Insan ve Hayat

68

description

Toplum Hafızası

Transcript of Insan ve Hayat

Page 1: Insan ve Hayat
Page 2: Insan ve Hayat
Page 3: Insan ve Hayat
Page 4: Insan ve Hayat

Fazilet Neşriyat ve Tic. A.Ş.Adına İmtiyaz Sahibi

Hüseyin GÜNEY

S. Yazı İşleri MüdürüHarun ÖZDEMİR

Genel Yayın KoordinatörüAdem FİDAN

Yayın EditörüYusuf DANEGÖZ

Ramazan DOKUMACI

Fotoğraf EditörüSüleyman DİKİCİ

Dağıtım KoordinatörüÇetin GÖLBAŞI

Reklam ve Halkla İlişkiler SorumlusuMustafa ÖZKAN

Hukuk MüşaviriAv. Ali YÜKSEL

Grafik TasarımSedat YAZILITAŞ

Web TasarımSiraceddin EL

Yayın KuruluYakup MEHMETÇİK, Abdullah SATUN, Bilal GEZER,

Mehmet Emin BAKIRDEMİR, Hüseyin TENÖR, Osman ERKAN, Tunahan SOYLU,

Hakkı ÖZASLAN, Murat ÇAKAR, Fahrettin TANIR, Selman ASLAN, Sinan TUNÇ, Ferhat KAYA

Yayın Türü: Aylık Yaygın Süreli Yayın

ISSN: 1309-5978

Baskı MesulüAli AYDIN

Baskı ve CiltFazilet Neşriyat ve Tic. A.Ş.

Eğitim ve Kültür Dergisi

Sayı:1 • Mart 2010

‹nsan ve Hayat Der gi si ’nin bü tün yayın hakkı, Fazilet Neşriyat ve Tic. A.Ş.’ye ait tir. Der gi ye gön de-ri len yazılar, yayınlansın ya da yayınlan masın iâ de

edil mez. Der gi miz yazılar üze rin de ge rek li mü dâ ha-le yi yap ma hakkına sâ hip tir. Der gi de çıkan yazılar

kay nak gös te ri le rek ik ti bas edi le bi lir. Der gi de yayımla nan yazı ve rek lam ların her tür lü me su li ye ti

ya zar larına ve sa hip le ri ne ait tir.

İrti bat ve Abo ne likBağ lar Mah. Mi mar Si nan Cad. No: 52

Gü neş li - Bağcılar / İSTAN BULTel: (0212) 657 88 00 Faks: (0212) 657 82 96

[email protected]

Merhaba

e kapınızı çalıyoruz... Biliyoruz ki içeriye girip sohbete devam etmek için bir dakikadan az bir zamana sahibiz. Gerçek-ten de ilk defa karşılaşıyoruz. Şöyle bir karıştırıyorsunuz. İsimlere bakıyorsunuz

önce. Yazar olarak etiketlenmiş bir isim var mı diye. Bulamıyorsunuz tanıdık bir isim. Yabancı bir insanla karşılaşan küçük bir çocuğun yaptığı gibi hafif bir geri çekilme hissi beliriyor içinizde. Ama satırlara göz gezdirirken hissediyorsunuz samimiyetimizi ve sizlere verdiğimiz değeri.

İçerideyiz... Bir bardak su istiyoruz. Suyumuzu içerken manalı manalı bakıyorsunuz. Bu havada so-ğuk su pek normal gelmiyor size. “İçimiz yanıyor.” diyoruz; hava ne kadar soğuk olsa da.

Sayfaları karıştırırken “neden aile?” diye soru-yorsunuz. “Aile, toplumun merkezi, insanın da kaynağı.”diyoruz. “Doğru ama neden tedirginsi-niz?” sorunuza, “Tedirginliğimiz aileden değil, aile-nin ağırladığı misafirlerinden. Ama sadece ağırlanan değil evin içini yurt tutan misafirlerinden. Bu daimi misafirlerle aile bireyleri perde oyunundaki kuklalar gibi dışarıdan idare edilmeye çalışılıyor.” diyoruz.

Ailenizi şöyle bir düşünüp sözlerimizi çok iddialı buluyorsunuz. Ve ilk andan beri aklınızdan geçen soruyu soruyorsunuz, “Kim sizin yazarlarınız?”, sorunuza karşı diyoruz ki; “Sosyal hayatın her nok-tasındaki gerçek analizciler. Bunlar kendi işlerinde uzman, iyi bir gözlemci ve hayatın yanlışları üzerine titizlenen insanlar. Gerçeğe ulaşmak için havadaki dumanın tamamını nefesleri ile temizleyen insanlar. Mesela siz.”

-Yazarlarınız için de çok iddialı konuştunuz. Ama benim de insanlara söylemek istediğim çok şey var. Bunları yazmak için ön çalışmalar yapmam lazım. Belki tuhaf gelecek ama kimler okuyor derginizi?

-Bu sorunuzu da bekliyordum. Şimdi sizinle başladık okutmaya. Dilimizi bilen her eve size gel-diğimiz gibi tek tek gidip konuşacağız. Anlatacağız derdimizi. Sadece biz değil belki siz de anlatacaksı-nız bizi, kendinizi buldukça İnsan ve Hayat’›m›zda.

V

Page 5: Insan ve Hayat
Page 6: Insan ve Hayat

‹nsan

10 Toplumdan‹nsanaHayat›nMerkezi“Aile”

18 TelevizyonNeAnlatıyor?

20 ElBebekGülBebek“YKuşağı” Onlarlakonuşmakkolayamaonlaraulaşmakzor.Zor

olanaulaşmakmıistiyorsunuz?

22 SizedeBulaşmasın Bilgisayarıntuştakımına,elektronikpostahesabınasızan

kötüniyetliyazılımlarkimizamanbilgisayarıişlemezhale

getirenbirvirüsedönüşürkenkimizamanendeğerli

bilgileriniziçalancasusaoluveriyor.

32 S›navlarYaklaştıKaraGöründü! Çokdersçalışıyorsunuz,bilgieksiğinizyokama

sınavlardakikaygıyıkontrolaltınaalamadığınıziçin

kaybediyor,azbaşarıileyetiniyorsunuz.

Ev

43 GömlekTemizliği

48 GüllacınTarihiSerüveni

50 AzıKarar,ÇoğuZarar

51 TereyağdaKaymaklı GüllaçKızartması

52 KeşkekYatağındaSaraySarması

53 HamsiliPilav

55 HerDönemÖvülmüşBitki“ÇörekOtu”

Bir gözün görme derecesi farklı diğer gözün görme derecesi farklıysa her iki gözden beyne gelen imajlar birbirinden farklı oluyor. Bu durumda kötü gelen imajı beyin seçiyor...

Her evin bir kokusu vardır. Kendini size anlatan kokulardır bunlar. Nerede ne zaman o kokuyu duysanız fotoğraflar bir bir iner gözüne.

Göz Tembelliği

Ev Kokusu

24

39

Dizi(nin) Dibinde 39

4 / Mart 2010

‹çindekiler

Page 7: Insan ve Hayat

Eğitim

28 EğitimSistemimizde‹şinSonunda NeVar? “Bugünküortaöğretimsistemi;kendiniifadeetmede

zorlanan,sorunçözmebecerisiyeterincegelişmemiş,

sosyaletkinlikdeneyimiolmayan,toplumdankopuk,

ortaöğretimintemelamaçlarıileyoğrulmamışbirlise

mezunuprofilininyetişmesineyolaçmaktadır.”

60 MiniklerinEllerinden

Hayat

6 Haberler

8 GenişÇizgi

9 Yorgun

26 PüfNoktası Sağlık,Ekonomi,Hukuk,Eğitimalanlarındabizimle

paylaşmakistediğinizsorularınızvardır.Bizimle

paylaştığınızsorularlaokurlarımızınhayatını

kolaylaştırabilirsiniz...

44 Tanışıyorum Bebeklerdetatalmaduyusugeliştiğindenanneadayı

hamileliğindeyediklerinedikkatetmelivesağlıklı

beslenmelidir...

56 ZekaSoruları

60 Bulmaca

64 NoktayıBeklemek

Kültür

34 ŞarkınGülBahçesiBostanveGülistan

36 KitabıSev(dir)mek!

38 Nedir-NeDeğildir?

58 HayvanlarınGözüyleDünya

Eğitim Sistemimizde

‹şin SonundaNe Var?

Grip ve Nezleden Korunmak

O Kadar Zor Değil

24

28

46

Mart 2010 / 5

‹çindekiler

Page 8: Insan ve Hayat

Hayatın AnahtarıKimde?

Belçika’da geçirdiği trafik kazasın-dan sonra bitkisel hayata girdiği teşhisi konulan adamın, aslında 23 yıl boyunca bilincinin açık olduğu ortaya çıktı.

İngiliz gazetelerinin haberlerine göre, 1983’te geçirdiği kaza yüzünden felç olan Rom Houben, söyledikleri her şeyin farkında olduğunu doktorlara anlatma imkanı bulamadı. Doktorların bitkisel hayatta olduğunu düşündükleri Houben, bu uzun yıllarda “hayal kura-rak vakit geçirdiğini” söyledi.

Durumunun açıklığa kavuşmasından sonra Houben, “Hakkımda bildikleri şeyin yanlış olduğunu keşfettikleri anı asla unutmayacağım. O gün benim ikin-ci doğumumdu. “ diye konuştu.

Houben’ı tedavi eden nörolog Ste-ven Laureys yazdığı bilimsel bir makale-de yılda tahmini 3 bin ila 5 bin hastanın durumunun Houben’a benzediğini söyledi.

En Ayrıntılı Reklam TekniğiBeynin ne düşündüğünü düşünen bile tam bilemez.

O çözüldüğünde sahibine ulaşmak kolaylaşır. Bunu fark eden reklamcılar artık, “Fonksiyonel Manyetik Rezonanz Gö-rüntüleme” (fMRI) tekniği ile tüketicinin beyninde ki “beyin hücreleri, beyin lopçukları, kan hızı” gibi tepkileri izliyorlar. Bugüne kadar bu konuda çeşitli deneyler yapan reklam sek-törü, “bilimsel” bir yöntem olan Nöro-Pazarlama ile tanış-tı. Yeni buluş tüketicinin beynine girip hangi reklam öğesine hangi tepkiyi verdiğini ayrıntısıyla raporluyor.

Ne Hedefleniyor?Çalışmanın neticesinde “fiziksel medyanın hafızaya daha

iyi entegre olması” hedefleniyor. Reklamın beyinde algılan-ması sırasında beynin en çok aktif olan bölümlerini gözlemle-me olanağı klasik yöntem kullanılırken zor olmaktadır. Çünkü insanlar izlediklerini kelimelerle ifade etmekte zorlanabilmek-tedirler. Buna karşı gözden kaçabilecek çok küçük beyin faa-liyetleri etkilenmiş insanı bulmak için önemli ipucu verebilir. Bu yeni teknik fiziksel ve sanal medya iletişimlerinin etkileri arasında bir fark olup olmadığını anlamada kolaylık sağlayarak reklamın beyinde işlenişi sırasında en çok aktif olan bölümle-rini gözlemleme olanağı veriyor.

Çin Basın Yayın İdaresi, internette bulunan tüm müstehcen içerikli yayınları yasakladığını ve erişimi kes-tiğini duyurdu. Şinhua ajansının haberinde, 30 bin link ve 4 bin internet sayfasının Ocak ayından beri 50 uzman tarafından incelendiği ve uygunsuz bulunarak yayının kesildiği bildirildi. Basın Yayın İdaresi, yeni bir kanu-nun düzenleneceğini bildirdi. Çin, geçen aylarda “Go-ogle.cn” arama motorunu müstehcen içerikli aramalara müsaade ettiği gerekçesiyle sert bir şekilde kınamış, ar-dından “Google”, Çin’de yayın yapan sunucusunda ki uygunsuz içerikleri arama motorundan tamamen temiz-leyeceğini söylemişti.

Batan Gemiyi Düzeltmek

6 / Mart 2010

Yakup MEHMETÇİK / [email protected]

Page 9: Insan ve Hayat

Çocuğunuz Sizi Kopyalıyor

Almanya’da yapılan bir araştırma bebekle-rin, annelerinin anadiline uygun şekilde ağla-dığını ortaya koydu. Alman “Die Welt” gaze-tesinin internet sayfasında çıkan habere göre, Würzburg Üniversitesi Kliniği Konuşma Ön-cesi Dil Gelişimi ve Gelişim Bozukluğu Mer-kezi Başkanı Kathleen Wermke ve ekibi, emb-riyonların ana rahminde, annenin konuştuğu dilin farklı vurgularını hafızasına kaydettiğini ve doğduktan sonra da ağlama sırasında o di-lin “melodi örneğini” kullandığını tespit etti. Araştırma sonuçlarını “Current Biology” adlı dergide yayımlayan Wermke, araştırma için 3 ila 5 günlük 60 Alman ve Fransız bebeğinin izlendiğini belirterek, bu bebeklerin ağlama-ları sırasında hazırlanan frekans spektrumunda farklı vurgulamalar tespit ettiklerini söyledi.

izim lügatimizde mertlik: yiğitlik, cesaret ve kahramanlık demek. Fakat aynı zamanda mert olmak demek “adam” olmak demek; sükûnetiyle, dürüstlüğüyle ve

inceliğiyle tam bir adam! Adam olmanın ilk şartı da itidal, yani orta yol! Maalesef medya araçları yoluyla bugün her şeyin sulandırıldı-ğı ve bulandırıldığı toplumumuzda orta yol kaybolmuş durumda. Hiçbir şeyin muha-sebesini serinkanlılıkla yapamıyoruz. Artık mertlik “kaba kuvvet” ve hatta kimi zaman “vahşet”le denk!

Günümüzde “mertlik”in geçirdiği evrim, “cesaret”ten çok “vahşet”e yaklaştırmış ke-limeyi. En uç mertebeye varan bu saptırışa, onlarca değil yüzlerce örnek vermek müm-kün. Daha yakınlarda kendisine borcu olan arkadaşını borcun vadesi dolduğu ve borç ödenmedi gerekçesiyle yakarak öldürmüş birisi. Gerekçe basit: “racon”a muhalefet; yani zavallı maktul 145 lira bulup da borcu-nu ödeyemedi diye canından olmuş.

Geçenlerde Manisa’da gerçekleşen olayda tren istasyonu içinde park halinde bulu-nan yataklı bir vagonda yanarak can veren Şükrü Balcı’nın (17) 145 lira borçlu olduğu arkadaşları tarafından yakılarak öldürüldüğü ortaya çıktı. Kâtillerin cinayeti işleyiş sebe-bi ve tarzı bir “dizi”den devşirilmiş. Olaya karışan ve kibriti ateşleyen genç zanlılardan biri itiraf etmiş bu gerçeği!

Tek kelimeyle korkunç! Hayranlıkla seyrettiğimiz ve “dünya siyasetinin içyüzünü sayelerinde keşfettiğimizi düşündüğümüz diziler bize çizdikleri siyasî bulanıklık içeri-sinde ne vermek istiyorlar. İstenmeyen üze-rinden istediklerinin reklâmını mı yapıyorlar, yoksa mertlik, cesaret gibi hassas duygula-rımız arasından girerek acaba insanî taraf-larımızı kesip doğruyorlar mı? Allah (c.c.) saklasın! Mertlik cesaret demektir, evet; ama basiretle birlikte cesaret. Basiret yani kalp gözüyle görmek ve idrak etmek her şeyi.

Adam Gibi Mertlik ile SanalSahtelik Arasında Ne Fark Var?

BHABER ANAL‹Z

Mart 2010 / 7

Haberler

Page 10: Insan ve Hayat

“Bütün Osmanlılar bir fikr-i sabite saplanmış feylosoflar veyahut

bulundukları yerle etraflarındaki eşyayı görmeden yürüyen insanlar gibidir. Geniş

ufuklar seyretmeye alışmış gibi hep ileriye ve uzağa bakarlar. Gözlerinde ve dudaklarında hep kendi iç alemlerinde

yaşamaya alışmış insanları andıran müphem bir hüzün sezilir.”

EdmondodeAmicis

8 / Mart 2010

Geniş Çizgi

Page 11: Insan ve Hayat

Yorgunorgun beyinlerin ülkesinden dönüyo-rum. Ruhların yorgunluğunu yüzlerin-de yaşayan ve yorgun boyunları camlara yaslanmış insanların otobüsüyle. Aşina-yız birbirimize; öne yahut yana düşmüş

boyunlarımızdan ve boynumuzdaki kırıklardan tanıyoruz birbirimizi. “Hatırladım sizi” diyoruz karşımızdakine içimizden. “Yükünü kaldıramamış narin boynunuzdan tanıyorum sizi.”

Otobüsümüz her durakta topluyor bedenleri külçe olmuş yorgunları. Her durakta başka tanıdıklar, önce boyunlarını uzatarak giriyor içeriye.

Öyle bitkiniz ki, görmüyo-ruz ne sizi ne içimizdeki bizi. Görmüyoruz camların arkasın-da akan dünyayı. Oysa yolculuk bakmak ve düş kurmaktır biraz da; hatıralara, eskiye gitmektir.

Yorgun beyinlerin ülkesin-den dönüyorum; hayatın ger-çeklerine ait hiçbir ses duymaya tahammülü kalmamış insan-ların otobüsüyle. Yaşadığımız acı hayata hiç benzemeyen sözlerin geçtiği reklâm yazı-

ları, acı hayatlara bakarak karşıdan gülen siluetler. İçlerindeki patlamayı kulaklarına taktıkları aletlerle kısıyorlar.

Ayrılıyorum, hayattan istifa etmiş insanların otobüsünden. Yaşadığı günü sevmemiş insanlar. O sevmediği günü daha derinden tekrarlamak için hazırlanmaktan başka bir şeye yaramayan evlerine giden insanların otobüsü bu. “Çalışmak için mi din-lenmeliyim yoksa dinlenmek için mi çalışmalıyım” sorusunu bile cevaplayamadan yine gelecekler.

Her biri evine götürmeye kararlı olduğu yüzünü düşü-rüyor; işlerin, sorumlulukla-rın sildiği çizgilerini yeniden çizeceği yüzünü. Evine vardı-ğında, “Yüzünü taşıyamadın mı, neden gülümsemiyorsun, nerede yüzün, işinden daha mı önemsiz ailen?” diye kızıyorlar ona, hem de çok.

Eve yürürken ne kadar kulakları varsa hepsini dünyanın her şeyine kapatmış insanla-rın otobüsünü düşünüyorum. Gözlerini yummuş, tedirgin, yalnız, bir el bekleyen insanların otobüsünü düşünüyorum…

YSedat DEMİR / [email protected]

Mart 2010 / 9

Şehir

Page 12: Insan ve Hayat

Toplumdan ‹nsana Hayatın Merkezi

“A‹LE”

Geniş Çizgi

10 / Mart 2010

Dosya

Page 13: Insan ve Hayat

Aileden kopma…orunlar toplum hayatına iyice kök saldı. Karmaşıklaşan insan ilişkileri-ni düzene koymak için danışmanlık kurumları yaygınlaştı. Uzmanlar, hayatın her noktasında insanlara

tavsiyelerde bulunuyorlar. Manevi hastalık-ların çokluğu, insanların sorunlar karşısında çaresizliği toplumun zor durumunu gözler önüne seriyor. Depresyon, alkol, boşanma, kriz, kumar, tecavüz, kendi vücuduna zarar verme, uyuşturucu gibi uzmanlar 50’nin üzerinde toplumsal hastalıkla mücadele ediyor”1 Manevi hastalıkların üzerine gitmek için birçok kurum psikolojik danışman kad-roları açıp uzman alımları yaptı. Norveç gibi bazı ülkeler daha da ileriye giderek “Manevi değerler komisyonu” kurdu.

Türkiye de durum kötüye gidiyorBir yandan manevi hastalıklar için tedavi

yolları aranırken diğer yandan sayısal veri-ler toplumun gün geçtikçe kötüye gittiğini gösteriyor. Depresyon belirti oranı %30’dan %50’ye çıktı, 2007 yılında Türkiye’de 51 kişi madde kullanımına bağlı ölürken, bu rakam

2008’de 147’ye yükseldi. 2009’da madde bağımlılığından ölümlerin sayısı yılın son iki ayına girmeden 160’ın üzerine çıktı. Sokak-taki her 8 kişiden biri sabıkalı. Sabıkalı sayısı son iki yılda kırsal bölgelerde %15, kentlerde ise %60 arttı. Bugün 10 milyonun üzerin-de kişinin poliste suç kaydı var. Rakamlar, Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü tarafından açıklanmıştır.

AB taklit çözümü zorlaştırıyorTürkiye de her geçen gün durum kötüye

gitse de 5 Şubat’ta Brüksel’de yayınlanan Avrupa Suç ve Güvenlik Araştırması (EU ICS) sonuçları incelendiğinde de Türkiye, Avrupa ülkeleri içinde en güvenli ülkeler arasında yer alıyor. Araştırma sonuçları-na göre İngiltere, Hollanda, Danimarka, İrlanda ve Estonya Avrupa’nın en yüksek suç oranlarına sahip beş ülkesi oldu. 2004 yılında Avrupa’da insanların ortalama olarak %15’inin bir suçun mağduru olduğu gö-rülüyor. İngiltere de ise 2007 yılında 1,5 milyonun üzerinde suç işlenmiş. Bu rakamı Türkiye ile mukayese ettiğimizde 7 kat daha fazla suç işlendiği görülmektedir.

“S

Toplumdan ‹nsana Hayatın Merkezi

“A‹LE”Geçenlerde Kuveyt’te bir şirket borçlarını ödeyemeyeceğini ilan etti.

Tüm dünya ayağa kalktı. Kriz var batıyoruz diye. Ekonomide en küçük bir hadise dahi dünya çapında olay olurken sosyal hayatta patlak

veren krizler ev sahibi tarafından bile duyulmuyor?

Ferhat KAYA / [email protected] Geniş Çizgi

Mart 2010 / 11

Dosya

Page 14: Insan ve Hayat

Çözüm yolları üzerine ne yapılıyor?Manevi hastalıkların polise

ulaşan kısmında durumun kötüye gittiği rahatlıkla anlaşılıyor. Gün yüzüne çıkmayan tepkilerin ise nerelere ulaştığı hakkında gaze-telerin üçüncü sayfa haberlerini aklıselim bir şekilde değerlendir-mek yeterli olacaktır. En vahimi ise 9-10 yaşlarındaki çocukların polis kayıtlarında 30’un üzerinde sabıkalarının bulunması. Oranlar üzerinde çalışma yapan yetkililer bu hususta sebeplerini sıralarken; göçler ile dengenin bozulması, cezaların caydırıcı olmaması, AB sürecine adapte olmaya çalışan kurumlar arasında irtibatın temin edilememesi gibi sebepler ileri sürüyorlar.

Sosyolojiciler gelişmekte olan ülke konumunda değerlendirilen Türkiye’de artan bu suç grafiği için “Sanayileşmenin oluşturdu-ğu modern toplumun kaçınıl-maz sonucu” derken; psikolog-lar “Suçlu çocuk ve genç yoktur, suça itilmiş çocuk ve genç vardır, suç işleme ve suçluluk doğuştan bir kişilik özelliği değildir. Suçlu büyük ölçüde olumsuz gelişim koşullarında, soğuk, ilişkisiz ve ilgisiz aile ortamlarında yetişmiş, insan olarak hak ettiği değeri ailesinden alamamış ve toplum-da da özenli ilişkiler görmemiş kişidir” demektedirler.

Sanayileşmenin oluşturduğu modern toplumun adalet yok-sunluğunu, caydırıcı cezalar çö-zülebilir mi? Yetkililerin dediği gibi adaletli toplumsal düzenle-melerin getirilmesi ve kurumlar

arası irtibat insanların güven duygusunu oluşturabilir mi? Yoksa çözüme psikologların

istediği gibi soğuk, ilişkisiz ve ilgisiz aile ortamlarının ve yok

olan insani değerlerin elde edil-mesi ile mi ulaşılabilir?

Önce AileEbeveynlerin değişen dünya

şartlarında çocuklarından gelen sorunlara karşı kendilerine göre cevap vermeye çalışmaları aile içerisinde iletişimsizliği arttırı-yor. Bu ise neslin kuşak çatış-ması yaşadığını ve kendilerini birbirlerine ifade edemediklerini gösteriyor. Bu döngüde çocuk yetiştirmenin zincirin halkaları gibi olduğunu söyleyen İstanbul Üniversitesi Gelişim psikolojisi ana bilim dalı öğretim görev-lisi Doç. Dr. Gül Şendil “Aile doğuma yirmi yıl öncesinden hazırlanmalı.” diyerek toplumun meyveleri olan gelecek nesille-re hazırlığın, devlet, aileler ve bağımsız toplum kuruluşlarının ortak çalışması ile mümkün ola-bileceğini söylüyor.

Zincirinin halkalarında ailenin izleri…Bir seyyah tarafından 19.

yy İstanbulun’dan anlatılan bir kesit, zincirin tarihi uzantıları-nı bize daha iyi gösterecektir. “Çocuklar arasında gürültülü

12 / Mart 2010

Dosya

Page 15: Insan ve Hayat

Çocuk için anne ne ifade eder?

nne, çocuğu dünyaya getiren kişidir. Annenin çocuk üzerindeki etkisi babaya ve

diğer çevre faktörlerine göre daha fazladır. Annenin yediği, içtiği besinler; soluduğu hava; annenin ruhî durumu hamilelik döneminde bebeğe yansır. Bu dönemde bebek annenin bir parçasıdır. Doğumla beraber anne ile bebek arasındaki biyo-lojik ve ruhî olan ilişki boyut değiştirerek devam eder.

Annenin olmadığı du-rumlarda çocuk nasıl etkilenir?

Annenin olmayışı her yaş çocuğunu az veya çok etkiler. Ne kadar küçük yaşta anneden ayrılırsa olumsuz etkilenme ihtimali o derece artar. Mesela erken yaşlarda yetimhaneye verilen çocuklarda fizikî şart-ları yeterli olmasına rağmen akranlarına göre gelişimlerin-de yavaşlama olduğu görül-müştür.

Annenin olmaması onda ne gibi değişikler ortaya çıkarır.

İlk günlerde yatıştırılamayan sürekli ağlamalar görülür. Daha sonra depresyon dönemine

girer. Çocuğun yeme-içmesi azalır, durgunlaşır, küskün ve üzüntülü bir hali vardır. Anne ayrılığı devam ederse hospita-lizm veya yuva hastalığı denen rahatsızlık oluşabilir. Çocuğun gelişimi yavaşlar. Geç konuş-ma, geç yürüme, uyumsuzluk, umutsuzluk, özgüven eksikliği, içe kapanıklık gibi olumsuz gelişim özellikleri görülür.

Bu bozukluklar daha sonraki yaşlara nasıl etki eder?

İlk görülen şey, çevreyi genel umursamazlık, ilgisizliktir. Kolay arkadaşlık kuramaz, çekingen-dirler. Düşünme ve kavramaları zayıftır. Zekaları donuk, duygu-sal tepkileri de künttür. Kuş-kulu, saldırgan olurlar. Çalma, okuldan kaçma gibi davranış bozuklukları sık görülür.

Çocuklarda bu tablonun oluşmaması için ne tür önlemler alınabilir?

Annenin hayatından çık-ması çocuk için çok büyük bir değişikliktir. Mümkün oldu-ğunca çocuğun hayatında daha fazla değişiklik yapılmamalı alışık olduğu düzen devam ettirilmeli-dir. Hiç tanımadığı birinin bak-ması yerine sık gördüğü birinin, bir yakınının en azından belli bir süre bakması kendini güvende hissetmesini sağlayacaktır.

Mehmet E. BAKIRDEM‹RPsikolojik Dan›şman

Anne bir çocuk için ne kadar önemli olabilir”i Pisikolojik Danışman Mehmet Emin Bakırdemir ile konuştuk.

Tüketilecek gıdaların kokusundan kalitesini sorgulayan insanlar toplumun gidişatı içinde aynı hassasiyeti taşıyorlar mı?

A

oyunlardan, hızlı koşmacalardan, çığlıklardan, itişip kakışmalardan ve hele küfürlerle tokat ve yumruk darbelerinden eser bile görüle-mez. …, O kadar sakin sakin eğ-lenirler ki sesleri bile güç duyulur. Anneannelerinin kendi zamanla-rına ait anlattıkları menkıbeleri, tecrübeleri, kıssaları hafiften nida gibi dinlerler” 1836 Neuf annes a Constantinapol (İstanbul’da Dokuz Yıl) adlı eserin birinci cilt 224. sayfasında aile içi uyumun anlatıldığı bölümdür bu.

Bu örnek, günümüzün popüler kültür ve kitle iletişim araçlarının şekillendirdiği aile yapısı ile karşı-laştırıldığında ailelerin ve çocuk-ların ne kadar değiştiğini ortaya koyuyor.

Zincirin halkalarından han-gisinin ne zaman koptuğu üze-rine çalışmalar yapmak eğitimin içinden ve kamu kuruluşlarından uzmanların, toplum içinde faaliyet gösteren bağımsız kuruluşların görevidir.

Eğitimsiz anne babalar çocuklar için YAKIN TEHL‹KEBazı devirlerde insanların ahla-

ki değerlerinin yüksek olduğunu ve bu dönemde çok değerli ilim adamlarının yetiştiğini belirten yazar Veli Köle, günümüzdeki kötü gidişin başlıca sebebini aile müessesesinin çökmesine bağlıyor. Zincirin halkalarındaki kopuşu ise

Mart 2010 / 13

Dosya

Page 16: Insan ve Hayat

Hazreti Ali Efendimizden naklet-tiği “Çocuklarınızı yaşayacakları zamana göre yetiştirin” sözü ile açıklıyor.

Şendil, “Çocuk yetiştirme emek ister neticede insan ortaya çıkar.” diyerek çocukları kendi zamanlarına göre yetiştirmenin o kadar kolay olmadığını ve çocuk-lar adına takip edilen programların ise yetersiz olduğunu belirtiyor. Bu konuda ki mevzuattaki eksik-liklerden birini misal vererek, “Bir taraftan çocuklar kontrolsüz bir şekilde televizyon izlettirilirken diğer tarafta RTÜK’te olup biten-leri çocuk psikolojisi ile takip eden yeterli uzman yok” diyor. Zincirin halkalarının kopma sebebini ise televizyon karşısında yetişen an-nelerin bu süreçteki olumsuzluk-ları yenemeden çocuk yetiştirme sürecine geçmelerine bağlayarak ebeveynlere eğitim vermenin el-zem olduğunun altını çiziyor.

Toplum içerisindeki hadiselerin aileye yansıması bu şekilde olurken, ailenin okuldaki parçası olan öğren-ci ne durumda? Konu üzerinde ko-nuştuğumuz Rehber Öğretmen H. Tenör, “Toplum içerisinde yaşanan iyi kötü her türlü olayın bir kopyası-nın da okullarda yaşanması kaçınıl-maz” diyerek okula gelen öğrenci-lerin dış dünyayı buraya taşıdıklarını

Anne çocuk ilişkisinin ilk dönemi

ilimsel verilere baktı-ğımız zaman çocuk anne karnında iken dış ortamdan etki-lenmeye başlar. Ama

bir Çin atasözünün dediği gibi “çocuk eğitimi doğumdan yirmi yıl önce başlar”. Yirmi yıl önce halkalardan biri koparsa bu gü-nümüze yansır. Doğum hadisesi sadece anne ve çocuk için değil baba ve toplumun geneli için de son derece önemlidir.

Babanın-çocuk ilişkisi Daha önce çocuk sadece

anneye bağlanır deniliyordu. Ama yapılan araştırmalarda babaların da aile içerisinde son derece önemli olduğu görüldü. Türkiye de bir dönem babalar çok geri planda kaldı. Anne çocuğun yetişmesinde tek sorumlu gibi anlatıldı. Babalar işin içine girince çocuk yetiştirmeye yönelik işler daha iyi gitmeye baş-ladı. Çocuk iki taraftan da alması gerekenleri almalı.

Çevreden gelen istenmeyen şeylerİnsanlar hep beraber iyisi ile kötüsü ile bir arada yaşar. Çocuğumuzu maddi ma-nevi tehlikenin olmadığı bir ortamda büyütmek zor. Bunu başarabilmemiz için onlara ipek böceğinin kozalarında yapmamız gerekir. Çünkü aile yanında bu mümkün değildir.

Peki mümkün olanın en iyisi için neler tavsi-ye edilebilir?Çocuk yetiştirme ile üretim ka-

rıştırılmamalıdır. Çocuk yetiştirme emek ister, netice de insan ortaya çıkar. Çocuğun bedeni kadar hatta daha önemli bir ruhunun oldu-ğunu kabul etmeliler. Sonra ona kendini korumayı öğretmeliler. Çocuk kendi bedenine ve ruhuna sahip olmayı öğrenmelidir. Zehirle mücadeleye karşı panzehiri ürete-bilecek kişiliği onda oluşturmaya çalışacağız. Ama daha öncesinde anne babanın da bu eğitimi alması gerekebilir.

Doç. Dr. Gül ŞendilGelişim Psikolojisi Anabilim Dalı

Çocuk yetiştirmek toplumda nasıl algılanmalıdır üzerine ‹stanbul Üniversitesinden Gül Şendil ile görüştük.

B

“Doğuma 20 yıl öncesindenhazırlanmak gerek”

14 / Mart 2010

Dosya

Page 17: Insan ve Hayat

belirtiyor. Okul önlerinde yaşanan uygunsuz olayların, yaşadıkları olumsuz hayat şartları nedeni ile ruh sağlığı bozulan öğrenciler tarafından yapıldığını ve bunun çözüm yolunun ise güç kullanarak cezalandırmak olmadığını aile ile beraber hareket edilmesi gerek-tiğini söylüyor. Yukarda söyleni-lenlere paralel olarak da “Ailelere, çocuk dünyaya gelmeden önce eğitim vermek şart” diyor.

Şendil, babalar çocuk eğiti-minde annenin yanına çekildi-ğinde işler düzeldi dese de anne çocuk ilişkisi ve anne yoksunluğu üzerine konuştuğumuz Psikolojik Danışman Mehmet Emin Bakır-demir “Annenin çocuk üzerin-deki etkisi babaya ve diğer çevre faktörlerinde göre daha fazladır.” diyor. Ve anne çocuk ilişkisinin ilk döneminde ilgi, sevgi, dokun-ma ve korunma ihtiyaçlarının iyi temin edilmesinin bebeklerde daha sonraki dönemde güvenli veya güvensiz ilişkinin temelini oluşturduğunu söylüyor. Anne-

lerinden ayrı kalan çocuklarda ise anne yoksunluğu ve yuva hastalı-ğı gibi hastalıkların görüldüğünü ve bu çocukların daha sonraki yaşlarda umursamaz, ilgisiz, çekingen, kuşkulu olduklarını ve duygusal zekâlarının da donuk olduğunu belirtiyor.

“Ailenin meyvesi, toplumun nüvesi temelinde çocuk ve aile nasıl olmalı?” sorumuza verilen cevaplarda Şendil’in anlattığı gibi belki çocuklarımızın en güvenli mekanları aileden ve toplumdan ayrı “koza” niteliği taşıyan yerler her çocuk için şimdilik mümkün değil. Ama Veli Köle’nin bahsettiği kendile-rini yetiştirmiş ailelerin her türlü kötü şartlardan çocuklarının ruh ve beden sağlığını korumaya çalışmaları gerekir. Yine çocuğa ciddiyetin ve metanetin ulviyeti-ni öğretmek, manevi duyguların lezzetini yaşatmak, akıl meleke-sini güçlendirmek de arzu edilen insan özelliklerini ortaya çıkart-mak için gerekli olacaktır.

Son olarak uzmanlarımızla beraber ailenin tarifini yapmaya çalıştığımızda, bilgi ve tecrübe temelli, sevgi ile yoğrulan, karşı-lıklı dayanışma ile ayakta kalan, dışarıdan gelen kötülüklere karşı hep beraber akıllı bir çalışmanın yapıldığı, cennet yolculuğunun merkezi olarak karşımıza çıkıyor aile. Ve ortaya çıkan güzelliğin formülü: eve geldiğinde güzel bir yere girdiğini hisseden ÇOCUK, eşi yanına geldiğinde doğru insana kavuştuğunu bilen EBEVEYN, sevgi ve muhabbetle karşılanan ANNE, başka insanlara imrenmeye ihtiyaç duymayan BABA.

1 M. Çağatay ÖZDEMİR, “Toplumsal Değişme Karşısında Aile ve Okul”, Türk Eğitim Bilimleri Dergisi, Bahar, 2007, s.5.

Mart 2010 / 15

Dosya

Page 18: Insan ve Hayat

Dizi(nin)Dibinde!

ocuğunun dizinin dibinden ayrılmasını istemeyen ebeveynler artık rahat olsunlar. Zira çocuklar dizi-nin dibinde büyüyor şimdi. Sözünü ettiğim “dizi” televizyonlarda arz-ı endam ediyor.

Çocukları bırakın, dizi bizi de mahvediyor: Tem-belleştiriyor, köreltiyor, oyalıyor… Tanımadığımız

insanlar hakkında dedikodu yapmamıza sebep oluyor. Ekran karşısında iradesi zayıf insanların dizinin bağı çözülüyor. Dizi, toplumu kendine, temsil ettiği kendi değerlerine bağlıyor.

İnsanları televizyon bağımlısı yapma telaşı kalmadı mâlum. Şimdi, gönüllü seyircileri kendi kanalına çekme kavgası verildi-ği için, diziler TV kanallarına bu konuda büyük katkı sağlıyor.

Dizi yapımcıları büyük bir ciddiyet ve yoğun bir çabayla ürünlerini hazırlıyor. Türlü pazarlama teknikleriyle alıcı (seyirci) karşısına çıkan dizi, kahramanlarıyla birlikte oturma odamıza yerleşiyor.

Bazı bölümler yoğun istek üzerine yeniden yayınlanıyor. Tekrar bölümlerinin yanında geniş özetler ve özel bölüm-

Ç

Tekrar bölümleriyle beraber onu hayatınızdan çıkartmaya cesaretiniz varsa ömrünüz uzar. Bir de çocuklarınız “Yüzünü döndüğün yer ben olmasam da senin yanındayım. Bunun için çok savaş vermeye hazırım. Ve seni kazanmak için buradayım” demeyi hak etmiyorlar mı?

16 / Mart 2010

Medya

Page 19: Insan ve Hayat

ler hazırlanıyor. İnternette o dizi adına siteler, bloglar, forum sayfaları açılıyor, e-posta grupları oluşturuluyor.

Böylece, televizyondan uzakken bile dizilere yakın kalmaya devam edebiliyorsunuz. Derken, dizi izlemenin dayanılmaz hafif-liğiyle, programdan programa sürüklenmeye başlıyorsunuz. Zira dizi oyuncuları bir yığın programın konuğu oluyorlar.

Haber bültenlerinde “bilmem hangi dizideki olayların gerçe-ğe dönüştüğü” söyleniyor. Tartışma programları ise oyuncuların gerçek kişilikleriyle rolleri arasındaki bağlar üzerine yapılan derin felsefî(!) sohbetlerle uzayıp gidiyor... Böyle olunca ne oluyor? Ne olacak, dizi hayranları o dizinin yayınlandığı kanalın sadık seyirci-lerine dönüşüyor.

Diziyi sahiplenme iştiyakı, kontrolü elinde tutma hırsıyla bir-leşip kumanda üzerinde tesirini gösteriyor. Odadaki en kıdemli, en sâdık dizi izleyicisi, gerektiğinde sesi hızlıca yükseltebilmek amacıyla ve biri yanlışlıkla kanalı değiştirir endişesiyle uzaktan kumandayı yakınında, yanında tutuyor. Hatta uzaktan kumanda rûhen, zihnen ve bedenen televizyona odaklanan bu kişinin dizi-nin sıcaklığında, güvenli ellerde hayata yön veriyor.

Başta çocuk dizileri olmak üzere bu tür yayınlar, insanı gerçek-likten koparıyor. Hayatın tüm sıkıntılarından bir süreliğine kur-tuluyorsunuz. Oyuncuların acılarını düşünüp konuşurken kendi dertlerinizi unutuveriyorsunuz.

Diziler, insanı okumak zahmetinden(!) de kurtarıyor. Biri size meşhur romanları, klasik eserleri sorduğunda “Okumadım, ama dizisini izledim.” diyebiliyorsunuz, o eseri okumanın daha az vakit alacağını hesaba katmadan… Zira romandaki olaylar dizide aylarca devam ediyor. Yönetmenler, edebî eserleri sizin yerinize yorumlu-yor, uyarlıyor, genişletiyor.

Bazı seyirciler ise kendilerini dizi yapımcısı yerine koyarak ciddi tartışmalara giriyor. Onlara göre dizilerde gördüğümüz çürümüş-lükler, ibret almamız içinmiş. Dizi kahramanlarını aile fertleriyle, onların kariyerlerini kendisininkiyle kıyaslayan, dizideki mekânları eviyle karşılaştıran kaç kişi sizce ibret alıyor ve şükür duygusuyla doluyordur?

“Dizilerin bizi yansıttığı” iddialarına ne demeli? Onlar, bize ayna tutuyorlarmış. Aman tutmasınlar, gözümüzü alıyor. Sadece gözümüzü mü? Onun ardındaki beynimizi de…

Pekiyi ne yapalım? Dizi izlemeyelim de tartışma programları sayesinde deprem yahut grip uzmanı(!) mı olalım?

Hayır, televizyondan büsbütün kopalım. Tekrar bölümleriyle birlikte günün çoğunu işgal eden dizilerden kurtulduğunuzda za-ten izleyecek bir şey kalmayacak, dolayısıyla ömrümüz uzayacaktır.

Emin olun, günümüz şartlarında, dizi bağımlısı değilseniz televizyon bağımlısı da değilsinizdir.

Ya çocuklar? Hayal gücü büyü kazanında buharlaşmış bir çocu-ğun geleceği nasıl olur? Tarihini filmlerden, edebiyatını dizilerden öğrenen; aktüaliteyi de sulandırılmış tartışma programlarıyla yaka-lamaya çalışan bir nesil, dizimizi dövmemize sebep olmaz mı?

İş başvurularında yahut eş seçerken “Hangi dizinin hangi ka-rakterisin?” suâline muhâtap olmamak için bir dizi tedbir almanın zamanı gelmedi mi?

Mart 2010 / 17

Medyaİdris EREN / [email protected]

Page 20: Insan ve Hayat

edya; her yaştan, her cinsten ve her statüden insana ürettiği siste-me uygun düşünüş, duyuş, oluş kalıplarını hazırlayan ve yaşam tarzı elbiselerini diken bir terzidir.

Medya terzisinin hedef kitleyi yönlendirmede iğne-ipliği olan TV’ler kendi ilkeleri/ilkesizlikleri çerçevesinde; sunumlarını yaparken, toplumun kutsalları dâhil hiçbir özelliğini ve değerlerini göz önüne almamaktadır. Kimi programların hemen her yayını, bizi biz yapan hakikat ve değerlerimizi örseler durur.

Mevcut medya sistemi içerisinde TV’lerin çocuk-larımız ve gençlerimiz üzerindeki tesiri, toplumun diğer kesimlerine nispetle çok daha fazladır. Bu etki sadece bir bilgi akışı olmayıp; daha ziyade tasarlan-mış; kalıp davranış modelleri sunmaya dönüktür. Bu tiplemeler çocuklarımız ve gençlerimiz için mühim taklit kaynaklarıdır. Bu taklit kaynağı tiplerin haki-katte değerli olan düşünüş, hissediş, oluş ve duruş-lardan yoksun oldukları anlaşıldığı nispette tehlike fark edilebilir.

Hangi hassasiyet?Günümüz TV yayın akışı içerisinde, gösterilen

yabancı filmlerde Yahudi ve Hıristiyan ritüelleri yo ğunluktadır. Bu ecnebi dini motifleri vurgulanırken;

kendi itikat dünyamız hesaba niçin hiç katılmaz? Yabancı dizilerde ise; kültürümüzün yapısındaki temel taş olan “aile”mefhumunu çözmeye müte-veccih farklı bir yaşam tarzı özendirilmektedir. Bu programların karakterleri tüketim çılgını, gayrimeşru ilişki müptelası, zevkperest serkeş tiplerdir. Yerli malı film ve dizilerimiz farklı mıdır? Yıllarca din görev-lilerine ve dindarlara yönelik bir karalama çalışması yürütülmüştür. Bu film ve dizilerdeki dindar insan karakterleri, genelde ya ahlaksız ya sahtekâr veya menfaatperest bir formda izlettirilmiştir.

Ayrıca kılık-kıyafeti pejmürde bu tiplemelerle dindar insanların ancak böyle sosyal statüsü düşük ve gerici kimseler olabileceği göndermesi yapıla gelmiştir.

Kimlerin “bizimkileri”Mesela yıllarca Türk TV’lerinde izlettirilmiş bir

“Bizimkiler”dizisi karakter kadrosu ve senaryosu ile acaba gerçekten “Bizimkiler” midir? Ne kadar çıkarcı, katil, ayyaş varsa bu dizinin senaryosunda işlenmiştir. Şimdilerde ise yaygınlaştırılan “şiddet ve saldırganlık” eksenli yapımlardır. Saldırganca, gayriinsanî davranışlar idealize edilmektedir. Mesela müşterisi bol bir mafya dizisinde sürekli elindeki kibritle hasımlarına “-bunları ne yapalım? –yakalım! Tablosu gerçek hayata tatbik olunup bir cinayete akıl hocalığı yapmış olmakla gazetelere taşınmıştır. Bu mesajlar “duvardan seken bir kurşun” olup yine cemiyeti vurmaktadır. Kanayan yara bizlerindir.

İnsanlar, özelde çocuklarımız, izledikleri reklâmlarla daha fazla talepte bulunuyor. Dar gelirli aileler zorlanıyor, gittikçe zorlanıyor. Reklâmların başında ve sonunda yer alan kısa giriş ve müzik; masalların giriş ve sonuç cümlelerinin görevini üst-leniyor. Masallar anlatıyorlar bizlere. Yarı baygın, uykulu halimiz en sevdikleri halimiz galiba! Dinç kalmamızı istemeyen birileri olmalı. Sistemin ana-yasasını şu cümle özetler kanaatindeyiz:”-sen sahip oldukların kadarsın! Öyleyse tüket!” Etrafımızı kuşatan bu maddi ve manevi kirlenişi ayıklamaya ve manen diri günler temennisiyle!

Hüseyin Hilmi ALADAĞ / [email protected]

TelevizyonNe Anlatıyor?

M

18 / Mart 2010

Medya

Page 21: Insan ve Hayat

TiVi KAPANDIPek çoğumuz hatırlamaz belki. 1960’ların sonunda Türkiye’nin tozlu

topraklı siyaha çalan gri yüzünü göstermeye başladığında tek bir ka-

nal vardı. Sonrasından habersiz birçok aile hatta mahalle her akşam

evde toplanır, aynı siyah beyaz görüntüye bakar, griliği kapardı. O ne ya-

parsa kendinden bilirdi. Git gide daha çok eve giren tivi 1980’lerde renk-

lendi. İstisnasız her kapıyı çalmaya başladı. Yüzüne dahi bakmayanlar-

dan intikamını 1990’lı yıllarda ilk özel tivi kanallarının açılması ile almaya

çalıştı. Tüplüsü, LCD’lisi, Plazması sehpalarda, duvarlarda insanların misafirperverliğini

pişkinliğe vurarak, aileden biri olmaya çalışıyordu. Bu da yetmiyormuş gibi evde ne bulursa

çalmaya başlamıştı. Aileler o gelince ortada arkadaşlık, dostluk, muhabbet, güzellik namı-

na ne varsa kaldırıp saklamaya başladılar. Arkadaşlık, dostluk rek-

lam aralarına sıkıştırılmaya başlandı. Artık geniş aileler kalmamıştı.

İkinci halka kopmuştu. Ama daha da kötüsü öyle bir gün gelmişti ki

artık birbirinin maddi manevi parçaları olan aileler zor duruma düşmeye başlamıştı. Bu

da aileden, birinci halka, çatırdama sesleri gelmeye başlamıştı. Bir-

çok yanlış şeyin tıkıştırılıp ceplere sıkıştırıldığı cep telefonları çıkana

kadar. İnsanların artık bir karar vermeleri gerekiyordu. Günlerinin

kendilerinden uzaklaşan her bir anını ekran bağımlısı, anti sosyal,

gerçek hayattan uzak, okumaktan hoşlanmayan kişiler olarak geçireceklerdi. Ya da ekranı

kapatıp önce en yakınlarının kaybettiği özelliklerini kazanarak işe başlayacaklardı. Ve on-

lar kararını verdi. Dünyanın en çok ikinci tivi izleyicisi olma unvanını! artık istemiyorlardı.

Gözünü kapattığında zihninin kendisine ait olması için…

Kendi parçasından olan ailesinin geleceği için…

PERDE KALKTIMart 2010 / 19

Medya

Page 22: Insan ve Hayat

Onlarla konuşmak kolay ama onlara ulaşmak zor. Zor olana ulaşmak mı istiyorsunuz? Öyleyse dökeceğiniz damlaları saymayın. Çünkü onlar bulundukları ortama hemen uyum sağlıyor ve herkese bir şeyler söylemekte çok istekli davranıyorlar. Ama herkesin değil dünyalarına girmede başarılı olanların gözlerine bakıyorlar.

El BebekGül Bebek (Y Kuşağı)

20 / Mart 2010

Gençlik

Page 23: Insan ve Hayat

ilgi ve iletişim teknolojile-rinde büyük değişiklikle-rin yaşandığı 1980-2000 döneminde doğan kuşağa Y kuşağı adı veriliyor. Y kuşağı

fertlerinin en belirgin özellikleri özgür-lüğü araç değil amaç olarak görmeleri, teknoloji bağımlılığı, otorite tanımazlı-ğı, rahatı ve eğlenceyi sevmeleri, bir de sabırsız olmalarıdır.

TÜİK verilerine göre Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde otuzunu Y kuşağı oluşturuyor. En genci 10, en yaşlısı 30 yaşında. İlköğretimin ikinci kademesindeki öğrenciler, lise ve üniversite öğrencileri, Y kuşağına ait. Bir kısmı kendi işini kurmaya çalışıyor, bir kısmı da çalışan olarak iş dünyasına giriş yaptı. Önümüzdeki yılların iş ve sosyal hayatında çok fazla söz sahibi olacaklar.

Bu yazıda Y kuşağını genel karak-teristikleri ile tanımaya çalışacağız. Bu bilgiler ışığında Y kuşağı ile daha sağlıklı iletişim kurulabileceğini düşünüyorum.

Amerikan savaşları, ne olduğu tam bilinmeyen terör, anne ve babanın her ikisinin de çalışması ve uzun iş saatleri, “hemen şimdi” anlayışı, internet, ipod, playstation, cep telefonu Y kuşağını içine alan dönemin anahtar kelimeleri.

Yokluk ve imkânsızlıklarla büyü-müş, teknolojiyi kullanmaya tereddüt eden, sosyal duyarlılıkları yüksek, otoriteye saygılı ve kanaatkâr bir kuşağın çocuklarından bahsediyorum. “Ben bulamadım, çocuğum mahrum olmasın. Ben çektim, çocuğum çekme-sin” gibi kaygılarla el bebek gül bebek büyütülmüş, her istedikleri yapılmış bir kuşak, Y kuşağı.

Daha önceki kuşaklara göre daha narsist ve benmerkezci bir kuşak. Kararlarında ve davranışlarında daha fazla özerklik istiyorlar. Özgüvenleri abartılı bir şekilde yüksek. Girişimci ve donanımlı bir kuşak. Her konuda cesa-retlendirilmiş durumdalar. Sorumluluk almaktan da kaçınmıyorlar.

Belirgin özelliklerinden biri de hırslı olmaları. Çabuk yükselmek istiyorlar. “Hemen şimdi” anlayışına sahipler.

Her şey bir “google” araması kadar yakınlarında. Bilgiyi anında olarak vermek ve almak istiyorlar. Her şeyin hemen olmasını istiyorlar, sabırsızlar.

Takım çalışmasına yatkınlar. Ye-teneklerini ortaya çıkarabilecekleri ve fikirlerini paylaşabilecekleri gruplarda bulunmayı seviyorlar. Değişime ve yeniliğe açıklar. Şahsî deneyimlerini, bilgi ve fikirlerini paylaşmayı seviyorlar. İnterneti bu amaçla sıkça kullanıyorlar.

Ünlü ve bilinir olmak istiyorlar. İletişime geçme konusunda son derece istekli davranıyorlar. Bağlantılı, erişi-lebilir, interaktif ve açık bir dünyada doğup büyüdüler. Daha “global” bir kuşak oldular. Farklı kültürlerden ve coğrafyalardan insanlarla iletişim halindeler. Bu yüzden karmaşıklıkla kolay baş edebiliyorlar. Değişime uyum sağlama yetenekleri çok fazla.

Y kuşağı bireylerinin çoğu şu anda öğrenci. Baba parasıyla yaşadıkları için ve genç oldukları için çok uluslu mar-kalar tarafından pazarlama anlamında altın madeni olarak görülüyorlar. Yeni nesil iletişim kanallarını da en çok Y kuşağının kullandığını düşünürsek, bu kanallar üzerinden onlara ulaşıp çok büyük bütçeler ayırarak, onları kolayca tüketim canavarlarına dönüştürebili-yorlar.

Sosyal bilinç, nefis terbiyesi, mut-luluk gibi kavramları genç kuşağa aktarırken onlara ulaşmanın yeni yolları aranmalı. Y kuşağı gençleri de büyük-lerinin kendilerini yeterince anlama-dıklarını, onlardan yeteri kadar sevgi göremediklerini düşünüp problemi büyüklerinde görüyorlar.

Bir y’nin annesi ya da babası iseniz onunla iletişim kurmanın yollarını aramalısınız. Sizin ebeveynlerinizin sizinle iletişim kurarken kullandığı kanalları ve yöntemleri kullanmanız işe yaramayabilir.

Bu yazıda sizlere yöntemler öner-mekten kaçındım. Kafanızda bazı soru işaretleri oluşturmaya çalıştım.

El BebekGül Bebek (Y Kuşağı)

BYunus ÖZEN / [email protected]

Mart 2010 / 21

Gençlik

Page 24: Insan ve Hayat

Size de BulaşmasınBilgisayarlarımıza elektronik postalarla, harici belleklerle veya internet siteleriyle birtakım kötü niyetli yazılımlar sızabilir. Bilgisayarımız işlemez hale getiren, en değerli bilgilerimiz silen, donanımımıza kalıcı zarar veren bu yazılımların genel adı bilgisayar virüsleridir. Malware (Malicious software) denilen kötü niyetli yazılım listesinde Türkiye ikinci sırada yer alıyor. ‹lk sırada Sırbistan’ın bulunduğu listede son sırada Finlandiya var.

22 / Mart 2010

Teknoloji

Page 25: Insan ve Hayat

ilgisayar kullanımının artmasıyla birlik-te, güvenliğini tehdit eden faktörler-de de büyük artış oldu. Özellikle şahsî bilgisayarlara(PC) yönelik saldırılar artık internete giren herkesin muzdarip oldu-

ğu bir mevzu. Saldırılardan korunmak için anti-virüs yazılımları kullanmak ya da sistem geri yüklemek en sık başvurulan yöntemlerden. Ancak sisteme giren bazı virüslerden kurtulmanın tek yolu bilgisayarı for-matlamaktır. Peki, bütün bilgisayar kullanıcılarının dert yandığı bu virüslerin kaynağı nedir? Kimler ta-rafından, ne amaçla kullanılır?

Virüs kelimesinin asıl anlamı zehirdir. Bu ismin verilmesinin nedeni biyolojik virüslerle olan benzer-likleridir. Her iki virüs de olabil-diğince çoğalabilme yeteneğine sahiptir ve bulaştıkları yerlerde zarara yol açar. Biyolojik virüs-ler ile bilgisayar virüsleri arasında benzerlik olduğu kadar farklı-lıklar da vardır. Farklılıkların en belirgin olanı biyolojik virüslerin kesin kaynağının bilinememesi-dir. Bilgisayar virüslerininse kod-lar vasıtası ile kaynakları bellidir.

‹lk ne zaman ortaya çıktı?Virüslerin kısa tarihine baka-

cak olursak, ilk ortaya çıkışının bilgisayarın tarihi kadar eski oldu-ğu görebiliriz. Virüs sisteminin mantığı John Von Neuman adlı bilgisayarcı tarafından 1948 yılın-da ortaya atılmıştır. O da “kendi kendini kopyalayabilen bilgisayar programlarının yapılabileceği” görüşüdür. Bu görüş virüs siste-minin kaynağını teşkil etmiştir.

Ne tür virüsler vardır?Birçok çeşidi bulunan virüslerin en önemlileri so-

lucanlar ve Truva atlarıdır. Solucanların en önemli özelliği bir bilgisayardan diğerine otomatik olarak atlayabilme yeteneğine sahip olmalarıdır. Solucan bir bilgisayara bulaştığında önce dosyaların veya bilgi iletişim özelliklerinin denetimini ele geçirir ve kendi kendine ilerlemeye başlar. Mail ağına girip e- posta defterinde bulunan herkesin bilgisayarına yayı-labilir. Daha sonra bu yayıldıkları kişilere üzerinden yeni bilgisayarlara ulaşmaya çalışır. Sık görülen za-rarları internet hızını yavaşlatırlar ve kayıtlı dosyaları

silerler.Fayda sağlıyor gibi görünerek bilgisayara zarar ve-

ren Truva atı virüsü bilgisayar güncelleme sistemi, ağ güvenliği sağlama sistemi gibi programların içerisinde bilgisayara bulaşır. Son derece tehlikelidirler. Verebile-ceği zararlar arasında dosya kaybına yol açma, sistemi çökertme ve bilgisayar donanımında hasar oluşturma vardır.

Nasıl bulaşırlar?İnternetin icadına kadar virüsler bir bilgisayardan

diğerine diskler vasıtası ile bulaşıyordu. Ancak günü-müzde en etkili virüs yayılma yolu internetten dosya paylaşımı ile karşımıza çıkmaktadır. Zararlı internet

sitelerinin yanında e–posta yo-luyla bulaşabilen virüsler de çok sık bir şekilde kullanıcıların başı-nı ağrıtıyor. Bu yüzden internet kullanırken güvenilir olmayan sitelere girilmemeli ve şüpheli mailler açılmadan hemen silin-melidir.

Görünen tehlikeleri nelerdir?Bir anti-virüs firmasının yap-

tığı analizlere göre şahsî bilgi-sayarlarda en çok karşılaşılan tehdit yüzde 8.85 ile “Win32/Conficker” adlı solucan türü-dür. Bu virüs önce Windows Otomatik Güncelleştirmeler ya da Windows Güvenlik Merkezi gibi sistem hizmetlerini devre dışı bıraktıktan sonra, ek bir ya-zılım indirip kullanıcının özel bilgilerine ulaşıyor ve bu bilgi-

leri korsanların ulaşımına sunuyor. Bu virüs bilgisayarınızda Windows’da, svchost.exe, Explorer.exe ve Services.exe gibi isimlerle karşınıza çıkabilir. Aynı araştırmanın sonuçlarına göre Con-ficker solucanının en büyük kurbanı %28,08’lik gö-rülme oranıyla Ukraynalılar oldu. Ukrayna’yı Rus-ya (%18,69), Güney Afrika (%15,21) ve Bulgaristan (%15,02) izledi. Türkiye’de görülme oranı ise %5,98 düzeyindedir.

Microsoft’un yaptığı bir araştırmaya göre ise, gü-venlik açısından en tehlikeli ülke sıralamasında Tür-kiye, Sırbistan Karadağ’ın ardından ikinci sırada yer almaktadır. Bu yüzden virüslere karşı bilinçlenmeli ve çok geç olmadan daha ciddi tedbirler almalıyız.

BUmut AYTAR / Salih SEZEN

Mart 2010 / 23

Teknoloji

Page 26: Insan ve Hayat

Göz tembelliği, bebeklik ve erken çocukluk dönemlerinde görmeyi engelleyen veya görüntü kalitesini bozan bir durumdur. Eğer göz tembelliği teşhis edilip tedavi verilmişse, bu tedaviyi aynen uygulamanız, çocuğunuzun gelecekteki görme düzeyleri açısından oldukça belirleyici olacaktır.

Şaşılık veGöz Tembelliği

Op. Dr. Faruk EROĞLU

24 / Mart 2010

Uzmanına Sor

Page 27: Insan ve Hayat

Şaşılık veya Göz Kayması Nedir?Halk arasında göz kayması olarak da bilinir. Şa-

şılık, düz karşıya bakan bir kişinin iki gözünün aynı istikamette olmaması durumudur. Bir göz karşıya bakarken diğer gözün burun tarafına, kulak tarafına, yukarıya veya aşağıya doğru kaymasına göz kayması ya da şaşılık denilir. Bunun yanında bir de şehla ba-kış vardır. Şaşılık gibidir ancak doktorlar tarafından tespit edilebildiğinden buna yalancı şaşılık denilir.

Sebepleri nelerdir?Şaşılığın çoğu defa belirli bir sebebi yoktur.

Çoğunlukla doğuştan gelen bir hastalıktır. Ailede veya çocuklardan birinde varsa diğer çocuklarda da şaşılık gelişme ihtimali daha fazla olmaktadır. Bunun yanında yüksekten düşme, ateşli hastalık, havale geçirme ve erken doğum gibi durumlar kalıtımda olan bir şaşılığı ortaya çıkartabilmektedir. Kaza geçirilmesi, menenjit, beyin tümörü, beyin kanaması, şeker, yüksek tansiyon ve guvatr hastalığı göz sinirlerinde felçte ayrıca şaşılığa sebep olabilir. Yine multipl skleroz (MS hastalığı) dediğimiz bazı sinirsel hastalıklar da göz kayması ile belirti verebi-lir. Ama bu daha çok ileriki yaşlarda görülür.

Nasıl fark edilir?Şaşılığın fark edilmesi çocuğun yorgun oldu-

ğunda, dalgın baktığında bazen yakına aşırı odak-landığında, uykusu geldiğinde veya uykudan yeni uyanıp dikkati azaldığı zamanlarda daha kolaydır. Bunun yanında kafanın belirli bir yöne eğilmesi, televizyona çok yakından bakılması ve gözlerde titremede anlaşılır. Bazen güneşe çıkıldığı zaman çocuğun kayma olan gözünü kısarak baktığı fark edilebilir. Ama ailenin fark edemediği küçük kay-malar daha tehlikeli sonuçlar verebilir. Diğer göz de sağlam olduğu için çocuk büyüyünceye kadar gözden kaçabilir ve tembellik yerleşir. Bundan dolayı en küçük şüphede bile çocukların ayrıntılı muayene edilmesini tavsiye ediyoruz.

Şaşılık görmeyi bozar mı?Görme bozukluğu şaşılığa yol açarken şaşılıkta

görme bozukluğu oluşturabilir. Yani bir çocu-ğun şaşılığı varsa, görme bozukluğu da oluşabilir. Görme kusuru düzeltilmedikçe şaşılık düzelmez ve şaşılık sürdükçe görme kusuru artabilir.

Göz Tembelliği Nedir?Normalde gözler aynı noktaya bakarlar. Bunun

sayesinde beyin iki görüntüyü birleştirerek üç bo-

yutlu görüntü oluşturabilmektedir. Bu üç boyutlu görüntü derinlik hissinin de oluşmasını sağlamak-tadır. Bir göz farklı yöne baktığı zaman beyine farklı iki görüntü gönderilecektir. Bu durumda beyin yanlış yöne bakan gözden gelen görüntüyü yok sayacak ve sadece karşıya bakan gözün ilettiği görüntüyü kabul edecektir. Bu da derinlik hissinin oluşması zorlaştıracaktır.

İleri yaşlarda şaşılık devam ettiğinde beyin kötü gelen görüntüyü silmemeye başlayacaktır. Bunun sonucunda ise her iki görüntüyü de kabul edecek ve çift görme meydana gelecektir.

Bir gözün görme derecesi farklı diğer gözün görme derecesi farklıysa her iki gözden bey-ne gelen imajlar birbirinden farklı oluyor. Bu durumda kötü gelen imajı beyin seçiyor. Kabul etmiyor. Eğer kabul ederse o zaman her şey çift gözükür. Zaman içerisinde gönderdiği imajlar kabul edilmeyen gözde tembellik oluşuyor.

Çok okuma göz kaymasına yol açar mı?Gözü çok kullanmak ve çok okumak başka bir

sebep olmadan kaymaya yol açmaz. Dolayısıyla göz kayması olanların az okuması ve gözlerini dinlen-dirmesi gerekmez.

Tedavi için neler yapılmaktadır? Şaşılık tedavisi ne kadar erken yaşta başlanırsa

tedavinin başarı derecesi o kadar fazla olmaktadır. Tedavi başarısındaki diğer nokta şaşılığın bir veya iki gözde olup olmadığıdır. Eğer hep aynı göz kayıyorsa tedavide başarılı olma olasılığı daha az olmaktadır. İki gözün birden kaydığı hastalarda ise tembellik daha az olduğu için başarı oranı da fazla olmaktadır.

Erken tedavi uyarısıGözlüğe bağlı olmayan şaşılıklarda eğer sade-

ce bir gözde kayma varsa gecikilmeden ameliyat yapılmalıdır. Ameliyat için hastanın 1.5 - 2 yaşını geçmemesi gerekir. İki gözde birden kayma varsa 5-6 yaşlarına kadar beklenebilir. Sadece bir gözde kayma olan hastalarda gözlük veya ameliyat gerekse bile kapatma tedavisinin yapılması şarttır. Kapatma, tembel olan gözün görme derecesinin arttırılması için gerekli olan bir tedavidir.

Erişkin yaşlarda görülen hafif düzeyde kayma-larda her zaman tedavi gerekmeyebilir. Hastanın belirgin şikayeti yoksa ve günlük işlerini yapmakta, okumakta ve araba kullanmak şikayeti yoksa gözlük kullanarak takip edebilir.

[email protected]

Mart 2010 / 25

Uzmanına Sor

Page 28: Insan ve Hayat

Püf NoktasıSağlık, Ekonomi, Hukuk,

Eğitim alanlarında bizimle

paylaşmak istediğiniz sorularınız

vardır. Bizimle paylaştığınız

sorularla okurlarımızın hayatını

kolaylaştırabilirsiniz. Cevabını

bilmediğiniz sizin için önemli

sorularınızın yanında paylaştığınızda

insanların zihninde yer açıp boşluk

dolduran “püf noktası” kabilinden

sorularınızı da bekliyoruz.

26 / Mart 2010

Uzmanına Sor

Page 29: Insan ve Hayat

Vergiden kaçınma nedir? Vergi kaçırma ile

arasında ne fark vardır?

ergi kaçırma; vergi kanunlarına aykırı

olarak ödenecek vergi tutarının bilerek ve

isteyerek azaltmak ya da hiç vergi ödeme-

mek anlamına gelmektedir. Vergi kaçırmak

suçtur. Vergi kaçıranlar çok ağır para cezası

ve hapis cezası ile karşı karşıya

kalabilirler. Vergi kaçırmak,

düzenlenmesi gereken satış

faturalarının düzenlenmemesi

ya da faturaların miktar, cins

ve tutarın farklı düzenlenmesi,

gerçeğe dayanmayan masraf

faturası alarak giderlerin şişi-

rilmesi, bir takım muhasebe

hileleri yaparak vergi matrahının

azaltılması ya da yok edilmesi

şeklinde olabilmektedir.

Vergiden kaçınma ise mükel-

leflerin vergi kanunlarının sağla-

mış olduğu imkanları kullanarak

ödenmesi gereken vergiyi daha az ya da hiç ödememe-

leridir. Vergiden kaçınma bir haktır ve cezası yoktur.

Ancak bundan kaçınmak emek ister. Çünkü vergi

kanunları oldukça karışık ve detaylıdır. Bu

nedenle vergiden kaçınma ancak kanunların

inceliklerini bilen uzman kişiler yardımıyla

olabilmektedir. Yeterli teknik bilgi ve iyi

bir planlama ile vergi yükünün azaltıl-

ması böylece mümkün olmaktadır.

Vergi yükünü azaltmak işletmelerin

kaynaklarını daha rasyonel bir

şekilde kullanma imkanı sağla-

maktadır. Devlet ekonomiyi

canlandırmak ya da bazı

sektörleri desteklemek

için özellikle vergi kanunlarında bir takım imkanlar

sağlamaktadır. Vergiden kaçınma, vergiyi doğuran

olaylara sebebiyet vermemek, verginin konusuna

girmeyen kaynaklardan kazanç sağlamak, vergiye

tabi olamayan bir malı almak şeklinde düşünüle-

bilir.Örnek verecek olursak Kurumlar Vergisi ka-

nununda, Kurumların, en az iki tam yıl süreyle

aktiflerinde yer alan taşınmazlar

ve iştirak hisseleri ile aynı süreyle

sahip oldukları kurucu senet-

leri, intifa senetleri ve rüçhan

haklarının satışından doğan

kazançların % 75’lik kısmının

kurumlar vergisinden istis-

na edileceği belirtilmiştir.

Bir başka örnekte ise yine

Kurumlar Vergisi kanu-

nunun Geçici 4. Maddesi

ile yapılan düzenleme

sonucu; Münhasıran

tekstil, hazır giyim, deri

ve deri mamulleri sek-

törlerinde faaliyette bulunanlardan

üretim tesislerini Bakanlar Kuru-

lunca belirlenen illere 31/12/2010

tarihine kadar nakleden ve

asgari 50 kişilik istihdam sağlayan

mükelleflerin, bu illerdeki iş-

let-

melerinden sağladıkları kazanç-

lar

için nakil tarihini izleyen he-

sap

döneminden itibaren beş yıl

sü-

reyle kurumlar vergisi oranını

% 75’i

geçmemek üzere indirim-

li

uygulanacağı belirtilmiştir.

Örnek-

lerden de anlaşılacağı üzere

vergi ka-

nunları çerçevesinde vergi

yükünün

azaltılması mümkündür.

Tunahan SOYLU / Hesap Uzmanı

V Vergi sadece dönemi

geldiğinde verilen ya da

vermemek için kaçırılan

şey midir? Vergi kaçır-

mak bir maharet değil

ondan kaçınmak ise

bilgi ister, emek ister,

ama maharettir diyor

yazarımız.

Mart 2010 / 27

Uzmanına Sor

Page 30: Insan ve Hayat

28 / Mart 2010

Eğitimin ‹çinden

Page 31: Insan ve Hayat

ileler ilk ciddi im-tihanlarını 8. Sınıf sonunda veriyorlar. Anadolu Lisesi-ni kazanamayan çocuklar genel

Liseye mi gönderilmeli, yoksa meslek Lisesine mi? Genel Liseye verdiklerinde üniversite sınavını ya kazanamazsa? Meslek Lisesi-ne verdiklerinde ise keşke genel Liseye verseydik pişmanlığı ya-şanır mı? İşte bu durumda karar vermek aileler için kolay olmu-yor. En kötüsü de Liseye başladı-ğınızda sistemin değişmesi. Lise 3’e veya Lise sona geldiğinizde

sistem değişmişse yeni duruma nasıl uyum sağlayacaksınız?

Sorunların çözümü sistemin kendisinde olduğu gibi biz de sistem ya da sistemsizlik içeri-sinde kendi çözüm yollarımızı bulmak zorundayız. Öncelikle eğitimin her noktasını düşünerek değişen durumları hemen görüp önlemlerini alabilen bir rehber-lik uygulaması gerekli. Sonra çocukların yeteneklerini önceden tespit edip doğru yönlendirme ile üniversite kapılarındaki kaybe-dilecek yılların en aza indirilmesi. Her ne kadar sistem kuranlar bu konularda planlamalar yapsalar

‹şin Sonunda Ne Var?

Eğitim Sistemimizde

“Bugünkü ortaöğretim sistemi; kendini ifade etmede zorlanan, sorun çözme becerisi yeterince gelişmemiş, sosyal etkinlik deneyimi olmayan, toplumdan kopuk, ortaöğretimin temel amaçları ile yoğrulmamış bir lise mezunu profilinin yetişmesine yol açmaktadır.” Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi, YÖK Yayınları, Ankara 2007.

A

Hilmi YILDIZ / [email protected]

Mart 2010 / 29

Eğitimin ‹çniden

Page 32: Insan ve Hayat

da her veli ve eğitim kurumu, öğrencilerini sitemin akışına bırakmamalı; öğrenciyi ve sistemin o anki durumunu analiz ederek tedbirlerini yeri geldiğin-ce almalıdır.

Aileler üniversite sınavına öğrencilerinden daha bağımlı hale geldiler. Bu ne derece doğrudur? Her-kes üniversite okumalı mı yahut okuyabilir mi? Üni-versite okuyamamak dünyanın sonu mudur? Bunun için neler yapılmalıdır? Üniversite okuyamayacak öğrenciyi hangi yaş gurubunda tespit etmek gere-kir? Okuyanlara ve okumayanlara ne gibi imkânlar hazırlamak gerekir? İşte bütün bu soruların cevabı titizlikle araştırılıp, doğru planlamalar yapılmalı. Ge-nel geçer bir düzenleme yapılıp ancak gerekiyorsa üzerinde çok ufak değişiklikler yapılabilecek, sağlam bir eğitim sistemi ortaya konulmalı. Değişikliklerin çok olması öğrenciler, aileler ve eğitim kurumlarını zor durumda bırakıyor.

Sınav sisteminin doğuşuÜniversitelere mevcut kontenjandan fazla talep

olmaya başlaması ile bir seçme işlemi yapmak zorunluluk haline geldi. Sadece Türkiye’de değil dünyanın muhtelif ülkelerinde farklı üniversiteler belli sınırlandırmalar getirerek öğrenci seçmekte-dirler. Dünyada çok çeşitli giriş sistemleri mevcut-tur. Bu sistemlerin oluşmasında devletlerin yöne-tim şekilleri, ülkelerin nüfusu, arz talep dengesi, ülkenin değerleri ve kültürü gibi çok sayıda etken rol almaktadır. Bunun için tek bir doğru giriş siste-mi vardır demek doğru olmaz

Yurtdışında SınavlarAlmanya, Fransa, İngiltere, Arnavutluk, Po-

lonya, İtalya, Avusturya gibi Avrupa ülkelerinin yanında, Hong Kong, Malta ve Singapur gibi dünyanın birçok ülkesinde Lise bitirme veya olgunluk sınavları yapılmaktadır. Bu ülkelerin ço-ğunda sınavlarda başarılı olan öğrenciler doğrudan üniversitelere girerler. Bazı ülkelerde ise sınavların yanı sıra ders notları ve üniversitelerin belirleyeceği bazı şartlar da etkilidir. Türkiye gibi öğrencinin çok, kontenjanın az olduğu Çin, Japonya ve Rusya gibi ülkelerde üniversiteye girişte merkezi sınavla öğrenci alınmaktadır.

Türkiye’deki uygulamalarÜniversiteler ÖSYM’nin kurulduğu 1974

yılına kadar öğrencilerini kendileri seçiyorlardı. Bu tarihte sınavların tek merkezden yapılması kararı alındı. 1974 ve 1975’te sınavlar sabah ve öğlen olmak üzere iki oturumda, 1976-1980 arasında ise aynı günde tek oturumda uygulandı. Sınavın ismi Üniversitelerarası Seçme Sınavı(ÜSS) idi. 1981’den itibaren ise iki basamaklı sınav dönemi başladı. İlk ayağı nisan ayında ÜSS, ikinci ayağı ise haziran ayında ÜYS (Üniversitelerarası Yerleş-tirme Sınavı) olarak uygulandı. 1983’ten itibaren isimleri Öğrenci Seçme Sınavı(ÖSS) ve Öğrenci Yerleştirme Sınavı(ÖYS) olarak kullanıldı. 1987’de adaylara sınavda testlerin hepsini değil, girmek istediği bölüme göre gereken testleri çözme hakkı

Bazen toplandı, bazen bölündü, bazen çarpıldı, 40 yılda 8 büyük değişiklik yapıldı.

30 / Mart 2010

Eğitimin ‹çinden

Page 33: Insan ve Hayat

Japon Sınav SistemiJaponya’da zorunlu eğitim 6 yıl ilköğretim ve 3

yıl ortaöğretim olmak üzere toplam 9 yıl. Dokuz yılı tamamlayan öğrenci dilerse “kolej” eğitimine denk 3 yıllık eğitim alıyor ve öğrenimini tamamlıyor, dilerse 3 yıl normal lise okuyup ardından üniversiteye giriyor.

Eğitim yalnız devlet tekelinde de-ğil tabii, özel kurumlar tarafından da veriliyor aynı zamanda. Ancak devlet okullarında okumak isteğinin bedeli var: sınav! Herhangi bir kademeden diğerine geçişte tabir yerindeyse “rüştünü ispat edeceksin”! Fakat özel okullarda aynı kayıt geçerli değil; bir defa girdiniz mi içeriye dilediğiniz yere kadar öğrenim görme imkânınız var. Tabii, sınıfı geçmek şartıyla!

Okullara giriş sınavı, özellikle üniversiteye giriş imtihanının hayli zor olduğu söyleniyor; hatta bu fena şöhretinden ötürü sınava bir de lakap takılmış:

“Cehennem Sınavı!”. Köprüyü ilk se-ferde geçemeyip kendini cehennem ateşinde bulan ve üniversite hayalini bir yıl daha erteleyen biçare öğrenci-lerin de bir unvanı var: Ronin, yani ustasını kaybetmiş samuray!

Türkiye’deki sınavla kıyas etmek oradaki sınava giremediğimiz için şimdilik mümkün değil; en azından kesin konuşamayız. Fakat Japonlar emin olsunlar ki bizim sınavlarımız da birer cehennem değilse bile, kesinlikle “Kâbus”!

verildi. 1999’da ÖYS kaldırılarak ÖSS adıyla tek sınav yapılmasına karar verildi. Bu sınav eski ÖSS gibi temel konulardan sorulan sorularla yapılma-ya devam etti. Orta öğretim başarı puanı (OBP) uygulamasıyla öğrencilerin Lise alanlarına göre yükseköğretime geçmesi sağlandı.

Meslek Lisesi mezunlarına 2002 yılında sınavsız geçiş hakkı verilerek sınava girmeden, orta öğretim başarı puanlarıyla iki yıllık ilgili bölümlere girme-leri sağlandı. Ayrıca getirilen bir katsayı uygulama-sıyla meslek Lisesi mezunları kendi bölümlerinin öğretmenliklerine girerken ek puan aldılar, fakat başka bölümlere girmeleri neredeyse imkânsızlaştı.

1999’da uygulamaya başlanılan temel konular-dan seçilen soruların olduğu tek basamaklı sınav sistemi üniversitelerde ve Liselerde bir takım sıkın-tılara yol açtı. Öğrenciler ÖSS’de ağırlıklı olarak Lise 1 müfredatından sorumlu oldukları için Lise 2 ve Lise 3. sınıflarda okul derslerine önem vermez oldular. Bu durum Lise yönetimlerini sıkıntıya dü-şürdü. Ama daha sonra sıkıntının büyüğü üniversi-tede ortaya çıktı. Çünkü okutulacak olan derslerin temeli Lise 2 ve Lise 3 konularını kapsıyordu. Üni-versite hocalarından ve Liselerden gelen baskılar sonucu 2006’da önemli bir değişiklik gerçekleşti. Tek oturumda yapılan ancak iki bölümlü bir sınav uygulaması getirildi.

2010 yılında uygulamaya başlanacak olan yeni bir sistem açıklandı. Bu açıklanan sistemde sınavın hem ismi hem uygulama şekli değiştirildi. Nisan

ayında YGS (Yükseköğrenime Geçiş Sınavı), haziran ayında LYS (Lisans Yerleştirme Sınavı). YGS’de öğ-renciler temel konulardan sorularla karşılaşacaklar, LYS de ise Lise müfredatından dersler birbirinden ayrı olacak şekilde sorularla karşılaşacaklar. LYS’de daha önceki yıllardan çok farklı olarak beş ayrı otu-rumda yapılacak. Bu sisteme neden gerek duyuldu-ğunu, artılarını ve eksilerini, ayrıntılarını bir sonraki sayıda anlatacağız.

Ne anlamak gerekir 8.sınıf sonundaki yönlendirme öğrencinin eği-

tim hayatı açısından son derece önemlidir. Veliler kendilerini tek bir Lise türüne bağımlı zannetme-meleri gerekmektedir. Türkiye’de genel Liseler, Açık öğretim Liseleri, Çok programlı Liseler, Ti-caret meslek Liseleri, Endüstri meslek Liseleri gibi 12 bölümde 95 Lise türünün olduğunu biliyor muydunuz? Veli ve rehber öğretmen beraber ha-reket ederek öğrencinin durumunu ailenin yapısını göz önünde bulundurarak bu okullardan en uygun olanı seçmelidirler.

Üniversiteye hazırlanan öğrencilerin bu yazıda dikkat etmeleri gereken şey ise her ne kadar sınav sistemleri değişse de soru tipleri birbirinden etkilen-mektedir. Yani 1987 yılında çıkan bir soru benzer bir şekilde 2010 yılında karşımıza çıkabilir. Öğrenci-lere, belli bir bilgi seviyesinin üzerine çıktıktan sonra 1975 yılından itibaren düzenli olarak yapılan sınav-ları kendilerine uygulamalarını tavsiye ediyoruz.

Mart 2010 / 31

Eğitimin ‹çinden

Page 34: Insan ve Hayat

ir gemici tabiridir. Uzun süren deniz yolculuğun-dan sonra karaya ulaşmanın sevincini de ifade eder. Aynı zamanda “karaya yaklaşıyoruz, kazasız belasız yolculuk sona eriyor. Geminin limana yanaşma ha-zırlıkları başlasın” şeklinde telaşı da ifade eder.

Mart ayı bir kopuş noktasıdır. Düzenli ders çalışan bir öğrenci için kaygının arttığı, yorgunlukların başladığı, sıkılma ve yorulmaların olduğu bir aydır. Bugünlerde devam edebil-mek aslında daha sınava girmeden birçok öğrenciyi geride bırakmak demektir. Çünkü bu dönem birçok sınav maratoncu-sunun pes ettiği, yarışı yukarıda saydığımız sebeplerle bıraktığı bir dönemdir.

Öğrencilerimiz için bu dönemi atlatmada pratik önerileri-miz olacaktır.• Başta koyduğumuz hedeflerimizi tekrar gözden geçir-

mek, ulaşacağımıza olan inancı tazelemek faydalı olacaktır. Unutulmamalıdır ki hiçbir zorluk kötü tarafından bakılarak olumlu hale gelmemiştir.

• Hedeflerinizi, okuduğunuz zaman sizi motive edecek şe-kilde yazılı hale getirerek özellikle ders çalışırken görebile-ceğiniz bir yere asmanız konsantrasyonunuzu arttıracaktır. Hedeflerinizi küçük bir karta yazarak çalışma masanıza ve dolabınıza asabilirsiniz.

• Konu çalışma döneminden yavaş yavaş soru çözme dö-nemine giriş yapmalısınız. Bu dönemde bol soru çözerek pratik yapmanın yanında çözemediğiniz, boş bıraktığınız ve de yanlış yaptığınız soruların mutlaka analizini yapmalıyız. Bu çalışma ilgili konuyu üç kez çalışmaya bedeldir.Tabi sadece öğrencilere değil, bu dönemde velilere de

sorumluluk düşmektedir. Veli açısından baktığımızda baştan beri çalışan çocuğun konsantrasyonunun yok olması, ilgisinin dağılması, çalışmaktan bıkması ve uzaklaşması elbette ki zor-dur. Emeklerin zayi olması demektir.

Veli olarak, öncelikle bu dönemin doğal olduğunu bil-meniz sizi rahatlatmalıdır. Ancak öğrenciniz gibi sizin de bu dönemi atlatmak için yapmanız gerekenler vardır.

KaraGöründü!

Sınavlar Yaklaştı

B

Çok ders çalışıyorsunuz, bilgi eksiğiniz yok ama sınavlardaki kaygıyı kontrol altına alamadığınız için kaybediyor, az başarı ile yetiniyorsunuz. Veya bildiklerinizi bir test çözme ve sınav stratejisi ile verimli hale getiremiyorsanız, bilgi tek başına pek bir anlam ifade etmiyor demektir.

Ahmet AKÇA

32 / Mart 2010

Dönem Analizi

Page 35: Insan ve Hayat

Veliler ‹çin;• Çocuğunuzun özellikle bu dönemde sıkılabi-

leceğini kabul ederek onu anladığınızı ifade etmeli, yanında durmalısınız.

• Sınava hazırlanan gencin bu dönemde en çok ihtiyaç duyduğu şey destektir. Sözel ve fiziksel ifa-delerle kısa sürede toparlanma sağlanabilmektedir.

• Kıyaslama yapmaktan kaçının. Çünkü kaba ifadelerle yapılan yersiz ve zamansız kıyaslama öğrenci üzerinde aşırı baskı oluşturmaktadır.Ayrıca Mart ayı SBS başvurularının olduğu bir

aydır. İşler resmiyet kazanınca da kaygılar arttı de-mektir. Doktorlar kaygı nedeniyle başvuruların bu aylarda artmaya başladığını ifade ediyorlar. Sınav tarihinin yaklaşmış olması, 4–5 aydır çalışmanın yoğunluğu, kıştan bahara dönüşün yorgunluğu, “Acaba iyi bir puan alabilecek miyim?” türünden soruların zihinleri kurcalaması sınav kaygısını körüklemektedir.

Öğrenciler ‹çin;• Yorgunluk normaldir. Tekrar harekete geç-

mek için birilerini ya da merasim beklemeyin. Çalışmak ilhamla olmaz. Siz “bismillah” deyip başlayın, istek ardından gelecektir. Tembelliğin ilacı çalışmaya başlamaktır.

• Hedefinizle yatıp kalkın. “Şu an neredeyim, hedeflerime ne kadar yaklaştım” diye ara ara dönüp kendinizi sorgulayın. Bunun için şu ana kadar girdiğiniz deneme puanlarını yazdığınız grafik formu işinize yarayacaktır. Bu grafik formu sene başından beri yükselişte mi yoksa düşüşte mi siniz somut olarak görmenize yara-yacaktır.

• Arkadaşlarınızı çalışan öğrencilerden seçin. Programlarınızı birlikte yaparak birbirinizin ders çalışma saatlerine engel olmamış olursunuz.

• Başarılarınızda kendinizi ödüllendirin, başarı-sızlıklarınızda da küçük cezalar verin.

• İyi bir teknik direktör edinin. Bu kişi ağabeyi-niz, ablanız, arkadaşınız, komşunuz veya üni-versiteli bir büyüğünüz olabilir. Sizi denetlesin, yönlendirsin, konuşmalarıyla sizi yüreklendir-sin. Dert ortağınız olsun.Gençler! Hedefiniz büyükse başarıya ulaşmak

için ustalardan ustalığı öğrenmek en büyük tecrü-bedir. Tecrübeler işinizi kolaylaştırır, direncinizi arttırır. Cemil Meriç; “Ulu çınarlar fırtınalı ortam-larda büyür” diyor. Amacınız ulu çınar olmaksa bütün zorlukları göğüslemek zorundasınız.

Page 36: Insan ve Hayat

Şark’ın Gül Bahçesi Bostan ve Gülistan

oğu Edebiyatı’nın hikmetle dolu, ibret veren, güldüren ve ağlatan nadide eserle-rinden biri de Bostan. Şirazlı Şeyh Sadi’ye ait bu kitap. Esere Edebnâme, Sadinâme de deniliyor. Bizde, özellikle Osmanlı devrinde

okullarda Farsça öğretimi vesilesiyle okunan kitapların başlıcalarındandı. Dolayısıyla birçok tercüme ve şerhi bulunuyor Bostan’ın.

Sadi büyük bir şair ve yazar olduğu kadar meraklı ve heyecanlı bir seyyahtır da aynı zamanda. Arap yarımada-sında hayli memleket dolaşmış. Dolaştığı her iklimden, her şahsiyetten bir parça eser var kitaplarında. Bostan da onun bu geniş görgü ve bilgisinden elbette nasip-lenmiş. Toplumun her kesiminden, her çeşit insan var Bostan’da; köleler, efendiler; hükümdarlar, tebaalar; di-lenenler, delirenler yani herkes! Bütün bunları dakik bir gözlem ve ince bir ustalıkla yazmış Sadi. Girişten sonra on bölüme ayrılan eserinin anadiline vakıf değiliz, fakat yapılan tercümeleri ve tercümeleri yapanları okuyunca hak veriyoruz bu iddiaya.

Hayatı irdelerken toplumdan insana doğru eğilmek yerine insandan topluma doğru bakmış; önce onun küçük ve tamamen şahsi hayatını incelemiş ve onu yan-sıtmış. Mesela pek fena günaha girip, ardından derhal tövbeye koşan kulun yakarışını okurken yaşarabiliyor gözlerimiz. Yahut hata edip yüzü kızarmayan evladın tavrı babası gibi bizleri de öfkelendirebiliyor ve birden kabarıyor asabımız!

Toplumu böyle yansıtırken doğrudan olmasa bile dolaylı olarak mükâfat gibi cezanın da “elzem” bir unsur olduğundan bahsediyor Sadi. Eserinde gördüklerini yaz-dığı gibi, görmediklerini de yazmış. Yani tamamı birebir tarih değil anlattıklarının; kurmaca unsurlar da var. Bunun aslında çok da büyük önemi yok onun gözünde, zira mak-sat okuyanları maddeten ve manen bütün fenalıklardan arındırmak ve “mana”nın fenerini vermek onlara. Anlatı-lan hayal olmuş ne, hakikat olmuş ne!

DPsikoloji ve Sosyoloji toplum ile alakalı ve insanı ilgilendiren birçok hususta karışıklıklardan kurtulamıyor. Şeyh Sadi Şirazi karanlık ortaçağ denilen dönemde, eserlerinde kullandığı sade bir dil ile insanlara, entellektüelliğin zirvesinde derinliklerini görebilecekleri bir ayna tutuyor.

Hilmi AYGÜN / [email protected]

34 / Mart 2010

OkuYORUM

Page 37: Insan ve Hayat

Bir HikayeMezarlıktan geçerken bir zenginin

oğluna rastladım. Babasının mezarı başına oturmuş, bir fakire kibirlenip duruyordu: “Babamın türbesi eşsiz İran çinileriyle kaplı, tabanı mermer döşeli, sandukası sedef işlemeli, kita-besi filanca hattatın eseridir.” Fakir genç, zengin arkadaşını tebessümle dinliyordu. Zenginin oğlu devam etti: “Bir de senin babanın mezarına bakalım! Gelişigüzel sıralanmış üç beş kerpiç, mezara yığılan birkaç kürek toprak! Fakir gülümseyerek cevap verdi: “Senin baban bu süslü sandu-kanın ve bu ağır mermerlerin altından kalkıncaya kadar, benimki Cennete çoktan varmış olur.

Yukarıdaki güzel nükte Sadi-i Şirazi’ye ait. Asırları aşıp günümü-ze kadar gelen eserleri Bostan ve Gülistan’daki yüzlerce nüktesinden sadece biri. Bu eserlerde günümüzde mal hırsı, sonu gelmez arzular ve tul-i emel üçgeni arasında sıkışmış, günü-nü tamamen rızık endişesi ile geçiren insanoğluna dair muhteşem dersler var. Edebiyatın özellikle faydalı tara-fının ağır bastığı bir eser. Günümüz edebiyat eserleri maalesef hızla tüke-tilen bir meta halini aldı. Bu eserler bir kez okunduktan sonra bir köşede unutulmaya mahkûm. İkinci kez bile okunmayan bir eserin yüzyılları aş-ması elbette düşünülemez. Bostan ve Gülistan yüzyıllar aşmış; her devirde tekrar tekrar tercüme edilmiş, şerh-lerle zenginleştirilmiş bir eser. Devlet yöneticisinden üniversite öğrencisine geniş bir okur kitlesine hitap ediyor. Gülistan isimli eserinde ahlak, kana-atin fazileti, susmanın faydası, sevgi ve gençlik, terbiyenin önemi, sohbet âdâbı gibi hususlar güzel nükteler ve akılda kalıcı mısralarla anlatılmış. İsmi ile müsemma bir eser.

Bostan isimli eser ise adalet, ihsan, ahlak, mertlik, tevazu, rıza, kanaat, terbiye, şükür gibi mevzu-

ları içeriyor. Her iki eserin de ortak özelliği az sözle çok manayı ihtiva etmesi. Kısa ve öz. Bu kitapların ori-jinal nüshaları harika minyatürlere sahip; ciltleri ise apayrı sanat eseri. Günümüz basımlarının pek çoğu özensiz bir dile sahip; ciltleri, bahse mevzu bile değil! 100 temel eser içinde olmalarına rağmen sırf ticarî amaçlar için basıldıkları için göze ve gönle hitap edemiyorlar. Keşke bir yayınevi orijinal nüshalardaki minya-türleri kullanarak günümüz Türkçe-si ile bir tıpkıbasımını gerçekleştirse.

Okuma tıpkı arının çiçeklerden bal toplaması gibi bir şey. Bir arı bir bölgede yüklü miktarda bal özü keşfederse hemen kovana haber verirmiş. Böylece bütün arılar o bölgeye gelir istifade edermiş. Eğer arı yanlış bir haber vermişse öldürü-lürmüş. Edebiyat eleştirmenlerinin işi okuru doğru eserler hakkında bilgilendirmek ve onları o eserlere yönlendirmek olmalı. Ticarî kaygılar ve tiraj endişeleri ile hareket eden edebiyat eleştirmenleri bazen okuru öylesine yanlış yönlendiriyor ki okur bir dirhem bal için bir çeki keçi boy-nuzu çiğnemek zorunda kalıyor.

Bir NükteÇocukluğumda ibadete çok he-

vesli idim. Bir gece babamla beraber ibadet ediyordum. Babama; “keşke ev ahalisi de kalkıp iki rekât namaz kılsaydı; ölü gibi uyuyorlar” dedim. Babam bunun üzerine bana “keşke sen uyusaydın da onların gıybetini yapmamış olsaydın” dedi.

Bir SözAdem oğulları aynı vücudun

uzuvlarıdır. Çünkü aynı cevher-den yaratılmışlardır. Felek bir uzva elem getirirse, öbürlerinin huzuru kalmaz. Ey başkalarının acısıyla kaygılanmayan, sana insan demek yakışıkalmaz.

Mart 2010 / 35

OkuYORUM

Page 38: Insan ve Hayat

Kitabı Sev(dir)mek!

evilen her şey gibi ki-tabı sevmek için de en azından kendi içinde tutarlı bir “bahane”si olmalı insanın; benim

bahanem onlarda saklı olan esrar dolu dünyayı keşif merakıyla yanıp tutuşuyor olmak. Emi-nim aynı karasevdaya müptela olan her bir okur başka başka sebepler ileri sürebilir; inanırım hepsine.

Kitaplar ve onlara karşı besle-diğim derin sevgi hayatıma yön veren dürtülerden ikisi. Fakat hayatımı yalnız kitapları çocuk-larımmışçasına sevmek ideali üzerine şekillendirmiş değilim; bir başka büyük tasam, bir başka yüce davam daha var: onları sevdirmek!

“Ağaç yaşken eğilir” buyuran büyüklere atfen “kitap küçükken sevdirilir” diyebiliriz bizler de. Okumak ve okunan kitapları kutsalmışçasına sahiplenmek duygusunu aşılamalıyız çocukla-rımıza. Geleceğimizin teminatı

çocuklarımızsa eğer, çocukları-mızın teminatı da okudukları ve okuyacakları kitaplardır!

Bir yayıncı olarak üzerime dü-şen vazife kitap neşretmek; hakkı-nı vermek zor belki ama ciddiyet ve gayretle yerine getirmek için uğraşıyorum bu görevi. Çalışan kimliğinden sıyrılıp sıradan bir fert olarak da tanışıklığım olan herkese ve özellikle küçüklere daima ve hararetle şunu tavsiye ediyorum: “Üzerinize giydiğiniz kıyafetler bedeninizin süsüyse, okuduğunuz ve öğrendiğiniz bilgi de kafanızın süsü, aklınızın ışığıdır!” Hiçbirimizin uzak ve kayıtsız kalamayacağı bir çığlıktır bu: “Oku!” ve okut…

Kitap edinme ve okuma alışkanlıkları/uygulamaları hak-kında yurdun çeşitli yerlerinden kendilerine ulaştığımız birkaç öğretmenimizin faaliyetlerini ve fikirlerini aldık sizler için; baka-lım çocuklarımızın ikinci “anne-babası” olan öğretmenler neler söyleyecek bu konu hakkında.

Yaptığım bu ufak sınamalar arasında onların hayli keyif aldığı “oyun”lar da var. Nasıl mı? Onlardan okudukları kitaplarda karşılaştıkları karakterleri ve o karakterlerin başlarından geçen olayları temel alarak piyesler hazırlamalarını istiyorum. Takdir edersiniz ki bu çalışmayı tek başlarına yürütemiyorlar; ben de onlara bu konuda bilfiil değil de yol gösterici rolü üstlenerek yardımcı olmaya çalışıyorum. Onları yönlendiriyor, danışman-lık yapıyor ve mesela çalışmaları-nı daima teşvik ediyorum.

İnanıyorum ki bugünün çocukları okumaya dünkülerden daha fazla fırsat bulabilirler. Biz-lere düşen görev elimizdeki bü-tün imkânları son haddine değin kullanarak onların yetişmesine yardımcı olmaktan ibaret. Ha-yatın kitaplarda saklı olduğunu biliyorum; bunu öğretmek için çırpınıyorum…

S

Kitap kimine göre hayatın şifresi, bir ihtiyaç

ve bir tutku; kimine göre bir aksesuar, fazlalık ve hatta tehlike!

Erhan KAYA

36 / Mart 2010

OkuYORUM

Page 39: Insan ve Hayat

Kitap okumanın bir ömür boyu devam eden bir eylem olduğunun farkındayım ve öğrencile-rime de bunu aşılamaya çalışıyorum her şeyden önce. İzlediğim yol çok basit ve uygulanabilir; onlara günlük sadece 10-20 sayfa kadar okuma yapmalarını izin veriyorum. Bizzat hayat prensi-bi haline getirdiğim devamlılık ve kararlılığı on-lara da öğretmek, onları da bu vasıfla süslemek istiyorum.

Dolayısıyla okulda her gün değilse bile gün aşırı okuma saati ayırıyorum öğrencilerime. Sene başında bizzat satın alıp yalnız kendi sınıfım içe-risinde paylaşılmasına müsaade ettiğim kitapla-rım var. Her öğrenciye bir kitap yetecek sayıda bunlar.

Geçen yıl beşinci sınıflardan sorumluydum, bu yıl üçüncü sınıfları okutuyorum; doğal ola-rak 1 hafta değil de mesela iki hafta gibi bir süre veriyorum onlara kitapları bitirip takas yapmala-rı için. Kitaplar elbette yaş grupları göz önünde bulundurularak seçilen eserler. Hiçbir surette onları zora sokacak ve okumaktan soğutacak uygulamalar yapmıyorum. Hatta bu bitirme süresini de onlarla fikir alış-verişi sonunda be-lirlediğimizi söylemeliyim. Tabii onlara güven-mekle birlikte sorumluluğum gereği onları ufak sınavlara tabi tutuyor ve böylece hem okuyup okumadıklarını tespit ediyor hem de okunan-ların onlar tarafından anlaşılıp anlaşılmadığı yokluyorum. Biliyorum ki onlara güvendiğimi hissettirmeliyim; fakat yine biliyorum ki onların sırf kendilerine güvendiğimi göstermek için boş bırakılması da asla doğru olmaz.

Bir Etkinlik Örneği

Okuma

Not: İyi kitabın övgüsü kendi içinde saklıdır. İyi kitabı insanların yolunu aydınlatmak için onlara sunmak önemli bir iştir. Bu önemli işi başarırken hangi yollardan gittiğinizi bizimle paylaşın.

[email protected]

Mart 2010 / 37

Etkinlik

Page 40: Insan ve Hayat

Bazı ufak detaylar çok şey anlatır. Ses tonu, vurgu, bakış, duruş, vücut dili, mimik, kıyafet, renk seçimi. Elbiseye uygun bir aksesuar, aksesuara uygun bir duruş ve ses tonu. ‹yi analiz edebilene sosyal hayat için pek çok ipucu verebilir.

Erkeğin Aksesuarı,

Kravat Nedir?

Kravat en basit ve en genel geçer tabirle boyun bağıdır! Ayak bağına ne kadar da benziyor, fark ettiniz mi?! Kadın-

dan çok erkeğin giydiği, bir ucu aşağı sarkan püsküldür! Kravat, takanın boynunda bir nişane, bir işarettir;

prestij ve “oturaklılık” alâmeti yani. Ama kravat her takana prestij sağlayan giysi değildir; hele hele takanlar adam olur demek kravattan çok adamlığa iftiradır, ayıptır!

‹lk kim kullandı?Kravat bazen güzel, bazen çirkin her lise öğ-

rencisinin adeta uyuşuk ellerle zoraki takıp, esen her rüzgârda yüzüne gözüne çarpan nesnedir! Kravat, lise bitince kendisinden kurtulduğumuz

bir bağdır, ama ayak bağı! Kravatı yüzyıllar önce Hırvat askerleri takmış

evvela; bir asker cümbüşüne dönen, Avrupa’nın birbiriyle didiştiği Otuz Yıl Savaşları sırasında fark

edilmek için! İsmi de Hırvatlara pek benzeyen şeydir kravat. Hırvat, Kravat; bir nakarat gibi tekrarlanınca aynı

sesler çıkıyor sanılıyor ağızdan. Kravat, Hırvat icadı olmakla beraber yalnız onlar tarafından giyilen şey de değildir.

Nasıl bulduk?Kravat aynı zamanda boyundan aşağı sarkan püskülleriyle Fran-

sız kralı 14. Louis’nin de dikkatini çeken nesnedir. Hatta aynı kralın kraliyet simgesi haline sokuverdiği şeydir! Nihayet biz Türklerin de Tanzimat’tan sonra giymeye başladığımız bir aksesuar, bir süstür; daha fazlası değil!

Günümüzde bu süs erkeklerin giyim konusundaki bilgisini ve hatta genel olarak zevkini gösteren bir alamet olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Doğru seçilmiş bir kravat, çok da iyi olmayan bir kıyafetin havasını bir anda değiştirebildiği gibi, kötü bir seçim de çok iyi bir kıya-fetin tüm güzelliğini yutabiliyor.

Ne olacak?Kravatın kalitesinde kumaşının yanı sıra astar, tela ve dikiş özellikleri

de önemli ayrıntılarından. El dikişi olan kravatın arka kapamasında dikiş belli bir mesafede biter ve arka uç açıkta bırakılır. Buradaki amaç, kumaş ve telanın uyumlu hareketinin sağlanmasıdır. Bütün bunları öğrenmek zor gelen erkekler için, başarısı kanıtlanmış bir yöntem de kravat seçimi konusunun eşlere havale edilmesidir.

Ramazan DOKUMACI / [email protected]

38 / Mart 2010

Nedir-Ne Değildir?

Page 41: Insan ve Hayat

Ben de Bir Çocuğum Ben de bir çocuğum,Sevilmek öpülmek ilgi isterim,Yanımdan ayrılmasın sevdiklerim,Sarıp sarmalasınlar elleri. Ben de bir çocuğum,Kırmızı ayakkabılarım,Pembe tokalarım olsun,Yüzüm solmasın hiç,Hep gülmek isterim.Ben de bir çocuğum,Pamuk şeker tadına şefkat isterim.Ellerim üşümeden karda oynamak isterim,Bıkıp usanmadan koşmak,Hiç bitmeyecek sevgi isterim,Ben de bir çocuğum. İlknur AKPINAR

Gönlü BolAdam çok zenginmiş ama bir türlü mutlu olamıyormuş. Bir gün fakir birine : -Sen mutlu musun demiş.Fakir ben mutluyum, demiş. Zengin peki ben niye mutlu olamıyorum her şeyim varken demiş. Fakir: -Zenginliğini bana ver ben de sana mutluluğumu vereyim demiş. Zengin bu teklifi çok açık göz bularak olur mu öyle şey, demiş. Fakir : -Sen de bu vermeme fakirliği varken ne sen mutlu olabilirsin bende de

bu paylaşma zenginliği varken ne ben fakir olurum demiş.

Ümit YÜKSEL

Neler olup biteceğini zihninde canlandırmak ancak basiretli olgun insanların işidir. Yarının ne getirece-ğini kestirmek çoğunlukla mümkün olmaz. Başa gelen olayları yönlen-dirmek elimizde olmasa da önceden tedbir almanın yolları vardır. Bunun-la alakal› birçok atasözü vard›r. “kış hazırlığı gör de yaz gelirse kadere” , “ağzını açacağına gözünü aç”, “de-ğirmen tenha iken ununu öğüt”, “bilmem’ demek çok türlü bela sa-var”.

Nasrettin hoca biri bir gün ayağında yeni pabuçları ile dolaşır-

ken, mahallenin şakacı afacanları, pabuçlarını saklamak ve Hoca’ya arattırmak için bir plan kurmuşlar.

Hoca karşıdan gelirken, güya kendi aralarında bahse giriyormuş gibi davranarak, yüksek sesle ko-nuşmuşlar. Hoca şu ağaca çıkar, çıkamaz diye çekişmişler.

Hoca çocukların yapmacık hallerinden kuşkuya düşmüş; işin içinde bir bit yeniği sezmiş. Ço-cuklar, aralarında bahse tutuştuk-larını söylemişler ve, Hoca’ya ağa-ca çıkıp çıkamayacağını sormuşlar.

-Çıkarım elbet, demiş

Hoca ve yeni pabuçlarını koy-nuna soktuğu gibi başlamış ağa-ca tırmanmaya. Çocuklar hep bir ağızdan:

-Hocam, pabuçlarını yerde bırak, ağacın üstünde onları ne yapacaksın? Diye sorunca, işi anla-yan Hoca, cevabı yapıştırmış:

-Belki ağaçtan öteye, karşıma bir yok çıkar.

Akıllı ve uyanık kişiler için “ağaca çıksa, pabucu yerde kal-maz” denmesi, bu fıkradan kal-mıştır.

F›kra

Resul Ç‹ÇEK

“Ağaca Çıksa Pabucu Yerde Kalmaz” Hikayesi Ne?

[email protected]

Mart 2010 / 39

Mola

Page 42: Insan ve Hayat

40 / Mart 2010

Evim

Page 43: Insan ve Hayat

Ev Kokusu

er evin kendine has kokusu vardır. İlk defa girdiğiniz bir evdeki koku beyni-nizin bir köşesine

işler. Ne zaman o kokuyu duysak o ev, o ev halkı aklımıza gelir. Ev ister başka bir eve taşınsın ya da başka bir mahalleye ya da başka bir şehre; evin kokusu değişmez. Bu kokular aslında o ev ve ev sahipleri

hakkında bizlere pek çok şey söyleyebilir. Çocukların veya sigara içenlerin bulunduğu evler nasıl

birbirlerinden farklı kokuyorlarsa, huzu-run hakim olduğu evler de mutsuz evler-

den farklı kokarlar.Esans ya da kokular

bizleri yalnızca duygusal olarak değil, koku moleküllerinin beyne taşıdığı mesajlarla fiziki olarak da etkiler. Bunun farkında olan insanlar koku moleküllerinin etkisini kendi yararlarına kul-lanmakta gecikmemişlerdir. En yaygın olarak da bitkisel yağlar.

Bitkisel Yağlardan Güzel HislereBitkisel yağlar evde kulla-

nıldıkları zaman odalara nüfuz

edip olumlu titreşimler meydana getirirler. Ancak farklı bitkisel yağlar değişik hisler uyandırdıkları için ihtiyaç duyacağınız titreşim ve enerjiye göre belirli bir yağ ya da yağ karışımı kullanabilirsiniz. Özel yağlar, ilham, konsant-rasyon, çalışmak, dinlenmek, uyumak ya da hayal kurmak için doğru ortamı oluşturarak ruh halinizi etkiler. Hatta bazı yağlar odadaki havayı dezenfekte ederek bazı hastalıkları önlemektedir.

Nasıl Kullanılır?Ev içinde bitkisel yağları

koku olarak kullanmanın birkaç yöntemi vardır. Kuru çiçekler ya da su dolu bir kasenin içine bir-kaç damla yağ damlatabilirsiniz. Yastıklı elbise askıları ve çekme-ce astarları da bir kaç damla yağ için idealdir. Bir parça ham pa-muk ya da pamuklu bez üzerine bitki yağını damlatıp pamuğu bir radyatörün arkasına yerleş-tirebilirsiniz. Ya da içi su dolu küçük bir tabağa iki damla yağ ekleyip radyatöre yakın bir yere koyabilirsiniz, bu ayrıca nem-lendirici işlevi de görecektir. Bir paspas üzerine serpiştireceğiniz birkaç damla bitki yağı hoş bir karşılama olacaktır.

Her evin bir kokusu vardır. Kendini size anlatan kokulardır bunlar. Nerede ne zaman o kokuyu duysanız fotoğraflar bir bir iner gözüne.

H

Mart 2010 / 41

EvimAyşe PAK / [email protected]

Page 44: Insan ve Hayat

Nerelerde Kullanılır?Limon, misket limonu, portakal gibi turunçgillerin

ferah kokular yayan yağları, özellikle holler için idealdir. Genellikle girişteki hollerin penceresi olmadığı için ko-kular burada toplanıp merdivenlere doğru yayılır. Böyle hollerde lavanta ve sardunya kullanılabilir.

Ailenizin ve arkadaşlarınızın rahatlayıp keyif alacakları ahenkli bir ortam oluşturmak için odayı birbiriyle çatışan bu kokulardan arındırıp mekanda yeni ve uyumlu bir koku karışımını hakim kılmak gerekir. Sandal ve gül ideal-dir. Meyve, sebze ve bitkilerin mükemmel doğal kokuları, mutfağı oldukça cazip ve çekici kılsa da bu mekan aynı zamanda istenmeyen, itici kokuların da kaynağı haline gelebilir. Özellikle yemek yenen bölümü, güçlü koku titreşimleri oluşturmadan temizlemek faydalıdır. Bu yüz-den mutfakta daha taze bitki ve baharatların aromalarını kullanmak gerekir.

Yatak odaları yalnızca uyumaya hazırlanan mekanlar değildir, aynı zamanda dinlenilen, bir tür yenilenme mekanlarıdır. Yastığınıza damlatacağınız bir miktar bit-kisel yağ dinlendirici ve huzurlu bir uykuya yol açacaktır. Çekmece ya da dolaplara lavanta keseleri yerleştirmek ya da dinlendirici bitkisel yağlar yakmak, güzel duygular uyandıracaktır. Örneğin tuvalet kağıdı rulosu içindeki kartona birkaç damla bitkisel yağ damlatın. Koku zaman içerisinde derece derece yayılacaktır.

Portakal Parlak, neşeli ve yüceltici, taze portakal gibi kokan bir

yağ.

Sandal Ağacı Misk kokusu vardır ama etkilerinde daha çok insanda

derinlik uyandırır.

Nane Her ne kadar bu keskin, temiz kokuyu anında tanı-

yorsanız da, diş macununa ya da çikolataya karıştırılma-dığında, nasıl daha keskin ve saf olduğunu fark ederek şaşıracaksınız. Bu canlı, parlak ve keskin bir deneyimdir

Yasemin Bu ince ama derin biçimde etkileyici kokudur. En

kaliteli Yasemin yağı çok pahalıdır ama gerekli olan çok az bir miktarıdır. Evinizin tatlı, yumuşak, duyarlı yönünü ortaya çıkarır.

Limon Otu Koklayın ve gönlünüzün ferahlığını hissedin. Bu yağ,

limon otunun yapraklarından alınır ve insana, pozitif düşünce ve heyecan veren bir kokudur.

42 / Mart 2010

Evim

Page 45: Insan ve Hayat

ekenin yapısı, kumaşın cinsi, kullanılan bo-yanın dayanıklılığı ve lekeye zamanında mü-dahale edilmesi etili çözüm için önemlidir. Zamanında çıkarılmayan, yiyeceklerden, içeceklerden ve diğer yağlı maddelerden

kaynaklanan lekeler sıcağa maruz kaldıkları zaman oksitlenmeye başlar ve soyulmuş bir patatesin havayla temas etmesinden sonra kararması gibi ya sararır ya da kararırlar. Sararmış veya kararmış lekelerin çıkarılması çok daha zordur ve büyük oranda da çıkarılamazlar. L

Beyaz bir gömleği en kolay yoldan nasıl temizlersiniz?

ter

salça

vişnekahve

çimen

mum

çikolata

Sümeyra KARACA / [email protected]

Mart 2010 / 43

Evim

Page 46: Insan ve Hayat

“Anneciğim ben de dokunuyorum, tat alıyorum, kokluyorum, işitiyorum, görüyorum. Nasıl mı?”

Tanışıyorum

Bebeklerde tat alma duyusu geliştiğinden anne adayı hamileliğinde yediklerine dikkat etmeli ve sağlıklı beslenmelidir. Eğer bebeğinizin süt, yoğurt ve peynir gibi besin maddelerini yemesini istiyorsanız önce siz yemelisiniz.

Arzu AKCA / [email protected]

44 / Mart 2010

Anne Çocuk

Page 47: Insan ve Hayat

nne adayları bebekleri ile ilgili pek çok şeyi merak ederler. İlk merak edilen şey bebeğin sağlığıdır. Ancak bebeğin iyi olduğu öğrenildikten sonra merak alanları değişir.

Bebeğin büyüklüğü, kilosu, boyu ve duruş şekli gibi pek çok değişik konu merak edilir. Bunların dışında heyecanlı anne adayları “acaba bebeğim beni duyuyor mu, canı acıyor mu?” gibi pek çok sorunun yanıtını da merak ederler.

Bebek anne karnında her ne kadar kapalı bir ortamda olduğu sanılsa da çevresindeki her şeyden haberdardır. İnsanlarda yer alan beş duyu, bebek anne karnında iken onlarda da gelişmeye başlar ve faaliyet gösterir.

DokunmaBebek anne karnına düştüğü 8. haftadan

itibaren dokunma duyusu oluşmaya başlar. İlk ağız ve yanaklarda oluşur, ilerleyen haftalarda daha da gelişerek 32. haftada gelişimini tamamlar. 7. aydan itibaren sırtını okşayın. İnanması belki güç ama bebek bunu hissediyor. Elbette sadece annenin değil babanın da bebekle iletişim kurması şart. Dokunarak, konuşarak bebeğe kendini tanıtması son derece faydalı.

Tat alma13. ve 15. haftalardan itibaren gelişmeye

başlar. Annenin yediği bütün besinler bebeğin içinde yer aldığı amniyon sıvısına geçer. Bebek de bu sıvıdan beslenir. Bu sebepledir ki bebek bütün tatlara anne karnında alışır. Anne adayı tatlı yediğinde ağız hareketlerinin arttığı acı ve ekşi yediğinde azaldığı gözlenmiştir. Anne aç iken bebeğin hareketleri sınırlıdır. Az hareket eder. Bu durum da tat alma duyusuyla alakalı olsa gerek.

Bebeklerde tat alma duyusu geliştiğinden anne adayı hamileliğinde yediklerine dikkat etmeli ve sağlıklı beslenmelidir. Eğer bebeğimizin süt, yoğurt ve peynir gibi besin maddelerini yemesini istiyorsanız önce siz yemelisiniz.

Koku almaBurun 11-15. hafta arası faaliyete geçer.

Bebeğimiz anne karnında iken anne sütü içeriğinde benzer koku aldığından, anne sütü kokusuna zaafı olarak doğar.

‹şitmeAnne karnındaki bebek bariyerler

arkasında karanlık bir odada olsa da sessiz bir ortamda değildir. Buradaki yaşam oldukça gürültülüdür. Annenin damarlarından geçen kan, kalp, bağırsak ve mide sesleri bebeğin karşılaştığı temel seslerdir. Anne adayının ve diğer kişilerin sesleri de bebeğe doğrudan ulaşır. 25. haftada annesinin sesini, 27. haftadan itibaren de çevresindekilerin sesini duymaya başlar. Sesleri duymakla kalmaz, tepkiler de verir. Örneğin ani kapı çarpması veya şiddetli bir seste bebeğin anne karnında irkilmesine sebep olur. Aslında bebeğimiz sesin titreşerek bıraktığı etki ile hamileliğin 16. haftası işitmeye başlar.

Bebeğinizi sevdiğinizi, onu istediğinizi ona hissettirin. Mutlu, sağlıklı ve huzurlu bir bebek istiyorsanız bunu yapmalısınız. Hamileliği rahat, huzurlu ve sakin geçen anne adaylarının bebekleri de huzurlu, sakin ve rahat oluyor. Eğer anne stresli bir hamilelik geçirmişse bebek daha hareketli oluyor.

Hamileliğin 16. haftasından itibaren gelişmeye başlayan işitme yeteneği ile ilk duyduğu ses anne kalbi, ilk gördüğü yer ve kendisini güvende hissettiği yer anne karnı, ilk dokunduğu yer anne karnıdır.

GörmeEn son gelişen duyudur. 26. haftaya kadar

göz kapakları kapalıdır. Bu haftadan sonra bebeğimizin gözleri açılmaya başlar. Göz kırpar. Doğumdan sonra 30 cm uzaklığa kadar net görme olur. Bu mesafe de anne emzirme sırasında anne yüzü ile bebeğin arasındaki yaklaşık uzaklıktır. Hamilelik esnasında bebeğinize kitap okuyun, bulmaca çözün, bilgisayarla uğraşın ve de bebeğinizin duygusal zekasının gelişmesini istiyorsanız hayır işlerini de ihmal etmeyin. Anne adayının ibadetine düşkünlüğü ve Kur’an-ı Kerim okuması hem bebeği hem de kendisini rahatlatacaktır.

Evet sevgili anneler! Beni annemin karnındaki gelişim özelliklerimle tanıdınız. Peki ben ailemle nasıl tanışırım, neler yaşarım biliyor musunuz? Bir dahaki ay ailemle tanışmamı anlatayım sizlere?

A

Mart 2010 / 45

Anne Çocuk

Page 48: Insan ve Hayat

oğuk algınlığı (nezle) ve grip karıştırılmaması gereken iki hasa-lıktır. Nezle çeşitli virüslerin( Rinovirus, adenovirus vb.) neden olduğu, üst solunum yollarındaki burun akıntısı, hapşırık, boğaz ağrısı, burun tıkanıklığı, hafif kırgınlık ile baş gösteren bir hastalıktır. O kadar yaygındır ki bu hastalığa nerede ise her

sene herkes en az bir defa yakalanır. Çoğu zaman istirahate bile gerek kalmadan kendiliğinden iyileşir.

Grip ise bulaşma şeklinin nezle ile benzer olmasına rağmen bulaşıcılı-ğı kıtalar arası yayılabilen, akciğer hastalıkları ve ölüme kadar ilerleyebilen farklı virüslerin (İnfluenza) yaptığı bir hastalıktır. Nezleden farklı olarak yüksek ateş, yaygın kas ağrıları, öksürük, baş ağrıları daha ön plandadır. Nadir olarak sinüzit, orta kulak iltihabı, pnomoni (zatüre), kalp zarı ilti-haplanması, beyin zarı iltihaplanması, akciğer ve karaciğer iltihaplanması yapabilir.

Grip hastalığı başlamadan 1 gün önce ve başladıktan 5. güne kadar bulaştırıcıdır. Bulaşması öksürük, hapşırık, tokalaşma, öpüşme, kapalı ortamlarda hasta kişilerle beraber bulunma şeklindedir.

Belirtileri genelde hastalık bulaştıktan 2 gün sonra kendini gösterir. Halsizlik, yüksek ateş, baş ağrısı, burun akıntısı, bo-

ğaz ağrısı, kuru öksürük, kas ağrıları, ishal şeklinde görüle-bilir.

Tedavisinde bol su içilmeli, doğal meyve veya mey-ve suları, soğan, sarımsak, zencefil, limon tüketilmeli ve mutlaka yatak istirahatı alınmalıdır. Kesinlikle antibiyotik kullanmak doğru olmaz ancak doktor kontrolünde sekonder bakteriyel enfeksiyon gelişte ise başlanabilir. Hastalık istirahat ve önerilen tedavi

ile 1 hafta 10 günde kendiliğinden geçmesine rağmen halsizlik kırgınlık şikayetleri 2-3 hafta devam edebilir.

Grip ve Nezleden Korunmak

O Kadar Zor DeğilSon günlerde gazete ve televizyonlarda grip ile alakalı oldukça

yoğun bir şekilde haber okuyoruz. Grip türü ne olursa olsun virüslerle taşınan ve solunum yolu ile insan bedenine yerleşen bir hastalıktır. Öksürme ya da hapşırma sırasında virüs içeren

damlacıkların çevreye saçılması ile bulaşır.

S

Uz. Dr. Fahrettin TANIR / [email protected]

46 / Mart 2010

Sağlık

Page 49: Insan ve Hayat

Grip ve Nezleden Korunmak

Asıl olan gribe yakalanmamak için korunma yol-larının bilinmesi ve dikkat edilmesidir. Şu an tıbbın tek koruyucu ilacı aşıdır. Aşı bahar aylarında yapılır ama % 100 koruyuculuğu yoktur. Hastalığın daha hafif geçirilmesine yardımcı olabilir. Ayrıca korun-ma için şu tedbirleri sıralayabiliriz:

1. Gripli kişilerle aynı ortamda bulunmamak, ortak eşyaları kullanmamak; mescit ve dershane gibi ortamların saatte 15 dakika havalandırılması, odaların kapılarının açık tutulması koruyucu önlem olabilir. Gripli kişilerin ağır şikâyetleri geçinceye kadar toplumdan uzak kalmaları, evlerinde istirahat etmeleri uygun olacaktır. Geçmiş zamanların bula-şıcı hastalığı olan veba (taun) konusunda Peygam-ber Efendimiz (s.a.v.) ‘Veba olan yere girmeyiniz ve veba olan bir yerden başka bir yere gitmeyiniz. Oradan kaçmayınız’ şeklinde buyurmuştur.

2. Su ve sabundan uzak kalmamak; sünnete uy-gun yemek öncesi ve sonrası mutlaka sabunlu suyla ellerin yıkanması.

Abdest alırken burna verilen su burun muko-zasını nemlendirir ve mukozada birikmiş virüsler varsa onları da temizler, özellikle sabah namazı için alınan abdest 4-5 saattir pasif durumdaki vücudun uyarılması ve nem oranın düzenlenmesi için şarttır. Namaz için kalkıldığında yatak odasının havalandı-rılması önemlidir.

Namaz kılarken secdede başın kan akımının art-ması burun sinüslerini uyarır, belenmesini düzeltir.

Bu da günde seksen defa secde yapmamızın fiziki faydalarından biri olsa gerek.

3. Dengeli beslenilmeli; C vitamini ağırlıklı meyvelerin tüketimi arttırılmalı (kivi, portakal, limon; sarımsak, soğan), balık haftada en az 2 defa tüketilmelidir. Meyve suları kesinlikle hazır alınma-malı evde taze meyvelerden yapılmalıdır.

Sünnete uygun beslenilmeli; tıka basa yemek yenmemelidir. Hadis-i Şerif’teki; midenin üçte biri-ni yemek, üçte birini su ile doldurarak gerisini boş bırakmaktan anladığımız az yemekle beraber suyun da ehemmiyetidir. Zira bol su tüketmek şifadır.

Su ve sıcak çayların virüsü ağız ve yutaktan alıp mideye sürükleme özelliği vardır; midede yüksek asitten dolayı virüs ölmektedir.

Sarı kantaron demletilip, balla tatlandırılarak arada bir içilirse iyi olur. (Şeker hastaları bal yerine tatlandırıcı kullanabilir.)

4. Tuzlu su ile gargara yapmak mikropların ölmesine neden olur. Hadis-i Şeriflerde buyrulu-yor ki:

“Ya Ali, yemeğe tuz ile başla!”; [Şir’a].“Yemeğe tuz ile başlayıp tuz ile bitirenin vü-

cudundan Allahü teâlâ yetmiş hastalığı giderir.” [R.Nasıhin].

Tansiyon hastalarının tuz almaları tehlikeli olacağından ekmekteki ya da yemekteki tuza niyet etmeleri uygun olacaktır.

Mart 2010 / 47

Sağlık

Page 50: Insan ve Hayat

48 / Mart 2010

Lezzet Yolu

Page 51: Insan ve Hayat

GüllacınTarihi Serüveni

isafir ağırlarken genelde yufkayla yapılan tatlılar ikram edilir. Ramazan gün-

lerinde ise bu tatlıların yerini sütten yapılanlar alır. Böyle özel günlerde lezzet dimağımızda erittiğimiz onlarca tatlı çeşidin-den biridir güllaç. Güllaç, ilk Osmanlı mutfağında karşımıza çıkar. Sarayda padişah ve haremi olmak üzere bütün saray aha-lisinin önüne servis edilen bir tatlıdır o dönemde. Aynı zaman-da seyyahlara ve tüccarlara ikram edilen tatlıların başında yine o gelirdi. Kısacası Osmanlı mutfa-ğında doldurulamaz yeri olan bir tatlı güllaç.

Saray sofrasına gelmeden önce güllaç, taş fırın ocaklarına uğrar orada kömürle ısıtılan saç tavalara dökülür ve demetler ha-line getirilirdi. Daha sonra güllaç yaprakları, sırt küfelerine konarak saraya taşınırdı. 1400’lü yılların ortalarına kadar Osmanlı’da halk mısır nişastasından yufka açıp stoklar daha sonra kuruyan bu yufkaları süt ve şekerle ıslatıp yerdi. Zamanla içine gülsuyunun

da eklenmesiyle ortaya “güllü aş” ismi verilen tatlı çıktı ve (tıpkı “sütlü aş”ın “sütlaç”a dönüşmesi gibi) ismi “güllaç” oldu.

“Güllaç envaından gayetül-gaye latif ve tenevvülü ve istima-li cümlesinden hafif olmak tabiri ile bulunurdu” Ağdiyye risale-sinde insan sağlığı üzerine etkisi bu şekilde anlatılan güllacın bugün 200 gramında yaklaşık 300 kalori bulunuyor. Bugün Türkiye’de yılda ortalama 250 ton üretiliyor.

Güllaç yaprakları, suyla ka-rıştırılan mısır nişastası ve unun tavada pişirildikten sonra kuru-tulmasıyla elde ediliyor. İdeal yaprak ağırlığının 30-35 gram olması gerekiyor. Ağırlık artarsa güllaç lapalaşıyor, azalırsa kırılıyor.

Kullanıma hazır kuru güllaç yapraklarının iki yılda tüketilmesi gere-kiyor. Ancak havadar olan, fazla güneş ışığı almayan, rutubetsiz or-tamlarda bu yapraklar 10 yıl saklanabiliyor.

Şekerle kaynatılan

sütün ılındıktan sonra beyaz yapraklar üzerine teker teker dökülmesi ve orta katına ceviz, badem, fındık gibi yemişler yer-leştirilmesiyle bildiğimiz güllaç tatlısı ortaya çıkıyor. Gülsuyu değilse de nar ilave edilmesi bir Osmanlı geleneği olarak devam ediyor.

Uzmanlar içerdiği protein, B ve E vitaminleri nedeniyle güllacın bağışıklık sistemini kuv-vetlendirdiğini, bu vitaminlerin sakinleştirici ve stresi azaltıcı etkileri olduğunu, oruçtan ötü-rü düşen kan şekerinin normal seviyesine gelmesine yardımcı olduğunu ifade ediyor.

Bizde tatlının yeri başkadır. Tatlı hayatın her anında karşımıza çıkar. ‹şe girerken, okula başlarken, bayramda, askere giderken, düğünlerde, doğumdan ölüme her iyi kötü günümüzde tatlıyla karşılaşırız. “Tatlı ye, tatlı konuş”, deriz iknaya giden sürecin başında, “sözü tatlıya bağlayalım”, deriz maksat hâsıl olunca; her daim muhabbetin devamında ise “ağzının tadını bozma” deriz...

M

Sezgin TATLI / [email protected]

Mart 2010 / 49

Lezzet Yolu

Page 52: Insan ve Hayat

Azı Karar, Çoğu Zarar

uzda 84 mineral bulunmaktadır. Bu mi-neralle insan vücudundaki mineral sayısı aynıdır. Ancak tuz rafine edilirken akıcı olsun rutubetlenmesin diye alüminyum silikat kullanılır. Bu da tuzda bulunan 84

mineralin 82’sini öldürerek insana faydadan çok zarar vermektedir. Ayrıca doktorlar işlenmiş tuzu Alzhei-mer hastalığının başlıca sebepleri arasında zikretmek-tedirler. Bunun yerine rafine edilmemiş deniz tuzu ve kaya tuzu kullanılmalıdır.

Deniz tuzu milyonlarca yıldır yağmursularıyla ha-reket eden elementlerin denize ulaşmasıyla oluşmak-tadır. Deniz tuzu daha berrak ve keskindir daha az miktarda kullanıldığında bile etkilidir. Böyle olunca az tuz tüketilecektir. Az tuz kullanımında ise özellik-le balık yemekleriniz daha lezzetli olacaktır. Etlerde ve sebzelerde kaya tuzu kullanılmalıdır. Kaya tuzu yemekte geç eriyeceğinden etler sertleşmez ve daha lezzetli olur. Sözün özü, tuzların rafine edilmemiş olmasına dikkat edilmelidir.

Dünyada yaklaşık yedi milyon kilometrekare tuz bulunuyor. Toprak, hava, su ve ateşin tüm özelliklerini içerdiği için yeri hayatımızda çok farklı. Birçok köklü medeniyetin ulaşılmazlarından biri. Bu kadarla kalmıyor, on dört bin ayrı ürünün imalatında da kullanılıyor.

Nerelerde Tuz Kullanılır

• Et pişirildikten sonra tuzu ilave edin. • Salçanın üzerinde küf oluşuyorsa tuz

ve zeytinyağı ile bir tabaka yapılması küflenmesini engelleyecektir. Ayrıca uzun süre saklanmasını da kolaylaştı-racaktır.

• Balıklar bir baş soğan, maydanoz, li-mon ve tuz ile 20 dakika kadar bekle-tilirse daha lezzetli olurlar.

• Yemeklerde tuz en son koyulursa hem yemek lezzetli olur hem de daha çabuk pişer.

• Yağı kızdırmadan önce tavanın içi-ne bir miktar tuz atarsanız, yağınız sıçramayacağı için güvenle kızartma yapabilirsiniz.

• Mantarların daha lezzetli olması için pişirmeden önce üzerlerine biraz tuz ve limon suyu koyun, 5 dakika bekle-tin. Daha sonra pişirin.

• Tavuğun üzerine limon suyu sürer ve tuz serperseniz tavuğun nar gibi kızardığını görebilirsiniz.

• Soğan kavururken renginin canlı ol-ması için biraz tuz serpin.

• Tuzu uzun sure saklamak için naylon poşetinden çıkarıp cam bir kavanoza koyun.

• Daha etkili ve daha çabuk temizle-mek için sebzelerinizi tuzlu suda yı-kayın .

• Elinizdeki sarımsak vs. kokuların git-mesi için avucunuza biraz tuz alıp ova-layın sonrada sabunlu suyla yıkayın.

Hasan KARA / Aşçıbaşı

T

50 / Mart 2010

Ustadan

Page 53: Insan ve Hayat

YAPILIŞI:Güllaç yapraklarını makas yardımıyla dörde bölelim. Süt

içerisinde şeker eriyecek şekilde ısıttıktan sonra içerisine hazırladığımız şeker ve gül suyunu ilave ederek karıştıralım. Isıttığımız sütlü şerbetle parça güllaçları birer birer ıslatalım. Islattığımız güllaçları ikişer kat yaparak ortasına bir yemek kaşığı kaymak koyup(isteğe göre yeşil fıstık veya ceviz ilave edilebilir) dört köşe ve yassı bir şekilde saralım. Kalan sütlü şerbeti kaynatalım. Sardığımız güllaçları tere yağda her iki tara-fını kızartalım. Kızarttığımız güllaçları sıcak şerbete atalım ve 5 dakika bekletelim. Sonra çıkarıp nar veya yeşil fıstıkla süsleyip servis yapabiliriz.

MALZEMELER:

1 PAKET(250 Gr) GÜLLAÇ1750 Gr. (8,5 Su Bardağı)Süt600gr. (3 Su Bardağı) Toz

Şeker250 Gr. Kaymak

2 Yemek Kaşığı GülsuyuKızartma İçin Tereyağı

Tereyağda KaymaklıGüllaç Kızartması (8-10 Kişilik)

Mart 2010 / 51

Bir Tat

Page 54: Insan ve Hayat

YAPILIŞI: SARMA: İsteğe göre kuzu veya dana budundan 100’ er

gr. olacak şekilde döner eti gibi açalım. Şekli düzgün olmaz ise pirzola demiri ile şekil verelim. Kıymamızın içine soğanı ince ince doğrayıp karabiber ve sarımsak ile tatlandıralım.(İsteğe göre kıymaya mısır, yeşil fıstık, mantar ilave edebilirsi-niz.) Kıymayı 4 eşit parçaya bölüp açılmış etlerin üzerine ya-tay olarak koyup saralım. Dağılmaması için 2-3 yerine kürdan takıp teflon tavada yağda kızartalım. Kızartırken sarmaların sulanmamasına özen gösterelim.

KEŞKEK: Keşkeklik buğdayı akşamdan 3 bardak su ile bir taşım kaynatıp kapağı kapalı şekilde bırakalım. Yemek saatine bir saat kala et suyunu ilave edip püre haline gelene kadar döverek kaynatıp tuzunu, tereyağını ve karabiberi ilave edip kıvama gelince kapatalım.

Hazırlamış olduğumuz keşkekten servis tabağına bir mik-tar koyup üzerine sarmamızı ekleyelim. Tabağımızı taze nane, fesleğen ve biberiye gibi yeşilliklerle süsleyebiliriz.

MALZEMELER:400 Gr. Kuzu veya dana but eti

250 Gr. Kıyma1 adet orta boy soğan Az tuz ve karabiber

tereyağı

KEŞKEK 2 Su bardağı buğday

3 su bardağı su2 su bardağı et suyu2 yemek kaşığı tuz

SOS: Bir kapta 2 yemek kaşığı tereyağı ile 1 yemek kaşığı unu kavurup üzerine salçayı ilave edelim. Bir miktar kavurduktan sonra suyunu ilave edip kaynamaya bıraka-lım. Kaynayınca üzerin sarmalarla beraber bütün olarak biber, havuç, sarımsakları ilave edip kısık ateşte yaklaşık 40 dk. pişirelim.

Keşkek YatağındaSaray Sarması (4 Kişilik)

SOSU ‹Ç‹N:2 Yemek kaşığı tereyağı

1 Yemek kaşığı domates salçası1 Yemek kaşığı biber salçası

1 Yemek kaşığı un

1 Adet yeşilbiberYarım havuç2 diş sarımsak

Tuz1 Litre su

52 / Mart 2010

Bir Tarif

Page 55: Insan ve Hayat

amsi denince aklımıza, Marmara ve Çanakkale civarında avlansa da Karadeniz gelir. Karadeniz bu küçük balığı, hamsi ismini nereden almıştır? Bazı kaynaklara göre ilk dönemler-

de tavada yapılırken beşer beşer kızartıldığı için Arapçadaki hamse kelimesinden geldiği rivayet edilmiş. Bazılarına göre ise,”Hamsi” kelimesi Farsça olup, otuz kıvrım manasına gelmektedir. Evet, öyle ufacık olduğuna bakmayın, içinde otuz tane de kılçığı vardır.

Karadeniz kültürünün bir parçası olan hamsi, aynı zamanda o bölgede yaşayan balık-çılar içinde bir geçim kaynağı olmuştur. Hamsi her mevsim çıkar mı? Hayır çıkmaz. Sadece kış mevsimine mahsustur. Bu yüzden kış aylarının gelmesini bekleriz. Zamanı gelince de bol bol tüketiriz. Pişirilmesi ve hazmı kolaydır. Bölgeye göre değişmekle beraber birçok yerde ucuz fiyata bulunabilir. Her bütçeye uygun olduğundan herkesi memnun eder.

Hamsi, kızartması veya buğulaması yapıldı-ğında, üzerine bol limon ve yanında yeşil salata olunca hiç kimsenin reddedemeyeceği bir menü ortaya çıkar. Bu vazgeçilmez lezzeti sebebi ile sadece kızartması veya buğulaması ile yetinmi-yoruz. Hamsinin pastasını demeyeceğim ama; çorbasını, diblesini, köftesini, hatta pilavlısının dahi çok taliplisi vardır. Hamsili pilavın ilk yapıl-dığı tarihler, kaynaklarda 1764’lere dayanmakta-dır. Bu tarihe kadar sadece hamsi tava yapıldığı, bu tarihten sonra ise; hamsili pilava ait tariflerin bulunduğu biliniyor. Pilavla, hamsi arasında bir akrabalık bağı bulunmamasına rağ-men, iki ayrı lezzetin birleşimi çok güzel bir tat meydana getirmektedir. Sevdikle-rimiz ile paylaşabilece-ğimiz, menümüzün ana yemek kısmında yer alabilecek olan hamsili pilav, aynı zamanda yapılması bakımından pratik ve kolaydır.

Yapılışı:• Tereyağı, tencerede eritilir. İnce doğranmış

soğanlar, eriyen tereyağında hafifçe kavrulur. Kavrulan soğanlara fıstıklar ilave edilir. Fıstıklar sararınca; yıkanıp, süzülmüş pirinç ilave edilerek 5dk kavrulur. Sonra kuş üzümü, tuz, karabiber, dereotu konulur. Daha sonra 3 su bardağı kaynar su ilave edilip, bir kere karıştırılır. Pilav, suyunu çekinceye kadar pişirilir. Piştikten sonra ateşten alınıp, yirmi dakika dinlenmeye bırakılır.

• Hamsilerin kılçıkları ve başları alınır ve hafif tuzlanıp yaprak gibi açılır. Dış kısmı mısır ununa bulanır. Balıkların mısır unlu olan kısmı tepsiye gelecek şekilde yağlanmış tepsinin ortasından baş-lanılarak, kenarlarından sarkacak şekilde dizilir. Hamsilerin üst üste gelecek şekilde dizilmesine dikkat edilir. Pilav, hamsilerin üzerine konulur.

Sonra tepsiden sarkan hamsinin kuyruk kısmı, pilav üzerine kapatılır. Pilavın

açık kalan kısmı da hamsilerin unlu tarafı üste gelecek şekilde bir sıra

halinde kapatılır.• Hamsili pilav 170 derecede önceden ısıtılmış fırında otuz dakika ‘o da üzeri pembe-leşinceye kadardır’ pişirilir. Dilimlenerek servis yapılır. Afiyet olsun.

HamsiliPilav

Malzemeler:2 Kg hamsi2 Su bardağı pirinç2 Orta boy soğan150 Gr tereyağı3 Su bardağı su1 yemek kaşığı dol-malık fıstık

1 kâse mısır unuTuz, karabiber1 yemek kaşığı kuş üzümü(isteğe göre)1/2 demet dereotu(isteğe göre)

HM. Yakut İZMİR

[email protected]

Mart 2010 / 53

Yöremizden

Page 56: Insan ve Hayat

arihin hemen her döneminde çörek otunu öven sözlere rastlamak mümkündür. Çörek otuyla ilk ta-nışanlar bile onu destekleyici bir tedavi aracı olarak bilmişlerdir. Tarihte özellikle orta doğuda yaygın bir şekilde kullanılırken bugün tüm dünyanın ilgi

gösterdiği bir şifa kaynağı durumuna gelmiştir.Açık mavi renkli çiçeklerinin içerisine bulunan, siyah ve

oval olan çörek otu destekleyici tedavide kullanılır. Övül-mesinde ve tavsiye edilmesindeki sebep sağlıklı yaşam için vücudun direncini arttırmasıdır. Susam tohumuna benzeyen çörekotu yapılan araştırmalarda takriben %21 protein, %38 karbonhidratlar ve %35 bitkisel yağlardan oluşmaktadır.

Genel Faydaları• Çörek otu bir hastalık durumundan önce günlük tüketil-

melidir. Aşırı alınmadığı taktirde herhangi bir yan etkisi ve zararı yoktur.

• Bağışıklık sistemini güçlendirir.• Vücudu tahrip eden mikroplara karşı vücut direncini artırır.• Savunma sistemini dengeler. • Vücudu toksin adı verilen zehirli maddelerden temizler.• Kan dolaşımını güçlendirir ve bağırsakların düzenli çalış-

masını sağlar. • Anti enflamatuar özelliğin böbreği hasta olmaktan korur.

Övülmüş Bitki Çörek Otu

Her Dönem

T

Hastalığa gidin yüzlerce yol vardır. Sıhhate ulaşmanın yolları ise dardır. O yüzden atalarımız “Hastalık kantarla girer, miskalle çıkar.” derler. Çörek otu tanecikleri miskal kadar küçük de olsa kantarla gelen dertleri savmak için iyi bir yoldur.

[email protected]

Kubilay SAĞLAM

54 / Mart 2010

Aktardan

Page 57: Insan ve Hayat

Nasıl Kullanılır?Yurdumuzda 12 çeşit çörek otu vardır. Kuru-

tulan tohumları baharat olarak, suda kaynatılarak veya yağı çıkarılarak kullanılır. 100 gr. çörek otu öğütülür. 100-150 gr. pekmez ve 200 gr. tahin ile karıştırılır. Sabahları bir tatlı kaşığı yenir. Çöret otu bekletilmeden taze bir şekilde tüketilir. Güzel kokulu olduğundan baharat olarak kullanımı yay-gındır. Çörek otunun tohumlarından elde edilen çörek otu yağı saç dökülmesi ve kepeğe karşı etkilidir.

DikkatÇörek otu yağı alırken yayın imal ediliş şekline

dikkat etmelisiniz. Çörek otu yağı iki türlü elde edilmektedir. Biri si soğuk pres yoluyla. Diğeri si sıcak pres yoluyla. Sıcak pres yolunda daha fazla çörek otu yağı elde edilir ve bu soğuk presten daha hızlı ve daha az masraflıdır. Fakat bu sırada çörek otu yağı ısıya dayanamaz ve özelliklerini yitirir. Bundan dolayı biz sıcak pres yöntemiyle elde edil-miş çörek otu yağını tavsiye etmiyoruz. Tercihiniz soğuk pres yoluyla elde edilmiş çörek otu yağı olmalıdır.

Mart 2010 / 55

Aktardan

Page 58: Insan ve Hayat

ŞEK‹LLER‹N MANTIĞI: Aşağıda görülen kare içindeki şekilleri sağdaki karelere öyle yerleştirin ki, her bir sü-tunda ve her bir sırada bu işaretlerden birer adet olsun.

HARFLER‹N MANTIĞI: Yandaki şemayı Birbirinin aynısı olan dört eşit parçaya bölün. Bu parçaların içinde aynı dokuz harf bulunsun.

KAÇ K‹Ş‹: İki katlı bir binanın alt katına yeni taşınan Salih, aynı binanın üst katında yaşayan Selim’e sorar: “Ben taşınınca bu binada kaç kişi oldu?” Selim de şöyle cevap verir: “Sen üst kata taşınmış olsaydın, üst katta alt kattakinin iki katı kadar kişi olacaktı. Şayet, ben alt kata taşınırsam, iki kattaki kişi sayısı da eşit olur.” Bu binada kaç kişi yaşamaktadır?

MSAR KTER

Yukarıda bulunan örnekte “KARAMSAR KARAK-TER” şifresi gizlidir. “MSAR” ve “KTER” harf grupları siyah puntolarla yazılmış olduğu için bu grupların başına “KARA” sıfatı eklenerek bu şifre elde edilmiştir.

Aşağıdaki harf gruplarıyla ne anlatılmak isteniyor?

ND‹ ND‹

Soru işaretinin yerine gelebilecek iki sayı vardır. Bu sayılar ne olabilir?

Mehmet TÜRKDOĞAN / [email protected]

56 / Mart 2010

Zeka Sorular›

Page 59: Insan ve Hayat
Page 60: Insan ve Hayat

MaymunlarEski dünya maymunlarının

aynı bir insan gibi kırmızı, yeşil ve mavi renklerini algılayabildiği zaten kanıtlanmıştı. Fakat birçok yeni dünya maymunu bu yetiye sahip değil. Hatta bugün bir maymun ailesinin her bir üyesi bile aynı görme algısına sahip

değil. Maymunlar içinde tam altı farklı tipte renk körlüğü mevcut. Bu anlamda maymunlar tıpkı insanlara

benziyor. Erkek maymunlarda renk körlüğü dişilerine göre daha yaygın.

üzyıllardır insanoğlu kendi dışındaki canlıla-rın nasıl gördüğünü merak etmiştir. Yapılan son araştırmalar canlıların görme duyusunun oldukça çeşitli bir yelpazede yer aldığını ortaya koyuyor. Me-

sela yusufçuk böceklerinin beyni çok hızlı çalışır fakat görme duyuları bir o kadar yavaştır. Güvercinler ise farklı renk tonlarını en gelişmiş bilgisayar programlarından bile daha detaylı biçimde saptayabilme yeteneğine sahiptir.

Hayvanların

GözüyleDünya

GüvercinlerBirçok kuş farklı görüyor. Mesela

güvercinler milyonlarca farklı renk tonunu algılayabiliyor. Zaten doğada rengi en geniş yelpazede algılayan hayvan türü olarak biliniyorlar. Göz-lerinde diğer canlı türlerine göre çok daha fazla renk reseptörü bulunuyor.

YSalih SEZEN / [email protected]

58 / Mart 2010

Bilim

Page 61: Insan ve Hayat

AtlarAtlar inanılmaz bir görüş alanına sahipler

fakat dürbün görüş alanına sahip oldukları için tam olarak iki göz arasında kalan bölgedeki görüntüyü göremiyorlar. Yani gözleri geniş alandaki bir manzarayı ikiye bölüyor.

Kedi ve köpeklerKediler ve köpekler güçlü bir görüş algısına sahip değil-

ler. Bu iki canlı türünün koku ve ses algıları görme duyu-larından daha fazla gelişmiş. Özellikle kediler, köpeklere göre bu konuda daha kötüler. Renk körüdürler. Köpekler zaman zaman sarı ve mavi arasındaki farkı algılayabiliyorlar fakat kediler bunu bile ayrıt edemiyor. Fakat kediler gece görüşü açısından insanlardan bile daha iyi.

YılanlarYılanlar iki sistemli göz algısına sahip. Bu sistem-

lerden biri renkleri çok daha iyi algılıyor. Diğer sistem de ısıya dayalı algıya sahip. Bu anlamda gözleri aynı bir infrared detektör gibi işliyor. Yani diğer canlıları ve insanları ısıya dayalı özel bir algıyla seçebiliyorlar

Sinekler ve böceklerParçalara ayrılmış göz yapıları görme algılarını insanlardan farklı kılıyor. Nokta

gözlü bu haşerelerin birçok türünün gözlerinde 30 bin civarında lens bulunabili-yor. Mesela yusufçuk böceğinin beyni inanımaz bir hızda işliyor. Fakat gördükleri herşeyi ağır çekimde algılıyorlar. Renkleri de ayırt edebiliyorlar ama diğer hayvan-lar kadar güçlü değil. Görme algıları harekete çok duyarlı. Bu nedenle öldürme konusunda çok atik ve sertler.

Mart 2010 / 59

Bilim

Page 62: Insan ve Hayat

Merhaba

Bu sayfada yer alan hayvanların

isimlerini bulmaca içerisine

sakladım.

Hayvan isimlerini bularak,

geriye kalan harfleri sıra ile

okumalısın.

Senin için

Selman ASLAN / [email protected]

60 / Mart 2010

Bulmaca

Page 63: Insan ve Hayat

Merhaba

Bu sayfada yer alan hayvanların

isimlerini bulmaca içerisine

sakladım.

Hayvan isimlerini bularak,

geriye kalan harfleri sıra ile

okumalısın.

Senin için

Mart 2010 / 61

Bulmaca

Page 64: Insan ve Hayat

[email protected]

Visal DALBUDAK / Lalebahçesi

Gülpembe

Ahmet Faruk TEKİN / Lalebahçesi

Merve TÜRK / Gülpembe

62 / Mart 2010

Miniklerden

Page 65: Insan ve Hayat

Minik ÇizgilerEn unutulmaz hediyeler küçük yaşlarda

alınır. Unutmayız ömrümüzün son demi de olsa bize verilen ayrıcalıkları. Dergimiz de minik insanların değerli çalışmalarını yayın-layarak gelecekteki güzel dünyalarında yeri-ni almak istiyor.

Çocuklarınızın çalışmalarını bizimle paylaşmak istiyorsanız, aşağıdaki adresleri-mize istenilen şekilde gönderiniz.

Not: Bu bölümde okul öncesi ve ilköğretim dönemi öğrencilerin yaptıkları resim çalış-maları yer alır.

Adres: Bağlar Mah. Mimar Sinan Cad. No:52 Güneşli-Bağcılar / İSTANBUL

Mail: [email protected]

Lalebahçesi

Aleynanur ÖZTÜRK / Lalebahçesi

Ferhan TEMİZ / Gülpembe

Mart 2010 / 63

Miniklerden

Page 66: Insan ve Hayat

Noktayı

Beklemek

Hiçbirimiz bütün bir hayatı, başından sonu-na “dopdolu” ve büyük mevkiler elde ederek

yaşama şansına sahip değiliz. Fakat hayat daima fırsatlar ve rollerle dolu. Kim ne zaman ne rol üstlenecek, sahnede kim

kaç dakika kalacak; işte sır burada gizli! Dolayısıyla her an uyanık kalmalı insan; fırsatı kaçırmamak için.Aslında fırsatı kaçırmamak, fırsat için daima beklemek demek. Peşine düş-

meden elde edilen pek az şey var çünkü; elma çektiyse canın dala uzanacaksın, su istiyorsan bardağa! Fırsatı beklerken üstlenilen rol ne olursa olsun gayret ve sabırla

istenilenin en iyisi yapmak için çırpınmalı insan. Çaba, ele alınan iş ne olursa olsun, insa-nı daima yücelten bir haslet. Yapılan işe ter bulaşmışsa şayet, o iş nicelik anlamında değilse

bile nitelik anlamında mükemmeldir.Her şeyden önce “iş”i küçük veya büyük diye iki sınıfa ayırmamalı insan. İşten kasıt

mutlak iştir evvela ve dikkate şayan olan, işin başından çok sonudur. Küçük bir kız çocuğu için başarı öğretmeninden “kurdele” alabilmektir; yetişkin bir erkek içinse mesela “patron” olmak! Görece olarak önemli ya da önemsiz, başarılan her işten sonra duyulan haz birdir! Kimse işe artık kravatla giden dünkü “vasıfsız işçi”nin göğsünde kurdelesi ve yanakları (yarı gurur ve yarı mahcubiyetten) biraz daha pembeleşmiş küçük kızdan daha mutlu olduğunu söyleyemez.

Hayatın da bir anlamda bir “iş” olduğunu hepimiz itiraf ederiz; hepimizin öyle yahut böyle üstesinden gelmek zorunda olduğu bir iş! Kimimize düşen rol büyüktür, kimimizeyse küçük. Evet, küçüktür belki, fakat asla küçümsenemez! Zira sahnede boy gösteren her bir

karakter ve bütün malzemeler bir bütünün parçasıdır. Bir tiyatroysa eğer hayat, başrolde-kiyle figüran bir yerde eşittir; biri ötekini tamamlayan bir karışım, bir bütündür…

Hayat bir kitapsa bazıları bu kitabın koca bir bölümü, bazıları yalnız birer sayfası, kimisi sadece bir cümle ve hatta bazısı sadece bir nokta! Ama unutul-

mamalı ki kitap cümlelerden oluşur ve cümleyi “karmaşa”dan, bir “saç-malığa” dönmekten kurtaran biricik işaret noktadır; evet, yalnızca

bir nokta! Birer nokta olabiliriz; olsun, sıramızı bekleyelim. Zira görevimiz çok büyük…

Sinan TUNÇ / [email protected]

64 / Mart 2010

Geniş Bakış

Page 67: Insan ve Hayat
Page 68: Insan ve Hayat