Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

228
Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır. UYARI: Kitap sevenlerin yeni buluşma noktasından herkese merhabalar... Cehaletin yenildiği, sevginin, iyiliğin ve bilginin paylaşıldığı yer olarak gördüğümüz sitemizdeki tüm e-kitaplar, 5846 Sayılı Kanun'un ilgili maddesine istinaden, engellilerin faydalanabilmeleri amacıyla ekran okuyucu, ses sentezleyici program, konuşan "Braille Not Speak", kabartma ekran vebenzeri yardımcı araçlara, uyumluolacak şekilde, "TXT","DOC" ve "HTML" gibi formatlarda, tarayıcı ve OCR (optik karakter tanıma) yazılımı kullanılarak, sadece görmeengelliler için, hazırlanmaktadır. Tümüyle ücretsiz olan sitemizdeki e-kitaplar, "Engelli-engelsiz elele"düşüncesiyle, hiçbir ticari amaç gözetilmeksizin, tamamen gönüllülük esasına dayalı olarak, engelli-engelsiz Yardımsever arkadaşlarımızın yoğun emeği sayesinde, görme engelli kitap sevenlerin istifadesine sunulmaktadır. Bu e-kitaplar hiçbirşekilde ticari amaçla veya kanuna aykırı olarak kullanılamaz, kullandırılamaz. Aksi kullanımdan doğabilecek tümyasalsorumluluklar kullanana aittir. Sitemizin amacı asla eser sahiplerine zarar vermek değildir. www.kitapsevenler.com web sitesinin amacı görme engellilerin kitap okuma hak ve özgürlüğünü yüceltmek ve kitap okuma alışkanlığını pekiştirmektir. Ben de bir görme engelli olarak kitap okumayı seviyorum. Sevginin olduğu gibi, bilginin de paylaşıldıkça pekişeceğine inanıyorum.Tüm kitap dostlarına, görme engellilerin kitap okuyabilmeleri için gösterdikleri çabalardan ve yaptıkları katkılardan ötürü teşekkür ediyorum. Bilgi paylaşmakla çoğalır. Yaşar MUTLU İLGİLİ KANUN: 5846 Sayılı Kanun'un "altıncı Bölüm-Çeşitli Hükümler" bölümünde yeralan "EK MADDE 11" : "ders kitapları dahil, alenileşmiş veya yayımlanmış yazılı ilim ve edebiyat eserlerinin engelliler için üretilmiş bir nüshası yoksa hiçbir ticarî amaçgüdülmeksizin bir engellinin kullanımı için kendisi veya üçüncü bir kişi tek nüsha olarak ya da engellilere yönelik hizmet veren eğitim kurumu, vakıf veya dernek gibi kuruluşlar tarafından ihtiyaç kadar kaset, CD, braill alfabesi ve benzeri formatlarda çoğaltılması veya ödünç verilmesi bu Kanunda öngörülen izinler alınmadan gerçekleştirilebilir."Bu nüshalar hiçbir şekilde satılamaz, ticarete konu edilemez ve amacı dışında kullanılamaz ve kullandırılamaz. Ayrıca bu nüshalar üzerinde hak sahipleri ile ilgili bilgilerin bulundurulması ve çoğaltım amacının belirtilmesi zorunludur." bu e-kitap Görme engelliler için düzenlenmiştir. Kitap taramak gerçekten incelik ve beceri isteyen, zahmet verici bir iştir. Ne mutlu ki, bir görme

Transcript of Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Page 1: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır.UYARI:Kitap sevenlerin yeni buluşma noktasından herkese merhabalar...Cehaletin yenildiği, sevginin, iyiliğin ve bilginin paylaşıldığı yer olarak gördüğümüz sitemizdekitüm e-kitaplar, 5846 Sayılı Kanun'un ilgili maddesineistinaden, engellilerin faydalanabilmeleri amacıylaekran okuyucu, ses sentezleyici program, konuşan "Braille Not Speak", kabartma ekranvebenzeri yardımcı araçlara, uyumluolacak şekilde, "TXT","DOC" ve "HTML" gibi formatlarda, tarayıcı ve OCR (optikkarakter tanıma) yazılımı kullanılarak, sadece görmeengelliler için, hazırlanmaktadır. Tümüyle ücretsiz olan sitemizdekie-kitaplar, "Engelli-engelsiz elele"düşüncesiyle, hiçbir ticari amaç gözetilmeksizin, tamamen gönüllülükesasına dayalı olarak, engelli-engelsiz Yardımsever arkadaşlarımızın yoğun emeği sayesinde, görme engelli kitap sevenlerinistifadesine sunulmaktadır. Bu e-kitaplar hiçbirşekilde ticari amaçla veya kanuna aykırı olarak kullanılamaz, kullandırılamaz.Aksi kullanımdan doğabilecek tümyasalsorumluluklar kullanana aittir. Sitemizin amacı asla eser sahiplerine zarar vermek değildir.www.kitapsevenler.comweb sitesinin amacı görme engellilerin kitap okuma hak ve özgürlüğünü yüceltmekve kitap okuma alışkanlığını pekiştirmektir.Ben de bir görme engelli olarak kitap okumayı seviyorum. Sevginin olduğu gibi, bilginin de paylaşıldıkçapekişeceğine inanıyorum.Tüm kitap dostlarına, görme engellilerin kitap okuyabilmeleri için gösterdikleri çabalardan veyaptıkları katkılardan ötürü teşekkür ediyorum.Bilgi paylaşmakla çoğalır.Yaşar MUTLUİLGİLİ KANUN:5846 Sayılı Kanun'un "altıncı Bölüm-Çeşitli Hükümler" bölümünde yeralan "EK MADDE 11" : "derskitapları dahil, alenileşmiş veya yayımlanmış yazılı ilim ve edebiyat eserlerinin engelliler için üretilmiş bir nüshası yoksahiçbir ticarî amaçgüdülmeksizin bir engellinin kullanımı için kendisi veya üçüncü bir kişi tek nüsha olarakya da engellilere yönelik hizmet veren eğitim kurumu, vakıf veya dernek gibikuruluşlar tarafından ihtiyaç kadar kaset, CD, braill alfabesi ve benzeri formatlarda çoğaltılması veya ödünç verilmesibu Kanunda öngörülen izinler alınmadan gerçekleştirilebilir."Bu nüshalar hiçbirşekilde satılamaz, ticarete konu edilemez ve amacı dışında kullanılamaz ve kullandırılamaz.Ayrıca bu nüshalar üzerinde hak sahipleri ile ilgili bilgilerinbulundurulması ve çoğaltım amacının belirtilmesi zorunludur."bu e-kitap Görme engelliler için düzenlenmiştir. Kitap taramak gerçekten incelik ve beceri isteyen, zahmet verici bir iştir. Ne mutlu ki, bir görmeengellinin, düzgün taranmış ve hazırlanmış bir e-kitabı okuyabilmesinden duyduğu sevinci paylaşabilmektüm zahmete değer. Sizler de bu mutluluğu paylaşabilmek için bir kitabınızı tarayıp,[email protected] göndermeyi ve bu isimsiz kahramanlara katılmayı düşünebilirsiniz.Bu Kitaplar size gelene kadar verilen emeğe ve kanunlara saygı göstererek lütfen bu açıklamaları silmeyiniz.Siz de bir görme engelliye, okuyabileceği formatlarda, bir kitap armağan ediniz...Teşekkürler.

Page 2: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Ne Mutlu Bilgi için, Bilgece yaşayanlara.Tarayan: Yaşar Mutluwww.yasarmutlu.comwww.kitapsevenler.come-posta [email protected]Ömer Faruk _ Bayezit O AldanmamıştıÖMER FARUK _ BAYEZİT O ALDANMAMIŞTI

Birinci Baskı: Ekim, 1996Dizgi ve Baskı: Dilek Ofset Matbaacılık Telf.: 221 19 63, Sivas

Tarayan: Yaşar Mutluwww.yasarmutlu.comwww.kitapsevenler.come-posta [email protected]

ISabah oluyordu...Gün, doğu ufuklarından yavaş yavaş yüzünü gösteriyor, dünyâ bir defa daha karanlığa veda ediyordu.İnatçı birkaç yıldız son demlerinde idiler.Serçeler bu yeni güne "merhaba"der gibi cıvıldaşıyorlar, kimbilir neler görüyorlar, neler işitiyorlar, neler anlatıyorlardı?..Uyanık sinelere inşirah veren bir sabahtı bu...Göze ve ruha hitab eden her ne varsa kİtab olmuş,okumasını bilenle-re"gel beni oku"diyorlardı.Yusuf nihayet daldığı düşünce âleminden uyandı. Hâlâ yerde oturduğunu farketti. Kalktı, seccadesini kalıpladı, pencereye doğru yürüdü. Dışarıya bakınca kendi kendine mırıldandı:"-Vakit epeyce geçmiş..."Pencere güneydoğuya bakıyordu. Bir müddet ufku seyre daldı. Güneş binaların üzerinden henüz görünmüştü. Bir şeyler İlham etmiş olmalı ki büyülenmiş gibi dakikalarca baktı baktı... Yine kendi kendine söylendi:"-Her şey bir mucize; mucize aramak budalalık değil de ne!"Seccadeyi hâlâ elinde tuttuğunu farketti. Odanın köşesindeki sandalyenin üzerine bıraktı. Döndü, "yatak" adını verdiği şilteye bağdaş kurup oturdu. Zemin tahta döşemeydi. Bir hasır üzerine ince bir şilte atmış, orada yatıp kalkıyordu."Artık ben de güne başlamalıyım" diye düşündü.*Ayağa kalktı, kapıya doğru yürüdü. Açtı, salona çıktı.Arkadaşları evden ayrılalı üç gün olmuştu. Ne de zor olmuştu onlardan ayrılmak... Her biri, kaşla göz arasında kaybolmuşlardı sanki. Daha birkaç gece evvel, eve gelen misafirlerle geç vakte kadar oturmuşlardı. İlerde neler yapmak istediklerinden, insanlara nasıl hizmet edeceklerinden bahsetmiş-lerdi."Kardeşlerim!" diye alev gibi bir söz çıktı dudaklarından. İçine bir kor düşmüş gibi ürperdi. Gözleri doldu...Bir an seslerini duyar gibi oldu. Sonra hayâlleri belirdi. Gülümsüyorlardı. Binlerce defa edilmiş bir duayı tekrarlıyorlar "Allah (c.c.) seni de bizi de kendine hizmetkâr eylesin" diyorlardı. Sonra donuklaştılar, birer birer kayboldular.Antreye geçti. Ayakkabılarını giydi. Kapıyı açtı çıktı. Merdivenlerden ağır ağır inmeye başladı. Bir an durdu, etrafı dinledi. Apartmanda ses seda yoktu. Sabahm altısı ve insanlar uykudaydılar.Son basamağı da indi. Yürüdü çıkış kapısını açtı. Derin bir nefes aldı. Caddeye çıktı. Ağır adımlarla yürümeye başladı. "Saat yediye kadar ancak giderim" diye düşündü. Sokaklarda tek tük insanlar vardı. Birkaç arabaya rastladı.Büroya geldiğinde Nûreddin Efendi kapının önünü sü-pürüyordu. Selâm verdi:"-Ve aleyküm selâm Yusuf! Hosgeldİn...-Hayırdır, bu sabah erkencisin?-Biliyorsun İstanbul'da son günlerim Nûreddin Amca, Eee sonra yalnızım. Bu saatte de nereye gidilir? Nûreddin Amcamın yanma. Öyle değil mi?..

Page 3: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

-Öyle oğlum öyle... Lâkin senden Synlmak bana çok ağır gelecek. Nasıl da alışmıştım sana. Nasıl da sevmiştim seni. Çok zor gelecek çook!...Yusuf'un sesi buruklaştı;-Ben de sizleri, burada çalışan herkesi çok sevmiştim. Ama ne çâre...-Belli olmaz, ömrümüz varsa daha çok görüşürüz. Hem, birbirimizi kendimiz için sevmedik ki biz. Allah (c.c.) kalbimize imân nimetini yerleştirdi. İnanan herkes diğer inananları kardeş bildi. Muhabbet bu değil miydi zaten! Dünyânın bir ucunda olsak da birbirimizi sevmeye devam edeceğiz. Kardeşlerimizin kederini, neş'esini yüreğimizde hissedeceğiz. Rabbim bize o muhabbeti bahşettikten sonra mesafelerin ne ehemmiyeti var! Bakarsın bir gün beraber hizmet ederiz...-tiSon cümle Nûreddin Efendi'nin beyninde, kulaklarındadefalarca çınladı...-Ne güzel konuşuyorsun Yusuf. İnsanın içine öyle bir işliyor ki sözlerin. Şimdi daha bir üzülüyorum ayrılacağımıza. Senin şeker-şerbet sözlerinden ayrı kalmak ne kadar acı bİl-sen!...Yusuf başını önüne eğdi. Yüzü kızarmıştı. Karşısındakinin sözlerini Övgü telâkki etmiş, ağırına gitmişti. Kendini yokladı. Evet evet, nefsi bundan hoşlanıyor, haz duyuyordu.-Hayır, dedi. Hayır, ben kimseye bir şeyler anlatamam. Sen söyletene bak Nûreddin Amca. Şu zavallının kendine hayrı yok ki başkasına faydası dokunsun! Öyle bir devrin insanıyız ki, saksağanlar bülbül olmuş. Beni de o saksağanlardan say.-Bilirim oğlum, bilirim. Câhil biriyim ama, ben... Sözünün sonunu getiremedi, sustu. • Yerinden kalktı, dışarıya çıktı. Birkaç dakika sonra elinde iki simitle içeri girdi. Mutfak tarafına geçti, çay tepsisiyle geri döndü. Çaylar bardaklara döküldü. Bu mütevazı kahvaltı bitene kadar hiç konuşmadılar.Yusuf defalarca gördüğü Nûreddin Efendi'nin yüzüne bir ara yan gözle baktı. Hayret etti kendi kendine. Şimdiye kadar hiç dikkat etmemiş miydi?.. "Ne kadar nurlu bir yüzü var," . diye geçirdi içinden.Nûreddin Efendi süzüldüğünden habersiz sandalyesinde şöyle bir kımıldandı. Vecd içinde: -Elhamdülillah, dedi. Gözlerini Yusuf'a dikti:-Eee Yusuf, bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsun? -Sana hiç anlatmadım galiba. Askerliğimi liseden sonra yapmıştım ben. Bunun için başlamak istediğim bir işi askerlik sekteye uğratmayacak.-Sahi, askere neden liseden sonra gittin? Pekâlâ ünİversi-t teden sonra da gidebilirdin.-Liseden sonra bir tercih hatasıyla istemediğim bir fakülteyi kazandım, kayıt yaptırmadım. Ertesi sene de müracaat ederek askere gittim." Terhisime yakın tekrar imtihana girdim.Bu sene mezun olduğum "Astronomi" bölümünü işte o zaman kazandım. Çok şükür Rabbime, bana böyle bir ilmin tahsilini nasib etti. Konya'ya bir gideyim, ondan sonra düşünürüm hele...-Çok şükür dedi Nûreddin Efendi. Ne mutlu hem ilim sahibi olup hem de O'na isyan etmeyenlere. Ne kadar yazık etmişlerdir, ilim yoluyla O'na âsi olanlar!...Yusuf Nûreddin Amca'nm yine coşmak üzere olduğunu farketmişti. Ama pek vakti de yoktu. Müsaade istemek üzere.-Neyse, dedi. Benim daha uğrayacağım yerler var. Şimdi • arkadaşlar da gelirler; bir de onlarla vakit kaybetmeyeyim. Sonra hepinizle vedalaşmaya gelirim inşaallah.-Evet oğlum; vakit, hele senin vaktin pek kıymetli. Haydi oyalanma, selâmetle evladım...Saat sekize yaklaşıyordu. Şimdi iki günden beri düşündüklerini gerçekleştirecekti. Bedenleri artık dünyâdan göçmüş; açtıkları çığırlarla, yaşadıkları hayatla, eserleriyle gönüllere sultan olmuş birkaç büyük insanı ziyaret edecekti.Akşama kadar Eyyûb Sultan Hazretlerinin, Sultan Fâtih'in, Mimar Sinan'ın türbelerini ziyaret etti. önceleri, daha birçok yere gitmek istiyordu. Fakat bir türlü ayrılamamıştı onlardan. Geziniyor, dolanıyor, fâtihalaj; hediye ediyor; çıkıyor, tekrar <:İrivor, tekrar fatihalar ikram edivordu.

Page 4: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Çok tuhaf hisler içindeydi. Kimi zaman ağlamaklı oluyor, kimi zaman sebebi bilinmez bir korkuya kapılıyor, kimi zaman utanç hisleri içinde vücudunu ateşler basıyor, kimi zaman ferahlıyor, kimi zaman da bu büyük insanları sevmenin hazzını yaşıyordu.Eve döndüğünde akşam ezanı henüz okunmuştu. Hemen abdestinî tazeledi, namaza durdu. Sonra kuru bir şeyler yedi. Çalışma masasına yanaştı, sandalyeye oturdu. Dirseklerini masaya dayadı, daldı gitti. Düşünceler dur durak bilmiyor, biri bitmeden diğer bir mes'ele kafasını kurcalıyordu. ("Neden başkalarını değil de onları ziyaret ettim? Hayret! Halbuki daha kimlere gitmek istemiştim!...Cevab arıyor, bulamıyordu. "Sanki beni çeken bir şeylervar" dedi kendi kendine. Ö\ le ya, bir türlü bırakmak istememişti onları."Onlar mı beni bırakmadılar, yoksa ben mi bırakamadım? Hayır hayır; sen kim, onları bırakamamak kim!..."Yatsı ezanının sesiyle daldığı düşünce âleminden uyandı. Hemen davrandı, dışarı çıktı. Yakındaki mescidde yatsı namazını edâ etti. Namazdan sonra bir müddet caddelerde dolaştı.Gökte huzur veren bir mehtab, havada ferahlık veren bir esinti vardı. Yanından insanlar geçiyordu. Havaya karışan parfüm kokulan, egzos dumanlan, yüzüne savrulan sigara dumanları, arada bir serseri gençlerin çirkin haykırışları birbirini ta'kib ediyordu. O, bütün bunların farkında bile değildi... Gözleri bakıyor da görmüyordu sanki. Burnu, kulakları dış dünyâya kapalı gibiydi.Yürüyor; yakınlarını düşünüyor, insanları düşünüyor, dünyânın hâlini düşünüyor, kendi vaziyetini, vazifesini, bulunduğu mevkii idrake çalışıyordu...* * *Aradan iki gün geçmiş, Yusuf dönüş hazırlıklarını tamamlamıştı. O gün Konya'dan, amcasının fabrikasına ait bir kamyon geldi. Yükünü depoya boşalttıktan sonra, Yusuf'un birkaç mütevazi eşyası ve kitablan kamyona yüklendi. Amcasına şoförle selâm yollayıp, ertesi gün de yola çıkacağını söyledi. Kamyon o akşam geri döndü.O gece Yusuf Nûreddin Amcaya misafir oldu. Geç saatlere kadar konuştular. Ertesi sabah büroya beraberce gittiler. Çalışanlarla, müdürle, çok sevdiği Nûreddin amcasıyla vedâlaştı.Bindiği otobüs, ertesi sabahın ilk saatlerinde Konya'daydı. Vakit geçirmeden, koşarcasına eve gitti. Tek katlı müstakil evlerinin bahçe kapısını aceleyle açtı. Hızla yürüdü. Durdu, bahçeyi seyretti, evi seyretti. Tekrar yürüdü. Kapıya doğru yükselen birkaç merdiven basamağını çıktı. Elini zile uzattı. Vazgeçti, kapıya nazikçe dört defa vurdu. Sanki bekleyen birisi varmış gibi üç beş saniyede açıldı kapı.7Karşısında annesi duruyordu. Selâma bile fırsat verrru^ den "yavrum" diyerek öyle bir sarıldı ki!.. İkisinin de gözleri dolu doluydu. Ancak kollar gevşediğinde selâm verebildi.Beraberce salona geçerken, kapıda kardeşi İsa göründü. Aynı sahne bir daha yaşandı. Bir farkla ki, bu defa küçük kardeşten arz-ı ihtiram da vardı. Kardeşi öpmek kastıyla ağabeyinin eline sarılmaya yeltendi. Fakat ağabeyin elini öptürmeme gayreti üstün geldi.İçeriye hep birlikte geçip, karşılıklı, somyalara oturdular. Yusuf biraderinin, annesinin gözlerine şöyle bir baktı. İkisinin de gözlerinde sevgi, şükür pırıltıları vardı. İşte, seneler süren hasret bitmişti...Annesi oğluna doya doya bakıyor, gözleriyle konuşuyordu âdeta. Evlâdım biraz nrfeslensin diye bir zaman hiç konuşmadı. Yusuf, bu arada her ikisini de süzmeye devam ediyordu.İsa'nın hafifçe şişmanlamış olduğunu farketti. Uzunca boylu bu delikanlıda gene de onyedİ yaşın inceliği vardı. Saçları aynı ağabeyininki gibi hafif dalgalı, parlak siyahtı. Beyaz teni ve mavi gözleri, gür kaslarıyla ağabeyine çok benziyordu. Yusuf'un yüzü biraz daha dolgun, çenesi biraz daha yuvarlakça idi.Anneleri Nesibe Hanım, ne kaçtır ihtiyarlarsa ihtiyarlasın nurundan bir şey kaybetmeyen tipik bir Anadolu kadınıydı. Her zamanki gibi, şimdi de bembeyaz örtüler içinde nurdan bir heykeli andırıyordu.Yusuf yerinde şöyle bir kımıldandı. Gözlerini annesinin gözlerine dikti:

Page 5: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

-Şükür Rabbime! İşte dört sene nasıl da geçti. Fakülteyi birincilikle bitirdim, anacığıma geldim.-Hiç de haber vermemiştin, dedi İsa, sitemli sitemli...-Bilmez değilsin ya İsa! Sâdece size söylüyorum birinci olduğumu. Hem, bizim elimizde pek bir şey yok. Rabbim çalışma arzusunu, ilim aşkını verdi; bana da gayret etmek düştü. Bilirsin, bizim için dünyalık mükâfatlar mühim değildir. İlmi de her şeyin sahibi olan Allah (c.c.) için ister, O'nun rızası dairesindeki hedeflere yürürüz. Belki, ehl-i dünyâ birisi de bi-rinci olabilirdi. O hâlde pek mühim değil, öyle değil mı?..-Benim mütevazı oğlum, diye mırıldandı nnnosi. Tıpkı babası gibi...Gözleri dolu doluydu Nesibe Hanım'ın.-Babanız da görseydi bu günleri. Kimbilir nasıl se\ inirdü-Görmediğini nerden bilebiliriz? Nûr içinde yatsın, makamı âli olsun. Ona lâyık evlâd olabilirsek ne mutlu bizlere...Son sözünü söylerken kardeşine ma'nâlı ma'nâlı baktı Yusuf.-Sen gene de şanslısın ağabey, derken gözleri doİu, sesi titrekti İsa'nın.-Ben, bir yaşımdaymışım o zamanlar. Tanıyamadım bile babamı.Anneleri tath-sert bir edayla konuştu. Sesinde kendini de teselli eder bir hava vardı sanki:-Yetmiyor mu birer şehid evlâdı olmanız? Rabbime sonsuz şükürler olsun ki ben de bir şehid hanımıyım. Madem ki hepimiz ebed yolcusuyuz; tnşaallah cennette, aslî vatanda yollarımız birleşecek."Şükürler olsun, sonsuz şükürler olsun" derken, İki kardeş duaya gözyaşlarıyla icabet ediyorlardı.Az sonra, üçünün de dudakları kıpırdıyordu. Yoüanan fatihalardan sonra Nesibe Hanım ayağa kalktı. Kahvaltı hazırlamak üzere mutfağa geçti.Yusuf kalktı kardeşinin yanına oturdu.-Eee, telefonla hayırladık ama bir daha "hayırlı olsun" diyelim. Sonunda sen de mezun oldun. Allah (c.c.1 hayırlı etsin...

-Sağolasm ağabey, âmin!... Okulu bitirdim bitirmesine de, az daha sınıfta kalıyordum. Hem de çok iyi olduğum edebiyat dersinden...-Yaa, niçin?-Niçini, imanlı olmak! Bu sene yeni bir hoca geldi. Eskilerine hiç benzemiyor. Hattâ benimle beraber sınıfta kalacak birkaç arkadaş daha vardı. Son imtihan test olunca sular tersine döndü. Sınıfta bırakmaya imkân bulamadı, Malûm ya, test olunca soru da cevab da yoruma mahal bırakmıyor. Tabiî ben de, diğer arkadaşlar da hocayla sınıfta fikir mücâdelesi yapankişilerdik. Sınıfta sıkıştırır dururduk adamı. Çok zaman ya kızar, veya kaçamak yollara sapardı.Yusuf kardeşine sımsıkı sarıldı:-Kardeşim benim!.. Şimdiden mücâdelenin içindesin. Gazan mübarek olsun...A/ sonra anneleri hazırladığı kahvaltı tepsisiyle içeriye girdi. Yere sofra kuruldu. Oturup yemeye koyuldular.Kahvaltıdan sonra İsa odasına çekildi. Sofrayı kaldırıp bulaşıkları yıkayan Nesibe Hanım, salonda somyaya uzanmış dinlenmekte olan oğlunun yanına geldi. Hemen toparlanıp kalktı Yusuf. Annesine yer açtı,yan yana oturdular. Başını annesinin omzuna yasladı.-Konya'dakiler nasıllar anne?-Hepsi iyiler yavrum. Amcanlar, dayınlar, komşular... Yalnız amcanın oğlu Yavuz son günlerde hasta mı desem, başka bir şey mi desem, bir tuhafmış. Geçenlerde Râbia gelmişti. Çok değiştiğini söyledi. Hattâ "korkuyorum, ağabeyimin sinir hastası olmasından endişe ediyorum" dedi.-Hayret, peki neler yapıyormuş?-Bilirsin, Yavuz çocukluğundan beri hırçın, sert tabiatlı birisidir. Son günlerde evdekilere, hele babasına çok ters davranıp -ırmuş. Olur olmaz şeylere kızıyor, en ufak bir ikaza misliyle cevab veriyormuş. Zaman zaman gözleri dakikalarca sabit bir noktaya takılı kalıyor, sanki etrafında olup bitenleri hiç farketmiyor gibiymiş. Bazen odasına saatlerce kapanıyor, hiç dışarı çıkmıyormuş. Geçenlerde evin salonundaki vitrinde ne varsa kırıp dökmüş. Cam, çerçeve, bardak, çanak ne varsa hepsi... Babası hemen koşup birkaç tokat atmaya kalkmış.

Page 6: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Babasının ellerinden yakalamış. Sonra bağırıp çağırmış. Çarpmış kapıyı çıkmış dışarı. O akşam da eve gelmemiş.-Peki bütün bunların sebebi?..-Sebebini kimse bilmiyor ki! Zavallı Râbia!.. Son kısımları anlatırken gözleri dolmuştu. Sebebini bilmek bir tarafa, tahmin bile yürütemiyor.-Sebebsiz hiçbir şey olmaz anne. Hayırlısı bakalım. Allah (c.c.) sonlarını hayır etsin.10-İnşaallah yavrum!.. İstersen bir git ziyaretlerine. Odasına kapanıp kaldığına göre, ihtimal evdedir. Görüşür konuşursun. Bilirsin, seni eskiden beri sever. Ümid ederim sözünü dedinler. Belki hir şeyler öğrenirsin, faydan dokunur.-Gideyim inşaallah. Yalnız yıkanıp temizleneyim de öğleden sonra giderim...• • •Yusuf'un amcası Seiâmi Bey "in evi Konya'nın mutena semtlerinden birinde; müstakil, büyük bir evdi. İki katlı taş bir binaydı. İçinde envai çeşit çiçeklerin olduğu koca bir bahçesi vardı. Bazı meyve ağaçlarının yanısıra birkaç salkım söğüdü ve akasya ağaçlan da vardı. Evi, taştan örülmüş yüksek bir ihata dinarı çevreliyordu. Duvarın üzerine yüksek parmaklıklar konduruSmuştu. Zenginliği uzaktan anlaşılan bu evi komşu evlerden ayıran bir yönü, kullanılan ahşap malzemeleriyle, pencere ve pervazîarıyla, avlusuvla, merdivenleriyim, son devir1 Osmanlı mimarisini andirmasıydı. Sayıları tükenmeye yüz tutan, her biri târihe gömülen bu evlerin Konya'da ki en genç nü-munesİvdi. Adeta küçük bir saraydı...Büyük demir kapıdan girip ön bahçeden yürüdü Yusuf. Yirmi metre tutan bu yolun iki tarafında gül fidanları vardı. Yerler kesme taş döşeliydi. Merdivenlere ulaştı. On kadar basamağı çıkıp kapıya vardı, zili çaldı. Kapıyı hizmetkâr İzzet Efendi açtı. Yası elliye yaklaşmış bu enıekdâr hizmetkâr her zamanki soğukkanlı haliyle :-Buyurun Yusuf Bey, diyerek içen buyur etti. Yusuf selâm vererek hemen içerde kimler olduğunu sordu.-Yavuz Bey odasında, Râbia Hanım var. Beyefendi de birazdan gelecekler. Ben sizi salona alayım.İzzet Efendi önde, Yusuf arkada yürüdüler. İçeri geçince pencere tarafındaki bir koltuğu gösterdi:-Siz buyurun oturun. Ben...Birden hatırlamış gibi durdu:-Yavuz Bey'in hastalığından haberiniz vardır herhalde?-Evet. Bugün sabah geldim; gelir gelmez öğrendim. Pek ciddi değildir inşaallah?..11-Vallahi ne söylesem yalan olur Yusuf Bey. Ben de hanımdan duyduğum kadarını biliyorum. O da Râbia Hanım'm birkaç kelimeyle anlattıklarını söyledi bana. Bir şey diyemem-Hâdiseleri yorumlamak da haddime düşmez. Zâten eskiden beri Yavuz Bey pek muhatab olmaz benimle.-Günlerdir odasından hiç çıkmıyor. Aile doktoru, uzun müddet istirahatinin münasib olacağını söylemiş. Tabiî bu sözü, Yavuz Bey'i hiç muayene edemeden babasına söylüyor. Yavuz Bey eve gelenlerin yanma çıkmıyor. Odasına kadar çıkmak isteyenlerin çoğunu reddediyor. Kısacası, ne yapar ne eder bilmiyorum.-Sağolasın İzzet Efendi. Anlattıkların faydalı oldu.-Râbia Hanım'İa görüşmek ister miydiniz?-Hayır. Amcam geldikten sonra hep beraber konuşuruz. Şimdi sen Yavuz'a geldiğimi haber ver, görüşeyim bakalım.Hizmetkâr haber vermek üzere çıktı.Yusuf beklerken, kendi evlerinin sadeliğiyle amcasının evinin şatafatını mukayese etti.Geniş bir ev... Dışarıdan ziyâde, içerisinin zenginliği ve gösterişi... Amcası oldum olası pahalı şeyleri almayı, kullanmayı severdi. Hattâ kullanmasa da, bir köşede bulunsun isterdi. İşte yerdeki ipek halılar, şu tam karşısındaki vitrinde kim-bilir kaç liralık incik boncuk, şu tavanda belki yılda birkaç defa

Page 7: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

kullanılan üç büyük avize birden... Evin bütünü hesablanırsa; iç döşemesi, tezyinatı, dış mimariye yapılan masraftan kat kat fazla tutuyordu."Acaba bütün bunlar gerekli mi? Saadet için yeter mi? "diye düşündü." Huzuru bu debdebe mi verecek insana?..."Birden aklına geldi... Yavuz'la konuşacaklarını o dakikaya kadar hiç düşünmemişti. Yoksa en doğrusu konuşmanın akısına kapılıp gitmek miydi?O sırada İzzet Efendi kapıda göründü.-Yavuz Bey hazır olduklarını söylediler. Sizi bekliyorlar.Yusuf ayağa kalktı. Beraberce antreye geçtiler. Merdivenlerden ikinci kata çıktılar. Birkaç adım sonra Yavuz'un oda kapısı önündeydiler.Kapıyı çaldı. İçerden "buyurun" sesiyle birlikte buzlu12camda bir gölge belirdi. Yusuf'un kapıyı açmasına fırsat kalmadan Yavuz tarafından açıldı.Ardına kadar açılan kapıda, bir an Yavuz'un solgun ve perişan yüzüne takıldı kaldı gözleri... Cansız bir sesi vardı:-Gel, içeri gir.İçeri girdi, kapı kapandı. Yavuz kollarını açtı.-Hoşgeldin, dedi ve sarıldılar. Yusuf'un dikkatini çekmişti: Amca oğlunun sarılışında bir korku, meded bekleyen bir insanın hâli vardı.Bir ara Yavuz'un kollan gevşemiş, Yusuf sarılma faslı bitti zannetmiş, fakat karşısındaki daha bir sıkı sarılmıştı. Bir an donakalmış, ne yapacağını bilememişti. Neden sonra kollar gevşemiş, birbirlerinden Öylece ayrılmışlardı.Yavuz, yattığı kanepenin karşısındaki koltuğu eliyle işaret ederek yer gösterdi.İkisi de yerlerine oturunca, odanın loşluğunu Yusuf o zaman farketti. Dağınık odaya, duvarlara tedirgin tedirgin göz gezdirirken Yavuz'un:-İstersen perdeleri açayım, sözünü duydu.-Fark etmez, sen nasıl rahat edersen...-Son günlerde ben pek açmıyorum, ama sen belki sıkılırsın...-Nasılsın bakalım Yavuz? Görüşmeyeli bîr seneye yaklaşıyor nerdeyse.-Nasıl olmalıyım sence?! "İyiyim" desem, hâlimi sen de görüyorsun. "Kötüyüm" desem, benden kötü daha niceleri var. Nasıl olduğuma sen karar ver artık...Yusuf zoraki gülümsedi. Ağzı temkinliydi:-Ben de bugün sabah geldim. Annemden, biraz rahatsız olduğunu duydum. Hiç vakit geçirmeden sana gelmeye çalıştım. Bilirsin, seni eskiden beri...-Evet Yusuf, bilirim; beni eskiden beri seversin. Ben de severdim seni. Çocukluğumuz birlikte geçti desek yeridir. Sık sık gider gelirdik birbirimize. Senin babanın, arkasından benim de annemin ölümünden sonra bir şeyler değişti. Şartlar mı değişti, zaman mı değişti, bizler mi değiştik, bilemiyorum.13Aramıza aşılmaz dağlar girdi sanki. Sizin aileyi bilmem. Fakat biz, eski biz değiliz artık.-Biraz evvel dikkat ettiysen, "ben de severdim seni" dedim. Şimdi düşünüyorum da; acaba çok sevdiğim seni bugün de seviyor muyum?.. Yoo hayır... Belki çocukça, safça bir sevgiydi geçmişteki. Dünyâ çok zâlim! İnsanlar gaddar! Hayat son derece iğrenç Yusuf! Bugün benim için insanların hepsi aynı... İyi insan, kötü insan, hayırlı, şerli insan yok benim için... Zira her şeyden nefret ediyorum. Kardeşimden, arkadaşlarımdan, bütün insanlardan ve.... Ve babamdan!..."Babamdan" derken sesi ıslık gibi çıkmıştı. -Peki ya benden?..Bası önce öne indi Yavuz'un. Bir müddet bekledi. Sonra hızla başını kaldırdı. Yusuf unkilere benzeyen mavi gözlerinde tuhaf bir parıltı vardı. Kumral düz saçları dikilmiş gibiydi. Ayağa kalktı, pencereye doğru sinirli iki adım attı. Geriye döndü, kanepeye yığılır gibi oturdu. Tekrar Yusuf'a baktı. O parıltı kaybolmuştu. Yalvarır bir tarzda: -Bunu şimdi sorma bana, dedi."Beni kırmak istemiyor. Geçmiş günlerin hatırına mı .ıca li" diye duşundu Yusuf.H.ıkkımc!.-, kimbilir neler duydun?...Bu umulmadık soru karşısında bir an için afalladı Yusuf. Ama çabuk toparlandı.-Biraz evvel de söyledim ya. Sâdece biraz rahatsız olduğunu duydum. İşin mâhiyeti nedir? Müsaade edersen, senden öğrenmek isterim.Yavuz hışımla kıpırdandı:

Page 8: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

-Hastaymışim ha! Herkes öyle söylüyor. Hastaymışım öyle mi? Tabiî herkese duyuran da bizimkiler!..Bakışları yerdeki halı motiflerini delecek gibiydi. Devam etti:-Hayır, bin defa hayır!... Hasta falan değilim ben! İnsanlar bilmedikleri, anlayamadıkları her şeye bir kulp takıyorlar. Benimkine de "hastalık" diyorlar... Neden hasta dediklerinin farkındayım. Kendilerini öyle avutuyorlar. Veya dostlarına, ahbablarına "oğlum hasta" demek, çok kolayına geliyor sevgili14

4babamın... Bilsen, bütün bunlar daha da canımı sıkıyor Yusuf. Beni biraz da kendi hâlime bıraksalar ya!.. Neden üstüme bu kadar geliyorlar? Senelerdir bir cenderede gibiyim Yusuf!...-Hatırlar mısın? Daha lise çağlarında babamın baskılarından, ters hareketlerinden söz ederdim. Şikâyet edecek, derdimi açacak kimsem yoktu. Etrafımdaki en olgun, en anlayışlı, bana en kestirme yardımı yapacak olanın sen olduğunu gördüğüm için sana açılırdım.Sesi biraz yumuşamıştı şimdi. Yusuf fırsatı kaçırmak istemedi:-Maziyi bırakalım Yavuz. Peki günlerdir odana kapanman, en yakınlarına nefretle bakman, asabî tavırların neyle te'vil edilebilir?...Zamansız bulduğu bu soru Yavuz'u önce şaşırttı. Dura-ladı birden... Belki söylenecek çok sözü vardı...-Lütfen, defalarca duyduğum bu sorulan bir de sen sorma! Sen olsun rahat bırak, beni benimle bırak!... Hiçbir şeyim yok!..-Lütfen çık artık Yusuf! Kusura bakma. Yorgunum, uyumak istiyorum.Yusuf kibarca kovulmuştu. Gelecek için ümitliydi gene de. Ayağa kalktı.-Beni ararsan her zaman gelmeye hazırım. Bize de beklerim, kardeşim Yavuz!..Oturduğu yerde Yavuz'un; yarı mahcub, yarı sinirli bir hâlde, başı öne eğili, derin derin nefes aldığını gördü en son. Kapıyı açtı, dışardan kapattı ve aşağıya indi.Salona geçti. Biraz evvel oturduğu koltuğa gitti oturdu. Aşağıya inerken İzzet Efendi görmüş olacak ki vakit geçirmeden salona girdi.-Bir arzunuz var mı Yusuf Bey?-Hayır sağolasın...-Amcanız siz yukarıdayken telefon ettiler. Şu dakikalarda gelmeleri lâzım. Sizin de burada olduğunuzu söyledim kendilerine. Biraz beklerseniz...-Tabiî tabiî, görüşmeden gider miyim hiç...15-Râbia Hanım'a haber verelim mi?-Lüzum yok. Amcam geldikten sonra, hep birlikte otururkonuşuruz.Hizmetkâr çekildi gitti. Yusuf koca salona şöyle bir göz gezdirdi tekrar tekrar. Yüzünü buruşturarak acımaklı:"Koca evde üç yalnız" diye mırıldandı. "Ne yapabilirim, nasıl yardım edebilirim" diye düşünürken, birden kapıdan bir gölge gibi Râbia süzülüverdi. -Hoşgeldin Yusuf ağbi.Yusuf şaşaladı birden. Yerinde toparlanmaya çalıştı. Acele ayağa kalktı. Râbia yürüdü, tam karşısında durdu. Gözlerinin içi gülüyordu. Sevinç bütün yüzüne yayılmıştı.Kendisine bir can simidine bakılır gibi bakıldığını hissetti Yusuf. Gülümsemeye çalıştı. -Hoşbulduk Râbia.-Ne zaman geldin diye sormayacağım. Geldiğinden haberim vardı.Sitem kokan bu söz dikkatten kaçacak gibi değildi. Geri döndü. Yusuf'un karşısında bir koltuğa oturdu. Yusuf'un tokaiaşmadığmı bildiği için elini hiç uzatmamıştı.Günlük kıyafetlerinden birini giymişti. Mavi üzerine beyaz puantiyenli bir entari. Maksiyi andırıyordu nerdeyse... Oldum olası kısa kollu, kısa etekli elbiseleri giymezdi. Etekleri her zaman diz kapaklarının çok altındandı.Kıyafeti ondokuz yaşında bir genç kız değil de, karşısındakine olgun bir kadın intibaı veriyordu.

Page 9: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Saçlarını hiç örtmezdi. Yirminci asır son çeyreği Anado-lusunun tezat teşkil eden bir kıyafet anlayışı vardı. Hem uzun ve bol elbiseler, hem de hiçbir zaman örtülmeyen bir baş... Devrin, insanı getirdiği nokta... İslâm'dan vazgeçememe, Avrupalı da olamama... Hüviyetini kaybetmişlik...O gün saçlarını itinayla taramış, arkada at kuyruğu bağ yapmıştı. Uzunca boyuyla çok ahenkli duran düz siyah saçlarıvardı.Gülen bal rengi gözleri az önceki hâlini hiç kaybetmemişti.-Ağbimle konuştuğunu biliyordum. Ayşe Teyze sen ge-16lir gelmez söyledi. Aşağıya indiğini de duydum...Yusuf açıklama yapma ihtiyacını hissetti:-Babanın gelmesini bekliyordum. Ağabeyin hakkında konuşacaklarım var. Hizmetkâra da tenbih etmiştim. Baban gelir gelmez seni de çağıracaktı.Râbia hiç ses çıkarmadı- Yusuf'un yüzünü İse ateş basmıştı. Bir taraftan bir emrivaki ile karşı karşıya kalıp; Râbia'nın içeri girip oturması, diğer taraftan hesab sorar bir ta-vır..."Nasıl etsem de şurada onunla yalnız kalmaktan kurtul-sam" diye düşünüyordu. Hiç olmazsa amcam gelene kadar... En iyisi sıcağı bahane etmek, elini yüzünü yıkamak üzere izin istemekti. Ama böyle zeki bir kıza inandırıcı gelecek miydi bu? Aldığı kültür, yapılacak hareketin hikmetini idrâke kâfi değildi ki!...Bir an boş boş bakındı etrafa... "Olsun" dedi. "Gün olur inşaallah anlar". Birden:-Hava çok sıcak, dedi. -Vantilatörü çalıştırayım.-Yoo sağol. Ben en iyisi lavaboya gidip biraz serinleyeyim.O sırada bahçenin yan giriş kapısı tarafından bir otomobil sesi işitildi. Yusuf biraz ferahlamışti. Râbia: -Babam geldi, diye konuştu.-Neyse ben dışarı çıkayım. Amcam içeri girene kadar dönerim.Râbia zilin çalmasını beklemeden gidip kapıyı açtı. Babası Selâmi Bey az sonra geldi, İçeri girdi. Baba kız, doğru salona geçtiler. Selâmi Bey ortalığa bir göz attı; yürüdü, her zaman oturduğu baş köşedeki koltuğuna oturdu. Biraz nefeslendi:-Yusuf gitti mi? Yoksa Yavuz'un odasında mı?Eliyle dışarıyı işaret etti.-Şimdi gelir... Fabrikadan mı geliyorsun baba?-Evet kızım. Saat altıdan sonra gene gideceğim. Ayşe Hanım'a söylesen de çay yapsa.Babasının isteğini yerine getirmek üzere Râbia dışarı çıktı.17Selâmı Bey ilerlemiş, yaşma rağmen hâlâ hızlı bir çalışma temposu içindeydi. Yaşı elliyi geçmişti. Buna rağmen çok zaman on üç-on beş saat işlerinin başındaydı. Çok çalışıyor; kendisine, ailesine az vakit ayırıyor, az dinleniyordu.Orta boyluydu. Onun yaşındaki birçok kimsenin ortak derdi olan şişmanlıkla bir alıp veremediği yoktu. Kırlaşmış düz saçları çok az dökülmüş, aim kısmı hafifçe açıktı. Bir kuyu gibi derin bakan koyu kahverengi gözleri, hafif dolgun yüzü, kalın dudakları, çatıldığmda bile yüze sert ifade vermeyen düz kaslarıyla, ilk karşılaşan bir insana hürmetle karışık güven hissi telkin ediyordu.Yusuf içeri girdiğinde baba-kızı karşı karşıya oturmuş buldu. Selâm verirken gözlerinin İçi gülüyordu.-Ve aleyküm selâm, hoşgeldin yiğenim.Çok sevdiği yiğenini kucaklamak üzere ayağa kalktı. Kollarını açtı, hasretle kucakladı. Omuzlarından tuttu, sevgiyle gözlerine baktı, parmakları ucunda yükselerek birazcık eğilen Yusuf'un alnından öptü. Sonra yiğenini bırakmadan:-Gel, şöyle yanıma otur, dedi.-Nasılsın evlâdım? Ne zaman geldin Konya'ya?-Çok şükür amcacığım... Bugün sabah geldim. Öğleden sonra da size geleyim dedim.-Hoşgeldin, sefalar getirdin yavjum...Selâmı Bey bir an sustu. Bir iç geçirdi. Sonra:-Yavuz'la görüştün mü, diye sordu.

Page 10: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

-Gelir gelmez odasına çıktım. Zâten bu kadar acele gelmemin sebebi de Yavuz idi. Annemden Öğrendim, hemen geldim. Beş-on dakika kadar konuştuk.-Doğru söyle Yusuf! Sâdece sen mi konuştun, yoksa ikiniz de mi?...Bunu söylerken oldukça ciddî idi. Yusuf ise önce şaşkın şaşkın baktı amcasına. Sonra anlar gibi oldu.-Karşılıklı konuştuk işte... Ama pek fazla sürmedi. Has-tfea olduğunu duyduğumu söyleyince birden sinirlendi. Hasta tehaata. denildiğini, çok üâtüne gi- ettrve%,Üeirıiiı hâline bıratelinaik İfc- soyledİi.Selâmi Bey, kızına döndü:-Biz farklı bir şey mi yapıyoruz? Evet Yusuf, başka?...-Buna benzer şeyler işte..; Yalnız, beni kırmamak için azami gayret sarfediyordu. Bazı sözler dilinin ucuna kadar geldi; ama söylemedi veya söyleyemedi. Velhâsıl bana da pek bir şey anlatmadı.Selâmi Bey tekrar kızma baktı:-Görüyorsun değil mi?! Yusuf'a muamelesinde de pek fark yok.-Her şey düzelir inşaaîlah. Bunlar gelip geçicidir amca.-Peki oğlum senin yorumun nedir? Doktor da istemiyor. Ne yapacağımızı şaşırdık!...-Hasta olmadığına inanan birinin doktor istememesi, gayet normal amca... Ama bir doktorun, hiç olmazsa hâdiseyi görüp Yavuz'dan ziyâde size rehberlik İmkânı vardı. Sözümü lütfen yanlış anlamayın...Her ikisine de bir göz attı. Hak verir gibi başlarını sallıyorlardı. Amcasının yüz hatları gerilmişti.-Şimdilik en iyisi beklemek. Sabırla beklemek... Odasına mı kapanıyor? Sizinle zaruret haricinde konuşmuyor mu? Üstüne varıldığında kırıcı-dökücü mü oluyor? Bırakın, şu sıralar hiçbir işine karışmayın. Günü gelince eski hâline dönecektir İnşaaîlah.Bir ara Râbia'nın koltuğunda kıpırdadığını gördü. Kendisine bakıyor, sinirli sinirli gözlerini kırpıştırıyordu. Hattâ bir an konuşmak için ağzını açtı. Sonra vazgeçti.-Yavuz'un vaziyeti hakkında yorum yapmak bana düşmez. Bu; size karşı, doktorlara karşı, zamana karşı haddimi aşmak olur...-Seni her zaman takdir eder, sana güvenirim. Söyleyeceklerin de şübhesiz bizler için kıymetlidir oğlum.Râbia artık mes'eleyi kapatmak ister gibiydi:-Ağbimle Yusuf ağbi doğru dürüst konuşmadı bile.-Evet amca, konuşmak için hakikaten erken. Sonra belki...Selâmi Bey'in sesi endişeliydi:-Aman yavrum Yusuf! Senden ricam, hiç olmazsa bu19günlerde sık sık bize gelmen. Çocukluğunu*. Yavuz'la beraber geçti. Birbirinizi seversiniz. İnşaallah bugünleri senin de yardımlarınla atlatacağız. Beni, bizi kırmazsın değil mi?!.. Onun dilinden ancak sen anlarsın.-Tabiî amca, inşaallah elimden geleni yapacağım. Bir .faydam olursa ne mutlu...İzzet Efendi çay tepsisi elinde, içeri girdi. Servisi yaptı, çekildi... Çaylar yudumlanmaya başlandı.Yusuf ihmal etmiş de hatasını telâfi etmek istermiş gibi sordu:-İşleriniz nasıl amca?Cevab verip vermeme arasında bocaladı Selâmi Bey. Daha da huzursuz, sıkıntılı bir havaya büründü. Konuşmak iste-mezmiş gibiydi. Deminki yaranın üzerine, ikinci bir yaraya tuz basılmıştı sanki...Bu hâl Yusuf'un da, Râbia'nın da dikkatinden kaçacak gibi değildi.-Evlâdım, fabrika işlerini sonra geniş bir zamanda konuşsak. Sabahtan akşama kadar zâten...Râbİa gözlerini kısarak:-Baba, bir şey mi var, diye sordu.-Hayır kızım; her zamanki gibi İdare edip gidiyoruz işte. Hem Yusuf'u şimdi yormayalım bunlafla. Bugün-yarın fabrikaya gelir, uzun uzun dertleşiriz amca yiğen... Bazı hususlarda tavsiyelerini de almak isterim.Yusuf, gururunun üstüste okşanmasından rahatsız olmuştu. Son sözlerde de bir başkalık sezmişti.

Page 11: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Râbia tatmin olmamıştı:-Babacığım, biz bir aileyiz değil mi? Benim de bazı şeyleri bilmek hakkımdır zannederim. Belki sizce lâkayd birisiyim. Ama büyüdüm artık baba!.. Ondokuz yaşında, aklı başında, üniversite tahsili yapan bir kızım.Bir an fazla ileri gittim diye duraladı. Babasının gözlerine baktı. Hayır, herhangi bir kızgınlık emaresi yoktu.Babasını severdi Râbia. Onu kızdırmaya da üzmeye de gönlü elvermezdi. Yumuşak bakışlarından cesaret alarak devam etti:20-Bir tarafta ağbim, bir tarafta sen!... İki meçhul arasında bırakmayın beni. Ne olur söyle baba! Yusuf ağbiye ifşa edeceğin şeyleri benden mi saklayacaksın?..Sesi titriyordu Râbia'nın. Yoksa biraz da kıskançlık ma'nâsı mı vardı sözlerinde?-Bak kızım, son günlerde yaşadıklarımız malûm. Sen de haliyle, biraz fazla endişelisin. Buluttan nem kapıyorsun âdeta. Ortada büyütecek bir mes'ele yok.-Pekâlâ babacığım... O büyütmeye değmeyecek küçük mes'ele nedir? Onu öğrensem bari...Bu kararlı tavır karşısında saklayacak bir şey kalmamıştı anlaşılan. Selâmi Bey koltuğunda şöyle bir yerleşti. Anlatmaya başladı:-Fabrikada işler son aylarda bozulmaya başladı. Körfez Harbi'nden sonra en büyük pazarımızı kaybettik. Biliyorsunuz, halılarımızın büyük kısmı dış pazarlarda satılıyordu. Dış pazarın da hemen hemen yarısı Irak'a aitti. Savaş bitti, ama bizim pazarımız açılmadı. Birleşmiş Milletler Teşkilâtı'mn Irak'a ambargosu hâlâ devam ediyor. Hoş, ambargo kalksa da mal satabileceğimiz şübheli ya... Malûm, adamların ekonomileri alt üst oldu.-İmalâtı azaltarak, aylardır kendimizi ayarlamıştık. "Ne yapalım, kârımız daha az olsun" dedik- Fakat toplu sözleşme vakti yaklaştıkça bir tedirginlik, işçiler arasında dedikodular başladı. İki aydır bunu yaşıyoruz...-İşçilerle münâsebetlerim eskiden beri iyiydi. Kahir ekseriyet hâlâ bana cephe almış değil. Fakat, sendikanın istediği ücret artışı yüzde yüz yirmi... Bu rakam bazılarını kışkırtıyor.-Ben aylardır normal ücretleri vermede zorlanırken bir de bu çıktı karşıma! İstenen ücretin verilmemesi hâlinde, greve gidileceği şayiaları gitgide yaygınlaşıyor. İçinde bulunduğumuz şartları öne sürerek bazılarının işine son verebilirdim. Ama iyi niyetim hâlâ devam ediyor. "Zararı yok; onlar zarar göreceğine ben zarar göreyim" diyorum.-Maalesef İyi niyet karşılıklı değil. Aynı niyeti bazı işçilerde göremiyorum...-Peki amca, işin siyasî cephesi de var mı?21-Şübhesiz... Çok küçük bir azınlık var. Dışardan da destek gördükleri İçin küstahça davranıyorlar. Velhasıl; çok şaşkın bir vaziyetteyim çocuklar. Ne yapacağımı bilemiyorum. Müdürler, şefler, ustabaşlanndan yana da pek ümidim yok. "Ne şiş yansın ne kebab", politikası güdüyorlar. Bana d^, sendikaya da, işçilere de şirin görünmeye çalışıyorlar.-En kötüsü de bu ya, dedi Yusuf. Karşındakinin dost mu düşman mı olduğunu; düşman ise ne zaman hamle yapacağını bilememek.-İşler işte böyle çocuklar...İnsan; ümitsiz, endişeli anlarında en umulmadık kişilerden meded bekler ya... İşte o nazarla baktı kızıyla yi genine. Ezici bir yükten kurtulmuşların rahatlığı vardı sanki...Selâmi Bey, birden gözlerini yiğenine dikti. Bir şeyi yeni hatırlamış gibi baktı. Çok mühim bir vazifeyi ihmalin \ erdiği telâş ve eziklikle konuştu:-Oğlum, kusura bakma. Bir an için hayıriamak bile aklıma gelmedi. Okulunu bitirdin. Allah hayırlı etsin.-Sağdasın amca.-Hayırlı olsun Yusuf ağbi-Râbİa'ya döndü Yusuf:-Teşekkür ederim Râbİa. Yavuz'un dertlerini konuşmaktan ben de doğru dürüst hâl hatır soraınadım. Okul ne âlemde gidiyor? Zayıf dersin yoktur inşaallah?-Derslerim iyi. İkinci sınıfa geçtim. Senin, alâka duyduğun Astronomi tahsilini gördüğün gibi, ben de sevdiğim Sosyoloji tahsiline devam ediyorum işte... Bizler

Page 12: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

şanslıyız çok şü-kür.Ne yazık ki birçokları; taleb ettikleri ilmin,muvaffak olacakları mesleğin tahsilini görme imkânından mahrum kalıyorlar.-Ne yazık ki, diye teyid etti Yusuf.Mevzu değişmişti. Selâmi Bey bahsi toparlayıp bir neticeye varma ihtiyacını hissetti:-Yusuf yavrum, yarın fabrikaya kadar gelebilir misin? Hem fabrikanın son hâlini görürsün, hem de uzun uzun neler yapabileceğimizi konuşuruz.Yusuf sıkılıyordu. Koskoca, tecrübeli,yaşlı-başlı bir ada-22ma akıl vermenin düşüncesi bile eziyordu onu. Mahcub mah-cub cevab verdi;-înşaallah amca, gelmeye çalışırım.Râbia müsaade isteyen gözlerle babasına baktı. Ağzını açtı, tekrar kapattı. Tekrar konuşacakmıs gibi açtı.Babası vaziyeti anlamıştı. Kızının gözlerine baktı.-Babacığım, işlerinize karışmak istemem ama.. Nenimde fikirlerime itibar edilir herhalde!İnce bir bilgiçlik, daha da ötesinde örtülü bir kıskançlık havası vardı ses tonunda.Sabır ve müsamaha kokan bir sesle cevab verdi bahamı;-Gayet tabii... Seninle istişare edeceğime sübhon olmasın. Ağbinle de konuşmak isterdim, ama durumu malûm. Konuşulmuyor bile onunla...Bu sözlerin bir avutmaca mı, yoksa hakikat mi olduğu o an için kolay kestirilemezdi. Râbia tatmin olmuş görumiu..Vakit ikindiye \ aklaşmıştı. Yusuf müsaade isteyerek kalktı. Kendisini kapıya kadar uğurladılar. Selâmi Bey, diş bahçe kapıcına kadar yi gen i no eslik etti. Yu>uf \ı\lâlaMiıak üzere elini uzatmıştı ki:-Bir soy soracağım oğlum, dedi. Yavuz bugünlerdi' hı/c karşı çok kırıcı. Odasında vına karşı herhangi bir kaba hareketi oldu mu?-Hayır amca, nerden çıktı hu?!-Bak evlâdım, ben oğlumu a/ çok tanırım, tie I ki sana karşı da tersliği tutmuştur diye düşündüm de...-Yoo, kat'iyyen olmadı öy'e bir şey..-Bak; eğer en ufak bir kusuru olduysa, onun nâmına ben özür dilerim senden. Kusuruna bakma onun. Sende gördün ki...Tatmin olup olmadığını tam kestiremedi, ama önceki cevabını ısrarla tekrarladı Yusuf.Vedâlaştı, yola çıktı. Bir dolmuşa atladı; kafası allak bullak, eve döndü. İçeri girdiğinde ikindi ezanı henüz okunmuştu. Hemen abdestini tazeledi, namazını edâ etti.Bir lezzet alamadı namazdan. Zihnindeki karışıklık bir türlü sükûn bulmuyordu. Kâh amcasını, kâh Yavuz'u, kâh fab-23rikayı düşünüyordu.O gün, o akşam; annesiyle, kardeşiyle çok şeyler konuştu. Fakat sorulanlara ne cevab verdiğinin, neler dinlediğinin, neler anlattığının pek şuurunda değildi. Annesi neler olup bittiğini sorduğunda kestirme cevablar verdi. Ertesi gün de fabrikaya gidip amcasıyla görüşeceğini söyledi.Erkenden yattı. Uzun müddet uyuyamadı. Yatağında sağa sola döndü durdu. Uykuya daldığında, salondaki duvar saati gecenin iki'sini vuruyordu.2411Sıcak bir Temmuz günüydü. Ayın ilk günieri. Güneş epeyce yükselmiş, saat on'a yaklaşmıştı. Havanın sıcaklığı, günün bu saatinde bile insanları evlere, dükkânlara, gölgelik yerlere hapsediyordu. Sokaklar, caddeler tenhaydı. Günlerden Cumartesiydi.Bu tenha saatte; elli-elli beş yaşlarında iriyari bir adam eski Konya sokaklarında yürüyordu. Yaşma rağmen dimdik bir yürüyüşü vardı. Gözlen, sanki üç-beş adım ilerisindeki bir nesneyi ta'kib ediyor gibi sabit bakıyordu. Sağa sola hiç takılmıyordu nazarları.Onun sokaktan geçişini seyreden biri; "top atılsa duymaz derecede dalgın bîr adam" hükmünü rahatlıkla verebilirdi.

Page 13: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Adam yürüdü yürüdü; kendinden emin bir hâİde iki kattı taş bir evin kanatlı ahşap kapısı önünde durdu. Elini uzattı; bu eski binanın eskiliğini lekeleyen zile parmağını dokundurdu. Biraz bekledi, zile tekrar bastı. Merdivenlerden inen inerken öksüren bir adamın ayak seslerini işitti- Aynı ses taşlıkta devam etti, yaklaştı ve kapı açıldı.-Selâmün aleyküm, dedi gülen gözlerle kapıdaki adam. Kapıyı açan karşısındakine bir an dikkatlice baktı. Güneşten pek seçememişti. Baktı, baktı... Nihayet tanıdı:-Ve aleyküm selâm Ferhat Bey. Birden tanıyamadım inanın! Buyrun, içeri buyrun...Buyur edilen adam içeri girdi. Kapı gürültüyle kapandı. Ev sahibi misafirinin omzuna elini attı. Taşlıkta birkaç adım attılar:-Efendim içerde mi oturursunuz, burada mı? Avlumuz bu saatlerde serindir. İsterseniz...Hemen kararını verdi misafir:-Burada o tursak daha iyi.-Öyleyse sizi şu vişne ağacının altındaki masaya alayım. Yürüdüler, sandalyelere oturdular. Ev sahibi musafaha için eli-27ni uzattı.-Kusura bakmayın. Ferhat Bey!. Hiç beklemiyordum. Aklımın ucundan bile geçmezdi geleceğiniz, Şaşkınlık işte, Adam gibi bir "hoşgeldinîz" bile diyemedim.-Hiç ehemmiyeti yok Ahmed Bey, dedi beriki. Ben kapıda hazırlıklıydım. Sizin durumunuzda olsam, belki aynı şeyleri ben de yaşardım. Hem, görüşmeyelİ de çok oldu. Dur bakayım, iki... üç seneyi geçmiş.-Yaa, oldu mu o kadar?Hâl hatır sorma faslından sonra ev sahibi ayağa kalktı.-Yukarıya çıkıp kahveleri söyleyeyim. Orta şekerliydi değil mi?-Evet orta şekerli, cevabını aldı.Adının Ferhat Bey olduğunu öğrendiğimiz adam etrafa göz gezdirmeye başladı, evsahibi ayrılınca. Sert bakışlarını yüksek duvarlara dikti. Sonra etrafı taramaya başladı. Aitında bulunduğu ağaçtan ba^ka avluda iki ağaç daha vardı. Bulunduğu yerin hizasında, göğe ser çekmiş iki dev dut ağacı... Bu geniş avludaki üç ağaç, beşer metre mesafeyle dikilmişlerdi. En uçtaki dut ağacının dalları, komşu e\ in avlusuna da uzanıyordu. Avlunun ortasında içi su dolu, fıskiyesi o anda çalışmayan yuvarlak küçük bir havuz...Basını yukarı kaldırdı.Tek tük kararmış kurumuş vişneler gördü dallarda.Tam sağ tarafına iki katlı ev düşüyordu.Alt katın kapısı aşağıdaydı.İkinci kata; düz, u/un bir merdhenle dışarıdan çıkılıyordu.Sokak kapısının hemen sağındaki iı/ıım asmasının sarıp sarmaladığı sundurma, ikindi vaktinde gölgelik ve serinlik için birebir olmalıydı.Pencerelere baktı. Dar, dikdörtgen şeklinde idiler.Birbirini kesen demir parmaklıklar vardı önlerinde.Masanın üzerine o sırada düşen bir vişne yaprağına iri elini uzattı.Aldı,evirip çevirmeye başladı.Bir an gözünün önünde bir şeyler bel i rip kny boldu. Dikkat ini çekip de hafızasına resmolunanın ne olduğunu hatırlamaya çalıştı.Gözleri, hâlâ avucundaki yaprakta idi.Başını yukarı kaldırdı.Evin köşe taşlarına baktı. Havuza, merdivene baktı.Sonra hayran hayran tabana döşenmiş kesme taşlara baktı.Siyah, koca koca,28sert taşlar...Binanın köşe taşlarına tekrar baktı.Yine itinay-la,sabırla düzeltilmiş dikdörtgen şeklinde sarı taşlar...Hayran hayran bakmaya devam etti. "Burada her şey taş!"diye geçirdi içinden.Ahmed Bey o sırada elinde küçük bir tepsi, iki köpüklü kahveyle ağır ağır merdivenlerden indi geldi. Elindekini masaya bıraktı,oturdu.Bir yandan kahveleri yudumlarlarken,misafir ara ara ev sahibini süzüyordu.Altmış yaşlarında gösteriyordu.Lâkin tam elli yaşındaydı.Avurtları çökmüş, senelerin yorgunluğu alnına silinmez izler bırakmıştı.Gozleri,ilk bakışta insana korku veren dipsiz bir kuyu gibi derin bakışlara sâhibdi.Bir çift siyah göz... Takkesinin Örtmediği yerlerden, hemen hemen siyahı kalmamış düz beyaz saçları görünüyordu. . . :Merdivenlerden inerken misafir dikkat etmişti.İnce, orta boylu bu adamın sırtı hafifçe kamburlaşmış gibiydi.

Page 14: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Bu yüz, bu alın, bu gözler; dikkatle bakılınca ürkütücü intibaın yerini sıcaklığa ve İtimada bırakıyordu.Zira; seneler öncesinden onu tanıyan misafirin daha İlk tanışma ânında far-kettiği gibi, aksi görünüşüne rağmen İstese de kin ve nefretle bakmayı beceremiyordu Ahmed Bey.Misafir, kahvesini bitirdikten sonra teşekkür etti.Ev sahibi:-Kusura bakmayın, hatun kahveyi taşırmış; ikinci defa yaptırdım, geciktim diye özür beyan etti.-Evinizin, avlunuzun güzelliğini seyrederken vaktin nasıl geçtiğini farketmedim bile.- Burası bizim sefâletsaray işte.İçerisi daha bîr köhnedir.Ahmed Bey, soğuk bir insanım, hattâ yabani birisiyim derdi kendisine. Fakat evine misafir geldi mi hürmette, hizmette kusur etmemek için son derece samimî olur, elinden geldiği kadar nezâket göstermeye çalışırdı. Hele ilk defa gelen birisi olursa...Yalmz,dikkatini çekmişti.İki defa kusur ettiğini düşünerek özür dilemişti misafirinden. Ferhat Bey birincisinde kayıtsız bir tavırla geçiştirmişti, ikincisinde alâkasız sayılabilecek29nâzik bir İfâde kullanmıştı. Zihni çok meşgul ; etrafındaki teferruata dikkat ekmeyen bir hâl vardı üzerinde.Öyleyse dü-şündükleriyle konuşacakları aynı şeylerdi.Sebebsiz yere gelmiş olamazdı. " Ziyaret sebebiniz nedir " diye sormak da abes olurdu. Kendisi nasıl olsa açacaktı mes'eleyi. Kayıtsız görünmekte karar kıldı.- Siz gelin bir de bizim gibilere sorun diye konuştu misafir. Ruhsuz, insanı kendisi gibi betonlaştıran apartman hayatı nedir, hiç düşündünüz mü? Hiç yaşadınız mı o hayatı? İçiyle olduğu gibi dışıyla da bizim değerlerimize her zaman ters düşen, insanların bir havanda ezilmek üzere toplandığı çerezler gibi... Hepsinin ötesinde, hiçbir ruhî ihtiyaca, gönül huzuruna hitab etmiyor. İnsanları hayvan olarak gören bir medeniyetin mimarîsi... Göze hitâbetmemesi de cabası. Naylonla-şan ruhların bedenini de naylonlaştıran, her türlü hastalığa davetiye çıkaran beton kalabalığı!...Bam teline basılmış gibi konuşuyordu. Bakışları bulanmıştı. Eskileri mi düşünüyordu acaba?... Devam etti:- Çocukken, yaz günlerinde Karaman'a dedemin evine giderdik. Annemin babası... Evin taşlığında oynarken, geceleri terastaki sedirde annemin dizlerine başım yaslı yıldızlan seyrederken duyduğum haz, sonra gecenin ilerlemiş saatlerinde içeriye geçip deliksiz bir uykuya darmam,«dilİe anlatılacak şeyler değil Ahmed Bey!- Dedem sabah namazlarını bazen evde kılardı.Biz de kalkar, birkaç torun, arkasına geçerdik. Büyük dayımın Osman adında bir oğlu vardı. Diğer çocuklarla akran İdik. Osman ağabeyimizdi, bizden üç-dört yaş büyüktü. O müezzin, dedem imam olurdu. Beraberce kılardık namazı.Dedem namazdan sonra bugün bile kimileri hatırımda kalmış kıssalar anlatırdı."Siz de böyle olacaksınız değil mi yavrularım" derdi sonra.Başımızı evet ma'nâsında sallardık.Birden lâfını değiştirdi:- Ben de nelerle kafanızı şişiriyorum. Bir an dalıp gittim işte! Oysa biz naylon medeniyette yaşıyoruz. Şartlarına da katlanmalıyız...30- Ama mazinin güzel hâtıralarına dalmak güzel şey" dedi beriki soğuk bir sesle. Bu evin bende çok hâtırası var.İkisi de sustular. Ortalığı seyre koyuldular. Çocukluklarına mı dömüşlerdi yoksa?... Sessizliği misafir bozdu :- Neyse Ahmed Bey, sadede gelelim. Benim ziyaret sebebim...Ev sahibi sandalyesinde şöyle bir toparlandı. Misafir boğazını temizledi.- Evet ....Ziyaret sebebim yiğeniniz. Sizinle fazla bir tanışıklığım yok. Şimdiye kadar orda burda karşılaştık, kısa sohbetlerimiz oldu. Birbirimizi pek yakından tanıyamadık. Hatırlarsınız, rahmetli kayınbiraderiniz Yakub Bey bizi seneler evvel tanıştırmıştı. O günden sonra pek seyrek görüştük.Hele rahmetli sehid olduktan sonra karşılaşmamız sayılıdır.

Page 15: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Evet, dedi ev sahibi. Aslında birbirimizi arayıp sormalıydık.Hoş, siz arasanız da ben arayamazdım ya...-Niçin?- Bu hususta bir şey anlatmak istemiyorum. Lütfen beni mazur görün.Bir gün gelir belki...Cevab vermedi misafir. Kendi kendine düşündü. Yüzünde hayret ve merakla karışık bir ifâde vardı.Tuhaf bir adamdı şu Ahmed Bey. Şu derin gözleri gibi bir ruhu vardı anlaşılan.Mevzuu değiştirmek İstedi ev sahibi:- Sahi, evi nasıl bulabildiniz?- Haa... Çok yakınınızda oturan bir akrabam var. Eskiden beri sık sık ziyaretine gelirim.Yakub Bey'den onlara da birkaç defa bahsetmiştim. Sonra bir tevafuk eseri, bir defasında sizden bahsettim. Bu sokakta oturduğunuzu söylediler. Evi de gösterdiler.- Emekli olmadan önce de, emekli olup Konya'ya yerleştikten sonra da ziyaretlerine sık sık geldim. Bu tarafa bakan pencerelerden sizin ev görünüyor.Evinizi uzaktan her görüşümde, kardeşten öte sevdiğim Yakub Bey'i hatırlardım.- Velhâsıl adresinizi öğrenmek gibi bir derdim olmadı. Sizinle görüşmek imkânı olmasa, amcası Selâmi Bey'Ie görüşecektim. Yalnız, o çok meşgul bir insan. Sonra...Neyse mevzua31dönelim..Hem iştiyakla anlatmak isteyen, hem de hiçbir şey söylemeye dili varmayan bir hava vardı üzerinde. Sesi heyecanhy-dı.Geniş alnında ince ter taneleri birikmişti.- Efendim, sizin de malûmunuz, Kıbrıs Harekâtında Ya-kııb Bey'Ie beraberdik. Dostluğumuz, taa Harbiyedeki talebelik yıllarına dayanırdı.Takdir-i ilâhî bizi Kıbrıs'ta da yan yana getirdi. Cephede yanımda yaralandı. Bir kaç saat sonra da şehid oldu. Tafsilatını bir defa anlatmıştım o sahnelerin... Tekrarlamaya hacet yok.Yalnız şimdiye kadar bende kalmış, içinde ne olduğunu bilmediğim bir emâneti var bende.Bir zarf,bir mek-tub zarfı...Kabarıkça bir zarf!...Ahmed Bey, o kolay kolay şaşırmayan, her zaman soğukkanlı görünen adam heyecanlanmıştı."Bu emânet herhalde bana " diye geçirdi içinden.Beriki o kadar zorlamadan sonra kelimeleri bir çırpıda sıralayıvermişti. Mutahabıpı heyecanlandırmıştı tabiî olarak. Devam etti: .- Yakub Bey'in bir oğlu vardı. Adını bile hatırlamıyorum. Çocukken, babası hayattayken bir defa görmüştüm.- İsmi Yusuf. Bendeniz de malûmunuz dayısı oluyorum.- Bugün gibi hatırlıyorum. Çıkarmadan bir gece önceydi. Mersin Tasucu Limanı'ndan biraz sonra yola çıkacaktık.Yakub Bey yanıma geldi. Telâşla karışık bir Sevinç okunuyordu yüzünde. Şapkasının siperliği gölge yapıyordu, ama gözlerinin o zamana kadar hiç görmediğim pırıltısına mâni olamıyordu. Alnında acaib bir nûr vardı. Bir çocuğun şenliği vardı üzerinde. Yerinde duramıyordu. Bana dedi ki:- "Kardeşim Ferhat ! Allah'ın tevfik ve inâyetiyle zafere kavuştuktan sonra, yerine teslim etmen için sana bir emânet vereceğim"- Soran gözlerle baktım kendisine. Aptallaşmiştım birden.Ben mi yanlış duymuştum acaba?... Konuşmama fırsat bırakmadı.-" Verirsin değil mi, değil mi?"-Tabiî veririm. Vermesine veririm de, "ne demek bütün bunlar?" dedim aptal aptal!32"- Kardeşim, dedi. Şehâdet şerbetini içeceğim. Sen gazi olarak döneceksin."- İyice şaşkına dönmüştüm." İyi de kimin kalıp kimin döneceği belli değil ki" dedim.-" Dün gece müjdeyi aldım" dedi.- Bakışları bir tuhaftı. Bambaşka âlemleri seyre dalmıştı sanki.Ferhat Bey, o günü tekrar yaşıyor gibiydi. O kadar canlı anlatıyordu ki, yerinde duramıyor, hâlden hâle giriyordu.

Page 16: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Dehşetle sarsıldım. Yüzüne baktım baktım...Aklıma geldikçe düşünüyorum da, asırlar gibi gelmişti o saniyeler bana. Beni de sürükleyip götürmüştü o huzur âlemine. O anın hazzını hiçbir zaman unutamam.-Diyecek bir şeyim kalmamıştı artık. Bütün benliğimle teslim olmuştum.Sonra cebinden bir mektub zarfı çıkardı, elime tutuşturdu :- "Bu mektubu büyük oğlum Yusuf'a vereceksin. Ama hemen değil.Üniversite tahsilini bitirdikten sonra" diye tenbih etti.- Bir defa daha şaşırmıştım.- Yani saklayacaktım mektubu. Senelerce...1974'ten 1994 yılına kadar. Tam yirmi sene.- Geçenlerde amcası Selâmi Bey'le bir ikindi namazı çıkışında Kapu Camii'de karşılaştık. Ayaküstü konuştuk.Bir aksilik olmazsa bu sene mezun olacağını biliyordum Yusuf Bey'in. Gene de hakkında sorular sordum. Bu yıl inşaailah mektebini bitireceğini söyledi. Temmuz ayının başlarında da gelecek dedi.- Velhâsıl emâneti teslim etmenin zamanı geldi artık. Şimdi size sorayım Ahmed Bey, yiğeniniz geldi mi acaba?İnsanı iliklerine kadar titreten bu hikâye bitmişti. Ev sahibi, soğukkanlı olmaya kendisini zorlayarak sandalyesinde birkaç defa kıpırdandı.- Yusuf, her Konya'ya geldiğinde bize de gelir mutlaka. Yaz tatillerinde sık sık uğrar. Sizin hesabınıza göre gelmiştir veya gelmek üzeredir.- Onunla görüşüp zarfı vermem lâzım. Bu sene okulunu33bitirdiğine göre vasiyet de yerine gelmeli. Yalnız merak ettiğim bir-şey var. Neden üniversite tahsilini bitirdikten sonra vermemi istemişti? Aklıma geldikçe hep bunu düşündüm.Ahmed Bey'in hikâyeyi dinlediği andaki heyecanı kalmamıştı. Yine soğukkanlı; gayet normal bir soruya cevab verir gibiydi.- Vardır bir hikmeti. Ona şehidlik müjdesini veren kudret, dilerse geleceğe matuf bâzı müjdeleri de vermiş olamaz mı?!..- Doğru...Onları ben de düşündüm. Fakat sır perdelerini aralayacak bir izah bulamıyorum. Sonra, üzerime vazife değil ya. Bilmem şart mı deyip geçiştiriyorum.- Sizden ricam Ahmed Bey, onunla irtibat kurmama yardımcı olmanız. Kendisiyle görüşüp tanışmak isterim. ¦- İnşaallah. Bugün-yarın bekliyorum. Gelince size hemen haber ederim.Gömleğinin sol göğüs cebinden mektubu çıkardı. Eli tit-reye fitreye uzattı.- Buyrun emâneti!Sağ cebinden bir küçük defter çıkarıp sayfaları karıştırdı.- Bu dj kartım. Bundaki numaradan kendisi de beni telefonla arayabilir.Müsaade istedi, kalktı. Ev sahibi misafirini kapıya kadar uğurladı.Tenha sokakta bir taraftan yürüyor, bir taraftan hayretle mırıldanıyordu:"Şu Ahmed Bey tuhaf bir adam..."• • •Ahmed Bey misafirini yolladıktan sonra hemen yukarı çıktı.Ayak seslerini işiten karısı onu mutfak kapısında karşıladı.- Misafir gitti mi efendi?- Gitti..Hemen kütübhâne olarak kullandığı odaya geçti. Raflardan rastgele bir kitab çıkardı. Sayfalan karıştırarak göz gezdir-34

meye koyuldu...Kendisi bir işçi emeklisiydi.Çeşitli işlere girip çıkmıştı. Hiç çocukları olmamıştı. Emekli olduğu son üç yıldan beri, zaruret hâricinde pek dışarı çıkmazdı. İnsanlarla pek ülfet etmez, kendi hâlinde yaşayıp giderdi. Karısı Âdile Hanım, onun bu kendi hâlindeliğine yıllar öncesinden alışmıştı. Kocası konuşmasını pek sevmezdi. Hele son zamanlarda aynı oda içinde saatlerce hiç konuşmadan oturdukları olurdu. Ya birilerini tenkid etmek veya Öfkesini göstermek için ağzını açardı. Karısıyla konuşurken, en kısa cümleleri, sorulan, cevabları seçerdi. Onu bu haliyle dışardan gözleyen birisi "işte hayatından bez- miş bir adam" hükmünü rahatlıkla verirdi. Konuşurken, yüz ifadeleri, son

Page 17: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

derece lâkayd biri"intibaını verirdi. Hele bir gülümsemesi vardı; onda hiciv, alay, tehdit, cesaret, gurur ifadelerinin hepsi görülebilirdi. Çok zaman kaşları çatık, ciddî idi.Kitabın sayfalarını çevirmeye devam etti. Lâkin, zihni biraz evvel anlatılanlardaydı.Elindeki zarfı kitabın arasına koydu. Kapattığı kitabı raftaki yerine yerleştirdi. Elleri arkasında ; odada birkaç sefer gitti geldi. Kendi kendine :-Adam sen de!Bir çocuk, dünün çocuğu işte. Öyle ciddi- ye alacak bir şey yok...35HIYusuf ertesi sabah erken saatlerde amcasının fabrikasına gitti. Nerdeyse bir yıldır hiç gelmemişti. Amcasının bürosuna gidene kadar sağa sola göz attı. Fazla bir değişiklik yoktu.Fabrika üç bin metrekare kapalı sahaya kurulmuş bir binadan ibaretti. İki bin metrekaı^si imâlat tezgâhları, depo, tahmil-tahliye kısmına aitti. Kalan kısımda ise bürolar, temizlik yerleri, soyunma odaları, yemekhane, mescid vardı.İki vardiyeli çalışılıyordu. İşçilerin, memurların sayısı altı yüzü buluyordu.Yusuf bina içine girdikten sonra sağ tarafa, imalathane kısmına yürüdü. Geçtiği koridorda rastladığı birkaç kişiyle selâmlaştı. Gürültüye doğru devam etti. İmalât kısmına açılan geniş kanatlı demir kapıya varınca durdu. Ayakta dikildi, etrafı seyretti. Gürül gürül çakşan tezgâhların başında herkes işiyle meşguldü... İşçilere muhabbetle baktı baktı... "Özlemişim bu sesi" diye geçirdi içinden.Geldiği yoldan geri döndü. Çıkış kısmına yaklaşınca bu defa sola saptı. Büroya geldi, kapıyı çaldı. "Buyurun" sesiyle içeri girdi, selâm verdi.-Ve aleykümselam, gel yiğenim, erkencisin maşaallah.-Erkenden geleyim dedim amcacığım. Sizi fazla bekletmek...-Sağol yavrum. Bugünlerde pek mühim işim çıkmadıkça buradan ayrılmıyorum zâten... Biliyorsun, sıcak günler yaşıyoruz. Buyur, şöyle tam karşıma otur.Yusuf amcasının karşısında bir koltuğa oturdu. Etrafa göz gezdirmeye başladı. Tedirgin tedirgin, sağ ayak ucunu hafif hafif yere vuruyordu.Amcası iki çay söyledi. Hemen gelen çaylar yudumlanmaya başlanırken Selâmı Bey söze başladı. Yüzünde, söze nereden başlayacağını bilemeyen tereddütlü bir hâl vardı.-Bak yavrum Yusuf. Bilirsin seni çok severim . Uzak-ya-37kın akrabalarım içinde, eşim- dostum arasında senin apayrı bir yerin var. Evlâdım gibisin bana... Böyle bir fitne, isyan, günâh çağında senin gibi gençler günbegün çoğalıyor. İftihar ediyorum sizlerle. Fakat... Fakat sende; bilemediğim ama far-kettiğim, anlayamadığım ama sezdiğim meziyetler var. Ben câhil bir insanım. Belki insanları değerlendirmede hata edebilirim. Yalnız; bir insan hakkında umûmun kanaati ne ise, o in-san"odur. Ne demek istediğimi anlıyorsun değil mi?Yusuf şimdi başka yönden de tedirgindi. Bir insanın bir başkasını yüzüne karşı övmesi. Övülenin ağırlığının artması...-Estağfurullah amca! O saydıklarınız ancak benim hayâlimde yaşayanlar. Fazilette; ihlasta, takvada, aşkta bütün mü'minlerin en gerisindeyim ben. Size gelince amca;elinizde "diploma" dedikleri o kâğıt parçası olmayabilir. Ne yazık ki o kâğıda sâhib olup insanlıkta bir basamak dahi çıkamayan niceleri var. Aksine alçaldıkça alçalanlar... Bizim asrımız böyle-lerini görmekten bıktı artık... Sonra benim gibilere dönüp bakalım: Acaba liyâkatimden mi aldım bu diplomayı; yoksa ilmin ayağa düştüğü bu devirde vicdanımı avutmak için bir oyuncak mı aldığım...Yusuf böylesi sözlere kendisini kaptırmıştı ki amcası durdurdu: •-Hayır Yusuf hayır!.. Diplomalı câhilleri de tanırım ben. Senin aldığına gelince; hakkınla aldığına eminim. Yalnız, aldığın vesikanın Türkiye'de bir faydası olacak mı, mes'ele bi-. raz da bu. İnsana bu ızdırab veriyor.Ayağa kalktı. Yüzünü pencereye döndürdü. Bahçeyi seyretti bir müddet. Düşündüklerinin anlaşılmasından kor-kuyormuş gibi sırtını Yusuf'a dönmüştü. Sağ

Page 18: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

eliyle ensesini kaşıyordu. Zihni çok karışık olduğunda, düşünceler kafasında çatışmaya başladığında, hep böyle yapardı.Bu itiyadı Yusuf eskiden beri biliyordu. Acaba hangi kararın arefesîndeydi? Neyin ızdırabmı yaşıyordu? Yoksa kararsızlığın ızdırabı mı?.. "En iyisi beklemek" diye düşündü. Sehpânın üzerindeki gazeteyi alıp manşetlere bakmaya başladı.38"tiBirkaç dakika geçmemişti ki Selâmi Bey dönüp koltuğuna oturdu. Gözlerini yİğenine dikti.-Mesleğinin dışında çalışmayı, başka işler yapmayı düşündün mü hiç?Yusuf için çok mühim mes'eleydi bu...-Daha orta okul siralarındayken, hayâlimde yaşattığım hedefler vardı. Ama okudukça gördüm ki, içinde yaşadığımız şartlarda hepsi beyhude İmiş. Hele fakültenin son sınıfına geldiğimde memleketime meslecim yoluyla hizmetin pek mümkün olamayacağını gördüm. Ya bir devlet teşekkülünde araştırmacı olmak, veya okulumda yüksek lisans yapmak... İkisinden birini seçecektim. Çocukluğumda hatırlarım; liselerin fen kollarında Astronomi dersi vardı. Biz lisedeyken o da yoktu. Geriye ihtisas yapmak veya iş bulabilirsem memur olarak yerimde saymak kalıyor.-Yurt dışına, ihtisasa gidebilirsin.-O da olabilir amca. Devlet bursuyla gidebilirim. Çok şükür, tahsil yıllaıımda ingilizce ve Arabça gibi dünyânın en muteber iki lisânını öğrendim. Fakat geriye döndüğümde, bana verilecek ne gibi İlmî imkânlar var? Hiç desek yeridir. Yâni ihtisas neticesinde gene yabancılara hizmet edeceğim. Yazık değil mi?!-Doğru, çok doğru. Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükür sen bıyık.Yusuf devam etti:-Beyin göçü denilen felâketi milletçe yaşıyoruz. En seçme ilim adamlarımız dışarıda kalıyorlar. Hani tam manâsıyla haksız da değiller. İmkân vermemişiz onlara... Kol gücüyle çalışan bir işçi; bir san'at, bir ilim adamından daha yüksek refah seviyesinde. Târih hep şuna şâhid olmuştur: İlim ve san'at rağbet görmediği yerden göçer gider. Ne güzel söylemiş eskiler :" Marifet iltifata tâbidir / Müşterİsiz meta zâyidir..."- Benim gibi, iltifatın madde kısmına itibar etmeyen nice vatan evlâtları var. Bize imkân bahşetsinler yeter. Yoksa ; para pul, şöhret, mansıb... Hiçbirisini istemiyoruz. Yeter ki milletimize, milletimizin şahsında insanlığa hizmet edelim.39-Öyleyse şimdilik beklemeyi tercih ediyorsun. Bir yol görününceye kadar...- Hepsi bu kadarla bitmiyor. Yüzümüzü tamamen Ba-tı'ya döndürmek hatalı. Doğu'da bu işlere ciddiyetle sarılmaya başlamış Pakistan var. Yeni hürriyetine kavuşmuş Kazakistan var. Kazakistan bu sahada dünyânm en ileri memleketlerinde birisi.Selâmi Bey'in birden yüreği hop etti. Hayalindeki en büyük desteğini, kazanmadan yitirecek miydi yoksa?! Bu ihtimâli düşünmek bile ağır geldi. Geçici de olsa ihtiyacı vardı ona. Nedendir, cevab bulamıyordu. Ama bu çocuğa çok güveniyordu. Hem oğlu Yavuz'a, hem de ters gitmeye başlayan işlerine çok faydası olacaktı. İçinde korkuyla ümit hisleri çarpışıyordu şimdi. Onun yardımını alarak feraha kavuşmanın ümidi, kaybederek buhranlara yakalanmanın korkusu... Hiç olmazsa birkaç ay, bir sene yardımcı olsaydı!...İyi de nasıl anlatmalıydı bunu ona? Ürkütmek, gücendirmek, geleceğe matuf plânlarının alt üst olmasına sebeb olmak da vardı. Yiğenini rencide etmeden, ona zarar vermeden nasıl açabilirdi mes'eleyi?...Daha baştan reddederse, hiçbir açık kapı bırakmazsa ne yapardı ?....Sonra sâdece kendisini düşündü. Aylardır hayâlinde yaşattıklarını sûkût-ı hayâlle bitirirse..•Şimdiye kadar yalnız-çahşmış, yalnız mücâdele etmiş, yalnız sevinmiş, yalnız üzülmüştü. "Bunların ötesinde bir yalnızlığa güçsüzlüğe tahammül edemem" diye düşündü.¦ Birden ürperdi. Hiç aklına gelmemişti o dakikaya kadar. " Yoksa hodgamca duygulara mı kapıldım? Sâdece kendimi mi düşünüyorum? Aman Allahım! Böyle bir şey yaparsam kötülük yapmış olmaz mıyım? "

Page 19: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

" Yazıklar olsun bana!...Kendi selâmetimi düşünürken başkalarmı hiç kaale almıyorum. Sanki onların her bir şeyleri tamam. Sâdece incitmemeyi düşünmek, mes'eleyi ne kadar da hafife almak oluyor. Yoo, en iyisi kendi yağımdan kavrulu-i\rum...Yusuf, amcasının yaşadığını tahmin ettiği iç mücâdelesinin neticesini gene sabırla beklemeye koyuldu.Önündeki gazeteyle meşgûlmüş gibi göründü.İmâ yoluyla, yavaş yavaş mevzua girmek... Karşısındaki zeki insandı. Anlamayacak değildi ya. Ama kendini acın-dırmamalıydı.Bunu hayatı boyunca yapmamıştı. Aileden gelen gurur saikiyleydi bu. Kimsenin Önünde eğilmemişti. Çı-cukluğundan beri çok zor günler görmüştü. Sefaleti tatmış, ihanetlere maruz kalmış, hattâ iftiralara uğramış ; asla boynunu eğmemiş, gururunu hep muhafaza etmişti. Evlenirken; kız tarafının "kız evi naz evi " âdeti mucibinde bir mes'elede diretmesini soğukkanlılıkla dinlemiş,düğünden bir gün önce âmirâne bir tavırla resti çekmiş, nişanı bozmayı dahi göze almıştı. Son sözünü söyleyince, tavizi veren karşı taraf olmuştu.Selâmi Bey dobra dobra bir insandı. Kurnazlık nedir bilmez, lâfı eğip bükmeden söylerdi. Lâkin, sonraları kendisinin de şaşacağı şu sözlerle mes'eleye girdi:- Yusuf, hiç tanımadığın, zor durumdaki birisi senden yardım isterse ne yaparsın?- Elimden ne gelirse...- Güzel.... Peki bu insan kötü birisiyse?- Tanımadığım bir insanın iyiliğini de kötülüğünü de bilemem. Yalnız, bizim kitabımızda bir kanun var : "Sana uzanan eli boş çevirmemek. " Ümitle bakan gözleri, hayâl kt-rıklığıyla ıslatmamak."- Peki sana kötülük yapan birine ne yaparsın?- iyilik yaparım.- Bir daha yaparsa?- Yine iyilik yaparım. -Pekibir daha?..Yusuf acaib bir imtihandan geçtiği hissine kapıldı. Daha fazla uzatmadı. Bütün samimiyetiyle :- Ben kötülük yapmasını bilmem amca, dedi. Ben de herkes gibi kızarım, öfkelenirim. Ama bu ; kinimi takke, nefretimi cübbe yapmak demek değildir. Bana göre hiçbir insan, mutlak ma'nâda kötü değildir. Ancak, kötülük yapan insan vardır. Canavarlaşmış, yüreği nasır bağlamış insanlar bile iyilik cevheri taşırlar. Onlara yumuşak yaklaşılırsa, nasırlı4041yüreklerinde cilâlı, tertemiz duygular ortaya çıkacaktır. Avlarına karşı son derece merhametsiz bir dişi kaplanın, yavrularına şefkatini siz de bilirsiniz.Mes'ele uzayacak, genişledikçe genişleyecekti. Selâmİ Bey bundan endişe etti. Mevzuu toparlayıp, İnsiyatifi elinde tu mı ak istedi:-Pek tabiî. İyilikle yoğrulanlar da kötülük nedir bilmezler. Onları zorlasak da şerre âlet edemeyiz. Yalnız ben daha değişik ma'nâda sormuştum ilk soruyu. Cevabımı da aldım. Senden de böyle bir ruh yüceliği beklerdim oğlum!Havadan sudan konuşmaya devam ettiler. Sonra kalkıp fabrikanın her tarafını gezdiler. İdarecilerin bürolarına da tek tek uğradılar. Tekrar büroya döndüler. Selâmi Bey süklüm püklümdü:-Yavrum, evvelâ kendim bazı kararlar almam lâzım. Yarın bir daha gelebilirsen, inşaallah her şeyi aydınlığa kavuştururuz.-Yusuf yarı şaşkın:-Tabiî, neden olmasın cevâbını verdi.Yusuf'u uğurlayan Selâmi Bey hâlâ düşünüyordu. Koltuğuna çakılmış kalmış, kafasındaki karmaşa sükûn bulmuyordu. Öfkeyle yumruğunu masaya indirdi.-"Neden her şeyi apaçık anlatmadım? Neden?.. Kendimi açık kalbli diye bilirdim. Olmadı işte! Kıyıdan köşeden güzelce girdim. Ne budalayım ki devamını getiremedim. İmâ benim neyime? İz'ansız biri değil ki karşımdaki ! Her şeyi olduğu gibi anlatabilirdim. Feraset sahibidir. Yaşının çok çok üstünde olgundur."Düşünceler bir noktaya geldi, tıkandı kaldı. Durulmuştu beyni. Kararını verdi:

Page 20: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

"Amaan, ben de neler düşünüyorum! Nihayet amcası-yım onun. Hiç mi hukukum yok üzerinde! Bugüne kadar hep himaye etmeye çalıştım. İsa'yı da onu da kardeşimin emâneti bildim. Onların huzuru benim huzurum, dedim. Kötülüklerini düşünmeyeceğimi onlar da bilirler..."İyice rahatlamıştı. Cevab red de olsa, ucunda ölüm yok-42tu ya...• • •

Yusuf'un şaşkınlığı gün boyu devam etti. Aklı fikri am-casmdaydı. Ne için çağırmıştı, neler olmuştu. Acaib sualler sormuş,dilinin altındaki baklayı bir türlü çıkarmamıştı. O gece takatsiz düşüp uykuya mağlûb oluncaya kadar hep düşündü...Sondan başa gitmenin ipuçları vereceğine kanaat getirdi.Mevzu nereden ç.kmıştı? Evdeki konuşmaları hatırlamaya çalıştı. Bulmak hiç de zor değildi. Fabrikaya çağrılma sebebi de zâten aynı şey içindi. Yâni amcasının iş hayatı...•Kendi kendine konuştu durdu:"Beni ne için çağırdı? Ortada bir hastalık var. Tam teşhis ve tedavi lâzım. Pekâlâ bu kadar sualin ma'nâsi ne? Mes'ele dallanıp budaklandı, o kadar... Uzaması sebebsi/ olamaz. Bir kaç ihtimal var: Ya bana itimadı tam değil, ya mes'ele bana aksedecek kadar mühim değil veya bîr şeylerden çekiniyor."İhtimalleri teker teker gözden geçirdi. İkisini eleyecek, kala kala bir tanesi kalacaktı"Bana itimadı olmasa yarın da gitmemi istemezdi. Son sözünü söylemek için değil, konuşmay devam etmek için çağırdı. Mes'ele mühim olmasa gene çagırmazdı. Çekiniyorsa, neden çekinecek ki?"Diğer ihtimaller olmayacağına göre; mantıklı olan, bir tek sonuncusuydu. O zaman, "kimlerden, nelerden, niçin" sorularına cevab aramak gerekiyordu. Sorulan sorulan, geçen konuşmaları tekrar düyundu. Kendisine mesleği üzerinde çalışıp çalışmayacağı sorulmuştu. O da cevabım vermiş, ihtimâlleri sıralamıştı."Neden böyle bir sev sordu bana? Nüfuzunu kullanıp, iş sahibi olmamda \ .ırdınuı mı olmak istiyor? Öyle olsa mevzu kapanmazdı ki. Ayrıca; tekrar fabrikaya çağırıp konuşma maksadına da ters düşüyor."İyilik yapma ile alâkah sorul.ırU beraber, zihninde bir' 43şimşek çaktı."Hah şimdi buldum!" dedi seslice." O zaman nasıl da düşünememişim. Benden yardım bekliyor amcam!"Onu dinlerken hiç dikkat etmemişti. Kendisine muhtaç olan, ihtiyacım arz edemeyen insan... Neden çekindiğini şimdi anlıyordu:"Benim istikbâlimle oynama, plânlarımı bazma korkusunu taşıyor demek ki! Ne yücelik!.. Büyük nezâket.. Halbuki bıkmadan usanmadan, senelerdir kahrımızı çekti. Tahsilimizde yardımcı oldu. Kardeşime yardımı hâlâ devam ediyor. Onu bir baba gibi bildik. Bize asla kırıcı olmadı. İyiliklerini başımıza kakmadı. Hepsinden Öte, bunu imâ bile etmedi.Mizacını az çok tanımasına rağmen, amcasının gündüz-kü gururla dolu endîşelerini hayâl bile edemezdi Yusuf, Belki de minnet hisleriyle dolu olmasındandı bu. Kalbi mutmain, rahat bir uykuya daldı.Ertesi sabah fabrikaya gitmek üzere erkenden evden çıktı. Bİr dolmuşa bindi. Artık bir teklifle karşılaşacağını biliyordu.Fabrikaya vardığında, amcasını neş'eli bir yüzle kendisini bekler buldu. Gergin yüz hatları gevşemiş, tedirgin hâlinden eser kalmamıştı.Bir yandan gelen çayları yualumlarlarken, Selâmı Bey birkaç evrakla meşgul oldu. İşi bittikten sonra yiğenine döndü:-Yusuf burada benimle birlikte çalışır mısın?Sözün devamı gelmedi. Yusuf afallamıştı. Hiç bu kadar âni bir hamle beklemiyordu. Boş gözlerle baktı amcasına.-Efendim! Anlayamadım...Aynı soru tekrarlandı. "Yusuf yanlış işitmemişim" diye geçirdi içinden. Bir teklif bekliyordu fakat böylesini hiç tahmin etmemişti. Sâdece akıl verme,

Page 21: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

tavsiyelerde bulunma, bir takım ıslahat hareketlerinde yardımcı olma, yeni pazarlar bulma gibi şeyleri düşünmüştü.-Evet oğlum. Yardımını rica ediyorum. Fabrikada çalışarak...-Nasıl bir yardım amca? Ne yapabilirim ki sizin için?44-Sosyal hizmetler müdürü olaca* im o^lum.-Cevab vermiyorsun!.. -Peki sebeb ne amca?-Aslında uzun hikâye. Sana mümkün mertebe kısaltarak anlatacağım:-Hâlihazırdaki müdürden memnun değilim. Beş yıldır buıada lışıyor. Bir ahbabımın tavassutu ile gelmişti. O târihlp eski müdür de ayrılmak üzereydi. Yaşlandığını yorulduğunu beyan ediyordu.-Bizimki geldiğinde perişan hâldeydi. İşinden atılmış, manen çökmüştü. Aylardır işsiz gezdiğini söyledi. Ben de üsteleyip geçmişini hiç tetkik ettirmedim. İlk zamanlar dişini göstermedi. Ortamın faaliyet için müsait olduğunu görünce zehirini akıtmaya başladı. Bir ateisttir kendisi... Köstebeklere taş çıkartan sinsiliği, fillere benzer bir kini vardı. Çok sabırlıdır. Bir Örümcek gibi tuzağını itinayla kurar. Sabırla avını bekler. Yalnız bir farkla ki; örümcekler meçhul avlara tuzak kurarlar. O ise intikam alacağı kimselere...-İflas etmiş komünist fikirlerin tellallığını yapıyor. Yapsın; ona da bir şey demiyorum. Lâkin insanları birbirine düşürüyor. Bunlar/şahsıma düşmanlığından değil tabiî. Mülkiyet anlayışında yollarımız ayrı. Sermâye düşmanı. Tıyneti müsait birkaç yandaş da edindi. Son zamanlarda işçileri kışkırtıp duruyorlar. Birçok misâl sayabilirim sana. İşte sâdece bir tanesi:-Geçenlerde isteği üzerine bir işçinin vardiyası değiştirilmiş. İşçi, çocuğunun hastalığı için, üstüste birkaç gün hastaneye gitmeliymiş. Yani akşam vardiyasında bir hafta değil, ardarda iki hafta çalışacak...-Tezgâhının başında harıl harıl çalışmaya başlıyor. Ya-nıbaşındaki tezgâhta bir başkası da başlamak üzere. Adamın oyalanması bizimkinin dikkatini çekiyor. Takib etmeye başlıyor yan gözle. Bir ara eğildiğini, bir şeyler kurcaladığını görüyor. Beriki bir tel bağlantısını asılıp koparıyor. Sonra güya çalıştırmak istiyor. Tabii çalışmıyor. Hemen arıza var diye ustabaşlarından birine koşuyor.Ustabaşınm biri geliyor; ha-45kikaten arıza var. Mühendislere haber veriyor. Arandıktan sonra arıza bulunup tezgâh tamir ediliyor. İki saatlik gecikmeyle çalıştırılıyor.-Peki şâhid olan İşçi müdahale etmiyor mu amca?-Personel müdürüne sonradan anlatmış. Beraberce gelip bana da anlattılar. O sırada müdahale etmemiş. Bana, "çünkü tezgâhı ârızalandıranın o olduğundan, o zaman emin değildim" dedi. Sonradan; adamın çalışırken keyifli keyifli sırıtmasından şübheleniyor. Aldığı zevkin tarifi İmkânsız bizim keyiflinin... İş paydosunda şâhid işçi, arkadaşının yanma yaklaşıyor, soruyor: "Neden yaptın bunu?.." Evvelâ inkâr ediyor. Hattâ saçmaladığını söyleyerek, öfkeyle başından savuşturmaya çalışıyor. Bizimki peşini bırakmıyor adamın. Olanları gördüğünü, şikâyet edeceğini söylüyor. Beriki telâşlanıyor. "Senden başka şâhid yok, hiçbir şey isbatlaya-mazsın. Sonra sen, ahmak bir kölesin! Patronların, sermayedarların dostusun. Enayi enayi çalışmaya devam et. Bana gelince; bu adamlara ne kadar zarar verirsem, işi ne kadar savsaklarsam kârdır. Sen; enayi patronsever! Yıkılıncaya kadar çalış!.."-Bizim işçi gayet sakin karşısındakine soruyor: Senin evin var mı?" "Var." Başka gayri menkulün?" "Bir de hanımın babasından miras bir dâire." "Peki araban var mı?" Eski model bir arabam var. Yakında satıp daha penisini alacağım." "Ne için?' "Eskisi çok eski. Yenisini bir şoföre verip çalıştıracağım. "Ooo çok güzel! Hayır yapmayı seviyorsun. Sayende bir boş adam iş sahibi olacak." "Ne hayrından bahsediyorsun be! Bu devirde kim kime karşılıksız bir şey veriyor? Araba ticarî maksatla taksi olarak çalışacak. Boş zamanlarımda da ben çalıştırırım." "Hanımın evinde kim oturuyor?" "Kiraya verdik. Miras kaldığından beri kirada." "Pek: o evi bir ihtiyaç sahibine verseniz de bedava otursa..." "Sen benimle dalga geçiyorsun galiba!" Bizimki ciddi ciddi cevab veriyor:"-Sen ne biçim komünistsin be ! Zalim kapitalist!..." Sonra da çekip uzaklaşıyor.

Page 22: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Bu son söz güldürmüştü Yusuf'u. O kolay kolay gülmeyen, yüzünde her zaman hüzün bulutları dolaşan Yusuf'u...46-İşte böyle yavrum. Yalnız, perde arkasında müdürün olduğu açık. Yüzlerce delille isbâtı mümkün.Yusuf bugüne kadar bu adamın neden kovulmadığını sormadı. Zira biliyordu ki, amcası kimsenin ekmeğiyle kolay kolay oynamaz.Selâmi Bey, yiğeninin aklından geçenleri okumuş gibi konuştu:-İşçilere bir şey düşünmüyorum.Lâkin bu adamı sorarsan, " artık bıçak kemiğe dayandı" derim. Bütün fabrikanın huzuru için, bir kişinin işine son vermek vâcib oldu. Yalnız, iş bununla da bitmiyor. Hemen arkasından boşluğu dolduracak, geride kalan birkaç kişinin fitne çıkarmasına mâni olacak birisi lâzım. O da sensin Yusuf! ...- İyi de bu işte hiç tecrübem yok ki...- Senin talebelik yıllarındaki teşkilatçılığını, idareciliğini biliyorum. Sonra, Konya'da yaptığın Önceki hizmetleri ... Ne yapacağını iyi bilirsin sen. Sana güveniyorum.Yusuf'un kafasında bir kıvılcım parladı. Amcası kendisine çok güveniyordu, kabul ... Acaba kendi tekliflerini kabul edecek miydi? Gerçi "çalışmayı kabul ettim"dememişti daha.- Mevzu basit gibi görünüyor, ama değil oğlum. Sana hakikaten ihtiyacım var- Hiç olmazsa işleri rayına oturtana kadar yardımını istiyorum. Kabul ediyorsun değil mi?Yusuf daha fazla düşünmedi. O güne kadar birçok şeye karşıdan gelen istek üzerine tâlib olmuştu. İstediğinin hiçbir zaman üstüne üstüne gitmez, teşebbüste bulunur, sonra tevekkül ederdi. "Allah nasib ettiyse olur " derdi. Olmayınca da üzülmezdi. Onda maddî nimetleri elde etmede ihtirasın zerresi yoktu. Koltuğu, kasası, şöhreti, işkembesi ve şehveti altında kalıp ezilenlere acımıştı hep. Kurtulmaları için dua etmişti. Onları her zaman en zavallı mahlûklar olarak görürdü.Tasarladığı teklifleri bir an için kenara koyuverdi:- Kabul etmek ne kelime amca ! Benim için hizmet fırsatı bu... Kendi hesabıma konuşursam; " her şeyde bir hayır aramak lâzım" derim. Yarm kimbilir ne hikmetlere gebe!.. İnşaa1-lah bu iş hayırlara vesile olacaktır. Şu anda içimden bir ses "haydi yürü" diyor.Tarifi imkânsız hisler İçindeyim. Bir güneş47doğdu içimde sanki!...Parlayan gözleri tekrar donuklaştı. Yüzü "nasıl söylesem" diyen düşünceli bir hâl aldı. Amcasına fırsat bırakmadan :- Yalnız bir mes'ele var. dedi. öteden beri hayâlimde olan projeler var. Nefsinize çok ağır gelebilecek tekliflerim var amca. Dayanabilir misiniz onlara?Selâmi Bey yiğenine ne kadar güvenirse güvensin, he-sabda olmayan tekliflere gelince iş değişiyordu.Kendisi meçhul, insanı meçhule götürecek teklifler...- Peki nedir onlar? diye temkinli temkinli sordu.- Şimdi söylemesem iyi olur. Ruhen hazırlık yapmanızda fayda var.Amcasının yüreğini serinletmek için devam etti:- İlk bakışta sizin zararınıza gibi görünüyor. İnaran hiç de zannedildiği gibi olmayacak. Zararınıza gibi göründüğü İçin zorunuza gidebilir.- İşin mâhiyetini öğrenmek için sabırsızlanıyorum aslında. Madem öyle, akşam bize gel. Ben de erkenden giderim. Ne olduğunu orada anlatırsın inşaallah...Yusuf müsaade isteyip ayrıldı. Evine gitti. İşi, daha doğrusu yardımı kabul etmişti. Şimdi sıra amcasmdaydı. O da teklifleri, öncelikle ilk teklifi kabul ederse, inşaallah çok hayırh olacaktı. Amcası için, işçiler içîn, Konya için, Türkiye için, bütün müslümanlar için, bütün insanlık için hayırlara vesile olacaktı. Bursa'da bir işadamında numunesini duymuştu bunun. Sonra da gidip tetkik etmişti. Her yangın bir kıvılcımla olmaz mıydı?! Her sel damlalardan meydana gelmez miydi?!Yapılacak iş belki küçük çaplıydı, ama etrafa sirayet ettiğinde çok büyüyecekti. Kimbilir, belki de bütün insanlığı şefkatli şemsiyesi altında himaye edecekti. Bir ahtapot gibi insanlığın başına tebelleş olan kapitalist sistemi sarsmaya başlayacaktı.

Page 23: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Fakat amcası ikna olmazsa ; yirminci asrın en büyük birkaç putundan olan " para" karşısında şeytanın vesveselerine kapılır da kabul etmezse!... O zaman hayâller suya düşe-48çekti. En başta Konya , çok şey kaybedecekti. Bu duygularla akşama kadar duâ etti...• • •Selâmi Bey, Yusuf'u yolladıktan sonra merakla düşünmeye başlamıştı. Ne olacağını değil, nasıl olacağını merak ediyordu. Zira güvenmişti yiğenine bir kere ... Sebebini kendisi de bilmiyordu. Fakat bu çocuk ne yaparsa iyisini, doğrusunu yapar diye şartlanmıştı sanki. Defalarca sormuştu kendi kendine. Tatminkâr bir cevab da bulamamıştı. Hem ne ehemmiyeti vardı ki! Ona güveniyordu ; o kadar...İçinden bir kuvvet, eskiden beri yiğenine meyi ettirmişti kendisini.Şimdiki meyli ise bambaşkaydı. Çölde susuz kalmış bîr yolcunun, ne olduğu bilinmez bir kuyuya seksiz şübhesiz koşması gibi. Su var mı yok mu, zehirli mi hastalıklı mı, temiz mi pis mi bilmeden...Onun tavsiyesiyle, önayak olmasıyla birkaç kişi birleşmişler, dört sene evvel "muhtaç talebelere yardım vakfı " kurmuşlardı. Bilahare vakfa âzâ olanlar çoğalmış, senelerdir nereye hayır yapacağını kestiremeyen hayırsever Konya halkı da cömertçe bağışlarda bulunmuştu. Vakıf ilk kurulduğunda; Knnya'da aynı gayeye matuf iki vakıf vardı. Kendiierin-den sonra da birkaç vakıf faaliyete geçmişti. Eski vakıfların ferdî yardımlar hâricinde ; orta öğretime, yüksek öğretime hitabeden küçük çapta talebe yurtları da vardı.Kurdukları vakıf daha bir yılını doldurmadan, 1989 senesinde dev bir talebe yurdu inşaatını başlatmış, ertesi sene yaz sonlarında inşaat bitirilmişti. Kendisi vakfın mütevelli hey'eti başkanlığına getirilmişti. Yurt; yansı orta öğretim, yarısı yüksek öğretim olmak üzere bin talebeye hizmet veriyordu. Talebelerin masrafları için hiçbir ücret taleb edilmiyor, İhtiyaç sâhiblerine harçlık dahî veriliyor, isteyen talebe velileri gönüllerince bağışta bulunabiliyorlardı. Konya halkının, kazaların, köylerin teberruları ile hiç mâlî sıkıntı çekilmiyordu.Ne kadar güzel olmuştu. Aklına geldikçe duâ ediyordu Yusuf'a. Talebelerin, velilerin duaları da yiğenine ulaşıyordu49ne güzel!... Böyle büyük bir hayra vesile olmuştu. Eğer o öna-vak olmasavdı... ,. , , ..Akşama kadar merakla bekledi. Pek nadir yaptığı üzere, o gün hava kararmadan evine gitti. Yiğenı gelene kadar kızıyla çene çaldı. . ,.Nihayet yatsı ezanına yarım saat kala yıgenı çıktı geldi.50IVBundan senelerce önceydi. Yirmi bir sene evvel... Herşey o zaman başlamıştı. Altı yaşında bir erkek çocuğu... Birçok çocuk gibi gülüyor, oynuyor, zarurî ihtiyaçları karşılanıyordu. Sıcak bir yuvası, rahat bir yatağı, üzerine titreyen annesi babası vardı. Daha okula başlamamıştı. Dünyâ nedir, hayat nedir, ölüm nedir, açlık nedir, çaresizlik nedir, ümitsizlik nedir, rûhlardaki karanlık nedir; bilmiyordu bunları. Arada bir ağlamak, kızmak, sevinmek, ufacık şeylerle mes'ud olmak her çocuk gibi onun da tabiî hâllerindendi. Diğerleri gibi arada bir yaramazlık da yapardı. Onun küçük dünyâsında oyun, annesinin sevgi ve muhabbetle açılan kollan, babasının şefkat dolu sözleri, okşamaları, âferinlerle-taltiflerle yavrusunu seneler sonrasına hazırlaması vardı.Konuşmayı yeni yeni öğrenen pek sevgili yavrularına bir çokları "mama, anne, baba, banka" kelimelerini öğretirken, ona ilk "ALLAH" lafzı öğretilmişti. Çat pat cümlecikler kurmaya başlaymca da "Lâ İlahe illallah Muhammedün Resûlûllah" kelime-i tevhidi öğretilmişti.Akranları sâhib olamadıkları oyuncaklar-, karşılanmayan ihtiyaçları, yerine getirilmeyen istekleri için ağlarken, bir gün onu ağlatan bambaşka bir hâdise oldu!..

Page 24: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Bir yaz günü, vakit öğle sonrası... Her günkü gibi evlerinin önünde oynuyordu. Oturdukları sokağın başından, gittikçe yaklaşan yanık bir ses duyulmaya başladı. Az sonra, peşinde birkaç haşarı çocukla, sesin sahibi göründü. Destan söyleyen; kolunda sekiz-on yaşlarında bir çocuğun yardımıyla yürüyen, orta yaşlı bir âmâ idi bu.Adam, sağ elinde baston, ağır adımlarla yürüyor, arada bir görülmek için duruyor, yolun ortasında bekliyordu. Onunla birlikte meraklı çocuklar da duruyor, arkadan önden yenileri katılıyor, adama ucube görmüş gibi bakıyorlardı. Çocuklardan kimi hayret, kimi alay, kimi korku nazarlanyla sü-51

züyorlardı adamı. Kimi de yanındaki çocuğa lâf atıyordu.Sesi kesildi bir ara. Yanındaki çocuğa bir şeyler mırıldandı. Bir evin bahçe duvarına yanaştılar. Sıcakta yorulmuş olmalıydılar. Çömelip sırtlarını duvara yasladılar. Bir kaç dakika eğlendiler.Pencere gerilerinden sokağı seyreden birkaç baş hareketlendi, kayboldu. Açılan kapılardan birkaç kadın geldi. Adama bozuk paralar verdiler. Saçı sakalına karışmış pejmürde kılıklı bu dilenciyle yanındaki perişan çocuk az sonra kalktılar. Destan tekrar başladı. Solunda koluna girmiş çocuk, sağ elinde baston yoluna devam etti. Çocuklar da peşlerinde... Az ilerde tekrar durdular. Destan devam ediyor, sağlı sollu bahçeli evlere ses dalga dalga yayılıyordu. İşte o anda, bir ikinci kat penceresi açıldı. Bir kadm başı uzandı :" Yeter be! İki saattir çocuğu uyutamıyorum. Ne böğü-rüp duruyorsun!." diye hışımla bağırdı.Pencere gürültüyle kapandı.Bizim küçük yerinden kımıldamadan, dehşetten gözleri iri iri açılmış hâlde olup bitenleri seyretti. Ne mahallenin çocuklarına katılmış, ne de olanlara ma'nâ verebilmişti.Hani ilk tecrübeler insanda silinmez izler bırakır ya. O izi bırakacak yarayla, koşa koşa eve gitti. Annesinin boynuna sarıldı.O gün öylece geçip gitti. Hâdfce, yatma vakti gelene kadar birkaç defa gözünün önünde canlandı. Nihayet evde herkes yattı. Bizim küçüğün aklına tekrar pejmürde adam, tekrar olanlar geldi. Hele o gözleri, boş boş bakan âmâ gözleri unu-tamıyordu. Destandan akhnda'kalan bir nakarat da kulakların da çın çın ötüyordu. "Mezarımı derin kazın..."Cevâbını belki yıllarca sonra bulacağı bir yığın soru sordu kendi kendine. Defalarca sağa sola döndü. Artık dayanamayacaktı. Yorganını başına çekti. Sessiz hıçkırıklarla bir yığın "niçin" sorusu arasında, uzun uzun ağladı.Bu onun başkaları için ilk ağlamasıydı.Neler hissetmişti, neler yaşamıştı o an? O küçücük beyninde hangi fırtınalar kopmuş, tertemiz kalbinde hangi volkanlar kaynamıştı? Merhamet miydi, isyan mıydı, şefkat52mıydı, çaresizlik miydi, öfke miydi onu galeyana getiren?...Kimbilir!?..Birkaç ay sonraydı. Bir erkek kardeşi dünyâya gelmişti. Annesinin kardeşine şefkatine şâhid oldu defalarca. Onu gözü gibi kollamasına, üzerine titremesine, fedâkârlıklarına şâhid oldu.Ona göre, kardeşi âciz bir mahlûktu. Her türlü yardıma ihtiyacı vardı. Birçok çocukta görülen kıskançlık hislerini hiç yaşamadı. Annesiyle şefkat yarışına girdi âdeta...Bazen annesiyle, bebeğe bakmak için çok hoş kavgaları oluyordu. Mahalle bakkalından kendisine bir şey aldığında kardeşine de almak istiyordu. Bir gün bebeğe leblebi yedirmeye kalkmış, babasını günlerce güldürmüştü...Bir gün annesinin dişi ağrıdı. Kendisine söylenmemişti. Annesi, babasına bahsederken duydu. Ağrı şiddetlenerek birkaç gün devam etti. Babası, ev işlerinde annesine her zaman yardım ederdi. Ama dişi ağrıdığından beri yardıma daha bir sarılmıştı.O akşam hep birlikte oturma odasındaydilar. Diş ağrısı birden çok şiddetlendi. Babasıyla annesi karşılıklı oturmuşlardı.Çocuk, çaresiz bir ona bir ona

Page 25: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

bakmıyordu. Bir ara babasına dikkat etti. Yanaklarında yaşlarla şöyle mırıldandığını duydu :"Ne olurdu, senin çektiğin acıyı ben çekseydim!.." Günlef günleri kovaladı. Çocuk büyüdü, lise çağlarına geldi. Sevmeyi, sevilmeyi, nefreti, düşmanlığı, hasedi, münâkaşayı, mücâdeleyi, yardımlaşmayı, İhaneti, fedakârlığı, imânı, küfrü, her şeyi gördü. Görmekle kalmadı, bunların hepsini ruhunun derinliklerinde bir yerlerde sakladı. Aileden aldığı faziletle yaşadığı dünyânın rezaleti arasında mekik dokudu. O yaşa kadar tertemiz geldi. Öyle kî ;mahalle-deki, okuldaki arkadaşları, anlaşmazlıklarında onun hakem olmasını isterlerdi. Zira o, arkadaşları nazarında âdildi, vicdanlıydı, yalan söylemezdi. Mahallenin kadınları, kabahat işleyen çocuklarına onu gösterirler " neden filan Hanım'ın oğlu falan gibi olmuyorsun!" derler, ona gıpta ile bakarlardı.Dışardan içine kapanık görünürdü. İç dünyâsında ne53ummanlar coşuyor, ne zelzeleler oluyor, kimse kestiremezdi. Oysa çok zengin bir dünyâsı vardı. Kâh mazinin altın devirlerinde dolaşır, kâh destanlarındaki bir kahraman olur, kâh atîye dâir hayâllerle keyiflenir, kâh hâlin kupkuru realitesinde yaşardı. Sevincini de kederini de pek belli etmezdi. Zâten ne kadar sevinç yaşamıştı ki!...Sekiz yaşındayken babası şehid düştüğünden beri, tam yedi yıldır, yetimlere has bir boyun büküklüğü vardı.Bazen çocuk ruhuyla onu çok özlüyor, tenha köşelerde, gözyaşlarıyla babasına haberler yolluyordu.54VTatlı bir Ağustos sonu sabahıydı. Güneş henüz doğmuştu.İnsana huzur veren bir serinlik, durgunluk vardı havada. Sokaklarda sabah namazından çıkmış tek tük insanlar vardı. Evlerine ve işyerlerine gidenler; sessiz, sakin , vakur, huzur dolu idiler. Bir sabah namazını daha camide edâ etmenin saadetini yaşıyorlardı. Yalnız yürüyenler olduğu gibi, iki-üç kişi bir arada, sohbet ede ede yürüyenler de vardı.Bir genç adam Şerafeddin Camii'nde çıktı. Aİâeddin Caddesinden yukarı doğru Hazretİ Mcvlânâ türbesi istikametinde ağır adımlarla yürüdü.Türbeye ayrılan ara yola gelince durdu; orada medfun olanlara fatiha okudu. Selimiye Camii ve Yusuf Ağa Kütübhanesi'ni geçti. Karşı kaldırıma yürüdü. Biraz gitti, Üçler Mezarlığı'nın giriş kapısına ulaştı. Aralık duran büyük demir kapıyı gıcırtıyla açtı.Yürümeye devam etti. Metrelerce yürüdü yürüdü... Mevkiini uzaktan tesbit edip çakılmış nazarlarla baka baka geldiği bir mezarın başında durdu. Sabit bakışları bir müddet devam etti. Sonra, bir hayâl âleminden silkinerek uyanır gibi oldu. Mezarı karşısına alarak çömeldİ. Gözlerini yumdu, başını iki eli arasına aldı, bir zaman öylece kalakaldı.Dışardan seyreden birisi çok ızdırab çektiğini hemen anlardı. Bir ara vücudu sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Zaman zaman için için, zaman zaman hıçkırıklarla, belki on dakika sürdü bu hâli...Onu yakınına kadar gelip dinleyen biri ıslık gibi bir fısıltıyla şu sözleri tekrarladığını duyardı:"Değer miydi hiç? Neden yaptın bunu? Neden burayı seçtin? Sabretmek çok mu zordu? Neden? Neden?..Az sonra sakinleşmişti. Gözlerini yumdu. Uzun bir müddet kaldı öyle. Kimbilır neler düşündü!?... Nerelerde gezindi kimbilir?...55Aradan ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu. Neden sonra ellerini açtı, açtığı gözlerini mezar taşma dikti. Duâ etti, fatiha okudu. Ayağa kalktı. Kendisini hafiflemiş, rahatlamış hissetti. Hâlâ nemli duran kızarmış gözlerini etrafta gezdirdi. İliklerine kadar titredi. Yoksa mezarlığın pürhaşmet; lisân-ı hâl ile haykırması, her ziyaretçiye son adresini göstermesi miydi onu titreten?Yürümeye başladı. Başını arkaya çevirdi. Son bir defa mezara, mezar taşına baktı. Şunlar yazıyordu mezar taşında: "Ruhuna fatiha. Sâliha Mutlu. Doğumu 1968 - Ölümü 1987.56VI

Page 26: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Aradan iki ay geçmişti. Yaz günleri geride kalmış, takvimler Eylül'ün ortalarını gösteriyordu. Artık gündüzler insanı bunaltmıyordu. Geceler ise kimi zaman İnsanı üşütecek kadar serindi. Devran kışa dönüyordu.Konya'da tipik bozkır iklimi vardır. Fakat, göz alabildiğine dümdüz uzanan bu memlekette rahatsız edecek, geceleri titretecek rüzgârlara pek rastlanmaz. Ancak rüzgârlı gecelerde kalın bir şeyler giyinmek icab eder.Eylül geceleri Orta Anadolu'da, bilhassa Konya'mı insanın ruhuna ferahlık verir. Güneyin bunaltıcı sıcağı, jzeyin nemli ve üşütücü havasının rahatsız ediciliği yoktur.Böyle bir Eylül gecesinin geç saatlerinde Yeni Meram yolundaki bir evin önünde sert bir frenle lüks bir otomobil durdu. Arabanın içinden bağrış-çağnşlar, sarhoş naraları dışarıya yayılıyordu. Bağnşmalar bir müddet devam etti. Kapı açıldı. Genç bir adam tutunmaya çalışarak indi. İçerdekİlere eliyle bir selâm işareti yaptı. Araba hiç beklemeden çığlık çığlığa hareket etti. Kaşla göz arasında kayboldu.Genç adam montunu omzuna atmış vaziyette yalpalayarak yürüdü; demir kapıyı açtı, çiçeklerle çevrili yoldan giderek giriş kapısına ulaştı. Biraz arandıktan sonra zile parmağını dokundurdu. Salondan başka bir yerinden ışık sızmayan binanın, çok geçmeden antre ışığı yandı, kapı açıldı. Hizmetkâr İzzet Efendi kapıyı ardına kadar açtı:-Hoşgeldiniz Yavuz Bey...-Eeee hoşbulduk!Hizmetçiyi yavaşça kenara itip kendisine yol açtı. Ayakkabılarını çıkarıp salona kadar yürüdü. Babası sigara duman-57lan arasında yüzü zor seçilir bir vaziyetteydi. Başı yerde, oğluna bakmamaya dikkat ederek:-Geldin mi? dedi.-Evet...Merdiven korkuluklarına sıkı sık tutunarak, arkasına hiç bakmadan odasına çıktı.Kapıyı arkadan kapadıktan sonra ayakta bir müddet etrafı dinledi. Yavaşça kapıyı araladı. Başını uzattı, aşağıya baktı. Işık sönmüştü."İyi" dedi kendi kendine. Kanepeye oturdu. Düşündü düşündü... Birden ağlamaya başladı. Gözyaşları kesilince kalktı, odaya göz gezdirdi. Hâlâ elinde duran montunu bir köşeye attı. Dışarıya çıkıp lavaboya gitti. Yüzünü uzun uzun yıkadı, odasına döndü.Biraz ferahlamış, başındaki ağırlık hafiflemişti. Tekrar oturdu."Zavallı Yavuz! Utanıyorsun değil mi! Babandan korkulması gerektiği gibi korkmuyorsun da, sâdece utanıyorsun... Nasıl da başını eğdin! Yüzyüze gelmemek için nasıl da kaçar gibi tırmandın merdivenleri!..."Asİ. da Yavuz'un içkiyle arası iyi değildi. Hem aileden aldığı terbiye, hem de onu i^ aç bir içecek olarak görmesi müessirdi bunda... İçki içenleri, hele fnüb tela olanları aptallıkla tavsif ederdi. Faydalı ve lezzetli o kadar helâl içecek dururken; insanların pis şeyleri hem de zevkle içmeleri çok saçma idi. Hele aklı ifsad etmesi, zihni faaliyetleri riît üst etmesi ne kadar kötüydü!Yavuz az içmişti. Yine de zihninin pek sıhhatli çalıştığı söylenemezdi.İçki kimi zavallıları kütükleştirirken, kimilerini coşturur, çocuklaştırır. Çeşitli tatminsizliklerini açığa çıkarır. İnsan bunları kendi kendine duvarlara itiraf eder. Fısıldar, haykırır... Karşısında dinleyecek birisi varsa ona açar İçini."Arkadaş hatırı ha!.. Sevmediğim, hattâ iğrendiğim bir fiili arkadaş hatırı için işliyorum. Az veya çok olmasının ne ehemmiyeti var!... Sağda solda gördüğüm sarhoşlara içi parçalanan ben değil miyim!? Onlara acıyan, yardım etmek İste-58yen ben değil miyim!? Ve şimdi aynı duruma ben düşüyorum. Zavallı ben! Nereye gidiyorum?..""Hayır, böyle olmamalıydı. Daha önce de yapmıştım bunu. Ama Öyle bir tövbe etmiştim ki! Ne kadar oldu dur bakayım.. İki seneye yaklaşıyor. O kadar zaman olmuş ha!... Bu kadar sabret; sonra solucan kadar değer vermediğin insanlarla hemhal ol, düşebildiğin kadar düş!..""Reva mıydı Yavuz? İğrendiğin bir fiili İşlemen revü mıydı?"

Page 27: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

"Arkadaşım dediğin kişiler, o acınacak mahlûklar... Ne köy olur onlardan ne kasaba... Bir hiç onlar! Sen de hiçliğe kalkıştın. Gel gör ki basardın da. Sen nesin kuzum, söylesene?""Sen boylu poslu koskoca bir hiçsin. Doğruyu da yanlışı da hakkı da bâtılı da bildiğin hâlde sapıtıyorsun. O kahrolası-ca nefsinin kölesi oluyorsun!""Ne kadar aşağılıksın şu hâlinle! Her zaman sen söylemez miydin, 'en acınacak insanlar sarhoşlardır' diye.""Verilmiş en büyük nimet olan aklını kadehlerle seyahate çıkarıyorsun. Sonra insan olma da'vasma kalk'şıyorsun. Hayvanlardan aklınla ayrıldığını iddia ediyordun. Hocaların, hele Aydın Bey sık sık tekrarlamaz mıydı: İnsan düşünen bir hayvandır' diye. Sarhoş olan bir insan düşünemiyeceğine göre, cümledeki 'düşünen' kelimesinin bir hükmü kalmıyor. İnsan bir hayvandır' oluyor.""Bu iş böyle gitmez Yavuz! önce kendine karşı dürü-1 olmalısın. Kendine karşı dürüst değilsen, başkalarına söz söylemeye hakkın olur mu? Sen, daha İnsan olma yolunda tenakuz yaşıyorsun. Sonrasını nasıl getireceksin?.."Daha devam edecekti belki. Ne kadar da az içmiş olsa, başındaki ağırlık artmıştı. Geçirdiği iç mücâdelesi, yorgun zihnini daha da yormuş olmalıydı.Kalktı, yatmaya hazırlandı. Yatar yatmaz uykuya daldı. Onu dışardan seyreden birisi, uykusunda hiç de huzursuz görünmüyor hükmünü verirdi.Sabah geç vakitte kalktığında zinde olduğunu hissetti. Başındaki ağırlık hemen hemen geçmişti.Aklına ilk gelen, akşamki yaşadıklarıydı. Zihnini biraz59toparladıktan sonra, akşam vardığı neticeyi yatağında ölçtütarttı.Kalbinde bir burukluk hissetti. Birden; işin hep mantık yönünü sorguladığı hatırına geldi. O zaman daha büyük bir vicdan sarsıntısı geçirdi. Kendi kendine:"Aman yârabbim! Mes'elenin inanç yönünü, imân buu-dunu hiç düşünmedim. Şimdi zavallılığımın sancısını daha bir şiddetle duyuyorum içimde!.. Ne kadar isyankâr olursam olayım, ne kadar câhil olursam olayım, nihayet ben de bir müslümanım."Ayağa fırladı. Odasında kıble ne tarafa bakıyor, bilmiyordu. Olduğu yerde rastgele diz çöktü. Ellerini açtı:"Yârabbi çok pişmanım! Sana olan şu isyanımdan..'. în-şaallah bir daha kat'iyyetle yapmayacağım. Tövbe ediyorum Allahım! Tövbe ediyorum Allahım! Sen tövbemi kabul et. Şu I iirıâhkâr kulunu affet Allahım!.."Yetmiyormuş gibi geldi kendisine. Secdeye kapandı. Secdede neler söylediğini, neler hissettiğini kimseler hiçbir zaman bilemedi.Doğrulduğunda, içinde kendisinin de hayret ettiği bir huzur meltemi esiyordu."Şükürler olsun Allahım! Bana tövbeyi nasib ettin. Tövbe nasib olmadan bu bataklıkta yü/*:n nice insan var. Yaptığı çirkinlikler hoşuna gidenler var. İsteyip de kurtulamayanlar var. Ne mutlu bana şu kadarı olsun nasib oluyor. Rabbim, sana sonsuz şükürler olsun!..."İyice rahatlamıştı. Kendisini uzun zamandır böylesine mes'ud hissetmemişti.Dışarı çıktı. Lavaboya gidip elini yüzünü yıkadı. Döndü, giyindi. Aşağıya indi, yemek odasına girdi.Babası erkenden kahvaltı edip gitmişti. Yavuz'un ayak seslerini duyan İzzet Efendi sessizce kapıda belirdi. Bir an kapı ağzında dikildi. Evin küçükbeyi sırtı dönük, yemek masasına bakmıyordu. Bir şey söylemeye çekindi. İçeri girdi. Yavuz geriye dönünce çekine çekine:-İsterseniz taze çay demleyeyim Yavuz Bey, dedi.-Yoo İzzet Efendi istemez. Bu gün süt içmek istiyorum.60Sıcak olursa daha iyi olur.-Hemen ısıtıp getiririm. Bir sandalye çekti oturdu.İzzet Efendi işiyle meşgul olmaya giderken; Yavuz'un aylardır kendisine ismiyle hitab etmediğini düşündü. Yüzüne dikkat etseydi, bir şeyler sezerdi şübhesiz...Mutfakta karısı sütü kaynatırken; hayret sözleriyle bu davranıştan bahsetti. Sütü yemek odasına götürürken de; yine aylardır Yavuz'un doğru dürüst kahvaltı bile yapmadığını, hele hiç süt İçmediğini düşündü.Masaya süt sürahisini yerleştirdi, servisi yaptı.Yavuz sordu;

Page 28: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

-Râbia evde mi?^*. -Hayır,okula gitti. Malûm, yakında açılıyor. "Okula"di-yerek çıktı.-Doğru ya, dedi Yavuz.Edası, dünyâyı terkedip de yeniden dönmüş birini andırıyordu.-Ne zaman döneceğini söyledi mi?-Söylemedi.İzzet Efendi; sıradan bir insan, basit biri gibi görünmesine rağmen aptal değildi. Hele biraz önceki hâdiseden sonra, dikkatini Yavuz üzerinde daha bir yoğunlaştırmıştı. Bu yüzden Yavuz'un gözlerindeki pırıltıyı, son sorusundaki sıcakhğ; hemen sezdi.İçten içe bir sevinç duydu. "Bunlar iyiye alâmet,, diye düşündü. Müsaade isteyerek çıktı.Yavuz sütle birlikte bir şeyler atıştırırken o gün ne yapacağını düşünmeye başladı. Akşam babasıyla karşılaşması aklına geldi. Nasıl utandığını hatırladı."Ondan özür dilemeliyim" diye mırıldandı. "Münâsebetlerimiz ne kadar zayıflamış olursa olsun, bu fiile onun şâhid olmaması lâzımdı, Neyse, nasıl hallederim bunu? Off, zor bir sual!..""Evet evet, ondan af dilemeliyim. Onu sevmesem bile... Ben bir Anadolu insanıyım. Bir müslürnan çocuğuyum. Yaptığım bu terbiyesizliği telâfi etmeliyim. Bir punduna getirip61söyleyeceklerimi söylemeliyim."Derken, çocukluğuna döndü. O güne kadarki hiçbir hatasında; kimseden, babasından bile af dilemediğini düşündü."İyi de nasıl yapacağım bunu? Ban* çok zor gelecek. Hayatta kimsenin önünde eğilmedim ki ben!.. Yoksa kupkuru bir inat içinde miyim?""Babam daha az üstüme varsaydı böyle olur muydum? Olmazdım herhalde. Şefkat kurbanıyım ben. Aradığım şefkati bir türlü bulamadım...""Hayır hayır! Bilemiyorum... Benim derdim İnat mı, şefkat noksanlığı mı? Yoksa hata tamamen bende mi? Off, hayır hiçbir şeye cevab bulamıyorum!.."Yavuz hakikaten tezatları yaşıyordu. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu, kimin nerede hatalı olduğunu bir türlü kestiremiyordu. Tekrar eskilere daldı gitti..."Annem Öldü Öleli ne kadar boşluk içindeyim. Şu anda yirmi yedi yaşındayım. Tam on üç sene olmuş. Ah anacığım, seni ne kadar özlüyorum! Başımı dizlerine yaslayıp, senin tatlı sözlerini dinlerdim. Ne güzel şeyler anlatırdın bana! Hiçbir zaman kırmadın beni. Şimdi senin yumuşaklığına ne kadar muhtacım!.. Yaşasaydın bu hâllere düşer miydim? Kimbi-lir!.?""Babamı çok sevmemi istemiştin hastalığının son zamanlarında. Sanki sezmiştin bizler* bırakacağını. Ama yapamadım. Senin hatırın için bile olsa yapamadım. İstediğin gibi sevemedim babamı. 'Râbia'ya dikkat et, onu evleninceye kadar koru, evlenirken de ağabeyliğini ihmal etme' demiştin. Onu da hakkıyla yapamadım. Hele son aylarda ne yapıyor, ne ediyor hiç haberim olmuyor. Kendi dünyâma öyle kapılmışım ki ..-11"Hayır, artık kendime gelmeliyim. İçim kan ağlasa da dışarıya izhar etmemeliyim. Hem beni kim anlayabilir ki?. Beni benden olmayan nasıl anlasın!.. Boş yere didinmenin; imâ yoluyla veya doğrudan kendini anlatmaya, yardım istemeye çalışmanın ne ma'nâsı yar!""Madem ki şu dünyâya gelmişim. Her türlü derdimi bir tarafa bırakıp ben de bir şeyler yapmalıyım. Hiç kimseye fay-62dam olmasa bile, hiç olmazsa zararım olmasın. İnsan olmalıyım, insan olmanın şerefini duymalıyım. İnsanca yaşamak yetmez mi bana!..""İnsanca yaşamak, diyorum, ama elimde bir kıstas yok ki! Şimdiye kadarki tahsilim, cemiyetten aldıklarım yetecek mi acaba? Sonra; doğru bildiklerim yanlış, yanlış bildiklerim doğru olamaz mı?""Şübheyle yola çıkmak! Bir bir şübhe bulutlarından kurtulmak. Hakikati bulmak. Ne çetin bir iş!.. Bunu şu irâdemle becerebilir miyim? Bilgim, görgüm, kültürüm yeter mi buna?" "Emin değilim. Tek başıma becereceğimden emin değilim. Peki kime güvenebilirim?"Sabah sabah içinde bir ihtilâl yaşıyordu âdeta. Fakat ihtilâli yapmak yetmiyordu. Mühim olan sonrasıydı.

Page 29: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Bir fasit dâire içinde dönüp duruyordu. Çıkar • ' prıvor, gittikçe çıkmaza düşüyordu. Zihni allak bullak olmuştu. Yine de ısrarla bir yol bulmaya çalıştı. Zira daha başlan pes etmek ölüm demekti onun için."Uzlet köşesine çekilmek... Başaramayacağım hâlde, yalnızlıkla kendi kendime derman olabilir miyim ? Yalnızlığı dost edinmekle kurtulabilir miyim?"Birden bu cümle takıldı aklına. 'Yalnızlığı dost edinmek." Kime aitti acaba bu? Bir âlime, bir filozofa, bir şâire?.. "Hayır hayır tanıdığım birisiydi bu" diye söylendi. Hafızasını yokladı. Kimdi, kimdi?.. "Yusuf olmasın sakın? Evet ya... Yusuf!..." Hatırlamıştı. Amcasının oğlu Yusuf'tu sözün sahibi. Okulunu bitirdikten sonraki ilk gelişinden sonra; Yusuf bütün iticiliğine, istemez tavrına rağmen amca oğlunu birkaç defa ziyarete gelmişti. Ama hep hakaret-âmiz sözler işitmişti Yavuz'dan. Yüz bulmamasına rağmen son olarak on gün önce gelmişti.Düşündü, bir türlü çıkaramadı. Acaba neye binâen sar-fedilmişti bu söz? Öncesini de devamını da hatırlamıyordu. Demek o. an için dikkatini çekmiş, aklında kalmıştı. "Ah bir hatırlayabilsem!" dedi. Söz, tek başına ne ma'nâya geliyordu? Veya Yusuf neyi63kastetmişti?"Her şey o kadar bulanık ki! Son zamanlar hâriç hep kalabalıklarla, insanlarla iç içe oldum ben. Tenha yerlerden hoşlanmadım." ^"Ha, dur bakayım. Ben şöyle anlamıştım: Yalnızlığı dost edinmeyi yoksa o da nefret ettiği sahteliklerden bir kurtuluş yolu olarak mı görmüştü?"Zihni o kadar yorulmuştu ki şakaklarının zonkladığını hissetti. Ayağa kalktı, ellerini arkasında kavuşturdu; odada bir aşağı bir yukarı gezindi. Bir taraftan da mırıldanıyordu;"Aman sen de!... Neticede bu benim için mümkün olmayacak şey. Ne anladığımı da tam anlamadım ya. Hem ne malûm bu sözün doğru olduğu? Belki de çok saçma... Hayır, düşünmeye bile değmez. Yusuf'da beni ilgilendirmiyor zâten."Kararını vermişti. Çıktı, telefona doğru yürüdü. Bir yeri aradı. Bir müddet konuştu. "Tamam ziyaretinize geliyorum" diyerek kapattı.Odasına çıktı. Elbise dolabını açtı. Biraz tereddütten sonra yepyeni beyaz bir gömlekle, lâcivert bir takım elbise çıkardı. Uygun bir kravat hazırladı.Giyinirken ; yeni olmasına rağmen üstündeki takımı altı aydır hiç kullanmadığını düşündü. Kıyafetine son zamanlarda hiç dikkat etmemiş, üzerine ne burfursa geçirmişti.İtinayla saçlarını taradı. Çıktı, aceleyle merdivenlerden indi. Antredeki boy aynasında bir an kendisini seyretti. Boyalı bir çift ayakkabı seçti giydi. Kapıyı açarken İzzet Efendi'ye "dışarı çıkıyorum ben " diye seslendi. İçerden, " gülegüle Yavuz Bey" cevâbını alınca da çıktı.Çiçekli yoldan dış kapıya yürürken sola sapıp garajdan arabasını almayı düşündü. Sonra " yoo dolmuşla gitsem daha iyi olur " diye geçirdi içinden. Büyük demir kapıya kadar gitti, caddeye çıktı.En yakındaki dolmuş durağına yürüdü. Biraz bekledikten sonra gelen bir dolmuşa bindi.Arabanın ancak yarısı doluydu. Sabah, işine, gidenler gitmiş, kalabalık kalmamıştı. Başıboş birkaç kişi, belki işgüç sahibi birkaç telâşsız adamdı arabadakiler. Şoför de dâhil,64hepsi dikkatini çekmişti Yavuz'un. Asık suratlar, yorgun gözler, solgun yüzler, hayattan bezmiş tavırlar.... İnsanların yüzlerinden, yaşadıklarının emaresi okunuyordu. Suskun ağızlar, donuk, bedbin bakışlar..."İşte hayattan zevk almayan insanlar. Benim düne ka-darki hayâtıma denk tablolar" diye düşündü.Çarşıya gidinceye kadar, bütün dikkatini vasıtanın içindekilere çevirmişti. Dışardaki manzara, gürültü, yayalar, arabalar, velhâsıl hiçbir şey onun alâkasını çekmemişti. Kimbilir belki de kendisinden bir şeyler arıyordu onlarda. Belki onları kendisinde görmüştü!Konak'a geldiklerinde, kalan üç yolcunun inmek üzere harekete geçmesiyle silkindi, ineceği hatırına geldi. Yolcuların arkasından o da indi. Kalabalığa karışıp bir müddet yürüdü. Sonra ara yollara saptı. Gideceği yerden emin bir

Page 30: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

edayla adımlarını sıklaştırdı. Dar bir ara sokağa girdi. Girdiği yer iki üç katlı binalarla çevrili idi. Konya'nın yıkılmayan eski çarşı binalarıydı bunlar. Bir çoğu işhanı olarak kullanılıyordu.Bîr işhanınm giriş kapısına gelince durdu. Aralık duran kapıyı açtı, dar uzun merdivenlerden yukarıya çıktı. Sonra ikinci kata... Nihayet gelmişti. Tam karşısında duran kapıya iki adım attı. Kapının üstündeki tabelada iri harflerle "Seçkin Muhasebe ve Malî Müşavirlik" yazıyordu. Açtı, içeriye girdi. ' Bulunduğu sahanlıkta; sağlı sollu camekânlarda sırtları dönük çalışan kadınlı erkekli başlar görünüyordu. Büroya açılan yekpare camdan kapıya birkaç adım attı, açtı. İçeriye girince işlerine dalmış olan başlar hep ona döndü. Hepsine ayrı ayrı baktı, gülümsedi:-Günaydın arkadaşlar, merhaba. Hep bir ağızdan mırıltıyla: -"Günaydın" cevâbını aldı. -Aydın Bey içerdeler herhalde?Bunu sorarken husûsî olarak âşinâ olduğu orta yaşlı bir beye bakmıştı. Ayağa kalkan beyden cevab geldi:-Hoşgeldiniz, evet içerdeler. Zannediyorum beklediği siz olmalısınız. Biraz Önce söylemişti.-Evet, telefonla görüşmüştük, Müsaitse hemen gireyim.65-Tabiî buyrun... Gelir gelmez odama yollayın diye tcn-bih etmişti.Yavuz, adı geçen yazıhaneye kısa bir koridorun sonunda ulaştı.Kapıyı çaldı, girdi. Tam karşısındaki masada oturan yaşlıca bir bey ağır ağır ayağa kalktı:-Vay hayırsız Yavuz, gel bakalım!Yavuz'a doğru yürüdü. Kollarını sarılmak kastiyle açtı:-Hoşgeldin...-Hoşbulduk hocam.Sarıldılar. "Hocam" dediği ihtiyar adam yer gösterdi.Oturdular. Bir müddet konuşmadan bakıştılar.Görüşmeyeli altı ayı geçmişti. Yavuz; saçları az dökülmüş, kırlaşmış, uzun boylu, iriyarı, koyu tenli bu beyi hafifçe çökmüş zayıflamış buldu.Kıvırcık saçlarıyla mütenâsib duran kıvrık dudakları; her zamanki gibi, yüzüne alaylı bir tebessüm havası veriyordu.Kendisi fakülteden hocası oluyordu. İktisat profesörü,Profesör Aydın Seçkin...-Uzun zamandır hiç görüşmedik. Hayırsız, hiç arayıp sormadın! Anlat bakalım, nasılsın?-Teşekkür ederim hocam, iyiyim. Normal şartlarda sizi aramamazlık etmezdim. Siz de bilirsiniz beni...Ama aylardır, daha düne kadar hiç de iyi değfldim. Dün gece içimde bir ihtilâl oldu âdeta.. Bu gün sabahtan beri yepyeni bir insan olarak görüyorum kendimi. Bir rü'yâdan uyanmış, bir kâbustan kurtulmuş gibiyim.-Ne o hayrola? Hasta miydin yoksa? Başına bir iş migeldi?Yavuz'u hasta kelimesi bir defa daha titretmişti. Ama kendisini hemen toparladı. Tedirginliğini belli etmemeye çalıştı. İçinden şöyle geçirdi: "Okul arkadaşlarımdan haberimi hiç mi almadı?"-Yoo hasta falan değildim. Son zamanlarda galiba sinirlerim bozuktu. Hem siz de biliyorsunuz; babamla aramda bazı mes'eleler vardı. Zaman zaman depreşiyor.-Haa, şu meşhur kuşak çatışması!..66di:Aydın Bey kestirip atmıştı. Yavuz aynı üslûbla cevabla--Bilmem artık neyin nesidir!..Aydın Bey karşısındakinin bam teline bastığının farkındaydı. Ama aldırmadı. Yavuz'u iyi tanıyordu çünkü. Üniversitede dört yıl hocalık yapmıştı ona. Daha ötesi, onunla yakından İlgilenmişti.Zengin bir babası vardı. Annesini yıllar önce kaybetmişti. İşadamı olan babası, işinden gücünden vakit bulup doğru dürüst ilgilenmemişti oğluyla. Yavuz ilk gençlik yıllarından beri şefkat fukarasıydı. Babasında da aradığını bulamamış, gitgide hırçınlaşmıştı. Zaman zaman okulunda da hırçınlığının su yüzüne çıktığı günler olurdu. Kendisi bütün bunları fırsat bilir, talebesiyle daha

Page 31: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

yakınlaşmanın yollarını arardı. Zira daha ilk günlerde şu kanaate varmıştı; "Dürüst, hassas ve enerji dolu..." Kendi kendine defalarca mırıldan-mıştı; "işte tam aradığım gibi birisi" diye.Senelerdir elinden çok talebe gelip geçmişti. Bunların bazıları dikkatini çekmiş, husûsî olarak onlarla alâkadar olmuştu. Ama hiçbirinde Yavuz'da gördüğü kapasiteyi göre-memisti.Her türlü menfiliğe rağmen onda bambaşka bir cevher vardı. İşte tam da'vasına hizmet edecek bir değer... Asla kaybolmaması, erimemesi lâzım gelen bîr kaynak!..Onu kazanmak ondan maddî- manevî istifade etmek İcab ediyordu. İhtimamla üzerine eğilecek, gerekli kişilerle tanıştıracak, gerekli ortamlara sokacaktı. Bunun için belki çok uğraşacak, çok şeyden feragat edecekti.Dördüncü sınıfın başlarında asistan olarak okulda kalması için Yavuz'a teklifte bulundu. Fakat aldığı, hiç ummadığı bir cevabdı. Çok talebenin rü'yâsında olan bir nimete red cevabı vermişti. Sebebini sormuş karşılık alamamıştı. Sâdece "belki bir gün söylerim" demişti. Aydın Bey çok şaşırmış, sükût-ı hayâle uğramıştı. Nasıl uğramasın; kıvama getirmek için o kadar uğraştığı, yaptığı telkinlerle belli bir noktaya getirdiği talebesi her şeyi itiyordu. Bu defa ortadan kaldırılacak mâniler olup olmadığını sordu. Gene cevab alamadı. Halbuki ona göre hiçbir sebeb yoktu. Belli bir çalışma di-67siplini, sebatı yoktu. Lâkin zeki idi ve kendine her zaman güveniyordu. Öyleyse ne olabilirdi ki? .. Bu soru hiçbir zaman cevab bulmadı.Aydın Bey günlerce karamsar bir hapçıya büründü. Yavuz için. Ama ümidini de kaybetmedi. Neticede; "hiç olmazsa bağları koparmamak gerektiğini, bir gün mutlaka yola gelece-ğini"düşündü. Er veya geç onu elde edecekti. Bu işte gücenmek, yeis yoktu. Sabır lâzımdı. Temkinli ve muhatabını ürkütmeden hareket etmek şarttı.Yavuz iktisat tahsili görmüştü. Resmî bir müessesede çalışması şart değildi.Başka yerlerde de faydalı olabilirdi. Öyleyse Konya'dan uzaklaşmaması gerekiyordu. Babasından, Konya'dan ayrılması bütün plânların suya düşmesi demekti. Onun için çâreyi babasıyla ne kadar problemli olursa olsun vakti gelince onun mirasını paylaşacağını, bu büyük servetle çok rahat bir hayat süreceğini defalarca telkinde buldu. Sonunda Yavuz ikna olmuştu. Okulunu bitirdikten sonra askere gitti geldi. Babasıyla bağları kopuncaya kadar da işinde ona yardımcı oldu. Ne bir başka işte çalıştı, ne de ticâretle meşgul oldu.Son yedi-sekiz aydır hiçbir şeyle İlgilenmez oldu. Hazırdan yedi içti. Adeta tek kişilik bir dünyâda yaşamaya başladı. Kendisini belki bilmeden yalnızlığa mahkûm etti. Bir kaçıştı bu ama neden kaçış?..Yavuz'un tahmin ettiği gibi; Aydın Bey talebesinin son zamanlarda ne hâlde olduğundan gayet iyi haberdardı. Yavuz'u tanıyan mezun talebeleri vasıtasıyla her şeyin haberini almıştı.Okuldaki otoriter hoca havasını bir tarafa bırakarak devam etti. Şefkatli bir baba tavrıyla konuştu:- Evet evlâdım, keyfin yerinde herhalde?- Çok şükür bu günüme hocam. Demin de söyledim ya. Bir rü'yâdan uyanmış gibiyim.- Şu rü'yâ dediğin nasıl bir şey acaba?- Bazı şeyler kelimelere sığmıyor hocam. Anlatmakla size neyi isbat edeceğim? Benim yaşadıklarımı siz de yaşasay-dmız, belki birçok zorluk aşılacaktı. Şundan da emin değilim: Hayâller içinde mi yüzüyordum, yoksa yaşadıklarım realitenin kendisi miydi! Hayâtı, hakikatleri anlamaya başlamak bu mu yoksa? Hiçbir şeyden emin değilim...- Öyle zamanlarım oldu ki, bana benden başkasının yardım edeceğine asla ihtimâl vermedim. Hattâ size gelirken de tereddüt içindeydim. Bir taraftan da diyordum ki; "sana bu kadar emeği geçmiş, bu kadar iyiliği dokunmuş, seni bu kadar yakından tanıyan hocandan başka kim yardım edebilir ki!" '- Sizin çok iyiliğinizi gördüm hocam. Yüküm hafifler ümidiyle kalktım geldim. Dün geceyi yaşamasaydım...Profesör memnun memnun gülümsedi. Hangi niyetle yapılırsa yapılsın, işte "insan iyiliğin kölesidir" sözü bir defa daha teyid olunuyordu.

Page 32: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Sana her zaman yardıma hazırım, dedi. Öyle anlıyorum ki buhranlarla dolu bir çıkmazdan kurtulmuşsun. Belki zaman zaman damarına basacağım. Ama ilâcın acılığı nisbe-tinde şifalı olduğunu da unutma. Bazı sözlerim yaralayıcı gelebilir. Bana güvenmelisin. Neticeyi de sabırla beklemelisin.Yavuz tereddütlü bir ağızla:- Başka da çârem yok gibi, dedi.Bu cevâba pek memnun olmadı profesör. Yine de bu müsbet bir merhaleydi. İşlerin yoluna gireceğinin İşaretiydi. Kıvırcık saçlarını parmaklarıyla şöyle bir karıştırdı.- Tereddüdü bırakmalısın Yavuz. Benim yardımım bir tarafa; sen de zaman zaman bana yardım, edeceksin belki. Sana her zaman güvendim, güvenmeye de devam ediyorum. Beni hiçbir zaman yanıltmadın. Yalnız her şeyini anlatmalısın. Gizli kapaklı bir mevzu kalmamalı. Esrar perdesi aradan kalkmalı. Beni anlıyorsun değil mi?Hocasının bilmediği bir mesele vardı yalnız. Yavuz hep kendi kendine sormuş, bir türlü cevabını bulamamıştı: "Kendimi tanıyor muyum acaba? Ben nasıl biriyim? İçimde kopan fırtınaların tahlilini yapamıyorum."Bir insan kendini tanıyamamışsa başkalarına anlatması nasıl mümkün olacaktı? Hocasına bunu belirtmenin faydalı69olacağına İnandı.- Siz, ne varsa anlat diyorsunuz hocam. Ben beni bana anlatabiîseydim ah! Size veya başkasına zaten ihtiyacım olmayacaktı. Bazılarını belki; ama her şeyi anlatmaktan âcizim. Beni anlayın lütfen!- Zâten bunun için burada değil miyiz oğlum! Birtakım ipuçları verebilirsin. Sonrasını beraberce hallederiz herhalde.- Bana zaman tanıyın hocam. Kendimi biraz toparlayayım. Geçen uzun zaman zarfında kendimi çok dinledim. Ne yazık ki yalnız başıma hiçbir şeyi başaramadım. Demek ki bana rehber olacak birileri lazımmış. Kendi dar aklımla, zayıf irâdemle zorlukların üstesinden gelemedim.Bu tezat dolu ifâdeler profesörü şaşırtmıştı. Ne için gelmiş, nelerden bahsediyordu hâlâ! Eski talebesini şoka uğratıp kendine getirmek maksadıyla sert bir tavır takındı:- Daha neyi başaracaksın oğlum?" Bir anda bir ihtilâli yaşadım" diyorsun ya! Daha da öte, belki bir inkılab yaptın içinde. Sonra da "dar aklımla hiçbir şeyin üstesinden geleme-dim"diyorsun.- Yanılıyorsun oğlum! Akıl her şeyin üstesinden gelir. Çocuk değilsin artık. Toy günlerin çok gerilerde kaldı. Sana çok şeyi veren bir yüksek tahsil yaptın. Km.uk mü görüyorsun bunları?- Akıl her zorluğu yenecek silâh... Hele onu bir de ..âdeyle beslemişsen deme gitsin! İnsanoğlu bu güne aklıyla, zekâsıyla gelmedi mi? Târih nice insanların nice acılarına, nice cemiyetlerin nice çilelerine şâhid oldu. İnsanlık bütün bunlara rağmen bu günkü çağdaş seviyeye geldi.-Hayır Yavuz hayır! Akıl bizim baştâcımızdır. Hâlâ Ba-tı'ya yetişeceğiz deyip de beceremiyorsak aklımızı kullanma-dığımızdandır. İnsanlar akıllarıyla kıymet kazanırlar. Medeniyetler de akılla kurulurlar, akılla kaim olurlar. İnsanlar düştükleri vartalardan akıllarıyla kurtulur. Fransız ihtilâlini gerçekleştirenler aklın bulduğu doğruların peşinden gitmişlerdi. Halka tasallut ve tahakkümde bulunan kiliseden, kan emici papazlardan kurtulmuşlardı. Yâni dinin duygu sömürüsü, romantizmin de iflâsını getirdi. Artık insanlar kuruntula-70rın,hayâllerin, neticede açlık ve sefaletin potasında erimiye-ceklerdi. Akıllarıyla insanlık şeref ve haysiyetini kazanacaklardı. Realitenin nimetlerini devşireceklerdi.Yavuz bir an aklından "ya duygular bu kadar boş şeyler mi?" diye sormayı; konuşmayı başka yöne çekmeyi geçirdi. Lâkin şu anda tartışmaya girmek abesti. Çırak ustasına neyi isbat edebilirdi ki?...Halbuki Yavuz'un hayâtında, şimdiye kadar duyguların da mühim yeri olmuştu.Hocası sanki talebesinin aklından geçenleri okuyormuş gibi devam etti:-Hiç düşündün mü, duygular insanlığa neler kaybettirdi?.. Çok şey... Bir defa, insanlar duygularını sömürenlerin her an ağına düştüler. Duygularla hareket eden

Page 33: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

fert aynı hassasiyeti çevresindekilerden de bekledi. Bulamayınca karamsarlığa kapıldı. Kalbindeki ümidin yerini yeis, sevginin yerini nefret aldı. İyiliklerin yerini vurdumduymazlıklar, hattâ kötülükler...-Bazıları da çaresizliğe kapılınca, kendi içlerine kapandılar. Yalnızlığa, o kahrolası yalnızlığa mahkûm ettiler kendilerini. İnsanlığa faydalı olacak gayretlerini, içlerinde âtıl, işe yaramaz bir hâlde bıraktılar. Çünkü duygular ortaklık ister.- Sonra; duygular insanı hayâllerin seline kaptırdı. Hayâller gerçeklerin acılığıyla karşılaşınca, insanı yine çıkmaza götürdü. Bu da olmayınca hayâlinde birtakım değerleri mefkure edindi. Olmayacak şeylerle avundu. Gün geldi, gördü ki beyhude yorulmuş... Hayâller güzeldi, ama gerçekleşmesi mümkün değildi. Sonra, her şeye boşverdi. "Bana ne, böyle gelmiş böyle gider!" demeye başladı. Ne yazık ; gün geldi, kendine bile yetmez hâle düştü.- İnsanlar böylece miskinleştiler. Her şeye boyun büker oldular. Cemiyet iken yığın hâline geldiler.- Evet, Fransız ihtilâli çok önceden temelleri atılmış fikirlerin olgunlaşarak fiiliyata geçirilmesi demekti. Akıl ile İrâdenin zaferi idi.- Sen de biliyorsun; hayâllerle, hislerle, hurafelerle mücâdele gerçek bilime yol açtı. İnsanlık bugünkü seviyesine71bilimsel gerçeklerin rehberliğinde geldi.- İşte böyle Yavuz... Akıl ve irâde baştâcımız olmalı. Bizi gerçeklerin dünyâsı ilgilendirmeli. Adımlarımızı da ona göre atmalıyız. Hayır ; çizdiğimiz zikzaklarla bir yere varamayız!Yavuz allak bullak olmuştu. Hocası geçmişte de böyle yapardı. Derslerde olsun, sohbetlerde olsun insanı hallaç pamuğuna çevirirdi. Lâfı ortaya söyler, kimseye bir şey dokundurmaz, anlayan anlardı.İşte yine hayretler içindeydi. Geçmişte değişik hislerle dolup taştığını unutuverdî. Kafasındaki itiraz fikri de silini-verdi. Anlatılanları olduğu gibi kabul etti. Kendi mantık süzgecinden geçirmeden ... Niçin geçirsin ki !? Hocası Yavuz'un yaşadıklarını birkaç sözle özetlemişti.Güvenmişti hocasına bir defa... Onu her zaman ciddî bîr ilim adamı olarak görmüştü. Söyledikleri yanlış olamazdı, "belki de ben haksızım, ben yanlış düşünüyorum." dedi kendi kendine. " Hisler insanı hakikaten yanlış yollara sürükleyebilir..."Profesör önceki sözlerini tekrarladı:- Evet Yavuz ; senden sana yardım için yardım bekliyorum. Yardımın olmazsa ben de bir şey yapamam.Aydm Bey son sözlerini kaza«ıdığı zaferden ileri gelen bir kendine güvenle, tereddütsüz sarfetmişti. Zira talebesinde soğuk su şoku meydana getirdiğini daha başta görmüştü.- Anlıyorum hocam... İlerdeki görüşmelerimizde inşaal-lah daha tafsilatlı konuşuruz. Zor olsa da yardımcı olmaya çalışacağım size.Gelen çayları içtikten sonra fazla oyalanmadı Ya-vuz.Müsaade isteyip çıktı. Başında bir ağırlık hissediyordu. "Açık havada biraz dolaşırsam açılırım" diye düşündü. Ağır adımlarla kalabalığa karıştı. Yürüyor, bir taraftan da düşünüyordu...Hocası arada bir az önceki muhasebe bürosuna giderdi. Biraderine aitti büro. Biraderinin muhasebecilik haricindeki asıl işi antika halı- kilim ticâretiydi. Avrupa'ya da hah-kilim ihracı yapıyordu. İşi icabı sık sık İstanbul'a, bazen Avrupa'ya72gidiyordu. Ağabeyi Aydın Bey müsait olduğu zamanlar geliyor; işlerin sevk ve idaresini üstleniyor, gerekli iş irtibatları kurarak kardeşine yardımcı oluyordu. Üniversiteden aldığı maaşın çok daha fazlasını bu işten kazanıyordu. Yaptığı iş bağlantılarından aldığı yüzde de cabası...Velhâsıl geçim standardı kat kat yükselmişti.73VIIMahşeri bir kalabalık...Kırk- elli haneli bir köy... Burada birkaç yüz insan yaşıyor. Lâkin köy nüfusunu devede kulak bırakacak bir kaİabalık var her zaman.

Page 34: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Hele hafta sonları...Anadolu'nun dört bir tarafından gelmiş binler, onbin-ler... Anadolu dışından, yakın ülkelerden, uzak diyarlardan gelen, gelmeye devam edecek oian insanlar...Bir Güneydoğu Anadolu köyü burası. Birçok Anadolu köyü gibi buğday eken buğday biçen; toprakla devamlı cebei-leşen insanların köyü.Buraya gelenler boş kursaklarını doldurmak; aç midelerini susturmak, -bir iş bulup çalışmak, para kazanmak, velhâsıl dünyalık şeyîer için gelmiyorlar. Onların derdi bambaşka! Asırlık dertlerine derman arıyorlar. Üç asırdır bütün İslâm âlemini'zulmete boğan iman zaafiyetinden, cehaletten Allah'ı nisyan ve O'na isyandan kurtulmak istiyorlar.Asırlardır yığılmış dertler, müzminleşmiş hastalıklar şifâ bulur mu bilinmez ama onlar yangından mal kurtarmanın telâşı içindeler. "Ne kurtarırsak kâr" diyorlar. Kendilerini ve etraflarındaki her hastayı kurtarma sevdâsındalar. Nisyan ettikleri Rabblerini yeniden bulma arzusu içindeler. O'na yeniden-kul olma iştiyakıyla kavruluyorlar. Zira birçoğu şunu anlamış; birçoğu da anlama yolunda: O güne kadar peşinde koşturdukları, visale erme arzusuyla tutuştukları dünyâ; onları sükût-ı hayâle, hüsrana, hicrana mahkûm eden vefasız bir maşuka..-Dünyâ onlara bir şey vermemiş. Aksine hep almış.Aldıkça da insanlıklarından, faziletten, samimiyetten, ihlâstan, dünyâya geliş gayesinden bir şeyler kaybettirmiş ve bir gün bakmışlar; geriye hayvanla arasında pek az fark olan "insan" denen et, kemik, sinir yığını bir mahlûk kalmış. Bir ebed yolcusunun ebede meftun olması, şuursuz da olsa ebed75arzusuyla yanıp yakılması ne kadarda tabiî! İnsandaki bu en büyük arzuyu yok etmek mümkün mü?Ruhu inkara yeltenenler ne kadar d^ zavallılar! Ebedî olan, ebed arzusunu içinde barındıran ruhu inkârla; insanı, kendilerini inkâr ettiklerinin farkındalar mı? Değillerse ya ebed arzusunu yok etsinler veya âb-ı hayatı bulup içsinler ve-yahud insan haricindeki bir hüviyetle yaşamaya başlasınlar.Heyhat, onlar için insanlık iddiası en büyük iddia! Üç çeyrek asırlık bivolojik, hedonist bir hayat...Saçlarında ilk düşen akı görmek, bir hastalığa yakalanmak, hur gelen doğum günü kutlaması onlar için tarifi imkânsız acılar manzumesi... Ama bir yandan da ebeden dünyâda kalmak istiyorlar. İhtiyarlığa, ölüme çâre arıyorlar.Asıl korkuları "Ölmek" değil. Zira ölmek her canlı için biyolojik bir hâdise... Onları kâbuslara sürükleyen, hafakanlara abone yapan biyolojik hayatın sona ermesi, çürüyüş ve bitiş değil. "Olum" dedikleri esrarlı, muammalı yok oluş...Ne olurdu ölüm olmasaydılNe olurdu dünyâ ebedî olsaydı!Evet, ebed arzusunun neşvü nema bulduğu rûh, İnsana ebedî olduğunu haykırıyor. Âhiretteki huzura gidecek kapıyı emin hamU'ierle açacak anahtarı ilham ediyor; insana, müslü-nıana. Ve müsiüman geçmişte daha sık rastlanan insan-ı kâmilleri, mürşîd-ı kâmilleri arıyor. Manevî hastalıklarını tedavi edecek hazık tabibler arıyor. Zira anlamış ki bu dünyâ hayatı çok zorlu bir yol. Önünde kandan, irinden deryalar, taşlar-dikenler, binbir hile ve tuzak var. O yoldan daha evvel geçmiş, kimbilir ne badireler atlatmış rehberlere ihtiyaç var.Arayan, nihayet muradına eriyor. Bu kâmil mürşidlerden birinin eteğine yapışıyor...Bu millet Anadolu'yu vatan edinirken, mânevi fetihler yapan velîler vardı. Bu kutub insanlar; millî birliği te'siste ve muhafazada çok büyük vazifeler ifâ ettiler. Birkaç defa göçme tehlikesi geçiren rûh sarayımızın köşe taşları ve temeli mesabesinde idiler. Binayı dimdik ayakta tuttular.Cengiz Hân'ın istilâsında, Timur Hân'ın Anadolu'ya gelişinde, fetret devrinde, nihayet millî mücâdelemizde; en az bu binayı kurdukları zamanki kadar kahramandılar.76İslâm'ın bin sene sancakdârhğını yapmış bu çilekeş millet, son bir buçuk asırdır serâb peşinde koştu. İnkıtalar silsilesi şırak şırak sırtına indi. Manevî bünyesi, Batı dünyâsından medet ummakla onulmaz hastalıklara giriftar oldu. Batı'dan hiçbir zaman hüsn ü kabul görmedi. Zira Ba-tı'nın muhatabı, Osmanlı'nın torunlarıydı...Suratına yediği şamarlar, itilip kakılmalar, hor hakir görülmeler bu milletin sözde aydınlarını, avam tabakasını yolundan alıkoymadı. Bu millet hiçbir ma'şerî

Page 35: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

mantığın kabul edemeyeceği bir gaflet batağına saplandı: Can düşmanına meftun olmak!...Önce aydınlarlafl) başlayan düşmanına hayranlık hezeyanı kısa zamanda halka sirayet etti. Bu arada, evvelâ hükümetler, Osmanlı'nın yıkılışından sonra da devlet eliyle, düşmanı gibi yaşama sevdası desteklenir oldu.En büyük zulmü milletin din âlimleri, velîler gördü. Millî mücâdelenin manevî hamalları, liderleri olan; icabında en ön safta yer alan hocalar, âlimler, Allah dostları, yeni devlet kurulduktan sonra her fırsatta idam edildiler, hapislere tıkıldılar, sürgünlere gönderildiler, münzevî yaşamaya mahkûm edildiler...Millet kabuğunu değiştirmeliydi. Yalnız kabukla kalın-saydı ya! Çekirdeğe kadar indiJer. Milletin ruhunu, yine milletin içinden çıkanlar kemirdi. Kemirirken de var güçleriyle geride kalanları kötüleme, karalama faaliyetine giriştiler. Bunun için her fırsatı değerlendirdiler. Her imkândan istifâde ettiler. Her vâsıtayı kullandılar. Nihayet bugünlere kadar geldiler..Fakat içimizdekiler bir şeyi unutmuşlardı. Hangi inanç olursa olsun; inanmak, inandığı gibi yaşamak insanların en tabiî hâliydi. Hele bu; fıtrata en uygunu ve ilâhi kaynaklı ise zarurî ihtiyaç hâlini alıyordu. İnsan kendinden üstün mutlak bir varlığa inanma onun emirleri istikametinde yaşama fitra-tındaydı. Başta Osmanlı'nın vârisleri olan Anadolu insanı olmak üzere, bütün bir İslâm âlemi artık düşmanlarının hayâtını yaşamak istemiyordu. Nefsine ve insanlara kul olmak istemiyordu.77Ne kadar tırpanlanırsa tırpanlasınlar, "ufuk insanlar" diye gördükleri mürşidleri kendine rehber edinmek istedi Anadolu insanı...O, insanların sığ akıllarının imâli olan ideolojilerin esiri, nefsin ve şeytanın zebûnu olmak istemivordu. Öteden beri inandığı- güvendiği âlimler, velîler, mücâhidler, mütefekkirler "ışık insanlar" idiler. Sayılarının çok azalmış olması, sahtelerinin de bulunması kıymetlerini daha da artırıyordu.1990İ1 yıllara geldiğimizde, beşeriyet hiç ummadığı, hayâl dahi edemediği ateizmin, Marksizm'in, komünizmin yerle bir oluşuna şâhid oldu. Gerçekten, insanlığın çoğu için sürprizdi bu. Sistem inanç ve ideoloji bazında çöktüğü gibi, ekonomik sahada da tamamen iflâs etmişti!Sene 1980... Belki geleceğin tarihçisi bu seneyi beşeriyet tarihinin gizli kapaklı, lâkin en mühim dönüm noktalarından ikincisi olarak anlatacaktır. Belki de 1980 kimselerin dikkatini çekmeyecek. Sâdece dikkati milimetrik hesabîara dalmış bazılarının hafızasında yer edecek.Bu sene küfrün ve nifakın kaie burçlarının bir bir düşmeye başladığı bir sene olarak hafızalara kazınacaktır.Evet, sene 1980!... Mevsim yazın en sıcak zamanları. Temmuz ayı ve Ramazan ayı. Biraz evvel bahsettiğimiz Güneydoğu Anadolu köyündeyiz. Bir şeyh var bu köyde. Bir mürşîd-i kâmil ... Bir Nakşibendi Şeyhi... Hepsinden öte bir Peygamber torunu, bir seyyid. Hazreti Hasan soyundan gelen bir ulu kişi.Diğer şeyhler gibi, kendisine gelenleri durmadan aydınlatıyor. Her gelen, niyetine göre aradığını bulup dönüyor. İhlâslı olanlar, bu kapıya sımsıkı bağlananlar, bu yüce mürşidin rehberliğinde az zamanda çok mesafeler kat'ediyor-lar. Maneviyatta yükseldikçe yükseliyorlar. Nasıl yükselme-sinler ki, rehberlerinin halleriyle hâllenmİşler. Alev alev yanan bir ocağa atılmış demir parçası gibi, az bir zaman sonra ocağın hâlini, rengini almışlar. Kaybolmuşlar bu ocağın içinde!İşte yine oruç ayının bereketli günlerinden bir gün... Bir78Cum'a sabahı... Köye gelen bir sürü husûsî otomobil var. Minibüsler, otobüsler var.Gelen otobüslerden birinden, diğer yolcularla beraber bir genç iniyor. Taze bir genç. On yedi yaşlarında görünüyor.Evvelâ etrafındaki araba ve insan kalabalığını şaşkınlıkla seyrediyor. Sonra kafile başkanı olan kır sakallı, orta yaşlı, nûr yüzlü bir adamın yanına gidiyor. Ona utana sıkıla bir şeyler soruyor. Biraz ayaküstü beklemiyorlar. Sonra beraberce, gelen ziyaretçiler için yapılmış kıraathanelerden birine giriyorlar, Kafile topluca çay içerken, bir yandan da gencin sonradan Şeyh

Page 36: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Hazretleri'nin vekili olduğunu öğrendiği, her haliyle insanı cezbeden birisinin sohbetini dinliyorlar. Bu adam Molla İbrahim Efendi.Genç,sohbet esnasında zaman zaman cezbeye kapılanların harikulade hâllerine şâhid oluyor. Hele sohbet eden zât "Allah" "Muhammed" dedikçe .halkadaki hareket bir başka oluyor. Anlıyor ki gelenlerin çoğu oraya daha önceden bağlanmış, mesafe kat'etmiş kişiler. Tarikat silsilesinden meşâyihin isimleri geçtikçe, onların menkıbeleri anlatıldıkça, bazıları cereyana yakalanmış gibi tarifi imkânsız hâller yaşıyorlar. Feryâd edenler var, anlaşılmaz bir lisânla acaİb sözler söyleyenler var...Sohbet sona erdiğinde; genç, üzerlerinde, çevrelerinde âdeta bir nûr halesinin dolaştığını hissediyor. Tuhaf b;r hava var ortalıkta. Sanki bambaşka bir âlem, dünyâdan ayrı bir yer zannına kapılıyor bir an.Aradan epeyce zaman geçmiştir. Köyün büyük camiinde Cum'a namazını kılmak üzere hazırlanıyorlar. Vakit gelince 'Camie giriyorlar. Henüz ezan okunmuş değil. Bir hafız Kur'an okuyor. İçerisi tıklım tıklım. Herkes huşu içinde Kur'an kıraatini dinliyor. Bütün bunlar olurken; genç, bir radar gibi uzak-yakm her yanı tarıyor. Gözleriyle Şeyh Hazretlerini arıyor. Ama kalabalıkta görmek mümkün değil.Ezanın okunmasıyla birlikte namazı eda etmeye başlıyorlar. Okunan iç ezandan sonra; sohbetiyle genci bambaşka lezzetlere garkeden Molla İbrahim Efendi Cum'a hutbesini79İrad ediyor. Farzı topluca edâ ederken, böylesine huşu içinde bir namaz kılmadığını anlıyor. Sanki bütün kardeşler tek bir ruh tek bir vücûd olmuş gibi ihlâs ile Rabblerine secdeye varıyorlar. "Allahüekber" denilirken alınan maşeri haz bile bambaşka.Namazın kalan kısmı da kılındıktan, tesbihat ve duadan sonra kimse dağılmıyor. Bir Cum'a namazı daha bittikten sonra bütün başlar tek bir yöne, mihrab tarafına yöneliyor. Cemaat oturduğu yerde şöyle bir dalgalanıyor. "Tövbe alacaklar ön tarafa doğru yaklaşsın" mırıltısı en sona kadar yayılıyor. Bazılarının dışarı çıkmasından sonra Öne doğru yürüyenler tövbe almaya başlıyorlar. İlk defa tövbe alacaklara öncelik tanınmış. Diğerleri, tövbe tâzeliyecekler gerilerde... Bu sıcak günde izdihamı önlemek için, tövbe alanlar hemen camiden çıkıyorlar. Bizim genç de ilklerden... Eskilerin tabiriyle "el" alıyor. Bu, tevbe-i nasuh... Büyük-küçük bütün günâhlardan, isyanlardan geriye dönüş. Bir daha kat'iyetle işlememe azmi...Genç, kendisiyle arasında ancak üç-beş metre mesafede kalan Şeyh Hazretlerini görünce bir an için küçük dilini yutacak gibi oluyor. Hayret, dehşet, sevinç,hepsini bir arada yaşıyor. O anda ilâhî takdirin tecellîsini görüyor. Hayretler içinde Rabb'ine şükrediyor. Oraya lâf olsun diye gelmediğini, hiçbir sevin tesadüf olmadığını, her şeyin ilahî irâde dâhilinde olduğunu bir defa daha idrak edİyor.Bu zât, rüyasında gördüğü zâttır!Kendisini sanki bir direksiyon gibi sağa sola yönlendiren bir güç var. Arkasındaki bir varlık, onu hayatının mühim merhalelerinde sanki devamlı yönlendiriyor. Bu hisler belki gelecekte de var olacak.Şeyh Hazretleri sağ elini uzatmış, gözleri yumuk, tövbe vermeye devam ediyor. Sıra kendisine yaklaştıkça, genç daha bir heyecanlanıyor. Şeyh Hazretleri'ni göz ucuyla, merakla süzüyor.Orta boylu, elli-ellibeş yaşlarında gösteriyor- Başında siyah bir sarık var. Uzun sayılabilecek kır bir sakal... Geniş,80ay gibi parlak bir alın... Devamlı bir yerlerle rabıtada olduğu besbelli. Bedeni oturduğu yerde süzülür gibi. Bambaşka âlemlerde geziyor intibaı uyandırıyor insanda. Yüzü öylesine bîr nura sâhib ki, devamlı bakmak mümkün değil, İnsanı tutuşturacak gibi. Nurlu dolgun yüzü, geniş omuzlarına oturmuş siyah cübbesiyle çok heybetli görünüyor. Öyle bir heybet ki bu, insan karşısında konuşmaya bile korkar!Az sonra sıra bizim gence geliyor. Diz üstü oturmuş vaziyette ellerini uzatıyor. İki eli karşısındakinin elleriyle muşa-faha durumunu alıyor. O anda göğsünde bir yerlerde bir şeylerin fokurdadığıni hissediyor. Sonra tamamen rûh kesiliyor âdeta. Çok acaib hisler bunlar...

Page 37: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Şeyh Hazretleri'nin söylediklerini mırıltı hâlinde tekrarlıyor. O kadar tatlı, içe işleyen bir ses ki bu!.."Yârabbi, ben pişmanım. Bütün işlemiş olduğum günâhlardan ...İnşaallah bir daha yapmayacağım. Abdülkadir Efendi'yİ kendime mürşîd kabul ettim."Bu tekrardan sonra Şeyh Hazretleri'nin aralık duran gözleri açılıyor. Gözlerini açıp mürşidine bakan genç bu gözlerle karşılaşıyor. Fakat hayret! Biraz evvelki korku hâlinden eser yok şimdi. Derin bir muhabbet var içinde. Şeyhi'nin nazarı karşısında, genç, iliklerine kadar titrediğini hissediyor. Orada ebediyen kalmak olsa! Hiç ayrılmasa!.. Abdülkadir Efendi, gözlerini bu yeni sofinin gözlerine şefkatle dikmiş, âdeta manevî kirlerden arındırıyor onu. Sonra aynı bakışlar gencin kalbine yöneliyor. Yine aynı tatlı ses:'Allah (c.c.)hayırlı, mübarek etsin, diyor. İki çift gö/ birbiriyle tekrar buluşuyor. Bu nazarlar insanın içini öylesine ılıtıyor ki!.. Huzura garkediyor...Genç, elleri şeyhinden ayrılırken o güne kadar hiç tatmadığı hislere kapılıyor. Dünyâda ondan daha huzurlusuyok sanki. Her türlü yükünden kurtulmuş, kuş gibi hafiflemiş...Mescidden ayrılırken hayretler içinde düşünüyor: " Bir insan bu kadar mes'ud olabilir mi? Bütün dertlerinden, kaygılarından, vesveselerinden bir anda sıyrılabilir mi?Dünyâdaki cennet yoksa bu mu? Bir lâhza bile bu cennette yaşamak, bu cenneti soluklamak ne büyük nimet! Hiç yaşamadan dünyâyı terketmek ne büyük talihsizlik! W'O gün akşama kadar hep benzer hislerle dolup taşıyor. Kardeşleriyle sohbet ediyor, büyüklerin sohbetini dinliyor. Kafiledekilerle birlikte köyün çevresini geziyorlar. Tarikat silsilesinden bir büyüğün merkaddi var köyde. Şeyh Abdülha-kim Medenî Hazretleri'nin merkaddi. Onu ziyaret ediyorlar. Köyün dışına çıkıyor, doğu tarafındaki tepelere tırmanıyorlar."Hayret ediyor genç. Rakımın bin yüz metreyi geçtiği bu köyde, kupkuru tepelerde, yalçın kayaların arasından sular kaynıyor. Yapılmış arklarla bir sulama ağı kurulmuş.Tepelere tırmanırken hikâyesini dinlemiş olması, hâdisenin cazibesini daha da artırıyor.Anlattıklarına göre Şeyh Hazretleri'nin babası buralara gelmeden önce, sulama bir tarafa içme suyu bile köyün iki kilometre uzağından getiriliyormuş. Abdülhakim Medenî Hazretleri köye akrabalarıyla birlikte yerleşir yerleşmez, oğlu Abdulkadir Efendiyle konuşuyor. Oğlu o zaman on beş yaşlarında. Suyun çok kıt olduğunu söyleyip ne düşündüğünü soruyor. Önce "Siz daha iyi bilirsiniz" diye cevab veriyor. Fikri tekrar sorulunca gayet sakin ve mütevekkil; "inşaallah buluruz" diyor. Müsaade isteyip babasının yanından ayrılıyor. Yanma kazmalı kürekli birkaç kişi alıyor. Bizim delikanlının şimdi bulunduğu yerin biraz aşağılarına geliyor. Bir müddet bekliyor. Tepenin yamacına doğru iniyorlar. Arazi burada taşlı kayalı... Kazmalarını söylüyor. Nasıl iştir bilinmez, kazdıkları yerde hiç kayaya rastlamıyorlar. Bir metre bile kazmıyorlar ki, gürül gürül su... Sonra yakınlarda birkaç yeri daha gösteriyor. Aynı şekilde gürül gürül su...Herkes bayram ediyor. Günlerce bu mevzu konuşuluyor köyde. Gencecik Abdulkadir Efendi'ye muhabbetleri, minnet hisleri, sadakatleri daha bir artıyor.Böylece Şeyh Hazretleri sanki" benden sonra yerime geçecek olan oğlumdur" demek istiyor. O zamanlar, belki bu liyâkat işaretini pek az kimse anlıyor.82İnsanın duyduklarıyla gördükleri birbirini tamamlar olunca, uyandırdığı te'sir bambaşka oluyor. Delikanlının yaşadıkları da aynen öyle. Ortalığı gezip görünce diğer ziyaretçilerle hemhal olunca, ruhunda ziyadesiyle çalkalanmalar oluyor. Mutmain oluyor delikanlı!..Nasıl mutmain olmasın! Böylesine ihlâs dolu insanları, binlerle nûr dolu nâsiyeyi bir arada ilk defa görüyor. Öyle ki; zaman zaman başka âlemde miyim, zaman zaman geçmişte miyim, zaman zaman gelecekte miyim diye düşünüyor.Vakit ikindiye yaklaşırken köye iniyorlar. Okunan ikindi ezanı ile birlikte mescide giriyorlar. Yine evvelki gibi muazzam bir cemaat, ruhlara inşirah salan bir namaz... Namazda ağlıyor delikanlı. Başkaları ne derse desin, ne düşünürse düşünsün ağlıyor.

Page 38: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Hayır! Bunda riya yok, süm'a yok. öyle içten ağlıyor ki... Gözyaşları,kirpiklerinde ayrı ayrı kürreler, ayrı ayrı dünyâlar gibi geliyor kendisine. Sanki kâinat gözyaşı damlalarında bir araya gelmiş... Hele secdeye vardığında, bütün vücudunun sessiz hıçkırıklarla sarsıldığını hissediyor.Keşke ömür boyu şu namazı devam ettirebilse! Keşke hiç bİtmese şu an... Ve ah ruhunu Rabb'ine bir secde ânında !.. Namaz bittiğinde; cemaatin, yüzüne bakıp da ıslak yanaklarını, kirpiklerini görmesinden öyle korkuyor ki... Yavaşça mendilini çıkarıyor, kimseye farkettirmeden gözlerini kurulamaya çalışıyor. Oturduğu yerde oyalanıyor. Gözlerindeki kızarıklığın geçmesini bekliyor. Bu kutlu mekânı terketmek istemiyor. Kendisi mescidden en son çıkanlar arasında...Güneş alçalmaya başlarken, kafiledekilerle beraber köyün güney tarafındaki düzlük yerlerde bulunan tarlalara gidiyorlar. Burada toprak rengârenk . Kimi yerde koyu yeşil, kimi yerde maviye çalan bir yeşil, kimi yerde saman rengi, kimi yerde nadasa bırakılmış tarlalarda kendi rengi.Seneler önce çavdardan başka bir şey yetişmeyen bu topraklar, Abdulkadir Efendi'nin babasıyla birlikte yeni bir can bulmuş. Bir şey bitmez denilen bu topraklarda hububatın her türlüsü, köyün ihtiyacının kat kat fazlası bostan83mahsûlleri yetişiyor. Köyün kuzey tarafında meyve bahçeleri kurulmuş. Batıdaki topraklar mer'a olarak ayrılmış. Tiftik keçileri parlayan tüyîeriyle, bir parıltı bulutu halindeler hafif meyilli arazide. *Bu köyde "olmaz" kelimesi işitilmez olmuş. Abdulkadir Efendi'nin önderliğinde öyle şeyler yapmışlar ki civar köylere parmak ısırtmışlar.Meselâ asırlardır yeşili tanımayan şu çıplak kuzey tepeleri, dikilen fidanlarla yeşili de tanımaya başlamış. Her hanede traktör ve gerekli ziraî makinalar var.İhtiyacının çok fazlası kümes hayvanı besleyenler, arıcılıkla uğraşanlar az değil. İklim ve toprak hangi mahsûllere müsait ise her birinin zİraati yapılıyor. Sun'î gübre asla kullanmıyorlar. Kullandıkları tabiî gübre. Hububat tarlalarında münavebeli ekim yapıyorlar. Meselâ buğday tarlasına ertesi sene yonca ekiyorlar. Son biçimden sonra kalan yonca sapları toprağa karışınca tabiî azot vazifesi görüyor. Böylece ne toprak zehirleniyor, ne de tabiatın dengesi yavaş yavaş bozulmuş oluyor. Velhâsıl bu çalışkan insanlar; Batı Anadolu'da dahi emsali görülmeyecek tarzda, modern usûllerle ziraat ve hayvancılık yapıyorlar.Delikanlı, hizmet etmenin, bir İşe yaramanın verdiği huzurla akşama doğru köye dönüyor. Herkes elleri dolu dolu...Nihayet akşam ezanı ve iftAr...Sıcak bir Temmuz gününde tutulan uzun ve zahmetli oruç neticesinde, iftar eden mü'mirilerin yüzlerinde okunan huzur, sükûn ve sürür... Yoldan yeni gelip de aç-susıız olanlar düşünülerek dilden dile yayılan bir nida:"İsteyenler namaza, isteyenler yemeğini bitirip de kılsın! Mis gibi bir çavdar çorbasıyla yenen iftar yemeği. Delikanlı hayâtında ilk defa içiyor böyle bir çorbayı. Tadına da doyamıyor.Akşam namazını müteakib, insana lezzet üstüne lezzet bahşeden bir teravih namazı. Sonra dinlenen kısa bir sohbet...Delikanlı kendisi gibi yeni tövbe alanlarla birlikte köyün hamamına gidiyor. Tarikata intisab için gerekli şartlardan birini yerine getirmek üzere gusüi abdesti alıyor.84Diğer şartları da yerine getirdikten sonra fazla oyalanmıyor. Yatmak üzere camie gidiyor. Zira bu kadar kalabalığı tekkenin odalarına sığdırmak mümkün değil.Sabah, ezanla uyanıncaya kadar dizlerini karnına çekmiş vaziyette iki büklüm uyuyor. Bir rü'yâ görüyor sahura doğru. Sahuru yapıp tekrar uyumak üzere yatıyor, lâkin heyecandan defalarca uyuyup uyanıyor. Bir tavşan uykusu âdeta...Rü'yâda gördüğü, ilk halife Hz. Ebûbekir'dir. Onunla arasında neler geçiyor neler bitiyor, bilemiyoruz. Şübhesiz bir hikmet var onu görmesinde. Belki de Nakşibendi yolunun ona kadar uzanmasıdır bu hikmet...Rü'yâsınm mâhiyetinden kimseye bir şey bahsetmiyor. Yalnız öğle namazından sonra, hâlini mescidde şeyhine arz ediyor. Abdulkadir Efendi gencin yüzüne yine o sevgi ve şefkat nazarıyla bakıyor. Sâdece: "Hoştur, hayırlıdır" diyor.

Page 39: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Delikanlı, belki uzun bir ta'bir beklemiştir şeyhinden. Kestirme bir ta'bir evvelâ şaşırtıyor onu. Zeki genç, biraz düşününce anlıyor sebeb-i hikmetini: Kendisini şimdiden terbiye etmeye başlamışlar. Kendisini olduğundan büyük görmesine mâni olmak istiyorlar. Şımarmasına mâni oluyorlar. Zira nefs, insanı kandırmak için her vakit hazır!...Nihayet kafile başkanı, kafile adına Şeyh Hazretlerinden müsaade istiyor. Öğle ezanından iki saat sonra, otobüsleri geriye dönmek üzere yola koyuluyor.Köydeki hava arabada da devam ediyor. Herkes o kadar müteva/i ki burada! Birbirlerine hizmet için yarışıyorlar. Öyle bir muhabbet var ki!.. Bir çoğu yeni tanışan bu insanları dışardan görenler, "bunlar kırk yıllık ahbab" derler.Birçok insanın öz kardeşine dahi duymadığı bir muhabbet var aralarında..Fakat delikanlı çevresinde olanlardan ziyâde zihninden geçenlerle meşgul. Bazı sorular soruyor kendi kendisine. Belki cevabJarıni çok sonra bulacağı sorular...85VIIIYavuz o akşam evde pek neş'eliydi. Farkettirmemeye çalışıyordu, ama babası da kız kardeşi de onun bu değişik hâlini sezmişlerdi. Genç adam soğuk davranışlarını yavaş yavaş bırakmak, her şeyi tabiî seyir içinde yürütmek, eski münâsebeti alıştıra alıştıra kurmak istiyordu. Kız kardeşinin ise olan bitenden haberi yoktu..Peki babasıyla arasındaki buzlu havayı nasıl yumuşatacaktı? O kadar ağırına gidiyordu kü Ne yapmalı, nasıl af dilemeliydi? Kardeşi durumu bilmediğine göre babasıyla yalnız konuşabilirdi. İyi de yalnız konuşsa ne söylecekti? Düşünürken bile sırtını ter bastığını hissetti."Hayır" dedi kendi kendine. Bu iş böyle kapanır, unutulur gider. Geçmişte de defalarca öyle olmadı mı zâten!..Yemeğin sonuna gelmişlerdi. Yavuz önündeki peçeteyi aldı, ağzını sildi. Başını kaldırdı:-Bu gün Aydın Bey'in yanma gittim, dedi.Babası hiç ses etmedi, Râbİa hayret etmiş bir tavır takındı:- Yaa öyle mi! Nerede görüştünüz ağbi?- Hocanın ağabeyinin Konak'ta bir bürosu vardı ya. Muhasebe ve malî müşavirlik üzerine. Eskiden de birkaç defa orada görüşmüştük. Ağabeyi olmadığı zamanlar, mühim bîr işi yoksa muhakkak oraya gider. Sabah telefonla evini aradım.Yavuz geri kalanını teferruatıyla anlattı. Bunu biraz da havayı yumuşatmak için yapıyordu. Eline fırsat geçmişken konuşmalıydı. Hattâ işi gevezeliğe kadar vardırdı. Bir sürü lüzumsuz şeylerden bahsetti.Selâmi Bey bir yandan ciddî ciddî dinliyor, bir yandan da düşünüyordu:87"Hayırdır inşaallah! Bu ne hâldir? Acaba normal mi bu çocuk? Aklı yerindedir herhalde."Bir an dikkatle oğlunun yüzüne baktı. Ü^rindeki normal bir canlılık gibiydi. Yüz hatlarındaki gerginlik kaybolmuştu.Aydın Bey'i pek sevmezdi Selâmı Bey. Onda güvenilmez, şeytânı, hilekâr bir insan intibaı uyandırmıştı daha başta. Geçen zaman içinde bu intibadan kurtaramamıştı kendisini. Hoş, kurtarsa bile neden sevemediğinin cevabını ne aramış ne de merak etmişti. Belki oğluna kendisinden fazla babalık tasladığı içindi. Ama bu ilk intibaın sebebi olamazdı ki! Belki her zaman gülümser gibi gösteren ince dudakları itimat telkin etmemiş, içi ısınmamıştı. Belki de bir iş adamı olmanın verdiği avantajla insanları çok iyi tanıması onu bu anlayışa yöneltmişti.Baba şefkati; dün gece yaptığı son densizlikten sonra oğlunun serbest davranışlarını, şen şakrak konuşmalarını ters anlamamasına sebebiyet verdi. Böyle bir fikir, Selâmi Bey'in aklına bile gelmedi. Yalnız, önceki gece hatırına geldikçe, bu kadar değişmenin sebebini bir türlü kavrryarruyordu."Olacak şey değil! Son derece içine kapanık, küskün, bezgin bir hayattan birdenbire bu hâle geçiş... Sabahın erken vakitlerinde kalkıp hocası Aydın Btw'i ziyaret..."Fazla üstelemedi. Ne olursa olsun, hangi sebebe dayanırsa dayansın, oğlu işte eskisi gibiydi. Bir baba için daha iyisi düşünülür müydü hiç!.

Page 40: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Râbia daha az şaşkındı. Akşamki hâdiseden haberi olmaması, olanları biraz normal karşılamasına sebeb oluyordu. Baba-kız İkisi de Yavuz'un Aydın Bey'e niçin gittiğini sormadılar. Çekindiler sormaya.Yavuz, sofrada babasıyla göz göze gelmemeye çalışmıştı. Yemekten sonra ailece salonda otururlarken de babasının yüzüne bakmamaya dikkat etti.Babası, oğlunun tedirginliğinin farkındaydı.Oğluna o da mümkün mertebe bakmadı başlarda. Sonra yumuşak, gülümser bir yüzle rahatlatmaya çalıştı onu. Yavuz'da farket-mekte gecikmedi bu hâli. Gururu engellemese nerdeyse kal-kıp babasının ellerine sarılacak, hattâ ayaklarına kapanacak-tı.Fakat şeytan, ah şeytan! "Neden o kadar küçüleceksin' fi-sılhsıyla bir defa daha durdurdu Yavuz'u.Selâmi Bey, karşısındakini ürkütmeden mevzua dolaylı yoldan girmek istedi:-Eee Aydın Bey ne yapıyor, nelerle meşgul bugünlerde?-Ağabeyine yardım ediyor her zamanki gibi. Sonra, okulların açılmasını bekliyor. Malûm, yakında üniversiteler açılıyor.Bunu söylerken Râbia'ya baktı. Kardeşi bir derginin sayfalarını çeviriyordu. Dinlemez görünüyordu. Yavuz devam etti:-Görüşmeydi nerdeyse altı ayı geçiyor. Hem iyi de oldu. Memnun etmişimdir herhalde.-Yakınlarda hiç görüşmediniz demek.-Dedim ya, altı ayı geçiyor ki...Sonra bir iç geçirdi. Pİsmanmış gibi:-Görüşseydim daha mı iyi olurdu acaba?Bu sözler Selâmi Bey'in babalık damarına dokundu. "Ben dururken ona ne ihtiyacın olacakmış" der gibi, hısımla bir an bakmak istedi. Hayır, sabırlı olmalıydı. Vazgeçti. En ufak bir sert söz Yavuz'u rencide edebilirdi. Şu profesörü sevmese de, oğlunun rûh sağlığı için bazı şeylere katlanmalıydı. Son sözlere karşılık vermeyip bir müddet sustu. Kızına da bakarak:-Onu sevdiğini, hayranlık duyduğunu bilirdim, ama galiba güveniyorsun da... Güzel bir sev. İlk ikisinin yanında bîr de itimat duyabilmen...Yavuz bu son sözlerle babasının asıl maksadını anlamadı. Fazla da üstelemedi. Zira övle bir hâldeydi ki, muhatabında bir art niyet olabileceğini düşünmüyordu bile. İyi niyet ve sevgiden gözleri kamaşmıştı.Kız kardeşi derginin savfalarını karıştırıyor görünmeye devam ediyordu. Şimdilik lâfa karışmaya niyeti yoktu.-Güveniyorum. Hele hu günkü görüşmemizden sonra daha çok güveniyorum. Çok kültürlü bir insan. İyi niyetli, şu yaşında bile gençlerden fazla çalışıyor. Yardımsever biri.89-Bugüne kadar ailesinden, husûsî hayâtından uzun uza-diya hiç bahsetmedi. Konya'da üniversite tahsili gören bir kızı varmış. Amerika'da bilgisayar mühendisi bir oğlu varmış. Karısı ev kadınıymış. Herhangi bir mesleği vaT mı bilmem. Veya daha Önceden çalışıyor muydu?..Bütün bunları üstünkörü anlatmıştı bir zamanlar. Fazlasını da bilmiyorum.Fırsatı sonuna kadar değerlendirmek İstiyordu Yavuz. Lâfı değiştirip kardeşine sordu:-Sen de erkenden okuluna gitmişsin ha Râbia?Râbia nihayet elindekini yanındaki sehpâya bıraktı:-Öyle oldu ağbi. Dün bir arkadaşımla telefonda konuşmuştuk. Okulda buluşup bir hocamızla görüşecektik. Görüşüp konuştuk.-Arkadaşımın alt sınıftan dersi vardı. "Senin hocayla samimiyetin iyidir, gel birlikte görüşelim. Kaldığım ders bu yıl ne olacak, bir akıl versin" diyordu.-Aslında, kızın korkuları boşunaymış. Hoca "bkr üst sınıfın dersiyle bir alt sınıfın dersi programda mümkün olduğu kadar çakışmaz" dedi. Bizimkinin derdi devamsızlıktan bir daha kalmak. Velhâsıl içimiz serinledi.-Senin öyle bir derdin yok tabiî.-Yok çok şükür ağbi. İnşaall^h olmaz da...-Biliyor musun, insan bir sezon boyu alışınca tatil o kadar sıkıcı geliyor kü Şu yaz tatilinde sıkılmadım desem yalan olur. Birkaç arkadaşım da olmasa... İnsan hem yalnızlıktan sıkılıyor, hem tembel tembel oturmaktan. Arkadaşlarımın çoğu tatillerini geçirmek için sayfiye yerlerine, Akdeniz'e, Ege'ye gidiyorlar. Hattâ

Page 41: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

döndükten sonra benimle alay edenler bile oluyor. "Hem bir fabrikatör kızı ol, hem de böyle monoton, sıkıntıdan patlatın bir hayat yaşa. Ah sendeki para bizde olacak, gör nasıl yaşanırmış" diyorlar.Râbia bu sözlerinde babasına lâf dokunduruyordu. Fakat yalnızhk ve tembellik sözlerini kullanmakla ağabeyinin yarasına parmak bastığının farkında değildi. Aklınca; ortalık yumuşamış iken babasına bazı vazifelerini hatırlatıyordu.Selâmi Bey kızına döndü. Kendinden gayet emindi:90-Kızım, sen o arkadaşlarının tatilden ne anladıklarını biliyorsun herhalde. Seyahat mi, yeni yerler görüp bilgilerini görgülerini artırmak mı, ibret almak mı, dinlenerek vücutlarına zindelik kazandırmak mı, yeni bir çalışma mevsimine maneviyatı yüksek girmek mi, tebdil-i mekânda ferahlık vardır "felsefesi mi?... Hangisi? Hepsi! Hiçbiri! Yoksa bir kısmı! Hangisi?...Râbia buna benzer sözlere hazırlıklıydı. Kendine göre cevab da hazırlamıştı:-Bir deta; başta şunu belirteyim babacığım: Bizim gibi değilseler de hiçbirisi fakir aile çocuğu değil. Birkaçı hâriç tatilden ne kastettiklerini de iyi biliyorum. Ama benim dediğim..-Evet!..-Demek istediğim, başımızı dinleyeceğimiz, ailece gezip göreceğimiz bir yerler olmalı. Sen, ben ve ağbim. Değil mi baba?..Selâmi Bey tebessümle baktı kızına:-Ah benim güzel kızım! Babanın ne kadar meşgul olduğunu sen de biliyorsun. Sonra, benim hayatımda hiç tatil yapmadan, devamlı çalıştığımı biliyor musun? Sabah kaçta evden çıktığımı, akşam ne zaman geldiğimi, zaman zaman akşamları dahi sağa sola gittiğimi, zaman zaman Konya dışına çıktığımı görüyorsun.Yavuz'un gözleri parlamıştı. Babasının bu yumuşaklığından faydalanmak lâzımdı.-Zannediyorum baba, Râbia çok sıkılıyor. Değişiklik arıyor. Yeni yerler görmek, yeni insanlarla tanışmak İstiyor. Ne yazık ki bugüne kadar bu mümkün olmadı. Ben de unuttum Konya'nın dışına kaç senedir çıkmadığını. Bilirsin baba, insan değişiklik arar. Yeknesak bir hayat patlatır insanı. Yerinde duran her şey nasıl kokuşmaya mahkûmsa, hep aynı yerde yaşayan, aynı şeylerle meşgul olan insan da donuklaş-maz mı?Oğlu bunları söylerken "gene saçmalıyor" diye geçirdi içinden Selâmi Bey. "Şunlara bazı iğrençlikleri, hele kızıma nasıl anlatabilirim? Buna aldığım terbiye müsait değil ki!91Anadolu insanıyız, İslâm kültürüne sahibiz biz. Bir kadın, hattâ bir arkadaşı bile çok zor anlatır bunları. Aklımdan geçirirken bile yüzümü kızartan kötülükleri, bayağılıkları nasıl anlatabilirim?Çocuklarına baktı. İşaret ederek daha yakına gelmelerini istedi. Çocuklar babalarına en yakın koltuklara oturdular.-Bakın yavrularım! Sizleri en iyi şartlarda büyütüp okutmaya çalıştım. Çok şükür, bir evlâdını iktisat tahsili yapıp bitirdi okulunu. Bir diğer evlâdım sosyoloji tahsili görüyor. Üç sene sonra bitirecek inşaallah.-Sizleri en sıhhatli şartlarda yaşatmaya çalıştım. İyi insanlarla, fazilet sâhibleriyle tanışmanızı, kaynaşmanızı istedim. Dünyâdan, şeytanlaşmış İnsanlardan, sapık ideolojilerden korumak istedim sizi. Rezaletlerin; rezillerin kol gezdiği yirminci asırdan korumak istedim sizi.-İkiniz de kocaman İnsanlarsınız. Söyleyeceklerimi anlarsınız. Şimdi kulaklarınızı açın, çok iyi dinleyin:-Atalarımız, "boynuz kulağı geçer" demişler. Siz de tahsil yönünden beni kat kat geçtiniz. Ben, zamanın imkânsızlıkları içinde orta okulu bile zor bitirdim. Sonrasını da okuyamadım.-Babam rahmetli olduğu zaman ben on dört vasımdav-dim. Kardeşim rahmetli Yakub'da benden iki yaş küçüktü. Küçük kardeşimiz Hatice İlk okula o sene başlamıştı. Birkaç senede bir gördüğünüz Almanya'daki Hatice halanız...-Evet, babam Ölmüştü. Belki de ona en çok muhtaç olduğumuz zamanda. Bizim için didinir, çırpmır, hepimizi okutmak isterdi. Hele Yakub'un asker olmasını çok isterdi.- Öldü ve bize hiçbir şey bırakmadı. "Bir parça miras bı-raksaydı, bizi sefalette başbaşa bırakmasaydfdemek istemiyorum. Zâten olmayan bir şeyi inatla

Page 42: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

istemek lüzumsuzdur, mantıksızdır. Asla gerçekleşmeyecek hayâllere kapılmak budalalıktır.- Evin en büyüğü olarak çalışmaya mecbur kaldığımı anlatmak istiyorum. Babamdan kalan cüz'i miktar dul ve ye* tim maaşı... Bir tarafta sık sık hastalanan anacığım... Evimizin kirası, benim ve kardeşlerimin okul masrafları, diğer masraf-92lar... Hepsi yüklüce bir yekûn tutuyordu.- Bir buçuk sene borçlana borçlana sabrettik. Orta okulu bitirmiştim. O günlerde, çoktan beri İçimi kemiren mes'eleyi anneme açtım. Artık okumayacağımı, çalışmak istediğimi söyledim. Zavallı anam; sıkıntıların büyüğünü o çekiyordu. Düşünmedi bile: "Sen bilirsin oğlum" dedi. Annemin tasdiki üzerine, çocuk yaşta mesleksiz bîr genç ne yaparsa onu yaptım. Sizin de bildiğiniz gibi çaycı garsonluğu yapmaya başladım. Birkaç ay çok düşük bir ücretle çalıştım. Bir gün, müşterilerimizden biri olan rahmetli Mehmed Amca mağazasında tezgâhdar olarak çalışmamı teklif etti. Hemen kabul ettim.- Belli ki ahlâkım, karakterim hoşuna gitmişti.Şunu da çok sonraları anladım : Asıl maksadı bana yardım etmek-miş!..-. Sert, fakat temiz kalbli, cömert bir insandı. Halı tüccarıydı. Yanında senelerce çalıştım. Askere gittiğimde hem bana para yolladı, hem de annemin, kardeşlerimin maişetini temin etti.- Dini bütün bir insandı. Öğrendiklerimin birçoğunu da ondan öğrenmişimçİir.- Mağazada ilk zamanlar ayak işlerine baktım. Mehmed Amca dikkatimi, çalışkanlığımı, İsimdeki ciddiyetimi farket-mişti. İşi de kısa zamanda Öğrenmiştim. Elimizden nice nice el dokuması halılar, kilimler geçti...- Mesleğin inceliklerini öğrenmek için azamî gayret sar-fediyordum. Çok da faydasını gördüm.- Gün oldu, mağazada duramaz olduk. Benim gayretli çalışmam onu da harekete geçiriyordu. Elimize mal gelmesini beklemiyorduk. Beraberce Konya'nın, civar şehirlerin köylerine, hattâ ücra köylerine kadar uzanmaya başladık. Oralardan antika mal da almaya başladık. Bilhassa antika mallar çok kâr getiriyordu.Kat kat fazlasına satabiliyorduk. Mehmed Amca bu işten ziyadesiyle memnundu.- İş büyüyüp kapasitemizi aşınca, eldeki malların büyük bir kısmını İstanbul'a, aynı işi yapan damadına yollamaya başladık.- Gelen yabancı turistler halılara kilimlere hayran kah-93yorlar, hele küçük inallara çok rağbet ediyorlardı. Hiç unutmam, bir heybeyi maliyetinin otuz misline satmıştık bir defasında. İstenilen fiatı çok zaman pazarlıksız veriyorlardı.- Velhâsıl Mehmed Amca beni çok sevmişti. £ık sık yüzüme söylerdi, " senden sonra dükkânıma daha bir bereket geldi" diye...- Kardeşim askerî okula devam ediyordu. İlk günlerden beri zâten sigortalıydım. Ücretim bol idi. Gül gibi geçinip gidiyorduk...- Askerden döndükten sonra, hiç ummadığım, her zaman minnetle anacağım bir teklifte bulundu : "Elime sermâye verip bana bir dükkân açmak istediğini" söyledi- Belli etmek istemedim, am? sevinçle kabul ettim teklifini.- Açtık dükkânı... Kısa zamanda borcum da kalmadı. Üç sene içinde, tahminlerimin ötesinde büyüdü işler. Koca bîr mağaza sahibi olmuştum artık. Yurt dışına ihracata başladım.- Otuz yaşına geldiğimde, ki o zaman Yavuz iki yaşındaydı; makina halıları üretip satmak üzere küçük bir fabrika açtım. On yıl geçmemişti ki o fabrikayı da büyüttüm. Nihayet'bugünlere geldim. Son zamanlarda sizin de bildiğiniz bir sınaî yatırıma daha kalkıştık. Allah razı olsun,Yusuf'un sayesinde bir dişli fabrikasını faaliyete geçirmek üzereyiz. Artık tek çalışmanın devri değil, şirkefcleşiyoruz.Çocuklar anlatılanları kâh merak, kâh umursamazlıkla dinlemişlerdi. Anlatılanların bir kısmını üstünkörü biliyorlardı. Yalnız, bu kadar tafsilattan haberleri yoktu. Hoş, babaları da pek bahsetmemişti ya. Zâten böyle şeylerden pek bahsetmezdi. Evlâtlarına da sirayet eden gururdan mıydı yoksa bu?- Çocuklar, mazim hakkında pek az şey biliyorsunuz. Bunları neden anlattığım1, biliyor musunuz peki?

Page 43: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Tabiî, dedi Râbia ağabeyine de bakarak. Neler çektiğini, bugünlere hangi şartlardan geçerek geldiğini anlatmak istiyorsun babacığım.Yavuz cevab vermemeyi tercih etti. Önüne indirdi başı-nı.- Yalnız bir şeyi unutuyorsunuz yavrularım. Sâdece o94değil anlatmak istediğim. Bu mevzuu geçenlerde Yusuf'la da konuşmuştuk. Size Mehmed Amca'nm büyüklüğünü de anlatmak istedim. Düşünsenize; kardeşin kardeşe, babayla oğulun birbirlerine güvenmediği bu devirde kalkıp bana sermâye veriyor. Menfaatin putlaştırıldığı, bütün karz-ı ha-sen alışkanlıklarının dumura uğradığı şu zamanda böyle insanlar ne kadar azalmış...Dikkatinizi çekerim; rahmetlinin benden beklediği hiçbir karşılık yok!- Bir diğer mes'ele; onu örnek alıp, paramı zevk- sefa için çarçur etmemek. Kazandığım helâl parayı haram yollarda harcamamak...Yavuz dayanamadı:- Baba, biz haram yollara harcayalım demiyoruz ki! Sesi çatallaşmıştı. öfkesini, heyecanını yenmeye çalışıyor, sakin görünmeye çabalıyordu.- Kendi ailemiz içinde veya yakın akrabalarımızı da dâhil ederek pekâlâ tatil yapabiliriz. Sen de yanımızda, başımızda olmak üzere... Meselâ güney sahillerinde, kendi hâlimizde...Acı acı güldü Selâmi Bey.- Mâkûl bir yer söylesen neyse. İşte kendi ağzınla düşü yorsun ya oğlum. Orada ahlâkı bozukların seni kendi hâlinde bırakacağını mı zannediyorsun? Hele Râbia için tehlike çok daha büyük. İkiniz de koca koca insanlarsınız, çocuk gibi konuşmayın lütfen! Dünyânın iyilerle dolu olduğunu iddia edebilir misiniz bana? Bir gün o bataklığın içine düşmeyeceğinize dâir teminat verebilir misiniz çocuklar?- Ha şunu da ilâve edeyim : " Biz kötü müyüz ki" diye düşünebilirsiniz. Hayır, mes'ele o değil.Kötülük sâri bir hastalık gibidir çocuklar. Tedbir almazsanız bir yangın gibi her yanı sarar. Ortalığı yakar, yıkar, harabeye çevirir. Çok uza-ğındayım zannetseniz de bir bakmışsımz,ahtapot gibi sizleri de sarmış...Devam edecekti. Fakat kızı bırakmadı.- Demin söylediğin gerçekten aklımdan geçti baba. Kendimi yokluyorum da, ben o kadar hafif biri miyim? Teessüf ederim baba! Ne diyeyim; " kızını, ağbim hesabına konuşursam, oğlunu tanıyamamışsın" derim.95- İnsanda akıl, mantık, irâde, fazîlet, ahlâk gibi şeyler vardır değil mi? Başkalarının kötülüğünden bize ne! İrâdesini kullandıktan sonra kim ne yapabilir insana? Büyük insanlarız. dedik biraz önce. Ben sosyoloji tahsili yapıyorum baba. Yâni bu işlerin ilmini görüyorum. Yoldan çıkmış genç kızların, kadınların ezici çoğunlukla hangi tabakadan, hangi ailelerden, hangi şartlardan geldiklerini iyi biliyorum. Daha açık konuşayım baba: çocuklarına güvenmiyorsun sen. Oğlun bir zampara, bir esrarkeş, bir ayyaş, kızın bir...-Yeterr!..Kızının söyleyeceğini duymak istememişti bir baba olarak. Vücudunu ince bir terin bastığını, yüzünün utançtan kızardığını hissetti.- Yeter, diye hafiflemiş bir sesle devam etti.- Ben evlâtlarımı hiçbir zaman zaaf sahibi olarak görmedim.-Şunu unutmayın: Her şeyi akılla, irâdeyle halledeceği -nizi sanıyorsunuz. Akıl ve irâde sanki koruyucu melek.. İkincisi; fakirlerin bu yola tevessül ettiğini söylüyorsun, yine hatalısın, ilmini tahsil ettiğini iddia etsen de ...Benim de elli beş yıllık hayat tecrübem var. Hem de çirkinlikleri her an duymuş,görmüş, yaşamış bir hayat!...- Ben câhil bir adamım. Sizin gibi yüksek tahsilim yok. Onun için siz her şeyi benden iyi bilirsiniz. Çok değerli hocalarınız; size sizi, size hayâtı, size dünyâyı, size hayâtın ötesini hep belletmişlerdir. Hocalarınızdan, okuduğunuz ciltler dolusu kitablardan doğruyu- yanlışı, iyiyi- kötüyü, hakkı- bâtılı öğrenmişsinizdir.Çocuklar hiciv kokan bu son sözlere dayanamayıp •karşılık vermek istediler önce. Birbirlerine baktılar. Yavuz "sakın ha! " dercesine işaret etti kardeşine.

Page 44: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Hepimiz müslümanız elhamdülillah. Lâkin kendi hesabıma düşünüyorum da çok câhilim. Kafamdaki malûmatın çoğunu da kulaktan dolma öğrenmişim.Yüzünü yumuşattı. Tatlı, mülayim bir tavır takınmaya çalıştı. Adeta fısıltıyla devam etti. Kendisini sorgular gibiydi:- Müslümaruz biz. Bize yakışan bu mu? Yoksa Allah'ı96razı edecek bir hayat mı? Cevab istemiyorum sizden.. Sâdecesözlerimi dinleyin..." Evet" diyeceğinizi biliyorum. Neden kendimize mağlûb olalım? Huzurlu yaşamak dururken neden bu nimeti tepelim? Yakalayabildiğimiz bir parça huzur, var kep onu da mı kaybedelim çocuklar?- Belki huzurlu olduğunuzu iddia edeceksiniz. " Ne malûm huzuru kaybedeceğimiz" diyeceksiniz belki. İnsan gerçek saadet; hayâtta saatlerle, hattâ dakikalarla sınırlı olarak yakalıyor. Huzuru yakalamak belki daha da sınırlı oluyor.- İnsan çoğu zaman huzura kavuştuğunu zannediyor. Sonradan aldandığını anlıyor. Kuruntularla avunduğunu görüyor. Dünyâdaki her bir hâdisenin, günlük dertlerin, Ömür törpüsü olduğunu görüyor. . .. ¦ . .- İşte ben... İyi veya kötü bu yaşıma gelmişim. Orta yaşı da geride bıraktım. Geçmişe dönüp bakıyorum d,a' çocukluğumda ağladığım, gençliğimde hayıflandığım, hırsından yanıp tutuştuğum şeyler ne kadar da boş!... Belki ilerde bugünlere dönüp bakacağım, şimdi noksanlığını, yokluğunu duyduğum fâni lezzetlerin nasıl da boş olduğunu bir defa daha göreceğim? Zira zaman benî ne kadar olgunlaştirsa da gene çok noksanlarım olacak, yeni >|eni hatalar işleyeceğim: ., ,r,.,,- Hepsinden daha çok dehşet veren nedir, biliyor rrıusu-nuz? Olum döşeğinde bir ömrü gözden geçirmek! Ne yazık ki son pişmanlıklar fayda vermeyecek. Bunları, .bildiğim hâlde aynı hataları inatla tekrar ediyorum. Pişman oluyorum, tekrar yapıyorum.Yavuz sözün burasında pür- dikkat kesilmişti. Sanki kendisinden bahsediyordu babası. /¦ l: ,, ,- Belki sizleri sıktım. "Uzun zamandır babamızdan bö,yle bir nutuk dinlememiştik" diyeceksiniz. Unutmayın; ben.b'ir babayım. Biliyorum, size karşı bazı vazifelerimi yapamadım. Ama tekrar ediyorum : Ben bir babayım!... ..,. ,- Şimdi işin can alıcı noktasına geldik yavrularım : Malûmunuz, Yusuf'la her gün teşrik-i mesâideyiz. Sık sık iş haricindeki mevzulardan da bahsederiz. O kadar kültürlü,97iz'an sahibi, basiretli bir insan ki!... Bazı sözleri de insanın kalbine ok gibi işliyor...- Şöyle bir denk gelip de Yusuf'la uzun zamandır karşılıklı yemek yememiştik. Öğle yemeğini arada b^ işçilerle beraber yerim. O gün Yusuf'u da alarak amca- yiğen karşılıklı yiyelim istedim. Karşı karşıya oturduğumuz için üzerindeki elbiseyi ister istemez gözden geçirdim.- Birkaç aydır beraber çalışıyoruz. İkinci bir takım elbisesi yok, değişik gömlekleri yok, sadece iki tane pantolonu var.-Yemeği ağzıma götürürken, cekedinin kol ağızlarının yenilmiş olduğunu gördüm. Dirsekleri de iyice incelmişti, ner-deyse delinmek üzereydi. Yalnız, kollarına bakışımla, hayâtımın en büyük utançlarından birini yaşadığımı da itiraf etmeliyim. "Nerden baktım da görmemem gerekeni gördüm" diye hâlâ hayıflanıyorum.-Çocuklar, insan öyle anlar yaşar ki asırlara bedeldir. Öyle şeylerle irşâd olur ki, kütübhâneleri devirerek öğrenemeyeceklerini bir anda öğrenir. Yusuf, o fazilet timsâli yiğenim sık sık yaptığı gibi bir ders verdi ki sormayın gitsin! Hayâtımın en büyük derslerindendi bu:-Elbisesine gözümün iliştiğini anlamıştı şübhesiz. Ben ise onu mahcûb ettiğimi zannediyordum. Asıl mahcûb olacak benmişim meğer... Yüzüme heyecanla baktı: "Anıca, geçenlerde İsa'nın bir arkadaşı gelmişti. Okullar tatil olduktan sonra, yaz tatilinde bir işte çalışmak üzere Konya'da kalmış. Aslen Karamanlı imişler. Beş sene önce Konya'ya gelmişler. Babası sebze halinde hamallık yapıyormuş. Baba-oğul birlikte gelmişlerdi. Adam yaşını başını almış, lâkin sıhhatli

Page 45: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

görünüyordu. Maalesef üstü başı da perişandı. Üzerine dar gelen eski püskü bir ceketle, kimbilir alındığından beri ütü yüzü görmemiş, çula dönmüş bir pantolon... Tanıştık, epeyce sohbet ettik. Konuşmalarından evlâtları üzerine titrediği, yanındaki oğluna ise daha bir ihtimam gösterdiği anlaşılıyordu. "Onu ne pahasına olursa olsun okutmak, nasib olursa İlahiyat Fakültesine yollamak istediğini" söyledi. Sohbet esnasında, oğlunun da olmadığı bir sırada şöyle dedi: "İcab ederse ceketimi satacağım, bu çocuğu okutacağım".Kıyafetinin berbathğmı biliyordu. Ama samîmi bir insanın sözleriydi bunlar... Oğlunun kıyafetinin de babasından altta kalır bir yanı yoktu.Selâmı Bey anlatmaya devam etti. Kendini kaptırmıştı iyice:-Yusuf biraz sustu. Ben devam edecek sandım. Besbelli yorum yapmayı bana bırakmıştı. Belki mes'elenin devamı da vardı. Ben saf saf, biraz da inatla gene de sordum. " Daha fazlasına hacet var mı amca" dedi, kestirdi attı.- Sonradan, düşündükçe daha iyi anladım. Anladıkça da utandım.înşaallah siz de alacağınız ibreti almışsınızdır. Çocuklar ses çıkarmadılar. Birbirlerine bakmakla yetindiler. Beyinler, ruhlar arasında o anda kimbilir ne türlü bir alışveriş oldu? Nihayet Yavuz konuştu :- Bu bir karakter mes'elesi baba. Bir İnsanın parası olduğu halde güzel giyinmemesi... Görgü, alışkanlık mevzuu bunlar. Bence insan kazandığının eserini hayat standardıyla gösterir. Şaşılacak fazla bir şey yok ki bunda. Onun hareketini bir fazilet gibi göstermek de yersiz.Meded umar gibi kardeşine baktı:- Bilmem Râbia ne düşünüyor?Râbia babasından ne zaman fırsat kalacak diye sabırsızlıkla bekliyordu zâten.- Evet, ağbimin fikirlerine aynen iştirak ediyorum baba. Mes'eleyi haddinden fazla büyütüyorsun. Hem, ben işin içinde art niyetler seziyorum.Bîrden irkildi Selâmi Bey. Sert bir sesle :- Ne demek yâni bu, dedi.-Yânisi şu :Bir insanın pasif mukavemeti.Bir çeşit savunma mekanizması... Ruhunu tatmin.. Bundan zevk alıyor. İçine attığı, su yüzüne çıkması muhtemel bazı duygularını böyle bastırıyor. Bunların neler olduğunu bilemem. Ama bildiğim bir şey var ki...Sustu. Babasının Yusuf'u çok sevdiğini, hattâ ona hayranlığı, aşırı bağlılığı olduğunu iyi biliyordu. Son cümlesine pişman olmuş gibi:99 e",' boşverin, dedi.'Hiç lüzumu yok:' ' _;'['" - Söyle söyle,' dedi babası. Neymiş biz de ftlleİirrV. Sinirli sesi değişmemişti. Bir şeyler sezmiş' gi&i ıdi.Üe-rin derin soluyordu.' ' '' ' ' M i':-r>;-)^Râbia ise gayet soğukkanlı idi: '-''¦ ¦'"-Yoo... Şahsî kanaatim bıt.'Sâdece berıi bağlar.-Olsun,, sen gene de söyle.1'Belki bizim de öğrehrnerHîzicab ediyofdur. ' '.'''.' ! ' ' '"' ¦'•¦''"'¦' '-Kibir, tek.kelimeyle kibirt;.' ; " ' ¦¦':;*r-Kf'iBunları söylerken' hem ternkinli;: "hem de iddiasındanemin bir tavrı olduğu rahatlıkla seziliyordu. Ok yaydHri ç'ık;mıştı artık.'Mecburen'devam etti. İddiasını îsbata dal'kararlıgörünüyordu. ' ' "'! .;.:¦¦. :, .¦ ,-.,.,:!_¦ . .-<-Evet, sön'derece kibirli birisi. KeIr[&ismİJhei'zanneidiyöf bilmem. Her şeyi o biliyor. Her derdiri'^a'bibı b^sanki^Bizler câhiliz. Ot gibi bi'ı1 hayâtımız var. Hej3âinden 6'te; biz sanki müslüman değiiiz! Hiçbir manevî değere inanmayan niceleri var. Onlara insanlığı bile yakıştırmıyor öyleyse...' ;;':'Yavuz mal bulmuş mağribi gibiydi. Belli etmedisevinci-ni: '-¦ !'-Yaşadığın bir tecrübe mivâr? Yoksa... '';r-Hayır.. Sâdece tavırları, imâli1 sözleri'bti kanâati veriyor bana. Konya'ya geldi geleli evimizde sık sık'görür1 olduk onu. Ayaküstü, kıs.a konuşmalarımız dldu.* Ne bileyim,'6'lıep değişik bir insandı. Çocukluğunu da biliriz.!

Page 46: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Heîe1'seli baba; küçüklüğünü de bilirsin...' ' ' '"'¦' ''¦-"'¦'•'¦¦-i-'l'i- i-Hoşlanmıyorum onun kibirli'Kaİir\'deri:J'^aîiıiah oluyor, midemi bulandırıyor hattâ. Biz'de'irika'rıız'ıcîe'ğilf:riıii'? Biz de müslümanız!.. ! ' 1; ;t-' ''İİ! ]['*''-'"' '"¦'''""'-Sâdece bir kanaat. Öyle mi kızirrı?^,1 '-Dedim y'a baba: İmâ, kinaye/akıl'verif mâhiyetteki-sözler... Tepkimi çekiyor bütün bunlar. O kim oluyor ki! Bizim de aklımız, mantığımız var değil mi? Sorarım baba: Bir başkası tarafından hor görülmek sana ağır gelmez mi? Hem de karşındaki ahım şahım birisi değilse.. Bu/inşani çileden çıkartır öyle değil mi? ''¦¦"' ¦ !' '¦ ' -,ı! :--. ¦'' ¦ ¦¦¦¦İM,-, v¦¦.;!.Tecrübeli baba; kızının hangr zaafİahn te'siriyle IS^ûnılrş-100ğp^ hemen, an]a,rn,ıştı. Hoş, böyle şeyler kadın için de erkek için de pek farketmezdi ya.. "İste nefs bu" dedi kendi ken-dine..,"insan, her şeyi nasıl da nalıncı keseri gibi kendine yontuyor. 'Ben! nasıl da Öne çıkıyor/' " ' ,"'. ..-Q, adarnma, bulunduğun ortama göre değişir kızım!... ... . .( "Peş 4'oğruşu,! bu kadar da rolmaz!" diye^üşünmeder) edemedi Râbia. Artık daha açık konuşmalıydı: ''"." . , ,. Meselâ geçenlerde öyle bir şey söylecŞİKi/şipirdeh içim içimi yedi. Gayet nâzikçe soyİedT'Geİgelelim sinirime dokundu., .', . ,,.; ,;. :t ..__.,., _.... ir......., ¦'"¦--Örtünmek hususunda.ne;aüşünduğürnü ş.oi'du. Maksa-_dmı açıklamama lüzum yok, anJıvorsunuz siz de'.! Ben:asla açİ-lıp saçılmaktan yana değilim. jNe,çeşit kıyafetler giydiğimi herkes biliyor...Mümkün olduğu kadar sâde bol ve kapâlu. .Ama,b.aşıny.her..zaman acık! Zaman zaman kendimi sorguladığım olmuştur. "Neden, gitgide yaygınlaşan örtülülere ben de katılmıyorum?'1 Onlara gıpta ile bakıyorum çok zaman. Ama ben böyle de namusluyum. Örtünmemek namussuzluk mu ¦OjU^yor.?, Sorarım ikinize de!¦'î'A-S'irQn£ı ^a a.ynı sö'zü söyledim: "Ben böyle de.İffetliyim, namusluyum" .diye.,ı./t, ,;,Şelâmi Bey "senelerdir anlatamadığımı şimdi mi anlata-,çfiğ|rrı"-:diye geçirdi aklından. Müdahale etmenin faydası yoktu. Lâkin bazı ihtarlarda bulunmanın şart olduğunu düşününce mukabelede bulunmaya karar verdi: .. ".. . - , : ,-Bak kızım, Yusuf'u çok iyi tanırım. Hiç de zannettiğin gibi kibirli değildir. Ne kadar müteyazİ olduğunu bir bilseniz!.. Biraz evvel anlattıklarından anlamadınız mı tevazuunü. Hatta kızım, bir de ters yorum yaptın! Yojk ."kendim tatmin." dedin, "kibirli" diye bühtanda bulundun. _."' , y, -Acaba o kibir, bazı hakikatlere b'.övun eğmemek suretiyle .sende mi tezahür ediyor diye merak ediyorum. Hele şu "kendini tatmin" lâfını birilerinden Öğrenip de sattığını rahatlıkla söyleyebilirim. Eminim, .böylesi bir tatminin maliiyetmden bîhabersindir. Sana bunu Öğretenleri &e çok iyi tanıypfjırn.. Her .şeye..madde gözüyle bakan,.basiretsizlerdir onlar. Yapılacak, amellerin Allah katmcİafcı ecrinden/hayâtın101dünyâ ve âhiret diye iki buudlu olduğundan gafildirler. Fazilete inanmazlar. Dünyâdaki her bir şeyi çirkinliklerden, beşerî münâsebetleri karşılıklı menfaatlerden ibaret sayarlar.Râbia tahsilsiz babasının tecrübelerine, kendinden emin tavrına karşı, kendisini köşeye sıkışmış hissetti. Babasının Yusuf'a bu kadar bağlı olması, bu kadar itimat etmesi tahammülünü zorluyordu artık. "Nasıl olur da bir baba yiğenini evlâdına tercih eder, aklını almıyor" diye düşünmeden edemedi.İşte yine babasının karşısında haksız, hatalı duruma düşmüştü. Deli olmak işten değildi!..Selâmı Bey susmadı. Kafaları allak bullak edeceğini düşündüğü asıl bombasını patlattı:-Fabrikada çalışmaya başladığından beri dikkatimi çeken bir nokta daha var: Ceketini iliklemek için düğmeleri yok Yusuf'un. Koparıp atmış herhalde...Yavuz merakla kıpırdandı, gözlerini iri iri açtı;

Page 47: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

-Peki sebeb ne?-Bilmiyorum. Sormadım. Soramazdım da zâten. Ama çok merakımı çekti. Sebeb-i hikmeti nedir, anlamak mümkün olmadı.-Yine delice bir şey olsa gerek, dedi Râbia. Demek öyle tuhaf huyları da var. Hiç dügmesiz <?bket olur mu? Yelken gibi açmak için herhalde.Sinirli bir sesle gülüyordu. Ağabeyi meraklı bir tebessümle iştirak etti kardeşine... Babaları gayet ciddî, kaşları çatıktı bu defa. Kızdığını belli etmemeye çabaladı:-Hayır! Yusuf hiçbir fiili sebebsiz yere işlemez. Bunda bir acaiblik olduğunu zannetmiyorum. Delice hiç değil!..Meraklı bakışları devam ediyordu Yavuz'un. Besbelli hoşuna gitmişti bu hâl. Kendi serbest yaşama arzusuna, her türlü kayıtlardan âzâde olmaya çalışan ruhuna çok tatlı gelmiş olmalıydı."Başkalarına benzememek çok hoş" diye düşündü. Fakat şu düğme mes'elesinin sebebi belli değildi ki! Ya kız kardeşinin dediği gibi delice, tuhaf bir huyun eseri ise... İçindeki sesin "hoş bir şey" olduğunu ilham etmesini bir türlü bastırama-102di gene de...Babaları başını iki yana salladı önce. Pişmanlığını göstermek İstemedi. Oturuşunu değiştirdi, saçlarını eliyle karıştırdı. Hata etmişti. Şu çocuklara anlatmamalıydı bunu. Öyle ya ona da tuhaf gelmişti. Mes'eleyi kendisi çözememişti ki... Yazık ki söz bir defa çıkmıştı ağzından. Yiğenini gene de müdafaaya devam etti:-Muhakkak bir sebebi vardır! -Öyleyse sorsana baba!...-Hayır soramam. Sorulur mu böyle şeyler. Belki bir gün kendisi anlatır. Hem, büyütecek ne var ki bunda! Hür iradesiyle yapmış yapacağını. Biz sebebini belki düşünebiliriz, ama sormaya da dedikodusunu yapmaya da hiç mi hiç hakkımız yok!-Öyleyse hiç bahsetmemeliydin, dedi Râbia. Gerçi şu yaz günlerinde ceketli olarak hiç gcfrmedim kendisini. Bahsetme-seydin, nasıl olsa görüp öğrenecektik.Selâmı Bey'in pişmanlığı daha da artmıştı. İşte kızı silâhını hem Yusuf'a hem kendisine doğrultmuştu. Neyin hıncını almayı düşünüyordu acaba? Yoksa birtakım isteklerini kabul ettirmenin, zeminini mi hazırlıyordu? Veya Yusuf'a olan bağlılığının pamuk ipliğine bağlı olduğunu mu isbat etmek istiyordu? Ağabeyiyle ortak bir cephe kurmanın temellerini mi atıyordu?Artık dayanamadı:- Fazla ileri gidiyorsun Râbia! diye bağırdı. Mevzu nereden çıkmıştı, ikiniz de biliyorsunuz. Yusuf'a kadar geldi sonra. Mcs'ele " rahatını terketmek, başkaları için yaşamak ." Bir takım dünyâ zevklerinden başkalarının saadeti için vazgeçmek . Sefalet içinde yaşayanlar varken zevk-sefâ sürmemek. Yusuf da, gördüğüm kadarıyla böyle bir hayâtı yaşayanlardan. Belki bunu mübalağa kabul edersiniz. O zaman hiç olmazsa yaşamaya çalışanlardan " diyeyim. O kadar...Yavuz temkinini bozmadan söze karıştı. Sesi titrek ve sinirliydi. Babasının son sözlerini gene iğneleyici bulmuştu :- Hepimiz aynı zamanda başkaları için yaşıyoruz, değil mi? Her insan başkaları için de yaşamaz mı? Cemiyette herkes103birbirine muhtaç değil mi? Neden öyle söylüyorsun baba?! Evlâtlarını bir hiç yerine koyuyorsun..¦ - Hâlâ bazı şeyleri anlayamıyorsunuz çocuklar.Yusuf hakkında hissettiklerimi ah kelimelere sığdırabilseydi^ı! Hayır, anlıyaımyorsunuz. Ma'nâya ne kadar kıymet verdiğinizi söyleseniz de, belli bîr noktadan sonra maddeden başka bir şeyi göremiyorsunuz. Yazık, çok yazık!..Râbia yerinde şöyle bir kımıldandı, yerleşti. Olmadı, ayağa kalktı. Ellerini önce arkasında kavuşturdu. Sonra iki yanma sarkıttı. Gözleri iri iri açılmıştı. Son kozunu oynamaya hazırlandı. Sinirli bir gülümseme vardı yüzünde. Sonra bu, yerini şeytanî bir gülümsemeye bıraktı:- Baba, bir şey söyleyeceğim. Ama şaşırmayacaksın..Yusuf var ya Yusuf...- Eee...- Geçenlerde bana evlenme teklifinde bulundu. . Baba oğul ikisi de şaşaladılar.

Page 48: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

-YaaL- Evet, hem de bu evde. Ağbimi son görmeye geldiğinde.. Evlenmeyi düşünmediğimi, tahsilimi tamamlayacağımı, sonra da yüksek lisans yapacağımı anlattım. Bu sözler üzerine: "Alt tarafı üç yıl değil mi! Beklerim, acelem yok beninV'diye karşılık verdi. Tabiî; çok şaşırdım bu» karşılığa..- Ben cevab verirken çok soğuktum. Evlenmeyi, hele onunİa evlenmeyi asla düşünmediğimi hissettirmeye çalıştım. Ne yapayım, inatla, ısrarla aynı karşılığı verdi. Bunun üzerine sert bir dille; onu ancak ağabeyim olarak görmeye devam edeceğimi, asla evlenemeyeceğimi söyledim. Yüzünün rengi değişti.. " Allahaısmarladık" diyerek evden çıktı gitti.- Peki ne zaman oldu bu?- İki hafta kadar oluyor baba!- Bütün bu anlattıklar m aynen oldu ha?! -Mübalağasız, noksansız aynen oldu.Babayla oğulun ağzı açık kalmıştı. Yavuz, şaşmanın yanında bir tehlike kokusu da almıştı. Ağabeylik damarı da kabarmıştı bir taraftan. Kardeşinin söze devamı şübhesini te'yid etti.104- Belki neden daha Önce söylemediğimi soracaksmız. Benden evet cevabı alamayınca, bele ortada bir umut ışığı da göremeyince, beni istemeye yüzü ¦olmayacağını biliyordum. Bu bende bir sır olarak kalmalıydı. Dallandırıp budaklandırmanın bir âlemi yoktu. Sonra, eğer istemekte jsrarü ise, bir büyüğünü araya koyarak zâten istetir diye düşündüm. Gerçi cevabım aynı olacaktı ya..Selam i Bey kırk yıl düşünse aklına gelmeyecek böyle bir şey karşısında o kadar afallamısri ki zihnî melekelerinin bir anda durduğunu hissetti. Hiçbir şey düşünemiyor, yorum yapamıyordu. Onun için yersiz bir sevince kapıldı bir an.. " Neden kızı vaziyeti anlatmamıştı da bir anda'kendi kararını kendisi vermişti. Budala çocuk, nasıl bir fırsatî kaçırdığının farkında mıydı?..""Yusuf da demek ki ince düşünmüş, ailenin gevşek bağlarını hesaba katmıştı. Râbİa'nm tasdikini almadan babasından kızını istemenin, o şartlarda abes olacağını düşünmüş olmalıydı."Babası bunlara dalmışken, Râbia asıl bombasını patlattı;- Bir genç kız düşünün... Hayâlleri, emelleri, hayattan bekledikleri var. Üniversite tahsili yapıyor. İlerisi için büyük plânları var. Karşısına birisi çıkıyor: Herşeyden vazgeçmesini imâ yollu telkin ediyor defalarca.., Gün geliyor, üstüne üstlük bir de evlenme teklif ediyor. Yâni demek istiyor ki," gel benimle evlen, eve kapatayım seni. Bir de tepeden tırnağa örtünürsün, dört duvar arasında bir ömrü tatlı tatlı geçirirsin. " Oh ne âiâ memleket...- Haa daha beteri de var : Ömrü sefaletle; hadi sefalet demeyelim, kıt kanaat geçmiş bu genç, kızın babasının malına da göz dikiyor. Çalışmadan büyük bir servete konmanın hayâllerini kuruyor ne güzel!.- Her şeyi bu kadar basit değerlendiriyorsun ha! Hadi ilk sebebin senin kuş beynine göre mantıklı diyelim, İkincisi apaçık bir iftiradan Öteye hiç kıymet taşımıyor. Yazık, yazıklar olsun sana! Yazıklar olsun ikinize dei.- Ama baba, dedi Yavuz süklüm püklüm.Ortaklık yeni düzelmişken, her şey alt üst olmuştu. Alt-• 105tan alması kâr etmedi Yavuz'un.-Fesat kazanı sîzin kalbleriniz.Yeter, şeytan görsün yüzünüzü! Defolun odalarınıza!.Bütün bu şimşekli havaya rağmen Râbia sakin ^e pişkindi:- Sen gene de düşün baba. Belki söylediklerimin hepsi doğrudur.Kalktı ağabeyine baktı. Sert hareketlerle salondan çıktı. Onu, yıkılacak gibi yürüyen Yavuz takib etti.Selâmi bey ise oturduğu koltuğa çakılıp kalmıştı. Kalbi hızlı hızlı çarpıyordu. Yüzünü ateş basmış, şakakları zonklu-yordu. Beyninde âdeta davullar çalıyordu. Karın nahiyesinde bir sıkıntı vardı.Derin derin nefes almaya çalıştı. Fakat boğazını birileri sıkıyordu sanki. Oturduğu yerden kalktı. îşte, midesine bir ağrı yayılmıştı. Sinir hemen neticesini vermişti. O kadar perhizle, ilâçla tedaviye çalıştığı ülser ağrısı anında ortaya çıkmıştı. Tekrar oturdu.

Page 49: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

" Biraz oturayım " diye mırıldandı. " Öldürecek şu çocuklar beni. Hele Râbia ne kadar pervasız, ne kadar küstah konuşuyor. Ah Selâmi, kalkıp da şu zamane gençlerine bir şeyler anlatmaya çabalıyorsun! Sende de hiç kafa yok ki!.."Bir taraftan da içine kurt düşr»üştü. " Yusuf, neden böyle bir teklifte bulundu" diye düşünmeye başladı. Olmadı; işin içinden çıkamadı." Bu sinirle zamanı değil. Yarın zinde kafayla daha sağlıklı düşünürüm."Kalktı, ecza dolabının olduğu yere yürüdü. Dolabı açtı, biraz göz gezdirdikten sonra bir kutuyu aldı. Çıkardığı iki tableti ağzına attı. Odasına yürüdü.Hemen hazırlanıp yattı. Geç vakitlere kadar ağrıdan uyuyamadı. Yatağında sağa sola dönüp durdu.106IXYusuf gündüzden anlaştıkları gibi o günün akşamında amcasının evine gitmiş, başbaşa uzun uzun görüşmüştü. Amcası anlattıklarını ağzı açık dinlemiş, zaman zaman hayretini gizliyememişti. Hayâtında ilk defa duyuyordu yiğenin-den dinlediklerini. Zaman zaman yiğeninin konuşmasını kesip,1' hayret, böylesi de mümkün mü?" diye sormadan edememişti. Yusuf, Türkiye'de bir iki numunenin de varlığından bahsetmişti. Birkaç saatlik hararetli bir sohbetten sonra Selâmi Bey her hususta ikna olmuştu. Öyleyse tereddüde mahal yoktu. Yalnız bunda, yiğenine olan sağlam itimadının mühim yeri vardı.Öyle ya; elli yaşını geçip de bütün görüşleri kalıplaşmış bir insanın ilk defa duyduğu şeylerle hayâtının düzenini değiştirmeye kalkması hiç de kolay değildi. Eski düzen, şartları günbegün kotüleştirse de, işler kör-topal gitse de; yeni düzen her şeyi çok daha beter yapabilirdi. Doğrusu bu iş cesaret işiydi.Yusuf'un iki teklifi vardı: Birincisi, isteyen bütün işçileri fabrikaya ortak etmek.. Günün bozuk iktisadî şartlarında en makûl, en sağlam ortaklık modelini bulmak suretiyle tabiî... İkincisi, halka açık bir şirket kurarak, toplanacak sermâye ile bir dişli- motor fabrikası kurmak ...Seneler sonrasında sermâye büyüdüğünde de otomotiv sanayiine yönelmek...Önlerine çıkan mes'elelerde izahat verirken Yusuf hep "neden olmasın!" sözlerini kullanıyordu. Bu da ardarda gelen bir telkin gibi Selâmi Bey'e rahatlık veriyor, birtakım korkularını ortadan kaldırıyordu.O akşam alınan kararlardan sonra Yusuf amcasının fabrikasında " Sosyal Hizmetler Müdürü " olarak vazife yapmaya107karar verdi.İşine aniden son verilen eski müdür böyle bir şeyi hiç beklemiyordu. O âna kndar, " Selâmi Bey'in eli mahkûm" diye düşünmüştü. Büyük bir şoktu yaşadığı. Hele çömez İtrisinin iş başına gelmesi...Selâmi Bey'e hemen, işine son verilme sebebini sormuş, kestirmeden " sen daha iyi bilirsin" cevâbını almıştı. Bu cevab daha fazîa konuşmasına fırsat ve imkân bırakmamıştı. Kinle dolu. bir insanın yüzü, bakışları nasıl bir, hâl.alırsa,öylece hışımla, Önce Yusuf'a sonra amcasına bakmış; "bunu hiç,:unut-mayacağım" demişti. Selâmi Bey yaptığı iyilikieri bir b.ir.sıra-İamayı aklına bile getirmemişti.Gayet;sâkm^tane tane şif.spz-lerle defteri kapatmıştı.:." Çıkabilirsin................^...^.Bey,','.,t-,Yusuf ilk günden,itibaren faaliyetlerine hemen başladı. İlk gün işçilerle, memurlarla, diğer müdürlerle tanıştı. Ertesi gün, hepsiyle bîr toplantı yaptı,, Herkesi, ikna edecek, tereddütleri ortadan kaldıracak üzün bir konuşma yaptı., Ortaya k.oy-duğu misâller, deliller, birçok kimsenin gözlerini faltaşı gibi açtı.Konuşmasının sonunu şöyie getirdi : ,- Kıymetli işçi kardeşlerim! Hepinize, bu fabrikaya orlak olmanız tavsiyesinde/bulunuyorum. Hattâ.hararetle istiyorum bunu!-Böylelikle, kendinizi İşçi psikolojisinden kurtaracak, .çalıştığınız yerin sahihi .olmanın psikolojik rahatlığına kavuşacaksınız. . .- Bu müesseseye böyle bir. sistemi getirmek istememizin gayesi; sizleri haysiyetinize yakışır yere oturtmak, sizleri kö!e olarak değil, insan olarak görmek, bu sistemin tatbikiyle sizlere işten atılma korkusu yaşatmamak. Neticede; iş sizin.olduğu için ona sâhib çıkacak ve elinizden gelen gayreti

Page 50: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

göstereceksiniz. . . .,.- Hepinizin bu ortaklığa ciddiyetle sarılacağına inanıyorum. Hele bir başlayalım, bakın Allah'ın inâyetiyle. neler olacak! İstihsal artacak, ücretleriniz en az üç kat yükselecek.Bunlara ilâveten, yaptığınız istihsal fazlası için,prim alacaksınız. Her sene sonund,a:,,da, sermâyeniz nisbetinde kâr payı alacaksınız.108- Bunların hepsinden daha mühim birşey ('a*1 :-' ğunuız bu sistemle Konya'ya sonra da yakın vilâyetlere Veb&-türi Türkiye'ye nümûne-i imtisal teşkil edeceğiz. Topyekûn bîr* milletin refah seviyesini artırmada, iktisadî hayarımjzakatkıdEP çekirdek rolünü üstleneceğiz. Belki ümitlerimizin'Ötesinde ma'kes bulacak yaptıklarımız. Modelimi^ müslüman ve sâi memleketlerde taklid edilecek. Birkaç asırdır dünyânın na belâ olan kapitalist sistem ya kendisini" ıslah edecek yayılan bu güç karşısında eriyecek, yok ölacak!:- Sırtımıza kene gibi yapışan sendikaların tasallutundan da ilk etapta kurtulacağınızı müjdelerim size. Zira sendikalar bÖ3'le bir sistemin, Kapitalizm'in vazgeçilmez icablarındandir.- Bu konuşmayı, aslında sabık işvereniniz Selâmi Bey'in yapiiıâsı icab ederdi: Onun ısrarı karşısında,'sizinle bu toplantıda ben muhatab oldum. Huzurlarınızda, bu sistemin oturtulması için birçok şeyden feragat eden amcama -'minnet;Ve şükranlarımı'arz ederim. 'Allah ondan ebeden razı olsun! !r'Salon alkıştan yıkılacak gibiydi- Alkışlamayan bıVkaç kişi vardı sâdece. Yusuf'un mahcub olmasına yetti bunca alkış. Ezildi^ büzüldü/kızardı,; birkaç1 söz daha sarfedip konuşmasına son verdi.Bunlar ölürken, gözler Selâmi Bey'i arıyordu habire.. Sarılmak, öpmek, elini öpmek içindi bu arayışlar... Fakat o, sanki sezmiş gibi bir anda ortadan kayboluverrnişti.¦ ('i(' ' •• • ¦¦¦:' - ' ¦ ¦¦TakiB 'e^den günlerde, mahallî basına kurulacak şirketin ilânını veren Selâmi Bey, yakından tanıdığı İŞ çevresinden arkadaşlarıyla da temasa geçti. Ârü durumda bekleyen veya gayrînieşru yatırımlara giden paraların randımanlı ve faydalı mecralara akacağı hususunda görüşmelerde bulundu. Sonraki günlerde İstanbul gazetelerine de ilân verdi.Verilen cevabîar daha ziyâde menfi mâhiyetteydi. Hattâ bir ara derin bir karamsarlığa kapıldı. Nasıl kapılmasın ki; telefonla/ faksla kendisine gelen cevabîarın çoğunda ters türs, akıl1 veren; bugünkü sistemde böyle bir teşebbüsün hüsranla1 netice bulacağını anlatan mesajlar vardı. Hattâ bazıları alay109ifadeleriyle doluydu. Sermâyeyi, patronluğu işçilere kaptırdığından, daha nelerden bahsedilmiyor ki!.. Durumu hemen Yusuf'a anlattı. Yiğeni tecrübeli biri gibi dinledi. Hiç de tuhaf gelmemişti duydukları. Cevâbı amcasına bir soruyla verdi:- Anne karnındaki bir yavruya desek ki" pis kanjfl beslendiğin bu karanlık, daracık dünyânın dışında çok geniş, aydınlık, her türlü nimetin bulunduğu bir dünyâ var. Hadi gel, seni çıkarıp oraya götürelim." İnanır mı buna?Cevab vermeye gerek duymadan güldü Selâmİ Bey. Yiğeni devam etti:- Bu insanların da, yaşadıkları çirkef ortamının dışında bir ortam bulunacağına ihtimal vermemelerini yadırgamamak lâzım öyleyse.Mes'ele hallolmuştu. Müsbet gelen tek tuk cevabları de-ğerlerdirmek, sabırla beklemek lâzımdı. Öyle ya, hiç de kolay değildi böylesi inkılâblar!.Amca- yiğen sonraki günlerde defalarca fikir teatisinde-bulundular. Neticede şu iki kararı aldılar :Birincisi; sermâye iştirak limitini epeyce indirdiler. Kü-Çük çapta nakdi olanlara da ortaklık imkânı vermeyi kararlaştırdılar.Ortaklık altın ile olacaktı. En küçük hisse on Cumhuriyet altım olacaktı.İkincisi; Selâmi Bey'in yakın»ve uzak çevresinden iş adamlarını, esnafları davet ederek bir konferans tertiplediler.Yusuf mevcut dünyâ sisteminde ekonomik gücü elinde bulunduranlarla rekabetin ancak güçlerin birleştirilmesiyle, yâni çok ortaklı dev şirketlerle mümkün

Page 51: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

olacağını üstüne basa basa anlattı. Yalnız bu yola samimi olanların, mevcut sistemden hakikaten ızdırab çekenlerin çıkmasını, zira işin çok ciddî olduğunu söyledi. Bir saat kadar süren konferansında çarpıcı bir sürü misal gösterdi, istatİstikî rakamları sayıp döktü.Geriye beklemek kalıyordu. Yapacakları her şeyi yapmışlardı.Netîce iç açıcıydı. Mutmain olan Konyalı sermâye sâhibleri, diğer şehirlerin mustaribleri üç hafta zarfında ortak olmak üzere müracaat etmişler, ortak sayısı iki bine ulaşmıştı.110Beş yüz milyar liraya tekabül eden altınla işe başladılar. Fabrika olmaya müsait bir binayı kiraladılar.Halı fabrikasına sermâye katkısı daha da iyiydi. En küçük hisse iştiraki beş Cumhuriyet altını olarak kararlaştırılmıştı. Altı yüz kişiyi aşan işçilerin hemen hepsi az veya çok hissedar oldular.Bütün bunlara rağmen daha ilk günlerden itibaren hüsran bekleyişi içinde olanlar da az değildi.Onlar da kendilerine göre haklı idiler. Meydanda henüz bir eser yoktu. Ortaya çıkacak eserleri gördükçe, yapılmak istenenlerin boş hayâller olmadığını göreceklerdi. Bilhassa işçilerin fabrikaya ortaklığını tenkid curcunası yaşıyordu. Lâkin samimî olup da parası olmadığı için iştirak edemeyen az sayıdaki işçi, icraatı takdirle karşılıyor, tebrikler yağdırıyorlardı. Devamlı, " Allah utandırmasın " diyorlardı.Böylece her iki hayırlı işe, ağır- aksak değil sür'atle başlanmış oldu.Yusuf , konuştuğu şartlar icabı; amcasından işçileri irfâmyîa her dem aydınlatacak kişiyi de getirtmesini istedi. Böyle bir insanın gelmesi herkes için pek lüzumluydu.Birçok fazileti üzerinde toplamış, temiz ahlâk sahibi, dünyâ âhirefmuvazenesini mantıkla kurmuş, zühd, takva, verâ sahibi, hâllerinde muhlis birisi olmalıydı bu.Yusuf üniversite yıllarında böyle birisiyle tanışmış, Konya'ya geldiğinden beri de bu mümtaz insanı unutamamış-tı.İstanbul'da görüşürler- ayrılırlar, biraz sonra hasretini çekmeye başlardı. Bu hâle kendisi de hayret ederdi. " Nasıl oluyor da bu insanın cazibesi beni hep çekiyor, onun yanın-dayken tarif edilmez bir huzur âlemine giriyorum? Kendimi onun yanında emniyette hissediyorum. Hiçbir kötü kuvvet, hiçbir muzır insan bana zarar veremez hissini yaşıyorum."Konya'ya geldiğinden beri hasret çektiği bu mübarek insanı getirtmeliydi. Evet getirtmeliydi...Amcasının ilk iş teklifinden beri düşünmüştü bunu. Ge-lîp fabrikada çalışması ne kadar iyi olurdu.Yiğeninin bu fikrini dinleyen Selâmi Bey hiç düşünme-111deıı müsbet cevab verdi. Yalnız, şunu sormadan da edemedi:- Acaba kendisi kabul edecek mi? Kabul edip gelse bile yeni bir memleket, yeni bir mekân rahatını, kaçırmaz mı?- Ona mes'eleyi izah edersem, hizmet için dünyânın öteki ucuna bile gider. Ama gene de emin değilim. Orada belkilbı-rakmak istemediği, belki bıraktırılmayan vazifeleri vardır. Konuşmam lâzım...Ertesi gün İstanbul'la bir telefon görüşmesi yaptı. Yirmi dakikayı bulan, bir konuşmaydı bu. Karşısındaki, pek yakında geleceğini haber veriyordu.öyleyse, Yusuf'a bir ev ayarlamak düşüyordu. Bunu da amcasına anlattı. Selâmİ Bey gözleri parlayarak :- Kolay, dedi. Sen orasını düşünme. Ona güzel bir ev bulmak boynuma borç olsun!Devam etti :- Allah hepimize hayırlı eylesin. Kendisiyle birkaç defa görüştüm. Doğru dürüst konuşmuşluğumuz bile yok. Lâkin o kadarı bile sevmeme yetti. Muhterem bir İnsan...Aradan iki hafta geçmişti ki bekledikleri şahıs geldi. Gelen, Yusuf'un İstanbul'dan dönmeden evvel uğrayıp sohbet ettiği, pek sevdiği Nûreddin Amca idi..112

Page 52: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Yusuf, günler kısalmasına, havalar serinlemesine rağmen, o günkü sabah idmanını yapmayı ihmal etmemişti. Di-şarda insanı üşütecek bir Eylül sabahı vardı. Hava gündüzleri nisbeten ısınsa da; gece-gündüz arasındaki sıcaklık farkı bozkırda fazladır. Sabahın ilk saatleri serindir. Hele Eylül ayının sonlarıysa...Sabah namazından sonra yatmazdı Yusuf. Üniversiteye başladığı sene kurs gördüğü karateye mümkün olduğunca her sabah çalışırdı. " Her sabah yarım saat idman yapmasam paslanırım " derdi.O gün de idmanını yaptı. Evlerinin bahçe duvarı yüksekti. Sokaktan ve hepsi tek katlı komşu evlerinden bahçe görülmüyordu. Bu da müsait havalarda bahçede idman yapmasını mümkün kılıyordu.İdmanını bitirdikten sonra içeriye geçti. Annesi mutfakta kahvaltı hazırlamakla meşguldü. Mutfağa gitti, annesine selâm verdi.- Ve aleyküm selâm yavrum. Sabah-ı şeriflerin hayrol-sun..- Senin de anne...- Bitirdin mi işini? -Bitti bitti..- Ne anlarsın evlâdım şundan bilmem ki! Kendini yormaktan başka...- Yoo öyle deme anne, derken boynuna sarıldı annesinin. Sonra oturdu bir sandalyeye.- Gene kavga etmeyelim anacığım..Kaç defa izah ettim,113biliyorsun. Bu bir heves değil, merak değil. Senelerdir çalışıyorum karateye.- Yaa, dedi annesi burun kıvırarak. İsmi bile bir acaib. Rahmetli baban gibi güreşle uğrassan hadi neyse!- Ah anacığım, dedi gülerek. Sanki bilmezmiş gibi inat ediyorsun. Damarıma damarıma basıyorsun.Hem daha Önce de söylemedim mi, güreşte zaman zaman karsıma birisi lâzım diye... Ama karate öyle değil. Birkaç âlet-cdevatla, tek başıma idare ediyorum.- Bilirim yavrum. Kimseye zararın dokunmaz. Karıncayı bile incitmezsin sen. Ama gene de daha yumuşak bir şeylerle...- Neyse, boşver anne. Kahvaltı hazır mı?- Hemen hemen hazır. İçerde mi, burada mı yersin? -Burada yeriz. Topu topu ikimiz değil miyiz zâten!..- Kardeşin ne yaptı kimbilir? Mektebine kaydını yaptırmıştır herhalde.- Yarın dönmesi lâzım anne. Hayırlı olur inşaallah..İsa, o sene girdiği üniversite imtihanlarında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni kazanmıştı. Aynı okula kayıt yaptıracak iki arkadaşıyla birlikte İstanbul'a gitmişti. Kayıt işleri biter bitmez döneceklerdi.Annesi derin bir iç geçirdi. Ağzından soluk gibi sessiz bir mırıltı çıktı : #- Hayırlısı... Allah hayırlısını versin.- Neden öyle kahırlısın anne?- Hayır evlâdım. Kahır benim neyime. Hâşâ Allah'a isyan mı edeceğim! Böyie bir şey aklıma bile gelmez. Nasıl düşünürüm kahırlanmayı!.- Peki neye üzülüyorsun? Birdenbire değiştin.- Boşver yavrum. Hiçbir şeye üzülmüyorum. Neyim noksan ki? Çok şükür aç değiliz, açıkta değiliz.Kendi hesabıma konuşursam; câhilim ama, çok şükür yapabildiğim kadar kulluğumu yapmaya çalışıyorum. Sonra; arslanlar gibi, tertemiz, hayırlı iki evlâdım var. Daha ne isteyeyim ki?- Hayır anne hayır! Söylediğin öyle bir işledi ki ciğerime. Hiç alışık değilim böylesine. Hadi söyle evlâdına. Yoksa ben miyim seni üzen?114Nesİbe Hanım, her ana gibi yavrusunu üzmek istemezdi. Hele çilekeş Anadolu analarına mahsus haliyle , en ufak derdini belli etmek istemezdi. Lâkin, kahır yollu söz ağzından çıkmıştı bir kere. Oğlunun olgunluğuna güvenerek konuştu :- Hiç... Biliyorum, bugünün hayat şartlan böyle. Gelgele-lim ana kalbi, ne yapayım! Senelerce sen gurbet ellerde okudun. Senin hasretinle yaşadım. Şimdi sıra İsa'da. Eğer ömrüm vefa ederse, bir o kadar da onun hasretini çekeceğim.-Yanında ben varım ya anne! Neleri dert ediyorsun! Herkesin çocukları okuyor gurbet ellerde. Hani yalnız sen olsan...

Page 53: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Nesibe Hanım'in gözleri dolu doluydu. Oturduğu sandalyede, yüzünü saklamak için basını önüne eğdi. Suçlu çocuklar gibi, dizlerinde birleştirdiği ellerini ovuşturuyordu.- Bilmem, galiba sinirlerim bozuk son günlerde. Yaşlandım artık oğlum. Ne yapayım, dayanmak zor geliyor!- Yoksa onun için mi yaptığım idmanın najma-rmhına vuruyordun?- Belki ...Evet evet sinirlerim bozuk. Sen yanımdasm ama ne zamana kadar? Hizmet için, bir gün dünyânın bir ucuna gitmeyeceğin ne malûm!?- Susuyorsun, cevab vermiyorsun. Demek, gitmeyeceğinden emin değilsin. Yalanlarla avutmak istemiyordun beni. Hoş, asla gitmeyeceğim desen de, içimden bir ses tersini .söylüyor bana.-Ama anne!...Yusuf'un devam etmesine fırsat vermedi : - Bak yavrum!Sen de biliyorsun. Ama şöyle böyio... Ben bir şehid torunuyum. Babanım babası Balkan Harbi'nde, şehid düşmüş. Babam ise Birinci Cihan Harbi'nde, Filistin Cephe-si'nde İngilizlerin elinde bir sene esir kalmış. Harb bitip de geri döndüğünde, annem zor tanımış babamı. Esaretteyken çok zulüm görmüş, zatürreye yakalanmış. Birçok arkadaşının öiü-müne şâhid olmuş.Biraz durdu, nefestendi. Oğlunun gözlerinin içine bakarak devam etti:- Sağlam bünyesiyle, hastalığa karşı çok mücâdele ver-115miş.îzi de kalmış lâkin.. En ufak bir çalışmada, yol yürümede vücudunu ter basardı. Sigara içmediği hâlde her zaman kuru kuru öksürürdü.-Sonra malûm, Balkanlardan Türkiye'ye geliyorlar. Hani şu mübadele mes'elesi...- Ben doğduğumda babam kırk beş yaşında imiş. Daha devam edecekti. Birden sustu...- Sonra anne?- Fazlasına hacet yok oğlum. Ömrüm fakr içinde, acılarla, ayrılıklarla geçti. En son da rahmetli babanı şehid verdim. Babamı hatırlamazsın; annemin kaç yaşında öldüğünü sen de biliyorsun.-Birçok Anadolu kadını, Anadolu insanı gibi sen de çilekeşsin anne! Rahmetli babamın hikâyesinin de seninkinden altta kalır yanı yok. Babamın dedesi de 93 Harbi'nden sonra İstanbul'a, sonra Konya'ya geliyor. Sonra dedemin çektiği sefaletler...- Neticede; bütün müslümanların hâmisi muhteşem Osmanlı'nın yıkılışına şâhid olmuş dedelerim. Sonra da asırlardır vatan tuttukları toprakları bırakıp gelmişler. Size de neticeleri, maddî-mânevî çöküntüyü yaşamak düşmüş. Hattâ bize de... Selanik'te beş bin dönüm tarlayı bırakıp Anadolu'ya aç-sefîl gelmişler!.. 4-Yaa anne! Milyonlarca müslüman zilletin zilletini yaşamışlar. Hâlâ bütün dünyâda yaşamaya devam ediyorlar. Zillete de çileye de öylesine alışmışlar ki!- Sen de ö çilekeşlerden sâdece birisisin anne. Eminim ki sen de o güçlü analar içinde güçlülerden birisin. Daha beterlerine duçar olsan da, Allah'ın inâyetiyle altından kalkacaksın.- Bizden öncekiler, binlerce senedir neler çekmiş. Bizim çektiğimiz ne ki! Değil mi anne.?- Gelelim İsa'ya.. İlim zahmetsiz olmaz. Zahmetsiz olursa kıymeti bilinmez. Bizden evvelkilerin çektiği tahsil imkânsızlıkları kat kat fazla idi. İsa'nın şartları ise çok daha iyi. Bunu bilesin anne!116-Aaa lâfa daldık, çayı unuttuk. Soğumuştur kimbilir. Dur şunun altını yakayım da ısınsın bari.Ocağı yaktı. Döndü, oğlunun yüzüne sımsıcak bir nazarla baktı:- Allah razı olsun yavrum! Ne güzel teselli veriyorsun! Dayanacağım inşaallah İsa'nın hasretine. Allah için, din için, millet için, ümmet için!..Yusuf, gözlen buğulu, annesine duyurmadan mırıldandı:"İşte Fâtihleri büyüten analar!.."Kahvaltı bittikten sonra Yusuf ayağa kalktı. Annesine döndü :- Banyoya girip bir gusül abdesti alayım. Cum'a namazından sonra da dayıma giderim. Biliyorsun, geldiğim ilk günlerde gitmiştim. Yengemin bir sürü misafiri vardı. İkincisinde de beraber gitmiştik, hastaydı hani. Son günlerde işlerin

Page 54: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

çokluğundan fırsat bulup gidemedim. Şöyle oturup adamakıllı bir sohbet ederiz dayımla. Nasıl olsa bu gün tatil..- Ne iyi oldu yavrum Cum'a gününün tatil olması!- Sâdece bana değil, memurlara da tatil. İşçiler zâten vardiyalı. Sağolşun amcam kırmadı, kabul etti.Birden aklına gelmiş gibi Nesibe Hanım:- Sen ne yapacağını iyi bilirsin ama gene de benden tavsiye... Aman dikkatli ol! Dayını sinirlendirecek bir şey yapma sakın, dedi.- Sen merak etme.. Hem durup dururken neden kızıp kö-pürsün ki?- Ağbimi tanımaz mıyım ben! Ah yavrum, ne zaman ne yapacağı belli olmaz.Eskiden böyle değildi. Hele son zamanlarda öyle asabı oldu ki!-İyi bir insan. Kalbinde kötülük yok.. Fakat son senelerde iyice değişti. Evine kapanıp, günlerce kimseyle görüşmüyor. Zaruri ihtiyaçları için, alışveriş için, bir de Cum'a namazları için dışarı çıkıyor. Bir karı bir koca, evde ömür törpülüyorlar. Senelerdir tuhaf itiyadları var. Son zamanlarda daha bir tuhaflaştı.- Ben de çocukluğumdan beri farkediyorurn bir şeyler. 117Lâkin gözle görülür pek bir sivri huyuna rastlamadım. Gerçi kendisiyle pek bir yakın münâsebetim olmadı ya...Meselâ ne gibi huyları var?- Ne diyeyim oğlum. Hangi birini söyleyeyim ki.gHem benim bildiklerim, çoğumuzun bildikleri...- Geçenlerde ziyaretine gittiğimizde yengem dert yanmıştı gene. Gerçi kızkardeşi olmam da kadının açık konuşmasına mâni oluyordu. Ne yapsın kadıncağız! Aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyık. Kendi dertleriyle yanıp kavruluyor. Kimseye de bir şey anlatamıyor. Yazık! Ağabeyime mi yanayını, yoksa zavallı kadıncağıza mı?..- Korkuyorum ağabeyim için! İyice hasta olacak diye!Ya içine kapanıklık, her şeye boşvermişlik veya olmadık yerde öfke ... Sonra biliyor musun, yengem şunu da söyledi: " Hiç kimseyi beğenmiyor, kimselere güvenmiyor, başkalarını az-çok takdir ettiğini sükûtundan anlarsınız."-Yâni dünyâya, hayâta, insanlara, her şeye ümitsiz göz-İLTİtv kapkara gözlüklerle bakıyor, Öyle mi?- Hah, tanı dediğin gibi! Sen de hatırlarsın; geçmişte dayının başına gelenleri. Kader işte!.. Bize neler hazırlamıştır, bilemeyiz ki! Allah korusun, herkesin başına gelebilir!.- Kolay değil anne. O zaman küçük bir çocuktum. Babam hayattaydı. Hapse girip çıktığım ha^âl- mey âl hatırlıyorum, o kadar ... Hattâ yengem, arada bir gündüzleri gelir, dertli dertii sızianırdı. Bazen ağladığını da hatırlarım. O ağlamaya başla-yıca, korkudan mıdır nedir, ben de başlardım ağlamaya...- Yaa yavrum, bak nasıl da unutmamışsın. Ben de telâşlanır, seni hemen başka odaya götürürdüm.- Rahmetli babana sormuştum birkaç defa. " Ne de olsa askerdir, haber alır" diye düşünürdüm. " Siyasî suçlu diye mahkûm oldu" diye cevab verdi her defasında.. Ben câhil biriyim yavrum.. Ne diyeyim, fazla üstelemez, " Allah kurtarsın" derdim. Bir yandan da akıbeti için endîşe ederdim.- Birkaç defa yengeme soracak oldum,. " bilmiyorum" diye cevab verdi. Bir gün kafama koydum öğrenmeyi. Ne olursa olsun öğrenecektim. Sıkıştırınca ağlamaya başladı. Çok içli, bir o kadar da sabırlıdır kadıncağız. " Söyleyemem" dedi." Ne-118den " diye üsteledim. " Efendi bana yemin ettirdi " dedi. " Kimseye bir şey söylemeyeceğime dâir...- Babam da bir şey anlatmadı, öylemi?- Hayır anlatmadı. Söyledim ya, "Jsiyasî suçlu' deyip geciktirirdi. Neydi suçu bilmiyorum.- Hayırlısı inşaaİlah.. Bundan sonra kendisiyle daha sık görüşmeye çalışırım. Bir şeyler öğrenirsem, inşaaİlah faydam da dokunur.- İnşaaİlah yavrum. Gene de sen; dikkatli, sakin oi, Olmaz mı?..Kalktı, banyoya yürüdü. Cum'a günü ve namazı için gu-sül abdesti aldı.Banyodan çıktıktan sonra biraz uzandı. Sonra kaikü,ça-lışma masasına oturdu. Bir saat kadar kitab okudu. Kalktı, dışarı çıkmak üzere hazırlandı.

Page 55: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Az sonra dışarda, dolmuş durağındaydı. Çarşıya vardığında namaz vaktine bir saatten fazla vardı. Birkaç esnafa uğradı, hâl-hatır sordu. Oyalanmadı, " vaaz da dinlerim" diyerek büyük camilerden birine yollandı. Gide gide kendisini Aziziye Câmii'nin Önünde buldu.Caminin geniş, yüksek kapısından içeriye girdiğinde, bambaşka bir âleme geçtiğini zannetti. " Ne olurdu, camilerimiz sokaklarımıza, sokaklarımız da camilerimize benzese" diye iç geçirdi. Cevab babından " İnşaaİlah o da olacak" dedi kendi kendine.Yürüdü, caminin ortalarında bir yere oturdu. İlk saflarda oturmak âdeti değildi. Vaaz henüz başlamış, gelenler kırk- elli kişiyi ancak bulmuştu.Cami doldukça Yusuf daha bir sevinçle doldu. Cemaatin <;oğu gençti.Her şey bitip camiden çıkarken, kuş kadar hafiflediğini, içinin ferahlık içinde olduğunu hissetti.Sel hâlinde kapılara yönelen cemaate baktı baktı... " Kardeşlerim, sizi çok seviyorum" dedi kendi kendine. Evet, müs-lümanian, insanları çok seviyordu.Te'sirinden kurtulamadığı bu hâlet-i ruhiye içinde dayı-119sının evine yürüdü. On beş dakika sonra evin bulunduğu sokağa gelmişti.Birkaç dakika sonra eve vardı. Zile dokundu. Az sonra merdivenlerden bir ayak sesi duyuldu. Sürgüsü çekilen kapı aralandı. Açan dayısıydı. *-Selâmün aleyküm dayı.- Ve aleyküm selâm yavrum. Gel, buyur...Dayısı önde, yiğeni arkada taşlıkta yürüdüler, merdivenlere ulaştılar. Arka arkaya çıktılar. Sofadan geçip, misafirin pek az geldiği bu evde, misafir odasına girdiler.Odanın iki kenarına dirsek yaparak yerleştirilmiş sedirlere karşılıklı oturdular. Yusuf hemen kalktı, elini öpmek üzere dayısına iki adım attı. Ahmed Bey direndi, tokalaşmakla yetindi. Oturmadan dışarı çıktı, oyalanmadan hemen geldi.Az sonra yengesi Âdile Hanım kapıda göründü." Hoşgeldin" deyip hâl hatır soran yengesine mukabele etti.Âdile Hanım beklemedi, hemen ayrıldı.Odada yalnız ikisi kalınca, Yusuf dayısının yüzüne, vücûduna dikkatle baktı. Göz çukurları içine göçmüş, göz kapaklarında yorgunluk eseri bir şişkinlik ve morluk vardı. Vücudu görmeyeliden beri biraz zayıflamış, sırtı hafifça karribur-laşrmş gibi geldi.Nihayet dayısı sessizliği bozdu :- Eee Yusuf haftalardır gelmedın?. Sesinde hiciv, sitem ma'nâsı yoktu.-Biliyorsun dayı, amcamın fabrikasında çalışıyorum. Bazı düzen değişiklikleri de yaptık. Sâdece sana değil... Kimselere gidemedim dayı. Kusuruma bakma! Gönül çok şeyler istiyor ama...-Yoo evlâdım, ne kusuru! Yiğenim hayata atılmış. Ekmek parası kazanmaya başlamış. Bugünlerde işleri fazla diye kusur, aranır mı hiç !Yusuf'un içi serinlemişti. Gelir gelmez dayısını öfkelendirmekten korkmuştu. Halbuki dayısı, herşeyi olgunlukla karşılamıştı.- İki defa ancak gelebildim. İkincisinde malûm, annemle beraberdik. Ha sahi, hastalığın nasıl oldu dayı?120- Benim için gayet tabiî bunlar oğlum.. Alıştım artık. Zaman zaman olurum böyle işte! Üç-beş gün sürer, tekrar düzelirim. Benim de hayâtım böyle.. Aslında hastalık bile sayılmaz. Kör-topal idare ediyorum bakalım.Yusuf bir an ne söyleyeceğini şaşırdı. Öyle ya, bir tek söz aksi te'sir yapabilirdi. Çok dikkatli konuşmak, her ne olursa olsun alttan almak en iyisiydi. Her vakit mütevazı olmasına rağmen gene de hatalı konuşmaktan ödü kopuyordu."Şu üç günlük hayatta dünyâlara sığmamak ne bayağılık!..Karşısındaki dayısı, bir büyüğü, hepsinin ötesinde ehl-i iman birisi. İsterse hakarette bulunsun, hiç mühim değil-di.Onun asabiyetine verir, geçer giderdi.

Page 56: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

" Ortak noktalarımızı bulsaydık, daha rahat anlaşırdık" diye düşündü. Ardı arkası kesilmeyen bu tereddütler, korkular yakasını bırakmayacaktı belki. Dayısının konuşması kesti bu düşünce akışını :- Yusuf, sana bir mektub vardı.Önce irkildi Yusuf. Alay mı ediyor diye, dikkatle dayısının yüzüne baktı. Hayır, adam. gayet ciddiîidi.Ev adresi, iş adresi belli iken, dayısında kendisine yazılmış bir mektub nasıl olurdu? Birden aklına, elden verilmiş bir mektub olabileceği geldi. İyi de 1990'h yıllarda telefon, faks, posta varken neden böyle bir yol seçilmişti?- Bir mektub mu?- Evet yanlış duymadın, bir mektub...- Peki kimdenmiş?- Önce sakin ol bakalım oğlum. Duyunca da şaşırma. Zira mektub bana verilince ben de çok şaşırmıştım.- Mektub babandan Yusuf!- Nee? Nasıl?...Yusuf farkında olmadan ayağa fırlamıştı. Gözlen iri iri açılmış, bel bel bakıyordu. O anda şimşek gibi şunlar geçti aklından : "Acaba deli mi şu dayım? Yoksa alay mı ediyor benimle? Hadi onları da bırak, nabzımı mı yokluyor?"Otoriter bir sesle :121- Otur, dedi Ahmed Bey. Sonra da dinle! Bu sese gayri ihtiyarî itaat etti.- Mektubu, rahmetlinin Kıbrıs çıkarmasındaki bir subay arkadaşı getirdi. Temmuz'un başlarıydı. Geldi ; avluda, duvar kenarındaki vişne ağacının altında oturduk. Konuştu konuştu, sonunda bahsettiğim mektubu verdi bana. Şaşırdım senin gibi.. Belki seninle aynı hisleri yaşadım.- Adı Ferhat Şahin. Harbe beraber katılmışlar. Baban yazdığı mektubu şahadetinden bir gece evvel, pek sevdiği arkadaşı Ferhat Bey'e vermiş. Kendisi aslen Karamanlı.Emekli binbaşı... Emekii olduktan sonra Konya'ya yerleşmiş.Yusuf'un heyecandan sesi titriyordu :- Onu tanımak isterdim..- Haa, o da seninle tanışmak istiyor. Hem de en kısa zaman içinde..Yusuf, içinde bir öfke dalgasının kabardığını hissetti. Dayısının şu umursamazlığı!..Yirmi senelik bir mektubun ele geçtikten iki ay kadar sonra yerine teslimi affedilemezdi doğrusu. Ama karşısındaki herhangi biri değildi ki! Sudan bahaneleri olsa bile mâkûl karşılanabilirdi.- Ferhat Bey'in adresini biliyor musun dayı?- Ayrılırken bırakmıştı bana. %- Peki benim okulumu bitirdiğimi nasıl haber almış?- Amcanla tanışıklığı var. Sağda solda arada bir görüşüyor !arm ıs. Ondan haber almış.- Amcanı da hiç bahsetmedi. Böyle bir şey olacağını ner-den akı! etsin? Adamcağızın bunları düşünmeye vakti mi var?.. ¦Yusuf'un şaşkınlığı hâlâ geçmemişti. "Acaba rü'yâ mı bütün bunlar" diye birkaç defa şübheye kapıldı. Hayır, neden rü'yâ olsun ki, her şey her zamanki hâlinde.Eşyalar, karşısında oturan dayısı, esen rüzgârla sararmaya yüz tutmuş yapraklan hışırdayan avludaki vişne ağacı, sokaktan geçen bir arabanın gürültüsü... Bunları doğrudan görüyor, hissediyor.Rûhuna fısıldayan bir güç yok-Ahmed Bey ayağa kalktı :122- Dur getireyim şu emâneti.Çıktı, kitablığm bulunduğu yandaki odaya geçti. Elinde ciltli, kalın bir kitabla tekrar geldi. Oturmadan, kitabm sayfalarını araladı, şişkince, sararmaya yüz tutmuş bir zarfı çıkardı, yiğenine uzattı.Yusuf, heyecanla ayağa fırladı. Uzatılan zarfı kapar gibi aldı.- Day i, kusuruma bakma, çok heyecanlıyım Öyle bir hâdise ile karşı karşıyaymı ki!..Sesi titriyordu. Mukaddes bir emâneti tutar gibi son derece heyecan, helecan, vecd içinde dudaklarına götürdü iki eliyle.. Öptü öptü, bir daha öptü.. Nihayet kolları iki yanma inip başını kaldırdığında, dayısının ayakta dikilip kalmış,

Page 57: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

kendisini seyrettiğini gördü. Ahmed Bey bu erkek güzeli yüze kimbilir hangi hislerle bir müddet bakakaüdı. Bu manzara karşısında daha fazîa gözyaşlarına mâni olamadı. Dolan gözlerinden iki damla ya: ..klarmdan aşağı süzüldü.Neden sonra gayet yumuşak:- Otur yavrum, dedi.Yiğenini omuzlarından tutarak arkasındaki sedire nâzikçe oturttu.- Ağla... Ağlıyabildiğin kadar, rahatlıyana kadar... Yusuf isterik bir krize tutulmuş gibi vücudu sarsıla sar-sila ağlıyordu. Belki on dakika öylece ağladı. Bu arada dayısı dışarı çıktı, geldi bir iki defa... Yusuf bunun farkında bile olmadı.Ahmed Bey odaya son girdiğinde, yiğenini içini çeker hâlde, başını elleri arasına almış, dirseklerini dizlerine yaslamış buldu.Geçti yerine oturdu.- Seni çok üzdüm. Mektubun gecikmesi mi üzdü seni? -Hayır, dedi başını kaldırarak. Üzüldüğüm falan yok.- Sevinçten mi yoksa?- Bilemiyorum. Her şey o kadar karışık ki...- Ama şundan emmini dayı: Doğru dürüst tanımadığım babama çocukluğumdan beri gizli gizli, köşelerde ağlar, göz-yaşlarımla haberler yollardım. Bazen öylesine özlerdim ki onu!123Hele arkadaşlarımı babalarının ellerinden sıkı sıkı tutmuş; çarşıda, pazarda, parkta, mahallede gezerken görünce içim burkulur, " ah babacığım sen de şu anda benimle olsaydın!" derdim. İçime bir kor düşmüş gibi olurdu o zaman, fcjiç vakit geçirmeden eve gider, annemin boynuna sarılır, kardeşim İsa'yı o benden daha yetim diyerek bir baba gibi öper, okşar-dım.Seneler geçti, orta okula başladım. Her gelen hoca ilk dersinde bizi tanımak için sorular sorar, bu arada babamızın ismini ve mesleğini öğrenmek isterdi.Matematik dersine giren hocamız da ilk dersinde benzer şeyler sordu. Aynı sorulardan, utana sıkıla verdiğim aynı ce-vablardan bıkmıştım artık. Yalan söylüyormuşum gibi geliyordu bana. Neticede o hocanın sorusuna " benim babam yok" dedim. Sıraya kapanıp ağlamaya başladım. Mes'ele öylece kapanmadı tabiî. Hocam beni aldı, sınıftan çıkardı. Beraberce aşağıya indik.- Asıl mes'eleyi anlattım ona..- "Bak Yusuf" dedi bana. Şimdi çocuksun. Hâlâ yetim olmanın acısını yaşıyorsun. Gün gelecek; bu yaraların kabuk bağlayacak, sâdece hafif bir izi kalacak. Hassas bir çocuksun. Ama kendini öyle kapıp koyvermemelisin. Güçlü olmalısın. Bak annen var, kardeşin var. Sıhhatin* bozulursa onlara da yazık olmaz mı? Onlar senden çok şey bekliyorlar. Kardeşin daha küçük, aklı ermez, ama annenin ümitlerini boşa çıkarmamalısın. Bazı dertlerini içine atacaksın. Acıyla yoğrulacaksm. Bugün bu acıları tadıyorsun. Yarın belki çok daha büyüklerini yaşayacak, bugünkülere "ne kadar basitmiş" diyeceksin. Çünkü sende parlak bir istikbâl görüyorum. Neden mi diyeceksin? Zira hassas olmayan bir kalb büyük işler yapmaya muktedir olamaz..."- Benimle büyük bir insan gibi konuşuyordu. Dinledim dinledim...- İyi de hocam, dayanamıyorum, dedim. Benimki bir isyan değil! " Neden?" sorusunu hiç sormadım, soramam da. Bu hususta şübhesiz annemin de te'siri var. O terbiyeyi, o itikadı verdi bana. Her vakit şunu söylerdi annem : "Kader sorguya124içekilemez. Hâşâ Allah'ı sorgulamış olursun!" Hocam, bazen kendimi o kadar güçsüz, müdafaasız görüyorum ki;" ah babacığım, sen yanımda olsan, ne kadar güçlü olurdum" diye hayıf-. lanıyorum.- Bunun üzerine hocam şunu sordu :" Sana kötü söz söyleyen, zulmeden, hırpalayan arkadaşların mı var?"- Hayır dedim, hiçbiri değil. Amcam var, dayım var, fakat onlar evimizden uzaktalar... Ben istiyorum ki her an yanımda bulunacak babam olsun..- Bugün gibi hatırlıyorum. Omuzlarımdan iki eliyle kavradı. Karşımda çömeldi. " Bak gözlerime" dedi.- Sıcacık, itimat telkin eden bakışları vardı. " Yavrum, ben de bir yetimim. On iki yaşında babamı kaybettim. Bugünlere çok ağır, çok kötü şartlarda geldim.

Page 58: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Bak, bir şey daha söyleyeceğim. Senin de bildiğine eminim : Unutma, Peygamber Efendimiz (S.A.V.)'de yetim idi."- Bu söz bana iksir gibi gelmişti. Hocamın yüzüne baktım, gülümsemeye başladım.- Geçmişte benim yaşadıklarımı yaşamıştı anlaşılan. Son cümlesiyle de hayat bahşediyordu.- En sonunda kulaklarımda her an çın çm ötecek şu sözleri söyledi:" Sen şehîd oğlusun, unutma! Yermez mi bu?.."- Ne yazık ki babalık yapamadı bana. Bir ay içinde ayrıldı gitti okuldan. Sonradan öğrendim ki önceki senenin son aylarında yapılan bir şikâyet üzerine sürgün edilmiş. Sebebi de talebelere dinî telkinde bulunması imiş.- Allah selâmet versin. Ölmüşse nûr içinde yatsın.. Yusuf bunları anlatırken Ahmed Bey iki defa irkilmişlâkin yiğenine sezdirmemişti. Birincisinde, sitem ma'nası çıkarmıştı anlatılanlardan., İkincisinde, hocanın sürgün sebebi şimşek çarpmışa döndürmüştü kendisini.- Dayı, asıl anlatmak istediğim şu: Çocuk ruhumda kafama yer eden sabit bir fikir vardı: Düşünürdüm; " babamdan arada bir haber gelir mi" diye. " Gelse ne kadar sevinirim" derdim.Hep duâ ederdim. Babamdan mektub geleceğini, o mektubu doya doya okuyacağımı, koynumda saklayacağımı hayâl ederdim. Biraz büyüyünce, bunun nasıl sâfiyâne hayâller125olduğunu gördüm. Daha mâkûl şeyler düşünmeye başladım. Meselâ onu rü'yâlarda görüp konuşmak ister, cennette beraber gezmeyi düşlerdim. Artık nıektub beklemiyordum. Rü'yâlarımda görmek yetecekti bana. O zamandan bu zamana defalarca da gördüm. Onu pek fazla tanıyamamıştım. Sadece iyi, fazilet sahibi biri olduğunu biliyordum. Onun yolundan yürümek, onun gibi olmak, ona lâyık bir evlât olmak en büyük emelim olmuştu. Bu emelim hâlâ değişmedi.-İşte beni ağlatan buydu. Saadetten, Allah'a sonsuz şükran nişlerimden neş'et eden; çocukluğumdaki arzu, niyaz ve dualarımın kabul olunmasının eseriydi bu gözyaşları. Yâni mektubdan ziyâde seneler sonra bir dileğin kabulüne, çocukluk dualarımın müstecab olmasına, tertemiz çocukluk hayâllerimin gerçek olmasına şaşırdım. Ve "Allahım ne büyüksün!" dedim. Şu gözyaşları ruhumun secdeye kapanışıydı. Hepsi bu işte...O dışarıya gayet soğukkanlı görünen, herhangi bir hâdiseye şaşırmam ayı itiyad edinmiş Ahmed Bey, yüz hatlarından ve bakışlarından büyük acılar çektiği dikkatli ve irfan sahibi gözlerden gizlenemeyen Ahmed Bey, hepsinden öte lâkayd bir tavrı kendine huy edinmiş Ahmed Bey ağzı açık-dinlemişti bu hikâyeyi. Yiğenine fısıltıyla mukabele etti:-" Allahım ne büyüksün!"Devam etti. Yüzünde çocukların safiyeti, memnuniyetin aydınlığı vardı :- Biliyor musun Yusuf! Senelerdir gözyaşını unutmuş oian şu dayına gözyaşlarının tükenmediğini gösterdin!- İstersen ben çıkayım. Çayımızı getirene kadar rahat rahat mektubunu okursun. Kimbilir içindekileri merak ediyor-sundur..- Hay^r hayır dayı, açıp okuyacak mecalim yok şimdi. Evt1 gidince okurum.- Sıradan bir mektub olmasa gerek. Ferhat Bey'le konuşurken de merakımı mûcib mes'ele buydu. Baban alelade bir insan değil Yusuf. Belki sağlığında kıymetini bilemedik. Ama Ferhat Bey'in anlattıklarına bakılırsa boş insan harcı değil yaşadığı hayat, yaptıkları...126- Ben de neler yazdığını düşünüyorum, merak ediyorum. Şimdiye kadar beklenmesinin sebebini de bir türlü anlı-yamıyorum.- Ha onu söylemedim sana. Baban, sen üniversite tahsilini bitirdikten sonra teslim edilmek kaydıyla Ferhat Bey'e vermiş mektubu. Burada akla şu geliyor : Baban arkadaşının da senin de bu zamana kadar yasayacağını biliyordu demek. Ona gösterilmiş bunlar..Evet dayı, başka izahı yok...Bunu söylerken sedir üzerinde duran zarfı aldı, cekedi-nin koyun cebine itinayla yerleştirdi.Dayısı dışarıya çıktı. Az sonra çay tepsisi ve demlikle döndü. Karşılıklı çay içerken hiç konuşmadılar.

Page 59: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Ahmed Bey bu arada farkettirmeden yiğenine nazarlar gönderiyordu. Onu keşfetmek istiyordu. Ruhunu bir radar gibi taramak,sanki onda aradığı bir şeyleri bulmak istiyordu. Acaba bu, üç-beş dakikalık bir ruhî tarassutla mümkün olacak mıydı ?Çay faslı bitmiş, Yusuf biraz sakinleşmişti. Ahmed Bey unuttuğu bir soruyu sorma gereğini hissetti:- Okulunu bitirdin oğlum. Askerliğini zâten yapmıştın. Şimdi ne düşünüyorsun? Amcanla birlikte çalışmaya devam edecek misin?- Şimdilik devam edeceğim. Çünkü...- Evet..."Amcamın şimdilik bana ihtiyacı var" diyecekti. Bu söz kendisine bir pay çıkarmak gibi geldi.- Amcam bana ihtiyacı olduğunu söylüyor.- Selâmı Bey senelerdir bu işin İçinde. Sen ki feza ilimleri tahsili yapmış birisin. Nasıl bir yardım isteyebilir ki senden? Veya senin nasıl bir faydan olur?Yusuf sıkıldı bundan. Hiç konuşmak istemediği mevzu-lardı bunlar. Kendinden bahsetmek demekti. Ne yapsın; mecburdu cevab vermeye:- Amcamla birkaç defa görüştük bunları. Bana, fabrikada randımanın düştüğünden bahsetti...Geri kalanını da mümkün mertebe dallandırıp budak-127landırmadan, kendine pay çıkarmamaya çalışarak anlattı.- Peki netîce ne oldu?- Netîce almak için çok erken. Zamanla hep birlikte göreceğiz. Hayırlı olacak inşaallah. Sizin gibilerin de duâlarıyla^in-şaallah müsbet neticeler alacağız.Bir işçi emeklisi olması; dünyâdan kendisini tecrid etmiş bu münzevî insana, anlatılanları câzib ve enteresan göstermişti. Yiğenini dikkatle dinlemişti.Fakat, senelerin üst üste yığdığı paslar birkaç zımpara darbesiyle silinecek gibi değildi.Evinde televizyonu olmayan, mevcut eski radyosunu da kırk yılda bir dinleyen Ahmed Bey dışarı çıktığında güvendiği gazetelerden birini veya mecmuayı aklına eserse alırdı. Yalnız, çok kitab okurdu. Evindeki koca kitablıkta okumadığı kitab yoktu.Hattâ kimi kitablarını baştan sona dört-beş defa okumuştu.Âdile Hanım'ın arada bir radyoyu açması canmı sıkar, kan- koca kavgasına başlarlardı. Defalarca söylediği sözü tekrarlar; " onlara güvenmiyorum, güvenmediğim kimselerin neşriyatını dinlemem, seyretmem, okumam! " derdi.- İşçilerin fabrikaya ortak olmasını anlattın. Acaba sonu ne olacak? Hüsran olmasın sakın!- Dayı, yanlış anlama ama; iki aydır onun çok dedikodusu yapıldı. İnsanın bir meçhulden çekinmesi hiç de anormal değil.-Hep birlikte çok çalıştık. Amcam da olanlarla zaman zaman sarsılmadı değil.. Çok badireler atlatmış bir insan olması, tecrübesi, atılganlığı, cesareti, hepsinden mühimi samimiyeti ve iyi niyeti ile çıkan zorlukları bir bir aştı. Şükürler olsun! Başlangıç beklediğimizin de ötesinde iç açıcı idi. İnşaallah günbegün genişleyecek.Ahmed Bey ayağa kalktı. Biraz sinirli görünüyordu. " Yârabbi, işte gene bir saçmalıkla karşı karşıyayım! Ne tuhaf hayalperestlik bunlar! Ne acâib idealler! Olmayacak şeylerle ömrü tüketme.. Lüzumsuzluklarla avunma.. Bu ne düşkünce romantizm! Bu ne hayâl çorbası!"Oturmadan yiğenine döndü. Öfkesine hâkim olmaya çalışırken oldukça zorlanıyordu.128- Bak oğlum, ben de bir zamanlar bazı ideallere sâhibdîm. O zaman gençtim, güçlüydüm. Veya Öyle sanıyordum. Fakat yeni yeni hâdiselerle yüz yüze gelince hiçbir işin göründüğü kadar kolay olmadığını gördüm. İdeallerimin kimisi törpülendi,kimisi silindi gitti. Öyle acı bir realite var ki dünyâda! Çelikten çemberlerle sarılmış etrafımız. Birini parçalıyorsun daha sağlam bir başkası, bir başkası çıkıyor. Sonunda bir bakıyorsun; her köşe başını bir ifrit tutmuş.. Evet oğlum! Tecrübeli bir büyüğün olarak sana şu tavsiyede bulunacağım: Gerçekleşmesi mümkün hayâllerin peşinden koş! Büyük oynama! Zira ilerde yaşıyacağın sükût-ı hayâl seni yerle bir edebilir. O zaman yapmaya muktedir olacağın şeyleri de yapamazsın. Yapacak gücü bulamazsın. Belki geri adım

Page 60: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

atarsın. Hattâ Allah korusun; sana düşman olanların bugün beğenmediğin hayâtını yaşamaya başlarsın.- O nasıl olacak? diyerek irkildi Yusuf,.Birden dehşete kapılmıştı. Dayısının ne demek istediğini tam anlamak istiyordu.- Yâni şeytanî güçlere, şey tanlasın iş insanların kurduğu sisteme karşı mücâdele etmek için güçlü olmak lâzım.Vazifeni yaparken bir tıkanma olursa geri adım atıp taviz vermeye başlarsın. Taviz tavizi getirir. Gün gelir, bir bakmışsın verdiğin tavizlerle hem maddî hem manevî hayatın kalbura dönmüş.- Dayanacak gücün kalmayınca da; terkettiğin farzların, vaciblerin yerini mekruhlar, haramlar doldurmaya başlar.- Bunların birçoğu gerçi manâ plânında. Ama unutma; madde planındaki yıkılışınız ma'nâdaki yıkılışınızı hazırlayacaktır. Sen, Selâmı Bey, daha kötüsü bütün işçiler, onların yakınları...- Biliyor musun, muvaffak olamazsanız bütün fatura ikinizin, bilhassa senin üzerine yıkılacak!Burada sesi sertleşmişti. Yiğenini uyandırmak ister gibiydi. Dünyevî ve uhrevî bir zarara uğramasını istemiyordu.- Hepsinden kötüsü sana ve İslâm'a bel bağlamış yüzlerce işçinin ve ailelerinin yıkılışlarını bir düşün!.. Senin şahsında İslâm'a bağlılıkları sarsılmayacak mı? Bazıları ortaya çıkıp "iyi- kötü eski bir düzen vardı, bari onunla kıt kanaat geçinsek"129demeyecekler mi ?- Dayı, bunların hepsini düşündüm. Mes'eleleri bütün buudlarıyla mütalaa etmek şiarımdır zâten..Bir anda ortaya çıkmadı ki bu plânlar.. Senelerdir düşünüyorum...- Sorarım sana dayı: Bu kadar riski göze almadan filftya-ta geçilebilir mi? Şübhesiz sen de haklısın; ama bazı şeyier değişiyor, dünyâ değişiyor, değişmesi lâzım'.Ve hiçbir şey kendi kendine değişmiyor.- Benden söylemesi yavrum. Aslında bu saatten sonra konuşmam da boş. Her şey olup bitmiş zâten..İçine durup dururken bir sıkıntı çökmüştü Yusuf'un. Hiç sesini çıkarmadı. Fazlasını konuşmak lüzumsuzdu. Fayda getirmeyecek tartışmalardan, hele karşısındaki ikna olmayacaksa her zaman kaçınmıştı. İnat etmeyi, hele sâbitleşmiş fikirlere karşı inat etmeyi hiç düşünmezdi.Bütün bu olanlardan sonra, kurdukları şirketten hiç söz etmedi dayısına. Ona kimbilir ne kulplar takacaktı.Yalnız bir hususu hatırlatmayı faydalı buldu :- Biz bundan yedi sene evvel fakir talebelere yardım vakfı kurmuştuk. İlk zamanlarda hakikaten zorluklar çekildi.Sonra samimiyeti görenler, o pırıl pırıl talebeleri görenler, ummadığımız teveccühte bulundular. Bir de baktık ki kapasite çığ gibi büyümüş. Talebelere evler tutuldu. Kiralan ödendi, erzakları temin edildi. Gün geldi bu da yrtmez oldu. Talebeler için yurt açıldı. Yurt dar gelince çok daha büyük bir başkası yaptırıldı. Yeni yurdun mülkiyeti de vakfa aitti. Şimdi, zeki fakat fakir talebeleri en iyi şartlarda okutmak için vakfın kolej açma teşebbüsleri var. Azlardan çok oldu Allah'ın inâyetiyle.. İnşa-allah daha da gelişecek ..- Bütün bunlara başlanırken, çeşitli tenkidlere muhatab olundu. Her şeye rağmen çok şükür bugünlere gelindi.- Bu iki iş arasında ne alâka var oğlum? Biri hayır- hasenat işi. Allah rızâsı için yapılıyor. Öleki ticarî bir is.." Hayır, tamamen ticari değil" diyecekti. Ki kat bazı şeyler zamana bırakılmalıydı. Dayısı okuduklarıyla belli bir noktaya gelmişse de bazı hakikatlerin şuurunda değildi demek ki. Edindiği tecrübeler de kâfi gelmiyordu. Bu da anormal değildi.130Bazı kalıpların kırılması için acı tecrübelere, musibetlere, zamana ihtiyaç oluyordu. Bir de; insan numune göremeyince, müsbet neticelere şâhid olmayınca ikna olmuyordu. Öyleyse iddialaşmanın bir ma'nâsı yoktu.Dayısında fazla kalmadı Yusuf. Az sonra müsaade isteyip, bu târih kokan taş evden ayrıldı.

Page 61: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Yiğenini kapıya kadar uğurlayan Ahmed Bey, merdivenlerden öfkeli adımlarla çıktı. Doğru kitabhğın bulunduğu odaya yürüdü.Çok düşünceliydi. Zihni anlatılanlarla, yapılanlarla karışmıştı." Bu gün çok konuştum" diye söylendi." Bir faydası olsa, hadi neyse !.. Anlat anlat boş..."İçinde sessiz haykırışlar vardı.Kimbilir; az evvelki hassas ortamda söylemekten çekindikleriydi bunlar :" Yazık! İyi çocuk ama hayatı anlayamamış. Dünyâ denen çirkefin pisliğine bulaşmamış. Vah yavrum vah! Vakit geç olmadan uyansan bari..Her an yüz yüze olup da gerçeklerin farkında olmamak.. Burnunun ucunu görmemek ne gaflet!.. Kendi dünyâsında yaşarken başına bir iş gelmez inşaalah...Yusuf dayısından ayrıldıktan sonra, bir zaman caddelerde ne yapacağını bilmeden gezindi. Mes'eleleri her zaman de-rinliğiyle ölçüp, tartan Yusuf'un aklına şu sual takılmadan edemiyordu : " Acaba yanılan ben miyim, dayım doğru düşünüyor olamaz mı?"" Hepsini anladık diyelim. Bunca işçinin de aklı yok olamaz ki! Bu adamların hepsi hayâl denizinde yüzmüyor ya.."" Dünyâyla, insanlarla irtibatını bu derece koparmış bir insan kalıplaşmış bir zihniyetle hükümler veriyor.Realist olmaktan bahsediyor. Acaba,o ve benzeri insanların nazarında nedir realizm? Ben romantik miyim ona gore?Romantik isem eğer; Avrupai tarzda mı, yoksa nev'i şahsına münhasır bir romantik miyim? Belki de realistim, ama onun anladığı ma'nâda değil... Belki her şeye pragmatik açıdan bakıyorum. Belki de tersi..." Şayet pragmatik isem o da Avrupai ma'nâda değil."" Aşılmazları aşmış atalarımın yolundan yürümekse hedefim, arzum onlar gibi yaşamaksa ben romantiğim.."" Kalbi mükemmel çalışan birine hiçbir doktorun kalbin131anormal çalışıyor dediğini duymadım ben.. Mükemmele yürümeye çalışmak hayâlcilikse, ben romantiğim. Öyleyse bizim târihimiz romantiklerle dolu.."" Dünyâyı, suni gayretlerle bir lâğıma çevirip de, ardından; "İşte gerçekler böyle çirkin, bayağı ve acıdır" diyen^arla-tanlara sözüm yok."" Bir çiçek, insan için, çiçek açtığında değerlidir. Ben,bir senede bir aylık, bir günlük çiçek açma zamanını bekliyorsam realistim öyleyse. Zira çiçek, o zaman çiçektir. Şâir zamanlarda ottur. Neden çiçeği değil de otu görüyorlar hep!"" Demek ki her dâim gemisini yürütmek isteyen birtakım kuvvetler var dünyâda!."" Hayır hayır! Ben onun düşündüğü insan değilim. Yanlış tanıyor, yanlış hüküm veriyor."Yusuf'un zihnini asıl meşgul eden koyun cebindeki mek-tub idi. Mukaddes bir emâneti taşır gibi gösterdiği itina ve ihtimam, yerini tuhaf bir korkuya bırakmıştı. Sanki çok kıymetli bir hazîne tasıvordu üzerinde. Yolda kendisine bakan herkes onu çalmaya kalkacakmış, hattâ durdurup gasb edeceklermiş hissine kapıldı. Bu tedirginlikle uzun müddet yürüdü.Ayakları yorulmuştu. Alâeddin Tepesi'ne kadar geldiğini gördü. " En iyisi şuraya çıkayım; hem bir çay içerim, biraz da sakinleşirim" diye düşündü. Merdivenleri tırmanırken, mektub yerinde mi diye birkaç defe elini koyun cebine götürdü.Çay bahçelerinden birine, bekârlara mahsus kısma yürüdü. Alçalmakta olan güneşe siper olsun diye ağaç gölgesi altında bir masayı seçti. Etrafına bakındı; memnun bir tavırla "iyi, sakin bir köşe seçmişim"dedi.'Mektubu açıp okumayı düşündü.İşte o zaman; içindeki korkunun bambaşka bir korkuyla yer değiştirdiğini farketti." Ya benim yolumu yeniden çizecek tavsiyeler varsa? Ya beni yerden yere vuracak şeyler yazılıysa?"Daha nice kuruntulara kaptırdı zihnini.Gelen çayını içerken, " Yarabbim ne tuhaf insanım ben! Duam kabul olunuyor, seneler sonra bir haber geliyor. Şimdi de şu zarfı açmaya korkuyorum.."132Zihnindeki bu keşmekeşi gidermek için etrafına bakınmayı denedi. O da tat vermedi." Acaba mektubu okumadan evvel Ferhat Bey'le görüş-sem?.. Babamı bana anlatmasını istescm,.nasıl olur?"

Page 62: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Birden akhna geldi: " Eyvah, Ferhat Bey'in adresini almayı unutmuşum!"Tekrar dayısına gitmek icab edecekti. Nasıl olmuşsa olmuş, ikisi de unutmuşlardı adresi." Ne yapsam" diye düşündü." Bu saatten sonra gidilmez. Yarın işten çıktıktan sonra uğrar alırım. Dayımın evinde telefon olsaydı..."Hesabı ödeyip kalktı. Hızlı adımlarla aşağıya indi. Bir dolmuşa binip eve gitti. Yolda iken ikindi vakti girmişti. Hemen abdestini tazeledi. Namazı edâ etti.Somyasına biraz uzandı. Tavanı seyrederek düşünmeye devam etti. " Mektubdan şimdilik annemi haberdâr etmesem iyi olur. Belki de hiç haberi olmayacak..."" Bir an evvel şu Ferhat Bey'le tanışıp görüşmeliyim.."Hâlâ heyecanlıydı. Mektubu açmaya bir türlü cesaret edemiyordu.Birden doğruldu. " Neden düşünüyorum ki! Akşam gider Nûreddin Amca ile konuşurum, bana yol gösterir."O gün akşamı iple çekti. Evde bazı işlerle meşgul oldu. Bir ara bakkala gitti, alışveriş yaptı. Aklına düştükçe cebini yokluyor, zarf yerinde mi diye bakıyordu.Akşam namazını edâ ettikten sonra, annesiyle acele birkaç lokma yemek yedi, vakit kaybetmeden çıktı.Güneşin henüz batmış olmasından, dışarda üşütecek bir soğuk yoktu. Hava durgundu..Nûreddin Efendi fabrikaya da yakın olması hasebiyle Aydınlık semtinde tutulan bir eve yerleşmişti. Fazla bir eşyası yoktu. Fabrikanın İstanbul'a giden kamyonlarından birine dönüşte atmışlardı eşyaları.Üç erkek iki kız çocuğu olmuştu. Takdîr-i ilâhî; en küçük iki erkek çocuğunu bir trafik kazasında almıştı.Kızları İstanbul'da evli, büyük oğlu ingiltere'de makina mühendisi İdi. İhtiyarlık çağlarında, ihtiyar karısıyla birlikte yaşayıp gidiyorlar-133di.Nûreddin Efendi'nin babası 1924 senesinde Selanik'ten gelen mübadillerden idi. Anadolu'dan Balkanlara giden Rumlara mukabil Balkanlardan resmî kanalla gelenlerdendi. Geldikten birkaç sene sonra, kendisi gibi muhacir olan bir ailenin kızıyla evlenmişti. Nûreddin Efendi 1930 senesinde dünyâya gelmişti.Diğer Türk aileleri gibi bütün gayrimenkû ilerin i Rumeli'de bırakan ailesi Türkiye'ye sefil bir vaziyette gelmiş/ îznik'e iskân edilmişler, bir sene bile durmadan, iş imkânları fazladır diye İstanbul'a taşınmışlardı.Nûreddin Efendi, çocukluğunu İstanbul Fatih'te yaşamıştı. Ailenin hoca sülâlesinden gelmesi, çocuklara dinî terbiye verilmesine, bilhassa erkek çocuklara hafızlık tahsili gor-dürtmeye vesile olmuştu hep...Fakat insanlık târihinde eşi benzeri görülmemiş devletin halkını dinsizleştirme operasyonunun ahtapot kolları herkese oiduğu gibi küçük Nûreddin'e de uzanmış, hafızlık tahsili yarını kalmıştı.Çocukluğu ve gençliği; Kur'an öğretmenin, Öğrenmenin, okumanın yasak olduğu, ezanın Arabça okunmasının yasaklandığı, her türlü küfür ve nifak cereyanının İslâm dünyâsına iç ve dış mihraklar vasıtasıyla akın akın girdiği devirlere rastlamıştı. Çocukken gizlice ders görrrîek için gittiği hoca efendinin evi polis tarafından basılmış, küçük yaşma rağmen o da dövülmüş, tartaklanmış, sonra salıverilmişti. Bu şartlarda, kendisini yarım yamalak yetiştirebiimişti.Fakat yılmamış, gençliğinde de âlimlerin meclislerinden uzak kalmamaya gayret etmiş, hem aklını hem ruhunu doyurmaya çalışmıştı.Ailesinin kendisini okutmaya gücü yetmiyordu. Ailesine de katkıda bulunmak için orta okulu bıraktı, okumayı bırakmadı.Sonraki hayâtı sağda solda çalışmakla geçti.Son on yıldır da fabrikanın İstanbul'daki irtibat bürosunda hademelik yapıyordu.Yusuf, Nûreddin Efendi'nin evine vardığında ev134sâhibleri akşam yemeğinden henüz kalkmışlardı.Daha Önce kısa iki ziyareti olmuştu. Bu üçüncü gelişiydi.Yusuf'u evinde gören Nûreddin Efendi'nin yüzü aydınlanmıştı. Şu çocuğu görmek...-Bu defa oturmaya gelmedim, diyerek hemen söze başladı Yusuf. Maalesef kendim için geldim.Bir mes'ele var da...

Page 63: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Hayrola Yusuf, nedir mes'ele?Gündüz olanları bir bir anlattı. O anlattıkça beriki heyecandan heyecana kapılıyor, ağzından sık sık hayret ifâde eden sözler çıkıyordu. Anlatılanlar bittiğinde " Ailahüekber! Ne müthiş şey ! " demekten kendini alamadı.Sonra asıl mes'eleyi sordu :- Şimdi bunda dert edilecek ne var oğlum, onu anlayamadım!- Tarifi imkânsız bir korku içindeyim Nûreddin Amca. Gökte aradığımı bu gün yerde bulduğum hâlde, hâlâ içimd garib bir korku var. Kötü, hayırsız şeyler olamaz babamın yazdıkları..Gene de sebebini kestiremediğim bir korku yaşıyorum.-Bak Yusuf bir ma'nâ veremiyorum bu kadar heyecana, korkuya... Mektub yanında mı?- Olmaz olur mu?Göğsünün sol tarafını göstererek :- İşte burada, koyun cebimde. Onu gözüm gibi koruyorum. Başına bir iş gelmesinden de endîşe ediyorum.- Bir şeyler seziyorum sanki... Ama hiçbir şey net değil. Bir bulanıklık var. Ne olduğunu anlayamıyorum.- Yâni emin değilsin...Yusuf'a işte o emin olmadığını keşfettirmek lâzımdı..Yirmi sene sonra, bir iki ay da gecikmeyle ele geçmiş bir mektub...Böyle vasiyetle emânet edilen bir mektub herhalde havadan sudan şeylerden bahsedecek değildi.Yusuf'un gözlerinin içine tatlı,sıcacık bir nazarla baktı.- Seziyorum, diyorsun. Belki anlıyorsun, kelimelere siğ-dıramiyorsun. Belki anlatmak istemiyorsun. Belki anladığını135anlatmaktan korkuyorsun. Belki senin sana anlatılmasındankorkuyorsun.Son söylenen şok te'siri yaptı. " Hayır, böyle bir korkum yok, ameliyata hazırım" der gibi : •- Ben sana itimat ediyorum. Seni her zaman... Yusuf'un ağzından kaçıracağını anlamış olacak ki sözündevamına mâni oldu.- Mcs'ele mes'uliyet Yusufum! Babanın çok ağır yükler yüklenmesinden mi korkuyorsun yoksa?- Biraz öyle belki. Ama emin değilim. Bazı mes'uliyetler yüklenecekse, onlardan mı kaçmak istiyorum? Ve bunlar nefsin oyunları mı, şeytanın vesveseleri mi cevab bulamıyorum..- İşte burada haklısın...İkisi de hiç boş durmuyor..- Yusuf?.- Evet Nûreddin Amca?- Babanı tanısaydım, seni çok önceleri tanısaydım.. Çocukluğunu, çocuk dünyânı tanısaydım...Yusuf'un kafasında bir şimşek çaktı :- Babama karşı olan hislerimi de bilmek isterdin herhalde..- Tabiî oğlum tabiî! Öyle bir insan, öyle bir baba tanımaya değmez miydi!- Bütün küçük çocuklar babalarına hayrandır. Birçoklarında zamanla bu hayranlık aşınır gider. Hattâ bazılarında nefrete döner bu hisler..- Ben... Evet ben, bugün hayâl meyâl hatırladığım babama o zaman hayrandım. Şehâdetinden sonra bugüne kadar hayranlık hisleriyle yaşadım. Bugün de hayranım!..Bu defa çakan şimşek daha bir şiddetliydi. Rezonansa geçmişler gibi Yusuf:- Ben... Ben ona...Nûreddin Efendi tamamladı onun söyleyeceklerini:- Evet Yusuf, sen ona lâyık olamamaktan korkuyorsun. Bütün endîşen bu. Senin gözünde büyük insan o. Ona lâyık olamama endîşesi eziyor seni. Yanılıyor muyum?- Çok doğru Nûreddin Amca. Bunun ağırlığını zaman zaman omuzlarımda hissetmiştim. Aniden elime geçen şu136mektub, beni rahatsız eden yüklerimi tonlarca ağırlaştırdı.

Page 64: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Daha ne istiyorsun Yusuf? Ne mutlu sana! Ne mutlu sana ki mes'uliyetini müdriksin. Hiçbir dış saikın seni yerinden kımılda tamayacağı hissizliğe sâhib olabilirdin. Ne mutlu sana ki izdırabmı çekiyorsun bunun! Kütük gibi olsaydın, daha mı iyiydi?Yusuf'un içi ferahlamıştı. Yaİnız bir taraftan da gururu okşanmıştı.Utandı, yüzü kızardı. Nûreddin Efendi'nin bu hareketi, o şartlar içinde bile bile yaptığını nerden bilebilirdi ki! Durmadı, devam etti Nûreddin Efendi: - Ne kadar asil duygular bunlar! Kılı kırk yaran bir incelik! Her müslümanda muhakkak bulunması lâzım. Her fırsatta hasebiyet dâvası güden; babaların gölgesinde hayat süren, onların maddî-mânevî mirasını kendine sâdece övünme vesilesi yapan ham ve sefîl ruhlar nerde; böyle asalet kok.ın hassas feveranlar nerde!Ellerini açtı Nûreddin Efendi. Yusuf'un o güne kadar hiç tevafuk etmediği acaib bir hâl içindeydi. Kalbe tokmak gibi işliyordu sesi:- Yârabbi!.. Ham ruhlarımızı sen olgunlaştır.Bizlere habibinin getirdiğini anlamak,yaşamak ferasetini ver. Bizlere gündelik oyunlarla Ömür tüketmemeyi nasib et. Hakkı görme basiretini ver. Tembellikle uyuşmuş beyinlerimize, ecdadımıza lâyık olacak iz'ani ver...- Âmin, dedi tâ kalbini titreten bir sesle Yusuf. Nûreddin Efendi'ye baktı. Alnı, ismine yakışır hâlde nurlar içindeydi. Yüzünde öyle yumuşak bir hava vardı ki!..-Doğru, mes'ele sâdece fertler cihetinden değil, dedi Yusuf. Cemiyet, millet cihetinden de aynı...- Bugünün zâlim nesli; bir taraftan ecdadının her türlü mirasını har vurup harman savururken, ona sıkılmadan, arlanmadan küfürnâmeler düzdü. İnsanlık târihinin hiçbir devrinde emsali görülmemiş küfürler, lanetler yağdırdı. Ceddine lâyık bir hayatı yaşamak şöyle dursun, onu en iğrenç unvanlarla andı. Onun yaşadığı hayattan uzaklaşmak için elinden geleni yaptı. Redd-i miras eyleyecek kadar hakperest, namuslu, şerefli olsalardı ya. Onu da yapamayacak kadar alçaldılar. Zira yap137tıklarının mantığı ancak onu icab ettirirdi.-Hepsinden acısı; ezelî düşmanlarına teslîm-i rûh eyledi, diye ilâve etti Nûreddin Efendi.-Ey zavallı Anadolu insanı! Senin değil kabahatirrtamamı... İçerdeki ve dardaki düşmanlarını safderun kalbinle kendin gibi zannettin. Sana, senden görünenlerin altın tasta uzattığı zehri hiç tereddütsüz içtin. Ulemasıyla, cühelasıyla, müncvveriyle, matbuatıyla, muaİiimiyle, fabrikatörüyle, çoba-nıyla... Üstüne üstlük bir de cehalet, ülfet, ünsiyet belâsına duçar oldun. Rehavet içinde, üstüste verilen zehrin sarhoşluğu içinde senden istenilenleri bir bir verdin...Nûreddin Efendi öyle bir hâl içindeydi ki, bıraksalar, kimbiİir sabaha kadar konuşacaktı.Sakin bir Eylül akşamında dört bir yana çağrı yapan yatsı ezanı onu susturdu. Huşu içinde bitene kadar ezanı dinlediler.-Abdestin var mı Yusuf?-Evet...Onsekiz yaşından beri âdet edinmiş, hu .ıbdestsiz gez-memişti Yusuf.-Kalk öyleyse namazı edâ edelim. Çay hazır olana kadar kılarız.Üzerlerinde devam eden o fcâl üzre, kalktılar, derin bir vecd içinde namaza durdular. Farzında, Nûreddin Efendi ısrarına rağmen Yusuf'u İmamlığa geçiremedi. O öne geçti...Mevcut havadan ayrılınca havadan sudan konuşmaya başladılar. Yusuf fabrika bahçesine yapılan camiin en kısa zamanda bitirilmeye çalışılacağından, Aralık ayına kadar bitirmeyi plânladıklarından bahsetti.Cami fabrikadaki herkesin ibâdet ve şâir İhtiyaçlarını karşılayacaktı. Nûreddin Efendi'nin vazifesi de asıl o zaman başlayacaktı.Görülen aksaklıkları düzeltmek yetmiyordu. Herkesin iş ahlâkını mükemmelen kazanması şarttı. İşler ibâdet şuuruyla yapılmalıydı.Nûreddin Efendi geleli bir buçuk ay kadar olmuş, çalışanlarla daha çok tezgâh başında, dinlenme anlarında ilgile-138nebilmişti.

Page 65: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Zaman zaman iki vardiyada da bulunuyor; çalışanlarla ilgileniyor, sonra çıkıp gidiyor, bilahare, rnütenkib vardiyada-kilerle meşgul oluyordu.Bu gidip-gelmeler kendisi için yorucu olmuştu.Fakat personelle ülfet ve ünsiyet peyda etmesi cihetinden çok faydalı olmuştu.Sâdece boş boş gezinmiyor, yeri geldiğinde ufak tefek işlere yardım da ediyordu.İlk günlerde hayli yadırganmış, kıyıda köşede fısılülı konuşmalara mevzu olmuştu :" Kimin nesiymiş bu ihtiyar?" "Bilmem."" Hakkında hiçbir şey duymadın mı?" " Yoo hiçbir şey..."" Ben de Öyle.. Yaptığı iş de belli değil. Hangi kısımda acaba?"" Yusuf Bey İstanbul'dan getirtmiş diyorlar." " İşçi desen değil, memur desen o da değil..." Bu konuşmalar uzayıp gidiyor, kulaktan kulağa değişik rivayetler dolaşıyordu. Bunda fabrikaya ortak olacak olmanın doğurduğu sâhiblik hissi de şübhesiz müessirdi.Nihayet Yusuf mevzuu birkaç kişiye kısaca anlattı da şayialar kesildi.Bir taraftan Anadolu insanına has çekingenlikleri, bir taraftan hâlâ işçilik psikolojisini devam ettirmeleri sebebiyle Nûreddin Efendiye soramamışlardı.Gelen çaylar içilirken Nûreddin Efendi Konya'yı çok sevdiğini, fabrikaya da hemen hemen alıştığını anlattı.Fazla oyalanmadı Yusuf. Müsaade isteyerek kalktı:- Allah razı olsun Nûreddin Amca! Sen olmasaydın...- Yoo Öyle konuşma oğlum. Ben bir şey yapmadım. Ben olmasam neticeye gene varacaktın. Belki biraz geç, o kadar...Yusuf hiç ayrılmak istemezmiş gibi sarıldı berikine. Selâm verdi, çıktı..Yarım saat sonra evdeydi. Annesine, odasına geçeceğini biraz çalışıp yatacağını söyledi.139Heyecanla girdi odasına. Kapıyı kapattı. Evvelâ içerden kilitlemeyi düşündü. Sonra vazgeçti.Somyasına oturdu. Elini cekedinin cebine uzattı. Titriyordu elleri. Kalbi gümbür gümbür çarpıyordu. Aldı »ektu-bu..Vücudunu ateş basmıştı. Cekedini çıkardı. Çalışma masasına yürüdü, sandalyesine oturdu. Kalktı ışığı söndürdü, masa lâmbasını yaktı.Babasını odadaymış gibi tevehhüm ediyordu. Sanki gelmiş bir köşeye gizlenmiş, oğlunun ne yapacağını takib ediyordu.Titreyen elleriyle, zarfı itinayla açmaya çalıştı. Zarf açılınca üç yaprak çıktı.İlk yaprağı buldu, başladı okumaya : Bismillâhirrahıımniırahîm Sevgili oğlum Yusuf,Allah ( C.O'ın selâmı, rahmeti ve bereketi ebeden üzerine olsun...Böyle bir mektubun haberini bile almak seni çok şaşırtacak, biliyorum. Belki onbeş-yirmi sene sonra açıp okumak nasib olacak. " Benim elime seneler sonra geçeceğinden nasıl emin olabildin" diye sorabilirsin. Öyle emrettiler, ben de itaat ediyorum. Bîr bildikleri var demek ki! •Ciğerparem, dün gece şehâdet müjdesi aldım. Mâhiyetini sonra anlatmak istiyorum. Başa döneyim..Senin dünyâya geleceğini öğrenmemizden bir kaç gün önce bîr rii'ı/â gönnüstüm. Beni derinden sarsan bir rü'yâ...Sabah namazım kılmış, ertesi gün vazife var diye yatmıştım. Her şeyi bugün gibi hatırlıyorum, ayan beyan ortadaydı gördüklerim.Gördüğüm bir dolunay... Koynumdan dolunayın çıktığını görüyorum. Tutmak, kucaklamak istiyorum onu. Göğe yükseliyor, ben arkasından bakakahyorum. Yükselmek, onu tutup zaptetmek İstiyorum. Yükseldikçe yükseliyor ve gökte sabit hâlde kalıyor. Üzülüyorum buna... "Keşke mümkün olsaydı da hiç bırakmasaydım" dîye hayıflanıyorum.O hâl üzre uyandım. Böyle acaib bir rü'yâ ta'bire muhtaçtı.140Hem de acilen...O hâl üzre uyandım. Böyle acaib bir rü'yâ ta'bire muhtaçtı. Hem de acilen... Bir taraftan da endîşe duyuyordum :" Acaba kötü şeylere mi delâlet ediyor" diye... içimden bir başka ses de hayırlı bir rü'yâ olduğunu fısıldıyordu.

Page 66: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

O gün akşamı iple çektim. Mesâi biter bilmez eve gittim. Sivil elbiselerimi giydim. Rü'yâmı tabir etsin diye, bu işin ehli olarak bildiğim muhterem bir zâta gittim.Rü'yâmı dinleyince yüzünü bir aydınlık kapladı: " Doğrusunu Allah bilir, ama çok güzel, müjdeli bir rü 'yâ görmüşsün." " Nedir ta 'biri" diye heyecanla sordum. " Koynundan bir ay çıkması; bir erkek, hem de hayırlı bîr erkek evlâda sâhîb olacağına delâlet ediyor. Ayın yükselmesi, göğe doğru çıkması ise; oğlunun din-i islâm'a hayırlı .insanlara fay da-lı,fâzıl, muttaki bir insan olacağına, madden ve manen yükseleceğine işaret ediyor."Senin üzülmene gelince; bir baba olarak dünyânın bugünküşartları, fitne ortamı, evlâdının üzerine acaba sapıtır mı diyerektitremene, korku içinde olmana sebeb olacak. Sana ne kadar korkmadesem de; imanlı bir babanın asîl korkusu bunlar. İnsan her zaman¦ kendisi için de, evlâd i't lyâli için de bu korkuyu yaşamalıdır..."Dualar ederek, büyük bir sevinçle ayrıldım ordan. Eve geldim. Annene :" Inşaallah bir hayırlı erkek evlâdımız olacak" diye müjdeyi verdim.Annen çok merak etmişti. Beni sevinçli hâlde pek seyrek gördüğü için şaşırmıştı. Sebebiııİ sordu, birtakım sorular sordu, söylemedim. Rü 'yayı da anlatmadım. Hâlâ ne o, ne de bir başkası bu rü'yâyı bilmiyor. Öğrenen ikinci kişi sen olacaksın. Kimsenin bilmediği bu sırrı nasıl saklayacağını sana öğretecek değilim. Ne yapacağını bilirsin sen..işte böyle evlâdım!..Mektubun başında da zikrettiğim gibi, böyle bir mektıtbıt-yazmam emir üzerineydi. Hattâ neler yazacağımı da sorduğumda " sen bilirsin " dediler, itiraz etmek, daha fazla açıklama istemek haddini değildi!. Mektubun, sana ne vakit ulaştırılacağını bile söylediler yavrum.Sana bunları yazdıkça, hatırıma Lokman Aleyhisselâm'ın 141oğluna nasihatlerini getiriyorum...Sen yazacaklarımı; sırf bir babanın ciğerparesine tavsiye ve nasihatleri olarak değil, bir mü'mine Asr Sûre-i Celîlesi'nde bınj-rulduğu gibi " hakkı tavsiye " şeklinde kabul et.Sevgili oğlum! Bu mektubu okuduğun senelerde; hangi sene^ lere tekabül eder tam bilemem ama Komünizm ve Ateizm demlen insanlığın baş belâsı anlayışlar yerle bir olacak inşaallah!Biz yaş itibariyle kışın sonlarında hayat sürdük. İnşaallah sen ve sonrakiler baharın başlangıcı ve tam içinde ı/aşaı/acaksınız. inşaallah Komünizm'den daha sinsi bir belâ olan Kapitalist nizâmuı da tepetaklak oluşuna şâhid olacaksınız.Kimbilir nice zaferler göreceksiniz, insanlığın topyekûn Allah'ın İpine sarılma yoluna girişini şükürlerle seyredeceksiniz...Doğrusunu Allah bilir, ama bana Öyle geliyor ki Efendimiz (S.A.V.)'İn müjdelediği ikincigariblerden olacaksınız..Ah ne kadar isterdim yavrum; gene Efendimiz (S.A.V.)'in sahabelerine dönüp de târih ekranından zamanınız! seyredip " kardeşlerim!" diye müjdeli atıfta bulunduğu kıtdsİIer kervanına dâhil olmanı! Bütün kalbimle duâ ediyorum : Rabbim o kervana seni de ilhak eylesin!..Biliyorum ; mektubu okuyacağın ı/aşlara kadar birçok merhaleden geçeceksin . Hâdiseler seni öyle yoğuracak ki her gün biraz daha sınırlandığını göreceksin. Bu, " iki günü eşit olan ziyandadır" peygamber buyruğuna muvafık bir lıgyat olacak inşaallah...ilk olarak " kelime-i tevhîd"in ma'nâsını idrak etmeye çalış oğlum. Anlayabildiğin kadar anlamaya çalış.Sonra, hiçbir şeyin muhabbet ve aşk olmadan olmayacağını unutma. Bütün noksanlıklar ve nefret, bu ikisinin olmadığı yerde filizlenmeye başlar.Izdirab ve çileye tâlib ol. Zira ızdırab tanımamış olmak en büyük ızdırabdır. Bu ikisinin üzerine git ki pişip olgunlaşasın...Unutma, her şeyin bir rüknü vardır. Çilenin de bir rüknü vardır; onu ifşa etmemek.. Tâ ki bir yanardağ gibi günü geldiğinde patlayana kadar!..Merhamet ve şefkat muhabbet ve aşkın çocuklarıdır. Izdırab ve çileyle de takviye olununca birer iksir olur, ölülere hayat bahsederler. Yalnız unutma ; muhabbet ve aşkta mukabele aranır. Mer-142

Page 67: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

hamet ve şefkat ise karşılıksızdır. Yâni hiç almadan vermek, hiç is-tememek,isteyenleri boş çevirmemek...Her an nefs muhasebesi altında tut kendini. " Ölmeden evvel ölünüz" kaidesine binâen en küçük mes'elelerde dahi kendini her dâim hesaba çek.Nefs muhasebesi dürüstlüğü tevlid eder. Kendine karşı, insanlara karşı, Allah'a karşı...Nihayet en mükemmel ahlâkî ölçü olan peygamberi Ölçüyü bulur, yaşarsın.. Bu, "sana yapılmasını istemediğini sen de başkalarına yapma" kaidesidır. Her hareketinde, kendini karşındakilerin yerine koyma mecburiyetinde görürsün. Ve vicdan duruluğuna erersin..Dürüstlük ve yukarda saydıklarım adaleti getirir. Kendine ve başkalarına zulmetmezsin. Kendine zulmetmenin ne demek olduğunu bilirsin ama, bir de ben söyleyeyim : iman ettikten sonra küfre, şirke düşmek...Görüyorsun ; her şey birbiriyle nasıl da irtibatlı... Bütün bunlardan sonra, dışarıya fethe çıkmaya niyet edeceksin. Ama dışın fâtihi olmak için, için fethi şart. Birincisini bitirmeden ikincisine başlayamazsın. Iç-dış ayrılığına düşmemen, söylediklerinle yaptıklarının bir olması lâzım. Yoksa topal bir küheylaih la fethe çıkmış olur, yarı yolda kalırsın. Kimseleri inandıramaz, kimselerin irşadına vesile olamazsın..Evlâdım... Sakın ha ülfet ve ünsiyet hastalığına yakalanma! Bu hastalık ; nice heyccanla-şevkle başlanan işleri âtıl bırakmış, nice yiğitleri uyuşuk bir hâlde yalda koymuştur. Sonu ya maziye yönelen avuntu türküleri, ya uzlet köşesi, veya dalâlet olmuştur.Onun için, çatîıyana kadar koşan, hedefe varmadan bir yerlerde düşüp ölen küheylanlar gibi olacaksın. Arkana bakmadan, gözün hep ilerde olacak. Hiç durmayacak, gerilimini muhafaza etmeye gayret edeceksin...Öyle yaşıyacaksnı ki; rü'yaların bile ötelerin aşkıyla renklenmiş, derdinin türküleriyle nağmelenmiş olacak! Rü'yâlartnda bile; mevki, mansıb, mide, kasa, kese, şöhret, şehvet belâlarından âzâde olmaya say edeceksin.Ahlâkın "korku" üzerine bina edilmeyecek. " Ümit ahlâkı"da senin rııhmıda yer etmeyecek, ikisinin halitası olan " desinler"143ahlâkı da senin semtine uğramayacak.Unutma! Dun ümitlerle menfaatimize ve kendilerine kul köle ettirenler bugün korktuğumuz için menfaat beklediklerimiz, boyun emdiklerimiz yarın toprak olacaklar.. " Desinler - Demesinler" deyip de hareketlerimizi ayarladığımız insanlar ; önce alkışlayanlar sonra ayakları altına alanlar yarın toprak olacaklar..Yusuf um, iki gözüm! Sana en büyük iki hastalıktan söz edeceğim. Bu iki nefs hastalığına asla yakalanmamaksın. Bunlar kibir ve haset... Biliyorsun, şeytan bunlarla şeytan oldu. Yeryüzündeki ferdî ve içtimaî kavgaların sebebi de şu üç şey değil mi zâten : "Ben yiyeyim sen yeme, ben konuşayım sen konuşma, ben yaşıya-yım sen yaşama..."Ben ...ben ...ben... Kibrin ve hasedin çocukları!..Unutma ; kibir dedikleri şey nicelerini helak eyledUSen sen ol; cismin servi olsa da kendini bir bostan misâli ayaklar altında gör!Bu şedid düşmanlara karşı sana iki silâh tavsiye ediyorum : Tevazu ve kanaat..Üstadım bu mevzuda şöyle buyuruyor:" Gübre olmadıkça su üstünde kalınmaz.."Evlâdım ; en son, nasihatlerin en büyüğünden bahsedeceğim. Efendimiz (S.A.V)'in diliyle ; "lezzetleri acılaştıran ölüm" den.. Ne buyurmuşlardı : " Lezzetleri acılaştıran ölümü çok hatırlayın..." •Bu faslı, sana anlattıklarımın âdeta özü mâhiyetinde olan "Asr Sûresi"ni tavsiye etmekle kapatıyorum. Ki beni her okuyuşumda derinden sarsmış, tefekkür ufuklarına kanat açtırmıştır.Mektubun başında bana verilen bir müjdeden söz etmiş, bunu sona saklamıştım :Inşaallah pek yakında Rabbime kavuşacağım...Kavuşma müjdesini dün gece gördüğüm bir rü'yâ ile. aldım. Ta'bire ihtiyacı olmayan apaçık bir rü'yâ...

Page 68: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Evvelâ cebhedeyiz.. Kulakları sağır eden top, tüfek, bomba gürültüleri var. Her taraf kan, dııman içinde..Rumlar benim bölüğümü muhasaraya almışlar. Gözlerimin önünde askerlerim tek tek düşüyor. Öyle bir bunalmışız ki " Yârabbi imdat!" diyorum habi-re...144Birden bütün gürültü kesiliyor. Bambaşka bir yerdeyim artık. Her taraf göz alabildiğine yemyeşil..Az ilerde bir otağ kurulmuş, insanı huzura garkeden kuş cıvıltıları arasında ilerliyorum. Yirmi adım kalmıyor ki otağdan dev kametiyle birisi çıkıyor. Sevinçten deliye dönüyorum. Şehidler sultanı Hazreti HamzaiR.A.) bu.." Gel Yakub Yüzbaşı" diyor. " Biz de senden bahsediyor, seni bekliyorduk."O şaşkınlıkla, arkasından çıkanlara bakıyorum, ismen tanı-mıyorum onları ; ama bir ses, başta Uhud olmak üzere çeşitli gazalarda şehid düşen sahabeler olduğunu fısıldıyor.Hemen koşup elini öpüyorum. Öyle bir saadet içindeyim ki,ondan ve yamndakilerden hiç ayrılmak istemiyorum.Ayakta, elimi tutmaya devam ediyor ve şunları söylüyor : "Seni yanımıza almak istiyoruz. Aramızda onu görüşüyorduk. Bir de sana soralım : Yanımıza gelmek ister misin?..." Sevinç içinde: " Tabii gelmek isterim, tabiî" diyorum. " Öyleyse git, hazırlığını yap ve gel! " karşılığını veriyor, işte bu kadar yavrum...Rabbim seni her türlü tehlikeden korusun. Küfrün ve nifakın ¦ karşısında hiçbir zaman zelil bırakmasın. Bileğini bükülmez eylesin. Ömrünün sonuna kadar seni islâm 'a hizmetkâr eylesin!.. Habîbİne lâyık ümmet, her dâim kendine muti kul eylesin.. Seni Allah (C.C)'a emânet ediyorum. Sana güveniyorum., sevgili oğlum!Mektub tekrar Allah'ın selâmı ile bitiyordu. Bu kısımda mürekkebin üzerine su damlayıp da dağılmış gibiydi.Hayır, bu su damlası değil, bir damla gözyaşı olmalıydı.Vecd içinde, titrek bir sesle bunca senelik selâmı aldı. Boğazına bir düğümün yumruk gibi oturduğunu, dudaklarının kasılıp kıvrıldığını, kalbinin en hassas tellerinin titrediğini hissetti.Buğulanmış koyu mavi gözlen okuduğu bu son kâğıttaki bulanık noktaya takılıp kalırken ; içinden coşup gelen gözyaşı seline artık set çekemedi. Hızla kalkıp somyasına atladı, başını yastığına gömdü, her türlü hissi yaşayarak da-145kikalarca ağladı.Kalktı, yaşlı gözlerle saatine baktı. On ikiyi geçmişti. Kapıya yürüdü, gürültü etmeden aralayıp başını uzattı. Odasında ışık sönmüştü annesinin.. Usulca kapattı kapıyı..Masasına gitti, dağınık vaziyetteki mektub yapraklarını topladı, düzgünce zarfa yerleştirdi. Gözleriyle, zarfı içine koyabileceği bir şey aradı...Sonunda çok zaman kilitli tuttuğu masanın çekmecesin-deki defterin arasına koymaya karar kıldı.Bu, bir günlük defteriydi. Kendisi günlük defteri diyordu. Ama sır defteri demek daha doğru olurdu. Kimsenin bilmediği sırlan,rûhunun medd ü cezirleri, çile imbiğinden süzülmüş fikirleri, his çağlayanları bu deftere dökülmüştü. Yaşadıkça da dökülmeye devam edecekti.Açtı, zarfı defterin ortalarında bir yere itinayla yerleştirdi. Dünyânın en kıymetli hazînesini gizliyor gibiydi."İşte, artık sâdece bir ceset değilsin. Bu zarfın içindekiler senin ruhun!" dedi.Vakit geçirmeden hazırlanıp yattı. Huzur içinde, derinbir uykuya daldı.O gece rü'yâsında babasını gördü. Bir an gülümsedi uzaktan, o kadar... Üstünde, Yusuf'un çocukluk hafızasında kalmış asker üniforması vardı.146XI1989 yılının Kasım ayı.. İstanbul'da ve bütün Anadolu'da kışın yüzünü yavaş yavaş göstermeye başladığı günler.. Bir Pazar günü..

Page 69: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Sabah namazı için karanlıkta yola düşüp camilere gelenler var.Câmiler içinde bir cami var ki, o sabah bambaşka bir cemaati bağrına basıyor.İlk vakitlerden itibaren cami dolmaya başlıyor. Tamamına yakını dolmak üzereyken, muazzam bir cemaatle farzı edâ ediliyor. İstanbul'un incilerinden Süleymaniye Camii burası..Yalnız, cemaatte bir farklılık var. Otobüslerle ve şâir vâsıtalarla Anadolu'nun dört bir tarafından gelenler ekseriyette..Sırf namaz değil geliş sebebleri. Bilhassa uzaklardan gelenler, bir gün öncesinden veya geceden yola çıkmışlar. " Din nasihattir" peygamber fermanına kendilerini muhatab görmüşler ve öğle namazından evvel verilecek vaazda yer bulmak ümidiyle, o mânevi havanın içine kendilerini koyvermek niyetiyle yollara düşmüşler.Bunlarm içinde bîr genç var ki, birkaç kardeşiyle birlikte, İstanbul'da olmasına rağmen erkenden gelmiş. Zâten cemaatin çoğu gepegenç kişiler.. Birbirlerinin nurlu nâsiyelerine bakarak nûr alışverişi yapıyorlar sanki.. Herkes birbirine muhabbetle bakıyor. Melekler de iştirak ediyor bu alışverişe besbelli!.. Muazzam kubbeden salkım salkım nûr yağıyor cemaatin üzerine. Genç, meleklerin iştirakini ve alkışını görür gibi...Saat yedi bile olmadan cami hıncahınç doluyor. Geç gelenler, sıkışan onbinlerin arasında yer bulmaya çahşıyor-lar.Daha sonrakiler ise, vaazın sâdece sesini duymaya razı olarak geniş avluyu doldurmaya başlıyorlar.147İçerdeki lâhutî hava, okunan Kur'an, arada bir okunan kitab parçalan, kalbleri vaaz vaktine kadar yumuşattıkça yumuşatıyor. Tam bir manevî sofra oluyor bunlar...Beklenen hatib, nihayet kürsüye yakın olanların ayağa kalkıp yol açmasıyla görünüyor.Gencin, sesini seneler öncesinden teyp kasetlerinden ta-nıdığı,sîmâsma bir iki senedir video kasetlerinden aşina olduğu bu vaiz, Mü'min Efendi ismiyle maruf âlim ve fâzıl bir kişi..Daha kürsüye çıkıp otururken tevazuu bir mıknatıs gibi çekiyor, bağlıyor herkesi.Bütün gözler pür-dikkat onda.. Ağzından çıkacak tek bir kelimeyi, tek bir hareketini kaçırmak cemaat için büyük kayıp şimdi..Bizim genç onu pek fazla dinlememiştir o güne kadar. Yakından da ilk defa görüyor. Daha ilk dinlediği zaman da "İşte hatib bu" kararını vermiştir.Yârabbi, o nasıl hitabettir ki ardarda teklemeden bunca pırlanta cümleyi sıralıyor! O nasıl ifâdelerdir ki ruhlara silinmemecesine nakşolunuyor! Ve sözden çok hâl te'sir ediyor insana...İçinde asla riya, süm'a bulunmayan hareketler. Belagat, fesahat, selâset,hepsi terkib olmuş.^Öyle bir feveran var ki sözlerinde ; tâ kalbden çıkıp kalblere zıpkın gibi işliyor. Cemaat, dakikalar ilerledikçe maşerî bir rûh hâlinde dünyâyı bırakıp bambaşka âlemlere kanat açıyor.Hatib; kâh Hazreti Peygamber (S.A.V.), kâh sahabeyle hemdem ediyor cemaati. Kâh Hâlid bin Velid'le, kâh Selçuklu ile, kâh Osmanlı ile kolkola, zaferden zafere koşturuyor.Kâh bugünün inkisarlarını, tezellülünü en acı ifâdelerle asrın uyuyan müslümanlannın yüzüne çarpıyor.Kâh korku salıyor yü-reklere,kâh ümit bahşediyor.Bütün bunları yaparken ölçüyü asla kaçırmıyor. Ne altın sayfalarda gezinirken lüzumsuz ninniler, avuntular var; ne de günün ferdî-içtimaî zilletini anlatırken ye'se, bedbinliğe kapı aralama var. Her şey mantık-his imtizacı içinde...148Gencin daha önce rastladığı, şübhesiz çok te'sirinde kaldığı manzaralar şimdi çok daha canlı ve müessir. Hatibin ve cemaatin her bir feveranı tek bir dalga halinde, mele-i âlânın sakinlerine kadar uzanıyor.O havayı aynı mekânda müştereken teneffüs etmek bambaşka!..Fert fert ve kitle halinde dualar, tekbirler, feryadlar ve gözyaşları birbiriyle yarış hâlinde..Evet... Genç adam hatibin bülbül misal ağlayıp İnlemesine, cemaatin ona iştirakine şâhid oluyor. O da iştirak ediyor.

Page 70: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Daha evvel tereddütlerle verdiği hüküm vardır:Hati-be"devrin âşıklar sultanı" demiştir. Şimdi tereddüdü silindiği gibi, seksiz şübhesiz bir ilâvede bulunuyor: "Gözyaşı sultanı..."Yirminci asır, İslâm âleminin ve bütün dünyânın hislerini kaybettiği, süflî arzuların cenderesi altında kalblerin nasır bağladığı, gözlerin yaş akıtmayı bir utanç, gülünç bir fiil kabul ettiği asır!..Genç adam hatibi dinledikçe, onun haliyle hâllendikçe gözyaşının kıymet ve ehemmiyetini idrak ediyor. Gözyaşı, bir damlası bütün kâinata değecek bir hazîne...Şunu anlıyor delikanlı: Hayâtında sâdece birkaç defa başkaları için ağlamış. O güne kadar; kendi gafletine, isyanlarına, günâhlarına ağladığını düşünüyor.Çok büyük ideallere sâhib olmuş çocukluğundan beri... Bunlar kimi zaman nefsanî, "ben" belâsını öne çıkaran idealler.. Sonra kendini ve Rabbini tanıdıkça, kendi çapındaki marifeti günbegün mesafeler kat'ettikçe, idealleri ilâhî Ölçülere bürünüyor. Her şey, her amel Allah (C.C) içindir.Fakat nefsini terbiye, ruhunu tertemiz kılma ameliyesinde; feragat, diğergamlık gibi faziletlere kalbinde kâfi derecede yer vermediğini anlıyor; hatibi dinledikçe, cemaatin hâlini gördükçe...Evet... Başkaları için yaşama. Varıyla-yoğuyla himmetini millete, ümmete ve insanlığa vakfetme. İslâm'ı sahabenin anladığı gibi anlamaya çalışma. Bunları ifa ederken de her vakit mahzun bir çehre, buğulu gözlerle mes'uliyetin ağırlı-149ğından iki büklüm yaşama...En kıymetli hazîneyi keşfediyor genç adam. Hz. Âdem'in Hz. Eyyûb'un, Hz. Yakub'un, Hz. Muhammed'in tuttukları yolu keşfediyor.İnsanı kirlerinden arındıracak, bir anda arşı- ferşi atlatıp maverada neler olduğunu gösterecek tılsımı keşfediyor. Gözlerden akıtılanlarla, birkaç asırdır karaya oturmuş gemimizi yüzdürmenin çâresini keşfediyor. Gözyaşını keşfediyor!..Kendine ve başkalarına merhametin sessiz çağıltısı olan, dört bir tarafı sarmış yangını söndürecek gözyaşını...Vaaz bittiğinde herkes dağarcığına yüklemiştir bir şeyler... Yüzlerde hüzünle karışık bir sürür var. Bazı gözler hâlâ ıslak..Cemaatin hemen hemen yarısı abdest tazelemek için dışarı çıkıyor. Bu kadar kişinin avluya varması için yarım saat az bile geliyor. İçerde kılman öğle namazı ve yer olmadığından dışarda kılanlar... Avlu namaz kılanlar, şadırvan abdest alaıılarla dolu...Genç adam az sonra evine gitmek üzere geri dönerken şunları düşünüyor:" Bir zamanlar arifler sultanını tanımıştım. Bu da âşıklar sultanı.. Gözyaşı sultanı.. Anadolu insanına ağlamayı yeniden öğreten kişi...150XIIYusuf ertesi gün fabrikadan çıktıktan sonra doğru dayısına gitti. Ferhat Beyin adresini, telefon numarasını alıp eve döndü. Akşam Ferhat Bey'i telefonla arayıp ertesi gün geleceğini söyledi. Nerde oturduğunu da iyice öğrendi. Kardeşi İsa o sabah İstanbul'dan dönmüştü. Okuluna kaydını yaptırmıştı. Anne, iki oğul akşam yemeğinden sonra bir müddet sohbet ettiler.Yusuf dışarıya çıkacağını söyleyerek kalktı. İlk geldiği günlerdeki boş zamanı bile kalmamıştı artık. Evde kaldığı zamanlarda dahi yaptığı işlerin çoğu şahsına âit değildi.O akşam da programında olan bir sohbet toplantısına katıldı.Birbirinden farklı meşrebdeki cemaatlerin toplantılarına iştirak ediyordu. İki buçuk aya yaklaşan zaman zarfında eski çevresi hâricinde bir hayli âşinâ çevresine de sâhib olmuştu. Burda; şübhesiz her cemaatten ve zihniyetten, her meşrebden insanlarla samimiyet kurması büyük rol oynamıştı.Bu yakınlığı ve samimiyeti kurdurtan; onun ihlâsı, tevazuu, cana yakın tavırla^ idi.Kendi cemaatinden arkadaşları olsun, gittiği değişik yerlerdeki insanlar olsun, ilk günlerde bu durumu yadırga-mışlardı. Hattâ bazıları ileri gitmişler: "Olmaz böyle şey! Hâricimizdekilerle nasıl bu kadar içli - dışlı olabilir? Bu, prensiplerimize mugayir, onların metodlarından bize ne! Hem onlar bize düşman

Page 71: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

gözüyle bakıyorlar... Hiç olmazsa bu kadar samimî olup içlerinde bulunmasın!" gibi lâflar etmişlerdi.Yusuf, yine o tevazuuyla gülümsemiş, "alışacaklar, "herkes bir gün kardeş olup birbirini kucaklayacak" demişti. Kırılmamış, doğru bildiğinde devam etmişti...1980 öncesinde bilhassa ayak takımlarında hâkim olan düşmanlıklar faslı kapanmış, 1980 sonrasında düşmanlıklar151sâdece soğukluğa dönüşerek ıslah olmuş, pek büyük bir mesafe kat'edilmemişti. Mes'ele, politik platformda ise korkunç boyutlarda idi.Yusuf'un en çok ızdırabmı çektiği dertlerdendir bu... Elinden bir şey gelmeyeceğini biliyor aslmda. Tek basma bu dertlere deva bulmak nasıl mümkün olsun?...Düşünüyor devamlı: " Zaman bir çok mes'eleyi halledecek, insanların doğruları yavaş yavaş görmelerine vesile olacak. Gönül ister ki bunlar nasihatle olsun.. Yoksa başımıza yağacak musibetler çok pahalıya mal olacak.Bunları düşündükçe duâ ederdi Yusuf, "Yârabbi bizi musibetlerle terbiye etme! Kardeşliğin hakikatini anlama, birbirimizi sevme şuuru ver!"Yusuf toplantılara ısrarla devam etti. Lise çağlarında, üniversite çağlarında olduğu gibi ısrarla devam etti...Onun dünyâsında ümitsizlik yoktu. Ve her mü'minde olması lâzım gelen "hâdiselerde hikmet arama" ufku açıktı onda. Her şeyin bir takım hikmetlere mebni sürüp gittiğine, akıbetin hayır da şer de olsa gene bir hikmete dayandığına inanmıştı. Böyle düşünürken şu ilâhî tenbihe bağlı kalıyordu:"Sizin şer zannettikleriniz hayır, hayır zannettikleriniz şer olabilir" •Onun için, bu keşmekeş, bu fitne ortamı Yusuf'u her ne kadar üzse de bedbin etmiyor, ye'sin bataklığına düşürmü-yordu.Halbuki nice yiğitler bu yolda yaya kalmışlardı. Kimisi düşmanlığı, hattâ bütün insanlara düşmanlığı baştâcı etmişti. Kimisi, artık kurtarılacak hiçbir şey kalmadığına kani olmuş; kimisi, elinden geleni yapıp da tek bir aksaklığı düzelte-meyenlerinn pasif bir mukavemeti olarak hiciv yoluna sapmış; kimisi, ümitleri tamamen kırılmış olarak inzivayı, cemiyetten kaçmayı seçmiş; kimisi yılgm-bezgin bir rûh hâletiyle sürünürcesine yaşamayı seçmiş; kimisi de imânını korusa dahi metafizik gerilimini kaybettiği ve "ya hep ya hiç" felsefesine sâhib olduğu için amel noktasında sefil düşmüştü.O günkü sohbet toplantısı biter bitmez dağılanlarla bir-152likte Yujufda evine döndü.Kardeşiyle oturup konuşmak istiyordu. Fakat İsa, günlerin yorgunluğunu üzerinden atmak için yatsıdan sonra hemen yatmıştı.Odasına çekildi. Babasını düşünmeye başladı. Onu hep çocukluk gözüyle tahayyül ediyordu. Bir taraftan da Ferhat Bey'le görüşme heyecanı kaplamıştı içini.Onca fikir keşmekeşi içinde, uzandığı somyada uyuya-kaldı. Bir ara uyandı,; saat sabahın üçüne yaklaşmış, odanın ışığı yanık kalmıştı. Vücudunun üşümekten uyuştuğunu hissetti.Kalktı, dışarıya çıkıp geldi. Vücudu biraz sakinleştikten sonra abdest tazeledi. Her zaman kılmaya çalıştığı üzere teheccüt namazına durdu. Namazın sonunda ellerini açtı, ruhunda derin dalgalanmalarla uzun uzun duâ etti. Duâ bittiğinde, içinde bir ferahlık vardı.153XIIIKapı çalındığında Ferhat Bey akşam yemeğini bitirmiş, sofradan henüz kalkmıştı. Sofradaki karısı ve oğluna bakarak:- Gelen odur herhalde, dedi. Ben onu misafir odasına alayım.Gitti, kapıyı açtı. Gelen evvelâ selâm verdi. Selâmı alan ev sahibinin konuşmasına fırsat bırakmadan; kendinden emin sordu:- Efendim herhalde Ferhat Bey?...- Evet, Ferhat Şahin... Ben de seni bekliyordum. Buyur içeri..Ev sahibi Önde, Yusuf arkada misafir odasına geçtiler. Hâl-hahr faslından sonra Yusuf hemen mes'eleye girmek istedi. Konuşmak üzere gözlerini Ferhat Bey'in

Page 72: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

gözlerine dikince, o sert asker çehresinde, kendisine bakan bir çift buğulu göz buldu. ' ¦- Bir şey mi oldu efendim? Ters bir zamanda gelmiş olmayayım!- Yoo evlâdım, hiçbir şey yok! Sâdece rahmetli babanla yaşadığımız günleri hatırladım. Seni görmek, hâtıralarımı öyle bir canlandırdı ki!..Yusuf da hislenmişti bu manzaradan... Bir müddet konuşmadı ev sahibi. Birden hatasını telâfi etmek ister gibi:-Evlâdım, senli-benli...- Tabiî efendim? Böyle daha samimî oluyor. Hem babamın bir dostu...Ferhat Bey yerinden kalktı. Daha yakın bir yere, tam karşısına oturdu.- Babanla Harbiye'den tanışıyoruz..Dört senelik bir ayrılıktan sonra aynı tayin devresinde ikimiz de Kayseri'ye tayin olduk. Kayseri'de üç sene beraber çalıştık. Neticede Kıbrıs155Harekâtı'nda beraber çarpıştık. Ona şehâdet nasib oldu. Ben ise işte hâlâ hayattayım. Eğer yaşadığıma hayat denirse?.. -Nasıl yâni, memnun değil misiniz hayâtınızdan?- Zillet içinde, binbir mihnetle, itilip kakılmayla geçirilen bir hayattan ne kadar memnun olunursa, ben de o kadar memnunum işte!- Zillet diyorsunuz. Hepimiz aynı şartlarla yaşamıyor muyuz? Dünyânın dört bir tarafmda ferden ve kitle hâlinde her türlü zulme lâyık görülen biz değil miyiz?..- Dediklerinin hepsi doğru evlâdım. Asker emeklisi olduğum için de söylemiyorum bunları. Meslekte iken çektiklerim, sivil hayattan sâdece bir gömlek yukarda İdi. Pek bir fark yok ikisi arasında. İktisadî, içtimaî, kültürel, ahlâkî dertler hepimizin ortak dertleri... Ama öyle zamanlar oluyor ki, "artık dayanamıyacağım Allahım" diyorum. "Sen bize bir imdat gönder!" Sonra düşünüyorum: Târihin hiçbir devrinde biz böyle olduk mu? İsyanlar, küfür, ahlâksızlıklar bu kadar sarıp sarmaladı mı insanlığı?"- Sonra dönüp kendime bakıyorum: İnsanlığın, bir tek insanın, ailemin imdadına koşmak nerde, ben nerde! Benim kendime bile hayrım yok!..Yusuf çok iyi anlıyordu Ferhat Bey'i. Ama ne yapsın elinden bir şey gelmiyordu!. •Ferhat Bey sanki anlaşıldığını sezmiş gibiydi. Kalbinde senelerdir birikmiş dert yüklerinden kurtulmak ister gibi döktü içini:-Seninle çok önceleri, daha ilk okul çağlarında iken tanışmak isterdim. Her hususta yardımcı olmak isterdim. Maalesef bazı şeyler buna hep mâni oldu.- Ne gibi efendim?- En başta; şehidliği belki baban kadar ben de arzuluyordum.Durakladı Ferhat Bey. Gözleri daldı. Neden sonra:- Öyle çok istiyordum ki! Kelimelerle anlatmak mümkün değil bunları.Ailem, babam, yakınlarım, sevdiklerim, bütün dünyâ silinip gitmişti gözümden..- Şehâdet ve şehâdetle Allah'a kavuşmak!..156Sâdece bu mu diye soracaksın kimbilir.. Hayır, hayır ... Ben bir Allah dostu değilim.. İsyanlarımı itaate çevirebilmiş değilim ki.. Hele hele O'nun aşkına sâhib olduğumu hiç iddia edemem. O gün de aynıydım bugün de...-Günâhlarımdan, hesab verememekten korkuyordum herhalde.- Bir de nefsimi kurtarma derdi bir tarafa, Allah için, İslâm için hiçbir hizmet yapamamak beni deli ediyordu. Hesab gününde Rabbim; "ey kulum, din-i İslâm için ne yaptın?" diye sorduğunda cevab vermeye yüzüm olurdu hiç olmazsa. Müslüman olmanın mes'uliyeti altında o kadar eziliyordum ki, çaresizlikten yapacak tek şey kalıyordu. Hiçbir şey yapa-.. mıyorsun! En kıymetli varlığını, canını da mı veremezsin? diyordum.- Böylece verdiğim canım, isyanlarıma, günâhlarıma, yaşadığım faydasız hayata kefaret olacaktı.- Yusuf Bey oğlum! Maalesef nasib olmadı. Çok üzüldüm buna. Kıbrıs Harbi benim için bir fırsattı!-Çok düşündüm sonra... "O kadar duâ ettim nasib olmadı" diye. Önceleri "ben bu duamda samimî değilim" fikrine kapıldım.

Page 73: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- İyi biliyordum; bu bir nasib mes'elesiydi, ama gene de kendime sormadan edemiyordum. Sonunda bu işin hikmetini âcizane şöyle buldum: "Ben lâyık değilim... Şehâdet gibi yüksek bir makama lâyık değilim..."Gözleri deminki gibi buğulanmıştı. Yüz hatlarında ızdı-rabın gerginliği vardı.Hayır, bu sözlerde riya olamazdı. Gözler, ses tonu, yüzün hâli hep samimîyetini haykırıyordu Ferhat Bey'in...-Kendimi liyâkat içinde görmemem, "tertemiz bir insanın tertemiz evlâdına nasıl yaklaşırım" anlayışına şevketti beni. Kendimi çok küçük görüyordum karşında...-Yoo, o kadar da değil, diye müdahale etti Yusuf.-Babam hesabına konuşamam. Lâkin kendi hesabıma asla emin değilim! Kendinizi bu kadar küçük, günahkâr görmeniz de...-Hayır, hayır oğlum! Ben kendimi tanıyorum ve işte sa-157na itiraflarda bulunuyorum. Sana karşı kendimi suçlu hissediyorum. Seni bugünlerde bizzat aramayıp ayağıma getirtmemde bile...-Hayır! Siz büyüğümsünüz. Ayağınıza gelecek olan benim... Hem benim hâlimi bilmiyor, beni tanımıyorsunuz bile...-Öyle bir insanın evlâdı kötü olamaz Yusuf Bey oğlum. Bu bir peşin hüküm de değil...-Yalnız unutmayın ki peygamber olmalarına rağmen Hz. Âdem'in iki oğlundan biri, Hz. Nuh'un oğlu hakkı görememişlerdi. Nice sâlih kulların ehl-i dalâlet evlâdı olmuştur. Tabiî tersi de vârid...-Hayır hayır! Hâlin herşeyi anlatıyor. Böyle temiz bir yüz... Bakıldığında Allah'ı hatırlatan nurlu bir sîmâ... Şeytanî bir yüzü tanımaz mıyım ben!Yusuf bu son sözlerden sıkılmıştı. Önce cevab vermek istedi. Sonra, susmanın en iyi cevab olacağını düşündü, konuşmadı. Yerinde tedirgin tedirgin kımıldandı.-Seni gördükçe; dünyâ meşgalesiyle küllenen eski dertlerim depreşecek diye korktum. Bana hep Yakub Bey'İ ve mazimi hatırlatacaktın!..- Mektubu senelerdir taşımanın manevî ağırlığı da çok büyüktü. Bazen kendi kendime sorduğum olmuştur; "ya emâneti teslim edemeden ölürsem" diye. Sonra, "emânetin er geç yerine ulaşacağını biliyordu" diyf düşünür, içimi serinle-tirdim.Ferhat Bey, yıllardır açılacak kimse bulamamış, konuşmaya hasret biri gibi lâfları ardarda sıralamış, Yusuf'un konuşmasına fırsat bırakmamıştı.- Kusuruma bakma Yusuf Bey oğlum... Senelerdir öyle bir dolmuşum ki... Daha anlatacak çok şeyim vardı, ama başını daha fazla ağrıtmak istemiyorunı. Nasib olursa daha çok konuşuruz ilerde.Hafifçe gülümsedi. Şaka yollu:- Kimbilir," amma da geveze adammış" dersin sonra.- Estağfurullah, dedi Yusuf. Sizi anladığımı söyleyemem, Lâkin anlamaya çalışıyorum. Hoş, sizi tamı tamına anlamam için yaşadıklarınızı yaşamam lâzım. Hani ne demiş-158ler, "cevizden düşenin hâlini cevizden düşen bilir.'- Mektubu okumuşsundur herhalde?- Evet, evvelki gece okudum. Yaa, epeyce gecikmiş!- Evet öyle... Neyse mühim değil... Elime geçti ya.. Ferhat Bey fazla üstelemedi.- Sayfalar dolusu mesajlar yüklü bir mektub. Okudum, okudukça şükrettim Rabbime. Okudukça daha bir sevdim ba-¦ bamı. Okudukça daha bir hayran oldum ona.Yusuf bir şey daha kaçıracaktı ağzından. Sanki sezmiş gibi o sözü Ferhat Bey söyledi:- Ne büyük insandı!.. Ve ilâve etti:- Ne mutlu sana Yusuf Bey oğlum! Böyle bir babanın evlâdı olmak ne büyük bahtiyarlık!Önce başını salladı Yusuf, sonra Önüne eğdi.- Hiç bir şey tereddüde mahal bırakmıyor! Gözlerimle şâhid oldum babanın şehâdetine.- Yaralanmıştı. Yaralandıktan sonra iki saat kadar yaşadı.Ruhunu teslim edene kadar baş acundaydım. Bir ara seke-rata girdi. Bir, zaman sonra kendine geldi, gözlerini açtı. Boşlukta birilerini seyrediyor gibiydi. Sesi zayıf çıkıyordu:

Page 74: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

"Kim bu çocuklar? Ne de güzel cıvıl cıvıllar. Bak, bana el ediyorlar, 'gel' diyorlar..."- Bir ara tekrar kendinden geçti, sonra ayıldı. Yüzüme dikkatli dikkatli baktı. Gülümseyerek şunları söyledi: "Birtakım nûrefşan çehreler gördüm. Baharı yaşayacak gençler bunlar... İkinci dirilişin talihli yiğitleri .. Yürüyorlardı... Âlemin bahtına tebessüm ediyorlardı.. İnsanlığı kurtarmaya azimet etmişler. Ferhat, kardeşim! Gitgide çoğaldılar, bütün cihanı kapladılar!"-Gözünü bir an yumdu. Tekrar açtı. Sesi bu defa yorgun, bitkindi. Fısıltıya dönüşmüştü âdeta: "Baharı göremedim ben! Ama üzülmüyorum. Rabbime kavuşmama çok az kaldı. O günleri inşaallah gittiğim yerden seyredeceğim. Ömrü olanlar, belki sen de o günleri göreceksiniz. Ne mutlu o baharı159yaşayacak,insanlığın imdadına koşacak o kutlular ordusuna!"Yüzündeki o unutulmaz tebessümle, takatinin yettiği kadarıyla sağ elini kaldırdı, şehâdet parmağını semâya uzattı, kelime-i şehâdet getirdi. Yine o tebessümle ruhunu teslim etti.Yusuf anlatılanlardan mest olmuştu âdeta:- Rabbim son nefesimizde imânı hepimize nasib etsin. Şehidlİkle bizim aramızda çok mesafe var. Lâkin Rabbimize imânla dönmek hepimizin en büyük arzusu değil mi? Yoksa yaşadığınız hayâtın ne kıymeti kalır!- Yârabbi, sen bizi son nefesimizde en büyük korkumuzdan emin kıl! İmân veya imân, işte bütün mes'ele bu!Evet, imansız gitmek Yusuf'un en büyük korkusuydu. Sonsuz bir hayâtın mahvolmasından, imânını şeytana teslim edip de ebedî bir hayâtta ebedî azaba duçar olmaktan daha kötüsü düşünülebilir miydi?Doğru, dedi Ferhat Bey. Bütün mes'ele bu... Gerisi bomboş! İmânla gidenler azaba da uğfasalar kurtuldular. Ama gerisi?... Ne korkunç şey Allahım! Sen sonumuzu hayreyle! .."Âmin" diye içli bir ses yükseldi Yusuf'tan.Yusuf Bey oğlum! Bir de şehid olarak gittiyse insan... Bundan büyük saadet olur mu bizim gibiler için!Biraz önce söylediğini unuttuğundan mıdır, tekrarına lüzum görüp, Yusuf'un maneviyatını yükseltmek istediğinden midir, yoksa gıpta ettiğinden midir nedir:- Ne mutlu, bir şehid evlâdısın!• *•Yusuf Ferhat Bey'den çıktıktan sonra oyalanmadan eve gitti. Kardeşi ve annesiyle biraz sohbetten sonra odasına çekildi.Ferhat Bey'e bahsettiği gibi, mektubunu okuduktan sonra babasına daha bir bağlanmıştı. Ona hayranlığı kat kat artmıştı. Ferhat Bey'in görüşmenin sonunda anlattıkları da hâlden hâle sokmuştu Yusuf'u...Somyasına oturmuş; kâh babasını, kâh mektubu, kâh160Ferhat Bey'i düşünüyordu. Döndü dolaştı, tekrar mektuba takıldı aklı...Mektubdaki o pırlanta tavsiyeler yok mu! Her biri Ölmüş gönüllere hayat bahşediyordu. Belki Yusuf şimdilik farkında değildi. Belki ilerde farkına varacaktı. Belki hiç bilmeden ölecekti. En hayırlısı da buydu herhalde . Yakub Bey, sanki oğlunun yapması gerekenleri değil de, zâten yaptıklarını, işlediği amelleri serdediyordu.Daha fazla dayanamadı Yusuf. Bu kadar dolmuşken bo~ şalmalıydı. Kalktı, masanın çekmecesini açtı. Mektubu arasına yerleştirdiği defteri çıkardı. Yansı dolmuş bu deftere en dalgalı feyezanlarla şu satırları yazdı:"Ben!" Bendeki "ben" e esir olmuş ben... Senelerce koşturdum "ben" in peşinden. Fakat Öyle derinde ki!.. Ne o bana bende oldu, ne ben onun bendeliğinden kurtuldum. Ne zorlu düşmanmışsın sen ey "ben!" Bir lokma ekmekte, bir sakat koltukta, bir yumuşak yatakta, iki arşın paçavrada, şöhretin Everest'inde hep seni duydum, seni yaşadım..Beyinler çatlatan bir sual : Nasıl kurtulurum senin elinden?..Birden aklıma şu sihirli söz geldi : "Açıl 'ben' im açıl!"Mağaranm kapısı aralandı. Ama azıcık... Girdim içeriye. Derinlere indim. Buldum "ben" i zincire vurdum. Ama tek ayağından!..

Page 75: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Sonra, kendimle barışmayı diledim. İç-dış ayrılığına düşmeyeyim, iki türlü yaşamıyayım, riyadan iz kalmasın dîye..Çünkü "ben" den biraz ayrılmak ; "biz"i,"siz"i, "onlar"ı davet ederdi bana. Ve başkaları için yaşamaya başlardım..En sonunda "ölüm"ü diktim "ben" İn karşısına... Her an hatırlatır oldum ; lezzetleri acıJaştıran "öliim"ü...Hepimiz Ölmeyecek miyiz? Ölümlünün ölümlüye düşmanlığı nedir ki? Dünyâda iyi bir isim bırakmaktan daha güzel ne var?Ne garibdir insanoğlu! Sevgide değil de nefrette birleşir. Gül yetiştirmeye kolay kolay kimse bulamazsınız. Diken tohumlan serpmede yarışanları görürsünüz.161Öyleyse, gül yetiştirmeye önce ben başlamalıyım! Evvelâ ; içimdeki kibir, haset, cimrilik burçlarını yerle bir etmeliyim. Kendimi aşmalıyım..Gül yetiştirmem mümkün olsun diye...Ve ben; hoşgörü havuzundan, sevgi suyuyla, adına "kardeş"dediğim fidanları yetiştirmeliyim. Güller... Gülen güller...Sonra şehrin meydanına çıkıp, susamışlara bir saka gibi tas tas sevgi dağıtmalıyım.Sevginin sarayını taş taş örmeli; elmas elmas işlemeliyim.Yûnusça sevdalara tutulup, " Yaradan"dan ötürü yara-dılam sevmeliyim. Hoş görmeliyim her şeyi, herkesi...Sevgi yolunda yürüyenler karanlıkta kalmasın diye çıkıp semâya yıldızları toplamalıyım!İnsanlar gülsün! Dünyânın hazîneleri evime akşınıma torunum yırtık entariyle dolaşsın! Yastığım kumdan, döşeğim hasır olsun. Ama insanlar gülsün!..Ağlamalıyım ben, güldürmek için ağlamayanlara..Ve ben gülmeliyim, gülenleri gördükçe.. Ağlamalıyım, ağlamasını bilmeyenlere...Madem sevmek vermektir. Sevmek ölmekle başlar madem..Madem sevenler ölmez. Ömürler boyu yaşamak için sevmek gerek öyleyse! •İşte, dinleyin kalbimin sesini : Erimek, tükenmek, kaybolmak istiyor. " Sevgi şöyle olur" diyor. " Hoşgörü şudur " diyor. " Kardeşlik şöyle kurulur " diyor.Ben öleyim, sen yaşa!Ben yok ; sen var, siz var, onlar var...Öyle değil mi?Sandalyesinden kalktığında çok rahattı Yusuf. O güne kadar günâh batağına saplanmış, İnandığı dâvaya hiç hizmet edememiş gördü kendisini.. "Bugünüm dünden, yarınım bugünden çok daha bereketli olmalı " diye düşündü. Yalnız bu, kafasına her dâim yer etmiş bir fikirdi. O anda yanıp sönen bir şimşek şeraresi değil...Kendisini her zaman büyük noksanlarla dolu görmüş,162yapabileceği hâlde yapmadığı amellere, hele hizmetlere hep hayıflanmıştı.Öyle ya; gücünün yettiği kadar değil, gücünün üstünde çalışmalıydı. Yoksa yaşadığı ve yaşayacağı Ömrün ne kıymeti olacaktı! Yoksa asırlık dertler nasıl ortadan kalkacaktı!Ömür sermâyesi günbegün tükeniyordu. Her geçen zaman, Ölüme yaklaştırıyordu insanı..Pişmanlıklar diyarına gitmeden, her fırsatı değerlendirmeliydi, imdadına koşulacak, bataklığa saplanmış nice insan vardı Anadolu'da ve dünyâda.. O çalışacak, çabaliyacak, neticeye karışmayacaktı. Zira hidâyet Allah'tandı. Kula sâdece tebliğ vazifesi düşüyordu. Târih boyunca ataları bütün dünyâya bunun için yayılmamışlar mıydı!.Babasının yazdıklanyia kendi yazdıkları işte şimdi bütünleşmişti." Yârabbim, bundan sonra faziletli, dolu dolu bir hayâtı nasîb et" diye duâ etti...163mXIVYazın çok canlı olan Alâeddin Tepesi, takvimler Eylül ayının ortalarını göstermesine rağmen, gelen yerli-yabancı misafirlere hizmeti sürdürüyordu.

Page 76: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Asırların yükünü sırtında taşımış bu târihî tepe bazı gariblere de geçim kaynağı oluyordu. Fotoğrafçılar, çekirdekçiler, meyve satıcıları, ayakkabı boyacıları...Zayıf vücudlu, üzerinde emânet duran kimbilir kimden kalma bir eski gömlek; kaybolmuş ütüsü, solmuş rengi, yıkaya yıkaya kısalmış boyuyla, boya-cilâ renkleriyle lekelenmiş, solmuş bir pantolon giymiş, yirmi beş yaşlarında bir ayakkabı boyacısı... Omuzdan askıyla asılmış basit bir boyacı sandığı var.. Bu zayıf, bir yetmişe yakın boylu genç adanı, müşteri bulurum umuduyla sabit bir yerde durmaz, gezer... Arada bir de Alâeddin Tepesi'nin çay bahçelerine uğrar.Gene bir gün, " müşteri bulurum" diye gezerken yoruldu.. Yol üstünde bir ağaç gölgesinde, kaldırımın bordur taşı üzerine dinlenmek üzere oturdu. Sandığını da yanına bıraktı.Bir taraftan etrafı tararken, bir taraftan da yorgunluğunu atmaya çalışıyordu.Güneşli bir Eylül gününde, açık havada çalışmanın da verdiği sıkıntı terletmişti kendisini. Lâkayd bir tavırla sağı solu seyretmeye devam etti. Karşıdan, yolun başından yaklaşan birisi gözüne ilişti. Yaklaştı yaklaştı... Önüne bakarak hızlı adımlarla yürüyordu. Oturanın hizasına yaklaşınca boyacı kıpırdandı, yorgun gözleri parladı:-Yusuf Hoca, dîye seslendi.Adam hiç duymamış gibi yürümeye devam etti. Boyacıyı geçmişti artık.Daha yüksek bir sesle çağrı tekrarlandı :- Yusuf Hoca!Hayır, adam yürümeye devam ediyordu. Aynı adımlar-165la uzaklaşmaya başlamıştı.Boyacı bunun üzerine ayağa kalktı. Adamın peşine düştü.Bir taraftan da kafasını iki yana sallayarak tebessüm ediyordu. Belli ki muhatabının duymamasına hayret etmişti. Adımlarını sıklaştırıp yetişti arkasından..Aynı şekilde çağırırken, bir taraftan da elini omzuna dokundurdu.Geriye döndü adam, durdu. Omzuna dokunanın yüzüne dikkatle baktı. Bakışları, tanımıyormuş gibi ma'nâsızdı önce.. Sonra yüz hatları gevşedi, hafifçe tebessüm etti.-Yusuf Hoca diye bana seslendiniz herhalde!- Evet ya sana seslendim. Deminden beri sesleniyorum ama duyuramadım. Hoca nereiere dalmışsın Öyle? Top atılsa duymayacaksın..Beriki bunları dinlerken ; bir yandan bu adamı nerden tanıdığını, bir yandan da neden hoca diye hitab ettiğini düşünüyordu.- Biraz dalmışım işte, diye cevab verdi ve devam etti :- Peki, benim hoca olduğumu nerden biliyorsunuz? Neden hoca diyorsunuz bana?- Ne bileyim işte! Mahallede öyle diyorlar, ben de öyle dedim.Yusuf şimdi anlıyordu mes'elçnin içyüzünü... Kendisi mahallede tamdığı-tanımadığı herkese selâm verirdi. Hayâl-meyâl hatırladığı bu adam da belli ki onlardan biriydi. Şurda-burda birkaç defa selâmlaşmış olmalıydılar.Bunları hafızasında bir bir sıralarken, gözü boya sandığına takıldı. Demek boyacılık yapıyordu. Ayakkabılarına baktı, "boyatsam iyi olur" diye düşündü.-Adınız neydi sizin?- Şaban... Şaban Keskin..- Benimki de Yusuf..Yusuf Hoca değil. Sâdece Yusuf Ser-dengeçti..- Hoca değilsen, neden hoca dediklerini de biliyorum aslında. Geçende birkaç ihtiyar konuşurlarken duydum. "Dindar bir genç" diyorlardı.- Demek dindar olmak için hoca olmak lâzım... İmamlar,166müezzinler ve mecazen hocalar...- Yusuf Hoca, ne dedin pek anlamadım ama... -Hiç!.. Mühim değil... Kendi kendime konuştum işte.. Anlatsan da anlamam zâten.. İlk okulu zar zor bitirdim.Câhil biriyim ben. Sen seneler boyu okudun. Bir değilim ki seninle!.Bir yandan yolu ağır ağır adımlarken, bütün merakını bir anda gidermek ister gibi konuşmaya devam etti Şaban :- Ha; bir de senin için iyi adam diyorlar. Sonra biliyor musun, çok yakışıklısın..- Benim kulağım deliktir. Kocakarılardan tut; mahalledeki kızların sözleri, sana âit fikirleri benden kurtulmaz haa!..

Page 77: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Gerçi ben çok İyi adam gördüm ama...Yusuf ma'nâh ma'nâlı baktı Şaban'ın yüzüne...Fakat sözlerinde herhangi bir şeytanhk,imâ yoktu..Dobra dobra konuşuyordu Şaban. Saf gönlü içindekileri gizlemiyor, ne varsa dışarı döküyordu. Karşısındakinin de ne anlayacağını, alınıp alınmayacağını düşünmüyordu.Yusuf'un hoşuna gitti bu sözler.." İşte temiz bir kalb! Saf kalmış bir insan..." diye geçirdi içinden.Gözlerinin içi saf saf gülüyordu Şaban'ın.. - Hoca, kızların, kocakarıların senin için ne dediklerini hiç merak etmiyor musun?Senelerdir alıştığı şeylerdi bunlar Yusuf'un. Lise çağlarından beri peşinden kimler koşmamıştı ki!.. Bir çoğu temiz niyetliydi. Bazıları kötü niyetliydi. Bir kısmı delice âşık olduğunu söylemişti. Gizli hayranlarının sayısını da hiçbir zaman bilmedi.Hele üniversitede iken, kendisini korumak için ne mücâdeleler verdiğini, üstüne üstüne gelen bozuk niyetlilere karşı iffetini muhafaza için neler yaptığını anlatmaya kalksa, birçoğuna kimseleri inandıramazdı.Temiz niyetlilere, âşıklarına kibarca red cevablan göndermek için neler neler çekmişti!Hepsinden öte; annesinin aklını zaman zaman çelenlerin tavsiye ettiği kızlara red cevâbı vermek zorun zoru olmuştu. Zorluklar hâlâ devam ediyordu.167IIPYusuf bütün bunlara öyle alışmıştı ki; artık tebessüm etmekten başka bir şey yapmıyordu. Şaban'a döndü :- Merak etmiyorum. Tahmin ediyorum zâten.. Hep birbirine benzer şeyler... Beni de hiç ilgilendirmiyor!- Öyle deme hoca.. Hepsi de iyi, güzel kızlar. Hattâ geçende iki kız anası senin için ağız kavgası yapıyorlardı. Görünmeden yaklaştım, dinledim : İkisi de kızlarının sana daha lâyık olduğunu iddia ediyorlardı. Bilsen hoca, güle güle bayıldım..- Sonra zenginler... Benim gibi züğürt değiller. Bazıları yüksek tahsilli değil, o kadar...Bu ayaküstü konuşmadan sıkılmıştı Yusuf. Hem de bıktığı, midesini bulandıran mevzular...- Ayakkabıların boyanası gelmiş. Şöyle müsait bir yere gecelini de boya, diyerek lâfı değiştirdi.Zâten müşteri için gezinen Şaban " olur" ma'nâsında başını salladı.Yürüdüler, iç taraflarda bir kanepeye oturdu Yusuf. İskemlesine oturan Şaban işine başladı. Boyama esnasında hiç konuşmadı.Yusuf yeni tanıştığı bu garib genç adamın bir yandan saf yüzünü seyrederken, bir yandaı^da kendini işine verişine dikkat etti.Adam, çalışırken konuşmak bir yana, kendinden geçiyor, dünyâyı unutuyordu.İtinayla yaptığı işini tamamladıktan sonra, eserine son rötuşlarını yapmak üzere muayene eden usta bir ressam gibi baktı baktı... Hiçbir noksan bulamamış olmalı ki, memnun bir tavırla:- İşte hoca bu kadar, dedi.Yusuf elini cebine attı. Ücreti ödedi.Şaban başmı kaldırıp oturduğu yerden Yusuf'a baktı.- Hoca bu kadarla olmaz. Eve de beklerim. Tanıştık artık; birbirimize gelip gidelim. İyi olur değil mi?Yusuf şaşkın:-İnşaallah, dedi.Ağzı açık kalmıştı. Bu kadar açık kalblilik/saflık.. Bu ka-168Wdar işinde ciddiyet... Ve son söyledikleri..."Benim söylemem gerekenleri o söyledi" diye biraz da utanarak düşündü.Boyacı Şaban kaşla göz arasında âletlerini toplayıp sandığını omuzladı. Hiçbir söz söylemeden, arkasına bakmadan hızla uzaklaştı. Yusuf, gözden kaybolana kadar arkasından bakakaldı.

Page 78: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Neden sonra kalktı. Hem yürüyor hem de olanların yorumunu yapıyordu. "Acaba zannettiği gibi dikkate değer bir gariban mıydı? Yoksa saf numarası mı yapmıştı?Birden kıpkırmızı oldu utancından. Sırtını ter bastı. Tövbe etti, içinde bulunduğu sû-i zan için." Ne istedim elin garibinden? Kendi hâlinde bir zavallı işte! Görmüyorum sanki, sîreti suretine, aksetmiş.. Böyle saf görünüşlü birinin geleceğe matuf üç kuruşluk menfaat için rol yapması mümkün mü?""Bugüne kadar önüme çıkan herkesten bir şeyler öğrenmeye çalıştım. Hiç ummadığım insanlarda, rezîlete batmışlarda bile bana da faydalı olacak iyi yönler buldum. Eşyaya ve hâdiselere hep ibret nazarıyla bakmaya çalıştım.""Şu kadarcık zamanda Şaban'dan öğrendiğim ilk şey, yapılan işe kendini verip tam yapmak... Kat'iyyen hileye sapmamak ..""İnşaallah daha öğreneceklerim olur "diye mırıldanarak devam etti. Eve gidene kadar Şaban'ı düşündü.169XVRâbia ve Yavuz'un o sabah uyanır uyanmaz ilk işleri birbirlerinin odasına uğramak oldu. İki oda arasında boş bir oda vardı. İki kardeş arasındaki mesafe sekiz metre kadardı. Tevâfuk bu ya; aynı zamanda kapıları açmışlar, iki oda arasında karşılaşmışlardı.Yavuz merakla sordu:- Nereye Râbia? Ben de sana geliyordum..- Aaa ben de sana geliyordum ağbi... Babam gitmiştir herhalde?- Saat sekizi geçiyor, çoktan gitmiş olması lâzım.- Neyse ağbi aşağıya gel. Kahvaltıda konuşuruz olmaz mı?-Tamam, hemen iniyorum.Az sonra salondaydılar. Kahvaltıları hazır olunca da yemek odasına geçtiler.Masada Yavuz bir müddet tedirgin bakışlarla kardeşini süzdü. Râbia ise süzüldüğünün farkında; önündeki ekmek dilimleri, kâseler, çatal-bıçakla meşgul oluyor, süzülmenin rahatsızlığını bertaraf etmeye çalışıyordu.Bir taraftan önündekilerden atıştırırken, söze girdi Yavuz:- Akşam fazla mı ileri gittik yoksa?Râbia kendinden emin, biraz da küstahtı sesi:- Yoo ne münasebet! Ortada bir anormallik varsa o da bize ait değil. Görmedin mi babamın tavrını? Bunca masum isteklere böylesine bir tepki!.. Ya gerçekten ahlâksızca olsaydı isteklerim? Belki yaşatmazdı ikimizi de!- O kadar da değil canım! Sâdece ikimizi de sürgün ederdi.- Ağbi şakayı bırak da ne yapacağımıza karar verelim!171Bak, son birkaç gündür iyi görüyorum seni. Maneviyatın yüksek... Hepimiz biliyoruz uzun zamandır bulunduğun hâli.. Ama çeken bilir; bize sâdece üzülerek seyirci kalmak düştü. Daha fazlasını...- Evet Râbia, daha fazlasını söyleme. Olmayacak inşaal-lah bir daha... Biliyor musun, dün gece olanlara rağmen kendimi neş'eli, zinde hissediyorum. Ama düşünüyorum da...- Neyi?- Sen ne dersen de, biraz fazla ileri gittik gibi geliyor bana.- Yâni benim ileri gittiğimi kasdediyorsun. Yoksa sen, doğru dürüst söze karışmadın bile...- Her ne ise! Mühim olan netice, kimin ne yaptığı değil.. Sonra seninle ayrımız gayrımız mı var?Râbia gururlandı bundan. Bu, ağabeyinden uzun zamandır görmediği bir yakınlıktı. Bir büyüğü, hem de sevdiği bir büyüğü tarafından şefkat dolu, samimî muamele görmek...Gözlerinin İçi mes'ud bir tebessümle parladı. Sevgiyle baktı ağabeyine..Sitemliydi sözleri:- Peki beni neden müdafaa etmedin öyleyse?- Aaa, sanki bilmiyormuş gibi konuşuyorsun! Aramız yeni düzelmişken, ortalık süt liman iken bir de ben mi girey-dim tartışmanın İçine? İşte o zaman sürgün hâdisesi olurdu!

Page 79: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Hayır ağbi! Ne haddimi aştım ben, ne de o dediğin olurdu. Benim bildiğim babam, asla yapmaz Öyle! Kızar, bağırır, çağırır ama birkaç gün sonra da hiçbir şey olmamış gibi davranır.- Onu ben de biliyorum. Fakat şimdiki şartiar başka. İşin içinde bir de Yusuf var. Babamın toz kondurmadığı Yusuf... Onun hor görülmesi, ona iftira edilmesi söz konusu...- Hayır ağbi hayır! Akşamki anlattıklarımın hepsi de doğru. Eksiği var fazlası yok! Kalkıp şimdi babamı mı haklı çıkaracaksın? Söylesene kimden yanaşın sen?Râbia'nm birden hırçınlaşması, kızıp köpürmesi Yavuz'u daha temkinli olmaya mecbur etti. Kardeşinin bu dere-172ce asabîleşmesi pek az vâki idi. Hem, akşamki gibi, durumu idare etme vazifesinin devamına inanıyordu.- Hayır kardeşim öyle değil! Ben doğruyu-yanlışı, hak-lıyı-haksızı bulmaya çalışıyorum. Unutma, haklı olduğun müddetçe hep senden yanayım.Râbia ses çıkarmadı bu sözlere.. Önündekilerden yemeye devam etti.- Bir şey söyleyeceğim ama kızmayacaksın!- Söyle ağbi, söz, kızmam..- Bak söz verdin ona göre... -Tamam ağbi!.Biraz güvensene bana..Sesini sorguya çeker gibi değil de merak etmiş gibi bir tona soktu:- Akşam ne gereği vardı Yusuf'un evlenme teklifinin? Daha uygun bir zamanda söyleyemez miydin?Râbia beklemiyordu bunu. Bir müddet ağzındakini evirip çevirerek, yutmaya uğraşıyormuş görünerek zaman kazanmaya çalıştı. Sonra; elindeki çatalla bir müddet kâsedeki zeytini yakalamaya çabaladı. Cevâbını hazırlamıştı nihayet:- Hayır, o zaman söylemeliydim onu. Benim için kıymet ifade etmese de özel bir mes'ele... Sonra, babama gözündeki saman çöpünü göstermek gerekiyordu.Bu zekice, diplomatça cevâbı Yavuz yutmuş göründü. Vaziyetin nezâketine binâen fazla da üstelemedi.- Babamı asıl kızdıran son söylediklerindi. Seninle evlenmek suretiyle kalacak büyük mirasa konması...Bu defa temkinli konuşan Râbia oldu. Babasından sonra ikinci bir cephe açmak istemiyordu.- Benimki sâdece bir tahmindi. Kuvvetli bir his diyeyim daha iyi. Tahminler de göz ardı edilemez değil mi?- Peki nerden vardın bu tahmine? Yoksa fabrikada Sosyal Hizmetler Müdürü olması mı?..- Pek zannetmiyorum. Sen o konuşmaları bilmezsin. Evimizde bile saatlerce tartıştılar o mevzuları.. İşi isteyen Yusuf değil. İşi ısrarla çabalayıp, ikna edip veren babam...- Gene de bir münâsebet kurulamaz mı Râbia?- Yâni işe başladıktan sonra iştahının kabarmasını mı173kastediyorsun?- Evet, nasıl da anlıyorsun!- Bu dediğin aklıma gelmedi değil. Fakat açıkça söylemem babamın daha çok tepkisini çekerdi.- Veya Önce kendisini naza çekti Yusuf! Yerini, işinin devamını teminat altına almak için...- Ah ağbi! bir de bana şeytan dersin.. Bak ne hinlikler geliyor aklına!..Keyifle gülüştüler bir müddet.. Yavuz ciddileşti birden:- Gene de insafın hudutlarını zorlamamak lâzım! O veya bîr başkası; bir gün evleneceksin. Mes'ele eğer mîras ise gene birine kalacak.- Sen kararını vermişsin. Ama Allah var! Çocukluğumdan beri tanırım onu. Nev'i şahsına münhasır bir insandır. Kötü biri de değildir. Günâhını almayalım artık!Râbia başını öne eğdi. İçinde karmakarışık hisler vardı. Bir yandan da istediği olmuş, mevzuun kapanmasına âdeta yardım etmişti ağabeyi.Ağabeyi, dürüstlüğünü, hakperestliğini bir defa daha is-bat etmişti. Her halükârda "yiğidi öldürüp hakkım teslim edenlerden" diye düşündü. Halbuki birçokları öfkelendiklerinde veya menfaatleri icabı, sevmediklerine dahi katıksız düşman kesilirlerdi. Sanki muhatablalının hiç iyi tarafı yokmuş gibi...

Page 80: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Aslında en güzeli hiç konuşmamaktı; ama böyle-lerinin yaptıkları, zayıflık emarelerini izhar etmekten başka bir şey değildi."Bu hastalığa yakalanmayan kaç kişi var ki içimizde?" diye sordu kendi kendine." İşin kötü tarafı hiçbir hasta da şifâ bulmak istemiyor benim gibi. O hâlimizle yaşamaya devam ediyoruz. Ne kadar bayağı bir huy!.. Âcizlerin, basit insanların harcı.."Ağabeyim hiç olmazsa bu hastalıktan kurtulmak isteyenlerden.. Ne mutlu, bu da bir seviye! Bizimki ise seviyesizliğin âlâsı!..İçindeki bu melekî ses, şeytanî bir sesin taarruzuyla aniden geriledi, kayboldu.174"İyi de, o da bu kadar işimize karışmasın canım! Neymiş efendim, 'örtünme hususunda neler düşünüyorsun?'..."Yavuz'un konuşması Râbia'yı bulunduğu hâlden uyandırdı:- Doydun mu yoksa? Önündekİleri bitirsene... Bardağında kalan çayı bitirdi:- Hayır ağbi başka yemeyeceğim. Kapıdan söyle bir başını uzatan İzzet Efendi:- Yavuz Bey, kaldırayım mı sofrayı?- Şu son bardağı doldur, sonra kaldırabilirsin. Bardağa çayı doldurduktan sonra İzzet Efendi:- Yavuz Bey, Râbia Hanım da burada iken söyleyeyim. Dün birisi aradı sizleri..İkisi birden:- Hangimizi?Bu arada ayağa kalkmışlardı. Hemen yandaki salona geçtiler.- Hele şöyle otur da anlat İzzet Efendi..- Dün akşam söyleyecektim ama..- Neyse mühim değil, kimmiş arayan?- Bir tuhaflık var gibi geldi baha.. Babanızı değil de sizleri sordu. Babanızın ismini de verdi. Fakat ikinizle görüşmek istediğini söyledi. Kim olduğunu sorduğumda da pişkin pişkin gülerek "sizlerin arkadaşı olduğunu, sürpriz yapmak üzere ziyarete habersiz geldiğini anlattı.Adını da söylemedi. Mümkün olursa bir daha uğrayacağını söyledi.- Nasıl birisiydi?- Sizin yaşlarda, uzun boylu, siyah kıvırcık saçlı, siyah gözlü, atletik yapılı, esmer birisiydi. Tıraşlı değildi. Birkaç günlük sakalı vardı.Yavuz hiç oralı değildi:- Boşuna telâşlanmışsın İzzet Efendi! Benim soytarı arkadaşlardan birisidir. İsmini Öğrenseydin iyi olurdu. Neyse mühim değil...- Belki ciddîye alınacak bir şeydir ağbi. Neden Öyle söylüyorsun?İzzet Efendi'nin yüzüne baktı Yavuz:175- Bilmez misin Râbia? Vesveseli adamdır İzzet Efendi. İnsan cemiyet hayatından uzaklaşınca, kendisiyle başbaşa kalır ve başlar buluttan nem kapmaya.. En ufak mes'eleleri büyütür de büyütür. Kendini dinler; böyle böyle habbeyi kubbe yapar. Olur olmaz şeylerden işkillenir.İzzet Efendi söylediğine söyleyeceğine pişman, hayli bozulmuştu. "Hiç olmazsa yorum katmadan anlatsaydım ya, neme gerek" diye hayıflandı içinden.. Süklüm püklüm odadan çıktı gitti...- Niçin bozuyorsun adamı durup dururken ağbi?- Çok meraklı birisi. Üstüne vazife olmayan işleri kurca-lamamayı öğrensin artık. Sanki kuş uçmaz kervan geçmez bir yerde oturuyoruz da, bir kişi kapımızı çalınca hâdise oluyor.-Ağzından bir şey kaçıracaktı, farkında mısın? Sıcağı sıcağına engelledim. Aslında iyilik yapmış oldum, kıymetimi bilsin.- "Dün akşam söyleyecektim ama..." diyordu herhalde onu kastediyorsun?- Aferin sana! Hiçbir şey kurtulmuyor dikkatinden...- Yâni kapıya kadar gelip bizi mi dinledi? Aman ağbi, o saatte evine çekilmiş olması lâzım.. Sahi, olabilir mi böyle bir Şey?- Hem şübheme ortak oluyorsun, hem de "olabilir mi" diyorsun. Durumda bir fevkalâdelik bezince ruhumuz bile duymadan geldi, bizi dinledi. Hizmetkâr kısmına güven olmaz Râbia!..- Bizi ısıracak kadar da ileri gitmez ya..- İşte ona teminat veremem.

Page 81: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Aman neyse bırakalım bütün bunları! Duyan da kıyamet kopuyor zannedecek. Ciddiye alacak bir yığın meşgalemiz varken nelere kafa yoruyoruz!- Gene de dikkatli olmalıyız bu adamm yanında. Benimki kadınlara mahsus bir his işte!.. Ne yapayım, birdenbire pirelendim.- Neyse ağbi, asıl mes'eleye gelelim: Dün akşam anlatmak istediğim, çıkmayı plânladığım bir seyahatti. Ne yazık ki176konuşmanın seyri umduğum gibi gitmedi. Babama, çıkacağım seyahatten bahsedecektim-- Demek öyle... Her şey kararlaştırılmış. Dur da evvelâ ondan Önceki mevzuyu konuşalım: Babam Yusuf'a evlenme bahsini ya sorarsa? Deli kız hiç düşündün mü bunu?Ağabeyi bunları sorarken Râbia kıs kıs gülüyordu. Bilgiç bir tavır takındı:- Aman ağbi! Babamı hiç tanımıyormuş gibi konuşuyorsun. Bizim, soydan gelen, hepimizde var olan bir vasfımız var. - Neymiş o, öğrenelim bakalım? - Gurur ağbi gurur... Sende, bende, babamda baba taraf sülâlemizin birçok ferdinde... Babamın ne kadar gururlu olduğunu tasavvur etsene! Yusuf'a ömür billah böyle bir hususun mâhiyetini sormaz. İlk adımı ondan bekler. Zâten benden de red cevabı alındığına göre mes'ele çoktan kapanmış demektir.- İşin gücün şeytanlık diyorum da kızıyorsun bana!- Biraz da mesleğim bu ağbi! İnsanları tanımak... Gerçi ben cemiyetle uğraşıyorum, ama biliyorsun, cemiyete giden yol fertten geçiyor. Bunun için biraz dikkat yeter. Ben hiç tedbirimi almadan-adım atar mıyım?Bunu söylerken ağabeyinin yanma geldi. Karşısında çocuklar gibi bir o yana bir bu yana sallandı. Kendisini çocukça bir neş'e İçinde hissediyordu. O hâlde devam etti:- Ağbi bu akşam Antalya'ya gidiyorum. Side'de üç-beş gün tatil yapmayı düşünüyorum. Ne dersin?- Akşam bir alay kavga ettin. Demek Side'ye gitmek içindi hepsi...Peki kimlerle gidiyorsun?-Sâdece bir kişi.. Dün okula beraber gitmiştik ya, işte o arkadaşla... Sen tanımazsın. Leylâ diye biri. Haa sormadan söyleyeyim: Leylâ ile okula lâf olsun diye gittik. "Hocaya danışma mes'elesi" işin bahanesi...- Okulların açılmasına surda on-on iki gün var. Bu tatili arkadaşım teklif etti. Side'de yazlıkları var. Bu yaz, birkaç dersinden ikmâli var diye gidememiş. "İkmal imtihanları bitti, hiç olmazsa şimdi gidip biraz dinleneyim" diyor.177- Sizinle birlikte kimler var başka?.- Yalnız ikimiziz. Ama sakın merak etme! Leylâ'nın dayısı da hâlâ orada. Dayısının da kendilerine yakın bir yerde yazlığı varmış.- Kendi ailesi neredeymiş?- Bir ay kadar kalmışlar bu sene.. Babası Devlet Hasta-nesi'nde dahiliye mütehassısı. Yıllık izni bittiği için dönmüşler.- Bak Râbia! Aklı başında bir kızsın. Yaşını başını da aldın, çocuk değilsin. Nasıl hareket edeceğini bilirsin. Ağbin olarak sana güvenirim.. Gönül rahatlığıyla izin veririm, iyi de babam ne olacak? Onun tepkisini hiç düşündün mü?- Dün akşam olanlardan sonra göstereceği tepkiyi de biliyorum. O kızgınlıkla, bir müddet hiçbir işimize karışmayacaktır.- Peki ya sonra?- Sonra da unutulur gider.Bilirsin, kinci değildir babam. Düşünsene, bizden başka kimi var ki? Günü gelip fırsatını bulunca bizden intikam alacak değil ya!..- Çok emin konuşuyorsun. İnşaallah dediğin gibi olur.- Benimki tahmin işte.Olacakları bir gün görürüz birlikte. Temennim hayâl kırıklığma uğramamak. Daha önceleri de aile içinde bundan beter nice hâdiseler oldu..- Yâni senin anlıyacağın, babamı tanıdığım kadarıyla hüküm veriyorum. Bir iddia yok ortada!..

Page 82: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Hayırlısı bakalım. Akşam mes'eleyi babama açayım. Senin konuşman hiç uygun olmaz.- Sağol ağbi, ne iyi bir ağbisin sen!Gidip ağabeyinin boynuna sarılmak istedi. Yavuz bir yandan gülerken, bir yandan da geri geri kaçtı.- Seni yağcı seni! Adam tavlamayı nasıl da beceriyor-sun!...Bir müddet salonda kovalamaca oynaya oynaya gülüştüler. Neden sonra oturduklarında nefes nefeseydiler.. Yavuz durdu durdu, ciddileşti.- Denize girip girmeyeceğini sormama lüzum yok herhalde?178Râbia gülmeye devam ederek:- Aaa, ne işim var benîm denizle! Arkadaşım isterse girer bana ne! Benim istediğim biraz değişik yerler görmek. Deniz havası, güneş, değişik bir ortam.. Zâten yüzmeyi de bilmiyorum ya!...- Girmeyeceğini biliyordum zâten, kardeşim benim!. Gülüştüler gene:Yavuz ayağa kalktı, Biraz gezindi odada. Pencereye yaklaştı; bahçeyi, yolu seyretti. Kardeşine döndü:- Ben bir telefon edeyim, sonra da dışarı çıkayım.- Ben de akşama kadar bardayım.Ufak tefek hazırlıklar yaparım. İnşaallah akşam işler umduğumuz gibi gider.Yavuz'un telefonla aradığı, hocası Aydın Bey'di. Yerinde olduğunu Öğrenince oraya gitmeye karar verdi. Hazırlanıp dışarıya çıktı. Garajdan arabasını çıkardı. Uzun zamandır binmediği arabası kapalı yerde durmasına rağmen toz içindeydi. Yolunun üzerinde bir benzin istasyonuna uğradı. Benzin aldı, arabayı yıkattırdı.Yolda giderken, benzin istasyonunda oyalanırken kafası hep bir düşünceye saplandı kaldı. Bu hâl Aydın Bey'in bürosuna gidene kadar devam etti...Kardeşini düşünüyordu. Acaba hiç tereddütsüz "olur" demekle iyi mi etmişti? Bu güne kadar yalnız başına Konya dışına çıkmamış Râbia'nm, ne kadar emniyetli olursa olsun, böyle bir seyahate çıkması doğru muydu?Babası kimi noktalarda haklıydı. Şu şartlarda bir genç kıza sâhib çıkmak ne dereceye kadar mümkündü? Bu devirde baba olmanın mes'uliyeti kimbilİr ne kadar ağır" diye tasavvur etmeye çalıştı. Hele hem annelik hem babalık yapmak!."Saldım çayıra mevlâm kayıra" felsefesiyle; evlâdını dünyâya getirip gerisine karışmayan nice ana babalar var-dı.Evlâdının yeme içmesi, giyinmesini karşılamak birçokları İçin vazifeyi yapmak demek oluyordu.Babasını düşündü... "Acaba haksız olan ben miyim?" diye Önceleri de zihnini kurcalayan suâle cevab aradı.Net bir cevab yoktu gene."Ben de hatalıyım kimi yerler-179de; lâkin çok zaman hatalı olan oydu" hükmünü verdi. "Bize gerekli ihtimamı hiçbir zaman göstermedi."Bir şeylerin eksikliğim her zaman duymuştu. "Ah bir bilebilseydim derdimin ne olduğunu, dermanının nerede olduğunu!..." Ne yazık ki cevabı senelerdir aramasına rağmen henüz bulmuş değildi.Aydın Bey'de de aradığını tam bulabilmiş değildi. "Hiç olmazsa mantığımı tatmin ediyor, beni rahatlatıyor" diye düşündü, "içinde dönüp durduğum girdabdan geçici de olsa çekip akyor beni. Yaralarıma pansuman oluyor. Şimdilik başka çârem de yok zâten!.."Annesi geldi aklına. Kendisi mes'elenin şuurunda olsa da, annesinin emânetini hatırladı tekrar. Râbia'yı düşündü. "Şayet Râbia'ya benim yüzümden, benim ihmâlimden bir şey olursa hiç affetmem kendimi" diye alev saçan sözler çıktı ağzından."İnşaaîlah yanlış bir karar vermemişimdir" diye diye kendini Aydın Bey'in bürosunda buldu.180XVISelâmi Bey, o gün eve biraz geç dönmüştü. Eve geldiğinde sofranın hazırlanmış, çocukların da beklemekte olduklarını gördü. Babalarını beklemişler, yemeği yememişlerdi.

Page 83: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Gördüğü manzaradan hayrete düştü. Uzun zamandır tek tek yemek yediklerini düşündü.Yemekte hiç konuşmadılar. Herkes önüne bakıyor, birbiriyle göz göze gelmemeye dikkat ediyordu.Kalktıktan sonra Râbia hemen odasına çekildi. Selâmi Bey kahvesini getirtti. Salonda içmeye koyuldu. Yavuz birkaç defa bir şey arıyormuş gibi salona girdi çıktı. Nihayet son girişinde, babasına uzak bir koltuğa oturdu. Tedirgin bir bekleyişten sonra mes'eleyi açtı babasına..Netice Râbia'mn gündüz tahmin ettiği gibi olmuştu. Yüzü asık olan Selâmi Bey oğluna baktı. Soğuk bir ifâdeyle:- Ne hâliniz'varsa görün! Nereye isterse gitsin, cevâbını verdi.Yavuz mes'eleyi teferruatıyla aniatmak istedi. Niyeti babasının muhtemel tereddütlerini ortadan kaldırmaktı. Buna da kestirme cevab verdi babası:Hiçbir şey dinlemek istemiyorum. İstediğinizi yapabilirsiniz!..Yavuz sustu bunun üzerine. Bir müddet oyalandı. Râbia'mn odasına gitmek kastıyla ayağa kalktı, yürüdü..Babası seslendi arkasından:- Az sonra fabrikaya gideceğim. Belki geç dönerim!Oğlu uzaklaşırken saatine baktı: "Yatsıya daha vakit var, fabrikada kılarım yatsıyı..." diye mırıldandı."Aslında zihnim ne kadar da yorgun. Bir taraftan fabrika, bir taraftan vakıf işleri, bir de şirket çıktı şimdi, üstüne üstlük şu çocuklar var bir de!..Hepsinin üzerine tuz biber olu-181yorlar. Hangi biriyle adamakıllı ilgileneyim bilmem ki!""Şu çocuklar hâricinde, çok şükür bütün işler yolunda gidiyor. Önceleri korkmadım değil, ama şu Yusuf'un hakikaten kafası çalışıyor, Her şey yerli yerinde, ortalık güllük gülistanlık..."Eski işçiler, işe ortak olduktan sonra Yusuf'un tahmin ve temennilerini'boşa çıkarmamışlar, sehâbet hissiyle canla başla çalışmaya başlamışlardı. Kimse işini savsaklamıyor, bitirene kadar çalışıyor,zaman yetmeyecek gibi olursa vereceği molalardan dahi kısıyor, işini yetiştiriyordu. Ücretler ilk andan itibaren iki misli artmıştı. İstihsal de iki hafta içinde iki misline çıkmıştı. İşler tam rayına girdikten, bazı birimlerde modernizasyona gidildikten sonra daha da artacağı şübhesiz-di. Herkes hayâtından memnun; birbirlerine kardeş, fabrikaya da yuva diyorlardı. Kendilerine dünyânın en kalabalık âîlesİ gözüyle bakıyorlardı.Vakit namazlarını, hep birlikte işi bırakarak cemaatle kılıyorlardı. Namaz kılmayanlar azdı. Bu azınlıktan birkaç kişi de namaza başlamışlardı.Mevsim de müsait olduğu İçin cami inşaatının avlu kısmı namazgah olarak kullanılıyordu. Yalnız herkeste; yağmurlar ya başlarsa,- kış ya bastırırsa... endîşesi vardı..Hissedar işçiler bu endîşe ve snbırsızlık neticesinde şöyle bir karar aldılar: İnşaatın hızlanması için; gündüz vardiyasından çıkanlar birer saat amelelik yapacaklardı. Buna ilâveten; Selâmı Bey kabul etmese bile karınca kararınca maddî katkıda bulunacaklardı.Bu karar Selâmi Bey'e ulaştırıldığında gözleri yaşardı adamcağızın."Bu fikir hanginizden çıktı?" diye bir soru sordu. Fakat cevab alamadı. Kabul etmekten başka yolu yoktu. Zira "çorbada tuzumuz bulunsun" diyenlere mâni olmuş olacaktı.Alamadığı cevabı birkaç gün sonra kendisi buldu. Pencereden Yusuf'la Nûreddin Efendi'yi diğerleriyle birlikte çalışır hâlde gördü. Hem de canla başla çalışıyorlar, diğerlerini arkalarından sürükleyip götürüyorlardı.Birkaç gün bu hâli fasılasız görünce dayanamadı. "ŞuNNûreddin Efendi belki benden on yaş daha büyük, hiç durmak olur mu?" dedi. Üzerine bir tulum geçirip çalışanların arasına daldı. Hissedar işçiler eski patronlarını bu hâlde görünce daha bir gayretle işe sarıldılar....Ortalıkta bayram havası vardı. Bu manzara karşısında hislerine gem vuramayıp ağlayanlar vardı. Nasıl hislenmesinler ki; koskoca işadamı Selâmi Serdengeçti aralarına girmiş amelelik yapıyordu.

Page 84: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Amelelik yaptığı o gün, bürosunda yapacağı işleri aksatmıştı. Kimi zaman yaptığı gibi o gece de çalışacak, ertesi güne yığılmaması için kalan işlerini bitirecekti.182183XVIIAydın Bey keyifliydi. Yavuz'u uğurladıktan sonra zevkinden yerinde duramadı. Bürosunda bir o yana bir bu yana gezindi durdu."Tamam" diyordu, "bu iş tamam!" Kafasındaki son tereddütleri de yok edersem, kuş kafeste demektir. Bu gün teklifi yapacaktım ama neyse biraz daha kıvama gelsin! Aceleye hiç lüzum yok.. Pek az kaldı zaten.. Birazcık daha sabır, gerisi tamam... Bundan sonraki görüşmemizde teklifimi yaparım..."Saatine baktı.. Bir saat sonra ziyaretine bir doçent gelecekti. "Öğle yemeğini burada yesem iyi olur, dışarıya çıkmaya lüzum yok" diye düşündü.Zile bastı; büronun hizmet işlerine bakan adam girdi içeri.. Etli ekmek ve ayran ısmarlamasını söyledi.Adam çekildikten sonra yiyeceği etli ekmeğe takıldı aklı.. " Bu yaşta ağır oluyor ama ne yapayım, günde beş öğün yiyesim geliyor! Bir daha dünyâya gelecek değilim ya.. Yiyebildiğim kadar yemeliyim. Ah şimdi canım viski çekti! İki duble yeterdi.. Ne yazık ki işyerindeyiz...""Hem birazcık içsem sapıtıyorum.. Şimdi Kaya Bey'de gelecek. Olur mu canım! Yanında olmadık potlar kırarım... Ne de olsa onun hocası mesâbesindeyim, bir itibarım var ortada. En iyisi bu hevesimi akşama saklayayım.. Tabiî canım, akşamlar ne güne duruyor!"Önündeki evraklara göz gezdirdi. "Kaya Bey gittikten sonra hallederim" deyip masanın bir köşesine kaldırdı.Gene içmeye takıldı kafası... " Akşamlan bir iki duble185atmak kafamı yerine getiriyor. Ah yemek-içmek; hayat bu işte!..."Gençliğini düşündü... Lise, üniversite senelerini gözünün önüne getirdi. Üniversiteden sonraki bekârlık yularını düşündü..."Ah şimdi otuz yıl geriye dönsem!. Yirmi beş yaşında çakı gibi bir genç!.. Neler yapardım neler!.. Kadmlar-kızlar, seyahatler, eğlenceler, sağlam bir mide, yiyecekler, içecekler..."Birden neş'esi kaçtı "Orta yaşın da sonlarmdayım artık!. İhtiyarlığa merdiven dayadım. Evet evet dünyâdan alabildiğim kadar kâm almalıyım. Ah şu uyku olmasaydı! Biraz daha uzun yaşamak... İnsan hayatı da teknoloji sâyesindf. hi-raz uzadı ama, üç beş seneden ne çıkar ki! Şöyle bir beş yu/ sene ömrüm olsaydı neler yapardım neler!..."Sağında, duvardaki aynaya ilişti gözü.. Kırışmış yüzü , sarkmış gerdanı, altında torbacıklar hâsıl olmuş gözleri şu üç-beş metrelik mesafeden dahi açıkça görülüyordu. Saçları... Bir zamanlar gür, siyah, kıvırcık saçları şimdi epeyce dökülmüş, başı kır bir renge bürünmüştü. Hâline bakıp dehşetle irkildi bir an!.."Şimdi boyleysem, on beş sene sonra kimbilir nasıl olurum?" •Nihayet aklına ölüm geldi. Tepeden tırnağa titredi... "Kaçilamayan akıbet!.. Bir ananın doğurduğu canlı; altmış yetmiş senelik bir Ömür ve sonunda yok oluş... Bir müddet sonra o canimin gömüldüğü çukur açılsa, görülecek manzara birkaç kemik parçası...""Hayat çok kısa! Ölüm denen heyulayı kafiyen aklıma getirmeden, geçmişte nasıl yaşamışsam, geleceği de aynen dolu dolu yaşamalıyım.""Öyleyse başkalarının düşkünlüklerinden, sefaletinden bana ne! Kendime asırlarca yetecek param var. İnsanlar arasında itibârım var. Bir şanım-şöhretim var...""Bugüne kadar elimdekileri çoğaltmak, daha iyiye gitmek için yaşadım.""Karım, iki çocuğum var. Belki, ölsem de bir an evvel186paramı yeseler diye bekliyorlar. Karımın bana saygı duy*.. ¦ ğunu, hele sevdiğini hiç zannetmiyorum. Çocuklarım ise; her biri kendi sevdasında.. En azından; kudretimin gölgesinde yaşamak istiyorlar..""İnsanların kimi sahtekârlığın, kimi sefaletin, kimi her türlü ahlâksızlığın pençesine düşmüşse bana ne! Benim hedefim belli: Şu üç güniük dünyâda

Page 85: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

olabildiğince mes'ud yaşamak... Başkaları için, neden benim rahatım kaçsın ki? Madem öleceğim, madem her canlı gibi yokluğa mahkûmum; rahat yaşamak birinci gayem olmalı öyleyse ."Yüzü korkunç bir hâl almıştı. Ardı arkası kesilmeyen düşünceler, yüzünü karmakarışık manzaralara buruyordu. Bakışları kâh bir vahşî Ortaçağ Avrupası derebeyinin mağrur bakışlarına benziyor, gözleri kâh hayatını şehvetine adamış Don Juan'ın şeytanî pınlhlarıyla doluyor, kâh altın arayan vahşî bir kovboyun heyecaniyle yüzünü kan basıyor, çehresi kâh bir Yahudi tüccarın iyi niyet maskeli, güler yüzlü fakat aldatıcı çehresine bürünüyordu.Birden aklına şu sual takıldı: "Biraz Önce param asırlarca yeter" diyordun. " Öyleyse hâlâ ne diye çalışıyorsun?.." Durakladı, gözlerini duvarda sabit bir noktaya dikti."Sahi, dedi neden hâlâ çalışıyorum?" Bu soru şimdiye kadar hiç karşıma çıkmamıştı.""Neden çıksın ki, şimdiye kadar ihtiyarlamaya başladığımı kabul etmedim. İnsan bu korkuya hep birdenbire mi kapılır? Halbuki gençlikten orta yaşa geçtiğim vakitlerde böyle şeyler hissetmemiştim."Bir başka ses cevab verdi:"Hayır budala! Elin ayağın tutana, kafan işleyene kadar çalışacaksın. Ya fakir düşersen bir gün? Ya hiç ummadığın kişilere avuç açarsan?.. Bir gün düşer de 'evlâdım' dediklerin elinden tutmazsa ne yaparsın? Düşersen eğer; dostlarını, yakınlarını, itibarını, saadetini, her şeyini kaybedersin... Öyleyse güçlü olmalısın. Güçlü olmak için de çalışmalı, kimselere güvenmemelisin!"İçindeki bu sesi teyid ederek iç huzuruna kavuşmak istedi. Her zaman müdafaa ettiği şu felsefeyi sessizce haykırdı187kendine: "Dünyâda iki grup insan var; ezenler ve ezilenler.-Ezilenlerden olmamak için güçlü olmalısın! Ve güçlü olmak için gerekirse ezmelisin! 'Ezenler' e dâhil olmalısın.. Hedefine ulaşmak için de, icabında en yakınlarının omuzlarına basıp yükselmelisin!.."Şimdi de itirafları oynuyordu. Gözlerini iri iri açarak devam etti:"Meselâ şu Kaya Bey.. İlerde birbirimize muhtaç olmayacağımızı bilsek neden bir araya gelelim ki! Bugün ona bir iyilik yapacaksam, gelecekte karşılığını beklediğim içindir. O da benim gibi aynı konumda..""Biz bir insanı konuşmalarından, hâl ve hareketlerinden, tepkilerinden tamyamayız. İnsanın gerçek dünyâsı; içinde yaşattığı gizli âlemdir, iç dünyasıdır.""Kimindi bu veciz ifâde" diye düşündü... Durdu durdu:"Aman, kimin olduğunun ne önemi var? Mühim o]an taşıdığı ma'nâ.Derin bir iç çekti. "Bir ömür boyu benim gibi nice entel-lektüeller, nice aydın insanlar baskı altında yaşadılar. Bırak fiiliyata geçirmeyi, fikirlerimizi söylememiz bile engellendi! Bu günün gençleri bu zincirleri bir nebze parçaladılar, yaşadıkları hayatla... Mukaddes aile anlayışı birtakım dinî tabular çatırdıyor. Bazıları yıkıldı bile. Ama»kâfi değil... Kıracak çok zincir var daha..""Ah şu halk! Ah câhil halk! Sen böyle kaldıkça, kahir ekseriyeti meydana getirdikçe benim gibilerin daha çok çekecekleri var!... Seni aydınlatmak isteyenlere hiçbir zaman iltifat etmedin!""Meselâ ben... Âhİret denen şu saçmalığa, Allah dedikleri varlığa, daha nicelerine inanmıyorum, inanmam da! Çocukluğumda nasıl da saf saf kanmışım o masallara!""Ama kimseye anlatamıyorum! Ailemden başkası bilmiyor. Neden?.. Çekiniyorum, korkuyorum. Evet evet, insanlardan korkuyorum!""Ne biçim hürriyet bu? Senelerdir şu Konya'dayım; hal-km baskısı Demokles'in kılıcı gibi her an başımın üstünde..."Kendi kendine bu içini döküşten sonra yüzünü ateşbasmıştı profesörün.. Sinirlenmiş, yüreği hızlı hızlı çarpıyordu.Tam o sırada kapı çalındı, lokantanın garsonu elinde paketle kapıda göründü.Eliyle boş sehpayı işaret etti:- Bırak şöyle oğlum..

Page 86: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Garson çekilip gittikten sonra da, büyük bir iştahla hırsını yemeğinden alır gibi yedi gelenleri.Yemek bitince, çay içmek üzere bürosundan çıktı. Büroda çalışanlar günde birkaç defa çay demlerlerdi. Bu çay saatlerinin biri de öğle vaktine rastlardı.Çalışanlar, Aydın Bey'in aralarına geldiğini görünce kendilerine biraz çekidüzen verdiler. Ona saygı duyarlar, biraz da çekinirlerdi. Yanıııda pot kırmamak, küçük düşmemek için azamî dikkat gösterirlerdi.Aslında hiçbirisi patronlarının şu biraderini sevmezdi. Fakat ne yapsınlar; işin aslanın midesinde olduğu günün şartlarında her kaprise katlanmak, her fikre aynen "doğru efendim", "çok haklısınız efendim", "isabet buyurdunuz efendim" demek zorundaydılar.Profesör selâm verip kendisine gösterilen koltuğa oturdu. Çalışanların yanma pek sık uğramazdı. Uğradığı zaman da hâsıl ettiği sıkıcı ortamda kendisi konuşur-kendisi dinler, arada bir tasdik ma'nâsmda sallanan başlar görür, konuştuklarına gülmeye başlayınca, etrafında zoraki, sahte tebessümler başlardı.O gün gene konuştu, havadan sudan bahsetti. Muhatab-ları gene dinler göründüler, gülümsemesine arada bir tebessümlerle iştirak ettiler.Çayını bitirince de ayağa kalktı:- Ben odama geçiyorum. Bir bey gelecek az sonra. İsmi Kaya Yalçın. Üniversiteden meslekdaşım.. Odamı gösterirsiniz..Odasına geçince masanın köşesine bıraktığı evrakları aldı, baktı baktı..."Neden aldım bunları elime, misafirim gittikten sonra çalışacaktım!.."189Kalktı, ellerini arkasında kavuşturdu, odada gitti geldi. Sıkıldı; pencereye yöneldi, bir müddet dışarıyı seyretti...O bunlarla meşgulken, beklediği misafir, önde, çalışanlardan yaşlı birisiyle içeri girdi. Kapının çalındığını duymamıştı bile...İhtiyar adam misafiri takdim edip hemen çekildi.Tokalaşma, kucaklaşma, hâl-hatır faslından sonra hemen mevzua girmek istedi Aydın Bey... Beriki dünden hazırdı buna..- İyi olur hocam.. Zâten çok mühim bir işim çıkmıştı. Size de söz verdiğim için geldim. Küçük kızım ufak bir kaza geçirdi de!.- Hayrola ne oldu?- Efendim merdivenlerden inerken ayağı kaymış, birkaç basamak yuvarlanmış..- Vah vah! Geçmiş olsun...Kırık-çıkık yoktur umarım.- Zannediyorum sağ kolunda kırık var. Kolunun üzerine düşmüş de...- Canım gelmeseydiniz buraya kadar! Bir telefon ederdiniz...- Olsun efendim.. Eşimle büyük kızım hemen hastaneye götürdüler.Profesör karşısındakine iğrenerek baktı. Sonra düşündü: "Ben olsam nasıl hareket ederdim^ıcaba?."- Neyse, tekrar geçmiş olsun.- Sağolun efendim..- Pekâlâ sadede gelelim... Bakın Kaya Bey, birbirimizi az çok tanıyoruz. Siz üniversiteye yeni geldiğinizde ben doktordum. İlerledim, yükseldim bu noktaya kadar geldim. Siz de bir takım merhalelerden geçip geldiniz buralara. Sevindiniz, üzüldünüz, badireler atlattınız. Ama vermeden de bir şey almadınız. Nice tavizler verdiniz, ilerisi için de kimbilir nicelerini vereceksiniz...- Evet hocam şuurundayım bunun. Her şeye hazırım..- Aynı zamanda, paylaştığımız ortak değerler var.Zih-niyet farklılığı yok aramızda. Birçok noktada anlaşıyoruz. Çağdaş Türkiye'yi daha da ileri götürecek fikirlere190sahibiz.Hocalarımızın ömür boyu süren Türkiye'yi aydınlatma, aydın fikirli gençler yetiştirme vazifesini halihazırda üstlenenler bizleriz. Çok ağır, o nisbette şerefli bir vazifemiz var.- Tabiî hocam... Aynı zamanda çok hassas bir görevdeyiz. Bizim dalacağımız gaflet, gelecek nesillere pahalıya mal olabilir!- Evet, çok güzel... Senelerdir kökünü kazımaya çalıştığımız köhne dinî değerler; cemiyeti uyutmaya, sömürmeye, süründürmeye devam edecektir o zaman..Bu başlangıçtan sonra, sıkılgan bir tavırla Kaya Bey meramını anlattı:

Page 87: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Efendim daha önce söz etmiştim ya; profesörlük tezimi tamamladım.. Şimdi vermek üzereyim. Tabiî tezim yeterli görülmeyebilir.- Bunlara pek sık rastlanmaz ama, gene de kurul geri çevirebilir.- Mâhiyetini de biliyorsunuz hocam.. Şimdi... Şimdi yüksek himmetlerinizi bekliyorum.- Siz merak etmeyin. Bir çevrem, nüfuzum var...- Yalnız Kaya Bey, bizim pasif arkadaşlara ihtiyacımız yok.Sözümü yanlış anlamayın, ama bazı arkadaşlarımızın belli bir merhaleyi geçtikten sonra eyyamcı bir hayata kapıldıklarını görüyorum. Bu da dâvamıza büyük darbe vuruyor. Neme lâzımcılığa, "bana dokunmayan yılan bin yaşasın" hastalığına tutuluyorlar.Nasıl bir te'sir uyandırdığını görmek için dikkatle muhatabına baktı. Önünde duran sehpadaki vazoya gözlerini dikmiş, nasihat dinleyen bir ilk okul çocuğu gibi duruyordu. Oturduğu yerde dahi cekedinin ilikli olduğunu o zaman gördü.- Geçen sene tesettürlü talebelere karşı birçok arkadaşımız çok pasif kaldılar. Birkaç ferdî tavır vardı, o kadar.. Bu sene hepimiz toplu tavır koyacağız!Otoriter bir sesle İlâve etti:- Bu hususta hiç taviz istemiyorum!.. Misafir başını kaldırdı:- Bu mevzuda takındığım tavrı birazcık siz de bilirsiniz191efendim. Bu sene daha da katı olacağımdan şübheniz olmasın!..Aydın Bey memnundu:- Teşekkür ederim, şübhem yoktu zâten..- İkinci mes'ele; burada ilk defa açıyorum size.. Camiadan bazı arkadaşlarm teşvikiyle dekan olmak İstiyorum. Malûm, dekanlık koltuğu şu anda boş. Vekâleten Cemil Bey yürütüyor işleri. Bizim kafamızda birisi de değil. Koltuğu ona kaptırmamak gerek. Bizim için pek bir şey değişmez ama gerici talebeler daha rahat hareket ederler. Arkadaşlar, en münâsib kişinin ben olduğumu düşünmüşler. Bu yaştan sonra, bir de buradaki işim olunca zor olacak, ama ne yapalım vazife... Zorluklara katlanmak gerek.- İsabet buyurdunuz hocam.. Hakikaten en münâsib aday sizsiniz.- Sizin de kendi çapınızda bir gücünüz var elbette. An-kara'daki, buradaki nüfuzuma rağmen sizlerin desteği, kulis faaliyetleri faydalı olacaktır. Bütün tedbirleri almak; sonra da suçu kadere,başkalarına atmamak lâzım, öyle değil mi?- Efendim, üzerime düşecek bîr iş olursa seve seve yapacağımdan emin olabilirsiniz. Sizin yaptığınız bunca iyilikten sonra...- Yok canım, bu da iyilik mi sayılır! Hak ettiğiniz bir şeyde benden yardım istiyorsunuz,*) kadar...- Sağolun, eksik olmayın hocam! Ben de üzerime düşeni ifa etmekten şeref duyacağım.Aydın Bey memnun memnun güldü...- Haa bir de şu var Kaya Bey: Benim eski talebelerimden birisi var; adı Yavuz.. İşadamı Selâmi Serdengeçti'nin oğlu. Dersine hiç girdiniz mi bilmem. Tanıyor musunuz?- Hayır, hiç dersine girmedim, tanımıyorum. Babasını duymuştum yalnız..- Onun hakkında istikbâle matuf bazı plânlarım vardı. Neyse uzun mes'ele.-Müsâit bir zamanda konuşuruz bunları.•••İhtiras ...Senelerce beni serâbdan seraba koşturan; belki daha nicelerini bir ömür boyu koşturacak olan efendi!.192Kimler köle olmadı ki onun emrinde! Kimler sürünmüyor ki onun yolunda! Ve kimler ram olmayacak ki Önünde!..Çocukluğumda dünyânın en zengin insanı olmak isterdim. Zenginlik için nelere tevessül edeceğimin hesabları-nı yapardım. Hayâl dünyâmın köşklerinde-saraylarında, köle misali çalıştırdığım insanlarla, sahibi olduğum mülklerin cazibesinde, sıcaklığında yaşardım.Birkaç yaş büyüyünce, okuduğum kitabların da te'si-rîyle, dünyânın en güçlü insanı olma sevdasına kapıldım. Gücüm iki taraflı olmalıydı: Asla yenilmeyecek pazu gücü ve herkese her şeye söz geçirecek kudret...Zaman geldi gençliğe adım attım. Kendimi, etrafımı yeni yeni tanımaya başlamıştım.

Page 88: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Ah ihtiras! Beni gene benimle başbaşa bırakmadın... Bu defa; insanlar arasında sivrilme, parmakla gösterilme, her vasfımla "en büyük" olma belâsına duçar ettin beni. Evet.. Beğenilme, şöhretle hemdem olma belâsı...Bununla kalmadın, yakamı bırakmadın. Yaşım az daha ilerlemesine, "olgunlaştım" dememe rağmen ancak biraz daha mâkûl, biraz daha törpülenmişti hayâllerim.Büyük bir masa, rahat bir koltuk, koca bir kese idi artık istediklerim. Fakat öyle bir tuzak kurdun ki bu sefer:Ne yapıyorsam "ne cömert insanmış, ne âlim adammış, ne yiğit-ne cesurmuş" desinler diye yapmaya başladım.Nihayet günün birinde; bir mezarlığın kenarından geçiyordum. Duvara yakın bir mezarda devrilmiş bir taş gördüm. Girdim içeriye, yanına vardım. Ne kadar da mahzun duruyordu! Lâkin o hüznün benim yolumu aydınlatacağını nerden bilebilirdim!Yan yatmış taşta beni iliklerime kadar titreten bir nasihat vardı. Yazı Osmanlıca idî:"Dün sizin gibi idim, yarın benim gibi olacaksınız!"Ayak ucundaki henüz devrilmemiş taşa gözüm ilişince bir defa daha sarsıldım:"Ey yolcu! Unutma; dünyâda gördüğün her şey bir Qv)fA

Dünyânın bütün hazînelerini bağişlasalar, bu kadar mes'ud edemezlerdi beni! Zira benimki Ölüler arasında bir dirilişti.Kabristanda hayat bahşeden ölüler; dışarda benim gibi milyarlarca hayat süren leş... Ne tezad değil mi?O günden sonra hep aradım, hep aradım... Üstadım, velînimetim, hocam, mürşidim, efendim... Seni buldum sonunda! İçimdeki "ben"i tanıdıkça "RabbinV'i tanımaya başladım. İrfan ufuklarında gücüm yettiğince kanat çırptım...İhtiras!.. Eski düşmanım; kimi vakit yalancı dostum. Sendek kurtuldum mu peki?Hayır; ancak bendesi olmaya çalıştığım Mevlâ'mın rızâsı yolunda en sâdık kölemsin şimdi!Arzularım, ihtiraslarım âhirete müteallik...Ey ihtiras! Karşımdaki şedid düşmanım iken, şimdi yanımda bana kanat çırptıran rüzgârımsın sen!..XVIIIYusuf o akşam biraz erken yattı. Uykuya henüz dalmıştı ki antrede duran telefonun ziliyle uyandı. Annesi ve kardeşinden önce kalkıp açtı telefonu. Telâşlı, ihtiyar bir kadın sesi:i'. -Yusuf Serdengeçti mi?¦ * - Evet hanımteyze benim, buyrun.Yalvarır, çaresiz bir sesti karşıdaki:- Ah evlâdım! Ben Nûreddin Bjlen'in hanırmyım. Efendi aniden hastalandı. Herhalde hastaneye kaldırmamız icab edecek. Seni aramamı istedi efendi evlâdım! Bir zahmet atlayıp gelemez misin?- Derhal geliyorum hanımteyze.. Peki cankurtaran lâzım gelir mi?- Ha onu da söyledi. Bir taksiyle gelirsen, beraberce gi---¦ - -¦. dersiniz hastaneye..- Kendisi su anda nasıl?- KÖtü görünüyor oğlum! Kıvranıp duruyor yattığı yerde...- Hemen yola çıkıyorum, siz telâşlanmayın.. Telefonu kapattığında, annesiyle kardeşini yanibaşındadikilmiş buldu. Soran gözlerle bakıyorlardı. Olanları kısaca anlattı. İsa:- Ben de geleyim mi ağbi?- Hadi hazırlan, belki sana da ihtiyacımız olur. Telefonla en yakın taksi durağını aradı...Az sonra hazır olup kapıya gelen taksiye binmişlerdi. İsa arkaya oturmuş, önünde oturan ağabeyini yan gözle süzüyordu. Ağabeyi gözle'rini yummuş, yandan göründüğü kadarıyla yüz kasları son derece gergin, kimbilir nerelerle rabıta halindeydi.194195

Page 89: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Yusuf İsa'ya bir-iki defa bahsetmişti Nûreddin Efen-di'den. Konya'ya gelmesi iki aya yaklaşmasına rağmen İsa'ya onu tanımak kısmet olmamıştı. Mübarek bir ihtiyar diye duymuştu, o kadar...Ne yazık ki bu kıymetli insanı ağır hasta haliyle tanıyacaktı. Belki son anlarını yaşıyordu. Belki de eve ulaştıklarında ruhunu teslim etmiş olacaktı!.Araba hızla yol alıyor, menzile bir an evvel varmak isteyen bir ok gibi karanlıkları yırtıyordu.Yusuf'ta değişiklik yoktu. Aynı hâli devam ediyordu. Şimdi de dudakları belii belirsiz kıpırdamaya başlamıştı.Bunu gören İsa'da tanımadığı bu insan için dua etmeye başladı.İkisi de şoförün "hangi sokağa" sorusuyla uyandılar..Yusuf sokağı ve evi tarif etti...Arabadan inerlerken şoföre biraz beklemesini tenbih etti.Koştura koştura bahçe kapısını geçtiler, kapıya vardılar. Daha ilk zilde kapı açıldı. Kadıncağız sevinçliydi:- Hoşgeldiniz, ne güzel,çabuk geldiniz ama...- Kardeşimi de getirdim hammteyze, derken telâşlı bakışları endîşeyle çevrildi kadına...- Ah yavrularım, endîşe edecek bir şey yok! İkinci defa telefon ettim, ama evden çıkmışsınız. Anneniz çıktı telefona. Buraya gelmek üzere çıktığınızı söyledi.Şaşkın şaşkın baktılar ikisi de.Birdenbire ne olmuştu?- Nûreddin amcanız iyi oldu evlâtlarını. İkinci telefonda onu haber vermek istedim. Olanları kısaca annenize anlattım.- Yazık, geç kaldım! Sizi de gecenin bu vaktinde buraya kadar getirip yordum. Hakkınızı helâl edin yavrularım.Yusuf şaşkın şaşkın bakmaya devam etti.. İsa ise aptal-laşmışh âdeta...- Çocuklar, Nûreddin amcanız o kadar tuhaflaşıyor ki zaman zaman! Tanıyamıyorum bazen... Rahatsızlandığında "komşuları ariyayım " dedim, istemedi. "Bana Yusuf'u çağır, yeter" dedi. Çıktım odasından size telefon ettim. Tekrar yanına gittim. Alnı boncuk boncuk terlemiş, inlemeye devam ediyordu. Mutfağa gittim; bir bez ıslatıp getireyim, alnmı-boynu-196nu şileyim diye... Dönerken beni çağıran sesini duydum. Acele gittim yanma.. "Lüzum kalmadı, kimseye lüzum kalmadı, çağırma Yusuf'u" dedi. Çoktan çağırdığımı söyledim. Bir daha telefon etmemi, gelmemenizi söylememi istedi. Sizi aradım ama...İhtiyar kadın, bunları heyecandan tekleyerek, nefes nefese anlatıvermişti.Anlatması bittiğinde içerden boğuk bir ses geldi. Nûreddin Efendi idi bij:-Geldiler mi yoksa hatun, kim onlar?Sesle birlikte kapıda göründü. Bir eliyle kapıya tutunuyor, sararmış yüzüyle dış kapıda dikilenlere bakıyordu.- Ooo gelmişsiniz! Buyur et içeri hatun! Ne bekliyorsunuz kapıda!.Yusuf İsa'nın kulağına parasını ödeyip taksiyi yollamasını fısıldadı.İsa hemen dışarı koştu, az sonra da geldi.Nûreddin Efendi'nin arkasından yattığı odaya girdiler. Gösterilen yerlere oturdular. Adamcağız olan bitenin şokunu hâlâ atlatamamıştı. Oturduğu yerde bir müddet boş boş duvarlara bakındı, sonra gözlerini gelenlere çevirdi.Kapı arkasından ses geldi:- Efendi, bir şeye ihtiyacınız olursa çağırırsın. Ben salondayım.Salonda bir sedire oturdu. Başını elleri arasına aldı, olanları düşündü:"Önce hasta oluyor, şu kadar acı çekiyor. Telefon ediyorum, çocukları çağırıyorum, birden karar değiştiriyor."Gel-melerine lüzum yok" diyor. İşin tuhafı; bunları söyledikten sonra odadan çıkmamı, çağırmadan da girmememi istiyor. Bir müddet sonra çağırıyor "Tamam, her şey bitti, çok şükür artık iyi oldum"diyor...Nûreddin Efendi nihayet gelenlere "hoşgeldiniz" diyebildi.- Kusura bakmazsanız şöyle biraz uzanacağım. Oda da biraz dağınık ya, hastalık hâli işte...Ayaklarını toplayarak yatakta uzandı..197

Page 90: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

İki kardeş söylenenleri hiç işitmiyorlardı bile. Habire olan bitenleri çözmeye uğraşıyorlardı.- Bahsettiğin biraderin bu delikanlı demek... Yusuf silkindi:- Ha evet, kardeşim İsa..İsa ise Yusuf'tan daha şaşkın, boyuna süzüyordu ihtiyar adamı.- Gecenin bu vaktinde de sizi rahatsız ettik çocuklar! İkinci telefonu duysaydım/, da buralara kadar kalkıp gelme-scydiniz.Yusuf:- Olsun, dedi gülerek.. Biz gene de gelirdik. Hem sana hizmet etmenin rahatsızlığı mı olurmuş!- Estağfurullah! Biz kim, hizmete lâyık olmak kim! Haddimize mi düşmüş...- Mutlak ma'nâda söyledim Nûreddin Amca! Mü'min mü'minin hizmetkârı değil midir aynı zamanda?- Allah razı olsun. Gene de zahmete soktuğum için hakkınızı helâl edin! Bilmem işte; büyüklerimiz hep böyle yapmışlar. Kimselere yük olmak istememişler. Bize de böyle öğrettiler.İsa ilk defa konuştu:- Ama ortada bir zaruret var. Hacet içindesiniz, öyle değil mi? Malûm; hacet gidermenin ecri Hakk katında çok büyüktür..Bütün yumuşaklığıyla İsa'nın gözlerine baktı. İsa,içine bir sıcaklık yayıldığını, bu ihtiyara kalbinde tarifsiz bir muhabbet uyandığını hissetti.- Allah razı olsun yavrum!..Hafızası maziye kaydı gitti.. Çocukluğunu, gençliğini hatırladı. Dinini Öğrenmeye, yaratıcısını tanımaya, O'nun ha-bibini sevmeye çalışırken gördüğü zulümleri; Kur'an öğrenmek, ilim tahsil etmek için çektiği meşakkatleri hatırladı. Hepsi bir sinema şeridi gibi gözlerinin önünden bir bir geçti."Filan yerde mütedeyyin bir adam varmış" diye konuşulduğunu, feşmekân yerde bir muallim varmış, Cum'a namazlarını kılıyormuş, bir doktor varmış teravih namazındaUgörmüşler" diye anlatıldığını dün gibi hatırlıyordu.Daha şundan yirmi-yirmi beş sene evvel, İstanbul'da günlerce cami cami gezmiş, "namaz kılan bir lise talebesi bulur muyum" diye beyhude dolaşmıştı.Nûreddin Efendi'yi Yusuf'un sesi çekti hâtıralarından:- Nûreddin Amca iyi misin?Cevab verirken çocuk gibi saftı sıması:- İyiyim Yusuf'um merak etme! Çok iyiyim.. Birden daldım da maziye...Tekrar İsa'ya baktı:- Bir maziye baktım, bir de yüzbinlerle, milyonlarla numunesi gibi İsa'ya... Köprünün altından çok sular akmış! Bir zamanlar arayipta bulamadığımız gençlerden şimdi adım başı var...- Şükürler olsun Allahım! Sonsuz şükürler olsun!.. Bunları söylerken; tavana bakan gözlerinde kaynayangözyaşları göz pınarlarına sığmamış, birkaç damlası yanaklarına doğru süzülmüştü.Yusuf artık "nasıl olup da iyileştiğini sormanın zamanıdır" diye düşündü. Yoksa kendisinin anlatmasını mı beklemeliydi? "En iyisi sormak" diye karar verdi. Nasıl soracağını da biliyordu..- Çok enteresan Nûreddin Amca. Birdenbire şiddetli bir sancı tutuyor. Gene birdenbire sancıdan eser kalmıyor? Belki geçici bir iyileşmedir bu.. Tekrar rahatsız edebilir. Olur ya, nöbet nöbet gelebilir!- Hayır Yusuf bir daha gelmez.- Bu kadar emin konuşma. İstersen yol yakınken hastaneye, âcil servise gidelim. Şikâyetini anlatırsın , bir çâresine bakarlar. Sonra çok geç olabilir.- Yoo hakikaten lüzum yok. Her şey bitti çok şükür! . İki kardeş bu sözde tuhaf bir ma'nâ sezdiler..Hafif sitem kokan bir sesle:- Bak Nûreddin Amca! Seni ne kadar sevdiğimizi bilirsin. Eğer imalı konuşmayı bırakıp bize net bir cevab vermezsen, sabaha kadar şuradan şuraya adım atmayacağız! Nöbet tutacağız başında...198

Page 91: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

199Başından beri zor durumdaydı Nûreddin Efendi. Mes'eİeyi yuvarlak cümlelerle kapatmayı istemişti.- Fakat gitmemizi istersen...- Hayır hayır gitmenizi isteyen kim! Her şey bitti diyorum sîze!..- Yalnız bundan şu ma'nâ çıkar: Ölüm pek yakın! Dünyalık İhtiyacım kalmadı. Umutsuz bir vak'a,çâre yok...Öyie mi?Nûreddin Efcndi'nin yüzü; odaya ilk girdiği andakine benzer hâle girdi. Yusuf'un son sözlerini belki de hiç işitmeni iş ti.- Her şey bitti, diye tekrarladı.Yatağında ağır ağır doğruldu. Yastığını kaldırdı, sırtını yasladı. Olduğu yerde bağdaş kurdu.Geçmişte olan hâdiseyi yeniden yaşıyor gibiydi. Gözleri iri iri açılmış, bütün dikkatini olanları seyre vermişti âdeta...Bakışlarını diktiği noktadan ayırdı, çocuklara çevirdi:- Yusuf, tedavi ettiler beni. Hastalık diye bir şey kalmadı!Fevkalâde birtakım işler olduğunu hemen anlamıştı Yusuf. Zira onun dünyâsına yakın bir dünyâda yaşıyordu.- Anlatır mısın neler oldu?İsa'ya baktı, sonra Yusuf'a sorar gözlerle baktı..Yusuf tereddüdün sebebini anlamıştı. Büyük bir iç mücâdelesi geçirdiği belliydi, içinde kimbilir kaçı gibi coşup coşup kabaran sırlardan sonuncusu idi bu. Aslında hiç anlatmak istemiyordu. Hele odada İsa'nın olması vaziyeti daha da güçleştiriyordu.- Nûreddin Amca, eğer anlatmanda bir mahzur yoksa, İsa'nın varlığından da çekinme.. Emin olabilirsin, her şey bu odada kalacaktır.İsa şimdiye kadar nazariyatta çok duyduğu, ameliyatta ilk defa karşılaştığı bu hâdise karşısında çok heyecanlanmıştı. Mes'eİeyi anmda idrak etmişti. Boynunu büktü .. "İsterseniz çıkar giderim, diyordu sanki..Nûreddin Efendi Yusuf'un sözleri üzerine daha bir sükûn bulmuştu. İsa'nın son hâli, bel-200ki bir yerlerden aldığı işaret onu konuşturmaya ba>- Hastalığım böbreklerimden.. Bundan on ay kjdar evvel şikâyetlerim başlamıştı. Doktora gittim, röntgen filmi çektirdim. Doktor baktı baktı: "Sol böbrekte çok hafif bir şey var, henüz başlangıç safhasında ... Fakat sağ böbrekte iltihap tahriş etmiş böbreği... Şimdilik ilâçla, iğneyle tedavi edeceğiz. Netice vermezse sağ böbreğe cerrahî müdahale gerekecek" dedi. Bir ay devamlı iğne vurdurdum, ilâçları kullandım. Bitince tazeledim. Tekrar tekrar derken, bir şeyciğim kalmamıştı.- Artık biraz daha dikkat ediyordum kendime... Ayaklarımı, vücudumu sıcak tutmaya çalışıyor, soğuktan ve rutubetli ortamlardan sakınıyordum...- Bu gece sağ tarafımda şiddetli bir sancı başladı. Evvelkilerden çok daha şiddetliydi.Bizim hatuna seni çağırsın diye telefon ettirdim. O telefon etmeye gitti, geldi...Tekrar dışarı çıktı. O sırada içimden bir ses öyle bir kükredi ki!.. "Bu vakitte neden Yusuf'u getirteceksin?" diyor; görünmez eller boğazıma sarılmışlar nefesimi kesiyorlardı sanki!- Şimdi şimdi yorumunu yapıyorum da;kimseden bir şey istememe, sâdece Allah (C.C)'tan isteme mes'elesi etrafında düğümleniyor her şey...- Sancının da ızdırabıyla bir an düşünemedim... Halbuki bu zamana kadar kimseden bir şey istemeden yaşamıştım..- Bir de hüzün karıştı işin içine.. İçimde Öyle bir burukluk vardı ki, sessiz bir feryatla "Yârabbim sen imdad gönder! Senden başkasına muhtaç etme beni! Bir defa daha haykırdım; "medet yâ Hakk!" bir daha, bir daha...-İşte o zaman olan oldu. Gaibden bir ses; "bekle, kimseyi çağırma, biz geliyoruz!..." Yanlış mı duydum diye etrafıma bakındım. Hayır kimse yoktu odada. Anladım mes'eleyi.- Odaya gelip; getirdiği ıslak bezle alnımı, boynumu silen hatuna tekrar telefon etmesini, sonra da çekilip bir odaya kapanmasını, çağınncaya kadar da gelmemesini söyledim.- Şaşkın şaşkın baktı yüzüme. Hiç itiraz etmeden odanın ışığını söndürdü, çekildi gitti.

Page 92: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

201- Ortadan el ayak çekilince, hayret; sancım da şıp diye kesiliverdi!- Oh, şükür Allahım, dedim. Bir saattir çektiğim neydi öyle!- Yatağımda doğrulmaya çalışırken, birden karşımdaki duvar yarıldı. Üç heybetli insan, süzülür gibi içeri girdi. Üçü de sakallı, sarıklı, cübbeliydiler..- Selâm verdiler.. Bir yandan selâmlarını alırken, hürme-ten toparlanıp kalkmak İstedim. "Uzan"dedi içlerinden en yaşlısı. "Şimdi seni ameİiyat edip bu dertten kurtaracağız."- Boylu boyunca uzattılar yatağımda beni. Ondan sonra ne yaptılar hiç bilmiyorum, öyle hafiflemiştim ki, kendimi boşlukta uzanmış yatıyor zannediyordum.Ne kadar zaman geçti bilmiyorum, içlerinden biri "tamam" dedi. Şurup şişesi gibi ufak bir şişeyi gösterdi. Kan ve bilemediğim başka şeylerle doluydu içi. Şişeyi uzatarak "derdin işte buymuş" dedi. "Allah'ın inâyetiyle şifâ buldun.."- Selâm verip geldikleri yerden çıkıp gittiler... Yusuf'la İsa bitti zannederlerken aynı heyecanlaNûreddin Efendi devam etti:- Ortalıktan kayboldular. Çocukça bir saflıkla, dışarıda bir yerlere gidiyorlar gibi bir zehaba kapıldım. Doğruldum, sağımdaki şu pencerenin perdesini ayırayım dedim. Sokakta ne yürüyenler, ne ayak sesi, ne de başka bir ses vardı. Sâdece kulaklarımda sessizliğin sesi çınlıyordu.- Bir ara derinden derine bir ses duydum. Odadan mı geliyor diye etrafa bakındım. Diğer odalardan mı geliyor diye ortalığı dinledim. Hayır hayır; dışardan, bahçeden geliyordu ses... Neydi biliyor musunuz? Birileri sanki zikir halkası kurmuşlar, Allah'ı zikrediyorlardı. Arka arkaya "Allah" diyorlardı. *- Hemen atıldım pencereye.. Kimdi bu saatte bunlar? Perdeyi sıyırdım.. Aman Yârabbim!...Sakallarından yaşlar süzülüyordu.. Yaşlı gözlerini evvelâ çocukların gözlerinde gezdirdi. Sonra hâlinden utanıyor, kendinden tiksiniyor hâlde:- Aman Allahım! Ne büyük gaflet içindeyim! Gördüğüm202manzara Öyle müthişti ki! Nasıl anlatsam bilmiyorum!Bahçedeki ağaçlar secdeye kapanmışlar, evet evet secdeye kapanmışlar, boyuna "Allah" diyorlardı.Başını kaldırdı, iki kardeşe baktı. İkisinin de gözleri dolu doluydu. Yanaklarından birer ikişer damla taşmış, aşağı yuvarlanıyordu.Öyle acaib bir hâldeydim ki, neden sonra gömleğimi sıyırmayı akıl ettim. Karanlıkta bir şey belli olmuyordu. Kalktım ışığı yaktım,baktım. Böbrek nahiyemde, yara-bere, hiçbir şey yoktu. Sâdece sivrisinek ısırığına benzer bir şişlik ve kızarıklık vardı.Ayağa kalktı, gömleğini sıyırdı:- İsterseniz siz dt; bakın...Çocuklarla beraber ameliyat yerine kendisi de baktı. Bakarken şaşkınlığını gizleyemedi:- Aaa! Kızarıklık şimdi daha da azalmış. Hakikaten ameliyat gören yerde; hafif bir kızarıklık görülüyordu.Bu harikulade hâllerin hikâyesini ardarda dinleyen Yusuf:- Allahüekber, demekten kendini alamadı..Her zaman hassas çalışan kalbi, sanki dışardan duyulacak kadar şiddetle bu tekbire dem tutuyordu. Her kalb atışıy-la bir Allah sedasının göğsünde şelâle gibi güınbürdediğini hissediyordu. Kalbinin dört parmak kadar altında şu anda volkanlasan bu kaynamanın te'siriyle göğüs kafesinin sol tarafı genişledikçe genişliyor, bir inşirah duyuyor, kalbi göğsünü zorlayıp dışarı fırlayacakmış gibi oluyordu.İsa başını önüne eğmiş, dudakları belli belirsiz kıpırdıyordu.Yusuf heyecanla, biraz da çekinerek sordu:- Nûreddin Amca, peki tanıyabildin mi gelenleri?Bir defa daha sıkıştırıldığını görünce, bu sefer kararlı bir tavırla cevab verdi:- Sâdece birini tanıdım. Ama onun İsmi de bende sır olarak kalsın... Söyleyemem!.

Page 93: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Az sonra Yusuf'la kardeşi dışardaydılar. Saat gecenin203bir'ine yaklaşıyordu. Ara sokaklardan ağır ağır ana caddeye çıktılar. Havada insanı üşütmeyen tatlı bir serinlik vardı. Hafif bir esinti bile yoktu. Yıldızlar salkım salkım kandiller gibiydi. Gökte tek bir bulut görülmüyordu.Ay arkalarında, yolun soluna geçtiler. İkisi de birbirinin niyetini anlamıştı sanki..- Ne dersin eve yayan gidelim mi İsa?- Ben de aynı şeyi teklif edecektim ağbi. Yaşadığımız asırlara bedel şu dakikalardan sonra, bir de insana huzur veren şu yıldızlı gecede en güzeli böyle...- Ağbi biliyor musun, dört senedir İmam-Hatib'de Öğre-nemediklerimi bu gece bir saat içinde öğrendim. "İrfan" dedikleri şey bu olsa gerek!- Evet İsa, aynen öyle... Hâlâ o atmosferden çıkmış değilim.- Ben de öyle ağbi.. Ciltlere, kütübhânelere sığmayacakşeyler bunlar..- Onların bir izahını yapmaya da lüzum yok. Sen tahsilini gördün bunların. Bazı şeyleri benden iyi bilirsin İsa..- Aslında o kadar çok şeyin izahına ihtiyacım var ki! Ama ben alacağımı aldım bu gece.. Mes'elenin diğer yönleri bir tarafa, içimdeki bazı şübhe ve tereddütler yok oldu. Şimdiye kadar kitablardan, hocalarda*!, arkadaşlarımdan çok şeyler duydum. "Keramet" i sâdece bunlardan öğrendim. Tabiî buna öğrenmek denirse!.. Yalnız, içimde hep bir şübhe kırıntısı vardı. "Acaba" sorusunu zihnimden söküp atamadım bugüne kadar.. Her şey gözümün Önünde olmamasına rağmen şu kadarı da yetti bana! Artık seksiz şübhesiz inanıyorum.- Bu büyük insanın rûh dünyâsı hakkında hiçbir fikre sahib değilim. Sen kimbilir daha nelerini görmüşsündür?Yusuf, cevabsız bıraktı bu suali.. Tebessüm etmekle yetindi.- İhlâs nedir, işte orada gördüm. İhlâsla yapılan dua, bir de tertemiz kaîblerden çıkarsa asla boş çevrilmiyor. Bütün ha-, yata yayılmış bir ihlâsm bir anlık tezahürüydü ordaki. Bilmem yanılıyor muyum?Yusuf memnun, evet ma'nâsmda başını salladı.- Deminden beri kafamı kurcalayan mes'ele şu ağbi; işin püf noktası: Neden Öyle davrandı? Evvelâ bir şey söylemek istemedi. Sonra ağzından bir-iki sır kaçırdı. Gerisini getirmeye mecbur kaldı.- Hâdiseyi bir başka zaman sâdece sana anlatabilirdi. Hattâ sana da hiç anlatmayabilirdi.- İşte onu bilemem!..- Ağbi, belki hepsini bilerek yaptı. Belki aldığı emir öyleydi. Belki programlamış bir makina gibi hareket etti. Belki Ij konuşmaların tabiî seyri bizi o noktaya getirdi.* - Şimdi püf noktasına geliyorum. Her ne ortamda olursaolsun; neticede Allah (C.C) bir kulunu vesile kılarak bazı şüb-helerimi yok etti! Çok şükür hakikati fazla geç olmadan öğrendim. Yoksa maazallah, birtakım mes'elelerde ömür boyu boşuna kürek çekebilirdim. Şükürler olsun Allahım, fitneye açılabilecek bir kapıyı daha kapattın! Şükürler olsun sana!Yusuf'un gözleri parladı bu sözlerden... Şefkatle elini kardeşinin omzuna attı. Bir müddet konuşmadan öylece yürüdüler. Nihayet gülümseyerek kardeşine baktı: ¦ -¦¦ -Sen öyle diyorsan öyledir...O sırada karşıdan gelen bir otomobilin farları; ağabeyine bakan İsa'ya her şeyiyle göstermişti bu mes'ud tebessümü. Devam etti Yusuf:- İşte vicdan duruluğuna ermiş bir insan... Her türlü hasislikten ruhunu arındırmış biri. Samimiyet ise bu vicdan duruluğunun sâdece bir buudu. Neticede Allah (C.C) istenileni veriyor.Beş kilometre kadar tutan yolu; bu hislerle sohbet ede ede kat'ettiler. İki kardeşin, ne zamandan beri böyle tatlı, böyle bereketli sohbetleri olmamıştı.Eve vardıklarında saat iki buçuğa yaklaşıyordu. Vaziyetin kötü olmadığını telefondan öğrenmesine rağmen, anneleri gene de yatmamıştı. Yusuf, annesi bir şey sormadan birkaç cümleyle hülâsa etti her şeyi...İsa ve Nesibe Hanım vakit geçirmeden yattılar. Yusuf odasına geçti, somyasında biraz oturdu. Olanların te'sirinden

Page 94: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

204205hâlâ kurtulamamıştı. Masanın önünden sandalyeyi çekti. Sık sık yaptığı gibi dirseklerini masanın kenarına yaslayıp, başını ellerinin arasına aldı. Zâten bu sebebden cekedinin, gömleklerinin ilk eskiyen yeri dirsekleri oluyordu..Aklına dışardaki yıldızlı gece geldi. Semânın bütün ihtişamıyla insana haykırdığı hakikatleri düşündü. Ve kararını verdi:"Bu gece uyumayacağım. Çoktan beri sabahiamamıştım zâten. Yazık,sık sık yapmam gerekeni ihmal ediyorum! Bundan sonra, hiç olmazsa haftada bir gece benim olsun.Kalktı, masanın solunda, köşede duran dolabın kapısını açtı. İçte, derinlerde el yordamıyla arandı arandı... Nihayet yakaladı. Uzun bir karton kutuydu çıkardığı. Bir yerini incitmeden, usul usul açtı, içindekini naylon kılıfından çıkardı, elleriyle kavradı, evirip çevirdi. Kırk yıllık bir dosta sarılır gibi göğsüne bastırdı, kucakladı.Bu bir gök dürbünüydü. Tahsilini gördüğünü ilmin ufak çaptaki âletlerinden biri...Amcası hediye etmişti bu dürbünü. Üniversitenin ilk senesinde iş icabı İstanbul'a geldiğinde almışts.Yiğenine giyecek bir şeyler almak istemiş "hayır" cevabını almıştı. Başka şeyler almak istemiş, Yusuf gönderdiğin para bol bol yetiyor hiçbir şeye ihtiyatım yok. " demişti. Amcası "öyleyse söyle ne lâzım?" deyince* utana sıkıla, elinde şimdi tuttuğu gök dürbününe ihtiyacı olduğunu söylemişti.Odasının ışığını söndürdü. Gürültü yapmamaya çalışarak bahçeye çıktı. Dışarda derin bir sessizlik vardı. Biraz gezindikten sonra, kimbilir hangi devirden kalma, kendisini bildi bileli bahçede duran yassı bir mermer kayanın üzerine oturdu.Sessizliği dinledi. Uzaklardan gecenin sessizliğini yırtan köpek havlamaları duydu. Sokak lâmbasının önünden ardar-da birkaç defa bir yarasa geldi geçti. Yakınlarda bir yerde bir baykuş öttü.."Her şey yerli yerinde ve zamanında. Her şey ayrı bir güzel... Ve her şeyin sahibi O! O kimseye muhtaç değil, her mahlûk O'na muhtaç.. Köpekler, yarasalar, baykuşlar...""Hepimiz yaşamak için havaya, suya, ekmeğe muhtaç... En çok havaya muhtacız, tabiatta en bol olan da o!""Rabbim, her nimet seni rahmetinin eseri! Bir an rahmet nazarlarını üzerimizden çeksen bizim hâlimiz ne olur?! Bu kadar isyanımıza karşı, vermeye devam ediyorsun! Bize tövbe kapılarını açık tutup mühlet veriyorsun."Bu duygularla dürbünü kaldırdı. Gökyüzüne daldı gitti. Biraz Önceki yıldızlı semâda öncekilere eş nice yıldızlar doğdu bir anda! Öncekiler de ziyalarını artırmışlar kendilerini . , seyre dalan bu insanoğluna tebessüm ediyorlardı.IJ' Hayranlıktan mest olup; dünyâyı, kendini unuttu.Defalarca seyrettiği semâdan her seyrinde ayrı lezzetler almıştı. Gene ürpertilerle bütün bedeni titriyor, kaîbi hızlı hızlı çarpıyordu. Kalbinden gelen "Allah" nidalarını olduğu gibi işitiyordu. Bir fısıltı, bir inilti gibi değil gümbür gümbürdü sesler!..Her zaman düşündüklerini gene düşünmeye başladı.. . Sâdece Samanyolu galaksisinde iki yüz milyar yıldız.. Onun gibi yüz milyar galaksi daha.. Bizim güneşimiz gibi nice güneşler.. Ve o güneşler etrafında kimbilir ne kadar seyyare, peyk...Bunlar kıt ilmimizle bildiklerimiz.. Bilmediğimiz neler var daha!?' . Gökyüzünü dürbünüyle tararken bir meteorun düşüşânını yakaladı. Gökten binlerce meteorun yağdığı, zavallı insanların kaçacak delik aradığı bir rü'yâsını hatırladı, dehşetle ürperdi..İçi Rabbine kulluk duygularıyla bir tuhaf oldu. Gözleri dolu dolu, kalbinin telleri bir kemanın telleri gibi gergin, içten içe acizliğini, Rabbinin rahmetinin büyüklüğünü haykırdı:"Ey Allahım! Bütün şu âlemleri sen yaratmasaydm; her şeyi kör tesadüfe bağlayanların iddia ettiği gibi olsaydı, şu düşen meteorun kat kat büyükleri belki üzerimize düşecekti. Senin ilmin her şeyi kuşatmıştır Allahım! Mikro âlemden makro âleme, atomlardan kürrelere kadar bütün mahlûkat senin irâden

Page 95: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

dâhilinde hareket ediyor, senin irâdenle hayat sürüyor. Kâinattaki her mahlûk ne için yaratılmışsa onun için çalışıyor. Ve bütün yarattıkların, yeryüzünde halife olarak ta-206207yin ettiğin "insan" makamındaki insan için...""Bütün mahlûkat vaz'ettiğin fizik kanunlarına sımsıkı bağlı!""İnsanlık, fıtratına en müsait huzur kanunlarına ise ne kadar da bigâne!..""Sen Kitab-ı Azîmüşşân'mda buyurdun ki: "Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahihlerine şübhesiz deliller vardır.""Buna benzer nice âyetlerinle bizi imâna çağırdın. Bununla bitmedi; sonra itaati; isyandan, şirkten kaçınmayı, farz kıldıklarına uymayı emrettin. Sana 'kul1 olmamızı istedin.""Habib'in; âlemlere rahmet olarak gönderdiğin son elçin Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V) ile, son din, son nizam İslâm'ı bütün insanlığa rahmetinle gönderdin.Âl-i İmrân Sûresi'nde bütün imân edenlerin ruhuna nakşettin bunu!"" Şübhesiz Allah katında din, İslâm'dır. Ancak kitab verilenler, kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki ihtirastan dolayı ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse, şübhesiz ki Allah hesabı çabuk görendir.""Bu âyetle kitab ehlinin encamını anlatırken, aynı sûrenin bir başka âyetinde; kitab ehlini, kuruntularına tapanları, çağlar boyunca ortaya çıkmış ve çıkmakta olan beşerî sistemlerin tehlikesini ikaz için, bu yollara tevessül edenleri ikaz için şu âyeti indirdin:" •"Kim İslâmiyet'ten başka bir dine yönelirse, onunki kabul edilmeyecektir. O âhirette de kaybedenlerdendir.""Bizleri hidâyete erdir ve hidâyet üzre dâim kıl Allahım! Sen inayet etmezsen biz halifen değil, sefillerin sefili oluruz. Hayvanlardan aşağı bir hayat süreriz.Kaybedenlerden eyleme bizi Allahım!.."Zavallı insanları düşündü:"Şu dünyâda insanların en büyük arzusu huzurlu ve mes'ud olmak . Nasıl iştir anlamıyorum? Hem saadetten bahsediyorlar, hem de kendi saadetlerini kendi elleriyle mahvediyorlar! Yanlış adreslerde huzur reçeteleri arıyorlar. Yazık, teşebbüslerinin sonu hep hüsran oluyor! Gözü bağlı kurbanlık koyun misâli bir sağa bir sola tosluyorlar. Ne yazık ki bu tos-208lamalar da kendine getirmiyor şaşkınları!..."Ruhları melale Öylesine açık ki! Yıllarca yaşasalar da ömür onlar için gene kısa.. Hayatları stresler, hafakanlar, bitmeyen eyvahlarla geçiyor. Yaşarken acı çekiyorlar, giderken de binbir hasretle inleyip ağlıyorlar. Gönüllerinde her vakit ümitsizlik, dimağlarında tasa ile cehenneme çeviriyorlar hayatlarını!..""İnsan içine çıktıklarında etrafa sahte gülücükler dağıtı-¦<; yorlar. Mutluluk şarkıları, sevgi nağmeleri, doğruluk nutukları taşıyor dışarıya dillerinden... Heyhat, hiçbiri lâftan öteye geçmiyor! Boş teselliler hepsi...""Bazıları hakikaten mutlu oldukları zehabındalar. Ah, gerçek mutluluğu bir an yakalasalar, yaşadıkları hayata hayat derler miydi acaba?... Ama onlara yaptıkları kötülükler, yaptıkları çirkinlikler güzel gösterilmiştir. Gübre böceğinin işini zevkle yapması gibi..."Öyle engin bir merhametle doluydu ki içi: "Onları dalâletten kurtar, doğru yola şevket Allahım! Kurtar onları, kurtar onları Allahım! Beni, benim gibileri düşman zannediyorlar kendilerine. Bir bilselerdi içimizdekileri.. ¦Ah bir bilselerdi!.. Bir mü'minin gönlünde kaynayan şefkat, merhamet pınarım bilselerdi! Bir tek insanın kurtuluşu için ömürler feda etmeye hazır olduğunu bilselerdi! Sonra da o mü'minle senin merhametini mukayese etselerdi!.."Dürbünü indirdi, dizlerine yasladı. Nemli gözlerini bir müddet parmaklarıyla ovuşturdu.Dürbünü tekrar kaldırdı, yukarı baktı. Eşsiz nizamı hayran hayran tekrar seyre daldı. Kum taneleri gibi uzayıp giden Samanyolu'na baktı baktı... Ve Öteler iştiyakıyle yanıp tutuşan şâirler sultânı Necib Fazıl'ı hatırladı. Bu büyük insanın bedeni senelerce zindanlara mahkûm edilmiş, fakat ruhu her an ötelere pervaz etmişti.

Page 96: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Merhum üstad bir mısraında "Gökte Samanyolu benim olmalı!" diyordu.Yusuf'ta bu mısraı ardarda tekrarladı... Sağ elini semâya uzattı. Yıldızları rengârenk bilyeler gibi avucuna aldı. Küçüldükçe küçülen bu bilyelerle oynadı oynadı...209Bu da yetmedi. Ruhu haykırıyordu: "Ebedlere ulaşmak istiyorum. Fâni olan hiçbir şey tatmin edemez beni! Sonsuzu istiyorum... O'nu istiyorum. Sana gelmek istiyorum!"Şimdi uzun bir yolculuğa çıkmıştı. Yıldızlar ayaklarının altında çakıl taşları olmuş, onlara basa basa gidiyordu. Ayaklarının altı ışıl ışıl; her adımda üzerlerine basıp geçen bu yolcuya selâm duruyordu yıldızlar!Böylece kimbilir ne kadar yürüdü yürüdü... Allahüekber sedâlarıyla irkildi birden.. Sabah ezanı okunmaya başlamıştı. Dürbünü otların üzerine bıraktı. Derin bir huşu içinde, davetlerin en güzelini dinlemeye başladı. Sabâ makamında okunan bu ezana bir taraftan da mırıldanarak icabet etti...Bütün kâinat kendi hâlince ezanı dinliyordu. Biraz önceki canlılar kendi lisanlarıyla ezana eşlik ediyorlardı. Ezan dört bir tarafa dalga dalga yayılıyor, uyanık sinelere diriltici aşısını yapıyordu."Allahüekber!.." "Ne kadar seviyorum bu kelimeyi ey Rabbim! Kelimelerin en muhteşemi, kullara kulluğunu bildireni..."Tekbir ile ne kadar zavallı olduğumuzu idrak ediyoruz. Nefsimize, şeytana ve bütün cihâna senin büyüklüğünü hay-kırıyoruz. Sana sığmıyor, sana köje olmakla en büyük şerefi kazanıyor, bin türlü esaretten kurtuluyoruz. Sen'den yine Sana sığınıyor, hürriyetimize kavuşuyoruz.."Müezzin "şahadet ederim, ki Muhammed O'nun Resûlü'dür" derken ardarda salât ve selâm yolladı Efendimiz (S.A.V.)'e. Kalbi ânında selâmın cevabını aldı. Bu selâmla derinden ürperdi, gerildi gerildi...Birden yerinden boşalan bir yay gibi fırladı ayağa kalktı. O gelmişti... Evet evet nebiler nebisi gelmişti. Bahçedeydi, yanındaydı hattâ!.. Aşkla, hasretle eğildi, efendisinin ellerine ellerini uzattı. Doya doya öptü...Omuzlarından tutulup kaldırıldığını, alnından Öpüldü-ğünü, sırtının sıvazlandığını hissetti. Her şey bir anda bitti nihayet.. "Yârabbim ne büyük saadet!.." Hıçkıra hıçkıra ağlıyor-210du.Neden sonra sâkinleşti. Başını kaldırdı, şark ufuklarına baktı. Ufuk ağarmaya başlamıştı. Görülen hafif kızıllık, gecenin sona ermek üzere olduğunu, ziyanın zulmeti boğmasının pek yakın olduğunu müjdeliyordu.Bıraktığı yerden gök dürbününü aldı. Yürüdü içeri girdi. Annesi ve kardeşini uyandırdı. Ab.destini tazeledi. Hazır olmaları için onları bekledi. İsa imamlığa geçti. Üçü birlikte namazı edâ ettiler...Namazdan sonra uyumadı Yusuf. Çok yorgun ve hasta olmadıkça kerahat vaktinde zâten yatmazdı.Odadan odaya biraz gezindi. İsa, odasına çekilmişti. Annesinin odası hizasına geldi. Seccadesinin üzerinde bembeyaz örtüler içinde dua ediyordu.Odaya ve annesinin üzerine nurlar yağıyor gibi geldi. Sessizce ayrıldı, bahçeye çıktı. Seherin diriltici serinliği evvelâ titretti vücudunu, sonra tatlı bir zindelik kapladı.Güneş doğmak üzereydi.Serçeler cıvıldaşıyorlar, güvercinlerin-kumrularm "mırıltı" ve "hu" lan bu cıvıltılara karışıyor, bütün tabiat muhtaç oldukları güneşin doğmasını iştiyakla bekliyorlardı. Gökte birkaç parlak yıldız, son defa dünyâya tebessümlerini yollu-yorlardı.Yusuf, içi dolu dolu, mest olmuş hâlde gezindi gezindi... Yanına yaklaşıp yakından bakan biri dudaklarının hafif hafif kıpırdadığını görürdü.Güneş dünyâya yüzünü gösterip ufku ışığa garkedene kadar gezindi. Bir ara gözlerini şark ufuklarına dikti. Baktı baktı; kimbilir içinde hangi okyanuslar dalgalandı:"Ne zaman aslına rücû edeceksin hey koca şark!" Ufka gözleri takıldı kaldı.. An geldi mazinin zümrüt tepelerinde dolaştı. An geldi hâlin

Page 97: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

hicranlarım,hüsranlarını tekrar tekrar duydu içinde. An geldi âtiye müjde dolu tebessümler yolladı.Senelerin hasretiyle gözleri buğu buğu; güneşin doğduğu yerde atını şaha kaldırmış, kılıcı elinde beyaz atlı kahramanı seyretti... Öyle muhteşemdi ki dağlar kadar kametiyle!..211Ruhunun derinliklerinden kopan sessiz feryatlarla haykırdı haykırdı..."Gel artık ne olursun! Yıllardır gözlerimiz yollarda. ..Dağ-taş,ova-oba, kurt-kuş, herkes gözü yollarda seni bekliyor. Sahte kahramanlara "acaba bu mu beklediğimiz" dedirtmeden, hüsran üstüne hüsran yaşamadan, hicran ateşiyle canlarımızın gırtlağa dayandığı şu demde ne olursun gel artık!""Ey on dört asır öncesinden müjdelenen kahraman! İtilip kakılmaktan, yollarda takılmaktan, çektiğimiz zillet dolu şu dayanılmaz hayattan, günâhın ve isyanın her tarafta lağım lağım aktığı yaşanılmaz dünyâdan bıktık artık! Ne olur, şu yetimleri daha fazla sâhibsiz bırakma!"Her gece hayâllerimizdesin. Sözlerde, dillerde sen varsın. Gel de bir buçuk milyarlık yetim ümmete gülümse artık! Hayâtın gayesini unutmuş isyankâr ve nisyankâr dünyâyı mesih soluklarınla ihya et!""Biliyorum, gelmen yakındır... Ama sabredecek güç kal-¦ madı hiçbirimizde.. Ne olur acele et de bir an evvel gel!"Ufuktaki dev kametli kahraman tüllenip silindi gözlerinin önünden. Sonra daha bir heybetle belirdi! Bu defa arkasında onu takib eden, bütün ufuk çemberini nokta nokta kaplamış kudsîler ordusunu gördü. Tekbir sedaları, nal sesleri, kılıç şakırtıları yeri-gÖğü inletiyordu!..Gözleri buğu buğu, her zaman yaptığı duayı tekrarladı o anda:"Yârabbel âlemin! Hasretle beklediğimiz kahramanın ordusuna şu garib kulunu da ilhak eyle ..Şu anda gözlerimin önünde ufku dolduran kudsîler ordusunun neferlerinden biri eyle beni! Biliyorum onlara lâyık değilim. Onların en küçüğünden kat kat aşağıdayım. Ama seviyorum onları! Hiç olmazsa kapılarında hizmetkâr eylemez misin beni Allahım! Onların çamaşırlarını yıkarım, helalarını temizlerim, ayaklarının altında paspas olurum!.. Yeter ki beni onlara ilhak eyle Allahım! Benim için en büyük bahtiyarlık bu olacak. Onlarm en basit bir ferdi olmak kâfi benim, için!"Gönülden tekrarlanan bu duanın ardından; önce ufuktaki ordu, sonra beklenen kahraman önce beyaz birer gölge212hâline geldiler, ardından silinip gittiler.Her zaman yaşadığı hüzünle neş'eyi, karamsarlıkla ümidi gene bir arada yaşıyordu. Bir farkla; bazen olduğu gibi, şimdi şiddeti daha fazla idi. Yüzündeki çizgilerle, gözlerinde buğu ve gölgelerle hüzün daha bir bariz hâldeydi...On beş yaşlarında başlayan fikirlerin tekevvünü ve tekâmülü, hassas kalbiyle imtizaç ederek onu her hususta derin bir tefekküre sevketmişti. En basit görünen mes'elelerde bile saatlerce, günlerce kafa yorduğu olmuştu.Yusuf'un her zaman etrafında bulunanlar, çehresindeki bulutları onun tabiatından, mizacından gelen bir hâl bilirlerdi. Seneler öncesini iyi bilenler, onu bugün tekrar görseler, aradaki farkı hemen anlarlardı. Veya bir insan sarrafı, arif bir insan, yüzündeki çekilmez hüzün bulutlarını hemen görür, yorumunu da yapardı..Çocukluğunda efendimiz (S.A.V.)'in hayatını didik didik okumuş ,sonra O'nun yıldızlar mesâbesindeki ashabının yaşadıklarına bakmış, her zaman gülen yüzüne daha o vakit ince bulutlar çökmeye başlamıştı."Bu kadar günâhla, bu kadar âhiret endişesiyle nasıl gülerim!" diye kendisini defalarca hesaba çekmişti.Öyle ya; insan olmanın, müslüman olmanın mes'uliyeti çok büyüktü. Dağların üzerlerine almaktan çekindikleri emâneti insan üstlenmişti. Hele müslüman olmak, bahşettiği şeref kadar yük bindiriyordu insana...On sekiz yaşına henüz girmişti ki; kendisine günlerce haftalarca sual sorup şu cevabı buldu:" Kendi hâlime, dünyânın haline bakıp ağlıyamiyorum, hiç olmazsa gülmekten utanmalıyım!"Gün geldi; şahsına âit korkular, endîşeler, hüzünler; millette, ümmette, insanlıkta fena buldu. Asıl yük işte o zaman bindi omuzlarına...

Page 98: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Artık kendisini unutmuş, başkalarının dertleriyle dertlenir olmuştu.Müslümanların ve bütün insanlığın dertleriyle dertlenmişti.Bütün bunlar üstüne vazife miydi? Her geçen gün kemâle eren imânı buna sevkediyordu Yusuf'u...213Bütün derdi; hayatlarını kendi elleriyle cehenneme çeviren insanlığa, çıktıkları yolda karanlıkta kalanlara bir fener tutmaktı. Kaç kişinin ebedî saadetine vesile olabilirse ebedî hayatta o kadar bahtiyar addedecekti kendisini...Fener tutanlardan biri olmak, insanların topyekûn kurtuluşuna vesile olmak...Yalnız her dâim büyük bir korkusu vardı:"Ey Rabbim! Hayâtım boyunca bir tek kişinin hidâyetine vesîle olacaksam, onu dahi bildirme bana! Olur ya; nefsime bir pay çıkarırım da bütün sâlih âmellerimi, âhiret hayatımı mahvederim!"Sahabelerin hayâtını, destanı kahramanlıklarını, kendilerini aşmalarını okudukça, onlara duyduğu hayranlık kat kat artıyor, "nasıl olur da bir insan bu kadar yükselebilir" diyor. Aklı almıyor bunu! Sonra düşünüyor: "Onlar da insan biz de insanız. Kendilerini ve dünyayı onlar değiştirmişse biz de değiştirebiliriz.""Fazilette ve derecede onların tırnağı bile olamayız. Fakat yaşadıkları hayâtı kendimize rehber edinebiliriz. Neler yapmışlarsa taklide gidebiliriz..."Lise çağlarında, gençliğinin baharında iken; dünyâ müs-lümanları sen-ben kavgasına devam edip birbirleriyle uğraşırlarken bir gün mukaddes şehir î^ıdüs Yahudiler tarafından işgal edildi. Bu işgal bütün dünyâ tarafından suskun suskun seyredildi. O vakit Yusuf; diğer dertlerine ilâveten bu dayanılmaz acıyı da içinde yaşadı. Hâlâ yaşamaya devam ediyor!.İşgalin ilk günlerinde, hep büyük mücâhid Selâhaddin Eyyûbî'yi düşündü...Kudüs Haçlı orduları tarafından ele geçirilince; sâdece dışını değil, içini de fethetmiş o büyük fâtihin yüzünün güldüğünü gören olmamıştı. Tâ ki Kudüs ve Mescid-i Aksa esaretten kurtarılana kadar... Ve her şeyini terketmiş, fetih gerçekleşene kadar rahat bir döşek yüzü görmemiş, seneler boyu çadırda yatıp kalkmıştı.Yusuf'un hüznü işte o zaman yeni bir buud kazanmıştı. "Kudüs işgal altmda, Mescid-i Aksa mahzun iken, ben nasıl214gülerim!."Yalnız, yüzündeki mahzunluk, içindeki fırtınalar hep örtülü kaldı. Dışa mümkün mertebe bir şey aksettirmemeye çalıştı. Ağladıysa, gizli gizli köşelerde ağladı. Feryat ettiyse, sessiz feryatları için tenhaları seçti. Kendisini anhyamıyacak kişilere derdini, sırrını hiç ifşa etmedi. Dışarıya karşı hiçbir vakit somurtkan, çatık kaşlı görünmedi. İçi kan ağlarken, dışarıya güler yüzlü görünmeye çalıştı.Bu yaptıkları kendisi için zorun zoru olmuştu ama ne yapsın; dâvası için katlanmaya mecburdu...İçini yakan satvet dolu günlere hasret, âtinin talihine tebessümü devam edecekti belki. Fakat yükselen güneşi görünce gecikmemesi gerektiğini düşündü.İçeriye girdi, kıyafetini değiştirdi. Tekrar bahçeye çıktı. Mutad idmanına başladı. Yarım saat kadar çalıştı. Kâfi geleceğini düşünmüş olacak ki son verip içeriye geçti.Hep birlikte kahvaltı yaptıktan sonra kalktı. Hazırlanmak üzere odasına yürürken annesi sordu:-Ne o evlâdım? Yüzünde bir solgunluk var . Göz kapakların da kızarık duruyor. Hasta mısın yoksa?Geriye döndü. Kardeşine, sonra annesine baktı. İstemeye istemeye cevab verdi.-Hayır anne, gayet iyiyim... Bir şeyciğim yok. Belki biraz yorgun düştüm son günlerde...Karşılık vermedi annesi. Ağabeyini her zaman bir baba gibi saymış olan, "ne yaparsa haklıdır, ne derse doğrudur" inancına sâhib olan İsa hiç aldırış etmedi verilen cevaba... Ağabeyi için dün gecenin hâlâ devam ettiğini anlamıştı."Kimbilir nasıl ihya etti bu geceyi" diye düşündü. Kendisini büyük bir gaflette hissetti.

Page 99: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

İsa, babasını hatırlayamayacak yaşta kaybetmenin te'si-riyle de olsa gerek, ağabeyini evin direği olarak görmüştü. Küçük kardeşlerin birçoğunun ağabeylerini taklidi, yetimliğin de te'siriyle daha bir değişik hâl almıştı onda... Küçüklüğünden beri Yusuf'u taklid etmiş, o ne yapmışsa aynısını yapmaya çalışmıştı.Bu hâli çocukluğuyla kalmamıştı. Hâlâ hayrandı ağabe-215yine... Onun da kusurları olabilirdi... Ama mükemmel bir insan olduğuna katıksız bir inancı vardı.Öyle oturup iki dost gibi sıkı fıkı konuşmamalardı bugüne kadar... Yusuf az konuşur, boş lâf konuşmamaya itina gösterirdi. İsa'ya, İsa tıynetindeki insanlara da sözden ziyâde sükûtî ders verirdi. Gözleri, yüz ifâdeleri, anlayana çok şeyler anlatırdı. Hele hareketleri, yaşadığı hayat, etrâfındakileri bir cazibe merkezi gibi çekerdi, thlâsla yaptığı bir hareket İsa'yı hemen sarıp sarmalayıverir, onu "ben de aynısını yapmak istiyorum" his ve düşüncesine sâhib kılardı.Hele çevrelerinde her an kötü numuneler görenler; ender rastladıkları böyle bir insana şayet kalb gözleriyle bakarlarsa, bir de vicdanları paslanmarnışsa, hemen takdir ve hayranlık dolu bakışlarını çevirirlerdi...Yusuf odasma girdi, hemen hazırlandı. Kafasında o günün kısa bir plânını yaptı. Evdekilere haber vererek işine gitmek üzere dışarı çıktı...Dalgın dalgın dolmuş durağına doğru yürüdü. Ara sokaklardan, her zamanki kestirme yoldan ana caddeye çıkmak istedi. Başı önde, etrafına hiç bakmadan, her zaman yaptığı gibi yoluna devam etti. Alışveriş yaptığı bakkalın hizasına gelince, selâm vermek kastıyla başını o tarafa çevirdi. Sabahm alışveriş kalabalığıyla meşgul bakkalı gözleriyle ararken kapıdan çıkmakta olan Şaban'ı gördü.Verilen selâma karşılık veren Şaban, her zamanki müte-bessim haliyle, âdeta koşar gibi Yusuf'un yanına geldi.- Nasılsın hoca?- Çok şükür Şaban iyiyim.. Sen de iyisindir inşaallah!- Eh, idare ediyoruz işte! Nasıl olalım ki sürünmeye devam ediyoruz!Şaban gideceği yolu değiştirmiş, Yusuf'la beraber sokağı adımlıyordu. Bir taraftan da yakınmaya devam etti:- İnsanlar çok kötü, Yusuf Hoca! Zalim, hâin.. Her şey var işte, ne desem bilmem ki?-Nedir bu hâl Şaban, hayrola!? Sabah sabah birilerine kızmış gibisin. Şu gülen yüzünün altında bir kahır,bir öfke var.. Bir şey mi oldu?216- Yahu hoca beni bırak!. Ben zaten mahvolmuşum! Bir arkadaşım var da...Soran gözlerle baktı Yusuf. Şaban konuşmaya, anlatmaya çekinir gibiydi.- Gel istersen seninle fabrikaya gidelim. Orada uzun uzun dertleşiriz. Anlatacakların olmalı...- Hoca, birazdan sandığımı sırtlayıp işe çıkacağım ben. Konuşacaklarımızı da sonra konuşuruz. Yalnız...Yalnız, birazcık vaktin varsa, seni bir eve götüreceğim. Hemen şöyle yakınlarda bir ev... Orada birisi vaF ki görmeni isterim. Başkasından isteyemedim bunu. Ama sen de "gelmem" dersen bir şey diyemem.- O kadar âcil mi Şaban? Sonra gelsem olmaz mı?- Hem de çok âcil, hoca! Ama sen bilirsin, zorlamış olmayayım seni..Saf görünüşüyle birlikte bu sözler Yusuf'a öyle dokunmuştu ki "söyleyene^ değil, söyletene bak" meselini düşündü. Son sözde "muhakkak gelmelisin" gibi bir imâ vardı sanki! Mecbur hissetti kendisini.. Bir taraftan ne olduğunu da merak etmişti.- Peki seninle geleceğim. Yalnız iki dakika bekle, bakkala gideyim, fabrikaya bir telefon edip gecikeceğimi söyleyeyim.Koşar adımlarla geriye döndü, üç-beş dakika sonra da döndü.Şaban o saf gülüşüyle Yusuf'a baktı:- Sabah sabah sana rastladığım ne iyi oldu, dedi.Bir ara sokağı geçtiler. Sonra bir ana caddenin karşısında bir ara sokağa girdiler. Yusuf'ların evine benzer bahçeli, tek katlı- iki katlı evler devam

Page 100: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

ediyordu. Sokağın sonunda tek katlı büyükçe bir kerpiç evin yanına gelince durdular.- Burası mı?- Bu evin arka bahçesinde geniş bir meydanlık var. Ev sahibi oraya tren gibi sıra sıra odalar kondurmuş. Biraz sonra göreceksin.Şaban önde Yusuf arkada yürüdüler. Bitişik evin yük-217sek bahçe duvarıyla kerpiç evin sağ yan cephesi arasındaki on beş metre kadar gelen dar yoldan geçtiler. Nihayet az Önce bahsedilen meydanlığa geldiler.Yusuf etrafa bir göz gezdirdi. Üç tarafın demin bahsedilen odalarla çevrili olduğunu gördü. Orta yerde birkaç ağaç, oda yapılmamış kısımda eşit aralıklarla dikilmiş hela olduğu anlaşılan üç kulübe göze çarpıyordu. Meydanın üç köşesinde, boruyla yerden birer metre kadar yükseltilmiş üç musluk görülüyordu. Arsa, odalarla birlikte şöyle yedi-sekiz yüz metrekare kadar gelirdi.Şaban'ın omzuna dokunup Önden yürümesiyle devam ettiler. Soldan yirmi adım kadar yürüdüler. Bu üstleri kiremit duvarları kerpiç, dış sıvası kerpiç çamuruyla yapılmış odalardan birinin kapısı önünde durdular. Şaban, boyası yarı yarıya dökülmüş kapıyı çaldı. Ses veren olmadı. İçerden, derinden bir ses duyuldu. Kapıyı açtı.. Yusuf, hemen soran gözlerle Şaban'ın kolundan tuttu.- Bir aile oturmuyor mu bu evde? Pervasızca kapıyı açıp giriyorsun da!- Yok hoca, görürsün şimdi kimin oturduğunu! Aile olsa, girer miyim hiç böyle?Az evvel araladığı kapıyı ardına kadar açtı. İçeri girdi, arkasından Yusuf takib etti. Ayakkabılarını bir köşede çıkardılar. İnsanı rahatsız eden küf ve rutubet kokusunu teneffüs ede ede solda açık duran kapıdan içeri girdiler.İçeri girerken ortalığa göz atan Yusuf, yaşanan sefaleti hemen farketmişti. Mutfak yerine kullanılan darmadağınık girişten sonra girdikleri odanın manzarası az önce verdiği sefalet hükmünü gölgede bıraktı.Odanın büyük bir kısmını kaplayan sağı solu paralanmış bir kilim, tahta zeminde yere konulmuş bir yatak, öteye beriye atılıp kimbilir kaç gündür kaldırılmayı bekleyen birkaç paçavra ve hepsinden öte, yerdeki yatakta boylu boyunca uzanmış bir hasta...Yusuf bir taraftan bunlara şâhid olurken, yataktakine de selâm verdi. Selâmı alan yataktaki, üstündeki yorganı sıyırıp bir taraftan doğrulmaya çalışırken bir taraftan da Şaban'a so-218ru dolu gözlerle baktı.-Gelen yabancı birisi değil, rahatına bak, dedi Şaban...Beriki inatla doğrulmaya çalışırken nihayet "hoşgeldin" diyebildi...Tanışalı henüz bir hafta olduğu hâlde kırk yıllık ahbab gibi gösterilmek Yusuf'u şaşırttı evvelâ... "Saflığı, hareketlerini nasıl da tabiî gösteriyor" diye düşündü sonra.Hastaya çevirdi bakışlarını. Yüz hatlarını mümkün mertebe yumuşatmaya, gözlerine sıcak bir hava vermeye çalıştı:-Şaban'la arkadaşız. Yeni tanıştık ama sanki kırk yıllık dost gibi bir yakınlık var aramızda. Bu sabah işe giderken 'yolda karşılaştık. Sanki sürpriz yapmak ister gibi beni bir yere götürmek istediğini söyledi.Bu sırada Şaban bütün saflığıyla gülümsüyor, bir yataktakine, bir Yusuf'a bakıyordu.Yusuf yatağa yanaştı; önce çömeldi, sonra olduğu yerde bağdaş kurarak oturdu.- Geçmiş olsun!..O sırada zorla yerinden doğrulmuş olan genç hastanın sırtına yastığı alıp yasladı Şaban.Yorgan vücudunu beline kadar Örtüyordu. Hiçbir karşılık vermedi önce. Sonra ağlamaklı bir sesle konuştu:- Sağol ağbi! Biliyordum zâten Şaban'ın doktoru getireceğini.. Doktorsun değil mi? Ah şu Şaban'ı bilsen doktor ağbi! O olmasaydı!... Ne iyi arkadaştır ağbi, bir bilsen!O sırada yorganı üzerinden tamamen sıyırdı. Sırtını arkasındaki yastığa iyice yasladı. Şaban'a "otur" diye işaret etti. Minnet dolu bakışlarını Yusuf'a çevirdi.

Page 101: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Yusuf, manzaranın vehâmetini işte o zaman gördü: Gencin sağ bacağı nerdeyse boydan boya alçıya alınmıştı. Kütük gibi görünüyordu. Demek ki hasta değildi, bir kaza geçirmişti.Bütün âcizliğiyle yerde yatan karayağız genç adam, Yusuf'u çok sarstı... Bir gece Önceki hâdiseler ve ardından şu genç adamın hâli!..Odaya tekrar göz gezdirdi... "Acaba şu perişaniyet mi219adamm bu hâline yol açmış, yoksa adamın devam edegelen hâli mi perişaniyete sebeb olmuş" diye düşündü. Cevab bulmaya çalıştı, içinden çıkamadı.- İsminiz neydi?- Hüseyin, Hüseyin Avcı...- Ben de Yusuf Serden geçti...- Doktor ağbi! İyileşeceğim değil mi? Sakat kalmayacağım değil mi? Gene ekmek parası kazanacağım, kimseye muhtaç olmayacağım değil mi?Bu sözleri söyleyen Hüseyin'in yüz ifâdeleri, ömrü boyunca Yusuf'un hafızasından silinmeyecekti.Çaresiz bir insanın son çâreyi umutla beklemesi... En umutsuz ânında dahi umudun yaşaması...Kendisinin de şu yaşına kadar, defalarca umutsuzluk içinde umudu yaşadığını hatırladı. Ve anladı ki; kendisi Hüseyin için son mercidir!Onun bekleyişi; idam mangasının önüne çıkarılmış bir masumun son âna kadar umutla bekleyişine mi, kötülük göre göre her şeye lanet etmiş, insanlardan yüz çevirmiş hassas insanların "acaba bir iyi, bir iyilik görür müyüm" diye insanlara tekrar dönmesine mi, her gün babasından istediği oyuncağı dört gözle bekleyen çocuğun, akşam vaktini iple çekip, kapı çalındığında yıldırım gibi kapıya koşmasına mı, insanların vücûdunu satmaya mahkûm ettikleri bir kadının karamsarlık içinde; acaba bir gün beni bu bataktan çıkaracak insaflı bir erkeğe rastlar mıyım ümidiyle bekleyişine mi daha çok benziyordu acaba?Bunları düşünen Yusuf şakaklarının zonkladığmı hissetti.Karşısındakini heyecanlandırmış, üstelik umutlandır-mıştı. Kendisinden birkaç yaş genç görünen şu zavallı, evine gelenin kim olduğunu bilse acaba nasıl tepki gösterirdi? Bütün dünyâsı basma mı yıkılırdı? Yoksa, "zâten senden de bir şey beklemiyorum" der, kendi karamsar dünyâsma mı gömülürdü? Veyahut aldatılmaya, sükût-ı hayâle alışmış bir insanın umursamaz tepkisini mi gösterirdi?Muhatabını tanımıyordu da.. Bütün tahminlerinin öte-220sinde bir tepki gösterebilirdi. Ne yapacağı belli olmazdı.- Başınıza bir kaza gelmiş.. Kusura bakmayın, odaya girdiğimde sizi hasta zannetmiştim. Şimdi görüyorum ki...- Evet, gördüğün gibiyim. Hasta, yaralı, sakat, talihsiz, zavallı... Ne dersen ben oyum işte!- O kadar da değil canım, dedi Şaban..- Hoca şu Hüseyin var ya, bazen beni çok kızdırıyor! Baksana hâline... Dünyâ basma yıkılmış her şeyin sonu gelmiş sanki!Sesi hırçmlaştı Hüseyin'in:- Yalan mı? Yalan mı söylediklerim?İkisinden de ses çıkmadı. Nasıl bir cevab verilirdi ki buna? Yusuf ne diyeceğini düşünürken, Şaban'm sözleri Hüseyin'in yüzünde kırbaç gibi sakladı.- Yalnız senin başına geliyor bunlar.. Dünyâda senden başka kaza geçiren yok. Bütün belâlar senin üstüne.. Başkalarına güllük gülistanlık bir hayat.. Senden başka herkes rahat!..Gizli gizli Hüseyin'e baktı Yusuf. Az önceki söylediklerinden utanmış bir hâli vardı. Yüzünün rengi değişmişti. Gözlerini önüne indirmiş, alçılı bacağının ayak kısmına bakıyordu.Yusuf'un şimdi şaştığı Şaban'm şaşırtıcı sözleriydi. Böyle birinin böyle sözler sarfetmesi hakikaten şaşılacak şeydi. "Ne irfan" diye parmak ısırdı. Belki fikir yürütmeye devam edecekti. Hüseyin'in konuşması, düşünce akışına mâni oldu.- Kusura bakmayın! Bazen öyle oluyorum ki, isyan hisleriyle doluyorum.Haklısın Şaban, yerden göğe kadar haklısın ! Ama elimden gelen bir şey yok ki! Ne yapayım?.. Hele bir de bütün ümitleri kaybetmişim! Zaman geliyor "her şey bitti" diyorum.

Page 102: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Bu yumuşama Yusuf'u memnun etti. "Nasıl olur da şu adamla konuşabilirim" diye düşünürken fırsat kendiliğinden doğmuştu.Yatağa iyice yanaştı..- Kontrol edeceksin herhalde. Ama yeter mi bu bilmem?- Hayır, kontrol etmeyeceğim. Sâdece.. Münâsib görürseniz biraz konuşmak istiyorum.221Acı acı tebessüm etti Hüseyin:- Yâni sözlerinle tedavi edeceksin. Diğerlerinin yaptığı gibi...- Hayır yanlış anlamayın. Lütfen konuşmama müsaade edin. Anlatayım size!..Evet ma'nâsında başını eğdi, sükût etti. Şaban da ortalıktaki birkaç fazlalığı kaldırıp, Yusuf'un sağına geldi oturdu.- Evvelâ şunu söyleyeyim. Ben de üniversite tahsili yaptım ama doktor değilim. Belki evinize benim gibi bir yabancı ilk defa giriyor. Sabah sabah beni Şabanla birlikte evinizde görmek başka türlü yorumlanamazdı. Beni doktor zannetmeniz pek anormal değil..Hüseyin, ağzı açık tuhaf tuhaf bir Yusuf'a bir Şaban'a baktı. Sonra bakışları daha bir acaibleşti. Nazarları "Öyleyse ne işin var evimde" der gibiydi sanki..Tuhaf duran bu manzara Şaban'ı ürküttü birden. İşte ev sahibinin kaprislerine dayanamayan misafir az sonra kalkıp gidecekti! Veya iyice zıvanadan çıkan ev sahibi ikisini birden kovacaktı.Yusuf ise olan bitene aldırış etmeden, insiyatifi ele geçirmiş olmanın rahatlığıyla devam etti:- Üniversiteyi bitirdim ama mesleğim üzerine çalışmıyorum. Bir fabrikadayım.. Şaban ile tanışıklığımız da aynı mahallede, birbirimize yakın oturmalruzdan ileri geliyor. Yakın zamanlara kadar birbirimizi şahsen tanıyorduk. Artık ismen de tanışıyoruz. Arkadaş olduk işin doğrusu.Her zamanki saf tebessümüyle Şaban sözün devamını getirdi:- Bunca zamandır neler çektiğin malûm .Yusuf Hoca'yı görünce beraber geldik buraya..Biraz önceki "hoca" hitabı kaçmıştı dikkatinden Hüseyin'in. Bu defa iri iri gözlerini açtı:- Hoca mı?.. Hoca mısın yoksa?- Yoo, Şaban öyle diyor bana. Hoca falan değilim. Ama doktor da değilim. Olan biteni de gördükten sonra...Gerisini getirecekti. Fakat karşısındakini minnet altında bırakıp ezecek kelimeyi, "yardım" kelimesini kullanmaktan222korktu. "Eğer kullanırsam büyük kötülük yapmış olacağım" diye düşündü.Lâfın gerisini tahmin etmiş gibi konuştu Hüseyin:- Daha ne gördün ki! Geçmişte olanların encamı... Geçmişimi bilsen, bir de geleceğimi tahmin etsen, neler düşünürdün kimbilir!- Ben de sizden olanları dinlemek istiyorum zâten.. Haklısınız, her şeyi bilmeliyim! Şayet mahzur yoksa, sizin ağzınızdan hayat hikâyenizi duymak isterdim. Ama isterseniz bir şey anlatmazsınız."Ona güvenebilirsin" der gibi baktı Şaban.- Benim anlatmak için çok sebebim var. Yalnız, anlatmamak için de sebebim çok.Bunu söylerken Şaban'a "neler saçmalıyorsun" der gibi baktı.- Ona güvenebilirsin Hüseyin! Bak,beni ne kadar zamandır tanıyorsun.. Beni nasıl biliyorsan onu da Öyle bil!- Beni güldürme Şaban! Sen bile tanıdığını iddia edemezken "iyidir" deyip geçiyorsun. Misafir yanlış anlamasın da; başkaları "iyi" dedi diye sana göre de iyi olması mı gerekiyor? Hayatta yediğim kazıkların, darbelerin birçoğunu sen de bilmiyor musun? Seninle zaman zaman kader birliği yapmadık mı? Beraber ezildik, beraber üzüldük, beraber hakir görüldük! Hattâ bir defasında beraber polis karakolunda sabahlamadık mı?- Bütün bunlar olurken, elimizden kim tuttu bugüne kadar? Yardım görmek bir tarafa, hep itilip kakılmadık mı? Gün geldi; bir tavuğa, bir akvaryum balığına tercih edilmedik mi?- Hangisini sayayım. Söylesene, söyle!..

Page 103: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Biz zengin beylerin olsa olsa üzerine basıp geçtiği bir paspas, fabrikatörlerin boğaz tokluğuna çalıştırdığı zoraki amele, işe yaramaz hâle geldiğinde, patronu tarafından bir paçavra gibi kenara atılan bir hamal değil miyiz?- "Devlet" dersen.. Ben doğduğum günden beri devlet arıyorum!..- Kendini bir düşünsene! Hasta olsan, benim gibi başına223bir iş gelse de çıkıp boyacılık yapamasan; aç kalsan, hâlini kim sorar senin? Açlıktan ölsen, hastane kapılarında geberip gitsen kim kaale alır seni?Hüseyin coşmuş, içinde biriken bütün kini-nefreti dışarı atmak ister gibi bağırıyordu.îkisi de endîşeyle fırtınanın geçmesini beklediler. Yusuf "gelmekle kötü mü ettim" diye düşünmeden edemedi. Sonra; "hayır dönüşü yok bu yolun, mutlaka bir şeyler yapmalıyım" kararını verdi. "Her ne pahasına olursa olsun boş donmemeli-yim."Ev sahibinin bir an duraklamasından istifâde etti:- Hüseyin Bey, siz Şaban'a bakmayın. Haklısınız... Birkaç kişiden duyduğu "iyi" sözüyle beni tanımadığı hâlde size de aynı telkinde bulunuyor.Üstelik ben de burada olduğum hâlde...- Söyleyeceklerime ister riya deyin; isterse işi tersinden almak suretiyle aslında kendini yüceltiyor deyin, ne derseniz deyin; beni bana sorarsanız vereceğim cevab şudur:"Müslü-manlar içinde, hattâ insanlar içinde en günahkâr, en aşağı insan benim! Bırakın kendime "iyi", "sâlih" bir kul demeyi, zaman zaman acaba insan mıyım, insanlıktan nasibim var mı diye soruyorum. İçimi bazen öyle korkular sarıyor ki; "Yârabbim ne olacak benim hâlim! Kurtar beni! Beni benimle başbaşa bırakma, yalnız koyma beni diye1 yalvarıyorum!..- Ve siz, Hüseyin Bey kardeşim! Haftalardır, belki aylardır yatağa mahkûm olmuş şu hâlinizle; kimbilir hangi günâhlardan arınıyor, hangi ecirlere kavuşuyorsunuz! Kaza ve kadere boyun eğmekle; Hakk katında, kimbilir hangi dereceleri kazanıyorsunuz.Yusuf sözünün burasında başını eğdi. Gözlerini her ikisinden de kaçırmaya çalıştı. Sesini alçalttı. Islık gibi, alev saçan bir sesle:- Bir tarafta siz; bir tarafta alın teriyle, helâl yoldan rızkını kazanmaya çalışan Şaban kardeşim... Sizlerin karşısında ne kadar küçülüyorum! Ve sizler şu temizliğinizle gözümde o kadar büyüyorsunuz ki!..Gözleri dolu doluydu Hüseyin'in.. Yüzünde ciddî bir224havanın pek az göründüğü Şaban, o ciddiyetiyle Yusuf'a sonra Hüseyin'e bakınca, Hüseyin'in yanaklarından süzülen yaşları gördü. Yusuf'da görmüştü aynı şeyi.- Üstüne üstlük bir de üzdüm sizi.. İşte her zaman böyle berbat ederim her şeyi! Özür dilerim! İnanın niyetim...Sözü bıçak gibi kesildi:- Hayır hayır üzüldüğümden değil, bu defa saadetten ağlıyorum. Söylediklerin sahte bile olsa bir kıymet taşıyor. Şu hâlimde daha da fazla kıymet taşıyor.Şaban'a döndü:- Neden ağlıyorum biliyor musun Şaban? Ömrümde ilk defa birisi beni adam yerine koyuyor. "Siz" diyor bana! Düşünsene, üstelik "bey" diyor. "Ulan" sözüne alışmış birine sahte de olsa "bey" diye hitab edilmesi ne demektir anlaşana!..Samimiyetine inanmasam da "Hüseyin Bey" sözü ne kadar okşayıcıydı bir bilsen!.. Arkadaşın iyi rol yapıyor doğrusu...Bana inanıp inanmamakta serbestsiniz. İnansaydınız size yardımcı olmaya çalışırdım. Gene de vazgeçmeyeceğim...Nezâket rolü üstlenen muhatabının belki de alay ettiğine inanan Hüseyin, kendini zorladı zorladı... Nihayet ters bir cevab vermeme kararını aldı. Kendisine böyle davranan, alışın \iığı muameleyi yapan misafire sert davranmamalıydı.- Söylediklerine, Şaban'a bir inanabilseydim, belki işler değişirdi.- Kuşu- . jakma ağbi! Bugüne kadar hiç görmediğim, varlığına ihtimal veremeyeceğim şeylere inanmamı bekleme." "Fazilet" mi derler, ne derler çoktan göç edip gitmiş buralardan, hattâ dünyâdan... Fazîlet iddiasına kalkışmak, son derece gülünç geliyor bana... İsmi var cismi yok gibi bir şey işte!..

Page 104: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Şaban anlamamış gibi boş boş baktı. İşlerin yolunda gitmediği belliydi. 0İçinden gelen sesler, kendine çıkmaları gerektiğini fısıl-dadı.-Yusufa baktı ayağa kalktı:- Bir ihtiyacın var mı Hüseyin? Biz çıkacağız, işlerimizin başına gideceğiz.- Yok... İstediğim bir şey yok! Ne istemeye hakkım var225ki benim? Gördüğün gibi sürünmeye mahkûm olmuşum. Köpeklerin bir şey istemeye hakkı yoktur!..İkisi de cevab vermediler. Şaban alelacele çıktı; bir küçük tepsi içinde bir parça ekmek ve zeytinle döndü..- Mutfakta bir şey kalmamış. Bunlarla idare edersin artık.. Ben işten dönerken gene uğrarım...- Ben de en yakın zamanda geleceğim, dedi Yusuf.- Sesinde otorite, yumuşak bir .teselli, af dileme vardı. Hüseyin kapıya yönelenlere önce ters ters baktı. Sonrapencereye başını çevirdi. Duyulur duyulmaz bir sesle, her ma'nâya gelecek:- Güle güle kelimesi çıktı ağzından.•••Dışarda yükselen güneşin altında, ana yola yürüyen Yusuf'la Şaban bir müddet konuşmadılar.Şaban'ın zâten konuşmaya yüzü yoktu. Ara ara yan gözle Yusuf'a kaçamak bakışlarla bakıyor, öfke derecesini Ölçmeye çalışıyordu. Ne kadar ısrarla baktıysa da Öfke gibi bir hâl göremedi.Yusuf ise Şaban'ın rûh hâlini tahmin ediyordu. Onu yaşadığı mahcubiyetten, eziklikten hemen kurtarmak lâzımdı.Güleryüzlü bir tavır takınarak yüzünü Şaban'a çevirdi. Elini omzuna attı: •- Canının neye sıkıldığını biliyorum. Ama takma kafanı.. Arkadaşına da hak ver.- Keşke...Sözünün devamını Yusuf'un müdahalesi engellendi:- Hiç hayıflanmana lüzum yok. Beni o eve götürdüğüne de pişman olma! Hem yolun başındayız bakalım. Öyle hemen pes etmek olur mu?- İyi de hoca; sana karşı bu utançtan nasıl kurtulacağım. Hüseyin o lâfları söylerken "yer yarılsa da içine girsem" dedim.. - Biliyorum, bütün kabahat bendeydi. Ona evvelâ senden bahsetmeliydim, sonra gitmeliydik...- Ah şu kafasızlık! Ah şu aptallık! Ah, ben dünyânın en226budala insanıyım. Rahmetli anam sık sık söylerdi bunu. Her şeyi berbat ediyorum!..Yusuf'un elinin omzunda olmasından da cesaret alarak devam edecekti. Belki çok şey söylemeye niyetliydi. Fakat Yusuf işi daha fazla dallandırıp budaklandırmadan kapatmaya kararlıydı. Şu temiz kalbli insana böyle bir azabı çektirmenin hiç faydası yoktu. Aksine, bir işe yaradığını hissettirmeliydi.- Bak Şaban! Ben şimdiye kadar neler gördüm, nice insanlar tanıdım, nice hakaretlere maruz kaldım bir bilsen! Hüseyin'in muamelesi çok hafif kalıyor.. Sonra; o durumdaki birisinin öyle davranması da normal. Biz onun yerinde olsak kimbilir neler yapardık? Bu hâllere düşüp de intihar eden nice insanlar duyuyoruz!- Böyle darbe üstüne darbe yemiş, kimsesiz, her şeye muhtaç birinin daha sert davranması da muhtemeldi. Ama sabretmeye devam ediyor. Belki biz çok daha zavallı bir hâle düşerdik.!Sana gelince... Olan bitenlerden beni haberdâr ettin! Meğer ne büyük uykuda imişim... Etrafımda ona benzer niceleri var kimbilir? Yazıklar olsun bize ki; kendimizle uğraşmaktan, rahatımızı düşünmekten, muhtaç kardeşlerimiz aklımıza bile gelmez olmuş!-Allah razı olsun Şaban! Boylelerinden hiç olmazsa birini gösterdin. Hayırlı işlere vesile olman ne güzel, biliyor musun? Şu kadar imkânsızlık içinde bir de ona yardım ediyorsun. Ne mutlu sana!..

Page 105: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Hoca, ben içimden geldiği gibi hareket ettim. İnşaallah doğrusunu yapmışımdır. Ama ne yalan söyleyeyim..Seni kızdırdım, üzdüm diye çok korkmuştum.- Yoo yoo! Hiç de öyle değil... Kızacak biri varsa ken-dimdir. Üzülecek bir hâl varsa, kendi halimdir ancak! Sana kızmak ne kelime! Sağol, varol...Artık ağzı kulaklarına varıyordu Şaban'ın... Her yaptığı işte etrafındakilerin terslediği, yaptığı doğru bile olsa insanların burun kıvırdığı garib Şaban belki de senelerdir ilk defa birinden azar işitmiyor; fikirleri-hisleri dinleniyor, üstelik takdir görüyor, muhatabı samimiyetle minnetini dile getiriyordu.227Gözünde büyüttüğü birinden bu sözleri işitmek, başını bulutlara değdirmeye yetmişti...- Neyse hoca, senin de bir sürü vaktini aldım. İşinden alıkoydum. Sandığımı sırtlanayım, yavaş yavaş çarşıya yollanayım.•••Yusuf, zihni iki gündür olanlarla allak bullak, akşam etti. Konak'a fabrikanın servis otobüsüyle geldi.Kalabalığın arasına karışıp bir müddet dalgm dalgın yürüdü. Vasıtaların gürültüsü, telâşla evlerine dönen insanların aksi istikametlerde sel gibi akışı otobüs ve minibüs duraklarında bekleşenler, son müşterilerini bekleyen esnaf onu hiç alâkadar etmiyor; iki gündür olan bitenlerin tahlilini yapmaya çalışıyor, kendisine dersler çıkarıyordu.Kalabalıklar içindeydi, lâkin onun için etrafında kimseler yoktu."Hoşlanmıyorum, hiç hoşlanmıyorum! Etrafımdakiler, hele câhiller, çok zaman yüzüme karşı övdüler beni. Nefsim bur ¦ al ne kadar hoşlandıysa, ruhum hep isyan etti.""Hâlâ devam ediyorlar... Kimi "çok yakışıklısın" diyor, kimi"çok kültürlüsün" kimi "çok akıllısın" kimi "çok kabiliyetlisin...""İnsanların takdirlerinden o kadar kaçtığım, böyle yapanları ikaz ettiğim halde hâlâ devam edenler var.""Halbuki bir insanı yüzüne karşı övmek ne kadar da ters! Bugün belki doğruları söyleyenler; gün geliyor olmayan vasıfları da ilâve edip, muhatablarının kendisini bir şey zannetmesine sebeb oluyorlar. Haddini aşan o zavallı da boyundan büyük işlere kalkışıyor. Kimi zaman dünyâsını, kimi zaman âhiretini, kimi zaman her ikisini mahvediyor. Kimi zaman da insanlığın baş belâsı zalimler türüyor.""Çok şükür Yârabbim!.. Beni kibarca kovalayan şu Hüseyin ne de güzel yaptı!..""Ah insanlar!.. Ne olurdu hepiniz hepinizi olduğu gibi değerlendirseydiniz! Onları yüzlerine karşı övmeseydiniz... Ne olurdu binbir türlü sahte iltifatlarla birbirinizi şımartma-228saydınız? O zararsız mahlûkları kendi kendilerini yeyip bitiren birer kurt, etrafrndakileri ezen birer zorba, parçalayan bi-c rer canavar hâline getirmeseydiniz!. Ne olurdu?! Ne olurdu?! Ne olurdu Hüseyin gibi dobra dobra olsaydınız?!""Ey Rabbimi Kibirle kendi kuyumu kazmaktan, kendimi dev aynasında görmekten, haddimi aşmaktan, nihayet kullarına zulmetmekten sana sığınırım!""Hüseyin bir felâketzede... Ve yapayalnız... Eu • ak ihtiyacını karşılayacak kimsesi yok. Nasıl yaşar, ne yer, ne içer, hayatta kalmayı nasıl becerir? Bir bardak su getirecek kimsesi yok!..""Öyle sitemle, nefretle konuşurken ne kadar da haklı!" "Ey birkaç sene evveline kadar çöp]üğünde bol bol komünist yetiştiren kapitalizm! 1980 öncesinde bunu bol bol yapmıştın... Ve sen ey bitmiş komünizm! Sen de bütün dünyâda ve Anadolu'nun unutulmuş insanlarında aradığın cevheri rahatça buldun. Hüseyin gibilerini kolayca ağlarına alıverdin.""Bugün ise... Bugün komünizm; vicdan sâhiblerinin beyninde teşrih masasına yatırılmış -bir kadavra... Kapitalizm ise, ölmek üzere olan bir hastanın ölüm öncesindeki zindeliğini yaşıyor.""Sen ölmek üzere olan kapitalizm! Bir taraftan iştahları kabartan cazibedâr hayat felsefenle bazılarını Karunlaştırıp çılgınca bir hayata sürüklüyor, geride kalan milyonları ise sefalet batağmda debelenen, debelenirken de o bazılarının hayâtına gıpta eden cîfe kurtlarına döndürüyorsun!"

Page 106: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

"Hüseyin, sen henüz debelenme merhalesindesin. Fakat kabaran iştahınla bir eşkiya, bir canavar, bir vampir olmayacağını kim taahhüd edebilir!""Ve sen Hüseyin! İslâmm yaşandığı şartlarda da öyle konuşabilir miydin? İslâm cemiyeti olsaydı ve İslâm'ın bütün güzellikleri bu cemiyete dantel dantel işlenseydi, sen ve senin gibiler olur muydu? Olsa bile bu hâllere düşer miydi? Düşse bile tepkisini böyle mi gösterirdi?""Hayır Hüseyin hayır! İslâm hayatımıza hâkim olsaydı bunların esamisi bile okunmayacaktı. Hep birlikte dünyâda229cenneti yaşayacaktık.""Cennet cennet dedik, cenneti hep âhirette zannettik. Âhiretteki cenneti yaratanın vaz'ettiği kanunlara uyanlara, dünyada mecazî cenneti vaad etmiş olduğunu hep kulak ardı ettik. İnsanların bir kısmı, bir zamanlar dünyâdaki cennette yaşamıştı. Öyle bir cennetti ki o, o cennete inanmayanları da içinde yaşatmıştı.""Sahabe devriydi o! Ah onları ve onların liderini hakkıyla tanıyabilseydik!""Bir Osmanlı vardı! Sahabe devrinden sonra İslâm'ı en mükemmel yaşayan, insanlık târihinin asla emsalini görmediği saAdet müesseselerini te'sis eden, medeniyetin şahikası, Allah düşmanlarının korkulu rü'yâsı, dostların ve mazlumların hâmisi bir devletti o! Altı asır yaşadı...""Yaşadığı cenneti beğenmez mi oldu ne? Gün geldi güzelliklerden sıkıldı kimbilir!... İyiler, iyi olmaktan nasıl sıkılır aklım ermiyor!""Demek ki suyun akışını değiştiren kendileri değil... Daldıkları gaflet öylesine derin ki; içlerindeki birkaç kötünün düşmanlarla anlaşacaklarını hiç hesablamamışlar.""Kötüler bıkmadan usanmadan çalışmışlar. Cemiyeti if-sad edecek mikropları saçmışlar ortalığa. Sonra hastalık vücûda hızla yayılmış.Gün gelmiş* içerdeki ve dışardaki düşmanlar çoğalmışlar, güçlenmişler. Var güçleriyle faaliyetlerine devam etmişler...""İyiler ise, 'iyi olmanın ma'nâsmı öyle tuhaflaştırmışlar ki; kötülüğü, kötüleri bertaraf etmeyi kötülük zannetmişler. Yazık; gün gelmiş kötüler ahtapot gibi iyileri sarıp sarmalamışlar. Ve nihâî taarruzlarını yapmışlar. Mazlumların hâmisi, zalimlerin baş belâsı koca çınarı hep birlikte devirmişler.""İşte o zamandan beri caniler dipdiri gezerken masumlar ezilmede, can vermede. Başta o cihan devletinin mirasçıları olmak üzere kan ağlamada tekmil müslümanlar. Ezilenlerin bile ezdiği yine onlar...""Târihi unutturulduğu için bir türlü hafızasını toparla-yanıayan nesil onlar! Faziletten uzaklaştırılan, dinini öğren-230mesi ve yaşaması engellenen nesil onlar! Duyduğu bii'kaç ilâhî hakikate masal kadar değer vermiyen nesil onlar!""Ey insanlık! Sen ilk insandan bu yana, fıtratın gereği güzele, hayırlıya meftunsun... Fakat aradıklarını her zaman bulamadın ki! Bulduğunda da kıymetini bilip, uzun müddet elinde tutamadın.""Hiç düşündün mü ey insanlık? Şayet peygamberler ol-f masaydı hâlimiz nice olurdu? Çağlar boyunca; doğruyu, güzel ahlâkı, muhabbeti, ilmi, san'atı kimden öğrenecektik? Allah (c.c.)'ı kim beyân edecekti bize?""Ve hiç düşündün mü, peygamberler bizim için ne büyük nimet imiş?""Ey garib Anadolu insanı! Sen dedelerin gibi Hazreti Peygamberin yolundan gidersen, yeryüzündeki cenneti tekrar yasayacaksın. Fakat birkaç nesildir yaşanan isyan ve nisyân dolu hayatı yaşamaya devam edersen, şikâyet etmeye hakkın olacak mı?! Belki bugünden daha rezîl bir hayat seni bekleyecek. Belki düşmanlarının kahredici elleri sana hayat hakkı tanımayarak; mâsumâne-mazlûmâne şikâyetine de fırsat bırakmayacak. Bosna'da ve dünyânın dört bir tarafında olduğu gibi...""Sen ey Hüseyin! İslâm'ı ferden yaşayan az sayıdaki kahramanları görmediğinle için, İslâmî bir cemiyetin içinde yaşamadığın, böyle güzel numuneleri duymadığın için ne desen haklısın! Ne zaman ki sana şefkat kanatlarını gerecek insanlar el uzatacak, o vakte kadar lanet yağdırmaya devam edeceksin. Ve senin durumundaki hemen herkes gibi böyle bir cemiyetin hayâlini bile kuramıyacaksm... Nice

Page 107: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

insanların serâb peşinde koşarak heba ettikleri gibi koca bir ömrü ye's ile heder edeceksin.""Benim gibi bir günahkâra gelince... Parlak nutuklardan başka, kendimi kurtaracak amellerden başka ne yaptım ki?!. Yaptıklarımın da Allah indinde yüzüme çarpılmayacağı ne malûm?..""Hepsinden korkuncu; Hüseyin beni sakat bir cemiyetin aynası olarak gördü. Evet, cemiyetin aynasıydım onun için..." "Komşusu aç iken rahat uyuyanlar gibi ben de rahat231nuyudum. Yakındaki-uzaktaki kardeşlerimin, bütün insanların ızdırabını içimde yaşadığımı zannettim. Hep kendimi kandırdım ve kandırmaya devam ediyorum!.. Nasıl da avutuyorum kendimi ve vicdanımın sesini susturuyorum. Hayır, hayır... Ben en büyük riyakârım. Münafıkların hâli var üzerimde..""Yârabbim! Ne kadar günahkârım! Ne kadar perişanım! Dünyânın en aşağılık mahlûku ben olmalıyım. Benden daha günahkârı, benden daha zavallısı var mıdır acaba?"Affet AUahım, affet! Yakınında oturanlar her türlü ızdı-rab içindeyken rahat bir hayat yaşayan şu gafil kulunu affet! Ve onu uyandır! Acı çekenlerin acılarını kalbinde duyanlardan eyle!"Gözleri dolmuş, yürümeye devam eden Yusuf ortalığı velveleye veren korna sesleriyle kendine geldi. O anda anladı ki; caddenin ortasında dikilmiş duruyor. Bağırıp çağıran şoförler ve cadde ortasındaki bu adama garib garib bakan insanlar...232XIX- Hava biraz sonra iyice kararacak, dedi Şaban Hüseyin'e dönerek.Ağzını şapırdatan Hüseyin, bir taraftan yediği balığın lezzetini ağzında devam ettirmeye çahşırken,bir taraftan da yarı dolu ağızla karşılık verdi:- Yaa, biraz sonra hava kararacak, her zaman içimi kararttığı gibi...- Sen hiç iyimser olamaz mısın be kardeşim? Bir ömür boyu böyle mi devam edeceksin?.- Her gördüğüm akşam ümitlerimi biraz daha suya düşürüyor. Ömür boyu sakat kalacağıma göre böyle devam edeceğim... Sana da mı bangır bangır bağırayım? Her şeyi biliyorsun işte! Sayın Şaban Efendi; ben bir sakat olarak hiçbir zaman çalışamam, karnımı doyuramam, başımı sokacak bir izbem olamaz....Devam edeyim mi?Yemek bitmişti. Bağdaş kurduğu sofranın başında şöyle bir kımıldandı Şaban:-Allah'tan ümit kesilmez. Devam etmen de gerekmez. Her zamankinin tekrarını yapacaksın!Devamını getiremeedi Şaban.. Hüseyin önce alıngan alıngan baktı:- Açık açık söyle Şaban! Benden bıktıysan eğer...- Bak şimdi öteki bacağını da ben kıracağım! Yahu senden bıksam,şu akşam vaktinde ne işim var burda? Şu sofrada...Bu defa gerçekten kırılacağını düşünerek sözünün devamını getiremedi.Hüseyin başını önüne eğdi:- Sağolasin kardeşim! Hâkim olamıyorum sinirlerime... Kusuruma bakma! Allah razı olsun, uzun zamandır hasretini233çektiğim bir balık ziyafeti yedim ellerinden..- Afiyet olsun.. Sayende ben de ne lezzetle yedim bilemezsin! Yalnız olsaydım hazırlamaya bile elim varmazdı.- Şaban biliyor musun; ilk gecelerde ıztırapla kıvranırken, sabahı nasıl iple çekerdim! Gecenin sessizliği yalnızlığımı kat kat artırırdı. Arada bir koğuşlardan birinden bir hasta iniltisi gelirdi. Hem korkar, tarifsiz bir ürperti çökerdi içime; hem de "oh bir insan iniltisi, demek ki birileri var şu koca hastane içinde" derdim. Yaşayan birisi, benim hâlimde bir arkadaş... Sonra o iniltiyi tekrar beklerdim. Aradan dakikalar geçer, "hadi hadi ne olur, yalnız olmadığımı söyle bana" der, iştiyakla beklerdim.- Kardeşim şimdi de aynı değil misin?

Page 108: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- İnsan her şeye alışıyor Şaban.. O kadar gayesizlik, dehşet, acziyyet, za'fiyet hisleri vermesine rağmen yalnızlığa da alışıyor. Bacağımdaki alçıya da alıştım desem inanır mısın bana?- Nasıl inanmam Hüseyin! Ben de bir yalnızım... Hem senin gibi de değil... Babam, kardeşlerim, karım var iken yalnızım. Bir seneyi geçti ki karımdan uzaktayım!- İyi kötü bir kulübemiz vardı. Babam olacak adam kendi elleriyle evlendirdi, elleriyle kaçırttı gelinini. Sonra beni de kovdu. Kardeşlerim ise köpek kadaj kıymet vermiyorlar bana!..- Neyse, sen de biliyorsun bunları. Tekrar etmenin âlemi yok..İkisi de yalmzmışlar gibi bir zaman etrafı dinlediler. İki kişilik bir yalnızlığı doya doya teneffüs ettiler.- Ben gideyim artık, dedi Şaban. Bu gün fazla koşturdum, yatsam iyi olacak.Kalktı sofrayı toparladı, dışarı çıkardı. Hüseyin, dışar-da bulaşık yıkayan Şaban'm kâh gölgesini kâh kendisini gördü.İşini tamamlayan Şaban veda ederek çıkınca, oda derin bir sessizliğe gömüldü. Hüseyin, kendi acılarına, endîşelerine dalıp gitti.Aradan on dakika geçmemişti ki bahçeden gelen ayak234seslerinin ardından kapıya vurulduğunu duydu. Doğrulmaya çalıştı:-Kapı açık, gir diye bağırdı.Bir taraftan da "gene ne unuttu Şaban" diye düşündü.Açılan kapının ardından birisi seslendi:- Hüseyin Bey, misafir kabul eder misiniz?Kapıdaki sese kulak kabarttı. Hayır Şaban'ın sesi değildi bu.. Tanıdık bir sese benziyordu ama...Daha fazla düşünmedi: Zira sorudaki usîûb da dikkatinden kaçmıştı.-Gel!Önce yanan lâmbanın ışığı, ardından ayakkabılarını çıkaran bîr gölge, sonra da kapıda Yusuf göründü.Hüseyin hiç beklemediği, gelmeyeceğinden emin olduğu misafire bir an tuhaf tuhaf baktı. Ne diyeceğini önce kesti-remedi. Gündüzden şuuraltına yer etmiş birtakım şeyler ve nereden kaynaklandığını kestiremediği bir insiyakla nihayet konuştu:-Trloşgeldin! Buyur içeri Yusuf Hoca... Yusuf bir taraftan "hoşbulduk" derken bir taraftan da başıyla iki elindeki koca koca poşetlere işaret etti:- Bunları mutfağa mı bırakayım?Yusuf'a bakmaktan elindekileri görmemişti Hüseyin. Elindekilere baktı. Kaşlarmı sorguya çeker gibi hafifçe çattı:- Nedir onlar?..-Karınca kararınca bir şeyler işte.. Yiyecek-içecek.. Düşündüm de...Yusuf'un hâli kabahat işlemiş de af dileyen bir çocuğu ¦ andırıyordu. Bu süklüm püklüm hâl Hüseyin'in çatık kaşlarını gevşetti bir anda.. Arkasına yaslandı.- Mutfağa bırak, ama hiç lüzum yoktu. Benim gibi birine böyle şeyler ha!..Başını iki yana salladı. Yusuf'un duyamıyacağı bir sesle acı acı güldü.Yusuf mutfaktan seslendi:- Yemek yemiş miydiniz?- Yedim yedim...- Öyleyse meyve yıkayıp getireyim.235-Sen bilirsin...Az sonra, bulabildiği bir tabağa doldurup yıkadığı meyveleri içeri getirdi. Etrafa bakındı. Gördüğü kullanılmış bir ambalaj kâğıdını aldı eline. Açıp Hüseyin'in yatağı dibine serdi. Tabağı üzerine koydu. Hüseyin'in karşısına oturdu.- Çarşıda biraz oyalandım, daha erken gelemedim. Sıcak bir şeyler getirmek isterdim. Neyse, bundan sonra o da olur inşaallah!Hüseyin'in sesi yalvarır bir tonda idi:- Neden yapıyorsun bunları? Mes'ele "ben bunlara lâyık mıyım" mes'elesi değil. Ama hiç alışkın olmadığım şeyler bunlar!Gözlerini alçak tavana dikti. Duyulur duyulmaz bir sesle mırıldandı:

Page 109: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Yârabbim, hayâtımda ilk defa birinden hediye geliyor. Beni hiç tanımayan bir yabancıdan... İşin garibi, benden hiçbir menfaati yok! Anlamıyorum, nedir bütün bunlar?..- Bunların hiç ehemmiyeti yok.."İnsanlara bir faydam yok, hiç olmazsa zararım olmasın" diyorum, ne yapayım!..Böyle bir cevâba aptallaşmış bir yüzle baktı Hüseyin. Sonra "aman bana ne, benim gibi bir câhil ne anlar şunun sözlerinden" deyip geçiştirdi- Şaban da biraz evvel buradaydı. Sağolsun balık kızarttı bana, beraber yedik.- Afiyet olsun.. Şaban, anladığım kadarıyla temiz kalbli birisi..- Açıkça şuna saf deyiver Hoca!. Tebessümle yetindi, cevab vermedi Yusuf.- Çevrede hep yüklenirler, şamar oğlanı gibi kullanırlar zavallıyı.. Hele gençler yapmadıklarını bırakmazlar! Nerede boğaz tokluğuna bir ayak İşi var; kandırıp çalıştırmak için garibi o vakit ararlar. Şâir zamanlarda hor-hakir görmenin, alaya almanın bini bir para! Şimdi söylerken utanıyorum; ama onu ilk tanıdığım zamanlar ben de öyle davranırdım. Bir gün düşündüm taşındım; herkesin ezdiği şu garibe böyle yapmanın zulüm olduğuna karar verdim. Sonra bir iki defa yardımım oldu. Borç para da aldı benden. Öyle dürüst bir insan ki;236söz verdiği gün, söz verdiği saatte borcunu vermeye kalktı. Çalışamadığı günler oldu. Bu defa verdiğim son parayı geri almadım. Aslında küçük bir borçtu. Ne yapsın ki onu bile ödeyecek durumu yoktu. İşte ondan sonra öyle bir bağlandı ki bana!..- Nihayet iki dost olduk onunla.. Şu kara günlerimde o da olmasaydı "ne yapardım!" diye düşünüyorum da hâlime şükrediyorum...-Gün geldi şu dört duvar arasında ikinci ayağım oldu. Yemeğimi hazırladı, çamaşırlarımı yıkadı, beni helaya götü-İJ' rüp getirdi. Hangi birini anlatayım ki! Yusuf Hoca onun hak-kını ödeyemem.- Sen de Şaban gibi hoca diyorsun..- İlk alışkanlık işte! Gündüz öyle alıştık, devam edip gidecek herhalde... Sen ne dersen de, ben gene de "hoca" diyeceğim. Hoşuma da gidiyor haa..- Siz bilirsiniz ama çok şeref yüklü bir kelime. Benim haddime düşen bir unvan değil.. Yusuf ağbi veya Yusuf desen yeter.Cevab vermedi Hüseyin. Önündekilerden yemeye de-¦ " ¦ vam etti. Birden başını kaldırdı. Gülüyordu gözleri...- İyi söylemeyeceğim, yalnız bir şartım var. Kabul mü? Yusuf havanın iyice yumuşamasından, samimî ortamdan memnun:- Neymiş bakalım o? Belki...- Bana "siz" diye hitab etme. Biliyorum çok kibar birisisin. Benim gibi bir amele parçasına değer veriyorsun. Ben alışkın değilim bunlara.Yusuf önce karşısındakinin hislerini tartmaya çalıştı. Yüzüne baktı. Samimî görünüyordu. Kırılmasından da korktu:- Peki olur, dedi.Bu Hüseyin'in bir nevi sulh anlaşmasıydı. Anlaşılan gündüzkü sertlik, yerini mülayim bir havaya bırakmıştı.Fırsattan istifâde mevzua hemen girmek istedi Yusuf. Zira kaybedecek zaman yoktu. Geçen her gün Hüseyin'in aleyhine olabilirdi.237- Hüseyin, kaza nasıl oldu anlatır mısın?Hüseyin gülümseyerek baktı. İlk defa "sen" demişti misafiri..- Hah şöyle, dedi gülerek..Aslında beklediği,beklemez gibi göründüğü bir sualdi bu...Lâkayd bir tavırla konuşmak istemezmiş gibi sağa sola bakındı. Derin bir iç geçirdi. Yusuf'a baktı...- Evet dinliyorum...- Ben seneler Öncesi ekmeğini kazanmaya başlayan birisiyim. Aslen Erzurumluyum. Köyümüz kuş uçmaz kervan geçmez bir yerdeydi. Gözümü orada açtım, dünyâyı orada tanıdım. Elli haneli bir köydü o zamanlar.. İlk okulu vardı.- Gürül gürül akan sulan, doyumsuz bir tabiatı vardı. Durakladı Hüseyin birden:- Yusuf ağbi ne yapıyorum ben! Kazayı anlatacak-tım,hayâtımı anlatıyorum.- Yoo yoo, seni sabaha kadar dinlerim. İstediğini anlat bana!

Page 110: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Nerede kaldığını düşündü biraz...İlk okulu köyümde okudum. Ailem onların çektiklerini çekmiyeyim diye ilçeye, Aşkale'ye yolladı beni. Orada orta o-kulu okuyacaktım. Ama fakir idiler. Bana yollayacak paraları yoktu. Yolladıkları para da hemen bitiyor, yarı aç yarı tok okula gidip geliyordum.Köyümüzden iki ağabeyle aynı evde kalıyordum. Hâlimi görüp arada bir para veriyorlardı. Almak istemesem de zorla veriyorlardı. Fakat her türlü angarya işlerine de koşturuyorlardı beni. Bir taraftan yaptıkları iyilik, diğer taraftan yaptırdıkları işler öyle gururuma dokunuyordu ki! O imkânsızlıklar içinde seneyi zar zor bitirdim. Muntazaman çalışmamama rağmen karneme zayıf da getirmemiştim.- Köyüme gittim, evdekilere karnemi verdim. "Artık okumayacağımı, para kazanmak, onlara da yardım etmek istediğimi" söyledim. Önce itiraz eder gibi oldular."Evin en büyük çocuğu olduğumu, beni okutmak istediklerini" söylediler. Ben de: "İyi ya, kardeşlerime de bakmak, okuyabildikleri yere238kadar onları okutmak istiyorum. Beni bırakın da onları okutun" dedim. "İyi, sen bilirsin" dediler.- O yaz ilçede bir berberde çırak olarak çalışmaya başladım.Aldığım cüz'i para bana ancak yetiyordu. Üç-beş kuruş bahşişi de' biriktirip, arada bir gittiğim köye götürüyordum. Güz mevsimi geldi, kış bastırdı... Bahara kadar köye gidemedim.- Üstelik çalıştığım işten, ustamdan memnun değildim. Ücretim hiç değişmediği gibi aldığım bahşişe de göz dikmişti. Paramı verirken sadaka verir gibi veriyor, "ulan ücretten fazla bahşiş alıyorsun!" diyordu.- İşe gireli nerdeyse on ay olmuştu ki ; "aldığım paranın, yaptığım işe göre çok az olduğunu" söyledim. Bir işe yaramadığımdan tutup, bol bol bahşiş almama kadar her şeyi sayıp döktü. Nihayet ayrıldım işten, köye döndüm.- O yazı kendi hayvanlarımızı mer'ada otlatarak geçirdim. Güz gelince; köyümüzden ağabeylerin okuduğu Erzurum'a gittim. Onların yanında kaldım. Lisede okuyorlardı. İki sene boyunca simit sattım Erzurum'da. Nihayet baktım ki bu yaptığım iş ömür boyu devam edemez. On altı yaşına gelmiştim ve bir mesleğe kanca atamamıştım. Yaşım geçmeden iyi bir zenaatı öğrenmeliydim.Fakat Erzurum ve havalisi diğer Doğu Anadolu memleketleri gibi dışarıya devamlı göç veriyordu. Malûm, bugün daha çok göç veriyorlar, iş güç yok.Önce İstanbul'a gitmeye karar verdim. Ramazan Bayra-mı'nda iki çocukluk arkadaşım köye gelmişlerdi. "Kendilerinin Konya'da inşaatlarda çalıştıklarını, istersem beni de götürebileceklerini" söylediler. Düşündüm taşındım,"hiç olmazsa ileride bir inşaat ustası olurum" dedim, onlarla beraber gitmeye karar verdim.O gün bu gündür Konya'dayım.-Bir ara askere gittim geldim. Bir aktığım yerden, bu kaza başıma gelene kadar devam ettim. Bir ay sonra yirmi dört yaşma gireceğim.- Yusuf ağbi, buraya kadar her bir şeyi kısaca anlattım. Çektiğim yokluklardan, ailem için bir şeyler yapamamanın ızdırabmdan, yediğim darbelerden, gördüğüm kalleşlikler-239den, yaşadığım zulümlerden hiç bahsetmedim. Bunlarla başını ağrıtmak istemiyorum. Anlatmaya kalksam günler sürer zâten...Biraz nefeslendi Hüseyin. Buraya kadar mütemadiyen konuşmuş, hüzün ve öfke bulutları yüzünü kaplamıştı.Yeniden anlatmaya hazırlandı. Feci hâdiseleri yeniden yaşıyormuş gibi acaib bir hâl aldı yüzü. Gözleri iri L açıldı, önce sabit bir noktaya takıldı, sonra Yusuf'un üzerinde ırıh-landı.- Bundan iki buçuk ay öncesine kadar her sabah çalıştığım inşaata gidip geliyordum. Duvar ustasıyım ben.- O gün, çalıştığımız apartmanın ikinci katındaydım. Nasıl oldu bilemiyorum, bir anda dengemi kaybettim aşağıya düştüm...Düştüğüm yer o kadar yüksek değildi. Şayet mes'ele ölüm ise; beşinci kattan düşüp ölmeyenler, sandalyeden yuvarlanıp ölenler var.- Belki sizin de başınıza gelmiştir. Tehlike ânmda insanın zihni çok hızlı çalışır. Aslında benimki bir düşmeden ziyâde şuurlu bir atlama idi. O anda, bir iki sendelemeden sonra muhakkak düşeceğimi anlamıştım. Zihnim şuursuzca

Page 111: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

düşmektense aşağıya atlamamı emretmişti. Ben de atladım aşağıya. Önce sağ ayağımın sonra sol ayağımın yere temas ettiğini hatırlıyorum. •- Dengem bozuldu; önce bacağımın üzerine, sonra yüzükoyun kapaklandım. O hızla birkaç defa yuvarlanmışım...- Her şeyi ayan beyan hatırlıyorum. Durduğumda etrafıma şöyk oir bakındım. Sırtüstü idim. Sonra bağrışmalar, ardından bana doğru koşuşanlar... Hiçbir şey olmamış gibi ellerimden kuvvet alarak doğrulmaya çalıştım. Ama nafile.. Sağ uyluk kemiğimde müthiş bir sızı vardı. Yere basmam mümkün değildi.- Yanıma gelenler hemen içeriye taşıdılar beni... Kuru gürültü yapıyorlar, "bir şeyin var mı?" "verilmiş sadakası varmış" gibi lâflar ediyorlardı. Nihayet içlerinden biri "iç kanama olabilir" diye ikaz etti toplananları... Hastaneye götürmeyi akıl ettiler. Hastaneye gidene kadar bacağım iyice şişmiş, nerdey-240se üzerimdeki tulumu zorlayıp patlatacak hâle gelmişti.-Velhâsıl uyluk kemiğim kırılmıştı.. İç kanama yoktu çok şükür!.. Ameliyat, yaranın kapanması, askı, alçı derken bu güne kadar geldim. Yirmi güne yaklaştı ki taburcu oldum. On gün sonra da alçıyı sökecekler.-înşaallah eskisi gibi sapasağlam olacaksın! İşine dönüp çalışacaksın.İşte o vakit Hüseyin'in yüzü acıyla gerildi gerildi... Derin bir of çekti. Gözlerini yere dikti. Islık gibi bir sesle;-Ben de oraya geleceğim işte, dedi. Asıl mes'eleye, beni kahreden mes'eleye...Yusuf'a döndü, gözlerine baktı:- Yusuf ağbi, başını ağrıtmıyayım, İstersen burada keseyim.- Hayır hayır, dedi Yusuf başını iki yana sallayarak. Çâre olamasam da iyi bir dinleyici olduğumu söyleyebilirim.. Anlatmaya devam et...- Doktorlar eski hâlime dönme ihtimalinin yüzde elli olduğunu söylediler. Yani sakat kalabilirmişim.Yusuf daldı gitti.. Dirseklerini bağdaş vaziyetindeki diz-. lerine yasladı. Bir müddet ikisi de konuşmadılar. Neden sonra Hüseyin:- Benim asıl yandığım nedir biliyor musun Yusuf ağbi? "Paran olsaydı; en iyi hastanelerde, en iyi İmkânlarda, en usta hekimler elinde tedavi görürdün" diyeceksin. Doktorlar defalarca "hâlâ vakit geçmiş değil" dediler.. Fakat beni kahreden parasızlık da, sakatlık da değil!.- Beni asıl yıkan, defalarca işini gördüğüm müteahhid beyefendi oldu. Benden, benim gibi nicelerinin sırtından milyarları kazanan şu beyefendi bozması kahretti beni...- Bugüne kadar çalıştım, sigortalı değilim. Üstüne üstlük hem de hemşehrim olan o hâin adam, yanında çalıştırdığı adam ben değilmişim, hayâtında Hüseyin adında bir ustayı hiç tanımamış gibi tavır takındı. Bir defa olsun hâlin nicedir diye sormadı. Aylarca hastanede yattım bir kerecik ziyarete bile gelmedi.!..- Çok şükür, kıyıda köşede biraz param vardı da rezîl 241kepaze olmadım. En son, evimdeki elektronik eşyaları sattım...Velhâsıl Yusuf ağbi; bu adam beni eski bir paçavra gibi bir kalemde sildi attı. Beni hem madden ham manen yerle bir etti.- Şimdi sorarım sana: Yaşanılan böylesi bir hayattan sonra; bir parçacık olsun kalmış olan insanlara güvenini, sevgisini kaç kişi devam ettirebilir? Kaç kişinin kalbinde kin ve nefret tohumları yeşerip boy atmaz?..Hüseyin, artık kalbini ortaya koymuş, içindekileri çekinmeden açığa vuruyordu...- Bütün samimiyetimle; senin de sezdiğini çok iyi bildiğim şu kanaatimi açıklamakta bir beis görmüyorum artık: Elinde poşetlerle şu fakirhaneme gelinceye kadar, içimden kopan nefret dalgalan boğmak istercesine seni de İçine alıyordu. Ama sen boğulmadın veya boğamadım. Zira sabahtan beri inatla üstüme üstüme geldin. Beni zayıf yerimden vurdun Yusuf ağbi!Yusuf tahmin ettiklerini şimdi apaçık anlıyordu.~ Bak Hüseyin öyle anlıyorum ki; ekseriyetle , belki de her zaman ahlâki bozuk, içi fesat dolu insanlarla muhatab ol-. muşsun. Hattâ onların bazılarını kendine dost edinmişsin. Herkesi kendin gibi zannedip, onların hâl ve tavırlarını kendi temiz ölçülerinle değerlendirmişsin. Neticede; çok zaman sükût-ı hayâle uğramışsın. Bu da sendeki muhabbeti nefrete çevirmiş. Her tuttuğun dal elinde kalınca, elinde kalan son silâhın nefret olmuş.

Page 112: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Bak kardeşim! Şu son sözüme kulak ver ve bana inan!- Unutma ki etrafımızda kötülük zaafı olanların yanında iyiler de var. Hele şu Anadolumuzda, faziletler menbaı vatanımızda nice insanlar var!..- Ben şu kadarcık hayâtımda öyle insanlar tanıdım ki!.. Sevdiği bir insan için gözünü kırpmadan ölüme gidenleri, bir yere başkan olunacaksa birçoklarının yaptığı gibi olmak için değil olmamak için kavga edenleri, iffetini korumak, Allah'a verdiği sözü tutmak için kendisini dördüncü kat penceresinden aşağı atanları, talebelerinin çamaşırlarını dahi yıkayacak242kadar tevazu sahibi olan muallimleri, çalıştığı devlet dâiresinde; mesai saatleri dışında birkaç defa elektriğini-su-yunu kullandı diye , parasını kat kat fazlasıyla verenleri, kazancının yarısını ihtiyaç sahihlerine dağıtanları, kul hakkı ve günâhlarının korkusundan benzi sapsarı, gözü yaşlı, mahzun gezenleri gördüm. Daha saymaya kalksam saatlerce anlatmam lâzım... Ve Hüseyin, daha nicelerini de duydum!..Yüzü aydınlanmıştı Hüseyin'in şimdi...Biraz önceki gölgeler mucizevî bir şekilde bir anda dağılmıştı. Gülümsü-yordu ilk defa.. Bakışlarında hayret ma'nâsı vardı.. Sesinde kuş gibi hafiflemiş bir insanın edası vardı: - Anlattıkların her ne kadar masal gibi geliyorsa da, sana inanmak İstiyorum Yusuf ağbi.. Belki de inanmaya çok ihtiyacım var! Ah ne olurdu öylelerini ben de tanısaydım! Ve senin gibi...- Sus, dedi hafifçe Yusuf.. Beni hiç karıştırma! Bu âmirâne söz Hüseyin'in devamına mâni oldu.- Yeter ki samimiyetle ara Hüseyin.. Ben şuna inanmışım: Dualar sâdece dil ile olmaz, sâdece kalb ile olmaz. Hem dil, hem kalb,hem de her an sürüp gelen hâl ile olur. Onun İçindir ki; insan şu dünyâda samimiyetle neyi arıyor, neyi istiyorsa muhakkak bulur. Sen de iyilerle hemdem olmak istiyor-¦ san, bir gün bulacaksm kardeşim!..Son kelime Hüseyin'i mest etmeye yetmişti. Yusuf'a dolu dolu gözlerle baktı.- Bana "kardeşim" diyorsun!..Gerisini getiremedi. O ana kadar içinde sakladığı şükran ve minnet gözyaşlarını sarsıla sarsıla dışarı sızdırmaya başladı.243XX• Râbia uyandığında öğle ezanı okunuyordu. Yatağındanzorlukla doğruldu. Bedeninde \ âlâ bir eziklik vardı. Tekrar Jv yatsa saatlerce uyuyacaktı. Ezana kulak kabarttı. Yattığı yer-d,en konsola doğru başını çevirdi. Kol saatini alıp bakmak üzere kalkmaya davrandı. Sonra duvar saati aklına geldi. Bir taraftan da "ne çabuk unuttum odamı" diye hâline güldü."Off, saat Öğleyi bulmuş. O kadar uyudum, hâlâ bitkinlik var üzerimde.."Günlerden Cumartesi idi. Pazartesi günü Ekim ayının 6'sı idi ve okulu açılıyordu.Doğruldu, kalktı. Yaz tatilinin son on gününü evinin dışında geçirmiş olmanın da verdiği hislerle, mahmur mahmur odasının her yanına baktı.Gece gelir gelmez yatmış, ortalığı darmadağın bırakmıştı.Biraz sonra elini yüzünü yıkamış, giyinmiş hâlde aşağıdaydı. Mutfağa yürüdü. İzzet Efendi'nin hanımı Ayşe Hanım öğle yemeğinin son hazırlıklarım yapmakta idi. Evin hanımına baktı baktı...- Hoşgeldiniz Râbia Hanım... Yeni kalktınız galiba?- Hoşbulduk. Öyle oldu. Uykumu ancak alabildim. Ama yatsam yarın sabaha kadar uyuyabilirim. Öyle yorgunum ki!..Ayşe Hanım şaşkın:- Dinlenemediniz mi yoksa? Bu kadar yorgunluk...- Vallahi ne olduğunu ben de anlayamadım. Yoruldum mu yoksa dinlendim mi?,Sırtı dönük Ayşe Hanım dudak büktü, sonra kıs kıs güldü bu hâle..- Yemek birazdan hazır olur. Ağbinizle babanızı bekleyecek misiniz, yoksa?..245- Hayır kahvaltı yapacağım. Sen bana bir limonata hazırla..- Hemen hazırlarım..-Yalnız biraz çabuk ol, hemen dışarı çıkacağım.

Page 113: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Aslında dışarı çıkmaya hiç niyeti yoktu. Ama ağabeyiy-le karşılaşacak, bir sürü soru soracak, işi yoksa hepsine cevab verecekti. Her şeyi öğrenmek isteyecek, lüzumsuz lâflarla canını sıkacaktı. En iyisi, akşam birkaç cevabla işi geçiştirmekti.Hemen gitti, telefon açtı. Birkaç cümle konuştu. "Geliyorum" dedi, kapattı.Hazırlanan kahvaltı masasına oturdu. Alelacele bir şeyler atıştırdı, kalktı.Kıyafetine baktı. Değiştirmeye lüzum görmedi. Yukarıya çıkıp çantasını aldı, ayakkabılarını giyip kendini dışarı attı. Garajdan arabasını çıkardı, yola koyuldu.Onbeş dakika sonra telefon ettiği evdeydi. Arkadaşı Leylâ'nın eviydi burası...Bulunduğu odada etrafı incelerken arkadaşı içeriye girdi.- Tekrar hoşgeldin Râbia.. Biraz beklettim, kusura bakma. Mutfaktaki işleri bitireyim dedim de...- Hoşbulduk Leylâ... Hiç mühim değil...- Eee ne yapıyorsun dünden beri?- Hep istirahatle geçirdim. Akşam erkenden yattım. Saat on'a kadar uyumuşum.- Al benden de o kadar! Akşam eve gittim, birkaç kelime ya konuştum ya konuşmadım bizimkilerle...Erkenden yattım. Uyanalı bir saat oluyor. Hemen kalktım sana geldim..Leylâ'ya tuhaf gelmişti bu. "On gündür beraberdik neden geldi ki acaba? Evdekilerle kavga etti de söylemiyor mu yoksa? Yok canım Râbia dobra dobradır; öyle bir şey olsa daha kapıda söylerdi. Konuşacağı mühim bir şey mi var? Yoo o da değildir. Uykudan uyanıp hemen buraya gelmek?.. Ama belki de olabilir! Yalan mı söylüyor yoksa? Hadi benimle kavga etmeye geldi diyelim. Böyle güle oynaya olmaz ki canım! Kavga edecekse evimde değil başka bir yerde ederdi. Bir defa246mayo giyip resim de çektirmeyi hâlâ kafas^nu mı takıyor yoksa?.."- Daldın gittin, ne oldu Leylâ?- Yok bir şey... Tatil çok kısaydı değil mi? Ah, bir ömür boyu orada yaşamak isterdim! Sen de isterdin değil mi?- Bilmem, dedi donuk donuk.. İnsanın bazı mes'uliyetle-rİ var. Her zaman orada olmamız mümkün değil zâten! Birazv da geç mi gittik ne?.., - Yok canım, kavurucu sıcaklarda ne yapacaktık? Asılı.' tam zamanıydı. Deniz birkaç derece serinlemışti, insana cinnetm getirtecek havalar yoktu... Gerçi sen de denize bile girmedinya!.. Bir defa dizlerine kadar suya girdin o kadar.. Ah, sulara kendini bırakmak ne zevk!- Bikiniyle herkesin önünde, öyle mi?Rabiâ aşağılandığını hissetmişti. Fakat, ne söyleyeceğini de bilemiyordu. Aklından geçen çok şey vardı ama hangisini önce söyleyecekti. Zihni karışmıştı..O, kafasındaki bu keşmekeşle meşgulken, Leylâ alaylı bir ifâdeyle devam etti:...... .. _.. - Hâlâ aynı inat! Kuzum, bırak artık şu kafayı. Şu güzel-liğinle var ya..- Neyse, lütfen bırakalım bu bahisleri! Kafn 11 karmakarışık zâten..- Ah Râbia sende bir şeyler var ya anlıyamıyorum bir türlü! Bak, senin en yakın arkadaşlarındanım. Çocukluktan beri birbirimizi tanıyoruz. Birçok sırrımızı verdik birbirimize.. Neden anlatmıyorsun?..Kafi bir tavırla konuştu Râbia.. Sesi her şeyiyle ikna eder hâldeydi:- İnan hiçbir şey olmadı! Sâdece; mantığımla nişlerim, inançlarım devamlı çarpışıyor. İki ses kıyasıya mücâdele ediyorlar, îşin garibi içimde olanlardan emin de değilim..Leylâ kaşlarını çattı. Güneşten yanmış kolunu kaşıdı. Bir hekim edasıyla sordu:- Neler oluyor meselâ?- Dedim ya, karmaşa üstüne karmaşa...- Side'deyken eğlendiğini, çok mutlu olduğunu söylü-247yordun ya kızım!.. Hani hâlinle de mutlu olduğunu gösterme-seydin...- Belki mutluydum. Belki mutlu olduğumu zannediyordum. Belki kendimi mutluluk masallarıyla avutuyordum...

Page 114: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Farkında mısın Râbia? Bazen çok karamsar oluyorsun. Bırak canım şu filozofça düşünceleri! Anliyamıyorum seni, inan! Bazen her şeyi o kadar ciddiye alıyorsun ki! Hayat Nas-reddin Hoca'nın hindisi gibi düşünmekle geçer mi kızım? Bak gençsin,çok güzelsin, zenginsin, derslerinde başarılısın... Ah Râbia ah, senin imkânların benim elimde olacak!..- Ne yapardın?Bunu söylerken acı acı tebessüm etti..- Ne mi yapardım: Gençliğimi, hayâtımı yaşardım!..- Peki sonra?- Sonrasını hiç düşünmüyorum. Mühim olan gençliğimi değerlendirmek değil mi? Yirmi-yirmi beş sene sonra ne yüzüme bakan olur, ne de dünyâdan zevk alacak takatim, sağlığım kalır!. Şu kısacık gençlik günlerini dolu dolu yaşamalıyım öyleyse!.-Daha sonra?Sinirli bir kahkaha attı Leylâ..- Sen insanı deli edersin, dedi.Bir müddet soğuk bir hava aeti. Leylâ mevcut havayı değiştirmek istedi:- Ne içersin?- Çok sağol, bir şey içmeyeceğim.Yanına geldi Râbia'nın. Ellerinden tuttu. Gülerek gözlerine baktı.- Hassas Rabiâcığımın damarına bastım galiba! İkramımı reddediyor.Râbia gülümsemeye çalıştı:-Emin ol öyle birşey yok! Benim derdim kendimle...Sen istersen kendine hazırla,iç.- Öyleyse ben de içmeyeceğim. Anca beraber, kanca beraber!..- Sıkıldıysan gel çıkalım, bir kafede otururuz. Değişiklik olur. Hem bakarsın, arkadaşlardan da gördüklerimiz olur.248- Öyle yerlerden oldum olası pek hoşlanmam, biliyorsun.. Ama gidelim bakalım.- Hem birazdan annem de yanımıza gelir oturur. Sen gidene kadar ayrılmaz bir yere ..Rahat edemeyiz.**•Râbia akşam eve geldiğinde, gündüzkü tahminlerinde yanılm.ıdığmı gördü. Babası sâdece bir "hoşgeldin" demiş, ağabeyi ise odasına kadar gelip bazı sorular sormuş, kestirme cevablarla geçiştirmişti. Yavuz'da fazla üstelememiş, odadan hemen ayrılmıştı.Ağabeyi ayrıldıktan sonra gene de bir "oh" çekti. Olur ya; inadı tutar, her şeyi didik didik araştırıp Öğrenmek isterdi. Neyse ki böylesi bir zayıf ihtimalden kurtulmuştu. Aıadan birkaç gün geçince de pek ehemmiyet verilmezdi zâten.. Unutulur giderdi... Babasından yana çekinmiyordu. Tamamen yakasını bırakmış, kendi meşgalelerine dalıp gitmişti. Ağabeyine takıldı aklı..."Neden korkuyorum ondan acaba? Bir kötülüğü mü dokunacak? Dayak mı atacak? Zincirlere mi vuracak? Birçok şeyden men mi edecek?"O güne kadar defalarca düşünmüştü. Bazı neticelere varmıştı.. Şimdi ise daha bir ayan beyandı kanaati..Bir sırrı çözmüştü işte.. Buruk bir sevinçle içinden haykırdı:"Buldum!... Evet evet, benimki saygıdan neş'et eden bir korku.. Onu aynı zamanda seviyorum, saygı duyuyorum. Şahsiyetine saygı duyuyorum!""Daha mühimi, mahrumiyet korkusu... Evet evet, mes'ele burada düğümleniyor.. Küçüklüğümden beri hep bir koruyucu olarak gördüm onu. Sevgisinden, şefkatinden uzak kalmamak istedim..""Biliyorum, o da beni çok sever, üzerime titrer. Zâten birbirimizden başka kimimiz var ki!..""Onun sevgisinden, himayesinden mahrum olmak... O vakit kimbilir ne kadar zayıf, âciz hissederim kendimi!""Yârabbi, ne korkunç şey! Yapayalnız kalmak, dayana-249cağın bir daim olmaması... İşte o zaman kendime güvenim de kalmaz. Güvenimin kaybolması, benim felâketim demek tir. Kolu kanadı kırılmış bir kuş gibi zavallı!.. Ne korkunç şey AllahımL"

Page 115: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

"Hepsinden öte, ona karşı mahcub olmak var. Bana güveniyor. Güvendiği için de; hiç tanımadığı-bilmediği yerlere yolladı.""Hayâl kırıklığına uğratırsam, yüzüne nasıl bakarım onun! Nasıl "ben senin biricik kardeşinim" derim. İtimadını bir kaybederse, benden bir nefret ederse.. Aman Allahım, gerisini düşünmek bile istemiyorum!"Bîr an kanepesinde geriye yaslandı. Düşündü düşündü.. Nihayet kalktı."Evet, önce şu baş belâsı resimden kurtulmalıyım! Onu yok etmeliyim.."Çantasını aldı. Daha albümüne yerleştirmediği, plajda çektirdiği fotoğrafı aradı, çıkardı. Tekrar kanepeye oturdu. Avuçları arasına kartı aldı. Önce kayıtsız, sonra iğrenerek baktı baktı... Kendisi mayo ile arkadaşı Leylâ bikiniyle yanlarında da üç erkek, ellerini kızların omuzlarına atmış hâlde poz vermişlerdi.Yüzü pişmanlık ve tiksinti hisleriyle dolu, son defa baktı.. Dolabından bir kibrit kutusu çılferdı. Yaktı, kartın altına çöpü tuttu. Aklına geldi, "iyi de bunun külünü ne yapacağım!" Kart bir taraftan yanıyor, alevler kartı dilim dilim kaplıyordu. Kül tablasını aradı. "Sigara içmiyorum ki ne gezer bu odada!" diye kendi kendine kızdı."Hah" dedi sonunda... "Kocaman çiçek saksıları var, ne budalayım hiç de akıl edemiyorum!"Alevler kartın yarısını kaplamıştı şimdi. Hemen iki-üç adım attı. Konsolun yanındaki kocaman kauçuk saksısına bıraktı. Yürürken, rüzgâr alevleri önce durdurmuş, nemli toprak üzerine konan kart tekrar yanmaya başlamıştı.Tekrar kanepesine geçti. Son kıvılcımları da uzaktan seyretti.. Şimdi görünen, kıvrılmış bir karbon kütlesiydi."Toprağa karışır gider. Böyle pis bir şey de ancak gübre olmaya yaraşır." Oh, tedirgin tedirgin yaşayacağıma içim ra-250hat eder hiç olmazsa..."Düşünceli zamanlarında yaptığı gibi boylu boyunca uzandı. Başını hafifçe kaldırdı, tekrar saksıya baktı. Kömür- leşmiş kartın ucunu görebildi.Side'yi düşünmeye başladı. Olan bitenleri hafızasında canlandırmaya başladı. Ruhunda derin izler bırakmış iki hâdiseyi ardı ardına hatırladı birden...Birincisi kendisini tiksindirmiş; ikincisi şefkat merhamet ve kendinden nefret hislerini galeyana getirmişti. Onu tiksindiren; resimde yer alan erkeklerden biriydi. Biraz önce resme bakarken, içinden ağız dolusu tükürmek geldiğini hatırladı.Günlerce peşinden koşmuş, ona kur yapmış, kalbini kazanmak için, sonra da elde etmek için türlü yollar denemiş-ti. İğrenç emellerine âlet edememişti..Defalarca düşündüğünü tekrar düşünmeden edemedi: "Acaba samimî olsaydı, niyeti bir yuva kurmak olsaydı 'evet' der miydim?"Defalarca verdiği cevabı tekrarladı."Hayır hayır, asla!.."Hattâ bir gün Leylâ, içini okurcasına aynı soruyu sormuştu.. Ona da "hayır" dedikten sonra "bütün sebebleri ben de saymaktan âcizim, ama en mühim olanlarını söylememi istersen; onunla birçok noktada hayat felsefemiz uyuşmuyor, derim. Bir defa o; her şeye menfaat nazarıyla, madde gözüyle bakan bir hayvan." Evet evet bir hayvan o! Kültür yok, eşya ve hâdiselere dikkat yok, hassasiyet yok, görgü sahte, incelik sahte, vicdanı pas içinde ve kadın denince aklına gelen, elli-altmış kiloluk et-but yığını... Kadınlara saygısı, sırf elde etmek için takınılmış bir maskeyle örtülü.. Hepsinden öte, insana kıymet kazandıran kaç fazileti var? Aksine sahtekâr ve riyakâr..."Leylâ bir karşılık verememişti bu uzun cevaba.İkincisi, gelmelerine iki gün kala olmuştu. Akşamın ilerlemiş saatleriydi ve Leylâ evde yoktu. Oturmuş televizyon seyrediyordu. Bir özel televizyon kanalı Bosna-Hersek'teki mazlum müslümanların trajedisini, akşam haberlerinde, vic-251danlara balyoz indirircesine vermişti.Yaralıları, hasta ihtiyarları, perişan çocukları, kan gölüne dönmüş sokakları, belki de târih boyunca misli görülmemiş bir sefaleti yaşayan, terkedilmiş bir akıl hastanesindeki hastalan göstermişti. Bir deri bir kemik kalmış olan akıl

Page 116: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

hastaları artık yiyecek bulamaz olmuşlar; içlerinden ikisi beton zemin üzerinden kendi pisliklerini avuçlayıp yiyorlardı.Daha fazlasına dayanamayıp başını çevirmişti. Gördüğü bu manzara yüreğini paraladı.. Sonra; üç senedir vahşetin her türlüsüne seyirci kalan, feryatlara kulağını tıkayan insan-cıl(!), modern{!), Avrupa'ya lanetler yağdırdı. Bize ve bizim sözde aydınlarımıza kendisini insaniyet havarisi olarak tanı-' tan, aydınlarımıza kendilerini inkâr ettirecek kadar kompleks aşılayan Avrupa'ya lanetler yağdırdı. İçinden tükürmek geldi ekrana! Sonra insanım diye gezen, çağdaşlık teranesine kendini kaptırmışlara... Ve tükürdü!..O vakit mazide kimi tüller aralandı. Bir şiiri hatırladı. Bu uzun şiirin son kısımlarına doğru "tükürün!" kelimesiyle tekrir yapılıyordu. Bu şaheseri, lise yıllarında, dev şâir Meh-med Âkif'İ anma gününde okumuştu.Bu hâtırayla derinden sarsıldı. Bütün vücûdu sıtmaya tutulmuş gibi titriyordu. "Ne kadar da canlısın!" demişti şiire... "O gün de aynı şeyler yaşanmış, ama sanki bu günü anlatıyorsun. Ne büyük insanmışsın sen ey Akif!"Kalbi buruktu, kırıktı..Gözleri dolu dolu, çaresizliğin bütün ızdırabını kalbinde taşıyarak bir müddet taş gibi donup kaldı... "Nasıl olabilir? İnsanlık nasıl bu kadar suskun olabilir?" diye bütün isyanlarını sessiz feryatlarla haykırırken, onu asıl donduracak manzara çıktı karşısına.. Gördükleri, biraz evvelki vahşete suskunluğu gölgede bırakıyordu.Araya bir reklâm koymuştu televizyon.. Yarım dakika süren bir reklâmdı bu..Ekrandaki,beynelmilel bir dondurma firmasının reklâmıydı..İnsanın mide şehvetini feveran ettiren, tıka basa dolu midelere, keyifle sırıtan dişlere, sıcaktan bunalmış plaj çıplaklarına hitab eden manzaralarla doluydu.252"Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu" demekten kendini alamadı.Artık dayanacak gücü kalmadı. Kumanda cihazının düğmesine sert bir hareketle bastı, kapattı televizyonu. Cihazı kaldırdı, karşısındaki kanepeye fırlattı.Hışımla baktı cihaza. Sonra sinirleri boşalmış bir hâlde, içinden coşup coşup gelen öfke dolu gözyaşlarına mâni olamadı. Yumruklarını sıkıyor, arada bir cansız cansız dizlerine indiriyordu.Neden sonra sâkinleşti. Odadaki sessizliği dinledi biraz. Uzaktan uzağa gelmeye başlayan, gazinodaki müziğe benzer seslere kulak kabarttı. Çılgınca eğlenen (!) insanları gözünde canlandırdı. Caddeden korna çalarak geçen birkaç vasıtanın sesini duydu.Bir an ortalıkta her şey Iâl kesildi. Araba sesleri, müzik sesi, sessizliğin sesİ,hepsi yok oldu. O zaman tekrar kendi içine döndü. İnsanlığı, kendisini sorgulamaya başladı...Şimdi bütün insanlık; kimbilir kaçıncı kabahatini işleyip de huzurda nasihat dinleyen arsız çocuk misâli, karşısında sandalyeye oturtulmuştu. Kendisi de bir hâkim; hem sorguluyor, hem nasihat ediyordu:"Neden bütün bunlar, neden?.. Düşen kaçıncı maskeniz bu! Bir gün bir kahramanın, kahramanlar ordusunun başında, size insanlığı öğretmesini mî bekliyorsunuz?.""Güç, belki bugün sizin elinizde! Zahirde öyle görünüyor belki... Peki, o gücün elinizden alınmayacağına dâir bir teminatınız mı var?""Hayır hayır, akıllan artık ey insanlık! Yapılan zulümlere, akıtılan kanlara gösterdiğin rızâ seni helak etmeden evvel uyan!""Hayır, bütün bunların devam edeceğine inanmıyorum. İnsanlık bir gün, tek bir çizgide buluşup birleşecek. Rezalet yarışı bitecek, tekrar fazilet yarışı başlayacak!""Eğer hak-adâlet mefhumları varsa, bir gün mutlaka hükmünü icra edecek. Belki ben göremiyeceğim. Ama kâinatın sahibi, sâhibsiz bırakmayacak yarattığı insanları..""İnsanlık ne kadar şeytanlaşsa da, ne kadar hayvanlaş-253sa da, hayrın şefkatli kollarında kurtuluşu arayacak."Bir an silkindi Râbia.. "Yoksa fazla mı iyimserim" dedi. "İnsan yer içer, kendinden pay biçermiş ya. Herkes benim gibi mi düşünüyor acaba?"

Page 117: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Şakaklarını zonklatırcasına düşündü.. Mevzua vermeye çalıştı kendisini. Nihayet; fazla iyimser olsa da, gönlü öyle arzu etse de, tarafsız olduğuna inandığı şu hükme vardı:"İstisnalar çıkabilir. Fakat hepimiz huzurun, saadetin meftunu değil miyiz! Kimi zaman şeytanlaşsak, kimi zaman hayvanlaşsak da hepimizin içinde melekî yön yok mu!"Evet inanıyorum... İnsanlık aradığı dünyâ cennetini bir gün bulacak.Yalnız, ekranda son gördüklerini bir türlü hazmedemi-yordu:"Hadi onlar düşman! Zulüm ve vahşetin her türlüsünü, her zamanki gibi kendilerine caiz görüyorlar. Peki bunların yaptıkları ne?. Ne biçim samimiyet bu?! Bir tarafta kanımı donduran manzaralar; diğer tarafta, riyakârlığı bu kadar ucuzlatan, hepimizin hamiyet hislerini hiçe sayan, senelerdir dost görünen düşmanlar!.. Bizden olup da bizim iklimimizden çok uzakta olan satılmışlar!..""İstisnalar bunlar mı yoksa?" diye düşündü.."Hayır hayır, bunlar istisnadan da öte.. Bugün istisna dediklerimizin kahir ekseriyeti hakikati bjır gün görecekler. Ama şu solucanlar!.."Öylesine öfkeyle doluydu ki içi... Kimsenin olmadığı şu evde bağırıp çağırmak, hırsını duvarlardan almak istedi.Fakat bundan vazgeçiren bir sesle irkildi. Dışardan değil, içinden, tâ derinlerden gelen bir sesti bu.. Vicdanının sesiydi. Soru üstüne soru vardı gelen seste:"Sen de o istisnalardan değil misin? Söylesene, bugüne kadar mazlumlar için ne yaptın? Nasıl bir hayat yaşıyorsun? Şu günlerde ne için buradasın?"Yüzünden, gözlerinden, kulaklarından alevler fışkırı-yordu sanki... Sırtını ateş basmıştı...Şimdi bütün insanlık hâkim olmuş, onu sanık sandalyesine oturtmuşlar gibi geldi. Her kafadan bir ses çıkıyor, her-254kes şu İki yüzlüyü mahkûm etmek istiyordu...Vicdan, bütün dürüstlüğüyle, en samîmi cevabları vermekten de geri kalmadı:"Bütün bunlar olurken; sıcacık yatağında en derin uykulara daldın, en pahalı elbiseleri giydin, en leziz nimetlerden yedin. Hep gülmek istedin, her şeyde zevk ve neş'e aradın, keyfin için tuttun tâ buralara geldin..."Hatırına bir söz geldi: "Rahatını düşünenler yüzünden rahatsızdır bu dünyâ!' Yusuf'tan işitmişti bu sözü. Çok manidar bulmuş, sahibini de sormuştu. Yusuf sâdece büyük bir zâta âit olduğunu söylemişti."Ben, sen, o...Hepimiz rahatımızı düşünürsek, sonra ne olur hâlimiz? Ve ben riyakâr Râbia! Ne kadar da alçağım şu hâlimle!.."İçinden bir başka ses müdahale etti: "Senin değiştireceğin bir şey yok. Tek başına neyi düzeltebilirsin ki? Bugüne kadar kimseye bir kötülüğün de dokunmadı. Bırak kötülüğe gömülenler hesablaşsınlar kendi kendileriyle!İlk ses tekrar öne çıktı: "Buraya dinlenmek için geldiğini söylesen de inandırabilir misin kendini? Maksadın dinlen-mekse,iki aydır zâten dinleniyordun. Şayet maksadın başka şeyler ise..." ."Hayır hayır" dedi Râbia.. "Suçluyum, kendimi sahte mazeretlerle temize çıkaramam! Vicdanımı nasıl susturabilir, huzur aradığımı iddia ederken, nasıl kavuşabilirim ona?""Sonra malihulyalarla kendini avutup yalancı saadetlerle aldananlardan, son günlerini de eyvahlarla geçirenlerden olurum.""Hayır, hayır Allahım! Ben dünyâda da âhirette de huzuru istiyorum. Bana yolumu göster, Önümü aydınlat Allahım!"Yattığı yerde kolundaki saate baktı."Of nasıl da vakit geçmiş.."Doğruldu, oturdu. Yüzü ateşten yanıyordu. Sırtı ter içindeydi. Olanları tekrar yaşamak, aynı hisleri tekrar duymak öfke ve utanç hislerini ayağa kaldırmıştı.Öfkeleniyordu, masum maskeli canilere... Öfkeleniyordu255koyun postu giymiş tilkilere... Öfkeleniyordu, içimizdeki bin-bir suratlara...Utanıyordu, insanlık adma insan olmaktan ... Utanıyordu, elinden bir şey gelmemesinden... Ve utanıyordu, içiyle yaşadığı hayatın tezad teşkil etmesinden.

Page 118: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Ayağa kalktı. "Artık yatayım" dedi. Yapacak başka ne işim var ki zâten! Hayâtım; yemek-içmek, uyumaktan başka bir şey değil... Böyle bir hayâtın, hayvanların hayâtından da farkı yok!..."•••Râbia, Pazartesi günü erkenden kalktı. Akşamdan hazırlığını yapmış, sabaha pek işi kalmamıştı.İçinde garib bir heyecan vardı. Sanki ilk okula başlayan bir çocuğun sevinç ve korkusuna benziyordu hisleri... Hiç tanımadığı insanlarla karşılaşacağı, meçhul bir yere gideceği zehabindaydı. Şöyle bir kendini yokladı..."Bu sene neden böyle acaibim?.. Hem büyük bir istek var, hem de hiç gitmek istemiyorum..." Çok tuhaf, hadi hayırlısı bakalım...""Dersler daha bir hafta başlamaz, ama gitmem lâzım. Arkadaşlarımı da özledim..."Akşam aklına gelen mevzu, zihnini gene meşgul etti...Kendisi ikinci smıfa başlayacaktı ve okula yeni talebeler gelecekti. Kendi bölümüne, diğer bölüjnlere, yeni kızlar, yeni erkekler..En güzel elbiselerinden birini giydi. "Hafif de bir makyaj yapayım" diye düşündü. Sonra güldü kendi kendine... "Hayâtımda kaç defa makyaj yaptım ki! Böyle daha tabiî oluyor. Bırak budalalığı, kendini çirkin buluyorsan yap! Hem bu hâlimle daha sevimli göründüğümden eminim..."Yürüdü, koridordaki boy aynasında yüzüne, kıyafetine baktı. "Çok güzel, güzele ne yakışmaz ki" diye mırıldandı.Odaya döndü, mücevher kutusunu açtı. Hayran hayran bakakaldı. Anİ bir kararla "boşver, sâde olmalıyım" dedi.Merdivenlerden ağır ağır indi. Tam salona girerken ağabey iyle karşılaştı.-Ooo Râbia Hanım, bu ne şıklık! Okula gidiyorsun ha!..256

- Evet ağbi başlıyor bu gün.-Hadi hayırlı olsun bakalım.. Haa ben de sana geliyordum. Sabah sabah saç kurutma makinam bozuldu. Seninkini...- Yerini biliyorsun ağbi. İstersen ben getireyim.- Tamam tamam, ben alırım.Râbia salondan antreye çıktı. Oradaki boy aynasına tekrar baktı. Hafif loşluk vardı. Işığı açtı, tepeden tırnağa dikkatle süzdü kendisini..."İlk gün intibaı çok mühim. Yeni gelenlerin hayranlıklarını üzerime çekmeliyim. Eskilerin hayranlığını da perçinle-meliyim. Birçok yönümle olduğu gibi; kıyafetimle, güzelliğimle göz doldurmak ne hoş! Parmakla gösterilmek ne tatlı!" Son bir defa aynaya baktı. Kendi ekseninde döndü. Işığı söndürüp salona geçti. Mutfaktan gelen çatal-kaşık seslerine daldı. Ayşe Hanım kahvaltıya hazırlık yapıyordu.Ağabeyiyle, babasıyla kahvaltı etti.Uzun süren bu kahvaltıda birkaç şaka yaptı, sofradakileri güldürdü.Kahvaltı bitince topluca kalktılar. Râbia fazla oyalanmadı. Az sonra babasının, ağabeyinin ellerim Öptü, vedâlaştı.Yolda arabayı bir taraftan kullanırken, bir taraftan da . tekrarlıyordu: "Bu gün tam tokmıl olmalıyım. Her şeyimle mükemmel..."Yirmi dakika sonra okulundaydı. Arabayı nizamiyeden içeriye soktu. Müsait bir yer bulup park etti.*••Aradan iki gün geçmişti. Açılış merasimi sâde olmuş, okula ısınmaya çalışıyordu herkes..Güneşli bir Ekim günü... Talebeler Öğle tatilindeler... Kimi kendi halinde sağda solda geziniyor, kimi güneşleniyor, kimileri gruplaşmış konuşup şakalaşıyorlar, kimileri yemekhanede, kantinde öğle Öğününü geçiştirmeye çalışıyor, kimileri basketbol sahasında maç yapıyor, kimileri kütübhânede şimdiden hızlı bir çalışma temposuna girmiş, kimileri tahsis edilmiş bodrum katı veya merdiven altında namazlarını edâ ediyordu.Râbia'da birkaç arkadaşıyla karşılıklı iki kanepeye otur-257

Page 119: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

muş, hararetle konuşup duruyorlardı. Bu bir konuşmadan ziyâde tartışmayı andırıyordu. Sona erecek derken, bir iki kişinin müdahalesiyle, aksine alevlendi...-Biz senin gibi zengin değiliz kızım, dedi söze ilk karışan... Öyle atıp tutmak senin için kolay... Biz de güzel giyinmek, güzel görünmek isteriz ama babamızdan gelen para, devletin verdiği kredi belli.. Sonra kalk, her türlü lüks, bolluk içinde bize namus dersi ver..-Peki, bu kadar kişi içinde bir tek gocunan sen misin? Neden kendini müdafaa ihtiyacı hissediyorsun?Bunu söyleyen Leylâ idi. Dayanamamıştı..Kızın yerine, ona yapışık gibi oturan yanındaki cevab verdi:- Yanlış anlamıyorsam," ortaklık malı" demeye vardırıyorsun lâfı. Onun hangi şartlarda tahsil gördüğünü çok iyi biliyorum ben!.Devam edecekti, fakat Leylâ mâni oldu :- Hayır hayır, ne münâsebet ! O yakıştırmayı sen yapıyorsun. Farkında mısın çok ağır bir itham bu.. Benim söylemek istediğim, erkeklerle bu kadar içli dışlı olmak... Hem sık sık değişik erkeklerle, değişik arabalarda gezdiğini hepimiz biliyoruz.Beriki cevab verdi: %- Yâni lüks f.......diyorsun öyle mi? Veya ona buna kısasüreli metres?..Sözün muhatabı kız hiç oralı değildi. Lâflar, gıyabında bir başkasına atfediliyordu sanki..- Anlaşılan benim erkek arkadaşlarım kıskanılıyor. Kuzum, zenginin malı züğürdün çenesini yorarmış, boşversene onları!..Ortaklıkta buz gibi bir hava esti.. Beyinler allak bullak, bakışlar şaşkın, kimse nasıl tepkide bulanacağına karar veremedi.Râbia, " böyle bir cevâba gülmek mi, kızmak mı, acımak mı lâzım geldiğini" düşündü."Ne kadar da zavallısın!" der gibi baktı arkadaşına.. Bu ma'nâlı bakış, karşılıksız kalmadı tabiî.. Yalnız; konuşan, kı-258ztn avukatlığını üstlenen arkadaşı idi:-Ne kötülük var bunda! Dürüstçe birbirlerinden faydalanıyorlar işte.. Alan razı satan razı, kime ne bunlardan!- Hem para, elbise, makyaj malzemesi, konfor için arkadaşımın yaptıkları neden kötü görülsün ki! Herkesin refah içinde yaşamaya hakkı var değil mi? Ve herkesin hürriyeti var. Hayâtını yaşamaya hakkı var!,, Nihayet patladı Râbia:- " Hayâtını yaşamak" dediğin şey, hayvanca bir başıboşluk içinde yaşamak mı? Benim bildiğim; şu hayâtı emânet olarak veren biri var. Emâneti veren alacağı güne kadar tertemiz saklanmasını istiyor. Bir kadının en kıymetli metâı, iffeti değil midir? Erkek için de aynı tabiî.. Sen, namusunu şerefini ayaklar altına alacaksın, hayvanlaşmış erkeklerin süflî arzularının oyuncağı olacaksın, sonra da hürriyetten bahsedeceksin. Sorarım size: Bu hürriyet midir, yoksa esaret mi?.. Elini vicdanına koy, öyle cevab ver!Avukat vazifeli kız aynı sertlikle cevab yetiştirdi. Her ikisinde de en ufak bir yüz kızarması görülmüyordu:O emânet hikâyelerini bir tarafa bırakalım lütfen! Bu hayat benim hayahmsa, kimseye hesab vermeye mecbur değilim!-Peki sen ilerde bir yuva kurmayacak mısın? Anne olmayacak mısıı 9-Bir gün o da olur elbet...-Peki, bir ömür boyu kocanın yüzüne vicdan rahatlığıyla nasıl bakacaksın? Evlâtlarına ahlâk, fazilet aşılarken, bugünleri hatırlayıp da azab çekmeyecek misin? Evlâdındaki kötü bir huyu düzeltmeye çabalarken, kendine; "vay alçak vay! Sen de bir zamanlar bunun kırk beterini yapardın" deyip de rahat edebilecek misin?..Leylâ, sözün muhatabı kız ve dördüncü kız hep dinliyorlardı...Avukat kız, Râbia'nın suallerine cevab yetiştirmekte gecikmedi:-Kocamın da geçmişinde en az benim kadar tecrübe yaşamaya hakkı var. Çocuklarıma gelince... Onları da çağlarının259

Page 120: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

kıymet hükümleri terbiye edecektir.Bunları söylerken çok soğukkanlı, kendinden emindi kız... Fikirlerini çok mantıklı bulur bir edâ ile söylemişti.-Tecrübeler ha!.. Her biri derin yara izleri bırakan, rûh sağlığına daıbe \ ran, duru vicdanları bulandıran tecrübeler.. Ömür boyu birbirine dürüstlük maskesiyle bakan iğrenç yüzler!..-Artık son noktaya gelindiğini, böylelerine söylenecek söz kalmadığı..: düşündü Râbi;ı... Belki de sonradan pişman olacağı şu sözleri söyledi:- Bak arkadaşım! İstersen okulunu bitirene kadar bütün masraflarını ben üstleneyim. Gel, gittiğin bu yoldan vazgeç!..Beriki önce yanlış duymuş (;;bi baktı. Sonra dik dik...Ve içindekini döktü:- Bana sadaka teklif ediyorsun öyle mi? Sen kendine sakla onları... Yaşamayı öğrendiğin zaman, bakarsın lâzım olur!Avukat kızla birlikte gülüştüler.İş artık ciddî tartışma ortamından çıkmış, alaya dönüşmüştü.Râbia susmayı tercih ederken, avukat kız "fırsat bu fırsattır" deyip içindekileri kusmayı sürdürdü:- Seninki kadar değilse de benim babam da zengin.. Kimseye muhtaç olmadan, bolluk içinde geçinip gidiyoruz. Mes'ele para olsaydı, en samimî arkadaşıma ben teklif ederdim. İki saattir lâfmı ediyoruz ya; "hayatını yaşamak", "dünyadan zevk olmak" onun da benim de hepimizin de hakkı...- Ha şunu da söyleyeyim... Çekinecek de değilim. Onu kendi erkek arkadaşlarımdan birkaçıyla tanıştırarak başladı bu işler.. Ama ben ihtiyaç içinde olduğum için değil, dünyâ nimetlerinden faydalanmak için yapıyorum. Yaşamak, zevk almak, macera, heyecan, eğlence... Eğer çevrem müsaade etseydi öyle çılgınlıklar yapardım ki!...Sana gelince Râbia! Bir fabrikatör çocuğusun. Lâkin zenginliğinin emarelerini umumiyetle göremiyoruz.. Hele şu tatil hikâyen öyle gülünç ki!.. Kızım sen kutuplara mı gittin yoksa? Peynir gibi bembeyaz gitmişsin, aynen geri dönüyorsun!..Bunları söylerken öyle bir tavır takınmıştı ki, karşısın-260dakini ezilecek bir böcek gibi değersiz görüyordu.- Sizin gibiler eğlenmeyi, para harcamayı nerden bilecekler! Evinizin balkonuna bile çıkmak utanılacak bir hâldir. Sana baktıkça ninemi hatırlıyorum...İçi cız etti Râbia'nın.. "Keşke ninen gibilere ben de ben-zeseydim! Ne istersin o iffet timsâli insanlardan!" diye geçirdi içinden..Yorulmuştu avukat kız.. Nefes nefeseydi... İçindekileri döktüğü için de zevkten dört köşe idi. İşte eline şu bulunmaz fırsat geçmiş, uzun zamandır ağzının payını vermek için fırsat kolladığı okulun en göze batan birkaç kızından birini kıs-tırmıştı. Ne yapacaktı şimdi, çok merak ediyordu...İşte yüzünün rengi değişmiş, dudaklarını habire ısırı-yordu. Şu grup içinde küçük düşecek, mağlûb olacak, rezîl olacak, kendisi de haklı olduğunu isbat etmiş olacaktı. Sonra da olanları bütün arkadaşlarına bobürlene böbürlene anlatacaktı.Râbia çantasını omuz askısından tutup indirdi. Yoksa ağlayacak mıydı? Bütün gözler ondaydı. Aceleyle çantasını açtı. Düşündü..." Karıştırdı bir müddet çantayı. Bir küçük defteri çekti aldı. Sayfalarını karıştırdı. Yerinde kımıldandı, bir defa öksürdü. Gözlerini muhatabına dikti:- Allah'a inanıyor musun?- Ne münâsebet, tabiî!..- O'nun gönderdiği son kitab Kur'an'i Kerîm'e?..- Ona da inanırım. Nihayet biz de müslümanız değil mi? Bunları söylerken şeytanî bir tebessüm vardı yüzünde..- Öyleyse dinle... Arkadaşlar, lütfen siz de can kulağıyla dinleyin!Kâğıdı sımsıkı tuttu elinde. Hecelerin üstüne bastıra basura konuştu. Torunlarına nasihat eden bir ihtiyar havasındaydı:- Ne güzel bir tevafuk. Geçenlerde bir akrabam bize gelmişti. Kur'an mealinden okuduklarını babam bu kâğıda yazmış. Alıp bu defterin arasına koymuştum. Beni derin te'sir altına almıştı bu âyetler.. Ne güzel, isabet oldu. Necm sûresinden bazı âyetler bunlar:

Page 121: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

261"Ey Muhammedi Bizi anmaktan yüz çevirenlere ve dünyâ hayâtından başka bir şey istemeyenlere aldırma.""Bu onların ulaştıkları bilginin seviyesini gösterir. Doğrusu Rabbin, yolundan sapmış olanı pek iyi bilir, doğru yolda olanı da çok iyi bilir.""Gülüyorsunuz... Ağlamıyorsunuz.."'^Habersiz oyalanmaktasınız."" Artık secdeye varın, Allah'a kulluk edin."Ortalığı bir anda mezar sessizliği kaplayıverdi. Hepsi başlarını önlerine eğmişler, bu ebedî davet ve emirlerden kimbilir ne ma'nâlar çıkarıyorlardı.Şübhesiz, en çok müteessir ve mütehassis olan Râbia idi. Kendisi de dâhil olmak üzere, hazır bulunanların hepsini mu-hatab alarak okuması te'siri artırmıştı. Sâdece o iki kızı muha-tab alarak okusaydı, münakaşa belki kavgaya dönüşecekti...Râbia devam eden umumî manzarada, bir ara yan gözle yanındaki Leylâ'ya baktı. Çehresi allak bullak olmuş, kara kara düşünüyordu.Şartlar bu noktaya gelmişken faydalanmayı düşündü:- Müsaadenizle ben kalkayım. Yukarda biraz hazırlık yapıp sonra derse gireceğim.Hiç kimseden ses çıkmadı. Yalnız o ana kadar konuş-mayıp hep dinleyen beşinci kız konuştu:- Yusuf Serdengeçti ile akrabalığın var mı? Düşündü, ne cevab vereceğini kestiremedi önce. Gayetlâkayd bir hâlde:- Evet, dedi. Amca çocuklarıyız. Peki neden sordun? Sorusu, kızın sorusunda bir kasıt arar gibiydi.- Hiç ,merak ettim sâdece.. Geçenlerde kendisini tanıma fırsatım oldu da...Bunu söylerken son derece gevşemiş hâldeydi. Aynı havayla devam etti:- Tahmin etmeliydim. Sizin sülâle hep güzellerle dolu galiba?..Râbia, nasıl karşılık vereceğinde gene kararsızdı. Kızdığını belli etmemeye çalışarak, sâdece tuhaf tuhaf bakmakla yetindi.Sırtını döndü, âdeta koşar gibi uzaklaştı.262•*•O hafta sonunda, Pazar günü öğleden sonra Leylâ Rabiaların evindeydi. Sanki onun için bir araya gelmişler gibi, hemen hafta içinde olan bitenin muhasebesine başlamışlardı..Evde aileden kimse yoktu. İzzet Efendi karısıyla birlikte işlerinin başındaydı. Koca salonda sâdece ikisiydiler..- O günden beri kafam öyle karışık ki Râbia! Devamlı okuduğun âyetleri düşünüyorum... Alıyorum oradaki ölçüleri, kendime vuruyorum. Görüyorum ki bir hiçim ben! Öylesine boş bir ömür ki bugüne kadar geçirdiğim...- Korkuyorum Râbia şu hâlimle ölmekten! Daha doğrusu ölümden korkuyorum.. Ölümün sonrasındaki hayat öylesine meçhul ve karanlık ki!.. Şu hâlimle beni kurtaracak neyim var? Öyle bir boşluktayım ki!..- Düşünsene; ebedî bir hayat varsa, dünyâdaki hakların alınacağı, hesablarin görüleceği bir mahkeme mutlaka olmalı.. Orada her şey tam tekmilse; ceza da mükâfat da var olmalı.- Çok düşündüm o günden beri. Dünyâ ile âhiret o kadar irtibatlı ki, biri olmazsa diğerinin hiçbir ma'nâsı yok!- Sen, ben, hepimiz adım adım,saniye saniye oraya gidiyoruz. Benimse elim boş.. Günâhla haşır neşir bir hayat azı-ğıyla gidiyorum. Deli olmak lâzım Râbia deli!.. Böyle sonsuz bir yolculuğa azıksız çıkmak için deli olmak lâzım...-Soruyorum kendi kendime: Ortalıkta başıboş gezen, tımarhanede tedavi görenler mi yoksa ben mi deliyim?..- Sonsuzluğu, ebed mefhumunun mâhiyetini hiç düşündün mü, diye beklenmedik bir sual sordu Râbia..Leylâ'nın ciddiyeti aniden kayboldu. İsterik bir gülme krizine tutuldu. Neden sonra sâkinleşti.- Neden gülüyorsun Leylâ? Ben gayet ciddîyim! Râbia'nın yanına geldi. Alaylı bir tebessüm vardı yüzünde:

Page 122: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Bir o eksikti! Bu kadarcık şey beynimi zonklatmaya yetiyor. Yenilerini ilâve et olmaz mı!- Deminden beri söylediklerin öyle bir cezbetti ki beni...263Ne güzel anlatıyordun. Ama birden...- Ne yapayım Râbia? Öyle zayıfım ki!.. İnsan olmaya çalışmanın, düşünmenin faturası çok yüksek.. Benim küçücük beynim, bu yükü nasıl çeker? Korkuyorum Râbia!..- Sebebini istersen ben söyleyeyim: Cehalet!.. Senin, benim gibi herkeste bol bol mevcut... Kopkoyu bir cehalet içindeyiz.- Neyse mevzu dağılmasın.. Sonsuzluğa dönmek İstiyorum:~ Çocukluğumdan beri zaman zaman düşünürdüm. Son zamanlarda daha sık düşünüyorum. Sonsuzluk... Evet sonsuzluk!..- Hiç düşündün mü; zamanda, mekânda, sayıda, güzellikte, hazda, lezzette, azabda ve ismini dahi duymadığımız nice mefhumlarda sonsuzluğu!.. Düşünsene; bir rakamın yanına milyarlarca sıfır koyuyoruz; çok büyük bir sayı ortaya çıkar değil mi? Sonra, bu büyük sayıyı sonsuzun yanına getiriyoruz. Bir de bakıyoruz ki...- Evet bir de bakıyoruz ki sonsuzun yanında hiçe yakın bir sayı var, diye tamamladı Leylâ.Râbia evet dercesine başını salladı, devam etti:- Benim asıl gelmek istediğim nokta şu: Aklımla, beynimle kavramaya, ihata etmeye çabelıyorum sonsuzu... Gidiyorum gidiyorum bir yere geliyorum, nihayet bezgin ve yorgun duraklıyorum. Artık öteye geçemiyorum. Yâni sonlu olan akıl sosuzluğu kavramada âciz kalıyor. Bir noktaya gelip duruyor.- Sonra; bilip bilmediğimiz her isim ve sıfatıyla sonsuz olan Allah'ın azametini düşünüyorum. Ve şu cehaletimle; sonsuz bir kudretin,kullarının dünyâ ve âhiret saadeti için gönderdiği kitabı, kanunları düşünüyorum. Bizim fersah fersah uzakta yaşadığımız, hattâ kimilerimizin külliyen reddettiği saadet bahşeden kanunları...- Yâni engin merhamet sahibi bir yaratıcı, kulları için kanunlar yolluyor, "bunlara uyun, saadeti yakalayın" diye emrediyor..- Benim aklım almıyor Leylâ! Düşünsene; hâşâ bu yara-264tıcı kullarının kötülüğünü mü istiyor da, insanlar, "hayır, ben senin hâkimiyetini istemiyorum, akhrrun mahsûlü kanunlar yeter bana!.." diyor.-Bütün bu hakikatler kendilerini dört bir yana ilân ederlerken bir çoğumuz öylesine bigâne kalıyoruz ki! Dünyâ ve âhiretin saadet anahtarları önümüzde dururken,.neden benliğimize kul-köle oluyoruz? O anahtarları elimizin tersiyle itiyor, "bana yalancı mutluluklar, geçici hayvanı lezzetler daha tatlı geliyor" diyoruz.. Neden her iki hayâtı da kendimize zindan ediyoruz? Hayat boyunca her birimiz bin türlü endîşe yaşıyor, hafakanlarla ömrümüzü törpülüyoruz? Neden aklımızı kullanmak, gerçeğe koşmak dururken aynı aptallıkları defalarca tekrarlıyoruz?Durakladı Râbia... "Neden" leri devam ettirecekti belki... Sözünü kesti Leylâ:- Velhâsıl, bir körebe oyunu oynuyoruz. Sağa sola tosla-dıkça, anlık sevinçlerle "işte bu aradığım!" diyoruz. Ne yazık ki er veya geç aklandığımızı anlıyoruz. Ve ızdıraba talim etmeye devam ediyoruz.- O toslamalarla kaç tanemiz akıllanıyor Leylâ? Gözündeki bağı çıkarıp atacaksın o kadar!- Leylâ, itiraf edeyim: "Hadi bazı genç kızlardan çok daha temiz bir hayat yaşıyorum" diyeyim. İyi de ne kadar farkım var onlardan!? Çok şükür, birçok değere inanıyorum. Ama fiiliyata geçmeyen sözün, amele aksetmeyen imânın ne kıymeti var!- Râbia! însan sonra da huzursuzluk ve suçluluk girdabına kapılıp gidiyor. Son birkaç gündür bu hisleri Öyle şiddetle yaşıyorum ki!..- İnsan önce "mücâdele edeyim" diyor. Sonra her şeyiyle teslim oluyor. Zira "kurtulma imkân ve ihtimâli yok; zâten batmışım zehabına kapılıyor.- Bak Leylâ! Bir akrabam bir zamanlar çok güzel bir tes-bitte bulunmuştu. O vakitler hem tasvib etmiş, hem de içimden o akrabama isyan etmiştim. Hattâ

Page 123: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

içimden: "Şuna bak şuna! Kendisi birkaç şey yapıyor ya, bizim gibilere nerdeyse kâfir diyecek" demiştim. Söze kendisini de dâhil ettiğini şim-265di şimdi anlıyorum. Şu anda o müthiş ifâdelerin içimde gümbür gümbür yankılandığını hissediyorum...- Şöyle demişti akrabam:"-îmân bir iddiadır. Her iddianın da bir isbatı vardır. Eğer isbat olmazsa, iddianın iddialık vasfı ortadan kalkar. İmân iddiasının isbatı da her cihetten dışa akseden ameller iledir. Yoksa hâlimiz; "ben Halep'te ik*.n yirmi arşın atlardım" diyen adamın gülünç hâline benzer.""-Hepimiz iddiamızı isbata çalıştığımız nisbette dürüstüz, takdire şayanız. Gene hepimiz isbatta zaaf gösterdiğimiz, yan çizdiğimiz nisbette yalancıyız; sürünmeye, azaba lâyıkız..."- Şimdi tekrar kendime döneyim Leylâ.. Sen sırdaşımsm diye anlatıyorum. İç dünyâm her ne kadar gizli olsa da, yaşadığım hayâtı az çok sen de bilirsin..- Ben de birtakım ölçülere vurunca görüyorum ki; yaşadığım, hayvanca bir hayat..Bu söz üzerine irkildi Leylâ.. Karşısındakini kendine getirmek ister gibiydi:- Râbia, sen bunları söylersen ben kendime ne diyeyim? Senden kat kat câhilim, kat kat günahkârım. Lütfen o kadar tevazu gösterme! Hele benim gibi birinin karşısında...- Seni takdir etmişimdir hep.. Hiç çekinmeden itiraf edeyim; seni zaman zaman örnek almışımdır.Râbia acı acı gülümsedi..- Tam da örnek alacak adamı buldun ha! Bizim en büyük dertlerimizden biri de bu değil mi zâten!..- Yani örnek insan kıtlığı, öyle mi?- Evet... Hakikî örnekler meydanda görülmeyince biz de sahtelerine bel bağlıyoruz. Belki "hiç mi yok?" diye soracaksın..¦ Bizzat tanıdığım birkaç kişi var. Örnek alınacak has insanlar onlar!..Meraklandı Leylâ:- Kimlermiş onlar?- Boşver.. Şimdilik isim vermeye lüzum yok. Hemıonlar-dan o kadar uzaktayım ki!.. Hele bir tanesi var; ondan çok çok aşağılardayım.266- Aşkolsun Rabiâ! Demek söylemiyeceksin..- Bu, ifşa etmek istemediğin bir sır m: yoksa? Yoksa okuldaki tesettürlü kızlardan mı bunlar?..- Boşver diyorum ya.. Belki ilerde söylerim. Belki de hiçbir zaman...- Baksana Râbia! Kendini bu kadar küçük, aşağılık görmen...Bütün samimiyeti yüzünden okunuyordu Râbia'nın. Boynunu bükmüş, sesini alçaltmış, senelerin biriktirdiği kalb ¦ kirlerinden, en içten itiraflarla arınmak istiyordu. Bir tövbekarın teslimiyeti, mahcubiyeti vardı hâlinde..- Hayır Leylâ hayır! Tezellül değil bu... Kendime isyanımın haykırışları bunlar! Birinci Râbia ile ikinci Râbia'nm hesablaşmasi...- Her insanda vardır ya: Nefs ve rûh... Hep nefsimizin oyuncağı olmuyor muyuz? Arada bir ruhumuzun feveranları nefsin yaptıklarını çirkin gösteriyor bize. Fakat benim gibi vicdanı nasır bağlamışlar, hayatta kaç defa yaşarlar böylesi bir hesablaşmayı!?- Öyle demler oluyor ki, yalnızken bile muhasebe yapmaktan korkuyorum. Böylesi itirafları kendi kendime bile yapamıyorum.- îşte, dostluğumuza güvenerek ilk defa bir başkasına, sana açılıyorum. Tekrar ediyorum; tezellül değil, doğruları anlatıyorum. Hem, zannetme ki senden üstün biriyim. Bu sabit fikri de lütfen kafandan sil at.Hiç ses etmedi Leylâ. Sükûtun herhangi bir karşılıktan daha iyi olacağını düşünmüştü. Zira ne dersp desin tasvib görmeyeceğini biliyordu artık.- Yalnız, senin böyle olduğunu bilmezdim Leylâ... Kendini anlatırken, aslında ne de güzel beni anlatıyordun. Hep kendimi buldum sende... Hiç de boş bir İnsan değilmişsin.- Ben de öyle .. Seni tanıdığımı zannederdim. Hisli bir insan olduğunu bilirdim ama...

Page 124: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Yazık yazık! Birbirimizi tanıyamamışız. Birbirimizin değişik yönlerini biliyoruz. Fakat şu yönlerimiz sanki utanılacak şeylermiş gibi hep gizli kalmış...267Kendi hâline acır bir sesle devam etti:- Bizi bugünkü dünyâ şartlarının getirdiği nokta... Milletimizin içler acısı ortak hâli... Hayır hayır, bütün insanlığın...- Düşünüyorum da; ne kadar basit şeylerin endîşesini taşıyoruz içimizde! Asıl endîşe edilmesi icab edenler hep ihmâl ediliyor. Hattâ ne korkunçtur, kaale alınmıyor bile! Eski bir şâirin dediği gibi: "Güleriz ağlanacak hâlimize!.."*••Öğle yemeğini beraber yedikten sonra Leylâ fazla kalmamış, Râbialardan ayrılmıştı.Misafiri gittikten sonra Râbia odasına çıktı. İçinde tuhaf bir kasvet vardı. Hani insanda sebebsiz kasvetler olur; günlerce te'sirinden kurtulamaz ya, o cinsten bir kasvet de değildi. Bu hâl tatilden dönüş sabahmdaki nefs muhasebesinden sonra başlamış, okuldaki o tartışmadan sonra da artmış, içine çöreklenip kalmıştı.Zaman zaman içinin daraldığını hissediyordu. Binlerce metre yukarıya çıkmış da boğulacakmış gibi oluyordu. Hattâ birkaç defa sokakta, evde, okulda öyle bir halet - ruhiye yaşadı ki; sanki herkes ona bakıyor, bakasken lanetliyor, birbirlerine göstererek fısıltıyla; "işte bu, işte bu, her kötülüğe sebeb olan suçlu bu!" dİyorlaı gibi geldi. Herkes onu iç dünyasıyla, niyetleriyle, fikirleriyle, yaşadığı hayatla tanıyordu sanki!.. O zaman; yürüyorsa, bakışlarını ayak uçlarına indirip adımlarını sıklaştırıyor, bir yerde oturuyorsa, önündeki bir işle meşgul görünüp kimsenin yüzüne bakmamaya çalışıyordu."Ne yapsam" diye kararsız kararsız bir müddet gezindi odada.. "En iyisi şöyle bir öğle uykusuna yatmak" diye düşündü..Güldü düşündüğü şeye.. "Unuttun mu bugün Pazar.. Saat o'na kadar zâten uyudun. Amma uyku meraklısısın ha!.."Kanepeye oturdu, sırtını yasladı. Sonra döndü, boylu boyunca uzandı. Mâzîye daldı...Annesi aklına geldi. Şimdi sağ olsa ne kadar yardımcı

olurdu! Gözlen dolu doluydu. "Ah anneciğim, ne kadar muhtacım sana!" diye iç geçirdi. "O kadar çok oldu ki aramızdan ayrıldığın .. Yüzünü bile tam olarak hatırlıyamıyorum artık..Babasını düşündü... "Şimdi ne yapıyordur kimbilir? Gene işlerinin başında bir oraya bir buraya koşuşturuyordun Son günlerde ne kadar da uzağız birbirimizden! Ah, şu kibir!...Babayla evlâdının arasına bile ne mesafeler koyuyorsun! Hattâ düşmanlıklar... Ağbimin ona düşmanlığından sonra, şimdi de bizim aramızda soğukluk var."Aklı ağabeyine takıldı... "Şimdilik kimseye zarar vermeden, kendi hâlinde yaşayıp gidiyor. Çok şükür asabiyetinden eser kalmadı. Aman Allahım, ya nüksederse eski hastalığı!.. Ah, aklıma bile getirmek istemiyorum!""Hep kendi dünyâmda yaşadım bugüne kadar. Evin en küçüğü olduğum için her şeyi ağabeyimle babamdan bekledim. Beni her zaman lâkayd birisi diye itham ederlerdi. Onlara göre dünyâ umurumda değil.. Beni tanıdıklarını zannediyorlar, ama Öylesine farklıyım ki! Bİr insana kırk gün deli derlerse deli olurmuş ya, beni vurdumduymaz bildikleri için, öyle görünmeyi uygun buldum herhalde...""Peki ben onlar için bir şeyler yapamaz mıydım? Hep onlardan beklemekle ne geçti elimize? Küçüksem,aptal değilim ya... Vakit geçmiş değil. Şu saatten sonra ben de bir şeyler yapabilirim..""Ahlâkın en sağlam mikyası, kendimizi her dâim başkalarının yerine koymaktır. O zaman yapacağımız haksızlıkların Önüne geçebiliriz."Yusuf'un sözüydü gene bu..."Hafızama çivi gibi nasıl da çakılmış" diye hayret etti. Okulda kızlara okuduğu âyet mealleri yazılı kâğıt da onun di-lindendi.Okulda kızlarla konuşurken, az önce Leylâ ile konuşurken beyan ettiği fikirlerin, tesbitlerin kimisini Yusuf'tan duymuştu.

Page 125: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Bir defa daha hayret etti. "Demek bu zamana kadar farkına varamamışım! Ne kadar tepki göstersem de, şuuraltımda bir yerlere depolamışım."268269"Her biri vakti gelince ortaya çıkıyor. Böyle devam ederse, kimbilir daha neler ortaya çıkacak?"Tekrar o sözü düşündü... "Kaçımız karşılıklı münâsebetlerde kendimizi başkalarının yerine koyabiliyoruz?""Bu büyük bir fazilet.. Fazilet nisbetinde de aşılmaz engeller var. Herhalde ilk ve en büyük şart Allah korkusuna sâhib olmak.. O zaman insan baba, ağbi hakkını, bütün kulların hakkını görüp gözetir. Kimseyi incitmeyecek hassasiyete kavuşur."Bir an, son günlerdeki hâlet-i rûhiyesini değerlendirdi..."Hep dertlerden bahsediyorum- Leylâ da aynı hâlde... Fakat mes'ele devaya gelince ortada bir şey yok.."Ardarda "neden yok" sorusunu kendine sordu."Bilemiyorum... İşte burada tıkanıp kalıyorum. Ne yapmak lâzım? Nereye gitmek lâzım? Kimlere müracaat etmeli lâzım? Tek başıma aradıklarımı bulabilir miyim? Belki... Fakat o kadar zor ki!.."Bu cevabsız sorulardan sonra ansızın irkildi:"Aman Allahım! Benim derdimin devası bir fâsid dâire mi yoksa? Bir girdaba kapılıp dönüp durmak, binbir hafakanla ömrümü tüketmek mi?"Bir sürü karmaşayı ardarda yaşarken telefon çaldı. Fırladı yerinden, ahizeye uzandı. Arayan* babasıydı... "Bir iş bağlantısı için acele Ankara'ya gideceğini, Pazartesi günü akşamı döneceğini" söylüyordu.Telefonu kapattıktan sonra tekrar gezinmeye başladı... İşte babası gene bir işin peşinden koşturuyordu. Evin-den,evlâtlarından uzakta...Tekrar tasalarına döndü... Düşünceler, tezadlar, devasız dertler, dur- durak bilmeden kafasında resmi geçit yaptı âdeta... Nihayet tekrar babasına geldi durdu.."Evet baba, birçok noktada haklıydın! Noksanların olsa da, sana câhil demeye kimsenin hakkı olamaz. Yusuf'un dediği gibi; senin gibiler ümmî olabilir, fakat câhil asla!..Câhil benim gibilere denir. Bir türlü karanlıktan kurtulamayanlara, birkaç naylon ders kitabıyla allâme olduğunu zannedenlere270denir.""Demek ki fukaralık değilmiş bazı kötülüklere yol açan... Zenginlik çok daha alçaltabiliyormuş..."" İnsan zenginlikle öyle bir benlik sahibi oluyor ki, yaratıcısına karşı nasıl da küstahlaşıyor!.."XXISelâmi Bey; sevinçle dolu, yaptığı iş bağlantısından, imzaladığı mukaveleden memnun, Ankara'dan dönüyordu. İlgili birkaç kişiyi de alarak özel arabasıyla gitmişler, şimdi geri dönüyorlardı. Vakit ikindiyi çoktan geçmiş, akşama yaklaşıyordu. Gökte birkaç pamuk yığını bulut vardı. Hava sakindi..Bir taraftan dışarıyı seyrediyor, tek tük gördüğü, sararmaya yüz tutmuş ağaçlara gözleri takılıyor, bir taraftan da olan bitenlerin muhakemesini yapıyordu:"İyi dayattım adamlara ha... Ölmüş eşek arıyorlar canım! Ne yaparlarsa yapsınlar bizden ucuzunu da bulamazlardı ya.. Bir de şu Balkan ülkelerinden gelenlerle anlaşsaydık..."Şoför bütün dikkatini yola vermişti. Arkada oturanlara baktı. Muhasebe müdürü, pazarlama müdürü, hissedar işçi temsilcisi derin uykulara dalmışlar, iki günlük koşuşturmanın yorgunluğunu gidermeye çalışıyorlardı."Dışarda yemek yemeye mecbur kalmak hiç de iyi değil! Şöyle evime gitsem, gönül rahatlığıyla yemek yesem... Lokantalar şu katı yağlan kullanmasalar ya .. Ne idüğü belirsiz... Ne iyi oldu; işyerinde de sıvı yağ kullanılıyor artık Yusuf'un sayesinde."Çocukları geldi aklına. "Kİmbilir ikisi de eve gelmişlerdir. Akşam karşılıklı yemek yiyecekler, biraz sohbet ve çay faslından sonra yalnızlık köşelerine çekilecekler. Ben ise akşamın ilerleyen saatlerinde eve varacağım, yorgun argın ertesi güne hazırlanacağım.."

Page 126: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

"Yavuz düzeldi çok şükür! Eski hâlinden eser yok.. Hafif bir depresyondu geçirdiği.. 'Şefkate, yardıma ihtiyacı var' demişti doktor.""Hep böyle kalsa dünden razıyım ben. Yeter ki bir daha tekrarlamasın.."273"Yârabbim! Sen evlâtlarımı musibetlere karşı koru. Onları Sana ve babalarına karşı itaatkâr eyle. Takılıp kaldıkları hevâ ve heveslerden, gafletten kurtar. Buhranlarla ebeden yolunu kaybedenlerden eyleme!""Allahım! Şu dünyâ şartlarında ne olacağımız meçhul.. Rızkımı bol ve bereketli eyle. Evlâtlarımı ben öldükten sonra sefîl, perîşan etme! Onlara parlak bir istikbâl hazırlamamda yardımcı ol... Âhir ömrümde kimselere muhtaç etme beni!"Bu duayı her zaman etmişti. Şu yaşında şu haliyle aynı duaya devam ettiğini hayretle müşahede etti." Evlâtlarımın mürüvvetlerini görmeyi nasib eyle..""Râbia daha düne kadar küçücük bir çocuktu. Bugün koca bir genç kız oldu. Lâkin artık onun da ruhunda mikroplar var. Cemiyetten, bünyesine düşman kültürlerden hastalık kapmış. Kimi zaman babasıyla çatışıyor, ona isyan ediyor.""Yavuz'un dünyâsı kendi içine kapanık.. Râbia'nın dışa dönük isyanları belki çok daha tehlikeli...""Yârabbim! Kızımın iffetini, imânını koru.. Zenginlikle azdırıp saptırma. Küfre düşürme onu... Yavuz'u da kötülerin kancasından kurtar!""Benim gücüm yetmiyor, sözüm geçmiyor evlâtlarıma.. Sen onlara doğruyu görecek fe^set ve basireti ver Allahım! Sen onları kötü arkadaşlarının, zararlı hocalarının, dünyânın şerlerinden koru!.." ••••Ertesi gün, yorgunluğunu atamamış olmasına rağmen erkenden fabrikaya gitti Selâmi Bey...Herkes işinin başında, hummalı çalışma devam ediyordu. Bir ara Nûreddin Efendi'yi hissedar işçilerin arasında gezinirken gördü. Aradan bir saat geçmişti ki, memurlar, idareciler de gelip işlerine koyuldular.Bir çay söyledi kendine.. İçini tarifsiz bir huzurun kapladığını hissetti.."Ne güzel, herkes canla başla çalışıyor! Arkadaşlığın da ötesinde bir münâsebet var aramızda.."Birkaç ay önceki kara günleri hatırladı. İçi titredi. Şük-274retti Rabbİne..."Huzurumuzu bozma, bizi diğer müslümanlara nümûne eyle AHahım! Yayılsın, bütün cihanı sarsın şu mesâi vasatı...""Randıman da kat kat arttı. Herkes hayâtından memnun. Dün bizi vazgeçirmeye çalışanlar, bugün sırrımızı öğrenmeye çabalıyorlar. Yaptıklarımız Konya'yı aştı, bütün Türkiye'de duyulmaya başladı. Dostların yüzü gülüyor.""Sana sonsuz şükürler olsun Allahım! Bizi utandırmadın. Akıbetimizi de hayreyle.."" Her şey rayına oturmak üzere. Allah'ın izniyle bundan sonra top yıkamaz bizi. Yeter ki aramıza kötü niyetliler girmesin..""Yârabbim, Nûreddin Efendi ile yiğenim Yusuf'tan sen razı ol! Şu iki mübarek insan Sen'in büyük bir lütfundu...""Birisi manâda, diğeri hem madde hem ma'nâda büyük hizmetler gördüler, görmeye devam ediyorlar."Pencereden dışarıya baktı. Yusuf'la Nûreddin Efen-di'nin ağır adımlarla yürüdüklerini gördü. Birbirlerine hararetli hararetli bir şeyler anlatıyorlardı.Memnun ve mes'ud başını çevirdi. Yiğenini düşünmeye başladı..."Yusuf'la şu mes'eleyi konuşmamakla acaba hata mı ediyorum?Üzerinden haftalar geçti. Sıcağı sıcağına müdahale etmem daha mı iyi olurdu? Mevzuu bir de Yusuf'tan dinleseydim; fikirlerini hislerini öğrenseydim.Hepsini ihmal ettim..""Kızıma karşı hissî alâkası var mı yoksa? Şayet öyle bir şey varsa, kızımdan da malûm cevabı aldığına göre acı çekecektir. Yazık olacak yiğenime!""Ah yârabbim! Yusuf'un damadım olmasını ne kadar isterdim! Ona kayınpeder olmak benim için ne büyük şeref olacaktı..."Bir an Yusuf'un son günlerdeki hâlet-i rûhiyesini zihninden geçirdi...

Page 127: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

"Hayır hayır hâlinr'^ bir anormallik yok.. Her zamanki mahzun çehreli Yusuf.. Auna onun hüznü ümitsiz bir aşkın hüznünden tamamen farklı.. Her zamanki hüzün...""İyi de Yusuf kızımla neden evlenmek istesin? Kendi275dünyâ görüşüne yakın o kadar kız dururken neden onu istesin?""Demek ki karşılıksız bir aşk yok ortada.. Mantıkla sınırlan çizilmiş bir evlenme teklifi...""İyi de mantık bunun neresinde? Ne tuhaf mantıktır ki Râbia'yı seçiyor. İslâm'ı yaşamaya çalışan onca güzel, kültürlü, faziletli, kabiliyetli kız var. Üstelik ona "evet" demeye can atacak kişiler..."Of kafam karıştı! Bir cevab bulamıyorum. Çok tuhaf bir iş bu! Belki... Belki zamana bırakmak en iyisi...""Velhâsıl benim budala kızım bulunmaz bir fırsatı, kendisini yola getirecek birini kaçırmış.."Masanın sağındaki en üst çekmeceyi çekti. Birkaç evrak çıkardı. Bir saat sonraki toplantı için son hazırlıklarına başladı.276XXIIGünlerden Cum'a idi.Yusuf'un tatil günü...O haftaki Cum'a namazını Aziziye Camii'nde kılmaya niyet etti. Kuşluk vaktine kadar evde oyalandı, annesiyle bir ara sohbet etti.Annesi bir punduna getirip gene bulduğu bir kızdan iz açtı. Yusuf gene tebessümle yetindi.. " Peki ne zaman yavrum?" sorusuna, "yakında inşaallah" cevâbını verdi. Nesibe Hanım suratını astı, oğlunun yanından ayrıldı.Yusuf son sınıfta okurken, Konya'ya her geldiğinde buna benzer teklifleri almıştı. Şimdi daha da sıklaşmıştı teklifler...O gün de annesi yanından ayrıldıktan sonra "oh şimdilik kurtuldum, birkaç gün, belki bir-iki hafta idare ederim bununla!" demekten kendini alamadı.Kalktı Cum'a namazı için bir gusüi abdesti aldı. Odasına girdi. Sakinleşmek, saçını kurutmak için bir-müddet oyalandı. Az sonra dışardaydı. Namazdan sonra Üçler Mezarlı-ğı'na oradan da Mevlâna Türbesi'ne gitmeyi plânladı.En son kardeşi İsa ile gitmişti. Nedense bir haz duyamamıştı ziyaretten... Çocukluğundaki, ilk gençlik yıllarındaki lezzeti çok aramıştı. Heyhat yoktu aradığı lezzet! Üstelik içerisi daha bir ruhsuz, türbeler birer taş yığınından ibaretmiş gibiydi.Sonra kardeşinden ayrılmış, Üçler Meezarliğı'na gitmişti. Bir mezarı ziyaret etmiş, uzun uzun çömelmişti başında. Bir ara gözleri dolup boşalmıştı.Kalkmış, koca mezarlığın derinliklerine yürümüştü. Bir kuvvet sanki arkadan itiyor, içine ilham veren bir ses gideceği yeri fısıldıyor gibiydi.Nihayet gelmiş, bir mezarın başına çökmüştü. O vakit,277kendisini bir nûr hâlesinin içine girmiş gibi hissetmişti. Hiç tammadığı-bilmediği, taşı kaybolmuş bir mezar... İşte aradığı lezzetin kat kat fazlası vardı burada...Bütün yol boyunca kardeşine takıldı aklı... Tahsil için İstanbul'a gideli iki hafta olmuştu.Nöbeti kardeşine devretmişti. Şimdi tahsil sırası ondaydı. Evini-ocağını, gözü yaşlı anasını bırakmış, ilim tahsiline gitmişti.Mektebin verdiklerinin hâricinde gayret edecek, bir gün boşalmak üzere dolacaktı...Hasret kokan bir fısıltıyla "Allah muvaffak etsin, seni kendine hizmetkâr eylesin kardeşim!" dedi.Camie gelmişti artık. Kalabalığın arasına karıştı. Ortalarda bir yere oturdu. Osmanlının son devirlerinden yadigâr bu camii iliklerine kadar titreyerek seyretti.Vaaz henüz başlamıştı. Sonuna kadar, sanki her bir sözün muhatabı kendisiymiş gibi haşyet dolu bir haletle dinledi.Kimi zaman derinden ürperdi, vecd ile doldu taştı. Kimi zaman korku ile kendini hesaba çekti. Kimi zaman muhabbe-tullah ile gözleri yaşardı. Kimi zaman mes'uliyetinin ağırlığından iki büklüm kıvrandı.

Page 128: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Vaizin mealini verdiği, sonra d» açıkladığı bir hadisi ilk defa duyuyordu. Günlerce zihnini meşgul edecek, manevî dünyâsına yepyeni bir buud kazandıracak ma'nâları hâvi idi hadis:"Mü'minin yumuşaklığı o kadar ziyâde olur ki, kendisini görünce ahmak sanırsınız."Bütün samimîyetiyle ardarda, " o mü'minlerden şu kulunu da eyle yârabbi!" diye dua etti.""Zulüm, şiddet ve kandan başka bir şey tanımamış yirminci asır insanlığı ne kadar da muhtaç mü'minin yumuşaklığına" diye düşündü.Caddeye taşan muazzam kalabalıkla Cum'a namazı tamamlandı. Namaz güzeldi, fakat camiden çıkışı çok zamanki gibi buruktu.Camide tek vücud olmuş saflar... Camiden ayrılırken,278tanışık olanlar dışında birbirinin yüzüne bakmayan müslü-manlar...Üstüne üstlük Cum'a, mü'minlerin bayram günü iken.,.Burukluğu gönlünü yaka yaka, başı önde yürüdü yürüdü... Nihayet kendini Üçler Mezarlığı'mn kapısında buldu.Konya'da olduğu müddetçe her hafta ifa etmeye çalıştığı bir vazifeyi yerine getirecekti şimdi.Bu ziyaretlerle, dirilerin dünyâsından ölüler diyarına seyahat etmiş oluyordu. Dünyâ hayâtının binbir meşgalesi insana çok zaman asıl gayesini unutturuyordu.Mezarlıkları ziyaret ise Yusuf için bir nevi boşalmak demekti. Unutma tehlikesini yaşadığı değerleri ruhuna tekrar tekrar ilkah ediyordu bu ziyaretler... Peygamberi ölçünün kıymetini daha bir derinlikle idrak ediyordu: "Ölüm en büyük nasihattir!.."Babasının mektubunda da aynı ifâdeye rastladığından beri daha bir bağlanmıştı bu itiyadına...Bu ziyaretler her vakit değişik dersler veriyordu Yusuf'a. Ölüler öyle hakikatleri haykırıyorlardı ki, mezarlıklardan her çıkışında yeni bir üniversite bitirmiş gibi olduğunu hissediyordu.Üçler mezarlığı ise onun için bambaşka ma'nâlar taşıyordu. Haftalık ziyaretleriyle; bir ömür boyu kurtulamayacağı vicdan azabını hafifletiyordu.Bu ziyaret, umumî değil hususî bir maksada müteveccihti. Rastgele mezarlıklara gidip ziyaret etmeyi zâten sürdürüyordu.Bir suçlu gibi süklüm püklüm, büyük demir kapıyı aralayarak içeriye girdi. Selâm verdi... Adımları, onu ezberlediği mezara kadar götürdü.Mahzun çehresiyle bir müddet etraftaki mezar taşlarını seyretti. Gözlerini Önündeki mezara dikti. Taş kesilmiş gibi kımıldamadan baktı baktı... Kimbilir neler düşünüyor, içinde hangi volkanlar kaynıyordu?..Eğilip çömeldi. Ellerini açtı. Dudakları kımıldıyordu. Gözlerini yumdu. Ötelerde bir şeyleri seyrediyordu sanki.İçinde çok değişik hislerin ortaya çıktığını keşfetti...O güne kadar görmediklerini mi görmüştü? Birtakım279sırlar, önündeki perdeler sıyrılıp da ortaya mı çıkmıştı?..Ellerini yüzüne sürerken gözlerini açtı. "înşaallah bunlar şeytanın vesvesesi değildir" dedi.Senelerdir taşıdığı azab yükünün bir nebze hafiflediğini, içinin inşiraha kavuştuğunu hissetti.Kendisine hayret etti. Bu defa gözyaşları yerine sürür ve rahatlık vardı."Hayırdır inşaallah! İki defa gördüğüm rü'yâ hakikat miydi yoksa?"Ağır ağır ayağa kalktı. Kimseyi uyandırmamak ister gibiydi. Tebessüm ederek vedâlaştı mezardakiyle. Parmaklarının ucuna basa basa uzaklaştı, mezarlıktan çıktı.O hâlet-i rûhiyeyle önünde uzayıp giden geniş caddenin karşısına geçti. Birkaç dakika sonra Mevlâna Hazretlerinin türbesine varmıştı.Turizm mevsiminin sona ermesine rağmen avluda birkaç turist de vardı. Cum'a günü olması sebebiyle, ziyarete gelenlerden geçilmiyordu ortalık. Yerli, yabancı, misafir, her yaştan insan vardı."Daha sakin bir zamanda mı gelsem" diye düşündü."Bu kalabalıkta da vardır bir hayır, niyetimi değiştirmeyeyim" kararını verdi.

Page 129: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Kalabalığı İncitmeden yardı,«girdi içeriye. Girişte, hemen sağda duran heybetli, bir o kadar da mütevazi sandukalara nazarlarını atfetti önce... Karşılarına geçti, uzun uzun baktı baktı... Kimbilir içinden neler geçiriyordu?Aşk sultanı Hazreti Mevlâna'nın sandukasının tam karşısına geçti. Dakikalarca karşısında dikildi durdu.Hayır, gene o hisler!.. İçerde gezinenlerin çorap kokuları, vücûdunun yarısı kapalı birkaç kadınm-kızm parfüm kokuları...Yusuf kendinden şübhe etti: "Acaba ben mi yanıhyo-rum? Şu mezarlarda sanki hiç kimse yok... Her gün gelen şu kadar insan!.."Geriye döndü hemen. Âdeta ezberlediği diğer kısımlara hiç gitmeden, içerideki kalabalığı yararak kendisini dışarı attı.280Avluda boş bulduğu bir yerde sırtını duvara yasladı, Başını önüne eğdi, gözlerini yumdu. "Acaba tekrar Üçler Me-zarlığı'na mı gitsem" diye düşündü. Hayır; geçen sefer onu sürükleyen ses de yoktu şimdi içinde...Açtı gözlerini, ürkek ürkek insanları seyretti.Gözleri kalabalıkta bir dâire çizdikten sonra önüne indi. Tanıdık kimse yoktu.Tekrar başını kaldırdı. Tam karşısında bir turist, bir cep defterine ayaküstü bir şeyler yazıyordu. Bir müddet adamı seyretti. Beriki bütün dikkatini elindekine vermiş, etrafıyla hiç ilgilenmiyordu.Bir ara durdu, kalemi şakağına dayadı. / Tekrar yazmaya başladı. Başını yeniden kaldırdığında Yusuf'la göz göze geldi. Bakıştılar... Adam tekrar işine koyuldu. Yusuf birkaç adım attı, turiste yaklaştı. Karşısındaki de kendisine doğru yürümüştü. Tereddütlü bir hâli vardı. Yanı-başında bir müddet dikildi Yusuf.. Yazdıklarını bitirmesini bekledi. Nihayet defteri kapattı yabancı. Başını kaldırdı, az Önceki adama tekrar bakayım derken Yusuf'la âdeta burun buruna geldi.Fırsatı kaçırmadı Yusuf-. İngilizce selâm verdi. Turist gülümseyerek selâmına karşılık verdi.Gene İngilizce, tâbiiyetini, milletini sordu.- îngilizim.. Fakat ailemle birlikte yıllardır İtalya'dayız..- Türkiye'ye ve Konya'ya hoşgeldiniz.. Bunu söylerken tokalaşmak üzere elini uzattı.Yirmi üç- yirmi beş yaşlarında gösteren turist gayet memnun, elini uzattı.- Hoşbulduk, teşekkür ederim..- Münâsib görürseniz size yardımcı olmak istiyorum. Genç adam Yusuf'u tepeden tırnağa süzdü... Hüzün dolu masum çehresine dikkatle baktı.İçinden bir ses, "bu adamdan sana zarar gelmez" demiş gibi gayet rahat:- Tabiî, çok memnun olurum! Hakikaten bana rehberlik edecek birine ihtiyacım var. Geldiğimden beri biraz buruk, yabancılığımın acısını yaşıyordum.281- Konya'dan başka yerlere gittiniz mi?- Benim asıl maksadım Konya'ya gelmekti.. Bir hafta İstanbul'da kaldım. Son bir haftadır da Konya'dayım.- Türkçe biliyor musunuz?- Biliyorum, fakat sizin İngilizceniz kadar iyi değil..- O halde İngilizce konuşalım..- Tabiî, iyi olur...- Hâlen Roma Üniversitesi Türkoloji Bölümü'nde okuyorum. Son sınıftayım. Bitirme tezi mevzuu Me\iâna Celâleddîn-i Rûmî ve Mevlevîlik... Üniversitenin bursuyla Konya'ya geldim. Beş haftalığına yolladılar beni.. Aslında kısa bir zaman ama...- İstanbul'da birkaç gün araştırma yaptım. Buraya gelir gelmez Selçuk Üniversitesi ile irtibat kurdum. Kitabî olmasına rağmen o bilgilere de ihtiyaç var şübhesiz. Ele geçirdiğim kaynakların fotokopisini çektirdim. Kaynak aramaya devam ediyorum. Asıl çalışmama döndükten sonra başlayacağım..- Yalnız bana asıl lâzım olan mevzuun ruhu.. İşte onun için gidebileceğim her yere gitmek istiyorum. En ufak bir teferruatı bile not etmeye çalışıyorum..Yusuf hayran kalmıştı bu zihniyete. Senelerdir madde boyutlarını aşamamış, son derece donuk ve soğuk kalmış, ruhsuz yerli ilim adamlarıyla mukaye^ etti..." Böylesi tek kanatlı ilim kuşu başkalarına fayda temini bir tarafa, kendini kurtaramazdı ki!"

Page 130: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Peki aradığınızı bulabildiniz mi?- Maalesef henüz bulamadım. İşte böyle yerlerdeki kırıntılarla avunup duruyorum. Ve merak ediyorum; acaba ki-tablarda okuduklarımdan hiç eser kalmamış mı?..- Artık bulacağımı da zannetmiyorum. Bir karamsarlık çöktü içime.. Anhyamıyorum bir türlü; bu kadar teferruatlı ve sağlam bir yolun takibçİleri bugün nasıl tükenebilir?!- Bu kanaatte olduğunuza göre, olması gerekenleri de biliyorsunuz demek ki!- Ben zannetmiştim ki sokakta dahi bu kişilere rastlayabilirim. Hayret ettim; müslüman bir memlekette adım başı meyhane, kumarhane var. Su gibi içki tüketiliyor. Bakkalları-282nızda dahi içki satılır olmuş. Lüks otelleriniz fuhuş yuvası Sokaklarınızın bizimkilerden farkı yok. Konya biraz daha farklı, o kadar..- Asıl olması gerekenler yok!..- Öyle bir hayâl kırıklığına uğradım ki! Bizdeki her türlü menfi hâl sizde de mevcud. Ben ise ise tersini ümid ediyordum. Benim ve birçok Hıristiyan'ın kurtulmaya çalıştığı kötülükler var sizde!- Belki menfi evsâfınız bizden kat kat geri. Azıtıp şirâzeden çıkanlarınız çok az belki.. Fakat bizim yaşadığımız hayâta gıpta edip, bize benzemeye çalışanlar haddinden fazla... Birçok yönünüz bizim aynımız...Adam birden durakladı. Aşırıya gittiğine kanaat getirmiş olacak ki:- Özür dilerim... Böyle ayaküstü, sakatlıklardan bahsetmek istemezdim. Fakat...- Anlıyorum sizi.. Hayır, hiç çekinmeyin. Yerden göğe kadar haklısınız. Acı da olsa bunlar hakikat..Turist rahatlamıştı. Öyle ya, damdan düşer gibi anlattıklarıyla muhatabını kızdırmak da vardı.Yusuf'un hayranlığı daha da artmıştı. Câhil birisi değildi karşısındaki. Demek ki incelemiş-araştırmış akıl yoluyla bir takım hakikat kırıntılarına kavuşmuştu.Anlatılanlar, bir ismi tedai ettirdi Yusuf'a..- Profesör Anna Masala hiç dersinize geldi mi? Bu ismi duyunca berikinin gözleri parladı..- Tabiî tabiî.. Geçen sene geldi, bu sene de geliyor. Tanıyor musunuz kendisini?- Belki bilirsiniz.. Her sene Aralık ayında Konya'da Mevlâna'yı anma ihtifalleri olur. Kendisi de kimi seneler teşrif eder. Bundan dört sene evvel bir konferansını takib etmek na-sib olmuştu.- Hoş, ben de deminden beri düşünüyordum. Bunca bilgiyi ve basireti nerden kazanmışsınız diye.. Öyle saygıdeğer bir hanımefendinin size kazandırdığı şeyler olmalı...- Evet, dedi sevinçle.. Hem de çok... Dersler hâricinde de283Çok istifâde ettim kendisinden.Artık havaya girmişlerdi. Nihayet adını sormayı akıl etti Yusuf:- Adım Charles Carpenter..- Benimki de Yusuf Serdengeçti.- Yahudi bir tanıdığım vardı. İsmi Jozef'ti. Dikkat ettim de sesler nasıl da yakm birbirine...- İsimlerin ses olarak benzeşmesi her iki dinin aynı kaynağa, yakın lisanlara dayandığını gösteriyor. Böyle birçok isim var. Bilhassa peygamber isimieri...-Ne yazık ki Yahudiler ve Hıristiyanlar kendi hevâ ve heveslerine göre birçok şeyi tahrif etmişler...- Ben koyu bir Katolik ailenin çocuğuyum. Babam ve annem dindar insanlardır. Daha rahat yaşayacaklarını umdukları için vaktinde İtalya'ya gitmeye karar vermişler. Lâkin aradıklarını hâlâ bulmuş değiller..- Nasıl bulsunlar ki; tahrif edilmiş dinimizde akla, mantığa, vicdana ters gelen bir sürü saçmalık var...- Sizin aydınlarınızdan birçoğu Müslümanlıktan utanıyor. Nedendir bilmiyorum... Sâdece tahmin ettiğim bîr şey var: Bizim câzibedâr hayâtımız gözlerini kamaştırmış onların.. Ve aşağılık kompleksi içindeler..

Page 131: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Ben ise her zaman Hıristiyanlığımdan utanıyorum. İsyan ediyorum bazen.. "Böyle olmamalı" diyorum "Benim hayatım daha değişik olmalı, insanlar bunca boş işlerle uğraşmamalı" diyorum.- Ne yazık ki bugün Batı, büyük ölçüde, tahrif edilmiş dinlerini de bırakmış, çeşit çeşit "-izm" lerle avunuyor..Senelerdir bu eksikliği içimde yaşadım. Ailem donmuş kalıplar içinde yaşadığı için olsa gerek, mutsuzluklarından, cemiyetin korkunç gidişatından pek haberdâr değildi..-Araştırdıkça, akıl yoluyla bazı doğruları buldukça, yaşadığımız hayatın, dünyâ görüşümüzün birçok noktada herzelerle, ma'nâsızlıklarla, tenakuzlarla dolu olduğunu gördüm.Sözün burasında Yusuf bütün yumuşaklığını dilinde toplayarak sordu:284- Peki İslâm'ı ne kadar araştırdınız? İslâm hakkında ne gibi malûmatınız var?Biraz düşündü Charles... Geçmiş hayatını, okuduğu ki-tabları, tecrübelerini zihninden şöyle bir geçirdi...Birkaç kitab okudum. Onlar da Avrupalı müsteşriklerin eserleri.. Ne kadar seviyelidirler bilemem. Belki de tarafgir yazmışlardır. Bence maksatlarını da öğrenmek lâzım. Fakat bunu hususî olarak araştıracak bilgi seviyesine sâhib değilim..- Uzaktan tanıdığım birkaç müslüman var.. Yalnız, onlarla oturup konuşmuşluğum yok.. Okuduklarım da İslâm'ı sâdece birkaç yönüyle inceliyordu. Haliyle çok eksik kalacaktır böylesi...- Velhâsıl; bir bütün hâlinde, sizden tercüme edilmiş eserlere ulaşamadım. .Yâni kaynakların berraklığından çok uzağım.- Kur'an'ı hiç okudunuz mu?- Hayır... Duyduklarım da bir kaç âyet mealinden öteye geçmez...Bunu söylerken ümitsiz bir ifâde vardı çehresinde..- Sizin anlryacağıniz; hiçbir şey tatmin etmiyor beni..- Anadolu'nun, topyekûn İslâm dünyâsının manzarası da anlattıklarınızdan pek farklı değil. Onlar da senelerdir, hattâ iki üç asırdır köklerinden uzaklaştıkları için sizin hâlinizin benzerini yaşıyorlar. Öz kaynaklara ulaşamadıkları için, ulaştırılmadıkları için, boyunlarını büküp zelil hâllerine razı oluyorlar.-İslâm'ı unutan müslümanlar ve onun nurundan mahrum bütün insanlık ferden ve içtimâen zillet halinde yaşayıp kıvranıyor.. Tâ ki aradığı İslâm nuruna kavuşuncaya kadar bu böyle devam edecek.Bu son sözlerle Charles'in yüzü aydınlandı. Gözlerinin içi gülüyordu:- Ben de her zaman; "faziletlerin bitmesi, ilâhî reçetenin özünün kaybolması mümkün olamaz, muhakkak bir çıkar yol olmalı" diye düşünürdüm.- Hiçbir zaman, insanların sunduğu reçetelerin fayda vereceğine inanmadım. Zira onlar da fânî, âciz ve güç itibariyle285sınırlı... Bu reçeteyi hangi şahıs veya hangi zümre arzediyor-sa, an gelecek nalıncı keseri gibi kendine yontacak.. Huzur diye sundukları, insanları kaostan kaosa sürükleyecek...- İşte şu asırda görüyoruz; her türlü sapıklık cereyanı zirvede.. Batı'da insanlar, reçete diye öyle acaib şeylere sarılıyor ki...- Elimde öyle istatistikler var ki!.. Vakit olsa da ibret için anlatabilsem... Duyduğunuzda hayrete düşeceğiniz, dudaklarınızı uçuklatacak, sizi iğrendirecek nice şeyler...- Evet... Muhakkak çıkar bir yol olmalı diyorum. Eğer yok ise, şu dünyânın da bir manâsı olamaz.- Ne güzel, yüreğime su serptiniz.. Ümit bahşettiniz. Çok teşekkür ederim size çok!..Yusuf'un yüzü kızarmıştı. Charles çözemediği bu hâle bir ma'nâ veremedi.Bir müddet etrafı seyretti. Nihayet ayrılmak üzere müsaade istedi:- Sizi tanımaktan bahtiyarım. Değişik bir müslümansı-nız. Şu kadarcık sohbetimiz bir fikir verdi bana." Nerden çıktı bu kanaatiniz" diye sormayın. Kelimelere sığmıyor hissettiklerim... Anlıyamıyorum ama bir şeyler seziyorum, o kadar...

Page 132: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Ne yazık ki şimdi ayrılmam gerekiyor. Otelime dönmem lâzım.. Bir telefon görüşmesi ^tapacağım. Sizinle başka zamanlarda da görüşme imkânımız olursa çok memnun olurum!Gizli bir yalvarış vardı sanki sesinde..- Buna hiç lüzum yok, dedi Yusuf gülerek..Beriki anlıyamadı,şaşaladı. Karşısındaki hem gülüyor hem de "lüzum yok" diyordu.- Doğru ya. Sizin de işiniz gücünüz var. Zamanınızı bana ayıramazsınız ki!- Hayır, dedi Yusuf. Durum iz"ah edeyim..- Sizi evime davet ediyorum. Misafirim olacaksınız. Memleketinize dönene kadar, misafirim olmanızı istirham ediyorum.Charles şaşkındı, "Acaba benimle alay mı ediyor" diye286düşünmeden edemedi. Bütün ciddiyetiyle sordu:- Ama nasıl olur? Size zahmet vereceğim, bir sürü yükolacağım.Sesi yumuşacık, fakat âmirâneydi Yusuf'un:- Başımın üstünde yeriniz var. Geleceksiniz, misafirim olacaksınız, o kadar...- Şimdi lütfen gidin, işlerinizi halledin. Ne zaman müsait olurum derseniz, o zaman gelip otelinizden sizi alırım..Charles biraz düşündükten sonra:- Pekâlâ akşam yedi sularında hazır olurum... Tokalaşıp ayrıldı. Kalabalığın arasına karışıp gözdenkayboldu...Yusuf, içi sevinç dolu, geriye döndü. Az Önceki yerine yürüdü. Yerinde sırtını duvara dayamış biri vardı. Duvarın biraz sağında boşluk buldu.îçeriye girdiğinde tereddüde düştüğü ânı hatırladı. Şimdi işin akışı değişmişti.Yaslanıp, şu turiste tevâfuk etmesinin hikmetini çözmeye çalıştı.Ona göre; en basit hâdiselerde dahi hikmet aramak basiretli mü'minlerin şiarı olmalıydı.Zira, hikmet arayışı yepyeni hakikatlere kapı aralıyordu. İnsana hiç bilmediklerini öğretiyor, kütübhâneler devirse alamıyacağı dersleri veriyordu. Ve akıl sahibi, irâde sahibi, idrak sahibi insan bir noktaya kadar geliyor; aynı hatalara düşmeme ferasetini kazanıyor, kâinatın dilini anlamaya başlıyor, eşya ve hâdiselere bambaşka bir gözle bakıyor, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin veciz ifadeleriyle hislerini âbideleştiriyordu:Hakk serleri hayreyler Zannetme ki gayreyler Arif anı seyreyler Mevlâ görelim neyler Neyîerse güzel eyler"Beni de o ariflerden eyle Allahım! Sen bu tanışmayı hayırlara vesile eyle..."Bu duayı ardarda ardarda tekrarladı...287Başını önüne eğdi. Kimbüir daha neler geçiriyordu gönlünden...- Daldığı âlem, pek fazla meşgul edemedi kendisini..Bir sesle İrkildi. Boş gözlerle etrafına bakındı. Kendisine seslenmişler gibiydi. Dikkatini toplayıp kalabalığı taradı tekrar... İki üç adım sağında tekrar aynı sesi duydu. "Yusuf ağbi!" diyen bir kız sesiydi bu. Âni bir hareketle başını çevirdi. Gülümseyerek bir kız bakıyordu kendisine. Bir tanıdık mı diye bakarken yanma yaklaştı, tam karşısında durdu.Birbirlerinin yüzüne utana sıkıla baktılar...Kız, basma şöyle böyle bir örtü geçirmiş, saçları alnına taşmıştı. Yusuf,başını örtmeye çalışmış bu kızı gözlerinden tanımakta gecikmedi.- Azra!.. Sensin ha.. Ne geziyorsun buralarda?- Evet benim Yusuf ağbi.. Burayı bir ziyaret edeyim dedim. Şaşırdın galiba.. Beni...- Evet ya, seni İstanbul'da zannediyordum. Dur bakayım.. Bu sene üçüncü sınıfta olman lâzımdı, öyle değil mi? Hayırdır Azra, okullar açık... Kendi kendine izin mi verdin yoksa?- Hayır Yusuf ağbi, okulu bıraktım. Artık gitmeyeceğim..- Ne demek bu? Bunca senelik emeğini...- Emeğimi hiç düşünmüyorum. Me icab ediyorsa onu yaptım.- Peki sebeb ne?..

Page 133: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Sana vaktinde bir iki defa çıtlatmıştım ya.. Aile mes'e-leleri işte! Annem, hele babam, liseyi bitirmemi kâfi sayıyorlardı. Beni ta İstanbul'a tek başıma yollamaya gönülleri razı olmuyordu. Sen de biliyorsun; üvey ağbilerim var.. Eskiden beri hiç yoktan vara yoğa müdahale ederler. Her şeye muhalefet ederler. Bilmiyorum; belki de tabiî şeyler bunlar..- Her ne ise.. Ben de artık kuru gürültüye pabuç bırakmıyorum ya! Eskiden her şeye sabreder, boyun eğerdim. Artık sâdece evde değil, iş hayâtında da hakkımı yedirmiyorum kimseye...Yusuf, bir taraftan dinliyor, bir taraftan da tedirgin tedir-288gin etrafına bakmıyordu. Olur ya, bir tanıdık görür de, şu ayaküstü konuşmayı bile yanlış yorumlayabilirdi. Belki de fesat bir kalble her türlü sû-i zanda bulunurdu."Mü'min" kelimesi bünyesinde de taşıdığı gibi bütün mü'minlere "emin" ma'nâsını hamletmeliydi. Her tarafa öyle bir anlayış hâkim olmalıydı ki; mü'min ve müslüman denilince, dost-düşman herkesin aklma "emin, doğru, dürüst" insan gelmeliydi.Ve müslüman, diğer insanların sû-i zannına sebebiyet verecek her türlü hareketten kaçınmalıydı.Yusuf'un tedirgin hâlini farkeden Azra konuşmasını kesti. Dikkati muhatabının ara ara etrafa göz atışma takıldı.Yusuf mahcub bakışlarını tekrar çevirdiğinde, Azra'nın ma'nâlı bakışlarıyla karşılaştı. İkisi de aynı şeyleri düşünüyorlardı...Hayâtında tanıdığı açık kalbli birkaç kişiden birisiydi Azra.. Ona "keşke hepimiz onun kadar açık yürekli olabilsey-dik" diye gıpta etmişti her zaman..Azra, açık konuşmasıyla, Yusuf'u yanıltmadı.- Yusuf ağbi, seni rahatsız ettiğimi biliyorum. İstersen şu ayaküstü konuşmayı keselim hemen... Kusura bakma, bunu düşünmeliydim!. Benim yüzümden...- Hayır hayır... Şimdilik öyle birileri yok.- Yoo ben gene de...- Bak samimî söylüyorum. Tehlikeli bir ortam yok. Sonra yalnız kalmış, başbaşa değiliz ki!Birden aklına geldi Yusuf'un.. "Tüh, nasıl da düşünemedim!" diye hayıflandı. "Aynı hâlden o da tedirgin olabilir."- Fakat senin için mahzuru alabilir! Kızcağız acı acı tebessüm etti:- Sana ve sevdâlısı olduğunr dâvaya bir zarar gelmesin de gerisi mühim değil.. Benim için...- Evet, benim için hiç mühim değil! Yapmadığım şeylerin yapmışım gibi dillerde dolaşmasına Öylesine alıştım ki! Hem ne olacak?.. Senin gibi biriyle konuşmam benim için ancak şeref olur! Bırakalım zavallı böcekleri, başkalarıyla uğ-289raşsmlar!..Azra durdu durdu:- Yusuf ağbi, içeri girdin mi? Yoksa dönüyor muydun?- Geri dönüyordum. Bir turistle tanıştım, biraz sohbet ettik. Sen bana seslendiğinde hâlâ sohbetin havasındaydım.- Yâni bir turist belki de karşılaşmamıza vesile oldu.- Evet, hayırdır inşaallah!- Bu günlerde ne yapıyorsun Azra?- Yaz başında okulumu bırakıp çalışmaya karar verdim. Karapınar'a döndükten sonra, sâdece iki hafta boş kalıp dinlenebildim. Şimdiki işime de o zaman başladım.- Dün patrondan izin almıştım. İki gündür izinliyim. "İyi olmadığımı, kafamı dinlemeye ihtiyacım olduğunu" söyledim. Sağolsun anlayış gösterdi.- Dün evden hiç çıkmadım. Bu gün de içimdeki kasveti belki biraz atarım diye buralara geldim.- Buraya gelince kendimi daha güçlü hissediyorum, Rahatlıyorum.- Şu yığın yığın insanları gördükçe bambaşka bir huzura garkoluyorum. Belki tuhaf gelecek ama şu avlu kapısından girince, kendimi emniyette hissediyorum. Dışarıdaki iğrençliklerden, aşağının aşağısı insanlardan kurtulduğumu hissediyorum. Canım hiç ayrılmak istemiyor. Dışarıya çıkar-sam, sanki şu şehir

Page 134: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

beni yutacak, değirmen taşı gibi öğütecek zannediyorum. Burada çirkinliklerden uzak, kimseden zarar görmeyeceğim hissini yaşıyorum hep..."Demek her şey o kadar kötü görünüyor ha!" diye düşünmeden edemedi Yusuf..- Ne diyeyim bilmiyorum. Bazen kendimden şübhe ediyorum. "Hakikaten her şey karanlık mı, yoksa bana mı öyle geliyor" diye... Sonra tekrar tekrar bakıyorum etrafıma. Her şey dehşet veriyor insana.. Her şey iğrenç. Çıkar bir yol var mı diye bakıyorum. Hayır... Her şey kaostan ibaret!Azra'yı Yusuf'un müdahalesi susturdu.- Gönül arzu ederdi ki geçen zaman zarfında daha bir iyimser olasın. Bilakis daha bir karamsar olmuşsun Azra. İn-290şaallah mücâdele gücünü de kaybetmemişsindir. Zira, seni hâdiselerin üstüne üstüne giden birisi olarak taımiştım. Daha da güçlenmeni, hayatın şartlan karşısında eğilip bükülüp kı-rılmamamı isterdim.Gözleri boş boş bir noktaya takıldı Azra'nın.. Sesi titrek, hıçkırıklarını tutamıyacak gibiydi:- Heyhat, geçen zaman bende birçok şeyi öldürdü, bir çoğunu da diriltti! İnsaf merhamet hislerim öyle bir törpülendi ki!..- Ama çok şükür.. Senin temennin gibi mücâdele ruhum daha bir güçlendi. Mağlûbiyeti kabul etmedim. Fakat...!!!- Fakat ne kadar dayanabileceğim, bilemiyorum. Tek başıma o kadar zor ki!... Yardımcılar değil, bir tek yardımcı olsaydı çok şey değişirdi.- Dünyâda iyiler de var şübhesiz.. Senin gibi fazilet yüklü, muhterem insanlar da var,, Bazen kendi kendime şöyle diyorum: "Kötüler hep benim başıma mı tebelleş oluyor?"- Beni hâriçte tut lütfen, dedi Yusuf..- Evet Yusuf ağbi .. Zaman çok şeyi değiştirdi. Eski Azra yok artık! Bir sene oldu ki görüşmüyoruz..- Bir sene Öncesinin gülen, dünyâdan kâm almaya çalışan, hiçbir şeyi umursamayan Azra'sı yok artık!- Senden birkar defa işittiğim bir tesbiti hiç unutmuyorum Yusuf ağbi! "Izdırab çekmemiş olmak büyük ızdırabdır.' Izdırab; insanı yücelten, çok büyük mesafeler kat'ettiren, kemâle erdiren en büyük âmildir. Gülmeyi, rahatı, menfaati kıble edinenlerin kendilerine dahi faydaları, insanlığa verebilecekleri hiçbir şey yoktur."- O zaman gülüp geçmiştim böylesi bir felsefeye... Zira saçma ve budalaca gelmişti bana. Fakut geçen şu kadarcık zaman seni haklı çıkardı. O zaman ızdırabdan neyi kasdettiğini bile anlryamamıştım. Ve artık ben de diyorum ki; "acı çekmeyen insan bir hiçtir!" Bu noktada peygamberler zirveyi tutuyorlar.- Bilmem yanılıyor muyum? '291- Haklısın Azra! Yerden göğe kadar haklısın...- Zaman hakikaten çok şeyi değiştirmiş. Başka bir hüviyete bürünmüşsün. Hayattan kopmaman ise...- Evet... Çektiğim acılar, yaşadığım tecrübeler, beni içtimaî hayata daha bir bağladı. İnanır mısın, kendimi vahşi hayvanlar gibi hissediyorum. Başladığım bir mücâdeleyi, ölümüne devam ettirme gücünü kazanıyorum.- İnsanlar arasında büyüyüp de dağa salınmış bir kurdun acizliği, uyuşukluğu, acemiliği bende hızla kayboluyor. Mücâdele, inatla mukavemet etme, günbegün pişiriyor beni...- Şahsıma, bilhassa başkalarına yapılan haksızlıklara ânında müdahale ediyorum. Elimden gelirse elimle, dilimden gelirse dilimle bertaraf etmeye çalışıyorum gördüğüm menfi hâlleri..Yusuf sevinç doluydu:- Şartlar ne olursa olsun, yıkılrnamana çok sevindim Azra.. Bir köşeye çekilip pasif bir hayat yaşamak, her şeye boyun eğmek, sâdece biyolojik bir hayattan öteye götüremez bizi., înşaallah bütün arzularına kavuşursun!Tekrar yüzüne gölgeler çöktü. Bakışları değişti Az-ra'nın :- İşte o noktaya gelince duraklıyorum.. Bir türlü ümitvar olamıyorum. Hani bahsederdin ya; "ferden ve içtimâen İslâm'ı hayâtımızın her safhasına hâkim

Page 135: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

kılmadıkça, Kur'an ve imân kalblerde habse mahkûm edildikçe, aradığımız huzuru asla bulamayacağız.."- Ben daha kendimle mücâdelemi kazanamamışım, her dâim tenakuzları yaşıyorum.. İçimle dışım bir değil.. Olmak istediğim gibi değilim ve olamıyorum...- Üstelik çevrem beni ıslah edecekken, beni baştan çıkarmaya çabalıyorsa, dalalete sevketmeyi kendisine vazife addediyorsa nasıl başaracağım bunu?..- Bana göre; fertlerin tek tek ıslahı ve terbiyesi, devlet diye bel bağladığımız, mukaddes bildiğimiz müessesenin işi...~ O devlet ki; canı, malı, namusu, aklı, nesli korumak baş vazifesiyken, bazı melanetleri âdeta teşvik ediyor. Neticede kudsiyet vasfmı kaybediyor.. Üstüne üstlük, yapılan292saldırıya karşı kendini savunmaya kalktığında sanık sandalyesine sen oturtuluyorsun. Bunların neler olduğunu sen benden çok daha iyi bilirsin Yusuf ağbi.. Tek tek bahsetmeye lüzum yok. Hem hangi birini anlatayım ki!Biraz durdu, nefeslendi. Konuşup konuşmamakta kararsızdı. İçindekileri boşaltma arzusu bu kararsızlığa son verdi:- Hele bir mes'ele var; kanuna öyle dokunuyor ki!..- Mukaddes bildiğimiz devlet, bir Ermeni patroniçeyi senenin vergi rekortmeni olarak mükâfatlandırıyor. Hatırlarsın, geçen sene de aynı şey olmuştu.- Bir genç kız olaraK şunu söylerken bile hicab duyuyorum! Ama yediremiyorum insanlığıma, müslümanlığıma... Bir hiç bile olsam gene de müslümamm ben!- Müslüman kızların namuslarını pazarlayarak kazandığı paralardan verdiği vergiyle devlet tarafından taltif edilme hâdisesi yeryüzünde görülmüş şey midir acaba?- Bu ne acaib "devlet" anlayışıdır ki; tebaasının namusunu koruyacakken, her zerresi pislik olan bu vergiyi güle oynaya alıyor, vereni de baştâcı ediyor.- O patroniçe ki; sermâye olup da çalışmak isteyen Romen, Polonyalı, Rus vesair kızları-kadmları reddediyor, "sâdece müslümanlan çalıştırırım" diyor. "Çıkar yol istiyorsanız, müslüman olun, öyle gelin..."- Ahhî.. Çıldırmamak mümkün değil!. Durdu durdu:- Mes'elenin başka buudları da var ama onlar mevzuu-muz değil..- Nasıl isyankâr olmazsın Yusuf ağbi? Zombileşmiş fertlerden, kokuşmuş cemiyetten ziyâde, benim isyanım, insanımıza hiçbir yönüyle istikbâl vaad edemeyen devlete...- Yalnız zannetme ki ben devletime düşmanım.. Benim düşmanlığım devleti işleten çarka, onu bugünkü âciz hâle getiren sisteme, idarecilere! Hiç kimseyi, hiç bir müesseseeyi mel'unlukla, hainlikle tavsif etmiyorum!. Her şeye rağmen bu cemiyet bizim, bu insanlar bizim, bu devlet bizim...293Yusuf gayet memnun:- Evet Azra! Bu topraklar, bu vatan toprağının altındakiler ve üstündekiler hep bizim. Ve bu devlet tehlikeye düşerse, İlk imdada koşacak olanlar gene bizleriz. Anadolu'nun temiz kalmış insanları...- Biz gaflete ve hıyanete düşenleri de kucaklamalıyız. Bir gün bütün insanlığı kucaklayacağımız gibi...Bunu unutma ve o günlere hazırlan... Hepimiz hazırlanalım ve sapasağlam kalalım.- Unutma AzraiBiz ıslah için varız.. Öldürmeye değil, diriltmeye talibiz. Nefret değil bizim harcımız. Şiarımız düşmanlarımıza dahi muhabbet ve şefkat!.. Târihin milyonlarca defa şâhid olduğu gibi...- Sen başındaki şu örtüyle..Azra'nın yüzü ızdırabla gerildi. Ne diyeceğini kestire-medi önce. Yüzünün hâli bir utanç, bir bezginlik hâli değildi yalnız.Yusuf'u deminden beri kandırıyordu. Öyleyse, ayrılırken söyleyeceği sözü şimdi söylemeliydi. Tam yeriydi ve söyleyince rahatlayacaktı.- Yarım yamalak başıma geçirdiğim şu örtüden bahsediyorsun. Onu buraya geldim diye örtündüm. Böyle bir yere başı açık gelmemeliyim diye düşündüm. Maalesef Yusuf ağ-bi; zaman zaman çok istesem de o noktaya gelemedim henüz. Geçen sene okulun kapanmasına iki ay kala örtünmeye başlamıştım. Buraya dönünce maalesef devam ettiremedim.

Page 136: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Senelerdir edindiğim bozuk alışkanlıklar, okul çevresi, mahalle çevresi, arkadaş ve akraba çevresi, en nihayet iş çevresi örtünmeme set üstüne set çekiyordu. Biraz önce de söyledim ya... Beni ıslah edecekken, büsbütün yoldan çıkmam için herkes ve her şey söz birliği etmiş sanki!- Evet Yusuf ağbi! Seni hayâl kırıklığına uğratmak istemezdim ama maalesef vaziyet bu... Biliyorum; kıyafetimle basımdaki örtü birbirine hiç uymuyor. Yüzümde çok hafif de olsa makyaj var. Saçlarım boyalı.. Tırnaklarım da ojeli idi. Onları da birkaç gün evvel mecburiyetten kazıdım.- Azra! İnşaallah en kısa zamanda hepsinden kurtulursun. Bunun izdırabını yaşaman bile büyük bir şey. Niceleri294var ki; sefillerin sefili bir hayatı yaşarken zerre miktar noksanlık hissetmiyorlar. Üstelik yaşadıkları hayattan memnun görünüyorlar.- Hepsinden kötüsü; yaşadıkları hayâtın hayat olduğu zehabındalar...- Bir köstebek için toprağın altı onun dünyasıdır. Bir lağım faresi için de yaşadığı yerler evidir. Pislik böceğinin yaptığı iş, onun için vazgeçilmez bir iştir. Yaşanılan mekânlar ve sürülen hayat onlar için gayet tabiîdir. Ne için yaratılmışlarsa onun için yaşıyorlar...- Sen Azra!.. Zaman zaman tökezleyebilirsin. Hata edebilir, hattâ bazı hatâlarını tekrar edebilirsin. Bütün bunları yapsan bile içinde devamlı bir pişmanlık, istediğin gibi olamamanın burukluğu var. Ruhun ve vicdanın, hatâlarına hep isyan ediyor.- İnsan yaratılış gayesine ne kadar uygun yaşıyorsa, o kadar yükseliyor. Bu gayeyi sen çok iyi biliyorsun! Tekrar etmeme lüzum yok..- Yeter ki güçlü ol. İçindeki ve dışındaki zelzeleler, fırtınalar seni parçalayıp yok etmesin!•••Yusuf o akşam hava kararmadan eve gitti. İsa'nın odasını misafir edeceği Charles için hazırladı.Akşam yemeğini annesi ile birlikte yedi. Yemekte gelecek misafirden bahsettikten sonra annesinin gözlerine baktı. Nesibe Hanım şaşkın ve memnundu. Heyecanlıydı da.. Uzun zamandır evlerine misafir gelmemişti. Hem böylesi bir misafir ilk defa geliyordu.Bir yandan da düşündü durdu. Oğlu alelade olmayan bu misafire çok ehemmiyet vermişti. Kimbilir niyeti neydi, neler plânlıyordu?- Bir şeyler seziyordu ama anlayamıyordu.Yemekten sonra oyalanmadan evden çıktı Yusuf.. Çarşıda bir üniversiteye hazırlık dershanesine ziyarette bulundu. Buluşma vaktine beş dakika kala otele gitti.Charles lobideydi. Uzun zamandır ayrı imişler gibi ayağa fırladı, tokalaşmak üzere Yusuf'a elini uzattı.Az sonra bir taksiye binmişler, eve gidiyorlardı...295XXIIIMevsim Orta Anadolu'da adım adım kışa yaklaşıyordu. Ekim ayının son günleriydi. Akdeniz, Ege ve Güneydoğu bölgelerinde havalar henüz yumuşaktır. Orta Anadolu ise akşamları üşütür insanı. Dışarısı, kaim bir şeyler giyinmeyi icab ettirir. Sobalar, kaloriferler bazen gündüzleri dahi yakılır.Böyle akşamlardan birinde; gündüzden beri yağmurun çiselediği, üşüten bir Ekim sonu akşamında, bir ma'nâlı toplantı vardı Konya'da.;.Bir aile, bir akraba toplantısı değildi bu.. Üç-beş dostun bir araya geldiği bir toplantı değildi. Bir düğün değildi, vur patlasın çal oynasın cinsinden bir âlem değildi. Bir politik toplantı değildi. Bir yeraltı dünyası toplantısı da değildi.Alışılmışın dışında idi her. şey.. Bir zikir halkası yoktu. Bir ilim meclisine benzemiyordu. Bir sohbet cemaatine de benzemiyordu. Bunların hepsinin terkibi bir şeydi belki...Gelenler de alışılmışın dışında idi. Koca yüksek Öğrenim talebe yurdunun koca misafir salonu tamamen dolmuştu. İhtiyarlar ve orta yaşlılar, duvar kenarlarına çepeçevre yerleştirilmiş kanepelere oturmuşlar, gençler ise yerdeki halıların üzerine kimi bağdaş, kimi diz çökerek oturmuşlardı.

Page 137: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Gelenler arasında çeşit çeşit, tip tip insanlar vardı. Sakallılar, sarıklılar, takım elbiseliler, kravatlılar, bıyıksızlar, spor kıyafetliler, sâde giyinenler, cicili bicililer, yetmişlik ihtiyarlar, lise çağındaki tazecik gençler...Genç-yaşlı iki yüze yakın kişi vardı salonda..Davetlilerin hepsi seçilmiş kişilerdi. Kendi mesleklerinde, meşreblerinde sivrilmiş, ön saftaki kişilerdi hepsi.Dikdörtgen biçimindeki salonun ön kısmına büyükçe bir sehpâ yerleştirilmiş, üzerine de bir mikrofon konmuştu. Geride bir koltuk vardı.297Bu kadar değişik insan arasında, birbirini yakından tanıyan pek az kişi vardı. Bu tanışanların fısıltılarından başka ses yoktu salonda..Bu fısıltılar da mikrofona gelen bir gencin Kur'an tilâvetine başlamasıyla kesildi. Kalblerin en hassas tellerini titretecek bir sesle okunuyordu. Başlar önde, bitene kadar dinlendi.Sonra orta yaşlı birisi geldi. Yurdun müdürlüğünü yapıyordu bu zat. Teferruata girmeden, yurdun hâli hazırdaki durumundan, plânladıkları işlerden bahsetti.Ardarda iki kişi daha çıktı. Birkaç dakikalık kısa konuşmalar yaptılar.Ehemmiyetsiz, alelade gibi görünen bu konuşmaları pür dikkat dinliyordu herkes. Demek ki tek bir kelimeyi kaçırmak kayıptı onlar için..Yusuf, yanında Charles ile birlikte mikrofona yakın bir yerlerdeydi. Gelenler arasımda, kendisinin bilhassa davet ettiği kişiler de vardı: Nûreddin Amca, dayısı Ahmed Bey, baba dostu Ferhat Bey, amcasının oğlu Yavuz.. Amcası Selâmi Bey gene işlerinin çokluğundan gelememişti.Yavuz'u getirtmek biraz zor olmuştu. Önce birkaç bahane ileri sürmüş, sonra "gelmeye çalışacağım" demişti.Dayısının gelmesi ise upuzu/ı bir hikâyeydi. Nasıl olmuşsa olmuş, "bir defaya mahsus geleceğim bakalım.. Neler yapıyormuşsunuz görelim" diye cevab vermişti. Yarı alaylı bir cevab idi bu...Yusuf, Charles'da yanında, dayısının evine kadar taksiyle gitmiş, yurda beraber gelmişlerdi.Sunucu son defa mikrofona geldi. Önce Konya'da yapılan hizmetleri anlattı.Talebe hizmetlerinden, ticarî ve sınaî sahadaki yeniliklerden bahsetti.Yusuf'un önayak olmasıyla; Selâmi Bey'in halı fabrikasının aldığı son vaziyeti, yeni kurulan şirketin, yeni açılan fabrikanın geldiği son noktayı anlattı.Sözlerini "şimdi bu hizmetin mimarı Yusuf Serdengeçti kardeşimizi huzurlarınıza davet ediyorum. Kendileri bu gece-298ki toplantımızın gayesi hakkında konuşacaklardır" diyerek tamamladı.Yusuf'un rengi atmış, beyaz teni kıpkırmızı kesilmişti. Hüzünlü çehresi mahcubiyetten daha derin bir ma'nâ almış, halini uzak-yakın kimseden gizliyemiyordu.Yanma döndü. Charles'tan müsaade isteyerek kalktı. Birkaç adımda sehpâya ulaştı. Hemen koltuğa oturdu. Bir müddet başını kaldırıp cemaata bakamadı.Nihayet başını kaldırdı. Mikrofonu düzeltti:-Hamd âlemlerin Rabbi'ne salât ve selâm O'nun Rasü-lü'ne ve O nebi'yi zîşanın âli ashabına..-Allah (c.c.)'ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun kardeşlerim...-Muhterem kardeşlerim!-İnsanımızın hasret kaldığı birtakım hizmetler vardı. Devamlı ezilen, devamlı hakkı yenen, insan gibi yaşama hakkı bile tanınmayan insanımıza yepyeni ufuklar göstermek icab ediyordu. Senelerdir debelendikleri bataklığın dışında; ferahlığın, huzurun da olduğunu göstermek gerekiyordu.-Şayet ortada bir hizmet mevcut ise kimin önayak olduğunun ne ehemmiyeti var!-Sonra, bu işe gönül bağlayanlar olmasaydı, omuz omuza vermeseydik ne yapabilirdik?-Bu büyük işte bir şerare olabildiysem ne mutlu bana! Kervanın devam etmesi, yenilerinin katılarak her tarafa dal-budak salması gene bizlerin elinde...-Esasen hiçbirimizin elinde bir şey yoktu.. Rabbim o iz'anı ve basireti bizlere verdi, ardından şimdiye kadar becerdiklerimizi nasib etti. O basirete kavuşmadıktan sonra işçi olarak çekilen meşakkatlerin bir işe yaramadığını bütün dünyâ senelerdir görüyor..

Page 138: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

-Rabbim, anlattıklarıma inanmayı önce bana nasib etti. Sonra beni dinleyenlere... Nihayet çok kısa zamanda bugünkü noktaya gelindi.-Daha samimi olsaydık; şübhesiz, şimdi çok daha ilerilerde olacaktık...299-Lâfı fazla uzatmadan, bu kervanda yer alan ve ilerde alacak olan herkese dua ediyor, asıl mevzua geçiyorum:-Şu salona herkes geldiğinden beri göz gezdiriyordur. Şunca değişik sımaların, değişik grupların bir araya toplandığını belki de şaşkınlıkla gördünüz.-Nazarî plânda; hepimizin, her zaman görmeyi arzu ettiği bir manzaraydı bu.. Amelî plânda düşünülünce, ancak boş hayâl diyebileceğimiz bir manzara olarak görür, acı acı tebessüm ederdik.-Çok şükür, bu hayâlin sûretâ gerçekleştiğini gördük hepimiz. İnşaallah ruhlarımız da aynı şekilde birleşecek!..-Son asırda Türkiye ve dünyâda, ferden fikir ayrılıkları var. İçtimaen muhtelif gruplaşmalar, ittifaklar, cemaatleşmeler, bloklaşmalar var.. Bunlar basitten mürekkebe doğru gidiyor.- 'Birbirleriyle uyuşan tabiatler kendi aralarında grup kurarlar. Bu bir noktaya kadar normaldir. Zira insanlarda his-ler,görgüler, hoşlanılan şeyler, anlayışlar, fikirler, alışkanlıklar, kültürler hep değişiktirler.- İşte bu değişik mefhumlarda birleşenler birbirlerine muhabbet duyarlar.- Gayet normal olan bu birleştirici hassaları anormalmiş gibi dıştan müdahaleyle değiştirmece, hattâ ortadan kaldırmaya çalışmak hiç de doğru değildir!- Şu hakikati hatırlatmakta büyük fayda var: Bütün farklılıkları kabul ederiz de, bize benzemeyenlere bir türlü tahammül etme manhklılığım gösteremeyiz. O noktaya gelince nalıncı keseri olur çıkarız. Üstelik müsamahayı, o da yetmez tavizi, karşımızdakilerden bekleriz!- Başta şu fakir olmak üzere, baş belâmız "ben"in tasallutundan bir kurtulabilseydik neler değişmezdi ki!..- Başkalarına da hak vermeyi, âdil olmayı, hodgamlık-tan kurtulup diğergam olmayı, fedâkârlığı, feragati, affetmeyi, hizmetin ma'nâsını idrak ederdik değil mi?- Tabiî, ufacık mes'eleleri büyüten benim gibi ahmaklar; iş lisanların, ırklarm ayrımına gelince kimbilir ne galiz hatalar yapacaktır!300- İşin encamı da gördüğünüz gibi bellidir. Son bir buçuk asırdaki târihimize, hele son çeyrek asra bakalım, her şey ortadadır.- Fitne kazanı insanların içinde kaynamaya başlayınca, muhitindeki diğerleri de insana dem tutunca her şey çığırından çıkıyor.- Bir insana ırkından, doğduğu yerden ötürü buğzet-mek, onu tırpanlayıp biçmeye çalışmak ne kadar câhilce ne kadar vahşicedir değil mi?- Her halükârda kendi ırkını sevmek, diğer ırklara soğuk bakmayı, kendi ırkını üstün görmeyi netîce verir. Sonrası; başka ırkları hakir görüp, üzerlerinde hâkimiyet kurarak köleleştirmek emelidir. Daha da ötesi; düşmanı olduğu ırkın veya ırklarm neslini yok etme anlayışıdır. Bugün dünyâdaki bir çok harbin kaynağında da bu sebeb yatıyor.- Osmanlı nasıl yıkıldı? Müslüman memleketler şimdi neden bu hâlde? Ve Türkiye'nin Güneydoğusu neden kanayan bir yara hâlâ?..- İnsanlara doğuştan getirdikleri fizikî vasıflarla değer vermek ne büyük ahmaklıktır!- Halbuki insan, sonradan kazandığı değerlerle insan mevkiine oturur. Allah Zülcelâl Hazretleri bizim kalblerimize bakıyor, kaşımıza gözümüze değil!- Kardeşlerim! İçinizden bazıları belki kendi kendine soruyor: "Acaba bizde bu bozuk ahlâk mı var da böyle konuşuyor karşımızdaki?.."- Hayır hayır... Son bahsettiğim mes'eleden hepiniz berisiniz. Irk taassubundan fersah fersah uzaktasınız...- Ben, âcizane mes'eleyi hepimizin mustarib olduğu bir noktaya getirmek istiyorum. Acı da olsa bunu haykıracağım sizlere...- Biraz önce kardeşimizin okuduğu âyetler arasında konuşmayı plânladığım mevzu ile doğrudan alâkalı bir âyet geçti-

Page 139: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Bu can alıcı mevzua dilimin döndüğü kadar temas etmeden evvel lütfen muhtemel kusurlarımı mazur görün! Sizler gibi nezih insanlara, sizler gibi mümtaz bir cemaate çok da-301ha ehil bir hatib hitab etmeliyken, İş bu sefile kaldı. Hakkınızı şimdiden helâl edin!..Alnında biriken terleri, cebinden çıkardığı mendille utana sıkıla sildi. Vazifesinin, mesuliyetinin, mahcubiyetin altında eziliyordu.Bu selis, veciz, beyinlere burgu gibi işleyen tok sesli hitabın ardından cemaatin kalbindeki şübheler de silinmişti. Karşılarındaki genç adam boncuk boncuk terliyordu işte! Çehresindeki allık da geçmemişti. Konuşması samimiyet kokuyordu ..- Âyette "mü'minler ancak kardeştir" buyuruluyor. Buraya çok dikkat edelim!- Birtakım benzerlikler, benzer meşrebdeki insanları bir araya getiriyor demiştik.- Bu gruplar arasında 1980 öncesinde nerdeyse husûmet vardı. 1990'ları idrak ettiğimiz şu senelerde soğukluğa dönüşerek iyileşme emaresi gösteren münâsebetler var.- Ne yazık ki gelişmeler gönlümüzün arzu ettiği seviyede değil..- Hepiniz değişik meşreblere mensub insanlarsınız. Öyle zannediyorum ki aranızda İslâm ile hakikî ma'nâda yeni yeni tanışanlar da var..- Bütün kalbimizle duâ edelim hepimiz.. Bu gece hayırlı başlangıçlara vesile olsun! Rabbimhepimizi az önce zikrolu-nan âyetin şuuruna erdirsin. Kardeşliğin şuuruna erdirsin bizi! Ve kardeşlik şuuru bütün Anadolu'ya, İslâm âlemine yayılsın!..- Sizlere, hangi şartlardan bugünlere geldiğimizden, bugünkü vaziyetimizden bahsetmeyeceğim. Bilhassa aranızdaki ihtiyarlar bunu çok iyi bilirler. Sâdece birkaç sual soracağım ve vicdanlarınızda bunlara cevab aramanızı istirham edeceğim.Bundan Önce iki büyük hastalıktan bahsetmek istiyorum: Kibir ve haset... Malûmunuz, ikisi de şeytanî ahlâktandır. Lütfen mes'eleleri bu iki hastalık muvacehesinde değerlendirin. Ve isim zikretmeden, hep "başkaları" ifâdesini kullanacağım. Siz en dar çerçeveden en genişine kadar bunla-302rı istediğiniz şablona sığdırmaya çalışın. Fert, cemaat, politik anlayış, kavim, devlet, imân, küfür...- Ve unutmayın; ruhumuza musallat olan nefs düşmanı, bizi kendilerine benzetmek isteyen kötü insanlar hiç boş durmuyorlar! Her iki düşman da bu iki hastalığı müzminleştirmek için uğraşıyor...- Şimdi suallere geçiyorum.. Bendeniz başta olmak üzere hepimize tevcih edeceğim bu sualleri..Başkalarının elindeki maddî-manevî nimetler dikkatimizi çekiyor mu? Başkalarının sahib oldukları bakışlarımızı bulandırıyor mu? Zaman zaman iç dünyâmızda, yaşadığımız hayatta zikzaklar çiziyor muyuz?- Bir kardeşimizin Allah'a kul olma yolunda yaptıklarına gıpta ile mi yoksa hasetle mi bakıyoruz? Hiç vakit kaybetmeden elimize tırpanı alıp onu biçmeye mi kalkıyoruz? Ve onun düştüğü kötü bir durum, zaafları bizi keyiflendiriyor da "işte ben vaktinde dememiş miydim, bunun gibiler hep böy-ledirler" mi diyoruz? Yoksa hataları onun şahsına mı hamlediyor, kurtulması için duâ mı ediyoruz?- Hepimiz mükâfatını yalnızca Allah (c.c)'tan bekleyerek, çeşitli usûllerle hizmet yoluna çıkmışız. Değişik yollardan dâirenin merkezine varmayı gaye edinmişiz...- Çıktığımız yolda "yalnız benim meşrebim mi haktır, yoksa benim meşrebim haktır, onlarınki de haktır" mı diyoruz? Onlara takdir ve hayranlık hisleri duymak yerine çok zaman buğz mu ediyoruz? Ve küçümsüyor muyuz başkalarını?- Hepsinden mühimi; ben olmazsam bu hizmet yürümez nev'inden bir şeytanî ahlâka mı sahibiz? Bugün kavuştuğumuz nimetleri Rabbimizin lûtfu olarak mı görüyoruz; yoksa "ben yaptım, ben çalıştım da oldu" vehmine mi kapılıyoruz?- Unutmayalım; ömrü boyunca çalışıp da çok az ümmeti olmuş peygamberler, sâdece ailesine hidâyet nasib olmuş olanlar, hiç ümmeti olmayan nebîler var! Öyleyse biz kimiz, neyiz, kaç para ederiz, muhasebesini yapıyor muyuz bunun?..

Page 140: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Bir an sesini, kesti Yusuf.. Salondakilere göz gezdirdi. Başlar önde, kimse kimsenin yüzüne bakmıyordu. Beyinlere tokmak gibi inen bu suallerle, müthiş bir muhasebe yaşıyor-303lardı.Sesini alçalttı. Bu defa kırbaç gibi sırtlarda saklayan şu sözlerle devam etti:- Hiç soruyor muyuz kendimize! Milyonlarca şehid verip yenilmez denilen kızıl orduyu dize getiren Afganlı kardeşlerimiz neden birbirleriyle boğuşuyor bugün?- Anadolu'da müslümanlar birbirine buğzediyor. Cemaatler didişiyorlar .. Bazuarı birbirine selâmı bile çok görüyor, birbirini küçümsüyor, dar kalıplarını kırıp bir türlü etraflarına açılamıyorlar..- İş ayak takımma düşünce, "benim babam senin babanı döver" diyen çocuğun derekesine düşülüyor kimi zaman! Sanki dâvalar liderlerle kaim imiş gibi...-Biraz evvel Afganlı kardeşlerimizden bahsettik. Aynı şeyler Türkiye'nin güneydoğusunda değişik bir surette yaşanıyor. Ve dünyânın birçok yerinde; efendimiz (s.a.v)'in ayaklarının altına aldığı ırk taassubuyla, müslümanlar birbirlerinin kanına giriyor!..-Şimdi hepimiz Allah (c.c) için düşünelim; bütün bunlar neden oluyor?.. Kinimiz, düşmanlığımız Allah düşmanlarına olmalıyken; enerjimizi, paramızı, vaktimizi kimlere karşı harcıyoruz?..-Bu son suale müsaadenizle bir cevab da ben vereyim diyorum. Makul karşılarsmız-karşılaijıazsınız bilemem. Benim bakış tarzım belki bir tek nokta-i nazardan olacak. Mes'elenin sair buudlarına bakmayı sizlere bırakıyorum.-Ben diyorum ki, baş sebeb zayıflık psikolojisi... İmânının k. vvetini göremeyen, zayıf olduğuna inanan insanlar, büyük e uzun vadeli mücâdelelere hazır olamıyorlar. Mes'elelere oır de dar zaviyeden baktılar mı, bütünü bırakıp parçayı asıl hedef hâline getiriyorlar. Halbuki parça bütün için sâdece bir vasıtadır. Hedef unutulunca, dar bir çerçevede, bir fasid dâire içinde kıvranıp duruyorlar.- Şimdi iki mes'eleyi birleştireyim..- Zayıf olduğuna inananlara sesleniyorum! Gaye ile vasıtayı birbirine karıştıranlara sesleniyorum! Ümitsizlik girdabında çırpınanlara, karamsarlık batağına saplananlara304sesleniyorum!- Bir defa vazifemiz nedir, onu iyi bilmek lâzım!.. Vazifemiz anlatmak, tebliğ etmektir. Bizi kendilerine düşman görenlerin zahirde güçlü görünmeleri sakın ha bizleri aldatmasın!- Bütün âlem karşımızda olsa bile Allah (c.c)' in yanımızda olduğunu bilmek en büyük güç değil midir?- Bizi kimseler dinlemese bile, göklerde sayısız meleklerin dinlemesi ve alkışlaması yetmez mi?- Bütün insanların dostluğuna mukabil imandan nasib almamak, Allah (c.c)' m rızâsından ve rahmetinden uzak olmak ne hazindir, değil mi?- Başta şu fakir olmak üzere; buna hakkıyla inanabilsey-dik, ne kadar güçlü olduğumuzu anlardık!- Rabbimiz "gevşemeyin, üzülmeyin, inanıyorsanız üstün olan sizlersiniz!" buyuruyor Kitâb-i azîmüşşânrnda...Geçici bir müddet için inanmayanlar ve nifak içinde yaşayanlar üstün gibi görünseler de, akıbet inananların hayrına olacaktır. Bu hayırlı akıbeti belki bir insan Ömrü, belki birkaç nesil göremeyecektir.- Lâkin inanan insanın hedefi akıbeti görmek değildir ki! Onun hedefi; zafer için çalışma olamaz!- Bu dâvanın erleri; geri hizmetteki en basit fertten başkumandanına, çobanından profesörüne, ümmîsinden âlimine kadar birer sancakdârdırlar. Onların dertleri sâdece ve sâdece hizmettir. Rabblerinin rızâsını kazanmaktır niyetleri.Zaferi verecek olan Allah'tır. Kula sâdece ihlâs ile gayret etmek düşer. Ve onlar ye'se kapılmaz, azme sımsıkı sarılırlar.-Onların hedefi Allah (c.c.)"m gönderdiği nizamı yaşayıp yaşatmak... O'ndan geldikleri gibi O'na tertemiz dönebilmek...

Page 141: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

-Onların hedefi O'nu bütün insanlığa tanıtmak... Onlar ebedî saadet menziline ilerleyen kervanlarının dışındaki herkesi kervanlarında görmek eterler. Zira kalblerindeki imân, şefkat, merhamet ummanı bunu telkin eder onlara...-Onların birbirleriyle uğraşmaya, didişmeye, birbirlerine buğzetmeye vakitleri yoktur. Kendilerinde böyle bir hakkı da görmezler.305Biraz durdu nefeslendi Yusuf. Dudakları kurumuştu. Bir-iki yutkundu. Dilinin ucuyla dudaklarını ıslattı.. Etrafına bakındı.. Herkes başı önünde, bazılarının yüzü acıyla gerilmiş hâlde dinliyorlardı.- İşte birbiriyle uğraşmayan, sert tavrı sâdece Allah düşmanlarına karşı sergileyen bu insanlar, verilen imân nimetinin de her vakit şuurundadırlar. Bir insana verilen en büyük nimetin tahkiki imân olduğunu idrak etmişlerdir.- Şunu da hiçbir zaman hatırlarından çıkarmazlar; "İmân çarşıda pazarda satılan, devredilen bir meta değildir. Nasib ve hidâyet mes'elesidir. Bunun için de ne kadar şükredilse azdır.. Bu şuura erenleri; imânları yalancı sevdaların peşinde koşturmaz, şeytanî bir tekebbüre götürmez.- Onlar muttakîdirler... Kendi yaptıklarını herkesin aynı seviyede yapmasını isteme gibi bir nadanlığa kapılmazlar. Zira ölçü bellidir: Kur'an, sünnet, ashabın hayatı ve o istikamette yaşayan büyüklerin hayatı...- Hiçbirimiz, başkalarının kendi ayarımızda olmasını istemeyiz. Ölçü biz olamayız, ölçü bellidir! Mevcud Ölçünün müsbet ma'nâda dışına çıkmak da kişinin takva derecesini gösterir. Herkesten kendi takva derecemizde olmasını bekleyemeyiz.- Ve son bir suali gelin hepimiz vicdanlarımıza soralım:- Bugün taşıdığımız imânı bir yerlerden satın mı aldık? Bu imân bize miras mı kaldı?- Hiç düşündünüz mü? Bir lağım faresi olarak yaratılabilirdik! Bir domuz olabilirdik! Ama insan olarak yaratılmışız. Ve elhamdülillah müslümanız!.- Bir Ömür boyu islâm'ı tanımadan yaşayabilirdik! Veya-hud müslüman bir memlekette doğmamıza rağmen münafık olabilir, küfür içinde, şirk içinde yaşayabilirdik!- Öyleyse gelin hep beraber bir muhasebe yapalım. Tes-bit ettiğimiz nefsânî hastalıklarımıza çâre bulmaya çalışalım. Allah (c.c.) için en makbul amelin "O'nun için sevmek, O'nun için buğzetmek" olduğunu hatırlayalım.. Hepimiz hepimizin hatalarını görmezlikten gelsin. Herkes herkesi affetsin!..- O zaman göreceğiz; nefsimiz için değil, Allah için yapı-306lan en ufak iş katbekat fazlasıyla semeresini verecektir...Yeniden doğruldu, ayağa kalktı. Birkaç saniye oturanlara göz gezdirdi. Tekrar oturdu. Gördüklerini zihninde canlandırdı...Birinin yüzü ızdirabla gerilmiş, birinin bakışları bulanmış, sabit bir noktaya bakıyor, birisi başını iki eli arasına "ne olacak benim hâlim" dercesine almış, yakınındaki birkaç kişinin yanaklarında bir-iki damla yaş asılı kalmış, birinin yüzü şaşkınlık ve dehşet çizgileriyle allak bullak, birinin yüzü pişmanlığını haykırıyor, birkaç kişi oturdukları yerde birbirlerine sarılmışlar...Yusuf son sözünü söylemeye hazırlanıyordu ki, misafirler arasından birisi kalktı, etrafına bakındı, Hazarlarını Yusuf'a çevirdi. Yüzü ızdırabla gerilmiş, heyecandan gözleri iri iri açılmıştı. Yüzünde bir o kadar da söyleyeceği şeylerin aydınlığı vardı. Onsekiz yirmi yaşlarında, ihtimal üniversite talebesi bir gençti bu..- Müsaade ederseniz bir şey arzetmek istiyorum. Yusuf utana sıkıla cemaate baktı . "Evet" ma'nâsındabaşını salladı.- Muhterem kardeşlerim, ağbilerim, amcalarım, dedelerim. Biliyorum; sizler gibi güzide insanların arasında çıkıp fikir beyan etmek haddim değil! Allah İçin heyecanımı bağışlayın. Mazur görün beni...-Mikrofondaki ağabeyimin sıraladığı dertler, hepimizin mustarib olduğu dertler... Lâkin o bahsedilen çelikten çemberleri bir türlü parçalayamadığımız için iyileşemiyoruz. Atalarımızın yaptığı hamleleri yapamıyoruz.

Page 142: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Bütün anlatılanlar,bana Resulullah ( S.A.V.) efendimizin bütün ashabı kardeş ilân ettiği, herkesin bir başkasıyla kardeş olduğu günü hatırlattı ve şunu ilham etti:- Gelin, biz de şuracıkta böyle bir hayırlı işi başlatalım! İkişer ikişer herkes kardeş olsun,, Tek bir beden tek bir rûh gibi bir ömür boyu kardeşlik ruhuyla yaşasınlar. Böyle bir hareket inşaalah birçok hayrın kapısını da aralayacaktır...Konuşan genç yerine oturdu. Yusuf'un gözlerinin içi gülüyordu.307- Şu genç kardeşimin şuuru ve samimiyeti karşısında başka söze hacet var mı?İtiraz edenler var mı diye bütün cemaati gözleriyle taradı. Hayır, herkesin gözleri pırıl pırıldı!Buyrun kardeşlerim meydan sizin!..Sözünün sonu titrek çıkmıştı. Son kelime fısıltı gibiydi. Danasını getiremedi. Dikkatle bakan yakınındaki gözler ya-naklarındaki boncuk boncuk olmuş gözyaşlarını görebilirlerdi.Aradan geçen on dakika İçinde ; herkes yakınındaki biriyle kardeş oluvermişti. Kardeş olan her çift birbirini kucaklıyor, ortalıkta tarifi imkânsız bir bayram havası yaşanıyordu. Kimbilir hangi hislerle; kimi sevinçten ağlıyor, kiminin yüzüne hayâtında çok az göreceği bir sevinç hâlesi vuruyor, kimi uyanmak istemediği bir rü'yâdaymış gibi, kimi asla ümit etmediği bir şeyin olmasıyla mes'ud ve memnun idi...Herkes ölene kadar kardeşlik vazifelerini ifa edeceklerine dair söz verdi...Yalnız bu bayram havasında, herkesin herkese derin muhabbet duyduğu bu vasatta mahzun kalan, başı önde birisi vardı...Yusuf herkesin heyecanla sarmaş dolaş olduğu bu demde gözlerini Charles'a dikti. Boynu büküktü. Hüzünlü bir çehreyle, kimbilir hangi hislerle, gözlerini âdeta dizlerine mıhla-mıştı.Ayağa kalktı Yusuf:¦- Kardeşlerim bir dakika müsaade eder misiniz?Salondaki uğultu bir anda sessizliğe dönüştü. Başlar tekrar Yusuf'a çevrildi...Yusuf tebessüm etmeye çabaladı:-Bu arada ben ve bir kişi heyecandan unutuldu..Hemen Charles'm yanma yürüdü. Elini uzatarak onu ayağa kaldırdı. Daha da yaklaştı, elini omzuna attı.-Bu akşamki davetliler arasında apayrı yeri olan birisi var! Kendisi dört haftadır Türkiye'de... Charles Carpenter isminde bir İngiliz...Charles biraz önceki hüznünü zoraki bir tebessümle da-308ğıtmaya çalışarak, salondakilere başıyla selâm verdi.-Sizlere onu başta tanıştırmalıydim!-Beraberce katıldığımız birkaç sohbetten tanıyanlar olabilir kendisini... Lâkin şimdi hepinize tanıştırmak şart oldu..-Hepiniz kardeşinizi seçtiniz. O ve ben yalnız kaldık.-Charles ile bugün kardeş değiliz. Zira ancak mü'minler kardeştir. Kendisi kabul ederse onu kendime "dost" kabul etmek İstiyorum. Rabbim bir gün nasib eder, inşaallah kardeş de oluruz!"Ne dersin" der gibi muhabbetle Charles'ın yüzüne baktı. Aydınlanmış bir yüzle, şükran ve muhabbet dolu bakışlarla karşılaştı.Davetlilere döndü Charles. Bütün gücüyle Türkçe bağırdı:-Çok teşekkür ederim! Çok memnun oldum.. O muhabbetle; birkaç yerden çıkan "bârekallah" ve "tekbir" sedalarının iştirakiyle Yusuf'a sarıldı.309XXIV5 Kasım 1994 Yusuf ağabey,Bu mektubu aldığında belki çok şaşıracaksın. Neden telefon dururken mektubu seçiyor diye... Doğru... Birçok şeyi telefonla uzun uzun anlatabilirdim. Fakat yapamadım işte.. Cesaret edemedim buna.. Yüzyüze konuşmasak da telefonun diğer ucunda olman cesaretimi kırıyordu. Onun için mektubu seçtim. Ne bileyim işte! Böyle daha serbest oluyorum...

Page 143: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Mevlânâ türbesinde görüştükten sonraki iki telefon konuşmamızda gene başını ağrıttım. Ne yapayım; ikisi de akıl danışmak, içinde dönüp durduğum girdabdan kurtulmak içindi.Her defasında başını ağrıttım. O kadar meşguliyetinin arasında bir de bana yardımcı olmaya çalıştın. Sana çok güveniyordum. Tutunacak bir dalım da yoktu. Bana sen yardım edebilirdin ancak..Bana çok yardımcı oldun Yusuf ağabey. Birçok şey değişmedi ama beni dinlemen bile dünyâlara değerdi.Daha üniversitede iken, İlk dinlemede teşhisimi koymuştum.. Ne olurdu herkes Yusuf ağabey gibi olsa da âlem huzur içinde, mes'ud yaşasa!..Belki hatırlarsın; ilk defa o zaman akü danışmıştım sana. Aklımla ve kalbimle tatmin olmuştum. Belki hislerime ve nefsime mağlub olmamdan, belki irâdemin zayıflığından, belki bozuk çevremle mücâdeleye güç yetirememekten, ne yazık ki elimden pek bir şey gelmedi.Kendimle ve başkalarıyla mücâdele edemiyorum işte! Zayıfım âcizim, ne yapayım! Daha önce de söylemiştim ya; etrafımda çelikten çemberler var, birini parçalasam bir başkası çıkıyor karşıma.Ne kadar imreniyorum o çemberleri kırıp da esaretten kurtulanlara! Senin tabirinle "kulluğum sultanlığımdır"diyenlere ne ka-311dar İmreniyorum bir bilsen!..Evet Yusuf ağabey! Ne yapayım, gene dert yanacağım sana...Saygıdeğer ağabeyciğiml Sana İstanbul'da iken "bazı mes'etelerde cirmime bakmadan teselli vermeye çalışırdım ya... Biliyor musun, aynı şeyi bugün kendime yapamıyorum. Sen insanların hâline acıyorsun; ben ise kendime acıyorum..Sen diyordun ki; "insanların bayağılığı, kendi cirimlerine bakmadan başkalarıyla uğraşmaları, zavallılıkları, hasetleri, kendilerini Kof Dağı'nda görmeleri beni üzüyor, sinirlendiriyor.." Bunlar beni deli ediyor ağabey, anlıyor musun?Her şeyden bıktım...Gözümü açtığım şu mahallem, senelerce yaşadığım müstakil evlerle süslü şu sokak, şimdilerde bana dayanılmaz bir işkence menbaı!Şu mahallem beni canımdan bezdirdi ağabey! Karapınar'a her hafta sonu gidip dönerken, otobüste mahalleden birini görecek miyim diye korkmaktan bıktım! Bu hafta hakkımda neler konuşacaklar, ne iftiralar atacaklar diye düşünmekten bıktım! Yapmadığım şeyleri yapıyormuş gibi yakıştıranlardan bıktım! Yüzüme gülüp de arkamdan lâfımı edenleri görmekten bıktım! Kısacası canımdan bezdim1.Allahım bu insanlardan iğreniyorum!Mevlânâ türbesinde de söz etmiştim sana: Bütün bu olanlardan sonra durgunum, mahzunum, isyankârım, hırçınım, bir o kadar da hazır cevabım...Neden Yusuf ağabey, neden?., insanlar neden hep başkalarıyla uğraşıyorlar? Neden yardım etmek varken, acıları, sevinçleri, her şeyi paylaşmak varken, kurt gibi başkalarını kemirmeye kalkıyorlar? Yoksa "başkalarının rezaleti benim fazîletimdir" mi diyorlar lisân-ı hâl ile?Başkalarının elemleri onların saadeti mi oluyor? Muhakkak birileriyle uğraşmasalar olmaz mı?..Hakikaten bu onlara mutluluk veriyorsa, varsın yapsınlar..Yusuf ağabey, dayanacak gücüm kalmadı artık! Bu mahalleyi, Konya'yı terketmek istiyorum. Senelerdir yaşadığım bu yerler-: den, herkesten, her şeyden kaçmak istiyorum.Beni asıl üzen; yapılan dedikodulara zaman zaman ailemin de312inanması... Konuşuyorum, İkna ediyorum. Ne yazık ki bir başkası çıkıyor karşıma. Tekrar bir başka dedikoduyu savuşturma, bir başka iftiradan kendimi temize çıkarma mücâdelesi veriyorum.Dayanılacak gibi değilYusuf ağabeyi Anneme "öyleyse işimden çıkayım evime kapanayım, herkes rahat etsin" diyorum. "Hayır" diyor. "Bu kadar sene boşuna mı okudun? Çalışman lâzım.. Nasıl söylersin böyle bir şeyi?"Benim çalışmama ailemin ihtiyacı da yok. Gel gör ki benim çalışmam onlar İçin iftihar vesilesi demek ki! Yakın akraba çevremizde, mahalle çevremizde, benim gibi okuyup da çalışan bîr başka kız yok.

Page 144: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Gelsin dedikodular, içimi karartan iğrençlikler... Bunlara inanıp da bana kötü gözle bakan üvey ağabeylerim...Evet Yusuf ağabey... Bir defa daha dertlerimle başını ağrıttım. Beni kimse anlamıyor diye hayıflanmıyanm artık.. O kadar meşguliyetine rağmen beni dinleyen, beni anlayan birisi var! Sana binlerce defa minnetdârım, binlerce teşekkür ediyorum.Hakkım helâl et diyor, hürmetlerimi sunuyorum.Allah (c.c.)'a emânet ol...Azra Erdoğan"Demek Öyle" diye söylendi Yusuf..Mektuba tekrar tekrar baktı. Dert yüklü, isyan dolu imdat diye feryat eden, inkisarlarla, nefretle fokur fokur kaynayan bu mektubun sayfalarını evirdi çevirdi...Hani insanda kimi zaman bir kıvılcım çakar da; bir anda bir mucidin ilhamı gibi yerinden sıçratır...Hani insan feragat ve fedakârlığın zirvelerini tutmak ister de önündeki kapılar kapalıdır... Fert plânında açılır; insan cemiyet plânında bir şeyler yapmak ister. Cemiyet plânında yapabileceğinin azamîsini yapmıştır, fert plânında istediği fırsatı yakalayamaz. Ve bunların boşluğunu zaman zaman şiddetle hisseder...Yusuf, mektuba nazarları takılı hâlde, o vakit işte böyle anlardan birini yaşadı.."Neden olmasın!" dedi ve somyasından fırladı..Mektub elinden düşmüştü.313"Bana böyle birisi lâzım işte! Şimdiye kadar karşıma çıkanlarda göremediklerim var onda...""Esaretinin farkında ve kurtulamamanın ızdırabrnı yaşıyor. Yaşadığı hayattan kurtulmak için kendi kendisiyle, etrafıyla devamlı mücâdele içinde...""Zeki ve akıllı sonra. Nice zekiler var ki akıllı değiller." , "Uyuşuk değil!. İlerde lokomotifim olacak, en sağlam desteğim olacak birisi... Birazcık elinden tutulsa, büyük mesafeler kat'edecek, bu dâvaya faal hizmet veren bir mücâhide olacak inşaallah!..""İnanıyorum ki; ümitsizliğe düştüğümde, nefsimin hevâ ve heveslerine kapılmak üzereyken, tembelliğe ve tenperverli-ğe meylettiğimde, beni yolumdan alıkoyacak bir tenbihçi, bir mürebbiye olacak!.. Nihayet ikimiz el ele verip büyük hizmetler göreceğiz inşaallah!""Sülâlesi ile yakınlık kurup, yeni yeni insanlara İslâm'ı tebliğ fırsatı bulacağım.."Tekrar yerine oturdu. Yüzü aydınlanmıştı. Her zaman mahzun duran çehresi, geleceğe matuf bu hayâllerin verdiği neş'eyle bütün hüzün bulutlarını dağıtmıştı.Yalnız bu; uhrevî yüklerin ağırlığını bir anda omuzlarından kaldıran, rahata kavuşturan bir neş'e değildi. Böylesi bir rahat,yaşarken hiç olmayacaktı z|ten.•••Çok uzun bir destan bu! Her destanın başı-sonu vardır. Lâkin bu öyle bir destan ki ne başı ne sonu belli. Hâlâ devam ediyor. Kıyametle de bitmeyecek!Cennet ehli; o ebedî hayatta bu destanı vird edinecekler. Ebed iklîminde, birbirlerine dünyâdan destanlar terennüm edecekler. Ve bu destanın milyonlarla kahramanı, ebedler boyu yazdıkları destanla anılacaklar.Mazide yaşayıp unutulmuşlar, hâlen yaşayıp bilinmeyenler, âtide yaşayacak olup hafızalardan silinecekler, hep bu destanda yer alacaklar.Düşünüyorum da kimler yok ki!..Ashabı düşünüyorum... Vahşî bedeviler iken, ubudi-314yette ve fazilette zirveyi tutan, yirmi üç senede süper güç hâline gelen ashabı...Hazreti Ebûbekir'i düşünüyorum... İhtiyaç hâsıl olup himmete müracaat edildiğinde; bütün varını Allah yolunda sarfedip, Allah Resûlü'nün " evinde ne bıraktın yâ Ebûbekir?" sualine "Allah ve Resûlü'nün sevgisinden başka hiçbir şey yâ Resûlullah" diye cevab veren, Ebûbekir

Page 145: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Hazreti Ömer'i düşünüyorum... İhtiyar bir papazı görüp ağlamaya başlayan halife Ömer'i... "Neden ağlıyorsun" diye sorduklarında, " yazık, çok yazık; bu yaşına gelmiş, beli bükülmüş, saçı sakalı ağarmış, hâlâ imân nasib olmamış; buna yürek nasıl dayanır?" diyen Ömer(R.A.)'i,..Hubeyb'i düşünüyorum... Esir edilen, Hıristiyan olması için işkence edilen, âlim diye vasıflandırılan papazların din telkinine İslâm'ı tebliğle karşılık veren, darağacında dahi İslâm'ı anlatan Hubeyb'i ... Şehâdete giderken Resûlullah'a son selâmını yollayan, binlerce kilometre uzaktaki nebiler nebisinin, bir mecliste sohbet ederken susup selâmına mukabele ettiği Hubeyb (R.A.) i...Mus'ab bin Umeyr'i düşünüyorum... Mekke'nin en yakışıklı en zengin delikanlılarından iken, İslâm'la müşerref olduktan sonra yaşadığı hayâtı...Şehid olup nurdan naaşı yere uzandığında, başından ayak uçlarına kadar üzerini kaplayacak bir Örtü bulunamayan Mus'ab (R.A.)ı...Ve bugünün kahramanlarını düşünüyorum.. Güpegündüz elinde fener; "insan arıyorum" diye yollarda ümitsiz, şaşkın, bedbin, garib gezinen bugünün insanlarına sesleniyorum:Aradığınız fazilet sâdece târihin sayfalarında zannetmeyin! Siz yeter ki arayın... Eğer fazilete, ahlâka, halife makamındaki insana meftun iseniz; onlar sâdece toprağın altında değiller! Çok yakınınızdalar... Yeter ki sîz samimiyetle arayın. Onlar kollarını açmış; size ulaşmak için, hizmet için fırsat kolluyorlar.İçlerinde Öyleleri var ki!.. Sahabenin hassasiyeti var315gönüllerinde..Belki içine haram bulaşmıştır korkusuyla, camideki namazlarında seccadesini yanında götürenler... Gözlerine yabancı hayâl girdi diye, yol parasını, kefaret olması için sadaka verip mektebinden evine yayan dönenler... Himmete müracaat edildiğinde; "duydum ki himmete müracaat etmişsiniz; kusura bakmayın, lütfen evimin tapusuyla anahtarını kabul buyurun" diyen fukara emekliler... Bir arkadaşından emaneten ayakkabısını alıp, bir başka şehirdeki kardeşini ziyarete gidenler...Ve daha nice nice destanlar; destanı kahramanlıklar, nice kahramanlar...Âtiyi düşünüyorum...Her şeyin pek yakında tersine döneceği, Allah (c.c.)'ın nizâmının yeryüzünü tekrar huzura ve saadete garkedeceği âtiyi düşünüyorum...Aynı destan bütün ihtişamiyle o vakit de sürecek!Asırların hasretle beklediği Hazreti Mehdi ve Hazreti İsa (A.S.)'yı düşünüyorum... İnsanlığı aradıklarına tekrar kavuşturacak olan Hazreti Mehdi ve Hazreti İsa (A.S.)'yı...Her sabah kalktığımda o günlere biraz daha yaklaştığımı hissediyor; "ömrüm varsa, ben de çok şeylerin değiştiğini göreceğim" diyorum. Ve duâ ediyorum:"YârabbÜ... Beni de onların ordusunun en basit bir ferdi eylemez misin!.."316XXVYavuz büroya girdiğinde, Aydın Bey'i kendisini ayakta bekler buldu. Profesör kollarını açtı; her zamankinden daha sempatik bir tavırla:- Hoşgeldin Yavuz... Kendini özletiyorsun biliyor musun dedi ve sarıldı.Bu harekete biraz resmiyetle mukabele etti Yavuz..- Hoşbulduk hocam..Oturdular. Aydın Bey, ara ara Yavuz'a kaçamak bakışlarla baktı.Az sonra gelen çaylar içilirken, profesör ürkek ve kaçamak bakışlarına devam etti. Lâfa nasıl gireceğini de kestire-miyordu.Yerinde şöyle bir kımıldandı. Gözlerini Yavuz'a dikti..- Ocak ayındaki yüksek lisans imtihanına şimdiden hazırlanacaksın Yavuz!Nasıl âmirâne bir tonla konuştuğuna kendisi de şaştı. öyle ya, ürkütmek de vardı işin içinde..- Önünde parlak bir gelecek var oğlum. Senin zekâna, kabiliyetine güvenimi daha evvel de söylemiştim!..- Aslında boş boş oturmaktan ben de sıkılıyorum hocam. Okul biteli nerdeyse üç sene oluyor. Ne yapayım, öyle bir hâldeyim ki içimden hiçbir iş yapmak gelmiyor! Malûmunuz; uzunca bir zamandır rahatsızdım.- Hele babamın yanında çalışmayı hiç istemiyorum.

Page 146: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- İyi ya işte! Kendini değişik bir meşgale içine bırakıve-rirsen, huzuru da, çalışacağın enerjiyi de bulursun..- Sonra; sana her zaman yardımcı olacağımı söylemiştim. Fakat hâlâ açık açık bir şey anlatmadın.- Hâlâ çalışmadan yaşamaya devam ediyorsun!317Yavuz'un yüzünün şekli değişti birden...- Sözümü yanlış anlama, gücenme ama artık bir yol tut-turmalısın.- Yoo, size kızmaya hakkım yok, diyerek toparlandı.- Haklısınız.. Ben de zaman zaman kendime çok kızıyorum, ama ne yapayım!.. İçimden gelmiyor. Her şey o kadar gayesiz geliyor ki; çalışsam ne için çalışacağım?- Hayattan beklediğim pek bir şey yok ki! Sonra hiçbir hedefim yok. Sâdece bugünü yaşıyorum, yarın beni hiç alâkadar etmiyor.- Çok şeye sâhib imişim gibi görünebilirim. Fakat babamın bütün varlığını yok telâkki ediyorum.- Yâni her şeyini bir kalemde silip atıyorsun. Ne yapalım haklısın.. Olmayan bir hedefe götürecek vâsıtaların da lüzumu olmaz.Biraz durdu Aydın Bey. Zihni darmadağınık olmuş bu genci her ne pahasına olursa olsun, ikna etmeliydi.- Son günlerdeki durumundan bahseder misin Yavuz?- Ne gibi?- Yâni sen seni nasıl görüyorsun? Kendini nasıl değerlendiriyorsun?- Çok zaman yalnız kalıyorum son günlerde. Yalnızlığı da benimsedim desem yeridir. Bu sebebden kendimi rahatlıkla dinleyebiliyorum.- Suali neden sorduğunuzu altlıyorum hocam. Bu günlerde geçmişe göre çok iyiyim. İsterseniz mazideki günleri anlatayım..Profesör biraz da bozulmuş hâlde:- Tabiî tabiî, isabet olur..- Nasıl söylesem; yaşamaktan zevk almıyordum. Çevremdeki her şeye ilgisizdim. Hiçbir şeye ilgi ve istek duymuyordum.- Kendimi bazı sabahlar son derece yorgun, cansız, bitkin hissederek kalkıyordum.- Dikkatimi bir şeye top lay amıy ordum. İyice dalgmlaş-mıştım. Karar vermekte güçlük çekiyordum. En basit şeylerde bile kararsızlık vardı üzerimde..Hafiflemekle birlikte, hâlen devam eden mes'eleler de318var... Bir tanesi var ki hepsinden mühim...- Hangisi o?- Hayâta, geleceğe karşı karamsar ve ümitsiz bakıyorum.- Bazen içimde bir güç hissediyorum. Kendime en zor şeylerin bile rahatlıkla üstesinden geleceğimi kabul ettiriyorum. İçimde çok büyük işler yapma azmi doğuyor. Fakat bazen de öyle oluyorum ki, gündelik en basit işleri yapmak bile çok zor geliyor.- Peki geçmişte yaşadıkların müessir mi bunda?- Tabiî tabiî.. Başkalarının hiç umursamadığı bir şey beni günlerce meşgul ve rahatsız ediyor bir de..- Seni tam tanıdığımı iddia edemem Yavuz. Yalnız hassas bîr insan olduğunu biliyorum."Şu insanoğlu ne çözülmez bir muamma!" diye düşündü. Aklına tanıdığı bir-iki doktoru tavsiye etmek geldi. Söz dilinin ucuna gelmişti ki her şeyi mahvetme korkusuyla vazgeçti^Gururlu bir genç olan Yavuz'un imâ yüklü, yardım isteyen sözleri de yabana atılamazdı. Profesör bu değişik hava ile daha da cesaretlendi. Zira önceki görüşmelerinde aynı havanın zerresi yoktu. Doktor kelimesinin lâfını bile etmeden onu deşelemeye çalışmalı, bu arada pohpohlamalıydı:- Sen birçokları gibi değilsin. Hassasiyetin, hâdiselere tepkinin çok daha büyük olmasına yol açıyor. Fakat bu senin üstün tarafın..Yavuz şaşaladı bir anda.. Profesörün daha Önce söylediklerini hatırladı. Ne maksatla böyle konuşuyordu? Aklı, mantığı ve irâdeyi o zaman göklere çıkaran bu adam, şimdi kendisinin hassasiyetine değer veriyordu. Hoşuna da gitmişti.. Olur ya; şu yaşma rağmen fikirleri değişmiş olamaz mıydı?

Page 147: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Bu bir üstünlük mü bilemem. Bu vasfımı ben de yeni yeni keşfediyorum. Bundan bir sene evveline kadar farkında bile değildim. Keşfetmeme de, benden farklı gördüğüm İnsanlar sebeb oldu. Öyle şeyler oluyor ki, kütük gibi duygusuz kalanlara hayret ediyorum...319- Neyse hocam!.. En mühim mes'ele, şu hâlimden kurtulmak... Gönül huzuruna kavuşmam lâzım. Yoksa vazifelerimi yerine getiremem!.- Oğlum, biz ne kadar uğraşsak da iş biraz da olacağına varır.İkinci bir şaşkınlık geçirdi Yavuz. Aydın Bey'in devamına fırsat bırakmadı:- Hah,işte ben de zaman zaman öyle diyorum. Akıntının tersine kürek çekmekle neyi halledebilirim? Lâkin zaman geliyor, ben de bir şeyler yapmalıyım, eli kolu bağlı duramam, diyorum.Gülümsedi profesör:- Seninki biraz da gençlikten... Yakın bir gelecekte, bazı şeylerin sende de törpülendiğini göreceksin- Deminki sözlerimle tenakuza düştüğümü de zannetme sakın!.. Sâdece hislerinin biraz daha kıvama geleceğini söylemek istiyorum.Gayet temkinli ve kurnazca bu sözler Yavuz'u iknaya yetti.- Okulunu bitirmeden önce de böyle miydin Yavuz?- Ne üniversitede ne de lisedeyken pek farklı değildim. Demek ki o zamanlar henüz ümitlerim varmış. Daha bir aydınlık görüyormuşum dünyâyı.. Şimdilerde an geliyor; en ufak bir şey beni yaralıyor. Neticede bir çıkmaza girdiğimi görüyor, bunalıyorum. Çıkış yolu da bulamıyorum.- İşte işin püf noktasına geldik oğlum. Bir meşgalen olmayınca, ziyadesiyle kendini dinliyorsun. Zihnin bir işle meşgul olmadığı için aklını küçük şeylere takıyorsun.- Bilmem, belki...Bunu söylerken kendisini sorgular bir tavrı vardı.- İşte tekrar başa döndük.. Surda iki-üç ay bir zaman var. Bu meyanda bilgilerini biraz tazelersin. Kendini ruhen hazırlarsın. İmtihana da zâten lâf olsun diye gireceksin. Kendini şimdiden kazanmış bil. Orasını bana bırak!- Hocam iyi hoş da, bu işi benimseyeceğimden emin değilim.- Sen hele işin içine bir giriver. Bak nasıl seveceksin!.. Yavuz bütün tereddüdüne rağmen, bu kendinden emin320sese daha fazla mukavemet edemedi."Belki dediği gibi olacak her şey. Belki hayâtımın akışı değişecek. Yeni bîr dünyâya girmek beni belki yepyeni bir insan yapacak."- Ben de üniversite çağlanndayken;zaman zaman akıbetimin meçhuliyetine bakıp esef duyardım...- Bir devlet memuru olan babamın yolladığı parayla, kıt kanaat üniversiteyi okudum. Tahsil müddetince, her zaman parasızlığın ezikliğini duydum. Babamdan başka kimseden de en ufak bir yardım görmedim. Bu, içimde bir ukde olarak kaldı...Sözünün burasında ayağa kalktı. Pencereyi açtı. Parmağıyla Yavuz'a işaret ederek devam etti. Sesi sertleşmiş, insanlara, cemiyete yılların nefretini haykırıyordu:-Anadolu'nun bir kasabasından İstanbul'a gidip kıt imkânlarla okumak nasıldır, bilir misin?..Sustu, tekrar yerine oturdu. Nefeslendi...- Evet Yavuz.. Bazı akranlarım yağ-bal içinde yüzerken benim sefalete talim etmem!..- Bütün bunlara rağmen okulumu senin gibi başarıyla bitirdim. Fakat boşluk içindeydim.. Geleceğimi düşünüyor, bir taşralı olarak sönüp gideceğimden, sıradan bir memur olarak yaşayıp, öldükten hemen sonra unutulacağımdan endîşe ediyordum..- Güç olmalıydı elimde.. Silik bir insan değil, insanların parmakla gösterdiği, bana her yerde saygı duyduğu, şöhreti yakalamış, maddî gücüyle konfor içinde yaşayacak biri olmak istiyordum.- Hattâ şu hayâllerimi belki sen de yaşamışsındır: Dünyânın tek hâkimi olmak, en güçlü adamı olmak...

Page 148: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Bugün hayâllerimin hiç olmazsa bir kısmına kavuştum. Saygı duyulan, çekinilen, zengin biriyim. Bir ailem var İstikbâlleri parlak iki çocuğum var.Burada durakladı. Bakışları değişti. Yüzü Öyle acaib bir hâl aldı ki, ne düşündüğünü kestirmek mümkün olamazdı.- Oğlumla kızımdan daha önce bahsetmişimdir. Oğlum yurt dışına yerleşti sayılır. Kızım da burada tıbbiyede oku-321yor. Üçüncü sınıfta...- İkisi de birbirinden zekîdir. Ha, tanışmışmıydın onlarla?- Hayır hocam.- Oğlumla ne zaman tanışırsın bilemem. Ama kızımla en kısa zamanda tanıştıracağım seni. Hele kızım; dünyâ tatlı-sidir. Ah güzeller güzeli kızım!Sözünün burasında yüzünü buruk bir ifâde kapladı.- Ne yazık ki çocuklarım benden çok uzaktalar! Bir baba olarak beklediklerimi göremiyorum onlardan.-Ne gibi hocam?..- Beni katıksız sevmelerini, hiç olmazsa sâdece sevmelerini istiyorum.Sinirlendiğini belli etmemeye çalıştı:- Neyse bunlar şahsi mes'elelerim. Pek mühimsemiyo rum zâten. Gençlik işte... Zamanla aramızd-aki uçurum kapanır gider. Zamana bırakmak lâzım bazı şeyleri..O buruk ifâdenin ardından gelen umursamaz, buz gibi bir tavır Yavuz'u çok şaşırttı. İçinden "hayret" deyip dudak bükmeden edemedi. Nasıl oluyor da birden değişebiliyordu?- Tanışmanızda muhakkak fayda var. İlerde birbirinizden istifâde edersiniz. Umarım sağlam dostluklar kurarsınız.Bir şeyi unutmuş da hatırlamış gibi:- Neyse asıl mes'eleye dönelim... Fakirlik korkusu hâriç, kimbilir sen de benim yaşadıklarımı yaşıyorsun..- Benim elimden birileri tuttu. Ben de sana yardımcı olmak isterim. Ama silik bir insan, sünepe birisi olma niyetin-deysen var git yoluna derim!.- İhtiraslarım, azmim, sebatım beni bu noktaya getirdi. Nasıl geldiğimi sorarsan, ne ehemmiyeti var!.. Mühim olan bugün geldiğim nokta..- Bir aksilik olmazsa seneye dekan olacağım!.- İnşaallah hocam.- Evet oğlum, kararını ver. Akıllı bir gençsin! Doğru karar vereceğine eminim..Artık rahatlamıştı. İşte aylardan beri söylemek istediği322birçok şeyi söylemişti. Hem de Yavuz'u istediği kıvama getirmişti. Bundan sonrası kolaydı. Artık son hamlesini yapmalıydı.- Olur ya; gün gelir yepyeni fikirlerinle insanımızı çağdaşlığa götürecek çığırlar açarsın. Maddî gücünle de birçok büyük işe muktedir olabilirsin. Milletvekili olursun, bakan olursun...Yavuz, biraz da koltukları kabarmış hâlde güldü:- O kadar da değil hocam.. Haddimize mi düşmüş!..- Neden olmasın? Sende o kapasite var. Fakat gücünü kullanmıyorsun.- On gün sonra, Pazartesi günü öğleden sonra okula gelmeni istiyorum. Seni tanıyan eski hocaların var. Bazılarıyla da ben tanıştıracağım.- Peki hocam gelmeye çalışacağım.- Hayır, mutlaka geleceksin!•**Eve gittiğinde Yavuz uzun zamandır yaşamadığı bir neş'e İçindeydi. Akşamın geç vakitlerine kadar kız kardeşine takılmadan edemedi. Sık sık "bugün keyfimi kimse bozamaz" diyorduNihayet, herkes yatmak için odalarına çekildi. O zaman gündüz olanların muhakemesini yapmaya çalıştı.Uykusu geldiği hâlde; içindeki ferahlık ve neş'e uykusuna gaüb geliyordu.Geleceğini düşündü... Sonra gözlerini yumdu, çocukluğuna döndü...İlk okulu bitireceği günlerdi. Annesi hayattaydı o zamanlar..Bir akşam başını annesinin dizlerine yaslamış, uzanmıştı. Annesine yakında okulların kapanacağından bahsetmiş, gene pekiyi ile geçeceğini söylemişti. Annesi: "Ah güzel yavrum, bir de büyük adam olduğunu görebilsem! Sâdece

Page 149: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

zenginlikle büyük olunmuyor.. Sonra, bu zenginliğin her zaman süreceğine dâir bir teminatımız da yok ki!" demişti.Yavuz düşünmüş düşünmüş, kafasında bir büyük adam canlandırmıştı. Çocuk aklıyla zihninde canlandırdığı323bu büyük adam hayâli sonraları ona çok noksan ve gülünç gelmişti.Annesi o günden sonra da; zaman zaman tekrarlar olmuştu bu sözü: "Büyük adam olacak benim oğlum!"İlk gençlik çağlarında; zihnini sık sık şu mes'ele kurcalamıştı: "Büyük adam mı olunur, büyük adam mı doğulur?" Çevresindekilere bakıyor, birinci fikre meylediyor; târihe ve günün tek tük rastlanan büyüklerine bakıyor, ikincisine meylediyordu.Yaşadığı teecrübeler, uğradığı hayâl kırıklıkları, duyup da görmediği bazı insanların hayatları, bu zikzaklı anlayışının yanlış olduğunu öğretti.Özünden kopmuş, hayâtın gayesini kaybetmiş, ölçüleri tepetaklak olmuş Anadolu ve dünyâ insanları "önemli insan ile değerli insan"ı birbirine karıştırır olmuştu. Önemli insanlar değerli zannedilip takdir görüyor, hürmete lâyık bulunuyordu.Hâlâ düşündüğü, bir türlü halledemediği bu mes'ele gene aklını meşgul etti... "İyi de; önemli insanlar her bir köşeyi tutmuşken, neden değerli insanlar kıyıda köşede duruyorlar?..""Belki de hiç cevab bulamayacağım" diye düşündü tek-rar...324XXVIAhmed Bey, o toplantı gecesinde kardeş ilân ettiği Ferhat Bey'i o gün evine davet etmişti. Toplantı gecesinin üzerinden bir hafta geçmişti.Sanki misafiri rahat değilmiş gibi,Ahmed Bey eline bir yastık daha aldı, "lütfen şunu da arkanıza yerleştirin" dercesi-ne uzattı. Misafir "peki" dercesine aldı, sırtı ile dayandığı yastık arasına koydu.İkisi de heyecanlıydılar. Hangi sebeble bir araya geldiklerini bilmemekle beraber aynı heyecanı duyuyorlardı. Birbirlerine bakarlarken; şübhesiz, ikisi de aynı şeyleri düşünüyordu.- Ferhat Bey... Görüşmeyeli uzun zaman oldu.. Lâkin o gece tekrar karşılaşmamız mukadderini^. Belki o gece, buradaki ortamı hazırladı. Kardeş olduk ve görüşmeye kendimizi mecbur hissettik.- Sizi bilmem ama, ben kendimi seneler süren bir uykuya kapılmış gibi görüyorum. O gece; her şeyi değiştiren o gece, beni uykudan uyandıran geceydi. Meğer seneler boyu kendi dünyâmda, tek kişilik karamsar bir dünyâda yaşamış durmuşum. Hep itilip kakılmışhk, beni daha binbaşı iken emekli olmaya mecbur etti. Güçsüzdüm, kendimi yalnız görüyordum. Yardımsız ve sâhibsizdim...- Öyle zamanlar oldu ki, imân sahibi insanların tamamen toprak altmda kaldığına inandım. Ortalıkta iyi insan kalmamış zehabına kapıldım.Ağır ağır kafasını salladı Ahmed Bey.. Gözlerini yere dikmişti. Sesi soluk gibiydi:- Evet... Ben de senelerdir aynı şeyleri yaşadım. Bir fark-325la; benimki uykunun da ötesinde bir nefretti!.. Senelerdir değişen birçok şeyi görememişim. Gözlerimi kapayan da bu uykudan ziyâde nefret...- İnanır mısınız, bir haftadır doğru dürüst uyuyamıyorum Ferhat Bey.. Aklımda hep o geceki toplantı, orada gördüklerim...- O günden beri kendimi sorguluyorum... Yiğenim Yusuf'u, o gecede konuşmasmı, kısa zamanda yaptıklarını, yapmaya çalıştıklarını düşünüyorum. Sonra kendime dönüyorum; bu güne kadarki hayâtımın muhasebesini yapıyorum. Tutturduğum yol beni nereye kadar getirmiş; hatâlarımı, se-vablarımı gözden geçiriyorum. Ve hep şurada tıkanıp kalıyorum: Acaba hatalı olan ben miydim?.. Hep doğru yaptığımı zannetsem de tamamen hatâ içinde olamaz mıyım?O ortamda Yusuf'un zikrettiği "gevşemeyin, üzülmeyin; inanıyorsanız üstün olan sizlersiniz..." âyet meali öyle bir sarstı ki beni!..- Aynen Ahmed Bey, aynen... Ben de iliklerime kadar titrediğimi, beynime yıldırım çarpmış gibi sarsıldığımı hissettim. Belki samimî bir ağızdan çıkması da te'siri katbekat artırmıştı..

Page 150: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Onun bahsettiği hastalıkların bir kısmından uzağız belki... Fakat yiğeniniz, her sözü sanki benim için söylüyordu. Her bir cümlede kendimi gördüm, kendimi hesaba çektim. Ve o anda sordum hep kendi kendime: "Şu bahsettiği hasta acaba ben miyim? Şu belâya ben de mi duçarım? Şu zaaf bende de var mı?"- Ve hâlâ soruyorum...- Ben İse onlardan maada kendimi şu noktada sorguluyorum:Yerinde kımıldandı. Rahat edemedi. Ayaklarını toplayıp sedirde bağdaş kurdu.,- Mektubu Yusuf'a verdiğim gün, başladığı iş hakkında da biraz konuşmuştuk. Birtakım yeniliklere leşebbüs ettiklerinden bahsetmişti. Sonradan duydum ki; bana bahsetmediği yeni kurulan bir şirket ve fabrika işi de varmış.- O gün içinde bulunduğu hassas ortamı hiç hesaba kat-326madan ikaz etmiş, acımasızca tenkid etmiştim. Belki ümitlerine, samimî heyecanlarına gem vurmuştum. Benden destek almalıyken tam tersini görmüştü.- O gün iyi niyetli idim. Fakat iyi niyet yetmiyor ki! Neyi ne zaman yapacağını da iyi bilmek lâzım.. En çok desteğe muhtaç olduğu bir zamanda hiç olmazsa sussaydım. Yazık ki yapamadım!Ferhat Bey ses çıkarmadı buna.. Bir aile mes'elesi olarak görmüştü mes'eleyi. Yorum yapacak kadar da samimiyeti yoktu henüz.Ahmed Bey'in eski hâlini bilseydi, değişmiş hâlini bilseydi, ortak hislerinin ne kadar çok olduğunu bilseydi belki çok şey söylerdi.Gene de kırıcı olmamak kaydıyla bir şeyler söylemeliydi...-Yiğeniniz Öncü olduğu hamlelerle Konya'da çığırlar açtı. Daha iki gün evvel, hissedar işçilerden biriyle konuştum. Öyle memnundu ki hâlinden!..-Düşünsenize, fabrikada hem işçi hem ortak... "îşler çok iyi, herkes huzurlu, istihsal kat kat arttı" diyor. Yeni kurulan şirketin gördüğü teveccühten de sitayişle bahsetti.-Fabrikada bir ihtiyar adam varmış. Yusuf Bey istanbul'dan getirtmiş kendisini. Fabrikada herkes öyle sevmiş ki mübareği... Konuştuğum adam ihtiyar için, "bize Allah'ın bir lûtfu" diyor. Hızla ilerleyen bir cami inşaatından da bahsetti.-Ve hepsinin sonunda, yiğeninize duâ üstüne duâ ediyor. "Allah başımızdan eksik etmesin" diyor.-Yalnız temennim; menfaat muslukları kesilecek diye korkanların, güçlü sermâyeleriyle bu işe set çekmeye kalkmamaları...-înşaallah, dedi Ahmed Bey.. Benim de endîşelerimden biri... Yalnız; samimiyetsizlere dikkat edilirse bir tehlike olacağını zannetmiyorum. Zira herkesin faydasına bu... İşin faydasına inananlar, bu yelpazeyi her geçen gün genişleteceklerdir.Müsaade isteyerek kalktı, dışarı çıktı. Az sonra, elinde çay tepsisiyle geldi.Çaylar içilirken, ara ara yerinde kıpırdandı Ahmed Bey.327Bir şeyi anlatmak istedi, vazgeçti. Nihayet çaylar bittikten sonra, günlerdir kafasını kurcalayan mevzuu açtı.- O gecedeki gençleri gördünüz Ferhat Bey!.. Çeşit çeşit insanlar vardı. Her biri bir şeyler umarak gelmişlerdi. Zannediyorum; benim gibi olanlar da umduklarını fazlasıyla buldular. Hattâ ben, nerdeyse zorla gitmiştim.- Şimdi bu zamana kadar gelen geçenleri neden kaçırmışım diye hayıflanıyorum...- Hele o gençler, hele o gençler!.. Nurlu nâsiyeleriyle, dı-rahşan çehreleriyle, gözlerimin Önünden gitmiyorlar bir türlü! Senelerdir kararmış dünyâmı bir anda aydınlattılar,- Cum'a namazlarını, senelerdir hep küçük camilerde kıldım. Etrafıma da pek dikkat etmem zâten. Camide, arada kaybolup giderdi bu gençler... Veya onları sâdece Cum'aları kılan gençler zannederdim.- Ama o geceki hava öyle bir sarstı ki beni!..- Demek ki son yirmi-yirmi beş sene çok şeyi değiştir-, miş Ahmed Bey!. Benim de sizden pek farkım yoktu. Hiç düşündünüz mü; senelerdir dünyâya neden Öyle baktık? Neden her şey mahvolmuş gibi geldi bize?- Hayır, enine boyuna düşünmedim hiç! Yalnız tesbit ettiğim bir şey var: "Ölümden sonra diriliş" yaşıyor gibiyiz...Bu sözlerle gözleri parladı Ferhat Bey'in... "Mükemmel bir tesbit" diye geçirdi içinden..

Page 151: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Ben ise iki gündür şuna kafa yoruyorum... Belki yanılı-yorurn, ama âcizane vardığım netice şu:- Yusuf Bey'in konuşması esnasında kafamda bir şimşek çakmıştı... Kendimi o zayıflık psikolojisi içinde değerlendirdim:- Ben, her şeyden el etek çekip uzlet köşesine çekildim. Yaptığım; mevcud cebhelerde harbi kaybeden bir kumandanın ricat hareketine benziyordu. Senelerce dışa kapalı, sâdece kendisini ve ailesini kurtarmayı hedef edinen, pasif, ucuz yolu seçen bir hayat... Aklımsıra, cebhe gerisini kurtarma!..- Eminim bu hâlet-i rûhiyeyi siz de yaşamışsınızdır..- Evet, dedi Ahmet Bey.. Sesi; yılların kahrını, çilesini, işkencesini bu tek kelimede teksif etmişti.328- Evet, hem de şiddetle...Kara gözlerini kısarak sabit bir noktaya dikti. Sırtına yavaş yavaş bir mızrak girer gibi omuzlarını oynattı, dişlerini birbirine kenetledi, gerilen yüz hatları çehresini kırışıklıklarla doldurdu, şekilden sekile soktu. Boyun damarları daha bir belirginleşti.Bağdaş kurmuş vaziyette bir öne bir arkaya birkaç defa salıncak gibi gitti geldi.Nihayet gevşedi. Bakışlarını misafirine çevirdi. Büyük bir İç mücâdelesi geçirdiği rahatlıkla anlaşılabilirdi. Senelerdir içinde taşıdığı bir şeyler, anlatılmak ve anlaşılmak için, işte gene irâdesini zorluyordu."Senelerdir, dünyâma uzak olanlarla yaşamak.. Benimle hemhal olacak kimselere rastlamamak! Bana bigâne olanlara içimi şerh edememek... Ne büyük bir azab! Ne çetin bir yol!...""Belki bana benzeyenlerden birine ilk defa rastlıyorum. İşte iki mazlum karşı karşıya...""Fakat ona da anlatamam kü Bu güne kadar kimseye anlatmadım. Karımın bile bilmesini istemedim. Birbirimizi ne kadar anlasak da Ferhat Bey'e anlatamam!.."Ferhat Bey; her tipte, subay, astsubay, er ve siville çalışmış, nice insanlar tanımış Ferhat Bey, bu esrarlı insanın yaşadığı iç mücâdelesini teşhise çalıştı...İçinde kaynayıp kaynayıp taşmaya çalışan bir sır olmalıydı bu..- Ne o rahatsız mısınız Ahmed Bey?- Yoo hayır.. İyiyim iyiyim. Sâdece maziyi hatırladım da..Bazı şeyleri tekrar yaşar gibi oldum.Ferhat Bey, sezdikleri üzerine kapalı konuşmayı tercih etti:- Biliyor musunuz; küçük acılar insanı bir kurt gibi kemirir bitirir, büyük acılar ise teselli eder. İnsan, çileyi çektikçe daha bir beslenir, kuvvetlenir. Her türlü azım ve sebatını çektiklerinden alır,.Ahmed Bey bu sözlerle irkildi. Yoksa misafiri, mazisini biliyor muydu?! Sanki içini okumuş da konuşmuştu. Dikkatle Ferhat Bey'in yüzüne baktı, gözlerini kırpıştırdı.329Ferhat Bey, bu tedirginliği anlamakta gecikmedi. Sükûnetle devam etti:- Dünyâlarımız, zannettiğinizden daha yakın... "İnsan yer içer, kendinden pay biçer" demiş eskiler..- Belki yaşadıklarınız tahminlerimin çok üstünde. Yalnız, bilmiş olun ki; bugüne kadar her ikimiz de aynı kaderi yaşadık. Buna; insanlara küskünlük deyin, bezginlik deyin, yeis deyin, mahvolmuşluk psikolojisi deyin, dâvaya ihanet deyin, korkaklık deyin, her ne derseniz deyin... Mühim olan netice...- Senelerce, şâirin " iyiler beyaz atlara binip gittiler" mıs-raıyla avundum durdum. Şimdi... Şimdi düşünüyorum da; kaybettiğim bir imtihanın ikmalinin aref esindeyim. Bu ikmâli kazanmak, benim için mazimin kefareti olacak!..Bu sözler karşısında gözleri doldu Ahmed Bey'in .- Ne güzel tercüman oldunuz hislerime! Şu memlekette bize benzer kaç ihtiyar, kaç orta yaşlı var kimbilir!.. Yalnız, şu anda beni sâdece "ben" alâkadar ediyor...- Kendimi bir firari gibi hissediyorum.. İçimdeki kendime isyan dalgaları öyle bir kabardı ki!.. "Yeter artık " diyorum. Yaşadığım zillet!.. Kendime gelmeliyim artık!

Page 152: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Artık karanlığa küfretmeye paydos!.. Ben de kötülüğe karşı savaş açmalıyım. Kötülüğe k^rşı iyilikle...- Ferhat Bey, az önce bir kelime sarfetmiştiniz..- Hangisiydi o?..- Korkaklık.. Kendimi o ölçüye vurdum da şimdi.. Acaba ben de korkak mıyım diye... "Hayır" dedim. Belki diğerlerinin tamamı vardı, ama korkaklık yoktu bende.. Bizi ne kadar korkutmak, sindirmek isteseler de, korktuğum için çekilmedim köşeme!..- Ben korkaklıkla cesaret noksanlığını kastettim. İtiraf edeyim ki, kâfi miktarda cesaret yoktu bende. İmânım zayıf-mış demek ki. İlmim beni bile idare edemezmiş. Yoksa ben de kendi çapımda kâinata meydan okuyabilirdim. Hakikî imânı elde edenlerin yaptığı gibi; zamanın şartları içinde gerekli silahlarla teçhiz olup, dünyâ ile yaka-paça olurdum.- Devrin şartlan içinde bu meydan okumayı Yusuf Bey330gibiler yapıyor. Ne mutlu öylesi kahramanlara!..Ahmed Bey başını eğdi. Gözlerini kısarak halıya baktı. İçinde kabaran pişmanlık dalgasını bastırmaya çalıştı:- Ne mutlu o ve onun gibilere!.. Yanıldığıma ne kadar da sevmiyorum! Allah (c.c.) hizmetlerini dâim eylesin, akibetini hayrey leşin LMisafirin ağzından; nefes gibi, samimî bir icabet sözü düküldü:- Amin!.. Binlerce âmin...Bir yandan da Ahmet Bey'in kendi kendine isyanının derecesini, ruhundaki ihtilâl ve inkılâbın şiddetini kestirmeye çalışıyordu.331XXVII" Nasıl olur, nasıl olur?!" diye habire tepiniyordu Aydın Bey.."" Nasıl böyle aldanabilir? Nerdeyse yolundan çıkmak üzere!""Tam avucumun içine almak üzereyim ki; kalkıyor, bir kendini bilmezin, beğendiği fikirlerinden bahsediyor. Konya'ya getirdiği yeniliklerden, attığı sözde dev adımlardan dem vuruyor. Her işinden sitayişle söz ediyor."Biraz sâkinleşeyim diye koltuğuna oturdu. Sakin olmalıydı. Evet evet, Yavuz'la Yusuf içeriye girdiklerinde gayet soğukkanlı görünmeliydi. Sinirlenmemek, her şeye sükûnetle tepki göstermeliydi.Bir an düşündü.. "Acaba Yusuf'la tanışmak için acele mi ettim? Biraz daha beklesem de her şey rayına otursa daha iyi olmaz mıydı?..""Yoo, her şeyi sıcağı sıcağına halletmek lâzım!.. Yavuz'un kafasındaki istifhamları bir bir ortadan kaldırmak lâzım. Bunun da en kestirme yolu Yusuf'u rezîl kepaze edip Yavuz'un gözünde beş paralık etmek! İşte o zaman anlayacak hatâ yaptığını!.. O Yusuf denilen çocuk da haddini bilecek... Bir daha boyundan büyük işlere kalkışmayacak. En azından, Yavuz'un yakasını bırakacak..."Oturup beklemeliydi o hâlde. On-on beş dakikaya kadar büroda olurlardı.. Neler yapacağının hayalleriyle, keyifli keyifli beklemeye koyuldu...Tahmin ettiği gibi, çocuklar vaktinde geldiler.. Tebes-333sümlerle içeri girdiler..Aydın Bey kalktı, önce Yavuz'a yöneldi, hareketlerine samimî bir hava süsü vererek kucakladı. Ardından; geride duran Yusuf'a elini uzattı. Gözlerinin içine bakıp "hoşgeldiniz" diyecekti..Fakat o yüz, o koyu mavi gözler, gözlerdeki derîn ve ma'nâlı bakışlar... Hüznü bir tablo gibi yüzünde resmetmiş bu genç adamın gözlerine daha fazla bakamadı.Acaib bir hâl vardı bu yüzde. Lâhutî bir hava, kendinden gayet emin bakışlar, adetâ "gel, benim iklimimde seyahate davet ediyorum" diyen bakışlar... Bir mü'mine Allah'ı hatırlatan bakışlar... Becerebilen için, bir kitab gibi okunacak bakışlar... Bir imansızın dizlerinin bağmı çözecek bakışlar...İçinin titrediğini, bu genç adamın karşısında küçüldüğünü, bir fare kadar ufaldığını, tarifsiz bir korkuya kapıldığını hissetti.Nihayet:-Hoşgeldiniz, diyebildi.Çocuklar gösterilen yerlere oturdular.•••

Page 153: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Bürodan çıkar çıkmaz, iki yiğen acele adımlarla yürüdüler. Park yerine varıp arabaya bininceye kadar hiç konuşmadılar.Yusuf, hareket edinceye kadar yar» gözle hep amca oğlunu gö-zetlemişti. Yavuz'un hareketleri acelesiz, hamleleri sert idi. Yüz hatları gergindi. Sağa sola bakmıyordu.İlk konuşan Yusuf oldu. Sesine, görüşmenin üzerinden günler geçmiş gibi heyecansız, kuru bir hava vermeye çalıştı.- Yavuz, son söylediğim sözle fazla mı ileri gittim diye düşünüyorsun belki..Hafifçe sinirli bir sesle, bilmezmiş gibi sordu Yavuz:-Hangisiydi o?..-"Sizin aklınız, sizi helaya kadar götürür, orada bırakır çıkarsınız..."-Bilmem, dedi yüzü yan dönük... Şimdi hiç yorum yapacak durumda değilim. Zihnim karmakarışık...Sesi gayet soğuk geldi Yusufa.. Kırgın ve lâkayd görünüyor-334du.Ana caddeye çıkıp, trafiğin akışına kapıldılar...-Eve mi gidiyorsun Yusuf?-Farketmez, vakit henüz erken.. Ama sen istersen..Anlamıştı Yavuz... Bir müddet.cevab vermedi.-Demin söylediğim gibi zihnim karmakarışık.. Keşke hiç go-rüşmeseydiniz diyorum şimdi. Halbuki ben neler ümit etmiştim!..-Ben de öyle ama...-Sana ayıb etti profesör.. İş bu noktaya gelmemeliydi. Yazık; niyetinin ne olduğunu geç öğrendim!-Biliyor musun Yusuf; onu senelerdir tanırım, fakat hiç böyle görmemiştim. Sık sık dili dolaşıyordu, tedirgin, korkmuş bir hâli vardı. Birkaç yerde saçmaladı. Bu kadar da açık konuştu ilk defa...-Senin son sözüne de gelince; tartışmayı bitiren, muhatabını susturan bir sözdü... Görünüşte çok ağır gibi..-Şimdi düşünüyorum da; senin içinde bulunduğun şartlar... Dahası; bir tuzakla karşı karşıya olduğunu düşündün belki!Birden araba ağırlaştı, sağda durdu. Yusuf'un gözlerine bir suçlu edasıyla baktı...-Evet Yusuf... Belki bu tuzakta benim de payım olduğunu zannediyorsun. Seni temin ederim, yemin ederim ki böyle bir şey aklımın ucundan dahi geçmedi!Yusuf güldü bu sözlere.. Elini Yavuz'un omzuna attı:-Sen müsterih ol Yavuz.. Sakın kendini suçlayıp üzme! Emin ol, benim de aklıma gelmedi öyle bir şey!.. İnşaallah böylesi daha hayırlı olacak..-Yapılan saldırılar, edilen iftiralar şahsıma olsaydı sineye çekerdim.. Sen de gördün ki; şahsımda her türlü iğrenç saldırı İslâm'a idi. Orada İslâm'ın izzeti bahis mevzuu idi.. Onun için; en kestirmeden adamın sırtını yere yapıştıracak bir söz lâzımdı. Zannediyorum zayıf tarafından vuruldu adamcağız!. Hem aklı putlaştıran bir akılperest, hem de zehirli iğnesi an gibi bağırsaklarına bağlı bir şehvetperest...Araba tekrar hareket ettiğinde, Yavuz içinin rahatladığını, zihnini alt üst eden evhamın yok olduğunu hissetti. Yan335gözle Yusuf'a sıcak bir nazar atfetti..Devam etti Yusuf. Zira en mühim kısım açıklığa kavuşmalıydı:- Yirminci asrın en büyük putunun ne olduğunu sen de anlamış olmalısın Yavuz..Profesörle, iyileştikten sonraki ilk görüşmesi aklına geldi Yavuz'un..- Evet, anlar gibiyim..- Aydın Bey'in şahsında; o koca putun tecessüm etmiş hâlini dehşetle gördüm. Asrın; hele Batı âleminin en büyük putu "akıl..." Daha doğrusu "insan." İnsanın kendisi...- Batı âlemi bugün Hıristiyan değildir; yazık ki başka bir şey de değildir. İki üç asırdır peşinden sürüklendiği "-izm" lerin te'siriyle, bâtıl da olsa eski inancından kopmuş, kendisine tapar olmuştur. Aydın Bey gibiler; bu vetirenin serencâmını pek iyi bilirler de, insanların bir aşırılıktan kurtulup bir başka aşırılığın, yâni "akıl putu" nun ağlarına yakalandığını göremezler...

Page 154: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

-Müsbet ilimlerde alınan akıl almaz mesafe; insanı yersiz, herzekâr bir kibir illetine mübtelâ etmiştir. O noktada Allah (c.c.) ve her nevî kudsî değer yok sayılmıştır.Akıl ve onun buldukları, insanı yücelerin yücesine çıkaracak zannedilmiş-tir.Heyhât, işte görüyoruz aklı put edinenleri!.. Onların ferdî hayatlarının acınacak hâlini, içtimaî bayatlarının vahşî hayvanlara rahmet okutacak manzarasını...Beynine tokmak gibi inen şu birkaç cümle Yavuz'u öyle bir sarsmıştı ki!..- Evet Yusuf, şimdi daha iyi anlıyorum. Şu üstü kapalı birkaç söz her şeyi anlatmaya yetiyor!Bunları söylerken, içinden Yusuf'u eve davet etmeyi geçirdi. Bir kuvvet alıkoydu bu arzusundan... "Hayır hayır, bu kadarı çok bile, ona daha yakın olamazsın" diyordu.Bu iki kuvvetin çarpışmasını anlamış gibi, aynı teklifi ikinci sesin adetâ inadına Yusuf yaptı:- Herhangi bir plânın yoksa, istersen bize gidelim... Bunca olanlardan sonra hayır diyemezdi. Demek ki amca oğlunda inkisarın zerresi yoktu. Sevincini belli etmemeye336çalıştı.- Tabiî, neden olmasın!..Eve vardıklarında vakit öğleyi bulmuştu.. Yer sofrasında yenilen yemekten sonra müsaade isteyip namaz kılmak üzere kalktı Yusuf.,Bu manzara karşısında içinden bir şeylerin koptuğunu hissetti Yavuz.. Amca oğlu dönene kadar salonda süklüm püklüm oturdu.İçeriye gözleri parlayarak girdi Yusuf:- İstersen benim odama geçelim, daha rahat ederiz orada?.Cevab vermeden kalktı Yavuz.. Bahsedilen odaya geçtiler.Adımını odaya atan Yavuz'un ilk işi, merakını belli etmeden ortalığı seyretmek oldu. On-on iki metrekarelik bu küçük odaya dört senedir ilk defa giriyordu.İlk dikkatini çekenler; köşede bir somya, somyanm karşısında bir masa,masaya bitişik bir sandalye, duvarın bir kenarını boydan boya kaplayan koca bir kitablık, pencere ile somya araşma yerleştirilmiş bir dolap oldu. Yerde eskimeye yüz tutmuş küçük-bir el halısı vardı.Somyanın üzerine oturunca kuru bir yere oturduğunu anladı. Bu tahta somyanın üzerinde ince bir şilte vardı. Kendi yumuşacık yatağıyla kıyaslamadan edemedi..Yusuf da sandalyeyi çekti oturdu. O zaman masaya bir daha bakan Yavuz bir masa lâmbası ve hemen yanında hiç ummadığı, bu odada bulunmasına asla ihtimâl veremeyeceği bir şeyi gördü. Hayret, odaya ilk girdiğinde görmemişti!.- Bu kurukafa hakikî mi?Demin nasıl da görmemişim? Bunu söylerken, yüzünü hafif bir alay ifâdesi sarmıştı..- Evet hakikî.. Sun'î falan değil..- Peki nerden ele geçirdin?- Üniversitede iken Tıp Fakültesinde okuyan bir arkadaşımdan temin ettim. Dört senedir bende.. İstanbul'dan döndüğümden beri bu masanın üzerinde... Sandalyeye oturduğumda tam karşımda duruyor. Yatağa uzandığımda gene kar-337şımda...Yavuz dinlerken habire bu işin sırrını çözmeye çalıştı. "Düşünüp durmaktansa en iyisi sormak" dedi.- İnsanlar bir kurukafayı gayet soğuk karşılarken, h^le geceleri ürkütücü bulurken, kimileri alaya alırken nedir hikmeti bunun? Hem de odanda bulundurmak?..Yusuf sandalyesini biraz döndürdü. Şimdi Yavuz'u yandan görüyor, sağ tarafı da kurukafaya bakıyordu. Birden aklına geldi, ayağa kalktı.- Ha, odaya girdik gireli akıl etmedim. Şu perdeleri açsam iyi olacak. Belki hoşlanmazsın; içeriye loş bir hava veriyor..Kapalı durduğu zaman, kendimi dünyâdan başka bir yerlere gitmiş gibi hissediyorum. Şu küçücük odam, apayrı bir âlem, bir huzur iklimi oluyor benim için...- Hayır hayır, böylesi daha iyi Yusuf.. Nedendir bilmem, benim de hoşuma gidiyor.

Page 155: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Vazgeçti bunun üzerine, oturdu. Gözlerini bir an kurukafaya dikti. Sonra yiğenine döndü:-Şu uzlet köşemde bu kurukafa; benim hocamdır, mür-şidimdir. Kimi zaman uzun uzun konuşurum onunla. Benim sohbet arkadaşımdır. Lisân-ı hâl ile bana neler anlatır, neler öğretir bir bilsen!..Yusuf odada misafiri olduğunu unutmuştu sanki.. Aca-ib bir vecde bürünmüştü. Sesi kâl\nasihat eder gibi yumuşuyor, kâh bir kuyunun dibinden gelir gibi kısılıp boğuklaşıyor, kâh bir kalabalığa hitab eder gibi yükseliyor, heyecanı artıyordu.- Baksana şuna!.. Bir zamanlar gören gözlerin yerlerinde karanlık iki çukur var. Konuşan dili şimdi söylemez olmuş! O güzelim saçların yerinde yeller esiyor şimdi. Hangi birini anlatayım ki!.. Rabbimin özene bezene yarattığı tenin yerinde şimdi kupkuru bir kafa var!- Kimbilir kimdi? Bir erkek mi yoksa kadın mıydı? Zengin miydi fakir miydi? Sultan mıydı dilenci miydi? Kaç sene yaşadı? Neler gördü geçirdi?- Kimbilir ne arzular duydu, ne emeller besledi içinde? Hangi hayâllerin peşinden koştu kimbilir? Sevindi,338üzüldü, korktu, endîşe çekti, hırslandı, huzur buldu, huzursuz oldu, hasta oldu... Belki aç kaldı, belki servetinin hesabını bile bilmiyordu, belki günahkârdı, belki sâlih bir kul du, belki âlimdi, belki câhildi...- Her ne olursa olsun; ruhu şimdi kimbilir nelerle karşı karşıya?.. Ve bedeninden arta kalan şu kurukafa senelerdir bende, bana hocalık yapıyor... Her hasbihalimde yeni yeni hisseler kapıyorum kendime!.Alıp buraya getirdiğim için o da Allah'da affetsin. Ne yapayım çok korkuyorum! İmânımı kaybetmekten, son nefesimde imansız gitmekten!..Şu kurukafaya her bakışımda derinden sarsılıyor, Yunus Emre Hazretleri'nin tabiriyle; "ölüm vardır bilirsin, niçin gafil olursun" diyorum kendime..Sözün başında Yavuz; "acaba deli mi ş1 Yusuf" diye düşünmeden edememişti.Anlattıkları bittikten sonra amca oğluna utanarak baktı..."Hayır, neden deli olsun! Hassasiyette bir uç nokta onunki.. Ne kadar da uzağım onun ikliminden! Utanıyorum yârabbim, utanıyorum!.. .Yüzü kızarmıştı. Sırtını ter bastığını hissetti. Kulaklarına kadar ateş içindeydi...Yusuf, havayı değiştirmek ister gibi ayağa kalktı.-Sana ellerimle bir çay demleyeyim. Müsaade edersen, bir de manava gideceğim. Sen oturursun olmaz mı? Çeyrek saate kadar dönerim inşaallah...-Benim için hiçbir şey..-Yoo olmaz Yavuz!.. Ne zamandır evimize gelmedin. Unutma, misafirsin sen!Ses çıkarmadı. Kapanan kapının ardından bakakaldı...Ayağa kalktı. Bu küçük odada birkaç adım attı, geri döndü. Birkaç defa tekrarladı bunu. Sonra kitablıktaki kitabla-ra takıldı gözü. Bakışlarını çevirdi, tekrar masaya baktı. Gene kurukafa... İçinin bir an ürperdiğini hissetti. Yaklaştı, ellerini masaya dayadı, tepeden baktı bu defa.. Gözlerini elleri hizasına getirdi. İki parmak aralık duran çekmecede ciltli bir kitab339ilişti gözüne. Merak etti, elini uzatır gibi yaptı, geri çekti. "Ayıb olur, hiç dokunmamalıyım" diye düşündü.Bir yandan da merakını yenemiyordu. Acaba ne kitabıydı? "Alır, içine bir göz gezdirir, bırakırım" dedi.Tekrar, gizli bir şeyi kurcalar gibi "yapamam, ayıb olur" dedi. Nihayet merakı galib geldi. Alıp şöyle bir bakacak, hemen bırakacaktı.Çekmeceyi çekti, kitabı aldı, ayakta dikilmiş vaziyette açtı. Hayır hayır, bu bir defterdi. Siyah mürekkeble yazılmış çizgisiz bir defter... Bu defa içindeki merak daha bir depreşti.Arasında bir şey vardı. Hemen o sayfayı buldu, açtı. Bir mektub zarfı idi bu.. Üzerinde bir şey yazmayan, kalınca, sararmaya yüz tutmuş bir zarf..."Hayır bunu açamam" dedi. Defteri şöyle bir karıştırdı. Bu kalınca defterin yandan fazlası doluydu. Mektubun olduğu sayfadaki yazıyı okumaya karar verdi.

Page 156: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

"Bu yol kimine bir an, kimine kırk gün, kimine kırk yıl" demişler. Bir ömür boyu gidip menzile varamayanlar da var. Bir adımda varanlar, bir Ömür ha vardım ha varacağım diye yürüyenler...Kâinatın mayası "muhabbet" demişler. Bir ateşin çevresindeki pervaneler, güneşin etrafında mest olmuş dönen seyyareler, "hu" deyip dem çeken Kumrular ve kumrulara eş dervişler, damarlarda dolaşan kan, geldiğimiz yere götüren ölüm ve hepsinin ötesinde gerçek "dönüş" olan tevbe...Hepsi; şuurlu veya şuursuz, aşkın cazibe merkezineseyahati değil mi?Ben de o aşka sâhib olayım, aşk ile Rabbime döneyim istedim yolun başında...O zaman başladı işte her şey... Beni her zaman bir yerlere sevkeden kudret dedi ki: "Nasıl düşünürsün pişmeden olgunlaşmayı, bu ne acele?"Meğer çok ucuz zannetmişim aşkı. Bir anda başımın göklere değmesini istemişim. Olmazların bir anda olacağını zannetmişim."Gel" dedi o kudret... "Evvelâ mecazı gör, sonra hakikî340olanını yaşa." Ve tam altı sene kalbimi yakıp beni pişirecek olan güzele meftun oldum.Tatlı bir rü'yâ ile başladı mecaz. Beni senelerce peşinden koşturdu. Her ahım alev olur göklere yükselirdi. Her figanım "vuslat" derdi. Her sessiz feryadım içimdeki volkanı daha bir beslerdi.Ne acıdır ki maşukam, ona olan aşkımı hiç bilmedi. Rü'yâlarda bile benden çok uzaktaydı, ona yabancıydım.Bir an olsun ona şehvet hissi duymadım. Bedenden tamamen sıyrılmış ruhun itminanına yönelmiş bir aşktı yaşadığım...İlk zamanlar "vuslat" deyip inleyen ruhum, gün geldi, vuslatın adını bile anmaz oldu. Hicran yarasının çektirdiği acı o kadar tatlı idi ki!..Artık biliyordum ki, vuslat, bu aşkı ânında öldürecek zehirli bir oktur. Onun aşkının âşıkı olmuştum, aşkın âşıki olmuştum şimdi...Hepsinden tuhafı, bir başka güzel bana meftundu. Burada birkaç cümleyle anlatması ne kadar da kolay! Benim senelerce yandığım gibi, her saniye benim için eriyip tükenen bir ömür yardı karşımda.Ben maşukam için ölürüm zannetmiştim. Altı senenin sonunda; artık aşkımın küllendiği gün, ikinci güzel son çâreyi ölmekte buldu. Bitmez zannettiğim aşk bitmişti. Diğeri de Ölümü seçmiş, benim beceremediğimi becermişti.Bİr tarafta benden başkasına meçhul aşkım, bir tarafta aşkla cevab veremediğim, aşkımın sâdık bir kurbanı...Artık bu defter kapandı dediğim gün yeni bir defter açılmıştı. Her bitiş yeni bir başlangıç değil miydi zâten! Yalnız, benimki ömür boyu vicdanıma azab çektirecek bir başlangıçtı.Şimdi şunu öğrendim: Her fâninin bir başı bir de sonu var. Öyleyse fâni olanı istemek ne kadar da abes!.. Neden ömürler abesler peşinde heba olup gitsin?..Ne kadar da zavallıyız karşında ey bakî dost!Şayet mecazdan hakikate yol bulup geçemiyorsam, vay benim hâlime!... Değer mi fâni bir mahlûkun fânilerle341oyalanmasına fâni hayat?..Neticede; aklın ve kalbin imtizaciyle ideal hedefi öğrendim. Bakî olan hakikî güzeli sevmeye çalıştım. Zira, şu dünyâda herkese,her nesneye lâyıkı vtchile kıymet verilmeliydi. Çağlar boyunce nice güzeller ve güzellikler yaratan "Hakikî Güzel" her çileye değmez miydi? O'nun yarattığı bir fâni güzel, insana bunca hissi yaşatıyorsa, kendisi kim-bilir neler yaşatacaktı!? Mecaz bütün basitliğiyle insanı bu kadar pişiriyorsa, hakikat kimbilir hangi menzile kadar götürecekti!?O günden sonra insanlara bakarken, surete değil sîrete bakar oldum. Yâni güzeldeki güzeli aramaya başladım.Her insanın suretinde ayrı bir güzellik vardı. Fakat hepsi toprak olmayacak mıydı? Mühim olan sîretteki güzellik idi öyleyse...Şimdi "hakikî güzel"e vuslat yolunda her şeyimi feda etmeye hazırım. Derviş Yûnus'un tabiriyle: "ballar balını bulmak" karşılığında her şeyimi vermek istiyorum.

Page 157: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Ey dost! Bu yolda her türlü çileye hazırım şimdi. Kapının tokmağına uzanan ellerimi boş çevirme!... "Dost dost" diye inleyen gönlümü hasrette, hüsranda bırakma!Sen'den başka her türlü yalancı sevdaya "elveda" diyorum. Yalnız Sen'İ istiyorum. Ruhum yalnız Sen'İnle huzura erecek. İçimdeki acıyı yalnız vuslatın dindirecek!..Gözlerime senden başka hayâl girmesin Allahım! Beni benimle, şeytanla, şeytanlaşmış insanlarla, masiva ile başbaşa bırakma! Beni yolda takılıp kalanlardan eyleme Allahım!..Âmin!..Defteri kapattı Yavuz. Aldığı şekliyle çekmeceye yerleştirdi. Gitti somyaya oturdu. Başını önüne salladı:"Şimdi bir nebze daha anlıyorum dünyânı Yusuf! Şu yaşına kadar kimbilir neler yaşadın! Belki bin yıllık ömre sığmayan tecrübelerin var. Ve Allah her yolla seni terbiye ediyor.."Ayağa kalktı kitablığa yaklaştı, kitabları seyre koyul-342du..Yusuf'un odaya nasıl girdiğini farketmedi bile.. îkinci selâmdan sonra farkedebildi.- Çay birazdan hazır olur, ardından da meyve yeriz in-şaallah.. Sıkılmadın ya ben yokken?- Yoo yoo, senin anlattıklarını düşündüm. Kitablan seyrettim biraz..- Dışurda rüzgâr çıkmış. Allah aç-açıkta olanlara yardım etsin! Ceketle dolaşılmıyor.- Amin!.. Eh ne de olsa kışa girdik sayılır. Kasım'ın sonlarına geldik.- Cekedinİn düğmeleri de yok Yusuf.. Ceket sözü geçti de... Merakımı bağışla!.."Farkındayım" der gibi gülümsedi Yusuf.- Palto, pardesü gibi giyecekler için aynı şeyi söyleyemem ama cekette düğme kullanmıyorum. Bu soruya da alıştım art k! İlk soran sen değilsin..- Hani tek düğme eksik olsa ..- Anlıyorum, ikisi de yok.. Sen sormadan anlatayım sebebini:Yusuf sıkılmıştı, lâkin ne yapsın, anlatmaya mecbur hissetti kendisini.. Sandalyesine yerleşti:- Putları bilirsin Yavuz!. İnsanı insanlığından eden, olmadık şeylerin kölesi yapan putları...Ma'nâsız ma'nâsız baktı Yavuz..- Dünyânın bazı yerlerinde hâlen tapınılan, taştan, tahtadan totemleri kastetmiyorum. Para, kadın, zevk, mide şehveti, eğlence, mansıb, koltuk, şöhret, menfaat.. Bu putlar da değil benim kastım!..Gene anlamamış gibi baktı...- Bir de insanın içinde gizli gizli yaşayan, farkında olmadığı süflî şeyler vardır. İnsanlar iç dünyâlarına döndükleri nisbette tanırlar onları.. İç hesablaşmaya başladıkları, kendileriyle yaka-paça olduklarında tehlikeyi sezerler. Ne büyük birer put olduklarını idrak ederler.- Bundan tam üç sene önceydi. Fakültenin ikinci sınıfın-dayçhm. Talebe temsilcisiydim. Arkadaşlarınım bir mes'elesi-343ni beyan etmek üzere rektörle görüşmem icab etti. Dekanla birkaç defa görüşmüştüm ama rektörle ilk defa görüşecektim.-Rektörü tanıyan arkadaşlardan birisi; "sakın ha düğmeni iliklemeden içeri girme!" diye ihtarda bulundu. Beynim matkapla deliniyor zannettim!.. Yârabbim ne demekti bu?! Defalarca şâhid olduğum bu iğrençliği bizzat tekrarlamam isteniyordu..- Bu fiil nezâketen icra edilir âmenna ... Fakat sırf rektör olduğu için böyle bir şey...- Girdim içeriye. Rektör bey koltuğuna kaykılmış, kabarmış bir hindi gibiydi."Alçak dağları ben yarattım" der gibi mağrur bir edası vardı.- Hürmete lâyık, Allah'a itaatkâr olsa, seve seve yapardım böyle bir şeyi...

Page 158: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Yaklaştım, masasının karşısında dikildim. Mağrur edasına devam ederek "evet ne var?" dedi. Birkaç cümleyle arzettim mevzuu.. Bitirir bitirmez hiç düşünmedi bile. Menfi olan cevabı verdi.- Şaşırmamıştım, beklediğim cevab idi bu.. "Ne yapalım, olmadı" ma'nâsında ellerimi iki yanıma açarak; "teşekkür ederim" dedim.-Geriye döndüm, çıkmak üz*ere iki adım attım."Bana baksana sen!" diye seslendi. Döndüm, yüzü değişmişti. Sinirinden konuşamadı bir müddet. Anlamıştım sebebini... "Eksik kalan bir şey mi vardı?" diye sordum.. "Evet, eksik bir değil, çook.. Bir defa karşımda duruşunu beğenmedim. Son derece lâkayd idin. Sonra...- Devam etmesine mâni oldum.. "Ben askerliğimi yaptım da geldim fakülteye.. Yazık; beklerdim ki oturacak bir yer gÖsteresiniz! Fotoğrafçı gibi karşınızda dikildim!- Tekrar yürüdüm. Ciyak ciyak bağırmasıyla mecburen durdum döndüm.-"Bana bak, kimin karşısındasın sen?! Adam müsaade ister, huzurdan öyle ayrılır,tamam mı!.."- Ben de altta kalmıyan bir sesle devam ettim: "Acıyorum; üstünüzdekilere gösterdiğiniz tabasbusunuza, tekapu-344nuzaL. Ve acıyorum; aynı tavrı size takınan altınızdaki herkese!.. Ne yapalım, eğilenler oldukça dik duranlar da olacaktır!.."- Kapıyı sert bir hareketle açtım ve çıktım.- Zihnimi günlerce meşgul etti bu hâdise.. Ruhumu yokluyordum; içimden bir ses devamlı isyan ediyordu; "Bu ne biçim kulluktur ki; Allah'tan başkasının önünde, istemesen de arz-ı ihtiramda bulunuyorsun!"- Evet, benim için eğilmek idi bu! O anda kararımı verdim. Bir gün kullanırım korkusuyla; cekedimin iki düğmesini de avuçladım, parçalar gibi kopardım.- Bir tüy gibi hafiftim artık! Zincirlerinden kurtulmuş, hürriyetine kavuşmuş bir esir gibi hissediyordum kendimi.- O günden sonra da cekedimi iliklemeye lüzum kalmadı. Benim için en büyük putu devirmiştim. Çok şükür, Rabbi-min inâyetiyle yerle bir etmiştim.*••Yavuz, o akşam Râbia'ya gündüz olanları heyecanla anlattı. Bir yandan da yorum yapıyor, kardeşinin müsbet tepkisini görmeye çalışıyordu.Râbia umursamaz bir tavırla dinliyor veya Öyle görünüyordu. Arada bir ağabeyinin yorumlarını tasdik eder gibi başını sallıyordu.Yavuz'un normal karşıladığı bir tepki idi bu. Kardeşi bir kız olarak içinden geçirdiklerini dışa aksettirmemeye çalışıyordu. Bir Anadolu kızının vakarı vardı üzerinde.Tepkilerini sözle veya hareketle dışa belli etmeyen Anadolu insanının aynasıydı âdeta...Fakat gözünden kaçan bir şey vardı Yavuz'un .. Râbia kadar dikkatli olsa pekâlâ farkedebilirdi. O Râbia'ya dikkatten ziyâde gündüz olanlara kaptırmıştı kendini-Akşamın ilerleyen saatlerinde herkes odasına çekildi. İçindeki heyecanı, hocasına kızgınlığı, Yusuf'u takdir hisleri hâlâ devam eden Yavuz kanepesine oturdu. Sabahtan beri olanları, gözlerinin önünden bir daha geçirdi.- DÖnüyor-dola-3455rOX"o3a aS- H O CDa 3pETp7 t1P >-. P X

Page 159: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

re 2 a 3 n 23 >¦ ?L 03 ; re Na 33 5a. a E* oa fi§ >5'3" Pen Pcr p

ir-, cl «¦ 2; aP fD C: 3 O r^.aO P N$ §¦*n fi»3-fD3jrow»NfD§a"Eo.S.0 ga c .E £•' 3tf. a p ffi3^3 n §•k: » „. _¦^ 3 3- cP S P NCT fC P 3 5.O cr^; 3C: »cn3 2. lao &:,p > S-g-cO d. EP P P ^, N 3CdtB. x- 3: g*ft » * B¦ 3¦AnPa g-S s.P >-¦2 3

Page 160: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

p x-»w 55. i^p »"3^-£L a g «n> 3 O-p cr >-<?r prt<B] crfD X1fD 3B'^ § 0. ?fD N N Ul

¦t* CT1Csr P&O.s-r oa- e0) S O:p O &¦>1

ûj r.a

&J pO_ a'P*nhacet içinde geçecek. Belki zaman zaman; uzun müddet birbirimizden uzak kalacağız. Günlerce, haftalarca evime hiç uğra-yamayacağım. Gün olacak zindanlarda sana kavuşmayı bekleyeceğim. Gün olacak yaban ellerde esir düşeceğim...- Ben Haziran'ın zehir zemberek korukları değil,Ağus-tos'un balları kıskandıracak üzümleri olmak istiyorum.!- Ömrüm hep mücâdele içinde geçecek belki. Taşıdığım sancağı, son nefesime kadar bir yerlere götürmeye çalışacağım.- Bu yol dertlilerin yolu.. Bu yol aşılmazları aşmaya azmetmişlerin yolu.. Kandan irinden deryaları aşmaya hazır-san, taşlı dikenli yollan yürümeye hazırsan gel benimle!..- Sende, başkalarmda olmayan neler bulduğumu daha önce anlatmıştım. Tekrar etmeyeceğim burada..Hep dinliyordu Azra.. Söze hiç müdahale etmedi. Son cümleye de cevab vermedi.Karşı tarafta bir duvar saatinin gongu çaldı. Sonra tik taklar devam etti..- Dinliyorsun değil mi Azra?- Evet evet, dinliyorum.Yusuf, son defa bazı şeyleri tekrarlama ihtiyacı hissetti:- Azra, tekrar ediyorum!.. Sana küçük ve sahte mutluluklar vaad edemem! En büyük tzdırablar, mukabilinde en büyük saadetlere talibim ben!.. Mumdan gemiyle ateş denizini geçmek zorundayım..- Sana, sabun köpüğü misâli şeyleri vaad edemem!- Yanmak ve yakmak istiyorum ben! Bir mum gibi ağır ağır erirken etrafımı aydınlatmak istiyorum!

Page 161: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Sefil "kolay" in elinde çürüyüp kokuşmanı istemiyorum. Şerefli "zor" a tâlib isen, (ki öyle olduğuna inanıyorum) gel benimle!..Her iki tarafta da ses yoktu şimdi... Yusuf ahizeden duyulan tik takları dinledi bir müddet...- Her şeye hazırım dedi Azra.. Ben kararımı çoktan verdim. Hem biliyor musun, artık Örtüneceğim! tik işim o olacak inşaallah! Bütün şartlar aleyhime olsa bile bu yolu beraber yürümeye azmettim.348- Yalnız... -Evet Azra?..- Neyse boşver, lüzumsuz bir şey..Bu endişeli ifâde Yusuf'u telâşlandırmaya yetti:- Söyle lütfen! Her şeyi anlat! Bu çekingen ses ısrarlıydı..- Hayır hayır, mühim bir şey değil.- Azra, bak çekinmeden söyle! Bütün tereddütlerin ortadan kalkmalı.- Hayatta bir şeyi çok isteyip de arzuma kavuştuğum vâki değil..Korkuyorum... Sonu. hep hüsran oldu arzularımın. Bunun da sonu aynı olursa diye...- Hiç endîşen olmasın. Her şey yolunda gidecek Azra!- Peki Yusuf, hakkımda anlatılanları sen de duyduktan sonra aynı şeyleri söyleyebilecek misin?- Hiçbiri umurumda değil! Ne yapalım elin ağzı torba değil ki büzesin. Bilirsin; zamanı da ruhu da boş insanların işi,hep birilerini çekiştirmektir. Tekrara lüzum yok. İnanmadığımı daha evvel de söylemiştim.- Nice güzide insanlar, bütün müsbet hâllerine rağmen insanların dilinden kurtulamamışlardır...- Cömert olursun "müsrif" derler, tutumlu olursun "cimri" derler, mahzun durursun "somurtkan" derler, güleryüzlü olursun "riyakâr" derler. Velhâsıl neler neler söylerler..- Doğru Yusuf.. Ne yapsın zavallı insancıklar; o kadar meşgaleleri arasında bir de insan olmaya vakit ayıramazlar ki!Güldü Yusuf.. "Ne kadar zekîce bir söz" diye geçirdi içinden..- Evet Azra... Sen müsterih ol, canını hiç sıkma- Alışacağız her şeye.- Sonra beni de tertemiz birisi zannetme! Belki de dünyânın en günahkâr insanıyım... Hadi hayırlı akşamlar...Telefon kapandı. Bir müddet donmuş gibi öylece kalakaldı. Sonra bir rüyadan uyanır gibi silkindi, odasma yürüdü. Sabah konuşulan ilk mevzu Azra'mn işten ayrılmasıy-349di. Yusuf, içi burkularak, isyan ederek dinlemişti- Evli olan yaşlı başlı patronu kızcağıza çirkin bir teklifte bulunmuştu. Netîcede işten ayrılmıştı Azra.Ardından, Yusuf'un yaptığı âni evlenme teklifi karşısında evvelâ afallamış,, sonra da sür'atle toparlanmıştı. Yusuf, düşünmesi için kendisine mühlet vermişti. Hayâl bile edemiyeceği bu teklif karşısında; "çok iyi düşünmemi tavsiye ediyorsun. Asıl düşünmesi gereken sensin! Seninle evlenmek, senin karın olmak benim için çok büyük bir şereftir" deyip kestirip atmıştı.Yusuf burkuntularla haşır neşir düşünüyordu..."Evet, onu takdir ediyorum...Ona karşı kalbimde eskiden beri bir sıcaklık var..Vaktinde güvenemediğim için hislerimi bastırmaya çalıştım. Artık güvenilecek kadar olgunlaşmış..."350XXIXNesibe Hanım, havanın kararmasından az evvel Âdile Hanım'la birlikte eve döndü. İkisi de yorgundular. Oturup biraz dinlendiler.Yusuf, onlar gelmeden sofrayı hazır etmişti. Kadınlar namazı kılıp hemen sofraya oturdular.Onlar yemek yerken Yusuf işleriyle meşgul oldu. Gözleri parlayarak içeri girdiğinde sofradan kalkmış >.ırdı.Sofra kaldırıldı, kadınlar içeri geldiler tekrar. Âdile Hanım, gösterilen yere otururken kısaca fikrini de söyledi:-Güzel kız Allah için... Kaşı gözü yerinde. Ama ailesi biraz karışık gibi geldi bana... Odaya giren çıkan belli değildi..

Page 162: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

-Üvey kardeşleri olduğunu söylemişti, dedi Yusuf. Belki kardeşleri, yakın akrabaları..Annesi sitemkâr konuşurken:-Yusufum, 'Konya dururken uzaklara tâ Karapınarlara kız görmeye gitmek de neyin nesi?.. Şuracıkta, dibimizde bir sürü kız dururken...Annesinin, kendisini hiç hesaba katmadan konuşmasına alınmıştı. Kırmamaya çalıştı anacığını:-Kimileri gidiyor dünyânın bir ucundan evleniyor. Sen kalkmış, bir iki saatlik mesafeden bahsediyorsun anne!..Yengesi dayanamadı:-Araştırıp - soruşturacağız bakalım. Ama bana sorarsan, bu tuhaf aileye içim ısınmadı. Ne bileyim; üvey kardeşler, çok yaşlı bir baba... Annesi, babasının kaçıncı karısı bilmem!-Çok mu mühim bütün bunlar yenge?351hm...-Neyse, dedi annesi... Tanıyanlara bir soracağız baka-•••Ertesi gün akşamı, Yusuf'un heyecanı zirveye çıkmıştı. Kendi kendine telkinde bulunarak, vehimlerini bastırmaya çalışıyordu..."Ne olacak ki birazdan dönecekler, en kısa zamanda da Azra'yı istemeye gideceğiz. Evlenmemi bu kadar isteyen annem, "olmaz" diyecek değil ya!.. Mevzuu açtığımda ne kadar sevinmişti! Dün koştura koştura gitti âdeta.. Dönüşünde pek gönüllü değildi ama hadi hayırlısı..."Gene aynı saatte Nesibe Hanım çıkageldi. Nefes nefe-seydi. Bu defa yalnızdı. Yengesi Âdile Hamm'la, Konya'ya döndükten sonra ayrılmışlardı.Mantosunu çıkardı, biraz nefeslenmek üzere oturdu. Yusuf sofrayı hazır edene kadar namazını edâ etti.Yemekte, soran gözlerle birkaç defa annesinin gözlerine bakacak oldu. Hayret; Nesibe Hanım oğlu sofrada yokmuş gibi hareket ediyordu. Sanki gidip de az önce dönen o değildi. Son defasında annesinin kaçamak bir bakışını yakaladı.Gayri ihtiyarî işkillenmişti Yusuf... Neler olup bitiyor, öğrenmeliydi...-Eee anacığım... Anlat bakalım, bugün neler yaptınız?-Şöyle bir yarım saat gittik görüştük... Sonra çıktık...Son cümlenin devamını getiremedi. Ne diyeceğini bilemedi. Durdu durdu...Sesi çok soğuk ve tehditkâr idi.-Sen bu işten vazgeç oğlum... O kız sana göre değil!Alık alık baktı annesine... Yanlış mı duyuyordu acaba?-Ne demek bu anne? Şaka yapmıyorsun ya?Aynı soğuk ses devam etti:-Bizim tanıdıklara sormadan önce birkaç komşuya soralım dedik. Aldığımız cevablar hiç de iç açıcı değildi Yusu-fum. Sana söyleyemem oğlum; ah neler anlattılar neler!..-Yusufum vazgeç yol yakın iken!- Neler dediklerini tahmin ediyorum anne! Ahlâksız de-352diler, çok kurnaz dediler, dili uzun dediler, ev hanımı olamaz dediler, erkeklerle hayâli maceralarını anlattılar...O soğuk ses, tekrar tehditkâr havaya büründü:- İşte sen de biliyorsun! Bütün bunlara rağmen ısrar mı edeceksin? Öyle şeyler söylediler ki nerdeyse küçük dilimi yutacaktım! Bu kız senin hayâtını yakar oğlum... Bütün ömrünü zindan eder.. Gel vazgeç!...- Görünen o ki, bu kız senin aklını çelmiş!..- Anne, dedim ya ben her şeyi biliyorum. Bütün bu lâfları başkalarından duymaya hazırdım. Ama senden duyunca...Yüzüne tokat yemiş gibi sarsıldı Nesibe Hanım..- Yazık; sen de inanıyorsun.. Duyduğun her şeye inanmak istiyorsun!.Bu sitemkâr, bu kahır dolu sözlere bir şey diyemedi annesi.. Dışan çıkmayı tercih etti.Yalnız kalan Yusuf olduğu yerde taş kesilmişti sanki.. Hiçbir şey düşünemiyordu. Sabit bir noktaya takıldı gözleri. Derin derin soluyordu...

Page 163: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Üzgündü, çok üzgündü. Büyük bir sükût-i hayâl içindeydi. Neye üzüldüğünü de tam bilmiyordu.Bir müddet sonra kalktı, yalpalıya yalpalıya odasına gitti. Annesinin son sözleri güm güm beyninde yankılanıyordu."Kendimle ilgili mes'elelerde inatçı ve mücadeleci olmadığımı acaba annem de biliyor mu? Aptal değil ki; bunca senedir bu huyumu anlamıştır herhalde!""Ben kırılayım, ben yanayım, benim hakkım çiğnensin, ben acı çekeyim, ben öleyim.. Ama başkalarına zararım olmasın, herkes rahat etsin dedim hep.. Ne yapayım değişemem ki!..""Bugüne kadar etrafımdakileri incitmekten hep korktum. Başkalarına bilmeden dahi zulmetmek korkunç bir şey benim için!.""Şiddetimi de sâdece Allah düşmanlarına sakladım..." Kalkmaya niyetlendi. O zaman; nasıl olup da sandalyesine oturup, dirsekleri masada, başını elleri arasına almış ol-353duğuna hayret etti. Kurukafa karşısında, habire ona bakıyordu...Kalktı, abdest almak üzere dışarı çıktı•••Yusuf, iki gün sonrası akşamı eve geldiğinde, daha bir yıkılmıştı.. Nasıl olmuş da bu mes'ele fabrikaya kadar gitmiş; amcası kendisiyle görüşerek işin mâhiyetini Öğrenmek istemişti. Kimden duymuştu acaba?. Yoksa Ahmed dayısından mı?Telâşlı telâşlı sorular sormuş, hatta fazlasını öğrenmek istemiş, müsbet veya menfî hiçbir tepki de gostermemişti.Bu tuhaflığa bir türlü akıl erdiremedi Yusuf...Kafası allak bullak, eve gelir gelmez dışarıya çıktı. Bakkala kadar gitti. Yol boyunca amcasının hâlini çözmeye çalıştı..Bakkaldan çıkarken omzuna bir el dokundu. Döndü, Şaban'la yüzyüze geldi. Tanıştığından beri, defalarca başına gelmişti bu.. Mahallede, hiç ummadığı bii zamanda, onunla sık sık karşılaşıyordu.- Hoca nasılsın görmoyeliden beri?- Çok şükür Şaban, seni sormalı?- Eh bildiğin gibi.. Çok şükür, aç değilim-açıkta değilim! *Birlikte yürümeye başladılar. Şaban yan gözle meraklı meraklı bakıyordu.. Nihayet dayanamadı, sordu:- Hoca nİşanlamyormuşsun, hayırlı olsun!Afalladı Yusuf birden.. Amcasından sonra, daha beteri çıkmıştı şimdi!..- Nerden çıkardın bunu Şaban? Yok öyle bir şey!- Saklama benden hoca şimdi!..-Şaban, ortada fol yok yumurta yok! Nereden öğreniyorsun bunları?-Demiştim ya, benim kulağım deliktir hoca... İki ihtiyar kadın konuşurlarken dinledim..' -Hey Allahım!.. Peki onlar nerden öğrenmişler?..Onu bilmem. Yalnız, sen o kızla evlenmesen iyi olur!..354-Fesübhanallah!.. Yahu Şaban, çatlatma şimdi beni!-Ne bileyim işte hoca.. Kadınlar öyle konuşuyorlardı. Ben de duyduklarıma göre...-Hadi hayırlı akşamlar hoca...Yusuf hayatında bu kadar aptallaştiğıni hatırlamıyordu. Şaşkın, boş gözlerle baktı arkasından.. Bir ara sokağa girip gözden kaybolana kadar oracıkta mıhlanmış gibi kalakaldı.Neden sonra başını iki yana sallayarak yürüdü. Evi elli metre kadar geçtiğini farkedince geriye döndü, adımlarını hızlandırdı, eve girdi.Mutfağa yürüdü. Annesi yemek için son hazırlıklarını yapıyordu. Hiç konuşmadan elindekileri bıraktı. Doğru odasına gitti."Hadi amcamın duymasının sebebini bulduk diyelim. Ya Şaban'ın söylediklerine ne demeli?""Koskoca Konya'da oenim mahallemdekiler nasıl duyuyor bunu? Evet evet, başka îzahı yok. Olsa olsa, mahalleden birileri Azra ile akraba..."

Page 164: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

"Anlayamadığım; neden herkes cebhe alıyor bu evliliğe?.. Yoksa... Yoksa benim bilmediklerimi mi biliyorlar? Vaziyet anlattıkları gibi kötü mü yoksa?"Birden kendini sû-i zanna kapılmış hissetti. Utandı bu hâlinden..."Şeytan nasıl da vesvese veriyor!...Saatine baktı. Yatsı namazının vakti yaklaşıyordu. Camiye gitmeye niyetlendi. Cekedini giydi. Dışarı çıkarken, annesinin "yemek yemiyor musun?" sualine "hayır" dedi ve çıktı.Hava üşütüyordu. Hafif de bir rüzgâr vardı. Tekrar eve girdi, atkısını alıp boynuna sardı... Yolu yarılamıştı ki ezanlar okunmaya başladı...İki yüz kişi kadar alan camide, üç saf ancak vardı. Onların da çoğu kendini emekliye ayırmış ihtiyarlardı.İçinde binbir vesvese, namazın nasıl bittiğini bilemedi. Camiden çıkarken tanıdık birkaç kişiyle selâmlaştı, biriyle ayaküstü sohbet etti...355Boynunu-boğazını sıkı sıkıya sardı. Rüzgâra aldırış etmeden, cekedi yelken gibi açıla açıla ağır ağır yürümeye başladı...Evlerine koşuşturan cemaatten eser kalmamıştı ortalıkta. Belki üç yüz metre yürüdüğü halde kimseye rastlamadı. Herkes evlerine kapanmıştı...Evlerden yollara ışıklar sızıyor, kâh televizyon sesi, kâh karıştırılan bir çay bardağının sesi, kâh çocuk bağrışmaları duyuluyordu.Bunları duyan Yusuf; içine çökmüş hüznü bir nebze dağıtan bir beyti tekrarladı. Yahya Kemal'in "Kocamustâfapaşa" şiirinden bir beyti:"Bir afif aile sessizliği var evlerde,Gizliyor fakrı asaletle çekilmiş perde"Bu beytin verdiği ilhamla bir müddet durdu, etrafı dinledi. "Dışardan ne kadar huzur verici" diye düşündü."Hafif dalgalı saçları savrulurken, yürümeye devam etti. Karşıdan iki kişi geliyordu. Kendisine hızla yaklaştılar.. Aralarında hararetle bir şeyler konuşuyorlar biri devamlı küfür ediyordu. Geriye birkaç defa baktılar..Yanından geçerlerken, Yusuf bakmadı bile adamlara. Sâdece bir iki küfür duydu.Aldırış etmedi, kendi hâlinde yürümeye devam etti.Yüz metre yürümemişti ki, aî evvel kulağına çalman küfürlerin sebebini anlar gibi oldu. Geldiği bu mıntıka -'a sokak lâmbasının ışığı yanmıyordu. Sokağın sol tarafında tek katlı basit bir ev vardı. Önünde küçük bir bahçesi olan bu evin sağ tarafı ara sokağa bakıyor, önden ve arkadan uzanan ihata duvarı evin sağ cebhesiyle birleşiyor, ev ara sokağın başlangıcında yola bitişik duruyordu.Bu yan cebheden dışarı vuran pencere ışığı karanlığı bir parça dağıtıyor, pencere önünde üç kişi görülüyordu.Bu manzara Yusuf'un dikkatini celbetti. Gelirken o iki adamı görmese, bir de evden vuran ışık dışarda bekleşenleri göstermese dalgın dalgın yürüyüp gidecekti belki..Hareket eden gölgelere baktı. O anda kendisini göremeyen bu üç kişiden biri elindeki cismi pencereye fırlattı. Bir356şangırtı koptu.Etraftaki evlerde bir hareket yoktu. Kimbilir belki de rüzgârdan zannedilmişti.- Açın kapıyı! Kapıyı kırdırmayın bize... Bizi reddedecek kızlar!...Perde sıyrıldı. Bir kızın başı, sonra ikincisi, aralarında üçüncüsü göründü. Dışarıya sarkan en Öndeki:- Allah belânızı versin! Sizde hiç utanına, hiç vicdan yok mu? Şimdi polis çağıracağım!Polis sözünü duyan adam, iyice zıvanadan çıkmış olacak ki eline eğilip bir taş aldı, sağlam olan ikinci cama fırlattı. Bir şangırtı daha koptu.Hemen arkasından, dışarı sarkan kızın "İmdat!" çığlıklarına diğer ikisi de iştirak ettiler- "İmdat" çığlıkları arka arkaya birkaç defa çınladı.Bütün olanları, eve çapraz konumda gören Yusuf daha fazla duramadı. Koşmaya başlayacaktı. Birden aklına geldi. Hemen boynundaki atkıyı çıkardı. Sâdece gözleri görünecek şekilde sarındı.Kızlardan biri yaralanmış yanağını tutarak kayboldu pencereden.. Üç adam kahkahalarla gülmeye başladılar.

Page 165: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Civar evlerde bazı ışıklar söndü. Birtakım başlar, pencerelerden merakla sokağı seyre başladılar. Daha cesur birkaç kişi, pencereleri açıp, ne olup bittiğini öğrenmeye çabaladılar.Yusuf var gücüyle koştu. Hâdise mahalline on beş saniyede vardı..Yirmi-yirmi iki yaşlarında gençlerdi bunlar. Nefes nefese:-Utanmıyor musunuz bir aileyi rahatsız etmeye?! Sizin bu yaptığınıza..Sarhoş sesli en Öndeki:- Ooo, kurtarıcı bu rnu? diye alaylı alaylı söylendi. İrikıyırn bir diğeri aynen sarhoş:- Ne ailesi be!.. Bunlar üniversiteli o..........., anladın mışimdi?. Biz içeri giriyoruz.. Hadi sen de gel istersen...Hayâtında sâdece birkaç defa bu kadar hiddetlenmiş olan Yusuf dayanamadı, patladı:357- Bakın pislik herifler! Zararı hemen tazmin edeceksiniz.. Özür dileyerek çekip gideceksiniz. Bir daha da!...Lâfın gerisine lüzum kalmadı. İrikiyımın elinde bir sustalı bıçak parlıyordu şimdi.- Demek öyle...Buradan defolup gidecek olan sensin! Ardından ağır bir küfür salladı.- Hadi bas git! Karnını deşmiyeyim şimdi!Hiç konuşmayan üçüncüsü, mağrur bir edayla peltek peltek:- Ulan Apo! Tek kişi var karşında, utanmıyor musun onu çekmeye!Sırıtarak bıçağı kapattı, cebine soktu.. -* - Benden günâh gitti! Millet camlardan seyrederken, sen kaşındın sâdece..Birkaç dakika sonra üç sarhoş delikanlı yerlerde kıvranırken polis sirenini duyan Yusuf ara sokaklara dalmıştı bile..Gelen ekip arabası, bir yandan kızlarla ilgilenirken, gelecek cankurtaranı bekledi...*••Yusuf eve geldiğinde kan-ter içindeydi. Hâdiseden hemen sonra, ora senin bura benim ara sokaklarda koşturmuş, takib edilmediğinden emin olmak istemişti. Atkısını da çıkarıp beline sararak gizlemeyi ihmal etmemişti.Gürültü yapmamaya itina göstererek kapıyı açtı.. Annesinin oda kapısı kapalıydı.Ayaklarının ucuna basa basa odasına gitti. Kendisini somyanın üzerine attı.Derin derin nefes aldı..."Vay canına! Ne günlere kaldık yârabbi!" diye mırıldandı.O sırada antreden telefonun sesi duyuldu. Aceleyle gitti ahizeyi kaldrdı.- Alo buyrun...Ses seda yoktu karşıda. Birkaç saniye bekledi, konuşan yoktu. Konuşan sâdece karşı taraftaki duvar saati idi. Ardı arkası kesilmeyen tik taklar...358İşte o anda hayatının ikinci şokunu yaşadı. Birincisini yaşatan, kendisinden ümidini kesen Saliha Mutlu'nun intihar haberiydi. Sık sık mezarını ziyaret ettiği Saliha Mutlu...Tek kelime konuşamadı Yusuf. Ne özür dileyen, ne teselli veren, ne ümit bahşeden, ne her şeyin bittiğini anlatan tekbir kelime...O ızdırab içinde daha fazla bekleyemedi. Eli ağır ağır indi ve "trak" diye duyulan bir sesten sonra telefon kapandı.Taş gibi donup kalmıştı Yusuf... Yaşadığı o dakika; belki de ömür boyu çekeceği vicdan azabını sokmuştu ruhuna !Neden sonra odasına yürüdü..Ruhunun feveranlarını, sessiz feryatlarla odasının duvarlarına bir bir haykırmaya başladı:"Kimbilir ne hâldesin şimdi A. ra? Biliyorum; son bir umutla ettin telefonu.. Ama daha fazla devam ettiremezdim ki! Seninle konuşacak yüzüm mü vardı!? Anacığım da "bir daha gelmeyeceğiz" diye ailene haber bile yollamadı. Nihayet neticeyi öğrenmek için sen aradın..""Azra!.. Hayâtının en büyük zelzelesini yaşadın belki... Zira güvenmiştin bana! Senin için can simidiydim ben.. Ne yazık ki ümitlerin hep boş çıktı. En güvendiğin İnsan, sana en büyük darbeyi vurdu. En büyük ihaneti yaşadın!.."

Page 166: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Nefesinin tıkandığını hissediyordu. Vücûdu titriyor, yüzünü, kulaklarını ateşler basıyor, beyni uğulduyordu..Doluydu,dopdoluydu... Boğazına bir şeyler tıkandı. Boğulacakmış gibi hissetti kendini..Ağlamak istiyordu... İhanetinin kirlerini, sahtekârlığının kalbine vurduğu kapkara mühürlen ancak böyle yıkayıp dağıtabilirdi.Azra'nın görmediği bu gözyaşları kendisini affettirebi-lecek miydi acaba? Suçluluk hissinden kurtulabilecek miydi?Vücûdu bir zemberek gibi boşandı. Daha fazla dayanamamıştı.. Sarsıla sarsıla ağlıyordu..."Affet beni Azra!.. Affet beni Azra!.."Ne kadar zaman geçti, bilmiyordu.. Sakinleşmişti artık Lâkin içine öyle bir sızı yayılmıştı ki!.. Göğsü daralıyordu.359İçine kasvet çökmüştü.Bu sızı, bu suçluluk hissi kimbilir ne zamana kadar devam edecekti?Yatağına boylu boyunca uzandı. "Belki biraz kestiririm, sinirlerim de yatışır" diye düşündü.Lâkin Azra'nın hâlini gözünün önüne getiriyor, kendisini her türlü bedduaya, cezaya müstehak görüyordu. Sağa sola döndü durdu. Uyuyamadı.Her güzelliğe teşne bir gönül; artık, düştüğü karamsarlık batağında debelenip duracak, belki de sırf inat sâikiyle is-nad edilen kabahatleri işlemeye hak görecekti kendinde. Bütün bunlar olurken de Azra'nır. gözünde en büyük bahane Yusuf'un ihaneti olacaktı.."Benim niyetimi biliyor muydu acaba?..""Bir kişinin; cemiyetin pisliklerinden arınmasına çalışmak, fazilet yolunda yürümesine , insanlığa hizmet etmesine vesile olmaya niyetlenmek çok mu kötü? Yaratılış gayeme müteveccih yaşamaya çalışırken, bir kişiyi de yanıma almayı düşünmek çok mu kötü?.."" Neyleyim, en yakınlarım karşı çıktılar bana!.. Demek ki büyük bir kabahat işlemişim!""Ne kadar niyetimi bilmediğini söylesem de, anlamıştır herhalde.. Aptal değil ki! O kadar kız dururken, neden onu seçtiğimden bir netice çıkarmış olmalı.."Ayağa kalktı. Biraz açılırım belki diye pencereyi açtı. Buz gibi bir hava esti yüzüne.. Rüzgâr kuvvetlenmiş, ıslıklarla devam ediyordu.Başını dışarı çıkardı. Sokak lâmbasından ışık alan bahçeyi bir müddet seyretti...Yoldan ağır ağır bir devriye arabası geçti. Tepesindeki ışıldağın ışığı gözden kaybolana kadar takib etti. Odaya ilk girdiği andaki sözünü gözleri ızdırabla kısılmış vaziyette tekrarladı.- "Ne günlere kaldık yârabbi!.."Başını içeri çekti, pencereyi kapattı. Odanın içinde dört adım yukarı dört adım aşağı gidip gelmeye başladı... Hâdise öncesini, hâdise ânını tekrar tekrar yaşadı..360"İnsanı hayvandan beter yapan içki ve her kadını fahişe olarak görmek isteyen gençler güruhu... Kendi anaları, bacıları dâhil mi acaba?!.""Kimbilir nerden kalkıp okumaya gelmiş, gariban genç kızlar... Kimselerin sâhib çıkmadığı, üstüne üstlük bazılarının kötü gözle baktığı zavallı genç kızlar!..""Aralarında, tek tük ahlâksızlık girdabında dönüp duran varsa bütün suç o zavallılara mı âit?.. " Velev ki öyle olsun; kurtanlamaz-lar mıydı onlar?'"Siz ey mahalle halkı! O zavallılar imdat isterken nerelerdeydiniz? Bütün evler lâl kesilmişti öyle değil mi? Yazık; meraklı gözlerle perde arkalarından şu dramı temaşaya daldınız!""Her taraf pür-sükût idi! Adamlar namus, hâne kudsi-yeti tanımazken; sizler kilitli kapılarınızın ardında "bana dokunmayan yılan" mavalını okumaya devam ediyordunuz. Ve daha nice vahşet, süfliyet manzaralarını kılınız kıpırdamadan seyrediyorsunuz!""Doğru ya; henüz tehlike ailenize kadar uzanmadı. Cinayetler, soygunlar, vurgunlar, sû-i istimaller, namusa tecâvüzler, kadını ve erkeği şehvetperest

Page 167: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

yapan şartlar, yalanlar, hileler, velhâsıl bütün şe'niyetler henüz hanenizden uzakta... Veya Öyle bir kuruntuya sahihsiniz!""Evlâdınız, karınız, kocanız, o mukaddes hanenizin dışında nelerle meşgul, hiç merak ettiniz mi?""Ve hepsinden kötüsü; yabancılar girmesin diye kapılarınıza kilit üstüne kilit vuruyorsunuz, sonra da keyifle televizyonunuzun düğmesine basıyorsunuz!.. Bir gecede; ahlâkını levmettiğiniz yüzlerce yabancı evinize doluşuyor!""Evet evet, şimdi seni daha iyi anlıyorum Azra!" "Doğrudan doğruya" ben iyiyim" diyemiyenler; başkalarının kötülüklerini sayıp dökmekle faziletlerini kendilerine ve etrafa isbâta çalışıyorlar..""Birçoğunuz, cemiyet denen kokuşmuş güruhun mağdurları değil misiniz? Tökezleyene bir tekme de bizden olsun! "Bırak sarhoşu yıkıldığı yere kadar gitsin!" Zavallıların361felsefesi heyhat!..""Şayet samimî iseniz, etrafınızda da hastalıklar ve hastalar varsa, neden çâre bulma yoluna gitmiyorsunuz?""Doğru ya; hâdiselere seyirci kalmak, 'ben iyiyim ya' deyip avunmak çok kolay!""Bugün en yalanındakilere yardım etmeyenler, hattâ gadredenler, yarın en yakınlarını pençesine alacak, kendi iliklerine kadar işleyecek hastalıklara karşı ne yapabilirler!?""Evet Azra, sen de bir mağdursun!.. Kadınıyla-erkeğiy-le, niceleri ve nicelerimiz gibi..."Haykırışları dur durak bilmiyordu. Bu gidişle uyuyacağı da yoktu.. "En iyisi kalkmak" diye düşündü. Çevik bir hareketle fırladı ayağa kalktı.Yürüdü, kapıyı açıp araladı. Aralıktan annesinin odasına baktı. Hâlâ ışık sönmemişti. Annesi demek uyumamıştı. Başını çekti, usulca kapıyı kapattı.Somyasına oturdu. En yakınından; annesinden darbe yemesinin acısı tekrar yüreğine oturdu .."Ne yapsın ki, o da haklı! Ne kadar şuurlu olursa olsun; benim dünyâmı, benim niyetimi anlayamaz ki!..""Onun hesabına hayıflanacak fazla bir şey yok aslında...Lâkin dayanamıyorum, isyankâr oluyorum. Nihayet o da bedbaht neslin bir ferdi. Çorak topraklarda yetişmiş bir ga-rib.. Hepsi yardıma muhtaç onların.."Tekrar kalktı. Birazcık rahatlamıştı. Ne kadar kırılırsa kırılsın; annesine ve etrafındakilere kızmak değil, duâ etmek, yardım etmek lâzım fikri Yusuf'u bir parça rahatlatmıştı.Masasına yürüdü. Sandalyeye oturdu, çekmeceyi açtı. Defterini çıkardı. Sabit bakışları, bir müddet deftere çakılı kaldı. Kİmbilir neler düşünüyor, içinde hangi hisler feveran ediyordu?..Bir an bütün kâinatı kucaklamış gibi oldu. Bakışları yumuşadıkça yumuşadı, engin bir merhamet havasına büründü...Defteri açtı, yazmaya başladı. İçinden ne geliyorsa dur durak bilmeden yazdı yazdı...İşi bittiğinde bir parça daha rahatladığını hissetti. İçin-362deki kasvet bir parça hafiflemişti. Duyduğu azab biraz daha dinmişti.Her zaman yaptığı gibi, yazdıklarını mırıldanarak okumaya başladı:Ey insanlar! Birçoğunuz beni anlamasa da kızamam sizlere... Asıl suçlu sizler değilsiniz. Suçlu; sizi hodbin yapan, başkalarıyla uğraşmaya iten, işinize geldiğinde suskun, işinize geldiğinde yaygaracı yapan mevcud dünyâ düzeni!..Sonra; ben kimim ki kızma hakkına sâhib olayım! Her şeyin sahibi olan âlemlerin Uabbi, onların da sâhibi...O neylemişse güzel eylemiştir.. Şer zannettiklerim belki de hayırdır..Ey Amerika'daki homoseksüeller, İtalya'daki uyuşturucu kaçakçıları, Lübnan'daki kalpazanlar, Danimarka'daki fahişeler, İspanya'daki futbol delileri, İngiltere'deki üçkâğıtçılar, Rusya'daki ayyaşlar, Hindistan'daki câhiller, İsrail'deki güleç yüzlü caniler, Avustralya'daki her türlü değeri rafa kaldırmış sapıklar!..Ve ey Türkiye'deki kimlikM/ler!.. Ne deveye ne deve kuşuna benzeyen...

Page 168: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Somali'de açlıktan Ölenler, Bosna'da kanda boğulan kardeşIerimLFilistin'de, Keşmir'de, Moro'da, Cezayir'de, Doğu Türkistan'da, Yunanistan'da, ve dünyânın her yerinde, başta müslümanlar olmak üzere zulüm görenler!..Benim derdim, benim iddiam dünyâyı değiştirmek değil.. Kalbleri, kafaları, dünyâyı değiştirecek olan yalnız /e yalnız Allah- (c.c.)'tır. İnsanlara yardımcı olabiürsem, bu rahmet deryasının bir katresi olup da hizmet edebilirsem, İslâm adına bir -iki hayra vesîle olabilirsem ne mutlu bana!..Müslümanı, Hıristiyanı, Yahudisi, Budisti... Bilcümle ideolojilerle insanlıktan uzaklaştırılanlar... Kendilerine zulmedenler, başkalarından zulüm görenler!...Biliyorum ızdırabınızı ve nelerden kurtulmak istediğinizi!..Ahh, şimdi öyle bir hâldeyim ki!.. Düştüğünüz vazi-363yetin tek suçlusıTbenim" diyor içimden bir ses.. Dünyânın öteki ucunda bir cinayet işlense "acaba benim de payım var mı?" Bir mazlum feryad etse "benim suskunluğum ve uyuşukluğum mu sebeb oldu buna?" diyorum.Neden ulaşamadım sizlere? Neden siz imdat dilerken ben rahatımı bozmadım? Hasta olduğunuzu bile bile, muhtaç olduğunuz reçeteyi sizlere ulaştıramadım?..Ey Rabbim, sen şâhidsin!.. Niyetimi, içimde kaynayan volkanları biliyorsun.. Samimiyetime de şâhidsin Allahım!. Ama bir de dilimle ikrar etmek istiyorum:Günâhlarla kendilerine zulmedenlere acı, onları kurtar Allahım! Zâlimin zulmüyle hayâtından bezenlere imdat yolla!Ve bana güç ver Allahım! İnsanların taarruzları, kınamaları, zulümleri, tehditleri yolumdan döndürmesin beni..Sana isyan, Seni nisyan bataklığında debelenenleri hidâyete erdir, onları affet Allahım!Sen her şeysin,her şey senin kudret elindedir! Ben ve niceleri hizmet ettiklerini zannetseler de, imân edip kulluk ettiklerini zannetseler de, hiç kimsenin böyle bir kudreti yok Allahım! Her şey senin rahmetinin ve ihsanının eseri... Rahmetin ve ihsanın olmazsa bizler birer hiçiz!.Beni hiçliğe mahkûm etme Allahım! Sende kaybolarak "hiç"likten kurtulmak, seninle her şey olmak istiyorum..Ve ey Rabbim!.. Kardeşlerimi cehenneminde yakma! Eğer şu günâh dolu bedenim zerre miktar kıymet ifâde ediyorsa, cehenneminde beni yak Allahım! Onlara azabını tattırma! Cehennemi benimle doldur, onlara yer kalmasın!..Bitmişti yazı.. Gözlerinde yaşlar kürre kürre; mırıldanarak tekrarladı:"Beni yak Allahım!.."•*•O gece rü'yâsında Sâliha'yı gördü Yusuf. Adetâ süzülür gibi, etrafında nurdan bir hâleyle yaklaştı yaklaştı, üç adım364önünde durdu.- Unuttun mu her ânın imtihanla dolu senin.. Allah sabrını deniyor!.."- Sâliha; benim hazmedemediğim, kendimi bir yalancı, bir hâin olarak görmem.. Azra'nın yüzüne bakacak durumda değilim!..- Hayatta her verdiğim sözü yerine getirmeye çeliştim. Ama bu defa... Kendi hesabıma değil, onun dünyâsını kararttığıma, benim şahsımda bir dâvaya bakışının değişme ihtimâline tahammül edemiyorum.- Artık üzülme! Hepsinin sonuna yaklaştın.. Nûreddin Amca'yı gördün mü?Kayboldu gözden... Yusuf nereye kayboldu diye bakarken aralık duran perdeden içeri sızan sokak lâmbasının ışığını gördü. Gelen sese doğrulup kulak kabarttı. Derinden derine sabah ezanının sesi duyuluyordu.Kalktı elbiselerini giydi, dışarı çıktı geldi. Biraz oyalanıp vücudu sakinleştikten sonra tekrar çıkıp abdest aldı. Namazı edâ etti.Annesinin odasında ışık vardı. Gene uzun uzun duâ ediyor olmalıydı.Somyasına oturdu. Gördüğü rü'yâyı düşündü. Sâliha'nın son sözü takıldı aklına.. "Nureddin Amca'yı gördün mü?..""Hayret" dedi kendi kendine.. Böyle bir suâl ve ardından kaybolup giden Sâliha...""Rü'yâ ile amel edilmez ama gitmem lâzım. Bir işaret idi sanki bunlar. Doğru... Beni ancak o teselli edebilir. Doğruyu ancak o gösterebilir."Evet evet, gitmeliydi..

Page 169: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Kalktı, mutfağa geçti. Çayın suyunu koydu. İdman yapmak üzere dışarı çıkmaya niyetlendi. Sonra içindeki isteksizliğe mağlûb olarak vazgeçti. Hiçbir iş yapmadan boş boş bekledi..Sofrada annesiyle hiç konuşmadı. Kahvaltıdan sonra hemen hazırlanıp fabrikaya gitmek üzere çıktı. Sefere ilk çıkan minibüslerden biriyle fabrikaya gitti.365Nûreddin Efendi, yarım saat sonra servis otobüsüyle geldi. Geldiğini pencereden gören Yusuf, hemen odasına koşturdu.Olan biteni uzun uzun anlattı. Bittiğinde gözlerini Nûreddin Efendi'nin gözlerine dikti. Yorum yapmasını, akıl vermesini, yol göstermesini bekler hâlde baktı.Nûreddin Efendi dirseklerini dizlerine yasladı. Ellerini çenesine dayadı. Bir müddet öylece kaldı. Sonra, başını kaldırdı:- Yusufum.. Sen her şeyin yorumunu yapmışsın. Anlattıklarından bu çıkıyor. Hepsinde haklısın.. Yalnız bir nokta var ki...Biraz durakladı. Nasıl söyleyeceğini düşünüyor olmalıydı. Çok tatlı bir sesle, karşısındakini rencide etmekten korkar gibi konuştu:- Her şey Allah (cc.)'ın elindedir. Sebebler dâiresinde her fiil O'nun eliyle işlenir. Yaptığını zanneden kullar sâdece sebebdir, vâsıtadır."- Emr-i Bârî " olmayınca bir çöp bile yerinden kımıldamaz. Yâni bizim anlıyacağımız; sebebleri halkederek vâsıtaları kullanarak bütün fiiliyatı O işler!- İnsan fiilin hakikî sahibini unutur da gaflete düşerse; sebeblere, vâsıtalara takılır kalır. Gaflet devam ederse, sebeb lıer ne İse, her şeyin onda başlayıp«onda biteceğini zanneder. Beklediği olmayınca da müthiş bir hüsrana uğrar.- Aslında bu; ehl-i imân için bir şefkat tokadıdır. Feraset, basiret sahibi insan, bundan alacağı dersi ahr. Tevbe eder. Girdiği yeni istikamette de nefsin oyunlarına gelmeden yürümeye devam eder.Sözlerinin te'sirini anlamak istermiş gibi Yusuf'un yüzüne baktı.- Evet Yusufum.. Sen yapacağın yorumları yapmışsın. Çekeceğin kadar ızdırab çekmişsin. Bana sorarsan meselenin can alıcı noktası bu."Evet" der gibi ağır ağır başını salladı Yusuf. Kimbilir, beJVi kendi yorumunun te'yidinden idi bu.. Belki aldığı dersin büyüklüğünden.. Belki de Nûreddin Efendi'ye hayranlık ve366muhabbetinin katmerleşmesinden... Odadan ayrılıp koridora çıktığında mırıldanıyordu: "Onu bir defa unutmak ve netice...Diğerleri lâf-igüzâf..."XXXAydın Bey, bir yandan arabayı kullanıyor, bir yandan da ara sıra dönerek Yavuz'a bir şeyler anlatıyordu.Yalnız; o dinlerken bütün dikkatini veren gencin yerinde; şimdi biraz lâkayd, biraz tedirgin, biraz isteksiz, hattâ saygısız bir Yavuz'un olduğu dikkatinden kaçmadı.- Şimdi eve varırız Yavuz.. Nasıl oldu da unuttum! O evrakları bu gün mutlaka teslim etmemiz lâzım. Ama yetiştiririz, merak etme!- Hem bu vesileyle; karımla, kızımla tanışmış olursun. Yeni evimi de öğrenmiş olursun.. Geçenlerde kızıma senden uzun uzun bahsettim. Seninle tanışmayı çok istiyor.Yavuz kafasını sallamakla yetiniyor, hiç ses çıkarmıyordu. Yusuf'la hocasının'görüşmeleri, ardından Yusuf'un evinde duyduklan-gördükleri, karmaşık şübheler ve derin tereddütler yaşamıştı kendisine.Profesör, Yavuz'un aklından geçenleri okumuş gibi konuştu:- Şunu unutma ki Yusuf'da bir genç ve toy.. Zaman zaman hislerine, heyecanlarına kapılabilir.Bunun üzerine Yavuz'un yüzü daha da değişti. Bir şey söylemek istedi, vazgeçti. Yüzündeki öfke emaresi en dikkatsiz gözden bile kaçmazdı.Profesör dönüp baktığında hemen anladı mevcut değişmeyi... Eve de gelmişlerdi. Arabayı durdurdu, birkaç manevrayla parketti, indiler..

Page 170: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Burası, NaJçacı Caddesi'ndeki gökdelen bloklardan birisiydi.Acele adımlarla yan yana yürüdüler. Dış kapıdan içeri girip asansöre bindiler. Altıncı katta durdular. Birkaç adım sonra dâire kapışandaydılar.369Aydın Bey, gözleri fıldır fıldır dönerek:- Aklıma bir şey geldi. Dur şunlara bir sürpriz yapalım. Paltosunun dış cebinden anahtarlığı çıkardı, kapıyı açta..İçeri girdi, ayakkabılarını çıkardı. Yavuz'u unutmuş gibi antrede üç-beş adım yürüdü. Hatırlamış gibi geri döndü. Yavuz kapıda dikilmiş hâlâ bekliyordu. Biraz da çekingen bir bekleyişti bu.- Girsene yavrum içeri! Kendi evin gibi.. Zâten fazla kalmayacağız.Bunun üzerine apar topar içeri daldı Yavuz...Çizmeleri-' ni çıkarmak üzere eğildi.Kapalı salon kapısının arkasından, derinlerden belli belirsiz sesler gelirken Profesör de beklemedi:- Sen onları çıkarırken ben bir içeriye göz atayım. Hemen dönerim.Kapıyı açtı ve kapatıp kayboldu. Yavuz çizmelerini tam çıkarmıştı ki içerden bir gürültü koptu. Aydın Bey'in "Ne yapıyorsunuz böyle burada hayvanlar, hayvanlar!.." diye bağırdığını duydu.Neler olduğunu anlamaya çalışıyordu ki kapı gümbürtüyle açıldı. Korkunç bir surat, yuvalarından fırlayacakmış gibi bakan gözlerle Aydın Bey göründü.Nefes alışının sesi Yavuz'a katlar ulaşıyordu. Sendele-ye sendeleye yaklaştı. Medet bekler vaziyette kollarını uzattı. Âdeta dayanır gibi omuzlarından tuttu. Kısık, fısıltı gibi bir sesle:- Kızım!.. Kızım bir erkekle...- Ne yapacağım şimdi ben Yavuz?! Ne yapacağım?..Yüz hatları gerildi. Gözlerini kıstı. Ağlıyacak gibi üç-beş saniye öylece durdu. Birden silkindi, Yavuz'u bıraktı. Gözleri faltaşı gibi:- Karım...Karım nerede? Evde yok!. Nerede karım?..Hızla geriye döndü, antreden yana açılan bir oda kapısını açtı, hemen kapattı. Tekrar yıldırım gibi salon kapısını açtı.370Yavuz, tuhaf bir insiyakla hemen çizmelerini ayağına geçirdi. Fermuarını çekmeden, bağcıklarını bağlamadan, açık duran kapıdan kendini dışarı attı. Merdivenleri deli gibi inmeye başladı. Birkaç defa yuvarlanma tehlikesi geçirdi. Nihayet karşısında çıkış kapısını gördü. Firar eden bir mahkûm gibi iştiyakla koştu, açtı..Artık dışardaydı. Yön tayin etmek ister gibi, şaşkın şaşkın sağa sola bakındı.Kararını verdi, koşmaya devam etti. Gücünün yettiği kadar hızlı koşuyor, ileriye, çok ileriye sabit bir noktaya bakı-yor,çozülü bağcıklarının arada bir pantolonuna şırak şırak inmesine aldırmadan devam ediyordu.Belki bir kilometre hiç durmadan koştu koştu... Birden nefes nefese durdu. Şaşkın şaşkın geldiği yere baktı.. Bir sürü taksi, minibüsler, daha ilerde kalkmaya hazır bekleyen iki otobüs...Şehirler arası otobüs terminaline gelmişti. Tayin ettiği istikametin tam tersiydi burası.. Koştuğu geniş kaldırımın ortasından kenara çekildi. Eğildi çizmelerini sıkı sıkı bağladı, fermuarları çekti. Doğruldu biraz bekledi.. Nefes alış verişleri normale dönmeye başlamıştı Takib edilenlerin korkusuyla arkasına baktı..Yürüdü, taksi durağına gitti.Eve gitmek üzere bir taksiye bindi. Eve vardığında vakit ikindiyi geçmişti. Kimseyle konuşmadan hemen odasına çıktı.İlk işi aynaya bakmak oldu. Gözleri kanlanmış, yüzü hâlâ al al, saçları karmakarışık idi. Üstündekileri çıkardı. Tekrar aynaya baktı. Biraz evvel dikkat etmediği bir acaiblik vardı bakışlarında... Baktı baktı, hiçbir ma'nâ veremedi.Fazla üstelemedi. Şimdi bir tek şey yapmalıydı. Banyoya girmek, ılık bir suyla yıkanıp kendine gelmek.Banyodan sonra alelacele odasını toparladı. İçerdeki loş hava kendisini sıkmış olmalı ki perdeleri açma ihtiyacını duydu.Ayakta dikildi, dışarıya baktı baktı... Parçalı bulutlu bu Aralık günü sona ermek üzereydi.Bahçedeki dalları kuru ağaçlara boş gözlerle baktı.

Page 171: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

371Nihayet döndü, sert bir hareketle yattığı kanepeye oturdu. Sinirli sinirli duvarlara, odadaki eşyalara bakındı.İçinden ağlamak geliyordu. Fakat yapamadı. Gözyaşları; içindeki asabiyeti, Öfkeyi, pişmanlığı, isyanı dışa vuracak olan gözyaşları bir türlü akmak istemiyordu.Yumruğunu birkaç defa şiddetle oturduğu yere vurdu.. " Ne yapacağım şimdi?! Hepsi bu kadar mıydı?..Koskoca bir fiyasko!.. Ne kadar da aptalmışım!""Bu kadar zamandır oyalandım durdum. Yazık!.. Kendine, ailesine hayrı olmayan birinden kalkmış da medet beklemişim. Halbuki ne kadar kofmuş! Ne kadar zavallıymış! Ne kadar iğrenç bir mahlûkmuşL""Ah Yusuf !!! Sen haklıydın.. Hem de yerden göğe ka-dar.Şimdi ne olurdu yanında olsaydım!.. Beni irşad ederdin..""Ne olurdu çok önceleri senin eteklerine yapışsaydım!.. Bu hâllere düşer miydim?!."Birden dehşetle gözlerini açtı.. Senelerin mahcubiyetinin verdiği ümitsizlik omuzlarını çökertmişti. Halsiz halsiz mırıldandı:" Ama ben... Ama ben kendimi, onun yanıbaşında bulunacak kadar temiz hissetmedim ki! Murdar biriydim, onun ve onun gibilerin yanında . Onun yanımda küçüldüğümü, bir fare kadar ufak ve iğrenç olduğumu hissediyordum. Sanki... Sanki onu kirletecek mülevves bir nesneydim...""Hayır hayır , bir köpekten daha aşağıydım. Hattâ bir d.......'dan!..""Öyle ki; tokalaşmak için uzanan pis ellerim bile seni kirletmeye yeter de artar gibi geliyor..""Evet Yusuf... Kendime defalarca itiraf ettiğim, lâkin sana ve başkalarına şerh edemediğim zavallı hâlim!..""Senden utanıyorum!. Senin yanında kendimi tepeden tırnağa bir pislik olarak görüyorum.. Benim gibi bir pisliğin, senin gibi tertemiz bir insanın yanında bulunmaya ne yüzü ne de hakkı, var!"Kanepeye uzandı. Ağzından alev gibi bir "of" çıktı. Sesi titrek, ağlamaklı idi."Sen sâhibsizlerin sahibisin! Kimsesizlerin kimsesisin.372"Aklımı koru Allahım!373XXXIYusuf fabrikadan ayrılmış, bir minibüse binmiş eve dönüyordu. Günlerden Cum'a idi. Fabrikadaki inşası biten cami Cum'a namazıyla birlikte ibâdete açılmıştı.Aralık ayının bu son günlerinde bahardan kalma bir gün, sanki bu mes'ud güne, bu açılışa icabet etmişti.Yusuf, gülenlerle gülmüş, sevinenlerle sevinmiş,lâkin kafasını kurt gibi kemiren düşüncelerden bir türlü uzak kala-mamıştı.îlk hutbeyi Nûreddin Efendi irad etmiş, ilk namazı kıl-dırmıştı. Gelen ısrarlı tekliflerle, belki fırsat buldukça imamlığı hep o yürütecekti..Cemaatte hep bunun tartışması olmuş, herkes "muvafıktır, muvafıktır" deyip fikir birliğine varmıştı.Minibüs bir yandan yoluna devam ederken,Yusuf olan bitenleri hatırlamaya çalıştı.Cemaat arasında davetliler de vardı. Dayısının, Ferhat Bey'in de geldiğini hatırlıyordu.Her şey o kadar bulanıktı ki, bir ara "acaba rü'yâda mıyım" diye şübhe bile etti.Bütün olanlar zihnini sâdece gel- gitler hâlinde meşgul ediyordu. Tabiî asıl düşüncelerinden sıyrılabildiği müddetçe.Nûreddin Efendi'yle görüştükten sonra, her şeyi daha bir berrak görmüş, tereddütleri ortadan İyice kalkmış, hatâsını daha açıkça görmüş, mes'elenin hikmet ve şefkat tokadı buudunu uzun uzun değerlendirmiş, tevbekâr olmuş, vicdanen rahatlamıştı. Lâkin bir mes'ele vardı ki onu devamlı mustarib kılıyordu. İçi bir türlü müsterih olmuyor, kendisini daimî bir cendere içinde hissediyordu.Nihayet şu neticeye varmıştı. "Elimden hiçbir şey gel-375

Page 172: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

miyor, hiç olmazsa gideyim buralardan.. Mekân değiştirmek hem benim için iyi olur, hem de gittiğimi duyan Azra için.. Böylece suçluluk ızdırabım belki biraz olsun hafifler!"Minibüste hâlâ bunun muhasebesini yapıyordu..Faydasıyla-zaranyla, netîceieriyle ihtimâl hesabları yapıyordu... İşin fabrikadaki, Konya'daki hizmetleriyle münâsebetini üşünüyor, hepsine bir mazeret buluyor-du.Lâkin iş mes'eleyi annesine açmaya gelince çıkar yol bulamıyordu.Ne yapmalı, nasıl yapmalıydı? İsa'da yoktu. Kendisi de giderse annesi belki de senelerce yalnız kalacaktı.Cevab veremediği bu suallerle kafası dopdolu, şoförün "hemşehrim son durak!" sesiyle kendine geldi. Hemen indi, hareket etmek üzere bir başka minibüsle gerisin geriye döndü.Eve geldiğinde vakit ikindiye yaklaşıyordu. Annesi mutfakta akşam için hazırlık yapıyordu. Selâm vererek girdi mutfağa..Selâmını alan annesi bir taraftan işiyle meşgul:- Sana bir mektub var Yusuf.. Öğleye doğru geldi. Odana, masanın üzerine bıraktım.Hemen odasına koştu, zarfı aldı, çevirip baktı."İyi "dedi. "Korktuğum gibi Azra'dan değil..."Mektub, evinde günlerce misafir ettiği îngilîz dostu Charles Carpenter'dan geliyordu. Yırtar gibi açtı. İngilizce yazılmış bu mektubun daha hitab cümlesinde irkildi.5 Aralık 1994Kardeşim Yusuf,Allah (c.c.)'tn selâmı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun! Mektubumu belki iştiyakla bekliyordun. Belki de hiç beklemediğin için şaşıracaksın...Senden ve Türkiye'den ayrılah neredeyse iki ay oluyor. Bu uzun zaman zarfında hiç boş durmadım. Buraya döner dönmez, evvelâ hediye ettiğin islâm muhtevalı ingilizce'ye tercüme edilmiş kitablan okudumOkudukça yepyeni ufuklar açıldı önümde. Anladım ki yu-376murta içindeki bir civcivden farkım yokmuş. Kabuğumu kırınca uçsuz bucaksız bir âlem çıktı karşıma...Bunlarla da yetinmedim. Roma'daki daha Önceden olmuşlarla tanıştım. Üniversitedeki bütün işlerimi bırakıp günler geceler boyu onların sohbetlerine,ilim meclislerine devam ettim. Böylece; zihnimi kurcalayan son birkaç şübheden de kurtulmuş oldum.iki hafta oldu ki artık ben de müslümanım Yusuf! O kadar mes'ud, o kadar huzurluyum ki bir bilsen!.. Yeniden doğmuş gibiyim. Kendimi tüy gibi hafif hissediyorum.Ve sana ne kadar minnetdârım kardeşim'.Allah (c.c.) senden razı olsun oe strât-ı müstakim üzre seni dâim kılsın...Kendime kızmadan edemiyorum. "Neden daha Önce Türkiye'ye gitmedim,seninle daha önce karşılaşmadım " diye... Bunca seneyi gafletle geçirdiğime, bomboş geçen ömrüme nasıl da yanıyorum!Nihayet bugün, dosttan öte seninle kardeşiz. O geceki toplantıyı hatırlarsın... Sâdece dost idik. Şimdi setinle kardeş olmanın fıadsiz pâyânsız bahtiyarlığı var içimde,. Rabbime sonsuz hamd-ü senalar olsun!Buradaki İslâm; senin de, benim de bildiğini zannedenlerin de tahminlerinin çok ötesinde... Bilhassa Batı Avrupa'mda hızla yayılıyor islâm. Papazlar, profesörler, tıp doktorları, mühendisler... Aklına her ne gelirse artık.. Benim de hâlâ Hıristiyan olarak bildiğim nice müslümanlar var kimbîlir! Sayıları her türlü tahminin üzerinde.. Öyle ümit ediyorum ki, pek yakın bir gelecekte devâsâ bir patlama olacak!Hani bir sohbetimizde, bir islâm büyüğünün bir sözünden bahsetmiştin., ismini şimdi hatırlayamıyorum, ama o büyük zâtın bahsettiği gibi; "Avrupa hakikaten Mâm 'a gebe..."Kardeşim, senden bir istirhamım var... Beni mahrum etmezsen çok memnun olurum!..Gözlerimin açılmasına sen vesîle oldun!. Kaybolmuş zannettiğim islâm'ın güzelliklerini sende ve tanıştırdığın müslüman-larda gördüm. Öyleyse, bana bir müslüman ismi verme hakkının da

Page 173: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

377sende olduğunu düşünüyorum. Bana vereceğin isim, her ne olursa olsun kabûlümdür. Şimdiden teşekkür ederim...Allah (c.c)'a emânet ol kardeşim...Eski Charles CarpenterRomaBaşını mektubdan kaldırdı. Yü/ü aydınlanmıştı. İçindeki kasvetten eser kalmamıştı şimdi."Yârabbim, sana sonsuz hamd-ü senalar olsun!" "Hidâyet sâdece senin elinde.""Bunca elem ve ızdırabın üstüne bu sürür her şeye değer doğrusu!""Ne mutlu, artık sen de ebedî saadet menziline yürüyen bir yolcusun Abdullah!"îkindi ezanı okunuyordu. Ayağa kalktı, huşu içinde mırıldanarak ezana icabet etti.Namazı edâ eder etmez hemen oturdu, cevabî mektubu yazmaya başladı. Bir saat kadar yazdı.Bitirdiği mektubu bir zarfa koydu, alelacele hazırlanıp dışarı çıktı, en yakın postaneden postaladı.Sevinç içinde; ruhuna azab veren vesveselerden uzak, bir dolmuşla Konak'a gitti. Akşam namazını İplikçi Câmii'nde kıldı. Henüz dükkânın^ kapatmamış bir iki esnafa ayaküstü uğradı. Sonra bir dolmuşa binip eve döndü.Akşam yemeğinden hemen sonra, beklemeden vakti henüz girmiş olan yatsıyı kıldı.Namazdan sonra annesinin odasına gitti. Uzun uzun sohbet etti.Nesibe Hanım şaşırmıştı bu işe... Son iki haftadır oğlunda gördüğü hâlin üstüne bu sevinçli hâl tuhaftı doğrusu. Sebebini sormadan edemedi. Yusuf hiçbir kısmını atlamadan mevzuu anlattı."Demek olanların te'siri hâlâ geçmiş değil. Onu değiştiren sâdece bu dış saik.. Korkarım geçicidir, diye endîşeye düşmeden edemedi.Gene de "olsun, bu bile az şey değil" diyerek teselli buldu.378Yusuf ta ise o an için; annesinin kendisini inceleyen bu hâline dikkat edecek göz yoktu.Gecenin ilerleyen saatlerinde odasına çekildi, hemen yattı. Uyuyamadı... Abdullah'ı, Avrupa'yı düşündü. Her zaman duyduğu burukluk içinde; yetmiş sene Komünist-Ateist cereyanın sellerine kapılmış Türkistan'ı düşündü... Nihayet göz kapakları uykuya teslim oldu.Sabah namazına kalktığında, o gece gördüğü rü'yânın sermest eden hazzı içindeydi. Sevinci kat kat fazlaydı şimdi.O gün gezdiği, oturduğu, çalıştığı her yerde rü'yâyı tekrar tekrar görüyordu sanki. Hattâ öyle bir an geldi ki, rü'yâ ile dünyâyı nerdeyse birbirine karıştırır oldu.Akşam eve gittiğinde "bu akşam erken yatayım" diye niyet etti.Yatsı namazı için mahalle camiine gitti. Derin bir haşyet ve huşu içinde edâ etti namazını...Tesbihatta İken, içinde volkanlar kaynıyor adetâ...Sıra duaya gelmişti. Ellerini kaldırdı. O anda, şaşkınlık içinde gözleri önünde Azra tecessüm etti...Kalbi bir defa daha merhamet hisleriyle doldu:"Yârabbi sen onu koru! Onu Sana emânet ediyorum. Kalbini imân nuru İle doldur ve imânında dâim kıl!"İçi huzurla doluydu. İnşiraha kavuşmuştu. Göğsünün genişlediğini, tüy gibi hafiflediğini hissetti. Sanki "duan kabul oldu" işaretiydi bu..Hulûs-ı kalb ile duaya devam etti. Şimdi dünyânın dört bir köşesinde zulüm gören kardeşleri İçin duâ ediyordu...Birden nasıl olduğunu anlayamadı. Işıklar içindeki cami, elektriklerin kesilmesiyle karanlığa gömüldü.Gözlerini yumdu. Resûlullah (S.A.V.)'a salât-ü selâm yolladı ardarda... *O an nur karanlık ile yer değiştirdi. Bir huzur meltemi esti içerde..O da ne?!.. Resûlullah (S.A.V.) camideydi. Hem de Yusuf'un yaiubaşında...Bir fısıltı hâlinde "ve aWkum selâm rah-metullahi ve berekâtüh" dedi. Müşfiklerden müşfik elleriyle Yusuf'un sırtını, başını sıvazladı. Sonra bütün cemaati aynı

Page 174: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

379şekilde tek tek dolaştı."Allahım bu ne saadet! Ebeden sürsün şu hâl, hiç bitmesin!..."Ağlıyordu Yusuf, vücûdu sarsıla sarsıla... Doğrusu bu kadar saadet!...Nihayet gözden kayboldu nebiler nebîsi. Bir anda ortalığı nura garkettiği gibi...Gözlerini açtı Y'usuf. Işıklar gelmişti. Cemaat ayak-ta,kapıya yönelmişlerdi. Gözlerini kuruladı, çıkanların peşine takıldı.Eve gitti, oyalanmadan yattı. Öyle bir hâlde idi ki, sanki bedenden tamamen mücerred, rûh kesilmişti.Gene aynı rü'yâyı gördü. Ertesi gün de aynı hâli devam etti. O gün defalarca sordu kendine: "Bu kadar saadete lâyık mıyım ben?!"Hani insanda sırlar vardır; dışa vurulursa rahatlatır, yoksa azab olur.. Hani sevinç duyar, mes'ud olur, bunları paylaşmak ister. Hani başka iklimlere seyahat eder, öğrendiklerini anlatıp başkalarmı müstefid edeyim der...Yusuf'da kimbilir hangi sâikle, rü'yâsuiı anlatmak istiyordu. Birilerine anlatmalıydı. Rüyalarını pek nâdir anlatırdı, ama bunu anlatmalıydı. İki defa götmesi de kör tesadüf olamazdı.O gün akşama kadar gene zahirde insanlarla, aslında onlardan çok uzakta idi.Birkaç defa, Nûreddin Efendi'yi bulup anlatmaya niyetlendi, kısmet olmadı. Akşam eve döndüğünde annesine anlatmak istedi. Gene kısmet olmadı.Yatsı namazın' kılıp hemen yatmak niyetindeydi gene...Namazını kıldı, tesbihattan sonra duaya durdu. Ruhunu günlerdir aşırı derecede saran yumuşaklık, böyle zamanlarda zirveye çıkıyordu.İşte gene kalbi burkuntularla dolu, son senelerde dayanılmaz olmuş müslümanlara zulüm derdiyle dağlanmış, duâ ediyordu...380Yalvarıyordu Rabbine... İçinde yaşadığı ferdî ve içtimaî zilletten kurtulmak için!... 1994 dünyâsında, asıl düşmanlarını bırakıp birbirlerini yiyen müslümanlar için!... Fakrın ve cehlin bataklığında debelenen müslümanlar için!..Ve İslâm'm izzet ve şerefini temsile "mü'min ve müslü-manım" diyen herkesin liyâkat kesbetmesi için!.."Yârabbü... Bunlar Sen'in takdirine nzâsızlık değil... Tamamen razıyım takdirine... Yapabileceğimi yaptıktan sonra hikmete râm oluyorum.""Hepimiz için istediğim, Sana muti kul, habîbine lâyık ümmet olabilmek!."Bildiği mazlum müslüman memleketleri tek tek sıralayarak imdat istedi. En son, en büyük mazlum Türkiye için imdat istedi..Duasını öz Önce ettiği duanın tekrarıyla bitirdi:"Ferden ve içtimâen yaşadığımız zillet ve meskenet dolu hayattan kurtar bizi Allahım!""Âmin, âmin, âmin!..."Gözlerini kapattı. Kimbilir kim ile nerelerde rabıtalı idi. Bir müddet üzerine nûr yağmasının lezzetini yaşadı. Ne kadar zaman geçti bilmiyordu. Bildiği tek şey;o ânı sanki asırlarca yaşamış olduğuydu..Açtı gözlerini, başını hafifçe sağa çevirdi. Çevirmesiyle irkilmesi bir oldu. Birisi duruyordu yanında .. Başını korkuyla ağır ağır yukarı kaldırdı.Simsiyah bir cübbe içindeydi gördüğü.. Başını göremedi. Sanki bulutlara değiyor gibi muazzam bir heybeti vardı. Cübbesinin etekleri ayak bileklerine kadar uzanıyordu.Hayret!.. Bu kadar büyük ayaklar.. Ayağa kalkmak istedi. İşte o anda yüzünü gördü. Heybetli, nurdan bakılamıya-cak kadar aydınlık, sakalının çevrelediği sımsıcak bir yüz ve bakışlar...- Esselâmün aleyküm ve rahmetullah... -Ve aleyküm selâm rahmetullah...Heyecandan kekeliyordu Yusuf.. Gözlerini iri iri açtı:- Siz?! dedi, tahmin eder gibi...- Evet, ben Ömer'im Yusuf...381Yârabbi bu ne şeref!..Gelen, hak ve adalet güneşi, ikinci halife Hz. Ömer (r.a.) idi.Zemberekten boşanır gibi atıldı. Öpmek üzere ellerini ellerine uzattı. Bu mübarek elleri doya doya öptü...

Page 175: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Omuzlarından tutularak kaldırıldığını, alnından öpül-düğünü, kendisine geleceğe matuf birçok müjdeli haberin verildiğini sonraları bütün teferruatıyla hatırlayacaktı...Hele bütün içtimaî dertlerini yok edecek müjdeler!..Kader ekranından bir bir geleceği seyretti Yusuf. İkinci dirilişi, gül devrinin başlangıcını, gül devrini...Gönlü ferah, Rabbine şükür hisleriyle dopdoluydu.Hazreti Ömerü'l- Faruk (R.A.) ayrıldığında Yusuf'u önce bir hüzün kapladı. Sonra tekrarladı:"Yârabbi bu kadar saadete lâyık mıyım ben?!.."Mest olmuş vaziyette hazırlandı. Yatağına uzandı, çok geçmeden de uyudu.Gene aynı rü'yâ... Üçüncü defa tekrarlanıyor..Rü'yâsında şehid babası Yakub Yüzbaşı ile Şâh-ı Nak-şibend Hazretleri bir arada..Buhara'dalar.. Şâh-ı Nakşibend (K.S.) hazretleri türbesinden kalkmış. Yanında asker kıyafetiyle babası...Yusuf, koşar adımlarla gidiyor yanlarına.Şâh-ı Nakşibend (K.S.) Hazretleri, sağ elini Yakub Yüzbaşının omzuna atıyor. İkisi de tebessüm ediyorlar:- Buralar seni bekliyor evlâdım. Hâlâ gelmeyecek misin?- Babası aynı soruyla:- Evet evlâdım, seni bekliyoruz.. Gelmeyecek misin? Şah Hazretleri elini.koynuna uzatıyor, koca bir haritaçıkarıyor. Yusuf'a eliyle yaklaşmasını işaret ediyor.Beraberce çömelip yerde haritayı açıyorlar. Bu bir Türkistan haritası...Şah Hazretleri parmağıyla bazı yerleri işaret ediyor.Bilhassa parmağın son temas ettiği yere dikkat ediyor Yusuf. Burası Rusların "Kazakistan" deyip böldükleri memleketin başşehri Almaata...382Sabah namazını kıldığında , mest olmuş hâli aynen devam ediyordu.Namazdan sonra havanın soğukluğuna aldırmadan son günlerde aksattığı idman için bahçeye çıktı.Yarım saat sonra içeriye döndüğünde kahvaltı hazır olmak üzereydi. Mutfağa geçip sofranın hazır olmasına yardım etti.Odada, annesinin hayret dolu bakışları arasında, sohbet ede ede kahvaltısını yaptı.Kahvaltı esnasında birkaç defa rü'yâsını anlatmayı dü> şündü. Henüz erken deyip gene vazgeçti. Bir taraftan da "artık yol göründü" diye söylendi içinden.Hazırlandı, fabrikaya gitmek üzere çıktı. Yol boyunca düşündü. Her şey ayan beyan olmasına rağmen Nûreddin Efendi'ye anlatacaktı. Yapacağı yorumun hâricir .' e, tavsiyeleri de olabilirdi..Fabrikaya gider gitmez Nûreddin Efendi'yi buldu. Yusuf'un odasında çaylarını içerlerken rü'yâyı bütün tafsilatıyla anlattı. Bitirdikten sonra meraklı meraklı baktı yüzüne ihtiyarın.."Bârekallah!" demekten kendini alamadı Nûreddin Efendi..- Ne güzel, ne âlâ, hayırdır inşaallah!..Dilinin ucuna gelen iltifat-âmiz sözler vardı, ama vazgeçti.- Her şey apaçık oğlum.. Tabire ihtiyaç yok ki! -Nûreddin Amca, beni asıl düşündüren anneme ve amcama mes'eleyi nasıl anlatacağım... Zor bir hâldeyim..- Amcanı hiç düşünme. Uygun bir lisânla anlatırım ben ona.. İcab ederse rü'yâm da anlatırım.- - Annene gelince... Açık açık rü'yâm anlatırsın. Zira işin içinde baban da var. Üç gecedir gördüğünü de söylemeyi unutmazsın İnşaallah hiç mes'ele çıkarmayacaktır. İsa'dan sonra senin de ayrılman annene çok zor gelecektir, ama dedim ya, baban var işin İçinde..- Zâten annem-Şâh-ı Nakşibend (K.S.) Hazretlerini de biraz bilir. Evliyanın büyüklerine hürmeti çoktur..383- Yaa, baksana boşuna dert ediyorsun! İnşaallah hiçbir pürüz çıkmayacaktır.Rahatlamıştı Yusuf..Nûreddin Efendi hafif hüzünle devam etti:

Page 176: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- YusufumL Demek ayrılacağız yakında. Bu seferki ayrılık...- En kısa zamanda gitmeye çalışacağım. Emir büyük yerden...- Önce pasaport işlerini halletmem lâzım. İstanbul'a gider, îsa ile oradaki dostlarla görüşür vedâlaşırım. Sonra Kon-ya'dakilerle...- Ankara'dan da doğru Semerkand'a, Taşkent'e giderim. Buhara'da Şah Hazretleri'ni diğer büyükleri ziyaret ederim. Başka yerlere uğrar mıyım bilmiyorum.- Anlaşılan o ki, son durağım Kazakistan olacak. Orada hem hizmet etmeye çalışacağım hem de Astronomi ve Uzay Bilimleri Enstitüsü'nde ilmimi derinleştirmeye gayret edeceğim...- İnşaallah oğlum.. Rabbim muvaffak etsin..- Âmin...- Düşünüyorum da Yusuf; târih kum saati gibi tersine akıyor şimdi. Bir zamanlar Anadolu'yu İslâmlaştırma sevdasıyla tutuşan Ahmed Yesevî'nin müridleri... Şimdi de bazı gençler, aynı vazifeyi, yetmiş sene dinsizleştirme programı yürütülen Türkistan'da yapıyorlar. Oraları yeniden aydınlatmak için gidiyorlar. Yeniden yeşertmek için...- Ne mutlu bu kervanda yer alanlara!.. Dayanamadı, kalktı Yusuf'u kucakladı:- Seni evlâdım gibi seviyorum Yusufum! Kolları gevşedi, gitti yerine oturdu.- O yiğitler Anadolu'yu îslâmlaştırdilar. Hem maddede hem ma'nâda Anadolu topraklarına dantel dantel İslâm'ı işlediler.- Ve İstanbul, canım İstanbul, bu ameliyenin kalbi oldu asırlarca. Dünyâya her türlü güzellik oradan yayıldı. O güzellikleri yayanlar, bugün o topraklarda mahzun fakat şerefle yatıyorlar.384- Karadeniz girişini bilirsin.. Boğaz'ın Anadolu yakasında Yûşa (A.S.) Rumeli yakasında Telli Baba asırlardır İstanbul'u bekliyorlar..- Ebâ Eyyûb el- Ensârî Hazretleri asırlardır sürecek fetih akınlarının ilk sancakdârı... O ihtiyar yaşına rağmen, sonraki nesillere "işte cihad budur" demiş, gerili bir yay gibi... Işık olmuş ardından gelenlere..- Sultan II. Mehmed o gencecik yaşında peygamberi müjdeye mazhar olmak istemiş. Kilitli kapıları açmış, Fâtih olmuş...- Bu iki insan arasındaki yaş farkı bize tezad gibi görünüyor. Ama Yusufum; anlayanlara ne mesajlar ne mesajlar veriyor!- Fethin her şeyiyle perçinlenmesi lâzım.. Bunda da koca Sinan zirve isim olmuş! Sâdece İstanbul'a değil, fethedilen her yere silinmemecesine İslâm'ın mührünü basmış...- Bu üç isim çook mühim Yusufum!Yusuf'un, kafasında o an bir şimşek çaktı. Maziye döndü.. Altı ay kadar öncesine...Bu mübarek insanları, İstanbul'dan ayrılırken niçin ziyaret ettiğini, niçin onlardan ayrılamadığını o zaman anladı.Nûreddin Efendi'nin yüzüne hayretle bakakaldı. Düşünüp düşünüp de cevab bulamadığı suallere şimdi cevab bulmuştu."Allah senden razı olsun" diye duâ etti içinden... Nûreddin Efendi ise her şeyin farkındaymış gibi bakıyordu Yusuf'a...385XXXIIGünlerden Cumartesiydi. Telefon ısrarla çalıp da bakan olmayınca, Râbia kalktı yattığı yerden, ahizeye uzandı. Ariyan Leylâ idi..- Ne o Leylâ hayrola?-Seninle mutlaka konuşmam lâzım Râbia! Müsaitsen... Uyku sersemliğiyle saatine baktı Râbia.. Saat on'a geliyordu.- Tabiî Leylâ, hadi bekliyorum.- Hayır, bir yerde buluşalım. Evde olmaz..- Neden olmaz?- Sonra anlatırım, tamam mı?- Peki, benim için farketmez.Buluşacakları yeri ve saati kararlaştırdılar. Telefon kapandı.Bir saat sonra Râbia hazırlanmış, arabasına binip buluşacakları kafeye varmıştı.Leylâ daha önceden gelmiş, tedirgin bir yüzle bekliyordu.

Page 177: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Oturdu Râbia.. Leylâ'nın yüzündeki İfâde hiç de hoşuna gitmemişti. Hemen sordu:- Hayrola Leylâ, seni hiç iyi görmüyorum! Bir müddet korkulu gözlerle baktı Leylâ...-Ne söyleyeceğimi, nereden başlıyacağımı bilemiyorum. İstersen önce bir şeyler içelim. Maksadını sezmişti Leylâ' nın..- Olur, farketmez..Gelen meyve sularını ağır ağır içerlerken hiç konuşma-387dılar. Bitirdikten sonra, Leylâ yerinde tedirgin tedirgin kımıldandı.- Râbia, beni affedebilecek misin?- Ne oldu kızım? Neyi affedeceğim? Neden bahsediyorsun sen?- Nasıl desem bilmem ki! Ben çok büyük bir hatâ ettim..- Lütfen açık konuş Leylâ! Hiçbir şey anlamıyorum. Lâfı geveleyip durma da..Leylâ'nın sesi yalvarır tondaydı:- Söyle Râbia, affedecek misin?- Bak Leylâ!.. Önce evde konuşamayız diyorsun. Şimdi de "af" lâfını diline pelesenk etmişsin.. Sen bana bir kötülük yapmadın ki, neyi affedeyim?Leylâ bütün cesaretini topladı:- Sen affetmesen de, arkadaşlığımız burada sona erse de, beni ömrün boyunca hâin olarak hatırlasan da, anlattıktan sonra hiç olmazsa vicdanım rahatlıyacak!..-Râbia, ben kötü bir insan değilim... Kötü olarak da hatırlanmak istemem. Ama bütün bunların üzerine... Râbia yumuşak bir tavır takınmaya çalıştı:- İyi kötü günlerimiz oldu şimdiye kadar. Birçok şeye beraber sevindik beraber üzüldük. Hele sen anlat bakalım da...Bir parça rahatlamıştı Leylâ. *- Geçende size gelen mektub vardı ya.. Babanın ismine...- Ha, şu resim mes'eîesi.. Sana da anlatmıştım ya; mektub benim elime geçti, imha ettim onu..- Mes'ele o kadar basit değil Râbia! Devamının geleceğinden eminim.. İşte bunun için görüşmek istedim. Bunun için af diliyorum senden..- Leylâ bana bak! Her şeyi baştan anlatır mısın lütfen!Ben sana ihanet ettim Râbia!Buz gibi bir hava esti ortalıkta. Râbia kızcağıza donmuş gözlerle bakakaldı. - İhanet mi?388- Evet, yanlış duymadın..- Seninle her ne kadar dost olsak da seni kıskanıyordum Râbia! Seni sevdim ama haset etmekten de geri kalmadım. Benden güzelsin, benden başarılısın, benden zenginsin, benim gibi silik değilsin... Daha sayayım mı?Râbia'nın çakmak çakmak olmuş gözlerine baktı:- Ama ne olur, benden nefret etme! Şuracıkta söv bana, döv beni!.. Ama nefret etme! Çünkü nefreti hak etmedim ben. Kabahatimin büyüklüğünü şimdi şimdi anlıyorum. Ve vicdanım çok rahatsız!..- Bunun için buradayım zâten.. Hatâmı anlamasam, kötü bir insan olsam, sana itiraf eder miydim hiç?..Râbia hak verir gibi başını Önüne eğdi. Gözlerini yumdu. Elini alnına dayadı. Bir müddet öylece kalakaldı..Başım kaldırınca, Leylâ'ya "anlat" der gibi baktı.- Hani fotoğraftaki uzun boylu, kıvırcık saçlı genç vardı ya.. Hani sana asılan... Fotoğrafı eve postalayan o!..- Vay canına! Günlerdir düşünüyordum.. Peki sen nereden biliyorsun?- Eh ne de olsa uzaktan akrabam.. Senin de malûmun.. Sana asılıp asılıp da bir şey tutturamamıştı. İntikamını şimdi böyle alıyor.- Nerden bildiğime gelince... Geçenlerde bir akşam bize gelmişti. Zil zurna sarhoştu. Sarhoş kafayla her şeyi anlattı bana..- Adam kendi hesabına da yapmıyor bunu! Hiç ummadığın birinin hesabına...-Allah Allah!.. Kimmiş o?- Hani Yusuf'tan önce sizin fabrikada Sosyal Hizmetler Müdürü olarak çalışan yaşlıca bir adam vardı ya.. Neydi onun adı?- Nerden bileyim ben! İyi de onu nerden tanıyorsun?

Page 178: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Bir defasında birlikte rastlamıştım onlara. Bizimki tanıştırıp mazisinden kısaca bahsetmişti.- Yâni eski müdürün intikamını alıyor Öyle rni?- Tam üstüne bastın! Adam daha yeni iş bulmuş. Ay lar-dır boş geziyormuş. Anlaşılan işine son verilmesini hiç haz-389medememiş.- Böylece kabak benim başıma patlıyor... Aman Allattım! Ne büyük bir tehlike atlatmışım! Ya o hayvan herife kamp da ... Ne korkunç şey yârabbim!..Durdu durdu:- Ve benim arkadaşım, böyle büyük bir tehlikeye karşı ikaz etmedi beni. Üstelik çöpçatanlık yapmaya kalktı!- Ne desen haklısın Râbia! İşin entrikalarla dolu olduğunu nerden bilebilirdim? Ben basit bir oyun, bir gönül oyunu zannettim. Neticede bu çirkin oyunun baş âleti oldum...Gözlerini faltaşı gibi açtı:- Beni istersen affetme! Ama ne olur nefret etme! Her şeye rağmen, en iyi arkadaşımsın sen.. Çok pişmanım Râbia!..Râbia söylenenleri duymamıştı bile..- Tehlike geçmiş değil! Fotoğrafın devamı mutlaka gelecektir. Öyleyse... Öyleyse hemen gitmeliyim!- Evet doğru ... Tehlike geçmiş değil.. Takib edilmekten korktuğum için de burada buluştuk işte! O eski müdürün, o şirret akrabamın şerlerinden korkuyorum!..- Hadi bana yapacaklarını yaptılar. Sen neden korkuyorsun?- Bilmiyorum Râbia! Ama korkuyorum işte! Onlardan her şey beklenir!. Evinize geldiğimi görselerdi benden şüb-heleneceklerdi. Beni kullandıkları yetmiyormuş gibi ikili oynadığımı iddia edeceklerdi.Râbia kalkmak üzere davrandı. Leylâ ise "affettin mi" der gibi baktı..- Şu anda eve gitmekten başka bir şey düşünmüyorum. İkinci bir mektub gelecekse hemen ele geçirmeliyim. Hadi bugün Cumartesi! Ya hafta içinde postacıyı nasıl takib edeceğim? Bir müddet okula gitmemem lâzım öyleyse...- Bu nereye kadar sürer bilmem.. Belki başka yollar da deneyecekler. Maksatlarını da tam bilmiyorum ya..Ayağa kalktı. Çantasını omzuna astı.- Sana gelince Leylâ!..Şu anda kafamda davullar çalıyor.390Kötü bir şey yapmaktan korkuyorum. Sen en iyisi bir müddet gözüme görünme .. Bu kadar!..Allahaısmarladık bile demeden hızla yürüdü çıktı..Arabada kafası karmakarışıktı. "Ne iyi arkadaşlar seçmişim" diye ardarda söylendi.Kendini kaptırmış gidiyorken bir de kaza tehlikesi atlattı. Az daha bisiklet süren bir çocuğa çarpıyordu.39iXXXIIIYusuf'un endîşe ettiği işler umduğundan kolay yürümüştü.Annesine rü'yasını, ardından mes'eleyi de anlatmış, kadıncağızın Önce gözleri parlamış, sonra boynunu büküp: "Dediklerim çıktı Yusufum! Biliyordum bir gün uzaklara gideceğini.. Bir de davet söz konusu... Madem bu bir hizmet, gideceksin oğlum!.." demişti. "Üzülüyor musun anne?" diye sorduğunda bu çilekeş Anadolu anası: "Üzülmek ne kelime oğlum, seviniyorum aksine! Gideceksin, hizmet edeceksin, ilmini derinleştireceksin! Ne mutlu bana, evlâdım böyle bir yolun yolcusu!.. Gözün sakın arkada kalmasın yavrum! Dualarım her dâim seninle beraber" cevâbını vermişti.Yusuf anacığına sarılmış: " Sağol varol anacığım! Şimdi daha bir rahat gidiyorum. Hem merak etme! İsa'da dört-beş aya kalmaz yatay geçişle kaydını Konya'ya aldırır. İstanbul'da okuması şart değil ya.." diye teselli vermişti.Bu defa sevinen annesi olmuştu..Sonra tekrar boynunu bükmüş: "Bârı evlenseydin de öyle gitseydin" demişti. Bunu söylerken suçlu bir edayla bakmıştı evlâdına .. Çok değil, daha bir ay kadar

Page 179: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

evvel oğlunun kalbini kırdığını unutamıyordu. Yusuf, yarasına dokunulduğunu hissettirmemeye çalışmış: "Hayırlısı, dursun bakalım şimdilik" deyip geçiştirmişti.Sonra amcasına anlatmak istemiş, amcası "bir saat önce Nûreddin Efendi'den dinlediğini söylemiş, ardından da ilâve etmişti: " Senin hesabına seviniyorum. Hani bir zamanlar Kazakistan'dan bahsetmiştin" deyip bu mevzudaki sohbetlerini hatırlatmıştı. Sonra minnetdârlığını bildirmiş; " inşaallah bu düzeni, azimle, tökezlemeden devam ettireceğiz" demişti. En sonunda; "paraya ihtiyacın olduğu her vakit bir haber vermen393yeter" demeyi de ihmâl etmemişti..Yusuf,^u iki mes'eleyi halletmişti ya, artık rahattı.Şimdi iş teferruatı halletmeye kalıyordu.İstanbul'a gidip İsa ile tanıdıkları ile helâlleşti. İsa'ya, okullar kapanır kapanmaz kaydını Konya'ya aldırmasını ten-bih etti. Hiçbir itirazla karşılaşmadı.Sonra pasaport işlerini halletti. Konya'dakilerle tek tek vedâlaştı.En çok üzülenler hissedar işçiler olmuştu. Yusuf'un yaptıklarını unutamamışlardı.Bunlar içinde birisi vardı ki Yusuf'u çok hislendirmişti. Bu, mahalleden dostu Şaban idi.Özbekistan'a gitmeden iki gün evvel Yusuf'un evine gelmiş, yalvarmıştı..."Hoca, ne olursun beni de götür oralara! Sana hiç yük olmam. Ben de çalışır; bir şeyler kazanırım. Odanı temizlerim, çamaşırlarını yıkarım, ayakkabılarını parlatırım! Ne istersen yaparım.. Bütün hizmetini görürüm. Yeter ki ayrılmayayım senden!.."Yusuf'un: "Sağol, eksik olma! Yalnız gitmem lâzım.." demesi karşısında boynu bükülmüştü.394XXXIVArtık gidiyordu Yusuf... Yer Ankara Esenboğa Havaalanı, takvimler 10 Ocak 1995'i gösteriyordu.Bilmediği yerler, tanımadığı iklimler... Orada her yer ve herkes yabancı! Kendisinden önce gidenler de olmasa yapayalnız kalacak.. Elinde birkaç adres var.. İlk gideceği yerler o adresler...Gönlü rahat, içi huzur dolu...Bekleme salonunda yapayalnızdı. Arkadaş olarak iki bavulu vardı sâdece..Etrafına baktı; hemen herkes grup grup, ayrılık öncesi sohbeti yapıyordu. Kendisinden başka yalnız göremedi. İçini bir burukluk kapladı.Saatine baktı.. Uçağın kalkmasına bir saate yakın zaman vardı. Etrafına bakmak kastıyla tekrar başını kaldırdı..O da ne!.. Tam karşısında kendisine gülerek bakan Şaban ile Hüseyin!..Selâm verdiler.-Ve aleyküm selâm.. Hiç beklemiyordum sizleri! Vedâlaşmıştık ya..Bunları derken, şaşkınlığını da sevincim de gizleyemi-yordu. Gözleri pırıl pırıl, yüz İfâdeleri şükran hisleriyle doluydu.Kucaklaştılar, oturdular. Muhabbet dolu gözlerle bakıştılar...- Yusuf ağbimizi bu uzun yolculukta uğurlayalım istedik, dedi Hüseyin.. İzin aldık geldik. Kötü etmemişizdir inşa-allah!- Yoo, ne kötüsü .. Sizi yormuş oldum! Benim için buralara kadar...- Ağbi,senin yaptıklarının yanında bizimkinin lâfı mı olur!? Allah senden ebeden razı olsun! Aldın beni ta Eğirdir395Kemik Hastanesi'ne götürdün, tedavi ettirdin.Parasız kalmıştım, aç-sefil bırakmadın beni. Anam gibi üzerime titredin..- Hepsinden öte; daimî bir işim var şimdi. Şaban da ben de amcanın fabrikasında gül gibi birer işe sahibiz. Sana ne kadar duâ etsek azdır!..- Sonra insan olduğumu hatırlattın bana.. İnsaniyeti sende gördüm, sende öğrendim Yusuf ağbi-.-Yeter artık Hüseyin!.. Bahsetme bunlardan...

Page 180: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Ne iyi bir amcan var ağbi!.. Sağolsun hiçbir karşılık beklemeden bütün tedavi masraflarımı çekti. Çok şükür, şimdi bacağım eskisi gibi.. Hiçbir sıkıntım yok..- Ben de parasız kaldım, soğukta kaldım.. Sefîl bırakmadın, evime kadar odun-kömür getirdin hoca, diye devam etti Şaban..- Dağ gibi yığılmış çamaşırlarımı defalarca aldın, evinizdeki makinada yıkadın. Hangi birini sayalım ki.!..Yusuf kabahat işlemiş gibi mahcub:- Kim olsa yapardı onları, dedi.Bu söz üzerine ikisi de yapılan iyilikleri sayıp dökmeyi kestiler.Biraz önce Yusuf'un içini burkan ayrılık öncesi sohbetine onlar da başladılar...Ayrılık vaktinin nasıl gelip çattığını üçü de anlayamadılar. Zaman çok çabuk geçmişti.Vedalaşırken sesi titrekti Hüseyin'in.. Kendisini zor tutuyordu. Buğulu gözleri, akmak isteyen yaşlan zaptetmek için direniyordu.O her zaman gülen Şaban'ı, normal hâli bile mütebes-sirn olan Şaban'ı ilk defa ağlarken görüyordu Yusuf.. Titrek bir sesle son sözü: "Hoca mektub göndermeyi ihmâl etme, Şaban Keskin'i unutma!.." oldu.396XXXVYavuz o sabah odasının kapısının vurulmasiyla uyandı. Sallana sallana kalktı, kapıyı açtı. Mahmur gözlerle baktı.. Karşısında İzzet Efendi duruyordu.- Yavuz Bey, uyuyordunuz herhalde. Ah çok özür dilerim! Uyanmış olmalı diye gelmiştim.Yavuz saatline baktı. Vakit on ikiye gelmişti.- Ne o, bir şey mi vardı?Yaptığı hatâyı tamir etmek ister gibi baktı. Hayır, Yavuz gayet lâkayd duruyordu. Biraz cesaretlendi. Elindeki mektub zarfını uzattı.- Size bir mektub vardı da. Bir saat Önce geldi. Râbia evde mi?- Hayır, dönmedi okuldan daha..Mektubu aldı, bir şey demeden kapıyı kapattı.İzzet Efendi aşağıya inerken kızgın kızgın mırıldandı:-Pes yâni, bu saate kadar da yatılmaz ki!..Yavuz, mektuba hiç bakmadan yatağının üzerine fırlattı. Dışarıya çıktı, elini yüzünü yıkadı. Bir taraftan da düşünüyordu... "Bana pek mektub gelmez ama.. Ariyan telefonla arar.."Sallana sallana odasına döndü. Aynaya baktı.. "Hayret, lavaboda hiç dikkat etmemişim! Bakışlarım, yüzüm değişmiş sanki." Bir haftadır tıraş edilmemiş yüzünü eliyle ovuşturdu.Son bir-iki haftadır aileye belli etmiyordu ama, eski günlerine benzer hâller yaşıyordu yine...Maneviyatı, Aydın Bey'in evindeki hâdiseden beri alt üst olmuştu.. O günden beri hocasını, kendisini, evdekileri, cemiyeti sorguluyor, bir fâsid dâire içinde dönüp duruyordu.397Odasına saatlerce kapanıyor; kardeşiyle, babasıyla zaruret hâricinde konuşmuyordu. Konuşurken de büyük bir isteksizlik duyuyor, herhalde bu isteksizliğinden olsa gerek bazen dili dolaşıyor, kekeliyordu. Gene de gülümsemeye çalışıyor, hâlini belli etmemek için büyük gayret gösteriyordu.Açıkçası rol yapıyordu.Odada kara kara düşünerek geçirdiği zamanların hâricinde dışarıya çıkıyor, arabasıyla uzun turlar atıyor, sonra bıkıyor, arabayı bir yere park edip avare avare geziyordu.Eve geç vakitlerde dönüyor, odasında ikilere üçlere kadar oturuyor, gözleri artık uykuya mağlûb olunca yatıyor, ertesi gün de nerdeyse öğleye kadar uyanmıyordu...Yatağına oturdu, mektubu aldı, üzerine baktı. İsim yazmıyordu. Hayretle dudak büktü, açtı.Hayır, bu bir mektub değil, bir karttı. Kartı çıkarırken, "elime sert gelmişti nasıl da düşünemedim" diye mırıldandı.Aldı çevirip baktı. Gayri ihtiyarî güldü evvelâ ..

Page 181: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Plajda çekilmiş bir fotoğraftı bu.."Bizim muzip arkadaşlardan birisi olmalı" diye düşündü.Fotoğrafa dikkatle bakınca elinde olmadan ayağa fırladı. "Olamaz!" diye bağırdı.. İkinci defa "olamaz"derken sesi fısıltı hâlinde çıktı. Yatağına yığılır gibi oturdu.Fotoğrafta beş kişi vardı. Üç erkek, iki kız ve bu kızlardan biri Râbia... Kız bikinili, Râbia rrlayolu..."Aman yârabbim!.. Nedir bu başıma gelen?! Aydın Bey denen herifin darbesi yetmiyormuş gibi bir de bu ha?.."Ayağa fırladı. Hemen Râbia'yı bulmalıydı. Bir iki adım attı. Aklına geldi.. Râbia evde yoktu ki!Öfke, korku,ümitsizlik, kararsızlık, acizlik, ihanet et-mişlik, ihanete uğramışlık... Hepsini bir arada yaşıyordu şimdi..Gitti yatağına uzandı."Demek öyle Râbia! Hiç ummadığım anda vurdun beni. Bana nasıl ihanet edersin!? Sana izin verdiysem, bunları mı yapmalıydın!? Bir de babamın haberi olursa!.."Kartı tekrar aldı eline . "Gözüm görmesin,şunu hemen yakayım" diye düşündü.398Çakmak almak üzere kalktı. Elindeki kart uçtu, yatağının baş ucundaki koca saksıya düştü. Almak için eğildi..O anda kafasında bir şimşek çaktı. Hafızası maziye döndü. Saç kurutma makinasının bozulduğu günü hatırladı..Râbia'nin odasına makinasmı almaya girdiğinde saksıdaki yanmış kartı hatırladı. Bir kenarı nemli toprakla temas ettiği için tam yanmamıştı.Nasıl olmuşsa olmuş, makinayı ararken yanmış kart gözüne ilişmiş, o zaman pek mühimsememişti."Aynı kart, mutlaka aynı kart olmalı!" diye fikir yürüttü."Veya benzer bir poz.. Yoksa daha başkaları mı var? " "Ne önemi var ki! Pisliğin azı da çoğu da bir.." Saatine baktı."Of kimbilir ne zaman gelir?" Yumruğunu dizine vurdu.."Bana bunu nasıl yaparmış görecek!. Ailemizin şerefini, kendi şerefini..."Elbiselerini giydi. Pencereyi açıp biraz havalansın diye açık bıraktı. Mutfağa indi, bir bardak süt içti, tekrar çıktı..Kaç gündür düzeltmediği yatağının üzerine oturdu. Odası karmakarışıktı. Kafası da karmakarışıktı.Zihni tekrar maziye döndü... Kardeşine izin verdikten sonra yaşadığı tereddütleri hatırladı. İşte o zaman, kendine kızdı köpürdü:"Bütün kabahat onun öyle mi? Ne güzel de sıyrılıveri-yorsun mes'uliyetten!..Senin hiç kabahatin yok sanki! Bir de sorgusuz sualsiz hesab sormaya kalkacaksın! Hiç dinlemeden infaza yelteniyorsun!""Hayır Yavuz hesab sormak senin neyine !? Gelince dinleyeceksin, sonra da..."O sırada aşağıda konuşma sesleri duydu. Hemen fırladı kapıyı açtı. Korkuluklardan aşağıya sarktı, gelen seslere kulak kabarttı. Râbia ile İzzet Efendi konuşuyorlardı. Bekledi, az sonra ayaklarının ucuna basa basa salonu geçip merdivenlere yürüyen Râbia göründü.. Başını yukarı kaldırıp kendisine bakan ağabeyini görünce kızcağız irkilmeden edemedi...399Bir an bir tereddüt geçirdi.. Geri dönmenin faydasızlığını anlamış olacak ki basamakları tırmanmaya başladı.Ağabeyinin yanına gelince ne diyeceğini bilemedi. Gözlerini kaçırmaya çalıştı.Yavuz ma'nâlı ma'nâlı:- Hoşgeldin Râbia, dedi.- Hoşbulduk ağbi...İzzet Efendi'den mi öğrendin?- Neyi?- Anlamamış gibi konuşma şimdi. Ne olduğunu biliyorsun!"Ah şans! .. Bir haftadır peşini kovaladığım mektub,so-nunda ağbimin eline düşüyor!"Zeki kız, bütün ümitsizliğine rağmen ağabeyini yumuşatmak ümidiyle konuştu:- İçeri girdim... İzzet Efendi'ye arayan soran olup olmadığını sordum. "Sâdece postacının geldiğini, sana bir mektub olduğunu söyledi.. Hepsi bu!..

Page 182: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Hadi odana gir de biraz konuşalım..- Ağbi canım çok sıkkın zâten! Bugünkü imtihanım kötü geçti.. Başka bir zaman olsa olmaz mı?..Yavuz'un sesi son derece soğuktu:- Ben senden yüz kat daha beterim!..Daha fazla mukavemet edemedi. Kendisi önde,ağabeyi arkasmda odasına girdiler. •Râbia süklüm püklüm ilk bulduğu yere oturdu. Ağabeyi birkaç defa yukarı-aşağı gitti geldi.. Nasıl başlıyacağmı kestiremiyordu.Kızcağız ilk konuşan olmanın faydalı olacağını düşündü.- Ağbi!. Suçluyum, biliyorum.. Fakat bir tuzağa düşü-rüldüm. Onu da geçen hafta öğrendim. Leylâ her şeyi anlattı bana..Beklemeye, işi uzatmaya tahammülü yoktu Yavuz'un.. Dâvayı hemen neticeye bağlamak isteyen bir hâkim gibiydi..Râbia konuşurken; "Bu kadar derdin arasında nereden bulaştın bu işe?!" diye bir ses devamlı konuştu içinde. Hayâtında yaşadığı isteksizliklerin belki en şiddetlisini yaşı-400yordu şimdi... Yalnız bu isteksizlik, "bana ne" anlayışından tamamen uzaktı. Biricik kardeşi için böyle bir şeyi düşünemezdi zâten..- Nasıl bir tuzak bu?Râbia kurulmuş bir saat gibi, olanları teklemeden anlattı.Yavuz bunları dinlerken, bir yukarı bir aşağı gidip gelmeye devam ediyordu.Tekrar ediyorum ağbi!.. Suçluyum ama bir tuzakla karşı karşıyayım. Hem bu tuzak hepimize, bütün ailemize...Hemen kapıya yürüdü Yavuz. Çıktı, elinde fotoğrafla geldi. Kardeşinin gözünün içine sokar gibi uzattı.-Kim bu resimdekiler?-Şu kız Leylâ... Diğer iki erkeği hiç tanımıyorum. Şu en sağdaki kıvırcık saçlı uzun boylu olanı da Leylâ'nın uzaktan akrabasıynuş. Aslen buralıymış... Bunu da geçen hafta Leylâ'dan öğrendim.Bunu söylerken, kafasında bir şimşek çaktı..-Ağbi, kartı kesip bu adamı İzzet Efendi'ye göstermem lâzım...-Nedenmiş o? Şimdi anlarız ağbi!Kalktı, bir makas çıkardı getirdi. Resmi düzgünce kesti. -Hadi inelim aşağıya...Bu söze kuzu kuzu itaat etti Yavuz... Aşağıya indiler. İzzet Efendi mutfakta yalnız, sofranın son hazırlıklarını yapıyoidu.-Sofrayı hemen hazır ediyorum Yavuz Bey... -Yoo, onun için gelmedik, dedi Râbia.. Elindeki resmi gösterdi...-İyi bak İzzet Amca!.. Bu adamı tanıyabilecek misin? İzzet Efendi bütün dikkatini verdi baktı.. Olmadı pencereye doğru tuttu..- Elbiseli olsa.. Ama gene de gözüm bir yerden ısırıyor.- Resimde yüzü tıraşlı. Bir de şu kıvrık saçlarına dikkat et.Yabancı gelmedi ama nerden tanıyorum bunu? 401Bir yandan da çocuklara soru dolu gözlerle tuhaf tuhaf baktı..- Bizi üç-dört ay önce arayan bir arkadaşımız vardı ya.. Hani adamı garib bulmuş, şübhelendiğini imâ etmiştin!- Tamam o adam... Ta kendisi!..Hayretle Râbia'ya baktı. Soru sormak için ağzını açtı, cesaret edemedi.Hayretin asıl büyüğü Yavuz'daydı.- Hadi gidelim ağbi...Gene itaat etti Yavuz.. Merdivenlerden çıkarken:- Râbia, nasıl tahmin ettin bunu? Ben unutmuştum bile...- Hatırlıyor musun ağbi, o zaman da pirelenmiştİm!.. Duâ edelim ki İzzet Efendi aptal biri değil...Fazla zorlanmadan tanıdı adamı.- Tertibin de böylesi!..- Bir şey mi dedin ağbi?- Yoo, kendi kendime mırıldandım işte.. Odaya tekrar girer girmez:- Ağbi inan seni üzmek, kızdırmak... Söyledim ya.. Yavuz,ölgün bir sesle:- Mühim değil, dedi. Her şey olup bitmiş..Geriye dönüşü yok bunun. Hem çok daha çirkin bir tuzağa sen de ben de düşebilirdik... *

Page 183: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

Son cümlesi âdet? fısıltı hâlinde çıkmıştı.Son bir haftadır, içinden bir sesin "suçlusun" diye bas bas bağırdığı Râbia, ağabeyinin gözünde temize çıkmak ümidiyle son birkaç söz söylemek üzere ağzını açtı..Ağabeyi, az öncekinden daha cansız bir sesle:- Yeter Râbia.. Hiçbir şey duymak, dinlemek istemiyorum..Sallana sallana çıktı odadan. Başı önde, kardeşine hiç bakmadı.Yüzünün son hâli, Râbia'mn Ömür boyu hafızasından silinmeyecekti. Mumya gibi renksiz bir yüz, insanı korkutan bakışlar...Odasına girdiğinde, yıkılacak gibi olduğunu hissetti402mYavuz.. Gözleri kararmıştı. Sırtını bir müddet kapattığı kapıya yasladı. Sersemliğinin geçmesini bekledi. Kulakları uğul-duyordu. Sendeleyerek birkaç adımda yatağına ulaştı. Yığılır gibi yüzükoyun uzandı. Alnı, ensesi, sırtı alev alev yandı önce. Sonra ter boşandı.Biraz rahatladığını hissetti. Gözü açılmıştı biraz. Döndü, sırtüstü boylu boyunca uzandı."Asıl suçlu benim Râbia! Sana ağabeylik yapamadım! Benim gibi bir âcizden başka ne beklenirdi ki zâten!.."Ağlamak istiyordu. Hayır, yapamadı. Bir damla gözyaşı bile yoktu. Aynı hâli Aydın Bey'in evinden kaçıp odasına kapandığında da yaşamıştı.Kalktı, duvara cansız darbelerle birkaç yumruk salladı.Birileriyle konuşmalıydı. Birilerinden yardım istemeliydi. Ama kimi vardı ki? Onu anlayacak, ona yol gösterecek?..Vardı bir kişi. Sâdece bir kişi.. Yusuf idi bu...Evet, ona ancak Yusuf yardım- edebilirdi! Donuk gözlerinde bir kıvılcım çaktı.Kalktı ayağa.. Telefon etmek üzere yeni aldığı cep telefonuna yürüdü.'"Bu gün Cum'a.. Tatil günü.." Saatine baktı. Bir buçuğu geçmişti." Cum'a namazından çoktan dönmüştür- En iyisi evi ariyayım.."Telefonu aldı, tuşlara bastı..- Alo yenge ben Yavuz.. Yusuf evde miydi acaba?- Yusuf yok artık yavrum! Yurt dışına gideli nerdeyse on gün oluyor. Haberin yok muydu yoksa?- Doğru ya, unutmuşum! Geçenlerde vedalaşmaya gelmişti.Zıpkın yemiş gibi sarsıldı. Kolu yere inerken telefon yere düştü. Olduğu yerde dondu kaldı..Hiçbir şey düşünemiyordu. Zihnî faaliyetleri tamamen durmuştu sanki.O vaziyette ne kadar durduğunu bilmiyordu. Bir robot gibi ağır ağır döndü. Yatağına yığılır gibi oturdu."Yazık!.. Bütün kirliliğime rağmen onunla görüşmeye cesaret etmiştim. Son ümidimdin sen Yusuf! Ben kir idim,sen403ise su... Kir, sudan korkar mı hiç?""Bu güne kadar korkmuş, şimdi ise bütün cesaretimi toplamıştım ama..."Başını elleri arasına aldı. İki eliyle saçlarını yolar gibi karıştırdı..."Yârabbim ne kadar da yalnızım! Ne kadar güçsüzüm! Ne kadar suçluyum! Ne kadar zavallıyım!...""Ah anneciğim!... Affet beni!.. Râbia'ya sâhib çıkamadım. Emânetini koruyamadim. Yaşamayı bile hak etmiyecek kadar bayağıyım ben!.."" Yaşamamalıyım öyleyse!.11Gözlerini faîtaşı gibi açtı.."İntihar!...Aman Allahım!... Yapamam bunu. Eğer bu karanlık dehlizde bir İğne ucu kadar ışık varsa, belki âhiretimi o kurtarabilir! Hayır hayır, ebedî azabı göze alamam...""Affet Allahım! Böyle bir şeyi aklımdan geçirmek bile...""Ne yapacağım ben şimdi?! Kendime bile hayrım yok ki! Ah zavallı Yavuz!..""Suçluyum... Allah'a karşı, anneme karşı, Râbia'ya karşı, babama karşı ve cemiyete karşı..."

Page 184: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

"Ne biçim insanım ben!?. Allahım affet, Sana kul olamadım! Kendime karşı dürüst olamadım. Anneme ihanet ettim. Ne aileme, ne cemiyete bir faydam oldu. Affet Aİlahim!..Hayır... Rahatlayacak, vicdanının sesini susturacak gibi değildi. Son bir defa alev gibi;"Suçluyum" sözü çıktı ağzından .404XXXVIRâbia sabah uyandığında, ilk işi hemen doğrulup aynaya bakmak oldu."Oh yârabbim! Ne kâbustu o öyle!" Ayağa kalktı, kendisini tepeden tırnağa görmek istedi. İyice yaklaştı, saçlarına baktı. Ellerini yüzüne sürdü. "Yok, çok şükür bir şey yok!"Dışarıya çıktı geldi. Kıyafetini değiştirdi. Kahvaltı etmek üzere aşağıya indi.Saat on bire geliyordu. Tek basma kahvaltı masasır.a oturdu. İzzet Efendi'ye ağabeyinin evde olup olmadığını soı-du. "Dışarı çıktığını görmedim" cevabını aldı.Demek hâlâ uyuyordu. "Son günlerde amma da u- u-yor" diye geçirdi içinden...Geçirdiği son yirmi dört saati düşündü... İçi t:. odi. Rü'yâsını hatırladı, iliklerine kadar ürperdiğini hissetti."Bu bir ikaz, hem de müthiş bir ikaz" diye söylendi. Bana te'sir eden çok rü'yâ gördüm ama böylesini hiç...""Ağbime bugünlerde hiç görünmesem... Ama nasıl yapacağım ki? Her an aynı çatı altındayız.."Masadan kalktı. O sırada telefon çaldı. Yürüdü, açtı... Arayan yengesi Nesibe Hanım'dı. Sesi telâşlıydı... -Râbia kızım... Bak iyi dinle!.. -Ne var, hayırdır yenge?-Dün Yavuz bizim evi aramıştı. Yusuf'u sordu. Dalgınlıkla gittiğini unutmuş olacak... Bu gün sabahtan beri Yavuz'u düşünüyorum... Dün nasıl da akıl edememişim... Birden işkillendim işte! Yavuz Yusuf'u boşa aramaz. Senelerdir hiç aramayan Yavuz ihtiyacı var ki aradı diye düşündüm...-Ağbin evde mi yavrum?405-Zannederim odasında...- Bir bakıversen yavrum !. Hastalık günlerini düşünüyorum sabahtan beri... Anlıyorsun değil mi?- Tabiî yenge.. Çok sağolasın. Hemen bakarım. Telefon kapandı."Aman yârabbim, ya endîşeleri doğruysa!"Heyecandan bacakları titriyordu."- Şimdi nasıl gideceğim onun yanına?! Ben ondan kaçmaya çalışırken..."Başka yolu yok. Mecburen gideceğim. Şöyle bir hâlini hatırını sorarım. Bir şeye ihtiyacı olup olmadığını...""Ya uyuyorsa hâlâ. Uyuyorsa uyandırırım canım!. Düşündüğün şeye bak!"Acele acele tırmandı merdivenleri. Ağabeyinin kapısı önüne gelince durdu. Yakklaştı, içeriye kulak verdi. Hayır, ses seda yoktu.Usulca kapıyı tıklattı. Sonra daha kuvvetle bir daha.. Hayır ses yoktu. Son defa cama vurdu. Hiç ses yoktu..Yavaşça açtı kapıyı.. Hayret!.. Ağabeyi içerde ve hiç ses vermemişti. Yerde, halının üzerinde bağdaş kurmuş, sırtı kapıya dönük vaziyette oturuyordu. Yanına yürüdü, omzuna dokundu.- Ağbi!.. •. Hiç tınmadı Yavuz..İki eliyle omuzlarını hafifçe sarstı.Yavuz adetâ santim santim başmı çevirdi. Hiç tanımı-yormuş gibi baktı.Bir çığlık attı RâbiaL- Ağbi, ne oldu sana?!Hemen önüne geçti, bu korkunç yüze bir daha baktı.. Gözler kan çanağına dönmüş, göz kapakları şişmiş, yüzü kireç gibi, bakışları son derece ma'nâsız ve korkunç... Sabaha kadar uyumamış mıydı acaba? Kuvvetlice sarstı Yavuz'u,- Ağbi neyin var?Sesi gayet donuk, adetâ heceleyerek konuştu:- Yu su fu bu lun ba na...406

Page 185: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

- Ağbi ne olur konuş! Ne oldu?- Günâh kâ rım... Suç lu yum..- Ağbi bir şeyler söyle, ne olur!..Hayır, duvar gibiydi. Hiç tepki yoktu.. Başını önüne indirdi, öylece kaldı..Râbia daha fazla sabredemedi. Ağabeyini bıraktı. Çıktı odadan..Doğru telefona gitti. Fabrikayı aradı.Babasının sesini duyunca, içinden bir "oh" çekti.- Baba, ağbim hastalandı gene. Bu sefer çok kötü.. Hemen gelmen lâzım.- O ne öyle kızım!? Kıyamet mi kopuyor? Biraz sakin ol bakalım!.- Baba bildiğin gibi değil! Görünce bana hak vereceksin. Boşuna telâşlanmıyorum.- Peki hemen geliyorum. Aman sakin ol!.Râbia salonda bir aşağı bir yukarı gezinerek, sabırsızlıkla bekledi babamı.Selâmi Bey, yarım saat sonra evdeydi. Yalnız değildi. Yanında, Râbia'nm o güne kadar hiç görmediği bir ihtiyarla, aile doktorları vardı.Gelen ihtiyar, Nûreddin Efendi'den başkası değildi. Râbıa telefon ettiği sırada, Selâmi Bey'in odasındaydı. Bir faydam olur belki diyerek o da gelmişti.Dördü birlikte Yavuz'un odasına çıktılar.Yavuz, kız kardeşi nasıl bırakmışsa o vaziyette duruyordu.Önünde çömelen babasının "nasılsın yavrum?" suâline önce boş gözlerle baktı. Sonra Râbia'dan istediğini tekrarladı:-Yu su fu bu lun ba na...•••Ertesi gün, baba kız salonda oturmuşlar dertleşiyorlar-dı. Belki aylardır, belki senelerdir böyle sıcak bir yakınlık olmamıştı aralarında... Şübhesiz, felâketlerin birleştiriciliği bu yakınlaşmada baş rolü oynamıştı.Yavuz'u, derhal özel bir hastanenin psikiyatri kliniğine407kaldırmışlardı. Nûreddin Efendi, önceki gece Yavuz'un yanında refakatçi olarak kalmıştı. İcab ederse o gece de daha sonra da kalacaktı.-Ne mübarek insan şu Nûreddin Efendi! Benim yapacağım işi o yapıyor. Bu yaşmda hiç yüksünmeden...- Bilmem , dedi Râbia.. O telâşede kendisine hiç dikkat edemedim.- Tanısaydın; tanısaydık, onu ve onun gibileri örnek alsaydık çok şey değişirdi kızım! Biliyor musun, ahlâkı Yusuf'a çok benziyor.İçi cız etti Râbia'nın.. Çok büyük bir pişmanlığı yaşıyor gibi yüzü ekşidi, başını hafifçe sağa-sola salladı. Babası dikkat etmedi bu hâle..- Dün doktor neler söyledi baba? Ağbim gerçekten çok mu kötü?Yüzü acıyla gerildi Selâmi Bey'in. Bütün soğukkanlılı-ğıyla:- Kaçıncı defa sorduğunun farkında mısın Râbia? Dünden beri beş oldu belki!..- Ne yapayım babacığım, çok endîşe ediyorum! Ondan, senden başka kimim var benim?! Ona bir şey olursa!..Son sözü hangi maksatla söylediğini anlayamadı babası..- Söyledim ya; ağır bir depresyon geçiriyor. Öncekinden çok daha şiddetli.. Allah korusun çok daha kötü olabilir!..- Sana dün söyledim mi bilmiyorum. Doktor "daha ötesini düşünmek bile istemediğini" bizim anlıyacağımız tabir-le,"çıldırma çizgisi üzerinde olduğunu" söyledi. Diğer yandan; "onunla rezonansa geçebilecek, diyalog kurabilecek birinin doktorlardan çok daha faydalı olacağını, çok hızlı ve mucizevî bir iyileşme görüleceğini" söyledi.-Nûreddin Efendi inşaallah faydalı olur. Zâten doktorlardan çok ona güveniyorum.-Ne hikmettir bilmiyorum, Yusuf'da tam zamanında gitti. Gördün işte, kaç defa "Yusuf'u bulun bana" dedi...-Bir de "günahkârım, suçluyum nakaratı..." diye ilâve408etti Râbia...Bunları söylerken, içini bir korun yaktığmı hissetti. Ama hayır, babasının olanlardan haberi olmamalıydı. Allah korusun, bir de o hasta olursa!..Rü'yâsını hatırladı gene..."Günahkâr da benim, suçlu da.. İki gündür neler yaşadığımı bir ben bilirim bir de Allah!.."

Page 186: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

"Hayret doğrusu, bütün bu olanlara rağmen hâlâ soğukkanlı olabiliyorum!.""Ne yapabilirim ki? Ortalığı velveleye mi vereyim, intihar mı edeyim?..""Hayır hayır, böyle bir zamanda en soğukkanlı olması gereken benim!.."Babasının sesiyle uyandı:- Ne o kızım, çok düşüncelisin.. Biliyorum çok üzülüyorsun ama...- Metin olmak lâzım yavrum.. Hem akşam, misafirlerimiz gelecek!.. Ahmed Bey'le rahmetli Yakub'un bir arkadaşı. Onlara ve herkese güçlü olduğumuzu hissettirmeliyiz. İzzet Efendiyle karısına da bir şey belli etmemeye çalış...Koltuğundan kalktı, gitti kanepeye oturdu.- Yavrum gel yanıma şöyle.. Yanyana oturalım. Râbia, gözlerinde pırıltılarla kalktı, babasının yanınaoturdu. " Ne zamandan beri böyle oturmadıklarını" düşündü...- Selâmi Bey yüzünü döndü. Elini kızının omzuna attı.- Râbia, ben de suçluyum!.. Gözlerini iri iri açtı kızı..- Evet ben de suçluyum!..- Annenizin genç yaşta ölümü beni yıkmıştı. Çâreyi kendimi işime vermekte bulmuştum.-Annenizin yerini asla tutamaz diye, size annelik yapamaz diye başkasıyla evlenmedim. Size hem annelik hem babalık yapmaya çalıştım. Ama olmadı kızım! Annelik bir tarafa, size babalık da yapamadım...-Yavuz'un hırçınlıklarım, senin bazı âsi davranışlarını anlıyamadım. Belki anlamak istemedim. İşlerimle haşır-ne-şir, nihayet bu noktaya geldik.409-Yalnız şunu bil ki; suçun tamâmı bende değil... Biz câhil yetiştik, çorak toprakların insanlarıydık. Bizim nesille evlâtları arasında bu dertler sık sık yaşanıyor. Zira biz öyle bir devirde yaşadık ki; müslüman olmak suç, fazilet ahmaklık idi o devirde...-Bugün de çok şey değişmiş değil... Ama sizin önünüzde her kapı açık..Bizim devrimizde sâdece şer kapısı açıktı.- Fabrikaya telefon ettiğin sırada, Nûreddin Efendi'ye Yavuz'dan su/ ediyordum. Beni dinledi dinledi... Sonra da âdeta bütün noksanlarımı hülâsa eden bir tesbitte bulundu. İşte o zaman düştüğüm büyük hatayı anladım. Aynen şöyle dedi:"Basit, zayıf, câhil, riyakâr baba ve anneler evlâtlarına muallim ve mürebbi olamazlar. Sözlerini dinletemezler, evlâtları onları bir aziz olarak göremez.Râbia kıpırdandı:- İyi de baba, bunların hepsi sende yok ki!-Ben var olduğunu görüyorum ya.. Sen istediğin kadar "yok" de!- Bundan sonra değişeceğim kızım. Sizden daha kıymetli neyim var ki benim!?İçinden babasına sarılmak geleli Râbia'nın Birden, bunu hafiflik telâkki ederek vazgeçti..- Hayır baba, asıl suçlu bizlerdik. Çocukluğumuzdan beri, arkadaşlarımızı bile sen seçmeye çalıştın. Ama biz "olmaz" dedik.Kendi arkadaşlarımızı seçeceğiz, kendi yolumuzu çizeceğiz diye inat ettik.- Sen haklıymışsın baba!- İlk okula başladığımız günden itibaren bize hep maddeyi öğrettiler. Hocalarımız ve ders kitablarımız; dindar insanlara "yobaz" dedi "mürteci" dedi, "cani" dedi. Daha ufacık çocuklar iken dini öcü olarak gösterdiler bize...- O yaşlar çok mühim baba! O zehirler şuur altında öyle bir depolanıyor ki, ileriki yaşlarda bir bir açığa çıkıyor.-Belki bu yüzden, Yusuf ağbiye de çok haksızlık ettim.410Dikkat ediyor musun, onun için "ağbi" lâfını gıyabında ilk defa kullanıyorum. Ona saygısızlık sanki senelerdir üzerime vazife idi..-Neyse kızım, onları sonra konuşuruz. Şimdi öncelikle ağbini düşünelim...-Hayır baba! Bu mevzu açılmışken konuşmam lâzım. Hem sâdece Yusuf ağbi değil mevzu... Başka şeyler de var..."Sen bilirsin" ma'nâsında kızma baktı babası..-Baba, çok açık konuşacağım... Madem sen yüreğini ortaya koydun, ben de yapmalıyım aynısını.. Temennim, bundan sonra da böyle açık olmamız...-Bundan emin olabilirsin kızım...

Page 187: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

-Hani birkaç ay önce, gene burada, üçümüz bir aradayken, Yusuf ağbinin evlenme teklifinden söz etmiştim ya...-Evet... Reddetmiştin o teklifi...- Reddetme falan yok baba.. Hepsi yalandı. Benim koskoca bir yalanım,,Selâmı Bey ir kildi..- Ne? Nasıl yâni?- Basbayağı bir yalan işte.. Yusuf ağbiye çocukluğumdan beri hayrandım ben .. Ama seneler bizi yakınlaştıracağına uzaklaştırdı.. Zira onun yakın münasebete set çeken bir dünyâsı vardı. Yalnız; son günlerde yaşadıklarımdan sonra iyice hak verdim ona..- O gece bir sürü bühtanda bulundum kendisine. Hatırlarsın, seni de çok kızdırmıştım.- Hep birilerine yaranmak, hep birilerinden korkmak nedir, bilir misin baba? Bugüne kadar hep böyle yaşadım. Birçoğumuzun derdi bu.. İğrenç bir hayat felsefesi!..- Çevremde hep takdir gördüm, parmajda gösterildim bugüne kadar. Ama beni takdir etmeyen bir gün olsun iltifat etmeyen, bir tek kişi vardı.. O da Yusuf ağbiydi!-İşte bu beni çileden çıkarıyordu.- Evet, ona hayrandım!.. Ve onu erişilmez bir insan olarak görüyordum. Karşılık göremeyince de "kedi ulaşamadığı ciğere murdar dermiş" hesabı ver- ansın ediyordum.411- Gittiği günden beri de perişanım diyebilirim. Babası, kızına acıyan gözlerle baktı...- Hayır baba, acınacak bir şey yok!. Herşey benim eşekliğimden... Hem, sâdece bir hayranlık bu... Aşk falan olduğunu hiç sanmıyorum...Sevgi, hayranlık ve nefreti hep bir arada yaşadım... Ama kimselere doğrudan açamazdım ki içimi.Selâmi Bey, kendinden gayet emin "sen öyle zannet" diye geçirdi içinden...-Biliyorum ki benim en iyi ilâcım, "ona asla lâyık olamı-yacağımı" bilmek... Şayet mes'ele evlilik ise o benden çok çok üstün birilerine lâyık..-Onun için, kısa zamanda kendimi toparlayacağıma emin olabilirsin baba... Biliyorum, bu kadar üzüntün arasında...Kızının bu kadar içten konuşması, bu kadar açık ve yakın olması, bir o kadar da tutarsızlığı hayrete düşürmüştü Selâmi Bey'i...-Hayır kızım, çok iyi oldu anlattığın..Babasına daha bir sıcak baktı Râbia... Rahatlamıştı... Aylardır sırtında kambur olan bir vicdanî yükten kurtulmuştu...-Şimdi benim için daha mühim bir mes'ele var baba!..-Nedir o?-Evvelki gece bir rü'yâ görmüştüm. Korkunç mu desem, müjdeli mi desem bilemiyorum. Ama beni çok derinden sarstığı muhakkak... Ömrüm boyunca unutamayacağım. Ve dünden beri içimde tufanlar kopuyor...-Hayırdır inşaallahlAnlat bakalım...-Rü'yâda bir anda altmış yaşına girdiğimi görüyorum. Düşünsene; yumi yaşına gireli daha üç hafta oluyor. Bir anda altmış yaşına girmek ne demek!?...-Hayâtımda hiç yaşamadığım derecede bir pişmanlık yaşıyorum. O güne kadar bomboş yaşamışım. Âhirete götürecek azığımın olmaması o kadar korkutuyor ki beni!..-O pişmanlıkla, o korkuyla hüngür hüngür ağlıyorum. Öyle bir ağlayış ki, seller gibi yaş boşanıyor. Bir yandan da412içim yanıyor, çok müthiş bir azab yaşıyorum...-Af diliyor ve duâ ediyorum: "Allahım affet beni, affet beni!.. Beni livaü'1-hamd altında toplananlardan eyle.."-Çok enteresan... "Livaü'1-hamd" diye bir tabiri hayâtımda duymuş değilim. Uyandıktan sonra kelimeyi unutmamak için defalarca tekrarladım...-Ne demek bu baba?-Bildiğim kadarıyla; mü'minlerin mahşer günü altmda toplanacağı Peygamber (s.a.v.) efendimizin sancağının ismi...-Yaa, deyip hayretle gözlerini açtı Râbia. Yüzünde memnuniyetin aydınlığı vardı.-Hayırdır inşaallah... Seni bu yolla ikaz etmişler...

Page 188: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

-Evet baba, hem de ne ikaz!.. Şimdi bile titriyorum...Ayağa kalktı Râbia... "Şimdi geliyorum" diyerek dışarı çıktı...Beş dakika geçmemişti ki tekrar geldi.Babası baktı baktı, hayretler içinde ayağa kalktı.Kızı bembeyaz bir başörtüsü içinde nurdan bir heykel gibi duruyordu.-"Yeter artık" dedim baba... Şu andan itibaren örtüneceğim... Kollarını açtı Selâmi Bey:-Yavrum benim!... Ne kadar sevindirdin babanı bilemezsin.. Sarıldı, alnından, yanaklarından öptü.-Hayırlı, mübarek olsun!..O sırada, dışarda ikindi ezanının sesi gelmeye başladı.Yanyana tekrar oturdular.-Ve bu vakitten itibaren namaza başlayacağım.-İki gündür kaç defa tövbe ettiğimi hatırlamıyorum... Bugüne kadar şu açık başımla neler yaşadım, neler gördüm!.. Hele son zamanlarda...-Artık şunu anladım: Tesettürsüzlük; kıyafetin sâde bi-" le olsa nâmahremin iştihasını açıyor ve tecâvüzüne meydan veriyor. Kadının zayıf hilkati bunu emrediyor, bunu ihtar ediyor. Ve anladım ki; tesettür bir siperdir, bir kaledir...Misafirleri gittikten sonra koltuğunda bir müddet413memnun memnun oturdu Selâmı Bey..On dakika geçmemişti ki dışarda bir araba durdu. Az sonra da zil çaldı.Gelen Nûreddin Efendi idi. Salonda onu ayakta karşılayan Selâmi Bey endişeli endişeli bakmaktan kendini alamadı.Oturdular... Sorar gözlerle bakınıyor,sormaya cesaret edemiyordu. Nûreddin Efendi anlamıştı vaziyeti.-Endîşe edecek bir şey yok... Sâdece bir şey almaya geldim. Yavuz Bey'in bir Kur'an'ı varmış, onu istedi. İlk okulda, orta okulda okuduğu el yazma bir Kur'an... Odasındaki kitab-lığın en üst rafının en başında...İçinden bir "oh" çekti Selâmi Bey...-Oğlum nasıl oldu? Müsbet bir gelişme var mı?-İlâçları kullanmaya devam ediyor. Değişen pek bir şey yok. Yalnız, bu gün dili biraz çözüldü. Sorduklarıma kısa ce-vablar vermeye başladı. Şübhesiz bu da iyi bir gelişme..-Çok şükür... Peki iki günde bu noktaya nasıl geldi?-En büyük âmil Yusuf... Yusuf'un en iyi dostu olduğumu, sırdaşı olduğumu, birbirimizi çok iyi anladığımızı söyledim.-Yalnız, ben emâneti alıp hemen gideyim. Yavuz Bey'e hemen döneceğimi söyledim.-Kahve içeriz, öyle gidersiniz. Bir on dakikadan bir şey çıkmaz değil mi?Dışarıya çıktı. Râbia'ya Kur'an'ı getirmesini, iki de kahve içeceklerini söyledi.İçeri girerken:-Biliyor musun Nûreddin ağbi, bu gün üçüncü sevinci yaşıyorum.Yerine oturdu.-İlki; kızımın örtünmeye ve namaza başlaması.,-İkincisi, Ahmed Bey ile Ferhat Bey'in gelmeleri...-Az önce gittiler onlar da.. Beni fabrikada bulamayınca buraya gelmeye karar vermişler...-Önce uzun uzun sitayişle Yusuf'tan bahsettiler. Gafletlerini, gözlerinin nasıl açıldığını anlattılar. Ardından da Ah-414med Bey evini, Ferhat Bey'de arsasını vakfa hibe etti. İşte tapular sehpânın üzerinde...Zarfların yanında biri büyük diğeri küçük iki de anahtar duruyordu.-Hele Ahmed Bey'e itiraz edecek oldum... Öyle bir susturdu ki beni!.. Zira varı yoğu oturduğu eviydi sâdece...-Duyulmasını da hiç istemiyorlardı.-Allah indinde kabul buyursun, dedi Nûreddin Efendi...-Amin...-Sonra da, vakfın vereceği her vazifenin onlar için emir olacağını söylediler..

Page 189: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

-Üçüncü haberi de sağolasın senden aldım...-Sahi, başka bir şey söylemedi mi Yavuz?-Hayır... Yalnız, anladığım kadarıyla sizlerden çok utanıyor..."Ben de nefret ediyor zannediyordum. Hayret!.."-Kur'an'ı onun için senin götürmeni istedi demek ki. Yoksa bir telefonla...-Bilmiyorum artık..-İki gündür anlıyabildiğim kadarıyla çok hassas bir insan... Bu hassasiyetine hayran oldum!-"Günahkârlık ve suçluluk" sözlerini bu kadar tekrarlıyorsa, bu kadar derinden sarsılmışsa, çıldırma noktasına geliyorsa alelade birisi değil demektir. Onu Yusuf kadar yakından tamsaydım, daha kafi hüküm verebilirdim. Lâkin bu kadarı bile ipucu veriyor.Selâmi Bey, Yavuz bir timsâl... Kokuşmuş cemiyetin kokuşmuş fertlerinin lisân-ı hâl ile kurtuluş yolunu gösteriyor bize. Nasıl olmamız lâzım geldiğini anlatıyor.-Bizim gibi ruhsuzlara, kalbi nasır bağlamışlara, kütük-leşmişlere lisân-ı hâl ile hassas olmamızı haykırıyor.-Ah hepimiz öyle hassas olabilseydik!-Cemiyet, sanki onda tek vücûd hâlinde teksif olmuş...-Sanki o haliyle; ağlanacak hâline gülenlere, yaşadıkları hayvanca hayattan memnun olanlara haykırıyor: "Yürüdüğünüz bu yol sizi çıkmaza götürüyor!.. Yaşadığınız hayat, ancak415Çıldırmışların hayâtı..."-Ve netice olarak; "ya yaratıldığınız gaye için yaşayın, veyahud benim gibi dürüst olun, hassas olun, yaşamıyor iseniz çıldırın" diyor.Selâmi Bey önüne bakıyor, hak verir gibi arada bir başını sallıyordu.İzzet Efendi kahveleri getirdi. Ardından, kılıfıyla birlikte Kur'an'ı...İçli bir sesle konuştu Selâmi Bey:-Yusuf'da olsaydı şimdi! On günde özledim kendisini...Nûreddin Efendi kahvesinden bir yudum aldı. Koltuğunda kıpırdadı...-Demin aklımdaydı, unutmuşum. Dün gece rü'yâda onunla ilgili şeyler gördüm. Ne güzel bir rü'yâ idi!..-Hayırdır inşaallah, nasıl bir rü'yâydı?-Kusura bakma Selâmi Bey, anlatamam. Mezun değilim buna.. Çok güzel bir rü'yâ olduğunu bil, yeter...-Fabrikada, son zamanlarda işe alınan bir genç var... Adı Şaban... Yusuf'un mahalle arkadaşı... Beni Yusuf'la sık sık bir arada gördüğünden olsa gerek üç-dört gün önce yanıma geldi. "Yusuf Hoca" diyor Yusuf'a... "Yusuf Hoca'dan haber var mı?" diye sordu. "Yok bir haber" dedim. "O gitti gideli mahallemizin fakirleri yeti n kaldı" dedi. Ardından da meseleyi anlattı... •-Meğer bazı geceler, bazı evlerin kapısı Önüne yiyecek torbaları konuiuyormuş. Tabiî kimin koyduğu belli değil.. Yusuf gittikten sonra bu yardımlar kesiliyor. İşin sırrı ondan sonra anlaşılıyor.Son cümleyi söylerken sesi titriyordu..Dolu gözlerle birbirlerine baktılar..-O aldanmamıştı Selâmi Bey! O aldanmamıştı!..-Kendim söylemiyorum bunu... Dün gece gördüğüm rü'yâda söyleyen söyledi..-Onun hayâtı, Asr sûresinde buyrulan hüsrana uğramayanların hayâtı.Soğumuş olan kahvesinden son yudumu içti. Ayağa 416kalktı.-Müsaadenizle ben kalkayım artık Selâmi Bey...Dışarda kar yağıyordu. Bu kış gecesi havasını doya doya ciğerlerine çekti.Bahçe kapısını açtı. Yol kenarına parkettiği Yavuz'un arabasına yürüdü.Arabayı çalıştırdı. Bir yandan gidiyor, bir yandan Yusuf'u düşünüyordu."Sen ey Yusuf!.. Neler yaptığını görmek istiyorsan dön de arkana bak..""Biliyorum; hizmette en önlerdesin. Ücrette ise ortalıkta yoksun. Sessiz geldin, hizmetini gördün ve sessizce ayrıldın gittin.""Ama dön bak! O her zamanki tevazuunla dön bak!.."

Page 190: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

"Bir meş'ale yaktın sen! Karanlıkta kalmış gönülleri yeni baştan aydınlattın. Çorak toprakları yeşerttin de gittin!..""Ölçü odur ki; yapılan hizmet hizmetkâr ile kaim değildir.""Hizmet ve icraat hizmet sahibinden sonra büyüyerek devam eder..""İşte sen bunu yaptın Yusuf!"SON417Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı Kitaplar, uygarlığa yol gösteren ışıklardır.UYARI:www.kitapsevenler.comKitap sevenlerin yeni buluşma noktasından herkese merhabalar...Cehaletin yenildiği, sevginin, iyiliğin ve bilginin paylaşıldığı yer olarak gördüğümüz sitemizdekitüm e-kitaplar, 5846 Sayılı Kanun'un ilgili maddesineistinaden, engellilerin faydalanabilmeleri amacıylaekran okuyucu, ses sentezleyici program, konuşan "Braille Not Speak", kabartma ekranvebenzeri yardımcı araçlara, uyumluolacak şekilde, "TXT","DOC" ve "HTML" gibi formatlarda, tarayıcı ve OCR (optikkarakter tanıma) yazılımı kullanılarak, sadece görmeengelliler için, hazırlanmaktadır. Tümüyle ücretsiz olan sitemizdekie-kitaplar, "Engelli-engelsiz elele"düşüncesiyle, hiçbir ticari amaç gözetilmeksizin, tamamen gönüllülükesasına dayalı olarak, engelli-engelsiz Yardımsever arkadaşlarımızın yoğun emeği sayesinde, görme engelli kitap sevenlerinistifadesine sunulmaktadır. Bu e-kitaplar hiçbirşekilde ticari amaçla veya kanuna aykırı olarak kullanılamaz, kullandırılamaz.Aksi kullanımdan doğabilecek tümyasalsorumluluklar kullanana aittir. Sitemizin amacı asla eser sahiplerine zarar vermek değildir.www.kitapsevenler.comweb sitesinin amacı görme engellilerin kitap okuma hak ve özgürlüğünü yüceltmekve kitap okuma alışkanlığını pekiştirmektir.Ben de bir görme engelli olarak kitap okumayı seviyorum. Sevginin olduğu gibi, bilginin de paylaşıldıkçapekişeceğine inanıyorum.Tüm kitap dostlarına, görme engellilerin kitap okuyabilmeleri için gösterdikleri çabalardan veyaptıkları katkılardan ötürü teşekkür ediyorum.Bilgi paylaşmakla çoğalır.Yaşar MUTLUİLGİLİ KANUN:5846 Sayılı Kanun'un "altıncı Bölüm-Çeşitli Hükümler" bölümünde yeralan "EK MADDE 11" : "derskitapları dahil, alenileşmiş veya yayımlanmış yazılı ilim ve edebiyat eserlerinin engelliler için üretilmiş bir nüshası yoksahiçbir ticarî amaçgüdülmeksizin bir engellinin kullanımı için kendisi veya üçüncü bir kişi tek nüsha olarakya da engellilere yönelik hizmet veren eğitim kurumu, vakıf veya dernek gibikuruluşlar tarafından ihtiyaç kadar kaset, CD, braill alfabesi ve benzeri formatlarda çoğaltılması veya ödünç verilmesibu Kanunda öngörülen izinler alınmadan gerçekleştirilebilir."Bu nüshalar hiçbirşekilde satılamaz, ticarete konu edilemez ve amacı dışında kullanılamaz ve kullandırılamaz.Ayrıca bu nüshalar üzerinde hak sahipleri ile ilgili bilgilerinbulundurulması ve çoğaltım amacının belirtilmesi zorunludur."bu e-kitap Görme engelliler için düzenlenmiştir. Kitap taramak gerçekten incelik ve beceri isteyen, zahmet verici bir iştir. Ne mutlu ki, bir görmeengellinin, düzgün taranmış ve hazırlanmış bir e-kitabı okuyabilmesinden duyduğu sevinci paylaşabilmek

Page 191: Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı

tüm zahmete değer. Sizler de bu mutluluğu paylaşabilmek için bir kitabınızı tarayıp,[email protected] göndermeyi ve bu isimsiz kahramanlara katılmayı düşünebilirsiniz.Bu Kitaplar size gelene kadar verilen emeğe ve kanunlara saygı göstererek lütfen bu açıklamaları silmeyiniz.Siz de bir görme engelliye, okuyabileceği formatlarda, bir kitap armağan ediniz...Teşekkürler.Ne Mutlu Bilgi için, Bilgece yaşayanlara.Tarayan: Yaşar Mutluwww.yasarmutlu.comwww.kitapsevenler.come-posta [email protected]Ömer Faruk _ Bayezit O Aldanmamıştı