Bizbiriz dergisi 10 sayi

60
BUGÜN DEĞİLSE NE ZAMAN BİRLİK OLACAĞIZ Sayı: 10 Kasım 2013 ISSN: 2147-642 Bizbiriz d e r g i s i Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz. (Ali İmran/103) ن الرجيملشيطاله من اأعوذ بال ان الرحيمه الرحمل بسم الْ مُ تْ نُ كْ ذِ إ اْ مُ كْ يَ لَ عِ ه ل الَ ةَ مْ عِ وا نُ رُ كْ اذَ ا ووُ ق رَ فَ تَ لاَ ا وً يعِ مَ جِ ه ل الِ لْ بَ حِ وا بُ مِ صَ تْ اعَ وِ ةَ رْ فُ ا حَ فَ شَ ىَ لَ عْ مُ تْ نُ كَ ا وً انَ وْ خِ إ اِ هِ تَ مْ عِ نِ بْ مُ تْ حَ بْ ص اَ فْ مُ كِ وبُ لُ قَ نْ يَ بَ ف ل اَ فً اءَ دْ ع اَ ونُ دَ تْ هَ تْ مُ ك لَ عَ لِ هِ اتَ اآيْ مُ كَ لُ ه ل الُ ن يَ بُ يَ كِ لَ ذَ ا كَ هْ ن ممُ كَ ذَ قْ ن اَ فِ ار النَ ن م

description

Bugün Değilse Ne Zaman Birlik Olacağız 10.Sayı http://www.bizbiriz.org.tr

Transcript of Bizbiriz dergisi 10 sayi

Page 1: Bizbiriz dergisi 10 sayi

BUGÜN DEĞİLSE

NE ZAMANBİRLİK

OLACAĞIZ

Sayı: 10Kasım 2013ISSN: 2147-642

Biz

biri

zd

e r

g i

s i

Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.

(Ali İmran/103)

اأعوذ بالله من الشيطان الرجيم

بسم الله الرحمن الرحيم

قوا واذكروا نعمة الله عليكم اإذ كنتم واعتصموا بحبل الله جميعا ولا تفر

اأعداء فاألف بين قلوبكم فاأصبحتم بنعمته اإخوانا وكنتم على شفا حفرة

نها كذلك يبين الله لكم اآياته لعلكم تهتدون ن النار فاأنقذكم م م

Page 2: Bizbiriz dergisi 10 sayi
Page 3: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi3

DÜNYADA BİR YOLCU GİBİ OLMAK

Abdullah İbn Mes’ ûd anlatıyor: Allah’ın Rasulü (s.a.v.) bir hasırın üzerinde uyumuş ve hasır vücudunun yan tarafına iz yapmıştı. Bunun üzerine biz, Ya Rasulallah, sizin için bir yatak hazırlasak deyince Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular. Dünya benim neyime! Ben dünyada, bir ağaç altında dinlendikten sonra yoluna devam eden bir yolcu gibiyim.

(Tirmizi – İbn Mace – İbn Hanbel )

******

Değerli kardeşlerim Rasulullah (s.a.v.) efendimizin dünyaya bakış açısını gösteren bir hadis…

Bu külfetsiz, basit yaşayışa üzülen ve üzüntülerini yapmayı istediklerini teklifleriyle birlikte arz eden sahabe-i kirama, Habibi Kibriya (s.a.v) efendimizin verdiği cevap hiç unutmamamız gereken bir hakikatin çok açık ifadesidir: Ben dünyada bir yolcu gibiyim.

******

Acaba biz dünyada baki miyiz? Tabi ki hayır!

Bizimde bu dünyada bir yolcu olduğumuzu kendimize sıkça

hatırlatmamız gerekiyor. Lakin esas olan dünya hayatının geçici olduğunu söylemek değil, davranışlarımızla ve yaşantımızla dünyalıkların amaç değil ebedi olan ahiret hayatına ulaşmamız için bir araç olduğu şuuruna varmaktır.

Rabbim hepimize dünya hayatında bir yolcu olduğumuzun bilincinde olmamızı nasip eylesin. Amin

******

Değerli okuyucularımız Rabbimizin izin ve müsaadesi ile yine yepyeni ve dopdolu bir sayımızla daha huzurunuzdayız. Bizler siz değerli okuyucu kardeşlerimizin vermiş olduğu destekle kısa süre içerisinde büyük bir aile olma yolundayız inşallah hepinize sonsuz teşekkür ediyoruz. Bu sayıda kardeşlerimiz evvelen

Allah’ın rızası için sonra da siz kıymetli okuyucu kardeşlerimizin istifadesine sunulmak üzere birbirinden güzel konuları kaleme aldılar. Rabbim cümlemize okuyup anlamak ve hayatımıza tatbik etmemizi nasip eylesin. Amin

Selam ve dua ile…..

EDİTÖRDEN

Bizbiriz Dergisiİmtiyaz SahibiBizbiriz Derneği adınaYön.Krl.Bşk. M. Emin Doğan

Editör ve Yazı İşleri MüdürüKadir Aydın

Grafik – TasarımYasin Candan

FotoğrafBahadır Aktaş

Reklam KoordinatörüAhmet Navruz

Yayın KuruluHamide ErbayAyşe TunçSelman BaharZehra BilmenFaruk KulÜmmü Haram

Baskı TarihiAralık 2013

Baskı Erman Ofset Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti.Yeni Matbaacılar Sit. Yayın Cad. 6. Blok No:14 KonyaTel : 0 332 342 01 55 Fax : 0332 342 21 63www.ermanofset.com

Bizbiriz Dergisinde yayınlanan yazı, şiir, söyleşi, fotoğraf, illüstrayon, infografik ve makalelerin elektronik ve basılı

ortamlarda çoğaltılma hakkı Bizbiriz Derneği’ne aittir.

Yayın TürüAylık, yaygın süreli yayınBizbiriz Derneği Şeyh Sadrettin Mahallesi Turgutoğlu Sokak No:9 Meram / KONYATel : 0 (332) 353 27 000 (541) 248 65 28 - 0 (507) 577 22 25

Page 4: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Hadis16

Alak Sûresi Tefsiri

Abdullah Murad Şükrüoğlu

Hocaefendi’nin Konuşması

7

Siyer-i Nebi22

Nereye34

Küreselleşme ve İslam İlişkisi

8

Fıkıh18

Tasavvuf26

Ayın Sohbeti

31

Birlik, Beraberlik ve Kardeşlik

Buluşması6

Page 5: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Müslüman Bilimadamları

42

Haydar50

Tarih’teKasım

52

Faydalı Bilgiler51

Sahabe-i Güzin38

Asr Suresinin Fazileti

47

Şehrin Görünmeyen

Yüzü 45

ArapçaRabca’ya Götürür

48

Page 6: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi6

Ne ayrıyız ne gayrı

Hep aynıyız hep aynı

Fikirler olsa da ayrı

Bir nefesiz bil gayri”

Varisün Nebi Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU

17 Kasım 2013 Pazar günü Bizbiriz Derneğimizin “ Birlik, beraberlik ve kardeşlik ” buluşmasını Müm-taz Koru İmam Hatip Ortaokulu bahçesinde gerçek-leştirdik. Cenab-ı Hakka sonsuz şükrediyoruz ki biz-lere böyle bir organizasyonu nasip etti. İstanbul ve İzmir’ den gelen Bizbiriz Derneği temsilcilerimizle, Konya’ dan iştirak eden misafirlerimizle beraber çok sıcak ve çok bereketli bir kaynaşmayı yaşadık.

Birlik, beraberlik ve kardeşlik buluşması prog-ramımız kardeşlerimizin Kuran-ı Kerim tilaveti ile başladı ve ilahilerle aralıksız devam etti. Dernek başkanımız Mehmet Emin Doğan’ın “Bütün Müs-lümanlar kardeştir ve birlik içinde olmamız ge-rektiğini, tek vücut halinde olup Alllah’ ın ipine sımsıkı sarılmamızın bizler için İslam alemi için gerekliliğini” vurgulayan açılış konuşmasını yaptı.

Program süresince geleneksel Konya düğün yemeği ikram edildi. Allah’ a şükürler olsun masa-lar doldu doldu taştı, yemek bereketlendikçe arttı. Tüm kardeşlerimizde bir sevinç bir muhabbet ve hoşgörü belli ki yüzlerinden okunuyordu.

Bizbiriz derneği 2012 yılında kurulmuş ve hızlı bir şekilde hizmet ve faaliyetlerine aralıksız devam etmektedir. Bugüne kadar mahalle muhtarları ile koordineli bir şekilde 60’ a yakın mahallede birçok aileyi ziyaret ettik ve bu ailelere maddi ve manevi olarak yardım etme çabası ve gayreti gösterdik.

Bu buluşma bizim için çok farklı bir organizas-yondu, bugüne kadar ziyaret ettiğimiz ailelerin bu-luşması ve kaynaşması programı oldu.

Dernek üyesi kardeşlerimizin tarafından, Varisün Nebi Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU hocamızın “et-siz kemiksiz çocuklarımız ”dediği Sohbet kitapla-rımızdan ve Hz. Muhammed (s.a.v.) efendimizin dua kitapları ücretsiz olarak gelen misafirlere dağıtıldı.

Birlik, Beraberlik ve Kardeşlik Buluşması

Page 7: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi7

Birlik, Beraberlik ve Kardeşlik Buluşması

اأعوذ بالله من الشيطان الرجيمبسم الله الرحمن الرحيم

قوا واذكروا واعتصموا بحبل الله جميعا ولا تفرنعمة الله عليكم اإذ كنتم اأعداء فاألف بين

قلوبكم فاأصبحتم بنعمته اإخوانا وكنتم على شفا نها كذلك يبين الله ن النار فاأنقذكم م حفرة م

لكم اآياته لعلكم تهتدون

Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sa-rılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan ni-metini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi ora-dan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apa-çık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.

(Ali İmran/103)

أعلون اإن كنتم ولا تهنوا ولا تحزنوا واأنتم الاؤمنين م

Gevşemeyin, hüzünlenmeyin. Eğer (gerçekten) iman etmiş kimseler iseniz üstün olan sizlersiniz.

(Ali İmran/139)

واأطيعوا الله ورسوله ولا تنازعوا فتفشلوا وتذهب ابرين ريحكم واصبروا اإن الله مع الص

Allah’a ve Resûl’üne itaat edin ve birbirinizle çe-kişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. (Enfal/46)

لا تدخلون الجنة حتى تؤمنوا ولا تؤمنوا حتى تحابوا

İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirini-zi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. (Müslim, Îmân, 93; Tirmizî, Sıfâtu’l-Kıyâme, 56)

“Fakirleri kollayıp gözetiniz. Aranızdaki zayıflar sâyesinde Allah’dan yardım görüp ve rızıklandığı-nızdan şüpheniz olmasın.” (Ebû Dâvûd, Cihâd 70)

“Birlikte rahmet, tefrika azaptır. ” (Müsned-i Ah-med, 4:145)

Tefrika Allah’ın kovmuş olduğu şeytanın fitnesi-dir. Hangi topluma, hangi kavme girmişse onu he-lak etmiştir.

Hizipçilik edenler bilsinler ki; her biri Allah’ın kovmuş olduğu şeytanın neferidir.

Şucuyuz bucuyuz diyenler, cehennemi odunu olur, giderler.

Varisün NebiAbdullah Murad ŞükrüoğluHocaefendi’nin Konuşması

Page 8: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi8

Küreselleşme ve İslam İlişkisiSELMAN BAHAR

Küreselleşme, 19. yüzyılın sonlarında Sa-nayi Devrimi ile teknolojik faaliyetlerin baş-lamasıyla sosyal bilimlerin araştırma konusu olmuş bir kavramdır. 20. yüzyılın başlarında ve ortasında yaşanan iki büyük Dünya Sava-şı ile askeri teknolojide yaşanan büyük ivme-nin sivil teknolojiye yansıması ve kitlesel ile-tişimin adım adım gelişmesiyle Küreselleşme kavramı üzerine bilimsel araştırmalar artmaya başlamıştır. Yine yirminci yüzyılın sonlarında Soğuk Savaş’ın fiilen bitmesi ama teknoloji sa-hasında icatlar ve keşifler üzerine bir savaşın devam etmesi teknolojinin oldukça hızlı iler-lemesine sebep olmuştur. Bu durum bilginin yayılmasını ve iletişimin tarihte görülmüş en hızlı boyutlara ulaşmasını sağlamıştır. Tam an-lamıyla olmasa da iletişim ve bilgiye ulaşma hızıyla alakalı olan Küreselleşme kavramı gü-nümüz dünyasında sosyal bilimlerin en fazla araştırdığı kavram olmuştur.

İslam’la ilişkisini anlatabilmek için Küre-selleşme kavramını en kısa ve en yalın haliy-le şöyle tanımlayabiliriz. Zaman’da daha hızlı akış, Mekan’da daha soyut sınırlar, Kişi’nin top-lumla daha fazla etkileşim halinde olması...

Varılacak bir noktaya yürüyerek gidilme-sindense otomobillerle daha kısa sürede varılması zamanın hızlanmasına, bir odada otururken internet vasıtasıyla başka bir ülkede olan insanlarla muhabbet edilebilmesi mekanın sınırlarının soyutlaşmasına ve günümüzde hızlı akan zamanın ve soyutlaşmış

sınırların bir gereği olarak toplumsal olaylarla ve toplumla daha fazla iç içe yaşamamız gerekmesi de kişilerin toplumla etkileşiminin artmasına örnek olarak verilebilir. Bu durum-da Küreselleşme’nin etkilediği birçok değer-den biri de dinsel yaşam olacaktır.

Ne için yaşamak ve nasıl yaşamak? Bu so-rular Küreselleşme’nin İslam üzerindeki etki-sini anlayabilmek adına kişilerin kendilerince cevaplamaları gereken iki sorudur. Çünkü bu sorular her insanda farklı bir cevap bulabilir. Daha net olarak bu sorular Küreselleşmenin iyi yönde mi yoksa kötü yönde mi İslam’a etki ettiğini anlayabilmek için cevaplanması gere-ken iki önemli sorudur. Çünkü Küreselleşme İslam›ın doğrularına yani Kur’an-ı Kerim’e ve Hz. Muhammed (sav) Efendimizin sünneti-ne hükmedecek değildir. Küreselleşen yaşam standartları sadece kişilerin İslam’ı yaşama şekline hükmedebilir. Yani insanoğlu ne kadar müsamaha gösterirse Küreselleşme insanoğ-lunun yaşantısına o derecede etki edecektir. Bu yüzden biz Küreselleşme’nin yaşantılara ne anlamda etki ettiğini anlayabilmek için «Ne için yaşamak?” ve “Nasıl yaşamak?” sorularını cevaplamak zorundayız.

Dediğimiz gibi, bu soruların herkes için farklı cevabı vardır. Bir ateist için ilk sorunun cevabı, “Hiç bir şey için” iken ikinci sorunun cevabı, “Tesadüfler üzerine yaşamak” olabilir. Bu noktada ateist, günümüzde hızlı akan za-manı ve ortadan kalkmaya başlayan sınırları,

Page 9: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi9

Ama biz Allah’ın rızasını göze-terek salih ameller işlemek isti-yorsak araçlar amacımıza hizmet edecek. Biz nasıl olduğuna akı-mızla varamayacağız güzellikler yaşayacağız. Allah’ın lütfuyla attı-ğımız bir adım on adım hükmün-de olacak, ilerlerken nasıl iler-lediğimize şaşacak cümle alem.

tesadüfleri artıran sebepler olarak görecek ve yaşantısının maneviyatını boşaltmaya o den-li devam edecektir. Fakat başka bir pencere-den bakarsak bir Müslüman bu soruları şöyle cevaplayacaktır. “Allah-u Teala’nın rızasını ka-zanmak” ve “Allah-u Teala’nın rızasını kazana-bilmek için O’nun koyduğu helal-haram sınırla-rına göre yaşamak”

İşte Küreselleşme, Müslüman bir kişinin ya-şantısında onu yolundan alıkoyan bir engel ol-maktan çok fırsatlar haline dönüşecektir. Müs-lüman hızlı akan zamanı, atalarının ulaşmakta güçlük çektiği veya hiç ulaşamadığı coğrafyala-ra İslam’ı ve İslam’ın gereklerini ulaştırmak için kullanacaktır. Elindeki imkanların derecesin-de Konya’dan havala-nan bir uçakla en faz-la on sekiz saat içinde Japonya’ya varabile-cektir. Halbuki ataları-nın bırakın Japonya’yı, doğduğu şehirden hiç çıkmadan ömrünü ta-mamladığı vakidir.

Bu örnekler çoğal-tılabilir. Önemli olan bu örneklerle varmak istediğimiz sonuçtur. Şöyle ki artık günü-müzde bir insan bun-dan yüz yıl öncesinde koca bir devletin bile sahip olmadığı imkanları elinin altında tutu-yor. Fakat bu imkanları ne için kullanıyor? Bir Müslüman bu imkanları nasıl kullanmalı? Her zaman ikinci soruya verdiği cevabı hatırlayarak kullanmalı. Yani helal-haram sınırlarına riayet ederek...

Allah tarafından sunulmuş her nimet bir he-lalini, bir de haramını barındırır. Bizler her an bu bilinçte olursak ve ferasetle olaylara bakarsak her işin haramını da, helalini de fark edeceğiz. Bu durum her şeyde olduğu gibi günümüz tek-nolojisini kullanırken de geçerlidir. Eğer tekno-lojiyi lüks arabalar, yüksek korumalı toplumdan soyutlanmış siteler, eğlence mekanları olarak görürsen sadece sana sunulanla yetinmiş olur-sun. Ama eğer teknolojinin sana sunduklarıy-la daha iyisini yapmaya gayret edersen işte o zaman teknolojiyi kullanmış sayılırsın. Yani sa-dece lüks otomobiller satın alıp binmek yerine

Müslüman mühendisler kendini geliştirip bu arabalardan daha iyisini yaparsa teknoloji seni değil sen teknolojiyi kullanmış olursun. Sitele-rin güvenliğini gayrimüslimlerce sunulan tek-nolojiye emanet etmek yerine Müslümanları, gayrimüslimlerin güvenlik teknolojilerine karşı bir güvenlik sistemi oluşturmaya teşvik edersen işte böylece Küreselleşme›nin faydasını görürsün. Aksi halde Küreselleşme’nin bir ni-met olduğunu bilmez ve olmadık haramın içi-ne düşer insanoğlu.

Kur’an- Kerim’de Yüce Rabbimizin biz Müs-lümanlara çok fazla sorduğu, soru kalıbıy-la emrettiği bir şey var, “Düşünmez misiniz?” Düşünmek, bir köşeye çekilip saatlerce suspus

oturmak değildir. Yaşantının seyrettiği her and, başa gelen her olayda sürekli fe-rasetin açık olmasıdır. “Bu olay başıma ne-den geldi?, Sebepleri ne?, Bundan sonra ne yapmalıyım?...”

İnsan kendi için ya-şadığının bir mislini de ailesi, akrabaları, komşuları yani çevre-si için yaşamalıdır ki Allah-u Teala’nın rıza-sına erebilsin. Çünkü Allah-u Teala bencil

olanı değil bizcil olanı sever. Biz diyeni, bir-lik ve beraberlik için bir çaba göstereni tabi ki de “hep bana” diyenden daha çok sevecektir. Küreselleşen Dünya ise biz olabilmek adına, birlik ve beraberliği hiç olmadığı kadar fazla yaşayabilmek adına tarih boyunca görülen en güzel fırsattır. Çünkü tarihteki örneklerin aksi-ne binlerin, on binlerin değil milyonların oldu-ğu kitlelere kısa zamanda ulaşabilmek yaşadı-ğımız zaman diliminde mümkündür.

Küreselleşme birlik ve beraberlik adına çok güzel bir fırsatken aynı zamanda kötü niyetli düşünen fikri kötü olan insanların elinde nifak ve fitne için de bulunmaz nimettir. Yani Dünye-vi her nimetin bir helal boyutu ve bir haram bo-yutu vardır. Sürekli vurguladığımız gibi tercih-ler önemlidir bu noktada da. Biz neyi istiyorsak onu yapacağız elimizdeki fırsatlarla. Eğer kötü-

Page 10: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi10

yü istersen kötü her zaman var Dünya’da. Kötü nedir? Kötü zarardır, ziyandır, huzursuzluktur.

Ama biz Allah’ın rızasını gözeterek salih ameller işlemek istiyorsak araçlar amacımı-za hizmet edecek. Biz nasıl olduğuna akı-mızla varamayacağız güzellikler yaşayacağız. Allah’ın lütfuyla attığımız bir adım on adım hükmünde olacak, ilerlerken nasıl ilerlediği-mize şaşacak cümle alem.

Tamda bu noktada Abdullah Murad Şük-rüoğlu Hocamızdan bir güzelliği anlatmak yerinde olacaktır ki, niyet iyi olursa araçların nasıl insana hizmet ettiği daha iyi anlaşılsın. Hocamız zamanında Ramuz El Ehadis diye bi-linen hadis kitabını satarmış kapı kapı dola-şıp... Fakat her zamanda dua edermiş, “Rab-bim bize fırsat ver de bu kitapları Kur’an-ı Kerim’i satmak yerine hediye edelim insanla-ra.” diye. Duanın sürekli olanı, “Kabul olunma-dı” denmeden devam edileni makbuldür. Ho-camızın yıllarca çabası, duası bu yönde olmuş ve şimdi gelinen noktada Hocamızın manevi önderliğinde faaliyet yürüten Bizbiriz Derne-

ği hem yurt genelinde hem de yurtdışındaki birçok noktada amme hizmeti olarak Kur’an-ı Kerim, hadis kitapları ve hocamızın sohbet ki-taplarını halka hediye ediyor. Bu hikayeyi an-latmaktan kasıt icraatlarımızı övmek değildir sadece örnek olmaktır cümle Müslümana. Ki zaten Hocamız ve O’nun rehberliğinde kar-deşlerimiz “Kula Allah’ın övgüsü gerek.” diye-rek hizmet ediyor, Allah’ın rızasından başka bir gaye görmüyoruz, Elhamdülillah.

Hasıl-ı kelam Müslüman öyle olacak ki, her devrin kendine has fırsatlarını avcunun içinde tutacak. O nimetleri iki eliyle yoğurup İslam adına insanlığa sunacak. Sadece çağımızda yani küreselleşen Dünya’da değil, her çağ-da böyleydi ve böyle olacak. İslam’ı yaşamak hem zor hem de kolay olacak.

Zor olacak, çünkü gönül almazsa bir zerre ağır gelir sineye,

Kolay olacak, gönlün aldığı kadar almaz hiç bir kap, bu böyledir olacak böyle...

Page 11: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi11

Alak Sûresi TefsiriİLÂHİ VAHYİN ÇAĞRISI: YARATAN RABBİNİN ADIYLA OKU!

Hamide ERBAYBeşiktaş İlçe Vaizi

Rasûlullah’a (s.a.v) indirilen vahy-i ilâhî-nin ilk ayetleriyle başlayan Alak Suresi, adı-nı ikinci ayetinde geçen “alak” kelimesinden almıştır. “Oku” anlamındaki ilk kelimesinden dolayı “İkra Suresi” diye de anılmaktadır. On dokuz ayetten oluşan sure Mekke’de Rama-zan ayında indirilmiştir. Surenin ilk beş ayeti

Rasûlullah’a (s.a.v) gelen ilk vahiydir. Geriye kalan on dört ayetinin ise daha sonraları Ebu Cehil hakkında indiği rivayet edilmiştir.

Hadis kaynaklarında Hz. Ayşe’ye isnat edi-len rivayete göre ilk vahyin iniş hadisesi şöyle anlatılmaktadır:

Page 12: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi12

“Hz. Muhammed’e (s.a.v) ilk gelen vahiy, uykusundaki sadık rüya halindeydi. Ne zaman bir rüya görse mutlaka gün aydınlığı gibi çı-kardı. Sonra ona yalnız başına kalmak hoş gösterildi. Ve O, Hira dağındaki mağaraya çe-kilerek sayısı belirli gecelerde orada ibadet et-mekteydi. Bu esnada ailesine yaklaşmamakta ve onlara uğramamaktaydı. Beraberinde yi-yeceğini de götürmekteydi. Sonra tekrar Hz. Hatice’nin yanına gelip azığını almakta ve git-mekteydi. Nihayet Hira mağarasında Hak ona geldi. Yaklaşan melek “Oku” dedi. O ise “Ben okuyamam” dedi. Hz. Muhammed (s.a.v) bu-yurdu ki “Melek beni aldı ve sıktı. Öyle ki beni son derece yordu ve bıraktı.” Sonra dedi ki ‘Oku.’ Ben ise okuyamam dedim. İkinci defa beni aldı ve sıktı sonra dedi ki ‘Oku!, yaratan Rabbinin adıyla. O insanı alaktan yarattı. Oku! Kalemle (yazmayı) öğreten, insana bilmediği-ni öğreten Rabbin sonsuz kerem sahibidir.’ ”

Böylece Hz. Muhammed (s.a.v) ilikleri tit-reyerek döndü ve Hz. Hatice’nin yanına geldi. Sonra: “Beni örtünüz, örtünüz.” dedi. Üzerini örttüler, korku ve dehşeti gidinceye kadar. Hz. Muhammed (s.a.v) “Ey Hatice, bana ne oldu?”

diyerek başından geçenleri haber verdi ve dedi ki “Kendimden korktum.” Hz. Hatice ise ona “Hayır, seni müjdelerim. And olsun ki Allah (c.c), seni ebediyen mahcup etmez. Çünkü sen akrabalarını ziyaret edersin, doğru söylersin, zahmetlere katlanır, misafirlere ikram edersin. Haklı olanlara destek olursun.” Sonra Hz. Ha-tice varıp amcasının oğlu Husay oğullarından Abdüluzzâ oğlu Nevfel oğlu Varaka’nın yanına gitti. Varaka, cahiliye döneminde Hıristiyanlığı kabul etmiş birisiydi. İbranice (okuma) yazma bilirdi. İncil’den Allah’ın dilediği kadarını İbranice olarak yazmıştı. Yaşlı birisiydi, gözle-rini yitirmişti. Hz. Hatice ona dedi ki: “Ey am-camın oğlu, kardeşinin oğlundan dinle.” Va-raka dedi ki: “Ne oldu sana kardeşimin oğlu?” Hz. Muhammed (s.a.v) gördüklerini anlattı. Bunun üzerine Varaka dedi ki: “Bu sana ge-len, Hz. Musa’ya inen Namus-u Ekber’dir. Keş-ke ben de bulunsaydım, keşke ben de kav-min seni vatanından çıkarttığı zaman sağ olsaydım.” Rasûlullah (s.a.v) “Kavmim beni va-tanımdan mı çıkaracak?” dediğinde, Varaka “Evet, senin getirdiklerini hangi kimse getirdi ise ona düşmanlık edilmiştir. Eğer ben senin

Page 13: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi13

gününe ulaşırsam sana büyük destek olurum.” Ancak Varaka çok geçmeden vefat etti.” (Buhârî, Bed’ul-Vahy, 3; Müslim, İman, 252)1

Yüce Allah’ın mele-i alâdan ikramda bulu-narak insanı anıp iltifatta bulunması, bütün mevcudatın ilahi kelamın sedasıyla huşu duy-ması, eşi bulunmaz, akılları durduracak bir ha-dise, büyük bir lütuftur. Öyle ki Yüce Allah (c.c) ile kulları arasındaki yirmi üç yıl boyunca sü-ren bu doğrudan doğruya münasebetin zev-kini tadanlar, Rasûlullah’ın (s.a.v) yüce dostuna intikalinden sonra, O’nun kaybının yanında va-hiy vasıtasıyla kurulan bu rabıtadan mahrum kalmanın da üzüntüsünü yaşamışlardır.

Enes (r.a.)’dan gelen rivayete göre, Hz. Peygamber’in (s.a.v) vefatından sonra Hz. Ebubekir Hz. Ömer’e dedi ki: “Haydi birlikte Resûlullah’ın (s.a.v) hayattayken ziyaret ettiği gibi, biz de Ümmü Eymen’i (r.a.) ziyaret ede-lim.” Onun yanına geldiklerinde Ümmü Eymen (r.a) ağladı. Hz. Ebubekir ve Ömer ona: “Ne-den ağlarsın, bilmez misin ki Allah (c.c) katında

1 İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c. XV, s. 8528.

olanlar Allah Rasulü (s.a.v) için daha hayırlıdır?” dediklerinde o da; “Evet, bilirim. Allah (c.c) ka-tında olanlar Allah Rasulü (s.a.v) için daha ha-yırlıdır. Ama gökten gelen vahyin kesilmiş ol-ması ağlatır beni,” demiştir. Bu söz üzerine Hz. Ebubekir’de Hz. Ömer’de heyecana gelerek ağ-lamaya başlamışlardı.2

İlâhî vahyin yeryüzüne inişi ile yeni bir dönem başlamış, bir dönem son bulmuştur. Allah’ın (c.c) himayesi ve inayeti altında olan müminler tüm işlerinde, büyük küçük her meselelerinde vahyin kılavuzluğu ile yol almışlardır.

Resûlullah (s.a.v.) Rabbiyle doğrudan doğ-ruya ilk bağ kurduğu anda, Mele-i alâya dön-dürülerek Yüce Allah’ın (c.c) adıyla okuması için emir almıştır.

1-“Yaratan rabbinin adıyla oku”

Rasûlullah’a (s.a.v) inen ilk vahiy, ona ve onun şahsında bütün inananlara okumayı em-retmiş, onları kalemle yazmaya ve ilimde ge-lişip yetkinleşmeye teşvik etmiştir. İlk vahyin

2 İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, c. XV, s. 8530.

Page 14: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi14

“oku” emriyle başlaması ve bu emrin iki kez tekrar edilmesi, okumanın ve bilmenin insan hayatındaki önemini vurgulamaktadır. Daha sonra indirilecek olan Bakara suresinde Rab-bimizin, canlılar arasında insanın farklı ve üs-tün konumunu onun öğrenme özelliği ile ta-nımlaması da son derece anlamlıdır (Bakara, 23).

Ancak, Rasûlullah’a (s.a.v.) emredilen “oku-manın” konusu veya neyi okuması gerektiği hususu ayette belirtilmemiştir. Çünkü başta kendisine indirilen vahiy ve kozmik evrendeki ayetler olmak üzere, üzerinde inceleme yapıp zihin yorarak hakkında bilgi edinilmesi, ders ve ibret alınması gereken her şeyi tanıması, hakikatini anlayıp kavraması istenmektedir. Kuşku yok ki yaratanı tanımak dinin en temel gayesidir. Bu sebeple “Yaratan Rabbinin adıy-la oku!” buyrularak Rasûlullah’ın (s.a.v) okuma faaliyetine veya herhangi bir işe başka varlık-ların adıyla değil, yaratan Rabbinin adıyla baş-laması ve ondan yardım istemesi emredilmiş-tir. Ayette yaratma sıfatına vurgu yapılmıştır. Çünkü hem insana okuma yeteneği ve imkanı veren hem de okuduğu, incelediği, anlamaya ve kavramaya çalıştığı nesneleri yaratan Yüce Allah’tır (c.c)3. O yüce yaratan ki “Sen öncele-ri kitap nedir, iman nedir bilmezdin.” (Şurâ, 52) buyurduğu, hiç kitap okumamış, yazı yaz-mamış ümmi Rasulüne bir emir ile bir muci-ze olarak okunacak bir kitap indirmiş ve ken-disine yazmadan okuyacak, okutacak, emir yoluyla yazdırtacak bir kıraat kudreti ihsan buyurmuştur. Böyle bir okuma mucizesinin nasıl mümkün olacağı gibi bir şüpheye mey-dan bırakılmaması için bir sonraki ayette ya-ratılışın başlangıcı ve mahiyeti açıklanıp hatırlatılmıştır.

2-“O insanı “alak”tan (asılıp tutunan zi-got) yaratmıştır.”

“Alak” sözlükte “alekanın çoğulu” kabul edilmektedir. Mutlak şekilde ilişken ve yapış-kan nesneye denir. Kana ve özellikle uyuşuk kana da “aleka” denilmiş. Tefsir bilginleri, ya-ratılışın maddi yönünü göz önünde bulun-durarak, kandan bir kısım olması itibariyle ve ilişiklik manası ile, aşılanmış yumurtanın ana rahminin iç cidarına asılı vaziyetini (zigot) “aleka” olarak yorumlamışlardır.

3 DİBY, Kur’an Yolu Meal-Tefsir, c. V, s. 652.

“Aleka”nın ruhani ve manevi olarak aşk ve sevgi manasına geldiği de sözlükte açıklan-maktadır. Bu anlamıyla beraber düşündüğü-müzde insanın yaratılış kökeni daha ince, de-rin ve beliğ bir anlam kazanmaktadır.4

3-“Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir.”

İlk vahyin nüzulü sırasında Cebrail, Rasulullah’a (s.a.v) “Oku” dediğinde okuma işi-nin okuma yazma bilenler tarafından yapıla-bileceğini düşünerek O, “Ben okuma bilmem” demişti. İşte 3. ayet bir bakıma Rasûlullah’ın (s.a.v) bu özür beyanına bir cevap niteliği ta-şımaktadır. O, insanı “alak”tan yaratıp mü-kemmel bir hale getiren kullarından diledi-ğine ilm-i ledün (Allah tarafından ihsan edilen ilim) vererek, bir öğretici ve öğretim aracılı-ğı olmadan bilgi öğretecek kadar sonsuz bir cömertliğe sahiptir.

4-5-“O Rab ki kalemle yazmayı öğretti. İnsana bilmediği şeyleri öğretti.”

Âyette kalemin vurgulanmasının sebebi, kalemin ilim ve hikmetlerin tedvin edilme-sinde en önemli vasıta olmasıdır. Kalem Al-lah (c.c) tarafından indirilmiş olan kutsal ki-tapların yazılmasında, kuşaktan kuşağa bilgi aktarmada en önemli vasıta olmuştur. Kalem vasıtasıyla insana bilmediklerini öğreterek ce-halet karanlığından kurtarması O’nun sonsuz kereminin ve lütfunun eseridir.

6-7- “Gerçek şu ki insan, kendini kendine yeterli görerek ille de azgınlaşmaktadır.”

Surenin bundan sonraki kısmı ilk beş aye-tinden epeyce sonraları indirilmiştir. İnmesi-ne sebep olan kişinin Ebu Cehil olduğu riva-yet edilmektedir. Rivayete göre Ebu Cehil, “Lât ve Uzza’ya yemin olsun, Muhammed’i namaz kılarken görürsem mutlaka ensesine binip yü-zünü toprağa sürteceğim!” diyerek, onun na-maz kılmasını engellemeye karar vermiştir. Rasulullah’ı (s.a.v) namaz kılarken gördüğün-de yeminini yerine getirmek isteyince hemen geri döndüğü ve elleriyle kendini koruma-ya çalıştığı görülmüş; niçin böyle tuhaf hare-ketler yaptığı sorulunca, “Benimle O’nun ara-sında ateşten bir hendek, korkunç bir varlık ve bazı kanatlı şeyler meydana geldi” demiş-tir. Resûlullah (s.a.v) “Eğer bana yaklaşsaydı melekler onu kapıp parça parça edecekler-

4 Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. IX, s. 324.

Page 15: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi15

di!” buyurmuş. Bu olay üzerine Alak Suresi’nin 6-19. ayetleri inmiştir (Müslim: Münâfikın, 38).5

İnsanoğlunun elindeki tüm imkanların ger-çek sahibi, onu yaratan ve istediği anda elin-den alma gücüne sahip olan Yüce Allah (c.c.), surede insanın yaratılışına dair hakikati ifade ettikten sonra, kulu ile kendisi arasına giren in-sanoğlunun en büyük zaafına işaret etmekte-dir. Bu ayetlerin nüzulüne yukarıda anlatılan olay sebep olsa da, ayetler genel itibariyle, in-sanın kendisine yettiğini zannedip, varlığına ve zenginliğine güvenerek şımarmasına, haddini aşmasına ve Allah’a itaatten uzaklaşmasına se-bep olduğunu dile getirmektedir.

8-“Oysa (kuldaki) her şey yalnız rabbine aittir (O’na dönecektir)”

Ayet kendisini yeterli gören, elindekini ken-dine ait zanneden, böbürlenerek yoldan sapan kulları uyarmaktadır. Onun için kendini zengin gören azgının haline bir misal verilerek buyu-ruluyor ki:

9-14-“Gördün mü, bir kulu namaz kılar-ken engelleyen o adamı? Peki düşündün mü (ey inkarcı), ya o kul doğru yolda ise? Yahut günahtan sakınmaya çağırıyorsa! Düşün-dün mü (ey Resulüm), ya bu adam hakkı in-kar ediyor, sırt çeviriyorsa! Allah’ın her şeyi gördüğünü bilmiyor mu?”

Müfessirlerin çoğunluğuna göre bu ayetler, Rasulullah’a (s.a.v) hitap ederek onun ve mü-minlerin Kabe önünde namaz kılmalarını en-gellemeye kalkışan Ebu Cehil’e karşı sert bir uyarıdır. Ayetlerin içeriği ele alındığında ise, her dönemde dinin sosyal hayata yansımasını ve dinin toplumsal hayatı iyilik, hak ve adalet il-kellerine göre şekillendirmesini engellemek is-teyen zalimlere yönelik olduğu görülmektedir. İnsanlık böyle kişilere karşı uyarılmaktadır.

15-16-“Hayır, hayır! Eğer o, bu davranı-şından vazgeçmezse, and olsun ki biz, onu perçeminden, o günahkar ve yalancı perçe-minden tutup cehenneme sürükleriz.”

“Nâsiye” alındaki saç, perçem için kullanılan bir ifadedir. “Perçeminden yakalayacağız” sözü mecazi bir ifade olup, “Onu tutup cehenneme atacağız, yüzünü kara çıkaracağız, yüzünü dam-galayacağız, alçaltacağız” gibi değişik şekiller-de açıklanmıştır. Kendi kendini yeterli gördüğü

5 DİBY, Kur’an Yolu Meal-Tefsir, c. V, s. 653.

için azgınlık eden ve Allah’ın kullarının ibadet etmelerine, dinin emirlerini yerine getirmeleri-ne engel olan kişinin, imtihan gereği bir süre dünya hayatında serbest bırakılsa da sonunda bir gün gelip yakasına yapışılacağı, hak ettiği cezayı göreceği bildirilmektedir. Nitekim Ebu Cehil ve benzerleri Müslümanlar karşısındaki yenilgi ve tükenişleriyle bu dünyada cezalarını görmüşlerdir. Ayrıca ahirette de cezalandırıla-cakları birçok Ayette haber verilmektedir.

17-18-“O hemen kurultayını çağırsın, Biz de zebanileri çağıracağız.”

“Nâdî” kelimesi, “bir konuda istişare etmek üzere toplanmak” anlamına gelen “nedve” kö-künden türemiş olup, kurultayda bir araya ge-len heyeti ifade eder. Cahiliye döneminde bu tür toplantıların yapıldığı yere Dâru’n-nedve denilirdi. “Zebaniye” kelimesi ise, “itmek, sav-mak” anlamına gelen “zeben” kelimesinden tü-remiş olup çoğul bir isim olup azap melekleri-ni ifade etmektedir. Rivayete göre, Rasulullah (s.a.v) İbrahim’in makamında namaz kılarken Ebu Cehil, “Ben sana namaz kılma demedim mi?” diyerek onu tehdit edip engellemek iste-miş, Rasulullah ona sert bir şekilde karşılık ver-mişti. Ebu Cehil, “Sen beni ne ile tehdit ediyor-sun? Vallahi ben bu vadide adamları en çok olan kimseyim” demiş, bunun üzerine bu ayet-ler inmiştir. Bu ayetlerle Ebu Cehil’in aczi ortaya konmak istenmiştir.

19-“Sakın onun isteğine uyma! Secdeye kapan ve Allah’a yaklaş”

Ayette, böyle azgın, Allah ve peygamber ta-nımaz kimseye boyun eğmemesi, namaz kılma-ya ve secde etmeye devam ederek Allah’a yak-laşma gayesi içinde olması Rasulullah’a (s.a.v) emredilmektedir. Şüphe yok ki Allah’a yaklaş-mak, O’nun emirlerine itaat etmekle ve bu ita-atin en anlamlı ifadesi olan secde ile mümkün-dür. Çünkü secde, bütün yakınlığın esası olan boyun eğme ve teslimiyetin en mükemmel şeklidir. Nitekim Resûlullah (s.a.v) bir hadisle-rinde; “Kulun Rabbine en yakın olduğu an sec-dede bulunduğu andır,” buyurmuştur.

Alak Suresi’nin bu son ayetini okuyan ve işi-tenin tilâvet secdesi yapması vaciptir.6

6 DİBY, Kur’an Yolu Meal-Tefsir, c.V, s.656.

Page 16: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi16

أمثل يبتلى الرجل على أمثل فالا أنبياء، ثم الا قال رسول الله )ص( اأشد الناس بلاء الاحسب دينه فاإن كان في دينه صلبا اشتد بلاؤه، واإن كان في دينه رقة ابتلى على قدر دينه

أرض و ما عليه خطيئة ، فما يبرح البلاء بالعبد حتى يتركه يمشى على الا

Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (sav) buyuruyor:

“İnsanların bela yönünden en şedidi peygamberlerdir. Sonra sırasıyla insan, kudretine göre ibtilaya uğrar. Dininde kuvvetli olanın belası nispetle şiddetli olur. Kalanların da buna kıyasla, inancı zayıf olanın musibeti ağır ağır, az olur. Kul yeryüzünde yürüdüğü müddetçe

bela onunla berberdir. Sonra üzerinde bir hata kaldığı müddet peşini bırakmaz.”

Belalar, musibetler geldiğinde nebileri hatır-lamak gerekir. O zaman gelen belaya rahat kat-lanırsınız. Bir gecede Eyyüb (as)’ın mal varlığı gitmiş, hayvanları ölmüştü, ertesi gece bütün ekinleri yanmıştı. Üçüncü gece çocukları vefat ediyordu.

- Allah’ın kovmuş olduğu şeytan, daha yok mu? Diyordu.

Allah müsaade ediyordu. Secde mahallinde açık kalan delikten, nefes yoluyla bedenine, araz veriyordu. Allah’ın kovmuş olduğu şeytan sade-ce sebep burada. Hepimiz kızmıyor muyuz yeri geldiği zaman; ‘Şeytana uydum...’

Yok canım kardeşim! ‘O sana uydu’ desem ye-ridir. Çünkü senin niyetini sana süslü göstermek-le mükelleftir. ‘Sana gelip de şu zinayı işle, hırsız-lığı yap, adamı öldür, şuna zulüm yap.’ demez.

Sen niyet edersin, o sadece sana niyetini süslü gösterir.

Musibet başa geldiğinde isyan eden zalimler gibi, firavunlar gibi, nemrutlar gibi olmayacaksı-nız. O musibet sizin hayra erişmeniz, sizin cen-nete girmeniz için bir sebeptir sadece. ‘Bu halde de sana hamdolsun Allah’ım! Elhamdülillahi ala külli hal’ diyeceksiniz. İşte o zaman Eyyüb (as)’ı anlayacaksınız.

Bir kardeşim kazanç sıkıntısı, rızık sıkıntısı çek-tiği zaman diyordu ki:

‘Ya Rabbi! Sen dağdaki kurtların ulumasıyla onlara kudret helvası indirdin. Kudretinden karın üstünde onlara taam verdin. Ben de insanlığım-dan sıyrılıp sana kurtlar gibi duaya geldim; ‘vuu-uuu’ diyerek...

Allah’a gönlünden sesleniyordu ve Allah ka-bul ediyordu. Belalar ve musibetler insanları

HADİSM. DİKKATLİ

Page 17: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi17

cennete sevk etmek için Allah-u Teala’nın kudret kamçısıdır. Sahabe gibi olacağız. Her bela geldi-ğinde ‘Elhamdülillahi ala külli hal’ bu mutlaka bi-zim cennette ki şerefimizi, makamımızı arttırır, diyeceğiz Bir şiirde böyle yazıyor:

‘Acaba bu dünyada gamdan kim azadedir?

Herkesin bir derdi var madem, Ademzadedir.’

Kazazede gibidir Adem evladı. Hiç kimse ka-zadan, beladan uzak ve beri değildir. Allah-u Te-ala hepinizi ve hepimizi cennet-i ala’ da havz-ı kevser başında toplayıversin. Muhakkak ki “Hay-rihi ve şerrihi minallah.” diyenler, hayır geldiğin-de sevinip, şer geldiğinde üzülmezler. İmam-ı Azam Ebu Hanife’den (rh) nakledilir, derler ki;

-Ya İmam! Gemilerin denizde battı.

Başını öne eğiyor, gönlüne bakıyor:

-Elhamdülillah, diyor.

Aradan bir saat sonra tekrar aynı adam geliyor:

-Ya imam! Batan gemiler komşuların gemile-riymiş, seninki batmamış, diyor. Gönlüne bakı-yor tebessümle:

-Elhamdülillah, diyor.

-Ya imam! Bunun sebebi nedir? Sen, “Gemi-ler battı.” dedik, ‘Elhamdülillah’ dedin. ‘Seninkiler batmamış’ dedik, ‘Elhamdülillah’ dedin.

Diyor ki:

-‘Battı’ deyince, ey nefsim üzüldün mü, de-dim. Bana ne, benim değil ki. Hak verdi, Hak aldı, dedi. O yüzden elhamdülillah, nefsim sahiplen-memiş dedim. Batmadı dediniz, sordum sevin-din mi? Bana ne benim olmayan şeyin sevincin-den üzüntüsünden dedi, elhamdülillah dedim.

Biz diyoruz ki:

Ben benim değilken, nasıl olsun mal benim,

Dünya denen şu mezbelelikte gelin birazda siz eğlenin

Page 18: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi18

HUZURDAN KAÇANIN HUZURU OLMAZ

Namazın Önemi

FIKIHAYŞE TUNÇ

لاة وسطى والص وا ال وم ه وق ل ن ل ي ت ان قوا ظ اف ى ح ل وات ع ل الص

“Namazlara ve orta namaza devam edin. Allah’a gönülden boyun eğerek namaza durun.” 1

Farsça bir kelime olan namaz, Kur’ân’da “sa-lat (صلاة)“ kelimesi ile ifade edilmektedir.“Salat”, dua anlamına da gelmektedir. Istılahı manası ise “Peygamberimizin uyguladığı şekilde yerine ge-tirilen, kalp, dil ve bedenle birlikte yapılan bir ibadettir.” Başka bir deyişle Namaz; fiilî bir dua ve niyaz, eyleme dönüşmüş bir tevhid, Allah hu-zurunda huşû ve hudû dolu bir boyun eğiş ve Allâh’ın düşmanlarına karşı nefret dolu bir kıyam ve başkaldırıştır.”

Hocamız Abdullah Murad Şükrüoğlu’nun ifa-desiyle :

Namaz; huzuru kalp ile yönelmektir Mevlaya.

Ruh ile uruç etmektir Cemalullah’a.

Kur’an’da, Rasulü Ekrem (a.s) Efendimiz’den önceki peygamberlerin namaz kılmakla emro-lundukları değişik vesilelerle belirtilmektedir, şöyle ki :

“Mûsa’ya ve kardeşine, “Kavminiz için Mısır’da (sığınak olarak) evler hazırlayın ve evlerinizi na-maz kılınacak yerler yapın. Namazı dosdoğru kı-lın. Mü’minleri müjdele” diye vahyettik “. 2

(bk. el-Bakara 2/83;; Hûd 11/87; İbrâhim 14/37, 40; Meryem 19/30-31, 54-55; Tâhâ 20/14; el-Enbiyâ 21/72-73; Lokmân 31/17)

Bundan anlaşıldığına göre namaz ibadeti sa-dece Muhammed (sav) ümmetine has olmayıp

1 Bakara/2382 Yûnus 10/87)

önceki dinlerde de bulunmaktaydı. Siyer kitapla-rındaki bilgilere göre, fetret-i vahy ( ilk vahiyden sonra bir süre vahyin gelmemesi ) döneminden hemen sonra namaz farz kılınmıştır. Namaz farz kılınınca Cibrîl (a.s), Rasulullah’a gelerek onu vadi tarafına götürmüş, orada fışkıran su ile önce Cib-rîl (a.s) sonra Rasulullah abdest almış ve beraber-ce iki rekat namaz kılmışlardır. Rasulullah mutlu bir biçimde eve gelmiş, eşi Hz.Hatice annemizin elinden tutarak oraya götürmüş ve aynı şekilde birlikte abdest alıp iki rekat namaz kılmışlardır.

İslam’ın başlangıç yıllarında namaz, sabah ve akşamleyin kılınan ikişer rekattan ibaret iken, Mirac olayından sonra beş vakit namaz emredil-miştir. “Kendi nefsinde bir yakarış ve ürperiş için-de ve pek yüksek olmayan bir sözle sabah ve ak-şam Rabbini an; gafillerden olma” (el-A‘râf 7/205) âyeti namazın başlangıçtaki durumuyla ilişkili görülmektedir. Cibrîl (a.s) ‘ın Rasulu Ekrem (a.s) Efendimiz’e Kabe’de, namazın vakitlerini göster-mek üzere imamlık etmesi Mirac olayının ertesi günü olmuştur.

Namaz emrini, Allah Teâlâ’nın yeryüzüne me-lek aracılığıyla göndermeyip Mi‘rac gecesi Ra-sulu Ekrem Efendimiz’in huzuruna çıktığında ona tebliğ etmesi de (Buhârî, “Salât”, 1; Müslim, “Îmân”, 263), bu ibadetin müslümanın manevi ha-yatı açısından önem ve anlamını göstermektedir. Bu sebepledir ki , namaz kulun Allah’a ulaşması ve kavuşması yolunda önemli bir araç olduğu-nu anlatmak için Efendimiz (a.s) “Namaz mümi-nin miracıdır” buyurmuş, ümmetin namazla ilgi-li bilinç ve değerlendirmesini adeta bu cümleyle özetlemişlerdir.3

Namazın dış görünüşü birtakım şekiller ve zikirden ibaretse de, içerisi ve gerçek mahiyeti,

3 İsam ilmihal

Page 19: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi19

yüce yaratıcıya münâcât etmek, O’nunla konuş-mak, O’na yakınlaşmak ve O’nu müşahede et-mektir. Bu özelliğinden dolayı, yüce yaratıcı ile teklifsiz, aracısız buluşma ve konuşma anlamına gelişinden dolayı, namaz ilahi bir lutuftur. Na-maz kılmak, Müslümanlığın dışa yansıyan temel göstergelerinden biridir yani müslümanın varo-lan kimliğidir.

Namaz; tesbih, tazim, hamd, sena, tevbe, te-fekkür… gibi bütün kulluk vasıflarının bir di-siplin çerçevesinde toplandığı, yoğunlaştığı bir ibadet olması hasebiyle, huşu içerisinde eda edilmesi gereken bir vazifedir. Allah’a yaklaş-manın yolu, ona yükselmenin basamağı ve bu bakımdan en önemli ibadet, ibadetlerin özü ve özeti sayılmıştır.

Efendimiz (a.s), namazın kul hayatındaki öne-mi ile ilgili olarak; “Namaz dînin direğidir. Kim onu terk ederse, dînini yıkmıştır ” buyurmuştur.4 Secdeyi ise kulun Allah’a en yakın olduğu hal olarak nitelendirmiştir.5

Namaz İslam’ın beş temel şartından biridir. Kelime-i Şehadetten sonra ilk emredilen ibadet namazdır. Efendimiz (a.s) bir hadislerinde bu hu-susu şöyle ifade etmektedir:

سلام على خمس : شهادة اأن لا اإله بني الاإ الله ، واأن محمدا رسول الله ، واإقام اإلا

لاة ، واإيتاء الزكاة ، وحج البيت ، وصوم الصرمضان

“İslâm beş temel üzerine bina kılınmıştır: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna şahitlik etmek. Na-mazı dosdoğru kılmak, zekatı hakkıyla vermek, Allah’ın evi Kabe’yi haccetmek ve Ramazan oru-cunu tutmak.”6

Namaz Allah’a kulluk etmektir.

“Allah’a gönülden boyun eğerek namaza durum. “7

Namaz ile ilgili ayet ve hadislere göre nama-zın farz kılınmasındaki hikmetlerinden biri de, namaz kılan kimsenin Cenab-ı Allah’ın kudret ve kuvvetini, azabını, rahmetini, hayal ve hafızası-na nakşederek nefsini tehzip etmesi ve bu suret-le kendisini her türlü fenalıklardan, hatalardan,

4 Beyhakî, Şuabu’l-Îman, IV, 300/25505 Müslim, “Salât”, 215; Nesâî, “Mevâkýt”, 356 Buhârî, Îmân 17 Bakara 2/238

suçlardan alıkoymasıdır. Allah düşüncesi ve kalbi Allah’a bağlama, insanı her türlü fenalıktan alıko-yar. Namaz Allah’ı sürekli hatırlamanın en büyük vesilesidir. Nitekim ayette :

“Beni hatırlamak/anmak için namaz kıl” buyurulmaktadır.8

Namaz insanın maddi ve manevi temizliği-nin vasıtasıdır. Çünkü namaz kılmak için abdest almak, gerekiyorsa gusül abdesti almak, ayrıca elbisenin ve namaz kılınacak yerin de temizlen-mesi gerekir. Bu açıdan namaz, maddi temizliktir. Günahlardan arınmanın bir yolu olması sebebiy-le de manevi temizliktir. Şöyle ki:

Efendimiz (a.s.), beş vakit namazını kılan kim-seyi günde beş defa bir nehirde yıkanan kimseye benzetmiştir:

“Ne dersiniz? Birinizin kapısının önünde bir ır-mak olsa ve burada günde beş defa yıkansa bu kimsede hiç kir bırakır mı? (Sahabenin):

“Hayır hiç bir kir bırakmaz’ diye cevap verme-leri üzerine Efendimiz (a.s):

“İşte beş vakit namaz da böyledir. Allah, bu se-beple günahları temizler, yok eder.”buyurdular.9

8 Tâhâ 20/149 Buhârî, “Mevâkýt”, 6; Müslim, “Mesâcid”, 282

Page 20: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi20

Namaz, insanı günah işlemekten alıkoyar, gü-nahtan uzaklaştırır.

“Sana vahyedilen kitabı oku ve namaz kıl; çün-kü namaz çirkin ve kötü işlerden alıkor. Allah’ı zikretmek en büyük şeydir. Allah yapıp ettikleri-nizi bilir” buyurulmaktadır.10

Namazın direnç göstermede bir fonksiyonu bulunduğu da anlaşılmaktadır.

“Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kıla-rak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki Allah sabredenlerle beraberdir.” 11

“Sabrederek ve namaz kılarak (Allah’tan) yar-dım dileyin. Şüphesiz namaz, Allah’a derinden saygı duyanlardan başkasına ağır gelir “. 12

Kur’an’da, namazı üşene üşene kılmayı ve terk etmeyi münafık ve kafirlerin niteliği olarak zikredilmiştir.

“Münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların bu çabalarını başlarına geçirir. Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkar-

10 el-Ankebût 29/4511 Bakara, 2/153 12 Bakara, 2/45

lar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı pek az anarlar .”13

“ Ve onların infaklarının, onlardan kabul edil-mesine mani olan şey, ancak Allah’ı ve O’nun resûllerini inkâr etmeleri ve namaza üşenerek gelmeleri ve onların ancak kerih görerek infâk etmeleridir.”14

Namaz kılanlara mükafatları bir çok Ayet-i Kerime’de ifade buyrulmuştur :

“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbir-lerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alı-koyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Resûlüne itaat ederler. İşte bunlara Al-lah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”15

“Onlar namazı dosdoğru kılan, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolun-da harcayan kimselerdir. İşte onlar gerçekten mü’minlerdir. Onlara, Rableri katında yüksek

13 Nisa, 4/14214 Tevbe, 9/5415 Tevbe, 9/71

Page 21: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi21

mertebeler, bağışlanma ve cömertçe verilmiş rı-zık vardır.”16

Namaz kılan kimse, Rabbi ve meleklerle beraberdir.

Bu konuda Efendimiz (a.s.)’ın şu hadisi olduk-ça dikkat çekicidir:

“Gece ve gündüz melekleri sizi takip ederler. Sabah ve ikindi namazlarında toplanırlar. Sonra sizinle geceleyen melekler, ilahi huzura çıkarlar.

Rab’leri onlara :

“- Onları en iyi bir şekilde bildiği halde - kulla-rımı nasıl terk ettiniz?” diye sorar.

Melekler :

“Onları namaz kılarken terk ettik ve namaz kı-larken bulduk .”17 cevabını verirler.

Namaz müminlerin kusurlarına keffaret ve Allah’ın mağfiretine vesile olur.

Efendimiz (a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Beş vakit namaz ve Cuma namazı diğer Cuma namazına kadar, Ramazan, diğer Ramazana ka-dar büyük günahlardan kaçınıldığı takdirde ara-larında işlenen küçük günahlara keffarettirler.” 18

“Allah, beş vakit namazı (kullarına) farz kıl-mıştır. Kim abdesti güzelce alır, beş vakit namazı

16 Enfal, 8/3-417 Buhârî, Mevâkît, 9/16. (I, 139.)18 Müslim, Sahih,Tahâre, 3/16. (I, 209.); Ahmed b. Hanbel, Müs-ned, II, 229.

vaktinde kılar, rükûunu, ve huşûunu tam yaparsa bu kimseye Allah’ın onu bağışlayacağı (ve cenne-te koyacağına) dair ahdi (sözü) vardır. Böyle yap-mayan kimseye ise Allah’ın bir sözü yoktur. Diler-se onu bağışlar (ve cennetine koyar), dilerse ona azap eder.”19

Namazın önemi, terki veya ciddiye alınmadan kılınması halinin şiddetle ikaz edilmesiyle de anlaşılmaktadır.

“Yazıklar olsun namaz kılanlara ki,onlar na-mazlarını ciddiye almazlar. Onlar (namazlarıyla) gösteriş yaparlar.”20

“Onlardan sonra, namazı zayi eden, şehvet ve dünyevî tutkularının peşine düşen bir nesil geldi. Onlar bu tutumlarından ötürü büyük bir azaba çarptırılacaklardır.”21

“Gerçekten kişi ile şirk ve küfür arasında na-mazı terketmek vardır.” 22

Namazın keyfiyetini bildiren ayet-I celileye muhatap olabilmek, duasıyla…

“Gerçekten mü’minler kurtuluşa ermiştir; on-lar ki namazlarında huşû içindedirler.”23

19 Ebû Dâvûd, Sünen, Salat, 2/9. (I, 295-296.)20 Maun 107/ 4-621 Meryem 19/5922 Riyazü’s Salihin/5223 el-Mü’minûn, 1-2

Page 22: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi22

Habibi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v) 40 yaşlarına yaklaşırken gelecek büyük lütuf ve manevi feyizlere de bir anlamda hazırlanı-yorlardı. Kabe’ nin hakemliği olayının ardın-dan içinde yaşadığı toplumun yaptığı zulüm-ler, ahlaksızca tavırlar, cahilce tapınışlar daha fazla acı veriyordu Allah Rasulüne. İnsanların bu değiştirilemez ve kabullenilemez halleri yalnızlığı sevdirir olmuştu. Bu sebeple çevre-sindeki zifte ve zifiriliğe inat Allah’ın nuruyla parlatılmış bu nadide cevher za man za man evin den çı kar, Mek ke’den uzak la şır, ses siz ve sa kin yer le re doğ ru gi der di. Bu uzaklaşma Mekke’ ye bir buçuk saat mesafede bulunan Hira mağarasında Allah’a yakınlaşmanın yolu olacaktı.

Mekke-i Mükerreme’nin kuzeydoğusunda bulunan Nur Dağı nübüvvet nurunun parla-maya başladığı yer olmasından ötürü bu isim-le anılır. Yüksekliği 642 metreye kadar ulaşan

bu dağ irili ufaklı kayalardan meydana gelen, ağaçsız ve çıkılması hayli zor bir konumda-dır. Günümüzde ziyareti kolaylaştırmak adına merdivenler yapılmışsa dahi dik oluşu sebe-biyle dikkat gerektirir. Hira mağarası bu dağın zirvesine çıktıktan sonra yaklaşık yirmi metre kadar aşağısında yer alır. Mekke’ye hakim ko-numdaki bu mağara üç yanı kapalı, bir insanın başı tavana değmeyecek yükseklikte, yatacak kadar bir düzlüktedir.

Allah Rasulü (sav); arayışın adı ve Rabbani terbiyenin başlangıcı olan bu ilahi dershane-de bazen on gün bazen de bir aya yakın ara-lıklarla inzivaya çekiliyor, yaşadığı ızdırabın gereği olarak ne yapması gerektiğini bileme-den ibadet ediyordu. Daha önce haniflerin de yapmış olduğu bu inziva ve ibadet şeklinin tefekkür etme ve ibretle; alemi, varlığı, yara-danı düşünmek olduğu bilinmektedir. 35- 40 yaş arası bu uzlet halini gören Kureyşliler ‘Mu-

SİYER-İ NEBİM. DİKKATLİİlk Vahyin Gelişi

Page 23: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi23

hammed Rabbine aşık olmuş’ derlerdi.1 Efendi-miz tefekkürle geçen günlerinden sonra azığını yenilemek için şehre döner, Kabe’yi tavaf ederek ailesinin yanında kısa bir süre kaldıktan sonra Hira mağarasındaki yerine dönerdi.

Nübüvvet öncesi yaşadığı bu ıslah-ı hal du-rumu manevi gelişim ve vahyi karşılamadaki ol-gunlaşmaya sebep olmuş, bu temizliğin sonu-cunda da hali kadar duru, gün ışığı kadar berrak, sadık rüyalar görmeye başlamış. 2

Bu durumu mübarek annemiz Hz. Aişe şu şe-kilde anlatır;

“Peygamber’e gönderilen vahiy, sadık rüyalar şeklinde başladı. Gördüğü her rüya sabahın aydın-lığı gibi aynen çıkardı.” 3

Sükûnete eren ruhun yansıması olan bu sa-dık rüyaların haricinde Nebi-i Muhterem yürü-düğü yollarda kendisini selamlayan kayalıkların ve ağaçların sesini işitiyordu.4 Bununla ilgili şöyle buyurmuşlardır;

“Ben Mek ke’de bir taş bi li rim ki pey gam ber ola rak gön de ril me den ev vel ba na se lâm ve rir di. Onu(n ye ri ni) şim di de bi li yo rum.” 5

Yine Haz ret-i Ali’de (ra) durumu şöy le an la tır;

“Pey gam ber Efen di miz ile bir lik te Mek ke’de idim. Be ra ber ce Mek ke’nin bazı yer le ri ne git tik. Dağ la rın ve ağaç la rın ara sın dan ge çi yor duk. Ra-su lul lah (sav)’in kar şı laş tı ğı bü tün dağ lar ve ağaç-lar: «Es-Se lamü aley ke ya Ra su lal lah!» di yor du.” 6

Adeta Nur- i Muhammed Efendimiz (sav)’in zahiren içinde bulunduğu yalnızlık ve arayış ha-line gelecek cevabı, kainat kendi diliyle müjdeye duruyordu. O’na sevdirilen bu yalnızlık hali as-lında nübüvvete hazırlık aşamasında özel bir za-man dilimi olarak ayarlanmıştı.

Allah Rasulü bu hazırlık dönemindeki sadık rüyaların ‘Nübüvvetin kırk altıda biri’ 7 olduğunu söylemiştir. Habibullah’ın sözleri ışığında bakı-lırsa altı aylık bu süre yirmi üç yıllık nübüvvetin tamda kırk altıda birine denk gelmektedir. 1 İslam Tarihi, Asım Köksal 3-4/6.2 Buhari, Sahih, c. 1, s. 6; Müslim, Sahih, c. 1, s. 97; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 2, s. 153.3 Buhari, Bed’ü’l-Vahy 3.4 M.Hamidullah İslam peygamberi, 1/74.5 Müs lim, Fe da il, 26 Tir mi zi, Me na kıb, 6/36267 Bu hâ rî, Tâ bîr, 26; Müs lim, Rü yâ, 6

Efendimize hak vaki oluncaya kadarki bu ha-zırlık hali 610 yılı Ramazan ayının 27. gecesi ge-len ilk vahiyle mühürlendi.

Yine uzlet niyetiyle bulundukları Hira mağa-rasında Cebrail (as) kendisine insan şeklinde ge-lip; ‘Oku!’ dedi. Efendimiz Muhammed Mustafa (sav) korku ve hayret içinde kendisine söylenen bu isteği;

“Ben okuma bilmem.” diyerek yanıtlayınca Cebrail (as) O’nu tutup sıkıca kucakladı ve ‘Oku!’ diyerek ilahi emri tekrarladı. Efendimiz (sav)’in;

“Ben oku ma bil mem! (Ne oku ya yım?)” diye söylemesiyle Cebrail (as) Habib-i Kibriya Mu-hammed Mustafa (sav)’i 3. kez tuttu, takati kesi-linceye kadar sıktıktan sonra bıraktı ve Alak diye isim bulmuş sure-i celilenin ilk beş ayeti kerime-sini okudu.

Kur’an’ı Hakim’in nüzulünü başlatan bu ayet-ler şöyledir;

“Yaratan Rabbinin adıyla oku. O insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! Kalemle yazmayı öğre-ten, insana bilmediğini bildiren Rabbin, en bü-yük kerem sahibidir.”

Rasulullah (sav) vahyin haşyetinden dolayı kalbinde büyük bir titreme ve endişe ile eve ge-lip mübarek annemiz Hz. Hatice’ ye; “Beni örtün, beni örtün!” buyurdu. O’nu örttüler. Bir müddet bu şekilde sakinleştikten sonra yaşananları ve endişelerini Hz. Hatice (ra)’ya anlattılar. Bunun üzerine eş olmanın usulü, muhabbet ve güvenin gereğini bizlere gösteren Hz. Hatice, Efendiler Efendisi’ni bu bilinmedik olay karşısında şu söz-lerle teskin etti;

‘Asla korkma. Vallahi Allah seni hiçbir zaman zor durumda bırakmayacaktır. Allah senin gibi bir kulunu hiçbir zaman utandırmaz. Zira sen sözün doğrusunu söylersin. Emanete riayet edersin. Akra-balarına yakın âlâka gösterirsin. Komşularına na-zik ve müşfik davranırsın. Fakire yardım elini uzatır, gariplere evinin kapılarını açar misafir edersin. Hak yolunda halkın sıkıntılarını giderirsin.’ 8

Hz. Hatice bu sözlerden sonra Rasulullah (sav) ile beraber amcasının oğlu Varaka b. Nevfel’ in yanına gitti. Varaka, putlara tapmaktan nefret ettiği için cahiliye devrinde Hristiyan olmuş, İb-ranice ve Yahudilik hakkında kendini yetiştirmiş, yaşlı, gözleri görmeyen bir bilgeydi. Efendimiz 8 İbn’ül Esir, İslam Tarihi, 2/49; Buhari, 1/7.

Page 24: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi24

Varaka ile başından geçenler hakkında konuştuktan sonra Varaka;

‘Bu gördüğün Allah’ın Musa’ya indir-diği Namus-u Ekber’dir (Cebrail). Keşke kav-min seni sürüp yurdun-dan çıkardığı zaman hayatta olsaydım da sana yardım etseydim’ dedi.

Varaka’nın bu söz-leri karşısında Nebi (sav) hayretle;

“Onlar beni buradan sürüp çıkaracaklar mı?” diye sorunca Varaka;

‘Senin getirdiğin gibi bir din getiren hiç kim-se yok ki ona husumet edilmemiş olsun. O güne yetişirsem sana mutlaka yardım ederim.’ diye cevapladı.9

Ancak Efendimiz (sav)’in içini rahatlatan, yaşa-dığı durumu anlamasını kolaylaştıran bu sözlerin üzerinden çok geçmeden Varaka vefat etti ve va-hiy de bir müddet kesintiye uğradı.

Bu konuya geçmeden önce bu süreçte yaşa-nan ve önemli olan bazı konularda hikmet perde-lerini sırasıyla aralamaya ve anlamaya çalışalım.

Kureyş’te başarılı bir tüccarlığın yanı sıra asil hanımefendilerden biriyle yapılmış saadet dolu bir evliliğe sahip takdir edilen, sevilen, son derece güvenilen karakter sahibi bir beyefendi… Dünyevi hiçbir sıkıntısı yokken böyle bir arayışa geçmesi, karanlık bir mağarada uzun vakitler ge-çirmesi iç dünyasında yaşadığı sıkıntıyı bize an-latması adına önemlidir. Çevrenin güvenilmezli-ğinden, cehaletinden bahsedildiği bir ortamda bozulmadan, bulaşmadan nasıl yaşanılacağının en güzel örneğidir.

Öncelikle efendimizin bu durumu bir ka-çıştan ziyade, nasıl davranması gerektiğini bile-mediği bir toplumun karşısına zihnen ve ruhen arınmak ve daha güçlü bir şekilde çıkmak içindi. Zira nübüvvetten sonraki tutumlarını görünce bu sözlerini anlamamız kolaylaşır inşallah;

9 Siret-i İbn-i Hişam Tercemesi, 1/315.

“İnsanlar içine karı-şıp da onlardan gele-cek sıkıntılara katlanan Müslüman, insanlara karışmayıp onlardan gelecek sıkıntıya sab-retmek durumunda ol-mayan Müslümandan daha hayırlıdır.”10

Bu durumları top-rak altındaki tohumun örneğine benzetilmiş-tir. Verim alabilmek adına, ilahi sulanmay-la geçirilecek belirli bir

süre olarak bakılabilir. Tohumun bu yalnız kalaca-ğı süreye ihtiyacının olduğu gibi insanın da ken-disini Kur’an-ı Hakim’de defaatle zikredilen dü-şünmeye sevk edecek, tefekküre fırsat verecek, varlığını anlamayı ve Yaradanı bulmayı yakınlaş-tıracak kaliteli yalnızlığa ihtiyacı kaçınılmazdır.

Yalnızlık bir fenerse,

Ben de içindeki mum,

Onu, billur bir kâse,

Gibi doldurur nurum.11

Yalnızlığın ışığıyla nefsî muhasebeler daha net görülecek, belki bir mum gibi erinecek lakin nur ile dolmaya yol gidilecektir, nasip olsun inşallah.

Bu yalnızlık hali hemen hemen bütün pey-gamberlerin hayatlarında görülmüştür. Hz. Musa, peygamberliğinden önce kırk gün kadar Tur dağında, dünyadan uzak, oruç tutmakla va-kit geçirmiştir. Yine Hz. İsa, sakin bir ormanda kırk gün kadar her şeyden uzak ibadetle meşgul olmuştur.12

Yaşadıkları çağın düzenine ayak uyduramayıp, normal! olamayan arayış insanlarının yolculukları herkesin yürüdüğü yollar yerine dağlara olmuş-tur. Yine Hz. Musa (as)’ın ilahi tecelliye ulaşması Tur-i Sina’da olmuş, Hz. Nuh’un tufan sonrası yol-culuğu bir dağda sabitlenmiş, Hz. Adem’e ilk rah-met yine dağdayken olmuş, Ashab-ı Kehf bir dağ mağarasında zulümden korunmuştur. Yalnız bir

10 Ahmed b. Hanbel, V, 365.11 Necip Fazıl Kısakürek, 1929.12 Seyyid Süleyman Nedvî, Asr-ı Saadet, Terc.: Ali Genceli, c. 1, s. 44-45.

Page 25: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi25

çok peygamberin dağ-larda inzivaya çekil-mesi, bir çok evliyanın dağlık bölgede yerleş-mesi değil, Hıristiyan manastırlarının ya da tapınaklarının birçoğu-nun yüksek dağlarda yapılmasının manevi anlamda yakınlık hissi-yatının dışında insanın hormonlarıyla da ala-kalı bir durumu vardır. 13

Bir diğeri okuma- yazma yönünden hiç-bir bilgisi olmayan, kimseden ders almamış ya da ilim öğrenmemiş ümmi bir insana gelen ilk ilahi hitabın ‘Oku’ olması bize bu durumun yalnızca kitabi bir durum olmadığını gösteriyor. ‘Oku!’dan kasıt kainatı ve yaradılışı anlamak ve bu yolla Rabbe ulaşmak olabilir. Rab ismiyle müşriklerin aklına ilk gelen şeyin putlar olması bu ayetlerle bertaraf edilir.14 Rab sıfatı şirkten uzaklaştırılır asli makamına iade edilir ve anlam itibariyle de ilk gelmesi terbiye edicinin adıyla başlayan bu ha-rekette izlenecek yolu gösterir. Başlayacağımız her işe, atacağımız her adıma ne ile başlayacağı-mızı bildirir bize.

İstikamette olması gerekenler birer tablo şeklinde ilk vahiyle sunulmuş önümüze. Cebra-il (as)’ın ümmi olan Efendimiz (sav)’e getirdiği emre karşılık Allah Rasulü (sav)’in verdiği “Bilmi-yorum.” cevabı, insanın kendini bilmesine örnek-tir. İmam-ı Malik Hazretlerinin; “Bilmediğini bil-miyorum diyebilmek, yanlış konuşurum diye korkmak ilmin yarısıdır.” 15 buyurdukları gibi insa-nın olgunluğuna işarettir. İlk vahiyde olduğu gibi bir terbiyecinin terbiyesine girebilmeye hazırlık-tır bilmiyorum hali.

Yine Cebrail (as)’ın bu ilk diyalog esnasında Efendimiz (sav)’ i sıkması, bırakması, sıkıca tut-ması yaşanılanların bir halüsinasyon olmadığı-nın kanıtı olarak destektir.

13 İnsan vücudundaki melatonin (uyku hormonu), Pinolin ve DMT ( mistik zevk halleri, metafiziki aleme geçişi tetikleyici) hor-monlarını salgılayan epifiz bezinin işleyişi dağların zirvesinde en üst seviyeye çıkmaktadır. http:// sufizmveinsan.com/arastirma/ruhvebeden.html/Dr.Selim Aydın İstanbul- 17. 08. 2005)14 Suat Yıldırım, Kur’an’da uluhiyyet, s. 9315 İhya’u Ulumi’d-Dîn, Cild 1, Sayfa: 72 benzeri

Bir başka destek, beklenmedik böyle-si büyük bir olay kar-şısında Habibi Kibriya Muhammed Mustafa (sav)’in bu ağır sorum-luğu desteğiyle hafif-leten, insanların tep-kilerini hesaplarken ona koşulsuz inan-masıyla huzur veren, sıkıntılarından süku-na erdiren, telaşa ka-pılmadan, metanetle olaylara yaklaşan ve

teskin edici haliyle rahatlatıp çözüm arayan an-nemiz, o güzel eş Hz. Hatice… Evliliklerinin hik-metini bir kez daha bize gösteren, eş olma ha-linin aslını öğreten Haticetü’l Kübra validemizin sözleri yaptığı yapacağı işlerde korku duymak istemeyen, utanç yaşamaktan korkan, endişeler-den uzak kalmak isteyenler için birer madde ha-lindedir sanki;

Sözün doğrusunu söylemek

Emanete riayet etmek.

Akrabalık ilişkilerine önem vermek.

Komşu hukukuna dikkat etmek.

Fakire, gariplere ince bir gönülle yardımcı olmak.

İnsanların zor zamanlarında onların yanında ve yardımında bulunmak.

Allah-u Teala’nın bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Bilginin sahibi, hallerin hakimi olan Mevla-ı zü’l Celal hem bu dünyada hem ah-rette korku ve hüzünden emin kılsın, utanacak hallerimizi güzelleriyle değiştirsin. Efendimiz, gözlerin nuru, kalplerin tabibi, gönüllerin ilacı Habib-i Kibriya Muhammed Mustafa (sav)’in yo-lundan gitmeyi Rabbim nasip etsin. Mürşidimiz Abdullah Murad Şükrüoğlu hocamızdan öğren-diğimiz Cafer-i Sadık (ra)’ın duasında olduğu gibi Mevla bizleri saidler olarak yaşatsın, şehitler ola-rak can verdirsin.

Page 26: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi26

TASA

VV

UF

Z.BİLMEN

Sebeplere tevessül,Tevekküle mani değildir!

Müslümanlar Allah’ ı tanımıyorlar, Allah’ a da-yanmayıp, güvenmiyorlar. Allah’ a dayanıp, gü-venmek nasıl olur? Bunu Rasullerden öğren-memiz gerekmiyor mu? Allah’ın Nebilerine, Rasullerine, Allah’ın sevdiği kullar zümresine ba-kıp onlardan öğreneceğiz değil mi?

لقد كان لكم في رسول الل۞ه اسوة حسنة لمن كان يرجوا الل۞ه واليوم الا۞خر وذكر

الل۞ه كثيرا.

“Andolsun, Allah’ın Resulünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”

O Rasulde bizim için güzel örnekler var-dı. Allah’ı vekil eden bir Nebiyi görüyoruz Sevr mağarası’nda. Hep anlatırlar o hicret anını. Ne demişti arkadaşına;

تنصروه فقد نصره الل۞ه اذ اخرجه اإلاالذين كفروا ثاني اثنين اذ هما في الغار اذ

يقول لصاحبه لا تحزن ان الل۞ه معنا فانزل الل۞ه سكينته عليه وايده بجنود لم تروها

فل۞ى وكلمة وجعل كلمة الذين كفروا السالل۞ه هي العليا والل۞ه عزيز حكيم.

“Eğer siz ona (Peygamber’ e) yardım etmezse-niz, (biliyorsunuz ki) inkar edenler onu iki kişiden biri olarak (Mekke’ den) çıkardıkları zaman, ona bizzat Allah yardım etmişti. Hani onlar mağara-da bulunuyorlardı. Hani o arkadaşına, “Üzülme, çünkü Allah bizimle beraber” diyordu. Allah da onun üzerine güven duygusu ve huzur indirmiş, sizin kendilerini görmediğiniz bir takım ordu-larla onu desteklemiş, böylece inkar edenlerin sözünü alçaltmıştı. Allah’ın sözü ise en yücedir. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”

Bir dostuyla beraber üçüncüleri Allah. Allah’a dayanıyordu. Muhammed Mustafa (sav) mağa-raya değil, mağaranın sahibine, Allah’a sığınıyor-du. Allah dilerse kulunu bir örümceğin ağıyla ko-rur. Aslında en zayıf ev örümceğin evidir. Onunla

Page 27: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi27

Müslümanları örter de bütün kafirlerin gözün-den gizler. Siz dünya mağarasına sığının. Gayret edin, sebeplere tevessül edin. Yalnız sebeplerin de yaratıcısının Allah olduğunu bilin. Tevekkül edin.

‘Euzü’ deyip sığınacaksın. Kime? ‘Billahi’ o Allah’a sığınacaksın. Peki Allah’ı bilmeden, tanı-madan, o sahibe nasıl sığınacaksın? Nasıl tanıya-caksın Hakimler Hakimi, Yüceler Yücesi Rabbi?

Cumhurbaşkanıyla görüşmek istersen ne ya-parsın? Danışmanından randevu alırsın değil mi? Televizyonun olmadığı bir köyün ahalisi cum-hurbaşkanını yanında görse, tanımaz değil mi? Tanımaz adam ne bilsin ki, nerden bilsin? Bizler o Rasulü (sav) tanımadan Allah’ı nasıl tanıyacağız o zaman? Allah- u Teala öyle buyurmuyor muydu?

ايحسب الانسان ان يترك سدى

“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.”

Muhakkak kimse başıboş bırakılmıyor! Hepi-mizin bir sahibi var. Sahibini tanımadan, sahibini bilmeden, sahibine ulaşmadan sahibine sığını-yor. Nasıl olacak? Önce vekili tanımak lazım. Bak sen sahibini tanımaya geldin buraya. Sahibini tanırsan güzel olacak. Hoş olacak. Sahibi bilince kıyameti beklemeye gerek yok. Cennette bir yer bekleyeceksin. ‘Bugün kopsa da oraya gitsem’ diyeceksin. Sahibini tanıyan, tevekkül eder. Al-lah- u Teala’ yı bilen insan, bilir de öyle yönelir. Ya bilmeden Allah’ a nasıl yönelir? Allah’ ı bilmek, Allah’ ı bilenleri bilmekle olur.

Bir devlet dairesin de dahi işini yaptırırken ta-nıdık ararsın, bir makamla görüşmek için aracı sokarsın da en büyük makama ulaşmak için ne-den aracı aramazsın? Bir nüfus dairesine gitsen yahut hastaneye, bir çaycı senin işini görür değil mi? Çaycı, odacı seni istediğine ulaştırır da Allah’ ın seçtiği, velisi niye seni Allah’ a ulaştırmasın? Bu çaycıyı, odacıyı Allah seçer. Sahip seçer. Sen sahi-bi onunla tanıyacaksın.

Allah’ı vekil ederken ‘bi hurmeti Habib-i Kibri-ya’ demiyor musun? Diyemez misin?

Ebu Said El Hudri’ den (ra) Muhammed (sav) buyuruyor;

“Kim evinden namaza çıktığında Allah’ım sen-den istenilen hakkı için, bu yürüyüşüm hakkı

için, ‘Allahüme inne esellüke bi hakkı sailin’ isti-yorum derse” denilmiştir.

Hz Ömer (ra)’ in rivayet ettiğine göre Muham-med (sav) buyurmuş ki;

Adem (as) günah işlediğinde başını semaya kaldırdı;

“Ey Allah’ım Muhammed hakkı için beni ba-ğışlamanı istiyorum. “Esellüke bi Hakkı Muham-medin İlla ğafareli” dedi.

Allah ona;

“Muhammed kimdir?” diye vahyetti. Adem (as);

“Beni yarattığın zaman başımı arşına kal-dırdığımda orada Allah’ tan başka ilah yoktur Muhammed O’ nun Resulüdür. La ilahe İllallah Muhammedü’r Resulullah yazılı olduğunu gör-düm” dedi.

Osman b. Huneyf (ra)’ ten şöyle rivayet edil-miştir: Gözleri ama olan bir adam Rasulullah (sav)’ a gelerek;

Allah’ın beni afiyete kavuşturması (gözlerimin açılması) için dua et!, dedi. Rasulullah (sav) da;

“Eğer istersen dua edeyim, eğer istersen (sana yapacağım duayı) tehir edeyim. Bu senin için daha hayırlıdır” dedi. Adam;

Dua et!, dedi.

Rasulullah (sav) ona güzelce abdest alıp, iki rekat namaz kılmasını ve şöyle dua etmesini emretti;

“Allah’ım! Senden istiyorum ve rahmet nebi-si olan Nebin Muhammed ile sana yöneliyorum. Ey Muhammed! Bu ihtiyacımın yerine getirilmesi için Senin ile Rabbime yöneldim. Allah’ ım Onun benim hakkımdaki şefaatini kabul eyle.”

Rasulullah (sav)’ ın amcası Ebu Talip, nübüv-vetten önce yağmur duasına Rasulullah’ la çıkıp onu vesile yapmıştı. Daha sonra müşriklere karşı Rasulullah’ ı müdafaa ederken bir şiir söyleyerek onu methetmiş ve;

“Onun yüzü suyu hürmetine bulutlardan yağ-mur istenir.” )غمام بوجهه -demiş )يستسقي الti. Şiirin bu kısmını daha sonraları Hz. Aişe ve Hz. Ebu Bekir (ra) çokça söylerlerdi.

Garip olan şu ki, Ebu Talip iman etmemiş ol-duğu halde bir hakikati görmüş ve ifade etmiş, fakat Rasulullah’a ümmet olmuş bazı şahsiyet-

Page 28: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi28

ler bu hakikati göremiyorlar. Yukarıdaki ifade-ler sahabelerin Rasulullah’ı vesile etmekte hiçbir mahzur görmediklerini ifadeye kafidir. Bunu te-yit eden başka bir hadis başta Buhari’nin rivayet ettiği Hz. Ömer’le ilgili hadistir.

Enes (ra) şöyle demiştir; Ömer b. Hattab (ra) kıtlık olduğu zaman Abbas b. Abdülmuttalip’i vesile ederek yağmur istedi ve;

“Allah’ım! Biz sana Rasulullah (sav) ile tevessül eder ve sen de bize yağmur ihsan ederdin. (Şim-di) sana Rasulullah’ ın amcasıyla tevessül ediyo-ruz. )ا ن ي ب توسل اإليك بعم ن -bize yağmur ih ,)نsan eyle” dedi.

Enes (ra) der ki; bu duanın ardından Allah yağmur ihsan etti.

“O Rasul size neyi emrettiyse onu alın, neyden nehyetti ise ondanda sakının”, diye buyurdu Al-lah, o zaman Allah’ın Rasulü (sav) buyurdu niçin almıyorsun!

Alimlere de, Alimim diyenlere de Allah hida-yet bahşeylesin. Allahu yehdihum! Allahu yehdi-hum! Amin.

Hz Ebubekir (ra’ in duasına bakalım. Bizler on-dan daha takvalı değiliz değil mi?

Rasulullah (sav) Hz. Ebubekir’ e şöyle dua et-mesini öğretmiştir:

“Ey Allahım! Nebin Muhammed (sav)’ in hür-metine, dostun İbrahim (as)’ in hürmetine, kur-tardığın (veya seninle konuşan) kulun Musa (as) hürmetine, kelime ve ruhundan olan İsa (as) hür-metine, Musa( as)’ ın Tevrat’ ı, İsa (as)’ ın İncil’ i, Davud (as)’ ın Zebur’u ve Muhammed (sav)’ in Furkan’ ı hürmetine, kullarına gönderdiğin bü-tün vahiylerin hürmetine, yerine getirdiğin bü-tün kaza ve kaderin hürmetine, Senden isteyip dileğine erişen kullarının hürmetine, fakir yap-tığın zenginin, zengin yaptığın fakirin hürmeti-ne veya hidayet ettiğin sapığın hürmetine ihti-yacımı senden istiyorum. (Beni mahrum eyleme). Musa (as) ‘a inzal buyurduğun isminin hürmeti-ne, kullarının rızıklarını dağıtmakta rolü olan bü-yük isminin hürmetine, yeryüzünün karar bul-ması için üzerine koyup da onda muvazeneyi temin eden isminin hürmetine, göklerin üzerine konup onların istiklale kavuşmasını temin eden isminin hürmetine, dağların üzerine koydurup onlarda istikrarı temin ettiren isminin hürmetine, o ismin ki, arşın onunla ayakta durmaktadır, işte onun hürmetine, senin Tuhur, Tahir, Tahhar, Sa-med ve Vitr isimlerinin hürmetine, o mübarek is-min ki, Kitabında Senin nezdinde apaçık nurdan inzal buyrulmuştur, onun hürmetine. O ismin ki, gündüzün üzerine onu koymuş, gündüzün nur-lanmasına vesile olmuştur. Gecenin üzerine onu koymuş, gecenin kararmasına vesile olmuştur, onun hürmetine, senin azamet ve kibriyanın, ke-

Page 29: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi29

rim zatının hürmetine, Senden bana Kur’ an ile onun bilgisini ihsan buyurmanı ister ve o bilgi-yi etimle, kanımla, kulağımla, gözümle ayrılmaz bir şekilde karıştırmanı Senden dilerim ve bütün bunların hürmetine Senden isterim ki, kuvvet ve kudretinle benim vücudumu kendi yolunda ça-lıştırasın. Çünkü günahtan dönüş ve ibadete yö-neliş, ancak senin kuvvetin ve kudretinledir. Ey rahmet edenlerin en rahmet edicisi olan Allah!

Demek bi-hürmeti demek tevekküle mani değil. Bak Ebubekir (ra)’ den naklediliyor. İnsa-noğlu mayanın takvimine inanırsın da Ebubekir (ra)’ e isnat edilen bir zincir kaynağının sahihli-ğine inanmazsın. Sahabe dönemi çoktan sona erdi. Tabiun, Etbaut tabiin döneminden de kim-se kalmadı. Kime soracaksın? Bir kız isteyeceğin zaman yanına sözü geçer birini arıyorsun, bu te-vekküle mani değil. İlim öğrenmek için hocaya sarılıyorsun, bu vasıta edinmek değil. Lakin bir şeyhe talebe olmak şirk, putçuluk, Allah’ la araya vasıta koymak oluyor. El- insaf!

Allah dostları kimi zaman ak, kimi zaman kara olur. Kimi zaman tanıdığından, kimi zaman ta-nımadığından olur. Mütevekkilun muhakkak Allah’a tevekkül edecek. Tevekkül edenleri ta-nımak sizi tevekkül edeceğiniz sahibi tanımaya götürecek. Tanımadığınız bir Allaha nasıl iman edeceksiniz? Vasıtasız Allah’a ulaşacaktınız da

nebiler niçin geldi? Muhammed Mustafa (sav)’ den ve Hz. Adem (as)’ e kadar gelmiş geçmiş en-biya niçin geldi? Allah- u Teala hidayeti direk ve-remez miydi ki? Göğüslerimizi şerhedip, yerleş-tiremez miydi? Demek örnekler verdi ki, onlarda görelim. O Nebilerden öğreneceksiniz. Çıraklı-ğını görmediğiniz sanatın ustalığına soyunma-yacaksınız. Kim ki çıraklığını görmeden bir us-talığa soyundu muhakkak ki Allah- u Teala’ nın kovduğu şeytanın eşeği, bineği oldu. Şimdi siz zannetmeyin ki bu merkeptir. Eş koşan şek du-yanlara söylüyorum. Merkeplere lafım yok? Sahi-bi zü’l Celal’i tanıyacağız, tanımak içinde O’ nu ta-nıyanı birini bulacağız. O’nu tanıyanlarla Allah-u Teala’yı bulacağız. Onlar bizi Allah-u Teala’ ya bizi götürecek. Suyun kaynağına götürüp ab-ı kev-serden içirtecek. İşin hülasası Allah-u Teala’nın dilimizden söylettiği şu sözleri iyi anlayacağız;

Ben vasıtasız Allah’a ulaşırım diyenler!

Evlerindeki su borularını söksünler…

(Bu yazı Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocaefendi’nin On Hafta Sohbetleri 5. Cild kitabın-dan alıntıdır.)

Page 30: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Eğer

hayı

r işle

rsen,

Ölü

m sa

na çi

çekl

i bir

yoldu

r, ölm

eyi i

stersi

n.D

ünya

dan

ahre

te gö

çmey

i dile

rsin.

Eğer

güna

hkar

san,

düny

a ce

nnet

görü

nür,

Dün

ya k

adar

aza

pta

da ol

san,

Yin

e de a

hire

ti be

klem

ez, ö

lüm

ü ist

emez

sin.

Eğer

hayı

r işle

rsen,

Ölü

m sa

na çi

çekl

i bir

yoldu

r, ölm

eyi i

stersi

n.D

ünya

dan

ahre

te gö

çmey

i dile

rsin.

Eğer

güna

hkar

san,

düny

a ce

nnet

görü

nür,

Dün

ya k

adar

aza

pta

da ol

san,

Yin

e de a

hire

ti be

klem

ez, ö

lüm

ü ist

emez

sin.

Varis

ün-N

ebi

Abd

ulla

h M

urad

Şük

rüoğ

lu

Page 31: Bizbiriz dergisi 10 sayi

VarisÜn-NebiAbdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızın sohbetinden...

Bizbiriz Dergisi31

AyınSohbeti

“(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah onları öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı. Mü’minleri, tarafından güzel bir imtihanla denemek için Allah öyle yaptı. Şüphe-siz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.

İşte durum bu: (Allah, mü’minleri güzel bir şe-kilde dener). Bir de Allah, kâfirlerin tuzağını zayıf düşürendir.

(Ey inkarcılar!) Eğer fetih istiyorsanız işte size fetih geldi. Eğer (peygambere karşı gelmekten) vazgeçerseniz, bu sizin için daha hayırlı olur. Eğer dönerseniz biz de döneriz. Çok olsa bile topluluğunuz size hiç fayda vermez. Çünkü Allah mü’minlerle beraberdir.”

Halk arasında Enfal diye meşhur olmuş su-renin 17-18-19. ayetlerini okuduk. Allah-u Teala anlamayı, yaşayarak örnek olmayı nasip eylesin. Amin.

Bu ayetin nüzul zamanı Bedir savaşı idi. Kafir-ler okçularıyla, atlarıyla öyle bir kalabalık toplu-lukla geliyorlardı ki Allah’ın Rasulü (sav) orduyu gördü ve dedi ki:

“Ya Rabbi! Bana vadettiğin zaferi istiyorum.”

Lakin kafirler de dua ediyordu; ‘Sana hangi-miz daha yakınsa onu galip eyle’ diyorlardı. Ayet-i Celile’de Allah-u Teala kafirleri şöyle anlatıyor:

“İyi bilin ki, halis din yalnız Allah’ındır. O’nu bı-rakıp da başka dostlar edinenler, “Biz onlara sa-dece, bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz” diyorlar. Şüphesiz Allah, ayrılı-ğa düştükleri şeyler konusunda aralarında hü-küm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve nan-kör olanları doğru yola iletmez.”

Onlar bizi Allah’a yaklaştırıyor diyerek, Allah-u Teala’nın diniyle Allah’tan uzaklaştılar. Burada da Allah’ın Rasulü (sav) el açıp, dua ediyordu:

يطان الرجيم اعوذ بالله من الشبسم الله الرحم۞ن الرحيم

فلم تقتلوهم ولكن الله قتلهم وما رميت اإذ رميت ولكن الله رمى وليبلي المؤمنين منه بلاء حسنا اإن الله سميع عليم

ذلكم واأن الله موهن كيد الكافريناإن تستفتحوا فقد جاءكم الفتح واإن تنتهوا فهو خير لكم واإن تعودوا نعد ولن تغني عنكم فئتكم

شيئا ولو كثرت واأن الله مع المؤمنين

Page 32: Bizbiriz dergisi 10 sayi

- “Ya Rabbi! Bana vadettiğin zaferi istiyorum.” Allah-u Teala cevap buyurdu:

“Öyleyse Ya Muhammed! Yerden bir avuç top-rak al da onların üzerlerine doğru at!”

Bir rivayette de diyor ki: Habib-i Kibriya Mu-hammed Mustafa (sav), Cebrail (as)’ın kendisi-ne beyanı üzere Hz. Ali (kr)’den toprak istedi. Bir avuç toprağı aldı kafirlere doğru ‘Allah suratla-rınızı değiştirsin, gönüllerinize korku salsın’ di-yerek attı. Müfessirlerden bir kısmına göre de Allah’ın Rasulü (sav) ok atmıştı. O olayda şöyle olmuştur;

Bedir Harbi’nden önceydi. Rasûl-i Kibriyâ Efendimiz (sav) harp sahasında dolaşırken;

“Burası Ebû Cehil’in, burası Utbe’nin, burası Ümeyye’nin, buralar da filânın ve filânın öldürü-lecekleri yerlerdir. Übeyy bin Halefi de ben kendi elimle öldüreceğim.” buyurmuştu.

Bedir’de haber verdiği gibi, Ebû Cehil, Utbe ve Ümeyye bin Halef, mücahidler tarafından gösterilen aynı yerlerde öldürülmüşlerdi. Geriye Übeyy bin Halef kalmıştı. Bu adam Kureyş’in ileri gelenlerinden biri idi. Peygamberimiz (sav)’e, her karşılaşmasında şöyle derdi:

“Ey Muhammed. Bir atım var. Her gün ona on altı ölçek darı yedirip besliyorum. Bir gün gelir, onun sırtında seni öldürürüm.”

Rasulullah (sav) ise, bu azgın ve şaşkın adama cevabı sadece şu oluyordu:

“Belki, İnşallah, ben seni öldürürüm.”

İşte Übeyy bin Halef, Bedir’de mücahidler ta-rafından öldürülen kardeşi Ümeyye’nin intikamı-nı almak, Rasulullah (sav)’in vücudunu ortadan kaldırmak üzere yemin ederek, Uhud’a çıkıp gel-mişti. Hz. Rasûlullah (sav)’ın Şi’b’e doğru çıktığı sıradaydı. Übeyy’in gelmekte olduğu görüldü. Mekke’de günde on altı okka darı ile beslediği atının üzerindeydi. İntikam dolu bakışlarla Rasu-lullah (sav)’e yaklaşıyordu. Bunu fark eden saha-bîler önüne çıkıp, hesabını görmek istediler. An-cak Rasûlullah (sav);

“Bırakın, gelsin” diyerek mücahidlerin kar-şı çıkmasına mâni oldu. Resûl-i Ekreme oldukça yaklaşan bu azgın müşrikin ağzından;

“Ey Muhammed, sen kurtulursan, ben kurtul-mayayım.” lafları dökülüyordu. Bu sözleri duyan Rasûl-i Kibriyâ Efendimiz (sav), bir anda celâllen-

di. Elindeki mızrağıyla heybet ve haşyet verici adımlarla hasmının üzerine yürüdü. Übeyy, bir anda şaşkına döndü. Rasûlullah (sav)’ın heybet ve haşyet verici tavrı karşısında duramayıp, geri kaçmaya başladı. Rasulullah (sav) peşini bırakmı-yor ve arkasından,

“Nereye kaçıyorsun, ey yalancı!..”diye sesle-niyordu. Bu kaçışla Übeyy kendini kurtaramadı. Rasulullah’ın (sav) fırlattığı mızrak, miğferle zır-hı arasındaki kısma saplandı ve Übeyy sığır bö-ğürmesi gibi böğürerek atından yere yuvarlandı. Müşrikler, yaralı halde onu alıp götürdüler. Yara-sından kan akmıyordu. Ağrısına sızısına zor da-yanıyordu. Zaman zaman arkadaşlarına;

“Vallahi, Muhammed beni öldürdü.” diyordu. Arkadaşları bu sözünü ciddiye almıyorlar ve ya-rasının önemsiz olduğunu ifade ederek teselli et-meye çalışıyorlardı. Ne var ki, Übeyy, kurtulama-yacağını anlamıştı. Arkadaşlarına şöyle dedi:

“O bana (Mekke’de) ‘Seni öldüreceğim!’ demiş-ti. Vallahi, o benim üzerime tükürse, yine beni öldürür.”

Übeyy bin Halef, bir gün bile yaşamadan, “Su-sadım, susadım!” çığlıkları arasında ölüp gitti.

Savaş sona erince Müslümanlardan “Şöyle kestim, şöyle vurdum, böyle esir aldım.” diye ileri geri konuşanlar ve yaptıkları ile övünenler oldu. İşte bu âyet bunun üzerine nâzil oldu. Yani siz if-tihar edip övünüyorsunuz, ama şunu iyi bilmeli-siniz ki, onları sırf kendi gücünüzle yenmediniz, onları siz değil, Allah öldürdü. Ve attığın vakit de sen atmadın ya Muhammed! Hepsinin gözlerine batan o atışı, toprağı, oku sen atmadın, o atışın dış görünüşü senin idi, ama sonuçlarını ve etki-sini sen yapmadın ve lâkin Allah attı. Zira sana “At!..” emrini veren O idi, o attığın şeyi hedefine isabet ettiren, gayesine erdiren ve düşmanı boz-guna uğratıp, sizi tepesine bindiren ve galip ge-tiren O idi.

Bize göre bu ayet anlamı itibariyle müteşabih bir ayettir. Farklı bakış açılarıyla bu ayeti değer-lendiren üç sınıf vardır;

1. Vacibü’l Vücutçular.

2. Sıradan inanan Müslümanlar.

3. Dürziler.

Şimdi Müslüman bu Ayet-i Celile’den yukarı-da anlatılanları anlar. Fakat hululcüler veyahut dürziler, vahdet-i vücutçular acaba ne anlar?

Bizbiriz Dergisi32

Page 33: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Burada atan mı, atılan mı, attıran mı önemlidir?

‘O elbisenin içinde Allah vardı’ diyen hululcü, dürziler şirke giriyorlar.

Vahdet-i vücutçular ‘Allah-u Teala ile beraber attı’ diyerek bu ayeti fiilde tevhid anlayışlarına delil getirirler. Buna gerek yoktur. Burada anla-tılmak istenen olayların, işlerin arkasında onları yaratanın Allah-u Teala olduğunu ispattır. Yani la Faile İllallah’ı anlatmaktır.

Bir okun, tabancadan çıkan merminin, taban-cayı tutan elin, o elin uzantısı olan kolun, kolun bağlı olduğu gövdenin, gövdeyi yöneten kafa-nın, kafanın içinde ki aklın, o aklı veren ruhun mu şerefi vardır?

Sebepler alemindeyiz. Sadece sebebi görü-yorlar. Halbuki öldüren Allah’tı, vesile ise Müs-lümanlar ve Muhammed’di (sav). Oku attıranın, atanın bizzat kendisi olması gerekmez ki!

Bir güneşin ziyası, bütün dünyaya, aya, feza-ya, uzaya yansır. Ama hiçbirinin Allah deme hak-kı yoktur. Hepsi Allah’ın kudretiyledir. La Hav-le vela Guvvete illa billah’tır. Yani güç ve kuvvet ancak Allah’tandır. O gücü vermeseydi, ok isabet etmezdi. Kul ‘ya Rabbi’ deyip atacak ki, Allah-u Teala da onun görüşünü kuvvetlendirsin. Allah-u Teala buyuruyordu;

‘Sen sebebi görme ya Muhammed, sebeplere bakma.’

Allah-u Teala’nın güç, kuvvet verdiğini şöyle anla;

Ne sen varsın ne de ben.

Cümle var olan Haktır.

Bunu zata yükleme sen

Adem nazargahullahtır.

Adem nazar-ı ilahidir. Ne kadar nazar-ı ilahide kalırsan o kadar anlayacaksın. Eşyanın hakikati-ni anlayınca etrafındaki her şey sana hikmetini gösterecek. Köpeğe taş attığınız da taşa havlar. Ve taşı ısırır. Sebebi görür.

Siz sebepleri görmeyin ne oku görün, ne atı-lan toprağı görün. Ne Cebrail (as)’ı, ne Muham-med (sav)’i görün. Hepsi sebeptir. Sebepleri halk eden (yaratan) Allah-u Teala’dır. Bizi sınamak için sebepleri yaratır. Faili yaratan, fiili yapma kuvve-tini veren Allah’tır. Bu sözlerden Cebriyeciler de kendilerine pay çıkarmasın. Allah-u Teala cebret-ti, bizim elimizde ne var? Attığı zaman o atıyor, tuttuğu zaman o tutuyor, öldürdüğü zaman o

öldürüyor, diyenler; Allah-u Teala size bir tercih hakkı verdi. Niyet verdi. Allah helalin ve haramın yaratıcısıdır. İkisinden de imtihana çekecek. Sen dilediğine meyledeceksin. Senin yönün ne yana ise, gönlün ne tarafı isterse Allah-u Teala o tarafa doğru sana kuvveti verecek. Helalinden istiyor-san helal kazanacaksın. ‘Helal, haram fark etmez.’ dersen haramdan kazanacaksın. Kimse düşünce-sinde bir işe meyletmeden, o işe bulaşmaz. O işe götürecek bir arkadaşı da olmaz. Allah ikisini de gösterir, meylin ne tarafaysa o tarafa kayarsın.

Behlül Dana (rh) gülmeyi terk ediyor. Öyle ki güldüğünü gören yok. Harun Reşid (rh) diyor ki:

- Behlül’ün güldüğünü gelip bana söyleyene bir kese altın vereceğim.

Herkes Behlül’ü takip ediyor. Behlül-ü Dana (rh) bir köşede oturuyor, duvar yıkılıyor. Çocuk o duvarın altında kalıyor. Duvar yıkılıp çocuk ölün-ce Behlül-ü Dana (rh) kendi kendine gülmeye başlıyor. Çocuğun ailesi Behlül-ü Dana (rh) bi-zimle alay ediyor diye şikayet ediyor. Halife diyor ki:

- Siz güldüğünü mü gördünüz yani? Behlül gülmez ki böyle bir acı duruma.

Çağırıyorlar Behlül’ü, diyor ki;

- Ya Behlül niçin güldün? Ben senin güldüğü-nü görene bir kese altın vaat ettim. Sen ne oldu ki güldün?

- Ya Harun bir senedir bu duvar eğikti. ‘Acaba duvar eğildiği yere mi yıkılacak yoksa ters tara-fa mı’ diye bu duvarı gözetlemekteydim. Ben ço-cuğun öldüğünü görmedim, duvarın yıkıldığını gördüm, ona güldüm.

- Ne var bunda ya Behlül bilemeyecek? Elbet-te eğildiği yöne yıkılacak.

- Ya Harun. Duvar eğildiği yöne yıkılacaksa be-nim eğildiğim yön ahret. Senin eğildiğin yön ne-resi acaba? Diyor.

İşte orada, ey Rasulüm attığın zaman sen at-madın, lakin Allah attı, dediğinde Allah-u Teala kafirin yüreğine korku, mü’minin gönlüne ise ce-saret attı. Bütün lambaları yakan elektriktir, lam-ba ‘elektriğim’ deme hakkına ve salahiyetine sa-hip değildir. Burada atan gücü yaratan Allah-u Teala’dır. Makamı bilen, güzel anlayacak. Kaderin tecelli ettiğini, Allah-u Teala’nın güç ve kuvvet ve-rip o fiili oradan işlettiğini bilecek. Allah-u Teala birdir, muhakkak Allah-u Teala’nın eşi ve benzeri yoktur. Ve hiç kimsenin ‘Allah’ım’ deme salahiyeti

Bizbiriz Dergisi33

Page 34: Bizbiriz dergisi 10 sayi

yoktur. Anlayana bu kadar muhabbet yeter, anla-mayana ne söylesen kar etmez efendiler.

Yahudiler ve Hıristiyanlar sözü anlamadılar da eğdiler, büktüler ve kendileri gibi ilah edindiler.

اتخذوا اأحبارهم ورهبانهم اأربابا من دون الله ليعبدوا اإلها والمسيح ابن مريم وما اأمروا اإلاا يشركون هو سبحانه عم واحدا لا اإله اإلا

“(Yahudiler) Allah’ı bırakıp, hahamlarını; (Hı-ristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler. Oysa bunlarda ancak, bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları her şeyden uzaktır.”

Bir gün Rasulullah (sav) bu ayet-i kerimeyi okuduğu sırada daha önce Hıristiyan iken son-radan İslam’la şereflenen Adiyy İbni Hatem (ra) (boynunda haç olduğu halde) Rasulullah’ın (sav) yanına girdiğinde bu Ayet-i Kerime’yi duyunca Rasulullah’a:

- Onlara ibadet etmiyorlar ki? dedi. Bunun üzerine Rasulullah:

- “Onlar Allah’ın helal kıldığı bir şeyi haram, haram kıldığı bir şeyi helal kıldıkları zaman on-lara itaat etmiyorlar mı?” diye sorunca Adiyy İbn Hatem:

- Evet, dedi.

Rasulullah:

- “İşte böylece onlara ibadet ediyorlar.” buyurdu.

Bu ayet niçin bize gönderildi? Geçmiş ümmet-lerin, özellikle Yahudi ve Hıristiyanların yaptıkları hataları hikâye etmek için mi? Yoksa bizde de baş gösterecek benzer hatalara dikkat çekmek, ber-taraf etmek için mi?

Museviler ve Hıristiyanlardan bazı kesimi, mu-tasavvıfların yazdığı kitaplara birebir yazı taklidi ile müdahale edip, aslında olmayan yalan, yanlış bilgiler, uydurma hadisler eklediler. Eğdiler bük-tüler. Abarttılar, akılları ve hafızaları durdurur bir şekilde Allah’a yakın olmak isteyenleri, Allah’tan uzaklaştırdılar. Din-i İslam’ı o kadar zorlaştırdılar ki, insanı yapamayacağı şeylerle mükellef tuttu-lar. Günlerce kendimi insanların arasından uzlete çekeceğim, gece-gündüz hiç uyumadan ibadet edeceğim, hiçbir şey yemeyeceğim gibi zorluk-larla, inkar arasında bir seçime zorladılar. “Allah

kullarına zulmetmez…”, “Allah bir nefse kaldıra-mayacağı yükü yüklemez.” ayetlerini sanki hiç okumadılar. İşte bu şekilde Allah’ın helallerini, haramlaştırdılar. Bir taraftan da haramlarını he-lalleştirdiler. Bugüne baktığımızda bir şeyh efen-diye bir şey söyleseniz; ‘Sen benim şeyhimi inkar mı ediyorsun?’ diyenden tutun, kafirlikle itha-ma kadar varan sözlere maruz kalırsınız. Hele bir de şeyh efendi, Mevlasına rücu etmişse, kişinin fikrini asla değiştiremezsin. Niye? İman etmiştir körü körüne. Ayeti ve hadisi onun anladığı şekil-de anlamaya çalışırlar. Ayetleri ve hadisleri açık-layacak emanetçileri var mıdır, diye sorarsak, el-bette vardır. Resul-ü Ekrem (sav) nasıl açıklama gereği duymuşsa, ondan sonra gelen alimlerde bunları anlatma mecburiyetindedirler ama akıl-ları ile, nefisleri ile değil. Öyle buyuruyor Habib-i Kibriya Muhammed (sav);

“Kim ki nefsi ile Kur’an’ı tefsir eder, kendine cehennemden kat beğenir.”

Kur’an-ı Kerim emir ve nehiylerle anlaşılır. Ha-ramlara ve helallere uyularak anlaşılır. Aksi tak-dirde bir harama helal derse, bir tanesine uyma-maya başlarsa çorap söküğü sökülür. Hani Yunus Emre’den (rh) çok örnek veririm:

Yerden göğe küp dizseler,

Birbirine bent etseler,

Aradan birini çekseler,

Seyreyle sen gümbürtüyü.

Küpleri dizin göğe doğru. Aradan bir tanesi-ni çekin. Hepsi yerle bir olur değil mi? Kur’an-ı Kerim de böyledir. Sünnet-i Seniyye de böyle-dir. Sen bir tane emri kaldırırsan, onun yerini beş tane yalanla, on tane ihanetle kapatmaya çalışacaksın.

Bizbiriz Dergisi34

Page 35: Bizbiriz dergisi 10 sayi

İnsanoğlu çiğ süt emmiş,

Beden ruhuna kötülük etmiş,

Allah doğruyu göstermiş,

O, hep tersine gitmiş.

Kimi zaman görmüş gerçeği,

“ Eyvah “ çekip tövbe etmiş,

Kimi zaman vurmuş tekmeyi,

“ her söz yerine göre ” demiş.

Ben de şaştım bu işe,

Bakalım bu gidiş nereye?

Gittik dansa, diskoteğe,

Eğlenip, içtik gönlümüzce.

Döndüm baktım geriye,

Şaşkınlıktan döndüm deliye,

Sordum ; “ bu gidiş nereye”

Dediler; “ cehenneme”

Dünyada ne ektin, burada biçersin.

Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU

Nereye

Page 36: Bizbiriz dergisi 10 sayi
Page 37: Bizbiriz dergisi 10 sayi
Page 38: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi38

SAHABE-İ GÜZİN

Ebu’d-Derdâ

Burak Çınar (Edb.Fak. Tarih Böl. 3. Sınıf)

Rasûlullah (s.a.s)’in, Kur’ân, fıkıh ve hadis ilimlerinde önde gelen ashâbından biri. Asıl adı Uveymir’dir. Hazrec kabilesine mensuptur. Hicrî ikinci yılda Müslüman oldu. Vâkıdî’nin naklettiğine göre, Ebû’d-Derdâ ailesi içinde en son Müslüman olandır. Onun örtüyle örttüğü bir putu vardı. Kendisini İslâm’a dâvet eden dostu İbn Revâha bir gün putunu o evde yok-ken parçaladı ve gitti. Ebû’d-Derdâ eve gelince önce çok kızmış, sonra şöyle demiştir: “Eğer putta bir hüner olsaydı, kendini koruyabi-lecekti.” Ve sonra Peygamber Efendimize gi-derek Müslüman oldu (Hâkim, el-Müstedrek, III, 336).

Ebû’d-Derdâ önceleri ticaretle uğraşır-ken, Müslüman olduktan sonra kendini ta-mamen zühd ve ibâdete vermiştir. Şam faki-hi diye meşhurdur. Kendisi bunu anlatırken

şöyle der: “Peygamber Efendimiz risâletle geldikten sonra hem ticaret, hem ibadet yapmak istedim. Fakat ikisinin bir arada olamayacağını anlayınca, ticareti bırakıp ibadete yöneldim.”

İslâm’a girişinden önce meydana gelen Bedir gazasında bulunmayan Ebû’d-Derdâ, Uhud’da büyük fedakârlık ve şecâat göster-di. Bu gazadan sonra Rasûlullah (s.a.s.)’in bü-tün gazalarında bulundu. Ebû’d-Derdâ’nın kardeşliği Selmân-ı Fârisî’dir. Ebû’d-Derdâ, Rasûlullah’ın vefâtından sonra Hz. Ömer’in ona ısrarla bir görev vermek istemesine rağ-men o “Bana müsaade et, gidip halka Rasûlullah’ın sünnetini öğreteyim, onlara namaz kıldırayım.” demiş, Hz. Ömer de ona müsaade etmişti. Hz. Ömer daha sonraları Şam’ı ziyaretinde Şam valisi Yezid b. Ebî Süf-

Page 39: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi39

yân, Amr b. el-As, Ebû Musa el-Eş’ari’yi teftiş et-tiğinde bu zatların kapılarının kilitli olduğunu, odalarının ipekle kaplı bulunduğunu, huzurla-rına girenlerin kim olduklarını sorduklarını, mü-reffeh yaşadıklarını görmüş; Ebû’d-Derdâ’ya git-tiğinde ise onun kapısında kilit bulunmadığı, odasında ışık olmadığı, elbisesi hafif, soğuktan muzdarip, gelenin selâmını alan, kim olduğunu sormadan içeri kabul eden, altında bir keçe par-çası bulunan bir durumda görmüştü. Hz. Ömer, Ebû’d-Derdâ’ya, “Ben seni Medine’de hoş tut-madım mı?” deyince o, Rasûlullah’tan duyduğu şu hadisi hatırlatmıştır:

“Sizin dünyadan metâmız bir yolcunun azığı kadar olsun.” (Kenzü’l-Ummâl, I. 78).

Kendisine misafirliğe gelen arkadaşları, yatak yerine yerde yatıp da şikâyet ettiklerinde şöyle

demiştir: “Bizim bir başka evimiz var ki, hepi-miz orada toplanacağız.” (Sıfatü’s-Safve, I, 263).

Hz. Ömer, Bedir’de bulunmamasına rağmen -çünkü o sırada Müslüman olmamıştı- Ebû’d-Derdâ’ya da Bedir gazası tahsisatı bağlamıştır. Hz. Osman -veya Ömer- zamanında Ebû’d-Derdâ Şam kadılığına getirilmiş ve hicretin 32. yılında vefât etmiştir.

Bütün ömrünü takvâ içinde geçiren Ebû’d-Derdâ’nın güzel yüzlü, esmer, sakalını boyayan, başına takke geçirip üzerine sarık saran bir zat olduğu zikredilmiştir.

Ebû’d-Derdâ fıkıh ve hadis ilimlerinde ileri gelenlerden idi. Rasûlullah’tan bütün öğrendik-lerini, bütün duyduklarını, anladıklarını Müslü-manlara öğretmeye çalışmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemiş ve mescidde her gün Kur’ân der-

Page 40: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi40

si vermiştir. Şam’da yüzlerce hâfız yetiştirmiştir. Zevcesi Ümmü’d-Derdâ es-Suğrâ, Kur’ân kırâa-tinde sözü geçen tâbiîndendir.

Ebû’d-Derda’nın, tefsir ilminin gelişmesinde de emeği vardır. Rasûlullah’a bir gün,

“Onlar ki, iman ettiler ve takvâ üzere bu-lundular; onlara bu dünya hayatında müjde vardır.’’ (Yunus, 10/64)

âyet-i kerimesindeki “büşrâ’’dan, yani “müjde”den maksat nedir diye sormuş, Rasûlul-lah da, “Bundan murad sâlih rüyadır.” buyur-muştur (Ebu Davûd ed-Tayâlîsî, Müsned, 131).

Ebû’d-Derdâ, Rasûlullah (s.a.s)’den birçok ha-dis rivâyet etmiştir. Ondan hadis öğrenenler ara-sında Enes b. Mâlik, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbâs, Ümmi’d-Derdâ... gibi râviler bulunmak-tadır. Tâbiin’in meşhur zatlarından Saîd b. el-Mü-seyyeb, Alkame, Kays, Cübeyr b. Nadir, Zeyd b. Vehb, Muhammed b. Sırın vb. onun talebeleridir. Ebû’d-Derdâ yetmiş dokuz kadar hadis rivâyet etmiştir. Bunlardan en önemlileri şöyledir:

‘’Bir insan ilim kazanmak için bir yola gi-rerse, Cenâb-ı Hak ona cennete doğru bir yol açar. Melekler ilim peşinde koşanlardan hoş-nut oldukları için kanatlarını onun altına ge-rerler. İlim sahipleri için yerdekiler ve gökte-kiler mağfiret niyaz ederler... Peygamberlerin vârisleri âlimlerdir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V. 128).

Bir gün Rasûlullah cuma hutbesinde âyet okurken, Ebû’d-Derdâ yanında bulunan Ubey b. Kâ’b’a, “Bu ayet ne zaman nâzil oldu?” diye sor-muş. Übey cevap vermemiş; hutbe bittikten sonra, “Cumanı şu boş sözünle iptal ettin.” demiş-tir. Ebû’d-Derdâ, Hz. Peygamber’e giderek onun bu sözünü aktardığında Rasûlullah (s.a.s) şöyle demiştir:

“Übey doğru söyledi. İmam hutbede konu-şurken sözünü bitirinceye kadar sus ve onu dinle.” (Müsned, V. 190).

“Rasûl-i Ekrem her hadis söyledikçe tebes-süm ederdi.”

“Kıyâmet günü insanın mizânında en ağır basan şey iyi ahlâktır, yani güzel huydur.”

“Size namazdan, oruçtan, sadakadan, fa-ziletçe bir derece yüksek bir şey söyleyeyim mi? İnsanların arasını barıştırmak.”

Ebû’d-Derdâ fıkıhta reyine başvurulan bir fa-kihti. Şam’da bulunduğu sırada Kûfe’den ve baş-ka yerlerden gelenler onun görüşlerine baş-vururlardı. Zikir konusunda da hadisler rivâyet etmiştir:

“Her namazdan sonra otuz üç defa tesbih, otuz üç defa tahmid, otuz üç defa tekbir ge-tir.” (Müsned, V, 1 96).

“Ezansız-namazsız köylerde oturma; böy-le bir köyde oturmaktansa şehirde kal.” (Müs-ned, VI, 145).

Rasûlullah (s.a.s.)’in ashâbı arasındaki karşı-lıklı saygı ve yardımlaşmayı İslâm ümmeti için bir örnek olarak ifade eden bir hadisi Ebû’d-Der-dâ zikretmiştir. Bu hadiste Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer arasındaki bir münâkaşada Ömer’e hak-sızlık eden Ebû Bekir’in sonradan pişman ola-rak Ömer’e gittiği; ancak Ömer’in onu affet-mediği ve Ebû Bekir’in Rasûlullah’ın huzuruna çıktığı; arkasından da Ömer’in huzura girdiği; bu esnada Rasûlullah’ın Ebû Bekir’i dinledik-ten sonra Ömer’e dönüp itab etmesinden kor-kan Ebû Bekir’in, münâkaşada kendisinin ileri gittiğini öne sürmesi üzerine Rasûlullah şöyle buyurmuştur:

“Allah beni size peygamber göndermişti. Bunu size tebliğ ettiğimde hepiniz beni ya-lanlamıştınız da Ebû Bekir inanmış, uğrumda canını, malını, fedâ etmişti. Şimdi ashâbım, siz dostumu bu nisbetiyle ve bu husûsiyetiyle bana bırakırsınız değil mi?”

Ebû’d-Derdâ o günden sonra hiç kimsenin Ebû Bekir’i incitmediğini nakletmektedir. (Sa-hih-i Buhâri Muhtasarı, Tecrid-i Sarih Tercümesi, IX, 333-334)

Ebû’d-Derdâ hastalandığı bir sırada arka-daşları yanına gelerek “Ey Ebû’d-Derdâ, neren-den şikayetçisin?” demişler; Ebû’d-Derdâ, “Gü-nahlarımdan” diye cevap vermiş; “Canın bir şey istemiyor mu?” sorusuna, “Canım Cennet istiyor.”demiş; “Sana bakmak için bir hekim ça-ğırmayalım mı?” diyen arkadaşlarına şöyle de-miştir: “Esasında beni yatağa düşüren hekim-dir.” (El-Hilye, I, 218; et-Tabakat, VII, 118).

Hizâm b. Hakım, Ebû’d-Derdâ’nın şöyle dedi-ğini nakleder:

“Eğer öldükten sonra neler göreceğinizi bilseydiniz, iştahla ne bir yemek yiyebilir, ne bir şey içebilir ve ne de gölgelenmek için bir

Page 41: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi41

eve girebilirdiniz. Hep avlularda oturup göğ-sünüze vurur ve hâliniz için ağlardınız. Valla-hi isterdim ki ben kesilen ve meyvesi yenen bir ağaç olaydım.” (El-Hilye, I, 216).

“Bir saatlik düşünce ve tefekkür bir gece sabaha kadar ibâdet etmekten iyidir.” (et-Ta-bakat VII, 392) diyen Ebû’d-Derdâ sevinç ve bol-lukta Allah’ı unutmaz; insanlara, konuşmayı nasıl öğreniyorlarsa, konuşmamayı da öyle öğrenme-lerini, gereken yerlerde susmanın büyük bir ilim olduğunu, insanların cennete veya cehenne-me dillerinin söylediklerinden götürüldüklerini öğütlerdi.

Ebû Nuaym’dan Heysemî’nin Sâbit el-Bünânı’den naklettiğine göre, Ebû’d-Derdâ Sel-mân el-Farisi’ye Leysoğulları kabilesinden bir kız istemek üzere gitmiş, Selmân’ın üstünlüğünü anlatmıştı. Kızın babası, kızını Selmân’a vereme-yeceğini, fakat Ebu’d-Derdâ isterse ona verece-ğini söyleyince, Ebû’d-Derdâ o kızla evlenmiştir. Daha sonra bunu Selmân’a utanarak nakletti-ğinde Selmân ona,”Senden çok ben utanmalıyım. Zira Allah bu kızı sana nasib etmişken ben ona ta-lib oldum.” demiştir. İşte ashâbın birbirlerine karşı olan olgun davranışları böyleydi.

İlim hakkında Ebû’d-Derdâ şöyle demiştir:

“İlim ancak arayıp öğrenmekle olur. İlim için sabah çıkıp akşam dönmenin cihad olma-dığını sanan kimsenin aklı eksiktir.” (Câmi’ül-Beyani’l-İlim, I, 31, 32, 100).

(Şamil İslam Ansiklopedisi)

Page 42: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi42

Tam adı İbnü’n-Nefis Alaaddin Ebu’l-A’lâ Ali ibn Ebi’l-Hazm el-Kureşî ed-Dımeşkîdir. 1210-88 yılları arasında yaşamıştır. Şam’da dünyaya gelen İbnü’n-Nefîs, Nureddin Zengi tarafından 12. yüz-yılda kurulan hastanede (el-Bimaristan en-Nu-ri) tıp ilmini öğrendi. İlk hocası Abdurrahim ibn Ali el-Dahvar’ın yanında tıp eğitimini tamamladı ve Kahire’ye yerleşti. Nâsırî Hastanesinde vazife yaptı ve birçok talebe yetiştirdi. Talebeleri içinde en meşhur olanı, cerrahlıkla ilgili bir eser yazan İbnü’ l-Kuff tur. İbnü’n-Nefîs, fâkih olarak Kahi-re Mansuriye Medresesi’nde ders vermiş, ayrıca gramer, mantık ve felsefe ile de meşgul olmuş-tur. İbnü’n-Nefîs’in eserleri arasında en çok tanı-nanı Mu’cez olup İbnü’s-Sina’nın Kanun’unun bir çeşit özetidir. En büyük keşfi ise akciğer dolaşımı-nı bulmasıdır.

Kendi devrinde tıp ilmi nin önderi olan İbnü’n-Nefîs, daha çok insan organizması üzerin-de etkili olan faktörleri araştırdı. Tıbbî tedaviden çok, hastalıkların ana sebepleri üzerinde durdu., Tıpta hastalıkların sebepleri üzerinde ilmî çalış-malar yapan ve eserler veren ilk âlimdir. ortope-di ilminin de ilk kurucular ıarasındadır. Hekimlik-te önemli çalışmalar yapan İbnü’n-Nefîs, Mısır’da hekimlerin başı ünvanını aldı.

İbnül Nefis,özlem ve deneye çok önem ve-rirdi. Gerçeğe, meselenin köküne inmekle ula-şılacağını düşünürdü. Kağıta dökmeden önce tekrar tekrar deneyleri yapardı. Bu yargıyı şu sözleriyle anlıyoruz. “Organın yaptığı vazi feleri izah için, eski naza riyelerden etkilenmeden tek-

rar itinalı bir müşahede ve doğru bir araştırmaya daÂyanmalıyız.”

İbnü’n-Nefîs, Galen ile İbnü’s-Sina’nın bütün fikirleri ni ezberlemişti. Çoğu meslektaşının aksi-ne Galen’in me todunu kabul etmez, zayıf nok-talarının olduğu söylerdi. Buna mukabil, İbnü’s-Sina’yı çok takdir ederdi. Kanun eseri ise en fazla meşgul olduğu eserdi ve onu hemen hemen ez-bere bilirdi.

Tıbbî eserlerini kaleme aldığı sırada kendisini görenler, âdeta çağlayan bir sel halinde, başka bir kitaba başvurÂmaya lüzum görmeden yaz-dığını bildirirler. Birgün Kahire’nin 1200 hama-mından bi rinde yıkanırken aniden ka ğıt, kalem ve mürekkep ister ve nabız hakkında bir risale

“1924 yılında Freiburg Tıp Fa-kültesinde ilim tarihinin çehresini değiştirecek bir hâdise oldu. Muh-yiddin Tantavi adlı Mısırlı genç bir Müslüman, Almanca bir dokto-ra tezi hazırladı. Bu genç dokto-run tezi, bazı Alman profesörle-rin dikkatini çekti. Çünkü, tezde, ilk defa, küçük kan dolaşımının İbnü’n-Nefîs adında bir Müslüman ilim adamı tarafından bulundu-ğundan bahsediliyordu. Profesör-ler buna bir türlü inanamıyorlardı. Onlara göre bu mümkün değildi.”

MÜSLÜMAN BİLİMADAMLARIİBN-ÜL NEFİS FARUK KUL

Page 43: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi43

yazmaya başlar. Risalesini bitirince, tekrar kurnaya geri dö nerek yıkanmasına devam eder.

Yazdığı eserlere o kadar güvenirdi ki: “Eserleri-min benden sonra asırlarca yaşayacaklarını bilme-seydim, onları yazmazdım” der, an cak ihtiyatı da elden bırakmaz ve “Bir eser yazma iddia sında bu-lunanlar, gereken mesuliyeti de yüklenmelidir ler” derdi.

Meşhur müellif Max Mayerhof: “İbnü’n-Nefîs’in değeri, kitapları bütün Orta Çağ boyunca en temel eser ler kabul edilen Galen’in ve İbnü’s-Sina’nın bazı düşün celerine, yanlış fikirlerine karşı yalnız başına mücadele etme cesaretini göstermiş ol masındadır” der ve “Kısaca sı, o. büyük bir otori-te idi ve birçok mükemmel adam onun hakkında “o, ikinci İbnü’s-Sina idi” demektedir ler” diye ilave eder.

ESERLERİ

Mu’cez gibi asırlarca üzeri-ne pek çok şerh, haşiye, ta’lik yazılan eserler verdiği gibi, Hz. Muhammed’in (sav) hayatı ve Hadîs usûlü üzerine kitaplar da yazmıştır. Başlıca eserleri şunlardır:

Kitab eş-Şamii fi’t-Tıb: En büyük eseridir. 300 cüz olarak yazmayı tasarladığı ese ri bi-tiremeden vefat etti. 80 cü zü hâlâ Kahire’deki Bimaristan el-Mansuri’de bulunmak tadır. İçinde o zamana kadar tıp ilmi-ne ait ne kadar bilgi varsa hep-sini kaydetmiştir.

Kitab el-Mühezzeb fi’l-Kahl: Göz hastalıktan hakkınÂ-da değerli bir eserdir. Bir nüshası Vatikan Kütüpha-nesinde bulunmaktadır.

Kitab el-Muhtar fi’l-Ağdiya: Gıdalar hakkın-dadır. Berlin Kütüphanesinde bulunmaktadır.

Mu’cez el-Kanun: En çok bilinen eseridir. İbnü’s-Sina’nın meşhur eseri Kanun’un bir çeşit özetidir.Fakat fizyoloji ve anatomi kısmı bu öze-tin dışındadır.Eserin asılları Paris, Oxford ve Münih Kütüphanelerinde bu lunmaktadır. Birçok dile ter-cüme edilmiştir. Esere birçok şerh, haşiye ve ta’lik yazılmış tır. Mu’cez ilk defa 1828’de Kalküta’da ba-sılmıştır. Türk çe’ye tercümesi ilk defa Muslihiddin Sürûrî ve sonra Kanu nî devrinde Edime Darüşşi-

fası baştabibi olan Ahmed İbn Ke mal tarafından yapılmıştır.

Şerh-i Teşrih el-Kanun: Kanun’un anatomi bö lümlerinin açıklamasıdır. Gerçi Kanun’da in-san anatomisine dair özel bir bölüm yoktur ama, konuların içinde yer yer anatomiden bahsedilmiş-tir. İbnü’n-Nefis anatomiye dair bu kısımlan izah ederek ortaya 300 sayfalık bir kitap çıkar mıştır. Ayrıca bu eserinde kendisinden yüzlerce yıl son-ra ortaya çıkan patolojik anato minin de temel-lerini atmıştır. Şu paragraf bunu açıklamak tadır: “... İshalden veya kan kaybından ölen kimselerde da marı bulmak güçleşir. Buna karşılık boğul-mak suretiyle öğ lenlerde damarları bulmak koÂ-laylaşıyor...” Bu Arapça yaz ma eserin en önemli tarafı, İbnü’n-Nefîs’in, Galen ve İbnü’s-Sina’nın ak-sine, akciğer dolaşımının (küçük dolaşım) mev cut olduğunu belirtmesidir.

İbnü’n-Nefîs’in ayrıca ikiÂ-si Hipokrat’ın, biri Huneyn İbn İshak’ın eserlerine olmak üzere başka tıbbî şerhleri ve Peygamberimiz’in (sav) haÂ-yatını anlatan er-Risale el-Kâ-miliye fi’s-Sîret en-Nebeviyye, hadîs ilminin pren siplerini anlatan Muhtasar fî İlm-ı Usûl el-Hadîs gibi tıp ha rici eserle-ri vardır.

İBNÜ’N- NEFİSİN KAN DO-LAŞIMI TEORİSİ

Hipokrat, kan dolaşımından ka raciğeri sorumlu tutmuş ve kalbi bir damar genişlemesi gibi kabul etmiştir. Aristo, da-marların hava ile dolu olduğu-nu kabul ediyordu. Galen ise,

kanın sağ kalpten sol kalbe ara bölmedeki geçitler aracılığı ile geç tiğini öne sürmüştür. İbnü’s-Sina da bu görüşü kabullenmiştir.

İbnü’n-Nefîs’in kan dolaşımı ile ilgili görüşleri ise şu şekilde özet lenebilir:

1.‘Kalp, ancak ve ancak kendi bünyesi içinden geçen damarlar ara cılığı ile beslenir’ diyen İbnü’n-Nefîs, böylece koroner dolaşımı ilk bulan ilim ada-mı olmuştur.

2.Kan, akciğerleri beslemek için değil, temiz hava götürmek için yayılır. (Daha sonra W. Harvey de bunun üzerinde önemle durmuştur).

Page 44: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi44

3.Akciğere giden damarla, akciğerden dönen damar ara sında, dolaşımı tamamlayan bağlan-tılar mevcuttur. (Üçyüz.sene sonra Colombo bunu ilk defa kendisinin bulduğunu iddia et miştir).

4.Akciğer toplardamarı, önceden zannedildi-ği gibi, hava veya is ile değil, kan ile doludur.

5.Akciğer atardamarının duvarı, akciğer top-lardamarının duvarından daha kalındır. (Bu keşif yakın zamana kadar Michael Servetus’a dayandırılıyordu).

6.Kalp odacıkları arasındaki bölmede geçit yoktur. Kan, dolaşımını kalpte tamamlar: “Kanın sol boşluğa geçmesi akciğerler yolu ile olmakla-dır. Sağ boşluktan akciğerlere gelen kan, burada ısınmakta ve hava ile karıştıktan sonra, akciğer toplardamarı yolu ile sol boşluğa geçmektedir” diyen İbnü’n-Nefîs, böylece akciğer dolaşımını ilk keşfeden ilim adamı olmuştur.

KÜÇÜK KAN DOLAŞIMININ İBNÜ’N- NE-FİS TARAFINDAN BULUNDUĞUNUN ORTAYA ÇIKARILMASI

1553’te İspanyalı Michael Servetus’un bir dolaşım nazariyesinden bahsedip buna ‘kü-çük kan dolaşımı’ veya ‘ak ciğer dolaşımı’ adını verme sinden ve onu takiben İtalyalı Colombo ve Cesalpino’nun Galen’in başarısız modelinden yaptıkları bazı düzeltmelerden sonra 1616 yı-lında William Harvey, Galen nazariyesinin hata-larını tamamen gösterdi ve yeni bir akciğer do-laşım te orisi ortaya koydu. Günümüz de geçerli akciğer dolaşım sis temi modelinin ilk defa W. Harvey tarafından keşfedildiği bilgisi, 1924 yılı-na kadar de ğişmeden kaldı.

1924 yılında Freiburg Tıp Fakültesinde ilim tarihi-nin çehresini değiştirecek bir hâdise oldu. Muhyiddin Tantavi adlı Mısırlı genç bir Müslü man, Almanca bir dok-tora te zi hazırladı. Bu genç doktorun tezi, bazı Alman profesörlerin dikkatini çekti. Çünkü, tezde, ilk defa, küçük kan dolaşımı nın İbnü’n-Nefîs adında bir Müslüman ilim adamı tarafından bulundu-ğundan bahsediliyordu. Pro-fesörler buna bir türlü ina-namıyorlardı. Onlara göre bu

mümkün değildi. Bunun üzerine tezin bir kopya-sı, o sıralarda Kahire’de bu lunan Alman doktor Mayerhof’a gönderildi. Dr. Mayerhof, Tantavi’yi doğrulamakla kalmayıp daha sonra yazdığı ma-kalede bunları açıkladı. Evet, akciğer dolaşımı-nı ilk bu lan İbnü’n-Nefîs’ti. 1553’te Servetus, 1559’da Colombo, 1628’de Harvey kan dolaşımı hakkında tek söz etmeden asırlar önce İbnü’n-Nefîs akci ğer dolaşımını keşfetmişti.

KAYNAKLAR

-Adıvar, A. A., Osmanlı Türklerinde İlim, İsÂ-tanbul, Evrim Matbaacılık Ltd. Şti., 1982

-Bayrakdar, M.; İslâm’da Bilim ve Teknoloji Tari-hi. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay., 1989

-Danişmend. H.; Garb Menbalarına Göre Garb Medeniyetinin Menbaı Olan İslâm Me deniyeti, İstanbul, Yağmur Yay., 1979

-Döğen Ş.; Müslüman İlim Öncüleri AnÂ-siklopedisi, İstanbul, Yeni Asya Yay., 1984

-Hunke S.; Avrupa’nın Üzerine Doğan İslâm Güneşi. İstanbul, Bedir Yay, Tarihsiz.

-Karakaş M. Müsbet İlimde Müslüman Âlimler, Ankara, Kültür Bakanlığı Yay. 1991

-Lahbabi; Milli Kültürler ve Medeniyet, İsÂ-tanbul, Tur Yay., 1980

-Nars S. H.; İslâm ve İlim. İstanbul; İnsan Yay., 1989.

-Sayılı, Al; İbnü’s-Sina’nın Doğumunun Bi rinci Yılı Ar-mağanı. TTK.

-Uzluk F. N. Anatominin gelişmesi, İbnü’n-Nefîs’in kü-çük kan dolaşımını bulma-sı. İs tanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası, Cilt 15, Sayı 1

Page 45: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi45

Euzübillahiminneşşeytanirracim

Bismillahirrahmanirrahim

17 Kasım 2013 Pazar günü Bizbiriz Derneğimizce tertip edilen “Birlik Beraberlik ve Kardeşlik Buluşması” vardı. Elhamdülillah katılım çok yüksekti. Konyalı kardeşlerimizin yanı sıra İzmir ve İstanbul temsilciliklerimizden de epeyce misafirimiz vardı. Programı gerçekleştirdiğimiz mekân, bize ayrılan süre içerisinde doldu doldu taştı. İkram edilen yemekler bereketlendikçe bereketlendi. Aşçı hayretini gizleyememiş “Ben şimdiye kadar böyle bereket görmedim” dedi. Elhamdülillah bişükrülillah rabbim bu organizasyonların çok daha büyüklerini yapmayı nasip eylesin. Allah(c.c), Böyle bir güzelliğe vesile olan Mürşidimiz Abdullah murad hocamızdan ebeden razı olsun.

“Birlik, Beraberlik ve Kardeşlik Buluşması” adına yakışır bir program oldu. Abdullah Murad Hocamızın

“Ne ayrıyız ne gayrı

Hep aynıyız hep aynı

Fikirler olsa da ayrı

Bir nefesiz bil gayri”

sözlerini içimize sindirdik. Gülen gözlerde,mutlu yüzlerde, candan sarılan bedenlerde bizliği yaşadık. Şimdiye dek ziyaret için kapısını çaldığımız ailelerin pek çoğu ordaydı. Öyle samimi öyle sıcak bir ortam vardı ki, biz bir idik biz bir olmanın güzelliğini ta yürekten yaşadık. Elhamdulillah. Rabbimize tüm İslam alemine birlik ve bizlik şuuru vermesi için niyazlarda bulunduk.

Sofralarda aynı kaba kaşık sallandı. Konya usulü düğün pilavı ve aşure ikram edildi. Varisün nebi Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocamızın gönüllere hitap eden mesajı ikramların en güzeliydi. Muhterem Hocamız bizlere herzaman ki gibi Rabbimizin ve Rasulullah(s.a.v) sözlerini hatırlattı. Kur’an ve sünnette açıklanan birlik reçetelerini sundu.

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlarım

“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.Allah(c.c)’ın size olan

nimetini hatırlayın. Hani sizler bir birinize düşmanlar idiniz de O, kalpleriniz birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi ordan kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.”(Al-i İmran ismiyle şöhret bulmuş sürenin 103.ayet)

“ G e v ş e m e y i n , hüzünlenmeyin.Eğer gerçekten iman etmiş kimseler iseniz üstün

olan sizlersiniz”(Al-i İmran ismiyle meşhur süre 139.ayet)

“Allah ve Rasulüne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. (Enfal ismiyle şöhretbulmuş süre 46.ayet)

“İman etmedikçe cennete giremezsiniz.

Ümmü HARAM

Birlik OlmadanDirlik Olmaz

ŞEHRİN GÖRÜNMEYEN YÜZÜ

Page 46: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi46

Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız.” (Muslim,İman 98, Tirmizi Sıfatül Kıyame 56)

“Fakirleri kollayıp, gözetiniz. Aranızdaki zayıflar sayesinde Allah’tan yardım görüp ve rızıklandığınızdan şüphesiz olmasın”(Ebu Davud, Cihad, 70)

“Birlikte rahmet vardır, tefrika azaptır.”(Müsned-i Ahmed4:145)

Tefrika Allah’ın kovmuş olduğu şeytanın fitnesidir. Hangi topluma, hangi kavme girmişse onu helak etmiştir. Hizipçilik edenler bilsinler ki, her biri Allah’ın kovmuş olduğu şeytanın neferidir. Şucuyuz, bucuyuz, diyenler cehenneme odunu olur giderler.

Abdullah Murad Şükrüoğlu

Rabbim mürşidimizden ebeden daimen razı olsun. Amin. Rabbimizden o gün yaşadığımız duygu selinin artarak devam etmesini ve tüm İslam alemini kaplamasını niyaz ediyoruz. Baktığımız her yüzde, hava, su, toprak herşeyde gördüğümüz her insanda Rabbimizi gördük.Yaratılanı yaratandan ötürü hoşgördük. Biz ve hocamız gibi “Bizbiriz. Müslümanım diyeni severiz.” dedik. Abdullah Murad Şükrüoğlu hocamızın şu dörtlüğü hiç dilimizden düşmedi.

“Ne sen varsın ne de ben

Cümle var olan Allah

Bunu zata yükleme sen

Ademdir Nazargullah”

Rabbim ümmet-i Muhammed’e birlik ve beraberlik ruhu, bizlik şuuru, versin. Amin. Birlik olmadan dirlik olmaz. Vesselam

Page 47: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi47

SURELERDENAsr Suresinin Fazileti

S.GÜLSOY

Asr sûresi, Mekke-i Mükerreme’de nazil ol-muştur. Üç ayettir. Sûrede insanların zararda ol-dukları, bu kötü durumdan kimlerin kurtulacak-ları haber veriliyor.1

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın ismiyle.1-Asra yemin olsun ki, 2-İnsan mutlaka ziyandadır. 3- Ancak iman edenler, salih amel (iyi

işler) işleyenler, birbirlerine hakkı tavsi-ye eden ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.2

Allahu Teala insanların kurtuluş reçe-tesini asr suresinde dört temel esasla biz-lere sunmuştur. Bunlar “ iman, salih amel, hakkı ve sabrı tavsiye”dir.

Bu sure, kapsamlı ve kısa sözün ben-zersiz bir örneğidir. Surenin içinde öyle ifadeler vardır ki mâna itibariyle dünyayı bile kapsar ve bunu yazmak için koca bir kitap gerekir. Surede açıkça ve kesin bir üslûb ile, insanın kurtuluş yolunun han-gisi ve onun için felaket ve hüsran ola-cak yolun da hangisi olduğu bildirilmiştir. İmam Şafii’nin şu sözü ne kadar doğru-dur: “Eğer insan bu sure üzerinde derin-lemesine düşünürse, yalnız bu sure onun 1 Taberî, İbn-i Abbâs2 Elmalılı Hamdi Yazır

hidayeti için yeterlidir.” Sahabe-i Kiram nezdinde bu surenin önemi, şu rivayetten çıkarılabilir. Abdullah b. Hısn ed-Derimî Ebu Kaldina’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah ashabından iki kişi birbirleriy-le görüştüğü zaman, bu sureyi okumadan ayrılmazlardı.3

Bir hadis-i şerifte Muhammed Mustafa (sav) :

Kim Asr sûresini okursa, Allahü teâlâ onun günahlarını affeder. Hakkı ve sabrı tavsiye edenlerden olur.4 Buyurmuştur.

“Halikın namütenahi adı var en başı Hakk

Ne büyük şey kul için Hakk’ı tutup kaldırmak

Hani ashâb-ı kirâm ayrılalım derlerken

Mutlaka sûre-i ve’l-Asr’ı okurmuş bu neden ?

Çünkü meknun o büyük sûrede esrârı felâh

Başta iman-ı hakikî geliyor sonra salâh

Sonra Hak, sonra sebat, işte kuzum insanlık

Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık.”

MEHMET AKİF ERSOY3 (Taberanî) (Tefhimü’l-Kur’an, Mevdudi)4 (Hadîs-i şerîf-Envâr-ut-Tenzîl ve Esrâr-üt-Te’vîl)

Page 48: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi48

ARAPÇA RABCA’YA GÖTÜRÜR

N. HADRA

YER ZARFLARI : ظرف المكان

Üstünde فوق

اأمام Önünde

بين Arasında

خلف Arkasında

تحت Altında

بعيد عن Uzağında

قريب من Yakınında

Yer zarfları kendinden sonraki kelimenin harekesini daima esre yapar.

ÖRNEK CÜMLELER

جرة ١ الطائر فوق الش Kuş ağacın üstündedir.

ورة اعة و الص بورة بين الس .Tahta saat ve tablonun arasındadır ٢ الس

.Öğrenci masanın önündedir ٣ الطالب اأمام المنضدة

.Kedi sandalyenin altındadır ٤ القط تحت الكرسي

.Hastane okula yakındır ٥ المستشفى قريب من المدرسة

.Kantin kütüphaneye uzaktır ٦ المقصف بعيد عن المكتبة

٧ الحديقة خلف البيت Bahçe evin arkasındadır.

Page 49: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi49

Aşağıdaki cümleleri tercüme ediniz.

………………………………٢ …………………………………١

…………………………………٤ …………………………………٣

…………………………………٦ …………………………………٥

…………………………………٨ …………………………………٧

Page 50: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi50

HAYDARAhmet NAVRUZ

Herkes korku ile gözlerini kapamış bekliyordu.Bir patlama duyuldu sonra kanat sesleri duyul-maya başladı.Herkes öldüğünü zannederek feryat ediyordu.Peçelinin sesi ile irkildi herkes kalkın Allah yardımı ile ölmedik hayattayız.Gözünü açan hayretle dışarı bakıyor ve yere düşmüş uçan kargaları görüyordu.Küffar ordusu üzerlerine saldıran kargalara ateş edeceğiz diye birbirlerini vuruyorlardı.Kargalar aldıkları emir ile askerlerin boğazına ve gözlerine saldırıyordu.Peçeli şeha-det getirmeye başlayınca içerdeki herkesde onunla birlikte şehadete başladı.

Küffar ordusu bozguna uğramış her biri bir yere kaçıyordu.Hastahanedekiler ise müslüman olmak için şehadet getirip dinin gereklerini öğreniyorlardı.Peçelinin aklına Muhammet geldi koş-tu ve baygın Muhammeti getirip pansuman yaptırdı.Muhammet uyanınca peçeliye baktı ve kısık sesle birşey söyledi.Peçeli tam duymak için eğildiği sırada Muhammet uzanarak peçeyi açtı ve peçelinin kim olduğu ortaya çıktı.Muhammet;

-Haydar kardeşim biliyordum.Sen olduğundan adım gibi emindim diyerek sarıldı.O arada odaya giren Yasir amca şaşkınlıktan dona kalmıstı.’’Meğer peçeli iki tane imiş ve ikiside benim dostummuş’’ diye ağlıyor ve sarılıyordu.Bu gözyaşları mutluluktandı.

.............

Haydar Muhammetin yanında iyileşmesini beklerken israil ajanları peçeliyi öğrenmişler ve her zaman ki insafsız planlarından bir tane daha yapıp Haydarın evde yalnız bekleyen karısı ile bebeğinin yanına doğru ilerliyorlardı.Çoçuğunu uyutan Haydarın eşi Kur’anı Kerim okuyordu ki büyük bir gürültü ile kapı kırıldı.Bir sürü küffar askeri üzerine hucum edip darp etmeye başladı.Bir yandan evi arıyorlar bir yandan da korkuyorlardı.Ama Haydarın hiçbirşeyden haberi yoktu.

Odada Haydarın kundaktaki oğlunu bulan küffar ayaklarından tuttukları bebeği sallıyorlar ve kahkaha atıyorlardı.Acılı anne kalkmaya çalışıyor ama vurulan dipçiklerden fırsat bulup kalka-mıyordu.Bir ara tam gücünü toplamıştı ki kafasını yediği dipcikle kendinden geçti...

Page 51: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi51

Faydalı BilgilerEvinizde yaşamı kolaylaştıracak pratik

ve çok kolay öneri öğrenmeye ne dersiniz? İşte hayatınızı kolaylaştıracak pratik öneri ve tavsiyeler…

Satın aldığınız ayakkabılar ayağınızı sıkıyor ise onları bir kaç dakika buhara tutun.

Makasınızı bilemek istiyorsanız, zımpara kağıdı kesin.

Halıdaki sigara yanıklarından, yanık yerler üzerinde zımpara kağıdı ile dairesel hareketler yaparak kurtulabilirsiniz.

Mobilyaların yerlerini değiştirdiğinizde halıların üzerinde iz bırakır. Bu izleri yok etmek için izlerin üzerine bir parça buz koyun

ve erimesinibekleyin. Daha sonra üzerinde elektrik süpürgesini gezdirin. İzden eser kalmadığını göreceksiniz.

Fermuarlı giyeceklerinizi çamaşır makinesine koymadan önce kapalı olup

o l m a d ı ğ ı n ı k o n t r o l edin. Açıksa zedelenebilirler.

Üst üste k o y d u ğ u n u z bardaklar yapışıp çıkmıyorsa bir leğenin içerisine koyun. Üstteki bardağın içerisine buz koyup leğenin içerisine yavaş yavaş

sıcak su koyun. Bardakların kolayca çıktığını göreceksiniz.

Satın aldığınız plastik ve cam eşyalarin üzerine yapıştırılan e t i k e t l e r d e n kurtulmak için etiketin üzerine yemeklik margarin sürün ve 15 dakika bekletin. Bir bez ile ovalayıp yıkayın. Üzerinde hiç bir leke ve çizilme oluşmayacaktır.

Ütü yapmayı kolaylaştırmak ve süreyi azaltmak için ütü masasının kılıfının altına alüminyum folyo koyun. Sıcağı geri yansıtacağından ütü yapmak daha kolay olacaktır.

Bez pabuçların temizlenmesi sorun oluyor ise pabuçları bir yastık kılıfının içerisine koyun. Kılıfın ağzını kapayın ve çamaşır makinasında yıkayın. Yeni gibi olacaklardır.

Hazırlayan Ahmet NAVRUZ

Page 52: Bizbiriz dergisi 10 sayi

Bizbiriz Dergisi52

1 Kasım (1928) Yeni Türk harflerinin kabulü

(1954) Cezayir’de bağımsızlık savaşı

3 Kasım (1918) Musul’un Türk top-raklarından ayrılışı

4 Kasım (1946) UNESCO’nun Kuru-luşu

6 Kasım (1989) Güneydoğu Anadolu Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Baş-kanlığı (GAP)`nın kuruluşu

10 Kasım (1938) Atatürk’ün ölümü

11 Kasım (1918) Birinci Dünya Savaşı’nın sonu

(1975) Türkiye Kalkınma Bankası’nın kuruluşu

12 Kasım (1887) Plevne Müdafaası

13 Kasım (1918) Birinci Dün-ya Savaşı sonu. İtilaf Devletleri Donanması’nın İstanbul’a girişi

14 Kasım (1983) Telsiz Genel Müdürlüğü’nün kuruluşu

16 Kasım (1869) Süveyş Kanalı’nın açılışı

17 Kasım (1922) Son padişah Vahdettin’in Türkiye`den ayrılışı

18 Kasım (1922) Büyük Millet Meclisi’nin Abdülmecit Efendi’yi halifeliğe seçmesi

20 Kasım (1961) Türkiye’de ilk ko-alisyon hükümetinin İsmet İnönü tarafından AP ve CHP’li bakanlarla kuruluşu

22 Kasım (1617) Sultan I. Ahmet’in ölümü; I. Mustafa’nın sultan ilan edilmesi

24 Kasım (1927) Ankara Zafer Anıtı’nın açılışı 30 Kasım (1973) Anadolu Üniversitesi’nin kuruluşu

6101112

13134

Tarih’te KasımHazırlayan Abdulkadir AYDIN

141618202230

Page 53: Bizbiriz dergisi 10 sayi
Page 54: Bizbiriz dergisi 10 sayi
Page 55: Bizbiriz dergisi 10 sayi
Page 56: Bizbiriz dergisi 10 sayi
Page 57: Bizbiriz dergisi 10 sayi
Page 58: Bizbiriz dergisi 10 sayi
Page 59: Bizbiriz dergisi 10 sayi
Page 60: Bizbiriz dergisi 10 sayi