütlenmek anlamına gelmiyor. Çünkü işçilersendikalaşmayı sömürü karşısında bir savunmayöntemi olarak görürken, sendikacıların koltuklarındaoturanlar için gelen işçiler en fazla yeni bir aidatkaynağı olarak görülmektedir. Haliyle sendikalaşan pekçok işçi de umduklarını bulamadıklarından sonradanpişman olmaktadır. Örneğin işkolumuzda sondönemde örneklerine sıklıkla tanık olduğumuz gibikitlesel işçi kıyımları Türk Metal çetesinin bilgisi, onayıve bizzat onun tarafından hazırlanmış kıyım listelerinegöre yapılmaktadır.

Bu temel gerçeklerden hareketle belirtmeliyiz ki,kuralsız patron keyfiyetine karşı fiili-meşru mücadelene kadar zorunlu hale gelmişse, aynı şekilde işbirlikçisendikal düzeni yıkmak için mücadele de o kadarzorunludur. İşte bu yolda bir kez daha işçi sınıfınıntabandan örgütlenmeye, fabrika komitesi ve birlik gibizeminlerde yan yana gelmeye ihtiyacı var. MYK, baştabirlik bileşenleri olmak üzere ileri ve öncü işçileri buyolda daha fazla çaba göstermeye çağırmaktadır.

5- 2014-2016 dönemi MESS Grup TİS sürecinin öngünlerindeyiz. Yüz bini aşkın metal işçisini doğrudan,yüz binlercesini de dolaylı olarak ilgilendiren bu süreç,Mayıs ayından itibaren resmen yetki başvurularıylabirlikte başlamış olacak. Ama aslında sürecin seyrinibugünden yapılacaklar, aslolarak metal işçisinin satışçetelerini etkisizleştirecek ve haklarını söküp alacakörgütlü hazırlığı belirleyecektir. İşte bunun için MYK,öncelikle metal işçilerini, tabandan örgütlenmeye

çağırmaktadır.6- Öte yandan bir önceki dönemin satışla

sonuçlanan toplu sözleşmesinin dahi hiçbir hükmününgeçerli olmadığı bir kölelik düzeninde yaşadığımızı daunutmamalıyız. Kitlesel işçi kıyımları bunun en dolaysızkanıtıdır. Öyle ya, patronlar eski işçileri istedikleri gibiişten atmakta yerlerini asgari ücrete çalışacak işçileralmaktadır. Toplu sözleşme zamanında büyük laflareden, “zafer kazandık” yalanlarını uyduran işbirlikçisendikacılar patronların ortağıdır. İşte bu da gösteriyorki önümüzdeki TİS sürecinin en önemli talebi işgüvencesi olmalıdır. Bu talep sermaye veişbirlikçilerine karşı kararlı bir mücadeleyle sökülüpalınmalıdır.

7- İçinde bulunduğumuz dönem, yetki başvurularıöncesinde satış cenderesinden kurtulmak için metalişçisinin Bosch benzeri çıkışlarına sahne olabilecektir.Bu ihtimali göz önünde tutmalı, bu türden çıkışlarıBosch’un derslerinden de hareketle ele almalı vegereken desteği vermeli, ayrıca bu çıkışların önündekiengellerin aşılması yolunda kararlı bir çabagösterilmelidir.

8- MYK, TİS sürecine hazırlık kapsamındaönümüzdeki aylarda merkezi bir birlik toplantısınıönüne koymuştur.

9- MYK, direnişlerini sürdüren Feniş işçilerini,özelleştirmeye karşı büyük bir kavga veren Yatağanmaden ve enerji işçilerinin büyük mücadelesiniselamlamaktadır.

Bülten10. Toplantıda bültenin Şubat sayısının en kısa

sürede yayına hazırlanması da kararlaştırılmıştır. Metal İşçileri Birliği

Merkezi Yürütme Kurulu30 Ocak 2014

Değerlendirme ve kararlar

Page 8: Kızıl Bayrak 2014 05

Özelleştirme saldırısı, emperyalist-kapitalistsistemin “küreselleşme” adı altında dünya genelindeişçi ve emekçilere dayattığı daha fazla sömürü veyağma politikasının en önemli ayaklarından biridir.Türkiye işçi sınıfı da özelleştirmelerin sonuçlarınıyakından bilmektedir. Özelleştirmeler, işçi sınıfıaçısından tam bir yıkım olmuş, kazanılmış haklarıngaspı yanında güvencesizlik ve geleceksizlikdayatmıştır. Özellikle 12 Eylül sonrasında kamuişletmelerinin özelleştirme süreci ile birlikte verilenmücadele Türkiye sınıf hareketi içinde önemli birdinamik olmuştur.

Sümerbank’tan SEKA’ya, TELEKOM’dan TEKEL’e,Seydişehir Alüminyum’dan madenlere özelleştirmekarşıtı eylem ve direnişler konusunda sınıf hareketipek çok deneyim biriktirmiştir. Şimdi de Yatağan işçileriözelleştirme saldırısına karşı mücadele etmektedir.

İşçiler, Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy termiksantralleri ve madenlerin özelleştirilmesine tepkiolarak yaklaşık 4 ay öncesinden başlattıkları mücadelesüreciyle kararlı bir direniş içindeler. Yatağan TermikSantrali önünde çadır kurarak başlatılan mücadeledeaçlık grevinden imza kampanyasına, mitingdenyürüyüşlere imza atan işçiler, termik santrale gelen birdanışmanlık şirketinin avukatlarını kovmak gibi farklıbiçimlerde de kararlılıklarını dile getirdiler. Eylem veyürüyüşlerine polis saldırıları olmasına rağmendirenişlerine devam eden işçiler, son olaraközelleştirme ihalesine son teklif verme günü olan 24Ocak’tan bir gün önce Ankara’ya gitmek isterken önleriyine polis tarafından kesildi. İşçilerin otobüslerineYatağan çıkışında el konuldu. Ancak yine de yaklaşık ikibin işçi, gece soğuğunda 40 kilometre yürüyerekMuğla merkezine gelerek direnme kararlılıklarınıgösterdiler.

Bilindiği gibi enerji işçileri daha öncesinde de, 7Ekim’de Milas’tan başlattıkları yürüyüşle 10 Ekim’deMeclis önüne gelmişler, burada baretlerini Meclisönüne bırakarak özelleştirmenin iptali talepleriniyinelemişlerdi.

İşçilerin ayları bulan bu direniş kararlılığısonrasında, kitlesel bir şekilde Ankara’ya yürüyüşleriöncesi Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) ihaleleriertelediğini duyurdu. Kuşkusuz sermaye devletinin,hele de yolsuzluklar ve kendi içinde girdiği gerici içdalaşmanın ortaya çıkardığı pisliklerle boğuşurken,binlerce işçinin büyüyen eyleminden çekinmesişaşırtıcı değildir. Her ne kadar sermaye devletinin,sendikal bürokrasinin hizmetine koşulmuş olmasındanduyduğu bir rahatlığı olsa da, işçilerin tabandan gelenbasıncı ile olası bir ikinci Tekel süreci yaşamakistemeyeceği açıktır.

Sendikal bürokrasi engeli aşılmalıdır!

Sendikal bürokrasinin özelleştirme karşısındaki kirlisicili ise bilinmektedir. İşçilerdeki mücadele azmini bir

takım göstermelik eylemlerle boşaltan, yoran veyıldıran bir pratiktir bu. Yatağan işçileri de şimdiyekadarki bu yaşanmışlıklardan öğrenmelidir. Zirasendikal bürokrasi şimdiden foyasını ortaya koymuştur.T. Maden-İş Sendikası Yatağan Şube Başkanı SüleymanGirgin ve Tes-İş Yatağan Şube Başkanı Fatih Erçelik’inBaşbakan Erdoğan ile görüşme sonrası söylediklerihayli uyarıcıdır. Erdoğan’ın açılışlar için gittiğiMarmaris’te gerçekleşen toplantı sonrasında “devletinekonomiden çekilmesi ile ilgili uyguladığımız birprogram var. Bundan geri bir adım atmamız mümkündeğil” demesine rağmen, T. Maden-İş SendikasıYatağan Şube Başkanı bunu şöyle yorumlamakta veişçileri oyalamaktadır: “Başbakanımızın ağzındanbunları duymak bile memnun etti ve biz o ışığıgördük.” Sendikal bürokrasinin her işçi direnişindeböylesi oyalayıcı, beklemeci tavrı bilinmektedir. AmaErdoğan açıkça özelleştirmeden geri adımatmayacaklarını söylemesine rağmen böylesi zorlamayorum ise fazla söze gerek bırakmıyor.

24 Ocak’taki Ankara eyleminde işçilere verilenmesaj da, işçilerin direnişinin yönünü saptırmakta,sermaye ve hükümetine destek vermektedir.Ankara’daki eyleme katılan Türk-İş Genel BaşkanıErgün Atalay konuşmasında konuyu saptırarak şunlarısöyledi: “Yatağan özelleştirmesini bu hükümeteyaptırtmayız, bu problemi yaratanlardan 30 Mart’tasandıkta hesap sormak sizin de, bizim de boynumuzunborcudur.”

Sermaye devleti gibi sendikal bürokrasi de işçilerintuttuğu fiili-meşru yoldan çok korkmakta ve işçilerinmücadelesini düzenin seçim sandıklarında boğmakistemektedir. Böylelikle görev savmakla birlikte,özelleştirme politikasının bir sermaye devleti politikasıolduğu gerçeği de örtülmekte, hükümet değişikliğiylesorunun çözülebileceği yanılsaması yaratılarak işçilerin

bilinçleri düzen sınırlarına hapsedilmek istenmektedir.Sendikal bürokrasinin işçilerin yaktığı direniş ateşinisöndürmek üzere bir kez daha itfaiye rolünesoyunduğu görülmektedir.

Sendikal bürokrasiyi korkutan bir diğer nokta daözelleştirme karşıtı mücadelenin birleşik birmücadeleye dönme potansiyeli ve sınıf dayanışmasınıngücüdür. Zira Ankara eylemine özelleştirme saldırısınınhedefinde olan karayolu işçileri, Zonguldak’tan gelenmaden işçileri gibi çeşitli illerden işçilerin katılımıolmuştur.

Zonguldak maden işçilerinin sendikal bürokrasiyetepkileri ise oldukça anlamlı olmuş, Yatağan işçilerininönünün Muğla’da kesilmesi nedeniyle “Türk-İş biziMuğla’ya götür!” sloganı atarak, Türk-İş’i göreveçağırmışlardır. Ancak yine sendikal bürokrasinin bildiktavrı görülmüş, işçilerin bu tepkisi kürsü tarafındanyatıştırılmaya çalışılmıştır. Sendikal bürokrasinin işçilerioyalayıcı konuşmalarından sonra ise eylem alelacelebitirilmiştir.

*Şimdiye kadarki sürece bakıldığında özelleştirme

saldırısı kapsamlı bir saldırı olmasına rağmengösterilen tepkilerin özelleştirmenin hedefinde olanişletmelerle sınırlı kalması ile oluşan parçalı tabloözelleştirme karşıtı hareketi güçsüz bırakmıştır.Özeleştirmenin hedefinde olunmasına rağmen birtakım ertelemeler ya da mahkeme kararlarıbeklenerek son halkaya gelinmiş, o ana dek işçilermücadeleye hazırlanmamış, sınıf dayanışmasıörülmemiştir. Kuşkusuz kamu işletmelerinde devlet,baştan Türk-İş gibi bir konfederasyona “görev” vererek,işçilerin sınıfsal bilinçlenmesine ket vurabilmiş olmanınavantajına sahiptir. Bundan dolayı özelleştirmeleri çokda engelle karşılaşmadan yapabilmiştir. İşçilerinmilitan mücadele yolunu tuttuğu ve bundan dolayı

Kazanmak içindevrimci sınıf mücadelesini büyütelim!

Page 9: Kızıl Bayrak 2014 05

Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerive madenlerin özelleştirilmesine tepki olarakaylardır mücadele eden işçilerin direnişi büyüyor.Özelleştirme ihalelerinin iptali talebiyle Ankara’yaulaşmak isteyen Yatağan işçilerinin yürüyüşününgece saatlerinde engellenmesine rağmen 24 Ocakgünü saat 10.00’da Toros Sokak’ta buluşanbinlerce işçi, Özelleştirme İdaresi önündeyaptıkları eylemle sınıf dayanışmasını yükselttiler.Yürüyüşün en önünde açılan Türk-İş pankartınınhemen arkasında Türk-İş, DİSK, KESK yöneticilerive milletvekilleri yürürken, sırasıyla Türk Metal,Türkiye Maden İşçileri Sendikası, Soma, Konya veÇeltek şubeleri, TES-İş, Yol-iş üyesi karayolu işçileri,Ambarlı Santrali İşçileri, TÜMTİS, Petrol-İş, GenelMaden-İş Zonguldak Şubesi, Demiryol-İş, Koop-İş,KESK, Liman-İş, Şeker-İş pankartlarıyla yürüyüşteyerlerini aldılar. Ayrıca BDSP, İP, EMEP, HKP, TKP veKaldıraç pankart ve flamalarıyla eyleme katılımsağladılar.

Sıhhiye güzergahında devam eden yürüyüşe öfkehakimdi. Yürüyüş boyunca özelleştirmelere,yolsuzluklara, talana ve baskılara tepki içerensloganların yanı sıra Yatağan işçileriyle dayanışmayıyükselten sloganlar da coşkuyla atıldı. Ses aracındanyapılan konuşmalarda şoven ve gerici söylemler önplana çıkarıldı.

Kolej’de bulunan Özelleştirme İdaresi önünegelindiğinde eylem mitinge dönüştü. Polisin Kızılayyönündeki yoğun ablukası dikkat çekti. Tüm işçilerinalanda toplanmasıyla birlikte basın açıklamasıgerçekleştirildi. Açıklamada burjuva hukukunda bileyeri olan seyahat etme özgürlüğünün hiçe sayılarakmaden ve enerji işçilerinin il dışına çıkmalarının zoryoluyla engellenmesi kınandı ve bu uygulamanıninsanlık suçu olduğu belirtildi. Yatağan işçilerininözelleştirme karşıtı mücadele süreci özetlenerekeylemlerin uyarı niteliği taşıdığı vurgulandı. İşçilerinöfkesinden ve dayanışmasından korkanların sorunuçözmek yerine ihaleyi iki ay erteleme yolunagittiklerini ve işçileri oyaladıklarını vurgulayanaçıklama “Bizi kandırıp durduracaklarını sandılar veama yağma yok!” sözleriyle devam etti. Bu direnişin

Türkiye ve dünya işçi sınıfı tarihininen büyük direnişlerinden biri olduğu ileri sürüldü.Direnişin bütün emekçilerin umudu olduğu, aynızamanda bütün ülkenin desteğini almış kararlı işçilerindirenişi olduğu belirtildi. “Ölmek var, dönmek yok!”sloganıyla yola çıkan işçilerin sınıf dayanışmasınıyükselterek mücadeleye devam edecekleri bir kezdaha vurgulandı.

Açıklamanın ardından sendika temsilcileritarafından kısa konuşmalar gerçekleştirildi. Türk-İşGenel Başkanı, TES-İş Genel Başkan Yardımcısı veTürkiye Maden İşçileri Sendikası Genel Başkanıyaptıkları konuşmalarla özelleştirme karşıtımücadeleyi sonuna kadar destekleyeceklerinibelirttiler. Ancak bu konuşmalarda 30 Mart işaretedilerek sandık adres olarak gösterildi ve AKP’denhesabı seçim yoluyla sorma çağrısı yapıldı. Kürsüdenyapılan konuşmaların aksine, şehir dışından gelen bazıişçilerle yapılan sohbetlerde seçimlerin de çözümolmayacağı düşüncesinin var olduğu gözlemlendi.

Ayrıca karayolu işçileri kendi talepleriyle eylemdeyerlerini aldılar. “Yargı kararlarını uygulamayan bakanbizim için ölmüştür” diyen karayolu işçileri sembolikbir tabut taşıyarak Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’iprotesto ettiler. Zonguldak maden işçilerinin sendikalbürokrasiye tepkileri ise dikkat çekti. “Türk-İş biziMuğla’ya götür!” sloganını atan işçiler Türk-İş’i göreveçağırdılar. İşçilerin bu tepkisi kürsü tarafındanyatıştırılmaya çalışıldı. Tüm konuşmaların ardından iseeylem alelacele bitirildi.

Kızıl Bayrak / Ankara

Özelleştirmelere karşıtıkitlesel eylem!

sendikaları basınç altına aldıkları örnekler olduğundaise, sendikal bürokrasi gelişen direnişi denetimdetutmak için kolları sıvamıştır. SEKA, TEKEL bu açıdanhayli öğreticidir.

Değinilmesi gereken bir diğer konuda, sendikalbürokrasi mevcut çizgisinden dolayı özelleştirmesaldırısının gerçek mahiyetinin görülmesine engelmücadele talepleriyle hareketi sınırlandırmış,özelleştirme karşıtı mücadelenin sınıfsal bir karşıtlıkekseninden yürütülmesinin önünü kesmiştir. Busermaye sınıfına ve devlete ayrıca önemli bir destekolmuştur. Zira özelleştirilen kamu işletmelerininuluslararası sermayeye peşkeşine karşı oluşan tepkilerulusal duygular kullanılarak saptırılmış, emperyalisttekellerin değil, yerli tekellerin satın alması ilerisürülebilmiştir. Halka arz yoluyla özelleştirmeye razıolmak gibi öneriler ya da özelleştirme karşıtlığını oişletmedeki işçilerin kazanımlarının korunupkorunmadığı ile sınırlamak gibi dar ekonomist taleplerileri sürülerek sınıf bilincinin oluşmasına önemlidarbeler indirilmiştir.

Biliyoruz ki, işçilerin eylem ve direnişleri kuruludüzeni tanıyıp, bağımsız sınıf çıkarları doğrultusundaörgütlenmeleri ve siyasal bir sınıf bilinci kazanmalarıiçin “okul” işlevi görmektedir. Sendikal bürokrasininbunu engellemek üzere sermayeye önemlihizmetlerinden dolayı Türkiye işçi sınıfı bugüntamamen kölelik koşullarına mahkûm edilmeküzeredir.

Özelleştirme karşıtı mücadele içinde durum budur.Kuşkusuz önemli bir birikim elde edilmiştir, ancak busınıf hareketini ileriye taşıyan bir gücedönüşememektedir. Hâlihazırda işçilerin tek örgütlüoldukları yer olan sendikalara egemen bürokratik,icazetçi ve çoğu durumda ihanetçi çizgi aşılmasıgereken en önemli engellerden biridir.

Bugün Yatağan işçileri de bundan dolayı ciddihandikaplarla karşı karşıyadır. Özelleştirme karşıtımücadelenin sınıfsal bir karşıtlık ekseninden vedevrimci bir sınıf programından yoksun olması enönemli sorundur. Yanı sıra erteleme kararı sendikalbürokrasinin işi sürece yayarak ateşi soğutmak içinkullanacağı bir taktik olacaktır. Sermaye devletinin deistediği budur. İçerde ve dışarıda ciddi krizler yaşayansermaye devletinin en son isteyeceği şey kararlı-militan-kitlesel işçi eylemleri ve onun yaratacağıetkidir.

Devrimci sınıf mücadelesini yükseltelim!

Sınıf hareketinin önündeki bahsedilen engeller,bugünkü durumda işçi sınıfının kendiliğindenhareketiyle aşılamaz. Devrimci bir önderlikle, “sınıfakarşı sınıf” bakışı üzerinden ortaya konacak bir direnişkararlılığı ile diğer sınıf bölüklerini de harekete geçirenbir mücadele hattı örülmelidir. Başta özelleştirmelere,güvencesizliğe, taşeronlaşmaya ve sermayenin diğersaldırılarına karşı işçi sınıfının ortak mücadeletaleplerini içeren devrimci bir program etrafındabirleşik bir mücadele yürütülmelidir. Başka türlü nesaldırılar durdurulabilir ne de sendikal bürokrasininişçileri engelleyici etkileri aşılabilir. Bu konuda sınıfiçinde devrimci çalışmanın önemi bir kez daha ortayaçıkarken, öncü ileri işçilere de büyük görevlerdüşmektedir.

Bugün işçi eylemlerinde de Haziran Direnişi’ninmücadeleci ruhunun kendisini hissettirmesi ise önemlibir avantajdır. Bu ruhla devrimci sınıf mücadelesininbüyütülmesi gerekmektedir.

24 Ocak 2014 / Ankara

Page 10: Kızıl Bayrak 2014 05

Karayollarında çalışan taşeron işçileri, kadrohaklarının verilmesi için ülkenin dört bir yanındaalanlara çıktılar. Vizite eylemi yaparak sesleriniduyurmaya çalışan 9 bin işçi hakları ve gelecekleri içinmücadele edeceklerini gösterdiler.

Taşeron karayolu işçilerinin yayılaneylem dalgası

AKP iktidarının ‘taşeron işçi’ Yargıtay’ın ‘kadroluişçi’ dediği ve kadro hakları gasp edilen Yol-İş üyesitaşeron işçileri, İstanbul’da, Mersin’de, Elazığ’da,Van’da, Urfa’da, Kayseri’de, Bursa’da, Diyarbakır’da,Trabzon’da, Erzurum’da karayolları bölge müdürlükleriönünde toplanarak taşeronluk köleliğine son verilmesitalebini haykırdılar.

Taşeron işçiliğine karşı isyan eden karayolu işçileri,sadece yukarda belirttiğimiz illerde değil, tepkilerini 81ilde ortaya koydular. Yaptıkları bu eylemlerle taşeronişçileri yargı kararlarına rağmen kadro haklarını gaspeden AKP iktidarının yalanlarına kanmayacaklarınıgösterdiler. Karayolu işçileri şimdi de sesleriniduyurmak için Ankara’ya yürümeye hazırlanıyorlar.

Taşeron işçisinden AKP iktidarına öfke

Aylarca önce Çalışma ve Sosyal Güvenlik BakanıFaruk Çelik, taşeron işçilik sorununu çözeceklerini vaadetmişti. Yapılan bu açıklama, taşeron işçilerininumutlanmasına yol açmıştı. Ancak aradan aylargeçmesine rağmen, AKP iktidarı sorunların çözümüiçin tek bir adım atmadı. Tersine, taşeron firmalarınvurucu gücü olan AKP iktidarı, “asıl iş”in taşeronadevredilmesinin önündeki yasal engelleri de kaldırdı.AKP iktidarı ve işçilere yalan söyleyen Faruk Çelik,taşeron işçiliğin yaygınlaştırılması için çalıştı.

AKP iktidarı bir yandan 600 bin taşeron işçisinekadro verileceği yalanına sarılarak, mahkemekararlarının gereğini yapacağını ilan etti. Taşeron

işçilerin 4/C statüsünde çalıştırılacağı söylemleriyle,taşeron işçilerin beklentilerini artırmayı hedefledi. Öteyandan köleliğin adı olan taşeron işçiliğini işyaşamında egemen hale getirmek için uğursuzçabalardan bir an olsun vazgeçmedi. Yapmayıplanladığı düzenleme ile tepkisi artan taşeron işçileringazını almayı amaçladı.

İşçileri sömürerek semiren asalak kapitalistler,kölece çalışmanın adı olan taşeron işçiliğine tapıyorlar.Bu nedenle taşeron işçilerin sayısı günden güne arttı.AKP iktidarı tarafından “alt işverende çalışan işçilerinsorunlarını çözmek” adı altında bir yasal düzenlemeyapıldı. Taşeronlaştırmanın biteceği yapılan budüzenlemenin temel amacının, taşeron işçiliğiniegemen hale getirmek, diğer bir ifadeyle, bütün işçilerikölece çalışma koşullarına mahkum etmek olduğu tümçıplaklığı ile ortaya çıktı.

Yol-İş ağalarının desteği taşeronluk köleliğininbüyümesine hizmet ettiler

Karayollarının özelleştirilmesine karşı bir yıl önceyapılan eylemin ardından Yol-iş ağaları sessizliğegömüldüler. Bu sessizliğe karşı tepki gösteren, sendikaağalarının tutumunu eleştiren öncü işçileri ise hedefeçaktılar. Sürgün, tehdit, işten atma vb. yaklaşımlarayardım yatakçılık yaptılar. Bugün de karayollarındaçalışan taşeron işçilerin tepkisini dindirmek, mücadeleateşini söndürmek için itfaiyeci rolleriyle görevbaşındalar. Yol-İş’in ağaları karayolları bölgemüdürlükleri önünde yapılan eylemlerin başınıtutmaya özen gösteriyorlar. Asıl dertleri eylemlerinprotesto eşiğini aşmaması, fiili, militan, devrimci birdüzeye ulaşmamasıdır. Taşeron işçilerin öfkesininprotesto eylemleri aracılığı ile dindirilmesidir. Taşeronişçilerin merkezi eylem talebine kulaklarını tıkayan Yol-İş bürokratları, 11 Aralık eyleminde sembolik bir çıkışabile işçilerin basıncı altında onay vermişlerdir.

Yol-İş ağaları AKP iktidarının taşeron işçilerin kadro

sorununa ilişkin adımlarının ne anlama geldiğikonusunda tam bir bilinç açıklığı ile hareket ediyorlar.İşçilerin eylem ve mücadele isteğini zayıflatmak,karayolları işçileri arasında çaresizlik duygusunuyaymak için tüm hünerlerini sergiliyorlar. Nitekimkarayollarında çalışan ve üyeleri olarak kayıtlarınageçirdikleri taşeron işçileri için sendika bürokratlarımerkezi Ankara ve birçok yerelde gerçekleşmeyen AKPil binaları önünde basın açıklaması eylemleri dışındaherhangi bir eylem yapmayı akıllarından bilegeçirmediler.

Taşeronluk köleliğine son vermek için ileri!

Kuşkusuz Yol-İş ağaları taşeron işçilik karşıtımücadeleyi zayıflatmak için işbirlikçi bir tutum içindeolmayı sürdüreceklerdir. Zira taşeronluk köleliğine sonverme mücadelesini, her gün AKP’nin kapısı önündebekleyen ve taşeron işçilerinin sorunlarının çözümünümahkeme kararlarında, protestoyu aşmayaneylemlerde arayan sendika ağaları öremezler.

Son günlerde yaşanan eylemlerde de görüldüğügibi karayollarında çalışan taşeron işçileri mücadeleisteklerini ortaya koymuşlardır. Bu eylemler karayoluişçilerinin taşeronluk köleliği saldırısına karşıtlığınıngöstergesidir. Eksik olan karayolu işçilerinin mücadeleisteği değil, karayolu işçilerinin yeterli bilinç veörgütlülükten yoksun olmalarıdır.

Yapılması gereken karayollarında çalışan taşeronişçiler şube şefliklerinden başlayarak, ülkenin dört biryanında bulunan karayolları bölge müdürlüklerindeörgütlenmeye hız vermesidir. Gereken yakalananolanakları en iyi şekilde değerlendirmek, karayoluişçileri arasında taşeron köleliği karşıtı tam bir bilinç veörgütlenme seferberliği başlatmaktır.

Karayolu işçilerinin öncü rolü oynayacakdinamikleri kendi etrafında toplayacak ve daha genişölçekte harekete geçirecek bir birlik ve örgütlülüğüzorlamaları, özelde dinci-gerici AKP iktidarına vegenelde taşeron işçilik yandaşı sermaye cephesineverilecek en önemli ve etkili yanıttır. Karayolu işçilerisendika ağalarının etkinliğini kırmak için de gerekliolan mekanizmaları oluşturarak bir an önce hareketegeçirmelidirler.

Her yere yayılan bir genel direniş için gerekli olantopyekûn mücadele ateşini tabana yaymaktır. Tabanörgütleri karayollarında taşeron işçilik saldırısınınkapsam ve niteliği konusunda işçileri aydınlatmanınetkin araçlarından biridir. Ayrıca kendi arasında güçlübağları olan taban örgütlülükleri taşeron işçilik karşıtımücadele ateşini ülke geneline yaymanın işçi veemekçileri bu yolda taraflaştırmanın da imkanlarınıiçinde taşımaktadır.

Karayolu işçilerinin taşeron işçilik karşıtımücadelede gösterecekleri fedakarlık ve kararlıközelleştirme hesabı yapan sermaye cephesinin korkulurüyasıdır. Karayolu işçileri, birinci, ikinci, üçüncüskaladan ücret alma ayrımını reddetmeli eşit işe eşitücret, taşeron işçiliğin yasaklanması talepleri iletopyekûn mücadeleye omuz vermelidirler.

Taşeron köleliğine karşı mücadeleye!

Page 11: Kızıl Bayrak 2014 05

Yol işçileri haklarınıyollarda arıyor

Karayolları Genel Müdürlüğü’ne bağlı çeşitlibirimlerde taşeron işçi olarak çalışan ve yıllardan buyana kadro verilmesini bekleyen, yargı kararı olmasınarağmen kadro verilmeyip sendikal haklardanyararlanamadıklarını belirten işçiler Ankarayürüyüşlerini sürdürüyorlar.

İzmit’te eylem Türk-İş, DİSK ve KESK’e bağlı sendikaların da

desteklediği Karayolları işçileri İstanbul’da başlattıklarıprotesto eylemini sürdürürken 22 Ocak akşamıKocaeli’ye ulaştı. Merkez Bankası önünde toplananaralarında kadınların da bulunduğu taşeron işçiler, ‘Akdediler kara çıktılar’, ‘Sadaka değil hakkımı istiyorum’,‘Yargı kararı uygulansın’ pankartları taşıyıp slogan attı.

Sabri Yalım Parkı’na kadar yürüyen işçiler adınakonuşan Yol İş Sendikası Başkanı Erdem Arcan,Karayolları Genel Müdürlüğü’nün kendilerine taşeronişçi dediğini, Bağımsız Türkiye Cumhuriyetimahkemeleri ve yüksek yargısının işe girdiklerinin ilkgününden itibaren kendilerine “Karayolları GenelMüdürlüğü’nün işçisisiniz” diyerek bu yönde kararverdiği halde bu kararın 22 aydan bu yanauygulanmadığını söyledi. Yapılan açıklamanın ardındaneylem sonlandırılırken işçilerin Ankara yürüyüşünündevam edeceği belirtildi.

Bursa’da coşkulu yürüyüşKarayolu işçileri 23 Ocak’ta Bursa’da yaptıkları

eylemle, Karayolları Genel Müdürlüğü’ne bağlı taşeronişçilerinin yargı kararına rağmen kadroya alınmamasınıprotesto etti.

Eylem Fomara Meydanı’nda başladı. Diğer illerdeyapılan eylemlerde soyunarak dikkat çekmek isteyenişçiler, Bursa’da da sağnak yağmura rağmenkıyafetlerini çıkardılar.

İşçiler daha sonra alkış, ıslık ve sloganlarla KentMeydanı’na yürüdüler.

Kent Meydanı’na gelindiğinde Yol-İş Bursa ŞubeBaşkanı Muharrem Yıldız basın açıklaması yaptı.Açıklamayı kar maskesiyle yapan Yıldız, 9 bin işçininYargıtay tarafından onaylanan kadrosunun iki yıldırçeşitli bahanelerle verilmediğini dile getirdi. Yıldızşunları söyledi: “Çalışma Bakanı Faruk Çelik,emeğimizi sömürüyor. Kadroları gasp eden MaliyeBakanı’na sesleniyorum; Yargıtay tarafından verilenkadrolarımızı vermemek için elinden geleniyapıyorsun. Her gün etrafımızda dönerek bize teklifgetirmekten vazgeçin. Bu insanların kadrolarını alanakadar mücadeleye devam edeceğiz.”

Basın açıklamasının ardından işçiler yağmur altındahalay çekmeye devam etti.

Eyleme Türk-İş ve KESK’e bağlı sendikalar ilearalarında BDSP’nin de bulunduğu devrimci ve ilericigüçler destek verdi.

- Kamu-özel fark etmeksizin tüm işyerlerindeçalışanların, iş sağlığı ve güvenliği konularındaeğitim almasını zorunlu tutan yeni bir kanun getirildi.Yeni kanunla, patronlara eğitim vermediği her bir işçiiçin para cezası kesilecek. Daha önceki düzenlemenasıldı? Böyle bir düzenleme nasıl bir gerekçeyedayanıyor?

- 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu yaklaşıkbir yıldır yürürlükte ancak bu zorunluluk önceden demevzuatta yer alıyordu. 2003 yılında yürürlüğe giren4857 sayılı İş Kanunu’nun 5. bölümü işçi sağlığı ve işgüvenliği (Kanun’daki ibare iş sağlığı ve güvenliği) ileilgiliydi. Buna göre sadece eğitim değil, işverenin işçisağlığı ve iş güvenliği alanında işçinin sağlığınıkoruyacak, güvenliğini sağlayacak çalışmaları yapması,gerekli önlemleri alması gerekiyordu. 6331 sayılıkanun çıktıktan sonra 4857’nin bu kısmı yürürlüktenkaldırıldı ve işçi sağlığı ve güvenliği ile ilgili tüm konular6331’de düzenlenmiş oldu ve bu zorunluluklar yenikanun ile devam ediyor. Bir de eskiden kamukuruluşları kapsam dışındaydı ve 6331 ile kapsamagirmiş oldular. Bu tür zorunluluklar olması, sorunuzçerçevesinde eğitimin zorunlu olması, işçi sağlığı ve işgüvenliği uygulamaları açısından son derece önemli.İşçilere -yeni kanuna göre çalışanlara- işçi sağlığı vegüvenliği ile ilgili haklarını, yükümlülüklerini vesorumluluklarını, işyerlerinde ve çalışırken neleredikkat etmeleri gerektiğini aktarmak onlarınbilinçlenmeleri ve ayrıca bu konuda taleplerdebulunabilmeleri için son derece önemlidir. Eğitimlerde hem bunun hem de beraber tartışabilmeninolanağını sağlayan araçlardır. Tabii ki içerikleri vemevcutta nasıl yürüdüğü ayrı bir tartışma konusu.

- İş cinayetlerinden örnekler verebilir misiniz,nasıl yaşanıyor, ne tür ihmaller ortaya çıkıyor? İşcinayetlerinin nedeni işçilerin eğitimsizliği mi?

- İş cinayetlerinin/kazalarının (ölümlü olmayanlarıdüşünürsek) temel sebepleri genel kabul görenyaklaşıma göre güvensiz çalışma ortamı -ekipmanı vegüvensiz davranışlar- diyebiliriz. Burada eğitimlergüvenli davranışın biçimlenmesinde önemli rol oynar.Ancak çalışma ortamının, kullanılan makine, ekipman,tesisat vb.’nin güvenli olması sağlanmazsa tek başınaçalışanın eğitimli olması, güvenli davranması bir şeyifade etmez. Tabii ki çalışanın nelerin tehlikeyaratacağını bilmesi, güvenlik ve sağlık kurallarınauyarak çalışması çok önemlidir ancak tek başına yeterlideğildir. Örneğin makineye el-kol sıkışması vb. kaza sıkyaşanan kazalar arasındadır. Bu durumda hemen ‘işçidikkatsizdi’ elini kaptırdı deyip kestirip atabilirsiniz.Ancak olayın kökenine inmezseniz olacak diğer kazalarıönleyemezsiniz. Makinede önlemleri tamamenalırsanız çalışan oraya istese de elini kaptıramaz.Ayrıca işçinin dikkatsizliği de çalışma ortamı veşartlarından, gündelik hayattan ayrılabilecek bir şeydeğildir. Burada işçinin dikkatsiz davranmasına nedenolan şey neydi diye sormak, çalışanı robot olarak değilinsan olarak görmek gerek.

- Sorun tek tek işyerleri temelli midir? Farklısektörlerden birçok örnekle yüz yüzeyiz. Üretim-çalışma yaşamına yaklaşımın, sermaye sınıfınınegemen olduğu, kurguladığı çalışma sistemininbunda bir etkisi yok mudur?

- Doğrudan etkisi vardır, hatta belirleyici etkenbudur. Dediğim gibi çalışanı robot olarak gören veyarobotlaşmaya zorlayan bir sistemle karşı karşıyayız.Sistem için çalışanın sağlıklı olması sadece daha iyiüretim yapması adına önemlidir, yoksa bir insanolduğu için önemli değildir. Ayrıca yedekte bekleyen,işsizlik ordusunun üyesi binlerce kişi sıradabeklemektedir. Bu durumda sistem için kimin çalıştığıçok da önemli değildir. Bunun için de işçi sağlığı ve işgüvenliği çalışmaları için yapılacak masraflar herzaman işverenin gözünde büyür, masraftan kaçınmakister. Ne kadar memlekette hukuksuzluk diz boyu olsada burada iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili mevzuat önemarz ediyor. En azından caydırıcı cezalar tanımlanmasıve mahkemelerden çalışanları ölüme sürükleyenlerhakkında ağır cezalar çıkması ölümlerin önlenmesindefayda sağlayacaktır.

- İşçi sınıfının, her an karşılaşabileceği bu sorunuortadan kaldırmak için temel yaklaşımı ne olmalı,yapması gereken nedir?

- Örgütlenmek ve mücadele etmekten başka çareyok. Ayrıca sendikalara burada önemli görevlerdüşüyor. İşçi sağlığı ve iş güvenliğini gündeminealmayan bir sendika olamaz, direk konunun muhatabıolan işçi sınıfının örgütlerinin bu konuya ayrı bir önemvermesi gerekmektedir. Sadece sendikaların değildaha adil, yaşanılabilir bir dünya kurma özlemi içindeolan, bunun için mücadele yürüten bütün örgütler içinilk sıralarda yer alması gereken bir konudur.

- Son olarak, söylemek istediğiniz ve eklemekistediğiniz bir şey var mı?

- Bu sorun bütün toplumu ilgilendiren bir konudurve toplumun tamamını içerecek şekilde bir mücadeleyürütmek önemlidir. Burada benim de çalışmalarıiçinde yer aldığım İstanbul İşçi Sağlığı ve İş GüvenliğiMeclisi önemli bir oluşumdur ve toplumun gündeminekonuyu sokmak adına önemli çalışmalar yapmaktadır.Bu ve benzeri çalışmaları arttırmak gerekmektedir.

Kızıl Bayrak / İstanbul

“Örgütlenmek ve mücadeleetmekten başka çare yok!”

Page 12: Kızıl Bayrak 2014 05

“Komplo çökmüşvaziyettedir”

19 Şubat operasyonu ile tutuklanan ve daha sonratahliye edilen KESK Eğitim ve Örgütlenme SekreteriAkman Şimşek, 27 Ocak’ta Çağlayan Adliyesi’ndegörülen davanın sonucunu gazetemize değerlendirdi...

“Uzun zamandır KESK içerisinde örgütlü olan“Kamu Emekçileri Cepheli” memurlara Türkiyegenelinde gerçekleştirilen saldırılar vardı. Bununsonucunda 19 Şubat tarihinde 28 ilde operasyongerçekleştirildi.

Bugün Mehmet Ekinci gibi bir hakimin, tarihinde ilkdefa bu kadar çok tahliye vermesi aslında bununkurulan bir komplo olduğunu gösterdi. Bu kadar çoktahliye ile birlikte, özellikle de devrimci memurlara,KESK’e dönük bir komplo olduğunu gördük.

Sahiplenme tahliye sürecini hızlandırdı

Tahliye edildi birçok arkadaşımız, 11 aydır F Tipitecrit işkencesi altında kalıyorlardı. 11 aydırmücadeleden, ailelerinden, dostlarından,yoldaşlarından uzaktaydılar. Ama onlar içeride deyalnız değildi. Dışarıda da yaklaşık 19 Şubat’tan beridir41 hafta boyunca, her hafta sonu ailelerin ve KEC’limemurların yapmış olduğu eylemler var, KESK’inyapmış olduğu var ve 3 gündür de burada KESK’in birsahiplenmesi söz konusu. Bu sahiplenmearkadaşlarımızın tahliye sürecini hızlandırdı, bir baskıoluşturdu. Hakim geri kalan 6 arkadaşımızı tahliyeetmeyerek aslında kendini kurtarmaya çalıştı.Komployu biraz daha ayakta tutmaya çalıştı ama bukomplo çökmüş vaziyettedir.

AKP’nin istediği gibi yaşamayacağız!

6 Mayıs tarihinde eminim ki arkadaşlarımızın hepsiserbest bırakılacak, çünkü onlar bu ülkede sendikalhak ve özgürlük mücadelesi veren, bu ülkeninbağımsızlığı, faşizme karşı demokrasi mücadelesiveren memurlar. Parasız eğitim ve parasız sağlıkmücadelesi verenler, iş güvencesine, örgütlenme vedirenme hakkına sahip çıkan memurlar. Bununkarşılığında 11 ay tutsak kalarak bedel ödediler. AKPşunu istiyor: “Benim istediğim gibi düşünün, benimistediğim gibi yaşayın” diyor. Ama biz onların istediğigibi yaşamayacağız, biz kendi gayelerimizle yaşamayadevam edeceğiz ve mücadelemizi sürdüreceğiz.

Arkadaşlarımız da kaldıkları yerden mücadelelerinedevam edecekler, zaten ara vermemişlerdi, Ftiplerinde mücadele ediyorlardı. Dışarı da mücadeleyedevam edecekler. Bizim de mücadelemiz bütün KESK’litutsaklar serbest bırakılıncaya kadar devam edecek,sürecek.”

Kızıl Bayrak / İstanbul

19 Şubat 2013’te “DHKP-C operasyonu” adı altındakamu emekçilerine yönelik gerçekleştirilenoperasyonun İstanbul ayağındaki duruşması 23-24-27Ocak tarihlerinde Çağlayan Adliyesi’nde görüldü.

Duruşmanın ilk gününde tutsak KESK’liler iledayanışma için eylemler yapıldı. Duruşma öncesindeyapılan basın açıklamasında konuşan KESK GenelBaşkanı Lami Özgen, KESK’in sendikal faaliyetlerineyönelik baskılardan bahsetti ve yaptıkları her etkinliğinpolis ve savcı eliyle kriminalize edilmeye çalışıldığınıbelirtti.

Ardından ise adliye önünde basın açıklamasıyapmak isteyen Halk Cephesi’ne polis saldırısı yaşandı.Basın açıklaması okunduğu sırada saldırıya geçenpolis, gösterilen direnişe karşılık şiddetin dozunuarttırdı. Birbirlerine kenetlenerek yere oturaneylemcilerin üzerine yakın mesafeden biber gazısıkıldı. Direnişlerini sürdüren Halk Cepheliler, ilerleyendakikalarda basın açıklamalarını okudular.

Açıklamada, kamu emekçilerinin, Bilal Erdoğan’ıyargılamayan mahkemeleri yargılayacağı dile getirildive son sözü direnen emekçilerin söyleyeceği belirtildi.

Duruşmaya verilen arada KESK ve beraberindekiuluslararası heyet bir açıklama yaptı. EPSU adınakonuşan Carola Ficshbach Pyttel Avrupa’nın dört biryanından gelen sendikacılar olarak tutsak emekçilerledayanışmak ve hükümete hukukun ayaklar altınaalınamayacağını göstermek için burada olduklarını dilegetirdi. Pyttel’in ardından diğer uluslarası konuklar daKESK ile dayanışma içerisinde olduklarını ifade ettiler.

KESK’li tutsaklar ise savunmalarında asılyargılananın kendileri değil, KESK ve onun yürüttüğüsendikal mücadele olduğunu dile getirdiler. Parasızeğitim, parasız sağlık, örgütlenme hakkı ve işgüvencesi için mücadele ettiklerini söyleyen tutsaklarbu nedenle 19 Ocak 2013 tarihinde evlerinin basılaraktalan edildiğini, gözaltında işkence gördüklerini ve FTipi hapishanelere kapatıldıklarını ifade ettiler.

İddia makamının polis fezlekesi üzerinde birdeğişikliğe imza atmadığını kaydeden tutsaklar,iddialar da kendilerine yöneltilen suçlamalarınhiçbirinin suç olmadığını, basın açıklamaları ya da

sendika şubelerinde gerçekleştirdikleri toplantıların,rutin ve olması gereken faaliyetler olduğunun altınıçizdiler. Yürüyüş dergisinde adlarının geçmesinin isesendika üyeleri olduğu için normal olduğunu belirtentutsaklar, bu derginin yasal ve ülkenin her yanındabulunan bir yayın olduğunu vurguladılar.

SES kurucu üyelerinden Yüksel Almazsavunmasında örgütlü olduğu için daha önce debaskılara maruz kaldığını ve sürgün edildiğini, sendikaşubelerinin mühürlendiğini ifade etti.

Mehmet Püremiş “Anıl Osman Çelik adındakitanığın hakkımda söylediği asılsız ve düzmece iddialarıkabul etmiyorum. Ben kaç defa bir odaya alaraktanımadığım insanlar için ifade vermem için iknaedilmeye çalışıldım. Tanımadığım 31 kişinin adınınaltına imza atmaya zorlandım” dedi.

İddianamede, Mehmet Püremiş’in Kızıl Bayrak’takibir haberde adının çıkmasının “suça kanıt” olduğuiddia edildi.

Son savunmayı yapan Yalçın Düzgün, yılbaşı günüyapılan telefon konuşması için savcının “örgütselyılbaşı hazırlık programı” nitelemesi yaptığını belirtti.

Avukatlar ise Belçika-Hollanda belgeleri ve 2010yılında Yürüyüş dergisinde ele geçirildiği iddia edilenbir CD üzerinden 600 kişinin izlendiğini ve dinlendiğini,buna rağmen Akçay tatili ve basın açıklamalarıharicinde hiçbir delilin gösterilemediğini ifade ettiler.

Duruşma sonucunda 24 tutsak için tahliye kararıverdi.

Tahliye kararı çıkan devrimci tutsakların listesişöyle:

Aşır Emir, Aynur Barkın, Ayşe Tuncer, BerivanDoğan, Cafer Bin, Cem Coşkun, Dursun Doğan, EjderErbulan, Erdal Korkmaz, Erkan Karataş, HüseyinKalanç, Mehmet Püremiş, Metin Erkan Özkan,Meryem Özsöğüt, Muzaffer Halisdemir, Nazife Onay,Nursel Tanrıverdi, Ömer Açık, Sinan Eşiyok, SongülCoşkun, Ulaş Erduran, Veli Zengin, Yalçın Düzgün,Yüksel Almaz.

Davanın bir sonraki duruşması 6 Mayıs’tagörülecek.

Kızıl Bayrak / İstanbul

KESK davasında 24 tahliye!

Page 13: Kızıl Bayrak 2014 05

İzmir’de bulunan YATSAN fabrikasında işçiler birsüredir örgütlenme çalışması yürütüyordu. Fabrikada,DİSK Tekstil Sendikası ve Türk-İş’e bağlı TEKSİFSendikası’nın örgütlenme çalışmaları vardı. Patron iseişçileri Hak-İş’e bağlı Öziplik-İş Sendikası’na üyeyapmaya çalışıyordu.

Süreç içerisinde işçilerin çoğu DİSK Tekstil’i seçmişve sorunun kesin çözümü için referandum yapılmasıkararlaştırılmıştı.

Fakat patron, referandumun yapılacağı günü tatililan ederek ayak oyunlarına devam etmiş vereferandumun yapılmasını engellemişti.

Patronun işçilere yönelik tehditleri ve ayak oyunlarıgelinen aşamada yeni bir boyut kazandı.

DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu’nun yaptığıyazılı açıklamaya göre, patron işçilerin e-devletşifrelerini Torbalı PTT Şubesi’nden alıp, işçilerikendilerinin haberi olmadan TEKSİF Sendikası’na üyeyaptı. Durumu “ibret verici” olarak nitelendiren

Çerkezoğlu, TEKSİF’in işçilerin iradesini hiçe sayarak buoyunun parçası olmasını kınadı. Ayak oyunlarıylayapılan üyeliklerle birlikte Çalışma ve Sosyal GüvenlikBakanlığı’na yapılan yetki başvurusuna bakanlık jethızıyla cevap vererek TEKSİF Sendikası’na yetki çıkardı.Ayrıca TEKSİF’ten istifa ederek DİSK’e geçmek için e-devlet şifresi almak isteyen işçilere geçerli olmayanşifreler verildi.

YATSAN’da patronTEKSİF’i seçti!

DHL işçisi grev yolundaAlmanya kökenli lojistik şirketi DHL’nin Türkiye’deki

depolarında 2 yılı aşkın süredir devam eden sendikalörgütlenme mücadelesi, DHL yönetiminin kölelikdayatmaları nedeniyle greve doğru ilerliyor. DHLdepolarında üye çoğunluğunu sağlayarak toplusözleşme yetkisini alan Türkiye Motorlu Taşıt İşçileriSendikası (TÜMTİS) ile DHL yönetimi arasında yürüyenTİS görüşmelerinde arabulucu aşamasına geçildi.

Uyuşmazlık nedeni taşeron çalışma,ücret, sosyal haklar

Sendika üyesi işçilere 65 TL’lik sefalet zammınıöneren DHL yönetimiyle uyuşmazlık tutan sendika,arabulucu aşamasında anlaşma sağlanamazsa 60 güniçinde greve çıkabilecek.

TİS görüşmelerinde çoğu idari madde olmak üzere60 maddeden 40’ı üzerinde anlaşma sağlanırkensosyal haklar, ücret ve DHL bünyesindeki taşeronçalışmanın kaldırılması gibi maddelerde uzlaşmazlıksürüyor.

Sendikanın kırmızı çizgileri

Sendikanın, DHL depolarında taşeronuygulamasının tamamen kaldırılarak işçilerin (toplam1000’i aşkın taşeron işçisi) ana firma bünyesinegeçirilmesi talebi, disiplin kurulu kararı olmadan işçiçıkartmaya 18 maaş brüt tazminat ödenmesi, 3 tammaaş ikramiye, kapanan depolarda çalışan işçilerinçıkarılmayarak diğer depolara aktarılması, atılanişçilerin eksiksiz bir şekilde işe alınması gibi işçilerin vesendikanın kırmızı çizgi olarak nitelendirdiğimaddelerde anlaşma sağlanamadı.

Arabulucunun tayin edildiği aktarılırken görüşmegünü belirlenmesi bekleniyor. TİS sürecinde DHLyönetiminin, işçilerin iradesini dikkate almayan tavrınakarşı mücadele eğilimiyse güçleniyor. DHL yönetimininkeyfi uygulamalarının devam etmesi durumunda greveçıkılmasının kaçınılmaz olduğu işçiler tarafından dilegetiriliyor.

Diğer yandan, DHL depolarında işten atılan TÜMTİSüyesi işçilerin uzunca bir süre devam ettirdikleridireniş, TİS sürecinde sendikanın aldığı karardoğrultusunda kapı önü bekleyişe son verilerekbitirildi. Kıraç’taki DHL deposu önünde sadecesimgesel anlamda direniş çadırı duruyor.

Kızıl Bayrak / Esenyurt

Direnişlerinde iki haftayı geride bırakan DevSağlık-İş üyesi Cerrahpaşa taşeron yemekhane işçilerihastane bahçesinde kurdukları çadırla direnişlerinisürdürüyorlar.

Havaların iyice soğumasıyla birlikte yaktıklarıateşte ısınmaya çalışan işçiler, bir yandan da işlerinegeri dönmek, hastaneye gelenlere direnişin sesiniduyurmak için imza toplamaya devam ediyorlar.İşçiler her gün gelen destek ziyaretleri ile moralbuluyor.

24 Ocak’ta hastanede birlikte çalıştıkları SES üyesisağlık emekçileri, işçileri yalnız bırakmamak içindireniş çadırına ziyaret gerçekleştirdiler.

Hastane bahçesinde toplanan sağlık emekçileri,“Atılan işçiler geri alınsın!” pankartı arkasında,sloganlarla çadırın olduğu yere kadar yürüyüş

gerçekleştirdi. SES Genel Başkanı Çetin Erdolu birkonuşma yaparak, direnişçi işçileri selamladı.

Direnişin 16. gününde (28 Ocak) İstanbul TabipOdası Yönetim Kurulu direnişçi işçileri ziyaret etti.İşçiler öğlen yemeklerini İstanbul Tabip OdasıYönetim Kurulu üyeleriyle birlikte yediler.

Başhekimden oyalama çabası

Dev-Sağlık-İş yöneticileri 28 Ocak’ta üniversiteyönetimiyle bir görüşme gerçekleştirdiler.Üniversitenin avukatları ve Cerrahpaşa Tıp FakültesiBaşhekim Yardımcısı ile görüşen Dev Sağlık-İşYönetim Kurulu Üyesi Zeynep Çelik, görüşmehakkında bilgi verdi. Çelik, başhekimliğin işçilerindurumundan “rahatsızlık duyduğunu”, taşeronişçilerin işten çıkarılmasının “kendi ellerindeolmadığını” ifade ettiğini aktardı. Görüşmedekarşılıklı iyi niyetlerin gösterildiğini söyleyen Çelik, budurumun işçilerin fiili mücadelesi sayesindeoluştuğunu belirtti.

Kızıl Bayrak / İstanbul

Direniş üçüncühaftasında

Page 14: Kızıl Bayrak 2014 05

- Gebze İşçilerin Birliği Derneği bir işçi kenti olansanayi bölgesinde kuruluyor. Bize ilk önce Gebzebölgesini anlatır mısnız?

- Gebze hem sermaye için oldukça önemli birmerkez hem de üretimin kalbi olmasından kaynaklısınıf mücadelesi için. Şehrin sosyo-ekonomik yapısıkapitalizmin sömürü politikalarına göre şekilleniyor.Gebze Türkiye’nin dört bir yanından göç alan vealmaya devam eden bir bölge. Aynı zamandaİstanbul’un eski fabrikalarının ve OSB’lerinin taşındığıbir bölge. Gebze’nin nüfusu yaklaşık 350 bin ve Darıca,Dilovası ve Çayırova ile birlikte ele alındığında 650 biniaşkın yaşayan insan var. Bu bölgelerin dışından daçalışmaya gelenler olduğunu düşündüğümüzde sanayibölgelerinde, fabrikalarda, atölyelerde 100 binlerceişçi ter dökmekte.

Yakın zamanda Ümraniye’den Dilovası’na taşınanİMES’le birlikte Gebze’nin sermaye için ne kadarönemli bir sömürü cenneti olduğunu bir kez dahagörmüş olduk. Yine bölgede Dilovası OSB, Taşıt AraçlarıYan Sanayi Bölgesi (Taysad OSB), Hasköy Pik DökümSanayicileri Sitesi, Taş Ocakları Sanayi Bölgesi,Mermerciler Sanayi Bölgesi, Makineciler, İmalatSanayicileri ve Kimyacılar OSB, Güzeller OSB, GebzePlastikçiler OSB ve Türkiye’nin en büyük OSB’si olanGebze OSB yer almaktadır. Ayrıca D-100 (E-5) üzerinde,Darıca, Çayırova, Dilovası ve Gebze’nin köylerinde,Tuzla-İzmit TEM karayolu üzerindeonlarca fabrika bulunmakta.Bunların içerisinde sektörünün ilksıralarında yer alan isimler var.Sanayileri Tuzla ile iç içe geçenGebze’de bütün işkollarındanfabrikalara rastlayabilirsiniz. Tekstil,petro-kimya, lojistik, metal, kağıtvs. bütün sektörlerden fabrikalarınbulunması İstanbul’dan da burayagöçü tetiklemekte. Kapitalistkrizlerde ya da fabrikaların bubölgeye doğru kaymasıyla işçi veemekçiler yaşamlarının gerikalanını Gebze’de çalışarak geçirmeplanları kurarak buraya göçetmekte.

Göçün yoğun olduğu Gebze’deişçi ve emekçiler sıfırdan başlamakiçin umutlarını besleyerekgeldikleri Gebze’de Türkiye işçisınıfının yaşadığı sömürükoşullarının üstüne çıkamamakta. Dün Adana’nın,Kayseri’nin, Erzurum’un kapitalistileri tarafındansömürülürken burada Gebze’nin kapitalisti tarafındansömürülmekte. Ve Gebze’nin geliri Türkiye’nin yaklaşık50 ilinden daha fazla.

- Bu bölgedeki çalışma koşulları nasıl?- Buradaki çalışma koşulları Türkiye’de var olan

genel sömürü koşullarından farklı değil. Gebze veçevresi patronlar için cennet işçiler için cehennem.Çalışma saatleri çok uzun, ücretler düşük. Bu bölgedeesas olarak taşeron çalışma sistemi çok yaygın. 80’eyakın taşeron şirket var. Bu simsarlar tam anlamıylasömürüyü katmerliyor. Taşeron barbarlığı ağırlıklı

olarak lojistik ve metalişkollarında olmakla birliktebirçok fabrikada karşımızaçıkmakta. Üstelik bu taşeronşirketlerin bir kısmı da kiralıkişçi büroları olarak çalışmakta.Yevmiye usulu çalışan işçilerindahi ücretlerini gaspetmekteler.

Taşeron, kiralık vesözleşmeli olarak çalışanişçilerin hakları daha fazla gaspedilmekte. Kıdem, ihbartazminatları, iş güvenliğiönlemlerinden sayılan işkıyafetleri verilmemekte,sözleşmeli, kiralık ve taşeronçalışanlar bir cep telefonumesajıyla işten atılmaktadır.İşçiler, gelecek adına umutgörememektedirler. Sözleşmeli

çalışmanın sendikalı fabrikalarda daha yaygın olduğugörülmekte. Sermayedarlar sözleşmeli çalışmayı tıpkıtaşeron çalışma gibi örgütlülükleri dağıtmak içinkullanabilmekte. Örneğin 2012-2014 MESS Grup TİSsürecinde Bosal patronu sözleşmeli işçi alarakmuhtemel grevi kırmak için kendisinikonumlandırmıştı.

Taşeronluk, kiralık işçilik, sözleşmeli çalışmaberaberinde birçok hak gasbını ve sömürü çeşitlerini

getirmekte. Ayrıntılarını daha genel olarak ifade ettik.Örgütsüzlük, işten atma, ücret gaspı, iş kazaları,mobbing, sigortasız çalışma vs...

Birçok fabrikada iş güvenliği önlemlerialınmamakta. İş güvenliği önlemleri alınmadığı içinKörfez’de “iş kazası” geçiren bir kardeşimizi geçengünlerde kaybettik. Eğer birkaç saat Gebze FatihDevlet Hastanesi’nin acil girişinde beklerseniz gündeonlarca iş kazasının yaşandığını görebilirsiniz. Ya dadaha kötüsünü, ölen işçilerin arkasından feryat edenyakınlarını. Bu katliamın sorumlusu, bu acılarıçekmemizin nedeni sermaye sınıfıdır.

Yine bazı fabrikalarda yemeklerin çok kötüolmasıyla yemek sorunu karşımıza çıkıyor. Bazıişletmelerin servisi olmuyor. Bazı fabrikalardaamirlerin işçiler üzerinde baskı kurmak istediklerinibiliyoruz. Bu sorunları daha da çoğaltabiliriz. Örneğinbir sanayi bölgesinde çocuklar işçi olarak çalıştırılıyor.

- İşçi sınıfına yönelik bu saldırılar karşısında Gebzeİşçilerin Birliği Derneği nasıl bir mücadele hattıçizecek?

- Aslında saldırılar çok yoğun ve kapsamlı. Busaldırın arasına esnek çalışmayı, şu an rafa kalktığısöylense de kıdem tazminatının gasp edilmekistenmesini, sendikal örgütlenmeye yönelik saldırılarıda ekleyebiliriz. Ve burada konuşmadığımız birçoksömürü uygulamarından bahsedebiliriz.

Türkiye’de senede 1200’ün üzerinde işçi ölürken,asgari ücret bizleri aşağılayıcı rakamlardayken,sendikaların durumu emek mücadelesine uygundeğilken, en meşru haklarımız bile gasp edilirken basitbir mücadele vermek bizim açımızdan söz konusudeğildir. Biz Gebzeli işçi ve emekçiler olarak hedefimizsınıfın birliğini örgütlemektir. Mücadele verdiğimizalanda işçilerin birliğini kurmaktır. Bunu yaparken

Gebze’de yeni birmücadele mevzisi açılıyor!

Bu örgütlenme çalışmalarınınzafere ulaşması ancak işçisınıfının birleşip, tabanörgütlülüklerini, komitelerinikurmasına ve sınıfın bilincinebağlıdır. Gebze İşçilerin Birliği Derneğiücretli kölelik düzenine karşıemeğin korunması,geliştirilmesi veözgürleştirilmesi için sınıfmücadelesinde yerini almıştır.

Page 15: Kızıl Bayrak 2014 05

Sınıf devrimcileri direnişçi işçilerle birlikte kahvaltıda buluşarakdüzene karşı mücadeleyi, seçimleri tartıştılar.

İşçi sınıfının kapitalistlere karşı verdiği öncü-devrimcimücadelenin önemine vurgu yapılırken, işçi sınıfının işgallerle,grevlerle, direnişlerle öğrendiği ifade edildi. Punto Deri üzerindende sınıf devrimcilerinin direnişin zaferle sonuçlanması için şimdiyekadar çaba içinde olduğu, bundan sonra da olacağı kaydedildi.

İşçilerin seçim üzerine sorduğu sorulara cevaben ise düzeninseçim oyunlarına gelinmemesi gerektiği, seçim aldatmacalarınakarşı işçi sınıfının örgütlenme mücadelesinin devrimcilerin birincigörevi olduğu vurgulandı. Komünistlerin de işçi sınıfının devrimciprogramı ile seçimlere katılacağı ve seçimlerde devrimcidüşünceleri kitlelere taşımak için her türlü aracı kullanacağı ifadeedildi.

Kızıl Bayrak / Küçükçekmece

Punto Deri işçileriyle kahvaltı

Yine aynı sabah…Sokaklar sessiz ve karanlık, sessizliği köpeklerin

havlamaları bozuyor. Zincirleri zor dayanıyorkopmamak için. Sanki düşmanlarını görmüşcesine öylesaldırganlar ki. Karanlığa saklanmışlar sanki suçişlemişler gibi. Çocuk masumiyetinde ürkek veutangaçlar. Az sonra başka bir sokağa girerekkayboluyorlar.

Gün aydınlanıyor. Kuşlar yuvalarından çıkıyor,uçuşuyorlar havada, bazıları ağaçlara konmuş, Güneşinilk ışıklarıyla kendilerini ısıtıyorlar. Küçücük gözleriyleetrafa bakıyorlar, yiyecek var mı? Kazayla bir-iki ekmekparçası gördüklerinde öyle hızlı hareket ediyorlar kişaşırıyor insan. Küçücük oluşlarından sanki hiçbir şeyhissine kapılıyor insan. Biraz sabredince ne kadaryanıldığımı anlıyorum. Hızlıca yerden yiyecekaldıklarını gördüğümde ben de dayanamayıp, kuşlaraekmek parçaları atıyorum. Bu muazzam canlılarısevmemek için insanın tüm güzelliklerden kendinisoyutlaması lazım.

Toprağa çiğ düşmüş. Yollar yine ıslak. Tek tükinsanlar gözüküyor yollarda. Bir anne kafasını önüneeğmiş, elinde iki ekmek evine gidiyor. Çocuklarınahizmet etmek, evine sahip çıkmak tek amacı. İçindeaslında yılların acıları gizlidir, ama kolay kolaydillendiremez.

Çok geçmeden yaşam hız kazanıyor, işçilerfabrikalara gitmek için sokaklara dökülüyor. Bir işçidaha uyanamamış, gözlerini ovuştuyor. Montuna sıkısıkı sarılıyor, üşümemek için. Başka bir işçi sigarasınıderin derin çekiyor. İki işçi sohbet ediyor servisbeklerken. Birisi çok heyecanlı. Birisi iddiadakaybetmiş.

“Bencillik neden yenilemiyor” diye düşünüyorinsan. Tamam daha başlarken bencil olmamız normaldiyelim, yaşamak istiyoruz. Çünkü anne rahmindenkurtulup organlarımız, kemiklerimizi, kaslarımız,kısmen beynimizi besleyip gelişimimizi tamamlamakiçin anlaşılır yanı var. Bu yüzden önemsiyorumyanımdan geçen insanları hiç tanımamama rağmen.Önemsiyorum onların yaşadığı sorunları. Üstümedüşen görevlerin farkındayım ve buna göre yaşamaya

çalışıyorum.Ve yolları kızlı-erkekli öğrenciler dolduruyor. Kimi

gençler enerji dolu, hareketli kimi daha küçücük. Karakara gözleri, kendilerinden büyük okul kıyafetleriylekarşıdan karşıya geçmeye çalışıyor. Ne kadar da tatlıyüzleri, gülümsemeleri, merakları, bakışları, öğrenmeistekleri, oyunları hatta biraz yaramazlıkları bunlarıgörünce dalıyor insan. “Keşkeler” başlıyor. Hiçsevmesem de o kelimeyi diyorum şu çocuklarlayeniden başlamak mümkün olsaydı hayata, yenidenöğrenseydim yaşamı değil o çocuklarla kuracağımız“ortak bir yaşamın paylaşılan günlerini”. Seviyorumçocukları ama gerçekten çok seviyorum.

Ve durgunluk kaplıyor yolları. Sabahın ilkcurcunasının ardından, boşlukta bırakıyor beni, herkesbir yerlere dağılıyor işine, okuluna, evine ve sağabakıyorum sola bakıyorum sanki zaman durmuş gibi…Kafamda sorular oluşuyor ardı ardına ben sabahın ilksaatlerinde niye kalktım, niye yollara çıktım ve şu anne yapıyorum, kendime geliyorum, anlıyorum. Bensadece 2 milyon 429 bin işsizden biriyim, kendimikandırmışım sanki işe gidiyor gibi çıkmışım evden,zaman zaman yaptığım gibi ve diyorum ben gerçekten“sevmiyorum işsizliği”.

Gebze’den bir işsiz

çalıştığımız fabrikalarda komiteler kurarak, fabrikamızısendikalarda örgütleyeceğiz.

Daha önce burada birebir şahit olduğumuz Çelmer,Mutaş, Bericap, DHL, Arobus/ARGEN ve daha birçokfabrikada yaşanan direniş ve eylemler, tersanedirenişleri, şu an bölgede devam etmekte olan FENİŞdirenişi birer örnek olarak var. Türkiye işçi sınıfıtarihine artısıyla-eksisiyle kazındılar. Buralardançıkardığımız dersler var. Haziran Direnişi’ni yaşadık.Bunlar bize sokağın gücünü, sınıf bilincininsarsılmazlığını ve emek mücadelesinin ne kadar meşruolduğunu gösteriyor. Bu doğrultuda eylemsel süreçleridiğer bir ifadeyle fiili-meşru mücadele hattınıönümüze koyuyoruz. Taleplerimizin karşılanması,emeğin özgürleşmesi için Gebze İşçilerin BirliğiDerneği olarak dişe diş mücadeleyi temel alıyoruz.

- Yapılan eylemlerin yanında derneğin kuruluşöncesi çalışmaları nelerdir? Ve işçilerden nasıltepkiler aldınız?

- “Vergiden muaf, insanca yaşama yetecek ücret!”talebiyle gerçekleştirdiğimiz iki yürüyüşe deemekçilerin öfkesi damga vurmuştu. Aslında bu bizimiçin şaşırtıcı olmadı. Çünkü açlık sınırının altında birücrete çalışılıyor. Bu sefalet zammına karşı yaptığımızeylemde belirttiğimiz gibi birçok işçi ve emekçitarafından desteklendi, katılım sağlandı. Yaptığımızeylemler başlangıç için oldukça iyiydi.

Bunun yanında kıdem tazminatının gaspedilmesine karşı yoğun bir çalışma yürüttük. Bukapsamda imza kampanyası ile beraber derneğimizdesöyleşi gerçekleştirdik. Feniş işçilerinin direnişinibüyütmek için imza kampanyası çalışması yaptık.Yanısıra taleplerimizi gündemleştirip kazanmak içinyoğun bir çalışma başlattık.

- Derneğin talepleri nelerdir?Öne çıkan taleplerimizi sıralamak gerekirse:- Vergiden muaf, insanca yaşamaya yetecek bir

ücret!-Taşeron çalışmanın yasaklanması! - Herkese iş tüm çalışanlara iş güvencesi!- İş sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin alınmasını ve

önlemleri almayarak işçileri katleden patronlarınyargılanması!

- Sendikal örgütlenmenin önünde ki tümengellerinin kaldırılması!

- Emeklilik yaşınının düşürülmesi!-Herkese parasız sağlık, parasız eğitim verilmesi!

- Son olarak neler söylemek istersiniz?- Cavo Otomotiv, Cofle, DHL, Eku, İndectoterm,

PMR Kauçuk, Teknik Plastik, Fontana ve bölgedekidaha birçok fabrikada geçtiğimiz yıl direnişlergerçekleşti. Bugün Feniş ve Migros işçilerinin direnişidevam etmekte.

Sermayenin bu kapsamlı saldırılarına karşı işçisınıfının örgütlenme arayışı içerisinde olduğugörüyoruz. Bu örgütlenme çalışmalarının zafereulaşması ancak işçi sınıfının birleşip, tabanörgütlülüklerini, komitelerini kurmasına ve sınıfınbilincine bağlıdır.

Gebze İşçilerin Birliği Derneği ücretli kölelikdüzenine karşı emeğin korunması, geliştirilmesi veözgürleştirilmesi için sınıf mücadelesinde yerinialmıştır. Taleplerimizi kazanmak için tüm işçi veemekçileri, derneğe üye olmaya, çalışmalara güçvermeye ve 2 Şubat Pazar günü saat: 14.00’da açılışetkinliğimize davet ediyoruz.

Kızıl Bayrak / Gebze

Page 16: Kızıl Bayrak 2014 05

Son yıllarda seçimler solun tablosunu daha iyianlayabilmek, kimin gerçekte ne olduğunu ve nerededurduğunu daha açık biçimde görebilmek için pahabiçilmez veriler sunmaktadır. Şu veya bu parti ya dagrubun gerçek konumunun, bilincinin ve yönelimininne olduğunu daha açık, somut ve kesin biçimdeanlamak istiyorsanız, seçimler dönemindeki tutum vepolitikasına bakınız, o parti ya da grubun gerçeğinibütün açıklığı ile görme olanağı bulursunuz.

Bu düşünce ilk bakışta biraz şaşırtıcı görünebilir,seçimler ve burjuva temsili kurumlara ilişkin tutum vepolitikanın bir siyasal parti ya da grubun gerçek konumve yöneliminianlamanın temelölçütü halinegetirilmesi abartılıbulunabilir. Oysa bu,devrimcilik ile hertürden oportünizmiayırmada gerçektende temel önemde veşaşmaz bir ölçüttür.Bunu anlayabilmekiçin, II. Enternasyonalpartilerinin ve onlarınmodern izleyicileriolarak çoğu çağdaşrevizyonist partilerin,tam da, burjuvalegalitesinin esiriolmanın yanısıraburjuvaparlamentarizmbatağına battıkları içinzaman içinde devrimve sosyalizmdüşüncesi ve pratiğiile her türlü bağlarınıyitirdiklerini akıldatutmak gerekir. Vebunu daha da iyianlayabilmek için, Marksizmin burjuva düzen altındaseçimlerin ve burjuva temsili kurumların ele alınışınailişkin temel ilke ve yaklaşımlarına dönüp yeniden vedaha derinlemesine bakmak gerekir.

Solda tasfiyeci oportünizmin en kaba veyontulmamış parlamenter hayallerle kendini bir kezdaha ortaya koyduğu yeni bir seçim evresinde,marksist dünya görüşünün bu temel önemde ilke veyaklaşımları ana çizgileriyle özetlemek bu açıdanözellikle yararlı ve gereklidir. Bu bize, artık iyiden iyiyedüzen zeminine yerleşmiş bulunan 12 Eylül ürünütasfiyeci oportünizm ile onun bir dönemdir ardındansürüklediklerinin durumunu olduğu kadar, bugünherşeye rağmen devrimcilikte ısrar eden çevrelerin bu

aynı konulardaki kaba tutarsızlıklarını da görmeolanağı verecektir.

Yapacağımız bu özet daha çok, konunun en can alıcıyönlerini, bizzat bilimsel devrimci teorininkurucularının en özlü pasajları üzerinden sunmaktanibaret olacaktır.

Burjuva parlamentosu veburjuva düzen altında genel oy

Konuya burjuva parlamentosu ve onunoluşumunun temel aracı olarakgenel oyun ele alınışındanbaşlıyoruz.

Burjuva parlamentosu,özellikle demokratik biçim yada görüntü içindeki hallerde,burjuva devlet ve yönetimaygıtının temel kurumlarındanbiri olarak görünür ve genel oyyoluyla “halkın iradesi”ninsomutlanıp temsil edildiğikurum olarak sunulur.Görünüşe göre burjuvadüzeninin yasama (veparlamentoya dayanan ve güyaonun tarafından da denetlenenhükümet yoluyla da yürütme)kapsamındaki işler buradan,“halkın seçilmiş temsilcileri”eliyle yürütülür. Burjuvaparlamentosu, onun düzeninişleyişi içindeki yeri ve işlevisıradan kitlelere böyle sunulur;kitlelerin bilincinde “milletiradesinin temsili”ne dayalıparlamenter yanılsamalar buyolla oluşturulur ve zamaniçinde kökleştirilir.

Oysa der Lenin, Devlet veİhtilal’de, Marks ve Engels’in devlet ve burjuvaparlamentarizmine ilişkin düşüncelerini çözümlerkenve bu çözümlemeyi o günün burjuva dünyasınınverileri ve Rusya’daki devrimin deneyimleriyle debirleştirirken, “Amerika’dan İsviçre’ye, Fransa’danİngiltere’ye, Norveç’e vb. dek, herhangi birparlamenter ülkeyi düşününüz; asıl işler hep devletdaireleri, bakanlıklar, kurmay kurulları tarafındanyürütülür. Parlamentolarda, yalnızca ‘saf halk’ıaldatma ereğiyle, gevezelikten başka bir şeyyapılmaz.”

Demek ki sadece Türkiye gibi gerçek bir burjuvademokrasisi uygulamasını hiçbir zaman yaşamamış vebu nedenle de parlamenter kurumların en güdük,

sınırlı ve sakatlanmış biçimiyle varolduğu ülkelerdedeğil, fakat bir kısmı büyük burjuva devrimleriniyaşamış en demokratik cumhuriyetlerde bileparlamento, genel oyla ortaya çıkan “millet iradesi”nedayalı olarak devlet işlerinin yürütüldüğü temelyönetim aygıtı değil, fakat yalnızca bu yolla, bu türdenbir yanılsamayla sıradan kitleleri aldatmanın biraracıdır. Devlet aygıtının ve yönetim işlerinin temeliher yerde militarist kurumlar ve bürokrasidir ve“devlet işleri” her yerde, en demokratikcumhuriyetlerde bile, bu kurumlar üzerinden yürür,yürütülür.

İkinci temel konu, parlamenter oluşumun temelaracı olarak genel oyun anlamı ve işlevidir. Burjuvadevletinin bürokratik ve militarist niteliğinin hiç değilseo dönemin önde gelen bir kısım ülkesinde henüzçağdaş dönemdeki denli kökleşmediği bir evredeyaşayan Marks ve Engels, burjuva düzen altında geneloyun anlamı ve işlevi konusunda her türden oportünistyanılsamayı ilelebet yıkacak denli açık ve kesinkonuşmuşlardır. Marks, Paris Komünü üzerine ünlüçözümlemesinde, burjuva düzen altında genel oyhakkının temel işlevinin, “her üç ya da altı yılda bir,parlamentoda halkı yönetici sınıfın hangi üyesinin‘temsil edeceği’ni ve ayaklar altına alacağınıkararlaştırmak”tan ibaret olduğunu söyler (Fransa’daİç Savaş). Aynı konuda Engels ise, devletin kökeniüzerine temel eserinde şunları söyler: “... Öyleyse,genel oy hakkı, işçi sınıfının olgunluğunu ölçmeyisağlayan göstergedir. Bugünkü devlet içinde bundandaha çok hiç bir şey olamaz ve hiç bir zaman daolmayacaktır” (Ailenin, Özel Mülkiyetin ve DevletinKökeni).

Burjuva düzen altında genel oy hakkına dayalıseçimlere ve burjuva temsili kurumlara ilişkin bumarksist bilimsel yaklaşımların ışığında dönüp 3 Kasım2002 seçimlerinden beri reformist solda yaşananlarabakınız. Muhtemel bir seçim başarısı üzerine kurulanhayaller, bu başarıya atfedilen anlamlar üzerinedüşününüz, bu size 12 Eylül’ün bugün artık tasfiyeci birtortuya dönüşmüş ürünü olarak reformist soldakiideolojik çöküşün ve çürümenin boyutlarını verecektir.

3 Kasım 2002 seçimlerinde “Emek, Barış veDemokrasi Bloku”unda birleşen bu tasfiyeci yığın,burjuva siyasal araneda oluşmuş boşluğun solu“iktidara” çağırdığını, en azından ona hükümet ortağıolma şansı tanıdığını söyleyebilmiş, parlamenterhayallerle herkesten daha fazla sersemlemişdurumdaki EMEP temsicileri işi “iktidara yürüyorüz!”söylemine vardırabilmişlerdi. 28 Mart (2004) yerelseçimlerinde ise, eski bir İMF memuru ve özel savaşsuçlusu olan Karayalçın liderliğindeki “DemokratikGüçbirliği”nde biraraya gelen aynı reformist blok, bukez İngiliz fabianlarından miras “belediye sosyalizmi”hayalleriyle ortaya çıkmış, işi aşırılığa vardırmayı bir

Marksizm, burjuva ve parlam

Page 17: Kızıl Bayrak 2014 05

kez daha kimseye bırakmayan aynı EMEP yöneticileri,bu kez “yerel iktidarlaşma” ve bunu da ilk genelseçimlerde gündeme gelebilecek bir “geneliktidarlaşma”ya basamak yapma söylemlerinikullanabilmişlerdir.

Şimdi ise aynı parlamentarist tasfiyeci çizgi, artıkher türlü ilke ve ölçünün bir yana bırakıldığı, programve politikaya ilişkin tatsız sorunların “safları böleceği”kaygısıyla kategorik olarak tartışma dışı tutulduğu, tümtartışmanın adayların nasıl saptanacağı ve kimlerdenoluşacağı ekseninde sürdürüldüğü, buna ilişkin açıkgizli hararetli tartışma ve pazarlıkların yapıldığı“bağımsız adaylar bloku” üzerinden sürdürülmektedir.Bu ilkeden yoksun şekilsiz yeni “blok”ta tüm kaygılarne edip edip meclise bir grup sokmayaendekslenmekte, “23 Temmuz sabahı yeni birTürkiye’ye uyanmak” üzerine tatlı hayaller kurulmakta,içlerinden bazıları işi meclise sokulacak grubun “gölgekabine” gibi çalışarak geleceğin iktidarı için halkagüven vermek olanağı bulacağını söylemeyevardırabilmektedir.

Seçimler ve parlamentodandevrimci amaçlarla yararlanmak...

Burjuva düzen altında seçimlerin ve burjuva temsilikurumların ele alınışına ilişkin temel marksist ilke veyaklaşımların ortaya konulmasına, seçimlerden veburjuva parlamentosundan devrimci amaçlarlayararlanma sorunuyla devam etmek istiyoruz.

Bu üçüncü temel noktanın kendine özgü önemi,devrimle her türlü bağını çoktan kesmiş bulunanreformist solun gelinen yerde burjuvaparlamentarizmine nasıl adapte olduğunu tüm açıklığıile ortaya koyması kadar, hala da devrimcilikte ısrareden bazı küçük-burjuva devrimci-demokrat akımlarşahsında tersinden kendini gösteren, belki dahamasum fakat aynı ölçüde tutarsız ve devrim davası içinzararlı tutumuna da ışık tutmasıdır. Bir başka ifadeyle,sözkonusu olan seçimlere ve genel olarak burjuvatemsili kurumlara yaklaşım olunca, ortadaki sorun,geleneksel solun reformist kesimleriyle ve son yıllardaonların kuyruğundan ayrılmamayı bir kimlik ve çizgihaline getirmiş (böylece devrimcilikleri de giderektartışmalı hale gelmiş) bulunan bazı küçük-burjuvadevrimci-demokrat kesimlerle sınırlı kalmamaktadır.Geleneksel solun bugün hala devrimcilikte ısrar edenkesimlerinde yaşanan, kendini düne kadar boykotçulukolarak gösteren ve artık müzmin bir boykotçulukla damazur gösterilemeyen, işin aslında seçimler gibiönemli bir siyasal evreyi elleri böğründe geçirmektenbaşka pratik bir anlamı ve sonucu da olmayanpolitikasızlık ve edilgenlik de, sorunun öteki yüzünüoluşturmaktadır.

Konuya ilişkin en özlü düşünce, Lenin tarafından,Marksizmin temel önemde taktik ilkeleri ve Rusya’dakidevrimin deneyimleri üzerinden “sol” komünistlerletartışma içinde, şu şekilde dile getirilmiştir: “Burjuvaparlamentosunu ve bütün öteki gerici kurumlarıdağıtmaya gücümüz yetmediği sürece, bu kurumlardaçalışmak zorundasınız, özellikle hala papaz takımınınaldattığı ve kır koşullarının aptallaştırdığı işçilermevcut olduğu için, bu kurumlarda çalışmalısınız. Bunuyapmazsanız gevezeden başka bir şey değilsiniz.”(“Sol” Komünizm...)

Bu ortaya koyuş, her türlü kaçamağı ortadankaldıracak açıklıkta, yalınlıkta ve kesinliktedir. Leninbuna rağmen hiçbir açık kapı bırakmamak için, Rusyaörneğini verir, Rusya’ya ilişkin devrimci deneyimeönemle dikkat çeker.Bolşeviklerin en ağır gericillikkoşullarında bile seçimlerdenve Çarlık Dumasıkürsüsünden devrimciamaçlar için, yığınlarındevrimci bilincini veörgütlenmesini devrimciiktidar hedefi doğrultusundageliştirmek için nasılyararlanmayı başardıklarınıörnekleyerek vurgular. OÇarlık duması ki, en kaba veakıl almaz biçimdekısıtlanmış ve sınırlanmış birgüdümlü burjuvaparlamentosu örneği idi.Öylesine ki, Duma seçimleritek dereceli genel ve eşit oyabile dayanmıyordu; birbüyük toprak ağasının oyu 3şehir burjuvasının, 15köylünün ve 45 işçinin oyunaeşitti.

Bütün bunlar yeterinceaçıktır ve kuşkusuz herkesçede iyi kötü bilinmektedir.Fakat buna rağmen bugünündevrimci grupları büyük bir bölümüyle, her seçimdöneminde olduğu gibi bugün seçim döneminde deelleri böğründe olayları izlemek yolunu tutuyorlar.

Düne kadar bunun gerekçesi boykot taktiği idi ve busözde taktik 12 Eylül öncesinin yeni dönemesorgulanmamış olarak aktarılan bir kötü mirasıydı.Fakat bugün sürmekte olan apolitizm artık boykotadına bile savunulamıyor, siyasal yaşamın yoğunlaştığı,kitlelerin siyasal parti ve güçlerin temel sorunlarailişkin görüş ve politikalarına ilgisinin olağandönemlere göre nispeten arttığı bir dönemi kelimeninen tam anlamıyla bir politik edilgenlik içindegeçirmektedirler. Devrimi, devrimciliği temsilettiklerini iddia ettikleri halde bu önemli evredemeydanı devrime en büyük zararı veren reformist-tasfiyeci sola bırakmaktadırlar.

Lenin, birçok yerde ve tüm Rusya devrimdeneyiminin genelleştirilmiş sonuçlarını da içeren

yukarıda andığımızeserinde, boykotunancak geniş emekçiyığınların devrimciatılımı ile, bu atılımın birdevrime doğrutırmandığı bir gelişmedurumu ile birlikte biranlamı olabileceğiniaçıklıkla vurgulamıştır.1905’te büyük bir fırtınahalinde yükselmekteolan devrim dalgasınınönünü kesmek içinÇarlık tarafındangündeme getirilenBuligin Duması’nıboykot sorununu ortayakoyarken, “Aktifboykot... açık, kesin vedolaysız bir sloganolmadan düşünülemez.Bu slogan silahlıayaklanma sloganıolabilir” demiştir. Busözler, boykot taktiği ileyükselen devrim veyığınların iktidarı elegeçirmeye yönelik

devrimci atılımı arasındaki kopmaz bağı ortayakoymaktadır ve boykot üzerine her türden keskinliği

a temsili kurumlar mentarizm

Page 18: Kızıl Bayrak 2014 05

ölçüsünde içi boş “sol” gevezeliğe kapıyıkapatmaktadır.

Lenin, aynı konuyuya ilgili olarak, daha sonrakiyıllarda aynı tarihi evre üzerinden tasfiyecilerletartışırken de şunları söylemektedir: “Boykotsorununun gerçek tarihsel özü şuydu: ‘Devrimcidalganın yükselmesine yardım edilmeli ve bu dalgaçarlığı devirmeye mi yöneltilmeliydi, yoksa çarlığın,danışma duması oyunuyla, yığınların dikkatini başkayöne çevirmesine izin mi verilmeliydi?” 1905’teki budeneyimi “Sol” Komünizm’de yeniden irdeleyen Lenin,bu boykot kararının “yığın grevlerinin siyasi greve vesonra da devrimci greve ve en sonunda da çarlığakarşı ayaklanmaya doğru hızla dönüştüğü objektifdurumun doğru olarak hesap edilmiş olmasındanötürü verildi”ğinin altını çizmektedir.

Bu konu üzerinde önemle duruyoruz, zira bazıdevrimci çevrelerin ideolojik ve pratik olarak artık ilertutar yanı kalmamış bu sözde taktiği gelinen yerdeyüksek sesle değilse bile fiili bir tutum olaraksürdürmelerinin kendilerinden öteye sonuçlarıolmaktadır. Örneğin devrimci akımların 8 Mart’ta ve 1Mayıs’ta birleşik bir devrimci inisiyatifle ortaya çıkmayıbaşarmaları, reformist çevreleri geri plana iterekortaya anlamlı bir devrimci müdahale koyma olanağısağlıyorken, bu aynı şey geçmiş seçim dönemlerindeolduğu gibi bugün de yapılamamakta, böylece meydanbüyük ölçüde reformistlere kalmaktadır. Böyle birboşluk ortamında reformistler sözde “sosyalisthareket” adına ortaya çıkmakta, devrimci akımların birkesimini de kendi içine ya da yörüngesine alabilenbüyük bir tasfiyeci basınç oluşturmakta ve bu yollakitlelerin devrime yakınlık duyan kesimlerini karışıklığaitmekte, bilincini bulandırmaktadırlar. Bu aynı yanlışsaplantı, seçimler gibi politik ilginin olağan dönemleregöre katbe kat arttığı bir özel evrede kitlelerinkarşısına birleşik bir devrimci güç olarak çıkmayı, ortakdevrimci adaylarla etkin bir devrimci siyasal kampanyaörgütlemeyi, böylece seçim dönemlerinden devrimciamaçlarla en iyi biçimde yararlanmayı da zorasokmakta, bu iş neredeyse yalnızca komünistlerinsırtına kalmaktadır.

Sözümona devrimci taktik adına sürdürülen bu

tümüyle anlamsız, yarasız ve işlevsiz apolitik tutumuaçık yürekli bir özeleştirel değerlendirme ileterketmenin zamanı çoktan gelmiştir ve geçmektedir.Bugünün Türkiyesi’nde bu politikasızlık durumunusavunmanın artık hiçbir olanağı, zerre kadar inandırıcıbir gerekçesi kalmamıştır. Burjuvalegalitesinden yararlanmayı zaafölçüsüne vardıran, daha da açıkyüreklilikle söylersek legalizmeboylu boyunca gömülen bu aynıkesimlerin, sıra seçimlerden veburjuva temsili kurumlardandevrimci amaçlarla yararlanmayageldiğinde rejimin “faşist”niteliğini ileri sürmelerini ciddiyealmanın, tutarlı ve inandırıcıbulmanın artık hiçbir olanağıkalmamıştır. Önemle ve açıklıklayineliyoruz; bunda ne ciddiyet, netutarlılık ve ne de inandırıcılıkvardır. Bunun gerisinde olsa olsagüçsüzlük duygusundan vedurumundan gelen bir politikedilgenlik ve iddiasızlık vardır.Meydanı anlaşılması güç birsorumsuzlukla tasfiyeci reformistakımlara bırakmak, bu yollaburjuva sınıf düzeninin 12 Eylülürünü “ılımlı solu’ güçlendirme politikası için işlerikolaylaştırmak vardır.

Devrimci Marksizm veliberal oportünizm arasındaki uçurum

Nihayet en can alıcı noktaya, devrimci Marksizm ileburjuva parlamenter hayallerle sersemlemiş hertürden tasfiyeci oportünizm arasında tam bir uçurumdemek olan temel ayrım noktasına geliyoruz.Seçimlerden ve parlamentodan devrimci amaçlarlayararlanmak ne anlama gelir? Bunun somut anlamı veiçeriği nedir, olmazsa olmaz gerekleri nelerdir?

Önce bir kez daha Lenin’e başvuruyoruz: “ (...) Sosyal-Demokratlar için seçimler, özel bir

siyasal işlem değildir, bin bir türlü vaatte bulunaraksandalye kazanmaya çalışmak değildir, ama sınıfbilinci olan proletaryanın siyasal dünya görüşününilkelerini ve temel isteklerini savunmak için özel birfırsattır.” (Reformcuların ve Devrimci Sosyal-Demokratların Seçim Bildirgeleri, Kasım 1912)

“ (...) ‘Seçim için’ bildirge değil, ama devrimcisosyal-demokrat bildirgeyi uygulamak için seçimler! –İşçi sınıfının partisi konuya böyle bakıyor. Seçimlerdenbu amaçla esasen yararlandık, sonuna kadar dayararlanacağız. Rus Sosyal-demokrat İşçi Partisinindevrimci bildirgesini, taktiklerini ve programınısavunmak için en gerici çarlık Dumasını bilekullanacağız. Gerçekten değerli olan bildirgeler, (...),hareketin tüm sorunlarına tam yanıt veren, uzunsürmüş devrimci uyandırma çalışmalarını tamamlayanbildirgelerdir....” (Dördüncü Duma Seçimleri Arifesinde,Temmuz 1912)

Demek ki devrimci bir sınıf partisi için seçimler,amacı kitlelerin devrimci bilincini ve eylemini devrimhedefi doğrultusunda geliştirmek olan olağan devrimciçalışmanın, bu özel politizasyon döneminden de enetkin bir biçimde yararlanarak sürdürülmesi için birözel fırsattan öte bir şey değildir. (TKİP bu devrimcimarksist yaklaşımı her seçim döneminde özellikle öneçıkarmakta, altını çizmekte ve tasfiyeci opürtünizminideolojik teşhiri eşliğinde kararlılıkla savunmakta veson derece sınırlı olanaklarını en etkin bir biçimdekullanarak pratikte uygulamaktadır). Her seçimdöneminde tüm tartışmayı ve pazarlıklarıparlamentoya nasıl ve kaç kişi sokarız ekseninekilitleyen tasfiyeci oportünizmin görmezlikten geldiği,

onların kuyruğunda politikayapmayı çizgi haline getiren vegiderek onlara daha çokbenzeyen sözde devrimcilerinanlamadığı ya da anlamazlıktangeldiği de budur. Bu devrimciamaç bir an ve bir nebze olsunhiçbir koltuk kaygısına fedaedilmez, edilemez. Ancak budevrimci çizgide ve amaçdoğrultusunda sürdürülençalışma sonuçta kitlelerin oydesteği ile ortaya ‘koltuk’imkanı çıkarırsa, bundan, yaniparlamento kürsüsünden deyine tümüyle aynı devrimciamaçlar doğrultusunda, yani“proletaryanın siyasal dünyagörüşünün ilkelerini ve temelisteklerini savunmak için”,yararlanma yoluna gidilir.Bunun ötesindeki her türlüdüşünce, kaygı, hesap ve pratik,

en kaba ve iflah olmaz bir oportünizmin bir ifadesidirve burjuva parlamantoculuğunun şu veya bu biçimininbir yansımasından başka bir şey değildir.

Fakat dönüp 3 Kasım 2002 seçimleri ve bugünküseçimler üzerinden sol alternatif adı altında toplaşantasfiyeci gruplar yığınına bakınız, bu devrimci amacınzerresini göremezsiniz. Onlarda tüm hesap ve kaygılarkoltuk hesabına, ne edip edip parlamentoya girmeyedayalıdır. Pazarlıklar buna göre yapılır, ittifaklar bunagöre kurulur ya da son anda bu nedenle bozulur.

Pazarlıklarını buna göre yapanlar, bu kaygı vehesabı seçim politikasının eksenine oturtanlar, doğalolarak, “proletaryanın siyasal dünya görüşününilkelerini ve temel isteklerini savunmak”, seçimlerivesile ederek devrimci programın temel esaslarını ve

Böyleleri için önemli olan,seçimlerde koltuk eldeetmeyi kolaylaştıracak tarzdaen çok sayıda parti, grup,çevre ve kişiyiuzlaştırabilmektir. Bu ise,olanaklıysa ortaya hiçbirplatform koymamayı, amaeğer bu kadarı çok biçimsizkaçıyor ve ortaya konulansözde “sol alternatifi” gülünçduruma düşürüyorsa, budurumda temel sorunları biryana bırakarak, bir“birleştirici” platformlayetinmeyi gerektirir.

Page 19: Kızıl Bayrak 2014 05

stratejik amaçlarını içeren bir platform ortaya koymaktüründen, koltuk hesabına dayalı birlik için yalnızcasıkıntı konusu olacak sorunları bir yana bırakırlar.Böyleleri için “IMF ve patronlara karşı emekçininyanında yer almaya” maddesiyle başlayıp “Çevreselyıkıma karşı durmaya” maddesiyle biten bulanık,muğlak, hiçbir açık devrimci tanım ve anlamiçermeyen, sıradan bir sosyal-demokratın altına rahatlıklaimzasını atabileceği 9-10maddelik bir sosyal-demokrat“platform” koyup isteyeninistediği gibi yorumlasınabırakmak fazlasıyla yeterlidir.Böyleleri için önemli olan,seçimlerde koltuk elde etmeyikolaylaştıracak tarzda en çoksayıda parti, grup, çevre vekişiyi uzlaştırabilmektir. Bu ise,olanaklıysa ortaya hiçbirplatform koymamayı, amaeğer bu kadarı çok biçimsizkaçıyor ve ortaya konulansözde “sol alternatifi” gülünçduruma düşürüyorsa, budurumda temel sorunları,örneğin devleti, devrimi,iktidarı, kapitalist mülkiyeti,her biçimiyle emperyalistegemenliği, hele hele desosyalizmi, bir yana bırakarak,daha tali bazı siyasal-sosyalsorunlar üzerinden ve heristeyenin istediği yere çekebileceği muğlaklıkta bir“birleştirici” platformla yetinmeyi gerektirir. Nitekimhalihazırda yapılmakta olan da budur. (Bağımsızadaylar blokunun akıl hocaları ve hararetlisavunucuları, ki bunlardan bir kısmı Soros vakıflarıylada bağlantılı sıradan burjuva liberallerinden öte birşeydeğildir, tüm açıklığı ile platforma ilişkin sorunlarafazla takılmamak gerektiğini, zira bunun ayrılıktanbaşka bir sonuç yaratmayacağını söylemektedirler.)

Peki bütün bunlar ne için? Elbette parlamentoyabir sol grup sokabilmeyi güvenceye alabilmek için! İyiama marksist ilkelere ve devrim davasına bağlı hergerçek devrimcinin anında parlamenter avanaklıkolarak teşhis edip mahkum edeceği görüş, tutum vekaygı bundan başka nedir ki? Bunu EMEP payına, ÖDPpayına, SDP payına, siyasal yaşamda bir sıfır olan bazıne olduğu belirsiz şekilsiz çevreler payına, yani 12Eylül’ün geride bıraktığı tasfiyeci liberal tortu payınaanlamak mümkün. Peki kendilerine hala da devrimcidiyenler, herşeye rağmen şimdilik hala böyle degörülebilenler payına ne demeli? Seçimler ve burjuvatemsili kurumlar karşısındaki konum ve tutumun kimingerçekte ne olduğunun şaşmaz bir ölçütü olduğunudaha baştan önemle vurgulamış bulunuyoruz veşimdilik bunu burada bir kez daha yinelemekleyetiniyoruz.

Solda parlamentarizmin öteki yüzü:İflah olmaz kuyrukçuluk

Bütün bunlarda kuşkusuz bir yenilik yok. 3 Kasım2002 seçimlerinden, yani soldaki tasfiyeci yıkım vesürüklenmenin bir kısım devrimci çevreyi de içinealarak parlamentarizme evrildiği andan itibarendurum bütünüyle budur ve dahası, her yeni seçim biröncekinden daha geri bir noktaya sürüklenmekanlamına gelmektedir.

Fakat burada özellikle eklenmesi gereken bir başkatemel önemde nokta var. Bu üç dönemin tüm butasfiyeci sol gruplar yığını payına ortak keseni, düzeniçi bir çizgiye kaydığını yüreklilikle ortaya koyan vedüzenle barışıp bütünleşmeyi temel kaygı halinegetirmiş bulunan Kürt hareketinin kuyruğundasürüklenmektir. Hatırlanacağı gibi, 3 Kasım 2003

seçimlerindeki “Emek, Barış veDemokrasi Bloku”, gerçektetümüyle Kürt hareketi ekseninde veDEHAP çatısı altında birarayagelmekti. 28 Mart’ta “yereliktidarlaşma” hedefiyle Karayalçınliderliğinde kurulan “DemokratikGüçbirliği”, yine tümüyle liberalKürt hareketinin bir politik tercihiidi ve solun kuyrukçu kesimi butercihe el mahkum boyun eğmişti.Şimdi “3. Cephe” diye sunulan“bağımsız adaylar bloku” da Kürthareketinin önüne örülen utançverici seçim barajlarını aşmak üzerezorunlu olarak gündeme getirdiğibağımsız adaylar politikasına biruyum çabasından başka birşeydeğildir. Ve çok geçmeden hepbirlikte göreceğimiz gibi, Kürthareketinin kendi başına hareketetmesi durumunda bu “3. Cephe”tümüyle boşlukta kalıp çökecek,daha seçimler bitmeden deunutulup gidecektir.

Dolayısıyla olup bitenler, büyükbir bölümüyle 12 Eylül yenilgisi ile başlayan sürecintasfiyeci liberal bir ürünü olan bugünkü reformist solgrup ve çevreler yığınının bağımsız varlık iddialarınıtümüyle yitirdiklerini göstermektedir. Onlar çoktandırburjuva politikasının yarattığı boşluklarda kendilerineyeni yaşam alanları aramakta ve bunu da parlamenteryaşama katılabilmekte görmektedirler. Düzen solununsol söylemle biçimsel bağını kesebilecek denligericileşmesi, onları bu konuda ayrıca cesaretlendiripheveslendirmektedir. Fakat bunu bile kendi bağımsızkonumlarıyla yapabilecek bir güç ve iradeden tümüyleyoksun olduklarını yılların olayları göstermektedir. Kürt

hareketi neyi tercih ediyorsa onun ardındansürüklenmek tam da bundan dolayıdır. Ne de olsa “iyibir planla” meclise “50’den fazla” sol parlamentersokmak heves ve hayalleri de gerçekte tümüyle Kürthalkının oyları üzerinden yapılan hesaplara dayalıdır.

TKİP: Bağımsız devrimci sınıf çizgisi!..

Son iki seçimde olduğu gibi gündemdeki yeniseçimlerde de solda üç ana tutum var. Bunlardan ilkiliberal solun parlamentarist hesaplara ve hayalleredayalı ilkesiz ve şekilsiz “bağımsız adaylar bloku”dur.İkincisi geleneksel devrimci-demokrat grupların pasifboykotçu tutumudur. Üçüncüsü ise TKİP’de temsiledilen, marksist ilkelere ve devrimci amaçlara dayalıbağımsız devrimci sınıf tutumudur. Gelenekseldevrimci-demokrat grupların tutumu politikasızlık vepolitik edilgenlikten öte bir anlam taşımadığı içingerçekte ortada yalnızca iki ana çizgi, biribirindenuçurumla ayrılan iki temel tutum vardır. Kürthareketinin kuyruğundaki her türden tasfiyeci liberalsol grubta ifadesini bulan reformist-parlamentaristçizgi ve TKİP’de temsil edilen bağımsız devrimci sınıfçizgisi. Bu, bugün olduğu gibi 3 Kasım 2002 genelseçimleri ile 28 Mart 2004 yerel seçimlerinde deböyleydi.

Partimiz her konuda olduğu gibi seçimlere veburjuva temsili kurumlara yaklaşım konusunda dadaha en baştan, ilk çıkışından itibaren geçmişin yanlışve çarpık küçük-burjuva anlayışlarıyla hesaplaşan birgelişme çizgisinin ürünü ve temsilcisidir (Konukomünist hareketin 1987’deki çıkış belgelerinde bütünaçıklığı ile yer almaktadır). Bu konuda açık ve berrakbir çizgisi ve bu çizginin bir dizi seçimde hayatageçirilmesinin sağladığı önemli bir pratik deneyimivardır. Gündemdeki seçimlere de bu çizgi temelinde vebu deneyimlerin ışığında katılmaktadır. Seçimleriişçilerin ve emekçilerin devrimci bilincini geliştirmenin,devrimci görüş, amaç ve şiarları kitleler içindeyaymanın özel bir fırsatı olarak kullanmada şimdi herzamankinden daha güçlü ve daha iddialıdır.

(...)(Tasfiyeci sürecin son aşaması: Parlamentarizm /

H. Fırat, sayfa 21-34, Eksen Yayıncılık)

Onlar çoktandır burjuvapolitikasının yarattığıboşluklarda kendilerine yeniyaşam alanları aramakta vebunu da parlamenteryaşama katılabilmektegörmektedirler. Düzensolunun sol söylemle biçimselbağını kesebilecek denligericileşmesi, onları bukonuda ayrıcacesaretlendiripheveslendirmektedir. Fakatbunu bile kendi bağımsızkonumlarıyla yapabilecek birgüç ve iradeden tümüyleyoksun olduklarını yıllarınolayları göstermektedir.

Page 20: Kızıl Bayrak 2014 05

“Dünyayı Yeniden Şekillendirmek: Toplum, Siyasetve İş Dünyası Açısından Sonuçları” ana başlığı altında,“Yıkıcı Buluşlar”, “Kapsayıcı Büyüme”, “Toplumun YeniBeklentileri” ve “9 Milyonluk Dünya” konularınıntartışıldığı ve 100 ülkeden 2 bin 500 kişinin katıldığıDavos Zirvesi geride kaldı. Tartışmaların sorunlarınçözümüne yönelik olmaktansa sorunların tanınmasınaendeksli olduğu vurgulandı. Tartışmalarda sonuçalınmaması ise genel belirsizliğin mükemmel biryansıması olarak görüldü.

Dünyayı yöneten kriminal ve kan emici asalaklartayfası olan hükümet temsilcileri, Birleşmiş Milletler,Avrupa Birliği, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu,çok uluslu emperyalist şirketler, dev tekelci sermayegrupları gibi küresel düzeyde faaliyet gösteren kurumve kuruluşların şefleri dünyayı arzuladıkları gibişekillendirmeye çalışırken, emekçilerin kaderiniilgilendiren ne tür kirli kararlar aldıklarını bilmiyoruz.Kamuoyuna yansıtılan çok sınırlı tartışmaların isetiyatrodan ibaret yanını ve efendilerine biat etmeyegiden dalkavuklar topluluğunun cambazlıklarınıizliyoruz.

Zirvenin açılış konuşmasını yapan Dünya EkonomikForumu Başkanı, elitlerin bu “iyi kalpli meleği” KlausSchwab,“Katılımcılar insani değerleri tartışmalarınmerkezine koymalı” gibi dokunaklı bir hatırlatmayı,insani değerleri tüketen ve kendileri de bundanyoksun olan asalaklar takımına yaptı. İnsani değerlerinzerresiyle ilgilenmeyen ilgili kişinin içtenlikten vesamimiyetten yoksun bu sözleri bir yana bırakılırsa,tartışmanın merkezinde olan esas şey, uçurumunkıyısına varan kapitalizmin ayakta kalmasını sağlayacakbir yol bulmaktır.

Davos Zirvesi, 2008’de doruğa çıkan kapitalizminküresel krizinden sonra değişmeyen gündemlerletoplanıyor. Krizi aşmak, adaletsiz gelir dağılımına vederinleşen sosyal eşitsizliğe nispi de olsa bir dengekazandırmak, siyasi istikrarı sağlamak, Ortadoğu’dakikrizlere emperyalist bir çözüm bulmak, sosyal patlamatehlikelerini önlemek, tartışma gündemlerininönceliklerini oluşturuyor. Fakat bu sorunlara asgaridüzeyde çözüm bulmak bir yana, bu sorunların yıldanyıla derinleşip ağırlaştığını, artık egemenler de itirafediyor. Nitekim bugüne kadarki tüm çabalar ve alınanönlemler, umulan sonuçları yaratamadı. Bu yılkizirvede de aynı sorunlar aynı argümanlarla dilegetirilmiş ve çözüm iddaları ruhsuz ve umutsuztemennilerle bir kez daha ilan edilmiş olundu. Çözümütemenni ve umutlara konu edilen ekonomik, sosyal vepolitik alanları kapsayan devasa boyutlar kazanmışolan sorunları kapitalizm, yapısal olarak yenidenüretmekte ve çözüm olanaklarını tüketmektedir. Buolgu, sistemin sınırlarına dayandığını ve devrimlerleaşılmasının zorunluluğunu ortaya koymaktadır.

Davos Zirvesi ve kapitalist dünyanın gerçeği

Dünya Ekonomik Forumu (DEF), zirve öncesi 1500uzmana danışarak hazırladığı ‘2014 küresel riskraporu’nu yayımladı. Raporda dünyayı bu yıl tehdit

edebilecek 10 büyük riske dikat çekiliyor. Dünya içinkilit önem taşıyan ekonomilerde meydana gelebilecekmali krizin diğer ülkelere yayılabileceği uyarısırisklerden ilkini oluşturuyor. İkinci sırada emekçilerinve gençliğin korkulu rüyası haline gelen ve çığ gibibüyüyen işsizlik yer alıyor. Üçüncüsü, en büyüktoplumsal riskler sıralamasında olan gıda krizidir. Enbüyük endişe yaratan bir başka risk ise, yüksek geliradaletsizliğidir. Küresel yönetim başarısızlığı vefinansal kurumların çökmesi önemli bir başka riskunsurlarıdır. Siyasal ve toplumsal istikrarsızlık ise iççatışmalara ve savaşlara yol açabilecek düzeyde birrisk oluşturuyor. Su kaynaklarının hoyratça kullanılmasıve bu kaynaklar için süren rekabetin sonucu olarak sukrizleri, iklim değişikli ve doğal felaketler gibi risklerbunları tamamlıyor.

Bu riskler grubunda en temel ve önemlisorunlardan biri, baş döndürücü düzeyde olan servetve sefalet arasındaki uçurumdur.

Obama bunu “modern zamanların en önemlikonusu” olarak tanımlarken, temel bir gerçeğe işaretetmiş oluyor. “Sosyal eşitsizlik” konusunun bu forumsırasında yapılacak görüşmelerin ana eksenini teşkiledeceği ise önden ilan edilmişti ve öyle de oldu.

Raporda sosyal tansiyonun artabileceği, ArapBaharı sonrası Kuzey Afrika bölgesindeki siyasiistikrarsızlığın derinleşeceği, 2011 Mart ayındaSuriye’de başlayan, son dönemde tüm bölgede etkisinigösteren iç savaşın ve işsizliğin endişe verici boyutlarataşınacağı, sadece Ortadoğu ve Kuzey Afrika değil,Avrupa ve Kuzey Amerika bölgelerinde de bukonuların gelecek yılın en önemli başlığı olacağıkaydediliyor.

Küresel risklerin bunlardan ibaret olmadığını,yukarıda sıralanan riskler demetinin ise içindebulunduğumuz yıl içinde ve kısa vadede gerçekleşmeriski taşıdığı saptamasını geçerken belirtmiş olalım.DEF’in üst düzey yöneticisi Martina Gmur, “2014 yılıkesinlikle rahat geçecek bir yıl değildir” derken,olacaklara da işaret etmiş oluyor.

Tablo bunlarla sınırlı değil. Küresel risklerraporunun yanı sıra, zirvenin hemen arifesindeuluslararası yoksullukla mücadele kuruluşu olanOxfam da çeşitli uyarılarda bulunan bir raporyayımladı. Bu raporda, Dünyadaki en zengin 85 kişinin,dünya nüfusunun %50’sini oluşturan 3,5 milyar insanıngelirine eşit olan bir serveti kontrol ettiği belirtiliyor.Ayrıca, dünya nüfusunun en zengin %1’inin dünyadakiservetin % 46’ısını kontrol ettiğine de işaret ediliyor.Bunlara, bugünün dünyasında 1 milyardan fazla

insanın günde bir dolarla, üç milyar insanın ise günde2,5 dolardan daha az bir parayla geçinmek zorundakaldığını ekleyelim. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)ise, işsizlerin sayısında 2013 yılında 5 milyon artışla,dünya genelinde 202 milyona yükseldiğini bildiriyor veişsizliğin 2014 yılında da artacağına işaret ediyor. 2018yılına kadar ise 13 milyonluk artış bekleniyor. Ayrıca375 milyon çalışanın aileleriyle birlikte 1.25 dolarlageçinmek zorunda oldukları kaydediliyor.

Bunlar kapitalist dünyadaki vahşet tablosunun veinsanlığın yüzyüze bulunduğu dehşetli sorunların veyıkımın özetidir. İşte Davos’ta biraraya gelenkriminaller ve asalaklar takımı bu sorunların bunaltıcıağırlığıyla karşı karşıyadır ve neden oldukları busorunlara sözde çözüm aramak iddasındadırlar. Oysaonlar sorunların çözüm gücü değil, ama biricikkaynağıdırlar. Kapitalizmin işleyiş mantığı ve doğası busorunları sadece derinleştirir. Kurbağa ve akrepsöylencesi bunu özetleyen veciz bir hikayedir. Akrepkurbağanın sırtında nehiri geçmek ister. Akrebinhuyunu bilen kurbağa buna direnir fakat akrebinısrarları karşısında ikna olur. Nehirin ortasında Akrepkurbağayı sokar. Kurbağa Akrep‘e dönerek “nedenikimizi de öldürüyorsun” diye sorar. Akrep “bu benimdoğamda vardır, başka türlüsünü yapamam” der. İştekapitalizm de başka türlüsünü yapamaz. Yukarıdasıralanan sorunları üretmek onun doğasında vardır.

Kan emici asalaklar tayfası, Davos’ta kapalı kapılarardında ezilen halkların, işçi ve emekçi kitleringeleceğini karartacak, onları daha büyük acılara veyıkımlara sürükleyecek kararlar alacaklar. Bu kararlarlarüzgar eken dünyanın efendileri, uzak olmayan birgelecekte fırtına biçecekler. Nitekim işçi ve emekçilerialdatmanın artık sanıldığı kadar kolay olmadığını, onlarda itiraf ediyorlar.

Euronews’in, “2014’e girişimiz ve Avrupa’nınekonomik krizden geçici çıkışıyla ilgili nedüşünüyorsunuz?” sorusunu, Ekonomik İşbirliği veKalkınma Teşkilatı Genel Sekreteri Angel Gurria, şöyleyanıtlıyor: “Bu karışık bir çanta. İlk olarak krizinetkilerinin hala üzerimizde ağırlık oluşturduğunusöylemeliyiz. Büyümenin azalması, işsizliğin artması veeşitsizliğin büyümesi ki bu çok önemli bir konu; ayrıcakurumlara olan güvenin azalması da söz konusu.Başkanlar, başbakanlar, parlamentolar, bankacılıksistemi, siyasi partiler bunlar arasında.”

Görüldüğü üzere sistemin efendileri de, kiriziaşamadıklarını itiraf ediyorlar. Dahası kurumlara olangüvenin azalması da söz konusu; başkanlar,başbakanlar, parlamentolar, bankacılık sistemi ve siyasi

Davos sorunların kaynağıdır

Page 21: Kızıl Bayrak 2014 05

Rusya ve Çin ordusunun Akdeniz’deki varlıklarınıarttıracağı ve bölgede sürekli konumlanacağına dairveriler artıyor. Şu an bölgede ortak askeri tatbikatgerçekleştiren iki ülkenin Akdeniz’de kalıcı askeri güçbulundurma eğilimi, Ortadoğu politikalarında belirginbir değişime işaret ediyor.

Rusya ve Çin ordularına ait savaş gemileri,Suriye’deki kimyasal silahların çıkarılmasıoperasyonunda ortak görev aldılar. Rus nükleer füzekruvazörü ‘‘Pyotr Velikiy’’ ile Çin devriye gemisi“Yancheng”, Suriye’nin Lazkiye Limanı’ndan alınansilahların İtalya kıyılarına götürülmesinde eskortluk vedevriye görevi üstlendiler. Bu görev 5 Şubat tarihinekadar devam edecek. Şu anda iki ülke askeri güçleriAkdeniz’de helikopterleriyle manevra tatbikatlarıgerçekleştiriyor.

Rusya-Çin ortak askeri hareketleri artıyor

Çin ve Rusya’nın Akdeniz’de varlıkları elbette bu ikigemiden ibaret değil. İki ülkenin de bölgede limanlarıbulunuyor. Çin’in mülkiyeti kendine ait olmak üzereMısır’ın Port Said, Yunanistan’ın Pire ve İtalya’nınNeapol kentlerinde liman sahası bulunuyor. Rusya’nında Suriye’nin Tartus limanında uzun yıllardır askeriüssü bulunuyor. Ayrıca Güney Kıbrıs Rum yönetimiylede limanların ve askeri üslerin kullanılmasında ortaklıkolduğu ifade ediliyor. Geçtiğimiz günlerde açıklamayapan Rusya Federasyonu’nun Kıbrıs BüyükelçisiStanislav Osadşiy, Rus askeri ve ticari gemilerinin,yakıt ikmali ve gıda sağlamak için, Limasol ve Larnakakentlerinde bulunan limanlardan faydalandığınısöyledi.

Bu gelişmelerin dışında Rusya’nın askeri filosunabu yıl katılacak 36 savaş gemisinin önce Karadenizfilosuna, ardından Akdeniz gücüne aktarılacağıbelirtiliyor. Rusya Genelkurmay Başkanlığı, geçtiğimizyıl Ağustos aylarında “Kuzey Filo’dan denizaltı savarfüzeler taşıyan büyük bir savaş gemisi Akdeniz’dekiRus gücüne dahil olacak” açıklamasını yapmış,Karadeniz Filosu’ndan cruise füze taşıyan gemininKuzey Atlantik görevini tamamlayarak Akdeniz’eineceğini duyurmuştu.

Yansıyan bilgiler iki ülkenin de bölgede daha hakimolabilmek için sürekliliği esas aldığını gösteriyor. Ticarive diplomatik ilişkilere paralel olarak bölgede askerivarlıklar da arttırılıyor. Örneğin Rusya, Suriye’dekiyıkıcı savaşın uzaması ve geçen yaz gündeme gelenABD tehdidinden sonra, Akdeniz’de kalıcı şekildekonumlanacak filoyu oluşturmaya başlamıştı.

Rusya, başta Mısır, Suriye ve İran olmak üzere, sondönemde bölge ülkeleriyle geliştirdiği ilişkilerleOrtadoğu’daki politik etkisini güçlendirmekle kalmadı,paralel olarak güçlendirdiği askeri varlığı ile de ABD veişbirlikçileri karşısında gücünü, açık bir şekildegöstermeye başladı.

Rusya-Çin ikilisinin askeri alandaki ortak çalışmalarıuzun bir geçmişe dayanıyor. Gelinen yerde iki ülkearasında askeri işbirliği de, hızla pekiştiriliyor. Örneğingeçtiğimiz yıl 27 Haziran-15 Ağustos tarihleri arasındaUral Dağları’nda kapsamlı bir operasyon düzenleyeniki ülke orduları, “teröre karşı savaş” kurgusu üzerindede çalışmaya başladılar.

Bu yıl Çin ile Rusya’nın, Pasifik Okyanusu’nda ortakdeniz tatbikatları ve Şanghay İşbirliği Örgütükapsamında ortak kara harekatları düzenleyecekleribelirtiliyor. Bu hazırlıklar askeri harekat yeteneklerinigeliştirmenin yanı sıra, politik mesajlarıyla da dikkatçekiyor.

Rusya ile Çin’in ortak askeri hareketleri, tatbikatlar,Akdeniz’de işbirliği yönünde adımlar atmaları,NATO’ya karşı askeri alternatif olurşturma çabasınınpratik yansımaları kabul ediliyor. Ortadoğupolitikalarındaki rolünü arttıran, bölge enerjikaynaklarında daha fazla söz sahibi olmak isteyen ikigüç, ortak hareket ederek batılı emperyalistlerkarşısında güçlerini pekiştiriyor.

Çin bölgede büyüme hevesinde

Çin’in Afrika’daki etkinliğini bölgede yoğunlaştırmahedefi Rusya’nın zaten on yıllardır bölgedeki etkisinikoruyarak aktifliğini büyütme isteğiyle paralelliktaşıyor. Mevcut koşullar batılı emperyalist ittifaklarkarşısında iki gücü yan yana getiriyor. İşbirliği sadecekendi coğrafyalarında, Pasifik’te değil Akdeniz gibiuluslararası hakimiyet sahalarında da pekiştiriliyor.

Gelinen aşamada Çin, sadece Uzakdoğu’da değilAfrika ve Ortadoğu’da da etkin bir konuma gelebilmekiçin faaliyetlerini yoğunlaştırıyor. Bölge ülkeleriyleticari anlaşmalar bunun bir adımı olurken, askerivarlığın arttırılması ve süreklileştirilmesi bunutamamlıyor. Aden Körfezi’nde Somalili korsanlara karşıbaşlayan harekata katılan Çin’in, askeri varlığınıyoğunlaştırma çabası, şimdi Suriye kimyasallarınıntaşınması ve tatbikatlarla sürdürülüyor.

Ortadoğu, başta emperyalistler olmak üzere tümdünyanın hakimiyet çatışmalarının sahası olmayadevam ediyor. Halihazırda fiziki çatışmaya yolaçmasada, batılı emperyalistlerin Çin ile Rusya’nınOrtadoğu’daki ekonomik, siyasi ve askerivarlıklarından rahatsız oldukları gizlenmiyor.

Güç ve hakimiyet çatışmalarında kim baskın gelirsegelsin, Ortadoğu halklarının geleceği üzerindekontrolün sürmesi, bölge zenginliklerinin ise yağma vetalanı anlamına gelecektir. Ortadoğu’nun sömürülenişçi ve emekçileri kendi özgür iradeleriyle bağımsızdevrimci sınıf tavırlarını geliştirene kadar, yazık ki,uluslararası güçlerin oyun arenasında işbirlikçiyönetimlerin baskı koşullarında yaşamaya devamedecekler.

Akdeniz’de askeri güçlerinisüreklileştiriyorlar

partiler itibarını yitirenler arasında. Bu acı itiraföylesine temel bir gerçektir ki, işçi ve emekçilerindilinde başkanların, başbakanların, parlamenterlerinve politikacıların adı hırsız, rüşvetçi, yalancı, sahtekarve dolandırıcı olarak sıralanmaktadır. Bu, emekçikitlelerin burjuvazinin kurumlarından ve politiktemsilcilerinden umut kestiklerini, onlara güvenduymadıklarını göstermektedir.

Tek çözüm işçi sınıfını iktidara taşımak,özel mülkiyet tekelini parçalamaktır

İnsanlık tarihinde hiç bu kadar büyük bir zenginlikoluşmadı, servet-sefalet kutuplaşması hiç bu kadarderinleşmedi. Küçük bir azınlığın elinde bu kadardevasa bir servet birikmedi. İnsanlık ve doğa sayısızsorunların yıkıcı tehdidi altında bu denli bulunmadı.Ekonomik ve sosyal sorunlar bu kadar ağırlaşmadı.Asalaklığın, çürümenin maddi ve manevi çöküşün bukadarı yaşanmadı.

Tüm bunlar elit bir asalaklar tayfasının doymakbilmez aç gözlerini doyurmak için yarattığı sorunlardır.Devasa boyutlara ulaşmış servetlerini daha dabüyütmek ve düzenlerini korumak için herzamankinden daha fazla acı faturası olacak olan kemersıkma politikalarını hızlandıracaklar, sosyal yıkımıboyutlandıracaklar, batırdıkları banka ve şirketlerikurtarmak üzere devlet hazinelerini boşaltmayadevam edecekler. İşgal ve savaş politikalarıyla ülkeleriacımadan talan etmeyi sürdürecekler. Tüm busaldırılara karşı emekçilerin ve halkların gösterdiği vedaha da güçlenerek göstereceği direnci ve direnişibastırmak için küresel düzeyde polis devletlerinegeçişin altyapısını inşa etmekte, terör ve şiddetaygıtlarını güçlendirmektedirler.

Lordlar tabakası aşağılayıp horladıkları, acımasızcasömürdükleri, insafsızca yokluğa ve yoksunluğamahkum ettikleri geniş emekçi halk yığınlarınınnefretini uyandırıyor. Kitlelerin bu asalak sınıfa karşıduyduğu öfke kendini daha şimdiden dünya ölçüsündegeniş çaplı kitle hareketleri ve isyanlara varan halkhareketleri olarak ortaya koymaktadır.

Sosyal ayaklanmaların ve devrimsel hareketleringüçleneceği uyarısı, zirvelerin işaret etmek zorundakaldıkları temel konu ve korku olmaya devam ediyor.Kapitalizmin kalbi ve gücünün simgesi olan Avrupakıtasında meydana gelen sosyal patlamalar, “sosyalbarışın” ve toplumsal durgunluğun diyarı kabul edilenABD’de gerçekleşmesi beklenen ayaklamalar, şimdidenegemenleri derin kaygılara boğmuş bulunuyor.

Özelikle de 2008’de yaşanan finansal bunalımdanberi, toplum nezdindeki itibarlarını veinandırıcılıklarını kaybeden elitler tabakasına, uşaklartakımı habire uyarılarda bulunuyor. “Seçkin sınıfbaşarısızlık yaşamaya devam ederse, halklar düzeyindeöfkenin kabarmasına tanıklık ederiz” demekle hemburjuvazinin sorunlar karşısındaki başarısızlıklarını,demek oluyor ki, çaresizliklerini hem de kabarmaktaolan büyük sosyal patlamaların gelmekte olduğugerçeğine birarada işaret edilmiş olunuyor.

Kapitalizm uygarlığın ve insanlığın özgürce serpilipgelişmesi önündeki temel engeldir ve devrimlerleaşılması tarihsel bir zorunluluktur. Emperyalistzirvelerden de yansıyan gerçekte budur. İnsanlığınkurtuluşunu sağlayacak büyük tarihsel eyleminingerçekleşmesinde ise işçi sınıfıyla et ve tırnak gibikaynaşmış devrimci bir partiden başka da araç yoktur.Öyleyse devrimci sınıf partisini her alanda ve heraçıdan güçlendirmek günün en yakıcı ihtiyacıdır.

Page 22: Kızıl Bayrak 2014 05

Ukrayna hükümetinin AB’nin dayattığı anlaşmayıimzalamayı reddetmesiyle başlayan olaylar, üçüncüayına girdi. Ukrayna’yı Rusya’dan uzaklaştırıp batılıemperyalistlerin hakimiyet alanına dahil etmeyihedefleyen anlaşmanın imzalanması talebiyledestekçilerini sokaklara salan gerici muhalefet, ABD ileAB’nin açık desteğiyle eylemleri bu kadar zamansürdürebildi.

Olayları kontrol altına almakta başarısız olanhükümet, geçen hafta geri adım atmak zorunda kaldı.Cumhurbaşkanı Yanukoviç’in Başbakan ile birinciyardımcısını görevden almayı ve bu mevkilerimuhalefet partilerine devretmeyi kabul etmesi üzerineanlaşma sağlandığı söylenmişti. Buna göre mevkileriele geçiren iki muhalefet partisi, kamp kurandestekçilerini 24 saat içinde sokaklardan çekeceklerdi.Oysa sonuç öyle olmadı; zira destekçilerinisokaklardan çekmeyen batılı emperyalistlergüdümündeki muhalefet, sözünde durmadı.

“Yeni-Naziler” sahnede

Görünürde, gösterileri AB güdümündeki iki sağcımuhalefet partisi başlattı. Oysa son haftalarda, “Yeni-Naziler” diye anılan grupların, sokaklarda etkili olmayabaşladıkları gözlendi. Şiddeti esas alan faşist çeteler,Rusları ve Yahudileri hedef alan ırkçı sloganlarıyükseltmeye başladılar. Bu çetelerin ön plana geçmesiile gösteriler “barışçıl” olmaktan çıktı, şiddet belirginbir hale geldi.

AB güdümündeki sağcı partilerle işbirliği yapanNaziler hem güçlendiler hem sınırlı da olsa, sokaklarda“meşru” zemin buldular. İki ay gibi kısa bir süredesokak gösterilerinde etkin bir yer tutmaya başlayanNazi çetelerinin birden ortaya çıkmış olması mümkünolamayacağına göre, hazırlığın önden yapılmış olmasıkaçınılmaz. Görünen o ki, “AB demokrasisi”pazarlayanlar, faşist çetelerle işbirliği yaparak buamaçlarına ulaşmaya çalışıyorlar.

Emperyalistler güdümündeki muhalefetin sokaklarıfaşist çetelere açması, Ukrayna’da milliyetçi-gericiliketkisindeki kesimlerin “yeni Naziler”e yönelmesinisağlıyor. Şiddet eylemleriyle güç gösterisinde bulunanfaşist çeteler, bu süreçte güçlenme olanağı buldular;bu başarıyı, öncelikle batılı emperyalistler ve onlargüdümündeki muhalefete borçlular. Zira önlerini açanbu güçlerdir.

Faşist çeteler şiddeti yaygınlaştırıyor

Başkent Kiev’de yoğunlaşan gösterilerde faşistçetelerin etkisinin artması, eylemlerde şiddetin önplana geçmesini de beraberinde getirdi. Hükümetinbirçok kurumunu kuşatarak veya işgal ederek, işlevsizbırakan göstericiler, son günlerde bazı bakanlıkları daişgal etmeye başladılar. Pek çok yeri yakıp yıkan faşistçeteler ve onların harekete geçirdiği kesimler,hükümeti fiilen iş yapamaz bir konumda tutarak,yıkmayı hedefliyorlar.

Gösterilerdeki radikalleşme ve şiddet olaylarındakiartış, Ukrayna’daki krize farklı bir boyut kazandırdı.“Yeni Naziler” sorununu toplumun başına bela edenemperyalistler güdümündeki muhalefet, ne pahasınaolursa olsun, iktidarı ele geçirme derdinde. Güdümlümuhalefet şefleri, faşist çetelere “itidal” çağrılarıyapsalar da, onlara umut bağlamış görünüyorlar. Zirabatılı emperyalistlerden aldığı yoğun desteğe rağmen,kendi güçleriyle hükümeti yıkmayı başaramayangüdümlü muhalefet, faşist çetelerin eylemleriylehükümeti iş yapamaz duruma düşürerek buamaçlarına ulaşmaya odaklandılar.

ABD işbirlikçisi Polonyalılar Kiev’de…

Olaylar başladığında sahnede olmayan Polonya-Ukrayna sınırında yaşayan Polonyalılar, son haftalardaKiev’e gelmeye başladılar. Gösterilerde “Yeni Naziler”edestek veren Polonyalıların, ABD ile yakın işbirliğiiçinde oldukları bildiriliyor.

Güdümlü muhalefet, ABD’ye uzak olmamasınarağmen, genelde AB’ye, özelde ise Almanya’ya yakınduruyor. Hatta başbakan olmak için heveslenenşeflerden Arseniy Yatsenyuk, Ukrayna değil Almanvatandaşı. Polonyalıların Kiev’e taşınmaları, ABD’ninbu “kartı” etkin bir şekilde kullanmaya karar verdiğişeklinde yorumlanıyor.

Ukrayna’yı “başarısız devlet” konumuna sürükleme çabası

Şiddet olaylarını arttıran yeni-Naziler, resmikurumları ve bazı bakanlıkları işgal etmekle kalmıyor;Ukrayna’daki elektrik santrallerini bombalamatehditleri de savuruyor. Hızını alamayan faşist çeteler,nükleer enerji santralini havaya uçurmakla da tehditediyorlar. Gerçekleşmesi durumunda yüz binlercekişinin katledilmesine yol açacak bir saldırıyıgerçekleştirmekle tehdit edecek derecede gözüdönmüş durumda olan faşist çetelerin hedefi,hükümeti fiilen felç etmektir.

İş yapamaz duruma düşürülerek “başarısız devlet”diye ilan edilen ülkelerin, emperyalistlerin doğrudanmüdahalelerine maruz kaldıkları dikkate alınırsa, faşistçetelerle onları destekleyen güdümlü muhalefetin,hedefi daha kolay anlaşılır. Sovyetler Birliği’nin

dağılmasından sonra Ukrayna’da kurulan mafyatikdevletin otoritesi zayıf kalmış, AB basıncından dolayıbu otoritesini de kullanmakta tereddüt ediyor. Buzaaflar, Ukrayna hükümetini bakanlıklarını korumaktanaciz duruma düşürdü. Rusya’nın sürece doğrudandahil olmaması durumunda, Ukrayna’nın “başarısızdevlet” ilan edilmesi olasılığı yükselecektir.

Hegemonya savaşının bedelini halk ödüyor

Üçüncü ayına giren gösterilerin yeni-Nazilertarafından şiddet boyutuna taşınması, Ukrayna’dakikrizi daha derinleştirmiş görünüyor. ÇatışmanınUkrayna’da cereyan etmesine ve bedelinin büyükölçüde bu ülke halkı tarafından ödenmesine rağmen,yaşananlar, esas olarak bir hegemonya savaşıdır.

Savaşı kışkırtanlar esas olarak batılıemperyalistlerdir. Zira bu güçler, Sovyetler Birliğidöneminden beri Rusya’nın Ukrayna ile yakın işbirliğiiçinde olduğunu bilmelerine rağmen, bu ülkede batılıemperyalistlere kukla bir yönetim kurmak için çabaharcıyorlar. 2004’te “kadife devrim” adı altındaharekete geçen güdümlü muhalefet, iktidarı elegeçirmeye muvaffak oldu, ancak kısa sürede foyasıortaya çıktı ve “kadife hükümet” yıkıldı.

Son dönemde bu bölgeye tekrar el atan batılıemperyalistler, 2004’tekine benzer bir senaryohazırlamış görünüyorlar. Çatışmanın aylara yayılmasıve “Yeni Nazi”lerin batılı emperyalistler tarafındanmeşrulaştırılması, ortadaki kirli plana işaret ediyor.

Batılı emperyalistlerin kuşatma girişimleriniyakından izleyen Rusya ise, bu girişimleri sert bir dilleeleştiriyor. Daha önce Gürcistan’da yaşanan krizsırasında, orduyu harekete geçirerek, batılıemperyalistlere, “Rusya’yı kuşatma stratejisindenvazgeçin” mesajı veren Rusya’nın, zorunlu kalmasıhalinde, Ukrayna için de benzer bir çıkış yolu arayışınagirmesi muhtemeldir.

Rusya’nın eski Sovyet cumhuriyetlerindeki etkialanlarını koruma çabasının devam edeceğinivurgulamak gerekiyor. Bu da Ukrayna’daki çatışma veaçmazın bir süre daha devam edeceğine işaret ediyor.Bu ülkede işçi ve emekçi kitleler henüz bağımsızdevrimci sınıf örgütlerini kuramadıkları için, yazık ki,egemenler arası çatışmanın dolgu malzemesiolabiliyorlar.

Ukrayna krizi aşılamıyor

Page 23: Kızıl Bayrak 2014 05

İlk ve orta eğitim kurumları birinci dönemi kapattı.AKP’nin sistematik adımlarıyla dönüşümü hızlandırdığıeğitim alanı geride kalan dönemde ayyuka çıkansorunlarıyla başlı başına sorun olmayı sürdürdü.

Kapanan dönem eğitimin tamamen paralı halegetirilmesi tartışmalarının yoğunlaştığı, dershanekapama argümanlarının ardına gizlenen neoliberalpolitikaların şiddetlendiği bir dönem oldu.

Sermaye hükümeti AKP, cemaati ekonomik alandayaralama amacıyla başlattığı dershanelerin kapatılmasaldırısını sermayenin eğitim alanında önününaçılmasına da vesile ediyor. Bir yandan dershanelerinkapatılması diğer yandan dershanelerin özel eğitimkurumu olarak yeniden sisteme monte edilmesisağlanıyor.

2013-2014 eğitim yılında ilk dönem biterken enaçık değerlendirme 4+4+4 yasasıyla başlayandönüşümün etkisini arttırdığı gerçeğidir. 4+4+4 yasasıkendi pürüzlerini çözerken öğrencilerin yaşamına dahafazla nüfus etmeye ve eğitim alanındaki sonuçlarınıdaha kapsamlı olarak göstermeye başladı.

4+4+4 dayatmasının temel noktalarından olan okulöncesi çağdaki çocukların ilkokula zorla kaydedilmesi,bu dönem kısmen geri adım atılarak 69-71 aylıkçocuklarda ısrar edildi. AKP’nin bu dayatması ilesorunların çığ gibi büyümesi üzerine ailelerintepkilerini yükseltmesi sonucu geri adım atıldı. Fakatdayatmayı sürdürme adına 69-71 aylık çocuklardauygulama sürdürüldü. Küçük çocukları eğitim adıaltında cendereye alan bu çarpık uygulamanın halenaltyapı sorunları çözülmüş değil. AKP, bir yandan küçükyaştaki çocukları okullara alıyor öte yandan onlar içingerekli uygun zeminleri sunmuyor.

Eğitim-Sen’in konuya dair tespitlerine görebölgeler, iller, semtler hatta mahalleler arasındakieşitsizlikler kendisini okul altyapıları konusunda dagöstermektedir.

4+4+4 dayatması ile birlikte ikili eğitim yapanokulların sayısının artması, taşımalı eğitimuygulamasının daha da yaygınlaşmış olması dikkat

çekicidir. İlkokulda ikili eğitim oranının en yüksekolduğu il yüzde 82 ile olurken birleştirilmiş sınıflardaöğrenim gören öğrenci sayısı Ardahan`da yüzde 27,8’ekadar yükseldi. Birinci dönemin tüm bu verileriaçıklanırken geçtiğimiz günlerde Milli Eğitim Bakanlığıtarafından sunulan Ortaöğretim İzleme veDeğerlendirme Raporu’nun yanıltma amacı daha netortaya çıkıyor. Son on yılın verilerini sunan raporilerlemeye işaret ediyordu. Verileri genel ortalama vekaba artış sınırında sunulduğunda “ilerleme” tanımıyapılabilirken öğrencilerin yaşadığı sorunlar üzerindendeğerlendirildiğinde ihtiyacın çok gerisinde kalan birpratik olduğu görülüyor.

Bu çelişki düzenin eğitim alanında atacağı heradımın rant, sermaye ve gerici çıkar düzenine hizmetettiğinin göstergesidir.

Gerici cendere yoğunlaşıyor

Birinci dönemin ardından eğitim alanındaki en öneçıkan yön gerici propaganda ve müdahale çabasınınsistematik olarak okullara taşınmasıdır. Gerici kadrolaretkinlik güçleri, alandaki imkanları doğrultusundamevcut gerici politikaları fiili uygulamalarlatırmandırdıkları bir dönem geride kaldı. Türkiye’ninçeşitli illerinde ilkokul öğrencilerine dini içeriklikitaplar dağıtılmasından kantin yasaklarıyla başlayankadın ayrımcılığına kadar bir dizi saldırı hayatageçirildi. Eğitimde merkezi planda gerici politikalardanbağımsız olmayan bu uygulamaların MEB tarafındanbir tepki ya da açıklama ile eleştirilmemesi ise üstüörtülü desteğin yansımasıydı. Keza gerici şiddetsaldırılarını savunan, Taliban’ı kahraman ilan edenkitaplar bizzat Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı tarafındansahiplenildi. Eğitim sisteminde geride kalan dönemAlevi öğrencilere yönelik baskılar da aynı rutindesürdü. Alevilere yönelik gerici anlatımlar yapan dinöğretmenine müdür sahip çıkarken başka bir okuldaAlevi öğrenci darp edildi. Gerici dönüşüm çabalarınınbir ürünü olarak ilk dönem biterken imam hatip

liselerine giden öğrenci sayısının 380 bin 771 olduğu,bunun da toplam öğrenci sayısının %10’unu ifadeettiği belirtiliyor. Ve birçok örnek ilk dönemingericiliğin daha yaygın ve daha pervasız uygulamalarınolduğu bir dönem olduğunu gösteriyor.

Eleme sınavları, geleceksizlik sürüyor!

Bu eğitim dönemi de sınav tartışmalarınınmerkezde olduğu bir dönem olarak geçti. MEB’insüreklileşen alternatif arayışları ile durmadan projeüretilen sınavdan biraz önce değişikliğe gidilendershaneleri, sınavları kaldırıyoruz derken eğitimsisteminde daha köklü vücut bulmalarını sağlayanuygulamalar birbirini izledi. SBS yerine getirilen TEOGSdaha ilk merkezi sınavlarıyla skandallarla anılır halegeldi. Uzun süre sonuçlarının açıklanmamasıylaöğrenciler üzerinde basınç yaratan belirsizlik durumuve din dersinden muaf azınlıkların sınavdanpuanlarının yanlış hesapla düşürülmesi ile zaten bireleme sınavı olarak eşitsizlik örneği olan sistem bir deskandallarıyla iflas bayrağını çekti. Bir kez daha eğitimsisteminde düzenin alternatif üretemediğini,geleceksizliğin tek gerçek olduğunu gösteren süreçikinci dönemde sermayenin çıkarları doğrultusunda bualanda yeni sınav alternatifleri ve modelleringeliştirileceğini işaret ediyor.

Kalıcı çözümde alternatifsizler!

2002 yılında yüzde 1 olan özel okul oranını, budönemin sonunda her türlü teşvik ve özendirmeyleancak yüzde 3’e çıkarılabildi. Bu oranın sermayeyihoşnut etmediği ortada. Bunun için MEB hedefi yüzde15 olarak açıklıyor. Dönem kapanırken dershanelerinanadolu kolejlerine dönüşümü önerisi, üniversiteyegeçişte Amerikan modeli denen paralı eğitim temelliörneklerin incelenmesi bu alandaki yönelimigösteriyor.

İşçi ve emekçi çocuklarını gittikçe eğitimhayatından dışlayan, ulaşılabilen eğitimde ise müşteriolarak her adımda ödemeyle karşılaşılan bir pazardönüşümü sürüyor.

Bir dönem geride kalırken ortadaki veriler eğitimdesermayeyi ve gericiliği merkeze alan politikalarda bellibir mesafe katedildiğini, yeni planlamalarla ortavadede neoliberal dönüşümlerin ve gerici ablukanınartacağını gösteriyor. AKP’nin kalıcı çözüm üretmekyönünde bir amacı olmadığı gibi tersine günükurtarma çabasının da elle tutulur bir gerçekliktaşımadığını gösteriyor. Bir dönem kapanırken geridekalan gericiliğin ve sermayeye hizmet ivmeliyükselişiyle devam ediyor. Bu çarka başta geleceğinesahip çıkan gençlik çomak sokmadıkça bu gerçekdeğişmeyecektir. Dönem sonunda liseli gençlerinkarne protestoları vesilesiyle sokağa çıkarak taleplerinihaykırması bu açıdan geride kalan dönemin mücadeledinamiklerini de biriktirdiğini gösteriyor.

Dönem gericiliğe ve sermayeye hizmetle kapandı!

Page 24: Kızıl Bayrak 2014 05

Bu mektup Marmara Üniversitesi’nde devrimci,ilerici ve yurtsever öğrencileri hedef alan faşistlere,sizin gibi dekan bozuntularına ayrıca hemen herşeyebilimsel diyen ilim irfan yuvamızın gerici yobazrektörüne iyi bir ders olsun.

(Kuzey Amerika Ortadoğu Araştırmaları Derneği,Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a mektup yazmışsizinle ilgili ve hükümetçe atanan üniversiteyönetimlerinin akademik özgürlüklere yönelikihlallerine dair endişelerinin olduğunu söylemiş. Ancakkimi kime şikayet ediyor anlamış değiliz. Ancak biz siziMESA’ya şikayet etmeyiz. Biz şikayet etmekten değil,değiştirmekten yanayız.)

1- Marmara İletişim’deki faşist saldırılar diğerkampüslerde olduğu gibi sürmektedir.

2- Bu faşist saldırılarda sizin de rolünüz vardır.Bunun en iyi kanıtı faşistleri odanıza çağırıp nasihatetmenizden ve faşistlerle çektirdiğiniz boy boyfotoğrafları sosyal medyadan yayınlamanızdanbiliyoruz. Bizleri okulumuzda bıçaklayan/satırlayan bueli kanlı faşist köpekler sizin sıcak kanatlarınız altındaistedikleri gibi davranmaktadır. Sizin sosyal medyadada yazdığınız “sağduyulu” öğrencileriniz birer katilolma yolunda azami hızla devam etmektedirler.

3- Okula gelişinizle birlikte Marmara MedyaMerkezi’nde iyi bir gerici kadro yarattınız. Sizin gibidüşünenler sizinle çalışmaya başladı ve ideolojiktavrınızla taraf olduğunuzu gösterdiniz. Biliniz ki biz debir tarafız. Adını bile söylerken korktuğunuzsosyalizmin ve komünizmin tarafındayız.

4- Okulumuzda devrimci, ilerici yurtseveröğrencileri ve ilerici öğretim görevlilerini fişlediniz.Ayrıca Doç. Dr. Gözde Yılmaz ve Yrd. Doç. Dr. EmelGüler Yılmaz’ın odasına, rıza ve bilgileri dışında kapıkırılmak suretiyle zorla girdiniz. Üstelik Doç. Dr. GözdeYılmaz’ı okulda tehdit edip fişliyorsunuz. Acaba bunlarıhangi hukuk normlarına göre yapıyorsunuz?

5- 2012 Haziranı’nda fakültede çıkan bir kavganınardından, Facebook’a şöyle bir mesaj yazdınız: “Birmasum öğrenciyi öldürmek amacıyla arkadan kafasınadarp eden terör yanlısı öğrenci kılıklıları savcı serbestbırakıyor. Bu nasıl hukuk?”

Peki bizleri bıçaklayan ve satırlayanlarokulumuzda bizlere hala saldırmakta ve elini kolunusallayarak serbestçe gezmektedir. Bu nasıl hukuk?

Asıl dünyayı demir ökçelerinizle yanlışyönlendiren terörist kılıklı sizsiniz.

6- Okulda devrimci, ilerici ve Kürt öğrencilerlearkadaşlık yapan ya da bir merhabasını esirgemeyenkim varsa tehdit edilmektedir. Hala okulda faşistlerarkadaşlarımıza “sıra sana da gelecek” gibi ifadelerkullanmaktadır. Oysa polis ve devlet destekli bu faşistgüruhun ve bu faşistlere faaliyet alanı açan siz idareninçabası boşunadır.

Devrimcilerin postunu ucuza satmayacağız.7- Sizler devlet-polis-yargı üçlemesine

güveniyorsunuz. İyi, biz de işçilere, emekçilere, ezilenhalklara ve onların örgütlü gücüne güveniyoruz.Sizlerden korkmuyoruz.

8- Irkçı, gerici, piyasacı eğitim anlayışınızla, MİT

kadrolu öğretim görevlilerinizle birlikte sizi vedüzeninizi tarihin çöplüğüne göndermekte kararlıyız.Mutlaka bu devran dönecek.

Karşınızda tek bir kişinin mücadelesi değil,karşınızda özgürlük, devrim ve sosyalizm mücadelesivar. Bizleri kan dökerek sindiremezsiniz.

Bizi komünizm kırıntısı olarak görüyorsunuz. Peki ohalde en ufak bir durumda bile bizlere nedensoruşturma açıyorsunuz? O halde komünizminkırıntısından bile korkuyorsunuz. O halde korkmayadevam edin. Çünkü oturduğunuz koltukların sizler içinbirer klozete dönüşeceği günler yakındır. Üzerinizeşifonu çekmek için sabırsızlanıyoruz.

Türk Ceza Kanunu’na göre herkes, onur, şeref vehaysiyet sahibidir. Ancak biz devrimcilere göre emeğin-eşitliğin ve özgürlüğün düşmanı olanlar, sermayeyi veonun faşist devletini kutsayanlar onur, şeref vehaysiyet sahibi olamazlar.

Hadi hemen hareket edip bana soruşturma açın,adalet saraylarına koşun. Hatta sağa sola haber verin.Ben kim miyim? 3 Nisan 2013 tarihinde faşist TugaySaday tarafından bıçaklanan devrimci öğrenciyim.

Bir de dava açarken bana, benim adımı yazıpfaşistlerin resmini koymayın. Bir önceki olaydafaşistlerin bıçaklı resimleri benim ismimle savcılığagitmiştir. (Bunu polisle ortak yaptığınız ortadadır) Bensize okula girerken fotoğrafımı verdim. Kayıtlardaolması gerek. En azından fişlediğiniz kayıtlardamevcuttur diye düşünüyorum.

Biz genç komünistler üniversitelerde idare-faşist-polis işbirliğini teşhir ederek, emperyalist-kapitalistsistemin yarattığı sorunlardan kurtuluşun ancakemperyalist-kapitalist sistemin yıkılmasıyla olacağınıve sosyalizmin mümkün olduğunu anlatmaya devamedeceğiz. Bizi durduramazsınız, çabanız boşunadır.

Bu mektup sizi ve düzeninizi kamuoyuna teşhiretmek için yazılmıştır. Hadi bakalım baskınızı daha daarttırın. Bu sadece sizin çöküşünüzü hızlandıracaktır.Çünkü zoru zor bozacaktır.

Sizden birşey talep etmiyoruz.Vardık, varız, varolacağız…* Mektup öncelikle Yusuf Devran yalakası bir

akademisyene verilmiştir. Yusuf Devran okulda

olmadığı için onun odasına yönelen akademisyeneverilmiştir. Ayrıca Prof. Dr. Nurşen Mazıcı, Prof. Dr.Ahmet Şahinkaya, Prof. Dr. Emre Bağçe ve birçoköğretim üyesinin olmadığı okulda kapı altındanmektup zarfına konularak verilmiştir. Bir de GazetecilikBölüm Başkanı Prof. Dr. Türkan Uğur Dai’nin odasınagirilerek mektup odasında olan asistanına verilmiştir.Birçok öğretim üyesinin şaşkın bakışları içinde mektupverilmiştir.

Ayrıca mektuplardan biri sınava giren öğrencilerinbulunduğu bir dersliğin yanındaki duvara asılmıştır.

Şimdi Yusuf Devran öğretim üyelerinin kapısını kırıpmektupları toplamaya başlasın.

Devrimci irade teslim alınamaz!Bu daha başlangıç mücadeleye devam!Marmara Üniversitesi’nden bir Ekim Gençliği

okuru*** Ekim Gençliği okuru, mektubunu Kızıl Bayrak’a

gönderdiğinde girişine şu bilgilendirme notunu düştü: “Marmara Üniversitesi’nde yaşanan faşist

saldırılarla birlikte, özellikle Marmara İletişim’deyoğun bir baskı ortamı mevcuttur. Bugün Marmaraİletişim’de devrimci, ilerici ve Kürt öğrenciler ile ilericiakademisyenler bu baskı ortamını direkt üzerindehissetmektedirler. Düşünün ki, (özellikle vize ve finaldönemlerinde) içeri girerken güvenliklerin, okulunbahçesine oturduğunuzda sivil polislerin, kantineindiğinizde faşistlerin ve herhangi bir biçimde DişHekimliği’nin önünden geçerken çeviklerin gözlerine veayrıca bir eylem yaptığınızda dekanın baskısına maruzkalıyorsunuz. Bu basınç ortamına karşı devrimci, ilericive yurtsever öğrenciler olarak bugüne kadar direndikbundan sonra da direneceğiz.

Bugün Marmara Üniversitesi İletişim FakültesiDekanı Yusuf Devran’a bir mektup yazmışbulunmaktayım. Bu mektubu Yusuf Devran’a birşeyöğretmek için değil, ancak Yusuf Devran’ın vefaşistlerin okulda yarattığı baskı ortamını teşhir etmek,bunun sınıf mücadelesiyle paralellik gösterdiğinikamuoyuna belirtmek için yazdım. Ayrıca amacımYusuf Devran’nın kutsallığına dokunmaktır. Bu ablukadağıtılacaktır ve bu daha başlangıçtır.”

İşte buradayız!..

Page 25: Kızıl Bayrak 2014 05

EÜ’de direniş tutsakları içinfaaliyetler

Ege Üniversitesi’nde Ekim Gençiliği faaliyetleridüzenli olarak stand açılarak devam ederken HaziranDirenişi tutsaklarının sesi de üniversiteye taşınıyor.

23 Ocak’ta Gezi tutsak ailelerinin 2 Şubat günügerçekleştireceği etkinliği duyuran ve 7 Şubat’tagörülecek Gezi tutsaklarının mahkemesine çağıranafişler kampüse yaygın şekilde yapıldı. “Gezi DirenişiYargılanamaz!” şiarıyla yine mahkemeye çağıranozalitler kampüsün merkezi noktalarına asıldı.

Öğrenci çarşısında stand açılarak Kızıl Bayrak veEkim Gençliği satışı yapıldı. Tutsaklar için sürdürülenimza kampanyasının çalışması devam ettirildi.

Ayrıca İzmir’deki Gezi Direnişi’nden tutsak alınanlariçin 2 Şubat ‘ta İzmir Sanat’ta gerçekleştirilecekdayanışma etkinliği için hazırlanan davetiyelerin satışıyapıldı. Hafta başından beri açılan standa ve imzakampanyasına öğrencilerin final dönemi olmasınarağmen ilgisi yoğundu.

Ekim Gençliği / Ege Üniversitesi

İzmirDevrim Okulları’nın ilk dersi “AKP, Gezi Direnişi

ve geleceğimiz!” başlığıyla Eğitim-Sen KarşıyakaŞubesi’nde yapıldı. DLB adına yapılan açılışkonuşmasında Devrim Okulları’nın programıpaylaşıldı.

Sunumda, Haziran Direnişi’nin kazanımlarınadeğinildi. Direnişin, ardında mücadele ruhubıraktığı belirtildi. Direniş sonrası gençlik üzerindekurulan baskı uygulamalarına dikkat çekilereksistemin gençlikten korktuğu ifade edildi. Ayrıcayolsuzluk operasyonlarına değinilerek sistemingençliğe gelecek veremeyeceği söylendi. Sunum“Bu daha başlangıç” ifadesiyle son buldu.

Sunumun ardından canlı tartışmalar yapıldı. GeziDirenişi’nden deneyimler ve liselerde yaşanansorunlar paylaşıldı. İkinci dönem mücadelenin daha dayükseltilmesi gerektiği, özellikle devamsızlıksorununun yakıcılığıyla öne çıktığı belirtildi. Yerelolarak çıkarılan İsyan bülteninin ikinci sayısınınplanlanması yapıldı. Ayrıca gelen bir öneri üzerine‘Devrim Okulları anı defteri’ oluşturuldu. Tartışmasonrasında katılımcılar düşüncelerini deftersayfalarına yazdı.

Son olarak stand çalışmasının planlanması ve ikincidersin hazırlıkları konuşuldu. Bağlama dinletisi vesohbetlerle Devrim Okulları’nın ilk dersi bitirildi.

Anı defterinden seçmeler:* Bugün arkadaşım sayesinde ilk kez Devrim Okulu

etkinliğine katıldım. Gezi Direnişi hakkında konuştuk.Orta okullu olmama rağmen benim ve benim gibiarkadaşlarımın da sorunları var. Bunu dile getirdik.Konuşurken kendimi özgür hissettim.

* İlk dersimizde öğrencilerin hangi yönetim altındanasıl zorluklarla karşılaştığını, Gezi olaylarındagençliğin sokağa dökülüşünü konu olarak işledik.Hepimizin görüşlerini paylaşması bizi bütünleştirdi.Öğrencilerin bir bütün olarak hareket etmesiyönetimin bizi etkileyemeyeceğini gösterdi.

KartalKartal’da ilk günde “Bir dünya görüşü olarak

Marksizm” konusu tartışıldı.

Konu ile ilgili yapılansunum sorularla başladı. “Hiç düşündünüz mü?”sorusuna verilen yanıtlarla dünyanın ve insanlığınoluşumu üzerinde duruldu. Birçok kişinin katılımsağladığı bu bölüm güncel sorularla devam etti. Birçokgelişimin ve sorunun insanın ve doğanın ihtiyaçları ileilişkili olduğu ifade edildi.

Kısa bir aranın ardından kapitalistlerin veemekçilerin yaşamları karşılaştırıldı. Bu durumdasorgulamanın önemine değinildi. İnsanın bunlarıanlaması için bir dünya görüşüne sahip olmasıgerektiği vurgulandı.

Tarihte birçok filozofun her şey hakkında bir sürüsorundan ve sorudan bahsettiği fakat önemli vegerekli olanın bu durumun değişimi için emekharcanması olduğu vurgulandı.

Buradan da Marks’ın ifadesi olan “Filozoflaryalnızca dünyayı farklı yorumladılar, aslolan onudeğiştirmektir” sözü ile Marksizm’e giriş yapıldı. Bumanada yaşam ve düşünce bütünlüğü üzerinegörüşler ifade edilerek Marksizm’in doğaya, insana,yaşama bakarken neden ‘emeği’ esas aldığıvurgulandı. Günlük yaşamlardan verilen örneklerin,belirtilen görüşlerin ardından tartışma bölümü birdahaki tarih ve konu kararlaştırılarak sonlandırıldı.

Ardından bağlama eşliğinde hep birlikte marş vetürküler söylendi.

Son olarak “Zamana Karşı” adlı filmin gösterimiyapıldı. Tartışılan konularla örtüşen film, izleyenlerinbüyük beğenisini kazandı.

Liselilerin Sesi / İzmir-Kartal

Devrim Okulları başladı

28 Ocak 2014 / İzmir

DLB’nin sesi Bakırköy’deDevrimci Liseliler Birliği (DLB), 25 Ocak’ta Bakırköy

Meydan’da açtığı standla liseli gençliğe devrimmücadelesini büyütme çağrısı yaptı.

Liselilerin Sesi, Ekim Gençliği ve Kızıl Bayrak’ınsatışı ajitasyon konuşmaları ile gerçekleştirildi. Sık sıkyapılan ajitasyon konuşmalarında kapitalist düzeninçürümüşlüğü teşhir edilirken “Bu pisliği devrimtemizler!” denildi. Liseli gençliğe DLB saflarındaörgütlenme çağrısı yapıldı.

Dergi dağıtımının ardından DLB imzalı stickerlar veyazılamalar yapıldı.

Liselilerin Sesi / Bakırköy

Page 26: Kızıl Bayrak 2014 05

İzmir DLB, karnelerin alındığı 24 Ocak’ta dasokaklarda mücadele çağrısını yükseltti.

‘İsyan’ liselilerle buluştu!

İzmir DLB, devrimci faaliyeti kapsamındaçıkardığı yerel bülten İsyan’ı liselilerlebuluşturuyor. Bültenin ilk sayısında yolsuzluk verüşvet operasyonuyla ortalığa saçılan pisliğeişaret eden liseliler, mücadele çağrısı yaparkenaynı zamanda “Gezi tutsakları onurumuzdur!”diye haykırdı. Bülten sayfalarında Gezi tutsaklarıiçin başlatılan imza kampanyasına destek istendive 2 Şubat’ta yapılacak olan dayanışma etkinliğineçağrı yapıldı.

DLB’liler Berkin’i de unutmadı. İsyan’ın ilk sayısındaBerkin’in gülen gözleri liselilerle buluştu. Son sayfasınıda Devrim Okulları’na ayıran İsyan, hem bire birdağıtımlarla, hem lise önü dağıtımlarıyla hem demerkezi noktalarda liseli gençliğe ulaşıyor.

Devrim Okulları’na hazırlık

İzmir DLB, kapitalizmin ezberci, anti-bilimseleğitimine karşı liselileri Devrim Okulları’ndabuluşmaya çağırıyor. Devrim Okulları’na çağrı ozalitleriÇiğli ve Buca’da lise çevrelerine yapılırken aynızamanda afişler de kullanılıyor.

“Gezi tutsaklarına özgürlük”

DLB’nin liselerde Gezi tutsaklarıyla dayanışmaçalışmaları da devam ediyor. Liselerde toplananimzaların yanı sıra merkezi noktalarda da imzalartoplanmaya başlandı. 24 Ocak günü Karşıyaka’da imzastandı açan DLB’liler Gezi tutsakları için imza istedi.Aynı zamanda İsyan’ın dağıtımını yaparak DevrimOkulları’na çağrı yaptılar. Liselilerin Sesi satışının da

yapıldığı standa ilgi oldukça yoğundu. Onlarcaliseliyle tanışılarak sohbet edildi.

Karşıyaka’nın ardından DLB’liler Alsancak’a geçtiler.Vapurda da Gezi tutsak ailelerinin çıkardığı kalemlerisatan DLB’liler faaliyetlerine ara vermeden devam etti.Alsancak’ta açılan standda da Gezi tutsaklarına ilgiyoğun oldu.

“Baskılar bizi yıldıramaz!”

Devrimci çalışma gün geçtikçe güçlenmekte veyaygınlaşmaktayken, bunu gören İzmir polisi desaldırılarını yoğunlaştırdı. 23 Ocak’ta DLB’lilerinailelerini arayan ve kendini ‘İzmir Emniyeti’nden HakanBey’ olarak tanıtan bir zat “Çocuklarınız yanlış yolda”sözleri ile aileleri Çankaya’da yapılacak olan birseminere davet etti. Seminerde çocukların nasıl“eğitilmesi” gerektiğini anlatacaklarını ifade etti.

Daha dün Bornova’da DLB’lilere saldıran düzeninkolluk güçleri, bugün yine bildik oyunlarını oynamayadevam ediyor.

DLB’liler Devrim Okulu hazırlıklarıyla çalışmalarınısürdürüyorlar.

Liselilerin Sesi / İzmir

İzmir’de ‘İsyan’ çıktı!

24 Ocak 2014 / İzmir

DLB’liler karneleri yaktı

KartalBir süredir yürütülen çalışmaların sonunda Kartal

DLB, birinci dönemi etkinlik ve eylemle sonlandırdı.Etkinlik Kartal Üç Fidan Gençlik Kültür Evi’nde

gerçekleştirildi. İlk önce devrim, sosyalizm kavgasındaşehit düşenler ve Haziran Direnişi’nde katledilenleranısına saygı duruşu yapıldı.

Yapılan açılış konuşmasının ardından söz alan DLBtemsilcisi, çürümüş eğitim sistemine, HaziranDirenişi’ne, Berkin Elvan’ın durumuna, yolsuzlukoperasyonuna ve Van’da emekçilerin maruz kaldığıduruma değindi. Bu manada karnelerin bu düzeninçürümüşlüğünden başka birşey ifade etmediğinisöyledi. Konuşmada devrim ve sosyalizm vurgusuyapılarak DLB saflarını genişletmeye ve ara tatildeyapılacak olan Devrim Okulu’na çağrı yaptı.

Üç Fidan Şiir Topluluğu’nun sunduğu şiirdinletisinin ardından devrimci marşlardan oluşanmüzik dinletisine geçildi.

Ardından, ‘Joker’ ve ‘Vendetta’ maskeli tiyatroyaoyunu sergilendi. Etkinliğin devamında Kartal Üç FidanGençlik Kültür Evi adına konuşma yapıldı.

Etkinliğin ardından “Direnişe, özgürleşmeye! /DLB” pankartı ile alkışlar ve sloganlar eşliğinde KartalMeydanı’na yürüyüş gerçekleştirildi. Sonra BankalarCaddesi’ne gelindi.

Burada çevredekilere ajitasyon konuşması yapıldı.Konuşmada “Yolsuzluğun, rant savaşının, savaşların,paralı eğitimin, eşitsizliğin, geleceksizliğin, gericiliğinolduğu bu ülkede bu karneler iyisi ile kötüsü ile busistemin çürümüşlüğünün ifadesidir” denilerekkarneleri kabul etmedikleri belirtildi. Ardından eğitimsistemine verilen karneler yakıldı.

Eylem sırasında görüntü almak isteyen sivil polislerengellendi. Polislere “Katil polis defol!” sloganı iletepki gösterildi.

AvcılarDLB’liler, Marmara Caddesi girişinde toplanarak

AKP standı önüne yürüdüler. En önde, eğitimsisteminin paralı, gerici, antibilimsel yapısının teşhiredildiği büyük boy bir karne taşıyan liseliler DLBflamalarının yanısıra “Çürümüş eğitim sistemi yıkılsın /Berkin Elvan uyansın / Van üşümesin / Yağmacılarınkutuları dolmasın / Gezi ateşi sönmesin - Geleceğimiziçalanlardan hesap soruyoruz / DLB” pankartıarkasında yürüdüler.

Sloganlarla yapılan yürüyüşte, kamerayla çekimyapmak isteyen sivil polisler DLB’liler tarafındanengellendi. Polisin görüntü alarak liselileri fişlemeyekalktığını söyleyerek çekim yapılmasına izin vermeyenDLB’liler yürüyüşün sonunda AKP standı önünde basınaçıklamasına geçtiler.

Gerici, piyasacı, baskıcı, ırkçı ve cinsiyetçi eğitimuygulamalarının teşhir edildiği basın açıklamasında, busisteme isyan eden liseliler olarak karnelerin alındığıgünde sokaklarda olunduğu ifade edildi. Yolsuzluk verüşvet olaylarına da değinilen açıklamada “Bu pisliğidevrim temizler!” şiarı vurgulandı.

Sistemin teşhiriyle devam eden açıklama DLBsaflarında mücadeleyi büyütme çağrısıyla sona erdi.Açıklamanın ardından DLB’liler karnelerini yaktı.Sloganlarla sona eren eylemin ardındandeğerlendirme toplantısı yapıldı.

Liselilerin Sesi / İstanbul

Page 27: Kızıl Bayrak 2014 05

Sermaye düzeni “gölgesini kullanamadığı ağacı”kesmeye devam ediyor. Geçtiğimiz hafta kamuoyunayansıyan birçok haber gösterdi ki vurguncular,yolsuzlar ve çevre düşmanları talana ve yağmayadoymuyor. Talan ve yağma ile yeşil alanlar yok ediliyor,“Tarihi siluetler” yani kültür varlıkları ikiyüzlüsöylemler ile geri dönülmeyecek biçimde tahripediliyor.

Bunca yıkımın arasında İstanbul’un birçokbölgesinde ise rantsal dönüşüm gündemdeki yerinikoruyor.

Köylülerden ‘acele kamulaştırmaya’ tepki

Geçtimiz hafta “acele kamulaştırma” adı altındaİstanbul’un kuzeyindeki köylerde bulunan birçok arazikamulaştırıldı. Bu kamulaştırma ile köylülerin tarımıyıkıma uğratılacak ve arazilere lüks villalar yapılacak.

İmrahor, Tayakadın, Yeniköy, Akpınar, Ağaçlı veİhsaniye köylüleri, Kuzey Ormanları Savunması’nın dadestek verdiği eylemde 150 yıldır mandacılık yaptıklarıarazilerin talanını protesto ettiler. Açıklamada“İstanbul’da üçüncü havalimanı, üçüncü köprü, 2milyon nüfuslu yeni şehir ve Kanal İstanbul projelerininbu bölgede yapılacağının açıklanmasıyla birlikteköylerimiz emlakçıların ve arazi satın almakisteyenlerin akınına uğramıştır” sözleri kullanıldı.

Fikirtepe’de rant için yıkımlar hızlanacak!

Fikirtepe’deki yıkım ile ilgili olarak ise Çevre veŞehircilik Bakanı İdris Güllüce bir açıklama yaptı. KadirTopbaş ile “kangren” olan Fikirtepe sorununukonuştuğunu ifadfe eden Güllüce, ‘acele’ olarakgerekli evrakları imzalayacağını, 15-20 gün içerisindede inşaatların başlayacağı bilgisini verdi.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bölgeyi 31.05.2013tarihinde Bakanlar Kurulu kararı ile 6306 sayılı yasakapsamına almıştı. Böylelikle büyük inşaat şirketlerinerant sağlanmak için insanlar zoraki olarak evleriniboşaltmak durumunda bırakılmıştı.

Sermayenin dönüşüm iştahı kapanmıyor

Öte yandan kentsel dönüşüm işçi öğüten inşaatsektörünün iştahını kabartmayı sürdürüyor.Önlerindeki yargı pürüzlerinin temizlenmesini isteyenpatronlar, salyalarını akıtarak, rant peşinde koşmayadevam ediyorlar.

Müteahhitler Federasyonu (MÜFED) Başkanı NecipNasır, inşaat sektörünün 2013 yılını yüzde 6büyümeyle kapattığını, bu yıl da yüksek büyümebeklediklerini ifade ederken kentsel dönüşümplanlarının “önemine” dikkat çekti. Nasır, önümüzdekibelediye seçimlerine de dikkat çekerek adaylaraseslendi ve “Belediye başkanları, üstlendikleri misyonuyerine getirirlerse, bu durum onlara da olumluyansıyacaktır” dedi.

16:9 kuleleri ve Topbaş’ın yargıya ‘‘saygısı!’’

“Fetih” söylemiyle İstanbul’u yandaş firmalarınafethettiren AKP iktidarı, Başbakan’ın da sözde tepkigösterdiği 16:9 kulelerine hala dokunabilmeyibaşarabilmiş değil. Binlerce savcı ve polisin yerinideğiştirebilen iktidar sıra sermayedarların mülklerinegelince kültür varlıklarını kirletme pahasına mülkedokunamıyor.

Zeytinburnu’nda bulunan 16:9 kulelerininyıkılmasına ilişkin açılan davada mahkemenin verdiğiyıkım kararı karşısında İstanbul BüyükşehirBelediyesi’nin (İBB) karara itiraz ettiği ortaya çıktı.Daha önce “Yargının kararına saygılı olacağız” diyenTopbaş’ın bu söylemi İBB’nin itiraz davası ile ortayaçıktı.

İstanbul siluetine bir başka darbe de 16:9kulelerinin biraz berisinde vuruldu. Yenikapı sahilineyapılan dolgu miting alanı Tarihi Yarımada’nıngörünümünü feci şekilde bozdu.

“3. köprü inşaatı kaçak yapı”

İstanbul’un akciğerlerini yok edecek, şehrinnüfusunun kuzeye doğru yayılarak, artmasına sebepolacak 3. köprü inşaatının ise kaçak yapı statüsündeolduğu ifade edildi.

Beykoz Belediyesi Meclis Üyesi Mimar Halit Kılıç,Beykoz- Poyrazköy ve Sarıyer’in Garipçe Köyü’nün SİTalanı olması nedeniyle 3. Köprünün kaçak olduğunuifade etti. Köprünün her iki yakada oturduğu ayaklarında doğal ve tarihi SİT alanda olduğunu vurgulayanMimar Kılıç, özellikle köprünün otoyol bağlantıyollarında, asfalt genişliğinin planlarda 42 metregöründüğünü ancak tahrip edilen alanların 600metreye taştığını sözlerine ekliyor.

Köprü ayaklarının yapıldığı bölgenin SİT alanıolduğu, bunun İBB Meclis kararında yer aldığısöyleniyor.

Karadeniz’deHES’e geçit yok!

Artvin’in Arhavi ilçesinde yapılması düşünülen HESprojesini kolayca hayata geçirebilmek için ilçebelediyesi tarafından imar değişikliğine gidilmişti.Ancak hidroelektrik santral projesine karşı çıkanArtvinliler tarafından doğayı tahrip edecek bu projeniniptal edilmesi için dava açılmıştı. Rize İdareMahkemesi’nde görülen bu dava kapsamında bölgedebilirkişi incelemesi yapılmak istendi.

Geçen yıl yapımına başlanılan 14 megavatlık KavakHidroelektrik Santral projesi Kamilet Vadisi üzerindedüşünülüyor. Çifteköprü ve Kapisre derelerininsularının 5 kilometre boyunca tünel ve borularlailçenin Cumhuriyet Mahallesi’nde yapılacak olan KavakHidroelektrik Santrali’ne taşınarak, üretilen elektrikaynı bölgede kurulacak santralle dağıtılacak. Buprojenin yürütücüsü olan Arhavi Elektrik Üretim Şirketigeçen yıl HES yapımı için ÇED olumlu raporu almıştı.Ancak imar mevzuatı uygun olmadığı için belediyeyebaşvurmak zorunda kalmıştı. Arhavi Belediyesi de 4Eylül 2013 günü imar değişikliği kararı aldı. BelediyeMeclisi üyelerinden karşı çıkanlar olmasına rağmenAKP’li üyelerin oy çokluğu ile daha önce tarım alanıolan Cumhuriyet Mahallesi’nin bir bölümü konut dışıkentsel çalışma alanı ilan edilerek HES projesine onayverildi. Tarım alanlarının ve doğanın tahrip edilmesiniistemeyen bölge halkı bunun üzerine HES projesininiptali istemiyle Rize İdare Mahkemesi’ne dava açmıştı.

Bu dava kapsamında bilirkişi olarak oluşturulanheyetin inceleme için geleceği haberini alan,aralarında İstanbul ve Ankara’dan gelen Arhavililer’inde olduğu yüzlerce kişi, HES’in yapılacağı inşaatalanında biraraya geldi. Artvinliler ‘Arhavi’de HESistemiyoruz’ pankartı açarak HES’lere karşı olduklarınıifaden eden sloganlar attılar. Ayrıca “hep birlikte”türküsü söylendi. İstanbul’dan destek için gelenBeşiktaş Çarşı Grubu da ‘Bu su hiç durmaz’ pankartı ileeyleme katılırken ‘Çarşı HES’lere karşı’ sloganları atıldı.

Bilirkişi heyetinin inceleme yaptığı sıradaArhavili’ler sloganlarla heyetin üzerine doğru yürüyüşegeçtiler. Görüntü almaya çalışan gazetecilerin bilirkişiheyetini koruyan polis tarafından engellenmeyeçalışıldığı eylemde heyet araçlarına binerek bölgedenuzaklaşmak zorunda kaldı. Burada bir açıklama yapanAvukat Yakup Şekip Okumuşoğlu, HES projesinin iptaledileceğine inandığını söyledi.

Arhavi Doğa Koruma Platformu adına açıklamayapan Fatih Güney ise Arhavililer olarak sularınadokundurtmayacaklarını söyledi.

“Gümüştuğ - Çit Deresi rant deresi değildir!”

Gümüşhane’nin Torul İlçesi’ne bağlı Gümüştuğ Deresiüzerinde yapılması düşünülen NATA Regülatörü veHidroelektrik Santrali Çevresel Etki Değerlendirme(ÇED) toplantısı Torul köylülerinin tepkisine nedenoldu.

Toplantının yapılacağı Torul Halk Eğitim Merkezisalonu dışında biraraya gelen, Torul köylüleritoplantıyı protesto etti. Polisin de doğayı tahrip etmekisteyenleri korumak için önlemler aldığı toplantı, yöresakinleri katılmadığı için yapılamadı. Eylemlerine birsüre devam eden köylüler yine sloganlar atarakeylemlerine son verdiler.

İstanbul yağmalanıyor!

Page 28: Kızıl Bayrak 2014 05

Kadın çalışanlar için çifte sömürüyü boyutlandıranKadın İstihdam Paketi, esnek çalışma biçimleri baştaolmak üzere kölelik koşullarını dayatıyor. Paketin birsüredir gündem dışı olması vazgeçildiğinden değiluygun zaman beklenildiğindendir. Kadın İstihdamıPaketi, kıdem tazminatının fona devredilmesi, işçi veemekçilere dönük tüm hak gaspları şu an raftalar.Gündemde gerici güçlerin birbirlerinin pisliklerinidökmesi ve seçimlerden aklanarak çıkması var.

Sermaye her zaman gündemi kendi ihtiyaçlarıdoğrultusunda belirliyor. Saldırıları gündemde tutarakolağanlaştırmayı tercih ettikleri gibi, oluşacak tepkiyidindirmek için böyle bir hak gaspı üzerine tartışma bileyokmuş gibi davranılabiliniyor. Bizler, mücadelegündemlerimizi belirlerken sermayenin gündemdesıcak tutup tutmamasına bakmamalıyız. Kendigündemlerimizi sermayenin yönlendiriciliğindençıkartmamız gerek. Saldırıları püskürtmek istiyorsaksokağın sesini güçlendirerek büyütmeliyiz.

Bugün yaşadığımız hak gasplarının bu kadar yoğunolması, hatta birçoğunu uygulamaya geçtikten sonraöğreniyor olmamızın nedeni örgütsüz olunmasıdır.Sendikalarda örgütlü olunduğunda da bilgilendirme,mücadeleci bir çizgi izlenmediğinden her halükardaörgütsüz kalınmasına neden olmaktadır.

Çalışan kadın işçiler açısından ambalajlanaraksunulan bu paket, kadının hem işte hem de evdesömürüsünü katlayan bir kapsama sahip. Bu saldırıkarşısında sendikaların ve sendika-kadın örgütleri-

siyasi örgütlerin bilgilendirme amaçlı çıkarttıklarıbroşürler dışında bir mücadele programıoluşturulamadı. Paketin karşısında oluşturulan “KadınEmeği Platformu” ise illerde yerel ayaklarını oluşturmaaçısından adım atmakla birlikte feminist bir algınınötesine geçilemedi. Sendikalar, gündemi kadınsekreterliklerine havale etti. Sendikalardan sınıfıngündemi olarak ele alan ve kadın-erkek birliktemücadele diyenlerin karşısına feminist örgütler dikildi.Nihayetinde saldırıya karşı mücadele de rafa kaldırıldı.Kurulan platform dağılma eşiğine geldi.

Kadın İstihdam Paketi de işçi ve emekçileraçısından kapıda bekleyen diğer hak gaspları daelimizde avucumuzda kalanları gaspedeceği gibiörgütlü bir sınıf yaratma çabasını da daha zorasokacaktır. Sokağın sesini yükseltmedikçe, sendikalarbaşta olmak üzere emek örgütleri ve emekten yanatüm kişi ve kuruluşlar sorumlulukla davranmadıkça birkez daha kaybetme riskimiz artacaktır.

Çalışma koşullarının iyileştirilmesi için yanarak canveren New Yorklu dokuma işçisi kadınlar hak kazanmamücadelesinde bizlere yürünmesi gereken yolugöstermektedirler. Çalışma yaşamında kadın için esnekçalışma biçimleri ile güvencesizliği getirecek olan bupaketin ambalajlanarak tekrardan karşımıza çıkacağınıunutmayalım. 8 Mart’a doğru ilerlerken mücadeleyibüyütelim.

Emekçi Kadın Komisyonları

Haklarımız ve geleceğimiz için her gün mücadele, her gün sokak!

Din tacirleri tahrikolmaya dünden hazır

Bugünlerde kendi aralarında dalaşmakta olan gericikoalisyonun ortaklaştığı fikir ve uygulamalar toplumsalyaşamda hayat bulmaya devam ediyor. Son olarak,Gaziantep’te bir imam hatip lisesinde öğretmenlikyapan imam, kız öğrencilerin okula gönderilmesiyleilgili söylediği sözlerle bu gerçeği bir kez daha teyitetmiş oldu. Kafalarındaki aile yapısıyla kadını evehapseden, ‘caiz gördükleri’ dini nikahla istediklerikadar çok kadını kendilerine köle yapmayı arzu eden,tecavüz mağdurlarını tecavüzcüsüyle evlendirmeyiilahi adalet sanan, kadına 3 çocuğu şart koşan,sezaryeni vecibelerine aykırı bulan, açtıkları “kızlı-erkekli” tartışmayla fırsatını bulduklarında her şeye elatanlar boş durmadıklarını sözlerini sakınmadangöstermeye devam ediyorlar.

Antepli imam “öğretmen” Muzaffer Ceylan, KüçükSanayi Camisi’nde verdiği vaazda, kızların okulagönderilmesinin uygun olmadığını ifade ederek, “okulagiden kızların baldır-bacak açarak erkek öğretmenleritahrik ettiklerini” ve “kızların okula gönderilmesi ilefahişe olmaya teşvik edildiklerini” söylememecburiyeti hissetmiş anlaşılan.

Yetiştirilecek dindar neslin özlemini çektiğianlaşılan bu imam “öğretmenin” söylediklerininarkasında bir itiraf da gizlidir aslında. Gericiliklerininarkasında nasıl bir yozlaşma olduğunu gösterecekçokça örnek vardır. Tahrik olmaya dünden hazır bu dinbezirganlarının beyin hücrelerinde nelerin olduğu ayanbeyan ortadadır. Samsun’un Kavak İlçesi’nde 2000yılında Kuran öğrettiği İlköğretim Okulu 8’inci sınıföğrencisi 14 yaşındaki D.G.’ye tecavüz ettiği iddiasıylayargılanan bir imamdır. Şırnak’ta H. adlı genç kadını 11yaşından 18 yaşına kadar cinsel istismara maruzbırakan, Kuran kursunun kadrolu imamıdır.Afyonkarahisar’ın Sinanpaşa İlçesi’ne bağlı bir köyde20 yaşındaki E.A.’ya tecavüz eden, sonrasında serbestkalan da bir imamdır. Erzurum’un Yakutile İlçesi’ndeoturan kız kardeşleri 21 yaşındaki H.B.’ye tecavüz edeniki kişiden biri de imamdır. Diyarbakır’da 23 Nisantörenlerinin ardından “benimle gelmezsen seni sınıftabırakırım“ diye tehdit edip götürdüğü parktaarabasında tecavüz eden İngilizce öğretmeni deönceden imamlık yapmış, 1 defa hacca gitmiş veİngilizce öğretmenliğinin dışında Din Kültürü ve AhlakBilgisi derslerine de girmiştir.

Okullarda gözleri kız öğrencilerinin eteklerindeolanlar bir de üniversite ve liselerde haremlik-selamlıkbir uygulama istemektedirler. Öğrencilerinmerdivenlerde, yemekhanelerde bile biraraya gelmesionlarda farklı bir şey çağrıştırmaktadır. Oysa işçi veemekçiler gayet iyi bilmektedir ki asıl güvenilmeyecekolan “kızlı-erkekli” okullar ya da yurtlar değil, buzihniyetin kendisidir. Kendilerini kadın neslinin yeganesahibi olarak gören bir anlayıştan daha ürkütücü neolabilir ki?

Gebze Cezaevi önünde eylemSon dönemde kadın tutsaklara yönelik artan saldırılara karşı Gebze

Kapalı Kadın Cezaevi önünde basın açıklaması gerçekleştirildi. Basınaçıklamasında, kadın tutsakların muayeneye ve duruşmaya giderkenerkek jandarmalar tarafından aranmak istendiği, buna karşı direnentutsakların saldırıya uğradığı belirtildi.

Basın açıklamasında şunlar söylendi: “Kadın tutsaklara yapılansaldırının sorumlusu Gebze Hapishanesi, asker ve TC devletininkendisidir. Tutsaklardan elinizi çekin! Kadın düşmanlığından vazgeçin!Tutsaklarımıza yönelik saldırılara karşı kadın dayanışmasını büyütecekve kadın tutsakları yalnız bırakmayacağız!”

İHD, Yeni Demokrat Kadın, Partizan Tutsak ve Şehit Aileleritarafından örgütlenen eyleme BDSP de destek verdi.

Kızıl Bayrak / Gebze

Page 29: Kızıl Bayrak 2014 05

Denetimlerin arttığı şu günlerde işyerimizdekoşuşturmalar başladı. Patronlar tutuştukça bizleri dedaha çok koşturur oldular. Yani göstermelikdenetimlere hazırlıklar tüm hızıyla devam ediyor.Büyük patronlar çoktan zorunlu bağışlarını başlarınıngözlerinin sadakasını verip vicdan rahatlattılar bile.Benim çalıştığım fabrika gibi daha küçük yerler debirkaç günlüğüne ortada sıkıntı yaratacak her şeyikaldırmaya başladı, ceza ödememek için yapılanlarıusulüne uydurmaya çalışıyorlar.

Öte yandan patronların devleti, sermayeninhaklarını koruyacak kanunlar çıkarıyor. “İş güvenliğiuzmanları” denilen sözde çalışanın güvenliğinisağlayacak uzmanlar geliyor. Bunlar da çoğu zamanpatronla anlaşıp gereken önlemleri almış gibi gösterip,patronun gereksiz yere masraf (israf) etmesine engeloluyorlar.

Devlet ve patronlar arasındaki bu danışıklı dövüşdönemlerinde çalışma ortamlarımızın ne denlisağlıksız olduğunu bir kez daha görebiliyoruz ki,patron neleri ortadan kaldırmaya çalışıyorsa onlarsağlığa zararlı veya yapılması yasak şeylerdir. Ama budenetimlerden ziyade asıl hesap verilmesi gerekendurum işçilerin başına bu çalışma koşularından ötürübir şey geldiğinde oluyor. Ne yazık ki, biz işçiler, budurumları en acı tecrübelerle öğreniyoruz. Birimizkafasını pres makinasına sıkıştırıp hayatını kaybediyor.Bazen yanı başımızdaki arkadaşımız kolunu hızarakaptırıyor. Bir tanıdığımız 5. kattan düşüp ölüyor.Yanıbaşımızdaki atölyede tüp patlaması oluyor, 20 kişiölüyor, 53 kişi yaralanıyor. Fakat fatura her zamanpatronların emrinin altındaki emir kullarına ya daalakasız kimselere kesiliyor.

3 Şubat bir iş cinayetinin 3. yıldönümü. Ostim-İvedik patlaması bu düzende ne bir ilkti ne de sonolacaktır. Dava 3 yıldır sürüyor ve hala sanıkkoltuğunda oturanlar tüpleri dolduran işçiler, tüpleritaşıyan şoförler, ya da denetlemesini yapanmühendisler, yani hep bir patronun yanında ücretliçalışanlar. Hatta yeri geldi tüpler bile suçlu bulundu.

Çin’den gelen kaçak tüpler olduğu söylendi peki kimgetirdi, kim kullanıyor bu tüpleri sorgulanmadı bile.Kimdi bu tüpleri doldurtan, ucuza satan, başka yerleresevkiyatını yaptıran, denetleme yapan mühendislerinraporunu ciddiye almayıp kârı uğruna değiştirtmeyenkimdi acaba, hiç sorgulanmadı. Aksine “adil vetarafsız” mahkemelerimiz tarafından tüplerÇin’den kaçak geliyor diyerek dikkat dağıtılıyor,defalarca incelenip sorun bulunamayan tüpler taGebze’ye incelemeye gönderiliyor, deliller yok ediliyor,gerçek suçlular dışarda işlerine kaldıkları yerdendevam edip başka insanlar için tehlike saçmaya devamediyorlar, ama masumlar hala tutuklu yargılanıyor.

Hal böyleyken öncelikli olarak bu davayısahiplenmek çok önemli bir yerde duruyor. Özelliklepatronlar kâr hırslarından vazgeçmedikleri sürece bugibi sorunlarla hepimizin karşılaşması işten bile değil.Bizim, kardeşimiz, babamız, anamız, komşumuzkısacası hepimiz bu sorunla karşılaşabiliriz. Tabii eğerbiz bugünden bu soruna karşı ses çıkarıp, dur deyip,sorunun sorumlularını önlem almak zorundabırakmazsak. İlk patlamada hayatını kaybeden birişçinin eşi şunları söylüyordu bir mahkeme çıkışında:“2.5 yılı aşkın zamandır adalet arıyoruz, 18.duruşmadayız, 100 duruşma da sürse takipçisiolacağız. Bütün kavgamız ve mücadelemiz ekmekmücadelesinin işçi hayatına mal olmaması. İşçigüvenliğinin sağlandığı, daha insani çalışmakoşullarının yaratılması, denetim sorumluluğuolanların görevini gereği gibi yapması içindir.”

Bu sözler yapılması gerekeni ve asıl taleplerimiziözetliyor aslında. Patronlara insan hayatının işlerdendaha önemsiz olmadığını anlatabilmek için biz işçilerolarak biraraya gelip, sorunlarımızı tartışacağımız vepatronlardan hakkımızı söke söke alacağımız ortamlarıoluşturmamız lazım. Ancak bu şekilde işyerlerimizdekisorunları aşabilir, işçi eşinin söylediği gibi bir dünyayıancak bu şekilde kurmaya başlarız. Mücadele dolugünler dileğiyle…

İvedik-Organize’den bir işçi

OSTİM-İVEDİK patlamasıÖzgürce yaşamak ve

sömürüsüz bir hayat için!Ben iki yıldır çalıştığım Akdemir Çelik’ten çok

sayıda iş kazası nedeniyle “fazla rapor aldığım içinişten çıkarılan bir demir-çelik işçisiyim. Veçıkarıldığım günden beri de iş bakıyorum.

İzmir Yeni Foça yolundaki Habaş Demir-ÇelikSanayi Fabrikası’na çalışmak için başvurudabulundum. İş başvuru formunu personel idaribinada doldurup, sonra çalışan bir işçi tarafındanpersonel işletme şefine kontrol ettirmek için gittik.Personel işletme şefinin benim doldurduğum işbaşvuru formunu kontrol edip incelerken, söylediğikelimeler şöyledi: “Evet lise mezunusun, herhangibir hastalık geçirdin mi-yok, sağlık yönünde hiçbirsorun-yok, askerlik de yapmışsın.” Tabii bunlarıbakıp kontrol ederken iş başvuru formdaki kağıdakalemle artı olarak işaretliyor ve kontrole devamediyor.

“Memleket: Erzurum!” deyip durdu. Yanına eksikoyup bana baktı ve sözüne devam etti: “Biz doğuluinsanları genellikle işe almayız!”

Ben de şunları söyledim: “Ama ben burayageldiğimde işe alınmama korkusunu böyleyaşayacağım diye düşünmedim. Ben kontenjan boşolmazsa, çalışamam korkusuyla geldim. NedenDoğulu olduğum için işe girmemden sıkıntı olsunki?”

HABAŞ’ın personel şefi şu sözlerle başladı:“Senin torpilin var mı? Seni kim önerip yardımcıoluyor işe girmen için? Söylediğim gibi genellikleDoğulular’ın iş başvuru formu iptal ediliyor, ama sengit kursa gir, sertifika al o zaman gel düşünürüz!”

Ben gerçekten de bu lafları bana söylerken çoksinirlendim ve “olmaz olsun böyle insanlık” dedimkendi kendime. Fabrikada arkadaşlar bana “ne oldubirader işe alındın mı” dedi. Ben de “yok” dedim“Doğuluyum” diye sorun oldu. Çalışan işçiler banadedi ki: “Kardeş dediğin doğru, burada genellikleDoğulu insanları almıyorlar.”

İşçi ve emekçi kardeşler, bizler için yaşamak birkorkulu hayata dönmüş. Patronlar kendi kafasınagöre işler yapıyor, ezilenler ve sömürülenler ortada.Yasalar ve yargı patronlar için var, onlara hizmetediyor. İşçi ve emekçi kardeşler soruyorum sizlere,fabrikalarda şalter indirip üretimi durdurupsömürüye, patronların bizleri köleleştirmiş düzeninehayır demek için örgütlü mücadeleye var mıyız?Yoksa patronların bizlere yaptığı adaletsizliklere,sömürülmeye, kendi kafasına göre iştençıkartmalara, iş kazaları karşısında büyük bir şeyolmamış gibi davranmaya, yumruklarımızı sıkıp gözyumarak yaşamaya devam mı edeceğiz.

İşçi ve emekçi kardeşler; özgürce yaşamak için,sömürüsüz bir hayat için, üretimden gücümüzüharekete geçirerek şalterleri indirip, kendiekmeğimizi, özgürlüğümüzü, kazanmak içinmücadeleyi yükseltelim!

İzmir’den bir demir-çelik işçisi

Page 30: Kızıl Bayrak 2014 05

Haziran Direnişi’nin ardından başlatılan “cadı avı”kapsamında İzmir’de 51 direnişçi tutuklandı. Toplamdadört dalga olarak hayata geçirilen, tutuklama terörü neGezi direnişçilerinin mücadele azmini ne de kitlelerindirenişin meşruluğuna olan inancını kırabildi. Bir kezdaha bu kokuşmuş sömürü düzeni kendi acziniispatladı. Direniş değişik biçimler altında sürmesinibildi ve bu onurlu geri çekiliş ardında “Gezi ruhunu”bıraktı.

İzmir’de de Gezi tutsakları Gezi ruhuylasahiplenildi. Sonuç olarak, bugün kendi hukuksistemlerine dahi sığmayan bir hukuksuzlukkapsamında tutuklanan 38 Gezi direnişçisinizindanların arasından çekip alan da işte bu Geziruhunun kendisi oldu. Halen Kırıklar Zindanı’ndabulunan 13 devrimciyi özgürlükle buluşturacak olan daGezi ruhundan başkası değil.

İzmir BDSP: “Gezi tutsaklarına özgürlük!”

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu (BDSP),duruşmaları 7 Şubat’ta görülecek olan Gezitutsaklarının serbest bırakılması için “Gezi tutsaklarınaözgürlük!” şiarıyla kampanya başlattı. BDSP, kampanyaçalışmaları ile Gezi Direnişi’nin yargılanamayacağınıhaykırırken, aynı zamanda Gezi tutsaklarının serbestbırakılması talebini de yükseltti. Zaman içinde gelişenher gündem ve eylemliliğe Gezi tutsaklarının sesinitaşıdı. Kızışan düzen içi dalaşın ortalığa saçtığı bir dizipisliğe işaret ederek kapitalist sistemin rantçı yüzünüteşhir ederken, diğer yandan da onuru ve Gezi’yi,dolayısıyla mücadeleyi temsil eden Gezi tutsaklarınıhatırlattı. 2013’ü geride bırakırken 2014’e mücadeleylegirme çağrısı yaptı ve tutsak devrimcilere alanlardanselam gönderdi. İzmir’in emekçi semtlerinde “Gezitutsaklarına özgürlük!” talepli imzalar toplandı.Böylece Gezi tutsakları, bedenleri Kırıklar Zindanı’nındört duvarı arasında olsa da her akşam işçi veemekçilerin evine konuk oldular. İşçi ve emekçilerdenGezi tutsaklarına kart ve mektuplar toplandı. İzmir’inmerkezi noktalarında, Buca’da, Çiğli’de, Karşıyaka’da,Alsancak’ta imza standları kuruldu. İzmir’in dört biryanı “Gezi tutsaklarına özgürlük!” şiarlarıyla donatıldı.

7 Şubat’a sayılı günler kala, Gezi tutsakları iledayanışmayı büyütmek amacıyla bir kamuoyu oluşmuşbulunuyor. İzmir Dayanışması ve Gezi tutsaklarınınailelerinin örgütlediği dayanışma etkinliğininçalışmaları devam ederken, BDSP’nin yürüttüğükampanya da sesini yükseltiyor. Bu kapsamda sendikave demokratik kitle örgütleri ziyaret edilerek Gezitutsakları için dayanışma köşeleri kurma talepleriiletildi.

Aynı zamanda imza kampanyası da devamettiriliyor. Toplanan imzalar 3 Şubat Pazartesi günüsaat 15.00’te Karşıyaka İş Bankası önündenbaşlayacak yürüyüşün ardından Karşıyaka PTT’dengönderilecek. Eylemde “Gezi tutsaklarına özgürlük!”talebi yükseltilecek. 7 Şubat’taki mahkemeye çağrıafişleri bir kez daha İzmir’in dört bir yanını donatacak.

İzmir dayanışması ve Gezi tutsak aileleri:Dayanışmayı yükseltelim!

BDSP’nin de içinde yeraldığı İzmir Dayanışması veGezi Tutsak Aileleri, 2 Şubat Pazar günü saat 14.00’teİzmir Sanat Tiyatrosu-Fuar’da Gezi tutsaklarıyladayanışma etkinliği örgütleyecek.

Gezi tutsak ailelerinin başlatmış olduğu imzakampanyası kapsamında stand açma, her cumartesigünü Konak YKM önünden başlayan yürüyüşlerörgütleme, sendika ve ilerici ve demokratik kitleörgütlerini ziyaret düzenleme, Ankara’da meclistoplantısı yapma gibi bir dizi süreci ören bileşen,mahkemelere sayılı günler kala dayanışma etkinliği ilesüreci taçlandıracak. Etkinlik kapsamında afişler veduyurular yapılırken İzmir’de Gezi davalarına yönelikbir duyarlılık yaratılması hedefleniyor.

Gezi tutsakları onurumuzdur!

İzmir’de Gezi tutsakları zindanlardan çekilipalınıncaya değin “Gezi tutsaklarına özgürlük!” talebiyükseltilmeye devam edilecek. “Gezi ruhuylamücadeleye ve örgütlenmeye” çağrısı yapılacak.

Kızıl Bayrak / İzmir

‘Gezi tutsaklarına özgürlük!’ “Gezi tutsaklarına

özgürlük” şiarı Buca’daGezi Direnişi’ne yönelik yargılamalar İzmir’de de

sürüyor. Açılan davalardan ikisinin duruşmalarına sayılıgünler kala sınıf devrimcileri “Gezi tutsaklarınaözgürlük!” şiarlı imza kampanyalarını sürdürüyor.

Geçen hafta olduğu gibi yine Şirinyer Tansaşönünde imza standı açıldı. İzmir Dayanışması ve GeziTutsak Aileleri’nin örgütlediği 2 Şubat’taki dayanışmaetkinliğine çağrı yapıldı. Onlarca imza toplanırkenetkinliğe dair bilgilendirilmede bulunuldu. Konuşmalareşliğinde işçi ve emekçiler Gezi tutsaklarına sahipçıkılmaya çağrıldı.

Geçen hafta sınıf devrimcilerinin açtığı masanınyanına stand kuran ‘Ak Gençlik’ konuşmalarla teşhiredilmiş, AKP’nin provokatif tavırları ve topladıklarıkitle karşısında işçi ve emekçiler direniş standınısahiplenmişti. Konuşmalar ve militan duruşla AKP’ninçalışmaları engellenmiş, saldırı hazırlıkları ise boşadüşürülmüştü.

Bu hafta da standın hemen karşısında TerörleMücadele Şubesi polisleri öbekleşerek gözdağıvermeyi ve kitleyi terörize etmeyi hedeflediler. Ne varki bir kez daha tacizler devrimci faaliyetin kararlılığıylakarşılaştı. TMŞ polislerini teşhir eden konuşmalaralkışlarla desteklendi ve stand olağan ilginin üstündebir ilgiyle karşılandı. TMŞ polisleri konuşmalareşliğinde çalışma yürütülen alandan sürüldü. Faaliyetise kaldığı yerden devam etti.

Tutsak ailelerinden eylem İstanbul’daki Gezi tutsaklarının yakınları, TMK’nın

kaldırılmasını, tutsakların serbest bırakılmasını istedi. Eylemde ilk sözü alan Kamber Saygılı, 16

Haziran’dan beri eylemlerini sürdürdüklerini, serbestbırakılan kişilere rağmen, 7 aydır hala direnişçilerincezaevlerinde tutulduklarını ifade etti.

Saygılı’nın ardından tahliye edilen GeziDirenişçileri, Ali Haydar Akdeniz ve Ali Karaçay dabirer konuşma yaptılar. Direnişçiler, içerde kalanarkadaşlarını yalnız bırakmayacaklarını ifade ettiler.

Eylemde basın açıklamasını Burçak Kaya okudu. İzmir’deki Gezi Tutsak Aileleri, bu haftaki

eylemlerinde hasta tutsakların durumuna dikkatçektiler. Eylem öncesinde Konak’ta tutsakların serbestbırakılması için imza toplayan aileler, 7 Şubat ve 13Şubat’taki direniş tutsaklarının 2. duruşmalarına çağrıyaptılar.

Daha sonra yürüyüş yaparak İş Bankası önünegelen aileler, burada basın açıklaması gerçekleştirdiler.

Kızıl Bayrak / İstanbul-İzmir

Page 31: Kızıl Bayrak 2014 05

Haziran Direnişi’nde katledilenlerden biri de Aliİsmail Korkmaz’dı. Sermaye devleti önce katilleri uzunsüre korudu. Mızrak çuvala sığmayınca, katillere ilişkingörüntüler ortaya çıkınca katiller gözaltına alındı vesonra da tutuklandılar.

Katilleri koruma sırası bu defa AdaletBakanlığı’ndaydı. Eskişehir 2. Ağır CezaMahkemesi’nde görülecek olan Ali İsmail Korkmazdavası güvenlik gerekçesiyle Kayseri’ye alındı. Dava, 3Şubat’ta saat 09.00’da Kayseri Ağır CezaMahkemesi’nde görülecek.

Büyük halk hareketi şehitlerini korumak için çabagösteren sermaye devletinin oyunları boşa çıkmayamahkumdur. Zira bu ülkenin ezilen tüm toplumsalkesimleri katillerden hesap sormak için mücadeleyisürdürüyorlar.

Şimdi “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya

hiçbirimiz!” şiarıyla büyük halk hareketi şehitlerinesahip çıkma zamanıdır.

Şimdi katillerden, onun arkasındaki sermayedevletinden hesap sormak için mücadele saflarınısıklaştırma günüdür.

Şimdi büyük halk hareketi sırasında şehit düşenkardelenlerden biri olan Ali İsmail Korkmaz’a sahipçıktığımızı gösterme günüdür.

Tüm işçi ve emekçileri emeğin korunmasımücadelesinin, devrim ve sosyalizm davasının şehidiolan Ali İsmail Korkmaz’a sahip çıkmak, katillerindenhesap sormak için 3 Şubat’ta görülecek davayakatılmak için saat 08.30’da eski adliye binası önündebuluşma günüdür.

Kayseri Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu30 Ocak 2014

Ali İsmail Korkmaz davasınakatılalım, katillerden

hesap soralım!

Kızıl BayrakHaftalık Sosyalist Siyasal Gazete

Yönetim Adresi:Eksen Yayıncılık Millet Cd. Selçuk

Sultan Cami Sk. No 2 / 9 Fatih / İstanbulTlf. No: (0212) 621 74 52 - 0536 285 73 25

e-mail: [email protected]: @kizilbayraknet

http://www.kizilbayrak.net

Baskı: ESMAT MatbaacılıkM. Nezih Özmen Mah. Yüksel Sk. No: 19

Güngören / İstanbul

Sayı: 2014/05 * 31 Ocak 2014Fiyatı: 1 TL

Sahibi ve Y. İşl. Md.: Tayfun AltıntaşEKSEN Basım Yayın Ltd. Şti.

Yayın türü: Süreli Yaygın

Behzat Örs yaşamını yitirdiUzun yıllar devrim ve sosyalizm mücadelesine

emek vermiş olan Kızıl Bayrak okuru Behzat Örs, dünakşam üstü (27 Ocak) Esenyurt’taki evinde hayatagözlerini yumdu.

47 yaşında yaşamını yitiren Behzat Örs, “EkimDavası” tutsağı olarak 1996-2001 yılları arasındahapis yatmıştı. 26 Eylül 1999 Ulucanlar Katliamı’nızindanda karşılayan ve katliam sırasında yaralananBehzat Örs’e, ölümünden kısa bir süre önce gırtlakkanseri teşhisi konulmuştu.

47 yaşında hayatını kaybeden Behzat Örs’ü veailesini dostları da yalnız bırakmadı. Cenazesi bugün16.00’da, toprağa verilmek üzere, ÖrnekCemevi’nden Mersin’e uğurlandı.

Kızıl Bayrak / Esenyurt28 Ocak 2014

Behzat Örs için kapandıİnternette tartışma platformu olarak yayın yapan

Sosyalist Forum, aynı zamanda yazarı olan BehzatÖrs’ün hayatını kaybetmesi nedeniyle sitesini birsaatliğine kapattı.

www.sosyalistforum.net adresiyle erişilen siteninaçılış sayfasında Behzat Örs’ün resmi ve“Esenyurt’taki evinde hayata gözlerini yumansosyalist forum üyemiz yoldaşımız Behzat Örs’ünölümü nedeniyle forumumuz bir saatliğinekapatılmıştır” notu yerleştirildi.

Ayrıca sitede, Örs’ün ölüm haberini alanyazarların duygularını dile getirdiği bir başlık açıldı.Forum yazarları, avatarlarına Behzat Örs’ün resminikoydular.

Behzat Örs, Sosyalist Forum’da b_çeliktr nick’i ileyazıyordu.

Roboski’de katledilen genç için 11 yıl sonra ceza!Roboski’de köylüler üzerindeki baskılar devam

ediyor. Katliamın ardından iki yıl geçerken katillerdenhesap soran, mücadele eden Roboskililer, davalarla, evbaskınlarıyla, para cezalarıyla, jandarma saldırısıylakorkutulmaya çalışılıyor.

Geçtiğimiz hafta yapılan ev baskınlarının ardından,şimdi de Roboski Katliamı’nda hayatını kaybeden NadirAlma’nın ailesine 8 bin 403 lira para cezasının tebligatıyapıldı. Para cezasının nedeni Nadir’in 2003 yılındakaçağa çıkması olarak gösterildi. 11 yıl sonra gelentebligatta, aileden para cezasını faiziyle birlikteödemesi istendi.

Roboskili ailelerin avukatı Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi, şunları ifade etti: “Mirasçılarının bu paracezasını ödeme sorumluluğu yoktur. Ceza kovuşturmasına bağlı olarak istenen bir para cezasıdır. Kişi hayattaolmadığından ceza mahkumiyetine bağlı olan tüm sonuçlar ortadan kalkar. Dolayısıyla bu para cezasınınmirasçılar açısından bir hükmü yoktur. Yapılan tebligat usulsüzdür, Savcılığın yaptığı işlem yasal hukukaaykırıdır. 2 yıldır hayatta olmayan bir kişi ile ilgili infaz anlaşılır bir durum değil, skandaldır.”

Roboskili ailelerden Ferhat Encü de para cezası istenmesine tepki göstererek, “Devlet bizim acımıza acıkatmaktan başka hiç bir şey yapmıyor. Olay ile ilgili 2 yıldır bir sorumlu dahi bulunmazken, devlet biziyıldırmaya devam ediyor” dedi

Page 32: Kızıl Bayrak 2014 05

Gezi’nin ve kitlelerin sokakları zaptettikleri direnişin ilk kıvılcımın çakılmasının8. ayını doldurmuş bulunuyoruz. 8 aydır tetikte olan geniş halk kitleleri, çokdeğil, son bir aydır da düzenin bekçiliğine soyunan ve koltuklarının-kasalarınınbekasının derdine düşen efendilerin uluorta kavgalarına, pisliklerine tanıklıkediyor. Elbette, yıllardır, “demokrasi”, “istikrar”, “düzen”, “adalet” adı altındayağma, talan, sömürü ve soygunla “yönetilen” kitleler, bu tanıklığı ilk kezyapmıyor. Sermaye cephesinden ise, yangına su taşıma görevi üstlenilmişdurumda. Tüm dünya üzerinde yaşanan bunalımların, 2008 krizini kat be kataşarak, sermayedarların, işçi ve emekçilerin karşısına çıkacağı gün gibi ortadadurmakta. Tüm bu siyasal-ekonomik-sosyal gelişmeler devam ederkenönümüzde seçim adı altında aldatmaca duruyor.

“Dışarıda” böylesi bir tablo yaşanırken, İzmir’de F tiplerinde tutukluyargılanan Gezi direnişçileri, 6. ayını doldurmuş bulunuyor. İlk başta 51tutuklama ile en önde giden İzmir “adaleti”, birçok ilde Gezi direnişçilerininserbest bırakılmasına karşın hala adaletini işletiyor ve aralarında sınıfdevrimcilerinin de olduğu 13 direnişçiyi, tutuklu yargılamaya devam ediyor.

“İnsan ancak tüm insanlar özgür oluncagerçekten özgür olabilir!”

Zindanlar, sürgünler, işkence tezgahları, darağaçları, sınıflar savaşımının birparçası olarak, hakim sınıflar tarafından tarih boyunca “güç” ve “tehdit” aracıolarak kullanılmıştır. Bugün karşımızda ise, psikolojik ve fizyolojik işkenceaygıtlarıyla beraber, F tipleri bulunuyor. 2000’lerden bugüne F Tipihapishanelerine karşı yürütülen mücadelenin en önünde yer alan devrimciler,bugün F tiplerinde teslim alınmaya çalışılıyor. Oysa tarih, bedenlerin teslim alınsada düşüncelerin, iradenin teslim alınmayacağını binlerce kez kanıtlamıştır. Butopraklarda direnmenin bir diğer adı olan zindan direnişleri, devrimci mirası vedevrimci iradeyi sermaye sınıfına defalarca ve defalarca göstermiştir.

Aylardır Haziran Direnişi’nin yarattığı moral ve güç, iktidar tarafındanezilmeye çalışılmış, ancak iktidarın yaptığı her hamle kitleler tarafından sokaktakarşılanmaya devam etmiştir. Bugün zindanlarda tutulan Gezi direnişçilerininhukuksuz iddialarla yargılanıyor oluşu, hapishanelerdeki direnişçilerden çok,dışarıdaki kitlelere gözdağı verme amacı taşımaktadır. Bugün burjuva hukukununbile ayaklar altına alındığı, sermaye devletinin hukuk-yargı ayaklarının kitleler

nezdinde yerle bir olduğu bir süreçte yargılanan Gezi tutsakları, HaziranDirenişi’nin bir kez daha ne kadar haklı ve meşru bir direniş olduğunu, HaziranDirenişi’nin, sistemin tüm aygıtlarının çürümüşlüğüne karşı, eşitlik, özgürlüközlemleri için bir haykırış olduğunu ortaya koymuştur.

Bugün Gezi direnişçileri nezdinde yargılanmak istenen, milyonlarca insanınhaklı talepleri, geleceğe dair özlemleridir. Bugün yargılanmak istenen, buözlemleri taşıyan milyonların öncülerinin verdiği devrimci mücadeleninkendisidir. Bugün yargılanmak istenen, tutsakların dosyalarında da yer alan, işçisınıfının örgütlü mücadelesidir, 1 Mayıslar’dır, 8 Martlar’dır, kadın cinayetlerinekarşı çıkartılan seslerdir, emperyalist savaşa karşı, halkların katilliğinesoyunanların karşısına çıkıyor oluşumuzdur, devrim ve sosyalizm davasına olaninancımızdır.

Sermaye iktidarı ve çürümüş düzeni iyi bilmelidir ki, zulmün olduğu her yerdedireniş boy verir. Kapitalist-emperyalist düzenin korucuları saltanatlarının sonsuzolmayacağının farkındadır. Baskı ve şiddete dayalı politikaları ile kendi korkularınıdindirmeye çalışmaları boşunadır. Çünkü gerçekler inatçıdır. Sınıflar savaşımındasömürücü sınıflar birgün mutlaka ama mutlaka, milyonlarca işçi ve emekçininhaklı mücadelesi ile alaşağı edilmeye mahkumdur.

7 Şubat’ta İzmir Adliyesi’ne!

İzmir’de Kırıklar Hapishanesi’nde tutuklu bulunan sınıf devrimcilerinin ikinciduruşması 7 Şubat’ta görülecektir. Burjuva düzenin tüm kurumlarınınçürümüşlüğünün gözler önüne serildiği, burjuvazinin ve sermayedarlarının tümpisliklerinin ortaya saçıldığı, öte yandan işçi ve emekçilerin baskı ve sömürükoşulları altında sefalet ücretine mahkum edildiği, kadın cinayetlerinin hızkesmeden aritmetik oranlarla yükseldiği, gençlerin geleceksizleştirilmeye devamedildiği, kentlerin, eğitimin, sağlığın, sokaklarımızın, evlerimizin, okullarımızın,yağma ve talana açıldığı, Avrupa ve Ortadoğu halklarının talepleriyle sokaklarızaptettiği bugünlerde, mücadeleyi yükseltmek, Gezi direnişçilerine ve taleplerinesahip çıkmaktan geçiyor.

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu olarak, tüm işçileri, emekçileri, ilerici,devrimci ve demokratları Gezi davasına, Haziran Direnişi’ne ve Gezi tutsaklarınasahip çıkmaya, 7 Şubat’ta, İzmir Adliyesi’nde (Bayraklı) olmaya çağırıyoruz.

İzmir Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu29 Ocak 2014

Haziran başlangıçtı,mücadele sürüyor!

Haziran Direnişi yargılanamaz...