Bizbiriz dergisi 2 sayi

60
Halk arasında Tevbe diye şöhret bulmuş surenin 73. ayeti celilesi Sayı 2 Mart 2013 ISSN:2147-642 Bizbiriz d e r g i s i KUR’AN’I ANLAMAK Kur’anı yaşamaktır “Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız, karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez.”

description

KURAN'I ANLAMAK Kuranı yaşamaktır Bizbiriz Dergisi Sayı 2 http://www.bizbiriz.org.tr

Transcript of Bizbiriz dergisi 2 sayi

Page 1: Bizbiriz dergisi 2 sayi

1

Halk arasında Tevbe diye şöhret bulmuş surenin 73. ayeti celilesi

Sayı 2Mart 2013

ISSN:2147-642

Biz

biri

zd

e r

g i

s i

KUR’AN’I ANLAMAK

Kur’anı yaşamaktır

“Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın.

Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz.

Allah yolunda her ne harcarsanız,

karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez.”

Page 2: Bizbiriz dergisi 2 sayi
Page 3: Bizbiriz dergisi 2 sayi

Bismillahirrahmanirrahim

Esselamu Aleyküm

Kıymetli okurlar,

Allah-u Teala’ya şükürler olsun ki yepyeni ve dopdolu mart

sayımızla yine karşınızdayız. İlk sayımızda bizi yalnız bırakmayan

tüm okurlarımıza can-ı gönülden teşekkür ederim. Hamd olsun

ki dualarınız vesilesiyle, yeniden yazma ve yeniden karşınıza ge-

lebilme kudretini kendimizde bulduk. Rabbim hayr kapıları aç-

sın ve emeğimizi zayi etmesin. Kıymetli kardeşlerim bu yazımda

sizlere geçtiğimiz ay içerisinde dostlarla bulunduğum ve beni

uzunca tefekküre sevk eden bir sohbetten bahsedeyim ki gön-

lümden geçenleri ifade etmemde bana biraz yardımcı olsun.

Çok kıymetli birkaç kardeşimle her hafta olduğu gibi birara-

ya gelmiştik. Fakat o gün değerli bir de misafirimiz vardı.Her za-

man olduğu gibi evvela hasbihal ettik daha sonra mübarek ho-

camızın kitaplarından ebedi saadet yolunun şifrelerini almaya

devam ettik. Vakit iyice daralmıştı, fakat herkesin söyleyecekleri

bitmemişti. Misafirimiz sözü aldı ve ağzından hala kafamda yan-

kılanan şu sözler döküldü: ‘’Kardeşlerim, benim hocamla tanış-

mam yirmibir yirmiiki yaşlarıma denk gelir, yani sizler gibi deli-

kanlıydım o zamanlar. Vakit kaybettim, ilk karşılaşmamız, tanış-

mamız daha önceleri oldu ama bilemedim uzak kaldım şimdi

hala o geçen birkaç yıla acıyorum. Kardeşlerim bu yol mukad-

des bir yoldur hocamızın ilmi saf, temiz,duru bir pınara benzer,

ben kendi oğullarıma da diyorum gelin bu pınardan sulanalım

kurtuluşa varalım’.

Evet kıymetli okurlar ben de şu anda sizler gibi fıtratımız ge-

reğince en temel ihtiyaçlarımızdan biri olan suya muhtaç oldu-

ğumuz kadar İslama ve onu dosdoğru anlatalanlara ne kadar

muhtaç olduğumuzu daha derinden kavramaktayım.Kardeşle-

rim bu sayımızda yine sizlere bu mübarek sudan bir nebze ol-

sun aktarabilmeye çalıştık. Rabbim cümlemize hocamıza talebe

olup bu pınardan kana kana içmeyi nasip eylesin.

Bu sayımızda bu mübarek görevimizin yanında günü-

müz dünyasının adaletine hasret kaldığı Hazreti Ömer (radyalla-

hu anh)efendimizin hayatından ve mübarek bedr gazvesinden,

tasavvuftan ve bir çok faydalı konudan bahsettik. Kıymetli kar-

deşlerim, sözü daha fazla uzatıp ebedi aşmaktan, hadsizlik et-

mekten Allah’a sığınırım. Son olarak ‘’ Sözlerin büyüğü, büyük-

lerin sözüdür’’ diyor ve sizi o mübarek sözlerle başbaşa bırakıyo-

rum.Dualarınızı bekler hepinizi Allah’a emanet ederim.

Selam ve dua ile...

Bizbiriz Dergisiİmtiyaz SahibiBizbiriz Derneği adına Yön.Krl.Bşk. M. Emin DoğanGenel Yayın KoordinatörüKadir AydınEditörDuran ToklucuGrafik – Tasarım Faruk ErhanFotoğraf Bahadır AktaşReklam KoordinatörüAhmet NavruzSamet DünsözYayın KuruluAli HaydarEslem ErcanFaruk KulEbubekir Onhan Selman BaharSafa AkAyşe TunçÜmmü HaramBaskı Erman Ofset Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti.Yeni Matbaacılar Sit. Yayın Cad. 6. Blok No:14KonyaTel : 0 332 342 01 55 Fax : 0332 342 21 63www.ermanofset.comBizbiriz Dergisinde yayınlanan yazı, şiir, söyleşi, fotoğraf, illüstrayon, infografik ve makalelerin elektronik ve basılı ortamlarda çoğaltılma hakkı Bizbiriz Derneği’ne aittir.Yayın Türü Aylık, yaygın süreli yayınBizbiriz Derneği Şeyh Sadrettin Mahallesi Turgutoğlu Sokak No:9 Meram / KONYATel : 0 332 353 27 00 0 541 248 65 28 - 0 507 577 22 25

EDİTÖRDEN

Mart 2013

Page 4: Bizbiriz dergisi 2 sayi

i ç indeki ler

4 • Bizbiriz Dergisi

KURAN’I ANLAMAKHocamızın Sohbetinden:

10İSLAM’LA YÜKSELEN

DEVLETLER49

28

H Z . Ö M E R

15 ŞEHRİN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ

12 BEDİR GAZVESİ

CEBEL’ÛL MELÂİKE

40 H AY D A RHİKAYE

22 MATEMATİK ALLAH’IN VARLIĞINI

İSPATLIYOR

25MÜSLÜMAN’IN 24 SAATİ

20FIKIH

48 İLGİNÇ BİLGİLER

55 MART OLAYLARITARİHTE

V E C İ Z E L E RHOCAMIZDAN

EL CEZERİMÜSLÜMAN BİLİM ADAMI

19 TAHARET

36 TASAVVUF

47TAŞKENT

PİRLERKONDU:

34 ARAPÇARABCA’YA GÖTÜRÜR

6 EY SEN

24 İSTİKAMET

33

41SİYER-İ NEBİ

44

Page 5: Bizbiriz dergisi 2 sayi

i ç indeki ler

Bizbiriz Dergisi • 5

KURAN’I ANLAMAK

H Z . Ö M E R

MÜSLÜMAN’IN 24 SAATİ

FIKIH

Bizbirizdergisi

MÜSLÜMAN BİLİM ADAMI

Page 6: Bizbiriz dergisi 2 sayi

BİZBİRİZ DERNEĞİ20 yıldır ‘’halka hizmet Hakk’a hizmettir’’ düs-

turu ile hareket eden derneğimiz 3 Haziran 2012 günü resmiyet

kazanmıştır.

Her perşembe bir mahallenin muhtarı ile görüşen dernek kom-itesi mahallenin yardıma muhtaç 7 veya 9 ailesini belirleyip ailelere

nakdi yardımda bulunuyor.

Ramuz El ehadis

’Ve ayetlerimizi az bir paha karşılığı satmayın.’’ (Bakara Süresi 41)

Ayetine binaen ücretsiz olarak dağıttığımız

Hocamız Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun

derlemiş olduğu;

Muhammed Mustafa (S.A.S)’in Dua Hizbi

Hocamızın On Hafta Sohbetleri 1-2-3 kitapları

Kuran’ı Kerim

Ramuz El Hadis

Riyazu’s Salihin

‘’Ey Hümran! bir kimse birisine ateş verirse o ateşin pişirdiğinin hepsini sadaka etmiş gibidir.

Kim bir tuz verirse sanki o tuzla yapılan yemeği sadaka etmiş gibidir. Kim de bir Müslüman’a su olan yerde bir içimlik su verirse bir köle azad

etmiş gibidir. Su olmayan yerde bir içimlik su verirse sanki bir insanı ihya etmiş gibidir.’’

Page 7: Bizbiriz dergisi 2 sayi

Bizbiriz Dergisi • 7

ON HAFTA SOHBETLERİ 3

ON HAFTA SOHBETLERİ 1

ON HAFTA SOHBETLERİ 2

HOCAMIZ Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun Sohbetlerinden derlenen

ON HAFTA SOHBETLERİ 1-2-3-4ve

HOCAMIZ Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun derlediği MUHAMMED (SA.V) ‘İN DUA HİZBİ

ON HAFTA SOHBETLERİ 4

MUHAMMED (s.av) DUA HİZBİ

Varis-ün Nebi Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızın “On Hafta Sohbetleri” ve Hz.Muhammed (s.a.v)’in Dua Hizbi serisini, Bizbiriz Dergisi ‘nin hediyesi

olarak temin edebilirsiniz

Page 8: Bizbiriz dergisi 2 sayi

8 • Bizbiriz Dergisi

Ey Sen,

Her gün yeni bir telaş içerisinde koşturmaya devam ediyorsun.

Malına ne kadar daha mal katabileceğinin hesapları ile zihnini meşgul etmekten gayrisinde bir iş ve uğraşın yok.

Kimin ne kazandığının hesabını tutmaktan kendi muhasebene fırsat bulamıyorsun.

Akşamdan sabaha yapacaklarının plan ve programı içerisindesin.

M.Emin DOĞAN Kamu İç DenetçisiEY SEN

İnsan, kendilerine bol bol verilen mal ve evlatların, onların iyiliğine olduğunu mu sanır...

Page 9: Bizbiriz dergisi 2 sayi

Bizbiriz Dergisi • 9

Hayatına yeni yeni kurallar koyuyorsun.

İnsanların ayıbını bulmak ve ifşa etmek için hile ve desise içerisinde boğulmuşun da haberin yok.

Nasipsizliğinin üzerine nasipsizlikler peydahlamak için sokakları arşınlıyorsun ama girdiğin sokağın çirkefliğinin farkında değilsin.

Kendini bir şey sanıyorsun da, “eşref-i mahlukat” olduğunun farkına varamadığın için “esfele sefilin” bataklığına uçuyorsun.

Kibir, gurur, hile, aymazlık, başıboşluk ve ferasetsizlik içerisinde basiretin bağlanmış da haberin yok.

Yani, Ey Sen,

Hayatını ve kazandıklarını kendinin sanarak hoyratça harcıyorsun.

***

İnsan, kendisinin başıboş bırakıldığını mı sanır.

İnsan, hiç kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanır.

İnsan, kimsenin onu görmeyeceğini mi sanır.

İnsan, kendilerine bol bol verilen mal ve evlatların, onların iyiliğine olduğunu mu sanır

***

Ey Sen,

Her gün önüne yeni fırsatlar konuluyor. Bunlar senin içindir. Oysa Sen yönünü dönüp kaçıyorsun. Gözünü kapatıyor, kulağını tıkıyorsun. Sağır, dilsiz, kör gibi davranıp yaratanına sırt çeviriyorsun. Basiretsiz olduğunu neden düşünmezsin.

Kazandıklarını, kendin kazanmışçasına böbürleniyorsun. Sadece çalışmalarının karşılığı olduğunu sanıp kendinden geçiyorsun. Ama kaybettiğin zaman başkalarını suçluyorsun. Yaratanına bile sitem etmekten çekinmiyorsun. Akılsız olduğunu neden düşünmezsin.

İhtiyaç sahiplerine ikram etmiyorsun. Dostlarını, yoksulu yedirmek için teşvik etmiyorsun. Helal ve haram demeden bulduğunu yiyorsun. Malı mülkü haddinden fazla seviyorsun. Geçici olduğunu neden düşünmezsin.

Sana uzatılan el, selametin için bir davettir.

Sana uzatılan el, kurtuluşun için bir vesiledir.

Haydi biraz tefekkür et bakalım, Rabbinin nimetlerinden bir tanesini yalanlayabilecek misin?

Dünya ve dünyalıktan ellerini çekip gönüllerini çekmeyi unuttular.

Ellerine aldıklarını çöldeki serap gibi gerçek sandılar.

Kendini bir şey sanıyorsun da, “eşref-i mahlukat” olduğunun farkına varamadığın için “esfele sefilin”

bataklığına uçuyorsun.

Page 10: Bizbiriz dergisi 2 sayi

10 • Bizbiriz Dergisi

Selman Bahar

İSLAM’LA YÜKSELMEKBismillahirrahmanirrahim...İslam Dini, temeli Kuran-ı Kerim olan İslam ku-

rallarına uydukları takdirde mensuplarını huzur ve mutluluğa ulaştırmak için Allah katından tüm in-sanlığa gönderilmiştir.

Devlet ise toplu bir şekilde yaşamını sürdüren insanların birbirleri arasındaki ilişkileri düzenle-mek, huzur ve refahı tesis etmek çabasıyla ortaya çıkmış, insanlık tarihinin belki de en eski icadıdır. Bizde dilimiz döndüğünce “İslam” ve “Devlet” kav-ramları arasındaki ilişkiyi incelemeye ve insanoğ-lunun “İslam şuurunu” kendilerine rehber edinerek nasıl köklü kültürler oluşturduklarını örneklemeye çalışacağız.

İslam bir devletin özü olursa, o devletin hük-mettiği topraklarda adalet olacaktır. Halkının ihti-yaçlarını bilecek ve ihtiyaçlarının gereklerini ye-rine getirecektir. En önemlisi ise halkının dini ma-nada ihtiyaç duyduğu gerekleri yerine getirecek-tir. Bunu İslam’ın bir prensibi olarak, topraklarında-ki gayrimüslimler içinde yapacak, İslam’ın hoşgö-rüsünü egemenlik alanının her yerinde yaşatacak-tır. Sonuç olarak İslami bir devletin sınırlarında hu-zur ortamına erişilecektir. Ekonomik, siyasi ve aka-binde genel olarak kültürel anlamdaki gelişim iv-mesi de ileri boyutlarda yaşanacaktır.

Peki bir devlet İslam’ı nasıl yaşar? Devlet soyut bir kavram gibi görünse de, aynen somut bir varlık gibi hissedilen bir olgudur. Yani devlet aslında onu yöneten zümrenin karakter özelliklerinin bir teza-hürü olarak somutlaşır. Buradan çıkan sonuçta bir devletin İslam ilmiyle yönetilebilmesi için, yöne-ticilerinin de İslam ilmine vakıf olabilmesi gerek-mektedir. Yönetici bunu ancak Kuran-ı Kerim’e ve

Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimizin sünnetlerine tabi olmakla başarabilir. Tabi olmalı ki helal ve ha-ram çizgilerini benimseyip hayatına tatbik edebil-sin ve tebaasına örnek olabilsin.

Eğer hayatımızın ve akabinde devlet kurumu-nun İslam şuurunu kazanmasını, İslam şuuruyla te-mellenmesini istiyorsak İslam’ın kurallarını topye-kun benimsemek gerekir. Bizim yanlışlarımız ve doğrularımız bir köşeye bırakılıp, Allah’ın (c.c.) uy-mamamızı istediği haram ve helaller hayatımızın yönünü belirlemelidir. Böyle olursa başarı muhak-kak mensup olduğumuz toplumun olacaktır. Fakat tersi olursa, yani ikileme düşülürse akıbet felaket olacaktır. Zaten öyle olmasaydı İslam geleneğini tam anlamıyla benimsemekle yükselip daha sonra o geleneğe sırtını dönen, sırtını dönmese dahi kı-sım kısım İslam’ı terk eden hiç bir devlet ya kısmen ya da tamamen zarar görmezdi.

İslam insanlara sadece Allah’a (c.c.) karşı sorum-luluklarını bildirmekle kalmaz. Aynı zamanda in-sanların birbirleri arasındaki ilişkilerini de düzen-ler. İşte bu noktada İslam’ın ve devletin amaçları kesişir. İslam Kültürü, devlet olgusunun ortaya çı-kışına sebep olan toplumsal eksiklikleri tamamla-yabilen yegane sistem olarak bir devlet yapısında-ki en önemli dinamiktir.

İslam’la yükselen devletlere en güzel örnek, Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimizden başlayıp, Halife Efendilerimiz Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ile devam eden ve adalet denince Ömer bin Abdülaziz ile tüm Dünya’ya örnek teşkil eden İslam Devleti’dir. Bu devletin yüzyıllar sonra bile insan-lığa örnek olmasının aşikar sebebi, yöneticilerinin İslam’ı titizlikle yaşamalarıdır.

Page 11: Bizbiriz dergisi 2 sayi

Bizbiriz Dergisi • 11

İslam’ı yükseldiği Arap Yarımadası’ndan ötele-re taşıyarak, başka coğrafyalara da kitleler halin-de İslam’ı kazandıran İslam’ın önderleri, kuvveti ve başarıyı inançları gereği Allah’tan (c.c.) bekleyerek yaşamışlardı. Kıtalara yayılan İslam birçok devletin çatısı-duvarı olmuşsa bu, İslam’ın ilk önderlerinin mirasına sahip çıkmakla mümkün olmuştur.

İslam Devleti’nin hakimiyet dönemlerini sıra-sıyla Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz, Hulefa-i Raşidin Efendilerimiz, Emeviler ve Abbasiler dö-nemleri olarak inceleyebiliriz. 1258’deki Moğol is-tilasına kadar İslam Devleti sürekliliğini ideal bir devlet düzeni içinde sürdürdü. Belki Emevilerin zaman zaman ırkçı politikaları olmuş olsa da ge-nel olarak şu ana kadar çok az devletin yaklaşabil-diği refahın yaşandığı bir devletti.

İslam, TBMM tarafından 1924’te halifelik kal-dırılana kadarda ecdadımız Osmanlı tarafından temsil olundu. Türkler İslam’la yoğrulurken, İslam Türklerle coğrafyalar aşmaya devam etti. Aslında tamda bu noktada belirtmek gerek ki, Türkler on-lara ulaşan İslam avantajını karakterlerini geliştir-mek lehine iyi kullandılar. İslam, Allah yolunda hiz-met ettikçe efendi olunan bir yol ve bunu Türkler hükümdarından halkına kadar iyi idrak ederek ya-şamışlar. Şu kıssayla daha iyi anlaşılacaktır.

Sultan İkinci Bayezid Han, Bayezid Meydanı’na kendi adına külliye ve cami yaptırır. Caminin inşa-sı bittikten sonra camide ilk cumayı kılmak için ce-maat toplanır. Bayezid Han der ki, “Her kim ömrü boyunca ikindi ve akşam namazlarının sünnetle-rini terk etmemiş ise, ilk Cuma namazında imam olsun.” Fakat camiden çıt çıkmaz. Bu hususta ken-disinden başka kimse yeterli olmadığından dolayı imamlığı Bayezid yapar. Savaşta ve barışta nama-zının sünnetlerine sadık kalabilen, namaza sımsı-kı sarılan hükümdarlar İslam’ı yaşama adına halkı-na canlı örneklerdir. İşte böyle hükümdarlar dev-leti yönetirken yaşamaları gereken hassasiyeti, na-maza gösterdikleri hassasiyetle edinirler.

Yani bu kıssayla varmak istediğimiz sonuç şu ki ideal devlet dinden taviz vermeye sebep olmaz. Tam aksine devlet dini daha iyi yaşayabilmek adı-na çabalaması gereken bir kurumdur. Devleti yö-netenler meşruluğunu her alanda adil olmakla ka-zanır. Adil olmak ise tüm kuralları, insanları çok iyi bilen biri tarafından koyulmuş bir sistemle müm-kündür. İşte bu fevke varan devlet büyük bir hızla büyüyecek, önce bölgesinde sonra kıtasında son olarak da Dünya’nın genelinde ekonomik ve siyasi hakimiyet sağlayacaktır.

Hakimiyet sağlamak, bu yüzyılda ve bun-da sonraki yüzyıllarda topraklar ele geçirmekten

farklı bir hal alacaktır. Kaldı ki artık günümüzde sınırlarda önemli değildir. Artık hiç bir sınır bire-bir o sınırın sahibinin de değildir zaten. Bir devle-tin sınırları içinde hangi zihniyet hakimse insanla-rı da o zihniyetin vatandaşı olacak, o zihniyete hiz-met eder hale gelecektir. Din adına harpler fikir-lerle yapılır, sonucunda hedef sınırlar değiştirmek değil sınırların içindeki insanları değiştirmek olur. Yeni hakimiyet anlayışı da ekonomik anlamda güçlü hale gelip fikirerleri olarak fetihler yapmak olmalıdır. Bu ise ancak tarihte İslam olmuş ceddi-mizin yaptıkları ahsen amelleri tatbik, İslam olma-yan toplumların yaptıklarını terk ile mümkündür.

Ne yapılacağını söyledikte, peki nasıl ve kim-ler tarafından yapılacak? Öncelikle İslam’ı yücelt-mek ben Müslüman’ım diyen herkese vazifedir. Her Müslüman adab-ı muaşeretten sapmadan İs-lam adına iyiye ve güzele doğru çaba göstermek-le görevlidir. Ama tabi ki Müslümanların içinde gençlerin yükü daha fazladır. Onların sorumluluk-ları daha kritiktir. Zihinsel gençlik ataklığın, canlılı-ğın en önemli gereğidir. Genç toplumlar daha di-rençli ve daha yürekli tek fikir ve tek vücut olurlar. Genç bir topluluk zorluklara karşı daha güç yılar, hatta biz kefiliz ki inançlı bir gençliği Allah (c.c) izin vermedikçe hiç bir güçlük yıldıramaz.

Fakat bir milletin gençleri, büyüklerinin ardın-dan giderek, büyüklerinin ellerini omuzlarında hissederek güçlenir. İşte bu yüzden Müslüman-lar birbirlerinin ayak izlerini takip etmekle sorum-ludurlar. Yani bir önder seçip, İslam dahilinde de-diğini kural addedip, yaptığını adet edinmelidir-ler. Böyle olursa çıkılan yolda hedefe hızlı varılır. Çünkü el birliği kuvvet getirir. El birliğini ise gücü-nü Allah’tan (c.c) almış güçlü bir önder meydana getirir. Hz. Muhammed (s.a.v.) Efendimiz “Üç kişi bir araya gelince aranızda birini lider seçin.” bu-yurmuştur. Bu hadise binaen üç kişilik bir grupta bile öndere ihtiyaç duyuluyorsa fikir harbine gö-nül vermiş Müslümanlara İslam’ı yaşayan önderler şarttır.

Yani Dünya coğrafyasına İslam’ı hakim kılmak için; fikir harplerini dirayetli önderlerin tecrübesiy-le ve ardından koşan gençlerin zindeliğiyle, İslam’ı büyük bir titizlikle yaşayarak yapacağız.

Rabbim Müslümanlara önderlik yapan kulla-rının kuvvetini artırsın. Gençlerimize fikri mana-da zindelik versin, fikireri olabilme şuuru versin. İslam’ı naçar kalmış gönüllere ulaştırabilmek adı-na mücadele eden her insana kuvvet versin. Gö-nüllerde çorak kalmış İslam coğrafyalarına dair umutları yeşertsin. Amin...

Allah’a Emanet olalım...

Page 12: Bizbiriz dergisi 2 sayi

12 • Bizbiriz Dergisi

Resulullah (s.a.v) buyurdular ki, “Hz. Allah (c.c), Bedir ehlinin yaptığı fedakârlık ve ihlasına muttali oldu da, “Artık ne isterseniz yapın. Ben sizi affetmişim!” buyurdu.

Üç gün önce… Allah Resulü’nün halası Âtike kardeşi Abbas’a sesleniyor.

“-Kardeşim, rüyamda deveye binmiş bir adam gelip Muhassab ile Mekke arasında Ebtah’ta durdu ve yüksek bir sesle:

-Ey vefasız cemaat! Üç güne kadar vurulup düşeceğiniz muharebe mekânına yetişiniz! Diye üç kere bağırdı. Onu gören insanlar yanına toplandılar. Sonra o adam Mescid-i Haram’a girdi. Halk da kendisini takip ediyor, insanlar etrafını sarmış olduğu halde Kabe’ nin arkasında yine aynı şekilde üç kere bağırdı. Sonra Ebu Kubeys Dağının üstüne çıkıp orada da aynı sözleri tekrar edip bir kayayı tutup yuvarladı. Kaya, aşağıya doğru yuvarlanarak dağın dibinde parçalandı. Kaya parçalarının Mekke’de isabet etmediği hiçbir mahal kalmadı.” Deyince Hazret-i Abbas “Vallahi bu çok mühim bir rüyadır. Sakın rüyanı kimseye anlatma” dedi. Fakat Hazret-i Abbas, Hazret-i Atike’nin rüyasını Velid bin Utbey’e anlatır. Velid de babasına nakleder. Artık kureyşliler bu rüyayı konuşmaktaydılar.

Hicretin ikinci senesi… Kureşy’ ten Ebu Sûfyan, Muhammed bin Nevfel ve Amr bin Âs dâhilinde yaklaşık otuz veya kırk kadar müşrikinde aralarında bulunduğu, kadın-erkek herkesin katıldığı ellibin dinarlık sermayeli, bin deveden müteşekkil büyük bir kervan Şam’ın Gazze pazarına doğru ilerliyorlar. Müslümanların hac yapmalarına engel olan Kureyş müşrikleri, Müslümanlarında bu duruma bir misilleme olarak Şam ticaret yolunu keseceklerinden korkuya kapılıyor ve çok tedbirli

davranıyorlardı. Şam’dan büyük bir ordu ve korku ile yola çıkan kervan…

Bu sırada 2 at,70 deve ve Hz. Rasulallah (s.a.v.) komutasında 313 asker (64’ü Muhacir, gerisi Ensar’dan oluşmakta) Medine’den hareket ediyordu. Develere ikişer, üçer ve bazen dörder kişi nöbetleşe biniyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.v.), Hz. Ali (r.a) ve Mersed (r.a) ile aynı deveyi paylaşıyorlardı. Yürüme sırası Âlemlerin Efendisine gelince; “Ya Rasulallah (s.a.v.) Sen bin, biz senin yerine yürürüz” teklifini, ”Siz yürümekte benden daha kuvvetli değilsiniz. Allah’ın vereceği mükâfata da ben sizden daha az ihtiyaç duymuyorum” diyerek geri çeviriyorlardı. Müslümanların kervanı ele geçirmek üzere hareket ettikleri haberini alan müşrikler yolu değiştirip gecenin karanlığından da yararlanmak üzere Bedir’e uğramadan yolarına devam ettiler.

Hz. Rasulallah (s.a.v.) ordusunun ileri gelenlerini topalayarak;

“Ne dersiniz? Kureyşliler Mekke’den çıktılar ve bütün öfkeleriyle geliyorlar. Sizce kervan mı makbul, yoksa Kureyş ordusu mu?”

“Düşmanla karşılaşmaktansa, kervanı takip etmek daha makbuldür.”

“Kervan deniz sahiline doğru geçip gitti. Ebu Cehil ise geliyor!”

Sad bin Muaz (r.a) bir ara Allah Rasulünün kendisine baktığını ve kendisinden bir işaret beklediğini sezince

-“ Anam babam sana feda olsun, bizi kastediyorsun Ya Rasulallah diyip öne atılmıştı. Ben cemaatim hakkında bir şey diyemem, bize isteiğinde bulun Ya Rasulallah, malımızdan

Ebubekir ONHAN

“CEBEL’ÛL MELÂİKE”

BEDİR GAZVESİ

Page 13: Bizbiriz dergisi 2 sayi

Bizbiriz Dergisi • 13

istediğini al Ya Rasulallah, istediğin yere infak et Ya Rasulallah,istediğin gibi yatır ve kaldır Ya Rasulallah. Seni hak din ve kitapla gönderene and olsun ki, sen bize şu denizi gösterip dalarsan, biz de seninle birlikte dalarız. Bizden bir kişi bile geri kalmaz. Yarın bizimle birlikte düşmanımıza karşı gitmeni de hoş karşılamayacak değiliz....Umulur ki Allah; Sana bizden gözünü aydın edecek kahramanlıklar gösterecektir. Allah’ın bereketiyle yürüt bizi!”

Kıymetli okurlar, kap ne ise içerisindeki sıvı madde de kabın mutlaka kimyevi dokusunu içerisindeki sıvıya ilave etmektedir. İşte Sad bin Muaz (r.a), Hz. Muhammed (s.a.s) Efendimizin kabının rengini almışlığın ifadesidir. Sana bakış dahi, başkalarının Allah ile münasebetine erişmesine kadar melekütleşmek ve ruhanileşmek. Beşeri duygularını şehevi hislerinin üzerinde tutmak… Zira Bedrin Arslanları işte bu ifadenin ta kendileri olmuşlardır.

Hz. Sad’ın sözleri Sultan-ı Levlak (s.a.v)’i çok sevindiriyor ve neşelendiriyordu. Tebessüm buyuruyorlardı Âlemlerin Sultanı. Tebessüm buyuruyor ve mübarek sözleri meydanı inletiyordu:

-“Haydi yürüyün!... Vallahi şimdi ben, Kureyşlilerin savaş meydanında vurulup düşecekleri yerlere bakıyor ve oraları görüyorum.” Diyordu.

Ebu Sufyan, kervanda bulunan Damdam bin Amr’ı yirmi altın ücretle hizmetine alıp Tebük’ten Mekkeye göndermek üzere yola çıkarıyordu. Mekke’ye kavuşan Damdam, Mekke vadisinin ortasında, deve üzerinde “Ey Kureyş topluluğu; Muhammed ve Ashabı harekete geçtiler, Ebu Sufyan’ın komutasındaki kervana taarruz edecekler… Kureyşliler alel acele hazırlandılar. 950 asker, 100 veya bazı rivayetlerde 200 kadar at ve 700 civarında deve bulunan bir orduyla harekete geçmek üzereydiler.

İslam ordusu Bedr’e ulaştığında, Kureyş ordusu daha önce bir kum tepesinin arkasındaki Yelyel Vadisi’nin Medine’ye en uzak tarafında konaklıyordu. Su kuyuları ise vadinin Medine’ye en yakın tarafındaydı. Allah Rasulu (s.a.s) mücahidlerle beraber Bedr’e en yakın olan suyun başına geldiğinde, karargah yeri için Ensar ile isişareye başladılar. Hubab bin Münzir (r.a);”Ya Rasulallah, burası karargah için uygun değildir.Kureyşlilere en yakın bir suyun yanına gidelim, suyun üzerinde bir havuz yapıp içini su ile dolduralım. Başında konakladığımız suyun

gerisindeki bütün kuyuları kapatalım” deyince Allah Rasulu(s.a.s) bu teklifte karar kıldılar. Hz.Ali (ra.) anlatıyor: “Bedir’de geceleyin ince ince yağan bir yağmura tutulduk. Kalkanların ve ağaçların altlarında siperlendik. Hepimiz tatlı bir uykuya daldık. Yalnız Resulullah (s.a.s) geceyi, ağacın altında namaz kılarak, ağlayarak ve  “Allah’ım! Sen şu bir avuç topluluğu helak edersen, artık sana yer yüzünde hiç ibadet olunmaz!” diye yalvararak geçirdi. Tan yeri ağarınca, “Ey Allah’ın kulları! Namaza!” diye seslendi. Ağaç ve kalkanların altından çıkanlar Rasulullah’ın (s.a.s) yanına geldiler. Onlara namaz kıldırdı ve düşmanla çarpışmaya teşvik etti. Ordu savaş düzeni aldı. Müslümanların bulundukları yer kumluk ve çok zor yürünebilen bir yerdi. Gece yağan yağmurla birlikte yerin kumları da yapıştı ve kolay yürünebilir bir hale gelmişti. Ayrıca Müslümanları bir uyuklama hali almıştı. Saf halinde uyukladıkları, hatta Ebu Talha’nın (r.a) uyuklamaktan ötürü iki kere kılıcını yere düşürüp almak zorunda kaldığı rivayetler arasındadır. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de de şu şekilde hatırlatılmaktadır: “O zaman, (Allah) katından (verilen) bir güven olmak üzere sizi hafif bir uyku bürüyordu. Sizi tertemiz yapmak, (bulunduğunuz yerde suyun olmayışından dolayı) şeytanın pisliğini (vesvesesini) gidermek, kalplerinizi (ümitle Allah’a) bağlamak, ayakları(nızın altındaki kumları) pekiştirmek (ve sebatınızı sağlamak) için üzerinize gökten su indiriyordu.” (Enfal; 11)

Sabahla birlikte Hz. Rasulallah (s.a.s), Kureyş Müşriklerinin zırhlar içinde ve silahlanmış yığınlar halinde görünce: “Allah’ım! İşte Kureyş müşrikleri, olanca kibir ve gururları, olanca büyüklenmeleri ve övünmeleriyle geliyorlar. Sana meydan okuyor ve peygamberini yalanlıyorlar. Allah’ım bana yapmış olduğun yardım vaadini yerine getir! Allah’ım! Onları sabahleyin helak et! Sen verdiğin sözden caymazsın!” diyerek adeta Makam-ı Mahmud’a erişmiş gibi her lahzası cennet bahçelerinde tek başına kalmaktansa ümmeti ile birlikte cennetin koridorlarında el ele kol kola temaşada bulunmak olan Habib-i Kibriya (s.av) Sevgilisine yöneliyor kemerbeste-i ubudiyyet içerisinde yerin ve göğün Sahibine sığınıyordu. Safları düzenledikten sonra kendisi için hazırlanan yerine döndü ve içeri girdi. Yanında Hz.Ebubekir’den (r.a) başka kimse yoktu. Yeniden “Allah’ım! Bu gün sen bu İslam topluluğunu helak edersen, artık sana hiç ibadet olunmaz!” demeye ve yalvarmaya başladı. Omuzlarından elbisesi kayıp düştü. O sırada Hz. Rasulallah (s.a.s) hafif bir uyku hali aldı….

Page 14: Bizbiriz dergisi 2 sayi

14 • Bizbiriz Dergisi

“Hani siz (Bedir’de) Rabbinizden yardım istiyordunuz, O da: “Hiç şüpheniz olmasın ki ben size, birbiri ardınca gelen bin(lerce) melekle yardımcıyım”( Enfal; 9)

Ramazan ayının onikinci günü… Üçyüzonüç bedenleşmiş ruh…Cebel’ül Melaike; misafirlerini ağırlamak üzereydi. Zor günlerin ardından gelen müminlerin, o parıldayan yüzleri hatırlarda kalsın diye, Rabbimizin haber verdiği mekan… Semadan üç bin meleğin biner biner indiği Cebel’ül Melaike … Önden yürüyenlerden nice hatıralar anlatan Cebel’ül Melaike … Faran Dağlarında açan ve ardından bütün bir cihanı sevgisiyle kuşatan Alemlerin Sultanı (s.a.v):

“Müjde ey Ebu Bekir! (r.a) Allah’ın yardımı geldi. İşte şu Cebrail’ (a.s) dir. Kum tepeleri üzerinde, atının dizginini tutmuş, emir bekliyor!”

Buyurarak mübarek Zırh-ı Şeriflerini giydiler. Sonra “Yakında o topluluk bozguna uğratılacak ve arkalarını dönüp kaçacaklardır.”(Kamer; 45) ayetini okuyarak mübarek istiratgahlarından dışarı çıktılar.

Kureyş müşriklerinden Utbe, Şeybe ve Velid meydana çıkıp çarpışacak üç “ER” isteyince; Mübarek dudaklarından şu isimler süzülmekteydi Nazlı Nebi(s.a.v)’nin;

Kalk Ya Ubeyde…(r.a)

Kalk Ya Ali…(r.a)

Kalk Ya Hamza…(r.a)

Zülfikar’ın Sultanı Hz Ali, ölümün korktuğu şehitler serdarı Hz. Hamza, önce yaralanan ve sonra aldığı yaralar dolyısıyla şehid olan mekan-ı cennet Ubeyde… Utbe, Şeybe ve Velid savaş meydanında öldüler ve artık savaş başlamıştı. Adeta küçük taşların metale çarpmasını andıran sesler duyuluyordu. O güne kadar tanınmayan kişiler Hz. Peygamber’in (s.a.s) yanında çarpışıyordu. Zira Kur’an bu duruma tercüman olmuştu.” Allah size iki tâifeden (Kureyş’in ya Şam’dan gelen ticâret kervanı veya silahlı birliklerinden) birinin muhakkak sizin olduğunu vaadettiği zaman, (siz) silahlı olmayanın kendinizin olmasını istiyordunuz. Allah da sözleriyle (bunun aksine), hakkı açığa vurmak ve kâfirlerin arkasını kesmek (için silahlı büyük kısımla savaşmanızı) istiyordu.”(Enfal; 7) Savaş bitmiş. Müslümanlar 14 şehid vermişti. Müşriklerden 70 civarında ölü ve bir o kadarda esir edildi. Müşriklerden öldürülenlerden 24

kadarı kuyulardan bir tanesinin içerisine atıldılar. Hz. Rasulallah (s.a.s), Bedirden ayrılacağı gece, müşrik ölülerinin atıldığı kuyuya doğru yürüdü. Sahabiler de peşinden yürüdüler. Sonunda kuyunun kenarına gelerek durdu: “Ey kuyuya atılanlar!” diye seslendi. Sonra onların isimlerini babalarının isimleriyle birlikte birer birer saydıktan sonra;”Sizler peygamberinize karşı ne kötü bir topluluktunuz! Sizler beni yalanladınız, başkaları ise beni tasdik edip doğruladılar. Siz beni yurdumdan çıkardınız, başkaları ise bana kucak açtılar. Siz benimle çarpıştınız, başkaları ise bana yardım ettiler. Şimdi Rabbinizin vaad etmiş olduğu azabı gerçekleşmiş buldunuz mu? Ben Rabbimin bana vaad etmiş olduğu zaferi gerçekleşmiş buldum.” . Müslümanlar bu konuşmaya şaşırdılar. Hz.Ömer (r.a); “Ya Resulallah! Şu cansız cesetlere ne diye konuşursun?” deyince “Varlığım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, söylediklerimi siz onlardan daha iyi işitiyor değilsiniz. Ama onlar bana cevap vermeye güç yetiremiyorlar!” buyurdular. Esirlerin kurtulma bedeli olarak her birisinden, mali durumlarına göre 4000, 3000, 2000, 1000 dirhem alınması, okur yazar olanlardan kurtulma bedeli veremeyenlerin de çocuklardan on tanesine okuma yazma öğretmek şartı ile serbest bırakılması kararlaştırıldı. Okur-yazar olmayan yoksul esirler ise Hz. Rasulallah (s.a.s) tarafından karşılıksız serbest bırakıldılar.

Kıymetli okurlar; Varlığın yaradılış sebebi, Muhabbetin Hatibi, O (s.a.v.) ki; “Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa, Nur-u Muhammedî (a.s.m.) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir.” Nazarıyla gönüllerde sevdasını, gözlerde yaşını ceyhun eden, Mübarek Nam-ı Celilleri anılırken Ya Resulallah ne kadar da tatlısın dedirten Allah Rasulu (s.a.v) şöyle buyurdular:

“Gün gelecek; benim Nam-ı Celilim güneşin doğup battığı her yere ulaşacaktır.”

Bedre selam olsun.

Bedrin arslanlarına selam olsun.

Gönül yamaçlarının Matlubunu bulduğu maşuklar!

Ümidimiz odur ki; şehbal açsın Ruh-u Revani Muhammedi her yerde

Bütün kalpler onun için çarpsın, bütün gözler onun için yaşarsın…(s.a.s)

Page 15: Bizbiriz dergisi 2 sayi

Bizbiriz Dergisi • 15

izbiriz Derneğinin faaliyetleri kapsa-mında ihtiyaç sahiplerine yardımlar ve ziyaretler yapılıyor. Haftanın her günü yapılmakta olan bu faaliyet Abdullah

Murad Şükrüoğlu (k.s) Hocamızın teşvikiyle haftada bir günde ekipler olarak yapılmaya başladı. Erkek kardeşlerimizden ayrı hanım kardeşlerimizden ayrı birer ekip şeklinde her hafta farklı bir mahallede mahalle muhtarın-ca tespit edilen ailelere yardım götürüyoruz. Kapıya erkek çıkarsa erkek kardeşlerimiz ha-nım çıkarsa hanım kardeşlerimiz ziyaretleri-ni yapıyorlar. Derneğimizce bastırılıp ücret-siz olarak dağıtılan Rizyazüs Salihin Abdul-lah Murad Şükrüoğlu (k.s) hocamızın On Haf-ta Sohbetleri 1-2-3-4 ve hizbi Dua-ı Muham-med isimli eserlerinden hediye ediliyor. Her türlü yardım götürmekle birlikte yine Abdul-lah Murad Şükrüoğlu (k.s) hocamızın tavsiye-si ile mutlaka bir miktar da nakit bırakıyoruz.

Allah’ın izni ile hayırsever kardeşlerimiz tara-fından yapılan yardımların ihtiyaç sahipleri-ne ulaşması için aracılık yapıyoruz. Böyle bir organizasyonda görev aldığımız için Allah-u Teâlâ’ya şükürler olsun. Bize bir imkânı sun-duğu için Abdullah Murad Şükrüoğlu hoca-mızdan rabbimiz ebeden razı olsun.

Allah (c.c), Asr ismiyle şöhret bulmuş süre-i celilede;

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla

“ Asr’a yemin olsun ki muhakkak insan ke-sin bir ziyan içindedir. Ancak iman edip de salih amel işleyenler hem de birbirlerine hak-kı ve sabrı tavsiye edenler bu ziyandan kurtu-lurlar.” buyururlar.

Kardeşlerimizle beraber bu ziyaretlerde yardımları muhtaçlara ulaştırarak hem salih amel işliyor hem de ayak üstü de olsa dert-

BEuzubillahimineşşeytanirracim...

Bismillahirrahmanirrahim...

Ümmü HARAM

ŞEHRİN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ

ASRI, “ASR” İLE YAŞAMAK

Page 16: Bizbiriz dergisi 2 sayi

16 • Bizbiriz Dergisi

li kardeşlerimize hakkı ve sabrı tavsiye ede-rek ziyandan kurtulan zümreye dahil olma yolunda bir adım atmış oluyoruz. Bu vesiley-le Allah’ın Rasulü Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v) :” Hayra delalet eden onu yap-mış gibidir. Allah naçar kalana yardım etmeyi sever.” (Ramuz El Ehadis 207/5) hadisinde bil-dirdiği Nisa ismiyle şöhret bulmuş sure-i ce-lilede 85.ayeti kerimesinde buyurduğu “ Kim bir iyi bir şeye aracı olursa bu iyiliğin sevabın-dan ona da bir hisse olur” müjdesine de maz-har oluruz inşallah.

Rabbim amelle-rimizi boş çıkart-masın. Yaptığımız iyilikleri ayağımıza bağ da yapmasın. Maksudumuz Allah ve biz sadece rab-bimizin rızasını is-tiyoruz. Allah(c.c) amellerimizi riya-dan, gönüllerimizi nifaktan arındırsın. Amin.

Bu ziyaretlerin bir diğer faydası da Rabbimize şükrümüzü artırmasıdır. Şüphesiz;

Ebu Hureyre (r.a)’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Rasulullah (s.a.v) şöyle bu-yurmaktadır. “Sahip olduğumuz dünyevi imkânlar açısından durumu sizden daha iyi olanlara değil daha fena durumu bulunanla-ra bakın zira bu bakış zaviyesi Allah’ın nimet-lerini hafife almamanız için en uygun yoldur.” (Muslim,zühd;9, Tirmizi,Kıyame;58, Libas;38)

Hocamızın tavsiyesi üzerine en az beş kişi-lik gruplar halinde ziyaretlerimizi gerçekleşti-riyoruz. Bu sayı yedi, dokuz bazen on bir ki-şiye çıkabiliyor. Grubumuzdaki kardeşlerimiz arasında maddi durumu çok iyi olan da olma-yan da var. Gördüğümüz manzaralar karşısın-da Rabbimizin üzerimizdeki nimetlerini ha-tırlıyor, hamd-ü senalar içerisinde Rabbimize şükürler ediyoruz. Elhamdülillah.

Ziyaretlerimizi uzun yaz günlerinde ge-nellikle gündüz ikindi vakti civarlarından ya-pıyorduk. Günler kısalıp mesai bitimi akşa-mı yatsıyı bulmaya başlayınca akşam saatle-rine kaydırdık. Dernek başkanımızın mahalle muhtarları ile ön görüşmesinde gidilecek ad-resler tespit ediliyor. Kararlaştırılan saatlerde mahalle muhtarının rehberliğinde belirlenen evlerin kapılarını çalıyoruz. Yukarıda da belirt-tiğimiz gibi kapıya çıkan hanım ise hanım kar-deşler, erkek ise erkek kardeşlerimiz ilgileni-yor.

Ç a l d ı ğ ı m ı z kapıların ar-dında yaşayan öyle ibretli ha-yat hikâyeleri var ki. Bu hikâyeleri isim ve adres ver-meden kimse-yi rencide etme-den Abdullah Murad hocamı-zın “iyiden alınır örnek, kötüden ise ibret” düstu-runca sizlerle de paylaşmak iste-

dik. Muhterem Hocamızda uygun gördüler. Rabbimizin izni ve verdiği güçle bu ziyaretler-de karşımıza çıkan ibretli hayat hikâyelerini sizlere aktarmaya çalışacağız inşallah. Gayret bizden Tevfik Allah’tan.

Gördüklerimiz anlatmak çok da kolay ol-mayacak. Görkemli villaların gölgesinde yı-kık dökük evlerde bir sürü çocukla hayata tu-tunmaya çalışan garibanlar. Lüks apartman-ların on basamakla inilen bodrumlarında ru-tubet ve küf kokusu içerisinde süren hayat-lar. Televizyonda gösterilen uzak diyarlarda-ki yardıma muhtaç insanların görüntülerine bakıp ağlayan ardından çıkan oyun havasıy-la oynayan bir kısa mesaj gönderip “Görevimi yaptım” rahatlığı ile hayatına devam eden in-sanımızın görmezden geldiği unuttuğu bel-ki de yok zannettiği sefalet içerisinde hayat-

Page 17: Bizbiriz dergisi 2 sayi

Bizbiriz Dergisi • 17

lar... Kredi mağdurları, hırs ve tamah kurban-ları... Hastalar, yaşlılar, düşkünler, garipler, ye-timler, dullar...

Her evin bir hikâyesi olduğu gibi bir de ko-kusu varmış. Bu ziyaretlerde anladık. Açılan kapılardan dışarıya kimi zaman rutubet, kim zaman hüzün, kimi zaman hastalık, kimi za-man fakirlik kokusu sızıyor. Bazen sabır, bazen tevekkül bazen de kulluk kokusu.

Bazen yolumuz hiç zengini olmayan ma-hallelere düşüyor. Bazen de çok zengin mu-hitlerin arka sokaklarındaki viranelere. Bazen hiç de kötü olmayan evlerde düzgün giyimli, kültürlü, tahsilli kardeşlerimizle görüşüyoruz. İşleri iyi gitmemiş. Rabbim önce vermiş son-ra almış...

Soğuk bir kış günü akşam saatlerinde o hafta ziyaret yapacağımız mahallenin muh-tarlığı önünde kardeşlerimizle buluştuk. Ha-nımlar derneğimizin minibüsüyle, beyler ise özel araçlarla muhtarın rehberliğinde tes-pit edilen adreslere doğru yola çıktık. Burası Meram’ın göbeği sayılabilecek çok da kenar-da olmayan eski bir mahalle.

Eski, yıkıldı yıkılacak kerpiç evleri daracık sokakları ile hiç de bir büyükşehir mahallesi görüntüsü vermiyor. Kentsel dönüşüm henüz buralara uğramamış. Eski bir mezarlığın etra-fında kümelenmiş, mezarlık manzaralı, eğri duvarlı, tek katlı, alçak damlı ha yıkıldı ha yı-kılacak hissi veren bakımsız evler... Kargacık burgacık iki aracın yan yana geçemeyeceği sokaklar.

Evlerin ışıkları henüz yeni yanmaya başlamış. Sobalara akşam kovaları konmuş, ateşlenmiş, çay, bulaşık vs. işler için kullanılmak üzere dol-durulmuş güğüm ve ibrikler sobanın üzerin-deki yerlerini almış. Belki kaynamaya, taşmaya bile başlamıştı. Bizlerin kaloriferli evlerde yaşa-yamadığı bir aile sıcaklığı vardır bu sobalı evler-de. Akşam ailenin bütün fertleri sobanın etra-fından toplanıp en azından birbirlerini görürler.

Gecenin ayazı iyiden iyiye kendini hisset-

tiriyordu. Havayı kesif bir kömür kokusu sar-mıştı. Bütün garibanlığına rağmen bu sokak-lar ve evler çok sıcak gelmişti bize. Yaşadığı-mız apartmanların soğuk yüzüne inat bu eciş bücüş evlerin toprak sıvaları, tüten bacaları, camlarından sızan sarı ışıkları sıcacık sarmıştı içimizi. Beki de köyde geçen çocukluğumuz-dan kalma anılarımız canlanmış o kara düzen günlere bir özlem büyümüştü içimizde.

Camlardan sızan ışıkların rengi bile farklıy-dı bu mahallede. Bir ışık yanıyor, bir duman tütüyor ama bakalım nasıl. Bu camların geri-sinde neler yaşanıyor. Kimi evlerde bir doğum telaşı, kimi evlerde can çekişen bir hasta. Ki-misinde hüzün, kimisinde sevinç.. Kimisi hu-zur dolu bir yuva, kimisine mutluluk hiç uğ-ramamış...

Böylesi derin düşüncelerden, minibüsü-müzün durmasıyla sıyrılıyoruz. Minibüsten alacaklarımızı alıp muhtarın çaldığı kapıyı açan hanımın yanına gidiyoruz. Muhtemelen tek oda bir mutfaktan oluşan bir ev, çok eski her an göçüverecekmiş gibi duruyor. Kapıda otuzlu yaşlarda bir hanım ve üç oğlan çocuğu karşılıyor bizi. Selam verip kendimizi tanıtıyo-ruz. Hanım bizi misafir etmek, bir şeyler ikram etmek için ısrar ediyor. Prensip olarak evlere girmediğimizi daha başka ziyaretlerimizin de olduğunu söylüyoruz. Erzurumluymuş. Genç yaşta eşi vefat etmiş ve üç çocuğuyla dul kal-mış. Bir abisi varmış onun da durumu iyi de-ğilmiş. Bu evin sahibi bedelsiz olarak otur-tuyormuş. Rahatsızlığından dolayı fazla çalı-şamadığını eşin dostun hayırseverlerin yar-dımlarıyla geçindiğini anlatıveriyor ayaküstü. Hediye ettiğimiz kitaplara çok seviniyor. Yar-dımımızı takdim edip dua ve selam ile ayrılı-yoruz. Çocukları da kendiside ziyaretimizden duydukları memnuniyeti buğulu gözlere ifa-de ediyorlar. Yıllardır hasret oldukları bir ya-kınlarını uğurlar gibi uğurluyorlar bizi.

Bundan sonraki adres yürüme mesafesin-de olduğumuz için aracımızı binmiyoruz. Ay-rıldığımız evin hüznü bize de yansıyor. İster istemez o yetimlerin garip hallerinden etki-

Page 18: Bizbiriz dergisi 2 sayi

18 • Bizbiriz Dergisi

leniyoruz. Yol boyu suskun ilerliyoruz. Hava iyiden iyiye soğumuş, üşüyoruz. Bir sonraki durağımız, köşe başında duvarı dışarı doğru hayli eğilmiş sokağı penceresi olmayan ker-piç bir ev. Yüksek duvarlı bir avlusu var. Kapıyı çalıyoruz. Kapıyı 17-18 yaşlarında bir genç kız açıyor. Buyur ediyor bizi. Eve değil fakat av-luya girebileceğimiz söylüyoruz. Selamlaşı-yoruz, tanışıyoruz. Bir avlunun içinde sokağa penceresi olmayan duvarı eğri o ev, karşısın-da merdivenle çıkılan ve mutfak olarak kulla-nılan başka bir oda, avlu kapısının az ilerisin-de odunluk ve kömürlük olarak yapılmış kulü-be gibi bir yapı ve tuvalet. Kızcağız bütün ışık-ları yakmış, evin kapısına 2-3 yaşlarında bir er-kek çocuğu çıkıyor. O soğukta neredeyse yarı çıplak.

Ev sahibesinin bu kızcağız olduğu öğreni-yoruz. Küçük çocuk da oğluymuş. “Eşim ve-fat etti.” diyor. Doğu illerinden Konya’ya göç etmiş bir ailenin kızıymış. Ailesi Konya’nın bir köyünde yaşıyormuş. “Ben burada yal-nız kalıyorum. 2-3 ev ötede kaynanamla kay-nım oturuyor” diyor şivesi konuşmasıyla. Ol-dukça mahcup, çekingen, ürkek. “Sana uzun kış gecelerinde yoldaş olacak çok güzel arka-daşlar getirdik.” diyoruz. Hadis kitaplarımız-dan ve Abdullah Murad Şükrüoğlu hocamı-zın on hafta sohbetleri kitaplarından hediye ediyoruz. Zarfımızı da kitaplarımızla birlikte veriyoruz. Gözleri ışıldıyor. Memnuniyeti yü-züne öyle bir yansıyor ki onun yüzüne düşün mutluluk pırıltısı bizi de mutlu ediyor. Onla-rı Allah’a emanet ederek vedalaşıyoruz. Onun ürpertici evinde yetimiyle baş başa kalıyor. Oradan ayrıldıktan sonra da rabbim ecrini versin şükrünü artırsın diye dualar ediyoruz. Kızcağız mahcup ve utangaç olduğundan ha-lini çok iyi anlatamadı. Onun hayat hikâyesini bir sonraki durağımızda daha ayrıntılı bir şe-kilde öğreniyoruz.

Buradan sonra gideceğimiz yer birkaç ev ilerideymiş. Yürüyoruz. Geleceğimizden ha-beri oldukları için ev sahipleri kapıda karşılı-yor bizleri. Üç katlı eski bir apartmanın giriş

katında oturuyorlar. Eski bir apartman ama sokaktaki diğer evlerin yanında saray gibi ka-lıyor.

Biri otuzlarında biri elli elli beş yaşlarında iki hanımla biri kız biri oğlan dokuz on yaş-larında iki çocuk çıkıyor karşımıza. Buyur edi-yorlar. Selamlaşıp tanışıyoruz. Teyze çok sıcak-kanlı. O da biraz önceki genç kadın gibi şiveli konuşuyoruz. Ziyaretimizden duyduğu mem-nuniyeti ifade ediyor dualarla. Yanındaki ha-nım geliniymiş. Bir trafik kazasında bir oğlu-nu, damadını ve yeğenini öte dünyaya uğur-lamış. Yanındaki gelinin kocası olan oğlu da kötürüm kalmış. (bakıma muhtaç) “Bu geline destek oluyorum.” diyor. Biraz önce yetimiy-le bir başına bıraktığımız kızcağızında kazada ölen öteki oğlunun karısı olduğunu öğreniyo-ruz. Yüreğimi burkuluyor.”Ne yaparsın teyze. İmtihan dünyası bu. Her kulun ayrı bir imtiha-nı var. Rabbim kolay getire hepimize.” Maşal-lah teyzemiz çok metanetli. Güngörmüş bel-li. Hani derler ya, Osmanlı kadını... Karşılıklı iyi dileklerde bulunup dualaşıp sarılıyor ayrılıyor.

Üç kapıda kaç değişik imtihan kaç fark-lı hayat görüyoruz. Çocuklarınki ayrı kadın-ların ki ayrı gelinlerin ki ayrı. Kaynananın ki ayrı ve bundan sonraki hayatına engelli de-vam edecek evladın ki ayrı. Yaşanan bu acık-lı hikâyelere bir de yokluk eklenince imtihan biraz daha ağırlaşıyor tabi. Rabbim onlarında bizim de şükrümüzü artırsın. Bütün mü’min kardeşlerimize dünyada ahiret de iyilik versin. AMİN...

O akşam ziyaret ettiğimiz diğer evlerde yaşlı bir çift ve yalnız yaşayan amcalar varmış. Onlarla erkek kardeşlerimiz görüştüler. Araç-larımıza doğru giderken kardeşlerimizin ko-nuşmalarını duyuyoruz. “Saraylarda yaşıyor-muşuz şükür rabbimize” diyor kardeşimizin biri. Öteki kardeşlerimiz de “Elhamdülillah” di-yorlar. Birbirimize Allah’a emanet ederek se-lamlaşarak sessiz sakin kendi Hayatlarımıza dönüyoruz.

Page 19: Bizbiriz dergisi 2 sayi

Bizbiriz Dergisi • 19

Taharet kelimesi; “tahare” fiilinin masdarıdır. Lugatta taharet, “Temizlik” manasındadır. Çok yönlü ve anlamları vardır. İman açısından baktığımızda taharet; küfrün, şirkin ve nifakın tüm pisliklerinden temizlenmektir. Amel açısından baktığımızda teharet; hadesten ve necasetten temizlenmektir1. Yani temizlenmek isteyen bir kimsenin gerek hakiki pisliği (Necaseti), gerekse hades denilen hükmi pisliği gidermek için meşru bir sûrette suyu ve toprağı yahut her ikisini birden kullanmasıdır.

Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetinde, Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v)’in hadislerinde ve örnek hayatında temizliğin önemi ve gerekliliği üzerinde ısrarla durulmuş, temizlik ibadetler için ön şart sayılmıştır. Yani amelin, ibadetin aslı, temeli teharet olmuştur. İslâm dini, özü itibariyle mânevî kirlerden arınma, Allah’ı tanıma, O’na itaat ve ibadet etmeden ibaret gibi görünse de ruhun yücelişi ve insanın böyle mânevî bir bağlantı ortamına geçebilmesi için insanı çevreleyen fizik şartların da buna uygun olması gerekir. İbadet haya tında; mânevî temizlenme ile beden ve çevre temizliği arasında sıkı bir bağın kurulması hatta Kur’an’da temizlikten, hem maddî hem de mânevî temizliği kapsayacak şekilde genel bir anlatımla söz edilmesi böyle bir anlam taşır.

İslâm Dininde genel anlamdaki temizlik ile ibadet amaçlı temizlik birbirini tamamlar ve birlikte bir anlam ifade eder. Bu sebeple İslâm bilginleri temizliği; maddî temizlik,

1 Abdullah Murad Şükrüoğlu, On Hafta Sohbetleri, cild 2.

hükmî temizlik ve mânevî temizlik şeklinde üç kademeye ayırmışlardır.

Beden, elbise ve çevre temizliği şeklinde ifade edilebilecek olan maddî temizlik, genelde ibadete hazırlık ve ön şart olarak, kimi du rumda ibadet olarak değerlendirilmiştir. Abdest ve gusül, hükmî temizlik kademesidir. Üçüncü kademede ise kişinin uzuvlarını gıybet, yalan, haram yemek, mala hı yanet etmek gibi günahlardan, kalbini haset, kibir, gösteriş, hırs ve benzeri kötü huy ve hastalıklardan, hatta benlik ve bilincini Allah’ın gayrısından (mâsivâ) temizlemesi gelir. Müslümanın kademe kademe arınması ve temizlenmesi, Al lah’ın huzuruna böyle bir safiyet ve arılıkla çıkması esastır.

Maddî temizlik İslâm dininin fevkalâde önem atfettiği bir konudur. Kur’ân-ı Kerîm’de çevrenin ve ibadet yerinin temizliğinden söz edilir, Allah’ın temizlik konusunda titizlik

gösterenleri sevdiği bildirilir;” Onun içinde asla namaz kılma. İlk günden temeli takva (Allah’a karşı gelmekten sakınmak) üzerine kurulan mescit (Kuba mescidi), içinde namaz kılmana elbette daha layıktır. Orada temizlenmeyi

seven adamlar vardır. Allah da tertemiz onları sever.”2 İbn-i Kesir; su ile temizlenmek hususunda aşırı titizlik gösteren ensar’ın bu ayet-i kerime ile övüldüğünü kaydetmektedir.3 Habibi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v)’ de “Temizlik imanın yarısıdır”4, “Allah temizdir, temizliği sever”5 “Namazın anahtarı temizliktir” 6buyurarak; değişik vesilelerle beden ve çevre temizliğini emretmiş veya tav siye etmiş, bu konuda davranışlarıyla ashabına ve bütün müslümanlara örnek olmuştur. İslâm’ın bu ısrarlı takibi neticesinde temizlik müslümanların hayatına dinî yönü de bulunan bir kültür ve gelenek olarak yerleşmiş, fıkıh kitaplarının ilk bölümünü temizlik (tahâret) konusu teşkil etmiştir7.

2 Tevbe 9/108.3 el-Bakara 2/125; el-Hac 22/26.4 Müslim, “Tahâret”, 1.5 Tirmizî, “Edeb”, 41.6 Ebû Dâvûd, “Salât”, 73; Tirmizî, “Tahâret”, 3.7 İsam, cild 1.

Taharet kalbi temizlemektir. Abdullah Murad Şükrüoğlu

TAHARET

Page 20: Bizbiriz dergisi 2 sayi

20 • Bizbiriz Dergisi

Sual: Varolan rahatsızlıktan dolayı, namazı sandalye ve taburede oturarak kılmanın dinen hükmü nedir? Sandalye ve taburede kılmaktansa yere oturup ayakları uzatarak kılmanın uygunluğu söylenmekte-dir, izah eder misiniz?

Cevap: Bu konuyu izah etmede iki farklı hu-susu göz önünde bulundurmada fayda vardır. Birincisi oturarak namaz kılmanın caiz olup olmadığı, ikincisi de camilerimizde sandalye-lerle bir tür sıralar oluşturulması ve hatta ayrı bir yerde sandalyeliler safı(!) oluşturmak.

Namaz, kulun Allah’a en çok yakınlık kazandığı bir ibadettir. Bu niteliğinden dolayı Rasulullah (s.a.v) bu ibadeti “en hayırlı amel”1 olarak tanımlamış, kıyamet gününde hesabı sorulacak ilk amelin namaz olacağını

1 İbn Mâce, Taharet, 4.

bildirmiştir.2 Bu sebeple namazın terk edilm-esine izin verilmemiş, ima ile de olsa mut-laka kılınması istenmiştir. Rasulullah (s.a.v) “Kim namazı kasten terk ederse Allah’ın hi-mayesi ondan uzak olur.”3 buyurmuştur. Kur’an ve Sünnette; namaz ibadetinin rükün-lerinin (farzlarının) neler olduğu belirtilmiş ve nasıl uygulanacağı da bizzat Rasulullah (s.a.v) tarafından sözlü ve pratik olarak or-taya konulmuştur.Bu rükünler; “İftitah Tekbiri, Kıyam, Kıraat, Rükû, Secde Ve Ka’de-İ Ahire”dir.

Allah Teâlâ:“Gönülden boyun eğerek Allah için nama-

za kalkın”4 “Ey iman edenler, rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin ve hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz.”5 buyurmuştur.

Rasulullah (s.a.v) de; namaz kılmayı

2 Bakara, 2/238.3 Hac, 22/77.4 Bakara, 2/286.5 Bakara, 2/185.

FIKIH KÖŞEMİZ

Ayşe TUNÇ

İlahiyatçı -Kur’an Kursu Öğretmeni

Page 21: Bizbiriz dergisi 2 sayi

Bizbiriz Dergisi • 21

öğrettiği bir sahabiye, sonunda nasıl teşehhüd yapacağını gösterdikten sonra, “Bunu da yaptığında namazın tamam olur.” buyurmuştur. 6

Bu rükünlerden her hangi birinin mazeretsiz olarak terk edilmesi halinde namaz sahih ol-maz. Ancak Dinimiz kolaylık dinidir, dinimizde sorumluluklar, kulun gücüne göre belirlenmiş; “Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar...“�; gücü aşan durumlar için kolaylaştırma ilkesi getirilmiştir.� Namazın rükünlerinden herhangi birini yerine getir-meye engel olan rahatsızlıklar da kolaylaştırma sebebi sayılmıştır. Buna göre; Namazı normal şekli ile ayakta kılmaya gücü yetmeyen kimse için asıl olan namazını oturarak kılmaktır. Böyle bir kişi namazını kendi durumuna göre diz çökerek veya bağdaş kurarak yahut ayaklarını yana ya da kıbleye doğru uzatarak kılar. Rasu-lullah (s.a.v) nasıl namaz kılacağını soran hasta bir sahabiye:

“Namazını ayakta kıl. Eğer gücün yetmezse oturarak, buna da gücün yetmezse yan üzere kıl.” buyurmuştur.

Ayakta durabilen ve yere oturabildiği halde secde edemeyen kimse namaza ayakta başlar, rükûdan sonra yere oturarak secdeleri ima ile yapar.

Ayakta durabildiği halde oturduktan sonra ayağa kalkamayan kişi namaza ayakta başlar, secdeden sonra namazını oturarak tamamlar.

Ayakta durmaya ve rükû yapmaya gücü yettiği halde yere oturamayan kimse namaza ayakta başlar, rükûdan sonra secdeyi tabure ve benzeri bir şey üzerine oturarak ima ile eda eder.

Ayakta durmaya gücü yetmeyen, yere de oturamayan kimse namazı tabure, sandalye ve benzeri bir şey üzerine oturarak rükû ve secdeleri ima ile yerine getirir.6 Buhari, Taksiru’s-Salat, 19

Kul, Rabbine ibadet ederken hem özde sa-mimi olmalı hem de dinin belirlediği şekil ve şartlarını tam olarak yerine getirmeye özen göstermelidir. Özen ve hassasiyet eksikliğinden dolayı Rabbine karşı sorumlu olacağı bi-lincinde olmalıdır. Bu sebeple namazını ta-bure, sandalye ve benzeri şeyler üzerinde kılan mü’minin ileri sürdüğü mazeretleri ken-disini vicdanen rahatlatacak boyutta olmalıdır. Namazı asli şekline uygun olarak kılmaya en-gel olmayacak hafif bedeni rahatsızlıklar bu konuda meşru mazeret olarak görülmemelidir.

Konumuzun ikinci boyutu ise; dini açıdan zorunlu ve meşru bir sebep bulunmadıkça; camilerde sandalyede namaz kılmak, göze hoş gelmeyen bir görüntü ortaya çıkarmakta ve cemaat arasında zaman zaman tartışmalara sebep olmaktadır. Son zamanlarda bu husu-sun daha da yaygınlaştığını esefle müşahede etmekteyiz. Özellikle üzerinde namaz kılmak amacı ile camilerde rengârenk sandalyelerin konulması ve bazen de sıralar halinde sabit oturakların yapılması, cami doku ve kültürüyle bağdaşmamaktadır. Bu durum beraberinde benzetmesi hoş olmasa da- kilisevâri bir sıralı sandalyeli bir durumu akıllara getirmektedir. Namaz kılmak için camiye kadar gidebilen kişi rahatlıkla ayakta durarak kıyam farzını yerine getirebilirler. Bu sebeple hastalık ve özürlülük gibi herhangi bir rahatsızlığı bulunan kimseler-in, zorunlu olmadıkça namazlarını sandalyede değil, yere oturarak kılmaları daha uygundur.�

Kıymetli hocamız Abdullah Murad Şükrüoğlu’nun 13 senedir ifade ettiği; “san-dalyede namaz kılmak caiz değildir” düsturunu kabul eden Diyanet işleri Yüksek Kurulun’a bu resmi açıklamasından dolayı, şükranlarımızı sunar, ferasetli fetvalarının devamını bekleriz.

Page 22: Bizbiriz dergisi 2 sayi

22 • Bizbiriz Dergisi

MATEMATİK ALLAH’IN VARLIĞINI İSPATLIYOR

atematik bilimi evrendeki eksiksiz yaratılışı ve hassas dengeleri nasıl gözler önüne serer? Tamamen düzensiz görünen ormanlarda aslında

nasıl bir matematiksel düzen hakimdir? Evrende var olan canlı-cansız tüm varlıklarda keşfedilen bu matematiksel estetik ve düzen, bilim adamlarında her geçen gün daha da büyük heyecan uyandırıyor.

Milattan önce 2000 yıllarında Mezopotamyada yaşayan Babilliler matematik biliminde oldukça ilerlemişlerdi. Dört temel işlem olan toplama, çıkarma, çarpma ve bölmeyi gayet kusursuz biçimde uyguluyorlardı. Diğer bilim dalları gibi tarih boyunca matematik de bir gelişim göstermiştir. 16. yüzyılda matematik dünyası analitik geometri, kartezyen koordinat sistemi, kalkülüs teoremi, integral gibi kavramlarla tanışmıştır. Matematiğin önünü açan bu kavramlarla birlikte fizik ve mühendislik bilimleri de doğmuştur, zaman içinde ilerleyen çalışmalar astronomide kullanılan matematiği de başka bir düzeye taşımıştır. 20. yüzyılda modern matematik dönemine girilmiş, kümeler teorisi kavramı geliştirilmiş ve sonunda matematik ve fizik bilimi insanların gökyüzüne uzay aracı gönderebilecekleri bir düzeye ulaşmıştır.

Geçen 4000 yıl boyunca matematikte gelinen bu sonuç vesilesiyle bilim adamları çok önemli bilimsel bir keşifte bulunmuşlardır: Matematik yalnızca insanların geliştirdiği bir yöntem değildi ve evrenin ve tüm canlıların var oldukları ilk andan itibaren mükemmellik derecesinde bağlı oldukları, işleyen bir sistemi de göstermekteydi. Bu gerçeği

dile getiren matematikçilerden biri Galile olmuştur. Galile, “Tabiatın kitabı matematik dilinde yazılmıştır; onun harfleri geometrinin şekilleridir. Bunları anlamak ve yorumlayabilmek için matematik dilini bilmemiz gerekir” yorumunda bulunmuştur.

Gelişen matematik bilimi 20. yüzyılda, evrenin bazı materyalist-Darwinist bilim adamlarının iddia ettikleri gibi bir kaosun esiri olmadığını; aksine hatasız matematiksel hesaplamalar barındıran muhteşem bir düzenlemenin, Yüce Allahın sonsuz aklının eseri olduğunu doğrulamıştır. Kesin delillerle ortaya konulan bu gerçek, evrende “tesadüfi gelişmelere” hiçbir şekilde yer olmadığını bir kere daha kanıtlamıştır. Evrenin ve canlıların oluşumunda çok yüksek bir akıl vardır. İnsanlığın bu yüksek aklın sadece matematik ile ilgili olan yönünü anlayabilmeleri 4000 yıl sürmüştür. 4000 yıllık bilgi mirasına sahip bilim adamlarının günümüzde gördükleri gerçekler onları, Darwinizmin tesadüfi var oluş iddiasını sorgulamaya yöneltmiştir. İngiliz fizikçi ve matematikçi olan Sir James Jeans evrendeki mükemmel düzeni şu şekilde ifade etmiştir:

“Evren hakkında yapılan bilimsel bir araştırmanın sonucu tek bir cümleyle özetlenebilir: Evren, matematik bilgisi sonsuz bir varlık tarafından dizayn edilmiş görünüyordur.”

Bitkiler Matematiksel Hesap Yapabilir mi?Eğer bir bitkiyi dikkatle incelerseniz yapraklarının

birbirlerini kapamayacak şekilde dizilmiş olduğunu görürsünüz. Bu düzen bitkinin güneş ışığını ve yağmur damlalarını eşit biçimde alabilmesi için

Matematik ÖğretmeniEslem ERCAN

M

Page 23: Bizbiriz dergisi 2 sayi

Bizbiriz Dergisi • 23

çok önemlidir. Yapraklarda, çam kozalaklarında, kaktüslerde, ayçiçeklerinde ve diğer bitkilerde görülen bu spiral düzen matematikte Fibonacci dizini ismi ile tanımlanır. Bu dizinin özelliği, dizideki her sayının kendinden önce gelen iki sayının toplamına eşit olmasıdır. Bu matematiksel sayı dizisine bitki dünyasının şifresi de denilebilir.

0, 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233…….Smith Collegeden matematikçi Chris Gole,

bitkilerde genellikle zıt yönlere doğru kıvrılan iki ayrı spiral grubun bulunduğunu ve bu gruplardaki spiral sayısının çoğu zaman ardışık iki Fibonacci sayısı olduğunu belirtmiştir. Ayçiçeklerinin üzerinde tohuma dönüşen minik çiçekçikler bulunmaktadır. Bu çiçekçiklerin bir kısmı saat yönünde, bir kısmı da saat yönünün aksi istikamette çok sayıda spiral oluşturur. Her iki yöndeki spiraller sayıldığında Fibonacci sayı dizisine uygun olarak, çoğunlukla bir yöne doğru kıvrılan 55, diğer yöne doğru kıvrılan 34 spirale rastlanır. Bazı ayçiçeklerinde de, yine Fibonacci sayı dizinine uygun olarak, 89 - 55 veya 144 – 89 rakamları tespit edilir.

Fibonacci sayıları, ağaç yapraklarının dallarının düzeninde, çiçeklerin taç yapraklarında ve tohumlarında da ortaya çıkmaktadır. Bir papatyayı, kıvırcık salata yapraklarını, ananas kozalaklarını veya soğanın katmanlarını dikkatli bir şekilde incelerseniz Fibonacci sayılarını tespit edebilirsiniz.

Ormanlardaki Matematiksel DüzenBir ormana uzaktan bakıldığında, ağaçların

konumlarının bir düzen içerisinde olduğu ilk anda anlaşılmayabilir. Oysa kontrolsüz biçimde çoğalmış gibi görünen ağaç gruplarından oluşan ormanlarda da matematiksel bir düzen bulunmaktadır.

Los Alamos Ulusal Laboratuvarından Geoffrey West bu konu hakkında şu açıklamayı yapmıştır:

“Bir ormanda yürüdüğünüzde, orman size gelişigüzel görünür; ama aslında ortalamada oldukça düzenlidir.” West, yakın bir geçmişte Arizona Üniversitesi’nden BrianEnquist ve Cornell Üniversitesi’nden Profesör Karl Niklas ile birlikte, yetişkin bir ormanda, aynı kütleye sahip ağaçların arasındaki ortalama uzaklığın, gövde çapları ile orantılı olduğunu keşfetmiştir.

Tesadüf İddiasını Yok Eden MükemmellikOrmanlarda görülen bu düzen, çeyrek-kuvvet

ölçeği yasası ile açıklanmaktadır. Çeyrek-kuvvet kuramı biyolojinin en temel kurallarından biridir. Bu kuram bilim adamlarını oldukça şaşırtmaktadır; çünkü bu kanuna göre her

varlığı matematiksel ölçümlerle düzenleyici bir el olmalıdır. Geoffrey West çeyrek-kuvvet yasası ile ilgili olarak şu açıklamayı yapmıştır:

...’’Böyle bir durumla karşılaştığınız zaman bunun size bir şeyler anlatmaya çalıştığını fark edeceksiniz’’ ... Burada önemli olan ‘’Bu bir şeylerin neyi anlatmaya çalıştığı?’’

GeoffreyWestin sorduğu sorunun cevabı gerçekte çok açıktır.

Yeryüzüne hakim olan ihtişamlı düzen bize varlıkların tesadüfen var olmadıklarını, yaratılmış olduklarını göstermektedir. Her insan, belirli uzaklıklarla ekilmiş bir sebze tarlasına girdiğinde, mutlaka bu ekimi yapan bir çiftçinin olduğunu düşünür. Bitki tohumlarının kendiliklerinden aralarında eşit uzaklıklar kalacak şekilde toprağın üzerinde yuvarlandıklarını düşünmez. Ormanlarda ise bir tarla ile kıyaslanamayacak mükemmellikte matematiksel bir düzen vardır. Tarladaki tohumları düzenli bir biçimde eken bir insanın var olduğu düşünülüyorsa, ormandaki matematiksel düzenin de mutlaka Yaratıcısı olduğunu düşünmek gerekir. Çünkü ne ormanda ne ağaçta ne toprakta ne de tabiatta böylesine ihtişamlı bir güç ve akıl olabilir.

Evrimci bilim adamları tabiatta karşılarına çıkan bu gibi muhteşem özellikleri Allahın yarattığını, bunların yaratılış delili olduğunu kabul etmemek için, doğa mucizesi gibi tanımlamalarla isimlendirmektedirler. Ancak bu ifade gerçekte tam bir mantık hezimetini ortaya koymaktadır. Çünkü mucize kelimesi doğa üstü olaylar anlamına gelmektedir. Dolayısıyla evrimci bilim adamları doğa mucizesi kavramını kullanırlarken, istemeseler de Allahın varlığına işaret etmiş olmaktadırlar.

Bütün bunları Yaratıcı’yı hesaba katmadan sürekli ve geçerli ‘fizikî kanunlar’ olarak farz edelim. Peki, şu sorulara nasıl cevap vereceğiz: Bu ‘tabiat kanunları’ nereden geldiler? Onları kim yarattı? Yaratıcı bir kudrete inanmayan herkesin burada durması gerekir. Çünkü kâinatın hiç sebepsiz kendi kendine yoktan var olması tasavvur edilemez bir yaklaşımdır. Zîrâ “Allah en büyük matematikçidir.” diyen Einstein, tesadüfün arkasında dahî bilinmeyen bir sebep-netice prensibinin gizliliğine dikkati çekmiştir.

“O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, ‘şekil ve suret’ verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir.”

Page 24: Bizbiriz dergisi 2 sayi

24 • Bizbiriz Dergisi

“İstikamet sahibi olunuz. İstikamet sahibi olursanız ne güzel olur, amellerin hayırlısı salattır ve elbette daim abdestli olup, her an abdestli gezmeyi ancak imanı bütün müminler gerçekleştirir.”1İyi de istikamet nedir? İyi işte olduğu gibi insanlara faydalı olmaya çalışmaktır.

Bir menkıbeyle anlatalım bunu:

Bir gün sormuşlar Allah-u Teala’nın veli kullarından birine;

-Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?

-Bakın göstereyim, demiş ermiş. Önce sevgiyi dilden amele indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da ‘derviş kaşıkları’ denilen bir metre boyunda kaşıklar. Allah’ın Salih kulu;

-Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz, diye bir de şart koymuş.

-Peki, demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.

Bunun üzerine;

1 İbn-i Mace, Taharet-4

-Şimdi... Demiş ermiş, sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa.

-Buyurun deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.

-İşte demiş ermiş, kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa, o da kardeşi tarafından doyurulacaktır.

İstikamet; doğruluk, dürüstlük, namazda devamlılık.Beş vakit namazı kalp, beden ve ruh haliyle devam ettirmesi, kendi nefsinden önce kardeşinin nefsini öne geçirmesi ve bütün müminleri, müslümanları sevmesidir. Adem (a.s)’dan bugüne kadar bütün insanlar kardeştir, amenna!Kafir olanlara hidayet bulmaları duasıyla iyi davranmak çok güzeldir, buna da amenna! Lakin mümin ve müslüman kardeşlerin üstüne iki katı titreyeceğiz. Onları barbarlıkla, onları hadsizlikle, onları cahillikle, onları bilgisizlikle suçlayanlar istikamet sahibi olamazlar.

Allah rızası için abdest almak, abdest alana yardımcı olmak çok zor olsa gerek. İşte suyu vermek, suyu ulaştırmak, abdest aldırmak. Bu su çeşmeden akan su mu? Bu abdest elimizi, yüzümüzü yıkayarak aldığımız abdest mi?Su, Hak suyu, abdest Hak ve hakikat abdesti. Allah rızası için şu suyla alınan abdest mi yoksa Kur’an ve sünnet ile alınan ilim abdesti mi daha zordur? Batıldan, bütün hurafelerden Kur’an ve sünnetle yıkanmak, arınmak.İşte budur Hak abdesti vesselam.2

2 Abdullah Murad Şükrüoğlu, On Hafta Sohbetleri, cild 4.

İSTİKAMETHADİS

على ظ اف حي ن ل و ة ال لص ا م ك ال م ع ا ر يـ خ و م ت م ق تـ اس ن ا ا م ع ن و : وايم ق ت س ا

.ن م ؤ م ل ك ال ا وء ض و ال

)امامة اب ابن ماجه عن رواه(

Page 25: Bizbiriz dergisi 2 sayi

Bizbiriz Dergisi • 25

احلمد لله الذى احيانا بـعد ما

اماتـنا و اليه النشور

Sabah Uyanınca Rasulullah (s.a.v) sabah uyan-dığı zaman şöyle dua ederdi: “ E l h a m d u l i l l a h i l l e z i e h y â n â b a ’ d emâemâtenâ ve ileyhi’n-nüşûr.”1

“Bizi öldükten sonra dirilten Allah’a hamd olsun.

Dönüş ancak O’nadır.” (Buhari, Ebu Davud, Tir-mizi)Efendimiz (sav) sabah uyandığında Cenab-ı Hakk’a niyazla güne başlar ve şöyle dua ederdi:“Allah’ım, Sen’in yardımınla sabaha kavuştuk; Sen’in yardımınla akşama kavuştuk. Sen’inle ya-şarız seninle ölürüz. Diriliş (varış), ancak Sana’dır.”2

Başka bir rivayete göre, Rasulullah Efen-dimiz sabaha ulaşan herkesin şu du-ayı okumasını tavsiye buyurmuştur.“Kim sabaha erdiği zaman: «Radıytü billahi Rab-ben, ve bi’l-İslami dînen ve bi Muhammedin Ra-sulen (Rab olarak Allah’a, din olarak İslam’a, Ra-sul olarak Muhammed (sav)’e razı olduk)» der-se, onu razı etmek de Allah üzerine bir hak olmuştur.”3Başka bir rivayette de, sabahladığında:“Elhamdülillah sabaha erdik. Mülk de saba-ha erdi.” buyurmuş, sonra ellerini üç kere yı-kamış ve sözlerine şöyle devam etmiştir:“Uykudan uyanınca sizden hiç kimse, üç sefer ellerini yıkamadıkça, elini bir kaba sokmasın. Çünkü o, elle-rin geceyi vücudun neresinde geçirdiğini bilemez.” Bu rivayeti nakledenlerden birisi de sa-bah kalkınca “burnunu üç defa temizlediği-ni” eklemiş ve bu hususta Peygamber Efendi-miz (sav)’ in şöyle buyurduğunu haber vermiştir:“Biriniz uykudan uyandığı zaman üç kere süm-kürsün. Zira şeytan burnunun içinde geceler.”

1 (Buhari, Ebu Davud, Tirmizi)2 (Buharî, Deavat, 7, 8; Müslim, Zikr, 59; Ebû Davud, Edeb, 97,98)3 (Buharî)

MÜSLÜMANIN 24 SAATİ

Page 26: Bizbiriz dergisi 2 sayi

26 • Bizbiriz Dergisi

Page 27: Bizbiriz dergisi 2 sayi

Bizbiriz Dergisi • 27

Page 28: Bizbiriz dergisi 2 sayi

28 • Bizbiriz Dergisi

Varis

ün-N

ebi

Abdu

llah

Mur

ad Ş

ÜKR

ÜO

ĞLU

(k.s)

KIR

K Kİ

ŞİNİ

N EL

İND

E Bİ

R UÇ

URTM

A NA

SIL

UÇAR

? M

ÜMİN

BİR

MÜR

ŞİD

E İN

TİSA

PLA

HAKK

A ÇI

KAR.

Page 29: Bizbiriz dergisi 2 sayi

Bizbiriz Dergisi • 29

VARİSÜ-N NEBİ HOCAMIZ Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun SOHBETİNDEN....

Varisün-NebiAbdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)

Ayın Sohbeti

“Ey Nebi! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et ve onlara karşı çetin ol. Onların va-racakları yer cehennemdir. Ne kötü bir varış

yeridir orası!”1

Bu ayet-i kerimeyi anlamaya, anlatmaya ça-lışacağız, hayatımıza tatbik etmemizi kolay ey-lemesi için Allah’a dua edeceğiz. Rabbim anla-yışımızı, fehmimizi arttırsın, anlatmayı, izah et-meyi ve her bir hücremizle ayet-i celilenin sırrı-nın mazharı olmamızı nasip eylesin.

Şehit Abdullah Azam, Allah rahmet eylesin,

diyordu ki; “Biz Afganistan’a gitmeden önce

de Tevbe süresini okurduk. Biz bu sure-i celileyi İslam Üniversite’sinde öğretim görevlisi iken de okurduk. Lakin okuduğumuzda tüylerimiz kıpırdamazdı. Anladığımızı

zanneder, anlattığımızı zannederdik. Ve biz Kur’an’ın hem hafızı, hem de alimi idik. Lakin Afganistan’a gelince, Tevbe süresi yeniden nazil oluyor zannettim. Öyle ki Nebiyyi muhterem de oradaydı da sanki vahiy iniyordu. Yeni iniyormuş gibi anlamaya başlamıştık. Demek Kur’an mucizedir demiştik. Mucizi’l-beyandır.”1

Bulunduğun coğrafyaya, bulunduğun iklime, bulunduğun sosyal ortama göre anlıyorsun Kur’an’ı. Rahatına, huzuruna, refah

1 Afgan’da Rahman’ın Ayetleri.

1

يم ح الر ن مح الر اهللا م س ب يم ج الر ان ط ي الش ن م اهللا ب وذ ع ا

وبئس جهنم ومأواهم عليهم واغلظ والمنافقني الكفار جاهد النيب أيـها يا المصري

إىل اثاقـلتم الله سبيل يف انفروا لكم قيل إذا لكم ما آمنوا الذين أيـها يانـيا باحلياة أرضيتم األرض نـيا احلياة متاع فما اآلخرة من الد إال اآلخرة يف الد

قليل

لقيتموهم وإذا ،العافية الله واسألوا العدو لقاء تـتمنـوا ◌ الناس أيـها يا فاصربوا

الله عدو به تـرهبون اخليل رباط ومن قـوة من استطعتم ما هلم وأعدوا شيء من تـنفقوا وما يـعلمهم الله تـعلمونـهم ال دو�م من وآخرين وعدوكم

تظلمون ال وأنـتم إليكم يـوف الله سبيل يف

“Allah’ım okuyuşumuzdan önce anlayışımızı değiştir. Ya Rabbi! Bizi Kur’an’ın hadimi eyle. Kur’an’ın anlayışıyla, Kur’an’ı değerlendirmemizi nasip eyle. “

“KUR’ANI ANLAMAK”

Page 30: Bizbiriz dergisi 2 sayi

30 • Bizbiriz Dergisi

seviyene göre Kur’an’ı anlıyorsun. Veyahut sıkıntına, eziyetine, içinde bulunduğun mücadeleye göre anladığın bir Kur’an’ı Kerim var. Allah-u Teala mucize derken bunu mu kastediyordu? Kur’an’ı hepimiz aklımıza göre mi anlayacaktık? Bulunduğumuz coğrafyaya göre, iklime göre, hukuka göre mi anlayacağız? Astronotsak, biyologsak, jinekologsak, her ne meslekte olursak Kur’an’ın anlayışı, anlatımı acaba değişecek mi? Yoksa biz dar bir görüşten, geri bir kafadan çıkıp, alemleri içine alan, bütün kainatı yoktan var eden O Allah’a, yani külli iradeye bu cüz’i irademizi teslim ederek mi Kur’an’ı anlayacaktık? Kur’an acaba Arabistan Yarımadası’nda nazil olduğu için “o coğrafyaya ait, biz anlayamayız, o oranın kültürü” mü diyecektik? Biz evvelen bakış açımızı bir yoklayalım. Neye göre Kur’an’ı anlayacaktık? Kendimize göre mi? ‘Ben böyle bilirim’e göre mi?

Kur’an’ı anlamaya çalışmak, bildiğini hayata taşımakla olur. Kur’an’ı harf harf, ayet ayet, hece hece nakşetmekle olur.

Allah’ım okuyuşumuzdan önce anlayışımızı değiştir. Ya Rabbi! Bizi Kur’an’ın hadimi eyle. Kur’an’ın anlayışıyla, Kur’an’ı değerlendirmemizi nasip eyle.

Bugün okuyorlar lakin; Okuyan kör, dinleyen sağır, biz diyoruz ki bağır hoca bağır. Kim ne anlar ki? Ne okuyan görüyor, ne dinleyen anlıyor. Cihat deyince adamın aklı çıkıyor, benzi sararıyor.

İslam’ı öldürecekler, yani İslami anlayışı öldürecekler. Cihat ayetlerini ve cihat kelimesini Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v)’den öğrenmeliydik. O nasıl anladıysa biz de öyle anlamalıydık değil mi? Başka nasıl anlayacaktık ki?

Hadis-i şerifte buyruldu;“Küçük cihat bitti, büyük cihada geldik.”2

Elbette büyük cihada geldik. Sen büyük cihadı hiç tanımadın ki; nefsinin hevasını, hevesini, arzularını, korkularını, şehvetini, umutlarını hiç tanımadın ki! Nasıl cihat 2 Acluni, Keşfu’l-Hafa’I, 425.

edecektin ki? Hasmını bilmeyen muhatap, hasmıyla nasıl savaşacaktı ki? Senin nefsinle yüzleşmeye, nefsini tanımaya, küçük cihatla başlaman lazım değil miydi ki? Orada cihada, küçük cihada gidenlere, hani dünyada kafirlerle karşılaşıncaya kadar nefisleri şehitlik türküleri söylettiriyordu. Fakat savaş kızıştığı zaman, kaçmayı emrediyordu. Gördükleri zaman kan revanı, oradan kaçmayı düşünüyorlardı. Nefislerindeki yaşam arzusunu, nefislerindeki hileleri, nefislerindeki ölüm korkusunu, nefislerindeki hasedi ve tamahı görüyorlardı. Nefislerini, karşılarında bir başkası varmış gibi seyrediyorlardı. Çünkü nefis az sonra öleceği halde ama para, dünyalık toplama hırsındaydı. Sen hiç nefisini tanıdın mı ki büyük cihada çıkacaksın? Abdullah’ı Azam devam ediyor;

“Afganistan’a gitmeden önce şöyle derdik; Mücahitler hayır paralarını yiyorlar, hayır paralarını birbirlerine peşkeş çekiyorlar, üçer beşer de evleniyorlar, keyiflerince yaşıyorlar. Fakat içine girdiğimizde böyle bir şey olmadığını gördük. Müslümanların nefisleri, korktuklarından dolayı, Allah-u Teala’nın kovmuş olduğu şeytanın kurduğu tuzağına düşüyorlardı. Cihattan korkan, kaçan müslümanın bahanesiydi bunlar.”3

İki çocuğuyla beraber şehit oldu Abdullah Azam. Cihat etmeyiz, cihattan uzak dururuz, mücadele etmeyiz, müslümanlar kan akıtırmış, ‘savaşmasalardı bir şey olmazdı’ deriz. Çiçek attık Fransızlara tecavüz ettiler, çivilediler duvara. Dünyanın neresinde bir İslam ülkesi varsa, muhakkak orada kan akıyordur. Lakin müslümanlardır barbar olan. Talebeden hocasına, cahilinden ulemasına kadar cihat dedin mi aklı çıkıyor müslümanın. Mücadele dedin mi; ayet-i celile’deki gibi inandıktan sonra küfre sapar gibi sapıyorlar.

3 Afgan’da Rahman’ın Ayetleri.

1

يم ح الر ن مح الر اهللا م س ب يم ج الر ان ط ي الش ن م اهللا ب وذ ع ا

وبئس جهنم ومأواهم عليهم واغلظ والمنافقني الكفار جاهد النيب أيـها يا المصري

إىل اثاقـلتم الله سبيل يف انفروا لكم قيل إذا لكم ما آمنوا الذين أيـها يانـيا باحلياة أرضيتم األرض نـيا احلياة متاع فما اآلخرة من الد إال اآلخرة يف الد

قليل

لقيتموهم وإذا ،العافية الله واسألوا العدو لقاء تـتمنـوا ◌ الناس أيـها يا فاصربوا

الله عدو به تـرهبون اخليل رباط ومن قـوة من استطعتم ما هلم وأعدوا شيء من تـنفقوا وما يـعلمهم الله تـعلمونـهم ال دو�م من وآخرين وعدوكم

تظلمون ال وأنـتم إليكم يـوف الله سبيل يف

Page 31: Bizbiriz dergisi 2 sayi

Bizbiriz Dergisi • 31

“Ey iman edenler! Ne oldunuz ki, size “Allah yolunda sefere çıkın” denilince, yere çakılıp kaldınız. Yoksa ahiretten vazgeçip dünya hayatını mı seçtiniz? Oysa ahirete göre dünya hayatının yararı, pek az bir şeydir.”4

İnsanlar kendi anlattıklarına inanmıyorlar. Ezenlere karşı hoşgörülü, kan akıtanlara mütevazı olurken, kanı akanlara karşı zalim kesiliyorlar. Bu nasıl diyalog, bu nasıl hoşgörü Allah aşkına? Müslüman ne zaman uyanacağız? Hiç kimse sormayacak mı ayet-i celile nasıl indi?

Patron işçisine soruyor;- İslam’ın şartı kaç? - Bir, diyor.- Evladım nasıl olur? Diyor ki;- Efendim siz zekatı, haccı kaldırdınız, biz de

namazı orucu kaldırdık. Geriye kalıyor bir.Böyle mi anlamalıyız? Hindistan’da Fransızlar

Kur’an bastırıyorlar. Hafız-ı kelamlar okuyup, cihad ayetlerinin çıktığını görünce, “bu Kur’an değildir, Kur’an olamaz” diye haykırınca, dağıtılanlar geri toplanıyor. Fransızlar şöyle bir yol tutuyor; ayetleri çıkartmayalım ama tevil edelim. Günümüzde de ‘Sıcak savaş bitti. Cihad diyalogla, güler yüzle, tatlı dille’ diyelim. İyi de zaten müslümanlar güler, yüzlü tatlı dilli. Öyle değil mi yoksa? Bir müslümanın gaddarlık, zalimlik ettiğini hiç duymadım. Duyamıyorum da ne hikmetse. Çünkü Nebiyyi Muhterem Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v) izin vermiyor buna. ‘Esir düşerse bir kafir elinize, kardeşinize davrandığınız gibi davranın, eziyet etmeyin’ diye emrediyor. Müslüman esire bile eziyet etmezken, esir olmayanı nasıl esir etsin ki? Öyle değil mi?

Sufiler, dervişler cihatta, mücadelede en ön safta ileriye gidenlerdir. Biz cennetlere sevdalıyız. Biz Allah’ın rızasına talibiz. Biz Muhammed (s.a.v) aşıklarıyız. Biz Muhammediyiz. Biz böyle öğrendik, böyle devam edeceğiz. Müslüman cihat zamanı dedelerinden, atasından gördüğü gibi en ön safta şehit olmak için mücadele edecek. 4 Tevbe/38.

Allah için mücadele edecek, nefsi için değil. Müslümanlar savaşı istemezler. Ama savaş vuku bulunca sabır ve metanetle savaşırlar.Zira Rasulullah (s.a.v):

“Ey insanlar, düşmanla karşılaşmayı

temenni etmeyin, Allah’tan afiyet dileyin. Ancak karşılaşacak olursanız sabredin.”5

Ya Rabbi, ayaklarımızı sabit kıl! Amin. Biz savaş isteyenlerden değiliz fakat şu an İslam coğrafyasında oluk oluk kan akarken, biz birbirimize haset, biz birbirimize kibir, biz birbirimize husumet içerisindeyiz. Anladık Kur’an’ı deyip, Kur’an’ı fikir tartışmalarına konu ediyoruz. Kur’an’ı Azimüşşanı anlamak, hayata tatbik etmekle olur. Fakat hayata tatbik edecek kişi, geçmişte Hama’da çoluk çocuk demeden tanklarla ezenlerin, bugün Suriye’de topluca katledenlerin, Libya, Pakistan, Afganistan, Irak, Doğu Türkistan, Keşmir, Çeçenya gibi İslam ülkelerini kana boğanların kafir olduğunu unutmasın!

Biz neferliğe razıyız. Komutanlıkta gözümüz yok. Bize askerlik, bize kulluk yeter. Biz Allah’ın kuluyuz, Rasulullah (s.a.v)’in ümmetiyiz. Biz La İlahe İllallah Muhammedurrasululllah diyenlerle, birlikteyiz.

Ormanda aslan kurda bakar, bir deri bir kemik kalmıştır.

- Ey kurt kardeş nedir bu halin, der.- Açım aslan baba, der. Aslan;- E, takıl benim peşime, avlanayım,

doyurayım karnını, der. Az ilerlerler, orada tilki vardır. Tilkiyi de

çağırırlar. O da takılır. Sonra aslan şöyle bir geyik sürüsü görür. Bir yavru ceylanın peşine takılır. Ceylan çelimsiz, biraz hastalıklıdır. Bugünkü insan suretindeki zalimler, vahşilerden daha vahşidir. Hiçbir şey yapmadıkları halde insanları

5 Buharî, Cihad, 112, 156, Müslim, Cihad 19, 20; Ebû Davud, Cihad, 89.

1

يم ح الر ن مح الر اهللا م س ب يم ج الر ان ط ي الش ن م اهللا ب وذ ع ا

وبئس جهنم ومأواهم عليهم واغلظ والمنافقني الكفار جاهد النيب أيـها يا المصري

إىل اثاقـلتم الله سبيل يف انفروا لكم قيل إذا لكم ما آمنوا الذين أيـها يانـيا باحلياة أرضيتم األرض نـيا احلياة متاع فما اآلخرة من الد إال اآلخرة يف الد

قليل

لقيتموهم وإذا ،العافية الله واسألوا العدو لقاء تـتمنـوا ◌ الناس أيـها يا فاصربوا

الله عدو به تـرهبون اخليل رباط ومن قـوة من استطعتم ما هلم وأعدوا شيء من تـنفقوا وما يـعلمهم الله تـعلمونـهم ال دو�م من وآخرين وعدوكم

تظلمون ال وأنـتم إليكم يـوف الله سبيل يف

Page 32: Bizbiriz dergisi 2 sayi

32 • Bizbiriz Dergisi

öldürürler. Bak bu hayvanlar açlıkları için avlarken, öbür vahşiler keyifleri için avlarlar. Ceylanı avlar, kurda der ki;

- Taksim et. Kurt üç parçaya ayırır. Aslana, kendine,

tilkiye. Aslan şimdiki vahşiler gibi doyurayım diye yanına aldığı kurda şöyle bir bakar, kuvvetli bir pençe atar;

- Bu ne biçim taksim böyle, der. Sen zalimin işine karışma ki, sana pençe

atmasın. Doyurayım dediği zaman anla öldürecektir, böyle vahşilerdir onlar. Sonra tilkiye döner,

- Sen taksim et bakalım, der.Kurt ölmüştür. Tilki ceylanın tamamını

aslanın önüne sürer;- Hepsi sultanımındır. Kalırsa nadan

kullarındır, der. Aslanın hoşuna gider. Şöyle bir güler, sonra

da der ki;- Sen böyle taksim etmeyi, taksimat yapmayı

nereden öğrendin? Tilki;- Babam, atam kurttan, der. Be müslüman sen ne zaman babandan

atandan öğreneceksin? Vahşiler kapını kırdı, kurtuluş zamanın da gelmeden anneni, bacılarını hamile, çocuk demedi, çiviyle duvara çaktı, seyreyledi, kahkaha attı, güldü. Bunları ne zaman hatırlayacaksın? Allah rızası için altı tane İsrail, Yahudi çocuğu öldü diye sabahlara kadar uyku tutmazken, sizin dedeniz, babanız acaba çivileyenlerden miydi diye sormazlar mı size? Sorarlar tabii. Allah aklımızı başımıza versin. Allah hidayet versin. Bizim düştüğümüz durum, ders almamamızdan kaynaklanıyor. Atalarımızın çektiği ıstırabı bize anlatmıyorlar. Anlatanları da bize kötü gösteriyorlar. Çağdaş değil, cahil cühela gösteriyorlar. Birlikte olmayı düşünenleri hasım ve insanlığa düşman gösteriyorlar. Elbette doğruyu söyleyenlere, elbette doğruya düşman olacaklar. Allah-u Teala, şöyle buyurur;

“Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet

ve savaş atları hazırlayın. Onlarla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda her ne harcarsanız, karşılığı size tam olarak ödenir. Size zulmedilmez.”6

Ukbe b. Amir (r.a)’in bildirdiğine göre Rasulullah (s.a.v) bir gün minberde;

‘“Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın’ ayetini okudu ve bilesiniz ki, kuvvet atıştır, kuvvet atıştır, kuvvet atıştır.” diye buyurdu.7

Rasulullah (s.a.v) o zamanki savunma silahıyla düşmanınıza karşı hazırlanın, buyuruyor. Soğuk savaşta kalemiyle, kitabıyla, propagandasıyla, medyasıyla, muhabbetiyle tamam da, silahlı mücadelede niye yoksun, silahlı mücadele yapanlara karşı niye zalimsin be müslüman? Zaten kuvvet vermiyoruz, dua da etmeyecek miyiz?

Aslan Mashadov mektubunda şöyle demişti; “Müslümanlar! Sizden para istemiyoruz,

paramız var. Sizden asker istemiyoruz, askerimiz var. Sizden silah istemiyoruz, silahımız var. Müslümanlar! Sizden sadece dua istiyoruz. Biz cephede sizin ettiğiniz duaların faziletini ve faydasını görüyoruz. Siz ettiğiniz dualardan bizi uzak tutmayın…”8

Sohbetin devamını Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocaefefndinin On Hafta Sohbetleri

Kitabının 4. Cildinden takip edebilirsiniz.

6 Enfal/60.7 İbn Taberî, Kesir, ilgili ayetin tefsiri.8 Abdullah Murad Şükrüoğlu, On Hafta Sohbetleri, cild,4 s:640-47.

1

يم ح الر ن مح الر اهللا م س ب يم ج الر ان ط ي الش ن م اهللا ب وذ ع ا

وبئس جهنم ومأواهم عليهم واغلظ والمنافقني الكفار جاهد النيب أيـها يا المصري

إىل اثاقـلتم الله سبيل يف انفروا لكم قيل إذا لكم ما آمنوا الذين أيـها يانـيا باحلياة أرضيتم األرض نـيا احلياة متاع فما اآلخرة من الد إال اآلخرة يف الد

قليل

لقيتموهم وإذا ،العافية الله واسألوا العدو لقاء تـتمنـوا ◌ الناس أيـها يا فاصربوا

الله عدو به تـرهبون اخليل رباط ومن قـوة من استطعتم ما هلم وأعدوا شيء من تـنفقوا وما يـعلمهم الله تـعلمونـهم ال دو�م من وآخرين وعدوكم

تظلمون ال وأنـتم إليكم يـوف الله سبيل يف

Page 33: Bizbiriz dergisi 2 sayi

Bizbiriz Dergisi • 33

Bakarım yere göğe

Aşkı yanar gönüllerde,

Ararım onu her yerde,

Sorarım Allah’ım nerede?

Adını andım her yerde

Vazgeçmem ben Allah’ımdan.

Baktım şu dünyanın işine,

Dönüyor hep tersine,

Akıl ermez dünyanın işine,

Vazgeçmem ben Allah’ımdan.

Geldim yalan dünyada,

Ağladım doğduğum anda,

Anladım doğru, gerçeği,

Vazgeçmem ben Allahımdan

Allah yolunda ölsem,

Kara toprağa girsem,

Allah diye inlesem,

Vazgeçmem ben Allah’ımdan.

VAZGEÇMEM

Varis-ün Nebi

Abdullah Murad Şükrüoğlu

Page 34: Bizbiriz dergisi 2 sayi

34 • Bizbiriz Dergisi

ARAPÇA RABCA’YA GÖTÜRÜR

“Biz onu, akıl erdiresiniz diye Arapça bir Kur’an olarak indirdik.”�

Bizler Kur’an’ ın dili olan Arapçayı öğrenmek için çıktık yola… Bizim amacımız derdimiz Abdullah Murad Şükrüoğlu hocamızın da her zaman söylediği gibi Rabbimize yaklaştıracak olan Kur’an’ ın dilini okumak, anlamak, hayatımıza tatbik etmektir. Rabbim sadrımızı genişletsin dilimizi çözsün ve anlayışımızı kolaylaştırsın inşallah!

جمي يطان الر� اعوذ �� من الش��

حمي ن الر� مح �سم هللا الر��عل�مك تعقلون �� آ�نزلناه قرآ� عربي�ا ل

� ا

ARAPÇA DA İŞARETLER

ESRE: Harfin altında konulur ve harfe “ı-i” sesi verir.

ÜSTÜN: Harfin üstüne konulur ve harfe “e-a” sesi verir.

ÖTRE: Harfin üstüne konulur ve harfe “u-ü” sesi verir.

İKİ ÜSTÜN: Harfin üstüne konulur ve harfe “en-an” sesi verir.

Kİ ÖTRE: Harfin üstüne konulur ve harfe “un-ün” sesi verir.

İKİ ESRE: Harfin altın konulur ve harfe “ıh-in” sesi verir.

ARAP ALFABESİ 28 HARFTEN

OLUŞMAKTADIR

BİR HADİS

نيا يف ا�خرة اال� � مك يمىش ا�د ما ا��

د�ل اصبعه فيه فما خرج اىل المي فا

نيا منه فهو ا��

“Ahirete oranla dünyanın büyüklüğü şu kadardır: biriniz denize gider parmağını içine sokar. Oradan çıkardığı bulaşıklığı kadardır.”

(Ramuz el-Ehadis Hadis No: 4545)

BİR AYET

�ن آمنوا ال�ات ا�� لوا الص� طوىب لهم ومع

وحسن مآب

“İman edenlerve Salih amel işleyenler,onlar için, mutluluk ve

güzel bir dönüş yeri vardır.”

(Rad diye isimlendirilen süre 29. Ayet)

BİR HADİS

نيا يف ا�خرة اال� � مك يمىش ا�د ما ا��

د�ل اصبعه فيه فما خرج اىل المي فا

نيا منه فهو ا��

“Ahirete oranla dünyanın büyüklüğü şu kadardır: biriniz denize gider parmağını içine sokar. Oradan çıkardığı bulaşıklığı kadardır.”

(Ramuz el-Ehadis Hadis No: 4545)

BİR AYET

�ن آمنوا ال�ات ا�� لوا الص� طوىب لهم ومع

وحسن مآب

“İman edenlerve Salih amel işleyenler,onlar için, mutluluk ve

güzel bir dönüş yeri vardır.”

(Rad diye isimlendirilen süre 29. Ayet)

Page 35: Bizbiriz dergisi 2 sayi

Bizbiriz Dergisi • 35

elmaاح� ف ت

şeftaliخ و خ

hurmaر م ت

incirني ت

karpuzيخ ط ب

kavunام مش

limonون�مي

narرمان

Dutوتت

portakalال ق ت ر �

üzümب ن ع

kayısıش م ش م

ر صباح الخيـHayırlısabahlar

ر مساء الخيـHayırlı akşamlar كيف حالك؟

Nasılsın?

بخير و كيف حالك انت؟İyiyim sen nasılsın?

اشكر شكرا لك \ Teşekkür ederim

صحتك؟كيف Sıhhatin nasıl?

في امان اهللا Allaha emanet ol

كيف عملك؟İşlerin nasıl?

العمل جيد İşler iyi

...بـلغ سالمي

…e selam söyle

اهال وسهال Hoş geldin

اشتـقت اليك Seni özledim

تـفضل Buyur

اشكرك على الزياره Ziyaretine teşekkür ederim

elmaاح� ف ت

şeftaliخ و خ

hurmaر م ت

incirني ت

karpuzيخ ط ب

kavunام مش

limonون�مي

narرمان

Dutوتت

portakalال ق ت ر �

üzümب ن ع

kayısıش م ش م

elmaاح� ف ت

şeftaliخ و خ

hurmaر م ت

incirني ت

karpuzيخ ط ب

kavunام مش

limonون�مي

narرمان

Dutوتت

portakalال ق ت ر �

üzümب ن ع

kayısıش م ش م

ات ار ب ع و ل م ج

CÜMLELER VE DEYİMLER

Page 36: Bizbiriz dergisi 2 sayi

36 • Bizbiriz Dergisi

Tasavvuf tarih boyunca üzerinde çok konu-şulan konulardan biri olmuştur. Her ilim dalı, her ilim adamı olumlu veya olumsuz tasavvuf ve tarikatler hakkında yorum yapmış, görüş beyan etmiştir. Bir kısmı semboller, remizler-le, aşklı meşkli söylemlerle tasavvufu bir mu-ammaya dönüştürürken, bir kısmı da tasavvu-fun kaynağını İslâm dışı gösterip, İslam inanç ve hukukuna aykırılıkla, hatta şirkle suçlamış-tır. Bu yazı dizisinde Kur’an-ı Kerim ve hadisler ışığında, tasavvufun doğuşu, tarihi, tarih bo-yunca tasavvuf müktesebatı, bu ilmi hayatla-rıyla anlatan geçmişte ve günümüzdeki ehli-nin ifadeleriyle, itidal üzere anlatılacaktır. Tev-fik Allah’tandır.

Tasavvufun tanımını yaparken “zaahirî ilim” değil, “batınî bir ilim” olduğunu, “ruhî-tecrübe”, gönle doğan ilham ve keşiflerle dolu oldu-ğunu, tekrarlanabilir veya deneyi yapılabilen “müspet ilim” olmadığını hatırlatmamız gere-kir. Bu özelliğinden dolayı tasavvuf için; “kal ilmi” değil, “hal ilmi” denir. Onu tanımanın en sağlam ve gerçekçi yolu, onu tanımlarda ara-maktan ziyade fiilen yaşamaktan ve yaşayan-ların tecrübelerini paylaşmaktan geçer. İşte ta-savvuf hakkında konuşurken bu incelikleri dik-kate almamız gerekmektedir. Tasavvuf kitap-larında rastladığımız farklı anlatımlar ve izah

tarzlarının asıl sebebi de budur. İslam alimleri, kendi rûhî-manevî hayatlarına göre, içinde bu-lundukları hal ve makama göre tasavvufu ta-rif etmişlerdir.

Sûfî ve Tasavvuf kelimelerinin kökü

Sûfî ve tasavvuf kelimeleri Kur’ân ve hadîslerde zikredilmediği gibi, sahâbe ve tâbiîn devrinde bilinen kavramlar da değildir. Rasulullah (s.a.s.) devrine yetişen ve O’nu görme bahtiyarlığına eren kimselere “sahâbî” adı verildiğinden o dönemde zühd ve takvâ ile temâyüz eden şahsiyetlere bir başka ad verilmesine ihtiyaç duyulmamıştır. Sahabelere yetişen ikinci nesle de “tâbiîn” dendiğinden bu isimle anılmak onlara şeref olarak kâfiydi. “Tebe-i tâbiîn” döneminde iyice genişleyen İslâm dünyâsında refah seviyesi yükseldikçe halkın ibâdet ve zühd konularına yönelenlerine yeni bir takım adlar verilmeye başlandı. Bu adlar arasında en yaygın olanları âbid, zâhid, nâsik, bekkâ gibi isimlerdi. Bunların arkasından hicrî II. asrın ortalarından sonra kullanılmaya başlayan ve giderek yaygınlaşan kavram ise “sûfî” kavramıdır. İlk defa “sûfî” lakabıyla anılan zât, bir rivâyete göre Câbir b. Hayyân (ö.150/767), bir başka rivâyete göre ise Ebû Hâşim’dir. Her ikisi de Kûfe’li olan bu zâtların durumları nazar-ı i’tibâra alındığında “sûfî” kavramının önce Kûfe ve Basra’da ortaya çıktığı söylenebilir.

Sûfî ve tasavvuf kelimelerinin hangi kökten geldiği konusu ihtilaflıdır. Kuşeyrî ve Hucvirî gibi bâzı müellifler bu kelimenin Arapça herhangi bir kelimeden türemiş olmadığını, olsa olsa câmid bir lakap olabileceğini belirtmektedirler. Sûfî ve tasavvuf kelimelerinin Arapça bir kökü bulunduğunu öne sürenler ise bir kelime üzerinde ittifak edemeyerek değişik görüşler öne sürmüşlerdir. Tasavvuf kelimesine kök olarak öne sürülen başlıca kelimeler şunlardır:

1.Asr-ı saâdetteki ashâb-ı suffenin suffesinden,

2.Bir çöl bitkisi olan sufâneden,

TASAVVUFAli HAYDAR

Page 37: Bizbiriz dergisi 2 sayi

Bizbiriz Dergisi • 37

3.Duruluk ve temizlik anlamına gelen safa ve safvetten,

4.Saff-ı evvelden,

5.Kendilerini halka hizmete veren Benu’s-sûfeden,

6.Ense saçı ve kıl demek olan sûfetü’l-kafâdan,

 7.Sıfat kelimesinden,

8.Yunanca hakîm ve filozof anlamına gelen sofiadan,

9. Yün anlamına gelen sûftan.

Sûfî kelimesinin kökü olarak en çok hüsn-i kabul gören kelime, yün anlamına gelen Arapça “sûf”tur. Klâsik tasavvuf yazarlarının ilklerinden olan Ebû Nasr Serrâc (ö.378/988), peygamberlerin, evliyâ ve asfıyânın yolu dediği sûf giyme âdetinden hareketle sûfî kelimesini bu kökten sayar. İnsanların giydikleri libasa nisbetle isim almalarının eski bir âdet olduğunu, Îsâ’nın arkadaşlarının beyazlar giydikleri için “beyaz libaslı” anlamına “havârîler” adını aldıklarını belirten Serrâc, sûfîlere de yünlü giydikleri için sûfî dendiğini; gömlek giyinenin fiili “tekammesa” ile ifâde edildiği gibi, sûfîlerin ilmine de “tasavvuf denildiğini anlatmaktadır. Onun ifâdesine göre sûfîleri, fakihlerin fıkha, muhaddislerin hadîse, müfessirlerin tefsire nisbeti gibi kendi hâl ve makamlarından birine nisbet edip adlandırmak mümkün değildir. Çünkü hâller ve makamlar pekçok ve değişken olduğundan sûfînin ad ve lâkabının devamlı değişmesi gerekir. Bu ise işi iyice zorlaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Klâsik devir müelliflerinden Kelâbâzî, Ebû Nuaym, Gazzâlî, İbnu’l-Cevzî, Sühreverdî, İbn Teymiye ve İbn Haldun bu görüşü benimsemektedir. Müsteşriklerden Nicholson, Nöldeke, Massignon ve Goldziher ile son devir mutasavvıflarından Ezher şeyhi Abdulhâlim

Mahmud de bu görüşe katılan âlimlerdendir. 1

Tasavvufun doğuşu

Tasavvufun kaynağının Muhammed Mustafa (s.a.v)’e dayandığı ve o kaynaktan yayılan bir rayiha olduğu, O’nun örnek hayatı ve bu hususla alakalı sözleri dikkatle incelendiği takdirde görülecektir.2

Asr-ı saadette müslümanlar sorunlarını Rasulullah (s.a.v)’e iletiyor ve cevap buluyorlardı. Kimi zaman bu sorun vahiyle

cevaplanıyordu. Bu sebeple çözülmeyen problem, ihtilaf edilen bir mevzu olmuyordu. Rasulullah (s.a.v)’in vefatından sonra ilk iki halife zamanında da çıkan sorunlar ihtilaflara meydan vermeden çözüldü. Lakin Ömer (r.a)’in şehadetiyle

beraber müslümanlar arasındaki fitne kapısı açıldı. Osman (r.a) zamanında çoğalarak şehadetiyle son buldu. Ve ondan sonra Cemel Vak’ası ve Sıffin Savaşı zuhur etmişti. Müminler üzerinde büyük tesirler ve acı hatıralar bırakan bu iç savaşlar en çok akaid problemlerinin ortaya çıkmasına sebep olmuştu.

Öte yandan hicrî birinci asrın sonlarında Suriye, Mısır, İran, Irak gibi büyük ülkelerin İslâm topraklarının sınırlarına dahil edilmesiyle müminler çok değişik inançlarla karşılaşmışlar, doğu ve batı felsefesiyle yüzleşmek durumunda kalmışlardı. Sürekli devam eden fetihler sayesinde ganimetler alınmış, refah ve zenginlik artarak müslümanların hayat standardı yükselmişti. Böylece Rasulullah Devri’nde görülmeyen, bir anlamda lüks sayılabilecek bir hayat tarzı ve telakkisi ortaya çıkmıştı. Bu, şimdiki neslin aksine o günkü neslin hiç de alışık olmadığı bir durumdu.

Hicrî II. asırda ortaya çıkan bu dünyevîleşme, maddeye bağlanma, sünnetten uzaklaşma, bid’atlerin ortaya çıkması ve dine karşı bir derece lâkaytlık, zühd ve takvaya önem veren 12 Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, Marmara Üniv. İlahi-yat Fak. Vakfı Yay (İFAV)., İstanbul 2001, VI. Basım, s. 59.

“Tasavvuf, Aklın Mekanının Ruh Olduğunu Kavramaktır. “

Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU

Page 38: Bizbiriz dergisi 2 sayi

38 • Bizbiriz Dergisi

müminleri rahatsız etti. Onlar, kendilerini ilme, ibadete verdiler. Zühd ve takvaya bürünerek gayet sade bir hayat yaşadılar. Hicrî birinci-ikinci asırda yaşayan bu zahidlerin dönemine “zühd dönemi” adı verildi. Bu dönem, tasavvufun özünü ve başlangıcını oluşturuyordu.

Rasulullah (s.a.s)’ın ve Hulefa-i Raşidîn’in hayatında zühd, takva, sabır, tevekkül, cömertlik, feragat şeklinde yaşandığını gördüğümüz ruhani ve manevi hayatın sahabiler tarafından benimsendiğini ve en güzel örneklerinin onlar tarafından yaşandığını görüyoruz.

Sufi ve tasavvuf kavramlarının kullanılmaya ve ilk sufi adlarının duyulmaya başladığı hicri II. asrın sonundan, tarikatların ortaya çıktığı devre kadar olan üç, üç-buçuk asırlık dönem, Tasavvufun İkinci Dönemidir. Tasavvuf bu dönemde müessese haline gelmiş ve Cüneyd Bağdadî, Bayezid Bestamî, Gazalî gibi büyük sufi ve mutasavvıflar bu dönemde yetişmiştir.3

Ve Tasavvufun Üçüncü Dönemi; tasavvuf müesseselerinin temsilcisi diyebileceğimiz tarikatların ortaya çıkarak sosyal hayatın bir parçası haline geldiği VI/XI. asırdan başlayarak, günümüze kadar devam eden dönemdir.4

Tasavvufun Kaynağı

Tasavvufun kaynağı elbette Kur’an-ı Kerim ve Rasulullah (s.a.v)’in fiili-kavli sünnetidir. Allah-u Teala:

“Rûhumdan ona üfledim”5 buyruğuyla insanın ruhuyla yüceleceğini bildirmiştir. İnsanın cevheri ruhtur. Beden onun şu sebepler dünyasında sadece bineğidir. Ruh akıl burağına

3-Mustafa Kara, Din, Hayat, Sanat Açısından Tekkeler ve Zaviyeler, Dergah Yay., İstanbul 1990, III. Basım, s. 29.4- Mustafa Aşkar, Tasavvuf Tarihi Literatürü, T.C. Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 2001, s. 15.5- Hicr/29.

binip, aşk-muhabbet refrefiyle huzur-u İlahi’ye varır, hakkın tecellilerine mazhar olur.

Ey huzura kavuşmuş nefis!

Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön.

(Seçkin) kullarım arasına katıl,

Ve cennetime gir.6

Allah-u Teala itmi’nana ermiş, razı olduğu ve razı ettiği kuluna, kendisine dönmesini, katında kadri yüce, tarafından dost ve veli olarak seçilmiş arif-i billah kullarının arasına

girmesini emretmektedir. Bu ayet-i celile nefsin ulaşacağı son noktayı belirlerken, bunun Allah’ın kendisi için seçtiği has kullarının, mana sultanlarının arasına karışmakla, onların haliyle hemhal olmakla gerçekleşeceğini ifade etmektedir. Tasavvuf büyükleri, tasavvufun “esfel-i safilin”de hayvan sıfatında olan insanı, “ahsen-i takvim”e ruh sıfatına ulaştırmaktadır, der.

Ebu Hüreyre (r.a.)’in rivayet ettiği hadise göre bir gün Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz bir yerde oturuyordu. Yanına biri gelip ona;

– İman nedir, diye sordu. Efendimiz:

– İman; Allah’a, Meleklerine, Allah’a kavuşmaya, peygamberlerine ve öldükten sonra dirilmeye inanmaktır, cevabını verdi. O kişi:

– İslâm nedir, diye sordu. Efendimiz s.a.v:

– İslâm; Allah’a ibadet edip hiçbir şeyi O’na ortak koşmamak, namazı ikame ve zekâtı eda etmek, Ramazanda da oruç tutmaktır, dedi. Sonra o kişi:

– Peki ihsan nedir, diye sordu. Efendimiz:

6- Fecr/27-29

Tasavvuf, Gözün görmediğini akılla görmeye çalışmaktır. Abdullah Murad Şükrüoğlu

Page 39: Bizbiriz dergisi 2 sayi

Bizbiriz Dergisi • 39

– Allah’a sanki görüyormuş gibi ibadet etmendir. Eğer sen Allah’ı görmüyorsan da şüphesiz O seni görmektedir, buyurdu.

Bu kişinin soruları ve rahat tavrı karşısında şaşkınlık içinde kalan sahabeye dönen Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz;

– Bu kişi Cibril idi. Size dininizi öğretmeye geldi, buyurdu.7

Bu hadis, “iman”, “İslâm” ve “ihsan” kelimelerini hiç bir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde tanımlamaktadır. Buna göre iman, Kur’an ve Sünnet’te emredilen temel inanç konularına tam manasıyla iman etmektir.

İslâm, her müslümanın mükellef olduğu ibadet şartlarını yerine getirmektir.

İhsan ise, iman ve İslâmı her an Allah-u Teala’nın huzurundaymışız gibi yaşamaktır. Bu, tasavvufun özüdür. İmanı, ihsanla anlamak, İslam’ı ihsanla yaşamak. Tasavvuf, Rasulullah (s.a.v)’in dosdoğru yolu sünnetinin batın yani içsel yönüdür, madde-mana bütünlüğüdür. Meşayih-i kirama göre taharet, abdest, namaz, oruç, rızık, israf, merhamet, zulüm terim ve dış manasından daha derin, insanda bu hasletleri meleke haline getiren, kişinin bireysel ve toplumsal olarak huzurunu sağlayan birer iç dinamiklerdir. Nitekim çağımız tasavvuf büyüklerinden Abdulah Murad Şükrüoğlu Hocaefendi’nin sadrından satıra döktüğü dizelerinde şöyle der;

Taharet; TAHARETİN HAKİKATİ; KALBİNİ MÜSLÜMANLAR HAKKINDAKİ KÖTÜ FİKİRLERDEN TEMİZLEMEKTİR.

Abdest; HAK ABDESTİ; BATILDAN, HURAFELERDEN, KUR’AN’LA VE SÜNNETLE ARINMAKTIR.

GÜL DEREN GÜLDE KUSURA BAKMAZ.

DOST İSTEYEN DOSTTA KUSURA BAKMAZ.

HAK ABDESTİ ALMADAN NAMAZ OLMAZ.

7- Buhârî, İman 1; Müslim, İman 1.

KUSURLA GELEN KUSURLA GİDER.

Rızık; RIZIK EVVELEN İMANDIR.

BİZİ İMANLA RIZIKLANDIRAN MEVLAY-I ZÜ’L-CELAL’E,

NE KADAR HAMDETSEK AZDIR.

İsraf; İSRAF; HUZURDAN ÇIKMAK.

RIZIK; HUZURDA KALMAKTIR.8

‘Tasavvuf aklı yok saymak, irade ve hürriyyeti kişinin elinden alıp, şeyh efendilerin eline vermektir’diyerek, tasavvufun İslam’a aykırı olduğu, şirk unsurları taşıdığı gerekçesiyle her devirde tasavvuf karşıtları tarafından bu ilim tenkit edilmiştir. Tarihten ve günümüzden çok çeşitli ilim alanlarında temayüz etmiş bir kısım ilim ehlinin ve tabii ki Allah’ın veli kulları olan şeyh efendilerin tasavvuf hakkındaki düşünceleri şunlardır.

Abdullah Murad Şükrüoğlu:

Tasavvuf, gözün görmediğini akılla görme-ye çalışmaktır.

Tasavvuf, aklın mekanının ruh olduğunu kavramaktır.9

Şeriat; haramlardan uzak durmaktır. Tari-kat; şüpheli şeylerden uzak durmaktır. Marifet; mübahlardan uzak durmaktır. Hakikat; helal-lerden uzak durmaktır. 10

İmam Malik: “Tasavvuf bilmeyen fakih fa-sık, tasavvufu bilip de fıkhı bilmeyen ise zın-dık olur. Bu ikisini birleştiren eden ise hakika-te ulaşır.”11

İmam Şafiî: “Sufiyye ile sohbetim esnasında kendilerinden üç şey istifade ettim:

1.Zaman bir kılıçtır, sen onu kullanmazsan, o seni keser.

8-Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra Damlalar.9- Abdullah Murad şükrüoğlu, Sadırdan Satıra İlahiler .10- Abdullah Murad Şükrüoğlu, On Hafta Sohbetleri cild;4.11- Fıkh-ı Maliki şerhi cild 2; s,195 Abdü’l-Baki ez-Zerkanî ve Aliyyü’l-Kâri, c 1;s,33.

Page 40: Bizbiriz dergisi 2 sayi

40 • Bizbiriz Dergisi

2.Kendini hakla meşgul etmezsen, batıl seni istila eder.

3. Kendine hiçbir varlık isnad etmemek, erbab-ı ismetten olmak demektir”.12

Ahmed İbni Hanbel: “Sufîlerle sohbeti tavsiye ederim. Onlar ilimleriyle, murakabeden edindikleri feyz ile Allah korkusunu hakkıyla tanımalarıyla ve halkın mesavi ve abeslerinden uzak kalmakla ve yüce himmet olmalarıyla bizi geçmişlerdir”.13

İbni Teymiye: Tasavvuf şeyhleri daima ilme ve şeriate uyulmasını mensuplarına tavsiye etmişlerdir.14

Seyyid Kutub: Yüce Allah’ın kullarından herhangi birine yönelik sevgisi, ifadenin vasfedemeyeceği bir olay olunca; kullarından birinin O’na yönelik sevgisi de zaman zaman sevenlerin sözlerinde örneklerini görmekle beraber, ifade ve tasvir edebilmesi son derece güç bir olaydır. İşte gerçek tasavvuf adamlarının yükseldiği kapı burasıdır. Ancak bunlar da, tasavvuf kisvesine bürünen ve uzun tarihlerinden bilinen bu, topluluğun içinde son derece azdırlar- Rabia el-Adeviye’nin şu beyitleri hâlâ o eşsiz sevginin gerçek tadını duygularıma taşımaktadır...15

Said Nursi: Merkez-i Hilafet olan İstanbul’u beşyüz elli sene bütün âlem-i Hristiyaniyenin karşısında muhafaza ettiren, İstanbul’da beşyüz yerde fışkıran envâr-ı tevhid ve o merkez-i İslâmiyedeki ehl-i imanın mühim bir nokta-i istinadı, o büyük câmilerin arkalarındaki tekyelerde “Allah Allah!” diyenlerin kuvvet-i imaniyeleri ve marifet-i İlahiyeden gelen bir muhabbet-i ruhanî ile cûş u huruşlarıdır. İşte ey akılsız hamiyet-füruşlar ve sahtekâr milliyetperverler! Tarîkatın, hayat-ı

12-Celalüddin-i Suyûtî’nin “Te’yidü’l-Hakikati’l-Aliyye” s,15ı; Şeyh Emin Kürhî’nin “Tenvîru’l-Kulûb”.13-Allame Muhammed Sifarinî, “Gızau’l-Elbab li Şerhi Manzûmeti’l-Adab”, c 1;s,120.14-Tasavvuf | İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, yıl: 8 [2007], sayı: 19;Tiblavi Mahmud Sad “İbn-i Teymiyede Tasavvuf”.15-Fi-Zilali’l-Kur’anMaide suresi 54–56. ayetlerin tefsiri.

içtimaiyenizde bu hasenesini çürütecek hangi seyyiatlardır, söyleyiniz?16

Ömer Nasuhi Bilmen: “Tasavvuf: şeriatin edep kuralları ile zahiren ve batınen süslenmenin neticesi olarak insanda tecelli eden feyzin kemalatı olan bir haldir.”17

Hasan el-Benna: “Bizim ahlakımız sufi ahlakıdır.”18

Bu görüşlerden anlaşılacağı üzere tasavvuf geçmişteki misyonunu bugün de devam ettirmelidir. Maddeciliğin, menfaatperestliğin, bananeciliğin zirveye ulaştığı günümüz insanların mana erlerinin, Allah’ın velilerinin cihandan engin merhametleri gönüllerine, yardım ellerine çok ihtiyacı var. Güzel ahlakın, ulvi erdemlerin hiçe sayılmasına dur diyecek, kafalardaki şüpheleri izale edecek hikmetli dillere aç insanlık. Modern insan kişilik bozukluğu içinde, varlığının sebebini kaybetmiş, hissiyatı azalmış, adeta canavarlaşmış. Müslüman adalet, hak, hukuk, eşitlik, paylaşım, saygı, cömertlik, emeğe saygı, yapılanı takdir etme gibi temel ahlâkî ilkeleri unutmuş.

Bizim zalimler sağlam-çürük aramazlar.

Eline güç verin bir tane müslümana acımazlar.19Mürşid-i Kamil Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocamızın beyitlerinde ifadesini bulduğu gibi mazluma karşı acımasız, zalime ise suskun müslüman. Yeniden erdemli bir toplum için, asr-ı saadet huzurunu yakalayabilmek için tasavvufun güzel ahlak, irfan, aşk yoluna, mana aleminin sultanlarına, hak ve hakikat mürşid-i kamillere her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.

16- Risale v.1.0 Mektubat s 443 444-446.17 Muvazzah İlmi Kelam s.59–60–61.18 İhvan-ı Müslimin’de Eğitim ve Teşkilatlanma Siyaseti -Abdulhalim Mahmud.19 Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra Damlalar.

Page 41: Bizbiriz dergisi 2 sayi

Bizbiriz Dergisi • 41

�ن آتينامه الكتاب يعرفونه � يعرفون ا ��

ن� فريقا م هنم ليكتمون �اء مه وا آ�بن

الحق� ومه يعلمون

آ�و من اكن ميتا فأ�حييناه وجعلنا �

ث� يف م نورا يميش به يف الن�اس مكن

لمات ليس خبارج م ا ن هنا كذ� ز� لظ�

يعملون للاكفر�ن ما اكنوا

آ�سوة لقد اكن لمك يف رسو ل ا��

واليوم ا�خر وذكر من اك ن �رجو ا�� نة ل حس�

كثريا ا��

�بعوين فات ب�ون ا�� ن كن مت حت�قل ا

غفور ويغفر لمك ذنو�مك وا�� ببمك ا�� حي

حمي ر�

SİYER-İ NEBİ

SİYER

“Kendilerine kitap verdiklerimiz, onu (pey-gamberi), çocuklarını tanır gibi tanırlar. Buna rağmen içlerinden bir bölümü, bildikle-ri halde gerçeği gizlerler.”1

Bugün de insanlık tıpkı 1400 yıl evvelin-de olduğu gibi kurtarıcısını kendi öz evladı gibi tanımakta ve yine bir kısmı doğruyu gördükle-ri halde türlü sebeplerle gerçeklerden gizlen-mekte. Şüphesiz günümüzde Müslümanların görünen çokluklarına rağmen anlayış ve yaşa-yış noktasında ki eksiklikler Habibi Kibriya Mu-hammed Mustafa (s.a.v) ve O’nun örnekliğine olan ihtiyacı açıkça göstermektedir. Nebi Mu-hammed Mustafa (s.a.v)’in hayatını konu edin-miş Siyer ilmine gösterilen rağbet yüzeysel ve ezberdeyken,duyulan saygıysa gelenek halini almış durumda. Halbuki Efendimiz (s.a.v)’i bu şekilde bilmek, O’na karşı cahil kalmak demek-tir, zulmetmektir.

Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocaefendi’nin, ‘İslam yaşamdır, geriye kalan masaldır’ sözü ne kadar da hakikatli ve günü-1-Bakara diye meşhur sure/ 146.

müzü yansıtmakta. Hayat veren, kuvvete geti-ren, yolumuzu düzleştirip, sağlamlaştıran ger-çeğimizden uzaklaştıkça masallarda kaldık, korktuk ve uyuduk.

Bizler masallardan sıyrılıp hakikate ere-rek O’nu tanımak ve yaşamak adına başladı-ğımız bu köşede gelin işe Rasulullah (s.a.v)’in doğduğu zamanları tanımakla başlayalım. Atası İbrahim (a.s)’ın duası, kardeşi İsa (a.s)’ın müjdesi, annesi Amine’nin rüyası, ümmetin hasreti olan Son Nebi Muhammed Mustafa (s.a.v) ‘eski dünya olarak bilinen Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının ortasında yer alan Arabis-tan Yarımadası’nın batısındaki Hicaz Bölgesin-de Mekke şehrinde dünyaya geldi.’2Dünyanın dört bir yanından coşkun ve hırçın bir su gibi bataklaşan bu hal soyu Hz. İbrahim (r.a)’ a da-yanan bu beldede çoğalmıştı, insanlık unutul-muş, zulüm kol geziyordu. Mazlumlar kan ağ-laya dursun zalimler zulmünden utanmıyor-du. Can, mal, namus güvenliği yoktu. Sadece güçlülerin haklı olduğu, kimsenin kimseye he-sap sormaya gücünün yetmediği bir dünya… İnsanlık bunalmış, ruhlar hasta. Sapkınlıkların, azgınlıkların, yanlışlıkların zirve yaptığı cahili-ye devri denilen bu zamanları Abdullah Murad Şükrüoğlu ne de güzel anlatıyor;

Vahşet doluydu dünya,2-Casim Avcı, Son Peygamber Hz. Muhammed, İsam 2007, s.17

Page 42: Bizbiriz dergisi 2 sayi

42 • Bizbiriz Dergisi

�ن آتينامه الكتاب يعرفونه � يعرفون ا ��

ن� فريقا م هنم ليكتمون �اء مه وا آ�بن

الحق� ومه يعلمون

آ�و من اكن ميتا فأ�حييناه وجعلنا �

ث� يف م نورا يميش به يف الن�اس مكن

لمات ليس خبارج م ا ن هنا كذ� ز� لظ�

يعملون للاكفر�ن ما اكنوا

آ�سوة لقد اكن لمك يف رسو ل ا��

واليوم ا�خر وذكر من اك ن �رجو ا�� نة ل حس�

كثريا ا��

�بعوين فات ب�ون ا�� ن كن مت حت�قل ا

غفور ويغفر لمك ذنو�مك وا�� ببمك ا�� حي

حمي ر�

Tapıyordu hayvana, puta,Sevinen iblisti buna,Doğmamıştı İslam daha.“Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine, in-

sanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, hiç, karanlıklar içinde kal-mış, bir türlü ondan çıkamamış kimsenin duru-mu gibi olur mu? İşte kâfirlere, işlemekte olduk-ları çirkinlikler böyle süslü gösterilmiştir.”3

Yapılan bütün kötülükleri güzel, çirkin-likleri süslü saymaktaydılar. Bu öldürücü karan-lık, Hz. Adem’in arş-ı ala’ da gördüğü4, her şey-den evvel Allah’ın kendi nurundan yarattığı-nı bildirdiği5Ahmedi Nur ile dirilmeyi, Alemle-rin Efendisini bekliyordu. Bu muazzam olayın gerçekleştiği gün ferahlatıcı bir sabah, batma-sı mümkün olmayan bir güneşle aydınlanırken, dünyada meydana gelen harikulade olaylar ba-tılın zail olacağını ve dengelerin değişeceğini müjdeler gibiydi. Bu mübarek zamanda Save gölü kurumuş, Semave deresi taşmış, Mecusi-lerin bin yıldır yaktıkları ateş sönmüş, Kisra sa-rayının burçları yıkılmıştı. Hakikatte ise; yıkılan, Kisraların sarayı değil, dünyayı zulümle yöneten üç büyük güç olan İran’ın ihtişamı, Bizans’ın sal-tanatı ve Çin’in azametiydi. Sönen ateş, Mecu-silerin tapınaklarında ki ateş değil, dünyada ki küfür ve dinsizliği körükleyen alevlerdi. Kuru-yan Save gölü değil, putperest inancın saçma-lığı, zerdüştlüğün zorbalığı ve zalimlerin süs-lü görünen halleriydi. 6 Hayat bulduran bu ay-dınlık ve temizlenme gelen Nur-u Muhammed (s.a.v)’in hürmetine başlamış, insanlığın boşlu-ğunu dolduracak tevhit canlanmıştı.

“Andolsun, sizin için, Allah’ı ve ahiret gü-nünü umanlar ve Allah’ı çokça zikredenler için 3-En’am diye meşhur sure, 122.4-Kastalani, Mevahibü’lLedünniye, c.1, s.6.5- İmam Şibli, Peygamberimizin Hayatı, Timaş 2008, s.83.6-hzab diye meşhur sure, 21.

Allah’ın Resulü’ nde güzel bir örnek vardır.”7

Tevhidin habercisi, Nebi Muhammed Mustafa (s.a.v) Rabbimiz tarafından ‘üsve-i ha-

sene’ yani en güzel örnek olarak gösterilmiştir. Bu üstünlükleriyle Muhammed Mustafa (s.a.v) yaklaşık on beş asırdır sadece kendisine inan-maları dolayısıyla Müslümanların değil, amaç-ladığı toplumun yaşarken gerçekleştiğini göre-rek tarihin başarıya ulaşmış en etkin kişisi� ola-rak kabul edilmiş, tarihi ve islam medeniyeti-ni şekillendirerek müslüman olmayanlarında bir şekilde ilgi duyduğu üstün bir şahsiyet ola-rak örnekleşmiştir. Herkes için örnek teşkil eden bu hayatı daha iyi anlamak, Onun ile anılmak, Onun ile yaşamak, Onun ile yaşatmak adına bü-tün çabamız.

Allah-u Teala şöyle buyuruyor;“De ki: “Eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana

uyun; Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı ba-

ğışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.”�

Biz bundan dolayı her işimizi O (s.a.v)’e göre düzenlememiz gerektiğini söylüyoruz. Biz bunu Rabbimizin emri olarak almazsak, Rasu-7-“Hatem; Asım kıraatinde “ta”nın fethiyle, mütebakisinde kesriyle okunur. Kesr ile “hatim”, ism-i fail olup, hatmeden, nihayete erdiren, yahut mühürleyen demek olur. Feth ile “hatem” de, ismi alet olup, mühür demektir. Yani Muhammed Resulullah, hem peygamberleri hitama erdiren son peygamberdir, ahir’ül enbiyadır; hem de bütün peygamberleri tasdik ve tevsik eden ilahi bir mühürdür. Eğer o gelmese idi, diğer peygamberler unutulup gidecek, tarihte onların mevcudiyetlerini ve nübüvvetlerinin hakkıyyetini ilmen isbat etmek mümkün olmayacaktı. Nübüvveti Muhammediye ile beşeriyyet, din nokta-i nazarından tekamül gayesine ermiştir. Ondan sonra başka peygamber beklememeli, nur-ı Muhammediyi takip eylemelidir”. Bkz. Elmalılı Tefsiri, V, 3906.

�ن آتينامه الكتاب يعرفونه � يعرفون ا ��

ن� فريقا م هنم ليكتمون �اء مه وا آ�بن

الحق� ومه يعلمون

آ�و من اكن ميتا فأ�حييناه وجعلنا �

ث� يف م نورا يميش به يف الن�اس مكن

لمات ليس خبارج م ا ن هنا كذ� ز� لظ�

يعملون للاكفر�ن ما اكنوا

آ�سوة لقد اكن لمك يف رسو ل ا��

واليوم ا�خر وذكر من اك ن �رجو ا�� نة ل حس�

كثريا ا��

�بعوين فات ب�ون ا�� ن كن مت حت�قل ا

غفور ويغفر لمك ذنو�مك وا�� ببمك ا�� حي

حمي ر�

�ن آتينامه الكتاب يعرفونه � يعرفون ا ��

ن� فريقا م هنم ليكتمون �اء مه وا آ�بن

الحق� ومه يعلمون

آ�و من اكن ميتا فأ�حييناه وجعلنا �

ث� يف م نورا يميش به يف الن�اس مكن

لمات ليس خبارج م ا ن هنا كذ� ز� لظ�

يعملون للاكفر�ن ما اكنوا

آ�سوة لقد اكن لمك يف رسو ل ا��

واليوم ا�خر وذكر من اك ن �رجو ا�� نة ل حس�

كثريا ا��

�بعوين فات ب�ون ا�� ن كن مت حت�قل ا

غفور ويغفر لمك ذنو�مك وا�� ببمك ا�� حي

حمي ر�

Page 43: Bizbiriz dergisi 2 sayi

Bizbiriz Dergisi • 43

lullah (s.a.v)’e itaatin Allah’a itaat olduğunun şuuruna varmazsak O (s.a.v)’e danışmayız. İn-sanoğlu kendi kıt aklının erdiğince danışa-cak bir yer bulur. Ama bilesiniz ki Muhammed Mustafa (s.a.v)’e uymayan işlerin sonu hep hüs-ran olur.

RASULULLAH (S.A.V)’ İN ŞEMAİLİ

Bu kısımda ‘Allah’a ve ahiret gününe ümit besleyip de Allah’ı çok anan kimseler’ olma azmi ile yola çıkanları asırlar öncesinin ‘güzel örneği’ ile irtibatlandırarak güzel insan olma yolunu aralamaya bakacağız.

Şemail, -şimal- kelimesinin çoğulu olup huy, tabiat, karakter, hal, hareket anlamında-dır. İslam alimleri bu kelimenin geniş manası-nı daha da özelleştirerek Muhammed Musta-fa (s.a.v)’ in beşeri yönünü, yaşama üslubunu ve şahsi hayatını anlatan bir terim haline getir-mişlerdir.

Kendi cahiliyemizden sıyrılıp Asr-ı saa-detten nefeslenme yolunda ki bu rol modeli-miz Hz. Muhammed (s.a.v) Kur’an-ı Kerim’de “…Allah’ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusu-dur.” �Şeklinde anlatılmaktadır. Bu ayet-i keri-mede kullanılan tabir ‘Hatemü’n Nebiyyin’dir.’� Allah-u Teala bir yandan Muhammed Musta-fa (s.a.v)’in ‘peygamberlerin mührü’ olduğunu, O’ndan sonra artık bir peygamber gönderme-yeceğinin bilgisini kesin bir şekilde verirken, ‘mühür ’ün eserini mübarek vücutlarında da tecelli ettirmiş bulunmaktadır.

Bu tecelli ünlü muhaddis Hakim(405/

1014)’ den gelen bir rivayette şöyle aktarılmış-tır;

“…Allah hiçbir peygamber gönderme-miştir ki, onun sağ elinde Peygamberlik beni (şamet’ünnübüvve) olmamış olsun. Ancak bi-zim peygamberimiz Muhammed Aleyhisse-lam bunun istisnasını teşkil etmektedir. Zira O’nun peygamberlik beni, (sağ elinde değil) kürek kemikleri arasındadır. Peygamberimiz (S.a.v)’e bu durum sorulunca; “Kürek kemikle-rim arasında bulunan bu ben, benden önce-ki Peygamberlerin beni gibidir. Ne var ki, artık benden sonra bir daha nebi ve resul gelmeye-cektir.”�

Nübüvvet mührü ile ilgili birkaç hadise daha bakarsak;

Cabir b. Semüre anlatıyor;“Ben, Rasulullah Efendimiz’ in kürek ke-

mikleri arasında bulunan Nübüvvet mührü’nü gördüm. O, güvercin yumurtası büyüklüğün-de kırmızımtırak bir yumru idi.”

Ebu ZeydAmr b. Ahtab el- Ensari anlatı-yor;

“Peygamber Efendimiz bana; “Ya Eba-Zeyd, bana doğru yaklaş ve sırtımı elinle kaşı” dedi. Ben de, emr-i peygamberiye uyarak, elimle mübarek sırtlarını kaşıdım. Bu sırada parmaklarım, Mühr-i nübüvvet’e dokundu.

Bu hadiseyi Ebu Zeyd’ den nakleden ’Ilba b. Ahmer;

- ‘Nübüvvet mührü nasıl bir şeydi?’ diye sorduğumda, o;

- ‘Kıl yumağı gibi bir şeydi!’ şeklinde cevap verdi, der.”

Ebu Nazra (109/ 727) anlatıyor;Ashabdan Ebu Said el- Hudri (r.a)’ya Re-

sulullah Efendimiz’ in Peygamberlik mührü’ nün nasıl bir şey olduğunu sordum. Mübarek sırtlarında ‘gül tomurcuğu gibi bir et parçası ol-duğunu’, söyledi.

Page 44: Bizbiriz dergisi 2 sayi

44 • Bizbiriz Dergisi

Fil vakasından 13 yıl sonra Mekke’de doğmuştur. Babası, Hattab b. Nüfeyl olup, nesebi Ka’b’da Resulullah (s.a.s) ile birleş-mektedir. Annesi, Ebu Cehil’in kardeşi veya am-casının kızı olan Hanteme’dir.  Hz Ömer’ül Fa-ruk Hulefa-i Raşid’in ikincisi ve Resulullah (s.a.s)’ın verdiği tevhid mücadelesinde ona en yakın olan isimlerdendir.

Kaynaklar Hz. Ömer (r.a)’in Müslüman olmadan önceki hayatı hakkında fazlaca bir şey söylemez-ler. Ancak küçüklüğünde, babasına ait sürülere ço-banlık ettiği, sonra da ticarete başladığı bilinmek-tedir. Cahiliye döneminde Mekke eşrafı arasında yer almakta olup, Mekke şehir devletinin elçilik gö-revi onun elindeydi. Bir savaş çıkması durumunda karşı tarafa elçi olarak Hz. Ömer (r.a) gönderilir ve dönüşünde onun verdiği bilgi ve görüşlere göre hareket edilirdi. Ayrıca kabileler arasında çıkan an-laşmazlıkların çözümünde etkin rol alır, verdiği ka-rarlar bağlayıcılık vasfı taşırdı.

Hz. Ömer (r.a), sert bir mizaca sahip olup, Islama karşı aşırı tepki gösterenlerin arasında yer almak-taydı. Sonunda o, dedelerinin dinini inkâr eden ve tapındıkları putlara hakaret ederek insanları onlar-dan yüz çevirmeğe çağıran Resulullah (s.a.s)’ı öl-dürmeye karar vermişti. Kılıcını kuşanarak, Rasu-lullahı öldürmek için harekete geçmiş, ancak ola-

yın gelişim şekli onun Müslümanların arasına ka-tılması sonucunu doğurmuştu. Tarihçilerin ittifak-la naklettikleri rivayete göre, Hz. Ömer (r.a)’in Müs-lüman oluşu söyle gerçekleşmişti: Hz. Ömer (r.a), Resulullah (s.a.s)’i öldürmek için onun bulunduğu yere doğru giderken, yolda Nuaym b. Abdullah ile karsılaştı. Nuaym ona, böyle öfkeli nereye gittiğini sorduğunda o, Muhammed (s.a.s)’i öldürmeye git-tiğini söylemişti. Nuaym, Hz. Ömer’in ne yapmak istediğini öğrenince ona, kız kardeşi ve eniştesinin yeni dine girmiş olduğunu söyledi ve önce kendi ailesi ile uğraşması gerektiğini bildirdi. Bunu öğ-renen Hz. Ömer (r.a), öfkeyle eniştesinin evine yö-neldi. Kapıya geldiğinde içerde Kur’an okunmak-taydı. Kapıyı çalınca, içerdekiler okumayı kesip, Kur’an sayfalarını sakladılar. İçeri giren Hz. Ömer (r.a), eniştesini dövmeye başlamış, araya giren kız kardeşinin aldığı darbeden dolayı burnu kanamış-tı. Kız kardeşinin ona, ne yaparsa yapsın dinlerin-den dönmeyeceklerini söyleyerek kararlılığını bil-dirmesi üzerine, ona karşı merhamet duyguları kabarmaya başlamış ve okudukları şeyleri görmek istediğini söylemişti. K ndisine verilen sahi-felerden Kur’an ayetlerini okuyan Hz. Ömer (r.a), hemen orada iman etti ve Resulullah (s.a.s)’in ne-rede olduğunu sordu. O sıralarda Müslüman-lar, Safa tepesinin yanında bulunan Erkam (r.a)’in evinde gizlice toplanıp ibadet ediyorlardı. Resu-lullah (s.a.s)’in Daru’l-Erkam’da olduğunu öğrenen Hz. Ömer (r.a), doğruca oraya gitti. Kapıyı çaldığın-da gelenin Ömer olduğunu öğrenen sahabiler en-dişelenmeye başladılar. Zira Hz. Ömer (r.a) silahla-rını kuşanmış olduğu halde kapının önünde duru-yordu. Hz. Hamza: “Bu Ömer’dir. İyi bir niyetle gel-diyse mesele yok. Eğer kötü bir düşüncesi varsa, onu öldürmek bizim için kolaydır” diyerek kapıyı açtırdı. Resulullah (s.a.s), Hz. Ömer (r.a)’in iki yaka-sını tutarak; “Müslüman ol ya Ibn Hattab! Allah’ım ona hidayet ver!” dediğinde Hz. Ömer (r.a) Kelime-i Şahadet getirerek iman etti.

Hz. Ömer (r.a), risaletin altıncı yılında Müslü-man olmuştur. O, iman edenlerin arasına katıldığı zaman Müslümanların sayısı yetmiş seksen kişi ka-dardı Mekkeli müşriklerin, gösterdiği zorbaca tep-kiden dolayı Müslümanlar, Beytullah’a gidip na-maz kılamıyor ve ancak gizlice bir araya gelebili-yorlardı. Hz. Ömer (r.a) Müslüman olunca doğru-ca Beytullah’ın yanına gitti ve Müslüman olduğu-

HZ. ÖMER(RADIYALLAHU ANH)

Safa AK“Fırat kıyısında bir deve helak olsa, Allah

bunu Ömer’den sorar diye korkarım”

Page 45: Bizbiriz dergisi 2 sayi

Bizbiriz Dergisi • 45

nu haykırdı. Orada bulunanlar şiddetli tepki gös-terdi. Ancak o, müşriklere karşı savaşını sürdürerek onların, Müslümanlara gösterdiği muhalefeti kırdı herkesin göz önünde Beytullah’ ta namaza durdu.

Müslüman olduktan sonra sürekli Resulullah (s.a.s)’in yanında bulunmuş, onu korumak için elin-den gelen gayreti göstermiştir. O, iman ettikten sonra müşriklere kar-şı çok sert davranmış ve dinini her ortamda, kim-seden çekinmeden sa-vunmuştur. İslâm tebli-ğinin yeni bir veçhe ka-zanması için Medine’ye hicret emr olunduğu za-man Müslümanlar Mekke’den gizlice Medine’ye göç etmeye başladıklarında, Hz. Ömer (r.a), gizlen-me ihtiyacı duymamıştı. Hz. Ömer (r.a), beraberin-de yirmi arkadaşı olduğu halde Medine’ye doğru yola çıkmıştı. Hz. Ali (r.a) onun hicretini şu şekilde anlatmaktadır:

“Ömer’den başka gizlenmeden hicret eden hiç bir kimseyi bilmiyorum. O, hicrete hazırlan-dığında kılıcını kuşandı, yayını omzuna taktı, eli-ne oklarını aldı ve Kâ’be’ye gitti. Kureyş’in ile-ri gelenleri Kâ’be’nin avlusunda oturmakta idi-ler. O, Kâ’be’yi yedi defa tavaf ettikten sonra, Makâm-i İbrahim’de iki rekât namaz kildi. Halka halka oturan müşrikleri tek tek dolaştı ve onlara;  “Yüzünüz kara ol sun. Kim annesini evlatsız, çocuk-larını yetim, karısını dul bırakmak istiyorsa su vadi-de beni takip etsin” dedi. Onlardan hiç biri onu en-gellemeye cesaret edemedi” .

Hz. Ömer (r.a), Bedir, Uhud, Hendek, Hayber vb. gazvelerin hepsine ve çok sayıda seriyyeye katıl-mış, bunların başında komutan olarak görev yap-mıştır. Hz. Ömer (r.a), bütün meselelere karsı net ve tavizsiz tavır koymakla tanınır. Onun küfre karşı düşmanlığı; müşriklerin, İslam’a karşı olan saldırıla-rını hazmedememe konusundaki hassasiyeti; bazı kararlara şiddetle karşı çıkmasına sebep olmuştur. Hudeybiye’de yapılan anlaşmanın müşrikler lehine görünen maddelerine karşı çıkışı bunlardan biridir. Ancak o, Resulün, Allah Teâlâ’nın gösterdiği doğ-rultuda hareket etmekten başka bir şey yapmadığı uyarısı karşısında, hemen kendini toparlamış ve

olayın iç gerçeğini kavramıştı. 

Resulullah (s.a.s)’in vefatının hemen peşinden ortaya çıkan karışıklığın Hz. Ebû Bekir (r.a) ‘in hali-fe seçilmesiyle yok edilmesinde Hz. Ömer (r.a) bü-yük rol oynamıştır. Hz. Ebû Bekir (r.a) ‘in kısa halifeli döneminde en büyük yardımcısı Hz. Ömer (r.a) ol-muştur. Hz. Ebû Bekir (r.a) vefat edeceğini anladı-

ğında, Hz. Ömer (r.a) ‘i kendisine halef tayin etmeyi düşünmüş ve bu düşüncesini açık-layarak bazı sahabi-lerle istişarelerde bu-

lunmuştu. Herkes Hz. Ömer (r.a)’in fazilet ve üstün-lüğünü kabul etmekle beraber, onu bu is için bi-raz sert mizaçlı buluyorlardı. Hatta Talha (r.a) ve di-ğer bazı sahabiler ona; “Rabbin seni Hz. Ömer (r.a) ‘i hafife tayin ettiğinden dolayı sorgularsa ona ne cevap vereceksin? Bilirsin ki Ömer oldukça sert bir kimsedir demişlerdi Hz. Ebu Bekir (r.a) ise şöyle ce-vap verdi “Derim ki: Allah’ım! Kullarının en iyisini onlara halife yaptım.”  Sonra da Hz. Osman (r.a)’ı ça-ğırarak bir kâğıda Hz. Ömer (r.a) ‘i halife tayin ettiği-ni yazdırdı. Kâğıt katlanıp mühürlendikten sonra, Hz. Osman (r.a) dışarı çıkarak insanlardan kâğıtta yazılı olan kimseye bey’at edilmesini istedi. Orada-kilerin bey’at etmesiyle Hz. Ömer (r.a) ‘in II. Raşid halife olarak iş başına gelişi gerçekleşti.

Halifelik Dönemi

Resulullah (s.a.s.) vefat etmeden önce Müs-lümanlar hemen hemen tüm Arap coğrafyasını hâkimiyeti altında tutuyordu ve Bizansa karşı aske-ri seferler düzenleniyordu. Hz. Ebu Bekir (r.a) dö-neminde bu askeri hareketler Bizans’la birlikte İran devletine karşı devam etmişti. Hz. Ömer (r.a)’in üzerine düşende ise bu siyaseti devam ettirmek ti ve Bizans’ın elinde bulunan Suriye’yi İran’ın elin-de bulunda Kisra kalesini Azerbaycan ve Ermenis-tan bölgelerini Müslüman toprakları arasına kat-mayı başarmıştı. Bu fetihler den sonra yönünü ba-tıya çeviren İslam orduları Kudusü ve Mısır’ı İslam topraklarına almış ve halife Hz. Ebu Bekir (r.a) bir süre Kudüs sarayında kalmıştır. Bütün bu askeri ha-reketlerin yanı sıra Hz. Ebu Bekir (r.a) aynı zaman-da henüz müesseseleri bulunmayan İslam devle-tini teşkilatlandırmaya çalışıyordu. Yani İslam dev-

Kenâr-ı Dicle’debir kurt aşırsa koyunu

Gelir de adl-i İlâhi sorardı Ömer’den onu

M.Akif Ersoy

Page 46: Bizbiriz dergisi 2 sayi

46 • Bizbiriz Dergisi

letinde ilk teşkilatlanma Hz. Ömer (r.a) dönemin-de olmuştur. İlk zamanlar bu teşkilatlanmaya pek ihtiyaç yoktu. Ancak devletin sınırları genişlemiş ve bu geniş coğrafya içerisinde devletin etkinliği-ni sağlayabilmek için idarî düzenlemeler yapılma-sı zarureti doğmuştu. O, ilk olarak askerlerin kayıt-larının tutulduğu ve fey ve ganimet gelirlerinin da-ğıtımının kaydedildiği “divan” teşkilatını kurdu. Ay-rıca Hz. Ömer (r.a), yargı (kaza) işlerini bir düzene koymak için valilerden ayrı ve bağımsız çalışan ka-dılar tayin eden ilk kimsedir. Geniş coğrafyalara hükmeden Müslüman devletinin halen kendisine ait bir para birimi yoktu bu durumda ekonomiye dışarıdan gelecek herhangi müdahaeyi etkin kıla-bilirdi bu nedenle ilk olara Hz. Ömer döneminde para bastırılmıştı.

Hz. Ömer (r.a)’in, üzerinde titizlikle durduğu ve asla müsamaha göstermediği en önemli konu ada-let meselesiydi. O, mevki, rütbe, soyluluk vb. hiçbir ayırım gözetmeden hakların sahiplerine verilmesi için çok şiddetli davranmıştır. Bu konuda onun ya-nında bir köle ile efendisi arasında bir fark yoktur.  O, her tarafta adaletin eksiksiz yerine getirilmesi, muhtaç ve yoksul kimselerin gözetilmesi için ülke-nin en ücra köselerindeki durumlardan zamanında haberdar olmak için imkân oluşturmaya çalıştı. O, muhtaç kimseler konusunda din ayırımı gözetme-miş, Hıristiyan ve Yahudilerden olan yoksullara da yardımlarda bulunmuştur.  Hz. Ömer (r.a), fethedi-len bölgelerde okullar açmış, buralara müderrisler tayin etmiş ve Kur’an-ı Kerim’i okumak ve onunla amel edebilmek için gerekli olan eğitimin verilme-sini sağlama yolunda gayret sarf etmiştir. İslâm’ın, Müslüman olan insanlara öğretilmesi ve tebliğ ça-lışmalarının yürütülmesi için sahabîlerden ve di-ğer âlimlerden istifade etmiş ve onları değişik böl-gelerde görevlendirmiştir. Kur’an , Hadis ve Fıkıh öğretimi ile uğraşan bu âlimlere büyük meblağ-lar tutan maaşlar bağlamıştır. Hz. Ömer (r.a), dev-letin her tarafında camiler inşa ettirmişti. Onun za-manında dört bin tane cami yapılmış olduğu riva-yet edilmektedir. İlk defa bir takvimin kullanılması-na Hz. Ömer (r.a) zamanında ihtiyaç duyulmuş ve böylece Hicret esas alınarak oluşturulan takvimle devlet işlerinde tarihleme açısından ortaya çıkan

problemler ortadan kaldırılmıştır.

Vefatı

Hz. Ömer (r.a), 645 yılının son ayında Ebû Lü’lü Firuz adında Yahudi bir köle tarafından namaz kı-larken şehid edildi. Bu köle Hz. Ömer (r.a)’e gelip efendisinden alınan verginin çok olduğunu iddia etti. Hz. Ömer (r.a),“Senden alınan miktar fazla de-ğildir” dedi.

Hz. Ömer’in bu sözüne razı olmayıp, düşmanlık gösteren Firuz, Hz. Ömer (r.a)’e kastetmeyi plânladı Görünüşteki sebep böyle görünmekle beraber işin esası böyle değildi İran casusu olarak aldığı emri yerine getiriyordu Hz Ömer bir gün esnaf teftişin-de iken, Firuz’a, “ Duydum ki, senin değirmen yap-manda üzerine yokmuş” deyince, “ Şayet sağ ka-lırsam, sana öğle bir değirmen yapacağım ki, do-ğuda ve batıda herkes ondan bahsedecek” demiş-ti. Hz Ömer ‘de, “ Vallahi bu beni tehdit etti” buyur-muştu Buna rağmen açıkca suç teşekkül etmedi-ği için cezalandırmamıştı.  Hz Ömer ile vergi tar-tışmasından bir gün sonra elbisesi içine bir han-çer saklayıp, sabah namazı vaktinde mescide girdi Beklemeye başladı Hz Ömer safları düzeltip tekbir alarak namaza durur durmaz, Firuz yerinden fırla-yıp Hz Ömer’e arka arkaya altı darbe vurdu Darbe-lerden biri karnına isabet etti Firuz bir kişiyi daha yaralayıp kaçtı ve yakalanmadan önce intihar etti Hz Ömer evine kaldırıldıktan bir müddet sonra ayı-lıp “Katilim kimdir? Diye sordu Ebû Lü’lü Firuz ol-duğu söylenince “Allah’a şükürler olsun ki bir Müs-lüman tarafından vurulmadım” dedi ve yaralandık-tan 24 saat sonra vefat etti. Ardından Hz. Ayşe den izin alınarak Hz. Ebu Bekir (r.a)’ in yanına defnedil-miştir.Hz. Ömer (r.a) yaşamıyla adeta adaletin tim-saliydi. Devletin içerisinde bir kişi dahi aç olsa bun-dan kendisini sorumlu tutardı. Milli şairimiz Meh-met Akif Ersoy bir beyitinde Hz. Ömer (r.a)’ in ada-letini en iyi şekilde şöyle ifade etmektedir.

Kenâr-ı Dicle’debir kurt aşırsa koyunu

Gelir de adl-i İlâhi sorardı Ömer’den onu

Kaynakça

Türkiye Diyanet vakfı İslam Ansiklopedisi Murat Ak ‘Klasik Türk Şiirinde Aşere-i Mübeşşere

Page 47: Bizbiriz dergisi 2 sayi

Bizbiriz Dergisi • 47

M.Ö. 3000-2000 yıllarında KLİKYA’ ya Hititler (Etiler) hakim olmuşlardır. Hitit uygarlığının iz-lerini Taşkent ve çevresinde rast-lanılmaktadır. Çıban Kayasında-ki Kabartmalar, Karıcık Kale mev-kiindeki tanrıca şekilleri, Avşar ve Çetmi Kasabası yörelerinde çeşitli hayvan şeklileri, Aladağ bölgesi-nin hemen hemen her yerinde bu benzer yüzlerce Hitit yapısı eser-lere rastlanıldığı görülmüştür. 1956 Yılında ilk, 1968 yılında ikin-ci defa Taşkent ve yöresine ge-lerek inceleyen Arkeoloji heyetinin açıklama-sı hayli ilginçtir. Hitit veya İyon medeniyeti-ne ait KANDA-KANDİ adında bir uygarlık mer-kezi aradıklarını, KANDA-KANDİ şehrinin Taş-kent çevresinde olduğunu ve kesinlikle han-gi harabeler olabileceğini kestiremediklerini söylemişlerdir. Şöyle bir kanaat akla gelebilir: Taşkent’in ilk isminin sonundaki KONDİ, LON-DA veya KANDA takısını, adı geçen tarihi şe-hirden almaktadır.Nitekim, ŞİKARİ’ DE PİRLER-KANDİ, İsmail Hakkı Konyalı’ nın “Konya Tari-hi” adlı eserinde PİRLKANDİ, evliya Çelebi’ nin Seyahatnamesinin 9. cildinde KARİYE-İ KONDİ olarak adı geçmektedir. Kesinlikle söylenebilir ki, Taşkent’in ilk adı PİRLERKANDİ’ dir. Zaman-la dilimizde dönüşüme uğrayarak PİRLERKON-DU - PİRLONDA şeklini almıştır. Klikya’ da Hitit uygarlığından sonra Taşkent’i ilgilendiren ikin-ci uygarlık ROMA-BİZANS uygarlığıdır. Taşkent ve çevresinde sık sık karşılaşılan harabeler, la-hitler, mermer sütunlar, taştan yapılmış, aslan-lar ve madeni paralar, tümüyle ROMA-BİZANS uygarlığının kalıntılarıdır. KARICIK, SIVAT, ANA-CAK, DİKMENİN BOYU, ÖRENCİK, TAŞDİBİ ve ASAR (Hisar) bu uygarlıkların yer yer seyrettiği mevkilerdir. Osmanlılar zamanında, Kariye-i KONDİ diye adlandıran Taşkent’te, Osmanlı-

Türk uygarlığı en güzel örnekleriyle canlılıkla-rını muhafaza etmektedirler. Hikayesi dillere destan olan BÜYÜK CAMİİ, Osmanlı padişah-larından Yavuz Sultan Selim zamanında yapıl-mıştır. Bugün dahi kubbe ve minarelerindeki sanat, dipdiri ve taptazedir Yavuz’un Çaldıran seferine rastlayan (1516-1517) yıllarında bü-yük camiinin inşaatına merhum Uzun Şıh (Ab-dullah) zamanında başlanılmıştır. Nitekim Ca-mii tabusunda “SELİMİYE CAMİİ” diye adı geç-mektedir. Ballar çeşmesi, Emirler Pınarı ve Bo-ğaz Köprüsü bu uygarlığın örnekleridir.

Oğuz Bey, kardeşi Karaman Han’dan ayrılıp Taşkent’e adı ile maruf Oğuzeli’ne yerleşmiştir. Piri Bey oymağından Oğuz Bey ile beraber ge-len (1031-1035) bugünkü sülale adları şunlar-dır:

1 - KURRALAR (Bekir Efendi Oğulları)

2 - MEHMET EFENDİLER

3 - HACIVELLER

4 - ŞIHOCAGÎL

5 - MUSTAFALAR (Hacı İbrahim Oğulları)

6 - TOMBULLAR

PİRLERKONDU: TAŞKENTHazırlayan: Ahmet Navruz

Page 48: Bizbiriz dergisi 2 sayi

48 • Bizbiriz Dergisi

1031-1035’den elli sene kadar bir zaman sonra :Şemsi Bey, oymağıyla gelen Piri Şemsi Bey oymağında bulunan bugünkü sülale adı olarak da devam eden nesiller de şunlardır:

1- FAKILAR

2- HACIHALIMELER

3- EMİNLER

4- DAVUTLAR (Kazancılar)

5- HACILAR

6- ÇELİKLER

Köy kurulmuş, Piri Bey oymağı toplan-mıştı.Piri Şemsi Bey oymağına; “Gardaşlarım... Yeni bir yurt edindik, evler yapıp köy kurduk. Bu yurdumuzun da bir adı olmalı. Kendimi-zi bir bütün olarak köyümüzle tanıtmalıyız”. Onun bu sözleri oymağı tarafından coşkunlukla karşılandı. Oymadın en yaşlısı olan Mustafaların atası Hacı İbrahim Efendiden bir ad istediler. O da: Yeni yurdumuzda bizi huzura kavuşturan ça-lışkan Pirimizin evladı olmadığından, yerini ka-bul ederse bu köyün adım ve tüm köyü evlat ederek köyümüze Onun adım verelim. Adı Piri Kondu olsun. Köy adı coşkunlukla kabul edildi.

Anadolu’da Selçuklu Hanedanı Arslan Yab-gu, Resul Tiğin ve Kutalmış’la başlamıştı. Ayrı-ca bir devlet olarak kurulduktan sonra Türkün özelliği yine kendini gösterir: Sınırlarım ge-nişletip, hükmetmek, işte bu idare Alaeddin Keykubat zamanında en sağlam ve en parlak devrini yaşar. Parlaklığın süslediği zaferlerden önemlileri: Moğollarla iyi geçinip, doğuyu gü-venliğe alması ve Antalya’yı fethetmesidir. Yö-remizle ilgili olan Antalya fetihidir. Çünkü An-talya fetihinde Piri Kondu yolu güzergahıdır. Bu hususta M. Ali Kemaloğlu’nun Alanya Tari-hi eserinin 61. sayfasında aynen şöyle anlatılır: Bizzat hükümdarın kumar ettiği Türk Ordusu, en kısa yol olan Konya-Çumra-Dinek-Belviran-Hadim ve Pirlevkanda yoluyla Kalonoros’a (An-talya) inmiştir. Bu zaferin dönüşünde soğuk su-

yundan testisini dolduran kızın çeşmesine yak-laşır. Çeşmeden su içer ve kıza sorar: “Kızım kö-yünüz nerededir”?. (Asar Belini göstererek): “Şu tepenin arkasındadır Sultanım”. “Söyle köy-lülerine, sultanım bu çeşmenin yapılmasını is-tiyor”. Diyerek yoluna devam eder. Bunun üze-rine o suyun bulunduğu mevkiye çeşme yapı-lır. Çam ağacından oyularak yapılmış su içme kabı (şapşak olarak bilinen) da konur. Çeşme-nin yapılmasına vesile olan Alaeddin’e izafeten Sultan Çeşmesi denir. Çeşmenin adı hala Sul-tan Çeşmesi olup soğuk suyuyla meşhurdur. Bu arada efsane olarak bilinip anlatılan bir ger-çeği anlatalım. Konya Eski Eserler Müzesi Mü-dürlüğünden alınmış, 1203 te yayınlanmış, za-manının resmî gazetesi şeklinde olan MEC-MUATÜL TEVARÎ-ÜL MEVLEVIYE adlı mecmua-nın 110. Sayfasındanalınmıştır. «Keramet-i Dar Karyeri Pirler-Konda» bu paragrafta beyan edi-liyor. Hz. Mevlana Hadim civarına birkaç gün-lük istirahat ve teferrüç için gittiklerinde (Hicrî 668 ki Hz. Mevlana 64 yaşında iken) O karye-den geçerken çamaşır yıkayan kadınlara tesa-düf ediyor. 0l -o- kadınlardan su istediğinde bir tas su verilir. Suyun içine çam çöpü koyulur. Bunu niçin yaptığını suyu veren kıza sorduğu zaman: “Efendim terlisiniz. Soğuk su zarar ve-rir diye attım” dedi. Hz. Mevlana: “Adım bağışla kızım” der. “Adım bağışlandı efendim” diyerek kız cevap verir. Bunun üzerine Hz. Mevlana: “ Bir arzunuz var mı?” diye sordu. Dokuma bezle-rinden LONCA (zamanın esnaf vergisi) mühü-rü basılıp, damga vergisi alınıyordu. Bez dam-galayan memurların güçlük çıkardıklarından yakındılar. Canlarının yangın olması hasebiyle Hz. Mevlana bu iş zımnında tahsilat talebinde bulundular. Hz. Mezlana Tac-ül Vezir Süleyman Muiniddin Pervaneye bir kağıt yazıyor, bütün vergilerden muaf tutulması için «ÇAMINIZ KU-RUMASIN, KARINIZ FARIMASIN, SUYUNUZ ILI-MASIN VE BEZÎNÎZDEN DAMGA AKÇASI ALIN-MASIN» dediler. Bunu Pervaneye verdiler. O da cemî Tekaküften muaf tuttular.

1974’ te basılmış olan TAŞKENT’ İN DO-ĞUŞU adlı kitabdan alınmıştır.

Page 49: Bizbiriz dergisi 2 sayi

Bizbiriz Dergisi • 49

D

2.BÖLÜMAhmet NAVRUZ

HAYDAR

erin uykularından herkes patlama sesiyle uyanmıştı. Peçeli tarafından rezil edilen İsrail ordusu büyük bir güçle saldırıyordu yine. Acımasızca, canice gözleri dönmü şekilde ateş

ediyorlardı. Karşılıklı olarak Filistinliler kimisi silah kimisi taşla direniyordu. Yasir amca dışarıdan çıkınca yerde yaralanmış yatan bir çocuğu gördü. İsrail askeri vurduğu 5 yaşındaki cocuğu acımasızca tekmeliyordu. Yasir amc koşarak çocuğun önüne geçti. Onu gören asker Yasir amcaı da tekmelemeye başladı. Önünden çekilmeyip çocuğa kendini duvar gibi siper ettiğini gören asker silahını doğrultup Yasir Amcaya ateş etti. Karnından vurulan Yasir amca kanlar içinde yere serildi. Tam bu sırada asker omzunda bir el hissetti. Arkasını dönünce karşısında Peçeliyi gören asker daha silahını doğrultmadan gırtlağından kanlar fışkırmaya başlamıştı. Elindeki hanceriyle askeri yere seren peçeli Yasir amcanın yanına eğilip yarasını bastırdı. Çocuk ile Yasir amcayı Yassir amcanın hanımının yanına taşıdı. Yasir amcanın karısı Melike hanım elinden her iş gelen savaş başladığında beride ücretsiz hemşirelik yapan cevval bir kadındı. Yasir amca ile komşu çocuğunu o halde görünce önce ayakta durmakta güçlük çekti ama yardım etmeli idi. Duvara dayanarak Peçeli yardım etti. Yasir amcanın yarası ağırdı.Melike hanım hemen çantasını getirip tedaviye başladı ama bir yandan da gözyaşlarına hakim olamıyordu. Hem gözünden yaşlar geldi hem çocuk ile Yasir amcayı tedavi için uğraşmaya başladı. Biliyordu ki bunda da vardı bi hayır sabretmeli idi Bu yüzden feryad etmiyordu ve Rabbine dua ediyordu. Kurşunu çıkarırken bir yandan da ayetel kursi okumaya başlamıştı. Yaralıları taşıyan peçelinin yardım etmeye vakti yoktu.

Arkasını döndü. Tam dışarı çıkacakken çocuk seslendi. “Peçeli abi, al bunu” diyerek elindeki dua yazılı kağıdı verdi. ve devam etti. “Annem vermişti abi. Fakat demişti ki “sadece boynunda asılı durmasın oğlum! Hem de duaları oku. Allah seni korur.” Ben de hem okudum hem taşıdım. Bak ölmedim. Bunu sen tak hem de oku. Allah seni de korusun.” dedi. Duayı alan Peçeli çocuğu öperek koşar adımlarla çıktı. İsrail askerlerinmin silahlarını alarak koşmaya başladı. Bir arka sokakta Filistin direnişini geçemeyen küffar akerleri tank ile saldırmak için hazırlanıyorlardı. Kadınların ve çocukların saklandığı eve namlusunu çeviren tanka ateş ve taş kar etmiyordu. herkes çaresiz kalmıştı. Evin içinde kadınlar Allah’a dua ediyordu. Bir anda İstail askerleri vurulup yere düşmeye başladılar. Tankın çevresindeki askerler doğu yönüne ateş ediyorlardı.Fakat hepsi teker teker kanlar içinde yere yığılıyordu. Tank namlusunu doğuya doğru çevirmeye başladığı anda tankın üstünde beliren peçeli tankın içine bir el bombası atıp hemen sipere doğru koştu ve siper aldı. Büyük bir gürültü ile tank patlarken Filistinliler Allahuekber nidaları ile sevinçlerini belli ediyorlardı. Siperden ayağa kalkan peçeli arkasından kafasına dayanan silah ile irkildi. Bir anda peçelinin aklından türlü düşünçeler geçmeye başlamıştı.(Acaba kafama silahı dayayan kim? İsrail askerinin Filistinli siperinde işi ne? Silahı dayayan İsrailli değilse Filistinliler neden kafasına silah dayamıştı?)

Page 50: Bizbiriz dergisi 2 sayi

50 • Bizbiriz Dergisi

1.Güneş kaç Dünya büyüklüğündedir?

Güneşin içine 1 milyon dünya sığabilir.

2.Erkek penguen kaç gün aç kalabilir?

Erkek imparator penguen 134 gün aç kalabilir.

3.Çıta kaç km hıza ulaşır?Çıta, 2 saniyede 70 km/sa, 4.5 saniyede 100 km/sa

hıza ualşır.

4.Sıcak su mu daha ağır soğuk su mu?Sıcak su soğuk sudan daha ağırdır.

5.Salatalığın yüzdekaçı sudur?Salatalığın %96sı sudur.

6.Facebook’ta şu an kaç profil var?Facebookta şu anda 610,736,000 üye prfili vardır.

7.Yılda kaç kere rüya görülür?İnsanlar yılda 1500 kere rüya görürler.

8.İnsan günde kaç kez nefes alıp verir?

?

Bir insan günde 23000 kez nefes alıp veriyor.

9.En çok kullanılan isim nedir?Dünyaa en çok kullanılan isim

Muhammed’dir.

10.Saç düzleştirmenin zararları nedir?Saç düzleştirilerde bazı kanser tiplerinin

gelişimini tetikleyici sigarada da olan “formaldehit” maddesinin bulunduğunu biliyor muydunuz?

11vKolanın zararları nelerdir?Kola içildiğinde ilk 10-40 dakikada vucuttaki

kan şekerini tehlikeli derecede etkiler ve bir saatin sonunda vücuda ciddi zararlar verir.

12.Kedi timi hangi şehrimizde vardır?Bursa Osmangazi Belediyesi kentteki

farelerde başedebilmek için kedi timi kurmuştur.

13.Tarihte kaç yıl barış içinde geçti?Geçen 3500 yılın 230 yılı barış içinde geçti.

14.İlk göz ameliyatını kim yaptı?İlk göz ameliyatını İbni Sina yapmıştır.

15.Günde 1 metre boyu uzayan bitki nedir?

Günde 1 metre boyu uzayan bitki sarmaşıktır.

16.En fazla C vitamini neyin içinde vardır?Gül bitkisi meyve olmamasına rağmen

yeryüzündeki en fazl C vitamini barındıran canlıdır.

17.Acı yemenin yararları nelerir?Günde bir çay acı yemek metabolizmanızı

%25 oranında hızlandırıp kilo vermenize yardımcı olur.

18.Eskiden telefon sırası kaç yılda bir gelirdi?

bundan 60 sene önce telefon sırası 8-10 yılda bir gelirdi.

19.Hatırlama ve algılama için hangi bitkiler yararlıdır?

Avakado ve havuç hatırlamayı yaman mersini ve limon ise algılamayı artırır.

20. Astıma ne iyi gelir?Limon koklamak astıma iyi gelir.

İLGİNÇ BİLGİLER

Hazırlayan

Ahmet NAVRUZ

Page 51: Bizbiriz dergisi 2 sayi

BİR MÜSLÜMAN BİLİM ADAMI: EL CEZERİ

Bizbiriz Dergisi • 51

am ismi, Cizreli Ebul-iz (Ebû’l İz İbni İsmail İbni Rezzaz El Cezerî ) ya da Avrupa’nın bildiği ismiyle El-Cezeri / al-Jazari ( Ibn Ismail ibn al-Razzaz al-

Jazari) olan bu mucit bundan 800 küsur yıl önce (1136-1206) yılları arasında yaşadı. Bu müslüman bilimadamın en büyük doğrulayıcısı da yazmış olduğu robot ve bilim kitaplarıdır.

Bugün insanoğlunun vazgeçilme-zleri arasına giren bilgisayar teknolojisinin temeli bundan yaklaşık dokuz asır önce yaşamış müslüman bilimadamı El Cezeri olarak karşımıza çıkıyor. Yapmış olduğu me-kanik tasarımlar ile bugünün teknoloji-sinin, sibernetiğin temellerini atmıştır.

Öncelikle sibernetiğin ne olduğundan başlayalım. Sibernetik bir insanın veya otoma-tik bir makinenin, modern tekniğin kaynakları çerçevesinde herhangi bir işi yönetmesini veya belli bir amaca ulaşmasını sağlayan bilim. Makina ve canlılarda, kontrol ve haberleşmenin şartlarını ve kanunlarını tespit eden bir bilim dalı olarak karşımıza çıkıyor. Yaşayan organiz-malarda ve makinalarda kontrol ve haberleşme ile ilgili bilimlerin karmaşıklığını ifade etmek için kullanılmıştır. Kökü, eski Yunanca “Kuber-netes” Latince “Gobernare”den gelmektedir. Her iki kelime de “sevk ve idare” anlamına ge-lir. Tam bu nokta El Cezeri devre giriyor ve en önemli çalışmaları haberleşme,denge kurma ve atarlama, insanlar ile makinelerde bilgi alışverişi ve kontrolünü sağlama gibi konuları kapsayan Sibernetik alanında sibernetiğin babalarından sayılan  İngiliz nöroloji profösörü Dr. Ross Ashby’nin 1951’de ‘ÜstünDenge Durumu’nu ortaya atmasından sekiz yüz yıl kadar önce otomatik sistem kurmakla yetinmeyip, otoma-tik çalışan sistemler arasında denge kurmayı

TFaruk KUL

1206 yılında el-Cezerî tarafından tasarlanan ve üretilen, 12 m yüksekliğe su yükseltmek için çift pistonlu set ile tahrikli ilk pistonlu pompa

Page 52: Bizbiriz dergisi 2 sayi

52 • Bizbiriz Dergisi

başarıyor.Bilim dünyasında bilgisayarın babası unvanını kazanan ; su saatleri, su robotları, otomatik termos gibi yeryüzündeki ilk robot çalışmalarını gelişteren dahi: EL CEZERİ

Hakkında çok fazla bilgi bulunmayan El Cezeri’nin hayatına dair ortak görüşler şu şekildedir.Yaşamı konusunda bilinenler de kendi kitabına yazdığı bir önsözden elde edilen El Cezeri, 1136’da Cizre-Diyarbakır’da doğdu. Adından anlaşıldığı üzere Dicle ve Fırat nehirleri arasında o zamanlar ‘Cezire’ adı verilen bölgede doğmuş olan El Cezeri, kendi ifadesine göre 1181-1206 yılları arasında, o zamanki adı amid olan Diyarbakır’da Artuklu hanedanın himayesinde bulundu. Kendisi de Artuklu Türklerinden olan Cezeri, 1205’te tamamladığı tek kitabını da Artuklu Emiri Na-sirüddin Mahmud’un talebi üzerine yazdı.

Artukoğulları’nın sarayında 32 yıl Reis’ül Amal (başmühendislik) görevinde bulunan Cezeri, Artuklu emirlerinden Nureddin Muhammed (1167) ve oğulları Kutbeddin sökmen (1185) ile Nasirüddin Mahmud (1201) zamanında da saraydan ayrılmayarak çalışmalarını sürdürdü.

Sarayda bulunduğu dönemde bir ro-bot yaparak Artuklu hükümdarı Mahmud bin mehmed’e sundu. Kendi kendine hareket eden robotu hayranlık ve takdirle karşılayan Mahmud bin Mehmed, buluşlarını bir kitap haline getirmesini istedi. Bunun üzerine Cezeri de 502den fazla cihazın kullanım esaslarını, yararlanma olanaklarını çizimlerle gösterdiği en önemli eseri olan ‘Kitab-ül-Cami beyn El İlmi vel- Amel-in-Nafi fi Sınaat-il-hiyel’ (Mekan-ik Hareketlerden Mühendislikte Faydalanmayı İçeren Kitap) adlı eserini kaleme aldı. Sibernetik biliminin temellerini attı.Bilim Dünyasında Çığır Açan Eseri: Kitab-ı Hiyel Cezeri’nin en önemli eseri, o güne kadar tasarladığı siber-netik ve elektronik sistemle ilgili robotları ve makineleri anlattığı kitabı ‘Kitab-ül-Cami Beyn –el-İlmi vel-Amel-in-Nafi fi sınaat-il-Hiyel’dir. Kısaca ‘Kitab-ı Hiyel’ olarak da bilinen ve bugün beşi  Türkiye’de olmak üzere on beş kopyası olan, Arapça kaleme aldığı bu eserin-

de, elli farklı aletin plan ve işleyişini anlattı. Bu aletler arasında otomatik cihazlar, kendi ken-dine öten tavus kuşları, robot filler, otomatik saatler, ele su döken robot insan ve insan ve mühendislikle ilgili birçok alet bulunmakta. İlk 4 kısmında 10, son 2 kısmın da 5’er şekle yer verdiği 6 bölümden oluşmakta olan kitapta, her aletin şeklini renkli mürekkeplerle çizen Cezeri, şekillerde Arap harflerini kullanarak baz harfler işaretledi ve açıklamalarının kolay-ca anlaşılması için metinde bunlara gönder-meler yaptı. Bazı yerlerde ise bu Arapça harf-lerin ebcet hesabına göre değerleri kullandı, bazılarında ise bugün hala anlaşılamamış olan gizli bir harf sistemni kullandı. Eser-inde tasarladığı sistemleri ve mekanizmaları anllattıktan sonra bu aletlerin montajı ve nasıl çalıştırılacağı hakkında bilgi verdi. Eserinde yer alan bütün şekilleri bizzat çizen, renklendiren ve yaldızlayan cezeri’nin 6 bölümden oluşan kitabında kısaca şunlar yer almaktadır:

Birinci Bölüm: Cezeri, kitabının ilk bölü-münde su saati, kadranlı su saati, saat-i müsteviye ve saat-i zamaniye hakkında 10 şekil vererek çalışmalarını anlatır.

İkinci Bölüm:  Bu bölümde çeşitli kapların yapılışını, tasarladığı 10 şekille dillendirir.

Üçüncü Bölüm: Bu bölümde kan alınması (hacamat) ve abdest alınması ile ilgili ibrik ve tasların yapılmasını yine 10 farklı şekilde göstererek anlatır.

Dördüncü Bölüm: Bu bölümde havuzları ve fıskiyeleri anlatır.

Beşinci Bölüm: Bu bölümde derin ol-mayan bir kuyudan veya akan bir nehird-en suyu yükselten aletleri tasvir eder.

Altıncı Bölüm: Kitabın bu son bölümünde birbirine benzemeyen 5 farklı makineyi or-taya koyar. Cezeri’nin bu meşhur eseri, 1974 yılında Donald R. Rill tarafından İngilezceye çevrildi ve  ‘’Al Jazari’s Book of Knowledge of Ingenious Mechanical Devices’’ adıyla yayınlandı.Buluşları ile çağına ışık tuttu.

Cezeri’nin tsarladığı özellikle su ve kandil saatleri gibi aletler, çok karmaşık bir yapıya sahipti. O dönemde elektrik gücü, many-

Page 53: Bizbiriz dergisi 2 sayi

Bizbiriz Dergisi • 53

etik güç, foton etkisi veya elektromany-etik güçler olmadığı için Cezeri, aletleri-ni yerçekimi kuvveti, su gücü ve basınç tesirinden faydalanarak çalıştırıyordu.

Saatler: Cezeri, saatler hakkındaki sistem-lerini aynı mil üzerindeki bir gösterge ve onun üzerinden ucuna ağırlık asılı bir kayış geçen kasnak biçiminde tasarladı. Ağırlığın düşüş hızı yüzen bir cisimle kontrol ediliyordu. Kayışın öbür ucuna bağlanmış olan bu cisim ve içinde bulunduğu kap ağır ağır boşaltılıyordu.Belirli süreler içerisinde içi su dolu bir kova devrili-yor, devrilince bir mandala dokunarak dişlinin bir diş ilerlemesini sağlıyordu.Cezeri, man-dal dişli, palanga ve kaldıraçlardan oluşan sistemde, bugün motorlu araçlarda kullanılan karank milini ilk defa kullanmış oldu.

Tavus Kuşu Saati: Cezeri, kitabının birinci bölümünde yukarıdakinden başka on farklı saatin nasıl yapıldığını gösterdi.Bunlardan en önemlisi ve göze çarpanı, cephesi 420 san-timetre yüksekliğinde olan ve 3 diş içerisinde anne,baba ve yavru tavus kuşları bulunan ‘’tavus kuşu saati’’dir. Cezeri’nin bu saatinin işleyişi şu şekildeydi: Her yarım saatte bir, sabit seviyeli bir kaptan akan su kayık şeklindeki kaba doluyordu. Suyla dolan kap devriliyor ve bu şekilde boşalan su bir çarkın dönmesini sağlıyordu. Çark dönünce alttaki tavus kuşu da dönüyor,yavrular kavga etmeye başlıyor, üstteki anne tavus kuşu ise 180 derece geri dönerek eski yerine geliyordu. Boşalan kap tekrar dolmaya başlayınca kabın içerisindeki şamandıra yükselerek anne tavus kuşunu yavaş yavaş döndürüyor, anne tavus kuşunun gagası da böylece dakikaları gösteriyordu.

Fil saati: Yine birinci bölümde anlattığı fil saati ise daha kompleks bir mekanizmaydı. Bu sistem de tavus kuşunda olduğu gibi her yarım saatte bir ejderhanın ağzına bir top düşüyor, bir filin üzerinde oturan adam bir sopa ile file vu-ruyor, elindeki sopa da saati gösteriyordu.

Aynı şekilde çalışan başka bir saat ise elinde tuttuğu bir balıkla karşısındakine bardak veren ‘’balıklı adam’’ diye isimlendirilen bir robottu.

Hacamat Makinesi: Cezeri’nin tasarladığı

diğer bir alet ise kan aldırırken, (hacamat) alınan kanın miktarını ölçmek için kullanılan bir aletti. Şamandıralar yardımıyla kan miktarının ölçüldüğü bu sistem, elinde çu-buk tutan bir kadın simgesinin kanın hac-mini göstermesi şeklinde çalışıyordu.

Cezeri, yapacağı aletlerin önceden kağıttan maketlerini inşa etmesi açısından da önemli çalışmalarda bulundu. Maketleri yaparken geometriden de faydalanan El Cezeri, ilk he-sap makinesinden asırlar önce aynı sistemle

çalışan benzer bir meaknizma da geliştirdi ve bunu bir saat tasarımında kullandı

KİTABU’L HİYEL’DEN ÖRNEKLER.

-Otomatik Kuşlar -Filli saat

-Otomatik yüzen kayık ve çalgıcılar -Birbirine şerbet ikram eden iki şeyh

-Dört çıkışlı iki şamandıralı otomatik sistem -İki bölümlü testi (termos)

-Otomatik su akıtma , ikramda bulunma ve kurulama makinası

-Su çarkı kepçe mekanizması -Motor-kompresör mekanizması

-Su çarkı su dolabı.El Cezeri’nin yaptığı makine parçalarının

bir kısmı kendisinden 200-350 yıl sonra yaşamış Giovanni de Dondi ve Leonardo-da Vinci’nin eserlerinde rastlanmaktadır.(5) Ömrünün son yıllarında kendi şehri olan Cizre’ye dönmüş ve Cizre’de vefat etmiştir. Nuh (A.S.) Camii avlusunda bulunan kub-

Cezeri’nin, tasarladığı bazı aletler

Otomatik yüzen kayık ve çalgıcılar,Birbirine şerbet ikram eden iki şeyh, Dört çıkışlı iki şamandıralı otomatik sistem, iki bölümlü testi (termos), Otomatik su akıtma, İkramda bulunma ve kurulma makinesi, Su çarkı kepçe mekanizması, Motor kompresör mekanizması, Su çarkı ve su dolabı.

Page 54: Bizbiriz dergisi 2 sayi

Hayvan gücüyle çalışan yandaki m a k i n a n ı n mekanik aksamı ve bağlantıları tam olarak gözükmemektedir ama aşşağı doğru uzanan milin kepçeyi aşşağı yukarı hareket ettirmeye yaradığını a n l a m a k t a y ı z .

Cezeri’nin en ünlü icadı olan bu saat hayvanlarla insanın ortak çalıştığı bir makinadır. Filin ortasında oturan adamın kalemi, yarım saatte 7,5

dereceye geldiğinde yukarıda bulunan kuş öter. Balkonda oturan adam sağ tarafındaki şahinin gagasından elini kaldırır, sol elini sol tarafındakişahinin gagası üstüne koyar. Sağındaki şahinin gagasından, sağdaki yılanın ağzına bir top düşer, yılan topu filin sağ omzundaki vazoya bırakır, filin seyisi balta ile filin başına hamlede bulunur, sopalı adam sol elini kaldırır ve filin başına vurur. Top filin göğsünden çıkar, karnında asılı bir çan üzerine düşerek ses çıkarır, böylece yarım saatin geçtiği anlaşılır.

besinde gömülmüştür. serinin 5 kopyası Türkiye’de olmak üzere tüm dünya-da 16 kopyasının olduğunu biliyoruz.

Türkiye’de, 4 ade-di Topkapı Saray Müzesinde, 1 ade-di de Süleymaniye kitaplığındadır.Kopy-alardan 1 tanesi Bağdat Cahıs Kütüphanesinde, 1 tanesi Dublin Ches-terbeatly Kütüphane-sinde, 2 tanesi de Oxford bodleian Kütüphane-sinde, iki adedi Leiden Universite Kütüphane-sinde, üç tanesi de Paris Bibliotheque Nationalde ve Amerika Birleşik Dev-letlerinin çeşitli müze ve kolleksiyonlarında farklı yazmalardan koparılmış, minyatürlü sayfalar b u l u n m a k t a d ı r .

Page 55: Bizbiriz dergisi 2 sayi

Bizbiriz Dergisi • 55

2 MART

3 MART

Hazırlayan: Kadir Aydın

4 MART

6 MART

8 MART

TARİHTE MART AYI OLAYLARI

1855’te Rusya İmparatoru Çar II. Nikolas, intihar etmişti. Buna sebep, Kırım savaşı’nda Türkiye-İngiltere-Fransa’ya yenilmiş

olmasıydı. Türkiye’yi parçalamak için açtığı isti-la savaşında çar, ağır malubiyetlere uğratılmış ve harbi kaybetmişti.

1924’te Cumhuriyet Hükümeti tarafından hilafet kaldırıldı. 3 Mart 1878’de Ayastefanos’ta

Ruslarla bir antlaşma imzalanmıştık. (Sonra Berlin muahedesiyle tadil edilmiştir.) Ruslar, İstanbul kapılarına dayanmışlar ve bir hayli küstahlıkta bulunmuşlardı. Bu arada Ayastefanos’ta (şimdiki Yeşilköy) büyük bir zafer abidesi de yapmışlardı. Uzun yıllar Türk toprakları üzerinde bir leke gibi duran bu abide 1914’te, Türk milleti tarafından kazma-larla, bombalarla ve toplarla yıkılmıştır. 3 Mart 1924’te Tevhid-i Tedrisat Kanunu kabul edilmiştir.

3 Mart 1918’de Brest-Litovsk antlaşması imzalanmış, Rusya savaştan çekilmişti.

1925’te TBMM tarafından İstiklal Mahkemeleri’nin teşkiline dair olan kanun kabul edilmişti. Bunu hakkında bizzat konuşan Atatürk,

bunun memlekette sükûn ve asayişin tesisi için tatbik edileceğini bildirmişti.

1920’de Türk dilinin sadeleşmesi ve gelişmesi uğrunda pek büyük hizmetleri olan Ömer Seyfettin ölmüştü. 1403’te IV. Osmanlı Padişahı Yıldırım Bayezid vefat etmişti. Timurlenk’le yaptığı Ankara Meydan Muharebesi’nde mağlup

ve esir düşen Yıldırım, 8 ay esarette kalmış, bu acıya dayanamayarak kahrından ölmüştü. Timur, tarihlerin yazdığına göre, Yıldırım’a kati-yen bir esir muamelesi yapmamış ve öldüğü haberini duyunca da yazık, cihan bir kahra-

Page 56: Bizbiriz dergisi 2 sayi

56 • Bizbiriz Dergisi

man kaybetti” demekten kendini alamamıştı. 1764’te Laleli Camii, ibadete açılmıştı. İnşaat 3 yıl, 11 ay sürmüştü. Camii yaptıran III. Mustafa ile oğlu III. Selim, camiin önündeki türbede

gömülüdür. 1917’de Bağdat düşmüştü. 6. Türk Ordusu, çetin vuruşmalardan sonra, bu tarihi şehri, İngiliz-Hint kuvvetlerine bırakmak zorunda

kaldı. 1921’de İstiklal Marşı TBMM’de Milli Marş” olarak kabul edildi.

12 Mart 1918’de kahraman Erzurum düşman işgalinden kurtarılmıştır.

1827’de II. Sultan Mahmut, askeri hekim ve cerrah yetiştirmek üzere

Tıbhane ve Cerrahhaneyi açmıştı.

1921’de Sadrazam Talat Paşa, Berlin’de bir komitacı tarafından şehit edilmiştir. I. Dünya

Savaşı’nın talihsiz bir devrinde ve Sait Halim Paşa’dan sonra sadaret mevkiine geçen Talat Paşa, harp sonunda iktidar mevkiini bırakarak vatan topraklarından ayrılmak mecburiyetin-de kalmıştı. Bütün hayatında mert ve temiz kalmış, daima Türk vatanı için çalışmış bir devlet adamı idi.

1583’te daha çok Feridun Bey” diye tanınan Damat Ahmet Feridun Paşa ölmüştü. Feridun Bey, 16. asrın büyük tarihçi, edip

ve devlet adamlarındandı. Münşe’atu’s Selatıyn” veya Feridun Bey Münşeatı” diye bilinen eserinde, kendi devrine kadar olan Osmanlı hükümdarlarının yazışmalarını ve onlara verilen cevapları toplamıştır. Bu eser, 15. ve 16. yüzyıl Türk-Osmanlı tarihinin en

önemli kaynaklarından birisidir. Nişancılığa kadar yükselen Feridun Paşa, Kanuni’nin kızı Mihrimah sultan’ın Rüstem Paşa’dan olan kızı Ayşe Hanım Sultan’la evlenmişti ki, bu prens-es, devrinin en zengin hanımı sayılıyordu. 16 Mart 1920’de I. Dünya Savaşı sonunda Mondros Antlaşmasını çiğneyerek, itilaf kuvvetleri İstanbul’u işgal etmişti. İstanbul, kurtuluş günü olan 6 Ekim 1923’e kadar ses-siz sedasız ve bütün acılarını sindire sindire yaşadı. Fakat Anadolu’da doğan kurtuluş hareketine içten içe bağlandı, yardıma koştu.

1915’te İngilizlerin ve Fransızların mühim deniz kuvvetleri ile Çanakkale Boğazı’nı geçm-eye teşebbüsleri, Türk’ün zaf-

eri ve düşmanların önemli zaiyat ver-erek geri çekilmeleri ile sonuçlanmıştı. Çanakkale’yi denizden geçemeyen düşman karadan zorlamaya karar vermiş ve kara harpleri yapılmıştı. Bunun sonu-cu da malumdur. Yine Türk’ün zaferiyle bitmiştir. 18 Mart 1920’de Osmanlı

Meclis-i Mebusanı son içtimasnı yapmıştır. 1534’te Hafsa Valide Sultan ölmüştür. Yavuz’un zevcesi, Kanuni Sultan Süleyman ile Hadice Sultan’ın annesi olan Hafsa Valide

Sultan, kuvvetli bir rivayete göre Kırım Hanı I. Mengli (Benli) Giray’ın kızıdır. Meziyetleri ile tanınmıştır. Sultan Selim Camii’nde, Yavuz’un türbesinin yanındaki türbede gömülüdür. 19 Mart 1877’de ilk Meclis-i Mebusan topla-narak teşrii vazifesini görmeye başlamıştı. Mithat Paşa ve arkadaşlarının ısrarıyla II. Sultan Abdülhamit tarafından 23 birinci kanun 1876’da ilan edilen Kanun-i Esasi’nin hükümleri icabınca toplanan bu meclis, yine Abdülhamit’in emriyle 13 Şubat 1878’de feshedilmiştir.

15 MART

16 MART

18 MART

19 Şubat

9 MART

11 MART

12 MART

14 MART

Page 57: Bizbiriz dergisi 2 sayi

25 MART

27 MART

30 MART

31 Şubat

1821’de Yunanistan istiklalini ilan etmişti.

1854’te İngiltere ve Fransa, Rusya’ya savaş açmıştı (Kırım Savaşı). Rus saldırısına uğrayan ve kendisini başarı ile koruyan Türkiye, Mustafa

Reşit Paşa’nın pek parlak diplomasisi sayes-inde, Avrupa’nın iki büyük liberal devletini de,

amansız düşmanına karşı savaşa sokmuştu. 1856’da Paris Sulh Muahedesi imzalanmıştı. Türkiye’ye haksız saldıran Ruslara karşı İngiltere,

Fransa, Sardunya tarafımızı tutarak Kırım’da beraberce savaşmışlar ve galip gelmişlerdi. İlk olarak bizim de katıldığımız bu kongren-in sonucunda lehimize pek çok hükümleri bulunan Paris Muahedesi imzalanmış ve Osmanlı İmparatorluğu’nun da Avrupa Devletleri gibi istiklaline sahip olduğu taahhüt edilmiştir. (Bu antlaşma ile istik-lalimiz kabul edilse de sonradan gözleri dönerek toprağımızı paylaşma hevesine düşmüşlerdir. Dolayısı ile bu antlaşmanın hiçbir hükmü kalmamıştır. Tabi

geldikleri gibi de gitmişlerdir.) 1517’de esir edilen son Mısır-Suriye Türk-Memlük İmparatoru Sultan Tumanbay, Kahire’de Yavuz Sultan Selim’in huzuruna kQabul edilmişti. Yavuz, Tumanbay’a eşit bir hükümdar mua-

melesi yapmış ve tahtının yanına kurdurduğu bir tahta oturtmuştur.

Page 58: Bizbiriz dergisi 2 sayi

58 • Bizbiriz Dergisi

Page 59: Bizbiriz dergisi 2 sayi
Page 60: Bizbiriz dergisi 2 sayi