Bizbiriz dergisi 11 sayi

58
Tüm Müslümanların Kaderi Aynı Sayı: 11 Aralık 2013 ISSN: 2147-642 Bizbiriz d e r g i s i İnkar edenler birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz aranızda dost olmazsanız yeryüzünde kargaşalık, fitne ve büyük bozgun çıkar. Enfal 73 نُ كَ تُ وهُ لَ عْ فَ ت لاِ إ� ٍ ضْ عَ اء بَ يِ لْ و أْ مُ هُ ضْ عَ بْ و�ُ رَ فَ كَ ذين �لَ وٌ يرِ بَ كٌ ادَ سَ فَ وِ ضْ ر أ ي �لاِ فٌ ةَ نْ تِ ف

description

Tüm Müslümanların Kaderi Aynı 11.Sayı http://www.bizbiriz.org.tr

Transcript of Bizbiriz dergisi 11 sayi

Page 1: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Tüm Müslümanların

Kaderi Aynı

Sayı: 11Aralık 2013ISSN: 2147-642

Biz

biri

zd

e r

g i

s i

İnkar edenler birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz aranızda dost olmazsanız yeryüzünde kargaşalık, fitne ve büyük bozgun çıkar.

Enfal 73

تفعلوه تكن و�لذين كفرو� بعضهم �أولياء بعض �إلا

أرض وفساد كبير فتنة في �لا

Page 2: Bizbiriz dergisi 11 sayi
Page 3: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi3

Yüce rabbimize sonsuz şükürler olsun ki, bir sayı ile daha huzurlarınızdayız. Gönüller birleştikçe zorluklar bir bir uzaklaşıyor. Aşı-lan her engel bir sonraki çalışmaların zeminini kuvvetlendiriyor.

* * *

İslam âleminde her dem yeni olaylar zuhur ediyor. Ahir zamanın bir özelliği olsa gerek ki, her olay kendinden önceki olayları örtüyor. unutturuyor. Hafıza-i beşer her geçen zaman-da daha bir nisyan ile malülleşiyor. Ama ne acı bir geçektir ki, kendinden sonraki olaylara ders olan olaylar zamanın Müslümanları tarafından ibret olarak alınmıyor, algılanmıyor.

* * *

Geçtiğimiz ay içerisinde, bütün dünyanın gözleri önünde bir mücahid idam yoluyla şehid edildi. Abdurrahman MOLLA’nın şehadeti müşfik gönüllere hüzün indirirken birçok kişi-ye sıradan bir ölüm gibi gel-di. Ve ne kötü sevinenler de oldu. Nasıl ki, islam âlemin-de cerayan eden katliamlar sıradan bir vaka olarak algı-lanmakta ise MOLLA’nın şe-hadeti de o nispette gazete satırları arasında kayboldu gitti.

İnancı uğruna şehid edi-len bütün mücahidlere se-lam olsun.

* * *

Şehadetlerin hüznü yaşanırken başka bir hoca efendinin bedduaları ile sarsıldı İslam âle-mi. Zalimlere beddua etmeyen ve hatta on-lar ve çocukları için gözyaşı dökebilecek kadar merhametli olduğu izlenimini oluşturan bir hoca efendi, Allah rızası için hizmet gayretinde olduğu aşikâr olan bir zümre için beddua edi-verdi. Ne var ki, artık islam âleminin feraset ve basiretli yürekleri bu hezimeti yere düşürmedi. Zerre miktarı iman ile hareket edenler “aldık ka-bul ettik” değil “sahibine iade ettik” dediler. Yan-gına benzin ile gidip ateşi körüklemek yerine su ile gidip söndürdüler.

Cenab-ı Hak müslümanların feraset ve basi-retlerini açsın. Âmin

* * *

Bu sayımız yine dolu dolu.

Varisün-nebi Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocamı-zın sohbetlerinden bir bu-ket ile beraber, mü’minin hayatını şekillendirecek ilim hazinesinden demetle-ri kardeşlerimiz hazırlamış-lar. Cenab-ı Hak amelimize yansıtmayı nasip eylesin. Örneklik ve ibretlik hadi-selerle dolu bir dönemde-yiz. Rabbim bizleri ibretlik olan kullarından değil ör-nek olan kullarından eyle-sin. Âmin

EDİTÖRDEN

Bizbiriz Dergisiİmtiyaz SahibiBizbiriz Derneği adınaYön.Krl.Bşk. M. Emin Doğan

Editör ve Yazı İşleri MüdürüKadir Aydın

Grafik – TasarımYasin Candan

FotoğrafBahadır Aktaş

Reklam KoordinatörüAhmet Navruz

Yayın KuruluHamide ErbayAyşe TunçSelman BaharZehra BilmenFaruk KulÜmmü Haram

Baskı TarihiAralık 2013

Baskı Erman Ofset Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti.Yeni Matbaacılar Sit. Yayın Cad. 6. Blok No:14 KonyaTel : 0 332 342 01 55 Fax : 0332 342 21 63www.ermanofset.com

Bizbiriz Dergisinde yayınlanan yazı, şiir, söyleşi, fotoğraf, illüstrayon, infografik ve makalelerin elektronik ve basılı

ortamlarda çoğaltılma hakkı Bizbiriz Derneği’ne aittir.

Yayın TürüAylık, yaygın süreli yayınBizbiriz Derneği Medrese Mah. Ulaşbaba Cad. Aras İş Merkezi No:15/1Selçuklu / KONYATel : 0 (332) 353 27 000 (541) 248 65 28 - 0 (507) 577 22 25

Page 4: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Hadis16

Vahiy Nuruyla Şereflenen Gece

9

Siyer-i Nebi19

Sensin33

Unutulan Hasene: Karz-ı

Hasen 36

Fıkıh18

Tasavvuf23

Ayın Sohbeti

27

Sömürgeciliğin Yeni Hali: Yasal

Gasp6

İlm-ü Hal12

Page 5: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Müslüman Bilimadamları

42

Haydar48

Tarih’teAralık

52

Faydalı Bilgiler49

Sahabe-i Güzin38

Amenerrasulü46

Şehrin Görünmeyen

Yüzü 44

ArapçaRabca’ya Götürür

47

ÇOCUK50

Page 6: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi6

Sömürgeciliğin Yeni Hali: Yasal GaspSELMAN BAHAR

Ekonomi ve politika... Birbirinden karşılıklı olarak etkilenen ve insanların yaşam standart-larını ve tarzlarını yönlendiren çok önemli iki kavram. Biri diğerinden bağımsız düşünüle-mez ve ikisinin de yönetiminde başarılı olan makam, gücünü sarsılmaz bir zemine taşır. Kuşkusuz ki kısa vadede Dünya’nın sıcak gün-demini ve uzun vadede tarihin seyrini en çok şekillendiren olayları meydana getiren yöne-tici sınıfın kararları, ekonomi ve politikadan bağımsız düşünülemez.

***

Başat güç1: George Modelski tarafından ge-liştirilen bir uluslararası ilişkiler kuramıdır. Bu kurama göre 15. yüzyıldan itibaren dünya ta-rihinde belirli devletler ortalama bir yüzyıl sü-ren dönemlerde denizlere egemen olmakta-dır. Bu egemenliğin ortaya çıkardığı bir sonuç olarak başat güçler dönemleri içinde ekono-mi, politika, popüler kültür, bilimsel metotlar gibi daha birçok alanda söz hakkı dünya ge-neline yayılmış devlet olarak tanımlanabilir.

Her yüzyılda başat güç olan farklı devletler ortaya çıkmıştır ve çıkmaya da devam edecek. Şimdiye kadar Dünya’ya üstünlük sağlamış başat güçler şu şekilde listelenebilir. 15. yy da Portekiz, 16. yy da İspanya, 17. yy da Hollan-da, 18. yy da Fransa, 19. yy İngiltere başat güç olmuşlardır. 20. yy da ise Almanya’nın başat güç olma sevdasıyla içine girdiği hırçın tutum 1 Başat Güç ile ilgili daha geniş okuma için; SANDER Oral, Si-yasi Tarih/İlkçağlardan 1918’e, İmge Kitabevi

ise iki dünya savaşına neden olsa da, bu kaos meydanından ABD kazançlı ayrılmış ve 20. yy’ın son yarısında başat devlet olmuştur. 21. yy’ın Soğuk Savaş dönemi olarak adlandırıl-ması ise Sovyetler Birliği’nin ABD’yi alt ederek başat güç olma hedefinden kaynaklanır. Fakat gerek deniz, gerek hava, gerekse uzay saha-sındaki etkisi ile ABD 21. yy’ın da güçlü devleti olarak tanımlanmış ve SSCB dağılmış bir güç olarak tarihe geçmiştir.

***

Başat güç kavramında dikkat edilmesi ge-reken husus başat gücü belirleyen unsurdur. George Modelski’nin, uluslararası denizlerde üstünlüğü belirleyici olarak seçmesinin nede-ni deniz yollarına sahip olan devlet için eko-nomik sürecin (ithalat-ihracat/ hammadde alı-mı vs.) daha hızlı akmasıdır. Bu mantık içinde bugünün başat güç unsuru teknolojik altya-pıyla ilişkilendirilebilir.

“Başat devletler” ile ilgili tarihi bir inceleme yapılırsa görülecek olan şudur ki, her başat gücün öne çıkan ortak bir özelliği vardır. Bu özellik diğer devletlerin içinde ekonomik im-kan ve kazanç kapasitesi açısından önde ol-maktır. Muhakkak ki bu üstünlük sadece eko-nomiye indirgenemez. Ekonomik üstünlüğü kazanmak adına sağlam bir devlet örgütlen-mesi şart ise böyle bir devlet örgütlenmesi içinde o toplumun, kültürel birikim ve top-lumsal ilişki düzeylerinde belli bir seviye kat etmiş olması gerekir. Yani ekonomik başarı

Page 7: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi7

bir getiri ise her getirinin bir sermayeye ihtiyaç duyması gibi ekonomik başarının sermeyesi de devlet organları ve sivil toplum arasındaki iliş-kinin istikrarıdır.

Eğer toplumsal tabaka sağlam bir zemin oluşturuyorsa devlet içinde siyasi mekanizma-da sağlam olacaktır. Sağlam bir siyasi mekaniz-ma, yurtiçinde üretim yapan sektörlerin ulus-lararası düzende devlete ekonomik üstünlük getirmesini sağlayacaktır. Şüphesiz ki buradan çıkarılacak sonuç ise uluslararası ekonomik üs-tünlük kazanmış bir devlet, aynı zamanda ulus-lararası siyasi otorite olmaya başlamış bir dev-let de demektir.

Asıl vurgulamak is-tediğimiz durum ise anlattığımız başat güç kavramının pekte ma-sum olmayan fiille-rin sebebi olduğudur. Devletler tarihin her diliminde ister barış-çıl yollarla olsun, ister tehdit içerikli diplo-masiyle olsun, isterse birebir şiddet kullana-rak olsun diğer devlet-lere üstünlük kurmaya çalışmıştır. Tek gaye-leri yurtiçinden ve/ya yurtdışından gelebi-lecek olası tehditlere karşı güvenliği sağlamak olmuştur. Bu yüzden-de tehdit olarak algıladıkları devletleri “üstün olma” durumuyla egale etmeyi seçmişlerdir. Bu üstünlük bir devlete karşı kültürel baskınlık ola-bilecekken başka bir devlete karşı diplomatik kazanç şeklinde sağlanabilir. Yani insan ilişki-lerindeki gibi her devlet arasındaki ilişki/reka-bet ilişkisi devletlerin karakteristik özellikleri-ne göre şekillenir. Ama her devlet karakteri için geçerli olan bir üstünlük varsa o da ekonomi/akabinde siyaset alanındaki üstünlüktür.

İşte uzun uzadıya girişini yaptığımız belirli kavramlarla ilgili sunduğumuz çerçeve aslın-da üstünlüklerin dünya tarihine yansımasıyla ilgili bir hikayeyi anlatmak içindir. Uluslararası şirketlerin üçüncü dünya ülkelerini nasıl par-sellediklerinin başlangıç serüvenidir bu hika-ye. Devletler ve uluslararası şirketler arasındaki sınırların nasıl ortadan kalktığıyla ilgilidir daha

çok. Akabinde ise birey olarak teker teker her insanın, bu kâr savaşından nasıl zarar gördüğü-nün/göreceğinin delilidir bu hikaye.

İnsanoğlu olarak sıklıkla unuttuğumuz ve bizi hataya/zarara düşüren şey devletin varlı-ğının sebebidir. Bizler hızlı akan yaşamda çoğu zaman devlet için yaşama hatasına düşeriz. devlet için çalışır, devlet için kazanır, devlet için koştururuz. Tabi ki devletin devamlılığını sağ-lamak her vatandaşın sorumluluklarından bi-ridir. Fakat atladığımız nokta aslında devlete biz insanların yaşamını kolaylaştırmak için yine insanoğlu tarafından belli bir sistem kazandı-rıldığıdır, devletin amacının vatandaşa hizmet

olduğudur.

Bununla birlik-te devletin görevle-rini de önemsizleş-tirmekte tehlikelidir. Buna en büyük örnek 1929 Dünya Ekono-mik Buhranı sonrasın-da ABD’de alınan ön-lemlerdir. Bu önlemler devletin ekonomik sü-reçten neredeyse ta-mamen elini çekmesi-ne neden olmuş birçok düzenlemeyi içerir. Bunun sonucunda ise 1960’lı yıllara kadar

gelinen süreçte ekonominin belirleyici unsuru-nun, devletin piyasadan uzaklığında, oldukça gelişmiş finans şirketleri olmaya başlamasıdır. Bu finans şirketleri ise artık devletlerin ekono-mik eli olmuşlar ve politikanın görünmez silahı olarak ABD hükümeti tarafından kullanılmaya başlamışlar.

Finans şirketlerini, en etkili biçimde kulla-nan devlet olarak Amerika, bu yolu uluslararası hukuksal olarak yasal olmayan işleri bu şirket-ler üzerinden yasallaştırmak için seçmiştir. Ya-kın tarihte de birçok örneği bulunan bu tarz yasal ekonomik gaspların itirafçıları dünya ba-sınına belgeler sızdırmakta, saklı kalmış birçok ekonomik tetikçilik operasyonunu gün yüzü-ne çıkartmaktadır. Bu belgelerden görülen en çarpıcı sonuç ise başta ABD olmak üzere birçok Avrupa devletinin başvurduğu bu yasal ekono-mik gaspların güvenlik duvarını devletlerin is-

Ama biz Allah’ın rızasını göze-terek salih ameller işlemek isti-yorsak araçlar amacımıza hizmet edecek. Biz nasıl olduğuna akı-mızla varamayacağız güzellikler yaşayacağız. Allah’ın lütfuyla attı-ğımız bir adım on adım hükmün-de olacak, ilerlerken nasıl iler-lediğimize şaşacak cümle alem.

Page 8: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi8

tihbarat servislerinin yürüttüğü gizli operas-yonların oluşturmasıdır.

Ekonomik yasal gasp, Amerika’daki şirket-lerin büyümesiyle beraber ortaya çıkan eko-nomik danışmanlık/finans şirketlerinden ba-zılarının devlet adına bir takım çalışmalar yürütmesiyle başlıyor. Bu şirketler vergi ya-salarının çoğunun lehlerine düzenlenmesi ve şirket yöneticilerini işçilerinden daha imtiyaz-lı hale getiren yeni düzenlemeler konulması-na ilişkin yıllar süren çabalarla bir üst sınıfın oluşmasına neden oluyor. Basit bir örnekle 1970’de bir yöneticinin maaşı bir işçinin ma-aşının 5 katı iken 2000’lerde 24 katı olmuş-tur. 1970’de şirketlerin ödediği vergi kazancın %40’ını bulurken 2000’lerde %7 civarındadır.

ABD 17-18. yüzyıllarda süregelen sömürge yarışını 21.yüzyılda yasal olarak bırakmış gö-rünse de bu finans şirketlerini kullanarak gayri resmi yollarla Afrika, Latin Amerika ve Ortado-ğu ülkelerini borçlandırarak kendine bağımlı hale getiriyor.

Bu finans şirketlerinde görevli üst düzey eğitim almış ekonomi danışmanları üçüncü dünya ülkelerinin liderlerini büyük miktarda borç almaya teşvik ediyor. Zaten amaç doğal kaynaklar olduğu için seçilen ülke yeraltı ve yerüstü kaynakları zengin bir ülke oluyor. Bu kaynakları işleyerek ödeyebileceğine inandı-rarak yüksek faizli krediler almaya ikna ediyor. Ülke borcu almayı kabul ettiğinde ise finans şirketi parayı anlaşmaları gereği doğrudan kendi ülkesinin şirketlerine yönlendiriyor. Bu şirketler borcu alan ülkede yatırım yaparak çok güzel miktarlar kazanıyor fakat esnetilmiş kanunlara yaslanarak düşük vergilerle çalış-tıkları için devlet çok az geri ödeme alabiliyor. Kredinin bırakın faizini ana parasını bile öde-mekte zorlanıyor. Böylece aldığı borç parayı eline geçmeden kullanmış oluyor. Borcu öde-mek için kullanacağı kaynakların işletilmesi-ni, borcu aldığı devletin şirketlerine bırakıyor. Hem piyasadan mahrum kalıyor hem borcu katlanarak artıyor. Finans şirketi borcunu geri istediğinde ise mecburen sağlık, eğitim vb. fonları faiz ödemeleri için kullanıyor. Yetme-diği takdirde doğal kaynaklarını yok pahasına yabancı yatırımcılara devrediyor.

Peki borç almazsa? işte o zamanda tarih-te birçok örneği sayılabilecek CIA (Central In-telligence Agency/ Merkezi İstihbarat Teşkilatı)

operasyonları başlıyor. Devlet başkanı borcu almayı reddederse demokratik yollarla seçil-miş lider düşürülüyor. O borcu alacağına inan-dıkları bir piyonu koltuğa oturtuyorlar.

Musaddık’ın ABD petrol şirketlerine imti-yaz tanımaması “ABD’nin ekonomik desteği-ni!” kabul etmemesi sonucu CIA tarafından yürütülen Kermit Roosevelt’in başında bulun-duğu bir operasyonla yerine Şah Rıza Pehle-vi’nin getirilmesi ve Şah’ın hemen akabinde petrol şirketlerini özelleştirerek ABD’li şirket-lere ihale etmesi yani kısaca İran’daki 1953 darbesi buna iyi bir örnektir.

1954’te Guatemala’da J.Arbenz’in hükü-metine, 1965’te Endonezya’da Sukarno’nun hükümetine, 1970’te Kamboçya’da Prens No-rodom Sihanuk’un hükümetine ve 1973’te Şili’de Salvador Allen’in hükümetine yapılan darbelerin hepsinin CIA destekli olduğu bilin-mektedir. Kaldı ki bu operasyonlar ekonomik kaygılarla yapılmış olanların bazılarıdır. Bu-nun yanında siyasi kaygılarla yapılmış Yuna-nistan’da 1967-1974 cuntaları, Küba’da Fidel Castro’ya yönelik düzenlenmiş düzinelerce operasyon örnekleri çeşitlendiriyor. 2

Bu operasyonların CIA destekli olduğu emekli CIA çalışanları ve finans sektöründeki bağlantılar tarafından deşifre edilmiştir. Bazı-ları CIA tarafından açıkça kabul edilmiş, bzı-ları hala reddedilmektedir. Bunun gibi birçok örnekte zamanla deşifre olacaktır. Mesela son iki-üç yıllık süredeki Arap Baharı dalgası gibi...

Bu noktada son söz olarak şunu söyleyebi-liriz ki, bu operasyonlarla devrilen hükümet-lerin hepsi de halklarının iradesiyle seçilmiş hükümetlerdi. Fakat görülüyor ki insanoğlu çıkarları için diğer insanları hiçe sayabilecek pervasızlığa düşebiliyor. İşte anlattığımız bu hikayenin, bu oyunun kirliliği de ne ekonomik ne siyasi dezenformasyonlardır. İşte 1900’ler-den bu yana yaşanan dalgalı sürecin neden olduğu kısır döngü bir güvensizlik ortamının doğuşudur. Asıl zarar insanın doğasına, ruh sağlığına verilmektedir. İnsanları, iradelerini hiçe sayarak güvensizlik ortamına sürükle-mek elbette ki bu oyunun kontrolünü elinde tutan insanları da bir gün gelip o güvensizliğe hapsedecektir.2 CIA destekli ekonomik-siyasi operasyonların ayrıntılı ana-lizi için; John PERKINS, Kafes, April Yayınevi John PERKINS, Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları, April Yayınevi

Page 9: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi9

Kadir Sûresi TefsiriVAHİY NURUYLA ŞEREFLENEN GECE

Hamide ERBAYBeşiktaş İlçe Vaizi

Sûre adını ilk âyette geçen “kadir gecesi” kelimesinden almıştır. Ebu Zer (r.a.) rivaye-ti üzere “inna enzelnâhu” sûresi diye de anıl-maktadır. Abese sûresinden sonra, Şems sû-resinden önce Mekke’de indirilmiş olup, beş âyetten oluşmaktadır. Bir rivayete göre de, müfessirlerin çoğu Medine’de indiğini söyle-

mişlerdir. Mushaf’taki sıralamada 97. ve iniş sı-rasına göre 25. sûredir.

Konusu, Kur’ân’ın indirildiği gece olan Ka-dir gecesidir. Sûrede bu gecenin önemine ve şerefine vurgu yapılmaktadır.1

1 DİBY, Kur’an Yolu Meâl-Tefsir, c. V, s. 657.

Page 10: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi10

“Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın a d ı y l a …”

“Biz onu (Kur’ân’ı) Kadir gecesinde indirdik.”

“Kadr” kelimesi “kadera” fiilinin mastarıdır, asıl anlamı “güç yetirmek” demek olup, “hü-küm, haya, takdir, şeref, azamet, tazyik” ma-nalarına gelmektedir. Kur’ân’ın bu gecede indirilmesinin geceyi şereflendirdiği ve kad-rini yücelttiğini belirtmek üzere ona bu isim verilmiştir.

Birinci anlamı itibariyle, Kadir gecesi “hü-küm gecesi” demektir. Duhân Sûresi’nde “Biz O’nu mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz uyarıcıyız. (O gecede) Her hikmetli emir onda ayırt edilir” (44,3) buyurulduğu üzere; her hik-metli emrin, ilâhi takdirde hükmedilmiş işlerin ayırt edildiği mübarek bir gecedir. Bu anlamı göz önünde bulundurularak Kadir gecesine “takdir gecesi” de denilmektedir. Asıl takdir ezeli olduğuna göre, burada kastedilen o hü-küm ve takdirin açıklanması ve yerine getiril-mesi olmalıdır.

İkinci anlamı itibariyle Kadir gecesi, “azamet ve şeref gecesi” demektir. Daha sonraki âyette gelecek olan, “bin aydan hayırlı” bir gece oldu-ğu ifadesi, bu anlamı açığa çıkarmaktadır.

Üçüncü anlamı itibariyle, Kadir gecesi “taz-yik (sıkıştırmak, daraltmak) gecesi” demek-tir. Zira o gece inen meleklere yer dar gelir denilmektedir.

Âyette “azamet nûnu”yla “Biz indirdik onu” buyurulması, indirenin büyüklüğünü ifade ederken, indirilenin şanını da yüceltmeyi ifa-de etmektedir.

Âyetteki “o” zamiriyle kastedilenin Kur’an olduğu hususunda müfessirler ittifak etmiş-lerdir. Kur’ân’ın zamirle anlaşılacak derecede apaçık bilinen, tanınan, şanı yüce bir kitap ol-duğunu göstermek için adının açıkça anılma-dığı belirtilmektedir.

“Biz onu indirdik” ifadesinden, “tamamını indirdik” veya “indirmeye başladık” anlamla-rı çıkarılabilir. Alimlerin çoğu “peyderpey in-dirdik” anlamında “nezzelnâ” fiili yerine “in-dirdik” anlamında “enzelnâ” fiili kullanılmasını gerekçe göstererek âyette, Kur’an’ın tamamı-nın ulûhiyyet makamından dünya semâsı-na indirilmesinin söz konusu edildiğini ileri sürmüşlerdir. Bazı alimler ise, bu âyetle doğ-rudan Resûlullah’a gelen Alak sûresi’nin ilk âyetlerinin kastedildiği kanaatindedirler. Her iki yoruma göre de o gece Kur’an-ı Kerim’in indirilişine sahne olduğu ve bu olayla büyük

Page 11: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi11

bir değer kazandığı için surede ona “leyletü’l-kadr” denilmiştir.2

“Bilir misin nedir Kadir gecesi?”

Âyetin soru şeklinde ifade edilmesi, Kadir gecesinin yücelik ve şanını ifade eder. Âyete ce-vap veren sonraki âyetlerde de onun tarihinin açıklanması yerine bu gecenin önemi, insanlar için hayır ve bereketi üzerinde durulmuştur.

“Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır”

Müfessirlerin bir kısmı âyeti hakiki mana-sında anlayarak, bu gecede yapılan ibadet ve hayırların, içinde Kadir gecesinin bulunmadığı tam bin ayda yapılan ibadetlerden daha çok se-vap getireceğini belirmektedir. Başka bir yoru-ma göre burada bin sayısı çokluktan kinayedir. Nitekim birçok dilde olduğu gibi Arapçada da bin rakamı büyük bir sayı söyleyerek çokluğu anlatmak için kullanılmaktadır. Bu gece Yüce Allah’ın (c.c.) Resûlullah (s.a.v.) ve ümmetine bir lütfu ve ihsanıdır.

“O gece melekler ve ruh, rablerinin izniyle her bir iş için iner dururlar.”

Âyette, Kadir gecesinin bin aydan hayırlı olu-şunun bazı sebepleri açıklanmaktadır. Bu gece Allah Teâla’nın (c.c.) vereceği görevleri üstlen-mek üzere melekler ve ruh yeryüzüne inerler. Müfessirlerin çoğunluğuna göre, “ruh”tan mak-sat Cebrâil’dir. Cebrâil meleklerden biri olmak-la beraber makamının yüksekliği ve şanının yü-celiğini göstermek üzere ayrıca zikredilmiştir. Ruha “meleklerin ileri gelenleri, meleklerin dı-şında Yüce Allah’ın (c.c.) görünmez orduların-dan bir ordu, rahmet” vb. manalarını verenler de vardır.

“O gece tan yeri ağarıncaya kadar esenlik doludur”

Âyette bu gecenin esenlik ve mutluluk ge-cesi olduğu ifade edilmektedir. Zira melekler gecenin başından itibaren tan yeri ağarıncaya kadar gruplar halinde inerek müminlere selam verirler. Bu durum tan yeri ağarıncaya dek de-vam etmektedir.

Bu gecenin hangi gece olduğu çok ihtilaflı bir konudur ve birçok görüş nakledilmiştir. Ka-dir gecesinin, bütün sene içerisinde gizli olup, Ramazan ayında ve son on gecenin tek gece-lerinde olma ihtimali ağırlık kazanmaktadır.

2 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, c.IX, s.340.

Âlimlerin büyük çoğunluğuna göre ise, Rama-zan ayının 27. gecesi Kadir gecesi olarak kabul edilmektedir. Kadir gecesinin kesin olarak bil-dirilmemesi, insanların o gecede kazanacakları sevaplara güvenip diğer zamanlarda kulluk gö-revlerini ihmal etmelerini önlemek gibi bazı se-bep ve hikmetlerle açıklanmaktadır.

Ramazanın son on gününe girildiğinde Re-sulullah (s.a.v.) dünyevi işlerden uzaklaşıp, mescitte itikafa çekilir, vaktini daha çok ibadet ve tefekkürle geçirirdi. Müminler de kadir ge-cesini ibadetle ve dualarla ihya etmelidirler. Hz. Ayşe, bu gecenin nasıl ihya edileceğini Resûlul-lah’a (s.a.v.) sormuş, o da “Allah’ım! Sen affedici-sin affı seversin, beni affet! de” şeklinde cevap vermiştir (Tirmizi,”Da’avât”,84; İbn Mâce, “Duâ”, 5).3

Cenâb-ı Hak biz kullarını da Kadir gecesinin hayır ve faziletine eren salih kullar zümresine dâhil eylesin. Âmin.

3 DİBY, Kur’ân Yolu Meâl-Tefsir, c. V, s.659-660.

Kendinize beddua etmeyin, ancak hayırla dua edin. Zira melaike dediğinize “amin”

der.Ramuz el Ehadis S.470

Page 12: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi12

NAMAZIN NEV’İLERİAYŞE TUNÇ

ilm-ü hal

Hanefiler dışındaki çoğunluk, vacip hüküm kategorisini kabul etmedikleri

için namazı genel olarak farz ve nafile şek-linde iki gruba ayırmışlardır.

Hanefiler’e göre ise namazlar:

a) farz,

b) vacip,

c) nafile olmak üzere üç çeşittir. Bunun-la birlikte Hanefiler arasında farklı gruplama-lar da bulunmaktadır.Bunlardan birine göre namazlar;

a) Allah’ın farz kıldığı (mektube)namazlar,

b) Hz. Peygamber’in sünnetiyle sabit olan (mesnun) namazlar,

c)nafile namazlar olmak üzere üç çeşittir.

A) FARZ NAMAZLAR

Farz olan namazlar, ayni farz (farz-ı ayın; Her mükellefin bizzat kendisinin yapması gereken

farzlar) ve kifai farz (farz-ı kifaye; Bazı mükel-leflerin yapmasıyla diğerlerinin üzerinden düşen farzlar ) olmak üzere ikiye ayrılır.

Farz-ı ayın olan namazlar, yükümlülük çağın-daki her Müslüman farz olup, her biri ayrı ayrı bunu yerine getirmekle mükelleftir. Farz-ı ayın olan namazlar, her gün beş vakit namaz ve her hafta cuma günleri kılınan cuma namazın-dan ibarettir. Günlük farz namazlar sabah na-mazı 2 rekat, öğle namazı 4 rekat, ikindi namazı 4 rekat, akşam namazı 3 rekat ve yatsı namazı 4 rekat olmak üzere toplam 17 (on yedi) rekat-tır. Cuma namazı, cuma günü öğle namazının vaktinde cemaatle kılınan ve farz olan kısmı 2 rekat olan bir namazdır. Cuma namazı kılınınca ayrıca öğle namazı kılınmaz.

Farz-ı kifaye olan namaz ise, bir müslüman öldüğünde başta yakınları,komşuları ve tanı-yanları olmak üzere müslümanlarca kılınması gereken cenaze namazıdır. Bu namazı birile-ri kılınca öteki müslümanlar cenaze namazı kıl-madıkları için sorumlu olmazlar. Sevap ve fazi-leti ise namazı kılanlar elde etmiş olurlar.

بسم �لله �لرحمن �لرحيمد �لليل ومن حمود مقاما ربك يبعثك �أن عسى لك نافلة به فتهج �م

“Gecenin bir kısmında da uyanarak sana mahsus fazla bir ibadet olmak üzere teheccüd namazı kıl ki, Rabbin seni Makam-ı Mahmud’a

ulaştırsın.” (isra-79)

Page 13: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi13

B) VACİP NAMAZLAR

Vacip namazlar, vacip oluşu kulun fiiline bağlı olmayan (li-aynih vacip) ve vacip oluşu kulun fiiline bağlı olan vacip (li-gayrihi va-cip) olmak üzere iki kısımdır.

Yatsı namazından sonra kılınan üç rekatlık vitir namazı ile ramazan ve kurban bayramı namazları li-aynihi vacip grubunda yer alır. Tilâvet secdesi de,her ne kadar namaz olma-yıp bir secdeden ibaret olsa da, bu gruba sokul-maktadır. Ayrıca çoğunluk tarafından sünnet kabul edilmekle birlikte, bazı Hanefiler’in vacip saydıkları küsuf namazı da (güneş tutulduğun-da kılınan namaz) bu gruba girer.

Li-gayrihi vacip grubunda ise nezir nama-zı, sehiv secdesi ve ifsat edilen nafile nama-zın kazası yer alır. Nezir namazı, esasen gerek-li ve görev olmamakla birlikte, kişi bir vesileyle namaz kılmayı adadığı zaman kendi iradesiyle kendini yükümlü kılmış olur; artık bu yükümlü-lüğü yerine getirmesi gerekir.

C) NAFİLE NAMAZLAR

Farz veya vacip olan namazların dışındaki namazlara nafile namazlar denir. Farz namaz-ların öncesinde veya sonrasında kılınan sünnet namazlar nafile namaz kapsamında yer alır. Na-file namazları, sünnet namazların dışında ayrı bir kategori olarak ele alan bilginler de bulun-maktadır. Buna göre namazlar;

a) farz namazlar,

b) vacip namazlar,

c) sünnet namazlar,

d) nafile namazlar olmak üzere dört çeşit ol-maktadır. Sünnet namazlar, vakit namazları ya-nında düzenli olarak kılınan sünnetleri (revatib) ifade etmekte, nafile namazlar ise düzenli ol-mayarak çeşitli vesilelerle Allah’a yakınlaşmak ve sevap kazanmak maksadıyla ayrıca kılınan namazları (regaib) ifade etmektedir.

Farz ve vacip namazların dışındaki namaz-ları, genel olarak nafile başlığı altında ele alıp bunları kendi içinde kısımlara ayrılır. Nafile ke-limesi, farz ve vaciplerin dışında fazladan olan veyahut açıktan, istenilmeden , Rabbimizin faz-lından verdiğine denir. Nafile namaz ifadesi, bir vakti bulunan sünnetleri (müekked sünnet

ve müstehap sünnet) ve vakte bağlı olmayan tatavvu namazları içine alır. Birincisi, sünen-i revatib, ikincisi sünen-i regaib türleri olarak adlandırılır.

Revatib, belli bir düzen ve tertip içinde, beş vakit farz namazlarla birlikte ve belli bir devam-lılık içinde kılındığı için revatib adını almıştır. Bu açıdan revatib sünnetler, düzenli olarak kılınan sünnetler demektir. Bunlar, Efendimiz ( a.s )’in sünnetine uyularak vakit namazlarından önce veya sonra yahut kimisinde hem önce hem sonra kılınan namazlardır. Ramazan ayında yat-sı namazından sonra kılınan teravih namazı da, bu grupta yer alır.

Revatib sünnetler dışındaki nafile namazlar ise regaib adını alır. Bunlar, Efendimiz ( a.s )’in uygulamalarına dayanılarak belirli zamanlarda veya bazı vesilelerle kılınan ya da kişinin kendi isteğiyle herhangi bir zamanda Allah’a yakın-laşmak ve ecir kazanmak amacıyla kıldığı na-mazlardır. Bunlar gönüllü olarak kılındığı için “gönüllü (tatavvu) namazlar veya arzuya bağ-lı namazlar” olarak da adlandırılır. Teheccüd namazı, kuşluk (duhâ) namazı, istihâre na-mazı, yağmur duası, husûf namazı, küsûf namazı, tahiyyetü’l-mescid, tövbe namazı, evvâbîn namazı, tesbih namazı, ihrama giriş namazı, yolculuğa çıkış ve yolculuktan dö-nüş namazı, hâcet namazı, abdest ve gusül-den sonra namaz regaib türünden nafile na-mazlardır.1 İslam kültüründe sünnet namazlar, özellikle vakit namazlarının öncesinde- sonra-sında kılınan sünnet namazlar, farz namazlara hazırlayıcı ve onları koruyucu ibadetler olarak değerlendirilmiş, sünnet namazların muhafızı konumunda görülmüş, ayrıca Efendimiz ( a.s )’e bağlı olmanın,muhabbetin velhasıl ehl-i sün-net olmanın da bir nişanesidir.

Nafile ibadetlerin önemini belirten bir ha-disi kudside Efendimiz ( a.s ) şöyle buyuruyor:

“Her kim (ihlas ile Bana kulluk eden) bir dos-tuma düşmanlık ederse, Ben de ona karşı harp îlan ederim. Kulum kendisine farz kıldığım şey-lerden daha sevimli herhangi bir şeyle Bana ya-kınlık kazanamaz. Kulum Bana (farzlara ilaveten işlediği) nafile ibadetlerle durmadan yaklaşır, nihayet Ben onu severim. Kulumu sevince de Ben onun (adeta) işiten kulağı, gören gözü, tu-tan eli, yürüyen ayağı akleden kalbi ve konuşan

1 İsam

Page 14: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi14

dili olurum. Ben’den her ne isterse, onu mutla-ka veririm. Bana sığınırsa, onu korurum. Ben, yapacağım bir şeyde, mümin kulumun ruhunu kabzetmekteki tereddüdüm kadar hiç tered-düde düşmedim: (Zira) o, ölümü sevmez; Ben de onun sevmediği şeyi sevmem.” 2

Rasûlullâh ( s.a.v )’in hayatı Allah’a ibadetin ve en güzel kulluğun binbir neviyle doludur. Günün hemen her anına tekabül eden bir na-file namazı mevcuttur. Nafile ibadetler kulu Al-lah’a daha çok yaklaştırır ve cennetteki merte-besini de yükseltir. Resûlullah ( s.a.v ) :

“Müslüman bir kimse, farzların dışında nafi-le olarak her gün Allah rızası için on iki rekat na-maz kılarsa, Allah Teala ona cennette bir köşk yapar” buyurmuştur.3

2 Buhârî, Rikak, 38; Ahmed, VI, 256; Heysemî, II, 2483 Müslim, Müsâfirîn 103. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu 1

Nafile namazların, kıyamet gününün deh-şetli anında hesab verirken zor durumda kalan sahibinin imdadına yetişeceğini de yine Resû-lullah ( s.a.v )haber vermiştir:

“Kıyamet gününde kulun hesaba çekileceği ilk ameli onun namazıdır. Eğer namazı düzgün olursa, işi iyi gider ve kazançlı çıkar. Namazı düzgün olmazsa, kaybeder ve zararlı çıkar. Şa-yet farzlarından bir şey noksan çıkarsa, Aziz ve Celil olan Rabb’i:

- Kulumun nafile namazları var mı, bakı-nız? der. Farzların eksiği nafilelerle tamamlanır. Sonra diğer amellerinden de bu şekilde hesaba çekilir.” 4

4 Tirmizî, Salat, 188

Page 15: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi15

Teheccüd Namazı (Gece Namazı): Yat-sı namazından sonra kılınacak nafile namaza “gece namazı”denir. Bir miktar uyuduktan son-ra kalkılıp kılınırsa “Teheccüd” adını alır. Tehec-cüd namazı iki rekettan on iki rekata kadardır. İki rekatta bir selam verilmesi daha faziletlidir.5

Teheccüd namazı, Rasul-i Ekrem ( s.a.v) Efen-dimize vacip yani farz hükmündeydi. Bu namaz O’nun ümmeti için sünnet-i müekkededir.

“Gece namazına devam ediniz. Zira bu siz-den önceki salihlerin ibadetidir. Çünkü gece ibadeti, Allah’a yakınlık günahlara kefaret olup insanı bedeni hastalıklardan korur ve günah-lardan uzaklaştırır.”6

Allah Teala çok sevdiği ve kainatı hürmetine yarattığı Habîb-i Muhammed Mustafa (sav) ‘e teheccüd namazını farz kılmıştı.

“Gecenin bir kısmında da uyanarak sana mahsus fazla bir ibadet olmak üzere teheccüd namazı kıl ki, Rabbin seni Makam-ı Mahmud’a ulaştırsın.”7

Rasulullah (s.a.v) Efendimiz gece namazı-nı hiç terk etmezdi. Öyle ki hastalanacak veya ağırlık hissedecek olsa oturarak kılardı. (Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 18) “Sabah namazından önce kılınan iki rekat nafile namaz dünyanın tama-mından daha hayırlıdır.” (Müslim, Salâtu’l-Müsâ-firîn, 96) buyururdu. Gözümün nûru diye tavsif ettiği namazı geceleri daha bir iştiyak ve arzu ile kılardı. Ayakları şişecek kadar kendinde ge-çerek kıldığı teheccüd namazına olan iştihasını şöyle dile getirmişti:

“Allah her peygamberde belirli bir şeye karşı aşırı bir istek yaratmıştır. Benim en çok hoşlan-dığım şey de gece ibadetidir...” 8

Allah’a yaklaştıran en mühim ibadet olması hasebiyle ümmetinin de bu nimetten nasiplen-melerini arzu ederlerdi. Öncelikle yakın akraba-sından tebliğe başlayan Efendimiz, bir gece Ali ile Fatıma ( r.a )’nın kapısını çalmış ve onlara:

- “Namaz kılmayacak mısınız?” 9buyurarak geceyi boş geçirmemelerini istemişti.

Diğer hadislerinde ashabına da:

5 Muhammed Bin Abdullah Hanî, Âdâb, s. 2646 Tirmizi, Deavât, 1017 el-İsrâ/17, 798 Heysemî, Mecmau’z-zevâid, II, 2719 Buhârî, Teheccüd, 5

“Aman gece kalkmaya gayret edin! Çünkü o sizden önceki salih kimselerin adeti ve Allah’a yakınlıktır. (Bu ibadet) günahlardan alıkor, hata-lara kefaret olur ve bedenden dertleri giderir.” 10 buyurarak onları huzurun kaynağına yönelt-mek istemiştir.

Âile içinde kadın ve erkeğin Allah’a ibâdet ve salih ameller işleme husûsunda birbirleri-ne destek olmalarının önemine dikkat çeken Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- bilhassa gece namazına kalkmada bu yardımlaşmanın daha da önemli neticeler hâsıl edeceğini şöyle ifade etmiştir:

“Geceleyin kalkıp namaz kılan, hanımını da kaldıran, kalkmazsa yüzüne su serperek uyan-dıran kimseye Allah rahmet etsin. Aynı şekil-de geceleyin kalkıp namaz kılan, kocasını da uyandıran, uyanmazsa yüzüne su serperek uy-kusunu kaçıran kadına da Allah rahmet etsin.” 11

Allah’ın rahmetine erişmek duasıyla…

10 Tirmizî, De’avât, 10111 Ebû Dâvud, Tatavvu, 18, Vitir, 13

“Umeranıza fesatla dua

etmeyin. Zira onların iyiliği sizin iyiliğiniz,

onların fenalığı sizin fenalığınız

demektir”Ramuz el Ehadis S.471

Page 16: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi16

�آية �لمنافق ثلاث �ذ� حدث كذب و �ذ� وعد �أخلف و �ذ� �ئتمن خان

Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (sav) buyurdu:

“Şu üç hareket münafığın nişanıdır. Konuştuğu zaman sözlerinde yalan söyler, yap-tığı vaadi yerine getirmez, emin bilinip emanet edilince hıyanet eder.”

Konuştuğu zaman sözlerinde yalan söyler, yaptığı vaadi yerine getirmez. Emanet edilince ihanet eder. Eskiden ashap efendilerimiz, bu-günkü misyonerler gibi gider bir başka ülkeye sosyal aktiviteler yaşarmış. İslam ahlakı üzerine yaşarmış. Orada taşkınlık, zulüm payidar olduğu zaman, oraya savaşa başlarlarmış. Ya Müslüman olursunuz, ya cizye vereceksiniz, ya da sizinle sa-vaşırız derlermiş. Neden? Mazlumunu kurtarmak için. Şimdi bizim beynimize, dilimizle yerleşmiş-ler. Fakat zulüm yok. Kendilerinin yaptığı zulüm-den haberleri yok. Önce kendini ıslah eden bir millet haline gelmeden, yani asr-ı saadeti yaka-lamadan dışa misyonerlik yapamazsınız. Önce içini düzeltmelisin. İçini düzeltirken de içerden toplayıp, dışarıya aktarmayıp, içeriden topladı-ğını içeriye dağıtmalısın. Zenginden alıp fakire dağıtmalısın. Köprü olmalısın. Sonra dışarıya çı-kıp içeriye yıkmak için Mekke-Medine hikayesi-ni anlatmamalısın. Hiç kimsenin hicret gibi bir derdi yok. Senin yıpratıcı bir faaliyetin olmadığı müddetçe uzaklaştıran yok. Kimse durduğu yer-de insanları suçlu görmez. Önce kendimizi ıs-lah etmeliyiz. Aksi takdirde başımıza ıslah edici-ler geldiğinde önce biz birbirimizi ıslah ediciyiz. Biz sizi kurtaracağız Kaddafi’den deyip binlerce

insanın öldürülmesine, binlerce insanın birbiri-ne kurşun atmasına sebep oldular. Biz sizi ıslah ediciyiz, dediler. Irak’ta bir kişiyi öldüreceğiz diye milyonu geçkin adamı öldürdüler. Islah edicile-rin gelmesini beklemeyin. Önce aramızda bir ıs-lah olalım, birbirimizi sevip, birbirimize hürmet, birbirimize muhabbet edelim. Çünkü kafir öyle bir kafirdir ki, o zahirde savaşır bizimle sen onu bilirsin o da seni. Halbuki münafık öyle değildir, o gizlidir seninleymiş gibi görünür. Fakat sana kı-lıcı çeker, seni sırtından hançerler.

Bir münafıkla yakın dost gibi görüneceğinize; bir delikanlı doğru, suyu sert, kendisi gibi mert bir insan düşmanınız olsun. Hiç korkmayın. Yüzü her daim gülen münafıktan dost tutunmayın. Ondan dost olsa ne kadar olur? Bakın şimdi şöyle münafıklar var. Sözünde durur gibi görünür, sö-zünde durur, size söz verir, yarın geleceğim diye, yarında gelir. Efendim emanet tevdi edildiğinde de emanete hıyanet etmemiş gibi de sabit gözü-kür. Söylediği zaman onun doğru konuştuğunu da zannedebilirsiniz. Aman ha, aman ha!

Mümin merhametli ve şefkatli olur. Kur’an emanetine sahip çıkar. Hayatında Muhammed

HADİSM. DİKKATLİ

Page 17: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi17

Mustafa (sav) hayatına düstur edinir. O zaman işte sözü doğru olur.

Hani Mehmet Akif Ersoy’un bir sözü var;

Hayatta en beğendiğim gerçek,

Sözün doğru olsun kütük gibi olsun tek.

Fark etmez kütük gibi olsun. Ama doğru ol-sun. Fakat doğru olacağım diye de şu hikayede ki gibi de olmayın.

Adamın birini çok doğru sözlü diye kadıya şi-kayet ederler;

Aman efendim! Çok doğru sözlü biz bundan davacıyız. Her şeyi doğru diyor, diyorlar. Kadıya şikayet ediyorlar.

Kadı;

Niye şikayetçisiniz? Doğru sözlü insandan kim şikayetçi olur, diyor. Demek ki sizde bir zarar var, siz de sıkıntı var.

Efendim tamam da, yani bu çok doğru söz-lü. Nasıl söyleyelim bilmeyiz ki, bunun söyledi-ği doğrular bize ters geliyor, sıkıntı duyuyoruz, diyorlar.

Kadı;

Çağırın şu doğrucuyu bakalım, diyor. Getiri-yorlar. İçeriye girer girmez adam;

Esselamu aleykum ve rahmetullahı ve bereka-tuhu kör kadı, diyor.

Kadı;

Bu da hakikaten doğru, ama acıtıcı bir adam. Direkten de alnına kör olduğu söylenmez be adam, diyor.

Doğru olacaksınız ama takiyye de yapmaya-caksınız ha. Takiyye yapacağız diye yalanı çoğalt-tılar. Yılanı, akrebi içimize soktular. Sokup duru-yor Müslümanları gizli gizli. Hepimiz birbirimize düşman olduk temelli. Allah muhafaza eylesin. Aramıza ülfet muhabbet ihsan eylesin. 1

1 On hafta sohbetleri 4. Cilt

Sultan yeryüzünde

Allah’ın gölgesi ve kuvvetidir.

Kim ki, sultana hayırhanlık ve dua

ederse hidayet bulur. Kin de

beddua eder ve hayırhanlıkta bulunmazsa

dalalete düşer.Ramuz el Ehadis S.213

Page 18: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi18

Altın ve ipek erkeğe haram mıdır? İzah eder misiniz?

FIKIHAYŞE TUNÇ

Kardeşim ,birtakım giyim ve süs eşyaları var-dır ki, bazı hikmet ve sebeplerden dolayı kulla-nılmaları ve giyilmeleri erkekler için caiz görül-memiştir. Fakat yaradılışları icabı ziyneti ve süsü seven kadınlar için helâldir. Bunlardan birisi ipekten yapılmış giyim eşyaları, diğeri de altın-dır. Bu husustaki hadis-i şerif gayet açıktır. Haz-ret-i Ali ( r.a ) ‘nin rivayetine göre, bir defasında Efendimiz (a.s ) ipek bir kumaşı sol eline, bir par-ça altını da sağ eline aldı. Sonra bunları elleriyle yukarı kaldırdı, orada bulunanlara gösterdi ve şöyle buyurdu: “Şu iki şey ümmetimin erkeklerine haram, kadınlarına helâldir.”1

İslâmiyet’in haram kıldığı mese-lelerde şüphesiz, birçok hikmetler vardır. Ancak haramlığın hikmet ciheti, illet yerine geçmez. Yani bir şeyin haram kılınışında asıl sebep, Allah’ın onu yasaklamış olmasıdır. Allah yasakladığı için o haramdan sakınmamız gere-kir. Hikmetlerin araştırılması bu temel prensibin anlaşılmasın-dan sonra gelmelidir. Bu çerçe-vede, Efendimiz ( a.s ) ‘ın dini bir mesele de hüküm vermesi mümin-ler için bağlayıcıdır. İslam alimlerinin hepsi, Kur’an-ı Kerim’i açıklamada Efen-dimiz (a.s)’ın sünnetini birinci kaynak ola-rak belirtmişlerdir. Şöyle ki :

1 İbni Mâce, Libas: 19.

“Allah ve Resûlü bir iş hakkında hüküm ver-dikleri zaman, hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’min kadın için kendi işleri konusunda tercih kullanma hakları yoktur. Kim Allah’a ve Resûlü-ne karşı gelirse, şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.”2

“Kim peygambere itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.” 3

De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet

edendir.” 4

2 Ahzab Sûresi, 33/363 Nisa, 4/804 Âl-i İmran Sûresi, 3/31

Page 19: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi19

Hira’da yaşanan mucizenin ardından vahiy bir süre kesintiye uğradı. Bu durum yaşlı bil-gin Varaka’nın sözleriyle rahatlayan Nebi Mu-hammed Mustafa (sav) Efendimizi endişelen-dirmişti. Başına ne gelmişti? Müjdelendiği bu durum karşısında ne yapmalıydı? Böylesi açık bir olay hayal olabilir miydi? Gördüğü ve his-settiği varlığı neden tekrar göremiyordu? Bu sorular içinde sık sık Hira Mağara’sına gidiyor ve Cebrail (as) ile yine karşılaşmayı umut edi-yordu. Aynı olayın tekrarlanmayışı Rabbi ta-rafından terkedildiğini düşündürecek kadar üzüntü veriyordu.

İslam tarihinde ınkıta-i vahiy yada fetret-i vahiy olarak adlandırılan bu olayın 15 günden 3 yıla kadar sürdüğüne dair çeşitli rivayetler vardır. Allah-u Alem, genel kanaate bakıldı-ğında Efendimiz (sav)’in ilk vahiyle sarsılan ruhunun sükuna ermesini, vahyin devamına

karşı bekleyiş ve arzusunun artmasını hedef-leyen bu kesinti dönemi çok sürmemiştir.

Habibi Kibriya Muhammed Mustafa (sav) yine bir arayış günü vahyin tekrar gelmeye başlamasını şöyle anlamıştır;

“Bir gün aniden gökyüzünde bir ses işit-tim. Başımı kaldırıp baktığımda, Hira’da bana gelen meleği (Cebrail), yerle gök arasında bir kürsü üzerinde oturmuş olarak gördüm. Ürpe-rerek yere çöktüm. Evime dönüp;

“Beni örtünüz, beni örtünüz!” dedim. Bu-nun üzerine Yüce Allah;

“Ey örtüsüne bürünen! Kalk ve uyar! Sade-ce Rabbinin büyüklüğünü dile getir. Elbiseni tertemiz tut. Her türlü pislikten, kötü şeyler-den uzak dur.”1 1 Müddessir, 1- 5.

SİYER-İ NEBİM. DİKKATLİFetret-i vahy ..

Page 20: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi20

Ayetlerini indirdi. Artık vahiy gelmeye başladı ve ardı arkası kesilmedi.”2

Rasullüğünü bildiren bu ayetler ‘Ey örtüsü-ne bürünen’ hitabıyla hem ilk vahyin ardından eve gelerek üzerinin örtülmesini isteyen hem de mecaz olarak peygamberlik kisvesine bürünen Efendimiz (sav)’in ‘kalk, uyar’ emriyle görevlendi-rilmesinin ilanıdır. Ayetlerin devamında ‘Sadece Rabbinin büyüklüğünü dile getir’ emriyle tevhid dininin en önemli kuralı; Rab olan Allah’a iman ve kulluk esası bildirilmiştir. ‘Elbiseni temiz tut’ emri ise ilk davetçi Muhammed Mustafa (sav) ile devamında gelecek bütün davetçileri maddi ve manevi şekillendirir. Tertemizlik esası maddemi-zi her türlü necasetten arındırdığımız gibi, ma-nevi olarak nefis, ruh ve gönül dünyamızın da korunması olarak yorumlanmıştır. Elbise kavra-mını yalnız giysi olarak değil yaşanılan mekan-lar ve hatta eşler anlamında dahi alarak temizlik boyutunu genişletmemiz mümkündür. ‘Her tür-lü pislikten uzak dur’ emriyle bitirilen ilk gelen ayetlerde maddi- manevi temizliğin vurgulan-ması son derece anlamlıdır. Sözün özü; vahyin fetretini bitiren bu ayetler bizlerin de içinde bu-lunduğumuz fetreti bitirmesi umut edilerek yo-rumlandığında çok veciz bir üslupla gönderilmiş, davet ve davetçinin ufkunu şekillendirmiştir.

Bu şekilde peygamberlik görevinin başladığı ve bir uyarıcı olarak Allah’ın emirlerini insanlara öğreteceği bildirilen Muhammed Mustafa (sav) ilahi görevin 13 senesi Mekke’de, 10 senesi de Medine’de olmak üzere yaklaşık 23 sene devam etmiştir.

İlk namaz..

Çoğu kaynakta vahyin gelişinden sonra yaşa-nan ilk olay namaz olarak geçer. 3

Cebrail (as) güzel bir insan kılığında Efendi-miz (sav)’in yanına gelerek uygulamalı olarak ab-dest almayı ve namaz kılmayı öğretmiştir. Mek-ke’nin yukarısında bir vadide Cebrail (as)’dan öğrendiği şekilde ilk namazıyla gönlü huzura ka-vuşan Efendimiz (sav) bu sevinçle evine döndü.

Rasulü Ekrem Efendimiz (sav) bundan sonra kendisine tereddütsüz iman eden biricik anne-miz Hz. Hatice’ye, Cebrail (as)’den öğrendiği şe-2 Müslim, Sahih, c. 1, s. 98; Ahmed İbn Hanbel, Müsned (h. 2846); Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 592.3 İbn’ül Esir, İslam Tarihi, 2/51.

kilde abdest aldırdı ve imam olarak iki rekat na-maz kıldırdı. 4

İnançları şirk dolu putperest bir kavmin ye-niden inşası, gelen vahiylerde Allah’a iman ve uygulama da namaz ibadetiyle başlıyordu. Kı-yamete kadar yükselerek devam edecek islam yapısının, maddi- manevi tevhid inkılabının nur-lu daveti üç aşamada gerçekleşecekti;

Ferdi davet,

Akrabayı davet,

Genel davet.5

Ferdi davet..

Fahri Kainat Efendimiz (sav) davetin başında, tohumun ilk filiz vermesi aşamasında gayet tem-kinli, planlı ve ferasetli bir şekilde ilerledi. İlk önce fıtraten bozulmamış, ruh ve gönülleri temizliğini muhafaza eden, sağlam kişilikli ve karakterli in-sanlara islam anlatıldı. Yaşayış ve anlayış olarak temiz olan bu insanların islamla şereflenmeleri daha kolay oldu. İslamın ilk yıllarında yapılan bu gizli ve ferdi tebliğ döneminde islama girenlerin örnek halleri etkili olmuştur. Yaşanılan cahiliyeyi aklı ve midesi kabul etmeyen insanları Muham-med Mustafa (sav) ile O’na inanmış Muhamme-dilerin mucizelerinden önce halleri etkiliyordu. Ayçiçeklerinin bükük boyunlarını güneşe yönel-terek doğruldukları gibi kurumaktan kurtulanlar bu daveti samimi ve güvenilir yakınlarına ileterek genişletiyorlardı. İnancın kalplerde ve yaşantıda oturarak gerekli şartların oluşmasının beklendi-ği bu gizli davet dönemi yaklaşık 3 yıl sürmüştür.

İlk Müslümanlar..

“İyilik işlemekte önde olanlar, karşılıklarını al-makta da önde olanlardır.”6

İlk Müslüman olanlar kadınlardan Hz. Hatice, erkeklerden Hz. Ebu Bekir7, çocuklardan Hz. Ali, gençlerden evlatlığı Hz. Zeyd b. Harise’dir.8

Osman İbn Affan, Zübeyr İbn Avvam, Abdur-rahman İbn Avf, Sa’d İbn Ebî Vakkas, Talha İbn Ubeydillah, Ebu Ubeyde İbn Cerrah9; Abdullah 4 İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 260-261.5 Komisyon, Doğuştan Günümüze İslam Tarihi, 1/2046 Vakıa, 10.7 “Asıl adı Abdullah bn Osman’dır. Kendisi her iyi işte önde oldu-ğu için Ebu Bekir künyesiyle meşhur olmuştur.” Zemahşeri. 8 Rasulullah (sav)’in ilk üç kızı da ilk müslümanlar arasında sayıl-malıdır. Hz. Fatıma ise doğuştan müslüman sayılabilir. Mevdudi, Hz. Peygamber’in Hayatı, 2/ 296.9 Bu sahabalere daha sonra Ömer bn Hattab da ilave edilerek aşe-re-i mübeşşere (yaşarken cennetle müjdelenen on kişi) denmiştir.

Page 21: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi21

İbn Mesud, Erkam İbn Ebi’l-Erkam, Osman İbn Maz’un, Ubey-de İbn Haris, Said İbn Zeyd, Habbab İbn Eret, Ammar İbn Ya-sir, Suheyb (ra) da bu nurla nimetle şerefle-nen diğer isimlerdir.

Henüz bir emir gel-mediğinden islamın gizli yaşandığı bu dö-nemde bir grup müs-lümanın topluca na-maz kıldığını gören müşriklerin sataşmalarıyla münakaşalar başla-mıştı. Hatta bazı kaynaklarda Sa’d bn . Ebi Vak-kas’ın müşriklerden birine karşılık verip başını deve kemiği ile yarması sonucu islam tarihinde ilk kanın döküldüğü yazmaktadır.10

Bunun üzerine Hz. Muhammed Mustafa (sav) Müslümanların bir araya gelip ibadetlerini ra-hatça yapabilmeleri, nazil olan ayetlerin üze-rinde oturup konuşabilmeleri için Safa tepesi-nin yakınlarında ki Erkam bin Ebi Erkam’ın evini merkez olarak belirledi. Gizliliğin halen devam ettiği bu dönemde dikkat çekmeyecek bir ko-numda olan bu ev Daru’n Nedve’nin de görüle-bildiği Mekke’ye hakim bir konumdaydı. Burada yeni yürekler islama davet ediliyor hem de ge-len ayetler üzerinde sahabeye şahsiyet eğitimi veriliyordu. İnsanlar bu evde hür- köle, zengin- fakir, güçlü- zayıf gibi dünyalık sıfatlarla sınıf-landırılmıyorlardı. Allah Rasulü (sav)’in önünde omuz omuza vermiş, rızayı gözeten karakterli bir Kur’an nesli doğuyordu. Gelen vahiyleri adeta yudum yudum öğreniyor, öğrendiklerini yaşan-tılarına geçirdikçe yükseliyorlardı. Erkam’ın evi Müslümanlar için hem ibadet ve ilim merkezi, hem de karargah ve davet yeriydi. Allah-u Teala bizlerin evlerini de öğretmeni Muhammed Mus-tafa (sav), kitabı Kur’an, nesli iman dolu olan ça-ğın sahabeleriyle doldursun inşallah.

Akrabayı davet..

“Önce en yakın akrabanı uyar.”11

Bu ayetlerin içinde bulunduğu sure daha ön-ceki peygamberlerin tevhid mücadelesini anla-10 Siret-i İbn-i Hişam tercemesi 1/35011 Şuara, 214.

tıyordu. Adeta bu şekil-de Efendimiz (sav) ve yanındaki Müslüman-lara Mevla katından bir kuvvet geliyordu.

Kabullenmeleri için geçen üç yıllık gizli teb-liğ döneminde Kureyş müşrikleri bu son din hakkında kısmen bilgi sahibi olmuşlardı. He-nüz kendilerine davet gelmediği için tepkileri-ni açığa çıkarmıyorlardı.

Gelen yeni emirle Allah Rasulü (sav) endişe ve telaşa düşmeden, reddedilme korkusuna sı-ğınmadan davetçi ruhunu gösterecek şekilde hemen işe koyulmuştur. Efendimiz (sav) bu ya-kın daveti gerçekleştirebileceği bir ortam hazır-layarak akrabalara ziyafet vermeyi uygun gör-müştür. İnsan ihsanın kölesidir, sözünde olduğu gibi önce ikramlarla akrabalarına seslenmek is-temiştir. Ziyafete yaklaşık kırk- kırk beş kişi ka-tılmış, davet edilmediği halde gelen amca Ebu Leheb12 Rasulullah (sav)’in konuşmasına fırsat dahi vermeden;

“Bunlar senin amcaların ve amcalarının oğul-larıdır. Konuş hadi! Bırak bu sapıklığı artık. Ata-larına muhalefet etmekten vazgeç. Şunu iyi bil ki kavminin, senin yüzünden tüm Arapları kar-şısına alacak bir gücü yok. Aslında Kureyş kabi-leleri ve diğer Araplar sana saldırmadan önce, akrabalarının seni yakalayıp hapsetmeleri gere-kir. Tüm Araplara karşı gelmektense bu çok daha uygun olur. Ey kardeşimin oğlu! Kabilesinin, am-calarının başına senin getirdiğinden daha bü-yük bir felaket ve musibet getiren bir kimse daha görmedim.”

Bu öfkeli sözler üzerine maksat hasıl olama-mış, topluluk dağılmıştır. En yakınları tarafından dahi anlaşılamamak Efendimiz (sav)’i epey üz-müş, mahzun etmiştir. Buna rağmen davasın-dan vazgeçmeyen Allah Rasulü (sav) vakit kay-betmeden yeni bir davet düzenlemiş ve kavmi geldiğinde; 12 Asıl adı Abdu’l Uzza bin Abdülmuttalib idi. Fakat kırmızı yüzü sebebiyle kendisine ateş suratlı manasında Ebu Leheb denmiştir. İbn- i Sad.

Page 22: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi22

“Hamd Allah’a mah-sustur. Ben O’na hamd eder, sadece O’ndan yardım dilerim. O’na iman eder ve O’na gü-venirim. Allah’tan baş-ka ilah bulunmadığına şehadet ederim. O bir-dir, eşi ve ortağı yoktur. Bir önder kendi halkına yalan söylemez. Allah’a yemin olsun ki bütün insanlara yalan söyle-miş olsam, size yalan söylemem. Bütün in-sanları aldatmış olsam sizi aldatmam. Kendisin-den başka hiçbir ilah bulunmayan Allah’a yemin ederim ki ben Allah’ın bütün insanlara ve özellik-le sizlere gönderdiği peygamberiyim.

Sizler uykuya dalar gibi ölecek, uykudan uya-nırcasına dirilecek ve tüm yaptıklarınızdan hesa-ba çekileceksiniz. Ya ebedi cennete ya da ebedi cehenneme gireceksiniz. İnsanlar içinde uyar-dığım ilk kimseler sizlersiniz. Benimle sizin mi-saliniz; düşmanı görünce halkını uyarmak için önden koşarak gelen, düşmanın kendisini geç-mesinden korkarak; ‘Koşun ey insanlar!’ diye fer-yat eden kimsenin durumuna benzer.13

Ey Abdülmuttaliboğulları! Allah’a yemin ede-rim ki Araplar içerisinde, dünya ve ahiretiniz için, benim size getirdiğim şeyden daha hayırlısını, daha üstününü kavmine getirmiş bir genç bil-miyorum. Ben sizi dile kolay gelen, mizanda ağır basacak olan iki söze davet ediyorum ki bu da Allah’tan başka ilah bulunmadığına ve benim de O’nun kulu ve Rasulü olduğuma şehadet etme-nizdir. Rabbim sizi buna davet etmemi emretti.14 Hanginiz bu yolda, kardeşim ve yardımcım ol-mayı kabul eder?”

Nebiyyi Muhterem (sav)’in bu sözlerinden sonra kalabalığın sessizliğini bozan henüz çocuk sayılabilecek kadar genç bir delikanlı olan Hz. Ali (kr) olur;

“Ya Rasulallah, ben Senin kardeşin ve yardım-cın olacağım.”15

13 Muhammed Salih eş-Şami, Sübülü’l-Hüda ,II,432.14 Halebi,İnsanu’l-Uyun,I,283.15 İbn Sa’d, Tabakat,I,187; Ahmed,Müsned,I,111.

Buna karşılık böyle bir yiğitliğe sahip ola-madıklarından olsa gerek toplulukta Hz. Ali (kr)’in yaşından dolayı bir gülüşme oluştu.

Bu gülüşmelerden sonra Hz. Ali (kr)’in babası Ebu Talib yiğe-nine kendisini destek-leyeceğini bildirir;

“Yiğenim, Sana yardımcı olmak bizim

için bir şereftir. Sana emredilen şeyi yapmaya devam et. Seni koruyup kollamaktan bir an bile geri kalmayacağım. Bana gelince, Abdülmutta-lib’in dinini terk etmeye gönlüm razı olmuyor.”16

Diğer amca Ebu Leheb ise öfkeyle bu duru-mun kötü bir hal olduğunu, Muhammed (sav)’i durdurmaları gerektiğini yoksa zillete maruz ka-lacakları hatta Muhammedi (sav)’i korurlarsa öl-dürüleceklerini söylediğinde ortam iyice gergin-leşti. Ebu Talib’in tekrar söz alıp, hayatta oldukları sürece O (sav)’i koruyacaklarını17 bildirmesin-den sonra dağıldılar.

Bu toplantıdan yalnızca Efendimiz (sav)’in amca çocuklarından Cafer b. Ebi Talib ile Ubeyde b.Haris islamı kabul ettiler.18

Necip Fazıl’ın adeta Hz. Ali (kr)’de ki bu islam şuurunu gençlere hitap ettiği nasihatlerinde ol-duğu gibi islam sancağı gençlerin eliyle yüksele-cek, tevhid davası gençlikle güç bulacaktır.

“‘Kim var? ‘ diye seslenilince, sağına ve solu-na bakmadan fert fert ‘ben varım! ‘ cevabını veri-ci, her ferdi ‘benim olmadığım yerde kimse yok-tur! ‘ fikrini besleyici bir dava ahlakına kaynak bir gençlik...”19

16 Belazuri,Ensabu’l-Eşraf,I,119.17 Muhammed Salih eş-Şami, Sübülü’l-Hüda ,II,432-433.18 İsmail Sarıçam, İlk Dönem İslam Tarihi, s.74.19 N.f.k, Gençliğe Hitabe.

Page 23: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi23

TASA

VV

UF

Z.BİLMEN

Makam, Mevki, Rütbe, Şan.Saadet Odur ki; kula Allah Vermeli Nişan…

Hindistan’da nesnas diye bir hayvan varmış. Bu hayvanın özelliği konuşabiliyormuş. Hindular bunu avlayıp, yermiş. Bir gün dört tane nesnas, avlanmamak için insanlardan kaçıyorlar, çalıların arkasına saklanıyorlar. İnsanlar bunları dört yan-dan sıkıştırıyor. Birisi diyor ki;

-İyi saklan, kafanı görürler. İnsan hemen onu duyuyor. Bir ok atıp vuruyor. Öbürü;

-Akılsız! Sana kim dedi ses çıkart diye, diyor, onu da vuruyorlar. Üçüncüsü;

-E diyor, gördün mü bak konuştu, ikisi de vu-ruldu, diyor. Üçüncüsünü de vuruyorlar. Dör-düncüsü oradan sesleniyor;

-Çok şükür ben ses çıkartmadım. Tabi onu da vuruyorlar.

Bugün Müslüman toplulukların hali böyle de-ğil mi? Pek çok cemaat birbiri hakkında konuşu-yor ve birbirini vuruyor. Senin şeyhinin icazeti var mı, bizim şeyhimizin babası icazet verdi söz-leri. Halbuki çoğu, cemaat topluma mal oldu, da-ğılasın, diye ayakta tutuluyor. Biz de dördüncüsü olmayalım, bizi de vururlar sonra değil mi?

Biz dördüncüsü olmamak için ağzımızı ka-pattıkça, aynası sırlanmayanlar cam olup karşıyı gördükleri için ağızlarını tutmuyorlar, ne gelirse söylüyorlar. Din diye, dinsizlik satıyorlar sokak-larda. Biz dördüncüsü olmayalım tamam ama siz de ikincisi, üçüncüsü olmayın. Birincisinden ib-ret alın, hiç olmazsa biraz susun da fitneye, fücu-ra, bölücülüğe, ayrımcılığa sebep olmayın.

Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v), Ebubekir Sıddık (r.a)’ı işaret yoluyla yerine hali-fe bıraktı. Eğer Habib-i Kibriya deseydi ki; “Ebu-bekir’e bey’at edin” muhakkak ki buna iman farz olurdu. Bugünkü alimlerin, bizim icazetimiz var, bizim silsilemiz var dediklerine Rasulullah (s.a.v)’in kavliyle ve hareket metoduyla, yok di-yorum. Vardır bir icazeti, belki bina okutabilirsin, sarf okutabilirsin. Vardır belki bir silsilesi diyece-ğim ama altına kendi ismini yazdığı için. Allah katında yazılmış bir silsile bakın nasıl olur?

Ahmet Rufai (r.h)’in aleyhinde; ‘Bunun silsile-si yoktur’,Ahmet Rufai (r.h) şeyh değildir, diyorlar. Bu sözler, talebelerinin çok zoruna gidiyor, çok ağırına gidiyor, çok üzülüyorlar. Ahmet Rufai (r.h) elini açıyor ve diyor ki;

-Ya Rabbi! Sözümüze inanmıyorlar, icazet istiyorlar.

Gündüz vakti gökten kar beyazlığında sayfa-lar yağıyor, talebelerin ellerine düşüyor. Bakıyor-

Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)

Page 24: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi24

lar ki üstünde hiçbir şey yazmıyor, bomboş. Bu seferde; bunlar boş, bir şey yazmıyor işte, diye söz ediyorlar. Talebeler sayfaları Ahmet Rufai (r.h)’e verince, üzerinde yazılar beliriyor, Hak ka-tından gelen silsile okunuyor.

Ya hu keramet istediğimiz yok da, gücü olan da gücünü gösterir. Dillerinde ki sattıkları çok, elleriyle yaptıkları hiç yok. Kur’an’a ve sünnete tabiyiz diyenler, Kur’an ve sünnete uyacağız di-yenler suçlandılar, dışlandılar. İftiralara başlayıp, iftira kampanyalarıyla insanların sesini soluğunu kesip bir köşeye tıktılar. Çünkü onların beklediği kusursuz alim. Sene 92-93’lerde başlamış bir çı-ğır vardı. Geliyordu adam;

-Ben İbni Kesir’den şunu okudum, deyince diğeri;

-İbni Kesir’i kabul etmiyorum kardaş, sahih değil diyordu.

-E peki efendim ben Ramuze’l-Ehadis o k u y o r u m .

-Ben kabul etmiyorum kardaş, onda da zayıf, garip, mevzu hadisler vardır.

-Kütüb-ü Sitte’den..

-Onu da kabul etmiyorum, israiliyat var. Bana Kur’an’dan delil getir.

İslam’da ayrılık ilk böyle başladı. Fakat eğriyi önce öğrenenler, doğruyu görmek ve bilmek is-temediler. Kur’an’ı lisan zannettiler. Kur’an’ı ha-yattan uzaklaştırmak için yine Kur’an’ı seçtiler.

Nebiler de kendi öz çocuğundan ayırt edile-meyecek kadar anlatılıyordu kitaplarda. Onun için iman isteniyordu geldiği zaman. Ve Rasul-i Zişan Efendimiz işaret buyurdu, “Ebu Bekir Sıd-dık (r.a)’ı benden sonra ona tabi olun, halife ola-rak Ebu Bekir (r.a)’ı getiriyorum” demedi. Veyahut şimdikiler gibi beşik meşayihleri tayin edilmedi. Yani dededen babaya, babadan oğula geçen bir din haline gelmedi İslam. Veyahut diplomasını tekkeden, türbeden, zaviyeden almadı, Allah’tan aldı Allah’ın kulları.

Allah’ın vermediği nişanı, kuldan almaya ge-rek yok. Vallahi, billahi gerek yok. Allah’tan başka kim verir Allah’ın veliliğini. Bir Milli Eğitim Bakan-lığı verir öğretmene diplomayı veyahut öğret-menlik belgesini. Veyahut bir hocalık belgesini Diyanet İşleri verir değil mi? Pekiyi Allah’ın bel-gesini, kim kimden verir, kim kimden ister ki?

Ahmed’ül-Bedevi (rh)’e diyorlar ki;

“Gelsin de ona doğu kapısını verelim.”

Ahmedü’l-Bedevi (rh) gülüyor;

“Onlara veren kim ki, onlar bana versinler?”

Diplomaya, icazete muhtaçlar. Allah’ın verdi-ğinden ne icazeti istenir. Sanki ceplerinden ve-riyorlar. Allah’ın dinini bilirler. Kap değişse de suyun aynı aktığını bilirler. Merhum Necip Fazıl Kısakürek’in söylediği gibi, ‘oluklar çift, birinden kir akar, birinden nur’. Nuru da bilir, kiri de, lakin Hakka, hakikate eğridir gönülleri, batılla, haram-la doludur mideleri. Allah-u Teala kulaklarını, dil-lerini, ağızlarını bağlar.

صم بكم عمي فهم لا يرجعون

“Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka) dönmezler.”1

Onlar bağlıdır gelemezler, kulakları da tıkalı, gönülleri de ağırlıklarla doludur.

� � ومن خلفهم سد وجعلنا من بين �أيديهم سدفاأغشيناهم فهم لا يبصرون

“Biz, onların önlerine bir set, arkalarına da bir set çekip gözlerini perdeledik. Artık görmezler.”2

Bunların önünde ve arkalarında setler var kar-deşim. Makam setti, şöhret setti, gurur setti, kibir setti var nasıl gelebilir, nasıl geçebilir ki? Hakkı, hakikati nasıl söyleyebilir ki? Söyleyemezler tabi. Vallahi dini iyi bilirler, gelecek olan veliyi işaretle gelmeseydi iman olduğunu da bilirler. Öyle bilir-ler ki, kendi öz çocuklarını bildikleri gibi bilirler. Şüpheye düşer, ayrılır, inkar ederler biraz daha uzaklaşır, araştırmaya giderler. ‘Euzü’yü söyler de sığınılacak bir Allah’ın olduğunu bilmezler. Sığın-mayı bilmeyen, sığınacağını ne bilsin? Vallahi bi-lirler, Allah’ın velisini.

Bu masalar boş kalmaz, gidenin yeri dolar.

Vazolar değişmez amma çiçeklerin rengi solar.

Çiçekler solar kardeşim, vazolara ne olacak? Bak insan bedeni aynı, su farklı. Bir yerden solar, bir yerden açar. Eğer ki bilgisi verilseydi velile-rin, onlara intisap farz olurdu. Muhyiddin-i Arabi (k.s)’ya soruyorlar;

“Efendim kıyamete kadar gelecek olan velile-rin bilgisi hakkında bir bilginiz var mıdır?”1 (Bakara/18)2 (Bakara/ 9)

Page 25: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi25

“Vardır lakin ümmete vebal olur. Anasının ba-basının adıyla, yetmiş yedi silsile sayar dökerdim, farklı farklı beldelerden geleceğini söylerdim, la-kin ümmete vebal olur. Bilirlerse iman olur, bilir-lerse iman olur,” diyor.

Haktan gelenin suyu hep aynı akar. Kimi cela-lin içinde rahmetiyle kaynar. Kimi zaman görür-sünüz çocuk gibi cemalini onunla saklar Allah, kimi zaman heybetli-vakarlı olur, sinir- öfke sa-nırsınız celalini onunla saklar Allah.

ومكرو� ومكر �لله و�لله خير �لماكرين

“Onlar tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.”3

Su koyarsınız bir testiye onu sızdırır dışına, hiç su testisinin bal sızdırdığını gördünüz mü siz? Toprak testi de ne varsa onu sızdırır kardaş. Sizde ki de belli, şüphecilik. İmanda şüphe imansızlık-tır, denir. Allah-u Teala’nın sebeplerine tevessül tevekküle mani değildir. Allah-u Teala hikmetiyle güzellikleri ilhak edecek. Kur’an’ı ve sünneti ta-nıyan insana velilikte bir işaret yeter, bir kifayet eder. Veliye diplomayı Allah’ın verdiğini unutu-yorlar. Bunlar bilmezler mi, Allah velilik verirken kimseye danışmaz. Ayeti celile de;

الل يصطفي من اللئكة رسل ومن الناس إن الل سيع بصري

“Allah, meleklerden de resuller seçer, insan-lardan da. Şüphesiz Allah, hakkıyla işitendir, hak-kıyla görendir.”4

Allah-u Teala, elçilerini kendi seçer. Ayet-i ce-lilenin hayat olduğunu unuttunuz, hayata tatbik olduğunu unuttunuz, zikri hak hazım için ge-viş değildir diyen arife kulak asmadınız kaçtınız. Esma sıfattır kardeş, sıfatta kalma! Ey nefsin esiri, Allah’ın kovmuş olduğu şeytanın iğvasıyla Hak-kı duyduğu zaman iman edip, duyduğunu dışarı çıkınca inkar eden olma! İslam, şeriat seni cami-ye götürür, namaz kılmanı, dua etmeni öğretir, namazda Allah’ı bulmayı, Allah’a vuslatı, Rasulul-lah (s.a.v)’in; “namaz miracıdır müminin”, dediği-ni ancak tarikat hatırlatır. Siz bunları unuttunuz.

3 (Al-i İmran/ 54)4 (Hacc/ 75)

Savm-ü salat, hac ile sanma biter zahit işin,

İnsan-ı kamil olmaya lazım olan irfan imiş.

Sen irfanı almadan, imanı arzularsın. Ya iman nedir? Sen ayetle hadislerle Allah rızası için Hak-ka ve hakikate koşacaksın. Ayet ve hadislerle ben oldum deyip haktan uzaklaşmayacaksın. Benlik ateşiyle, gurur, kibir ateşi, büyüklenme ateşi ya-kıyor sizi. Allah-u Teala’dan af dileyin. Allah rızası için az ye, az uyu, az konuş hakkı bulursun ama az yerken ne olur yediğin helal olsun. Giydiğin çamaşır helal olsun, elbise helal olsun. O zaman Hakkı ve hakikati, muhabbeti yine bizde bulur-sun. Gel hakikate gel, Allah için gel, Rasulullah için gel. Lakin biz;

-Gelme, gelme, gelme, gelenin malı gider, gi-denin canı gider, dedik, boşuna demedik ki. Ama malın haramsa gider, helal ise birine bin verir Al-lah, korkma. Canı giden ölmez korkma. Cananını bulur sonunda.

Allah-u Teala gönül saadeti ihsan eylesin, Hakka ve hakikate kavuştursun, gören göz ihsan eylesin.

(Bu yazı Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocaefen-di’nin On hafta Sohbetleri kitabından alıntıdır.)

فى �مان �لله

Allah’ın laneti, gazabı ve ateşi ile birbirinize

beddua etmeyin”Ramuz el Ehadis S.479

Page 26: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Sizin

düşm

anın

ız in

san

mıdı

r?Y

oksa

için

izdek

i şey

tan

mıdı

r?B

unu

bilm

eyen

ahm

ak,

Müs

lüm

ana

düşm

an ol

ur a

ncak

.

Sizin

düşm

anın

ız in

san

mıdı

r?Y

oksa

için

izdek

i şey

tan

mıdı

r?B

unu

bilm

eyen

ahm

ak,

Müs

lüm

ana

düşm

an ol

ur a

ncak

.

Varis

ün-N

ebi

Abd

ulla

h M

urad

Şük

rüoğ

lu

Page 27: Bizbiriz dergisi 11 sayi

VarisÜn-NebiAbdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızın sohbetinden...

Bizbiriz Dergisi27

AyınSohbeti

Müslüman namaz kılıyor fakat şirke, bidatlere, hurafelere tutulmuş. Öyle ki Her tarafı bidat ol-muş. Bidat nedir? İslam’da olmayanı İslam’danmış gibi göstermek. Muhammed Mustafa (s.a.v)’in hükmettiğiyle hükmetmeyip, O’na ait olmayan söz ve davranışları O’na atfetmek. Bidat her tarafı kaplamışken İslam’ın takvasını kuşananlar, tasav-vuf çatısı altında birleşip tarikat ismini alanlar ne hikmeti hüda ise bir türlü körlükten, sağırlıktan vazgeçmiyorlar. Müslümana soruyorum; duy-duğun halde niçin tepkisiz kalıyorsun? Gördü-ğün halde niçin görmezden geliyorsun be müs-lüman? Biliyorsun hakkı ve hakikati örtene kafir denir. Hakkı batılla örtene kafir denir. Sen hakkı bildiğin halde batılı hakmış gibi gösterirsen sana ne isim verilir?

Rasulallah (s.a.v) huzurunda bir sahabe yük-sek sesle bağırıyordu. Rasulallah (s.a.v) soruyor;

-Nedir bu?

-Cezbedir ya Rasulallah. Elimde olmadan Al-lah’ın şevkiyle bağırdım, diyor. Rasulullah (s.a.v) buyuruyor;

-Bu şeytandandır.

Cezbeli ama rahmani değil, şeytani. Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v) diyor ki;

“Felakette saçlarını yolan, elbisesini yırtan yüksek sesle ağlayan bizden değildir.”2

Bir cenazede veyahut bir felakette dahi çırpın-mayı, bağırmayı men ederken Kur’an okunurken yahut zikir esnasında bağırmaya izin verilir mi? Dua ettiğimiz bir insanın sakal koyduğunu, ab-dest alıp namaz kılmaya başladığını gördüm. Bir gün musafahalaşmak için elimize geldi acayip bir hareket yaptı. Euzubillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim

La havle vela kuvvete illah billah

2 Nesai

يطان �لرجيم �عوذ بالله من �لشبسم �لله �لرحمن �لرحيم

صم بكم عمي فهم ال يرجعون“Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka) dönmezler.”1

1 Bakara/18

Page 28: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Rabbi euzu bike min hamazatişşeyatini ve euzu bike rabbi en yehderunallahi huvessemiu-lalim, dedim Allah’a sığındım. Tabi adam gülü-yor, ne dediğimizden habersiz. Dedim ki;

-Bu rahmani bir hal değil sendeki. Biz kardeş-lerimizle, müslümanlarla musafaha yaparken en fazla içimiz ürperiyor, aşkımız ve şevkimiz artıyor. Cebrail (a.s.)’ın Muhammed Mustafa (s.a.v.)’i sık-ması gibi bizde sıkıyoruz ama gel gör ki gönül-lerimizde Allah’a karşı aşk, muhabbet, hurafeye ve bidat şirke karşı da nefret oluşuyor. Sizde niye böyle zahiri riya hali oluyor?

Bir başka yerde Müslüman namaz kılıyor, cez-beye geliyor bağırıyor. Bu bağıran, çağıranların şeyhinin vekillerine bizatihi sordurdum, ikisi de vefat etti Allah-u Teala rahmet etsin. Namazda cezbe şeytandandır, lakin talebelerin hepsine sözümüz geçmiyor, elimizden bir şey gelmiyor, dediler.

Cezbe nedir öyleyse? Tasavvufi bir deyim olan cezbe lugatta kendine çekmek, bir şeyi sürükle-mek manasında olup, tasavvufta Allah sevgisiyle istiğrak olup, kendinden geçen bir hale gelmek demektir. Cezbe kulun Hak teala’ya külfetsiz ola-rak yaklaşması ve rahmani tecellilere muhatap

olmasıdır yani Allah-u Teala’nın kulunu kendisiy-le meşgul etmesidir. Bir talebenin 99 kelimesin-de 99 esmaü’l hüsna olacağına şeyhinin ismi var-sa bu adamda bir sıkıntı var, Allah aşkı değil de dünya ve dünyalık isteği ve arzusu var demektir.

Cezbe, Allah’ın kula bir ihsanı olduğundan ku-lun elinde değildir. Allah’ın, sevdiği kulunun kal-binden perdeyi kaldırıp çalışma ve gayreti olma-dan yakîn nuru ile kolayca manevî makamlara yükseltmesidir.

Cezbenin sahabe zamanında olduğuna delil olarak şunu anlatırlar.

Hz. Hanzala, Rasûlullah (s.a.v) yanında iken bulunduğu ruh haliyle, ondan ayrı olduğu za-manki ruh halinin farklı olmasından rahatsızlık duyar… Ve bu durumun bir münafıklık alameti olabileceğinden endişe eder. Böyle bir halet-i ru-hiye içerisinde evinden dışarı çıkar, Hz. Ebu Bekir (r.a.) ile karşılaşır… Ona,

- “Hanzala münafık oldu” demeye başlar. Me-seleyi açıklayınca da, Hz. Ebu Bekir aynı şeylerin kendisi için de söz konusu olduğunu söyler. Ni-hayet birlikte Rasulullah Efendimizin (s.a.v) hu-zuruna giderler ve Hanzala aynı şeyleri orda da tekrarlar. Gerekçe olarak da;

Bizbiriz Dergisi28

Page 29: Bizbiriz dergisi 11 sayi

- “Ya Rasulallah! Sizin huzurunuzda olduğu-muz zaman bize Cennet ve Cehennemi hatırlatı-yorsunuz, biz de her şeyi gözle görür gibi oluyo-ruz. Yanınızdan çıkıp gittiğimizde, çoluk çocuğa, dünyaya karışıyor da çok şeyleri unutuveriyoruz” der. Bunun üzerine Nebî (s.a.v.) şöyle buyurur:

- “Nefsim kudret elinde olan Allah’a (c.c.) ye-min ederim ki, eğer yanımda iken içinde bulun-duğunuz ruh haletinizi ve zikri dışarıda da devam ettirseydiniz, muhakkak ki melekler, yataklarınız-da ve yollarınızda sizinle musâfaha ederlerdi…” (Müslim, Sahih, Tevbe)

Sahabenin cezbe hali, bugünkü cezbe haline benziyor mu? Bağırma, çağırma hali yoktur. Çün-kü cezbenin aslı şudur;

Cezbe hali üçtür:

1- Evveli aşk’tır. Mürid bir cezbede aşka dü-şer. Onunla yüreği yanar, yürektedir. Sevdiğinde mahvoluncaya kadar…

2- Muhabbettir: Mürid muhabbete düşer, muhabbet cümle vücudu yakar, tepeden tırnağa kadar cezbe halinde bütün vücud yanar.

3- Cezbe halidir. Vücutta eser yok. Bütün cez-be olur. Varlığından soyunur. Tıpkı Ali (k.r) gibi.

Hz. Ali (k.r)’nin üç aylar boyunca dilsiz, ayak-sız, elsiz, dudaksız yattığı rivayet edilir. Sesinizi çıkartmadan, hiç kimsenin olmadığı yerde gözü-nüzden yaş geliyor, ağlıyorsanız bu Hak ve haki-kat cezbe. İnsanlar içerisinde ağlamak mı? Ses-siz, kendi halinde olur. Lakin namazda olmaz. Körler değil mi şimdi? Sözde kalp gözleri açıklar, Allah hidayet versin. Allah-u Teala akıl, fikir, fera-set versin.

Bunun için Şâh-ı Nakşibend (k.s) diyor ki:

Cezbenin de rahmanisi ve şeytanisi vardır. Şer’a muhalif iş, hal, hareketler ile veya sünnete muhalif hareketler ile olan cezbe şeytandandır.

Rahman’ın câzibelerinden bir cezbe, ins ve cinlerin yararlı amellerinden daha üstündür.

Avamın zannettikleri gibi ins ve cinlerin ame-line muadil cezbeler, nara çekmek, bağırmak, zıplamak değil, bilakis latifelerin, ruh ve kalbin, a’lâi illiyyîndeki nebî ve rasullerin ruhlarının hu-zuruna çekilişidir. (Saadet-i Ebediyye)

Vecd ve cezbe arasındaki fark nedir? Vecd, hüznü gerektiren keder, aşk ve iştiyak sarhoşlu-ğu içinde kendinden geçmek ve yüksek heyecan

demektir. Hakk’ın binbir tecellîsini müşahede eden kimsenin muhabbet sonucu içinin ferahla-ması ve o halin verdiği zevk ile kendinden geç-mesidir. Hakîkî vecd, ileri derecedeki Allah sev-gisi, irade sağlamlığı ve Allah aşkından meydana gelir. Kur’an okunurken vecde gelmeyip başka şeylerle vecde gelenler Hakk’a değil, halka tut-kun sayılmıştır.

Kur’an okurken hayret verici ayette ‘Subhanal-lah’ demek, azap ayetinde Allah’a sığınmak ‘Euzü billah’ demek, müjde ayetinde Allah’a hamd ‘El-hamdülillah’ demek vecd ile okumaktır. etmek. Kur’anı şuurla okumak cezbedir.

Çünkü Kur’an, Rablerinden korkanların kendi-sini derileri ürpererek vecdle okuyacaklarını ha-ber vermektedir.

ثاني تشابها م �لله نزل �أحسن �لحديث كتابا متقشعر منه جلود �لذين يخشون ربهم ثم تلين جلودهم وقلوبهم �إلى ذكر �لله ذلك هدى �لله يهدي به من يشاء ومن يضلل �لله فما له من هاد

“Allah, sözün en güzelini; âyetleri, (güzellikte) birbirine benzeyen ve (hükümleri, öğütleri, kıssa-ları) tekrarlanan bir kitap olarak indirmiştir. Rab-lerinden korkanların derileri (vücutları) ondan dolayı gerginleşir. Sonra derileri de (vücutları da) kalpleri de Allah’ın zikrine karşı yumuşar. İşte bu Kur’an Allah’ın hidayet rehberidir. Onunla diledi-ğini doğru yola iletir. Allah, kimi saptırırsa artık onun için hiçbir yol gösterici yoktur.”3

Rasulullah (sav) ve ashabının hayatında vecd halinin örnekleri pek çoktur. Nitekim Abdullah b. Mes’ûd bir gün kendisine Kur’an okurken “Her ümmetten bir şahid getirdiğimiz, seni de onların üzerine şahid tuttuğumuz zaman halleri ne ola-cak?” (en-Nisa, 4/41) ayetine geldiğinde Rasulul-lah’ın gözleri doldu ve “Yeter ya Abdullah!” dedi.

Vecd ile cezbe birbirine yakın anlamlıdır. Vecd-de kulun gayretinin de payı vardır. Cezbe ise vec-de göre daha güçlü ve tamamen Allah vergisidir. Kur’an’daki “Allah dilediğini kendine çeker.” (eş-Şûrâ,42/13) ayeti ile bazı kaynaklarda hadis ola-rak nakledilen “Allah’ın kuluna olan cezbesi, ins 3 Zümer, 39/23

Bizbiriz Dergisi29

Page 30: Bizbiriz dergisi 11 sayi

ve cinnin amellerine denktir.”(Keşfu’l-hafâ, I, 352, hadis: 1069)

فاذكروني �أذكركم

“Öyleyse yalnız beni anın ki ben de sizi anayım.”4

Allah’ın zikretmesi muhakkak ki kulun helal ve haram çizgileri içerisinde kendini düzeltme-si halidir. Gayri bir hal değil. Kur’an’a ve sünnete göre insanın ahvalini düzenlemesi, yaşam kalite-sini arttırmasıdır. Aksi takdirde şeytani boyutta onlar bunu yapıyorsa biz bunu yapalım demek değildir. Yav adam futbol oynuyor ozaman bizde amerkian futbolu oynayalım diyceksiniz. Alter-natif geliştirmenin bir manaı yoktur. Yahudi ve hıristiynlar. Hiristiyanlar bunu bilhasasa daha ev-velden yaptılar. Hıristiyanlığa ısındırmak amaçlı raksa rak popsa pop yapmadıkları kalmadı. Yap-madıkları kalmadı ama kiliseleri satmaktan ve hı-ristiyanlığın sapmasından kurtulamadılar. Siz in-sanları rahmana çağırırken rahmanı yül Celal’in kovuş olan şeytanına yem edemezsinin. Akıl-lı olur müslüman feraset sahibi olur müslüman yaptığı işin şirk olmadığını bilir müslüamn yap-tığı işinde şirk olduğunu bilir. Şöyle bakar yahu eğer cahiller çalgılı çengili karagözlğm diye hop-larken öbürkide muhammedin o gözleri sürmeli diye zıplarsa cahilden farkı ne diye sorarlar ada-ma allah’ın rasulü men edecek bakın daha var hadis şeriflerde bunlar efendim.

Mutasavvıflara göre Rasulullah (sav)’i öldür-meye giderken eniştesinin evinde duyduğu Kur’an sesiyle imana gelen Hz. Ömer’in haliy-le; avlandığı bir sırada üç defa peşpeşe hâtiften duyduğu: “Sen bunun için yaratılmadın” sesiyle sultanlığı bırakan İbrahim b. Edhem’in tevbesi, cezbeye örnek sayılmıştır.

Hira’da Muhammed Mustafa (s.a.v)’in titreme-si de bir örnektir. Cezbe, halk arasında aklın baş-tan gitmesi anlamında kullanılırsa da yanlıştır. Cezbe cinnet hali değildir. Meczub ile mecnun da ayrı ayrı şeylerdir. Halk arasında sohbet, zikir ve sema meclislerinde kalbinde meydana gelen varidata dayanamayarak kendinden geçen, ba-ğıran, gayr-ı ihtiyarî sıçrayıp nara atan kişilerin davranışlarına da cezbe adı verilmektedir. Aslın-da klasik kaynakların verdiği bilgilere göre bun-lara cezbe yerine vecd denilmesi belki daha uy-gundur. Nara ve taşkınlık türü vecd ve cezbeler

4 Bakara/152

hep zaaf alameti olarak görülmüştür. Yani zayıflık olarak görülmüştür.

Nasıl tazyikli akan bir çeşmenin altında bir kü-çük bardak tutulduğunda su bardağın içine gir-meden dışarı taşarsa, gönlü dar olanlara gelen varidat da öyle taşar ve vecd meydana gelir. Şöy-le sorular geliyor;

- Sohbetlerde derviş, şeyhinin adı geçince hopluyor zıplıyor. Ama Allah’ın, Nebisinin ismi yüz kere geçtiği halde salat-u selam bile getirmi-yor. Mürid için buradaki ölçü ne olmalıdır?

Kur’an okurken vecde gelmeyip başka şey-lerle vecde gelenlerin Hakk’a değil, halka tutkun olduklarını belirmiştik. Şeyhinin adı geçtiğinde vecd ve cezbe eseri tavırlar gösteren kimse, he-nüz fena fi’ş-şeyh konumundadır.

Amr b. Abdillah b. Zübeyr rivayet ediyor;

Babamın yanına geldim, bana nerdeydin diye sordu. Ben de kendilerinden daha hayırlı görme-diğim Kur’anı Kerimi okuyan bir grup buldum. Onlardan birini Allah korkusu o kadar kaplamış-tı ki cezbeye geliyordu. Onlarla birlikte oturdum dedim. Bunun üzerine babam; bundan sonra onlarla beraber oturma dikkat et onlar sapıktır. İnsanları saptırıyorlar. Ben Rasulu Ekrem (s.a.v)’i Kur’an okurken gördüm. Ebu bekir ve Ömer (r.ma)’yı Kur’an okurken gördüm. Hiçbirini cez-be halinde görmedim. Sen bu grubun Allah’tan Muhammed (s.a.v) Ebubekir ve Ömer (r.ma) dan daha fazla korktuğunu mu zan ediyorsun? Baba-mın dediklerinin doğru olduğunu fark ettim ve onları terk ettim.

İbni Ömer’in ağladığını gördüm Muaz b. Ce-bel’e “Ey Muaz niçin ağlıyorsun diye sordu oda şunları söyledi “ Hatırıma Hz. Rasul’den işittiğim şu hadisi şerif geldi de onun için ağlıyorum “Ri-ya’nın en azı dahi şirk’tir.Allah katında kulların en sevimlisi gizli takva sahipleridir. Böyleleri or-talıkta bulunmadığı zaman kimse tarafından aranmaz,bir yerde bulundukları zamanda tanın-mazlar; yani şöhretleri yoktur.işte asıl hidayet mumları ilim çıraları böyle kimselerdir.”

Allah’ın Rasulu (s.a.v) salatu selam sonsuz kere yaratılmışın nefesi adedince zerrelerin adedince salat-u selam Allah’ın Rasulu ve Onun ali, ashabı-na olsun.

İlahi aşkın en büyük tezahürü Allah (c.c.) ve Rasulünün emrettiği hayatın yani tevhidin ya-şanmasıdır. İslami yaşayışın son derece zorlaştı-ğı helal ve haramın karıştığı, insanların imanının

Bizbiriz Dergisi30

Page 31: Bizbiriz dergisi 11 sayi

tehlikede olduğu bir zamanda Kuran ve sünne-te uymak Allah (c.c.) yolunda her türlü acılara sı-kıntılara katlanmak, bu yolda fedakarlıklar gös-termek en büyük cezbedir. Şayet böyle bir hayatı olmadığı halde garip davranışlarla bağıran ce-maatin hali İslam’a uygun değildir. Bu kimselerin yanında Allah’ın ve Rasulünün adı anılınca ken-dilerini kaybediyor ama tevhitten uzak bir hayat yaşıyorsa bilinmelidir ki; o kimse yalancı ve gös-terişçidir. Bu konu günümüz tasavvuf çevrelerin-de çok önem teşkil eden ve insanlar tarafından maneviyatta ulaşılan makamların ölçüsü olarak görülen bir davranış haline gelmiştir. Tasavvufi terbiye yoluna giren insanlar bu tip davranışları sergileyenleri ilahi cezbeye ulaşmış, nefsini terbi-ye ederek Allah’a kullukta bazı makamlar kazan-mış kişiler olarak gördüğünden bu tür hallerin kendisinde de olmasını arzu etmektedir. Böy-le hallerin, bütün çabalara rağmen kendisinde oluşmadığını düşünen insanlar kendisinde bir eksiklik olduğu düşüncesine kapılmışlardır.

Tasavvuf çevrelerinde cezbe sahibi insanlar hep saygı görmüş ve maneviyatta daha hızlı bir şekilde yol kat etmiştir. Yalnız cezbe hali istenil-

diği zaman geliyorsa riyadır. Habib-i Kibriya Mu-hammed (s.a.v.);

“Riyanın en küçüğü şirktir” buyurmuştur.

Şunu ifade edelim ki; Bazı insanlar tarafından ilginç etkileşimler, kendinden geçmeler, ağlama-lar, gayri ihtiyari davranışlar ve refleksler gerçek-tende yaşanmaktadır. Ancak bu husus şeytan tarafından kullanılarak insanlar dalalete sürük-lenmekte hatta şirke düşmektedir. Örneğin cahil bir müslüman değişik şekillerde görünen ve ona seslenerek gelen şeytanı tanıyacak ilmi olmadı-ğı için kendisinin maneviyattaki kazandığı ma-kamlar neticesi ile kazanılmış bir hal olduğunu zannetmektedir. Ya da insanın içerisine girip, da-marlarında dahi hareket edebilen şeytanın bazı refleksler yaptırma olasılığı bulunmaktadır.

Allah-u Teala’nın kovmuş olduğu şeytanın vesvesesidir kanında dolaşan. Bunu iyi anlayın. O vesvese dolaşıyor gönlünüzde her bir damarı-nızda, her bir zerrenizde dolaşıyor . Peki Allah’ın kovmuş olduğu şeytan ademe yani insana yana-şamayınca ne yapar?

Bizbiriz Dergisi31

Page 32: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Yanaşamayınca iğva verir, sure-i insan olan as-kerlerini o ademe musallat eder. Haktan ve ha-kikatten çevirmeye uğraşır. O adem Allah’ın ha-ramlarından ateşten kaçar gibi kaçar. İşte hakiki yol, hakiki şeriat, hakiki tarikat budur. Allah’a ve Rasulü (s.a.v)’e koşar. Haramdan kaçar, helallere kucak açar. İşte Allah-u Teala’nın en büyük, en güzel, en salih kulu bu kuldur. Sen keramet mi görmek istiyorsun? Etini kesenler, derisini biçen-ler, ateş üstünde yürüyenler, git Hindistan’da gör. Yoga yapan yogiler havada oturuyorlar. Lakin ha-rama haram, helale helal demiyorlar. Kur’an’dan ve sünnetten uzaklar. Biz körlüğe, sağırlığa talip olmayalım. Ya Rabbi! Hakka gözümüzü açık, ha-rama kapalı eyle diye dua edip, yalvaralım. Mü-minlere karşı dili kısa, kafirlere karşı keskin eyle, diyelim. Suç kaftan olmuş üzerine giyecek kim-se bulunmamış. Kaftan giyilmez mi! Giyilir amma suçu kabul etmek erdemdir, o hatayı tamir et-mek ikinci bir erdemdir. Hatasını kabul etmeyen bir kimseye hatasını düzeltme imkanı verilmez. Hatasını kabul etmeyen, Allah’ın kovmuş oldu-ğu şeytan gibi hep karşı, hep karşı diyen, hatası-nı görmez. Benlik ateşinde yürüdüğü müddetçe, çevresindekileri gururla, kibirle yakıp yıkacak? O öfke içinde bir yanardağ gibi büyüyecek. Bize değil nefsine sürdür öfkeni. Nefsinle cenk etmek, kardeşinle cenk etmekten iyi. Bir tane düşmanı-nız var, o da Allah’ın kovmuş olduğu şeytan.

Bir meclis düşünün talebelerin hepsi edep-li, hepsi sükut içerisinde. Bu mu helalleri kuşan-mış, haramlardan uzaklaşmış, huzura çıkmış bir meclis; yoksa ses, bağırtı ayyuka çıkmış, ne dedi-ği belli olmayan bir topluluk mu? Elbette Kur’an ve sünnete yapışmış, edeb içerisinde, sükut içeri-sinde olan topluluk, Hakka ve hakikate gönülle-rini bağlamış, Allah’a ve Rasulü (s.a.v)’e iltica et-miş olur. Başlarında bir Anka var da kıpırdarlarsa uçacakmış edası ile sohbeti ve muhabbeti dinle-yenler elbette sohbetten ve muhabbetten hisse alacaklar. Sohbeti ve muhabbeti benliğiyle, nef-siyle, gururuyla, kibriyle dinleyenler elbette kar-şılarındaki insanları suçlu sanacaklar. Kişinin hik-met-i Huda’dan anladığı yok ki, Allah-u Teala’ya karşı bir adım attığı yok ki.

Bakın dervişliğin ne olduğunu Rıza Tevfik’e ait aşağıdaki beyitlerden dinleyelim;

Dervişlik özüne hakim olmaktır,

Esîr-i nefs olan derviş değildir.

Aşkı rehber edip Hakk’ı bulmaktır,

Keşkül, teber, asâ, tığ, şiş değildir.

İbadet namına dalgın oturma!

Bağırma, tepinme, göğsüne vurma!

“Yâ Hû”, “yâ Hay” diye köpürüp durma,

Zikr-i Hak hazm için geviş değildir.

Sırr-ı Hakk’ı gönlünden öğren,

Gönüldür aşk ile dîdârı gören;

Ârif-i âgâha o zevki veren,

Benk ü bâde, afyon, haşhaş değildir.

Keramet umma hiç Necef taşından,

Ayrılma insandan öz kardaşından;

Hakk’ı göremezsin bağlar başından,

Gerçek er sultandır, keşiş değildir.

Ham ervah her yanda var yığın yığın,

Nedir onlarla verip aldığın!

Uzlete mail olan gönlüne sığın!

Cihan gönül kadar geniş değildir.

(Bu sohbet Abdullah Murad Şükrüoğlu Hoca-efendinin 14.12.2013 tarihli sohbetinden alıntıdır. Allah kendilerinden ebeden razı olsun, razı etsin. Amin )

Bizbiriz Dergisi32

Page 33: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi33

İçimde arzun,

Gözümde nurun,

Kabrimde dostum,

Sensin Allah’ım (c.c.).

Aldığım nefes,

Isıtan güneş,

Kulağımdaki ses,

Sensin Allah’ım (c.c.).

Dilimde ismin,

Gönlümde sevgin,

Kabrimde sevgilim,

Sensin Allah’ım (c.c.).

Sensin Allah’ım (c.c.),

Sensin Allah’ım (c.c.),

Seni sevenlere dost,

Sensin Allah’ım (c.c.).

SENSİN

Abdullah Murad Şükrüoğlu

Page 34: Bizbiriz dergisi 11 sayi
Page 35: Bizbiriz dergisi 11 sayi
Page 36: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi36

İslam’ın temel taşlarından bir tanesi de “ y a rd ı m l a ş m a”d ı r.

“Kim, bir Müslümanın, dünya sıkıntılarından bi-rini giderirse, Allah (cc) da kıyamet gününde onun sıkıntılarından birini giderir. Kul, kardeşinin yardı-mında olduğu sürece, Allah (cc) da onun yardımcısı olur.”1 hadis-i şerifi de bu meyanda hayatımıza düs-tur olması gereken bir temel ilkedir.

Karz-ı Hasen, İslamın öngördüğü ve tavsiye etti-ği yardımlaşma müesseselerinden bir tanesidir. Lü-gatta, “güzel ödüç verme” anlamına gelen bu kav-ram, dini terminolojide “nakit para veya ölçülebilir, tartılabilir bir malı, bir misli olarak (aynı miktarda) geri almak üzere bir şahsa vermek” anlamına gelir.

Karz-ı Hasen, Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerle övülmüş ve tavsiye edilmiştir.

Ayeti kerimelerde “Allah’a güzel bir borç vermek” olarak nitelendirilmiş, mükafatının Allah (c.c.) tara-fından kat kat verileceği müjdelenmiştir.2

Enes Bin Mâlik (radiyallahuanh)’den rivayet edi-len bir hadis-i şerifte Hz. Muhammed Mustafa (sav) Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Miraç Gecesi bana, cennet kapısında şöyle bir yazı gösterildi: “Sadaka için on katı, karz-ı hasen için 18 kat sevap vardır.” Cebrail’e karz-ı hasen’in niçin sadakadan daha üs-tün olduğunu sorduğumda şu cevabı verdi: “Şüp-hesiz dilenci (çoğu zaman) yanında varken de ister. Ödünç isteyen ise ancak ihtiyaç sebebiyle ister.”3

1 Buhari2 Hadid/11, Hadid/18, Bakara/245, Maide/12, Tegabün/17, Müz-zemmil/203 İbn-i Mace Sadakat, 19)

Bir başka hadisi şerifte ise Efendimiz (sav); borç vermenin, sadakadan daha hayırlı olduğunu buyurmuştur.4

Ayet-i Celile ve Hadis-i Şerifler izah gerektirme-yecek kadar açıktır.

İslam yaşam dinidir. Müslümana yakışan bildiği ile amel etmektir. İlmini ameline aktarmak mü’mü-nin şiarı olmalıdır. Amelsiz ilimin ve ilimsiz amelin şerrinden Allah’a (cc) sığınırız.

Karz-ı Hasen, bir akitleşmedir. Her akitleşmenin kendine özgü prensipleri ve taraflara getirdiği so-rumluluklar vardır.

Bu akitleşme, İslamın temel esaslarına uygun olmalı ki, salih amel kapsamında olsun. Öncelik-le bu akitleşmenin yazılı kayıt altına alınması esa-sına riayet edilmesi gerekir.5 Faiz, haram, yalan, al-datma, istismar gibi kötü hasletlerden arındırılmış sahih bir akitleşme olmalıdır. Allah rızası için, ihlas ile yapılmalıdır. Gönül hoşnutluğu olmalıdır. Seva-bı Allah’dan (cc) umulmalıdır. Ardından başa kak-ma, eziyet etme, dünya menfaati temin etme, ala-caklıyı rencide etme gibi kötü davranışlardan uzak kalınmalıdır.

Borç veren bilmelidir ki, borcu Allah’a vermiş-tir. Borç verdiği para Allah’ın ona bir emanetidir ve o parada fakirinde hakkı vardır.6 Yine mü’min-ler bilmelidirler ki, aralarındaki fakirler hürmtine rızıklandırılmaktadırlar.7

Alacaklı, alacağını isteme hakkına sahiptir. Lakin, borçlu ödeyemeyecek duruma düşmüş ise yeni-

4 Câmiu’s-Sağîr, 2/865 Bakara/2826 Zariyat/19, Mearic/277 Ebû Dâvûd, Cihâd 70

Unutulan Hasene:KARZ-I HASEN

M. EMİN DOĞANKamu İç Denetçisi

Page 37: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi37

den süre vermeli ve hatta imkan-lar dahilinde borcun bir kısmını veya tamamını sadaka niyeti ile bağışlayabilmelidir.8

Borç veren, Hz. Muhammed Mustafa (sav) Efendimizin “Borcu-nu ödemekte zorluk çeken birisi-ne mühlet veren veya borcunun bir kısmını bağışlayan kimseyi Yüce Allah(cc), cehennem ateşin-den korur.” hadis-i şerifini örnek alabilecek imani ve ameli kuvvet-te olmalıdır.

Borçlu, alacaklının haklarını gözetmelidir. Kendisine borç ve-ren müslümanın iyi niyetini istis-mar etmemeli, bulduğu ilk fırsatta borcunu ödemeye gayret etmeli-dir. Ve hatta bunun için normal hayatının fevkinde gayret göstermelidir. Rasululllah (sav) Efendimizin “En hayırlınız, borcunu en güzel şekilde ödeyeni-nizdir.” hadis-i şerifini kendisine şiar edinmelidir. Bil-melidir ki, Allah’ın Rasulu (sav) “Allah nazarında, Al-lah’ın nehyettiği kebairden sonraki günahların en büyüğü, karşılık bırakmadan borçlu ölmüş olmak-tır. (-ki varisi de ödeyemiyor)” buyurmuştur.

Burada şunu da ilave etmek gerekir ki, islam borçlanma hukukuna ilişkin ilkeleri belirlemiş an-cak gereksiz yere borçlanmaktan da men etmiştir. Kişi devamlı borç istemeyi adet haline getirmiş ise, bu adeti onu harama, israfa, savurganlığa, tembelli-ğe ve insanların iyi niyetini istismara sevk ediyor ise bu kişiye de borç vermemek evladır.

Borçlanmada ki temel sebep Allah rızasına uy-gun olmalıdır. Temel gaye ise ödemek olmalıdır. Hadis-i şeriflerde, ödeme niyeti ile yapılan borca Al-lah’ın kefil olduğu, borç ödeninceye kadar Allah’ın (cc) borçlunun yanında olduğu, imkanı olduğu hal-de borcun geciktirilmesinin zulum olduğu, borçlu-sunu kapısına getirtene Allah’ın meleklerinin lanet edeceği de ifade edilmiştir.

Karz-ı Hasen, bireysel ve toplumsal faydaları ile tam bir sosyo-ekonomik uygulamadır.

*Müslümanı faiz belasından korur.

*Toplumda yardımlaşma kültürünü canlandırır. Birlik ve beraberlik duygularını geliştirir.

*Mü’minler arasında ülfet ve muhabbeti artırır.

8 Bakara/280

*İnsanların birbirlerine karşı güven duygularını geliştirir.

*Yoksulluğun, fakirliğin ve if-lasların önüne geçer.

*Ekonomik kaygılarla bozul-maya meyleden aile birlikteliğini korur.

*Hırsızlık, gasp, rüşvet, zina, fu-huş gibi kötülüklerden bireyleri ve toplumları korur.

*Ekonomik hayatı canlandırır.

Hayattan çıkarılan her helalin yerini haramlar doldurur.

İslami hayatın egemen oldu-ğu toplumlarda karz-ı hasen uy-gulaması etkin devam etmiştir. Lakin kredi kartları, bankacılık,

faiz, tefecilik gibi haram ve haram kazanca daya-nan iştigaller arttıkça insanlarda bu güzel hasletten uzaklaşmıştır.

İslam kardeşliğinin yerini “banka/finans kurumu” kardeşliği almış, artık bir Müslüman kendisinden borç isteyene bankanın/finans kuruluşunun yolunu rahatça gösterebilir hale gelmiştir. Kazançlara hara-mın bulaştığı ölçüde helallerden uzaklaşılır olmuş-tur. Her koyun kendi bacağından asılmaya başlamış lakin kokusu bütün islam sarmıştır.

Hayatımızdaki haramlardan kurtulmamız için helallere yönelmemiz gerekir.

Mü’mine ve mü’minlerden oluşan birlikteliklere (vakıf, dernek, şirket vs) düşen görevlerden bir tane-si de burada karşımıza çıkıyor. Aramızdaki ihtiyaç sahiplerini, sıkıntısı olanları tespit ederek hal ça-resi bulmamız üzerimize sorumluluktur. Karz-ı Ha-sen sandıkları oluşturarak “islami esaslara göre borç verme” güzelliğini hayata geçirmemiz gerekiyor. Toplumun üzerine karabasanlar gibi tebelleş olan faiz/tefecilik/kredi kartı belalarından kurtulmanın en güzel yolu mü’minin mü’mince yaşamasıdır.

Mü’min, bir diğer mü’min için kredi kartından daha iyi bir dost(!!!) olamıyorsa akşamlara kadar dü-şünmeli sabahlara kadar göz yaşı dökmelidir.

Cenab-ı Hak gerçek kardeşliklerin yaşandığı, mu-habbetin, yardımlaşmanın ve itimadın yaygınlaştığı bir toplumun fertleri olmayı nasip eylesin.

Hakla kalalım, aşkta daim olalım, Allah’a emanet olalım.

Page 38: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi38

SAHABE-İ GÜZİN

Hazreti Hüseyin Bin Ali

Burak Çınar (Edb.Fak. Tarih Böl. 3. Sınıf)

Resûlullahın ( aleyhisselâm ) torunu, Hazreti Ali’nin ikinci oğlu. Oniki imâmın üçüncüsü ve Ehl-i Beytin beşincisidir. Hicretin altıncı yılında (m. 626) doğdu. Hazreti Hüseyin’in nesebi; Hü-seyin bin Ali bin Ebî Tâlib bin Abd’ül-Muttalib bin Haşim, el-Kureyşi, el-Hâşimî’dir. Hüseyin adı, ona Resûlullah efendimiz (.a.v.) tarafından verildi. Künyesi, Ebâ Abdullah’dır. Lakabı Sey-yid ve Şehîddir.

Ümmü Haris ( radıyallahü anha ) anlatır: “Bir gün Resûlullahın ( aleyhisselâm ) huzûruna vardım. “Bir rüya gördüm, çok korkdum” diye arz ettiğimde “Ne gördün?” buyurdular. “Sizin vücûdunuzdan bir parça kesdiler, benim ya-nıma eklediler” dedim, “İyi görmüşsün, Fâtı-ma’nın bir oğlu olacak ve senin yanında kala-cakdır” buyurdular. Bir müddet sonra Hazreti Hüseyin dünyâya geldi, İbni Abbas’dan ( radı-yallahü anh ) gelen rivâyete göre: Resûlullah ( aleyhisselâm ) her sabah namazını kıldıktan sonra mübârek yüzünü Eshâb-ı kirama çevi-rirlerdi. Üzüntülü kimseler yüzünü görseler mesrûr (sevinçli) olurlardı. Bir gün sabah na-mazından sonra yüzlerini döndürmeden Haz-reti Ali’yi çağırdılar. Beraber mescidden çık-tılar. Eshâb-ı kiram (aleyhimürrıdvan) nereye niçin gittiklerini anlıyamadılar. Tekrar dönerler diye oturdular, ikisi Hazreti Fâtıma’nın evine gittiler. Peygamberimiz Hazreti Ali’ye kapıda durup, kimseyi içeri sokmamasını emretmiş-lerdi. Hazreti Hüseyin doğmuş, melekler teb-rik etmek için gelmişlerdi. Hazreti Ebû Bekir duramayıp, Hazreti Ali’nin evine gitti. Sonra

Ömer ( radıyallahü anh ) sonra Osman ( radı-yallahü anh ) ve bütün Eshâb-ı kiram, Hazre-ti Ali’nin evine gittiler. Ebû Bekir ( radıyallahü anh ), Hazreti Ali’den Resûlullahın ( aleyhis-selâm ) nerede olduğunu sordu. Hazreti Ali “İçerde” dedi. “İzin verirsen ben de göreyim” dedi. Hazreti Ali, “Allah’ın Resûlü meşgûldür” dedi. Benim içeri girmememi sana emir etti mi? deyince “Hayır, yalnız dörtyüzyirmidört-bin melek geldi” dedi. Ebû Bekir ( radıyallahü anh ) sözünden taaccüb (hayret) edip durdu. Ali ( radıyallahü anh ), Hazreti Ömer, Hazreti Osman ve bütün Eshâb-ı kirama aynı şeyleri söyledi. Bir ara Resûlullah ( aleyhisselâm ) dı-şarı çıkıp, herkesin içeri girmesini emr ettiler. Önce Ebû Bekir ( radıyallahü anh ) sonra bütün Eshâb-ı kiram içeri girdiler. Resûlullah’a ( aley-hisselâm ) selâm verdiler. Hazreti Ali’nin me-leklerin sayısındaki sözü söylendi. Resûlullah ( aleyhisselâm ) Hazreti Ali’ye meleklerin sayısı-nı nasıl bildin? diye sordular. Hazreti Ali. “Me-lekler grup grup geliyorlardı. Her biri bir dil ile konuşurlardı ve sayılarını bildirirlerdi” dedi. Bunun üzerine Resûlullah ( aleyhisselâm ):“Al-lah aklını ziyade etsin yâ Ali” buyurdular.

Resûlullah efendimiz ( aleyhisselâm ), Hü-seyin doğduğu zaman, kulağına: “O Cennet çocuklarının efendisi (seyyidi)’dir.” diye seslen-mişti. Üsâme bin Zeyd, bir gece Peygamber aleyhisselâmı gördüğünü ve onun: “Bunlar benim oğullarımdır, kızımın oğullarıdır; Alla-hım, ben onları seviyorum, sen de onları sev ve onları sevenleri de sev” dediğini rivâyet

Page 39: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi39

etmektedir. Bir defasında da “Hüseyin benden, ben Hüseyindenim. Allahü teâlâ Hüseyin’i seve-ni sever” buyurmuştu. Hazreti Hüseyin, daha bir çok hadîs-i şeriflerle medh edildi.

Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîm’de, Ehl-i beyte, bu-yuruyor ki: “Allahü teâlâ, sizlerden ricsi, ya’nî her kusur ve kirleri gidermek istiyor ve sizi tam bir ta-haret ile temizlemek irâde ediyor.” Eshâb-ı kiram sordular. Yâ Resûlallah! Ehl-i beyt kimlerdir? O es-nada, İmâm-ı Ail geldi. Mübârek hırkasının altına aldılar, Fâtıma-tüz-Zehrâ da geldi. Onu da yanı-na aldılar. İmâm-ı Hasan geldi. Onu da bir yanına, İmâm-ı Hüseyin geldi. Onu da öbür tarafına ala-rak, “İşte bunlar, benim Ehl-i beytim” buyurdular. Bu âyet-i kerîme ve ilgili hadîs-i şerîfler, Resûlul-lahın iki mübârek torununu sevmenin şart oldu-ğunu belirtmektedir.

Hazreti Hüseyin buyurdu ki: Birgün yüksek dedemin huzûruna varmıştım. Ubeyy bin Kâ’b da huzûrunda idi. Bana: “Merhaba, ey Ebû Ab-dullah, ey göklerin ve yerin süsü!”diye hitâb etti. Ubeyy bin Kâ’b hazretleri, yâ Resûlallah! Gökle-re ve yere senden başka süs var mıdır? dedi; Re-sûlullah: “Beni insanlara Peygamber olarak gön-deren Allahü teâlânın hakkı için Hüseyin bin Ali, yeryüzünün merkezinin süsüdür. Ondan ziyâde süs, göklerin tabakalarıdır” buyurdu.

Birgün Hazreti Hüseyin, Resûlullah efendimi-zin yanında idi. Annesine gitmek istiyordu. Hava yağmurlu idi. Resûlullah duâ buyurdu. Hüseyin ( radıyallahü anh ) eve gidinceye kadar, yağmur ara verdi. Birgün Resûlullah efendimiz, Hazre-ti Hüseyin’i sağ dizine, oğlu İbrâhîm’i sol dizine aldı. Cebrâil aleyhisselâm gelip, Hakteâlâ, bu iki-sinden birini alacaktır. Sen birini seç dedi. Eğer Hüseyin vefât ederse, benim canım yandığı gibi, Ali’nin ve Fâtıma’nın da canları yanar. Eğer İb-râhîm giderse, en çok ben üzülürüm. Benim üzüntümü, onların üzüntüsüne tercih ediyorum buyurdular. Üç gün sonra oğulları İbrâhîm vefât etti.

Hüseyin ( radıyallahü anh ), Resûlullahın ya-nına her gelişinde onu öper ve “Selâmet ve se’âdet o kimseye ki, oğlum İbrâhîm’i ona feda ettim” buyururdu. Hazreti Hüseyin’in ilk çocuklu-ğu Resûlullah efendimizin derin sevgi ve şefkati içinde geçti. Ancak bu hâl, çok sürmedi. Hüseyin ( radıyallahü anh ), bundan sonra ilmini ve ede-bini babasının yanında tamamladı. Beş çocuğu oldu. Sırası ile, Ali Ekber, Ali Asgar, Ca’fer, Fâtıma ve Sekîne.

İmâm-ı Hasan ve Hüseyin ile Abdullah bin Ca’fer (r.anhüm) Medine-i Münevvere’ye gider-lerken yiyecekleri kalmadı. Sahrada oldukların-

Page 40: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi40

dan yiyecek bir şey alınacak yerde olmayıp açlık ve susuzluktan iyice bunaldılar. Sonra “Allaha, te-vekkül ettik” diyerek yoldan saptılar. Biraz ilerle-mişlerdi ki, ovanın ortasında bir karartı gördüler. Ona doğru gittiler. Siyah bir çadır, içinde ise, bir kadın vardı. Kadına selâm verdiler. Kadın selâm-larını aldı. İyi karşıladı. Bu üç zatın dünyâya rağ-betleri olmadığını anladı. Kadına: “hiç yiyeceğin var mı? diye sordular. Bir keçim var. Kendiniz sa-ğın için” dedi. Birisi sağdı. Her biri birer çanak iç-tiler. Sonra kadına: “Başka yiyeceğin var mı? diye sordular. Kadın: “Keçiyi kesin yiyin” dedi. Abdul-lah bin Ca’fer ( radıyallahü anh ) kesti pişirdi. Üçü beraber yediler. Allahü teâlâya hamd ettiler. At-larına bindiler. Kadına “Medine-i Münevvereye geldiğinde muhakkak bize uğra. Biz seyyidlerde-niz. Hâşimîlerdeniz” diyerek yola koyuldular. Bir zaman sonra kadının kocası geldi. Keçiyi göre-meyince ne oldu diye sordu. Kadın olup biteni anlattı. Kocası üzüldü. “Biliyorsun o keçiden baş-ka bir şeyimiz yok. Şimdi ne yapacağız?” diyerek kadını azarladı. Kadın: “Allahü teâlâ rahîmdir, kul-larını aç bırakmaz. Böyle güzel yiğitler gelip te, onları misâfir etmeden göndermek insafa sığ-maz” dedi, Daha sonra kadın, kocası ile Medine-i Münevvereye birşeyler alıp satmak için gittiler. Hikmet-i ilâhi Hazreti Hasan’a, Bâb-ı selâm önün-den geçerken rastladılar. Hasan ( radıyallahü anh ) kadını ve kocasını huzûruna çağırttı. Kadına: “Beni tanıdın mı?” dedi. Kadın: “Hayır” dedi. “Bir zamanlar senin evine üç kişi gelmiştik. Bize süt ikram etmiştin. Bir de keçini kesmiştik. Onlardan biri benim” dedi. Bunlara çok ikram da bulundu: Yanında fazla bir şeyi olmadığından, Beyt-ül-mâl emînine adam gönderip, bin dirhem gümüş ve yüz koyun borç istedi. Getirdiler. Bunların hepsi-ni kadına bağışladı. “Bizi mazur görün” buyurdu. Bu karı-kocanın yanlarına adam vererek, Hüse-yin’e ( radıyallahü anh ) gönderdi. Hazreti Hüse-yin de bunları iyi karşılayıp, yanında bulunduğu kadar ikram etti. Fazla olmadığından Beyt-ül-mal emîninden bin dirhem gümüş ve ikiyüz koyun borç istedi. Hepsini kadına verip özür diledi. Yan-larına adam verip, Abdullah bin Cafer’e ( radıyal-lahü anh ) gönderdi. Abdullah ( radıyallahü anh ): “İki İmâm’a uğradınız mı?” buyurdu. “Evet” de-diler. “Keşke daha önce bana uğrasaydınız. On-ların yanında dünyâ malı bulunmaz, belki sıkın-tı çekmişlerdir” dedi. Bunlar imamların yaptıkları ikramları söylediler. Abdullah ( radıyallahü anh ) da ikibin dirhem gümüş ve dörtyüz koyun verdi.

Mezkûr karı-koca yediyüz koyun ve dörtbin dir-hemi alıp sevinerek evlerine döndüler.

Eshâb-ı kiramdan Dıhye ( radıyallahü anh ) de-vamlı ticâret için sefere gider gelirdi. Çok güzel yüzlü idi. Cebrâil (aleyhisselâm) çok defa Resûlul-lahın ( aleyhisselâm ) huzûruna Dıhye ( radıyalla-hü anh ) şeklinde gelirdi. Bir gün Cebrâil (aleyhis-selâm) Fahri âlem ( aleyhisselâm ) hazretlerinin huzûrunda bulunuyordu. O zaman henüz küçük olan Hasan ve Hüseyin ( radıyallahü anh )’dan biri Cebrâil aleyhisselâmı gördü. Hemen kardeşi-nin yanına koşarak: “Dıhye ( radıyallahü anh ) de-demizin yanında oturuyor, haydi gidelim” dedi. Koşup mescide girdiler. Cebrâil aleyhisselâmın dizlerine oturdular. Ellerini Cebrâil aleyhisselâ-mın koynuna soktular. Resûlullah ( aleyhisselâm ) torunlarının bu hareketini görünce hicâb edip, mani olmak istedi. Cebrâil (aleyhisselâm), Resû-lullahın mahcûb olduğunu görünce dedi ki: “Ya Resûlallah! Niçin sıkılıyorsunuz? Fâtıma ( radı-yallahü anha ) teheccüd namazını kılarken Hak teâlâ beni gönderir, bunların beşiklerini sallar-dım. Fâtıma ( radıyallahü anha ) rahatça nama-zını kılardı. Çocukların bu hareketini bana karşı edebsizlik saymayın. Bazan da bunların annele-ri namazdan sonra uyurken, bunlar ağlardı. Hak teâlâ yine beni gönderir, anneleri uyanmasın diye beşiklerini sallardım, ağlamazlardı. Bunların yanıma gelip, ellerini koynuma sokmalarında bir mahzur yoktur.” dedi.

Resûlullah ( aleyhisselâm ) “Ey kardeşim Ceb-râil! Şimdi bir şey yapmadılar. Daha ileri gider-ler endişesiyle mâni oldum. Çünkü, Eshâbımdan Dıhye ( radıyallahü anh ) isminde birisi vardır. Çok kerre sefere çıkar. Her dönüşünde bunlara hediy-ye getirir. Sizi Dıhye ( radıyallahü anh ) zannedip, ellerini koynunuza soktular” buyurdu. Cebrâil aleyhisselâm:

“Yâ Rabbi! Beni Habîbinin ( aleyhisselâm ) ya-nında utandırma” diye duâ etti. “Oturduğun yer-de gözlerini kapa, elini Cennete sok, eline ne ge-lirse al.” diye hitap geldi. Cebrâil (aleyhisselâm) ellerini Cennete saldı. Bir yeşil salkım üzüm, bir kırmızı nar eline geldi. Hazreti Hasan üzümü, Hazreti Hüseyin de narı aldı. Bunları yerlerken bir dilenci geldi. “Ey Ehl-i beyt! O üzüm ve nar-dan bana da verir misiniz?” dedi. Resûlullah’ın ( aleyhisselâm ) yüksek yaratılışlı torunları vermek istediğinde Cebrâil (aleyhisselâm) mâni oldu. “Yâ Resûlallah! O dilenci şeytandır. Cennet meyvaları ona haram iken hile ile yemek istedi.”

Page 41: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi41

Hazreti Hüseyin’in yüzü, karanlık gecede etrâ-fını aydınlatırdı. Yaya olarak yirmibeş defa hacca gitti. Beraberindekiler bineklere binse de, kendi-si binmezdi.

Buyurdular ki: “Cömerd efendi olur, cimri hor olur. Bu âlemde bir mü’min kardeşinin iyiliğini, kendinden önce düşünen, öbür âlemde daha iyisini bulur.”

Hüseyin ( radıyallahü anh ), hep babasının ya-nında idi. Babası şehîd olunca, Medine’ye geldi. Hazreti Muâviye’nin vefâtında Yezîd’e bi’at et-medi. Kûfeliler kendisini çağırıp halife yapmak istedi. Kardeşi Muhammed bin Hânefiyye, İbni Ömer, İbni Abbâs ve daha nice Eshâb-ı kiram ( radıyallahü anh ) mâni oldular ise de, nasihatleri-ni dinlemeyip, yetmişiki kişi ile Mekke’den Irak’a yola çıktı. Yezîd, Şam’dan bunu haber alınca, Irak vâlisi Ubeydullah bin Ziyâd’a emir gönderip, Kû-fe’ye sokma dedi. Bu da, Sa’d İbni Ebî Vakkâs’ın oğlu Ömer’in kumandasında bir ordu gönderdi. İbni Ömer, geri dönmesini bildirdi ise de, imâm kabûl etmeyip harp etti. Yanında bulunanlara da tekrar tekrar teslim olun denildi ise de, 72’si de şehîd oluncaya kadar savaşa devam etti.

Sinân bin Enes Nehaî, Hazreti Hüseyin’i, Hic-ret’in 61 (m. 681) yılında Muharremin onuncu günü Kerbelâ’da şehîd etti. Mübârek oğlu Zey-nel’âbidin küçük olduğu için öldürülmedi. Ka-dınlar ve imâmın mübârek başı ile Şam’a gönde-rildi. Mübârek başı, Mısır’da Karâfe kabristanında medfûndur. Peygamberimizden bizzat işiterek rivâyet ettiği hadîs-i şeriflerden bazıları:

“Kişinin İslâmının güzelliği mâlâyaniyi terk etmesidir.”

“Resûlullah ( aleyhisselâm ) yoldan geçen bir yahudinin cenâzesi için ayağa kalktı ve buyurdu ki: “Kokusu beni rahatsız etti.”

“Bahil (cimri) o kimsedir ki yanında ismim anıl-dığında bana salat ve selâm getirmez.”

Yine İbnî Abbâs ( radıyallahü anh ) anlatmış-tır. Bir gün Hazreti Hasan ile Hazreti Hüseyin’i güreştirdiler. Güreşmeye başlayınca, Resûlullah ( aleyhisselâm ) tut yâ Hasan ( radıyallahü anh ) derdi. Hazret-i Fâtıma yâ Resûlallah! Yalnız Ha-san’a mı diyorsun? Resûlullah ( aleyhisselâm ) “İşte Cebrâil (aleyhisselâm) tut yâ Hüseyin! diyor”, buyurdular.

Hazret-i Hüseyin ile ilgili olarak Peygamberi-miz ( aleyhisselâm ) buyurdular ki:

“Ben bir ağaca benzerim. Fâtıma, bunun kökü, Ali gövdesi, Hasan ve Hüseyin meyvesidir.”

“Genç olarak Cennete girenlerin seyyidi Ha-san ve Hüseyin’dir.”

“Hüseyin benden, ben de Hüseyin’denim. Hü-seyin’i seveni Allahü teâlâ sever. Hüseyin torun-lardan bir torundur.”

“Hüseyin’i seveni Allahü teâlâ sever.”

Yararlanılan Kaynaklar

1) El-İstiâb cild-1

2) Üsûd-ül-gâbe cild-2

3) Taberî, Târîh cild-2,

4) Tam İlmihâl Se’âdet-i Ebediyye

5) Eshâb-ı Kirâm,

6) Kısâs-ı Enbiya cüz-7,

7) Refakat-ı Hüseyn

8) İkd-ül-ferîd cild-2,

9) Ensâb-ül-eşrâf cild-4,

10) El-Kâmil fi’t-Târîh cild-4,

11) Müsned-i Ahmed bin Hanbel cild-4,

12) Sahîh-i Müslim cild-7,

Sahibinin ağzından lanet çıktığı zaman bakar; eğer yöneltildiği

kimsede kendisine yol bulursa ona

gider. Aksi halde kendisinden çıktığı kişiye

döner.Ramuz el Ehadis S.43

Page 42: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi42

Vidinli Hüseyin Tevfik Paşa, bir Osmanlı paşa-sı ve bilim adamıdır. İstanbul’da 1892 yılında İn-gilizce olarak yazdığı özgün bir eser olan “Linear Algebra” (Lineer Cebir) adlı eseri dünya çapında çağın en önemli Matematik kitaplarından biridir.

Kitabının ilk baskısı 1882 de 69 sayfa, ikinci baskısı 1892 de genişletilmiş ve düzeltilmiş ola-rak 188 sayfa olarak İstanbul’da basılmıştır. Bu nedenle H.T. Paşa bütün Osmanlı tarihinde te-mel bilimler alanında orijinal çalışma yapan ve yayınlayan ilk bilim insanımızdır. H. T. Paşa “Line-ar Algebra” kitabıyla Dünya’da ilkler arasında yer alan önder araştırmacı olma unvanına sahiptir

Hüseyin Tevfik Paşa 1832 yılında günümüz-de Bulgaristan sınırları içinde olan, o zamanlar Osmanlı Devleti’ne bağlı Vidin kentinde doğdu. Babası Hasan Tahsin Efendi’ydi. Ailesi İmamza-deler olarak tanınırdı. İlköğrenimini Vidin’de ta-mamladıktan sonra 14-15 yaşlarında İstanbul’a gitti ve Maçka’da bulunan Mekteb-i İdadi-i Aske-riye’de okudu. Daha sonra Harbiye Mektebi’ni bi-tirdi ve Erkan-ı Harbiye’ye kabul edildi.

Harbiye Mektebi’nde matematik derslerinde-ki yeteneğiyle Cambridge Üniversitesi’nden me-zun olmuş olan matematik hocası Tahir Paşa’nın dikkatini çekmiş ve Tahir Paşa kendisine özel dersler vermiştir. Mezun olduktan sonra kendisi de Harbiye’de cebir cebir dersleri vermeye başla-dı, Tahir Paşa ölünce onun matematik dersleri de Hüseyin Tevfik Paşa’ya kaldı. Harbiye’deki hocalı-ğı devam ederken, Tophâne Tecrübe ve Muaye-ne Komisyonu’na da getirildi. 1868’de Paris’teki Mekteb-î Osmanî’ye müdür muavini olarak gön-

derildi ve aynı zamanda balistik ve tüfek imala-tı üzerine incelemelerde bulunmakla görevlen-dirildi. Bu arada matematik bilgisini geliştirmek için Paris’te üniversiteye devam etti ve Paris’te kaldığı iki yıl boyunca makaleler yayımladı ve bi-limsel toplantılara katıldı.

Gazi Ahmed Muhtar Paşa ve Yusuf Ziya Paşa ile birlikte 1865 yılında kurduğu Cemiyet-i Ted-risiyye-i İslâmiye sonradan Darüşşafaka Lise-si’ne dönüşmüştür.Hüseyin Tevfik Paşa, 1872’de Osmanlı Devleti’nin Amerikan silah fabrikaları-na ısmarladığı tüfeklerin imalatını ve şartnâme-ye uyulup uyulmadığını kontrol etme göreviy-le ABD’ye gönderildi. 1878 yılına kadar ABD’nin Rhode Island eyaletinde kaldı ve bu süre içinde matematikle uğraştı; Lineer Cebir adlı İngilizce kitabını bu sırada yazmış ve Argand’ın kompleks

“1878 yılında II. Abdülhamit tarafından Mühendishane-i Ber-rî-i Hümâyûn’un başına Mühen-dishane Nazırı olarak atandı. Bu görevde kısa bir süre kaldı. 1883-1886 yılları arasında Osmanlı Dev-leti’nin Washington Büyükelçiliği görevini sürdürdü. 1889 yılında Ticaret ve Nafia Nazırı görevine atandı. Ölümüne kadar padişah II. Albdülhamit’in yaveri olarak gö-rev yaptı. “

MÜSLÜMAN BİLİMADAMLARIHüseyin Tevfik Paşa FARUK KUL

Page 43: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi43

sayılarla ilgili teorisinde ile-ri sürdüğü çarpımı üç boyutlu uzaya uygulamanın bir yolunu bulmuştur.

1878 yılında II. Abdülhamit tarafından Mühendishane-i Berrî-i Hümâyûn’un başına Mü-hendishane Nazırı olarak atan-dı. Bu görevde kısa bir süre kal-dı. 1883-1886 yılları arasında Osmanlı Devleti’nin Washing-ton Büyükelçiliği görevini sür-dürdü. 1889 yılında Ticaret ve Nafia Nazırı görevine atandı. Ölümüne kadar padişah II. Alb-dülhamit’in yaveri olarak görev yaptı.

Gazi Ahmed Muhtar Paşa ve Yusuf Ziya Paşa ile birlikte 1865 yılında kurduğu Cemiyet-i Tedrisiyye-i İslâmiye sonradan Darüşşa-faka Lisesi’ne dönüşmüştür.

Lineer Cebir eserinin önsözünde Hüseyin Tev-fik Paşa söyle yazmıştır: “Bu kitapta incelenen li-neer cebir, dünyanın Sir William Hamilton’a borçlu olduğu quaterniyonlara çok benzer. Lineer cebir, quaterniyonların bütün potansiyellerine sahiptir ve güçlüğü daha azdır. Quaterniyonlar üniversite-lerde öğretilmektedir ve kabul görmüş bir bilgidir. Lineer cebirin de aynı kabulü görüp görmeyeceği-ni, hattâ quaterniyonların yerini alıp almayacağı-nı şimdiden bilmiyorum”. Kendi sisteminin üstün-lüğünü ise şöyle ifade etmiştir: “Quaterniyonların çarpımı, isim olarak bile düzlem geometride ele alındığında, bizi üç boyutlu uzayda çalışmaya zor-lamaktadır; hâlbuki lineer ce-birde yalnızca iki boyut ele alın-dığı zaman bir üçüncü boyutu düşünme durumunda değiliz”.Hüseyin Tevfik Paşa’nın bu ese-ri tercüme değildir ve konuya özgün katkı yapması açısından çok önemlidir.

Tevfik Paşa’nın başka pek çok görevleri olmuş, Fransa ve ABD’de kaldığı sıralarda Fran-sızca ve İngilizce’yi, bu diller-de kitap yazabilecek kadar iyi öğrenmiştir. Burada matema-tik dersleri vermiş, yine bu sı-ralarda arkadaşlarıyla çıkarttı-ğı Mebâhis-i İlmiyye adlı aylık

dergiye makaleler yazmıştır. Bu dergide yayımladığı makalele-ri arasında “Mahsûsât ve Gayr-ı Mahsûsât” isimli felsefî bir yazı-sı, ayrıca türev ve fonksiyonlar üzerine yazıları bulunur.

Hüseyin Tevfik Paşa, daima devlet memuriyetiyle görevli olmasına rağmen, matematik bilimlerle ilgilenmeye zaman ayırabilmiş, zengin bir kütüp-hane oluşturmuş, çevresindeki Sâlih Zekî gibi yetenekli genç-lere vakit ayırmış, periyodik yayınlarla entellektüel bir or-tamın oluşmasına gayret sarf etmiştir.Gelecek nesillere kat-kıda bulunmuştur. 16 Haziran 1901 tarihinde vefat etti. Meza-

rı Eyüp semtinde bulunmaktadır.

Eserleri

Hüseyin Tevfik Paşa’nın eserleri şunlardır:

* Zeyl-i usul-i Cebir

* Cebr-i Âlâ

* Fenn-i Makina

* Mebahis-i İlmiye Mecuasmda yazdığı makale-ler (Hesab-ı Müsenna = Dual Aritmetique)

* Tahir Paşa’nın Usul-i Cebir adlı eserine yazdığı ek

* Usul-i llm-i Hesap

* Astronomi* Mahsusat ve Gayrı

M a h s u s a t* Linear Algebrahttp://www.yasamoykusu.

com/biyografi-3585-Huseyin_Tevfik_Pasa

h t t p : / / w w w. m u s l i m h e -ritage.com/topics/default.c fm?Ar t ic le ID=1028

http://tr.wik ipedia.org/wiki/H%C3%BCseyin_Tevfik_Pa%C5%9Fa

http://turkoloji.cu.edu.tr/GENEL/akdeniz_tevfik_pasa.pdf

http://www.yasamoykusu.com/biyografi-3585-Huseyin_Tevfik_Pasa

Page 44: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi44

Euzübillahiminneşşeytanirracim

Bismillahirrahmanirrahim

Mübarek şehri Ramazan’ın başlarındaydık. Kavurucu bir yaz günüydü. İkindiyle akşam arası ihtiyaç sahibi aileleri ziyaret için çıktık. Mahalle muhtarının belirlediği adresleri ziyarete başladık.

Ramazan-ı Şerif’te Allah-u Teâlâ’nın kovmuş olduğu şeytan bağlanır. Yürekler yumuşar, has-saslaşır. Allah-u Teâlâ’nın rahmeti kaplar kulları-nı. Rahmet ve bereket ayıdır, onbir ayın sulta-nıdır Şehr-i Ramazan. Bu mübarek günlerin manevi hazzı içerisin-de oruca henüz alışa-mamış vücutlarımızın halsizliğini, ağızlarımı-zın kuruluğunu bile hissetmiyorduk. Bir kapıdan öbür kapı-ya bazen yaya bazen araçla ziyaretlerimi-zi yapıyorduk. O gün hep dert içinde kıv-ranan hanım kardeş-lerimiz açtı kapıları. Pek çok kapıda karşı-laştığımız manzara ve duyduğumuz sözleri o gün de işittik. “ Sizi bana Allah gönderdi.”

Çaldığımız kapı-nın birini, boşanma ilamı henüz eline ulaşmış bir hanım kardeşimiz açtı. Hem iki gözü iki çeşme ağlıyor hem bizle-re sarılıyor, hem halini arz ediyordu. Yıllardır eve doğru dürüst bakmayan, hatta uğramayan uğra-dığı zaman da türlü eziyetler eden kocasından boşanmış, mahkeme sonucu da az evvel eline

ulaşmış. “Ne zamandır çatırdıyordu ama yıkılma-sı çok zoruma gitti. Rabbim biliyor, çok çaba sarf ettim ama kurtaramadım.” diyor. Biz de dilimizin döndüğünce hakkı ve sabrı tavsiye etmeye gay-ret sarf ediyoruz. Oradan çok üzgün ayrılıyoruz. Fakat bu hadise ne ilk ne de son. Hele son za-manlarda boşanmalar o kadar artmış ki, her haf-ta çaldığımız kapıların yarısı boşanmış veya terk edilmiş hanımlar tarafından açılıyor. Pek çoğu-nun sebebi de internet. Allah Ümmet-i Muham-med’i muhafaza eylesin.(âmin)

Yine o gün çok acı bir hadise yaşadık. Rabbimizden böy-le bir olaydan bütün Ümmet-i Muham-med’i ve nesillerini korumasını niyaz edi-yoruz. Allah başımıza vermesin. Verdiklerini de temizlesin.(Âmin)

Araçlarımız harap bir bahçenin kenarın-da durdu. Duvarları yıkık, kapısı kırık, için-de ki otlar sararmış, ağaçları kurumuş bir bahçe içinde metruk görünümlü bir ev var. Bahçenin içinde ama yola mesafesi bayağı var. Kırık dökük bir ev. Kapı girişi bile gözük-müyor. İçerisinde in-san yaşadığına dair bir

emare de yok. Evin kapısını bulup çalıyoruz. Ka-pıyı 20 yaşlarında ya var ya yok bir hanım açıyor. Arkasında iki üç yaşlarında bir oğlan çocuğu var. Kadının kapıyı açmasıyla ağlamaya başlaması bir oluyor. Ama ne ağlama. Sarsıla sarsıla ağlıyor, ağ-lamaktan konuşamıyor. Çocuk şaşkına dönmüş

Ümmü HARAM

Helal LokmaŞEHRİN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ

Page 45: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi45

durumda. Annesinin eteğinden tutmuş içler acı-sı bir halde. Kızcağızı sakinleştirdik. Çocuğun ba-şını okşayıp, getirdiğimiz hediyelerden verdik. Biraz rahatlayınca başladı anlatmaya.

“Aslında kocam kötü bir insan değildi. Aile-si ölünce kötü arkadaşlar edindi. Kötü arkadaş kurbanı oldu.” diyor. Aslında önce durumları fena değilmiş. Bunlar evlendikten bir süre sonra eşi-nin anne babası vefat etmiş. Kocası ailesinden kalanları kısa bir sürede kötü arkadaşlarıyla har vurup harman savurmuş. O harap bahçe ile otur-dukları bu kötü evden başka bir şeyleri kalma-mış. Kızın asıl üzüldüğü olay ise kocasının gasp ve adam öldürmeye teşebbüs suçlarından hapse girmiş olması. Kocasıyla bir arkadaşı, yeni evli bir çifti alışveriş merkezinden evlerine kadar takip etmişler. Fırsatını buldukları bir anda da karı-ko-cayı darp edip kadının altınlarını alıp kaçmışlar. Adamın durumu ağırmış, hala yoğun bakımday-mış. Gaspçılar aradan biraz zaman geçince po-lis tarafından yakalanmışlar ve suçları sabit gö-rülmüş. Şu anda cezaevindelermiş, muhtemelen müebbet hapis cezası alacaklarmış.

Genç kadın hem ağladı, hem anlattı. “Benim kimim kimsem yok, şimdi ben ne yapacağım. Çocuğuma bunu nasıl izah edeceğim. Ortada kaldığıma mı yanayım böyle yüz kızartıcı bir suç işleyen bir adamın karısı olduğuma mı yanayım.

Şimdi az önce eşimden mektup aldım. Aslında hiç kötü birisi değildi. Arkadaş kurbanı oldu.” di-yor. O, o anda olaya çok farklı bir açıdan bakıyor. “Yapayalnız kaldım.” diyor. Biz de daha farklı bir açı getiriyoruz. En azından o haramın mideleri-ne girmemesinden dolayı şükretmesi gerektiğini söylüyoruz.

“Öyle bir zaman gelecek ki insanoğlu yedi şeyin helalden mi haramdan mı olduğuna hiç aldırmayacak. Böylelerinin hiç bir duası kabul olmaz.”(Buhari büyü 7/23, Nesei 7/243) Hadis-i şe-rifini hatırlatıyoruz. Zaten kendisi de abdestinde namazında örtülü bir hanım olarak helal rızkın önemini mutlaka biliyordu. Allah’ın Resulü Mu-hammed Mustafa (s.a.v)’in “Allahümme ekfini bi halalike an haramike ve ağnini bi fadlike ammen sivak.” ,”Allah’ım bana helal rızık nasip ederek ha-ramlardan koru. Lütfünle beni senden başkasına muhtaç etme.”(Tirmizi Deavat 111). Duasını bol-ca okumasını tavsiye ediyoruz. Kendisine hedi-ye ettiğimiz Abdullah Murad Şükrüoğlu hoca-mızın sohbet kitaplarını ve dua hizbi kitabımızı okumasının ona ciddi manada destek olacağını söylüyoruz.

Ayrılmamızı hiç istemiyor ama yapacak hiç bir şey yok. Evladını ve kendisini Allah’a emanet edi-yor ve başka bir adrese doğru yola koyuluyoruz.

Page 46: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi46

SURELERDENAmenerrasulü

S.GÜLSOY

RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA 285-Peygamber, Rabbi’nden kendisine ne indi-

rildiyse ona iman etti. Müminlerin de hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler. “Biz Allah’ın peygamberleri arasında ayırım yapmayız, duyduk ve itaat ettik. Ey Rabbimiz, ba-ğışlamanı dileriz, dönüş ancak sanadır.” dediler.

286 - Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka yük yüklemez. Herkesin kazandığı hayır ken-disine, yaptığı kötülüğün zararı yine kendisinedir. Ey Rabbimiz, eğer unuttuk ya da yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme! Ey Rabbimiz, bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükü de yükleme! Bağışla bizi, mağfiret et bizi, rahmet et bize! Sensin bizim Mevlamız, kâfir kavimlere karşı yardım et bize. 1

Kuran-ı Kerim de Bakara Suresinin son iki aye-ti olan ve Amenerrasulu olarak bilinen ve pek çok hikmek ve faydası olan bu önemli iki ayet Mekke döneminde Muhammed Mustafa (sav)’ın miraç dönüşünde ümmetine hak katından getirdiği bir hediyedir.

1 Elmalılı Hamdi Yazır (Hak dini Kur’an dili)

Amenerrasulü’nin Faziletine dair bazı Hadisi Şe-rifler şunlardır:

1. Ebu Zer (R.anh)’den rivayet edildiğine göre, Resulullah (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) şöyle buyur-du: “Allah’ü Teala Bakara suresini iki âyetle sona er-dirdi ki, bunları bana Arş’ın altındaki bir hazineden verdi. Bunları öğreniniz, kadınlarınıza, oğullarınıza öğrettini, talim ediniz. Çünkü bu iki ayet: hem bir salât (namazda okunan Kuran) hem bir Kuran (ayet-leri), hem de bir duadırlar.” 2

2. “Dört şey Arş’ı Azâm altındaki hazinelerden indirildi: Fâtiha, Ayete’l-Kürsi, Âmenerrasûlü, Kev-ser Suresi.” 3

3. “Bana Arşın altındaki hazineden Ben’den önce hiçbir peygambere verilmeyen Bakara Suresinin son âyetleri (Âmenerrasûlü) verildi.”4

4. “Her kim bir gece içerisinde Bakara suresinin iki âyeti (Amenerrrasûlü) okursa, artık o iki âyet ona (ibadet etmek ve belalardan korunmak bakımdan) kâfi gelirler.” 5

5. “Kuran’da iki ayet vardır ki, müminler için şifa-dır ve Allah’ın sevdiği şeylerdendir. O iki ayet Baka-ra suresinin son iki ayeti (olan Amenerrasülü)‘dür.6

6.”Şüphesiz Allah’u Teala, gökleri ve yeri yarat-madan 2000 yıl önce bir kitap yazdı ve o kitaptan iki ayet indirerek Bakara suresini bu iki ayetle bitir-di. Bu iki ayet, bir evde 3 gece okunursa, şeytan o eve yaklaşamaz.”7

7. “Her kim Ayetle’l-Kürsi’yi ve Bakara suresinin sonunu sıkıntılı (kederli) anında okursa, Allah’u Tea-la ona yardım eder.”8

8. “Her kim Bakara suresinin başından dört ayet, Ayete’l-Kürsi ve ondan sonraki iki ayet, surenin so-nundan da 3 ayet olmak üzere, bir gece içinde ba-kara suresinden 10 ayet okursa, o gece o eve şey-tan giremez.”9

2. Dârimi, Fedailül-Kuran3 Suyuti, Cami’ussağir, 9274 Ahmed bin Hanbel, Müsned, 5/1515 Buhari, Fedailül-Kuran, 10, 276 Suyuti, Cami’ussağir, 1/647 Tirmizi, Fedailül-Kuran, 48 Suyuti, Dürru’l-Mensür, 2/119 Heysemi, Mecme’uzzevaid

Page 47: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi47

ARAPÇA RABCA’YA GÖTÜRÜR

N. HADRA

FİİL

Zamana bağlı olarak bir işin, bir halin veya bir hareketin oluşunu belirten kelimelere fiil denir. Arap-ça’da iki temel fiil çekimi vardır. Diğer kalıplar bu ikisinden türetilir. Bunlar fiil-i mazi (geçmiş zaman) ve fiil-i muzari (geniş zaman, şimdiki zamanın karşılığı)dır.

FİİL-İ MAZİ

Türkçe’mizdeki –di’li geçmiş zamana denir. Geçmişte daha önce yapılmış bir işi bildirir. (Türkçe’deki …di-dı, dü-du, ti-tı, tü-tu eklerini sağlar). Örnek;

Okudu- yazdı- yedi-içti…

Fiili mazi çekimi;

نصرو�Onlar yardım

ettiler.

نصر�O ikisi yardım

etti

نصر gaib

O, yardım etti

نصرنOnlar yardım

ettiler

نصرتاO ikisi yardım

etti

نصرت gaibe

O, yardım etti

نصرتمsizler yardım

ettiniz.

نصرتماSiz ikiniz yardım

ettiniz

نصرتmuhatab

Sen yardım ettin

نصرتنSizler yardım

ettiniz.

نصرتماSiz ikiniz yardım

ettiniz

ت نصmuhataba

Sen yardım ettin

ن نصBiz yardım ettik

ت نصmütekellim

Ben yardım ettim

عاء �أقرب ما يكون �لعبد من ربه وهو ساجد، فاأكثرو� �لد“Kul Rabbine en ziyade secdede iken yakın olur, öyle ise (secdede) duayı çok yapın.”

Müslim

بان فباأي �آلاء ربكما تكذO halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

Rahman diye isimlendirilen süre-13. Ayet

Örnek cümleler;

Ali okula gitti ذهب علي �لى �لمدرسة

Ayşe kitap okudu قر�أت عائشة �لكتاب

Öğrenci dersi anladı. رس فهم �لطالب �لدMuhammed bir gül kopardı. د وردة قطف محم

Çiftçi buğday ekti. اح �لقمح حسد �لفل

Page 48: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi48

HAYDARAhmet NAVRUZ

Haydarın içinde bir sıkıntı vardı. Ne olduğunu bilmiyordu ama nefes alması bile zorla-şıyordu bazen.Birden odaya hışımla bir çoçuk girdi;

-Peçeli abi beni Yasir amca yolladı çabuk yetiş evini bastılar karını kaçırdılar.diyordu.Haydar hemen ayağa fırladı besmele ile ama aklına öyle şeyler geliyordu ki sol tarafı tut-madı bir an.Yatağa tutundu ve Ayetel Kürsiyi okuyup dua etmeye başladı.Kendine gel-mişti hemen koşar adımlarla eve doğru yola çıktı..

............

Haydarın eşi ile çoçugunu üstlerine getiren israil askerleri işkenceye başlamışlardı.Ka-dıncağızı sandalyeye bağlamış elektrik verip kahkaha atarken içeri büyük komutan Sa-muel girdi.

-Hala peçeliyi ele geçiremediniz mi.diye askerlere hakaretler ediyordu.Haydarın bebe-ği ile karısının ellerinde olduğunu öğrenince yüzünde oluşan şeytani gülümseme Hayda-rın karısını korkutmuştu.’’Şimdi Peçeli ayağımıza gelecek’’diye kahkaha atmaya başladı.Çığlık çığlığa ağlayan ufacık yavruyu aldı ve elinden ayağından bağlattı.Videoya çekil-mesini söyledi.Anne hem ağlıyor hem de dua ediyordu.’’Çoçuğumu bırakın ne olur bana yapın ne yapacaksanız’’ diye ağlıyordu.

Ama samuel emri verdi ve dört taraftan calışan çarklar çoçuğun elleri ve ayaklarını koparttı.Çoçuk bu dünyadan ebedi dünyaya masum bir şekilde gidip cenneti kazanır-ken zalimlerde cehennemi kazanıyordu.Acılı anne gördükleri karşısında dondu kaldı hiç tepki veremiyordu.Zalım komutan samuel ve askerleri kahkaha atıyordu videoyu dur-durup kasetin Peçeliye yollanmasını ve eğer karısını kurtarmak istiyorsa teslim olmasını söylüyordu..

.............

Haydar eve gelmişti evde heryer dağılmış ve kanlar vardı.Haydar hemen kıbleye yöne-lip iki rekat namaz kıldı ve ellerini açıp;

‘’Ey Rabbim muhakkak ki bunların hepsini imtihanımız sana şükürler olsun.Muhakkak hayırda şerde senden.Ey Rabbim bu zalimler karşısında gücümü kuvvetimi alma.Ben aciz bir kulunum sen bana kuvvet ver ki ben onlara engel olayım.Ey rabbim beni saidler olarak yaşat ve ruhumu şehit olarak kabz eyle’’diye dua etti.O arada eve elinde kasetle mahallenin imamı girdi.,

Page 49: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi49

Faydalı Bilgiler

Buz kalıplarınızı su ile doldurmadan önce bölmelere portakal,limon ve dilediğiniz mey-ve parçacıkları yerleştirirseniz dekoratif buz-lar elde etmiş olursunuz.

Eğer ayaklarınız çok ısınıp şişiyorsa onları saatlerce sıcak suda bekletmeyin,aksine ko-lonya ile ovalayın. Bilekleriniz ve ayaklarınız şişmeyecektir.

Eğer ayaklarınız çok hassas ise,sıcak havalar-da şikayetleriniz artıyorsa,her sabah bir kaç damla zeytinyağı ile ovalayın.

Pamuklu giysilerinizin çekmemesi için ilk yıkamada bir gece soğuk suyun içerisinde bekletin,sonra yıkayın,çekmeyeceklerdir.

Dirsek ve topuklarınızın sertleşmesini istemiyorsanız,bir dilim limon ile ovun.Böyle-ce yumuşacık olacaklardır.

Yeni bir tava satın aldığınızda ilk önce için-de bir miktar sirke kaynatın.Bu işlem iler-de kızartmalarınızın tavaya yapışmasını önleyecektir.

Cevizle dost olun.İçindeki yağ beyin hücrele-ri için çok yararlıdır.Kan şekerini düşürdüğü

için şeker hastalarına da uzman-lar tarafın-dan tavsiye edilir.

Hazırlayan Ahmet NAVRUZ

Page 50: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi50

Çocuk

HİCRET NEDİR?‘ YIL 622 ……. YER MEKKE.’

MEKKEDE YAŞAYAN MÜSLÜMANLAR ALLAHA İNANMAYANLAR TA-RAFINDAN İŞKENCE VE BASKI GÖRÜYORLAR. BU YÜZDEN DE MÜS-LÜMANLAR GİZLİCE İBADET EDİYORLARDI. BUNUN ÜZERİNE AL-LAH (C.C) MÜSLÜMANLARA MEKKEDEN MEDİNEYE GÖÇ (HİCRET) ETMELERİ İÇİN İZİN VERDİ. MÜSLÜMANLAR BÜTÜN EŞYALARINI BI-RAKIP YANLARINA BİRAZ YİYECEK ALIP YOLLARA DÜŞTÜLER. YAK-LAŞIK 13 GÜNDÜR YOLDAYDILAR SONUNDA MEKKE`YE ULAŞTILAR! MÜSLÜMANLAR DİNLERİNİ DAHA İYİ YAŞAMAK İÇİN YAPTIKLARI BU GÖÇ OLAYINA HİCRET DENİR. MEDİNELİLER GELEN MÜSLÜMANLA-RI BÜYÜK BİR SEVİNÇLE KARŞILADILAR VE ARALARINDA KARDEŞLİK BAŞLADI.

PEYGAMBER EFENDİMİZİN İNCİ GİBİ HADİSLERİNDEN BİR KAÇI

’KÜÇÜKLERİNE MERHAMET ETMEYEN BİZDEN DEĞİLDİR.’

’BİZİ ALDATAN BİZDEN DEĞİLDİR.’

’BÜYÜKLERİNE HÜRMET ETMEYEN BİZDEN DEĞİLDİR.’

Page 51: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi51

KELİME AVI

BULMACADA Kİ KELİMELER AŞAĞIDAN YUKARIYA,YUKARIDAN AŞAĞIYA ,ÇAPRAZLAMAMA, DİK VE DÜZ VERİLMİŞTİR!

F K I R L A N G I Ç L İ F K E L E B E KG E Y İ K N A Ğ O D R A K U N K E Ş E AZ Ü R A F A L A T R A K T A V Ş A N P NK N V A Ş A K Ş A H İ N Ç E G N E Y A GA I K Ö P E K A K A P L A N K E Ç İ R UP C K A R G A M A L Z O G N A Y L A S RL R P T A C N I R A K T A V U S K U Ş UU I O İ D N İ H K E K L İ K L E O P A RM D L M P A C N İ S E K U R B A Ğ A K RB L İ S K O Y U N İ C K İ R P İ P N E AA I T A K U V A T D M E D E V E U A L NĞ B N H İ K L İ T E Ü E Y K A Z M L Y İA B A B K A T R U K R Y I L A N A S E LM A Y M U N K E D R Ö A Y I A K O A L AI T R A M Z E B R A K I L A B N F O K B

KELİMELER: KAPLUMBAĞA, BILDIRCIN, KIRLANGIÇ, SALYANGOZ, TAVUSKUSU, GÜVERCİN, ANTİLOP,

KANGURU, KARINCA, KELEBEK, KURBAĞA, ÖRÜMCEK, AKBABA, BALİNA, CEYLAN, KAPLAN, KARTAL, KEK-

LİK, LEOPAR, LEYLEK, MAYMUN ,SİNCAP, TAVŞAN, YENGEÇ, ZÜRAFA, TİMSAH, ASLAN, BALIK,DOĞAN,GEYİK,

GORİL,HİNDİ,KARGA,KİRPİ,KOALA,KOYUN,KÖPEK,MARTI,ÖRDEK,RAKUN, ŞAHİN,TAVUK,TİLKİ,VAŞAK,YILA

N,ZEBRA,DEVE,EŞEK,KEÇİ,KEDİ,KURT,LAMA,PARS,PUMA,AYI,FİL, FOK,KAZ

BİLMECELER

1-)ANNEMİN KARDEŞİ DAYIN OLMAZSA NEYİN OLUR ? (…..TEYZEN…..)

2-)HERKESİN GÖRDÜĞÜ AMA BİR DAHA GÖREMEDİĞİ ŞEY?(…..DÜN…..)

3-)KİMİN DİŞLERİ HİÇ ACIMAZ? (……TARAĞIN…… )

ÖĞRETMEN ÖĞRENCİSİNİN ÖDEVİNİ İNCELİYORDU. ÖDEVİ ÖĞ-RENCİNİN YAPTIĞINDAN KUŞKULANAN ÖĞRETMEN SORDU: ’KEMAL, BU YAZI BABANIN KALEMİNDEN ÇIKMIŞ OLMASIN !

ÇOCUK PİŞKİN PİŞKİN CEVAP VERİR ‘EVET ÖĞRETMENİM . YAZAR-KEN BABAMIN KALEMİNİ KULLANDIM.

Page 52: Bizbiriz dergisi 11 sayi

Bizbiriz Dergisi52

1 Aralık Türk Askerlerinin Kore`de Kunuri Zaferi(1950).

2 Aralık Namık Kemal`in ölümü (1888).

2 Aralık Mars`a ilk vasıta indi (1974)

3 Aralık Kıyafet Kanunu`nun ka-bulü (1934).

3 Aralık BM Kuvvetleri`nin Kore`den çekilmeye başlaması (1950).

3 Aralık Hasan Basri Çantay`ın ve-fatı (1967)

3 Aralık Pakistan-Hindistan Savaşı(1971).

4 Aralık İnönü, Churchill ve Roosevelt`in Kahire Konferansı (1934).

5 Aralık Nuruosmaniye Camii iba-dete açıldı (1755)

5 Aralık Türk Kadınına seçme ve seçilme hakkının tanınması (1934).

6 Aralık Ali Kuşçu`nun vefatı (1474)

6 Aralık Fransa kralının Kanuni`den yardım istemesi (1525)

7 Aralık 2. Dünya Savaşı`nda Japonlar`ın Pearl Harbour baskı-nı (1941).

8 Aralık Amerika`nın, Japonya`ya harp ilan etmesi (1941).

9 Aralık Kudüs`ün elimizden çıkı-şı (1917).

10 Aralık İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi`nin yayınlanması (1948).

10 Aralık Türkiye Cumhuriyeti İle Arnavutluk Hükümeti arasında Ankara`da `Dostluk Antlaşması` imzalandı (1923).

11 Aralık Türkiye`nin Bağdat Bü-yükelçiliği İdare Ataşesi Çağlar Yücel, arabasında uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü (1993).

11 Aralık Rusların Çeçenistan`ı işgali (1994)

12 Aralık Etiyopya ile Eritre ara-sında 2 yıl süren savaşa son ve-ren barış anlaşması, Eritre Devlet Başkanı İssaias Afevorki ve Eti-yopya Devlet Başkanı Meles Ze-navi tarafından Cezayiride imza-landı (2000).

13 Aralık Türkiye`nin Gümrük Birliği`ne katılması (1995)

14 Aralık Bosna Barış Anlaşması(1995)

14 Aralık George Washington`un ölümü (1799).

14 Aralık Şili`de ilk demokratik seçimler (1989).

15 Aralık 2. Sultan Selim`in ölü-mü (1574).

16 Aralık BM`nin Musul`u Irak`a vermesi (1925)

16 Aralık Londra Konferansı, dört büyükler Almanya konusunda uzlaşamadılar (1947).

17 Aralık Mevlana`nın irtihali (1273)

4579

10123

Tarih’te AralıkHazırlayan Abdulkadir AYDIN

111213141617

Page 53: Bizbiriz dergisi 11 sayi
Page 54: Bizbiriz dergisi 11 sayi
Page 55: Bizbiriz dergisi 11 sayi
Page 56: Bizbiriz dergisi 11 sayi
Page 57: Bizbiriz dergisi 11 sayi
Page 58: Bizbiriz dergisi 11 sayi