KUŞU LİVA DERGİSİ 6.SAYI

60
Dernek Adına İmtiyaz Sahibi Şükrü AYDOĞDU Yayın Danışmanları Prof. Dr. Nurullah ÇETİN • Doç. Dr. Bilal AKTAN Hukuk Danışmanları Mustafa TÜRE • Yasin KARACA • Hüseyin ÇETİN Editör ve Yazı İşleri Muammer GÖKALP Grafik Tasarım ve İnternet Sitesi İrfan ŞAHİN Mizanpaj Hangar Reklam Marka İletişimi ve Reklam Hizmetleri İstihbarat ve Haber Bölümü Murat GÖKALP Yayın Kurulu Feridun AKTAY-Erdoğan AKTAŞ-İbrahim ARI Yazı İnceleme Halil KIYMAZ-Şükrü TÜRE-Himmet GÜRAKAN Danışma Kurulu Tüm Kuşulular Baskı Öncü Basımevi Kazım Karabekir Caddesi, Ali Kabakçı İşhanı, No: 85/2 İskitler T: 0312 384 31 20 www.oncubasimevi.com Kuşu Liva dergisi, eğitim, kültür, haber ve hayat dergisidir. Para ile satılamaz. Siyasî ve ideolojik bir yapısı ve amacı yoktur. Türkiye’nin değişik yerlerinde yaşayan Kuşulular arasında irtibatı, iletişimi, dayanışmayı sağlamak, Kuşulular arası bilgi ve bilinç akışını ve dolaşımını gerçekleştirmek olan dergimizin yayın merkezi Kuşu Kasabasıdır. İletişim Kuşu Kasabası/Simav/Kütahya www.kusulular.com • [email protected] Gönderilen yazılarda editör ve yayın kurulu değişiklik yapabilir. Gönderilen yazılar iade edilmez. Yazıların yayınına yayın kurulu karar verir. Yayınlanmayan yazılar iade edilmez. Yazıların bilim, dil ve hukuk açısından sorumluluğu yazarlarına aittir. KUŞU EĞİTİM, KÜLTÜR VE DAYANIŞMA DERNEĞİ Aylık Eğitim, Kültür, Haber ve Yaşam Dergisi YIL: 2 SAYI: 6 HAZİRAN-TEMMUZ’10 İÇİNDEKİLER EDİTÖRDEN MUAMMER GÖKALP SÖYLEŞİ Prof.Dr. Hamza AKTAN TÜRK’ÜN GAVURA ESİR OLMAMA KARARLILIĞI Prof.Dr.NURULLAH ÇETİN DİLİMİZE SAYGI VE DİLİMİZE SAHİP ÇIKMA Doç.Dr. Bilal AKTAN KUŞU’DA GİYİM KUŞLAM VE SÜSLENME Ülkü GÖKALP GELENEKSEL İZNİK VE KÜTAHYA ÇİNİCİLİĞİ Nurullah ÖZÇELİK KUŞU’DA ARICILIK YAPILABİLİR Mİ? Muammer GÖKALP NİZAMÜLMÜLK KİMDİR? Hamide KARACA NEDEN BU SEVGİSİZLİK? Selime ÇETİN LEYTE(2) Ekrem KIYMAZ İSLAM ve GÜZEL AHLAK Hayri KARACA PEYGAMBERİMİZİN AHLAKI Zeliha AYDOĞDU GEÇİLMEZ(ŞİİR) Necip Fazıl KISAKÜREK ZULMÜ ALKIŞLAYAMAM (ŞİİR) Mehmet Akif ERSOY YÜZ KUŞULUYA SORDUK? Divan ESKİ RESİMLERLE KUŞU İsmail AYDOĞDU ÖMÜR DEDİĞİN ŞEY Güngör KANIK YAVUZ GÜNDÜZ Şahap AYDOĞDU VEFATLAR Murat GÖKALP 2 3 10 13 21 24 33 36 39 41 44 48 50 51 52 54 56 57 58

description

KUŞU EĞİTİM KÜLTÜR VEDAYANIŞMA DERNEĞİ BÜNYESİNDE YAYINLANAN EĞİTİM KÜLTÜR HABER VE YAŞAM DERGİSİDİR

Transcript of KUŞU LİVA DERGİSİ 6.SAYI

Page 1: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

Dernek Adına İmtiyaz Sahibi Şükrü AYDOĞDU

Yayın Danışmanları Prof. Dr. Nurullah ÇETİN • Doç. Dr. Bilal AKTAN

Hukuk Danışmanları Mustafa TÜRE • Yasin KARACA • Hüseyin ÇETİN

Editör ve Yazı İşleri Muammer GÖKALP

Grafik Tasarım ve İnternet Sitesi İrfan ŞAHİN

Mizanpaj Hangar Reklam Marka İletişimi ve Reklam Hizmetleri

İstihbarat ve Haber Bölümü Murat GÖKALP

Yayın Kurulu Feridun AKTAY-Erdoğan AKTAŞ-İbrahim ARI

Yazı İnceleme Halil KIYMAZ-Şükrü TÜRE-Himmet GÜRAKAN

Danışma Kurulu Tüm Kuşulular

Baskı Öncü Basımevi

Kazım Karabekir Caddesi, Ali Kabakçı İşhanı, No: 85/2 İskitler

T: 0312 384 31 20 www.oncubasimevi.comKuşu Liva dergisi, eğitim, kültür, haber ve hayat dergisidir. Para ile satılamaz. Siyasî ve ideolojik bir yapısı ve amacı yoktur. Türkiye’nin değişik yerlerinde yaşayan Kuşulular arasında irtibatı, iletişimi, dayanışmayı sağlamak, Kuşulular arası bilgi ve bilinç akışını ve dolaşımını gerçekleştirmek olan dergimizin yayın merkezi Kuşu Kasabasıdır.

İletişim Kuşu Kasabası/Simav/Kütahya

www.kusulular.com • [email protected]

Gönderilen yazılarda editör ve yayın kurulu değişiklik yapabilir. Gönderilen yazılar iade edilmez. Yazıların yayınına yayın kurulu karar verir. Yayınlanmayan yazılar iade edilmez. Yazıların bilim, dil ve hukuk açısından sorumluluğu yazarlarına aittir.

KUŞU EĞİTİM, KÜLTÜR VE DAYANIŞMA DERNEĞİ Aylık Eğitim, Kültür, Haber ve Yaşam Dergisi YIL: 2 SAYI: 6 HAZİRAN-TEMMUZ’10

İÇİNDEKİLEREDİTÖRDEN MUAMMER GÖKALP SÖYLEŞİ Prof.Dr. Hamza AKTAN TÜRK’ÜN GAVURA ESİR OLMAMA KARARLILIĞI Prof.Dr.NURULLAH ÇETİNDİLİMİZE SAYGI VE DİLİMİZE SAHİP ÇIKMA Doç.Dr. Bilal AKTANKUŞU’DA GİYİM KUŞLAM VE SÜSLENME Ülkü GÖKALPGELENEKSEL İZNİK VE KÜTAHYA ÇİNİCİLİĞİ Nurullah ÖZÇELİKKUŞU’DA ARICILIK YAPILABİLİR Mİ? Muammer GÖKALPNİZAMÜLMÜLK KİMDİR? Hamide KARACANEDEN BU SEVGİSİZLİK? Selime ÇETİNLEYTE(2) Ekrem KIYMAZİSLAM ve GÜZEL AHLAK Hayri KARACAPEYGAMBERİMİZİN AHLAKI Zeliha AYDOĞDUGEÇİLMEZ(ŞİİR) Necip Fazıl KISAKÜREKZULMÜ ALKIŞLAYAMAM (ŞİİR) Mehmet Akif ERSOYYÜZ KUŞULUYA SORDUK? DivanESKİ RESİMLERLE KUŞU İsmail AYDOĞDUÖMÜR DEDİĞİN ŞEY Güngör KANIKYAVUZ GÜNDÜZ Şahap AYDOĞDUVEFATLAR Murat GÖKALP

23

1013212433363941444850515254565758

Page 2: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 2

Muammer GökalpSınıf Öğretmeni

[email protected]

Muammer GÖKALP

EDİTÖRDEN

Merhabalar …

Kuşu Liva İsimli dergimizin yayın hayatına başlayıp 6.sayısının çıkarmasından ve siz değerli okuyucularıyla buluşmasından dolayı son derece mutluyuz.

Beşinci sayımızdan sonra (Teknik eleman yeter-sizliği ve ekonomik sıkıntılar sebebiyle) uzun denile-bilecek bir süre sonra çıkan bu sayımızda ana konu olarak “Güzel Ahlak” kavramını seçtik. Bu sayımızı da keyifle okuyacağınıza ve birçok konuda faydalı bilgiler bulacağınıza inanıyoruz.

Kuşu Liva dergimizin Kuşu Eğitim Kültür ve Da-yanışma Derneği tarafından yayınlandığını ve Dergi yayın Merkezinin Kuşu Kasabası olduğunu biliyor-sunuz. 1952 yılından bu yana Belediye olan nüfu-su 5000’in üzerine çıkmış Kuşu Kasabası’nın hızla ve devamlı göç verdiğini hepimiz biliyoruz. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) 2009 yılı ra-poruna göre 997 erkek 1056 kadın olmak üzere 2053 nüfuslu kasabamızdan göç eden, etmek zo-runda kalan insanlarımıza bir mektup, bir resim bir özlem giderme vesilesi olarak da görebileceğimiz dergimizin; insanlarımıza ulaşması için elimizden geleni yapmaktayız. Ancak dergimizin yayın hayatı-na devam edebilmesi ve insanlarımızın adreslerine posta yoluyla gönderilmeye devam edebilmesi için maddi ve manevi anlamda desteklenmeye devam edilmesi gerekmektedir. Duyarlı olan ve gönül des-teğini bizden esirgemeyen insanlarımıza sonsuz teşekkür ediyor ve şükranlarımızı sunuyoruz. Bu dergiye desteklerinizin artarak devam etmesini istiyoruz ÇÜNKÜ;

Kuşu Liva Dergisi; Kuşu Kasabası’nın ve Kuşu-luların ilk dergisidir.

Kuşu Liva Dergisi; Gelecek nesillerimizin ema-netlerini, kaybetmeden kayıt altına alma çalışması-dır.

Kuşu Liva Dergisi; Siyasi ideolojik ve ekonomik bir amacı olmayan eğitsel kültürel içerikli bir dergi-dir.

Kuşu Liva Dergisi; Türkiye’nin ve dünyanın değişik yerlerinde yerleşmiş ve yaşayan Kuşulular arasında irtibatı, iletişimi,dayanışmayı sağlamak, Kuşulular arası bilgi ve bilinç akışını ve dolaşımını sağlamayı amaçlayan bir dergidir.

Kuşu Liva Dergisi; Kasabamızı bir çok yerde temsil ve tanıtım görev ve sorumluluğunu sürdüren bir dergidir.

Kuşu Liva Dergisi;Kuşu merkezli Amatör bir heyecanla Ancak Profesyonel danışmanlarımızın rehberliğinde yayın hayatına devam etmekte olan bir dergidir.

Kuşu Liva Dergisi;Okuma alışkanlığımızın geliş-mesine çok önemli katkılarda bulunmakta olan bir dergidir.

Netice olarak özverili ve duyarlı olan, gönül des-teğini bizden esirgemeyen insanlarımızın hepsine özellikle 6.sayımızın çıkmasına büyük destek veren Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Prof. Dr. Hamza AKTAN hocamıza sonsuz teşekkür ediyor ve şükranlarımızı sunuyoruz. Yedinci sayımızda görüşmek üzere …

Selam, sevgi, saygı ve

Baki muhabbetlerimizle

Page 3: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 3

Prof Dr. Hamza AKTANİLE SÖYLEŞİ

Doğum Yeri ve Tarihi :Kütahya / Simav / Kuşu, 1944

Medeni Durumu :Evli

Yabancı Dili :İngilizce / Arapça

ÖĞRENİM HAYATI

İlkokul :Kütahya / Simav / Kuşu İlkokulu, 1957

Ortaokul :İzmir İmam-Hatip Okulu, 1961

Lise :İzmir İmam-Hatip Lisesi, 1964 / İstanbul Vefa Lisesi, 1966

Lisans :İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü, 1967

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, 1979

Doktora :Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi, “İslam Hukuku’nda Selem Akdi”, 1976

Doçent :Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 1982

Profesör :Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 1989

ÇALIŞMA HAYATI

Memuriyete Giriş :Uşak İmam-Hatip Lisesi, Öğretmen, 1970

Araştıram Görevlisi:Atatürk Üniversitesi İslamî İlimler Fakültesi, 1973

Yrd.Doç.Dr :Atatürk Üniversitesi İslamî İlimler Fakültesi, 1982

Doç.Dr :Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 1982

Prof.Dr :Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, 1991

AKADEMİK ve İDARİ GÖREVLERİ

Rektör Yardımcılığı

Üniversite Senato Üyeliği

Üniversite Yönetim Kurulu Üyeliği

Dekan Yardımcılığı

Bölüm Başkanlığı

Fakülte Kurulu Üyeliği

Fakülte Yönetim Kurulu Üyeliği

Diyanet İşleri Başkanlığı-Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanlığı

Page 4: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

SÖYLEŞİ

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 4

Şükrü ÇETİN: Hocam öncelikle söyleşi için teşekkür ediyoruz. Başlangıçta kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?

Prof. Dr. Hamza AKTAN: İkinci Dünya Savaşı’nın ikinci yarısında 1943 yılı kasımında doğmuşum. Babam Gelibolu’da askermiş. O ta-rihte köyümüz Gediz’e bağlı olduğu için Hüseyin amcam ancak yaza geldikten sonra 28 Haziran-da nüfusa kaydımı yaptırabilmiş. Kur’an okuma-yı 7 yaşımda dedem Tahir Hoca’dan öğrendim. İlköğrenimimi 1957 yılında Kuşu İlkokulu’nda tamamladım. Köyde geçirdiğim hayatımın ilk 13 yılı yokluk ve gariplik yıllarıdır. O yıllar yoksulluk ve eğitimsizlik ülke genelinde yaygın bir durum-du. 1957 yılında İzmir Kestanepazarı İmam Hatip ve İlahiyatta Öğrenci Yetiştirme Derneğine yatılı öğrenci olarak kaydoldum. Beni İzmir’e götü-ren ve sözünü ettiğim derneğe kaydımı yaptıran rahmetli amcam Hakkı Ersoy’du. İmam Hatip Okulu’nun 4 yıllık birinci devresi ile 3 yıllık ikinci devresini bitirdikten sonra 1964 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’ne kaydoldum. 1968 yı-lında Enstitüden mezun oldum. Vatanî görevimi ifa ettikten sonra 1970 yılında Uşak İmam Hatip Okulu meslek dersleri öğretmenliğine atandım. 1973 yılında Erzurum İslamî İlimler Fakültesi’nde İslam Hukuku asistanlığına başladım. Bu arada hukuk lisansını 1979 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamladım. Akademik ka-riyerlerimi Erzurum İlahiyat Fakültesinde yaptım. Fakülte dekanlığında ve üniversite rektörlüğünde idarî görevler üstlendim. 2008 Ekiminden bu yana da Diyanet İşleri Başkanlığında Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı olarak görev yapmaktayım.

Şükrü ÇETİN: Hocam günümüzde çocuk ve

gençlerimiz, sıkıntılı bir ortaöğretim ve yüksek öğretim süreci geçirmekteler. Çocuk ve genç-lerimize model olması bakımından öğrenim hayatınızdan bahseder misiniz?

Prof. Dr. Hamza AKTAN: Öğrenim hayatında başarılı olmanın olmazsa olmaz şartı öğrencinin okumaya, öğrenime ilgi duymasıdır. Başarılı ol-manın bir diğer şartı da popüler mesleklere değil,

ilgi duyulan alanlara yönelmedir. Maddi sıkıntıla-ra karşı da tasarruflu davranma belli oranda bir çaredir. Aza kanaat öğrencilerin çoğunluğunun ortak kaderidir. Ben orta öğrenimimde parasız yatılı yurtta barındım. Yüksek öğrenimimde burs aldım.

Babam da ihtiyacım olduğunda harçlıksız bı-rakmadı. Günümüz gençlerinin bizim yaşadığımız şartlardan daha kötü şartlarda olmadığını düşü-nüyorum. Günümüzde başarılı öğrenciler burs imkanlarını elde etme şansına daha yakın oluyor-lar. Ama her türlü imkansızlığa rağmen Kuşulu gençlerin gösterdikleri başarılarla iftihar ediyoruz. Gençlerimizi kutluyor, başarılarında dolayı tebrik ediyorum.

Şükrü ÇETİN: Hocam, 1975 yılına ait bir re-simde sizin gençliğinizi gördük. Kuşu’da geçen sürede unutamadığınız ve paylaşmak istediği-niz bir hatıranızı anlatır mısınız?

Prof. Dr. Hamza AKTAN: Köyümüz belde olduktan sonra elektriğin geldiği günü hatırlıyo-rum. Sokak lambalarının köyü aydınlattığı gece uyuyamamıştım. Beldemiz o gün çağ atlamıştı. Simav yolu asfaltlandıktan sonra bir gün belediye kahvesinin bahçesinde otururken arkadaşlardan biri “hadi gidelim Çeyrekçide kebap yeyip ge-lelim” dedi. Arkadaşlardan birine ait hususi bir arabayla Simav’a gittik, yemeğimizi yedik. Sonra dönüp çaylarımızı Kuşu’da belediye kahvesinin bahçesinde içtik. O zaman çocukluk yıllarımı ha-tırladım. Pazar için merkeplerle şafak vakti yola

Page 5: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

SÖYLEŞİ

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 5

çıkar, ancak kuşluk vakti Simav’a varırdık. İkindi vaktine kadar iş takip eder, alışverişi yapar, patika yollardan yokuşlar çıkarak yatsı vakti köye gelir-dik. Düşündüm, nereden nereye. O günler geride kalmıştı. Şimdi sırf kebap yemek için birkaç saat içinde Simav’a gidip geliyorduk.

Şükrü ÇETİN: Akademik kariyer çalışmaları-nız ve meslekî hayatınızdan bahseder misiniz?

Prof. Dr. Hamza AKTAN: Ben askerliği Sarıkamış’ta yapmıştım. Polatlı Topçu Okulu’nda kura çektiğimde Sarıkamış çıktığı için üzül-müştüm. Sarıkamış’tan birkaç kez Erzurum’a gelmiştim. Sarıkamış’ta Erzurumlu dostlar edin-miştim. Askerlik sonrası Uşak’ta öğretmenken Erzurum’dan bir ahbap Atatürk Üniversitesi İslamî İlimler Fakültesi’nde Asistanlık sınavlarının açıl-dığını haber veriyor, benim de bu sınavlara katıl-mamı istiyordu. Ben de başvurumu yapıp sınava girdim. İslam Hukukuna iki kişi alacaklardı fakat 30 kişi müracaat etmişti. Nasipmiş kazandık. Erzurum akademik kariyer için bilgi kaynakları bakımından yetersizdi. Kaynak eserlerden ya-rarlanmak için sık sık İstanbul’a gidiyordum. Doktora danışmanım merhum Prof. Tayyib Okiç idi. Doktora sınavında jüri üyelerinden biri ulus-lararası üne sahip merhum Prof. Dr. Muhammed Hamidullah hocaydı. Bizim dönemimizde genç akademisyenlere rehberlik edecek öğretim üyesi bir elin parmaklarından daha azdı. Biz akademik çalışmalarımızda hoca rehberliğinden çok kendi çabamızla yol alıyorduk. Doktora sonrasında da Allah’a şükür bir müşkilatla karşılaşmadan do-çentlik ve profesörlük aşamalarını geçtik.

Kuşu şartlarında akademisyenlik, öğretim üyeliği gibi ünvan ve mevkileri hayal edemezdim. Bu kavramlar hiç bilmediğim şeylerdi. Benim ve köydeki bütün arkadaşların gördüğü ve bildiği ideal makam ilkokul öğretmenliğiydi. Biz daha ötesini bilmezdik. Bu vesileyle Yeniceköy’lü Ah-met Öztürk öğretmenimi şükranla yad etmeliyim. Babamın beni okumaya göndermesi için o teşvik etmişti. Ama biz öğretmen okuluna değil de Kes-tanepazarı Kur’an kursuna gittik. Bu ilahî bir sevk

ve ilahî bir takdir imiş. İzmir İmam Hatip Okulu, İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü, Polatlı Topçu Okulu, oradan Sarıkamış, Sarıkamış’ta tanışılan Erzurumlu dostlar, onların ben Uşak’tayken asis-tanlık sınavını haber verişleri ve üniversite.

Geldiğim yerlere herhangi bir kimsenin ara-cılığıyla gelmedim. Hangi yere geldimse Allah’ın yardımıyla kaderin sevkiyle geldim. Ama şimdi-ki gençler geleceklerini planlayabilir, hedeflerini belirleyebilirler. Tabii ki önce çalışmalılar ama Allah’ın yardımına muhtaç olduklarını bilerek O’nun yardımını da istemeliler.

Şükrü ÇETİN: Hocam meslekî hayatınıza, 1970 Uşak İmam-Hatip Lisesinde, Öğretmen olarak başladığınızı söylediniz..Öğretmenlik ve eğitimcilik kavramlarının önemi ile ilgili neler söylenebilir?

Prof. Dr. Hamza AKTAN: Ben öğretmenlik mesleğini çok seviyorum. Bir değer olarak gör-düğüm bilgileri öğrencilerimle paylaşmak, onların

ilgilerini, yeni öğrendikleri şeylerle mutlu oluşları-nı, daha fazla şeyler öğrenmeye heveslenmelerini gözlemlemek beni çok mutlu ediyor. Bir öğrenci-nin, belki anne ve babasına gösterdiği saygıdan daha çoğunu hocasına göstermesi bir hoca için en büyük mutluluk vesilesidir. Hem bireyin kali-tesinin yükselmesinde, hem bir milletin topyekun gelişmesi ve kalkınmasında nitelikli insan çok

Page 6: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

SÖYLEŞİ

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 6

önemli bir faktördür. Nitelikli insanın yetişmesin-de temel faktör de eğitimdir. Nasıl bir eğitim diye sorulacaktır. Millî ve manevi değerler temeline oturmuş bir eğitimi kastediyorum. Bu anlamda öğretmen bir milletin geleceğini kuran kişidir. Millî eğitim sistemimizin bu niteliklere sahip gençler yetiştirme konusunda bir hedefinin olup olmadığı konusu bu sohbetin sınırını aşar.

Şükrü ÇETİN: Hocam dinimiz İslam’ı yaşa-ma ve temsil etme anlamında günümüz için neler söylenebilir?

Prof. Dr. Hamza AKTAN: Güncellenecek olan şey bizim din konusundaki bilgilerimizdir. Yoksa Kur’an ve sünnet elbette değişmez. İbadetler, ah-lak kuralları ve iman esasları değişmez. İçtihada açık olan muamelat alanındaki bilgilerimiz ise kıyamete kadar değişen ve gelişen şartlara göre güncellenecektir. Çünkü hayat durmuyor. Bilim ve teknolojideki gelişmeler toplumların bünyesinde ekonomik, sosyal ve kültürel değişimlere neden oluyor. Bu değişimlere paralel olarak bizim de yüzyıllar öncesinin tarım toplumlarının şartlarına göre oluşmuş muamelata ait yorumlarımızı ve te-lakkilerimizi sanayi ve bilgi toplumlarının şartlarına göre güncellememiz gerekiyor.

Eğer İslam, günümüzde ulaşım ve iletişimdeki hız paralelinde küçülen dünyada yükselen bir de-ğer olarak yeryüzü insanlığının ilgi gündeminin bi-rinci maddesini oluşturmazsa dünyayı çok sıkıntılı bir gelecek bekliyor demektir.

Gittikçe dünyevileşen, pozitivist ve materya-list felsefenin çemberini kıramamış, hayata ben merkezli bakan, insanları ötekileştiren batı toplu-munun elinde insanlara sunabileceği bir değeri kalmamıştır. İnsana insan olarak değer veren, düşünce ve inanca özgürlük tanıyan, kişilerin kültürel kimliklerini koruma ve yaşatma hakkını temel insan hakkı olarak gören, başkalarını ken-dine tercih ahlakına sahip, tolerans ve hoşgörü ile birlikte yaşama ilke ve tecrübesine sahip İslam ile yeryüzü halkının tanışması gerekiyor. Bunun için de Müslümanların İslam’ı temsil etme niteliğine sahip olması gerekiyor. Güzel ahlakları ve erdemli kişilikleriyle İslam’ı temsil eden kimseler İslam’a en büyük hizmeti yapanlardır. Bu nedenle İslamî değerleri özümsemiş bir toplum vücuda getirme yönünde tüm İslam ülkelerinde projeler ve politi-kalar üretilmeli ve uygulanmalıdır.

Şükrü ÇETİN: Dinî konularda inceleme ve

Page 7: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

SÖYLEŞİ

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 7

araştırmalar yapmak, yaptırmak ve sonuçlarını değerlendirmek gibi görevi olan başkanı bulun-duğunuz kurul hakkında bilgi verir misiniz?

Prof. Dr. Hamza AKTAN: İfade ettiğiniz gibi

Din İşleri Yüksek Kurulu Diyanet İşleri Başkanlığı-nın dinî konularda en yüksek karar organıdır. Ku-rulun kararlarında herhangi bir etki ve yönlendir-meye maruz kalmadan Kur’an ve sünnet çerçe-vesinde karar verebilmesi için kuruluş ve işleyişi yasal bir düzenleme ile güvenceye alınmıştır. Her şeyden önce kurulun 16 kişiden oluşan üyelerinin 12’si seçimle gelmektedirler. Bu nedenle görev-den alınma endişeleri bulunmamaktadır. Popülizm ile katı kuralcılık arasında orta bir yol izlemek, Hz. Peygamber’in “kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz” emri doğrultusunda hareket etmek kurulun temel ilkesidir. Kurulumuz farklılaşan veya yeni ortaya çıkan konularda olayın yapısını iyi kavradıktan sonra bir taraftan olayın yapısına, diğer taraftan İslam’ın özüne uygun bir çözüm üretmeye, insa-nımızı sıkıntıda bırakmamaya çalışmaktadır.

Şükrü ÇETİN: İletişim ve teknoloji geliştikçe küçülen dünyada; sosyal ve kültürel anlamda toplumumuzda gözlemlenen olumsuz gelişme-ler hakkında düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Prof. Dr. Hamza AKTAN: “Çok okuyan değil

çok gezen bilir” diye bir atasözümüz vardır. Oku-manın önemini küçümsemeyelim.

Ama çok yer görmenin ve gezmenin insana kazandırdığı bilgi ve tecrübeler de vardır. Ülkemizi batıdan doğuya kısmen tanıma imkanı buldum. Ben daha ziyade akademik çalışmalarımda ve ifa ettiğim idari görevlerde, özellikle rektör yardımcı-lığım döneminde yerli yabancı pek çok bilim ada-mı, iş adamı, bürokrat ve politikacı tanıdım. Onla-rın hayata ve olaylara bakışlarına muttali oldum.

Amerika, Avrupa, Ortadoğu ve Orta Asya ül-kelerine yaptığım seyahatlerde de doğal olarak bazı bilgiler ve tecrübeler edindiğimi söyleyebi-lirim. Esasen ülkemiz, İmparatorluğun çöküşü ve Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte imparator-luk döneminde başlayan yenilenme hareketi, daha sert biçimde ve genişleyerek uygulanmaya

başlanmıştır. Toplumların sosyal ve kültürel ya-pılarında sert ve kırılma biçiminde vuku bulan değişmelerde terk edilen önceki değerlerin yeri yeni değerlerle eksiksiz doldurulamıyor. Meydana gelen boşluklar toplumda bunalımlara yol açıyor. Bizim toplumumuzda da ifade edilen bu olum-suzluklar yaşanmıştır ve hâlâ da yaşanmaktadır. İnsanımızın kendi toplumuna yabancılaşması ve yozlaşması, toplum bünyesinde eğitimde, kültür ve sanatta yozlaşma biçiminde görülmektedir. Günümüzde özgün fikir ve sanat eserleri özünde bize ait değerlerimiz alanında verilebilmektedir. Kendimize dönüş çabaları devam ediyor. Bunu da ancak bu çabanın içinde yer alan düşünür ve sanatçılarımız başaracaklardır.

Şükrü ÇETİN: Eğitim öğrenim ve meslekî hayatınız boyunca sizi çok etkileyen emek ve-ren öğretmen ve hocalarınızdan bahseder mi-siniz?

Prof. Dr. Hamza AKTAN: Kestanepazarı öğ-renci yurdundayken akaid dersine gelen hoca-mız Hacı Salih Tanrıbuyruğu, adı gibi gerçekten Salih bir insandı. Tahir dedemden sonra gördü-ğüm olgun bir insandı. Duruşuyla, davranışıyla insana saygı telkin ederdi. İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nde tasavvuf dersine gelen hocamız Mahir İz de bizim üzerimizde iz bıkanlardandır. Millî Mücadele yıllarında ilk Mecliste zabıt katipliği yapmış, bilgisi, tecrübeleri ve olgun ahlakıyla bize kâmil insan örneğini göstermiştir.

Page 8: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

SÖYLEŞİ

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 8

Benim Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde İslam Hukuku asistanı olarak gö-reve başladığım yıllarda İslam Hukuku alanında doktora danışmanlığı yapacak bir öğretim üyesi yoktu. Bize danışmanlık yapacak hocayı kendimiz arıyorduk.

Ben önce Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakülte-si mezhepler tarihi öğretim üyesi Türk vatandaş-lığına geçmiş Fas’lı bir ilim adamı olan rahmetli Prof. Dr. Muhammed Tanci ile görüştüm. Bana doktora çalışmasında danışmanlık yapmayı kabul etti. Doktora çalışması devam ederken hocam rahmetli oldu. Bunun üzerine Atatürk Üniversitesi İslamî İlimler Fakültesi’ne gelerek hadis dersleri vermeye başlamış olan Saraybosnalı hocamız

Prof. Muhammed Tayyib Okiç ile çalışmama de-vam ettim.

Doktora sınavımda jüri üyesi olarak Prof. Dr. Muhammed Hamidullah hoca bulunmuştu ki bunu kendim için bir şeref kabul ediyorum.

Türkiye’de İlahiyat eğitiminin seviye kazan-masında sözünü ettiğim hocalarımıza ilaveten Prof. Dr. Salih Tuğ hocamızı yad etmeliyim. Pek çok genç akademisyenin yetişmesinde büyük pay sahibidir. Uzun yıllar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne bağlı İslam Araştırmaları Merkezi müdürlüğü, bilahare Marmara Üniversi-tesi İlahiyat Fakültesi dekanlığı yapmış olan Salih Tuğ hocamız genç akademisyenlerin lisansüstü sınavları için İstanbul ile Erzurum arasında âdeta

Page 9: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

SÖYLEŞİ

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 9

mekik dokumuştur. Hâlen hayattadır. Kendisine sağlıklı uzun ömürler niyaz ediyorum.

İlahiyat alanında bugün faaliyet gösteren ilim adamlarının hemen hepsi sözünü ettiğim hocala-rın ya talebeleri veya talebelerinin talebeleridirler.

Şükrü ÇETİN: www.kusulular.com adlı in-ternet sitemiz ve Kuşu Liva Dergisi hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Prof. Dr. Hamza AKTAN: www.kusulular.com adlı internet sitesini kuran ve güncelleyen, özellikle Liva dergisini kesintisiz çıkarma başa-rısını gösteren gençlerimizi kutluyorum. Millî ve manevi değerlere sahip olma çizgisinde verdikleri

hizmetle gençlerimizin bilinçlenmesine yardımcı oluyorlar. Kuşu’dan verdikleri haberler de iletişim açığını kısmen kapatıyor. Kuşu ile ilgili haberler sık aralıklarla güncellenebilirse daha iyi olur.

Şükrü ÇETİN: Hocam verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ediyoruz, son olarak söylemek is-tedikleriniz nelerdir?

Prof. Dr. Hamza AKTAN: Ben de teşekkür ediyorum. Gençlerimizi bu yararlı çalışmaların-dan dolayı tekrar kutluyor, başarılarının deva-mını diliyorum.

Page 10: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 10

Hatıra türünde kitap okumayı çok severim ve hatıra kitaplarının tiryakisiyim. Hatıra kitabı oku-mak, benim için hem özel hem özgün; ama yep-yeni dünyalar keşfetmektir. Tarihin ince ayrıntıla-rını; hatta çok önemli olaylarını hatıra kitaplarında yakalarım. Genel tarihin göremediği incelik ve derinlikler bazen hatıra kitaplarında saklıdır. Her akşam yatmadan önce bir iki saat yatakta hatıra okumak beni dinlendiriyor. Kolay, akıcı, sürükle-yici, rahat, yumuşak, renkli üslubuyla hatıra ki-tapları, roman okur gibi sizi sahici bir dünyada dolaştırıyor. Aynı zamanda hatıra kitabı okuyarak Türk tarihini çok iyi öğrendiğimi, millî bilincimi tahkim etme imkanına kavuştuğumu söyleyebi-lirim. Kendince kendini savunma da olsa, öznel yargılar da içerse farklı kişilerden farklı bakış açı-larını okuyup kendimce bir terkibe vararak sağlıklı bir tarih kurgusu oluşturduğumu düşünüyorum. Belli bir alt yapı olduktan sonra seçme ve eleme yapma konusunda çok fazla sıkıntı çekilmiyor. O yüzden hatıra kitapları yanlıdır, özneldir, tek taraflı savunmadır, eksik ya da yönlendirme amaçlıdır gibi yaklaşımları çok fazla önemsemiyorum.

Bu yazımda zevkle okuduğum bir hatıra kita-bından bir metin parçası alıp yazımı onun üzerine bina edeceğim.

Emekli kütüphaneci, hasbî kültür adamı, halis bir Müslüman Türk evladı olan Mehmet Serhan Tayşi, yayınladığı hatıralarında bir olay nakleder. Yazar, İzmir’de Karataş Ortaokulu’nda okur-ken okulun müdürü Garra Sarmat adında yaşlı bir Musevî vatandaşıdır. Sözü Mehmet Serhan Tayşi’ye bırakalım:

“Garrâ Bey yine bir gün unutamadığım şu hikâyeyi anlatmıştı:

İstanbul’un işgali yıllarında müttefikler, İs-tanbul halkının sempatisini kazanabilmek için, Noel’de çocuklara yönelik bir sergi düzenlemiş-ler. Hazırladıkları büyük salona, toplar, bisikletler, türlü oyuncaklar koymuşlar. İşgalcilerin amacı, Müslüman halkın çocuklarının gelmesi. Ama serginin kapanışına kadar, Rum, Ermeni, Yahudi çocuklarından başka gelen olmamış. Son gün, güneş batarken, başında fesi, ayağında şalvarcı-ğıyla bir Osmanlı çocuğu kapıdan girmiş. Herkes merakla ne yapacağını izlerken, o bütün oyun-caklara göz gezdirip, en sonunda kenarda duran bir ahşap tüfekte karar kılmış. Emin adımlarla onu almış, kimseye bir şey söylemeden, geldiği gibi çıkıp gitmiş.

Bu hadiseyi Garrâ Hocamıza, oradaki bir Fransız komutan anlatmış daha sonra. Komutan şöyle demiş: “O zaman anladım ki, bu millet esir olmaz. Bu millet cesurdur. Çocuğu bile, istiklâline (bağımsızlığına) böylesine düşkün...” (Mehmet Serhan Tayşi, Ali Emirî’nin İzinde, Timaş Yayınla-rı, İstanbul 2009, s.108)

Benim üniversitede okuttuğum derslerimden biri, “Millî Mücadele Edebiyatı” adını taşıyor. İtiraf edeyim ki şimdiye kadar okuduğum en etkileyici Millî Mücadele edebiyatı metni budur. Bütün bir Millî Mücadele sürecimizi, bütün bir millî Türk ruhumuzu ve yapımızı bu kadar veciz ifade eden başka bir metin görmedim. Bu parçanın tekrar tekrar, düşüne düşüne okunmasını tavsiye edi-yorum. Günümüz Türk gençliğinin bir muska gibi bu parçayı koynunda, kalbinde, ruhunda taşıma-sını istiyorum.

Çocuğunun bile esir olmamak için istikla-line bu kadar düşkün olduğu bu cesur milletin

[email protected]. Dr. Nurullah ÇETİN

TÜRK’ÜN GAVURA ESİR OLMAMA KARARLILIĞI

Page 11: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 11

bir bölümü, bu gün maalesef emperyalist batı-nın önümüze attığı oyuncakları kapışma zilletine sürüklenmekte, onları nimet bellemekte ve bu oyuncaklara bütün kutsallarından vazgeçerek sa-hip olmayı tek dava yapmaktadır.

Millî Mücadele sürecimizde bizi fiilen işgal eden İtilaf Devletleri, bugün ad değiştirmiş, Avru-pa Birliği ya da Amerika Birleşik Devletleri olarak bizi oyuncaklarıyla oyalanmaya davet edip dur-maktadırlar. Bu iki kanat, bir bütün olarak Batıdır. Daha doğru bir tabirle bunlar, tarihsel Haçlı kinle-rinden vazgeçmeyen, Türk’ü tarihten silme sev-dasına tutkuyla yapışmış Emperyalist Batıdır. O gün bizi aldatmak, avutmak, uyutmak, oyalamak, âdeta alay eder gibi ayaklarına çağırıp ıvır zıvırla, oyuncakla, şununla bununla mankurtlaştırmak için uğraştılar. Ama bir kararlılık abidesi olan asil bir Türk çocuğu, fıtratındaki soylu bir içgüdüyle kendisini yok etmek için gelmiş olan küstah, za-lim, iğrenç, sahtiyan suratlı emperyalist Haçlıya karşı tahta tüfeğe talip olarak bu toprakların tekrar ve kıyamete kadar Türk vatanı olarak kalması ira-desini ortaya koymuştur.

Esir olmama, tam bağımsız ve bağlantısız bir devlet hâlinde, kendi vatanında kendi değerleriy-le ördüğü millî dünyasını yaşama azmini gös-terecek bir Türk çocuğu çıktı ve emperyalizmin büyük oyununu bozdu. Millî Mücadelemizi hiç mübalağasız söylüyorum, o oyuncak tahta tüfeği kapan Türk çocuğu kazanmıştır.

Bu büyük milletin bugünkü çocuklarının aynı millî hassasiyete sahip olmaması için büyük öl-çekli bir proje uygulanıyor. Bugün Türk çocuk-ları, tahta tüfeğin simgelediği millî bilinçten uzak tutulup mankurtlaşmayı netice verecek ıvır zıvır oyuncaklarla oyalanıyor. Dışardan Batının, içer-den yerli işbirlikçilerinin gayretiyle bugün Türk çocuğu vatan, bayrak, dil, din, tarih, kültür bilin-cinden mahrum ediliyor. Bazı çevreler tarafından evrensellik, kozmopolitizm, liberalizm adına Türk çocuğu vatanını, milletini, dinini, dilini savunma-yacak bir duyarsızlığa itiliyor. Batı emperyalizmi-ne gönüllü teslimiyet, küreselcilik adına en büyük gaye olarak belletiliyor. Türk çocuğu bugün ma-alesef büyük çoğunluğu itibariyle millî kimliğini

kuşanarak şahsiyetini bulma konusunda savun-masızdır, sahipsizdir.

Çocuğunun tahta tüfeğe talip olma bilincini yok etmiş bir millet, kendi idam fermanını imzala-mış demektir. “Tahta tüfek”in Millî Mücadelemiz zamanındaki simgesel karşılığı silahtı, savaştı, mücadeleydi. Bugün ise “tahta tüfek” simgesinin karşılığı bilimdir, kültürdür, sanattır, millî siyaset, millî ekonomi, millî toplumsal yapı bilincidir. Bu-gün tahta tüfeğe talip olmamız demek, bu değer-lerle donanmamız demektir. Bugün Avrupa Birliği ve Amerika’nın gönüllü sömürgesi olmayı en bü-yük politika bilen teslimiyetçi milliyetsizler, millî bilinç yoksunu ruhsuz kozmopolitler, millî kimliği-ne sahip çıkan hakiki vatan evlatlarına demokrasi adına en zalim baskıları reva gören liberal faşist-ler, tatlı kişisel menfaatlerini korumak adına her şeyden kolayca vazgeçebilmeyi ve Türk düşmanı etnik, kavmiyetçi ırkçıların güdümünde olmayı Müslümanlık zanneden zavallılar, harıl harıl Türk çocuğuna tahta tüfek dışındaki tuzak oyuncakları kapma becerileri kazandırmaya çalışıyorlar.

Türk çocuğu, Millî Mücadele sürecimizde Haçlılar tarafından fiilen kuşatılmıştı; bugün ise onların içerdeki hizmetkarları tarafından zihnen kuşatılmıştır. Ama biliyorum ve inanıyorum ki Türk çocuğu, soylu fıtratının dürtmesiyle bu ku-şatmayı yaracaktır. Kuşatıldığı bütün Ergenekon dağlarını eritip yeniden özgürlüğüne kavuşacak ve kimliğine, kişiliğine, tarihine, dinine uygun bir dirilişi gerçekleştirecektir. Daha her şey bitmedi. Biz, her şeyin bitti zannedildiği noktadan başla-yan bir milletiz.

Page 12: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 12

Bugün Türk halkının sempatisini kazana-bilmek için, ülkemiz bir Noel sergisine döndü-rülmüştür. Sinema ve televizyon filmlerinden gazetesine dergisine, teknolojik oyuncak aygıt-larından giyimine, aksesuarına, gündelik hayat tarzından bütün meşgalelerine kadar âdeta Noel oyuncaklarıyla oyalanmaktayız. Emperyalist Batı ve iç uzantıları, hazırladıkları vatan sathındaki büyük salona, toplar, bisikletler, türlü oyuncaklar koymuşlar. Amaçları, Müslüman Türk halkının çocuklarının bunlara gelip talip olması. Açık söy-leyelim gelen ve talip olan çok. Bunları suçlamı-yorum. Ruhu yok edilmiş, zihni esir alınmış, şah-siyeti iğdiş edilmiş, iradesi törpülenmiş insanların başka bir seçeneği yoktur. Seçeneksiz bırakılmış insanın gideceği başka bir yer yoktur. Ama biz bitmedik. Türk milleti ölmedi. Kış uykusuna ya-tırıldık. Uyuşturulduk. Son ölüm iğnesini henüz yemedik. Son gün, güneş batarken, tamamen kendi değerleriyle donanmış bir Türk çocuğu ka-pıdan girecek. Herkes me¬rakla ne yapacağını izlerken, o bütün oyuncaklara göz gezdi¬rip, en sonunda kenarda duran bir ahşap tüfekte yani millî benlik zırhında, millî siyasette, millî kültürde, millî bilinçte, vatanına sahip çıkma şuurunda ka-rar kılacak. Emin adımlarla onu alıp, kimseye bir şey söylemeden, başını önüne eğmeden, sızlan-madan, şikayet etmeden, acizlik göstermeden, ağlamadan, bütün ihtişamlı asaletiyle, temiz ve güven veren erkek simasıyla geldi¬ği gibi çıkıp gidecek. Biz buna inanıyoruz. İnanıyorsak üstü-nüz. Türk’ün son efsane hakanı Atatürk, böyle bir Türk çocuğuydu. Çılgın Türk Mustafa Kemal

Paşa, bu çocuğun ta kendisiydi. Yakın gelecek-te de Türk’ün millî vicdanının simge varlığı o asil çocuk, tahta tüfeği kapıp sessizce soylu bir süzü-lüşle çıkıp gidecek ve yeniden sahne alacaktır.

O zaman bu yeni hadiseyi, zamanın Fransız komutanı mı olur, Amerikan başkanı mı olur, Avrupa komiseri mi olur; artık her kim olursa şunu diyecek: “Şimdi anla¬dım ki, Türk mille-ti, Avrupa’nın, Amerika’nın, Türk düşmanı etnik ırkçıların esiri olmaz. Bu millet cesurdur. Çocuğu bile, bağımsızlığına böylesine düşkün...”

Türk düşmanına Bozkurt bakışlı, mazlum ve mağdur Türk milletine melek gülüşlü oğlum Ahmet’in tahta tüfeğe talip olacak diri ve çılgın Türk gençliğinden bir nefer olması duasıyla.

Page 13: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 13

[email protected] Doç. Dr. Bilâl AKTAN

DİLİMİZE SAYGI VE DİLİMİZESAHİP ÇIKMA ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

1. Dilin Millet Hayatındaki Yeri ve Önemi

Dilin millet hayatındaki yeri ve öneminin tarihte yaşanmış bazı örneklere bakılarak daha iyi anlaşılacağını zannediyorum. Dil, bir milletin var oluşunun belki de en büyük sebeplerinden biridir. Dil, millet hayatında geçmişi bugüne, bugünü yarına bağlayan en kuvvetli bağlardan biridir. Her şeyden önce dil varsa milliyet, mil-liyet varsa dil vardır. Dilini kaybeden milliyetini, milliyetini kaybeden dilini kaybeder. Milliyetini kaybeden ise tarih sahnesinden yok olur. Söz gelişi yok olan kavimlerden biri Keltlerdir. Keltler, M.Ö. 2000 yıllarında Avrupa’da önemli bir güç idi. II. Jül Sezar Romalıların başında iken, Keltler Romalıları askerî bakımdan taciz etmişlerdir. En sonunda Romalılar, Keltlerle başa çıkamayınca bir çare bulmuşlar; (Keltlerin) dillerini, benlik-lerini unutturmuşlar ve onları Latinleştirmişler (Sinanoğlu 2002: 304), böylece Keltler bugün yok olmuşlardır.

XIII. yüzyılın ilk yarısında Moğollar Asya kı-tasının büyük bir kısmını bir uçtan bir uca iş-gal etmişler, ancak kısa bir süre içinde askerî üstünlüklerini yitirmişler, hâkimiyetleri altına al-dıkları milletlerin kültürleri ortamında eriyip yok olmuşlardır. Bir zaman bir uçtan bir uca bütün Asya’yı işgal eden Moğollardan, bugün anayurt-ları Moğolistan’da az miktarda (yaklaşık 3 mil-yon) Moğol kalabilmiştir. Oysa Türk milleti aynı duruma düşmemiştir. Türkler en az 20-25 mil-yon kilometre karelik bir alana yayıldıkları hâlde dillerini, kültürlerini ve dolayısıyla varlıklarını geniş bir coğrafyada koruyabilmiştir. Koruma-larında zengin bir dil ve kültüre sahip olmalarının da payı vardır.

Hawai’deki yerli halkın durumu da pek farklı değildir. Amerika Hawai’ye’önce İngilizce öğret-me kılıfıyla misyonerler gönderir, sonra da tıbbî yardım vs. derken tüccarlarını… Arkadan tüc-carların menfaatini korumak için asker... Hava-ili; İngilizce eğitimdi, ticaretti, yabancı yatırımdı derken adadaki her şeyini Amerika’ya kaptırır. Havaili bugün dilini, kültürünü artık her şeyini kaybetmiştir. Şimdi eski kralların aileleri bugün hamallık yapmaktadır (Sinanoğlu 2002: 396).

Bu örneklerden anlaşıldığı gibi, demek ki bir milletin dili yok olursa, sonra kendi de yok olmaktan veya en azından köleleştirilmekten kurtulamıyor.

2. Yabancı Dille Eğitim

Günümüzde milletlerin varlıklarını tehdit eden etkenlerden biri de yabancı dille eğitim-dir. Bu konuda en çok üçüncü dünya ülkeleri, ekonomik ve kültürel bakımdan sömürülen ül-keler tehdit altındadır. Hiçbir ileri ülke, bulundu-ğu yere yabancı dille eğitim yapmaktan dolayı gelmiş değildir. Biz sömürge ülkesi değiliz. Türk yazı dilinin geçmişi Göktürkler dönemine (VI-VIII yy.) kadar uzanmaktadır. Dilimiz o günden bugüne işlene işlene büyük bir zenginlik kazan-mıştır. Türkçenin eğitim ve bilim dili olamayaca-ğını düşünmek ve savunmak, en basit ifadeyle, bilgisizliğin ta kendisidir. Daha da ileri gidilirse bunun kasıtlı ve bilinçli bir ihanete kadar yolu vardır!…

Türklerde matematiğe karşı büyük bir yat-kınlık vardır. Türk tarihi ve Cumhuriyet dönemini incelersek bunu açıkça görürüz. Çünkü Türk dilinin yapısı matematikseldir. Ayrıca, Türkçe

Page 14: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 14

okunduğu gibi yazılan, yazıldığı gibi okunan bir dil olduğundan, bilgisayar için en yatkın bir dil-dir. Türkçe (olarak) bilim yapar, yanımızda da bilgisayar teknik biliminin olağan üstü olanakla-rını alırsak, matematik gibi olan bu dille harika-lar yaratırız. Buna kısaca yerel düşünüp küresel davranmak diyebiliriz (Sinanoğlu 2002: 188).

Dünyanın gidişini takip edebilmek, dünya-dan kopmamak için elbette yabancı dilin öğre-tilmesi gerekir. Ancak gerçek bu, diye ülkemiz-deki orta ve yüksek öğretim düzeyindeki değişik kurumlarının yabancı dil ile eğitim ve öğretimine kesinlikle izin verilmemelidir. Yabancı dil öğren-mek ayrı, yabancı dil ile öğrenim görmek ayrı şeydir. Ayrıca Türkçenin gücü, her kademedeki öğretimi sürdürmeye, bilim, sanat ve edebiyatı çalışmalarını yürütebilecek bir güce sahiptir. Ül-kemizde resmî dilin Türkçe olduğunu bilmeyen yoktur. Eğitim ve öğretimi bütünüyle yabancı dil ile yapmak, böyle bir şeyi kabul etmek, ül-kemizin ve milletimizin geleceğini karartmak demektir. Bugün yabancı dil ile eğitime onay verenlerin, geçmişte bilim dili olarak Arapçayı, edebiyatta Farsçayı öne çıkaranlardan ne fark-ları kalıyor ki?

Günümüzde İngilizce ile eğitimi kabul etmek, geçmişte Arapça ve Farsçayı öne çıkarmaktan farksızdır. İkisi de Türk diline değer vermemek, saygı duymamaktır.

Yabancı dil ile eğitim konusunda bir de Ja-ponların yaklaşımına bakalım: “Bir Japon, ‘Bi-lim dili Japonca olmaz, İngilizce olsun.’ demiş, ertesi gün adam ölü bulunmuş. Bir daha ses çıkmamış. Japonya’da hiçbir şey hiçbir zaman İngilizce olmamış. Dil İngilizce olsun, diyen o Japon, meğer daha önce üç yıl Amerika’da eği-tim görmüş.” (Sinanoğlu 2002: 347). Demek ki Japonlar bugünkü bilim ve teknikteki başarıları-nı hiç de yabancı dille eğitim yapmadan, kendi dilleriyle sağlayabilmişlerdir. Milletlerin yükseliş anahtarı, yabancı dille eğitimde değil, huzurlu, istikrarlı millî bütünlük ile kararlı ve inançlı bir şekilde çalışmakta yatmaktadır.

Yabancı dille eğitim yapmayı bir yana bı-

rakın, Japonlar bunun teklifini bile kendilerine ihanet sayıyorlar!... İşte o Japonlar, kendi dille-rine, kültürlerine ve millî değerlerine olan saygı ve bağlılıkları, çalışkanlıkları sayesinde bugün bulundukları yere gelmişlerdir, yoksa yabancı dille eğitim yaptıklarından dolayı değil! O Japon-lar, bizlerin yaptığı gibi, bilimsellik adına atom, elektrik, molekül, iyon, nötron, asit, elektroliz gibi fizik ve kimya terimlerini Batı dillerinden ol-duğu gibi alıp kullanmamışlar (Sinanoğlu 2002: 32), bunların Japonca karşılıklarını kullanarak bilimsel çalışmaları en ileri düzeyde yürütmüş-lerdir. Bundan da anlaşılıyor ki asıl olan bilim ve teknikte yol almaktır, ille de yabancı terim kullanmak, hele hele yabancı bir dille eğitim ve öğretim yapmak hiç değil!…

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında resmî dilin Türkçe olduğu yazılmaktadır. Türkiyede bugün on bir üniversitenin eğitim öğretim dili İngilizce, birinin ise Fransızcadır. Bir bölümü dı-şında diğer bütün bölümlerinde İngilizce ile eği-tim ve öğretim yapan üniversite sayısı ise üçtür. Öte yandan bazı üniversitelerin yüksek lisans ve doktora çalışmalarında ise, tipik bir müstemle-ke zihniyetiyle sadece İngilizceye yer verilmiştir (Bozkaplan 2007: 51). Bunun “Kargadan başka kuş tanımam.” mantığından ne farkı olabilir ki? Sanki İngilizceden başka bir dille bilim üretmek mümkün değil! Ülkemizde yabancı dille eğitim konusunun artık yeni baştan ele alınması ve gözden geçirilmesi gerekmektedir. Bir taraftan ülkenin resmî dilinin Türkçe olduğunu Anaya-saya yazmak, bir yandan bunu yalanlarcasına üniversitelerde yabancı dille eğitim ve öğretime izin vermek, gerçekten kargaları bile güldürecek bir durum!..

Yabancı dille eğitimi tümüyle silip atmak, bu ülkedeki her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının, her gerçek Atatürkçünün, her gerçek milliyetçi-nin, her gerçek solcunun, her gerçek bilimcinin, din ve gönül ehlinin, her gerçek hümanistin, her gerçek laik ve çağdaşın, her gerçek eğitimcinin, her şerefli basın yayın mensubunun, her gerçek dünya vatandaşı eğilimlinin, her Türk gencinin birinci davası olmalıdır. (Sinanoğlu 2002: 173)

Page 15: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 15

3. Dile Sahip Çıkmada Kurum ve Kuruluş-ların Sorumlulukları

Türkçeye sahip çıkma ve koruma konusun-da yerel yönetimlere, belediyelere ve daha baş-ka sivil toplum kuruluşlarına da görevler düş-mektedir. Yabancı isimlerle dolu iş yeri levhala-rı; cadde, sokak adları her duyarlı Türk insanını derinden yaralamaktadır. Cadde ve sokaklardaki yabancı sözlerden duyduğu üzüntüyü, Azerbay-canlı şair, merhum Bahtiyar Vahapzade şu şe-kilde dile getiriyor:

“Bir zaman Rusçaydı reklam, ışıklar.

Şimdi İngilizce dürtülür göze.

İtin de diline hürmetimiz var,

Yalnız öz dilimiz yaramır bize.” (Kukul 2001: 268)

Yerel yönetim yetkilileri mevcut yasa ve yö-netmelikleri eksiksiz uygulamalı, yöneticilerin yeni yasal düzenlemelere gerek duymaları du-rumunda ise bu düzenlemeler sağlanmalıdır. En azından iş yerlerine yabancı sözlerle yazılmış, cadde ve sokaklarımızı ayrık otu gibi kaplayıp gözümüze batan iş yeri levhalarının değiştiril-mesi, yenilerinin ise açılmalarına belediyelerce izin verilmemesi gibi yaptırımlar uygulanmalıdır. Böylelikle gözümüze batan bu görüntü kirliliğin-den kurtulmuş olur, en önemlisi, bu aziz yurdu bize emanet bırakan atalarımıza layık olmuş, şe-hitlerimizin emanetini korumuş oluruz.

Konuya duyarlılık göstermeleri bir yana, tam tersine, zaman zaman bazı belediyeleri-mizin sanki dilimize ve kültürel değerlerimize savaş açmakla görevli imiş gibi davranışlarını duyunca kahroluyoruz. Söz gelişi Eskişehir Büyük Şehir Belediye Meclisi tarafından alınan “isimsiz veya mükerrer isimli sokak, cadde ve bulvar isimleri”ne ilişkin 25.7.2000 tarihli kara-rı, doğrusu çok acı bir gerçek. Eskişehir Büyük Şehir Belediyesi, Eskişehir’de bulunan 6000 sokak, cadde ve bulvardan 3700’üne ya ilk kez ad vermiş ya da bazılarının adlarını değiştirmiş (Ünal 2001: 415-418). Yani demek oluyor ki,

koca bir şehrin cadde, sokak ve bulvarlarının yarıdan çoğunun adı bir oturumda, bir günde değiştirilmek istenmiş. Dilerseniz gerek ilk kez, gerekse değiştirilerek verilmesi uygun görülen cadde ve sokak adlarından bir kısmını gözden geçirelim:

Adrenalin, Agora, Akrostiş, Akustik, Albat-ros, Altes, Alto, Ararat, Ardavuz, Aseton, Bandaj, Bizon, Bitüm, Despot, Dolomit, Gondol, Hesim, Kamarot, Kano, Kardatnot, Katot, Klavye, La-pina, Lapon, Mikado, Firavun, Havra, Nemrut, Papirüs, Pluton, Portföy, Riray, Riziko, Senfoni, Urartu... vb. Ya şu tarifi imkânsız kibarlık ve in-celik (!) dolu sözlere ne demeli? Arsız, Atlama, Azgın, Boynuz, Çıban, Çiyan, Despot, İntizar, İşgüzar, Kokoreç, Mayonez, Piston… İnsanın aklını donduran bu sözleri öneren kişilerin ruh hâllerini ve genetik yapılarını merak etmemek doğrusu elde değil!...

Peki, yeni verilen veya değiştirilerek kabul edilen bu cadde ve sokak adlarından önce han-gi sakıncalı (!) adlar kullanılmakta imiş? Bir de

daha önceden kullanılmakta iken beğenilmedi-ği için terk edilen cadde ve sokak adlarına göz atalım:

Abide, Adalı, Başak, Bulut, Çiçek, Girgin, Gürbüz, Bilge, Karataş, Özkaya, Uğur, Uysal, Yörük, Fatih, İstiklâl, Yayla, Yıldırım, Cennet, Dostluk, Şen, Zafer, Hisar, Yıldız, Yılmaz, Çağ-daş, Çeşme...vb.

Acaba bizim insanımız, sayabildiğim

Page 16: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 16

ikinci gruptaki cadde ve sokak adlarından han-gilerini bilemez? Bu sözlerin ne gibi sakıncası olabilir ki, kime ne zararı vardır? Kullanılmak istenmeyen yukarıdaki cadde ve sokak adların-dan Adalı, Başak, Bulut, Çiçek, Girgin, Gürbüz, Bilge, Karataş, Özkaya, Uğur, Uysal, Yörük, Yayla, Yıldırım, Yıldız, Yılmaz, Çağdaş kelime-lerinin hepsi tamamen Türkçe kökenli kelime-lerdir. Abide, Fatih, İstiklâl, Cennet, Dostluk, Şen, Zafer, Hisar, Çeşme kelimeleri ise köken bakımından yabancı, fakat yüzyıllar içinde Türk milletinin kanına ve iliklerine kadar işlemiş, ar-tık hiçbir şekilde yabancılıkları hissedilmeyen, Türkçeleşmiş kelimelerdir.

Şurası unutulmamalıdır ki, dilde her kelime-nin o dili kullanan insanın belleğinde bir hatırası vardır. Nitekim bazı kelimeler duyulduklarında, insanlarımıza bazı ortak tarihimizi, duygu ve düşünceleri çağrıştırır. Deyim yerindeyse, her kelimenin, o dili konuşanların zihninde bir fo-toğrafı vardır. Söz gelişi belediye meclisince beğenilmeyip bırakılan bilge kelimesi, Göktürk Kağanı, büyük Türk devlet adamı Bilge Kağan’ı hatırlatabilirken, yörük kelimesi bizi, Anadolu coğrafyasını ilk vatan tutan göçebe kültürü sa-hibi atalarımıza götürür. Yayla denildiği zaman, hem geçmişte hem de günümüzde, üzerinde yörüklerin cirit attıkları, at koşturdukları, günü-müz endüstri toplumunun kısa süreli tatillerini ve boş vakitlerini geçirip temiz hava almak için fırsat kolladıkları yerleri düşünürüz. Yıldırım ve Fatih adları hangi Türk’ün göğsünü kabartmaz? Hele çağ açıp çağ kapayan, imparatorluk ku-rup imparatorluk yıkan, engin dehasıyla karada gemi yürütmeyi hayal edebilen yirmi bir yaşın-daki genç Fatih’i hangi Türk çocuğu bilmez? İstiklal ve zafer dendiğinde, her şey bir yana, milletimizin varlık yokluk savaşı ve bunun so-nunda bütün Batılı müttefiklere, işgalcilere karşı kazandığımız destansı kahramanlıklarımız akla gelir. Millî Marşımızın adında istiklal’in geçtiğini söylemeğe herhâlde gerek yoktur. Cennet keli-mesi de öyle. Çünkü bizim inancımızı tamam-layan en önemli kavramlardan biridir cennet. Uğur kelimesi; uğur getirmek, uğurlar olmak,

uğur böceği, uğru açık gibi pek çok birleşik ke-limelerde yer alırken, şen kelimesi şen şakrak, şen şatır deyimlerimize yerleşmiştir. Beğenil-meyip değiştirilen kelimelerden biri de dost. Kö-ken bakımından Türkçe değil, Farsçadır. Ama o kadar çok Türkçeleşmiş ki, dost ağlatır, düşman güldürür; dost başa, düşman ayağa bakar; dost kara günde belli olur, şeklindeki atasözlerimize girmiş; dost olmak, dost tutmak, dosta düş-mana karşı, dostlar alış verişte görsün, dostlar başına, dostlar başından ırak deyimlerinin oluş-masına katkıda bulunmuş; dost düşman, dost kazığı gibi birleşik kelimelerin kurulmasında yer almıştır. Bunların örneklerini daha da çoğalta-biliriz.

Burada unutturulan sadece birer sokak ve cadde adı olan kelimeler değil, bu kelimelerin arkasındaki Türk milletin ortak inancı, kültürel değerleri, değer yargılarıdır; sevgileri, acıları ve kederlerine tercüman olan bir sürü deyimler ve atasözleridir; zihinlere kazınmış hatıralardır. Yani unutulan, sokak ve caddelerin yalnızca ad-ları değildir. Dildeki her kelimenin, az veya çok, kesinlikle hatıralarımızda, belleklerimizde önem-li birer yeri vardır. Atasözlerimiz, deyimlerimiz, şarkılarımız, türkülerimiz ve ninnilerimiz bizim ortak kültür değerlerimizdir; buluştuğumuz en önemli ortak paydalardır. Bu ortak kültür değer-lerinde yer alan, yüz yıllar içinde hatıralarımıza kök salmış kelimeleri zihinlerden koparıp atarak neyin çevresinde toplanacağız? Bunları atıp da Adrenalin, Agora, Akrostiş, Albatros, Altes, Alto, Ararat, Ardavuz, Aseton, Bandaj, Bizon, Bitüm, Dolomit, Firavun, Gondol, Hesim, Kamarot, Kano, Kardatnot, Katot, Klavye, Lapina, Lapon, Mikado, Papirüs, Pluton, Portföy, Riray, Riziko, Senfoni, Urartu… gibi ne olduğu belirsiz sözleri kullanmak, Türk insanın geçmişinde neleri ifade edebilir, neleri çağrıştırır ki? Acaba bu ne idüğü belirsiz sözler bizim ne tür acımıza, kederimize ve sevincimize tercüman olabilir ki? Hele hele bizim ders kitaplarımızda ve haritalarda ço-cuklarımıza öğrettiğimiz ‘Ağrı Dağı’nın yerine, Ararat’ı aslında hangi çevrelerin kullandığını, bunu kullanmakla kimlerin ekmeğine yağ sürül-

Page 17: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 17

mek istendiğini, duyarlı ve aklı başında her Türk vatandaşı bilir! Ülkemiz topraklarında gözü olan yabancı çevrelerle birlikte Ararat kelimesinde buluşarak bunu cadde veya sokağımıza ad ver-mek kimden yana olmaktır?...

Dilimizin söz varlığı tükendi mi ki, lanetlen-miş ve Tanrılık iddiasında bulunan Firavun’un adı Eskişehir’in cadde ve sokaklarına uygun gö-rülüyor? Durduk yerde Havra diye bir sokak adı üretmekle Yahudilere göz kırpmak mı istenmek-tedir? Her Türk insanının bildiği kelimeleri atıp çoğu Yunanca ve Latinceye dayanan kelimeleri, cadde ve sokaklarımıza getirip yapıştırmakla acaba ne yapılmak ve kime hizmet edilmek is-teniyor? Yoksa ülkemize her zaman kötü niyet besleyen dış düşmanlara, siz merak etmeyin, size gerek yok, çünkü sizin yerinize biz varız, sizin yapamadığınızı biz yapıyoruz mu denmek isteniyor? Vatan topraklarına ve şehirlerine ait elimizdeki tapu senedi, başkalarına mı devre-dilmek isteniyor? Bunlara belki de 1921 yılında vefat eden Kemalpaşazade Said Bey’in herhâlde şu dörtlüğü ile karşılık vermek daha yerinde olur, diye düşünüyorum:

Arapça isteyen Urban’a gitsin,

Acemce isteyen İran’a gitsin,

Frengîler Frengistan’a gitsin,

Ki biz Türküz, bize Türkî gerekir. (Timurtaş 1976: 336)

Bu arada örnek davranış sergileyen yerel yönetimlere de vardır. Elbette onların haklarını teslim etmek, teşekkür etmek gerekir. Söz gelişi İzmir’in merkez ilçelerinden Balçova’nın Onur Mahallesinde oturduğum yılları (1992-1995) ve ilçenin hemen hemen bütün sokaklarına verilmiş değişik çiçek ve bitki adlarını hatırlıyo-rum. Hatırlayabildiğim sokak adlarının bir kısmı şunlardır: Menekşe, Sümbül, Leylâk, Zambak, Sarmaşık, Gül, Gülistan, Papatya, Lâle, Çitlem-bik, Çiğdem… vb. İnsanlarımızın dil zevkini okşayan, herkesin bildiği ve sevebileceği bu tür sözleri sokak adı olarak uygun gören, incelik ve kibarlık gösteren ilgili yöneticileri burada say-

gıyla anıyorum. Ülkemizin değişik beldelerinde ve şehirlerinde böyle örnek davranış sergileyen kesinlikle daha başka belediyelerimiz de vardır. Ben yalnız bir örnekten söz ettim.

4. Basın Yayın Organlarının Dil Sorumlu-luğu

Dilin toplumsal bir anlaşma aracı olması yönüyle; gazete, dergi, radyo ve televizyon gibi yazılı, sözlü ve görüntülü kitle iletişim araçları-

nın önemi elbette çok büyüktür. Hatta zaman içinde dilin biçimlenmesini sağlayan önemli etkenler arasında kitle iletişim araçlarının payı çok büyüktür. Bu konuda ne yazık ki pek sevi-nemiyoruz, keşke sevinebilsek! Bazı televizyon ve radyo kuruluşları, deyim yerindeyse, daha işin başında sınıfta kalıyorlar. Önce bazı kuru-luş adları, Türkçeye ne kadar saygı gösterdik-leri ve Türkçeyi ne kadar sevdikleri konusunda bize ışık tutmaktadır. Zira perşembenin gelişi çarşambadan belli olur. İşte bazı televizyon ve radyo kuruluşlarının adları:

Busıness, Cartoon Net, Cine 5, D-Smart

Page 18: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 18

Pro, Digiturk, Dha Feed, Fashıon, Flash, Fox, Gala, Kral, Max, Mesaj, Pembe Powerturk, Star, Show, Skyturk, Smart, Shoppıng, Supersport, Vıva …vb.

Bazı gazete, dergi ve bunların eklerinin adları ile bazı yayın kuruluşlarımızın adları da, basını-mızın nasıl bir dil duyarlılığı (!) taşıdıklarının bir başka göstergesidir: Aksiyon, Aktüel, Canteen, Cappucino, Diner, Fanatik, Fırt, Fiesta, Ihlas Media Center, Gurme, Hürriyet Media Tower, Lunch, Radikal, Referans, Star, Starlife, Tem-po…vb.

Yayınlardaki bazı program adlarına bakılırsa, kusura bakmasınlar ama, Türkçesi ‘basın yayın araçları’ olan bazı medya organları, bu tutumla-rıyla Türkçeyi kirletme ve yok etme, yoksa bir zaman sonra da Türk milletini yok etme yarışına mı girmişler? diyesim geliyor. İşte o program adlarından bazıları:

Adrenalin, Alternatif, Klipler, Talk Show, Te-levole, Haber Vizyon, Turnike, Sporaktif, Rota, High Life, Politika Kulvarı, Magazin Forever, Ekomagazin, Elektrolig, Ekonomi Vizyon, Fre-kans, Durum Kritik, Klinik, Plâtin, Mega Turnike, Polikritik, Diyalog Platformu, Eurocops, Klas-text, Medyatör, Megaresponse, Otomagazin, Cafe Magazin, Klas Magazin, Show Kids, Rock Market, Telkritik, Panaroma, Paparazzi, NBA Flash, Hakem Triosu, İbo Show… vs.

İnsan bunları görünce, Türkçe söz dağarcı-ğının köküne kibrit suyu döküldü de onun için mi bunlara gerek duyuldu, diye kendini alamı-yor. Bu arada bir de Türkçe dil bilgisi kurallarına aykırı şekilde kurulmuş televizyon adları var. Bunların adlarında tamlayan ve tamlanan, Türk-çeye aykırı bir şekilde yer değiştirmiştir: TRT-1, TRT-2, TRT-3, TRT-İnt, Kanal 1, Kanal 7, Haber 7, Kanal D, Kanal Avrupa vs. Oysa bunların 1. TRT (Kanalı), 1. Kanal, 7. Kanal, 7. Haber (Kanalı), D Kanalı, Avrupa Kanalı şeklinde olmaları gerekir. Görüldüğü gibi bu tür yayın kuruluşlarına devlet televizyonları bile dâhildir. Bu ise konunun daha acı yanı. Ne yazık ki pek çok radyo ve televiz-yon adının, ya yabancı sözlerden oluştuğu ya

da Türkçe sözlerden oluşsa bile, İngilizcenin etkisi ile, yabancı dilbilgisi kurallarıyla kullanıl-dığı görülmektedir. İşte bunlar, ilgili kurum veya kuruluşlar tarafından dilimize karşı ne ölçüde bir duyarlılık (!) gösterdiklerinin kanıtlarıdır.

Radyo ve televizyon yayınlarındaki kullanı-lan dil üzerinde de durmak gerekir. Dili doğru ve güzel kullanmada öncü olması gereken özel-likle radyo ve televizyon yayınlarında, zamanla bozuk, yarım yamalak, hatta argo sayılabile-cek, zevksiz bir sürü ifadeye rastlayabiliyoruz. Bunların bir kısmı önce yabancı dillerden çeviri yoluyla girmiş, daha sonra özenti ve dikkatsizlik sonucu, ne yazık ki radyo ve televizyon yayınla-rından sıklıkla duyulmaya başlanmıştır:

Doğrusu: Yanlış:

Ayıp ediyorsun. Ayıpsın!

Benimle gel. Takıl bana!

Kendine dikkat et. Kendine iyi bak!

Hoşça kal, Allah’a ısmarladık. Bay bay, Bay baaay!

Çok güzel, şahane, muhteşem. Korkunç güzel

Yarı yarıya bölüşürüz. Fifti fifti kırışırız.

Paniğe kapıldım. Panik oldum.

Telaşlanma, paniğe kapılma. Don’t panik.

Doldur/ tamamla. Ful yap, fulle.Ayrıca belirteyim ki. Artı parentez belirteyim.

Önemli değil, sorun değil. No problem.

(Çelik 2001: 106-107)

5. İş Yeri Adlarındaki Duyarsızlık ve So-rumsuzluklar

Dilimize karşı duyarsızlığı bazı iş yeri adla-rında da görebiliyoruz. Dilimizin yapısı, kuralları umursanmayabiliyor. Bu konuda bugüne kadar çeşitli yerlerde gördüğüm bazı iş yeri adlarını hatırlıyorum: Otel Köşk, Otel Gümüş, Eczane Eylül, Galeri Deniz, Galeri Ceyhun. Oysa bun-ların Köşk Oteli, Gümüş Oteli, Eylül Eczanesi, Deniz’in Galerisi, Ceyhun’un Galerisi şeklinde söylenmesi gerekirdi. Çünkü normal şartlarda,

Page 19: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 19

dilimizin kuralına göre önce tamlayan (nitele-yen/ belirten), sonra tamlanan kullanılır. Nasıl ki Kocatepe Camii, Anıtkabir, Pamukkale, Cum-huriyet Caddesi, Lezzet Lokantası tamlamalarını ters yüz edip Cami Kocatepe, Kabir anıt, Kale pamuk, Cadde Cumhuriyet diyemiyorsak Otel Köşk, Otel Gümüş, Eczane Eylül ve Galeri De-niz, Lokanta Lezzet de diyemeyiz.

Önceden bildiğim ve süt ürünleri satan, lev-hası Birtat yazan bir iş yeri vardı. Şimdilerde aynı iş yeri, tabeladaki “bir” kelimesini kaldırıp İngi-lizce karşılığı one ile değiştirip Onetat yapmış. Acaba değiştirmek çok mu gerekliydi, gerekli idiyse daha başka Türkçe bir kelimeyle çoktat, tektat vb. şeklinde değiştirilemez miydi?...

6. Sonuç

Dilimize sahip çıkma ve onu korumada el-bette herkese değişik görevler düşmektedir. Bu görevler hem birtakım kurum ve kuruluşlara, hem de tek tek herkese düşen görevlerdir. Alı-nabilecek belli başlı önlemler ile ilgililere düşen görevler şu şekilde sıralanabilir:

1. İnsanımıza, önce kendine saygı duyma-sını sağlayacak kimlik aşısı yapılmalı. İnsanımız aşağılık duygusundan kurtulmaya çağrılmalıdır. Yabancı dil hayranlığı yapanlar, dile saygısızlık gösterenler, yasaların elverdiği meşruiyet çizgi-si içinde, eleştiri ve düşünce özgürlüğü bağla-mında, değişik yayın araçlarındaki programlar aracılığıyla eleştirilmeli. Dil bilinci olan ve dilin önemine inanan birtakım yazılı, sesli ve görün-tülü yayın organlarından yararlanılmalı. Bu tür organların yöneticileri bilgilendirilmelidir. Bık-madan, usanmadan, günün değişik saatlerinde, özellikle televizyonlarda üçer beşer dakikalık da olsa, kısa süreli paket programlara yer veril-melidir. Konuya duyarlı şair, ozan, yazar, fikir, sanat, devlet, siyaset ve bilim adamı gibi toplu-mu aydınlatacak, yönlendirecek kişilerle birlikte; sıkıcı olmayan, çekici, aydınlatıcı ve dilimizin zenginliğini yansıtan programlar yapılmalıdır. Bu tür programlar kısa süreli, fakat sürekli ol-malıdır. İnsanlarımız bu yönde bilgilendirilmeli, bilinçlendirilmelidir.

2. Özellikle belediyeler, iş yerlerine verilen adların Türkçeye uygunluğu konusunda gerekli duyarlılığı göstermeye çağrılmalı. İş yeri sahi-binin iş yeri tabelası ile ticaret sicil kayıtlarında farklı isimler kullanmaları yakından takip edil-meli. Çünkü iş yeri açma izin belgesine ayrı adı tescil ettirip de tabelayı değişik ad ile yazanlar olabilmektedir. Bu konuda bütün belediyeler gö-reve çağrılmalı, belediyelerin yasal yaptırımda bulunmaları istenmeli, görevini yerine getirme-yen ilgililer haklarında ise işlem yapılmalıdır. İş yeri adlarındaki yabancı kelimeleri Türkçeye çe-viren iş yeri sahipleri, sembolik de olsa, konuya duyarlı bazı sivil toplum kuruluşları tarafından ödüllendirilmeli, bunların tanıtımları yapılmalı-dır.

3. Konunun, her tür siyasî ve ideolojik gö-rüşün üstünde, ülkemizin ve çocuklarımızın yarınını ilgilendiren millî bir konu yani kültürel bağımsızlık konusu olduğu, o yüzden dilimize sahip çıkmanın millî politika kabul edilmesi ge-rektiği, toplumun her kesiminde dile getirilmeli. Özellikle her türden sivil toplum kuruluşları ko-nuyu sahiplenmeye ve göreve çağrılmalı. Millî şârimiz Mehmet Âkif Ersoy’un:

Sahipsiz olan vatanın batması haktır;

Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır. (M. Akif Ersoy)

uyarıyısını, dile sahip çıkma konusuna uyarlayabiliriz. İnsanımızda dile sahip çıkma duygusu ve dil bilinci geliştirilmeli. Aksi takdir-de kaybolan dille birlikte, bizi biz yapan, millî, manevî ve kültürel değerlerimiz, en sonunda belki de devletimiz yok olabilir. Unutulmamalıdır ki, kültürel bakımdan sömürge ve köle ruhunu benimsemiş, kendine yabancılaşmış insanlar-dan vatan toprağını savunma da beklenemez!...

4. Radyo ve televizyonların özellikle mü-zik, eğlence, spor ve magazin programlarında görev alan sunucular, mümkünse eğitici semi-nerlerden geçirilmeli, başarılı olanlara yeterlik belgesi verilmeli; sunucuların temiz ve doğru bir konuşma dili kullanmaya özen göstermeleri,

Page 20: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 20

duyarlı davranmaları hatırlatılmalı. Doğru ve gü-zel Türkçe kullanan sunucular onurlandırılıp ve ödüllendirilerek doğru ve güzel konuşma teşvik edilmelidir.

5. Okumayı ve Türkçeyi sevdirmek ama-cıyla, özellikle ilköğretim okullarının birinci ka-demesinde (ilk beş yıl) okuma derslerinde, öğ-rencilerin yaş ve düzeylerine uygun, ilgi çekici, seçme şiir ve hikâyelerin bolca okutulması, bu tür etkinliklerin savsaklanmadan yerine getiril-mesi öğretmen takip edilmelidir. Dil sevgisini kazandırmanın en iyi yolunun, o dil ile yazılmış sanat ve edebiyat eserlerini okuma yoluyla sağ-landığı unutulmamalıdır.

6. İlköğretimden yüksek öğretime kadar bü-tün öğretim kademelerinde Türk dil bilgisi terim-lerinin öğretilmesinde kesinlikle birlik ve bütün-

lük sağlanmalıdır. Bu konuda Türk Dil Kurumu ile Millî Eğitim Bakanlığı ilgilileri, hiç olmazsa ders kitaplarında terim birliği sağlamak ve kar-gaşaya son vermek için ortak hareket etmelidir. Kesinlikle bu iki devlet kurumunun uyum içinde hareket etmeleri sağlanmalıdır.

7. Türk Dil Kurumu kitlelere ulaşmak için bir-takım girişimlerde bulunmalıdır. Türkçeye gönül veren üniversiteliler, hatta orta eğretim kurum-larındaki öğrenciler arasında çeşitli adlar altında faaliyet gösteren dil sevdalısı Türkçe Topluluğu, Kültür Edebiyat Topluluğu, Dil-Kültür Topluluğu gibi adlar altında faaliyet gösteren öğrenci top-lulukları arasındaki kopukluk ve dağınıklıklar gi-derilmeli; eşgüdüm ve bunlar arasında karşılıklı bilgi akışı sağlamalıdır.

Kaynaklar

Ejder Çelik, “Kitle İletişim Araçları ve Dil”, Türk Yurdu (Türkçeye Saygı sayısı), C.XXI, S. 162-163, Ankara, 2001, (s.106-107).

Faruk Kadri Timurtaş, “Türkçecilik Cereyanının Tarihi”, Türk Dünyası El Kitabı, TKAE, Ankara, 1976.

M. H. Kukul, “Türkçenin Geleceği” Türk Yurdu (Türkçeye Saygı sayısı), C.XXI, S.162-163, Ankara, 2001, (s.267-268).

Nedim Ünal, “Eskişehir’de Dil ve Kültür Katliamı” Türk Yurdu (Türkçeye Saygı sayısı), C.XXI, S. 162-163, Ankara, 2001, (s.415-418).

Oktay Sinanoğlu, “Bye-Bye” Türkçe, Otopsi Yayınevi, 6. bs., İstanbul, 2002.

Şerif Ali Bozkaplan, “Yabancı Dille Eğitim Sorunu”, Türkçenin Çağdaş Sorunları, Gazi Kitabevi, Ankara, 2007, (s.47-59).

Page 21: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 21

Eskiden çocuk doğarken ölür diye doğumdan önce giyecek hazırlanmazdı. Çocuk doğar doğ-maz eski kumaşlara sarılır,varsa kardeşinin giy-sileri giydirilirdi. Doğumdan önce bebek giysileri hazırlayanlar ayıplanırdı. Bu nedenle bebek dün-yaya geldikten sonra tulumlar,patikler,kazaklar örülmeye,bezler dikilmeye başlanırdı. Ancak gü-nümüzde bırakılmıştır,uygulanmamaktadır.Şim-di ise doğumdan önce bebeğin bütün elbiseleri hazır hale getirilmektedir.Özellikle anneanne ve babaanneler, gelinin hamilelik süresi boyunca bebeğe hazırlamakla meşgul olurlar.

I-KIYAFETLER

Kuşu kasabasında önceleri bebek için fazla kıyafet hazırlanmazdı. Ekonomik zorluklardan

dolayı dışarıdan elbise alınamadığı için,annenin çeyiz sandığındaki kumaşlardan kıyafet diki-lirdi. İnce,beyaz gelin basmasından bebek göyneği,mevsimine göre pazenden veya bas-madan fistanları,takkeleri hazırlanırdı.Ayağına da yünden çoraplar örülürdü.

Günümüzde ise, çocuk kıyafetlerine daha fazla önem verilmektedir.İlk olarak kuşak,atlet,tülbent ve eldivenden oluşan zıbın takımı ile bu zıbının üzerine giymeye yelek,hırka,pantolon hazırlanır.Ayağına patik örülür;başına da şapka giydirilir.Bebeğin yatması için önceleri ceviz veya kavak ağacından yapılmış olan,yerde sallanan beşikler kullanılırdır.Şimdi ise çeşitli renkleri olan üzeri tüllerle örtülü farklı modellerde beşikler kulla-nılmaktadır.Beşik bebeğin doğumundan günler önce alınır.İçine yünden bir döşek konulur.Eskiden döşek yerine bebeği sıcak tutması için “Bebek Keçesi” kullanılırdı. Bugün ise keçeler çok az evde bulunabilmektedir.

Bebek yorganı basma,saten veya ipekten yapılırdı.İçi pamukluydu. Kış günlerinde bebe-ğin üzerine örtülürdü.Kız çocuklarının kırmızı pembe;erkek çocukların da mavi renkte olurdu.

Yorganların yanında el örgüsü battaniyeler ve hazır olarak alınan battaniyeler de kullanılır-dı.

Bebeğin yastığının içi yünden,kılıflı ise be-yaz patiskadan yapılır,ucuna dantel çekilir,çeşitli desenlerde kanaviçe işlemeler işlenirdi.Yastık başlarının kumaşı satendir.Satenin renkleri de çocuğun cinsiyetine göre yapılırdı.

Beşiğin süslemesi çok önemlidir. Baş kıs-

Ülkü GÖKALP

KUŞU'DA BEBEKLERİNGİYİM VE KUŞAMI

Edebiyat Öğretmeni

Page 22: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 22

mına kaplumbağa yavrusunun kabuğu, üç mavi boncuk yılan başı adı verilen beyaz boncuk ve küçük bir kuran asılır.Boncuklara nazardan ko-ruduğu düşünüldüğünden ayrı bir önem verilir.

Bebeklerin kıyafetleri genellikle el örgüsün-den yapılır. Kızlara yüzünün güzelleşip al al ol-ması için kırmızı pembe ; erkek çocuklara da nazardan korunması düşüncesiyle mavi renkte olan iplerden örülmüş kazaklar,hırkalar,atkılar,şapkalar,pantolon örülür.

Bu giysilerin desenlerinde çiçek, ev, çocuk, hayvan gibi desenler kullanılır.

Bebeğin ağzının silinmesi için bir kenarı 10-15 santimetre uzunluğunda kare şeklinde,etrafı renkli dantel iplikleriyle oyalanmış ağız bezleri yapılır.Bu oyaların rengi de bebeğin cinsiyetine göre seçilir.

Barıncak adı verilen bebek önlükleri,beyaz patiskadan veya renkli kumaşlardan dikilir. Ke-narlarına su taşı ve iğne oyasından desenler yapılır. Etamin işlemesinden de önlükler hazırla-

nır. Bebeğin sarılık olmaması için kenarları iğne oyalı sarı bir bez kırkı çıkıncaya kadar yüzüne örtülür.

II-KUNDAKLAMA

Kundak,beyaz patiskadan veya etaminden yapılır.Kare şeklindedir.Çeşitli desenlerde işle-melerle süslenir kenarlarına da bu işlemelere uygun renkte dantel veya oya dikilir.Genellikle uğur getirmesi için “Uğur Böceği” deseni tercih edilir.

Kundaklama işlemi yapılırken en alta kun-dak serilir. Kundağın baş kısmı içe doğru üç-gen şeklinde kıvrılır. Kundağın üzerine sırayla muşamba,bez ve çocuğun bacaklarının düzgün olması için ara bezi konulur. Bunlar çocuğun vücuduna sarılır. Daha sonra ise zıbın, kazak, ayağına da çorap giydirilir. Ellerine eldiven ta-kılır. Başına örme veya kumaştan başlık geçi-rilir.Kundağın alt kısmı üçgen şeklinde çocuğun

Page 23: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 23

ayaklarına doğru kıvrılır,vücudu kundakla sarılır ve kundağın ucunun açılmaması için çengelli iğne ile tutturulur. Kundaklama işlemi bebeğin kırkı çıkıncaya kadar devam eder.

III-TAKILAR

Takılar bebeklere daha çok nazar değmeme-si için takılır. Bu nedenle mavi renk tercih edilir. Koluna,mavi boncukların dizildiği bileklikler, boynuna da nazar muskası takılır. Şapkasına pembe,yeşil ve mavi ipek kumaşlara nohut bü-yüklüğünde bağlanmış çörek otu ile yılan başı denilen beyaz boncuk dikilir.Bebeğin en üstteki giysisinin omuz kısmına “Kum Boncuğu” adı verilen muska, nazarlık ve altın maşallahlık ta-kılır. Kız çocuklarına kırkı çıktıktan sonra küpe, bilezik; erkek çocuklarına da künye takılır.

ERKEK VE KIZ ÇOCUKLARININ GİYİMLERİ

Kız çocukları, işlerine basmadan dikilmiş göynek ile pazenden dikilmiş pijama giyerler.

Üstlerinde sentetikten yapılmış uzun kollu, bel-den üstü dar, alt kısmı ise bol olan, ayak bileği-ne kadar uzanan fistan vardır. Bunların üzerine, elde örülmüş yün hırka giyerler. Başlarına beyaz yazma örtülür. Ayaklarında ise örme çorap ve plastik ayakkabı vardır.

Erkek çocukları içlerine göynek, altlarına göyneğin kumaşından olan üstlerine ise karışık renkli olan, kareli kumaşlardan dikilmiş, entari giyerler. Şayak denilen kumaştan hazırlanmış olan pantolon, yünden örülmüş hırka veya sü-veter, başlarına da koyun yününden örülmüş takke giyerler. Ayaklarında ise yün çorap ve las-tik ayakkabı vardır.

Şimdiki çocuklar ise göynek yerine atlet, entari yerine gömlek, yün çorap yerine hazır ço-rap giyerler. Giyimleri şehir çocuklarıyla hemen hemen aynıdır.

Page 24: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 24

Evani Çini - KÜTAHYANurullah ÖZÇELİK

Çini sanatının başlangıcı çanak- çömlekle-rin yapıldığı ve toprağın işlenmeye başladığı en eski çağlara kadar gider. Bu sanat her uygarlığın mevcut teknik bilgi, deneyim ve becerileri ile ge-lişme göstermiştir. Tarihin en eski çanak çöm-lekleri, günümüzden yaklaşık 9 bin yıl öncesine dayanan ve Anadolu’da, Çatalhöyük’te bulunan seramik örnekleri kabul edilir. İznik’te çiniciliğin başlaması 15. yüzyılın ortalarına dayandığı var-sayılır. Özellikle 16. yüzyılın ortalarında en par-lak dönemine ulaşmıştır. Günümüzde çok nadir olarak Avrupa ve Amerika’daki müzayedelerde ortaya çıkan İznik Çinileri oldukça yüksek de-ğerlerle el değiştiriyor. İznik’te üretilen tabak, vazo, kâse, gözyaşı, kandil gibi obje çinilerin az bir kısmı, bugün Türkiye’de bulunmakla birlikte, büyük bir bölümü dünyanın çeşitli müzelerinde ve özel koleksiyonlarda yer alıyor.

Yine aynı şekilde dünyanın dört bir yanında bulunan İznik karoları da parça parça bulun-makla birlikte bir bütün dekorasyon örnekleri günümüz Türkiye’sinin birçok bölgesinde tarihi mekânlarda muhteşem güzelliklerini korumaya

ve dimdik ayakta kalmaya devam etmektedir. İznik karoları genellikle Osmanlı saray, cami, çeşme ve türbelerinde duvar süslemeciliğin-de kullanılmıştır. Günümüzde en güzel örnekler İstanbul’da başta Topkapı Sarayı olmak üzere, Rüstem Paşa Cami, Süleymaniye Cami, Kanuni ve Eyüp Sultan türbelerinde Bursa’da Yeşil Cami Türbe ve Edirne Muradiye Camisi’nde görülür. Çinilerde genellikle bitki, hayvan, bina, kalyon motifleri ve doğaüstü simgeler kullanılmıştır. Bu Osmanlı çiniciliğine, genel anlamda yeni ve Çin porselenlerinden özellikle mavi-beyaz renklere artı olarak, diğer çini renklerinin kulla-nılması farklı bir nitelik kazandırmıştır. Osman-lı çinilerini paha biçilmez kılan onların asırlara meydan okuyan mukavemetleri, solmayan şef-faf, renkli ve stilize çiçek motiflerinin ve hayvan figürlerinin kendi kültürüne özgü kullanımıdır. Osmanlı İmparatorluğunun gerilemeye başla-masıyla birlikte, daha çok saray destekli sipa-rişe çalışılan İznik çiniciliği de parlak dönemini yitirmiş hatta üretim tamamen durmuştur.17. yüzyıl sonlarında önemini yitirmeye başlayan

Page 25: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 25

İznik çiniciliğinin yerini, 18. yüzyıl başlarından itibaren daha çok halka yönelik çanak- çömlek üretimi yapılan Kütahya çiniciliğine bırakmıştır. Anadolu’da bilinen en eski yerleşim birimlerin-den biri olan Kütahya‘da çanak-çömlek işçiliği, Friglerden, Romalılara, Bizans’dan Selçuklulara ve Osmanlı’dan Günümüz Türkiyesi ’ne kadar süregelmiştir. Her uygarlığa bağlı olarak zaman zaman farklı ürünler de olsa temel de toprağı iş-lemeye yönelik süreç bu gün de devam etmek-tedir. Kütahya’da çinicilik 18.yy.’ın başından itibaren İznik çiniciliğinin eksikliğini doldurma-ya başlamıştır. Kütahya ve İznik çinilerindeki en önemli ayrım;İznik çiniciliğinde altyapıda yük-sek kuvars ve kalın sır kullanırken,Kütahya çi-niciliğinde daha düşük kuvars ve daha ince sır kullanılmıştır.Günümüzde hem İznik’te hem de Kütahya’da çi-nicilik yeniden canlanmış çok güzel eserler ortaya çık-maya başlamıştır.İznik’te hem klasik Osmanlı çini altyapısı(yüksek ku-vars) hem de Kütahya altyapısı(düşük kuvars) kullanılarak çini üretil-mektedir. Aynı şekilde Kütahya’da da hem klasik altyapılı, hem de Kütahya alt-yapılı çiniler üretilmektedir.

Geleneksel Panolar HakkındaA- Altyapı Malzemesi Açısından,

Geleneksel çini desenleri günümüzde birden çok malzeme üzerine uygulanarak çalışılmakta-dır.

1- Geleneksel İznik Altyapı (Yüksek Kuvars-lı) %85-95 ısı:900-1050 Derece

2- Kütahya Altyapı (Düşük Kuvarslı) %30-35 ısı:950-1050 Derece

3- Seramik Altyapı (Endüstriyel İnşaat Fa-yansları) ısı:1100-1250 Derece

4- Modern Porselen Altyapı (Karo dışındaki

objeler için yaygın kullanılır) ısı:1250-1400 De-rece

1- Geleneksel İznik Altyapı (Yüksek Ku-varslı)

Geleneksel çini için en iyi altyapı İznik (Yüksek Kuvarslı) yapıdır ama %90 kuvars bile-şiminden oluştuğu için şekillendirmek oldukça zordur. Bu zorluk aşıldıktan sonra fırında da çok risklidir çoğu kez defo çıkışı alınır.

Geçmişteki çinilere de dikkatli bakıldığında üretimde ciddi sorunların sürekli yaşandığının izleri ürün benzersizliğinden anlaşılabilir. Geç-mişte standart bir üretim sağlanamazken gü-nümüzde laboratuar desteği ile modern seramik

kadar kontrol edilebilir standart üretim olmasa da çok ciddi bir sürekli

kalite yakalanmıştır. İznik ya-pısı malzeme suya ve neme

dayanıklı olması yönü ile -geçmişte de olduğu gibi- iç ve dış dekorasyonda rahatlıkla kullanılır. Bu yapı süngerimsi özellik gösterir: Suyu emer ve bırakır bu nedenle yüzyıl-

larca dayanabilmektedir. Desenler sıratlında olduğu

için renklerinde bir bozulma ol-maz.

Bu yapı üzerine desenler genellikle el ile ça-lışılmaktadır. Çok nadir olarak birici pişimden sonra desen serigrafi olarak basılıp sırlandıktan sonra fırına girer. Görsel olarak diğer altyapılara göre gözakı mavisi ve derinlik oluşturan görü-nümdedir. Geleneksel Osmanlı çinileri tam ola-rak bu görünümdedir ve gerçekten güzeldirler. Üretiminin zorluğu ve risk yüksekliği nedeni ile maliyeti yüksek bir yapıdır.

2- Kütahya Altyapı (Düşük Kuvarslı)

Kütahya yapı yüksek kuvarslı üretimin zor-luğu, dolayısıyla da yüksek maliyetli ve yüksek fiyatlına alternatif olarak yapılmaktadır. Bu yapı-da çamur bileşenlerinde kuvars oranı düşüktür

Page 26: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 26

dolayısıyla da daha esnek bir yapıdadır. İznik yapısına göre daha beyaz ve kremsi bir yapıdır. Malzeme hem geçirgen hem de düşük kuvarslı olduğundan bu yapının daha çok iç dekoras-yonda ve nemden uzak yerlerde uygulanması gerekir. Çünkü suya ve neme karşı çok dayanık-lı değillerdir. Hem altyapı da hem de renklerde bozulma olabilmektedir. Bununla birlikte bazen hiç bozulmadığı da görülmektedir. Üretimin ko-laylığı nedeni ile İznik yapısına göre daha düşük maliyetlidir.

İznik yapısında olduğu gibi bu yapıda da desenler genellikle el ile çalışılmaktadır. Bazen de birici pişimden sonra desen serigrafi olarak basılıp sırlandıktan sonra fırına girer. Serigrafi sıratlı çalışmalar özellikle günümüz camilerinin iç dekorasyonunda sık kullanılmaktadır.

3- Modern Seramik Altyapı

Endüstriyel olarak üretilen sırlı inşaat se-ramikleri (fayans) üzerine de İznik desenleri uygulanmaktadır. Geleneksel altyapılara göre çok ekonomik olan bu yapı özellikle dış cephe dekorasyonunda - sulu ve nemli yerler için- ter-cih edilen ekonomik bir çözümdür. Türkiye de fayans üzerine desen çalışması bilinen iki yön-temle olur. İlki sırlı fayans üzerine serigrafi ya da el ile hazırlanan desen yapıştırılır ve fırına soku-lur. Fakat bu zaman zaman aşınma yapar. Hatta hamam sauna gibi sürekli neme maruz kalınan yerlerde bazen desenler akar ve dökülür.

İkici yöntem ise gerek serigrafi gerek elle hazırlanan desen daha yüksek ısılarda fayans üzerindeki sıra gömülür ve sırla bütünleşir. Bu yöntemle fayans üzerindeki desen sıratlı de-senler gibi kalıcı hale gelir. Özellikle cami dış cepheleri, havuz veya hamamlar gibi doğrudan su ile teması olan yerlerde zorunlu olarak kul-lanılır.

Modern seramik altyapı üzerindeki çalışma-nın dayanıklılığını ölçmenin en kolay yolu mal-zeme üzerine asit dökmektir. Şayet ürün bozu-lursa bu birinci yöntemle bozulmamışsa ikinci yöntemle yapılmış demektir.

4- Porselen Altyapı (Karo dışındaki obje-ler için yaygın kullanılır)

Mutfakta kullandığımız porselen kap kaçak üzerine de geleneksel İznik çini motifleri uy-gulanmaktadır. Porselen tekniği tüm dünya da olduğu gibi bizde de aynıdır: Desenler genellikle sır üstüne çalışılır. Sır altı İznik ve Kütahya çini-leri gibi parlak ve saydam değildir ve kullanıma bağlı olarak zamanla solar ve silinirler. Günlük yaşamda hepimizin kullandığı mutfak ürünleri bu yöntemle üretilir. Bizler daha çok klasik ol-ması nedeni ile Türk kahvesi takımına bu de-senleri uygularız. Porselen karo pek kullanılmaz çünkü seramiğe göre maliyeti yüksektir.

B- Çalışma Yöntemi Açısından

Yukarıda yapı farklılıklarını belirttiğimiz mal-zemeler üzerine dekorlama 4 (dört) temel yön-temle yapılır:

1- Sır altı el işi çalışma: Tamamen gele-neksel yapılar olan İznik ve Kütahya çinileri üze-rine yapılır. Bu yapılar birici pişimden sonra (Biz bisküvi diye adlandırırız.)Malzeme üzerine de-sen çizim (tahrir) ve boyama yapılar, malzeme boza kıvamındaki sırça ile tamamen kapatılıp ikinci kez yaklaşık 950 derecede fırında pişer ve desenler cam korumanın altında kalır. Renkler canlı ve parlaktırlar. Bu gerçek çini yapım yön-temidir. Çini deyince anlaşılması gereken bu olmalıdır.

2- Sır üstü el işi çalışma: Sırlı yüzey üze-rinde el ile çalışılan tüm desen çalışmalarıdır. Herkes tarafından yapılan ve bilinen bir uygula-madır. Renkler sır üstünde olduğu için çini gibi sıcak ve parlak değildirler. Zaman içinde aşın-maya ve solmaya başlar.

3- Sır altı serigrafi çalışma: İznik ve Kü-tahya altyapıları üzerine el ile değil serigrafi ile yapılan çalışmalardır. Bu yapılar el ile yapılanlar gibi birici pişimden sonra malzeme üzerine de-sen basılır, malzeme boza kıvamındaki sırça ile tamamen kapatılıp ikinci kez yaklaşık 950 dere-cede fırında pişer ve desenler cam korumanın altında kalır. Renkler yine canlı ve parlaktırlar.

Page 27: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 27

Bu el işi olmadığı için çok değerli değildir. Eko-nomik olduğu için tercih edilen bir yöntemdir. Çok seri işlerde gerek üreten gerekse talep eden için uygun fiyata gelmekte fakat desen çeşitliliği bakımından özel ve sınırlı ölçülerde dizaynlar için bazen el işi ile başa baş bazen de daha pahalı olabilmektedir.

4- Sır üstü serigrafi çalışma: Modern sera-mik ve porselen yapı üzerine uygulanan yaygın ve ekonomik bir yöntemdir. Fakat renkler sır üs-tüne uygulandığı için geleneksel sır altı çini gibi canlı değildir.

Adım Adım Çini: Üretim AşamalarıDEĞİRMEN:

Çini yapılacak hammaddelerin(kil,kaolin, kuvars vb.) suyla karıştırılıp homojen bir şekil-de öğütülüp, karıştırılması için kullanılır.Çeşitli ebatlarda olup fotoğraftaki 2500kg kapasitelidir. İçi tamamen aşınmaya dayanıklı olan silex ta-şıyla kaplıdır. Öğütme işleminin istenilen şekilde yapılabilmesi için değirmenin 1/4 kuru malzeme + 1/4 su + 1/4 öğünmeyi sağlayan irili ufaklı(en küçüğü ceviz, en büyüğü 2 yumruk kadar olan) silex taşlarıyla doldurulması ve 1/4 ‘nünde boş bırakılması gerekir. Değirmenin içindeki taşların ve öğünecek malzemenin merkezkaç kuvvetiy-le savrulmaması için düşük devirde çevrilmesi gerekir. Ortalama 8 saat döndürülerek öğütülen malzeme boza kıvamına gelir.

FİLTER PRES:

Değirmende öğütülen ve boza kıvamında olan malzemenin suyunun alınması için kullanı-lır. Boya kıvamındaki malzeme filter prese gel-meden önce 1,5-2 gün dinlendirme havuzunda dinlendirilerek suyunun bir kısmını kaybetmesi sağlanır. Malzeme filter presten geçirildikten sonra ortalama olarak suyunun %80 kaybede-rek işlenebilecek çamur haline gelir.

VAKUM PRES:

Filter preste suyunun %80 ini kaybeden çamurun içinde hava kâsecikleri de mevcuttur.Vakum presle bu hava kabarcıkları yok edilir. Vakum presten havası tamamen alınarak çı-kan çamur, kurumaması için, istenilen plastik kıvamını kaybetmemesi için poşetler içine dol-durularak depolanır. Böylece çamur uzun süre özelliğini kaybetmeden durabilir.

Page 28: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 28

KÜNDELEME İŞLEMİ:

Çamurun işlenerek ham mamül haline geti-rilme aşamalarının en başında çamurun yapıla-cak mamülün büyüklüğüne göre parçalara ay-rılması ve rahatça işlenebilmesi için yoğrulması gelmektedir. Bu işleme kündeleme denir. Kün-decinin çamur parçalarını istenilen boyutlarda hazırlaması önemlidir. Parçaların istenilen kü-çüklükte veya büyüklükte olması çamuru işle-yen açısından handikaplar oluşturur. Ve ürünün boyutlarındaki değişmelere neden olur. Yapılan ürünlerin hepsinin standart ölçülerde biribirinin tıpatıp aynısı olamamasının nedeni bundan kay-naklanmaktadır. Kündecinin dikkat ettiği diğer hususlardan bir tanesi de çamuru yoğururken aynı zamanda içindeki hava kabarcığı bırakma-masıdır. İçinde hava kabarcığı olan obje yüksek derecedeki fırında genişlemeye neden olur ve ürün fırında parçalanır.

ŞABLON TORNAYLA ŞEKİLLENDİRME:

Kase ve tabakların üretiminde kullanılan aşamadır. Kündecinin hazırladığı çamur par-

çaları torna üzerine monte edilen alçı kalıplar üzerine konularak ustanın maharetli elleri ta-rafından şekillendirilir. Her bir mamul için ayrı bir kalıp kullanılır. Çünkü mamül kuruyuncaya kadar kalıbın üzerinde kalır. Bu işi yapabilmek uzun yılların birikimi ve belli bir maharete sahip olmayı gerektirir. Usta özel bir bıçak yardımıyla mamulün üzerinde duracağı ve ayak denilen alt kısmını da yapar. Ustanın eliyle şekillenen ma-mul, üzerinde bulunduğu alçı kalıptan alınmadan kuruma işlemine bırakılır. Kurumanın çok yavaş olması ve mamulün hava akımından korunması gerekir. Aksi takdirde mamulün çatlayıp defor-me olmasına ve kullanılamamasına neden olur. Kuruma işleminin 2 günde gerçekleştirilmesi en sağlıklı olanıdır.

ÇARK TORNAYLA ŞEKİLLENDİRME

Dik mal denilen vazo, kavanoz, bardak, ib-rik vb. mamullerin üretiminde kullanılan teknik-tir. Bu yöntemde usta yine kündeci tarafından hazırlanan çamuru alarak torna üzerinde tama-men el becerisiyle mamulü yapar. Bu yüzden zor bir daldır ve büyük bir tecrübe ve kabiliyet gerektirir. Ustanın mahareti ve tecrübesi yaptı-ğı mamullerin birbirine olan yakınlığıyla ortaya çıkar. Ustanın maharetine göre 5cm den 90cm-100cm ‘e kadar mamuller yapılabilir. Tabi ki büyük mamullerin yapılması zordur ve ayrı bir maharet gerektirir. Şablon tornada yapılan ma-mullerin kurutulması için gerekli olan şartlar bu mamuller içinde geçerlidir.

Page 29: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 29

ASTARLAMA:

Şekillendirilen mamullerin daha parlak ve beyaz görünmesi ve üzerindeki pürüzlerin, gözeneklerin giderilmesi için üzerine bir çeşit çamur olan astar tatbik edilir. Bu işlem fırçayla yapılır ve astarlamanın homojen olmasına ve mamulün her yüzeyine eşit miktarda yapılması-na dikkat edilmesi gerekir. Aksi takdirde dalgalı bir görüntü olur ve mamulün güzelliği bozulur.

BİSKÜVİ PİŞİRİM:

Bütün bu aşamalardan sonra mamul 1000C de pişirilmeye hazır hale gelir. Çeşitli ebatlarda ve odunlu, elektrikli veya gazlı fırınlarda pişirilir ve bisküvi adını alır. Artık mamul dekorlanma-ya hazır hale gelmiştir. Bisküvi pişirimi 24 saat sürer. 10 saat fırının yanıp 1000C ye gelmesi 14 saatte soğuması için geçen süredir. Fırınla-ma aşamasında karşılaşılan problem mamulün çatlaması veya kırılmasıdır. Bu yüzden fırınlama işlemi bittikten sonra her mamul gizli çatlak olup olmadığının belirlenmesi için kontrol edilir. Bu

işlem mamulün ele alınıp bir taş parçasıyla vu-rularak yapılır. Eğer mamul çatlaksa kof bir ses verir. Bu işlem de tecrübe gerektirir.

DEKORLAMA(Tahrir ve Boya):

Dekorlama işlemi çoğunlukla bayan ele-manlar tarafından yapılmaktadır. Bunun nede-ni bayanların bu işe daha yatkın olmalarıdır. Kütahya’da bu yolla bir çok bayan hem bir şeyler üretmekte, hem de bütçelerine katkıda bulunmaktadırlar.

TAHRİRLEME (ÇİZİM):

Dekorlamanın ilk aşaması tahrirlemedir. Mamulün üzerine yapılacak olan desen, ilk önce usta eller tarafından ince kağıtlara çizilir. Desen-ler yapılırken klasik Osmanlı desenlerinin ve mo-tiflerinin yanında modern dizaynlarda kullanılır. Bir desenin güzel çizilmesi, çizenin becerisine ve bir ölçüde de duygularına bağlıdır. İnce kağıt üzerine çizilen desenler, toplu iğneyle delinir. Daha sonra mamulün üzerine konur ve kömür tozu kullanılarak desenin ana hatları mamulün üzerine geçirilir. Ardından tahrirci adı verilen ki-şiler tarafından desen bütün hatlarıyla çizilir. Bu aşamada samur fırça ve tahrir boyası kullanılır.Genellikle lale,karanfil,gül,hançer yaprağı,sümbül,narçiçeği,kalyon,bulut,böcek, hayali hayvan motifleri ,selvi ağacı,çintemani,papatya,mine,minyetür insan figürleri,haliç,lotus,hatai,rumi,babanakkaş,bahar dalı,geometrik şekiller,balık pulu,hayat ağacı gibi çok özgün desenler çizilir.

Page 30: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 30

Page 31: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 31

Page 32: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 32

BOYAMA:

Tahrirlenen yani çizilen desenin boyanması aşamasıdır. Boyacılar önceden belirlenen renk-lerdeki deseni samur ve kıl fırçalarla boyarlar. Basit görünmesine karşın zor bir iştir. Kişinin psikolojik durumu dahi bu işlemi etkiler. Ayrı de-seni yapmalarına karşın her kişinin deseni farklı olur ve mamuller birbirinin aynısı olmaz. Çünkü her ustanın vuruş tekniği farklıdır.Renklendirme de genellikle koyu(kobalt) ve açık mavi,turkuvaz mavisi,mercan kırmızısı,patlıcan moru,hazar yeşili ve farklı tonlarda yeşil renkler kullanılır.

SIRLAMA:

Dekorlanan mamuller hammaddesi silis olan ve sır adı verilen boza kıvamındaki sıvıya daldırılarak, bu sıvıyla kaplanması sağlanır. Sır mamule parlaklığı veren ve desenin zarar gör-memesini sağlayan maddedir. Süt görünümün-dedir fakat piştiğinde cam görünümünü alır. Sır-lama çinicilikte önemli bir aşamadır. Zira sırın ince, kalın veya daha başka şekilde yanlış ya-pılması, bin bir emekle yapılan güzelin desenin

istenilen görünüme sahip olamamasına neden olur. Ayrıca boyalardaki istenmeyen renk deği-şikliklerinin, akmaların, kaymaların ve matlığın nedeni de sırlamanın iyi yapılamamasındandır.

MAMUL PİŞİRİMİ:

Sırlanan mamuller 2kg ama bu sefer 900C’ de pişirilir. Bisküvi pişiriminden farklı olarak bu işlemde yüksek ısıya dayanıklı raflar veya ayak-lar kullanılır. Çünkü sırlı mamullerin birbirine temas etmemeleri gerekir. Aynı şekilde mamul-lerin ayaklara ve raflara temas eden yerlerinde ki sırlar da temizlenir aksi takdirde mamul rafa yapışır ve ancak kırılarak ayrılır. Bu pişirmede yaklaşık 21 saat süren 9 saat fırının yanması 12 saat ise soğuması için geçen süredir. Bu pi-şirimde bisküvi pişirimde olduğu ve özellikle de soğutmanın hızlı yapılmaması ayrıca fırındaki ısı dağılımlarının homojen olmasına dikkat edilme-si gerekir.

Page 33: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 33

Merhabalar…Bu sayıdaki yazımızın başlığından da anla-

şılacağı üzere sizlerle arıcılık hakkında bazı bil-giler paylaşmayı düşünüyorum. Elbette ki konu-nun uzmanı değilim Ancak Sizlere Simav Halk Eğitim Merkezinin 16/03/2010 -26/03/2010 tarihleri arasında düzenlemiş olduğu Arıcılık Kursunda edindiğim bunun yanında Arıcılık ile ilgili kitaplardan ve İnternetteki araştırmalarım-dan edindiğim bilgileri aktarmaya çalışacağım. Genel anlamda arıcılık; arı ürünleri elde etmek amacıyla, balarısı kolonisi edinme ve onu yö-netme faaliyeti olarak tanımlanabilir.

Meslek Standartları Kurumunun tanımına göre; Arıcı, kendi başına ve belirli bir süre içeri-sinde, arılı kovan hazırlama, ana arı, oğul arı ve arı ürünleri üretme, arı kolonisinin bakım, bes-lenme, arı ürünleri hasadı, arıcılık araç, gereç ve ekipmanlarının bakım ve onarım işlemlerini yapma bilgi ve becerisine sahip nitelikli kişidir.

Peki bu iş Kuşu’da yapılabilir mi? Profes-yonel anlamda Gezgin arıcılık yapılmadığı sü-rece yüksek verim alınması mümkün değildir.Gezgin arıcılık bitki Florasını takip etmek için arı kovanlarının taşınmasıdır.Bir diğeri ise Sabit Arıcılık diye tanımlanan Arı kovanlarının taşın-madan yapılan arıcılıktır.

Peki Kuşu Sabit arıcılık için uygun mudur? Bu soruya eminim ki bir çok değişik cevap veri-lecek olsa da bana göre; En doğru cevap arıcılık teknik bilgileri edindikten ve arıcılığı uygulama-ya başladıktan sonra bulunabilecektir. . (Muğla Köyceğiz ‘den bir arıcımız 9 yıldır Küplüce-Pazarlar yol ayrımına 300 kovan arısını getir-mektedir.)

Kuşu Kasabası’nda arıcılıkla uğraşan insan-larımızla görüştüğümde arılarının 40-50 kovana kadar çıktığı ama daha sonra söndüğü (koloni-nin ölmesi) oğul vererek kısa sürede çoğalan kovan sayısının kısa sürede sönerek azaldığını anlattılar. Neden söndüğüne dair değişik yo-rumları mevcut olsa da İklimi ve nektar sağlayan bitki çeşitliliği göz önünde bulundurulursa Kuşu Kasabası’nın Sabit Arıcılık için uygun olduğu söylenebilir. Ancak yüksek verim için arıların flora takibi için gezdirilmesi gerekmektedir.

Arıcılık diğer hayvan yetiştiriciliklerinden farklı olarak, yoğun bir bilgi birikimi ile arıya ve arıcılığa karşı gönülden bağlanmayı gerektirdiği söylenmektedir.

Meseleyi bu açıdan ele alırsak Arıcılık ile ilgili bilgi birikimi elbette ki uzun yıllar gerek-tiren deneyimlerle oluşacak olsa da bir yerler-den başlamak isteyen veya arı kovanı mevcut okurlarımıza faydasının olacağını tahmin ettiğim bazı bilgileri sizlere soru cevap şeklinde aktar-mak istiyorum.

1- Arıcılığa başlamak aşamaları nelerdir? Arıcılığa başlamanın birinci aşaması, arıcılık ile ilgili temel teorik bilgileri öğrenmektir. Arıcılığın ikinci aşaması ise arı korkusunu yenerek pratik uygulamalara başlamaktır.

2- Arıcılığa kaç kovanla başlanmalıdır? Mutlaka maske, eldiven ve körük gibi temel arıcı malzemelerine sahip olunduktan sonra arıcılığa en fazla 2-3 kovanla başlamalı, tekniklerini öğ-rendikten sonra kovan sayısını zamanla çoğalt-malıdır.

3- Arıcının ilk öğrenmesi gereken şeyler ne-lerdir? Arıcının ilk öğrenmesi gereken şey özel-

Muammer Gökalp - Sınıf Öğretmeni

KUŞU'DA ARICILIKYAPILABİLİR Mİ?

[email protected]

Page 34: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 34

likle arıları kızdıran davranışların neler olduğunu bilmek ve önlemlerini almak gerekir.

İkinci öğrenilmesi gereken şey, arı kovanı-nın açılması ve çerçevelerin kontrol edilme yön-temleridir. Arıcı bir çerçeveye baktığında, hangi hücrenin yavru, hangisinin bal, hangisinin polen içerdiğini anlayabilmelidir. Hastalık durumunun farkına varabilmelidir.

Bu arada dişi arı, erkek arı ve ana arıyı ilk bakışta tanıyabilme becerisi kazanılmalıdır.

Zaman içinde kovan içindeki çeşitli prob-lemlerin neler olabileceği ve bunların önlenmesi yöntemleri öğrenilmelidir. Arıları gerektiğinde besleme ve dönem sonunda ürünleri hasat edip, arılığa kışlatma pozisyonuna getirme yön-temleri de zaman içinde öğrenilmesi gereken konulardır.

4- Arılık nereye kurulmalıdır? Mümkün olduğu kadar arı besin kaynaklarına yakın bir yerde kurulmalıdır. Arı kovanı güneye(güneşin doğduğu yöne ) bakan 5-15 metre önünde ağaç vb engel bulunmayan yere kurulmalıdır. Yol kenarı,ses ve gürültüden uzak; su kaynağına yakın az rüzgar alan yerler tercih edilmelidir.

5- Kaç çeşit arı vardır? Yirmi bin türden olu-şan geniş bir familyaya sahip olan arılardan bal arısı dediğimiz arılarda(Apis mellifica);Kraliçe

Arı (Ana Arı-Bey), İşçi Arı, Erkek Arı olmak üze-re 3 çeşit arı bulunur.

6- Arı ürünleri nelerdir? Bal arılarından elde edilen ürünler; bal,bal mumu, arı sütü, po-len, propolis, arı zehridir.

7- İyi bal nasıl anlaşılır? Kaliteli bal ancak kimyasal analiz sonucunda anlaşılabilir. Bu çok pahalı ve uzun zaman alan bir iştir. Ancak bir

ton bal satın alımlarında başvurulabilecek bir yöntemdir. Ufak çaplı kişisel satın alımlarda güvendiğiniz insanları tercih edin. Çiçek popü-lasyonunun zengin olduğu yörelerin ballarını almaya dikkat etmeniz önerilir.

8- Balın donması ne anlama gelir? Balın donması normaldir. Bal soğuk ortamda donmu-yorsa balın doğal yapısına müdahale edilmiş-tir demektir. Balın içerisindeki etken maddeler donmayı kolaylaştırır ( halk dilinde bu olaya şekerlenme denilir ). Bu donma donduğu orta-mın ısısıyla ilgili olarak kristaller ufak veyahut da büyük olabilir. Örneğin 12 ile13 derece arasında bal kristalleri şeker tanecikleri büyüklüğünde olur. Görünüm olarak şekerli bal görünümünü alır. Eğer bu balı sıcak su içerisine uzun süre bekletirsek eski konumuna döner. Arıcılık ile ilgili konuları 2-3 sayfa ile bitirmek mümkün de-ğildir.Kuşu’da Arıcılık olur mu? Yaptıktan sonra emek verdikten sonra

Neden olmasın?(Kaynak: Yayçep, Arıcılık)

ARILARLA İLGİLİ RAKAMSAL VERİLER

- Bal arılarının, 450 gr bal üretebilmek için 2 milyon çiçeğe konmaları gerekiyor.

- Bir kovan arı yarım kiloluk bal için 88 km kadar uçar.

- Bir kovan arı günde 2,5-3 litre kovana su taşıyor.

- Bir bal arısı yaklaşık olarak saatte 24 km hızla uçabilir.

- Bir arının dünyanın etrafında dolaşabilmesi için 2 yemek kaşığı bala ihtiyacı vardır.

Page 35: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 35

- Her bir bal peteğinin 6 yüzü vardır.- Bal arıları sağırdır- Bir bal arısı bir seferlik polen toplama gezi-

sinde 50-100 çiçeği ziyaret eder.- Arılar birbirleriyle dans ederek iletişim

kuruyorlar. Bir bal arası dans ederek diğer bir bal arısına nektarın ve polenin nerde olduğunu işaret ediyor. Dans yönü ve uzaklığı anlatmaya yardımcı oluyor.

- Arının yarım kilo bal yapabilmesi için 3 milyon 750 bin defa çiçeğe konması gerekir.

- 1 kilo bal yapabilmek için 40 bin adet arı-nın 6 milyon adet çiçeği dolaşması gerekir.

- Arılar mavi rengi ayırt edebilirken, kırmızı

rengi, koyu gri ve siyah olarak algılarlar.

- Bal arıları bir peteği doldurabilmek için 100

milyon çiçeğin nektarını emiyor ve 100 bin km

kanat çırpıyorlar.

- Araştırmalara göre bir koloninin 1 kilo bal

üretmesi ve yaşamını sürdürebilmesi için 8 kilo

bal tüketmesi gerekmektedir. Bunu yapabilmesi

için kat ettiği yol yaklaşık olarak 6 kez dünya

çevresinin dönülmesine eşittir.

- Bal arıları dakikada 11400 kez kanat çırpar

bu da vızıltı sesinin nedenidir.

Kuşu’da Bir Arılık

Kuşu’da Bir Arılık

Page 36: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 36

NİZAMÜLMÜLK KİMDİR ?

Büyük Selçuklu Devleti sultanlarından Al-parslan ve oğlu Melikşah’ın veziri, asıladı Hâce Kıvâmüddîn Ebû Ali Hasan bin Ali olan büyük devlet adamıdır. 1018 yılında İran’ın Tûs şeh-rinde doğdu ve 1092 yılında Nihavend’de, Ha-san Sabbah’ın fedâisi bir bâtinî tarafından şehit edildi. Kardeşi Ebü’l-Kâsım Abdullah ile birlikte çok iyi bir eğitim gördü. Fıkıh, hadis, edebiyat ve sâir ilimleri çok iyi tahsil etti. Zamânındaki meş-hur âlim ve ediplerle devamlı görüşmesi onun idârecilik hayâtındaki kâbiliyet ve başarısında büyük ve mühim bir rol oynadı.

Devlet hizmetindeki hayâtı, babası ile berâber Gazne Devletinin Horasan vâlisi Ebü’l-Fâzıl Es-Suri’nin hizmetinde bulunmakla başladı. 1040 yılındaki Dandanakan Savaşından bir süre sonra Alparslan’ın Belh vâlisi Ali bin Şadan’ın maiyetine girerek, vilâyet işlerinin yürütülmesiy-le vazifelendirildi. Selçuklu Sultanı Tuğrul Beyin vefatı ile Alparslan ve kardeşi Süleyman Bey arasındaki taht mücâdelesi sırasında yerinde görüş ve tedbirleriyle dikkatleri çekti ve 1063 yılında Alparslan’ın yanında hizmete başladı. Alparslan, Sultan olunca 1064 yılında Selçuk-lu Devletine vezir tâyin edildi. Zamânın halîfesi Kâim bi emrillah tarafından Nizâmülmülk unvânı ile taltif edildi. Bu unvânıyla tanındı.

Nizâmülmülk, vezir olduğu 1064’ten, şehit edildiği 1092 senesine kadar aralıksız yirmi dokuz sene Büyük Selçuklu Devletine, tam bir dirâyet ve adâletle hizmet etti. Vazifeli olduğu için katılamadığı Malazgirt Meydan Muhârebesi hâriç, bütün Selçuklu fütûhatında bulundu. Sul-tan Alparslan’ın vefâtıyla veliaht Melikşah’ın

tahta geçmesini sağlayıp, nizam ve âsâyişin korunmasında muvaffak oldu.

Sultan Melikşah’a muhâlefet eden veya başkaldıran Selçuklu prenslerinin itâat altına alınmasında büyük hizmeti geçti. Sultan Melik-şah, devletin idâresinde ona çok büyük ve geniş yetkiler verdi. Nizâmülmülk’ün akıllı, tedbirli ve adâletli idâresi sâyesinde de, Melikşâh’ın salta-natı, aynı zamanda Büyük Selçuklu Devletinin de en parlak ve en şanlı devri olmuştur.

Nizâmülmülk, âlim, edip ve kadirşinâs bir zât olduğu için meclisi; ilim ve sanat adamlarının toplandığı bir yer hâline gelirdi. Abbâsi halîfesi de kendisine pek çok hürmet eder, meclisinde bulunurdu. Âlimlere, Allah dostlarına, şâirlere, sanatkârlara karşı çok ikrâm, ihsan ve iltifât ederdi. Birçok câmi, mescit, vakıf eserleri yap-tırdı. Döneminde Nizamiye Medreseleri kuruldu.

Hamide KARACA

NİZAMÜLMÜLK KİMDİR?Anadolu Üniver. Tarih Bölümü

Page 37: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 37

NİZAMİYE MEDRESELERİ

İlk Selçuklu medresesi Tuğrul Bey (l040-1063) tarafından 1046 yılında Nişabur’da ku-rulmuştur. Başlıca Selçuklu medreseleri Niza-mülmülk (1063-1092) tarafından kurulmuştur. Nizamülmülk’ün kurmuş olduğu bu devlet teşki-latı, kendisinden sonra gelen İslâm-Türk devlet-leri için bir örnek olmuştur.

Ayrıca kurduğu medreselerde güçlü bir din eğitiminin yanında, İslâm hukuku anlayışına uy-gun eğitilmiş güvenilir ve yetenekli yöneticileri yetiştirmektir. Dinî sahada izlediği hoşgörülü ve birleştirici siyaseti, ülkeyi terk eden Kuşeyrî ve Cuveynî gibi ünlü bilim adamlarının yurtlarına geri dönmelerini sağlamıştır. Bu hoşgörülü si-yaseti, kendini medreselerde de göstermiştir. Çünkü, kurduğu Nizamiye medreseleri çeşitli düşüncelerin barınabildiği ilmî ve idari muhta-riyete sahip üniversite karakteri taşıyordu. Niza-mülmülk Bağdat, Musul, Basra, Nişabur, Belh, Herat, İsfahan, Merv, Amul, Rey ve Tuş gibi büyük kentlerde çok sayıda bu tip medreseler kurdu.

Büyük Selçuklu İmparatorluğu Veziri

Nizamülmülk’ün 1068 de Bağdat’ta açmış oldu-ğu “Nizamiye Medresesi” Türk yükseköğretim tarihinde yükseköğretim kurumu olarak önemli bir kurumdur. Gazali, Nişabur Medresesi’de öğrenim gördükten sonra Bağdat’ta açılan “Ni-zamiye Medresesi” nde 1091-1095 yılları ara-sında “müderrislik” yapmıştır.

NİZAMÜLMÜLK MEDRESELERİNİN BAŞ-LICA AMAÇLARI

1) Din adamı yetiştirmek,2) Yoksul ve yetenekli öğrencileri okutup

topluma kazandırmak,3) İmparatorluğun yönetimi için memur ye-

tiştirmek ve4) Devlet adamlarını eğitmektir. 5) Bilginleri bir görev ve maaşla medresele-

re bağlayıp denetim altında tutmaktırNizamiye medreseleri, “eğitimde şans ve

fırsat eşitliği” gerçekleştirmeye çalışmıştır. Devlet, medreseleri “yatılı ve burslu” bir eğitim kuruluşu haline getirmekle öğretimde imkân ve fırsat eşitliğini sağlama çalışmalarına girişmiş oluyordu. Ayrıca “öğrenci statüsü”nde bazı yenilikler getirmiştir. Bu yenilikler, medrese öğ-

Page 38: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 38

rencilerinin büyük bir kısmının yatılı olması ve medrese vakfından burs alabilmeleridir.

Bu okulların bir benzerleri Anadolu Sel-çukluları tarafından Konya, Kayseri, Sivas ve Erzurum’da açılmıştı. Bir dönemin bilim merkezi olarak toplumu aydınlatan Nizamiye Medresele-ri Osmanlı, medreselerine de örneklik etmiştir. İmam-ı Gazali gibi büyük bir şahsiyet Nizamiye medresesinde baş müderrislik görevinde bu-lunmuş, âlim ve fâzıl biri olarak onlarca talebe yetiştirmişti.

Aslında medreseler Selçuklulardan önce kurulmuştur. Ancak bunlar özel medrese nite-liğindeydi. Oysa, Nizamiye medreseleri devletin teftiş ve himayesi altında faaliyet gösteren resmî ve muntazam öğretim kurumları idi.

NİZAMİYE MEDRESELERİNİN TÜRK VE İSLÂM EĞİTİM TARİHİNDEKİ YERİ VE ÖNEMİ:

1- Medreseler ile camiler: medreseler, mimarî açıdan camiden tamamen ayrı bir pla-na sahiptirler. Bu yapılarıyla medreselerin, okul mimarîsinin veya üniversite kampüsünün ilk ör-neğini teşkil ettikleri görülür.

2- Medreseler, ilk önce Türkistan’da Kara-hanlılar tarafından kurulup, Gazneliler ve Sama-noğulları tarafından da geliştirilmekle beraber, medreselerin devlet ve toplum tarafından büyük bir ilgi ve destek görmesi sonucunda yaygın-laşmaları ve bir üniversite kimliği kazanmaları Nizamiye medreseleriyle gerçekleşmiştir.

3- Nizamiye medreselerinde genellikle din, hukuk ve dil öğretimi yapılırdı. Felsefeye karşı ilk tepki Bağdat Nizamiye medresesinde müder-rislik yapan Gazali’den gelmekle beraber, Niza-miye medreselerinde Felsefe ve Mantık dersleri de okutulmuştur.

4- Nizamiye medreselerinde kullanılan öğ-retim metodu, İslâm dünyasındaki medreseler-de kullanılan geleneksel öğretim metodu haline gelmiştir. Bilhassa şerh ve haşiye metodunun İslâm dünyasında kullanılan geleneksel öğretim metodu haline gelmesinde Nizamiye medrese-leri etkili rol oynamışlardır.

5- Arapça’nın İslâm dünyasının ortak öğ-retim dili olarak yaygınlaşması Nizamiye med-

reseleriyle gerçekleşmiştir. Türkçe’nin şerh ve haşiye dili olarak kullanılması ve Farsça’nın da Türk medreselerinde okutulmasının öncülüğünü Nizamiye medreseleri yapmıştır.

6- Nizamiye medreseleri, Türk ve İran halkı ve kültürünün yakınlaşması ve kaynaşmasında aktif rol oynadığı gibi, ortak bir İslâm kültürü ve müslüman kardeşliğinin doğmasında da etkili olmuşlardır.

7- Bugün çağdaş dünyada yüksek öğretim kurumlarında uygulanan burs, kredi ve yatılılık sistemi, Nizamiye medreseleriyle kurumlaşmış ve yaygınlaşmıştır.

8- Medreselere daimi statüde öğretim ele-manı yetiştirme ve bunlar arasında bir mertebe-leşme sistemi oluşturma, yine Nizamiye medre-seleriyle kurumlaşmıştır.

9- Medreselerden mezun olanlara “icazet-name” verme uygulamasının ilk örnekleri, Niza-miye medreselerinde görülmektedir.

Page 39: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 39

Sevgi; insanın yeme, içme, uyuma vs.. ihti-yaçları gibi doğal bir gereksinimidir. Her insanın kalbinde fıtri olarak bulunur. Sevgisiz yaşıyorum diyen ancak yaşadığını zanneder. Halbuki sevgi onun kalbinin bir köşesinde saklanıp durmak-tadır. Yeri ve zamanı geldiğinde mutlaka dışarı çıkacaktır. Aksi halde insan, insan olma özeliği-ni tam olarak yerine getiremeyecek bir metaya dönüşür.

Sevmenin yanında bir de sevilme duygusu vardır ki tüm canlıların bu ihtiyaçtan asla vazge-çemeyecekleri kanaatin-deyim. Bugüne kadar yapılan gözlem ve arastırmalar da ka-naatimi destekler ni-teliktedir. Küçük bir bebekten tutunda yetmişinde, sekse-nindeki yaşlılarımız bile bu arzuyu çok derinden hissetmek-tedir. Bu sadece insana mahsus bir durum değil-dir. Tüm canlılar, örneğin bir bitki bile kendine gösterilen ilgi ve sevginin farkında olup ona göre gelişim sağlamaktdır. Yine başka bir araştırmada su-yun donması esnasında suya güzel, sevgi dolu sözler söyleniyor. Donan buz kütlesinde ahenkli daireler oluşuyor. Diğer su ise kızgınlık ve nefret içeren sözlerle dondurululuyor. Bu kütlede ise çatlamalar ve keskin çizgiler gözleniyor.

Hayvanlarda da çok rahat bu durumu gözle-yebiliz. Bir kediyi okşayıp severseniz karsılığın-

da ondan aynı sevgi muamelesini görürsünüz. Bu açıdan hayatımızdaki tüm canlılar sevme ve sevilme duygusunu farklı şekillerde de olsa mutlaka dışarıya yansıtmaktadır.

Doğamızda sevgi bu kadar fıtri ve vazgeçil-mez bir ihtiyaçken , çarpıcı nokta şudur ki çoğu insan bu fıtrata aykırı davranmaktadır. Bunu top-lumun en temel yapısı olan ailede dahi gözleye-biliyoruz. Çocuk çok rahat anne ve babasından

nefret edebiliyor. Bu aykırılığın birçok nedeni olabilir. Ama topluma

genel olarak baktığımızda in-sanların birbirlerine karşı

sevgi duyma yoksun-lığunun en temel ne-deni çıkar ilişkileridir. Bu durumun tarihine inersek Fransa’daki Kapitalizm olgusu-nu örnek verebiliriz. Kapitalizm; sürekli

kar elde etme çabası ve tatmin olunması im-

kansız bir sermaye biri-kimidir. Kapitalizmin şekil-

lendiricisi Protestan Ahlakı’dır. Protestan Ahlak’ının temel öğ-

retisi ‘Sürekli çalış ve biriktir! Bu senin ibadetindir.’temasıdır. Bu onlara göre bir ayettir ve ciddi şekilde benimsemeleri sonucu aşırı kar mantığı oluşmuştur. Yalnız burada sıkıntı olan durum ise bu kar ve birikimleri başkalarıyla pay-laşma temasının bulunmamasıdır.Paylaşımcılık ve eşitlikçilik ruhu olmayınca da güçlü olan hep güçlü, zayıf olan ise hep zayıf, ezilen konumun-da kalıyor. Ve ister istemez sevgisizlik hatta nef-

Selime ÇETİN

NEDEN BU SEVGİSİZLİK ?Dumlupınar Ünv. Sosyoloji Bölümü

Page 40: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 40

ret duyguları oluşuyor. Hiç kimse menfaatine aykırı davaranmak istemiyor. Geçmişten bugü-ne baktığımız da da tüm savaşların, yıkımların, kavgaların nedeni olarak bencilliği ve nenfaatleri görmekteyiz. Dünyada herkese yetecek kadar rızık varken dengesiz sahiplenmelerden dolayı dağılımda uçurumlar oluşmuştur. Afrika açlıktan ölüyor, bir ekmeğe muhtaç yasıyor, birçok ülke ise rahatlıkla ekmekleri çöpe atabiliyor. Herkes kendi menfaatine dalmışken bunlar biçok kişinin umrunda olmuyor. Kendi kazanımları için, insan hiçe sayılıyor gerekirse can, mal, namus ve değerler de amaca ulaşmanın önünde kolayca harcanılabiliyor.

Asıl anlatmak istediğim şu ki , sevgiyi tam

anlamıyla bilemiyoruz ve neye nasıl gösterilir farkında değiliz. Öncelikle sevgi insana gösteril-melidir. Bunun tek nedeni muhatabımızın insan oluşudur. Yani insanı, sırf insan olduğu için sev-mek ve önemsemek gerekir. Çünkü o, bu dün-yada insan olarak gelip buna layık görülmüşse velev ki farklı din,dil, ırk, millet, düşünceye sahip te olsa, hatta zaralı kötü çekilmez olsa bile bizim onu hakir görüp nefret etmeye hakkımız yoktur. Ne demiş ünlü şair Yunus Emre ‘Yaratılanı sev-dim, Yaratandan ötürü’. Eğer hayat düsturumuz bu olursa umuyorum ki bu dünya daha yaşanı-lır, daha güzel bir hale gelecektir.

Page 41: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 41

Kuşu Liva dergisinin sayın okurları hepi-nizi saygıyla selamlıyorum ve hoşgörünüzü umarak Kuşu Liva Dergisi 3.sayısındaki Leyte Başlıklı yazımızın bir devamı niteliğinde olan “leyte”lerimize değinmek istiyorum.

Pişmanlık ifade eden leyte kelimesinin “keş-ke” anlamında olduğunu belirtmiştim. Dünya ha-yatını şirkle,küfürle geçirenlerin ahirette; “Keşke bunu yapmasaydım.”,“Keşke şunu yapmasay-dım.” gibi dövünmelerinin fayda vermeyeceğini bildiren muhtelif ayetler mevcuttur.

Dünya hayatında kaçırılan fırsatlardan ba-zıları kişinin kendi irade ve isteğine bağlı iken, bazıları kişinin bile bile kaçırdığı fırsatlardır.Örneğin:Bir otobüs yolculuğu için otogara, Tren yolculuğu için tren garına,uçak yolculuğu için Havaalanına vardığımızda bineceğimiz ulaşım vasıtasının yenice hareket ettiğini ve uzaklaş-makta olduğunu görsek çok üzülürüz ve içimiz yanar. Bu kısa süre gecikmenin sebeplerini ha-yalen dizeler ve keşke şurada oyalanmasaydım, keşke şurada filanla sohbete dalmasaydım bi-raz daha acele etseydim diye sayıklayarak söy-leniriz.

İşte ben fakirde; hayati acizemde kaçırmış olduğum bir fırsattan sizlere bahsetmek istiyo-rum.

Şöyle ki: 1993 yılında İmam Hatiplik göre-vimden emekli oldum.1999 yılında yayın ha-yatına başlayan şuan 135.sayısını Semerkand Dergisi ile tanıştığımda çok heyacanlanmıştım. O günden bu güne devamlı okuduğum ve işledi-ği konular itibariyle takdir ile takip ettiğim dergi-yi okudukça “Keşke görevli olduğum yıllarda da bu dergi yayınlanıyor olsaydı .” diye düşünmek-ten kendimi alıkoyamıyorum.Semerkand dergisi öyle güzel hazırlanmış bir dergidir ki konuların muhdeviyatına göre bazen ağlayabilen gözle-ri ağlatan, bazen gülebilen gönülleri sevindirip güldürür. Bir vaizin din görevlisinin vaaz için kürsiye çıkmadan evvel hazırlanmasında her-kesin okuyarak bilgi sahibi olmasında kolaylık sağlayacağını düşündüğüm Semerkand Dergi-sine emeği geçen herkesten Allah razı olsun . İyi ki varsın Semerkand diyor ve herkese oku-malarını tavsiye ediyorum. Sizlere okuduğum ve çok beğendiğim Semerkand tariflerini aktarmak istiyorum.

Ekrem KIYMAZ

LEYTE (2)Emekli İmam Hatip

Page 42: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 42

SEMERKAND NEDİR?

Tarihin derinliklerinden engin yarınlara bir sevgidir, selamdır Semerkand.

Herkesin yüz çevirdiği insanlara, son ana kadar ümittir Semerkand.

Yargılamak, sorgulamak değil; sarıp sarma-lamak, kucaklamaktır Semerkand.

Suçu nefsinde, görevi kendinde bilip; istiğ-far ve hizmettir Semerkand.

Sevgiliden bir mektup, bir haber, bir seher-dir Semerkand.

Bir harf için köleliği ebedi mutluluk saymak-tır Semerkand.

Çirkine alışmanın rahatlığı değil, güzelliklerin çilesini tercihtir Semerkand.

Yaradılanı Yaradan’dan ötürü sevmek ve bunu hizmet ile ispattır Semerkand.

Bilim adına maddeyi, madde adına bilimi putlaştıranlara mananın hürriyetini sunmaktır Semerkand.

Bir isimde buluşmak, binlerce sıfat ile tanış-maktır Semerkand.

Günahkâra değil, günaha düşmanlıktırSemerkand.

Tüm dünyaya Buhara’dan bir çağrıdırSemerkand.

Hep birlikte bilgiye sevgiye yürüyüştürSemerkand.

Sen, ben değil, O’nun için bizdirSemerkand.

Kıble’ye dönüvermiş nurani bir yüzdür

Semerkand.

Gönüllerde aşk için yanan közdürSemerkand.

Hakikati gören gözdür Semerkand.

Cehalet yaprağını döken güzdürSemerkand.

Saadette buluşulan düzdür Semerkand.

Dostun bize söylediği sözdür Semerkand.

Bir beyt: Kimse yanlış anlamasın! Bu söz-lerim; Ne reklamdır ne de Rüşvet-i Kelamdır.

Asr Süresi’nden mülhem Hakkı tavsiyedir. Hüsn-ü Kelamdır.

Emr-i bi’l ma’rûf ve nehy-i anil münker ile emrolunduk. Ali-İmran 110.ayette

Hak rızasın; kazanmakta kaybetmekte; fani olan bu kısa hayatta.

Yüce Rabbimiz Allah (c.c) buyuruyor:“Biz emaneti göklere, yere ve dağlara tek-

lif ettik. Hepsi de onu yüklenmekten kaçındı ve ondan korktu. İnsan ise onu yüklendi. Ger-

Page 43: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 43

çekten insan çok zalim, çok cahildir.” (Ahzâb Sûresi, 33:72.)

Ayetteki emanet: Farzlar, yükümlülükler, Allah’a itaat, akıl ve düşünme kabiliyeti tarzla-rında tefsir edilmiştir. Kader sırrı yani; Allah’ın takdirine razı olmaktır, diyenler de vardır. İnsana verilen benlik de emanetin bir unsurunu teşkil eder. Benlik bütün mahlûklar içinde yalnız insa-na verilmiştir. Eğer insandaki ene (ben) gerçek mahiyetini anlayıp Rabbine yönelmezse; dünya-yı zulüm, inkâr ve şirkin dehşeti ile dolduran bir mahiyete dönüşür. Vallahü a’lem Bu görevleri ifa edenlerin mükafatı ise Allah(c.c) rızasıdır ve ebedi cennettir.

Allahu tela bizleri yüklendiği emaneti hakkıy-la taşıyan ifa eden kullarından eylesin.(amin)

Bizler beşeriz hatalarımız kusurlarımız olur.Onun içindir ki leytelerimizde olması muhtemel-dir. Bir leyte de bu. Kuşu Liva dergisinin sayın okurları arasında (meslektaşlarım da dahil) bazı düşüncelerimi yadırgayan olabilir. Sizlere Hz.Ebubekir’in (Radıyallahu anh) bir sözünü hatırlatmak isterim.

Mübarek ağlıyor, ağlıyor, ağlıyor… Görenler soruyor: ”Ya Eba Bekir ,Sen ki

Ümmet-i lcabatın ilkisin!

Sen ki Allah Rasulünün hicretinde tek yol-daşısın! Sen ki Miracı şeksiz tasdik edip sıdık ünvanı alansın! Sen ki Allah Rasulüne en yakın olan insansın!

Niye bu kadar ağlıyorsun?

-“Ağlamadığım günlere ağlıyorum.” der. Bundan mülhem olarak diyoruz ki şahsım ve meslektaşlarım (Emekli,çalışan,ve hatta adayla-ra da ) dahil hepsi tasavvufa Hayata ilgi duydu-ğumuz ve alakadar olduğumuz günlerimizden: ilgisiz, alakasız, gafletli geçen günlerimizden daha hayırlı; Hesabı daha kolay günler olacak-tır. Biiznillah. Çünkü örnekler bunu gösteriyor.

Bütün ALLAH dostları,dostluğu bu yollarda ki usullerle elde etmişler vuslata ermişler.Rıza-ı Bariye ulaşmışlardır.Zahiri ilmin yanında Batın ilmide olursa zülcenaheyyn (iki kanattı)olur, uçarak gitmek istediği hedefe ulaşabilir Biizillah. Amma velakin kanadının birisi kısalmış kuş tek kanatta uçamaz ancak sekerek gider. Yollar ise inişli yokuşlu ,taşlı dikenli,şeytan ve nefsin kur-duğu pusularla dolu.

“Ey iman edenler! Hep birden barışa girin. Şeytanın adımları ardına düşmeyin. Çünkü o (aranızı açan) apaçık bir düşmandır.” (Bakara, 208)

Evet, şeytan apaçık bizim düşmanımızdır. Gavs-ı Sani (k.s) bir sohbetlerinde buyurdukları gibi “Düşman düşmana acımaz.”

Allah’ın Tevfik ve inayeti ile…

Page 44: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 44

Âhlak, hulk ve hulûk kelimelerinin çoğul şek-lidir. Hulk veya hulûk insanın beden ve ruh bü-tünlüğü ile alâkalıdır. Ahlâk bu çerçeve içinde, “insanın bir amaca yönelik olarak kendi arzusu ile iyi davranışlarda bulunup kötülüklerden uzak olmasıdır” şeklinde tanımlanabilir. İslam dini-nin gayesi, “Tevhîd” inancını, bütün insanların gönüllerine nakşetmeleri ve onların güzel ahlâk sahibi fertler olmalarıdır. Hz. Peygamber (a.s)‘in gönderiliş amacı da güzel ahlâkı tamamlamak gayesine yöneliktir. Güzel ahlâkın dindeki önemi açıktır. Allah Teâlâ, yüce Peygamberini güzel ahlâkı ile överek, şöyle buyurmuştur:

“Sen üstün bir ahlâka sahipsin.” Dinimize göre insanların cennete girme-

lerine en fazla yardımcı olan, Allaha karşı so-rumluluk bilinci taşımaları ve güzel ahlâklarıdır. “Kur’an-ı Kerim, olgun müminleri; zor günler-de yoksulu doyuran, birbirine doğruyu tavsiye eden, Allah’ın koyduğu sınırları aşmayan, kö-tülüğün gizlisine de açığına da yaklaşmayan, cana kıymayan, ölçü ve tartıda adaleti gözeten, ölçülü konuşan, verdiği sözde duran, insanlara karşı büyüklük taslamayan, verilen emaneti ko-ruyan, sözü özü bir olan, ana babaya, akrabaya, komşuya, arkadaşa ve yönetimindekilere güzel davranan kişiler olarak nitelendirir.

Güzel ahlâkı korumak, Yüce Rabbimizin emridir. Aynı zamanda toplum hayatını sür-dürmenin ve insanlık onurunu yüceltmenin bir gereğidir. Bir insanın yaptığı kötü bir davranışın,

ailesinden başlayarak bütün topluma dokunan zararları vardır. Bunun için ahlâka aykırı tavırla-rı görüp geçiştirmek, onun yayılmasına imkan hazırlamak demektir. Güzel ahlâka aykırı görü-len davranışları, uygun bir lisan ile düzeltmeye çalışmak, iyi huylu olmayı teşvik etmek, toplum için önemli bir görevdir. Akıllı ve samimi bir in-san, her zaman Allah’ın hoşnut olacağı davra-nışlarda bulunur. Basit davranışlar sergilemez. Özenmemiz ve örnek almamız gereken insanlar, Allah’ın elçileri olan peygamberlerdir. Göster-memiz gereken ahlâk ise, Allah’ın bizim için seçip tavsiye ettiği güzel ahlâktır. Allah teala’nın biz kullara Kur’an-ı Kerimdeki tavsiyelerinden bazıları şunlardır:

“İşte ahiret yurdu. Biz onu yeryüzünde bü-yüklük taslamayan ve bozgunculuk çıkarmayan-lara has kılarız. Sonuç, Allah’a karşı gelmekten sakınanlarındır.”

“Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli ol-saydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağış-lama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir

Hayri KARACA

İSLAM ve GÜZEL ÂHLAK Din Kült. ve Ahlak Bilg. Öğretmeni

hayrikaraca7474 @ hotmail.com

Page 45: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 45

kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a te-vekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever”

Allah Resulü Hz. Muhammed’in (sav) güzel âhlak ile ilgili bazı tavsiyeleri şunlardır.

Said İbnu’l-Âs (r.a)anlatıyor: Hz. Peygam-ber (s.a.v)buyurdu ki: “Bir baba çocuğuna güzel ahlâktan daha üstün bir miras bırakamaz”

Hz. Ebu’d-Derdâ (r.a)anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v)buyurdular ki: “Kıyâmet günü, mü’minin mizanında güzel ahlâktan daha ağır basan bir şey yoktur. Allah Teâla hazretleri, çirkin düşük söz (ve davranış) sahiplerine buğzeder.”

Hz. Ebu Hüreyre (r.a)anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v)buyurdular ki: “Mü’minler arasında iman-ca en kâmil olanı, ahlâkça en güzel olanıdır. En hayırlınız da ailesine hayırlı olandır.”

Hz. Câbir (r.a)anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v)buyurdular ki: “Bana en sevgili olanınız, kıyamet günü de bana mevkice en yakın bulunacak ola-nınız, ahlâkça en güzel olanlarınızdır. Bana en sevimsiz olanınız, kıyamet günü de mevkice benden en uzak bulunacak olanınız, gevezeler, boşboğazlar ve yüksekten atanlardır.” (Cema-atte bulunan bâzıları): “Ey Allah’ın Resûlü! Yük-sekten atanlar kimlerdir?” diye sordular. “Onlar mütekebbir (büyüklük taslayan) kimselerdir!” cevabını verdi.”

Nevvâs İbnu Sem’an (r.a)anlatıyor: “Resûlullah (s.a.v)’a iyilik (birr) ve günah hak-kında sordum. Bana şu cevabı verdi: “İyilik (birr), güzel ahlâktır. Günah da içini rahatsız eden ve başkasının muttali olmasından korktu-ğun şeydir.”

Page 46: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 46

Hz. Ebu Hureyre (r.a)anlatıyor: “Resulullah (s.a.v)’dan ateşe insanları en çok atan şeyin ne olduğu soruldu:”Ağız ve ferc!” buyurdular. En ziyade neyin insanları cennete soktuğundan sordular:”Allah’a takva ve güzel âhlak!” buyur-dular.”

Kötülüğe karşı iyilik yapmak, affedici olmak, geleceğe ümitle bakarak sabırlı olmak bütün bu güzellikleri şahsında toplayan mümin, olgun-luğunu ispatlamış demektir. Sevgili peygam-berimiz “İslam güzel ahlâktır.” derken inanan kişinin İslam’ın bütün güzelliklerinden etkilene-rek siretini değiştirmesi gerektiğini göstermek istemiştir.

Tevbe Edenin Ahlâkı Güzelleşir

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Sevgili Peygamberimizin âhlakıyla ahlâklanmak, onun izinden gitmek her müminin birinci vazifesidir. Gün geçtikçe daha çok bozulan insanlar arasın-daki ilişkilerin, yeniden normale dönmesi için buna daha çok ihtiyacımız vardır.

İşte bunun için âhlak eğitimini kendine he-def olarak seçen tasavvufi hususları günlük ha-yatımıza uygulamalı ve amacı “İnsan-ı Kâmil” yetiştirmek olan tasavvufa yönelmeli, Allah dostlarının yardım ve önderliğinde şahsiyet eği-timine ve âhlaki olgunluğa erişmeliyiz. Tasavvuf

Page 47: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 47

şahsiyet zâfiyetinin tesir edemeyeceği şekilde kalbi temizlemeli, hayvânî huylardan sıyrılmalı, beşeriyet sıfatlarını yok etmeli, nefsânî iddia-lardan uzak durmalı, ruhânî sıfatlara yönelmeli, hakikât bilgisi ile bezenmeli, hayırlı olanı yap-malı, bütün ümmete karşı samimiyet, hakîkatı gözetmede ihlâs ve Peygâmbere uyarak âhlaki eğitimimizi tamamlamalıyız. Tasavvuf tatmak ve yaşamakla yani manevi tecrübe ile anlaşılan bir hal ilmidir. Tasavvufun konusu marifetullahtır.

Tatbiki bir ilim olduğundan Allah dostları ya da mürşidler denilen üstadlar nezdinde ve terbiye-leri altına öğrenilir. Günümüzde yaşayan Allah dostlarını ziyaret etmeli ve onların önderliğin-de Rıza-ı İlâhiye’ye uygun olarak yaşamalı ve âhlaken üstün vasıflı insanlar olmalıyız.

Page 48: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 48

Peygamberimiz hiçbir halini insanlardan gizlememiştir ve saklamamıştır. Çünkü, onun her hali Sahabeler için bir örnek oluşturuyordu. Peygamberimizin güzel ahlakını, insanlarla olan ilişkilerini, onun en yakınlarından ve kendisini bir gölge gibi takip eden Sahabelerden öğren-mekteyiz.

Peygamberimizi en iyi tanıyan ve bilenler; hanımları, hizmetinde bulunan kimseler ve ya-kin arkadaşlarıdır.

Hz. Ayşe, Peygamberimizin ahlakini söyle anlatıyor:

“Resulullah`ın (S.A.V) ahlakı Kur`an’dı. Re-sulullah, şahsı için hiçbir zaman kin tutmaz ve intikam almazdı. Bir şeye kızarsa, ona, Kur`an kızdığı için kızardı. Bir şeyi beğenirse, Kur`an onu beğendiği için beğenirdi.”

“Ne kötü söz söyler, ne de kimseye kötü-lük etmek isterdi. Resulullah konuşurken sözleri birbirine ulamaz, uzatmazdı. Sözü ayıra ayıra söyler, dinleyenlerin gönüllerine sindirirdi. Bir

şey anlatırken de kelimeleri tane tane söylerdi. O kadar ki, isteyen onları sayabilir, ezberleye-bilirdi.”

Hz. Ali ise Sevgili Peygamberimizin ahlaki güzelliklerini söyle sıralıyor:

“Peygamber Efendimiz her zaman güler yüzlü, yumuşak huylu ve engin gönüllü idi. Asla asık suratlı, katı kalpli, kavgacı, şarlatan, kusur bulucu, dalkavuk ve kıskanç değildi.

“Üç şeyden titizlikle uzak dururlardı: Ağız kavgası, boşboğazlık ve faydasız şeyler. Su üç husustan da titizlikle sakınırlardı: Hiç kimseyi kötülemezler, kınamazlar ve hiç kimsenin ayıbı-nı ve gizli yanlarımı öğrenmeye çalışmazlardı.”

“Peygamber Efendimiz, `ihtiyacının gide-rilmesini isteyen birisiyle karşılaştığınız zaman ona yardımcı olunuz` buyururlardı. “

“Peygamberimiz ancak yapılan iyiliğe denk düsen ve fazla dalkavukluğa kaçmayan övgüleri kabul eder, haddi aşmadığı sürece hiç kimse-

Page 49: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 49

nin sözünü kesmezdi. Şayet huzurlarında haddi aşacak şekilde konuşulursa o zaman ya konu-şanı susturmak, ya da meclisten kalkıp gitmekle ona engel olurlardı.”

Hz. Hatice` nin ilk kocasından olan oğlu Hind bin Ebi Hale - ki ayni zamanda Peygam-berimizin üvey oğlu, Peygamberimizin üstün vasıflarını şöyle dile getirmektedir:

“Dünya isleri için kızmazdı. Fakat bir hak çiğnendiği zaman öyle bir kızardı ki, o hak yeri-ni buluncaya kadar öfke ve gazabını hiçbir şey, hiçbir kimse önleyemezdi. Buna karşılık, Resu-lullah, kendi şahıslarına ait bir mesele hakkında kimseye kızmaz ve intikam almayı düşünmez, aksine hilm ve kerem sahibi olarak, kötülük ede-ne iyilikle mukabele ederdi.”

Page 50: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 50

GEÇİLMEZ

Bu kapıdan kol ve kanat kırılmadangeçilmez;

Eşten, dosttan, sevgiliden ayrılmadangeçilmez.

İçeride bir has oda, yeri samur döşeli;

Bu odadan gelsin diye çağrılmadangeçilmez.

Eti zehir, yağı zehir, balı zehir dünyada,

Bütün fâni lezzetlere darılmadan geçilmez.

Varlık niçin, yokluk nasıl, yaşamak ne,topyekün?

Aklı yele salıverip çıldırmadan geçilmez.

Kayalıklı boğazlarda yön arayan bir gemi;

Usta kaptan kılavuza varılmadan geçilmez.

Ne okudun, ne öğrendin, ne bildinse berhavâ;

Yer çökmeden, gök iki şak yarılmadangeçilmez.

Geçitlerin, kilitlerin yalnız O’nda şifresi;

İşte, işte o eteğe sarılmadan geçilmez!

1983Necip Fazıl Kısakürek

Page 51: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 51

ZULMÜ ALKIŞLAYAMAM

Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem;

Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.

Biri ecdadıma saldırdımı,hatta boğarım!...

-Boğamazsın ki!

-Hiç olmazsa yanımdan kovarım.

Üç buçuk soysuzun ardından zağarlıkyapamam;

Hele hak namına haksızlığa ölsemtapamam.

Doğduğumdan beridir, aşığım istiklale;

Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lale!

Yumuşak başlı isem, kim dedi uysalkoyunum

Kesilir belki, fakat çekmeye gelmezboyunum!

Kanayan bir yara gördümmü yanar taciğerim,

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifteyerim!

Adam aldırmada geç git, diyememaldırırım.

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutarkaldırırım!

Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu...

İrticanın şu sizin lehçede ma’nası bu mu?

Mehmet Akif ERSOY

Page 52: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 52

İNTERNET ÜZERİNDEN YÜZ KUŞU’LUYA SORDUK?

EVET %40

HAYIR %30İLERİDE BELKİ %12KARARSIZ %10

HERYERİNİ %26

BEDİRGABAŞI %20GÖLET %12TAŞAGIL-DIRAN-ÇAYIRCA%10AKARCI GEDİGİ %7SAMURLAR %5KARAVELİ TEPESİ-MEZARLIK %4DEĞMEN YANI %3GÜRENCİK-YAYLA %2ÇANECİK-OSMANLIK %2AŞŞALAN %2KARASOLUK-BEYGÖZ %2DİĞER %5

ZEKİ VE ÇALIŞKAN İNSANLARI %25

ÇALIŞKAN ÖĞRENCİLERİ %20DEDİKODUSU %15TİRİDİ-HELVASI %14BEDİRGABAŞI %5DİĞER %21

HERYERİNİ %262626,0%

ZEKİ VE ÇALIŞKAN İNSANLARI %252525,0%

KUŞU'DA İKAMET ETMEK İSTER MİSİNİZ?

KUŞU'DA EN ÇOK SEVDİĞİNİZ YER?

KUŞU'NUN NESİ MEŞHURDUR?

Page 53: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 53

Not: Bu anket çalışması ;İnternet üzerinden yapılmış bir çalışma olup anketteki diğer veriler sonraki sayılarda sizlere aktarılmaya devam edecektir. Ayrıca gelişen gündem doğrultusunda yeni anket çalışmaları www.kusulular.com adresinden duyurulacaktır.

İŞ İMKANI-İSTİHDAM SAĞLANMALI %33,3

ULAŞIM SORUNU GİDERİLMELİ %19MODERN HAYVANCILIKMODERN TARIM ÇALIŞMALARI %14,3MODERN KOOPERATİF %11,4ARTIK ÇOK GEÇ %7,6YORUM YOK %4,8

YEŞİL %25

MAVİ %20KIRMIZI %15BÜTÜN RENKLER %14BEYAZ %5DİĞER %21

EN ÇOK SEVDİĞİNİZ RENK NEDİR?

KUŞU'DA GÖÇÜN AZALMASI İÇİN NE YAPILMALIDIR?

Page 54: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 54

ESKİ RESİMLERLE KUŞU

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMALARI (1970’Lİ YILLARDAN)

NOT:EN SAĞDA PAMUK PRENSES VE 7 CÜCELER

Page 55: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 55

ESKİ RESİMLERLE KUŞU

KUŞULU GENÇLER AŞŞAĞIALAN’DA

HAKKI HOCA VE KUŞULU GENÇLER / RESİM KAYNAK: BEKİR YÜKSEL

Page 56: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

İşte doğdun işte öldün…Bir ıngaa sesidir atmosfere bıraktığımız ilk

selamın adı. Bir sıcak gülümseme ana kucağın-da; babanın elinden tutup ilk adımları atış hayat yolunda…Bir kardeşe dayanma dar günde; hele ki bulursan birkaç gerçek dost el ele verip inatla yürümek son nefes özlemiyle gerçek DOST’a.

Yaş ilerler, zaman su misali ya akıp gider… Asileşiriz, kabul ettirmeye çalışırız kendimizi bende ergenim artık, erdim dercesine. Hata ya-parız, düşeriz kalkarız ama hep yürümekte ka-rarlıyızdır.

Hani Selahattin Eyyubi kefenini vermiş ya bir tellalın eline ve seslenmiş halkına çok şey an-latırcasına; “ Ben ki nice toprak ve varlık sahibi koca lider Eyyubi.

Yoktur bakın kefenimin bunca varlığı sığdıra-cak bir cebi. Siz siz olun kanmayın dünya malı-na; işte görün, örnek belleyin beni..” diye..

İşte öyle bir yoldur ki bu; başlangıcını kendi-miz yapamadığımız gibi, sonunu da kendimizin belirleyemeyeceği… Hani türküler yakılmış ya;

demişler “ Sultan Süleyman’a kalmadı bu dün-ya” diye.. İşte gerçek sultan (Hz) Muhammed’e bile kalmayan bu dünya kalmayacak ne sana ne bana..

Ölüm yaklaştığını hissederiz, kimimiz sarılır hayıra hasenata, kimimiz hala dünya tarlası-na bir kazık daha çakma derdinde -boşa kürek sallamakta-. Yükselirken her gün yeni bir sela semada; kimimiz günlük telaşla duyamayız bile kulak tıkamışcasına, kimimizin içi titrer, bir kor-ku sarar deriz “yok ya bana sıra gelmez daha” deve kuşu gibi gömeriz kafamızı bir daha hayat çukuruna..

Ama emanettir can sahip çıkmalı ona. So-luk alıp verirken; ilk soluğu hatırlayıp son soluğa hazırlamalıyız kendimizi. Yürüyoruz hepimiz hani o meşhur “uzun ince bir yolda”. Görüyoruz ni-celeri yoktur artık, tohum olmuştur toprağa. Ve kavuşmaktır ölüm gerçek aşka. Mevlana düğün ilan etmiş ya hani o günü; işte öyle sadık kalıp saklamalıyız bedenimizi gerçek sahibine – Tıpkı eşine saklanan birer damat birer gelin edasıyla-.

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 56

Güngör KANIK İngilizce Öğretmeni

ÖMÜR DEDİĞİN Ş[email protected]

Page 57: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 57

Canımın içi Yavuz Gündüz’ün kısa hayatı: 1980 yılı 1 Mayıs günü İzmir’de doğdu. Gediz ile Uşak ili arasında bir köprüde trafik kazası geçirdi. 29 Kasım 2009 tarihinde akşam vaktin-de Hakk’ın rahmetine kavuştu.

Eyvah! Uşak’tan bir cenaze geldi.Kalbimi deldi geçti, göğsümü yaktı geçti.

Yavuz Gündüz’ün Hayatı ve İbretlik AnısıYavuz, 29 yaşındaydı. 18 Temmuz 2009’da

Zehra isimli kızımızla evlenmişti. Kırklareli’nde sağlık memuru olarak çalışmaktaydı. Eşi ile birlikte görev yerine dönmüştü. Kurban bayra-mında aile büyüklerini ziyaret etmek ve ellerini öpmek üzere memleketi olan Kuşu kasabasına gelmişlerdi. Kurban ibadetini eda ettikten sonra 16 Şubat 2009’da vefat eden dedesi Hüseyin Gündüz’ün mezarını ziyaret etti. Bu esnada kendisine mezar yeri hazırlayan am-cası Faik Gündüz ile ara-sında şu konuşma geçti: “Amca! Dedemin yanına bu mezar yerini kim ha-zırladı diye sordu. Amcası ise “Ben hazırladım dedi. Yavuz: “Amca o yere ben gömüleceğim” dedi. Am-cası ise ben hem yaşlı hem de hasta bir kişiyim diye ce-vap verdi. Bu nasıl bir söz Yavuz, sen daha çok genç ve sağlıklı birisin diye söz-lerini sürdürdü. Yavuz ısrarla amcasına: “Hayır! Hayır! O yere ben gömülece-

ğim” diye üsteledi.Aynı günlerde Yavuz Gündüz eşi Zehra Gün-

düz ile kayınvalidesi Azime Gündüz arasında şöyle bir konuşma geçti. Anne: “Yavuz vefat ettiği zaman nereye defnedilir” diye sordu.

Annesi ise elbette Kuşu’ya defnedilir diye cevap verdi. Kızım sen nereye defnedilmek is-tersen oraya defnedilirsin (ister Kuşu’ya ister Uşak‘a) diye sözüne devam etti. Bu söz üzerine Zehra “O zaman ben de Kuşu’da Yavuz’un yanı-na defnedilirim, diye cevap verdi.

Kurban bayramın üçüncü günü ikindi nama-zından sonra (29 Kasım 2009)Yavuz Gündüz, eşi ve erkek kardeşi Huzeyfe ile yeni aldıkları arabalarıyla Uşak’ta bulunan akrabalarını ziyaret için yola çıktılar. Yavuz Gündüz kendisi kullan-makta olduğu arabayı eşinin isteği üzerine ona verdi. Uşak ili ile Abide arasında eşinin direksi-

yon hâkimiyetini kaybetmesi sonucu elim bir trafik kazası geçirdiler. Kaza sonucunda Yavuz Gündüz’ü kaybettik, eşi ve kardeşi ise yaralı ola-rak kurtuldular.

30 Kasım 2009 tarihin-de öğle namazını müteakip amcası ile konusu geçirilen dedesinin yanındaki mezar yerine Yavuz Gündüz defne-dildi. Geçliğine doymadan vefat eden Yavuz, geride ka-lanlara büyük bir acı bıraktı.

Tek tesellimiz ise Rab-bimizin bizlere bağışladığı

diğer kardeşi Huzeyfe ve eşi Zehra oldu.

Şahab AYDOĞDU

YAVUZ GÜNDÜZEmekli Öğretmen (Dayısı) İzmir

Page 58: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 58

VEFATLAR

Kasabamız halkından Emekli öğretmen Harun GÜNDÜZ’ün oğlu YAVUZ GÜNDÜZ (HOCE) 29/11/2009 tarihinde Kurban bayramı dönüşü geçirmiş olduğu trafik kazası sonucunu hayatını kaybetmiştir. Merhuma Allah’tan rahmet yakınlarına Başsağlığı dileriz. El-Fatiha

Kasabamız halkından HATİCE ERSOY 11/01/2010tarihinde vefat etmiştir.Merhumeye Allah’tan rahmet yakınlarına Başsağlığı dileriz. El-Fatiha

Kasabamız halkından FATMA AKARSU (HACELLE) 30/11/2009tarihinde vefat etmiştir. Merhumeye Allah’tan rahmet yakınlarına Başsağlığı dileriz. El-Fatiha

Kasabamız halkından ABDİL ÇELİK KARAKAYA (BURŞİĞE) 18/12/2009 tarihinde vefat etmiştir.Merhuma Allah’tan rahmet yakınlarına Başsağlığı dileriz. El-Fatiha

Kasabamız halkından MUSTAFA GÖKMEN (GÖKMENLE) 25/12/2009 tarihinde geçirmiş olduğu trafik kazası sonucunda vefat etmiştir.Merhuma Allah’tan rahmet yakınlarına Başsağlığı dileriz. El-Fatiha

YAVUZ GÜNDÜZ (HOCE) 29/11/2009

HATİCE ERSOY11/01/2010

FATMA AKARSU (HACELLE) 30/11/2009

ABDİL ÇELİK KARAKAYA (BURŞİĞE) 18/12/2009

MUSTAFA GÖKMEN (GÖKMENLE) 25/12/2009

Page 59: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 59

VEFATLAR

Kasabamız halkından AYŞE TÜRKER(GALAYCE) 23/01/2010 tarihinde vefat etmiştir.Merhumeye Allah’tan rahmet yakınlarına Başsağlığı dileriz. El-Fatiha

AYŞE TÜRKER(GALAYCE) 23/01/2010

Kasabamız halkından AYŞE (EŞE) AKBOĞA - 28.03.2010vefat etmiştir.Merhumeye Allah’tan rahmet yakınlarına Başsağlığı dileriz. El-Fatiha

AYŞE (EŞE) AKBOĞA 28.03.2010

Kasabamız halkından EMİN VURAL (GOFACE)05/03/2010 tarihinde vefat etmiştir.Merhuma Allah’tan rahmet yakınlarına Başsağlığı dileriz. El-Fatiha

EMİN VURAL (GOFACE)05/03/2010 25/12/2009

Kasabamız halkından IRAZ GÜRAKAN 16/03/2010tarihinde vefat etmiştir.Merhumeye Allah’tan rahmet yakınlarına Başsağlığı dileriz. El-Fatiha

IRAZ GÜRAKAN16/03/2010

Kasabamız halkından NURULLAH (AHMET ) GÜRAKAN 29/03/2010 tarihinde vefat etmiştir.Merhuma Allah’tan rahmet yakınlarına Başsağlığı dileriz. El-Fatiha

NURULLAH (AHMET ) GÜRAKAN 29/03/2010

Page 60: KUŞU LİVA DERGİSİ  6.SAYI

KUŞU LİVA • HAZİRAN-TEMMUZ’10 • 60

VEFATLAR

Kasabamız halkından MEHMET ÖZDEN (TISKE) 11/05/2010tarihinde vefat etmiştir.Merhuma Allah’tan rahmet yakınlarına Başsağlığı dileriz. El-Fatiha

Kasabamız halkından MEHMET KARACA (ELLEZO) 16/04/2010tarihinde vefat etmiştir.Merhuma Allah’tan rahmet yakınlarına Başsağlığı dileriz. El-Fatiha

Kasabamız halkından İBRAHİM (İBİŞ) GÖKMEN (GÖKMENLE) 21.04.2010 tarihinde vefat etmiştir.Merhuma Allah’tan rahmet yakınlarına Başsağlığı dileriz. El-Fatiha

Kasabamız halkından MUSTAFA YILMAZ (CİVELE) 22.04.2010tarihinde vefat etmiştir.Merhuma Allah’tan rahmet yakınlarına Başsağlığı dileriz. El-Fatiha

MEHMET ÖZDEN (TISKE) 11/05/2010

MEHMET KARACA (ELLEZO) 16/04/2010

İBRAHİM (İBİŞ) GÖKMEN (GÖKMENLE) 21.04.2010

MUSTAFA YILMAZ(CİVELE) 22.04.2010