Maliye tarihi öğrenci kopyası 1
-
Upload
mustafa-durmus -
Category
Economy & Finance
-
view
145 -
download
0
Transcript of Maliye tarihi öğrenci kopyası 1
Maliye Tarihi
Doç. Dr. Mustafa Durmuş2013- 2014
1 «Toplumsal olaylar ve olgular derindeki ihtiyaçların bir sonucu olarak
ortaya çıkarlar.
Yani bunlar alt yapıdaki zorunlulukların ya da ertelenemez ihtiyaçların dışavurumlarıdır, semptomlarıdır.
Bu nedenle de, her şeyde olduğu gibi, kamu maliyesi değişkenlerinin de (vergi, harcama ve borçlanma gibi) öncelikle bir bütünün, bir oluşumun, bir sürecin parçası olduğunu ve bunu iktisadi gelişmelerin koşullandırdığını ya da açığa çıkardığını görmek ve değerlendirmek gerekir».
Bu bakış açısı altında AŞAR’ın ortaya çıkışına yol açan faktörler, aynı dönemde başka ülkelerdeki vergilerle benzerlikleri, konuluş ve kaldırılışını etkileyen faktörler.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 2
Ödev Konuları
2 «Toplumsal olaylar ve olgular derindeki ihtiyaçların bir sonucu
olarak ortaya çıkarlar.
Yani bunlar alt yapıdaki zorunlulukların ya da ertelenemez ihtiyaçların dışavurumlarıdır, semptomlarıdır.
Bu nedenle de, her şeyde olduğu gibi, kamu maliyesi değişkenlerinin de (vergi, harcama ve borçlanma gibi) öncelikle bir bütünün, bir oluşumun, bir sürecin parçası olduğunu ve bunu iktisadi gelişmelerin koşullandırdığını ya da açığa çıkardığını görmek ve değerlendirmek gerekir».
Bu bakış açısı altında Osmanlı’da şer’i ve örfi vergilerin ortaya çıkışına yol açan faktörler.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 3
Ödev Konuları
3 «Toplumsal olaylar ve olgular derindeki ihtiyaçların bir sonucu olarak ortaya çıkarlar.
Yani bunlar alt yapıdaki zorunlulukların ya da ertelenemez ihtiyaçların dışavurumlarıdır, semptomlarıdır.
Bu nedenle de, her şeyde olduğu gibi, kamu maliyesi değişkenlerinin de (vergi, harcama ve borçlanma gibi) öncelikle bir bütünün, bir oluşumun, bir sürecin parçası olduğunu ve bunu iktisadi gelişmelerin koşullandırdığını ya da açığa çıkardığını görmek ve değerlendirmek gerekir».
Bu bakış açısı altında TÜRKİYE’DE VARLIK VERGİSİ’ ninortaya çıkışına yol açan faktörler, aynı dönemde başka ülkelerdeki eşdeğer vergiler, konuluş ve kaldırılışını etkileyen faktörler.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 4
Ödev Konuları
4 «Toplumsal olaylar ve olgular derindeki ihtiyaçların bir sonucu
olarak ortaya çıkarlar.
Yani bunlar alt yapıdaki zorunlulukların ya da ertelenemez ihtiyaçların dışavurumlarıdır, semptomlarıdır.
Bu nedenle de, her şeyde olduğu gibi, kamu maliyesi değişkenlerinin de (vergi, harcama ve borçlanma gibi) öncelikle bir bütünün, bir oluşumun, bir sürecin parçası olduğunu ve bunu iktisadi gelişmelerin koşullandırdığını ya da açığa çıkardığını görmek ve değerlendirmek gerekir».
Bu bakış açısı altında DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE GELİR VERGİSİ ve KURUMLAR VERGİSİ’ nin ortaya çıkışına yol açan faktörler.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 5
Ödev Konuları
5 «Toplumsal olaylar ve olgular derindeki ihtiyaçların bir sonucu
olarak ortaya çıkarlar.
Yani bunlar alt yapıdaki zorunlulukların ya da ertelenemez ihtiyaçların dışavurumlarıdır, semptomlarıdır.
Bu nedenle de, her şeyde olduğu gibi, kamu maliyesi değişkenlerinin de (vergi, harcama ve borçlanma gibi) öncelikle bir bütünün, bir oluşumun, bir sürecin parçası olduğunu ve bunu iktisadi gelişmelerin koşullandırdığını ya da açığa çıkardığını görmek ve değerlendirmek gerekir».
Bu bakış açısı altında DÜNYADA VE TÜRKİYE’DE KDV ve ÖTV’nin ortaya çıkışına yol açan faktörler.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 6
Ödev Konuları
6 «Toplumsal olaylar ve olgular derindeki ihtiyaçların bir sonucu
olarak ortaya çıkarlar.
Yani bunlar alt yapıdaki zorunlulukların ya da ertelenemez ihtiyaçların dışavurumlarıdır, semptomlarıdır.
Bu nedenle de, her şeyde olduğu gibi, kamu maliyesi değişkenlerinin de (vergi, harcama ve borçlanma gibi) öncelikle bir bütünün, bir oluşumun, bir sürecin parçası olduğunu ve bunu iktisadi gelişmelerin koşullandırdığını ya da açığa çıkardığını görmek ve değerlendirmek gerekir».
Bu bakış açısı altında DÜNYADA KAMU BORÇLANMASI’nın ortaya çıkışına yol açan faktörler ve DÜYUN’U UMUMİYE BORÇLARI.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 7
Ödev Konuları
7 «Toplumsal olaylar ve olgular derindeki ihtiyaçların bir sonucu
olarak ortaya çıkarlar.
Yani bunlar alt yapıdaki zorunlulukların ya da ertelenemez ihtiyaçların dışavurumlarıdır, semptomlarıdır.
Bu nedenle de, her şeyde olduğu gibi, kamu maliyesi değişkenlerinin de (vergi, harcama ve borçlanma gibi) öncelikle bir bütünün, bir oluşumun, bir sürecin parçası olduğunu ve bunu iktisadi gelişmelerin koşullandırdığını ya da açığa çıkardığını görmek ve değerlendirmek gerekir».
Bu bakış açısı altında TÜRKİYE’NİN IMF’YE BORÇLANMASINA yol açan faktörler.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 8
Ödev Konuları
8 «Toplumsal olaylar ve olgular derindeki ihtiyaçların bir sonucu olarak ortaya çıkarlar.
Yani bunlar alt yapıdaki zorunlulukların ya da ertelenemez ihtiyaçların dışavurumlarıdır, semptomlarıdır.
Bu nedenle de, her şeyde olduğu gibi, kamu maliyesi değişkenlerinin de (vergi, harcama ve borçlanma gibi) öncelikle bir bütünün, bir oluşumun, bir sürecin parçası olduğunu ve bunu iktisadi gelişmelerin koşullandırdığını ya da açığa çıkardığını görmek ve değerlendirmek gerekir».
Bu bakış açısı altında OSMANLI’DAN BU YANA SOSYAL HARCAMALARIN ortaya çıkışına yol açan faktörler.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 9
Ödev Konuları
9«Toplumsal olaylar ve olgular derindeki ihtiyaçların bir sonucu
olarak ortaya çıkarlar.
Yani bunlar alt yapıdaki zorunlulukların ya da ertelenemez ihtiyaçların dışavurumlarıdır, semptomlarıdır.
Bu nedenle de, her şeyde olduğu gibi, kamu maliyesi değişkenlerinin de (vergi, harcama ve borçlanma gibi) öncelikle bir bütünün, bir oluşumun, bir sürecin parçası olduğunu ve bunu iktisadi gelişmelerin koşullandırdığını ya da açığa çıkardığını görmek ve değerlendirmek gerekir».
Bu bakış açısı altında KAMU MALİYESİ TEORİSİ’NİN TARİHSEL GELİŞİMİ VE BUNU ETKİLEYEN FAKTÖRLER.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 10
Ödev Konuları
Tarihsel olaylar ve olgular genelde iki felsefi bakış ile açıklanırlar: Felsefi İdealizm ve Felsefi Materyalizm.
Burada sözü edilen felsefi idealizmin ve felsefi materyalizmin, “dürüstlük” ya da “ideallerin peşinden gitmek” gibi sıfatlarla tanımlanan “idealizm” ile
ya da “açgözlülük, paraya bağımlılık” ve “egoizm” gibi sıfatlarla tanımlanan “materyalizm” ile hiçbir ilgisi yoktur.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 11
Tarihe nasıl bakmak gerekir?Tarih Felsefesi
Hegel: “Tarihten öğrendiğimiz tek şey, insanların ondan hiçbir şey öğrenmediğidir”.
Mehmet Akif Ersoy: “Tarih için tekerrürden ibarettir derler; eğer ibret alınsaydı, tekerrür eder miydi hiç?”
Her iki özdeyişin de ortak noktası, tarihi, “kötü olayların tekrarlanmaması için” kendinden ders alınacak bir belgeler yığını olarak gören idealizmdir;
Bu, tarihin, ibretle bakıldığında geçmişi öğrenip yanlıştan kurtulabilecek yöneticiler eliyle yapıldığını düşünen bir idealizm.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 12
Felsefi İdealizm
Bu bakışa göre savaşlar ya da iktisadi ve politik krizler “kötü niyetli ya da beceriksiz, irrasyonel yöneticilerin eylemlerinin ya da politikalarının, iyi şeyler ise iyi politikacıların ya da kahramanların ürünüdürler.
Buna göre örneğin 2008 kapitalist krizinin nedeni, dönemin Fed başkanının ve ana akım iktisatçılarının öngörüsüzlüğü, politikacıların zamanında önlem almaması, büyük yatırım bankaları ve yatırım fonlarının aç gözlülüğü ve pervasızlığıdır.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 13
Felsefi İdealizm
Kuşkusuz tarihsel olaylarda bireysel tutum ve davranışların, devlet politikalarının ve ideolojilerin hatta bazen de tesadüflerin ihmal edilemez bir rolü vardır.
Ama bunlar gerçeğin tamamını açıklayamazlar.
Tarih, onu yaratan maddi koşullara ilişkin yeterli bir bilinç olmadan yorumlanamaz.
Hiçbir lider, “çatışmaların çözüm koşulları yeterince olgunlaşmamış” bir çağın muzaffer tarihsel kimliği olamaz.
Tarihi, sadece kahramanlara mal eden masalcı bir sığ yaklaşımın dışına çıkılmalıdır.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 14
Felsefi İdealizm
Okuyan Bir İşçinin SorularıBertolt BRECHT(Çeviren: Uğur ALTUNAY)
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 15
Kim yaptı yedi kapılı Mısır piramidini?
Kitaplarda firavunların adını okursunuz.
Kendileri mi kaldırdı firavunlar o koca koca
taşları?
Ve Babil memleketi, ki pek çok kez yerle bir
edilmiştir-
Peki sonra kim onardı pek çok kez oraları?
Altından kaplı ışıl ışıl ışıldayan Lima evlerini
yapanlar nerede otururlar?
Nereye gitti Büyük Çin Seddi'nin yapılıp bittiği
günün akşamında onu yapan taş işçileri?
Büyük Roma koca koca sütunlarla doluydu.
Peki kim dikti o sütunları?
Sezar zaferlerini kime karşı kazandı?
Şarkılarda yere göğe sığdırılamayan Bizanslıların
sıradan halkı da mı saraylarda yaşardı?
Şu masallarda okyanusun bir gecede yuttuğu anlatılan
Atlantis'te
Çığlıkları duyulmamış mıdır boğulup giden kölelerin?
Genç İskender Hindistan'ı fethetmiş.
Bir başına mı peki?
Sezar Galleri yenmiş.
Peki yok muydu yanında bir tek aşçı bile?
Gemisi battığında İspanya kralı Filip ağlamışmış.
Acep o muydu yalnızca ağlayan?
İkinci Frederik Yedi Yıl Savaşları'nı kazanmış.
Yok muydu ki yanında kimsecikler?
Çevirdikçe sayfaları, hep ama hep zafer.
Peki kimdi hazırlayan ziyafet sofralarını o ihtişamlı
muzafferlerin?
Her on yılda bir büyük adam.
Faturası kime çıkar?
Bir sürü laf.
Bir ton soru.
Brecht’in şiirinde söylenen şey şudur: Tarih anlatısında ön planda görünenler ya da egemenler,
onlar için çalışanlar olmadığı sürece var olamazlar. Ve tüm tarih bu ikisi arasındaki mücadele ya da karşılıklı eylemliliktir.
Buna göre büyük binalar, devasa alış veriş merkezleri, plazalar ya da ibadethaneler egemenlerin ,yönetenlerin servete dayalı güçlerinin bir temsilidir.
Oysa asıl olarak bu yapıtları inşa edenlerin nasıl yaşadığına, bunlar inşa edilirken hayatlarının nasıl değiştiğine bakmak gerekir.
Örneğin piramitler ya da Çin seddi inşa edilirken kaç milyon işçi, hangi koşullarda çalıştırılmıştır ve ölmüştür?
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 16
Okuyan Bir İşçinin SorularıBertolt BRECHT(Çeviren: Uğur ALTUNAY)
Kısaca tarihe yukarıdan doğru değil, aşağıdan doğru bakmak gerekir:
Bir toplumda, çok küçük bir azınlığı oluşturan toprak sahiplerinin, politikacıların ya da büyük işadamlarının değil, üretenlerin bakış açısından bakmak.
Yani “Sanayi Devrimi”nde fabrika sahiplerine değil, o fabrikaları yapan işçilere, bakmak gerekir.
Çünkü gerçekte bu insanlar tarihtir, politik liderler insan gerçekliğinden oluşan büyük bir okyanusun yüzeyindeki köpüklerdir sadece.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 17
Okuyan Bir İşçinin SorularıBertolt BRECHT(Çeviren: Uğur ALTUNAY)
Bu kitapta Zinn, ABD tarihini, Amerikalı kadınların, Amerikan yerlilerinin ve emekçilerinin bakış açısından ele alıyor.
Howard Zinn, ‘Halklar Konuşuyor’ Belgeseli, ABD’nin hikâyesini ders kitaplarında yapıldığı gibi, iş adamları,
politikacılar ve generallerin değil; işçilerin, kölelerin, Afrikalı Amerikalıların, kadınların, Yerlilerin, mültecilerin ve emekçilerin bakış açısından anlattığı “ABD Halklarının Tarihi- A People’sHistory of the United States” adlı kitabına dayanıyor.
Bu iki saatlik belgeselde ABD tarihi boyunca, kölelik karşıtlarından, işçi eylemlerinin önderlerine, kadın hakları savunucularına ve savaş karşıtlarına kadar giden geniş bir yelpazede yer alan sosyal adalet isteyen eylemcilerin konuşmaları yer alıyor.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 18
Howard Zinn,«ABD Halklarının Tarihi»
‘Halklar Konuşuyor’ un ana mesajı, ilerici değişimin ancak adaletsizliğe karşı mücadele veren sıradan insanların oluşturduğu taban hareketiyle gerçekleştirilebileceğidir.
Yani, değişimi sağlayacak olan, ‘Demokrat’ politikacılar veya “büyük insanlar” olmayacaktır.
Belgeselde Don Cheable tarafından okunan, kendisi ünlü bir eski köle olan, kölelik karşıtı eylemci FrederickDouglas’ın söylediği gibi:
“ Güç, talep edilmeden hiçbir şeyi vermez, vermedi, vermeyecektir...”
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 19
Howard Zinn«ABD Halklarının Tarihi»
Ayrıca, geçmiş hakkında konuşmak, eğer bir gelecek tasarımıyla ve bunun gerçekleştirilmesine ilişkin eyleme bağlı değilse, anı derlemeciliğinden, olay aktarmacılığından öteye geçemez.
Tarihin anı derlemesine indirgenmesinin nedeni onu yapanlar ile onu yazanların genelde birbirinden farklı unsurlar olmasıdır.
Tarihi yapanlar toplumsal sınıflar ve aralarındaki mücadeleler iken, onu yazanlar egemen olan sınıfın resmi tarihçileri ya da onun entellektüelleri olmuştur.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 20
Felsefi İdealizm
Oysa tarih sadece geçmiş hakkında konuşmak ya da kronoloji tutmak olmamalıdır.
Bu tür bir tarihçilik politik etkisini ve tarafını kendisi seçemez, seçilmeyi bekler.
Maliye tarihi de sadece vergilerin ya da diğer mali olayların kronolojik bir biçimde sıralanması değildir.
Maliye tarihi, mali olaylara neden olan ekonomik alt yapıdaki gelişmeler ya da üst yapıdaki çatışmacı zorunluluklar ihmal edilerek, sadece semptomlar üzerinden anlatılamaz.
Örneğin tarihsel olarak gelir vergisi ya da borçlanmayı zorunlu kılan üretim tarzına içkin zorunlulukların ya da gelişmelerin bilinmesi gereklidir.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 21
Felsefi İdealizm
Bu bakış olayları ve olguları, var oldukları tarihsel koşullar içinde ve mevcut ekonomik sistemin, üretim tarzının iç çatışmaları, dinamikleri ve sınıf mücadeleleri ile açıklar ve genel olarak toplum ve yaşama ilişkin, daha zengin, daha kapsayıcı ve açıklayıcı bir bakış açısı sunar.
Toplumsal gelişimin doğru anlaşılmasını önleyen karartmaları ya da perdelemeleri de ortadan kaldırır ve olayları netleştirir.
Buna göre son tahlilde insanın bilinç, düşünce, davranış ve tutumu ve alışkanlıklarını belirleyen şey maddi üretim tarzıdır, yaşam koşullarıdır.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 22
Diyalektik ve Tarihsel Maddeci Görüş
Bu bakış altında doğadaki ya da toplumdaki olaylar derindeki ihtiyaçların bir sonucu olarak ortaya çıkarlar.
Yani bunlar alt yapıdaki zorunlulukların ya da ertelenemez ihtiyaçların dışavurumlarıdır, semptomlarıdır.
Bu bakışa göre her şeyde olduğu gibi, siyasal gelişmelerin de öncelikle bir bütünün, bir oluşumun, bir sürecin parçası olduğunu ve bunu iktisadi gelişmelerin koşullandırdığını ya da açığa çıkardığını görmek ve değerlendirmek gerekir.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 23
Diyalektik ve Tarihsel Maddeci Görüş
Picasso’yu Picasso yapan sadece onun yeteneği değil, yaşadığı çağda resimlerini piyasada satabilme imkânını veren maddi koşullardır.
Oysa 16 ya da 17 yyda yaşasaydı, Picasso sadece feodal beylerin himmetine sığınarak onların istediği resimleri yapabilirdi.
Tarihi önde gelen insanlar üzerinde okumaya indirgememek gerekir.
Buluşlar da bu çağda mümkündü ama çok riskli olabilirdi (Galileo).
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 24
Diyalektik ve Tarihsel Maddeci Görüş
Ancak, tarihsel maddeciliğin tam bir belirleyiciliği savunduğunu söylemek yanlış olur.
Burada belirlemenin varlığından ziyade, kaynağı ve derecesi önemlidir.
Belirlemenin kaynağı, geçim dünyasına (alt yapıya) ilişkin gelişmelerdir ve derecesi, olayların bu kaynağa yakınlığına ya da uzaklığına bağlıdır.
“İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yapar; ama özgür iradeleriyle değil, kendi seçtikleri koşullar altında değil, dolaysız olarak önlerinde buldukları, verili, geçmişten devrolan koşullar altında yaparlar”. Marx
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 25
Diyalektik ve Tarihsel Maddeci Görüş
Burada tarihin hem verili koşullar tarafından belirlenmiş olduğu, hem de insanların özgür iradelerinin sonucu olduğu ifade edilmektedir.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 26
Diyalektik ve Tarihsel Maddeci Görüş
Zinn’ e göre haksızlığa isyanın kendisi bir zaferdir : “Kötü zamanlarda iyimser olmak sadece aptalca bir romantizm değildir.
Bu, insanlık tarihinin sadece gaddarlık tarihi değil, aynı zamanda merhamet, fedakârlık, cesaret ve şefkat tarihi olduğu gerçeğine dayanır.Bu karmaşık tarihte, durduğumuz yer yaşamlarımızı belirleyecektir. Eğer sadece en kötüsünü görürsek bu bizim bir şeyler yapma kapasitemizi yok eder.
İnsanların onurlu davrandıkları zamanları ve yerleri hatırlarsak- bu bize yapabilme enerjisi ve en azından dünyayı farklı bir yöne sevk etme imkanı verir. En azından harekete geçersek, eylersek, büyük ütopik geleceği beklemek zorunda kalmayız.
Gelecek, bugünlerin sonsuz halefidir ve bugün insanlığın yaşaması gerektiğini düşündüğümüz gibi yaşaması için, çevremizde kötü olan her şeye başkaldırmanın kendisi fevkalade bir zaferdir.”
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 27
Howard Zinn«ABD Halklarının Tarihi»
Ayrıca iktisadi gelişmeler esas olsalar da, tek belirleyici değildir.
Siyasal kurumların mantığından, tarihsel mirastan, dahası siyasal sahnenin oyuncularından kaynaklanan birçok etkileyici öge daha mevcuttur.
Keza siyasal davranışları açıklayabilmek için başka ögelere de (örneğin psikoloji) bakmak gerekir.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 28
Belirleyicilik
Ekonomik alt yapıdaki gelişmeler siyasi üst yapıdaki değişimlerin ana kaynağıdır, ama siyasal üst yapı da ekonomide gelişmelerin yönünü ve temposunu etkiler.
Devlet sadece bir üst yapı kurumu değildir.
Bu nedenle de bu tezi, ekonominin önceliğinin uzun dönem ve değişimin genel yönelimi için, devletin ekonomi üzerindeki etkisinin ve denetiminin ise çoğu kez kısa dönemdeki belirli değişim örnekleri için geçerli olduğu biçiminde anlamak gerekir.
Yani bunu bir ekonomik gerekircilik olarak değil, siyasal ve iktisadi gelişim arasındaki asimetrik (bakışımsız) etkileşim olarak görmek daha doğrudur.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 29
Belirleyicilik
Mali olayların ortaya çıkışı ve gelişimi de böyle olmuştur.
Örneğin 10 Aralık 1848 tarihinde Fransa’da gerçekleşen köylü ayaklanmasındaki ana faktör burjuva cumhuriyetinin köylüyü ezen vergileri olmuştur.
Daha sonra 1851 tarihinde yaptığı bir darbe ile kendini imparator ilan eden Louis Bonapate’in Cumhurbaşkanı seçilmesini sağlayan köylüler, “artık vergi yok, kahrolsun zenginler, kahrolsun cumhuriyet, yaşasın imparator” diye bayraklarla, davullarla ve trampetlerle sandık başına gidip bağırmışlardır
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 30
Diyalektik ve Tarihsel Maddeci Görüş
Keza Avrupa’da KDV uygulamasına geçişin ana nedenlerinden biri, sınıf mücadelesinin kısmen yükseldiği bir dönemde ve verginin yükünün işçi sınıfı üzerinde kaldığını gizlemek ihtiyacı olmuştur.
Mali anastezi etkisine sahip olan bu vergi bu gizlemeye yardımcı olmuştur.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 31
Diyalektik ve Tarihsel Maddeci Görüş
“Fransa’da Sınıf Mücadeleleri” adlı eserde devlet borçlanmasının nasıl Şubat 1848 Devriminin devirdiği mali aristokrasinin sermayesinin, servetinin büyütülmesinin aracı olduğunu şu sözlerle anlatılır:
“…Burjuvazinin iktidarı almış olan fraksiyonu devletin borçlandırılmasından büyük çıkar sağlıyordu. Kamu açıkları (bütçe açığı kastediliyor) onun spekülasyonunun ve zenginleşmesinin temel objesiydi. Her yıl yeni açıklar olmalı ve her dört ya da beş yılda bir yeni borçlanma gerçekleşmeliydi. Ve her yeni borçlanma finans aristokrasisine iflasın eşiğinde tutulan devleti dolandırmak için yeni fırsatlar yaratıyordu. Devlet en kötü şartlara razı olarak bankerlerden borçlanıyordu. Kamu kredisinin (kamu borcu kastediliyor) istikrarsızlığı bankaların ani spekülasyonlar yaratmasını sağlıyordu… Borçların harcandığı kamusal projeler ise skandallarla doluydu (demiryolu skandalı). Temmuz Monarşisi bir sermaye şirketinden öte bir şey değildi, Fransa’nın ulusal zenginliklerini, kâr paylarını egemenler arasında dağıtıyordu. El koyma ve keyfe düşkünlük biçimiyle finans aristokrasisi burjuva toplumunun doruğuna yerleşmiş lümpen proletaryanın yeniden doğumundan başka bir şey değildi. İktidarda olmayan burjuva kesimi bu nedenle o tarihlerde “yolsuzlukları” lanetleyip, “kahrolsun büyük hırsızlar” sloganlarıyla ortalığa çıktılar…” Marx,
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 32
Belirleyicilik
Tarih nasıl ilerler? Tarihsel süreci ilerleten üç önemli makine var: Teknik ilerleme, egemen sınıflar bloğu ve devletleri arasındaki
mücadeleler (savaşlar) ve sosyal sınıflar arasındaki mücadele. İlerleme şöyle tanımlanabilir: Doğa üzerinde daha fazla kontrol
imkânı veren bilgi birikimi, emek gücü verimliliğindeki artış ve insan ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli olan ekonomik kaynaklardaki artış.
Kapitalizm öncesi toplumlarda ilerleme tamamıyla tesadüftür, yani sosyo ekonomik sisteme içkin bir durum değildir.
Böyle toplumlarda doğal felaketler çok daha belirleyici olmuştur. Sadece modern kapitalist toplumda teknik gelişme anlamında
ilerleme üretim tarzının ayrılmaz bir parçasını oluşturur.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 33
Neil FaulknerHow history happens
Kapitalizm öncesi toplumlarda teknik gelişme bir dizi etkiye tabidir.
Bunlardan bazıları keşifleri hızlandırırken, diğer bazıları gelişmenin önünde engel oluşturmuştur (israf, şaaşa vs).
Bunu anlayabilmek için diğer iki makinanın nasıl çalıştığına bakılmalıdır.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 34
Neil FaulknerHow history happens
İkinci makine, servet ve güç için egemenler arasında ortaya çıkan mücadeledir.
Bu egemen sınıfların bölümlerinin kendi aralarındaki mücadeleler biçiminde ve rakip devletler ve imparatorlukların aralarındaki savaşlar biçiminde ortaya çıkar (Dünya Savaşları).
Kapitalist toplumda bu çatışmanın hem ekonomik hem de politik yönleri mevcuttur.
Üçüncü makine, egemen sınıflarla yönetilen sınıflar arasındaki ve asıl olarak sömürü üzerinden yürütülen mücadeledir.
Ancak feodal çağda bunun iki engeli olmuştur: Köylülük ve ekonomik sistemin devamını tehdit eden aşırı vergileme ve köylü isyanları.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 35
Neil FaulknerHow history happens
Bu üç makinanın her biri farklı çalışır, farklı hızları vardır ve kesintiye uğrarlar.
Bu nedenle de tarihsel süreç karmaşık bir süreçtir.
Sadece bir makinanın çatışmalı durumların bağlantısı, rabıtası olması değil, aynı zamanda her birinin eş anlı olarak işlemesi, bazen aynı yönde, bazen de ters yönlerde çalışması söz konusudur.
Bu nedenle de her bir tarihi durum aslında kendine özgü bir durumdur.
Ekonomik sorunların, sosyal gerilimlerin, politik çatışmaların, kültürel farklılıkların ve kişisel etkilerin özellikli bir bütünleşiğidir.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 36
Neil FaulknerHow history happens
Heraklitos (M.Ö. 5.yy, Efes):
Hiçbir şey sabit kalmaz, değişir.
Değişmeyen tek şey değişimin kendidir.
Aynı ırmaklara girenlerin üzerinden farklı sular akar.
Ancak değişim ne yöne, nereye doğru olacaktır?
Bu yön Hegel’de “mutlak”, Marx’ta bir tür komünist toplum içinde insanın özgürleşmesidir.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 37
Tarihsel gelişimin yönü?
Hegel pozitif ve olumlayıcı bir diyalektik sunmuştur ve bu diyalektik analizde gerçek olan her şey akılcıdır, rasyoneldir.
Ve ortaya çıkan her şey mutlak gücün hayata geçmesine katkıda bulunur.
T. W. Adorno (20yy, Frankfurt Okulu), Hegel’i, diyalektiği önceden hesaplanmış, tasarlanmış ve daima pozitif sonuçlar üreten bir şey olarak ele aldığı için eleştirir.
Ona göre, diyalektik her zaman pozitif sonuçlar doğurmak zorunda değildir. Bu onun olayları açıklama gücünü ortadan kaldırmaz.
Negatif diyalektik, çatışma içindeki olaylarla koşullanan, ancak önceden sonunun belirli olmadığı bir ucu açık diyalektiktir.
Doç. Dr.Mustafa Durmuş 38
Tarihsel gelişimin yönü?
İnsanlığın ve toplumların gelişimi
Toplumlar Tarihi
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 39
Antropolojik (fosil kalıntılar) üzerinde yapılan araştırmalar:
M.Ö. 250.000 yıl düşünen insan (homo sapiens) ortaya çıktı.
M.Ö. 35.000 yıl modern insan dünyanın her yerinde görüldü.
M.Ö. 10.000 yıl sadece tüketen/ avcı insan görüldü. M.Ö. 6.000-1.000 tarımcı insan (1. Devrim) 18-19yy : Sanayi Devrimi (2.Devrim)
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 40
İNSANIN GELİŞİMİ
Şu ana kadar başka hiçbir canlı fizik olarak insanın ulaştığı sayıya(yaklaşık 7 milyar) ulaşamadı ve insanın sahip olduğu ortam çeşitliliğine sahip olamadı.
İnsan ağaçta, mağarada, çölde, suyun içinde, deniz altında, uzayda, modern binalarda yaşayabildi.
Farklı davranış biçimleri sergiledi : Aile, topluluk, ulus, federasyon, yalnızlık, değişik sosyal örgütlenmeler gösterdi.
Farklı yiyeceklerle beslendi, farklı dillerle iletişim kurdu, farklı dinlere ve tanrılara inandı, farklı düşüncelere sahip oldu.
Avcılık-hayvancılık- ziraatla uğraştı, doğayı değiştirmek için makineler icat etti, teknoloji üretti.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 41
İNSANIN GELİŞİMİ
İnsanlar bu gezegende ancak hayatlarını idame ettirmeye dönük kolektif bir çaba sayesinde var olabilmektedirler.
Bu tür bir varoluşun her yeni yolu daha geniş bir ilişkiler ağında değişikliği zorunlu kılıyor.
‘Üretici güçler’ deki değişiklik ‘üretim ilişkileri’ ndekideğişikliklerle bağlantılı ve son tahlilde bunlar genel olarak toplumdaki daha yaygın ilişkileri dönüştürüyor.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 42
Üretici güçler-üretim ilişkileri
Tarihte Görülen Beş Toplum Biçimi:
İlksel Toplum
Köleci Toplum
Feodal Toplum
Kapitalist Toplum
Sosyalist Toplum
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 43
TOPLUMLARIN GELİŞİMİ
İlksel toplum: Tarihte görülmüş ilk ve tek sınıfsız toplum.
Komünist toplum: Teorik olarak son sınıfsız toplum.
Köleci, feodal, kapitalist ve sosyalist toplumlar : Sınıflı toplumlar.
Sosyalist toplum: Komünizm öncesi geçiş toplumu.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 44
Toplumların gelişimi
Toplumsal gelişmenin motoru sınıf karşıtlıkları / sınıf mücadeleleri; yöneten-yönetilen ; sömüren- sömürülen sınıfların aralarındaki mücadeledir.
- Özgür yurttaş ile köle (eski Roma’da patrisien ile
pleb-köle): Köleci toplum
- Orta çağda baron/feodal beyler ile serfler (yarı-
köylü): Feodal toplum
- 16yy’dan 21yy’a burjuvazi ile proletarya
(sermaye- emek): Kapitalist toplum.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 45
Toplumların gelişimi
Feodal toplumun içinden filizlendi,
Ancak sınıf karşıtlıklarını ortadan kaldırmadı,
Eski toplumsal sınıfların yerine yeni toplumsal sınıfları (feodal beylerin yerine burjuvazi, serflerin yerine proletarya) koydu,
Sınıf karşıtlıkları ve çelişkilerini yalınlaştırıp derinleştirdi.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 46
Kapitalizm
Kapitalizmin gelişimi ekonomiyi sosyalleştirdi.
1. Sermaye: Önce ulusal, sonra küresel düzeyde hem sanayi hem de finansta büyük şirket ve kurumlarda yoğunlaştı.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 47
Kapitalizmin temel çelişkisi :
Sosyal Üretim - Özel Mülkiyet çelişkisi /çatışması
2. Emek: Tekil emek sosyal emeğe dönüştü.
Sosyalleşmiş üretim hem eski üretim yöntemlerinde hem de insan ilişkilerinde devrim yarattı:
Fabrikadan çıkan şey artık çok sayıda işçinin ortak ürünü. Ancak, tek kişilik üretime özgü ürüne el koyma biçimleri (özel
mülkiyet) devam etti ve sosyalleşmiş üretimin ürünlerine de uygulandı.
Bu durum, kapitalizmde bir fay hattı oluşturdu: Toplumsal (sosyal üretim) ile özel mülkiyet (bireysel ya da
kurumsal) arasındaki çelişki.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 48
Sosyal Emek X Özel Mülkiyet
Tekil emek :
Toprak, zirai aletler, atölye, diğer aletler gibi emeğin kullandığı araçlar tek bir çalışanın kullanımına uyarlanmış bireysel araçlardı.
Bu araçlar üreticinin kendisine aitti.
Kırsal bölgelerde bunlar küçük köylü (özgür ya da bağımlı köylü) ve şehirlerde el aletleri ile çalışan işçilerdi.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 49
Kapitalizm öncesi (feodalizm)
Kapitalizm tekil, bağımsız üreticileri bir araya getirip, daha büyük çapta bir üretimi mümkün kıldı.
Bu üreticileri zaman, mekan ve şartlar altında birbirine daha bağımlı bir hale getirdi.
Sermaye kendini sürekli büyütmek içgüdüsüyle üretim koşullarında devrimci dönüşümler yapmaya yöneldi.
Bu devrimci atılımların itici gücü büyük ölçekte bir araya gelen emek gücü oldu.
Uzmanlaşma ve işbölümü, üretimin parçalara ayrılabilmesi ve sonra bu parçaların birleştirilebilmesi tüm bunlar, sosyal emeğin ortaya çıkışıyla gerçekleşti ve servet /sermaye çok hızlı büyüdü.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 50
Büyük ölçekli üretim
Bölüşüm ilişkileri:
Kapitalizmde sosyal emek tarafından yaratılan ürünlere,bu ürünleri üretenlerce değil, kapitalistlerce el konuluyor.
“Böyle bir çelişki, yeni üretim tarzına kapitalist niteliğini veren şeydir ve kapitalist toplumun tüm sosyal antogonizmalarının mikrobu bu çelişkide yuvalanır :
“ Sosyalleşmiş üretim ile özelleşmiş kapitalist el
koyma (özel mülkiyet) arasındaki uyumsuzluk.” Engels
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 51
Kapitalizmin temel çelişkisi :
Sosyal üretim - özel mülkiyet çelişkisi
Kendini : 1. Emek –sermaye çatışması : İşçilerle kapitalistler arasındaki uzlaşmaz çelişki / çatışma
oluşur. Marx : ”Bir yandan emekten daha fazla artı değer yaratma
biçimindeki sömürü, diğer yandan bu sömürüye karşı direnç, sosyal sınıflar arasındaki çatışmanın özünüoluşturur ve bu çatışma bazen durgunlaşıp gizlense de, açık bir sınıf savaşına dönüşür”
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 52
Kapitalizmin temel çelişkisi :
Sosyal üretim - özel mülkiyet çelişkisi
2. Rekabet / üretim anarşisi : Kapitalist üretim kâr için yapılır. Bu da kapitalistler
arasında sınırı, sonu olmayan bir rekabete ve üretim ve pazar anarşisine yol açar.
Rekabet, bir yandan aşırı kapasite yatırımlarına ve aşırı üretime ,bir yandan da işverenlerin işçilerin ücretlerini baskılamasına neden olur.
Üretim- tüketim dengesi bozulur : Aşırı üretim ya daeksik tüketim biçiminde kriz patlak verir.
Satış olmayınca kâr realize edilmez, yeni yatırımlar yapılmaz, ekonomi büyüyemez, durgunluğa girer kriz ortaya çıkar.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 53
Kapitalizmin temel çelişkisi :
Sosyal üretim - özel mülkiyet çelişkisi
Adam Booth:
Kapitalizmde yoksulluk ve gelir eşitsizliğinin nedeni özünde iki temel mücadeledir.
Bunlardan ilki kendini emek-sermaye çatışması olarak gösterir.
İkincisi ise kapitalistlerin kendi aralarındaki amansız rekabettir.
Her ikisi de işçilerin ve genel olarak üretim araçlarından yoksun olan emekçilerin yoksullaşmasına neden olur.
Yoksulluk
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 54
1. Eşitsizlik kapitalist sistemin olmazsa olmaz bir koşuludur: Bir avuç zenginliğin tek kaynağı kitlelerin sömürülmesidir.
Bu karşıt güçlerin bir arada olması (işçiler ve kapitalistler) kaçınılmaz olarak eşitsizliği beraberinde getirir.
Sistemin işleyiş mantığı gereğince de her iki taraf da kendi payını artırma çabası içindedir, kapitalist karını artırır ve bu da eşitsizliği derinleştirir, yoksulluğu artırır.
Türkiye’de net asgari ücret 850 lira. İşçilerin % 72’si asgari ücretli olarak çalışıyor.
İşçiler ücretlerini artırır bu da eşitsizliği ve yoksulluğu azaltır.
Bu sınıf mücadelesinin tam olarak anlamıdır.
Yoksulluk
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 55
2. Kapitalizm kar çıkarımına dayalı bir sistemdir. Her kapitalist sürekli birikim yapmalı, yatırım yapmalı ve büyümelidir, aksi takdirde pazar payını kaybeder.
Diğer taraftan bu kar artışını kovalarken, rekabet her bir kapitalisti emek tasarruf edici makinalara yatırım yapmaya, işçileri baskılamaya ve ücret biçimindeki maliyetleri kısmaya zorlar.
Tüm kapitalistler buna yönelince işçi sınıfının bir bütün olarak ücretleri azaltılır, bu da işçilerin yoksullaşmasına neden olur.
Yoksulluk
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 56
(i) Temel amacı, güdüsü kâr elde etmek, sermaye ve servet biriktirmektir ve temel araçları özel mülkiyet ve fiyat mekanizması ve reel ve finansal piyasalardır.
(ii) Üretim araçları genelde özel mülkiyete / teşebbüse aittir (devlet kapitalizmi hariç) ve bunlar kar amaçlı olarak kullanılırlar.
(iii) Kaynak tahsisi, arz, talep, fiyat, bölüşüm, yatırım vb. kararları tamamen ya da çoğunlukla piyasadaki aktörler tarafından alınır.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 57
Kapitalizmin bazı temel özellikleri
(iv) Üretim süreci sonunda elde edilen kâr sermaye sahibine kalır ve bu kâr diğer sermaye kesimlerince ve vergi biçiminde devlet ile paylaşılır.
(v) İşçilere, işverenler tarafından ücret adı altında ödeme yapıldığından kapitalizm ücretli emek sistemidir.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 58
Kapitalizmin bazı temel özellikleri
Kapitalizm “Meta fetişizmi” ne yol açar. Bu durum dolaşımda olan bir
malın/metanın iki ayrı yönü ile ilgilidir.
İlki o malın gerçekte ne iş gördüğüyle alakalı olan ‘kullanım değeri’, diğeri piyasa
da kazandığı değer, yâni, ‘değişim değeri’dir.
Kullanım değeri bir metanın işlevidir, örneğin bir ceketin ‘bizi soğuktan korumak
için’ üretilmiş olması gibi ne iş gördüğüyle ilgilidir.
Değişim değeri bu ceket piyasaya çıktığında, vitrinlere yerleştiğinde, diğer
metalarla, insanla ve parayla ilişki içerisine girdiğinde kazandığı değerdir.
Böylece, ceket işlevinden sıyrılıp bambaşka bir sanal görüntüye sahip olur. Onun artık bir markası, fiyatı, kullanacak olana sağlayacağı “imaj” gibi özellikleri vardır.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 59
Meta fetişizmi: Kullanım değeri x Değişim değeri
Kapitalizmde metaların kullanım değerleri önemini yitirir ve değişim değerleri belirleyici olur. Mallar ve hizmetler değişim değeri üzerinden fiyatlanır.
Örneğin, gençler Apple ürünü ‘iphone/ipad’ ya da ‘blackberry’ cihazlarından satın aldıklarında sadece modern bir iletişim cihazı satın almazlar.
Bu cihazlar, bahsedilen meta fetişizminden dolayı onlara ayrı bir hüviyet, ayrı bir imaj, hava kazandırır (!)
Kapitalizm en mahrem, en insani duygularımızı bile piyasalaştırır, metalaştırır, hayatı meta fetişizminin sanal dünyasına eklemler.
Doğanın, ekolojinin bir kullanım değeri olduğu inkar edilir ve değişim değeri yaratmak için doğa tahrip edilir (su kaynakları, dereler, HES’ler).
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 60
Meta fetişizmi: Kullanım değeri x Değişim değeri
Kapitalizm, ortaya çıkışından bu yana geçen yüzlerce yılın çok önemli bir
kısmında toplumun çok küçük azınlığına akıl almaz boyutlarda zenginlik ve refah sağlarken, toplumun büyük bir kısmını sefalet altında yaşamaya mahkûm
etti.
Bu çelişkiyi ilk fark edenler Hegel ve Feuerbach oldu. İnsanlığın içinde bulunduğu bu durumu yabancılaşma sözcüğü ile ifade ettiler.
Bu terimden kasıtları insanların sürekli olarak geçmişte kendilerinin
yaptıkları şeylerin egemenliği ve baskısı altına girdikleri idi.
Marx ilk dönem çalışmalarında bu olguyu işçilerin yaşamlarına uyarladı: “İşçi
daha çok zenginlik ürettiği, üretimsel gücü arttığı ve üretimi çeşitlilik kazandığı ölçüde daha da yoksullaşır. Nesneler dünyasının değerindeki artışa koşut
olarak, insanın kendi dünyası aynı oranda değer yitirir. Emeğin ürünü olan nesne, onun karşısına yabancı, üreticiden bağımsız bir güç olarak dikilir.”
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 61
Yabancılaşma
Kısaca kapitalist toplumda, işçiler hem yaptıkları işlere hem
de kendilerine ‘yabancılaşırlar’.
Emek gücü verimliliğini artıran otomasyon hayatı
kolaylaştırmaktansa, birçok işi can sıkıcı bir tekrar haline
getirir.
Ayrıca kapitalizmde insanı insanlıktan çıkaran şey sadece
insanın yaptığı iş değildir.
İnsan var oluşunun metalaştırılması da – her şeyin alınıp-
satıldığı bir toplum – derin bir yabancılaşmadır.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 62
Yabancılaşma
Kapitalist üretim ve mülkiyet sisteminde bazı insanların başkaları
tarafından bir eşya gibi kullanılması, bu nedenle de kendilerinin ve
kendilerine ait bir takım özel yeteneklerin başkalarının malı haline
gelmesi tipik bir yabancılaşma ürünüdür.
Böyle bir yabancılaşma insan ilişkileri üzerinde ‘kişiliksizleştirme’
etkisi oluşturur.
İnsanlar arasında arkadaşlığın yerini, insanların başka insanları
kullanması alır.
Hayatın amacının, başka canlılarla güzel ilişkiler kurmak ve sevgiyi
paylaşmak değil, eşyaya sahip olmak ve bunun için de başka insanları kullanmak olduğu ilişkiler tüm toplumu kuşatır.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 63
Yabancılaşma
Diğer taraftan kapitalizm hayatı yabancılaştırdığı kadar,
emekçilere sisteme karşı savaşacak kolektif gücü de
verir.
1848 devrimlerinden bu yana dünyanın her yanındaki
isyanlar, devrimler ve kalkışmalar emekçi halkların
kendilerine yabancılaşmış rejimlere karşı
mücadelelerinin örnekleridir.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 64
Yabancılaşma
Toplumun, onu var edenler tarafından kolektif yönetimi.
Kolektif-ortak mülkiyet. Üretim, “kar elde etmek” için değil, yalnızca
“ihtiyaçların karşılanması” için yapılır. Kaynak tahsisi demokratik-planlama ile yapılır. “Meta fetişizmi” ortadan kalkar. Sosyalist üretim tarzında mal ve hizmetler ihtiyaçları
karşılamaya yönelik olarak “kullanım değerleri” esas alınarak üretilirler.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 65
Sosyalizm
Sosyalizm üçgeni
Sosyal Mülkiyet: Üretim araçlarının
sosyal mülkiyeti olmalı çünkü sosyal komünalverimliliğin hepimizin özgür gelişimine yönlendirilmesi ancak bu sayede mümkündür.
Sosyal Üretim: İşçiler tarafından
organize edilecek olan sosyal üretim üreticiler arasında yeni işbirliği ilişkisini inşa eder ve bu tüm üreticilerin tam gelişimi için şarttır.
Sosyal ihtiyaçların karşılanması: Dayanışmacı bir toplumda komünalihtiyaçların karşılanması temeldir; birimizin özgür gelişimi hepimizin özgür gelişiminin koşuludur.
Sosyal mülkiyet
Sosyal Üretim Sosyal İhtiyaçların Karşılanması
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 66
1. Merkantilizm: (16.yy - 18yy) :
Makineleşme öncesi dönem.
İş bölümü yaygınlaşmakta, sermaye birikimi temelde ticaret, tarım ve madencilik alanında gerçekleşmekte.
Robinson Crusoe (17.yy) ilkel birikim dönemini anlatır.
Üretim araçlarının üretimi ikincil bir öneme sahip.
Tüketim malları üretimi kısıtlı el işçiliği ile yapılabilmektedir.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 67
Kapitalizmin tarihsel birikim dönemleri
2. Liberal rekabetçi dönem (İngiltere Sanayi Devrimi):
Önce tekstil, sonrasında ise tüm sanayide gerçekleşen sanayi devrimi dönemi.
Birikim modern sanayiye, üretim araçları üreten sanayiye kaydı.
Fabrikalar , ulaştırma, iletişim, demiryolları, telgraf, limanlar, buharlı gemiler ve genelde bir alt yapı inşa dönemi.
Kapitalistler arasındaki yoğun rekabetin ve boom- bustdöngülerinin dönemi.
Bu dönemde fiyat rekabeti iktisadi faaliyetlerin yönetilmesinde merkezi bir rol oynadı.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 68
Kapitalizmin tarihsel birikim dönemleri
3. Tekelci kapitalizm (emperyalizm): 19yy’ın son çeyreğinde ortaya çıktı. Sermaye bir spiral biçiminde yoğunlaşıp merkezileşti ve giderek
küreselleşti. Kurumsal örgütlenme baskın tip haline geldi ve sınaî menkul
kıymetler için bir piyasa oluştu. Sanayiler oligopolist firmaların denetimine girdi ve fiyat, hâsıla,
yatırım düzeyi ile ilgili kararlar ve faaliyetler rekabetle değil, oligopolistik kurallara göre oluştu.
Otomobil, bilgisayar ve uçak yapımlarıyla sanayi daha da genişledi. Üretim sektörü giderek tüketim sektörünün büyümesine bağımlı
hale geldi.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 69
Kapitalizmin tarihsel birikim dönemleri
4. Tekelci olgun kapitalizm: 1950’ler….
Sweezy ve Magdoff:
Olgun kapitalist ekonomiler büyümeyi sürdürebilmek için, sürekli artmakta olan ekonomik artığı emebilecek yeni talep kaynakları bulmak zorundadır, yoksa büyüyemezler.
Diğer taraftan artan verimliliklerle sürekli büyüyen bu ekonomik artığın yeni karlı yatırım alanlarına yöneltilmesi, yeni yatırım alanları bulmanın güçlüklerinden dolayı, giderek zorlaşır.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 70
Kapitalizmin tarihsel birikim dönemleri
Çünkü;
Temel sınaî alt yapının yeni baştan kurulmasına gerek yoktu,
Otomobil gibi çığır açıcı gelişmeler her zaman mümkün değil,
Gelir ve servet eşitsizliği arttı, bu da yoksulların tüketimini kıstı,
Zenginler fonlarını giderek daha spekülatif faaliyetlere yatırdılar,
Yeni yatırımlar azaldı,
Oligopolleşme sistemin dinamizmi ve esnekliğinin temeli olan fiyat rekabetinin giderek yok olmasına neden oldu.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 71
Olgun ekonomiler uzun süreli durgunluğa girdiler
Finansallaşma stagnasyona yanıt oldu. FIRE, yani finans, sigorta ve gayrimenkul gibi alt parçalardan oluşan
finans sektörü; Sanayinin ekonomik artık üreten kapasitesini dengeledi. Hem finans sektöründe yeni istihdam yarattı, hem de varlık
zenginleşmesiyle reel sektör için efektif talep oluşturdu. Finans sektörü reel sektörde elde edilen karların değerlenebilmesi için
ciddi imkânlar yarattı. Kapitalistler her zaman sermayelerini büyütme arzusu içinde
olduklarından, paralarını finansal piyasalara akıttılar. Finansal sektör, çekici- exotik finansal araçlar sundu (menkul
kıymetleştirme, CDO ve CDS’ler, türev piyasalar).
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 72
5.Tekelci finans kapital aşaması(finansallaşmanın hızlanması)
2008 kriziyle daha da yoğunlaştı. 1990’da en büyük 10 finansal kuruluş, toplam finansal
varlıkların sadece % 10’una sahip iken, bugün bu oran % 50 civarında.
En büyük yirmi kuruluş toplam % 70’e sahip. Bu oran 1990’da sadece % 12 idi.
1985’te ABD’de FDIC tarafından denetlenen 14.771 ticari banka ve tasarruf bankası vardı ve 2008 yılı sonunda bu sayı 8,533’e düştü.
1991’deki en güçlü 15 bankanın (1,5 trilyon $ varlık tutuyorlardı) sadece beşi 2008 sonu itibariyle ayakta kalabildi ve bunların tuttukları varlıkların değeri 89 trilyon ABD dolarına ulaştı.
Kaufman: Tek bir kuşakta finansal sistem dönüştürüldü.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 73
ABD : Finansal tekelleşme /merkezileşme
Son 30 yıldır; —Finansal işlemlerin hem ölçeği hem de önemi ciddi olarak arttı. —Finansal piyasaların ve ajanların genel ekonomi içindeki payı arttı. —Türev araçlar gibi yeni finansal araçlar ortaya çıktı ve bu araçlar belirleyici
hale geldi. —Finansal sektörün ölçeği ve karlılığı arttı. —Finansal sektör gelirleri, finans dışı sektör gelirlerine göre arttı. —Ekonomideki toplam borçlanma düzeyi arttı. —Artık finansal piyasalar ve kurumlar, finans dışı şirketlerin karar alma
süreçlerine daha fazla müdahale ediyorlar. —Finans dışı şirketler (FDŞ) finansal varlıklara giderek daha fazla yatırım
yapıyorlar, finansal şubeler açıyorlar, finans işine daha fazla giriyorlar, ellerindeki fonlarını giderek finansal piyasalarda değerlendiriyorlar.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 74
Finansal tekelleşme /merkezileşme boyutları
Dünya GSMH’sı: 55–60 tril $;
Türev araçlar: Bunun 10 katı.
Kriz doruğu 2008 yazında: 684 trilyon $.
Sadece, Kredi Riski Swap’larının (CDS) değeri 57 tril $’ı aşmıştı.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 75
Türev Araçlar- Piyasaların Gelişimi (2006-2008):
1980 yılından bu yana düzenlenen Forbes 400, ABD’ nin en zengin 400 insanını yayınlıyor.
Son yıllara ait veriler ABD’ deki finans sektöründe faaliyet gösteren spekülatör kapitalistlerin giderek başat bir hale gelirken, sanayici ve petrol zenginlerinin ikinci plana düştüğünü ortaya koyuyor.
Buna göre, 1982 yılında, petrol ve doğal gaz zenginleri en zengin 400 kişi arasında % 22,8 ile ilk sırada, sanayiciler % 15,3 ile ikinci sırada yer alırken finans % 9 ile alt sıralardaydı.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 76
Kapitalist sınıf zenginleşmesinin yeni yönü
Sadece 10 yıl sonra, finans tüm alanların önüne geçerek % 17’ye ulaştı (gayrimenkul ile birlikte % 25).
Aynı yıl petrol ve gaz zenginlerinin payı % 8,8’ e ve sanayicilerin payı % 14,8’ geriledi.
Krizin hemen öncesinde 2007 yılında finansın tek başına payı % 27,3’ e fırlarken (gayrimenkul ile birlikte % 34), sanayi % 9,5’e geriledi.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 77
Kapitalist sınıf zenginleşmesinin yeni yönü
Kapitalist sınıf zenginleşmesinin yeni yönü
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 78
Finansal piyasalar ; yatırım bankaları, bankalar, sigorta şirketleri, emeklilik fonları, hedge fonlar yani döviz, hisse senedi, devlet tahvili ve türev araçların alım satımıyla uğraşanlar.
Çoğunluğu kriz sonrasında kurtarılan uluslararası bankalar.
Piyasaların gücü:
Her yıl dünya genelinde üretilen reel mal ve hizmetin ortalama değeri 45-55 trilyon ABD doları civarında iken finansal alanda piyasaların harekete geçirdiği işlemin değeri 3,450 trilyon ABD doları, yani reel ekonominin 76 katı.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 79
Finansal piyasalar?
Bu bankalar ECB’den % 1’ den aldıkları krediyi İspanya ve İtalya’ya % 6,5’ten borç olarak veriyorlar.
Bu noktada da hükümetlerin borçlanma faizlerini yükselten derecelendirme kuruluşlarının skandallarla dolu devasa gücü devreye giriyor.
Rating ne denli düşükse borçlanma maliyeti o denli yüksek oluyor.
Yunanistan’da kanıtlandığı gibi kemer sıkma ve kısıntılar bu ülkelerin büyümesini daha da düşüreceğinden derecelendirme kuruluşları kredi notlarını daha da düşürecek bu da faizleri yükseltecek, ülkeler daha fazla kemer sıkmaya yönelecekler ve bu süreç sürüp gidecektir.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 80
Finansal piyasalar?
Bu piyasaları oluşturan sermaye şirketlerinin büyüklüğü sermayenin kimin elinde olduğunun ve uluslararası sermayenin neyi ve nasıl kontrol ettiğinin önemli bir göstergesi.
Fortune 500 ya da 1000’de yer alan şirketler ABD sermayesinin temelini oluşturuyor. Bu şirketlerin çeperinde on binlerce başka şirket mevcut.
Dünya çapında ise (2007 yılına ait veri setine göre) toplamda 43,060 çok uluslu şirket(ÇUŞ) bir araya gelerek bu sermaye ağını oluşturuyor.
Bu ağdan hareketle dünya çapındaki ekonomik güç yapısı da şekilleniyor. Bu ağın merkezinde 1318 ÇUŞ var. Bunun 147’si tüm ağın % 40’nı kontrol edebiliyor. Bunların çoğunluğu bankalar, yatırım bankaları, fonlar, sigorta şirketleri gibi finansal kuruluşlardan oluşuyor.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 81
Finansal piyasalar?
Özellikle tepedeki 50 şirketten sadece biri finans dışı şirket niteliğinde (15.sıradaki Walton Enterprises).
İlk 20’nin içinde ise Barclays Bank, JP Morgan Chase, Axa, Vanguard, Goldman Sachs, Merrill Lynch, Deutsche Bank, Legg Mason, TIAA-CREF, Nomura Holdings, BNP Paribus gibi finans devleri yer alıyor. Bu şirketler her tür varlığı/ asseti (hisse senedi, tahvil, mortgage, nakit, opsiyon sözleşmeleri vb) kontrol ediyorlar.
Bunu binlerce firma ya da zengin birey adına yapıyorlar.
Sermaye kontrolü; piyasalar, gelirler, işgücü ve çeşitli biçim ve miktardaki varlık / servet üzerinde uygulanan bir kontroldür ve ağırlıklı olarak uluslararasılaşmış oligopollerce gerçekleştirilmektedir
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 82
Finansal piyasalar?
Finansal piyasalar? (Coghlan & MacKenzie , This is what capital looks
like, New Scientist, 19.10.2011)
Dünya ekonomisinin merkezindeki 1318 çok uluslu şirket.
Kırmızı noktalar süperkonnekte şirketler
Sarı noktalar oldukça konnekte şirketler
Noktanın büyüklüğü gelirin büyüklüğünü gösteriyor
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 83
1. Barclays plc2. Capital Group Companies Inc3. FMR Corporation4. AXA5. State Street Corporation6. JP Morgan Chase & Co7. Legal & General Group plc8. Vanguard Group Inc9. UBS AG10. Merrill Lynch & Co Inc
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 84
147 süper konnekte ÇUŞ’un en tepedeki 50’si (Coghlan &
MacKenzie , This is what capital looks like, New Scientist, 19.10.2011)
Finansallaşma borç stoklarını hızla artırdı
Toplam Borç (özel + kamusal) stoku:
İspanya : 5,3 trilyon avro
Portekiz : 783 milyar avro
Yunanistan: 703 milyar avro
GSYH içindeki pay:
İspanya : % 506
Portekiz: % 479
Yunanistan: % 296
Özel borç / kamu borcu rasyosu (%):
İspanya : 87 /13
Portekiz: 85 / 15
Yunanistan: 58 / 42.
Dış borç / iç borç rasyosu:
İspanya: 33 / 67
Portekiz: 49 / 51
Yunanistan: 51 / 49.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 85
ABD İç Borç Stoku:
1980: GSYİH : 2.7 tr$, Borç: 4.5 tr$= % 200
1990: GSYİH : 5.8 tr$, Borç :13.5tr$= % 232
2007: GSYİH : 13.8tr$,Borç :47.7tr$= % 345
Finans sektörünün borcu 26 kat, hane halkı borcu 10 kat, FDŞ’nin borcu 7 kat ve kamu borcu 6 kat arttı.
Dünya kamu borç stoku (2008) : 32 trilyon $(Dünya hasılasının % 50’si).
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 86
Finansallaşma borç stoklarını hızla artırdı
Dünya kamu borç stoku dağılımı
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 87
BIS :
Aralık 2009 itibariyle avro bölgesi bankalarının ;
İspanya’da 727 milyar $
Portekiz’de 244 milyar $
Yunanistan’da 206 milyar $
İrlanda’da 402 milyar $’lık olmak üzere
Toplam 1,579 milyar $’lık riski var.
Bunun 254 milyar $’ı - % 16’sı kamu borcu biçiminde.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 88
Finansallaşma bankacılık sistemini riske soktu
Avrupa bankacılık krizi ABD bankacılık sistemini de etkiledi.
ABD bankalarının AB bünyesindeki riskleri son 5 yılda 2 katına çıktı.
Avrupa’da somutlaşan bankacılık krizi tüm ABD ve tüm kapitalist sistemdeki küresel finans için ciddi bir risk.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 89
Finansallaşma bankacılık sistemini riske soktu
Giderek finansallaşan bir ekonomide;
Ekonomik canlılığı sağlayabilmek,
Sermayeyi büyütebilmek ve
Karlılığı koruyabilmek için
Finansal balonlara ihtiyaç duyulur.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 90
Finansallaşma krizleri tetikledi
ABD 2000-2007: İki balon şişirildi ve bu balonlar patladı.
İlk balon : 2000 Wall Street Borsa Balonu.
Mart 2001: Durgunluğu ve 11 Eylül sonrası olası çalkantıyı önlemek için ikinci balon, Konut balonu şişirildi.
Küçük çaplı bir resesyonla büyük kriz (2008) ötelendi.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 91
ABD: 7 yılda 2 balon şişirildi (2000–2007):
Kapitalizmin son 30 yılının dönüştürücü alt yapı ve üst yapı dinamikleri
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 92
Dönüştürücü alt yapı dinamikleri: Küresel kapitalist kriz Küreselleşme Rekabet biçiminin değişmesi / tekelleşmenin artması Finansallaşma Özelleştirmeler ve kamunun küçültülmesi Emek tasarruf edici ve emekçiyi ikincilleştiren teknoloji uygulamaları (özellikle de kamu
sektöründe)
Dönüştürücü üst yapı dinamikleri: Burjuva ideolojisindeki dönüşüm: Neo liberal ideoloji Ekonomi politikaları Sosyal devletin çöküşü ve yeni yönetişim anlayışı Neo liberalizm muhafazakârlık ve dinsel ittifak: Piyasa İslam'ı / Kültürel hegemonya Sarı sendikacılık ve sendikal bürokrasi Sosyalist ideolojinin gerekli yenilenmeyi sağlayamaması, Sosyalistlerin dağınıklığı ve örgütsüzlüğü
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 93
1945–75 dönemi yaygın bir biçimde:
ABD’de ‘Altın Çağ’, Avrupa’da ‘Sosyal Devlet ya da Sosyal Demokrasi’ ve azgelişmiş dünyada ‘Ulusal Kalkınma’ dönemi olarak adlandırılır.
1980’lerin başlarından itibaren bu dönem sona erdi ve yerini ‘Neo liberalizm’ aldı.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 94
Dönüştürücü alt yapı dinamikleri
Bu dönemin temel özelliği;
küreselleşme ve finansallaşmanın hızlanması ve baskınhale gelmesi,
tekellerin (ya da oligopollerin) hayatın her alanında yaygınlaşması ve
devletin ekonomiye müdahale alanının daraltılarak, özelleştirmeler, taşeronlaştırma aracılığıyla uluslararası piyasaların ve bunların aktörleri dev sermaye şirketlerinin tam hegemonyasının tesis edilmesidir.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 95
Dönüştürücü alt yapı dinamikleri
Bu dönemde ayrıca kapitalist krizlerin kısa dönemli iş döngüleri olmaktan ziyade çok uzun yıllar süren uzatılmış durgunluklara (stagnasyon) ve büyük resesyonlara dönüşmesi ve
bunların da üst yapıda burjuva demokratik devletlerden vazgeçilerek finansal oligarşik yapılara yönelimi gibi eğilimler söz konusudur.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 96
Dönüştürücü alt yapı dinamikleri
Bir yılda tüm dünyadaki reel mal üretiminin toplam değeri ortalama 55–60 trilyon $ iken, finans piyasalarındaki yıllık toplam işlem hacmi bunun 63 katı yani 3,450 trilyon $’dır.
Dünya mali varlık stok hacmi 1980’de 12 trilyon $ iken 2007’de 196 trilyon $ oldu.
Bu stoklar dünya hasılasının (derinlik) 1980’de % 120’sini,
2007’de ise % 356’sini oluşturuyordu.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 97
Küreselleşme ve finansallaşmanın boyutları
Küresel düzeyde sermaye ağının nasıl oluştuğu finans kapitalin kontrol gücünü sergiler:
Dünyada 2007 yılı itibariyle 43,060 çok uluslu şirketten oluşan bir sermaye ağı var.
Bu ağ küresel kapitalist ekonomik gücün kaynağını oluşturuyor.
Bu ağın % 40’ı tek başına 147 şirket tarafından kontrol ediliyor. Özellikle en tepedeki 50 şirketten biri hariç kalan tamamı finans şirketlerinden oluşuyor.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 98
Küreselleşme ve finansallaşmanın boyutları
Kapitalist sınıf zenginleşmesinin yeni yönü
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 99
Finansallaşan ekonomide ucuz kredi emekçi sınıfları sisteme bağlarken, sınıf bilincini zayıflattı.
Finansal sektörde çalışan emekçilerin sınıf içindeki payı arttı.
Bu kesimler sınıf bilinci ve eylemlilik anlamında geleneksel sanayi işçisinin gerisindeler.
Zira kendilerini beyaz yakalı ve orta sınıf (!) olarak görüyorlar.
Türkiye’de bankalarda çalışan sayısı 200,000 civarında.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş100
Finansallaşma işçi sınıfını yapısını değiştirdi, emek örgütlerini zayıflattı
Finansallaşan ekonomide emekçiler giderek artan biçimde borçlandırılarak tüketime teşvik ediliyorlar.
Emekçiler tüketici kredileri ile ev, araba ve diğer tüketim malı alımlarına yöneltildi.
Kredi kartı borcunu ödeyemeyen sayısı Türkiye’de 1 milyonu aştı. Tüm bu gelişmeler emekçilere borçlarını geri ödeyememe, sahip
olduklarını kaybetme korkusu yaşatıyor. Bu durum işlerini kaybetmemek adına onları örgütlü mücadeleden
ve sendikal faaliyetten uzak tutuyor. Emekçiler borçlandırılarak sistemin suç ortağı haline getirilerek rehin
alınıyorlar. Bu durumdaki kitleler ekonomik istikrar için izlenmekte olan
ekonomi politikalarını desteklemek durumunda kalıyorlar.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 101
Finansallaşma işçi sınıfını yapısını değiştirdi, emek örgütlerini zayıflattı
Küresel reel piyasalarda da benzer bir oligopolleşme eğilimi söz konusu.
Yani dünya üretimi ve ticareti az sayıda çok uluslu şirket tarafından doğrudan ve dolaylı yollarla kontrol edilmektedir.
Dünyanın en büyük 100 çok uluslu şirketi ABD, AB ve Japonya’da yerleşik (Triad).
Bu şirketlerin aralarındaki ilişki klasik anlamdaki rekabetten farklı olup daha ziyade bir rakiplik ve işbirliği diyalektiği biçiminde.
Özellikle de fiyat rekabeti çok tehlikeli bir şey olarak düşünüldüğünden genelde bundan sakınılır.
Bunun yerine firmalar büyük ölçüde düşük emek gücü maliyetli durumlara, kaynak rekabetine ve ürün farklılaşmasına yönelirler.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 102
Küreselleşme ve reel üretimde oligopolleşme
Uluslararası tekelci sermayenin iktisadi gücünün yoğunlaşması ve kontrol gücünün artması aynı zamanda dolaylı bir biçimde, taşeronluk ve yönetim sözleşmeleri, anahtar teslimi anlaşmalar, franchising, lisanslama ve ürün paylaşımı gibi uluslararası stratejik ittifaklarla da sağlanıyor.
Örnek: Star Alliance gibi mega işbirlikleri THY dahil otuza yakın ülke hava yollarını bünyesinde topladı.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 103
Küreselleşme ve reel üretimde oligopolleşme
Washington Uzlaşması sonrasında kamu küçültüldü, özelleştirmeler başlatıldı.
KİT’ler ve kamusal hizmetler özelleştirildi. Özelleştirme sadece mülkiyet devri ile değil,
serbestleştirme- düzenlemeden vazgeçme, franchising, kullanma hakları, lisanslama, kamu-özel ortaklıkları gibi yöntemlerde her alanda yapılıyor.
Taşeronlaştırma özelleştirmenin en yaygın uygulaması.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 104
Özelleştirmeler
Taşeronlaştırma sadece ucuz işçilik ya da kıdem tazminatı gibi bazı yasal sorumluluklardan kurtulmak için değil,
dayanışma kültürünü yok edip , bireyci kültürü yerleştirmek,
sendikasızlaştırmak ve sınıf bilincini yok etmek için de yapılıyor.
Özelleştirilen işyerlerinde uygulanan esnek emek gücü politikaları işçi sınıfı örgütlülüğünü zayıflatıyor.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 105
Özelleştirmeler işçi örgütlenmesine darbe vurdu
Bu verilerden hareketle günümüz kapitalizminin en çarpıcı özelliğinden birinin küresel düzeyde tekelleşme (ya da oligopolleşme) olduğu,
bunun giderek genel bir eğilim halini almakta olduğu ve dünyada bu yapıdan özerk hiçbir ekonomik faaliyetten söz etmenin mümkün olamayacağı ileri sürülebilir.
Bu gerçek, dünyanın en büyük ekonomilerinin ve en güçlü hükümetlerinin dahi finans kapitalin saldırılarına karşı durmalarının ne denli zor olduğunu ortaya koymaktadır.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 106
Dönüştürücü alt yapı dinamikleri
Bugün sermaye temerküzü kendisini uluslararası tekelci sermayenin hızlı büyümesinde gösteriyor.
Teknolojinin yanı sıra sermaye her zamankinden daha fazla mobil durumda .
Çünkü dev firmalar giderek küreselleşiyor ve finansallaşıyor.
Bugün, ulusal düzeydekine ilave olarak küresel bir artı değer oluşumu ve bunun yarattığı bir rant bölüşümü söz konusu.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 107
Küreselleşme emperyalist sömürüyü daha da arttırırken işçi sınıfının yapısını dönüştürdü
Yani; Metropol ve az gelişmiş ülkelerdeki emek gücü
verimlilikleri arasındaki fark kapanırken, ücret farklılıkları giderek açılıyor.
Böylece metropollere doğru akan bir emperyalist rantoluşuyor.
Çünkü az gelişmiş ülkelerdeki emek, değerinin çok altında ücretlendiriliyor.
Bu rantı artırarak sürdürmek isteyen emperyalizm azgelişmiş ülkelerdeki işçi örgütlenmelerini daha da baskılıyor.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 108
Küreselleşme emperyalist sömürüyü daha da arttırırken işçi sınıfının yapısını dönüştürdü
Küreselleşme ve teknolojik gelişmeler azgelişmiş ülkelerde prekarya (precartiat) adı verilen bir emekçi katmanını ortaya çıkardı.
Bu emekçiler uluslararası iş bölümüne uygun bir biçimde esnek / güvencesiz istihdam koşullarında ve genelde yarı zamanlıistihdam ediliyorlar.
Büyük ölçüde kadınlardan, gençlerden, engelli işçilerden, tekrar çalışmak zorunda kalan emeklilerden, eski mahkûmlardan ve göçmenlerden, esnaftan, iktisadi değişim nedeniyle yerlerinden edilmiş olan kalifiye ve yarı-kalifiye işçilerden ve işsizlerden oluşuyor.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 109
Prekarya
(i) Burjuva demokrasileri giderek geçerliliğini yitiriyor, iktidar ve muhalefet partileri arasındaki fark giderek kayboluyor.
ii) Uzun dönemde “emperyalistler arası savaş” tezi geçerliliğini korusa da, kısa vadede ABD, AB ve Japonya üçlüsünden oluşan bir “kolektif emperyalist işbirliği” mevcut.
Libya işgali ve gündemdeki Suriye müdahalesi bunun somut örnekleri.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 110
Alt yapıdaki dönüşümün politik sonuçları
(iii) Triad’ın emperyalist bloku azgelişmiş ülkelerdeki gerici hegemonik bloklar ile stratejik ittifakını sağlamış durumda.
Azgelişmiş ülkelerdeki gerici hegemonik blokları da içine alan bir küresel gerici hegemonyadan söz etmek mümkündür.
(iv) Mevcut iktisadi kriz sadece bir kriz olmaktan öte özellikler göstererek, sistemin kendi kendini yeniden üretmekte zorlanmasından dolayı, içe doğru patlamalar yaşamaktadır (Bolivya, Venezüella ve Ekvator).
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 111
Alt yapıdaki dönüşümün politik sonuçları
Dönüştürücü üst yapı dinamikleri Burjuva ideolojisindeki dönüşüm ve neo
liberal ideoloji ve ekonomi politikaları, sosyal devletin çöküşü ve Yeni Yönetişim anlayışı
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 112
1970’li yıllardan bu yana metropol ülkelerde geliştirilen neo-liberal ideoloji ve neo-liberal politikalar IMF, DTÖ ve DB gibi örgütler aracılığıyla tüm dünyaya egemen kılındı.
Bu ideoloji, işçi sınıfı ve aydınlar başta olmak üzere toplumun büyük kesiminin ülke sorunlarına ilgisizkalmasına neden oldu.
Ayrıca bu ideolojinin muhafazakarlık ve din ile ittifakı toplumun dönüştürülmesinde etkili oluyor.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 113
Neo-liberal ideoloji
Neo-liberalizm, emek örgütleri ve sendika karşıtı yasaların hayata geçirilmesi, sendikal faaliyetlerin yasaklanması ya da kısıtlanması demek.
Bu rejimde sendikalara biçilen rol, emek gücü piyasalarının düzenlenmesi ve yönetilmesinde sendikaların, kapitalistlerin ve devletin yönlendiriciliği altında müttefiklik-yardımcılık rolüdür.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 114
Neo-liberal ideoloji
Neo liberal dönemde sınıfsal güç dengelerinde ve kapitalist devlet anlayışında önemli değişiklikler meydana geldi.
Bu gelişmeler sosyal devletlerin günümüzde içine girdikleri paradigma değişikliğinin ve beraberindeki kamusallık anlayışındaki değişimin de arka planını oluşturuyor.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 115
Sınıfsal güç dengesindeki değişim
1980 sonrası neo liberalizm olarak adlandırılır.
Neo-liberal dönem sermayenin hegemonyasının yeniden ve daha güçlü bir biçimde kurulmasını sağlarken, sosyal devletin de giderek ortadan kalkmasına neden oldu.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 116
Neo liberalizm: Sosyal devletin sonu
Neo liberalizm
1980 kırılması birbiriyle ilişkili iki önemli geçiş içeriyor:
(i) Fordist yapılanmadan Post-Fordist yapılanmaya geçildi. Fordist dönemde sermaye ile emek arasında bir çeşit ateş kes mevcuttu ve
örgütlü emek ,ücret artışları ve iş güvenliği bağlamında oldukça güçlenmişti.
Post- Fordist dönemde ise bu ateşkes bitti ve emek ikame edilebilir, vazgeçilebilir, kullanılıp atılabilir bir hale dönüştürüldü.
(ii) Keynesyen teoriden Post-Keynesyen teoriye geçildi. Keynesyen teori altında hükümetten ekonomiyi düzenlemesi ve toplumun
refahı için sosyal refah programlarını sürdürmesi bekleniyordu.
Post-Keynesyen / Neo liberal dönemde ise hükümet bunların hiçbirini yapmamalıydı.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 117
Neo liberalizm
Kısaca;
Fordizm ve Keynesyenizm işçi sınıfını ve genel olarak vatandaşları kapitalizmin aşırılıklarından koruyan bir çeşit «Toplumsal Anlaşma» idi.
Neo liberalizm dünya çapındaki siyaset ve ekonomiyi giderek daha fazla hâkim sınıf ya da ulusların emrine sokacak şekilde şekillendiren bir ideoloji.
Topluma karşı açgözlü bir topyekûn saldırının, savaşın hikâyesi.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 118
Neo liberalizm
(i) Kamusal mal ve hizmetlerin metalaştırılması ve kamunun küçültülmesi (özelleştirmeler).
(ii) Her türlü metaı bir spekülasyon aracına dönüştüren bir hızlı finansallaşma.
(iii) Her türlü doğal, sosyal ve reel felaketin ve krizin kapitalist sınıf için ve onun tarafından manipülasyonu.
(iv) Servetin üst sınıflar lehine ve bölüştürülmesinde devletin açık ve pervasız bir biçimde bir araç olarak kullanılması.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 119
Neo liberalizmin dört ayağı (D. Harvey)
Neo liberalizm ile birlikte geleneksel sermaye birikimi yöntemlerine ilave olarak,
sağlık ve eğitim gibi kamusal hizmetlere ve doğaya ve doğal kaynaklara el koyma biçiminde çağdaş bir “ilkel birikim modeli” de yoğun bir biçimde kullanılmaya başlandı.
Bu gelişmeler kamusallığın da daraltılarak etkisizleştirilmesiyle sonuçlandı.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 120
İlkel birikime dönüş
Yönetim, devlet dışındaki aktörleri de (sivil toplum örgütleri, şirketler, piyasalar vb) içeren, “birlikte yönetme”, “hükümet olmadan yönetme” olarak tanımlanıyor.
Son derece esnek, aynı ölçüde kaygan ve değişken bir kavram.
Söylemde tarafsız , siyasi ve ideolojik olmayan bir özellik sergiler.
Gerçekte bu kavram yeni bir siyasal iktidar modeli. Toplumun ezilenlerini dışlarken, toplumun geleceğini
sermaye sınıfının egemenliğine mutlak olarak teslim eder.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 121
Neo liberal Yönetişim
Avrupalı devletler tekil kemer sıkma uygulamalarında yeterince başarılı olamayınca,
2011’den itibaren Yeni Avrupa Ekonomik Yönetişimi adı altında hem ulusal düzeyde hem de ulus üstü bir açık hegemonya modeline başvuruluyor.
«Avrupa Sömestri» ile ulusal meclislerin bütçe yapma hakkı fiilen ortadan kaldırılıyor ve Avrupa Komisyonu’na veriliyor, üye ülke ekonomileri izlenip denetleniyor.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 122
Yönetişim AB’de kanunlaştı
Üst yapıdaki en önemli değişim ideolojialanında oldu.
“Neo liberal burjuva ideolojisi” din vemuhafazakârlık gibi yerleşik diğer ideolojilerle yaptığı işbirliği sonucunda,
adeta yeni bir din gibi kesin biat edilen bir ideolojiye dönüştü.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 123
Kültürel Hegemonya tesisi: Neo liberalizm – ideoloji-yeni muhafazakarlık - din işbirliği
Neo liberal yeniden yapılandırma ile geçen 30 yılın ardından gelen kemer sıkma çağında;
Avrupa Birliği ülkelerindeki sosyal devletlerin geleceği son derece belirsiz.
Kemer sıkma AB’de kurumsallaştırılıp, kalıcı hale getiriliyor.
Sermaye açısından artık emek ile uzlaşmaya gerek de yer de yok.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 124
Çağ, kalıcı kemer sıkma çağı
KAPİTALİST DEVLETTE YENİ EĞİLİMLER
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 125
Piyasa hegemonyası : (i) Sermaye kontrollerinin kaldırıldığı ülkelerde, sermayenin
istediği yere ve yöne hareket edebilme serbestîsi, (ii) Hükümetlerin özel yatırımların yönünü, koşullarını
denetleyebilme imkanlarının ortadan kalktığı, (iii) Politikacıların, Merkez Bankası gibi kurumların
seçmenlerinden ziyade, giderek tahvil-bono piyasalarına bağımlı kılındığı bir durum.
Sermaye çok talepkar davranıyor ve ulus devletlere kendi şartlarını dayatıyor.
Davos Toplantıları : Küresel piyasa sisteminin ulus devlet yöneticilerini teslim aldığı, onlara taleplerini dayattığı, ulusal politikaları belirlediği toplantılar.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 126
Demokrasi mi Piyasa hegemonyası mı?
“Merkez Bankası bağımsızlığı”:Bono-tahvil piyasalarına yatırım yapanların yatırımlarının getirilerinin erimesini önlemek için getirilen bir garanti.
MB bağımsızlığı altında tüm sosyal politikalar bono-tahvil piyasalarının izin verdiği ölçü ve biçimde uygulanabilir.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 127
Demokrasi mi Piyasa hegemonyası mı?
Devletin rolü: Kredi ve miktarsal kolaylaştırma: Hem ABD hem de İngiltere bankacılık krizini savuşturabilmek ve para ve
krediyi dolaşımda tutabilmek için faiz oranlarını tarihsel olarak en düşük düzeylere çektiler.
Ekim 2008 tarihinden itibaren her iki hükümet de çöken bankaları ayakta tutabilmek için bunlara para aktardılar:
ABD / Paulson Planı : Hazine’ ye toksik kâğıtları satın almak ve bankacılık sektörüne sermaye aktarmak amaçlı olarak 700 milyar $ aktarıldı.
Hükümete mortgage ve diğer varlıkları satın alabilmede sınırsız bir yetki tanıdı.
Bankaların hisseleri karşılığında bankalara sermaye aktarılmasına yönelik 250 milyar $’lık bir fon kuruldu.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 128
Kapitalist Devlet – Kriz İlişkisi :Devlet finans kapitale nasıl hizmet ediyor? Para Politikaları
ABD / Geithner Planı ( Mart 2009) : Hazine’ye , bankalarda tutulan ve değerini kaybetmiş bulunan 1 trilyon $ dolayındaki toksik varlıkların satın alınması için bir kaynak sağlandı.
Bankalardaki toksik kâğıtların değeri ile ABD dolarının değeri birebir eşitlendi.
Hükümet elindeki paranın 6 katı oranında borç verebilme imkânına kavuştu.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 129
Devlet – Kriz İlişkisi :Devlet finans kapitale nasıl hizmet ediyor? Para Politikaları
Dünya Bankası’nın ekonomisti Jeffry Sachs : Bu durum servetin vergi mükelleflerinden banka hissedarlarına doğru devasa bir transferidir.
P. Krugman : Satın alınan toksik varlıkların değeri yükselirse yatırımcılar kazanacak, değeri düşerse yatırımcılar zarara uğramadan ellerini kollarını sallayarak çıkıp gidecekler.”
Financial Times: 10 milyon $’lık bir mortgage kağıdı alan bir özel yatırımcı bu kağıtlar tamamen değerini yitirse de 2-5 milyon $ kar elde edecek. Bu, kapitalistlerin hiçbir biçimde kaybetmeyecekleri bir anlaşmadır.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 130
Devlet – Kriz İlişkisi :Devlet finans kapitale nasıl hizmet ediyor? Para Politikaları
İngiltere / Darling /Brown Planı : Hükümet 850 milyar $’lık(500 milyar pound) bir bankacılık
kurtarma paketi açıkladı. Bunun 50 milyar $’ı bankaların hisseleri karşılığında bankalara
verilen gerçek para ; 200 milyar $’ı İngiliz Merkez Bankası’nın kısa vadeli kredileri şeklinde ve diğer 250 milyar $’ı bankalar arasındaki kredilerde garanti olarak sunuldu.
Bank of England, para arzını artırmaya dönük olarak miktarsal kolaylaştırma politikası uyguladı.
Banka, faiz oranlarını % 0.5 olarak belirledi. Normal koşullarda bu oran, yeni yatırımlar için son derece teşvik edicidir ve ekonomik büyümeyi hızlandırıcıdır.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 131
Kapitalist Devlet – Kriz İlişkisi :Devlet finans kapitale nasıl hizmet ediyor? Para Politikaları
Marx : Resesyon dönemlerinde para sermayede bir fazlalık olmasına rağmen, kapitalistler para sermayeyi meta sermayeye ya da sınai sermayeye yatırımlar yaparak dönüştürmek istemezler,
tam tersine sermayenin tüm biçimlerini para sermayeye dönüştürmek ve iyi zamanlar gelene kadar da orada kalmak çabası içinde olurlar.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 132
Kapitalist Devlet – Kriz İlişkisi :Devlet finans kapitale nasıl hizmet ediyor? Para Politikaları
Kriz sonrasında finans ve sanayi-ticaret tekellerinin devletleştirilmesi sahte kamulaştırmalardır.
Yapılan devletleştirmeler kısmidir, geçicidir ve herhangi bir koşula bağlı değildir.
Devletleştirmelerle, zor durumdaki bankaların kârlılığının yeniden tesis edilmesi için sermaye yapılarının güçlendirilmesi hedeflenmiştir.
Gerçek bir kamulaştırma olsaydı, halkın parası hükümetler eliyle bankalara aktarılırken, bankaların faaliyetleri daha sıkı kurallara bağlanırdı.
Hükümetlerce, kriz sona erdiğinde devletleştirilmiş olan bu şirketlerin tekrar özelleştirileceğinin garantisi verilmiştir.
Regülasyon ve vergi cennetlerinin denetlenmesi ihtiyacının konuşulması sadece dikkatleri dağıtmak içindir.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 133
Kapitalist Devlet – Kriz İlişkisi : Devletleştirme finans kapitale hizmet ediyor?
Bunlar devletçi kapitalist toplum mühendisliği örneği.
Devlet mülkiyetine dönüş üretim güçlerinin kapitalistlik doğasını ortadan kaldırmıyor.
Kapitalist toplumlarda devlet kapitalist üretim tarzını muhafaza etmek için kaçınılmaz olarak var olan bir aygıt.
Şekli ne olursa olsun modern devlet kaçınılmaz olarak kapitalist bir makine.
Devletin ekonomiye ilişkin özgün müdahalesi kapitalizmin yeniden üretimi ve kapitalist sınıfın genel çıkarlarının muhafazasından başka bir amaç taşımaz.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 134
Kapitalist Devlet – Kriz İlişkisi : Devletleştirme finans kapitale hizmet ediyor?
2011 Kasım ayında önce Papandreou’nun demokrasi ile flörtü, ardından İtalya’nın krize girmesi finans piyasalarını endişelendirdi.
Dünyanın en büyük yedinci ekonomisindeki bir borç temerrüdü durumu bankacılık krizi yaratarak Avro Bölgesi ve dünya finans sisteminin çöküşüne ve yeni bir resesyona neden olabilirdi.
Ayrıca piyasalar Berlusconi’nin kemer sıkma programını yeterince sert uygulamadığına inanıyordu.
Bu yüzden Troyka (AB+ECB+IMF) Berlusconi’nin 17 yıllık ve Papandreuhanedanının 40 yıllık hegemonyası sona erdirdi.
Yerlerine iki bankacı bürokrat Monti ve Papademos atandı.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 135
Avrupa’da Teknokrat Hükümetler Dönemi : Burjuva demokrasisinden finans oligarşisine
İki lider de apolitik teknisyenler değil.
Sağın ve Batıyı yıllardır fazla demokratik olmakla suçlayan Troyka’ nın direktifleri doğrultusunda “ücret ve sosyal haklardan fedakârlık yapılarak krizden çıkılabileceğini” yönündeki bildik bir ideolojiyi pazarlamaya çalışan ve
krizin faturasını iki halkın sırtına yıkma peşinde olan adamlar.
Arkalarında Goldman Sachs gibi finans sermaye var.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 136
Avrupa’da Teknokrat Hükümetler Dönemi : Burjuva demokrasisinden finans oligarşisine
Bu hükümetler, demokrasinin beşiği Avrupa’da bile kemer sıkma önlemlerinin hızlı ve kalıcı bir biçimde uygulanabilmesi için demokrasiden vazgeçilebildiğini gösterdi.
Yüzyıllardır “piyasa ve demokrasi” ayrılmaz bir bütün gibi gösterilmekteydi. Kapitalizm bir krizden diğerine sürüklendikçe artık piyasaların demokrasiye ihtiyacının kalmadığı ortaya çıktı.
“Kapitalizm ile demokrasinin evliliğinin bittiği” tezi doğrulanıyor.
Asıl şok eden gelişme ise liderlerin her şeyi açıkça yapıyor olmaları.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 137
Avrupa’da Teknokrat Hükümetler Dönemi : Burjuva demokrasisinden finans oligarşisine
Ekonomi sadece siyaseti belirlemekle kalmıyor, kendi alanının dışına taşıyor ve hükümetlerin demokratik denetimlerini de ortadan kaldırıyor.
Karar alma gücü ve yetkisi siyasal alandan ekonomi alanına kaydırılıyor.
Emekten yana siyaset seçenekleri “ekonominin ihtiyaçları”gerekçesiyle yok edilirken, “apolitik uzmanlık” maskesi altında politik projeler dayatılıyor.
Muhaliflere ise en ufak bir hoşgörü gösterilmiyor.
Bu gelişmeler artık AB gibi kapitalizm temelli birliklerin vahşi kapitalizmin ılımlılaştırılacağı yerler olmadığını gösteriyor.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 138
Avrupa’da Teknokrat Hükümetler Dönemi : Burjuva demokrasisinden finans oligarşisine
Ayrıca aşırı sağ giderek güçleniyor ve Parlamenter Bonapartist uygulamalar Avrupa ölçeğinde yaygınlaştırılmak isteniyor.
Nitekim Avrupa Komisyonu, Merkel ve Sarkozy’nin onayıyla, kemer sıkmaya direnen Macaristan ve Romanya gibi ülkelerde de Bonapartist diktaları gündeme getirmeye başladı.
Şimdilik bu bir parlamenter Bonapartizm biçiminde olsa da kriz daha da derinleşir ve toplumsal muhalefet daha da yükselirse bu daha sert biçimler alabilir.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 139
Avrupa’da Teknokrat Hükümetler Dönemi : Burjuva demokrasisinden finans oligarşisine
Bu kavram ya politik tartışmalarda nadiren yer alıyor ya da yanlış bir biçimde kamu kurumları ve bakanlıklardaki belli okul mezunlarının ya da belli odakların egemenliklerini anlatmada, çok dar anlamda ve yanıltıcı bir biçimde kullanılıyor.
Oysa bu kavram özellikle 2008 krizi sonrasında siyasal karar alma mekanizmalarının ardındaki güç dinamiklerini açıklamakta kullanılabilir nitelikte bir kavram.
«Finans oligarşisi” bugünün az sayıdaki küresel finans zengininin ekonomik ve politik hegemonyasını tanımlamakta faydalı olabilecek bir kavramdır.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 140
Oligarşi
Yunancadaki ‘sayıca az’ (ὀλίγος-oligoi) ve ‘egemenlik-yönetim’ (ἄρχω -arche) kelimelerinin birleşmesiyle oluşturulmuş bir kelime.
Belirli bir grup azınlığın kötü yönetimi demektir.
Örneğin Aristoteles, oligarşiyi iktidarın belli bir azınlık tarafından adaletsiz olarak kullanılması olarak tanımlamıştır.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 141
Oligarşi(ὀλιγαρχία, oligarkhía)
Çağımızda bu kavram özellikle de yarı sömürge ülkelerde, askerden ve yönetimden destek almadan gücünü devam ettiremeyen,
bu gücü kendi sınıfsal çıkarları için kullanan,
nispeten küçük bir grubun elinde büyük çapta bir servetin toplanması anlamında kullanılmakta.
Bu anlamda oligarşi, toplumun genel refahı düşerken, zenginliğin bu adaletsiz dağıtımının sürdürülebilmesi için gerekli olan yasal ve siyasal çatı anlamında bir diktatörya olarak tanımlanabilir.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 142
Oligarşi
Küçük bir azınlığın yönetimde olduğu bir devlet biçimi olan oligarşik devletlerin yönetimdeki grup genelde,
askeri, siyasi veya maddi olarak ülkenin önde gelen gruplarından birisi ya da bir iki gruptan oluşan bir blok.
Bu grup, bir aile olabileceği gibi, çok dar bir sınıf da olabilir.
Bu açıdan ele alındığında, oligarşi kavramı, devletin tüm kurumlarının küçük bir azınlığının kontrolünde olduğu bir diktatörlük demektir.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 143
Oligarşi
Düşünür R. Michels (Oligarşinin Tunç Yasası) her hangi bir politik sistemin son tahlilde oligarşiye dönüşeceğini ileri sürer.
Bu bağlamda modern demokrasiler oligarşi olarak kabul edilebilirler.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 144
Oligarşi
Bonapartizm terimi Fransa’da sırasıyla Fransız Devrimi’nin ardından 1799’da Napoleon Bonaparte (Napoleon I) ve 1848 Devriminin ardından 1851 yılında bu kez Louis Bonaparte (Napoleon II) tarafından kendi hükümetlerine karşı gerçekleştirilen askeri darbe ve diktatörlüğü anlatan bir terim.
Bu bağlamda Bonapartist eğilimler sosyal bir devrim gerilediğinde ve restorasyona yöneldiğinde ortaya çıkmaktadır.
Marx 1852’de yazdığı L. Bonaparte’nin 18 Brumerei (EighteenthBrumaire of Louis Bonaparte) adlı çalışmasında Fransa’da sınıf mücadelesinin nasıl kaba bir sıradanlığı kahramanlığa dönüştüren koşulları ve ilişkileri yarattığını anlatır.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 145
Bonapartizm
Marx, Bonapartizm nitelemesini karşı devrimci askerlerin iktidarı devrimcilerden aldıkları ve seçici reformlar aracılığıyla halk sınıflarının radikalliğini yönettikleri durumu anlatmak için kullanmıştır.
Süreçte Bonapartistler egemen sınıfın gücünü maskelemişler ve korumuşlar ve devrimlerin saptırılmasına hizmet etmişlerdir.
Tarihteki uygulamalarına bakıldığında Bonapartizmin, demogoji ve şövenist propaganda ile yoğrulmuş bir biçimde ve polis gücünü, bürokratik mekanizmaları ve kiliseyi en yoğun bir biçimde kullanarak devrimci hareketleri ve demokratik özgürlükleri yok etmeyi ya da baskılamayı hedeflediği görülür.
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 146
Bonapartizm
Almanya’da Bismarck ve Rusya’da P.A.Stolypin dönemleri Bonarpartist unsurlara sahip olmuştur.
20yyda bu terim genişletilerek büyük burjuvazinin, militarizmi, gerici köylülüğün desteğini, sınıflar arasındaki güç dengesinin istikrarsızlaştığı koşullarda sınıfsal manevraları temel alan karşı devrimci iktidarları tanımlamakta kullanılmıştır (örneğin Rusya’da 1917 Temmuz Krizi sonrasında uygulanan politikalar)
Özetle Bonapartizm yaygın olarak egemen sınıfın iktidarının sağlam olmadığı durumlarda düzenin sağlanması için asker, polis ve bürokrasinin müdahalede bulunduğu bir hükümet etme biçimini tanımlamakta kullanılmaktadır
Doç.Dr.Mustafa Durmuş 147
Bonapartizm