Ibni Sina ve Venüs Geçişi

15
1032 ve 2012 VENÜS GEÇİŞLERİ VE İBNİ SİNA: İSLAM’DA RÖNESANS DÖNEMİ (M.E.Özel, Çağ Üniv. Uzay Gözlem ve Araştırma Merkezi) 1.Giriş Bugün bilimin geliştiği ve yükseldiği ülkeleri aldıkları bilim ödüllerinin konuları ve sayıları ile ölçebiliriz. Son 10 yılda verilen fizik, kimya ve fizyoloji(tıp)’de Nobel ve matematik’teki Field Madalyasıödüllerinin dağılımına bakarsak, ödül sahiplerinin çok büyük bölümünün ABD’de (bir bölümü de diğer batı ülkelerinde) yaşayan ve buluşlarını bu ülkelerde gerçekleştiren bilimcilerce kazanıldığını görürüz. Seyrek olarak bazı uzak doğu ülkelerinden de Nobel düzeyinde bilim ödülleri alanlar çıkmaktadır. İslam ülkelerinde çalışıp ta adı geçen bilim dallarında Nobel alanlar, hemen hemen hiç yoktur. Bunun nedeni, bilimsel çalışmaların büyük çoğunlukla batı ülkelerinde yürütülüyor olmasıdır… Teknoloji olarak çevremizdeki buluş ve uygulamaların kaynağının da aynı ülkeler olması bir tesadüf değildir. Nobel ödülleri 1000 yıl önce de aynı anlayış ve koşullarla (fakat, belki daha uzunca aralarla) veriliyor olsaydı, bu kez, bu ödüllerin çok büyük bölümünün İslam ülkelerinde yaşayan bilimcilerce toplanacağından ve batıdan bu ödüle adaylar bulunmasının bile zorluklar taşıyacağından emin olabilirdik. Bu sonuca ulaşmak, o dönemlerden günümüze ulaşan eserlere bakarak kolayca mümkün. Nobel veya Field Madalyası alacağını düşünebileceğimiz İslam “bilimcileri” arasında El-Kindi, İbni Tufeyl, İbni Bacce, İbni Rüşd, Farabi, İbni Sina, Ömer Hayyam, Nasrettin Tusi, Uluğ Bey… ve daha onlarca isim… 2.Antik Dönemde ve sonrasında Bilim Nobel veya Field Madalyası alabilecek eski bilimciler” oyunumuzu tekrar 1500 yıl daha geriye, MÖ 500’lere götürdüğümüzde, bu kez ki ödül sahiplerinin daha çok Anadolu’dan, Ege ve Akdeniz’i çevreleyen diğer ülkelerden (Yunanistan, İtalya, Akdeniz Adaları, Mısır…) çıkmış olabileceğini iddia edebilirdik… Bu seferki listemizde, Milas-Miletli Tales, Anaksimander, Anaksimenes, Sisamli Pisagor, Datçalı/Erdekli Evdoksus, Behramkale’de okulunu açan ve orada evlenen Aristo (Aristotales, doğum yeri Stagira, bugünkü İskeçe), Lapsekili Anaksagoras, Pergeli Apollonyus, Atina’lı Eflatun, Sicilya-Sirakuzalı Arşimet, Batı Trakya-Abderalı Demokritos, çalışmalarını İskenderiye’de yürütmüş olan Öklid (Euklides) ve

Transcript of Ibni Sina ve Venüs Geçişi

Page 1: Ibni Sina ve Venüs Geçişi

1032 ve 2012 VENÜS GEÇİŞLERİ VE İBNİ SİNA: İSLAM’DA RÖNESANS DÖNEMİ

(M.E.Özel, Çağ Üniv. Uzay Gözlem ve Araştırma Merkezi)

1.Giriş

Bugün bilimin geliştiği ve yükseldiği ülkeleri aldıkları bilim ödüllerinin konuları ve sayıları ile ölçebiliriz. Son 10 yılda verilen fizik, kimya ve fizyoloji(tıp)’de Nobel ve matematik’teki “Field Madalyası“ ödüllerinin dağılımına bakarsak, ödül sahiplerinin çok büyük bölümünün ABD’de (bir bölümü de diğer batı ülkelerinde) yaşayan ve buluşlarını bu ülkelerde gerçekleştiren bilimcilerce kazanıldığını görürüz. Seyrek olarak bazı uzak doğu ülkelerinden de Nobel düzeyinde bilim ödülleri alanlar çıkmaktadır. İslam ülkelerinde çalışıp ta adı geçen bilim dallarında Nobel alanlar, hemen hemen hiç yoktur. Bunun nedeni, bilimsel çalışmaların büyük çoğunlukla batı ülkelerinde yürütülüyor olmasıdır… Teknoloji olarak çevremizdeki buluş ve uygulamaların kaynağının da aynı ülkeler olması bir tesadüf değildir.

Nobel ödülleri 1000 yıl önce de aynı anlayış ve koşullarla (fakat, belki daha uzunca aralarla) veriliyor olsaydı, bu kez, bu ödüllerin çok büyük bölümünün İslam ülkelerinde yaşayan bilimcilerce toplanacağından ve batıdan bu ödüle adaylar bulunmasının bile zorluklar taşıyacağından emin olabilirdik. Bu sonuca ulaşmak, o dönemlerden günümüze ulaşan eserlere bakarak kolayca mümkün. Nobel veya Field Madalyası alacağını düşünebileceğimiz İslam “bilimcileri” arasında El-Kindi, İbni Tufeyl, İbni Bacce, İbni Rüşd, Farabi, İbni Sina, Ömer Hayyam, Nasrettin Tusi, Uluğ Bey… ve daha onlarca isim…

2.Antik Dönemde ve sonrasında Bilim

“Nobel veya Field Madalyası alabilecek eski bilimciler” oyunumuzu tekrar 1500 yıl daha geriye, MÖ 500’lere götürdüğümüzde, bu kez ki ödül sahiplerinin daha çok Anadolu’dan, Ege ve Akdeniz’i çevreleyen diğer ülkelerden (Yunanistan, İtalya, Akdeniz Adaları, Mısır…) çıkmış olabileceğini iddia edebilirdik… Bu seferki listemizde, Milas-Miletli Tales, Anaksimander, Anaksimenes, Sisamli Pisagor, Datçalı/Erdekli Evdoksus, Behramkale’de okulunu açan ve orada evlenen Aristo (Aristotales, doğum yeri Stagira, bugünkü İskeçe), Lapsekili Anaksagoras, Pergeli Apollonyus, Atina’lı Eflatun, Sicilya-Sirakuzalı Arşimet, Batı Trakya-Abderalı Demokritos, çalışmalarını İskenderiye’de yürütmüş olan Öklid (Euklides) ve Batlamyus, İznik doğumlu Hiparkos, İstanköylü Hipokrat, Bergamalı Galen… ve diğerlerini sayabilirdik.

Bugünkü Milet’den görünümler: Agora (solda) ve Tiyatro (sağda)

Böylelikle, bilimin klasik antik dönemden günümüze kadar olan serüvenini, MÖ VI. Yüzyılda yaşayan Milet’li doğa filozoflarından başlayarak, bu hipotetik “ödül sahipliği” izlerinden de takip edebilirdik…

Page 2: Ibni Sina ve Venüs Geçişi

3.Yer-merkezli Evren Modeli

Antik dönemin en önemli kurgu ve “buluş”larından biri, gökyüzünde hareketleri çıplak gözle takip edilebilen Güneş, Ay ve yerinde sabit durmayan 5 “yıldız” (gezegenler) ile tüm sabit yıldızlar için bir açıklama getirmesi, “yer-merkezli dünya (evren)” modelini geliştirmesidir. Bu görüş, ilk kez, MÖ V. Yüzyılda yaşamış olan Datça-Knidos’lu Evdoksus (BC 410-350) tarafından öne sürüldü. Evdoksus, (bir çeşit bursla) zamanının bilim merkezlerini dolaşma ve oralarda eğitim görme olanağı bulmuş ve sonunda Erdek-Kzikus’da kendi okulunu kurarak öğrendiklerini ve bu arada yer-merkezli (7-kat gökler) kuramını anlatmağa/öğretmeğe girişmiştir.

Bu model, takip eden dönemlerde, Aristo tarafından da kabul edilip “müfredata” alınacak, Behramkale (Assos), Atina ve diğer merkezlerdeki okullarda öğretilmeğe başlanacaktı. Daha sonra, model, MS 150 yıllarında Batlamyus (Ptolemaus) tarafından, “Mathematike Syntaxis” (Matematiksel Sentez) adlı çalışmasıyla matematiksel temellere oturtularak, antik dönemin en sofistike Evren anlayışı haline geldi. Tüm İlk Çağ boyunca zamanının en önemli bilgi ve öğrenim merkezleri olan İskenderiye’deki “Müze-Kütüphane”de ve Yunanistan’daki “Atina Okulu”unda(1) Evren’in yapısı

Solda: İskenderiye Kütüphanesi’nin yeniden tasarlanışı ( Sagan, 1981); sağda, Raphael’in meşhur ’Atina

Okulu’ tablosu. Tabloda Antik Dönemde yaşamış tüm önemli isimleri bir arada gösteren alegorik bir çalışmadır.

olarak bu model öğretiliyor ve geliştirilmeye çalışılıyordu. Öngörülere olanak veren yapısı ve gözlemlerle kaba şekilde de olsa uyumu nedeni ile, bu model, o dönemlerde Dünya’nın (Evren’in) bir en iyi açıklaması olarak kabul edilmişti. Hristiyanlığın Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğunun resmi dini olarak kabul edilip (MS 330) yayılması ve yükselişi sürecinde, önce İskenderiye Kütüphanesi yakılıp yıkılmış (MS 415), son yöneticisi Hypetia, hristiyan papazlar yönetimindeki kalabalıklarca hunharca parçalanarak öldürülmüştü. Eflâtun(Platon)’dan beri tüm İlk Çağ ve Roma İmparatorluğu döneminde yaşamını sürdürmüş olan, zamanının en tanınmış bilim ve öğrenim görme merkezi Atina Akademisi, Bizans İmparatoru Justinyen tarafından MS 527’de tümüyle kapatılmış ve Antik dönemden kalan her türlü bilimsel ve sanatsal birikimin öğretilmesine ve yayılmasına, şiddet uygulanarak son verilmişti. Dönemin en çok kullanılan sloganı ise (belki bu gün de zaman zaman kulaklarımıza çalınan) “her şeyin Kutsal Kitap’ta (İncil’de) yazılı olduğu, başka bir şey bilmeğe ve öğrenmeğe gerek olmadığı” idi.

Page 3: Ibni Sina ve Venüs Geçişi

Aristo’ya göre Yer-merkezli Evren modeli. İskenderiyeli Hypetia (370-415)İlk 7 katta göklerdeki 7 hareketli gök cismi,8. katta sabit yıldızlar ve 9. katta da “ilk hareket ettirici” (Prime Mover) görevi ile ‘Tanrı’ yerleştirilmişti.

3. İslam’ın Yükselişi ve İslam Rönesansı

İslam, MS VII. Yüzyıl ve sonrasında (Atina Akademisinin kapatılmasından 80 yıl kadar sonra) ortaya çıkıp (MS 610) hızla yükselişe geçti ve zamanla, yeni bir “medeniyetler sentezi” oluşturma misyonu içine girdi. Atina ve İskenderiye’deki bilgi merkezlerinin kapatılmalarından sonra, İslam, buralardan kaçan veya Hristiyan din adamlarının ve yöneticilerinin baskıları ile susturulan bilgi birikimi sahiplerinin koruyucusu ve antik bilim geleneğinin yeni ‘hami’si olarak ortaya çıktı. MS VIII. yüzyıl ve sonrasında, Abbasi, Endülüs Emevileri ve Selçuklu hükümdarlarının bilimsel yaklaşıma kol kanat germesi ve “İnsan için, Tanrı’nın yarattığı Evren’i anlama çabalarının bir günah değil ancak bir görev olabileceği” anlayışı ile teşvik etmesi sonucu, Antik Dönem bilim geleneği tekrar dirilme olanağı buldu.

Abbasilerin başkenti Bağdat’ta eski Akademi’nin devamı sayılabilecek bir “Dar-ül Hikme/Bilimler Evi”nin kurulması (MS 830) ile, antik dönem matematik, kozmoloji ve diğer birikimlerin açıklandığı kitaplar hızla ve sistematik olarak Arapça’ya çevrilerek kaybolmaktan kurtuldu ve yayılma ortamı buldu. Kurtuba’da ve Bağdat’ta, her dinden ve ulustan bilgi sahiplerinin birlikte çalışabileceği ortamlar yaratıldı. İslam medeniyetinin en parlak dönemine girmesini sağlayan ve “ İslam Rönesansı” devrini başlatan bu yükseliş dönemine İslam ülkelerinde yaşama imkanı bulan ve bilimsel konularda Müslümanlarla birlikte çalışmaya davet edilen Hristiyanlar, Süryaniler, Yahudiler, Hintliler… yanında, İslamı en son kabul eden Horasan ve Orta Asya bölgelerinde yaşayan halklar (bu arada Türkler) arasından çıkanların önemli katkılarda bulundukları görülmektedir.

Zamanın bilimsel birikimi anlamaya ve geliştirmeye ortam hazırlayan en önemli eserlerden biri, yukarda da belirtilen, Batlamyus’un “Mathematiki Syntaxis” oldu. Batıya da Arapça çevirilerinden ulaştığı için, kitap, daha çok, “Almagest/El-Majesti” (“En Büyük Kitap”) adıyla tanınmıştır. Bu kitap İslam “bilimci” ve filozoflarınca çok yakından incelenmiş, üzerine tekrar tekrar şerhler/açıklamalar yapılmış ve genel hatları ile bu kitapta yazılanların Kuran ile de uyuştuğu (“Tanrı’nın Evren’i

Page 4: Ibni Sina ve Venüs Geçişi

incelememiz ve anlamamız için yarattığını, bunun için doğayı ve gökleri gözleme ve incelemenin günah olamayacağı” yorumu ile) düşünülerek, İslam’daki her türlü anlama ve sorgulama amaçlı çabaların da temelleri oluşturulmuştur.

4.İbni Sina (980-1037) ve 1032 Venüs Geçiş Olayı

Geçmiş dönemlerin olası Nobelleri listesindeki isimlerden biri de muhakkak İbni Sina olurdu. Hem de olasılıkla “birden fazla konuda Nobel almış olabilecekler” listesine ismini yazdırarak! En tanınmış kitabı olan Kitabı “Tıp’ta Kanun” (El Kanun fi’t-Tıb) nedeni ile, Tıp biliminin kendisinden sonra yüzlerce yıl sürecek temel kitabına ve bu kitapta ortaya koyduğu ilke ve uygulamalara dayanarak bir “fizyoloji” Nobeli taşıyor olabileceği kolaylıkla savlanabilir. Bunu hak ettiğine itirazı olacak çok az doğulu ve batılı bilimci olurdu.

İbni Sina’ya vereceğimiz 2. Nobel ödülünün nedeni ise, gözlemlerini yaptığı yolunda kayıtların bulunduğu 24 Mayıs 1032 tarihli (Güneş’in önünden) Venüs Geçişi olayıdır. Modern teleskop-sonrası tarihte ilk kez 1639’dan sonra gözlenmeğe başlayan bu olaylar, Güneş’in ve Venüs’ün yere olan uzaklığını belirlemede ve giderek Güneş sisteminin gerçek boyutlarını kavramada kilit taşı görevi görmüştür (İlgili şekle bakınız). Ancak İbni Sina döneminin problemi bundan biraz farklı idi: Dönem öncesinin bazı gök bilimcileri, Batlamyus modelinde değişiklikler öneriyorlar, Güneş-altı bölgedeki cisimlerin sadece Ay ve Merkür olduğunu, Güneş önünden geçişini gözleyemedikleri Venüs’ün ise Güneş-üstü aleme ait olduğunu ileri sürüyorlardı(2).

İbni Sina yaptığı Güneş’in önünden geçen Venüs” gözlemi ile, Venüs’ün Güneş-altı bölgede olduğunun yeni ve mutlak bir kanıtını vermiş, klasik Batlamyus modelini bir anlamda “kurtarmıştır”. Bu türden, var olan yerleşik kuramları kurtaran önemli gözlemsel kanıtların bugünkü sistemde de Nobel ile sonuçlandığının örnekleri çoktur. (Bu günlerde CERN’de gözlenmesi için yoğun uğraşlar verilen Higgs Parçacığı için de buna benzer bir durum söz konusudur. Parçacık gözlenebilirse, -bilinen parçacık ve kuvvetlerin- Standart Modeli “kurtarılmış” olacaktır! Bunu gerçekleştirenlere Nobel ödülü verileceğine de günümüz parçacık fizikçileri kesin gözü ile bakmaktadırlar!).

İbni Sina 980’de Buhara yakınlarında Efşene köyünde doğdu. Babasının önemli bürokratik görevi sayesinde iyi bir eğitim görme olanağı buldu. Zamanın tıp ve felsefe bilgilerini kısa sürede özümseyerek çevre kent ve bölgelerin hükümdarlarına tıp hizmetleri sağladı ve bu tür güçlü kişilerin sahip olabildiği kütüphanelerde çalışma olanağı buldu. Kısa sürede şöhreti yayıldı. O kadar ki, bir süre sonra “Şeyh-ül Muallimin” (Öğretmenlerin Başı) ve “Muallim-i Sani/ (Aristo’dan sonra) İkinci (en büyük) Öğretmen” gibi unvanlar ile tanınır oldu. Yazdığı eserler, zamanla, her yerde, bu arada, batıda o dönemlerde, kısmen “İslam Medreseleri”ne öykünerek açılan üniversitelerde, en çok rağbet gören kitaplar durumuna geldi. Burada üzerinde duracağımız olay, onun dönemin astronomi ve kozmolojisi üzerinde de söz sahibi olduğunu göstermektedir.

5. 1032 Venüs Geçişi olayının özellikleri ve bilgisayar simulasyonu

İbni Sina’nın bu gözlemine ait ele geçen ilk kayıtlar dolaylıdır. Ondan yaklaşık bir asır kadar sonra yaşamış olan (Hulagu’yu ikna edip -şimdi İran Azerbaycan’ında kalan- Magara Rasathanesi kurucusu ve “müdürü”) Nasrettin Tusi’nin kendi Almagest şerhinde (Tahrir Al Majesti, Kitap IX) yaptığı bir derkenar açıklaması şöyledir: “Ben [Nasrettin Tusi], El Şeyh-El Reis Abu İbni Sina’nın, kitaplarından birinde Venüs’ü Güneş’in üzerinde bir nokta olarak gördüğünü yazdığını biliyorum….” (Goldstein, 1969). İbni Sina’nın kendi orijinal kitaplarından birinde de bu yönde bir kayıt aranması, bir süre

Page 5: Ibni Sina ve Venüs Geçişi

önemli bir araştırma konusu olarak sürdü ve sonunda, Paris’teki Biblioteque National’deki “Avicenna’s Compendium of the Almagest” (İbni Sina’nın El Majesti Derlemesi) kaydı altında bulunması ile son buldu (Goldstein, 1969). Burada İbni Sina (Kitap IX’daki gezegen kürelerinin sıralanması ile ilgili açıklamalarının başında) “Venüs’ü Güneş’in yüzeyinde bir nokta olarak gördüm” diye yazıyordu. Bu Nasrettin Tusi’nin ona atfettiği ibare ile aynıdır. Ancak, İbni Sina’nın bu gözlemi için herhangi bir başka kayıt bulunamamıştır. Diğer taraftan, İbni Sina’nın 1037’de öldüğü bilindiğine göre, onun görebileceği tek Venüs Geçişi olayı 24 Mayıs 1032 tarihlidir. Bu olayın, İbni Sina’nın o dönemde yaşadığı yerlerden gözlenebilirliği açısından denetlenmesi gerekmektedir. Bunu nasıl yapabiliriz?

Bu konuda bize yardımcı olacak bir harita Strohmaier (2006) tarafından yayınlanmıştır. Bu haritada El Biruni ve İbni Sina’nın yaşamlarını geçirdiği kentler ve bu sıradaki hareket yönleri kendi yaşamları ile ilgili biyografik bilgiler ışığında verilmektedir. İbni Sina üzerinde yoğunlaşırsak, politik ortamdaki dalgalanmaların da nedeni ile, yaşamı boyunca Buhara’nın batısına doğru ilerleyerek çeşitli hükümdarlara hekimlik yaptı. Bu arada sayısı 100’lerle ifade edilen kitaplarını yazma fırsatı buldu. Ömrünün son 14 yılını ise Hemedan ve Isfahan Sultanlarının yanında geçirdiği biliniyor (Jackson, 2012). 1037’de Isfahan’da yaşama veda etti.

İbni Sina’nın (kırmızı) ve El Bituni’nin (mavi) yaşadığı dönemlerde dolaştıkları kentler ve yolculukların rotası (Strohmaier, 2006). Şiraz üzerinden geçen (1) nolu hat, NASA’nın, Semerkant üzerinden geçen (2) nolu hat da SAO’nun 1032 geçişi için hesapladıkları görünebilirlik sınırlarıdır. Soldaki bölümde kalan yerlerde 1032 geçişi, Güneş’in batımı sırasında gözlenebilmektedir.

Bu haritayı temel alırsak, 24 Mayıs 1032 Venüs geçişi ile ilgili “geriye dönük” bilgisayar benzeşim hesapları, geçişin İbni Sina’nın yaşadığı bölgelerden gözlenebileceğini göstermektedir. NASA’nın 1000-4000 yılları arasındaki tüm Venüs Geçişleri için hazırlattığı tablolarda (Espenak, 2004), 1032 olayı için verilen gözlem sınırları, yukardaki haritada yaklaşık olarak (tarafımızdan) işlenmişlerdir. Haritadan görüleceği gibi, İran’da Şiraz-Aşkabat hattının batısında kalan bölgelerde Venüs’ün Güneş’in batışı sırasında gözlenebilir olduğu, (İbni Sina’nın o yıllarda yaşadığı) Isfahan civarında ise, Güneş’in batışı öncesinde Venüs’ün Güneş diskine girerek yarım saatten fazla bir süre yüzeyde ilerleyen küçük fakat gözle seçilebilir bir leke olarak gözlenebileceği ortaya çıkmaktadır. NASA’nın tutulmalar ve geçişler konusundaki başuzmanı Dr Espenak’ın yaptığı hesaplara göre, o tarihte Venüs’ün görünür büyüklüğü (çapı) Güneş’in çapının %3’ü kadardır. Güneş’in çapı yaklaşık 0,5 derece (30 yay dakikası) olduğuna göre, Venüs 1 yay dakikası büyüklüğündedir ve insan gözünün çözebilme sınırının (0,5 yay dakikası) epey üzerindedir. Venüs’ün Güneş diski üzerinde, doğudan batıya doğru ve var olabilecek gözle görülebilir Güneş lekelerine göre çok daha hızlı hareket eden bir nokta olarak farkedilebileceği ve o civarda olabilecek bir leke ile karıştırılmayacağı anlaşılmaktadır. Gün batışına

Page 6: Ibni Sina ve Venüs Geçişi

yakın bir gözlenme durumunda, gözün Güneş’e doğrudan bakışının kolaylaştığı bir saat diliminde gerçekleşmiş olacağı için, İbni Sina’nın ‘olayı gözledim’ kaydı daha da kabul edilir durumdadır(3).

Dr Espenak’tan bağımsız olarak, 24 Mayıs 1032 geçişinin İbni Sina’nın yaşamış olacağı bölgeler civarında nerelerden görülüp nerelerden görülemiyeceğini amaçlayan başka ve bağımsız bir hesaplama Smithsonian Astrophysical Observatory (Smithsonian Astrofizik Gözlemevi) araştırıcılarından Dr Brian Marsden’e de sorulduğunda (Goldstein, 1969, dipnot 16), ulaşılan yanıt, NASA’nın sonuçları ile uyumludur. Şöyle ki, Dr Marsden’in hesabına göre, 1032 Venüs Geçişi Semerkant-Herat hattının batısında “görülebilir” durumdadır. Böylelikle, Es-Şehy Er-Reis ünvanı ile bilinen İbni Sina, söz konusu gözlemi gerçekleştirerek, daha sonra önerilen “Venüs’ün Güneş’ten daha üst bir kürede dönüyor olabileceği” hipotezini çürütmüş ve zamanın standardı olan Batlamyus kuramını “kurtararak”, kanımızca, 2. Nobel’e de hak kazanmıştır!

6.İslam ve Batı Arasında Değişen Roller

Ortaçağ’da Batı’nın (Kilise’nin) bu “bilime, araştırmaya ve meraklı olmaya düşman” anlayışı, gel-gitlerle XVI. YY’a kadar sürdü. İslam tarafından VIII.YY’dan başlayarak koruma altına alınan ve daha da geliştirilen “antik bilimsel gelenek”, hem İspanya yoluyla, hem de XI.YY ve sonrasındaki Haçlı Seferleri sırasında ve sonrasında Avrupa’ya taşınmaya başladı. İslam ülkeleri ise, XII. yüzyıldan başlayarak, El-Gazali ve arkadaşlarının Kuran’ı ve dinsel kuralları tutucu bir yoruma tabi tutması ile başlayan ve giderek yayılan bir “bilime soğukluk ve bağnaz İslam’a dönüş” sürecine girdi.

Bilimsel uyanışın Batı’daki kuluçka dönemi XVII.YY’dan başlayarak hızla meyvelerini vermeğe başladı. İlk önemli kıvılcım, 1543’te, Polonya’lı bir papaz olan Kopernik’in ölüm döşeğinde iken basılması iznini verdiği “De Revolutionibus” (Gök-kürelerin Dönüşü) isimli kitabı oldu. Bu eserde, Evren’in merkezinin Dünya değil Güneş olmasının daha uygun olacağı, bunun büyük kolaylıklar da sağlayacağı ileri sürülüyordu. Kilise’nin görüşleri ile çelişen bu görüş (Kopernik’in kitabının basımı için ölüm döşeğine kadar izin verememesinin de nedeni), o dönemde yaygın hale gelen matbaa nedeniyle hızla yayılarak tüm Avrupa’da (olasıdır ki, aynı zamanda, Osmanlı ülkesinde de) duyulmuştu. Ancak, dünya-merkezli görüş, kutsal kitaplarda vaaz olunan ve “Dünya’nın Evren’in merkezi olduğu ve her şeyin ancak Dünya çevresinde dönebileceği” düşüncesi ile çatışmaktaydı.

Güneş-merkezli sistemin yaygın kabul görmesi için başka gelişmeler de gerekmiştir: Bunlar arasında, Galileo’nun yer-merkezli sistemin, yeni icad edilen teleskopla yapılan gözlemleri açıklayamadığını göstermesi ve bu nedenle Güneş-merkezli sistemin kesinlikle kabul edilmesi gerektiği yolundaki popüler yayınları(4), Tycho Brahe’nin dikkatli gözlemlerini matematiğe dökebilen Kepler’in, gezegenlerin hareket yasalarını ilanı (1610-1630) ve Newton’un göklerdeki ve yeryüzündeki hareketleri birleştirerek “her şeyi açıklayan” ( bu arada, Kepler yasalarını masa başında matematiksel sonuçlar olarak doğrulayan) Evrensel Çekim Yasasını bulması (1687) sayılabilir. Kısaca, Rönesans ve reform hareketlerinin geniş ölçekli başarılar kazanmasına gerek olmuştur.

7. 6 Haziran 2012 Venüs Geçişi’nin Önemi

Çağdaş Güneş-merkezli sistemimizde Venüs, 125 yılda bir, 8 yıllık aralarla peş peşe 2 kez Güneş’in önünden geçmekte ve Dünya ile Güneş arasında ve Güneş’e daha yakın bir gezegen olduğunu tekrar kanıtlamaktadır. Venüs, bundan 8 yıl önce (Haziran 2004) bu dönemin ilk geçişini yapmıştı (Şekil 6).

Page 7: Ibni Sina ve Venüs Geçişi

2012 geçişi ile yeni bir 125 yıllık bekleme dönemi başlayacaktır ve bundan sonraki 8 yıl aralı Venüs geçişleri için 11 Aralık 2117’yi beklemek gerekmektedir.

Solda: NASA’ya göre 5-6 Haziran 2012 Venüs geçişinin yeryüzünden gözlenme bölgeleri. Türkiye’yi de içeren sağ-orta bölümlerde, 6 Haziran sabahı Güneş, yüzeyinin yaklaşık olarak saat 01 (sağdaki şekilde, yaklaşık 2 noktasında) pozisyonunda, üzerinde bir leke (Venüs) ile doğacak (sağda), konuma göre değişen sürelerde Güneş diski üzerinde oldukça yavaş bir şekilde hareket ediyor görünecektir. Venüs, Güneşin yüzeyi terk edişi sırasında Güneş diskine iç temas noktasına yaklaşık 2 saat 15 dakika sonra, dış temas noktasından ayrılmasına da bundan 15 dakika kadar sonra ulaşacaktır.

Dönemimizin son geçişi olan 6 Haziran 2012 geçişinin tüm dünyadan gözlenebilirliği için NASA tarafından hazırlanan haritaları kullanabiliriz. Buna göre, o sabah, Türkiye’nin de bulunduğu bölgede, Güneş, üzerinde (yaklaşık üst-orta bölümünde) küçük bir leke (Venüs) ile doğacaktır. Yani Güneş 6 Haziran sabahı üzerinde –üst-orta bölümün sağında- bir leke ile birlikte doğacak ve saatler boyu izlenebilecektir. Venüs’ün Güneş diski üzerindeki hareket çizgisi (NASA hesaplarına göre) ilgili şekilde verilmiştir. Görüldüğü gibi, Venüs’ün Güneş diskinin üzerinden tüm geçiş süreci 7 saat kadar sürmektedir. 6 Haziran’da Türkiye’den de izlenecek durumda ise, Geçiş epey önce başlamış olacağından, Venüs’ün gözlenmesi, Güneş’in doğuşundan 3 saat sonrasına kadar mümkün olacaktır.

Venüs’ün Güneş önünden geçiş geometrisi (Yerde, birbirinden uzaklığı bilinen 2 noktadan yapılacak hassas gözlemler, Venüs’ün alfa paralaks açısı, bir kenarı ve bu kenar üzerindeki açıları bilinen üçgenin çözümünü verecek ve böylece, uzun kenarlar (Venüs’e uzaklık) hesaplanabilecektir.

Aslında Güneş lekelerinin (örneğin Güneş ekvatoru üzerindeki bir lekenin) Güneş diskini katetme süresi 27/2 yani 15 gün kadardır. Yani Venüs’ün Güneş yüzeyi üzerindeki hareket hızı bunun en az 50

Page 8: Ibni Sina ve Venüs Geçişi

katı civarında olacağından, Venüs’ün, lekelere göre, neredeyse “kaplumbağaya göre tavşan” hızı ile “koşar” gibi olduğunu düşünebiliriz!

Venüs Geçişi gözlemleri, teleskoplu dönemde ilk kez 1639’da İngiltere’de J.Herrocks tarafından gözlenmiş ve Venüs’ün dünyamıza uzaklığı 0,639 Astronomi Birimi (AB=149,5 Milyon km) olarak hesaplanmıştır. Daha sonraki geçiş çiftleri (1761-1769 ve 1874-1882 yıllarında) farklı gruplarca gözlenmiş ve AB için daha doğru değerler elde edilerek Güneş sisteminin gerçek boyutları (Güneş’in Dünya’ya uzaklığı dahil) doğru şekilde hesaplanabilmiştir.

2012 Geçiş, bir yanı ile, İbni Sina’nın 1032 gözlemine benzeyecektir: Söz konusu olayda, Venüs Güneş diskine, çıplak gözle veya isli camlarla gözlemlere olanak verecek şekilde Güneş’in batışına yakın bir dönemde girmiş ve 1 saat mertebesinde bir süre disk üzerinde ilerleyerek, Venüs’ün kesinlikle Yer-Güneş arası bölgede olduğunu kanıtlamıştır. Bu kez ülkemizden yapılacak gözlemde, Güneş yine ufka yakın ve gözlem yapmanın kolay olacağı bir geometride bize Venüs’lü bir görüntüsünü sunmaktadır. Basit önlemlerle (yeterince koyu, isli camlarla veya bu iş için hazırlanmış Güneş gözlükleri ile yapılacak gözlemler, Venüs’ün kolayca seçilmesini sağlayacaktır. Ufka yakın olmanın yaratacağı büyütme (mercek) etkisi, Venüs’ün fark edilmesini ayrıca kolaylaştırabilir.

Solda: Venüs’ün 1882 geçişinin fotoğrafı. 2012 geçişinin geometrisi buna yakın olacak, Güneş doğuşu sırasında Venüs, burada göründüğü noktanın orta eksene göre simetriğinde, yaklaşık saat 01 poziyonu civarında olacaktır.

Sağda: Venüs’ün 2004 geçişi sırasında gözlenen “siyah damla” etkisi. 2012 geçişinde bu etki, Venüs’ün Güneş diskinden çıkışı sırasında, diskin sağ üst kenarında gerçekleşecektir.

8. Sonuç

İslam’daki yükseliş döneminin yaratıcıları arasında olan İbni Sina ve benzeri “alimlerin” görüşlerinin, daha sonraki dönemlerde, kendi ülkelerinde giderek gözden düştüğünü, benzeri “filozof-bilimcilerin” araştırmaktan, öğrenmekten, sorgulamaktan ve merak etmekten korkmayan geleneği yerine, Gazali ve benzerlerinin kaderci ve “bilim öğrenmek beyhude bir uğraştır; bu dünyada her şey

Page 9: Ibni Sina ve Venüs Geçişi

kararlaştırılmıştır, yapılabilecek bir şey yoktur, bari öbür dünyayı kurtaralım” şeklinde özetlenebilecek umutsuzluk aşılayan görüşlerinin giderek ağırlık kazandığını, bu görüşlerin yayılması ile, (diğer faktörlerin de etkisi ile) zamanla tüm İslam ülkelerinin Batı tarafından sömürgeleştirildiğini ve son olarak ta Osmanlı’nın yıkılışını hazırladığını biliyoruz. Batı’nın, İslam’ın yarı yolda bırakıp terk ettiği anlayış ve yaklaşıma sahip çıkarak, kendi düşünürlerinin yollarını daha da genişletip aydınlatarak ulaştığı bugünkü üstün konumlarına erişmiş olması gerçeği düşündürücüdür. Bu çarpıcı ve ironik durum, yani İslam ülkelerinin geriliğinin temelinde, 13.yy’dan başlayarak terk ettikleri fakat Batı’nın kaparak geliştirdiği merak, öğrenme ve araştırma ruhunun olması, İslam ülkelerince alınacak (fakat ısrarla ala alınmayan) derslerin neler olduğu konusunda da bize yeni ipuçları vermektedir.

Ülkemizde ve diğer İslam ülkelerinde şimdilerde görünen, pek de öyle geçmişten ders alma niyetinin olmadığıdır. Çok büyük emekler ve fedakarlıklar karşılığı İslam ülkelerindeki karanlığa gidişi tersine çevirmiş ve bilimin öncülüğünü ve önceliğini bu ülkeye getirmeye çalışmış Mustafa Kemal ve arkadaşlarının kemiklerini sızlatacak bazı uygulamamalar ise, kafamızı kuma gömmekten ve Gazali benzeri geçmişte kalmış çıkmaz sokaklarda dolaşma özlemlerine kapılmaktan, geçersizliği kanıtlanmış felsefelere kendimizi tekrar kurban etmekten bizi kimsenin alıkoyamayacağını gösteriyor!…

6 Haziran 2012 günkü Venüs Geçişi olayı, umarız bu gidişten uyanış için küçük bir vesile olur….

GÖZLEM UYARIsı ve GÖZLEM İPUÇLARI

Venüs’ü görmek ve hareketini takip için (veya herhangi bir anda çıplak gözle yapılacak) Güneş’e doğrudan bakma içeren gözlemlerde kesinlikle, 1 saniyeden uzun süreli olarak güneş-filtresiz Güneş’e bakılmamalıdır. 3-5 saniyelik kısa sayılacak bir bakış bile göz retinamızdaki sinirleri yakabilir ve bizi kalıcı körlükle karşı karşıya bırakabilir. Retinamızda acı sinirlerimiz olmadığından bu sırada bir acı da duymayabiliriz! Bu hususa çok dikkat edilmelidir.

Herhangi bir gözlem sırasında Venüs’ün güneş üzerindeki göreli konumunu duyarlı bir zaman bilgisi ile not etmek gereklidir. Özellikle Venüs’ün Güneş diskine içte ve dışta değdiği “bağlantılı damla” konumlarının zamanlarının ve bulunulan yerin koordinatlarının duyarlı bir şekilde belirlenmesi, burada verilen Güneş-Venüs-Yer geometrisi şeklimizin de yardımı ile Venüs’e olan uzaklığın ölçülmesi mümkündür. Olay sonrasında yaptığınız bu tür ölçümleri ‘[email protected] adresine göndererek diğer gözlemcilerce paylaşırsanız, bu hesabı kendiniz de tekrarlama fırsatı bulmuş olursunuz. Bu siteye gönderilen gözlem bilgileri ve bizim Çağ Üniversitesi teleskopu ile yapacağımız gözlemler, en kısa sürede diğer gözlemcilerle paylaşılacaktır (5).

REFERANSLAR

Mustafa Rahmi, “Küçük Felsefe Tarihi”, (sadeleştiren Ömer Tolgay),İnsan Yayınları, 1995, İstanbul.R. Jackson, “İslamda 50 Önemli İsim” (Fifty Key Figures in Islam), Çev. N.Koltaş, Ayrıntı Yayınları, 2012, Istanbul,R. Jackson, y.a.g.e., s.116; [8] O.Höffe, “Felsefenin Kısa Tarihi” (Kleine Geschichte der Philosophie) , Çev. O. N.

Aytolu, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2008. G. Strohmayer, 2006, “Astronomie vor Galilei” (Spektrum der Wissenschaft Dossier 4, s.27.B. R. Goldstein, 1969, “Some Mediveal Reports of Venus and Mercury Transits”, Centaurus, cilt 14, s.49-59.F.Espenak, 2004, http://eclipse.gsfc.nasa.gov/transit/catalog/VenusCatalog.html

NOTLAR

(1) Antik dönemin 3. önemli bilim merkezi bugünkü Bergama kentimiz idi. Bergama Kırallarının korumasındaki Bergama Kütüphanesi ile Mısır Kırallarının korumasındaki İskenderiye Müzesi arasında, yeni ve eski yazma eserleri toplama ve kopyalama konusunda bir yarış vardı. Hatta Mısırlılar, bu rekabeti önlemek için, papirüsün ülke dışına

Page 10: Ibni Sina ve Venüs Geçişi

çıkışını yasaklamışlar, bunun üzerine Bergamalılar, bu gün de “parşömen” olarak bilinen “Bergama –işi” (keçi derisinden) bir yazma ortamını geliştirmişlerdi. Ancak, Tarihçiler, “Anadolu Romalıların eline geçtikten sonra, Roma İmparatoru Antonyus ile Tarsus’ta buluşan ve daha evlenen Kleopatra’nın , düğün hediyesi olarak Bergama Kütüphanesini istediği ve buradaki 200 000 civarındaki yazma eseri (MS 30) İskenderiye’ye taşıyarak, bu ‘yazma eser ve kitap toplama yarışı’nı Mısır lehine sonuçlandırdığını” yazıyor!

(2) Mesela Endülüslü El-Bitruji’ye göre, sadece Ay ve Merkür Güneş-altı bölgededir, Venüs ise Güneş-üstü bir kürede dönmektedir (Goldstein, 1969, s. 52)

(3) Aslında, ”Camera Obscura” veya “Pinhole Camera” (‘İğne Deliği’ veya ‘Karanlık Oda’ Kamerası) o dönemde de bilinen ve kullanılan bir optik cihazdır. Parlak Güneş’in karanlık bir odaya (kutuya) açılacak bir ‘iğne deliği’ yardımı ile tehlikesizce gözlenmesi de o dönemlerde Güneş lekeleri ve diğer özlemler için kullanılıyordu. İbni Sina’nın bu yöntemi kullanıp kullanmadığını bilmiyoruz. Ancak, bu tür bir gözlemin 6 Haziran 2012 olayında denenerek bu konuda daha iyi fikir yürütme olanağına kavuşmayı umuyoruz.

(4) Galileo’nun bu yöndeki en önemli eseri olan “İki Dünya Görüşü Hakkında Dialog” adlı kitabı, 400 yıl sonra, Türkçe’ye de kazandırıldı (T.İş Bnk. Yayınları, 2009, Çeviri: Reşit Aşçıoğlu).

(5) Ancak, şimdiden belirtmeliyiz ki verilen şekildeki alfa tepe açışı, dünyanın çapının (12600km) alt kenar alınması durumunda bile 25 yay saniyesi (25”= 0,007 derece= 7/1000 derece) mertebesinde olacaktır. Türkiyenin bir ucundan diğer ucuna (2000 km) bir taban bu açıyı, 4” civarında bir değere getirir. Tipik 1000km’lik taban uzaklıkları için, 2-3 yay saniyesi büyüklüğünde (< 1 derecenin binde biri ) açılar söz konusu olacağından, herhangi anlamlı bir Venüs-Dünya uzaklığı hesabı yapabilmek için bu duyarlılıklara nasıl ulaşacağımız gerçekten aşılmaz bir sorun olarak karşımızda olabilir.!)

Mehmet Emin ÖZEL/Çağ Üniversitesi Uzay Gözlem ve Araştırma Merkezi/Tarsus- Mersin