Yenidünya 13-14-15

24
halk gazetesi www.yenidunyagazetesi.com Kurucusu: Mustafa Suphi (1883-1921) 3.00 tl (KDV dahil) >> 23 >> 21 >> 17 >> 19 Büyük Direniş’te kadın damgası Kadınlar her yerde Gençlik Gezi’de görev başındaydı Gençlik halkı diri tutuyor Bir ulu çınar: Bekir Karayel “Daha yapacak çok iş var” İşçi sınıfına adanmış bir yaşam: Kemal Türkler Direniş Özel Sayısı fatma şenden hülya kortun raşit şahin Takrir Taksim fobisinden faiz lobisine (1) Devrim ruhu >> 19 >> 15 >> 7 Mısır’da halk kazanıyor Halk 2011 yılında yaptığı, 2012 yılında Mursi dikta- törlüğünün gasbettiği devri- me 2013 yılında sahip çıktı. Devrimin kazanımlarını bı- rakmayacağını bir kere daha gösterdi. Mısır kazandı. Da- rısı diğer diktatörlerin baskı- sı altında inim inim inleyen halkların başına. >> 7 >> 11 Herkesi bir kere kandırabilirsiniz ama herkesi sürekli kandıramazsınız AKP kadın erkek, genç yaşlı, işçi me- mur, öğrenci milyonlarca emekçinin oluşturduğu barikata tosladı. Tıpkı 43 yıl önceki gibi, 15-16 Haziran günlerindeki gibi milyonlar sokak so- kak meydanlara aktı. Hem de bu sefer tüm ülkede. Varsın iktidar bugün gaz bombaları, tomaları, cadı avları ve yandaş med- ya operasyonlarıyla üstümüze gelsin. Halk birleşince ne kadar güçlü ve yara- tıcı olduğunu gördü. Şimdi iş, “Bu daha başlangıç” sözüyle başlayan sloganının sonunu “Mücadeleye devam zaferimi- zin teminatıdır” diyerek getirebilmekte >> direnişin içinden Halk sözünü söyledi Gericiliğe, vurgunculuğa, savaşa SON Sen misin AKP’yi eleştiren! Taksim Gezi Parkı ile baş- layan direniş sürecinin kilit kurumlarından olan Türk Mühendis ve Mimar Odala- rı Birliği TMMOB onurlu ve ilkeli duruşu nedeniyle AKP tarafından cezalandırıldı.

description

Direniş Özel Sayısı

Transcript of Yenidünya 13-14-15

halk gazetesiwww.yenidunyagazetesi.comKurucusu: Mustafa Suphi (1883-1921) 3.00 tl (KDV dahil)

>> 23>> 21 >> 17>> 19

Büyük Direniş’tekadın damgasıKadınlar her yerde

Gençlik Gezi’degörev başındaydıGençlik halkı diri tutuyor

Bir ulu çınar:Bekir Karayel“Daha yapacak çok iş var”

İşçi sınıfına adanmışbir yaşam:Kemal Türkler

Dire

niş

Öze

l Say

ısı

fatm

a ş

en

den

lya

kort

un

raşi

t şa

hinTakrir Taksim fobisinden

faiz lobisine (1)Devrim ruhu

>> 19

>> 15

>> 7

Mısır’da halk kazanıyor

Halk 2011 yılında yaptığı, 2012 yılında Mursi dikta-törlüğünün gasbettiği devri-me 2013 yılında sahip çıktı. Devrimin kazanımlarını bı-rakmayacağını bir kere daha gösterdi. Mısır kazandı. Da-rısı diğer diktatörlerin baskı-sı altında inim inim inleyen halkların başına.

>> 7

>> 11

Herkesi bir kere kandırabilirsiniz ama herkesi sürekli kandıramazsınız

AKP kadın erkek, genç yaşlı, işçi me-mur, öğrenci milyonlarca emekçinin oluşturduğu barikata tosladı.Tıpkı 43 yıl önceki gibi, 15-16 Haziran günlerindeki gibi milyonlar sokak so-

kak meydanlara aktı. Hem de bu sefer tüm ülkede.Varsın iktidar bugün gaz bombaları, tomaları, cadı avları ve yandaş med-ya operasyonlarıyla üstümüze gelsin.

Halk birleşince ne kadar güçlü ve yara-tıcı olduğunu gördü. Şimdi iş, “Bu daha başlangıç” sözüyle başlayan sloganının sonunu “Mücadeleye devam zaferimi-zin teminatıdır” diyerek getirebilmekte

>> direnişin içinden

Halk sözünü söyledi

Gericiliğe, vurgunculuğa, savaşa

SON

Sen misin AKP’yi eleştiren!

Taksim Gezi Parkı ile baş-layan direniş sürecinin kilit kurumlarından olan Türk Mühendis ve Mimar Odala-rı Birliği TMMOB onurlu ve ilkeli duruşu nedeniyle AKP tarafından cezalandırıldı.

direnişin içinden

Ağu

stos

201

3

AKP gücünü, ken-disine karşı olan bütün kesimleri, tüm muhalefeti terörist veya dar-beci ilan ederek, zindanlara atarak pekiştirmeye ça-lıştı. Ergenekon ve Balyoz davala-rıyla Kemalist ve ulusalcı çevrele-re, KCK davalarıyla Kürtlere, Devrimci Karargâh davalarıyla sosyalistle-re saldırarak bütün hukuk kurallarını ayaklar altına aldı. Özel mahkeme hukuksuzluğunu 12 Eylül döneminin bile çok ötesine taşıdı. Sendikalara da uyduruk davalarla saldırdı. Yöneticilerini terörist suçlamasıyla gözaltına aldı, tutukladı. Yasal ve meşru bir faaliyet olan sendikacılığı suç olarak gös-termeye çalıştı. Büyük medya organlarını denetimi altına alarak sansürü sıradanlaştırdı. Muhalif gazetecileri işten attırdı, yargıladı, tutukladı.

Zorbaya karşı öfke büyürkenOn yıllık iktidarı boyunca bütün toplumsal kesimlere saldıran AKP, halkın nezdinde giderek diktatörlüğe dönüştü. Yerel yönetimler ve hükümetteki gücünü cumhurbaşkanlığı ile pekiştirerek önce üniversite sistemini, sonra yargıyı ele geçiren AKP, tam bir baskı rejimi hâline geldi. İktidar gücünü ordu yönetimini büyük ölçüde denetim altına alarak da pekiştirdi.

Giderek iktidardaki mutlak güç hâline dönen AKP bu adımları atarken militarizmle he-saplaşma ve demokratikleşme gibi yalanlarla çevresine kafası karışık aydın ve gazeteci takı-

mını toplamayı başardı. Bu çevreler tara-fından demokrasi havarisi ilan edilen

Erdoğan, aynı zamanda Kürtler için barışı sağlayacak kararlı ve

güçlü bir lider olarak pazar-landı. Hem iktidardaki mutlak

gücüne dayanarak, hem de ken-disine muhalefet etmesi gerekenle-

rin bir kısmını etkisi altına almasıyla kendini giderek dev aynasında görmeye

başladı.

Diktatörleşen Erdoğan “İleri demokrasi” saldırıları

AKP bütün bunları yaparken bir yandan en gerici dinci uygulamalarla var olan sınırlı laikliği de ortadan kaldırmaya çalıştı, bir yandan da en ırkçı ve mezhepçi söylemlerle Kürtlere ve Alevilere saldırdı. Osmanlı-yı yeniden ayağa kaldırma hayalleri gören Erdoğan, Kürt sorununun çözümü için barış umudu besleyen geniş halk kitlelerinin duygularını kendi başkanlık hayalleri için sorumsuzca harcadı. Boğaza yapacağı üçüncü köprüye Alevi yurttaşlar için çok kötü çağrışımları olan “Ya-vuz Sultan Selim” adını vereceğini ilan etti.

4+4+4 yasasıyla eğitimi gericileştirdi. Dindar ve kindar bir nesil yarat-mak için adımlar attı. Kürtaj hakkına yaptığı saldırılarla ve üç çocuk çağrılarıyla kadını kul köle etmeye çalışacağını cümle aleme ilan etti. Eşçinsellere yönelik aşağılayıcı dışlayıcı bir söylem takındı. İlk adımla-rını kırmızı bölgeler, Beyoğlu’nda dışarıya masa sandalye konulmasını yasaklamak gibi adımlarla attığı alkol yasağını son çıkarttığı yasalarla uygulamaya koymaya kalktı. Futbol taraftarlarının kendisini protesto etmesine sert tepki gösterdi. Maç öncesinde durup dururken Beşiktaş taraftarlarına saldırdı.

Yaldızları dökülen Tayyip

Tam olarak işçi düşmanı, halk düş-manı bir siyasal hat izledi. Taşeron çalışma artık kural hâline dön-dürüldü. Daha iyi bir hayat için mücadele eden işçileri baskı altına almaya çalıştı. Yandaş sendikaları aracılığıyla işçi ve kamu emekçisi hareketini kendine kapı kulu yap-maya çalıştı. 12 Eylül faşizminin bile yapmadığı bir şekilde hava-

cılık işkolunda grevi yasakladı. Yasağa direnen işçlerden 305’ini işten attı. İşçilerin direnişi ile geri adım atıp yasağı kaldırsa da greve çıkan THY işçisine bütün hukuku ayaklar altına alıp grev kırıcılığı yaparak saldırdı. Çaykur işçisinin grevini de yine yoksul mevsimlik işçileri grev kırıcısı olarak kulla-narak kırdı.

Emekçi düşmanı despot

Özelleştirme saldırılarına tam gaz devam etti. Sağlık sistemini tama-men paralı hâle döndürdü. Bütün kamu ihalelerini yandaşlarına çok uygun şartlarda vererek yeni zenginler oluşturdu. Eski zenginlerin de servetine servet kattı. Üniversiteler ve diğer eğitim kurumları başta ol-mak üzere bütün kamu kurum ve kuruluşlarına, marifeti gerici din-ci olmak dışında bir şey olmayan kendi yakın çevresinden insanları atadı. Buna karşın emekçi halkın bankalara ve kredi kartlarına olan borcu çığ gibi büyüdü. Ülke ekonomisini sıcak para girişi adı altında uluslararası faiz lobilerinin, emperyalist tekellerin insafına terk etti. Başta yakın çevresi olmak üzere bütün yandaşlarını ihya ederken halkı dağıttığı gıda yardımlarına muhtaç bıraktı. Tarımda uyguladığı büyük yıkım politikalarıyla köylüleri ve tarım üretimini emperyalist tekelle-rin insafına terk etti. Köylüler borç ve yoksulluk batağına sürüklendi.

Vurguncu, yağmacı AKP

2

direnişin içindenA

ğust

os 2

013

Gezi Parkı’na giden süreçte en önemli dönemeç 1 Mayıs 2013’tü. Daha önce 2007, 2008 ve 2009’daki çatışmalar sonu-cunda Taksim’i 1 Mayıs’a açmak zorunda kalan AKP 2010 yılın-dan beri Taksim’de gerçekleş-tirilen 1 Mayıs’lardan rahatsız oldu. Gerçekten de her defasında daha da kitleselleşen gösteriler AKP iktidarı için tehdit oluş-turacak nitelikteydi. Taksim’i işçilere, emekçilere kapatmak için 2013’te vurgunculuk politi-kalarının en somut örneği olan “Taksim’i Yayalaştırma Projesi” kapsamındaki inşaat çalışmala-rını gerekçe gösterdi. Bu karar karşısında bütün muhalefetin odaklandığı yer, Taksim olma-ya başladı. Kadıköy’de miting çağrısı yapıp hareketi bölmeye çalışanların da oyununun boşa çıkmasıyla Taksim ısrarı AKP’ye karşı cepheden mücadelenin adı oldu.

Büyüyen direniş,küçülen zorbaİşçi sınıfının saatler süren polis saldırılarına karşı toplanma böl-gelerinin terk etmeden direnişe geçmesi bütün havayı değiştirdi. Halkın da desteğini alan 1 Mayıs direnişi karşısında panikleyen AKP, 1970 15-16 Haziran Genel Direnişi’nden bu yana ilk kez Haliç’teki köprüleri dahi açarak İstanbul genelinde sıkıyöne-tim uyguladı. AKP Taksim’i ve İstanbul’un meydanlarını işgal altına alarak halkın Taksim’e girmesini önlese de işçi sınıfı-nın teslim olmaması karşısında politik olarak kaybetti. Halkın

gözünde kibirli bir despot olarak mahkûm oldu. İşçi sınıfının di-renişi daha sonra Gezi Parkı di-renişinde başlayan sürece ilham kaynağı oldu.

Zulüm de kurtarmaya yetmedi1 Mayıs’taki mağlubiyetini bü-tün kibrini kullanarak örtme-ye çalışan despot yıllardır ge-lenekselleşmiş olan Taksim ve İstiklâl’de basın açıklaması ve yürüyüş yapmayı keyfi bir şe-kilde yasakladı. Yine de geri adım atmayan ilerici kurumlar, hemen her gün bu yasağa kar-şı eylemler yaparak yanıt verdi. AKP Taksim yasağına Çağla-yan Adliyesi’nde eylem yapma yasağını da ekleyerek bütün demokratik kamuoyunun tep-kisini çekti. Bunu Reyhanlı kat-liamı karşısındaki umursamaz tutumu, Boğaz’a üçüncü köprü yapmak için harekete geçme-si ve bir de bu köprüye “Yavuz Sultan Selim” gibi tarihe Alevi-ler için son derece kötü bir yeri olan padişahın adının verilmesi ve Emek Sineması için mücadele eden sanatçılara uygulanan polis şiddeti izledi. Üstüne bir de bu sanatçılar hakkında dava açıldı. Artık Tayyip, halkın öfke selin-den oluşan patlamaya hazır bir volkanın üzerinde oturuyordu. Gezi’de direnen insanlara yapı-lan vahşice saldırılar ve onları umursamadan ağaçların sökül-meye başlaması halkın öfkesini harekete geçirdi. Tarihe Mayıs-Haziran 2013 Büyük Halk Dire-nişi şeklinde geçen isyan günleri başladı.

Talanda hızını alamayan AKP gözünü doğal çevreye ve insan-ların yaşam alanlarına dikti. Bütün dereleri, çayları potansi-yel HES olarak gördü. Nükleer Santral projelerine karşı büyü-yen muhalefeti dinlemeden so-mut adımlar attı. Son örneğini Gezi Parkı’nda gördüğümüz bir vurgunculuk anlayışıyla şehirleri, meydanları, parkları büyük rant alanları olarak yo-rumladı. Kentsel dönüşüm adı altında emekçi halkı kent mer-

kezlerinden kovacak, zenginle-re yeni köşkler, konaklar sağla-yacak, her yerimizi AVM’lerle dolduracak projelere imza attı. Çılgınlıkta son nokta olarak İstanbul’a yeni kent kuruyoruz sloganı ile kentin kuzeyindeki ormanları talan edecek uygu-lamaları hayata sokmaya baş-ladı. Üçüncü havaalanı, Yavuz Sultan Selim adı verilen üçün-cü köprü ve bağlantı yolları ile yüz binlerce ağacı kesmeye başladı.

Doğaya düşmanAKP

Dış siyasette ise emperyalizmin taşeronluğunu üstlenerek baş-ta Suriye ve İran olmak üzere komşu halklara karşı yayılmacı bir politika izledi. Suriye’deki emperyalist müdahalede direk taşeronluk yaparak orada hal-kı katleden yobaz sürülerine silah ve lojistik destek sağladı. Böylece ilk başta İsrail olmak üzere bölgedeki emperyalist kuvvetlere hayati destek sağla-dı. Kendi kontrolü dışına çıkan cihatçı grupların Gaziantep’te ve Reyhanlı’da halka saldırması-na yol açtı. Özellikle büyük bir katliam boyutundaki Reyhanlı

saldırısından sonra hemen böl-geyi ziyaret etmesi beklenirken umursamaz bir şekilde ABD ziyaretine gitti. Büyük oranda kendisine oy vermiş olan Rey-hanlı halkının ve tüm barışse-verlerin öfkesini üstüne çekti.

On yıllık iktidarı boyunca uygu-ladığı gericilik, vurgunculuk ve savaş politikaları Gezi Parkı’nda direnen insanlara faşizmin en net örneklerini vererek acıma-sızca saldırmasıyla birlikte, halk tarafından kitlesel olarak mahkûm edildi ve büyük bir halk ayaklanmasına yol açtı.

Halk hareketinde dönüm noktası:1 Mayıs 2013

AKPAKP Emperyalistlerinkıymetli taşeronu

3

direnişin içinden

Ağu

stos

201

3

Mayıs-Haziran 2013 Büyük Halk Direnişi: Dev uyanınca

AKP'nin ülkeyi ve kentleri yağmalamayı amaçlayan çılgın projelerinin, günlük hayata gerici, bağnaz bir şekilde müdahale arayışlarının, savaş kışkırtıcılığının, artan ekonomik eşitsizliklerin ve adaletsizliğin toplumda büyük bir hoşnutsuzluk biriktirdiği bilinen bir gerçekti. Sendikaların, sol ve devrimci partilerin, demokratların, ilerici yurtsever çevrelerin mücadelesi biriktikçe birikiyordu. Ancak mayıs ayının sonunda ortaya çıkan isyan dalgası öylesine büyük ve görkemli oldu ki, ülkeyi bölgeyi ve dünyayı sarstı.

Takvimler 31 Mayıs'ı gösterdiğinde Türkiye'de kimse o gün yaşananları önceden tahmin et-memişti. Çünkü o gün kitlelerin, ulusal ölçek-te, daha önce eşi olmayan bir şekilde sokağa ve meydanlara çıktığı sürecin ilk günü oldu.

1 Mayıs'ta emekçilere Taksim Meydanını ka-patan AKP İstanbul’un neredeyse tamamını zehirli gaza boğmuştu, kullanılan gaz o kadar yoğundu ki, bazı ara sokaklarda atılan gazın etkisi günlerce hissedilmişti. İşte her sıkıştı-ğında hakkını arayanların karşısında gaza, copa, tomalara başvuran AKP kentine, par-kına, doğasına ve geleceğine sahip çıkan çok geniş bir kitleye yine aynı barbarlıkla saldır-mayı denedi. Bu, “Artık yeter, sabır taşını çat-lattınız” dedirten ilk olaydı. Müdahalenin ilk bir iki saatinde binlerce gaz ve ses bombası işçilerin, emekçilerin, sade yurttaşların üzeri-ne acımasızca atıldı. Büyük saldırı, beklendiği gibi halkı dağıtamadı. Tam aksine kalabalık saatler içerisinde arttı, arttı, arttı... Bir sokakta dağıtılanlar diğer sokakta yine birleşti ve to-maların, akreplerin karşısına çıplak elleriyle yeniden çıktı.

Bir isyan düşünün o kadar büyük, kararlı ve

güçlü olsun ki çıplak ellerle onlarca tonluk tomaları durdursun; plastik mermileri, nefes daraltan biber, portakal gazlarını etkisiz kıl-sın. 31 Mayıs'ta bu görüldü. Tamamıyla sivil, silahsız olan yüz binler 31 Mayıs günü zulmün karşısında kararlı durulduğunda her zorbaya diz çöktürülebileceğini öğrendi ve öğretti.

Ve 1 Haziran’da halk, adeta işgal edilmiş olan Gezi Parkı’na girdi. Artık Gezi halkındı. Harbiye'den, Gümüşşuyuna, Cihangire kadar doğallığında kurulan barikatlar ülkenin en önemli sembollerinden olan Taksim Meyda-nındaki havayı ve görüntüyü bir anda değiş-tirmişti. Ve yine adeta doğal bir refleksle halk parkın ve meydanın asıl sahibi olduğunu bi-lince çıkarttı. Yıkılmak istenen park bir anda yüzlerce direniş çadırıyla doldu.

Ortaya çıkan fotoğraf son derece anlamlıydı. Barikatın ötesinde sermaye ve onun iktidar güçleri bütün ceberrutluğuyla dizilmişken ba-rikatın içi adeta bir şenlik yeriydi. Gezi toplu-mun büyük kesimi için adeta bir okul olmuştu. Koşulsuz paylaşımın, kendi eliyle yönetmenin, farklılıklara rağmen yan yana durabilmenin bir modeliydi artık Gezi.

Tarihî bir gün: 31 Mayıs 2013

Hep denir ki, “Kötü haber tez ya-yılır.” Bu sefer bunun tersi oldu. Yıllardır AKP boyunduruğu al-tında sinmiş ve korkmuş gözüken halkın bu büyük başkaldırısı yıl-dırım hızıyla önce yurdun dört bir yanına, ardından da dünya halkla-rına yansıdı.

1 Haziran’dan itibaren tüm yurt AKP politikalarına karşı direniş alanı hâline geldi. Ankara, İzmir, Adana, Antakya, Mersin, Eskişe-hir başta olmak üzere tüm yurtta meydanlarda artık iki slogan öne çıkıyordu: “Her yer Taksim, her yer direniş” ve “Hükümet istifa.”

Direnişin ilk haftasının sonunda, İçişleri Bakanı'nın açıklamasına göre 77 ilde 690 büyük eylem oldu. Bu yaygınlıkta ve katılımda eylem-ler, değil bizim ülkemizde diğer ül-kelerde bile ender görülebilecek bir büyük isyanın varlığını artık tüm dünyaya ilan etmiş oldu.

Türkiye halkının sesi dost halklar tarafından da duyulmakta gecik-medi.

Aynı tarihlerde sokaklarda olan Brezilya'da da yüz binlerin ağ-zında Gezi’ye ve Türkiye'ye selam yollayan direniş sloganları vardı.

Yurtta direniş, dünyada direniş

4

direnişin içindenA

ğust

os 2

013

Türkiye'de olayların patlak verdiği ilk günden itibaren hem dışarıda, hem içeride pek çok gözlemci, yo-rumcu uzun boylu siyasi analizlere girişti. Bu süreçte emperyalizmin think tankları (düşünce kuruluş-ları) bol bol fazla mesai yaptılar. Ancak çıkan sonuç ortadaydı. Ar-tık Türkiye, eski Türkiye değildi. Beyaz Saray'da çizilen elbiseler bu halka dar gelmiş, AKP'nin süreci yönetebilme becerisini büyük ölçü-de yitirdiği görülmüştü. İki Türki-ye vardı: Bir tarafta AKP ve ondan nemalanan gerici, işbirlikçi güçler-den oluşan eski Türkiye; diğer ta-rafta öncelikle barışsever, demok-rat, laik bir toplum hayalini kuran yeni ve aydınlık bir Türkiye.

Çatışma pratikte de kendini gös-terdi. Önce İzmir de ellerinde çivi-

li sopalarla sivil görünümlü kişiler sokağa çıkıp halka saldırdı. Görün-tülerin basına yansıması üzerine İzmir Emniyet Müdürü ellerinde bıçak ve sopa bulunanların devletin resmî “güvenlik timleri” olduğunu açıklamak zorunda kaldı. Sonra-ki günlerde resmî sıfatı olmasa da doğrudan “AKP görevlisi” olan ki-mileri de İstanbul, Ankara, Adana ve Eskişehir gibi illerde sahne aldı. Resmî ve sivil saldırılar sonucunda 31 Mayıs'ta başlayan direnişte Meh-met Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Medeni Yıldırım, Ali İsmail Korkmaz şehit oldular. Adana’da komiser Mustafa Sarı da kaza sonucu hayatını kaybetti.

Bu süreçte ABD ve AB'den de ardı ardına mesajlar geldi. İlk günlerde direnişçilerin demokrasi ve özgür-

lük taleplerine saygı gösterilmesini istediklerini söyleyen Batılı güçler kısa bir süre sonra kadim mütte-fikleri ve müstakbel taşeronları olan AKP iktidarına sahip çık-

makta gecikmediler. ABD dışiş-leri yetkilileri, solcuları ezmenin mübah olduğunu söyleyecek kadar AKP'yi cesaretlendirmekten de çe-kinmedi.

Eski Türkiye ile yeni Türkiye çatışıyor

ABD'den doğrudan saldırı izni-ni alan hükümet hiç vakit kay-betmeden “çıbanın başı” dediği Gezi’yi dağıtmak için çok yoğun bir dezenformasyon ve yalan ata-ğına geçti. Yalaka basın hergün sokaklarda uygulanan devlet terö-rünü görmezken Gezi'yi dolduran binlerce insanı terörist ilan etti. 2007, 2008 ve 2009 1 Mayısların-daki tutumu ve ardından 2013 1 Mayıs’ındaki saldırgan tavrı nede-niyle adı “içsavaş bakanına” çıkan İçişleri Bakanı Muammer Güler ve İstanbul Valisi bu süreçte kritik ve uğursuz bir role gönüllü oldular. Doğrudan analara babalara çağ-rılar yaparak “çocuklarının can güvenliğinden” sorumlu olmadık-larını ilan ettiler. Bu süreçte devle-tin en yetkili ağızları Gezi Parkı’nı ele geçirmek için katliam yapabi-lecekleri mesajını da verdi. Mesajı alan emniyet güçleri farklı illerden gelen on binlerce polis ve onlarca zırhlı araçla 11 Haziran'da Taksim Meydanına saldırıda bulundu.

Meydanı zapteden güvenlik güçle-ri Gezi Parkı’na girmeyeceklerini açıkladı.

Takvimler 15 Haziran Cumartesi-yi gösterdiğinde bu kez polis giril-meyecek denilen Gezi Parkı için-deki çadır alanına yöneldi. Hafta sonu olması nedeniyle parkın ka-labalık olduğunu bilen polis, adeta bir katliam provası yaparcasına, insafsızca parktaki binlerce yurt-taşın üstüne sayısız gaz ve ses bombası attı.

Çıkan izdihama rağmen şans eseri kimse hayatını kaybetmez-ken, vahşi saldırıya karşı on bin-ler ertesi sabaha kadar neredeyse İstanbul'un tamamında direndi. Bu süreçte özellikle Osmanbey, Kurtuluş ve Şişli halkının evleri-nin kapılarını açması; yaralı, aç, yorgun direnişçileri bağrına bas-ması eşine az rastlanır bir halk dayanışması örneği oldu. Devam eden günlerde tencere ve tava ey-lemleri sürdü.

İktidarın tüm zorbalığına ve oyunlarına rağmen halkımız bu süreçte direngenliği kadar yaratıcılığıyla da ön plana çıktı. “Onların orantısız gücü varsa bizim de orantısız zekamız var” diyen halk, iktidara “Taksim’i ve Gezi'yi işgal edebilirsiniz ama bütün parkları nasıl işgal edeceksiniz” diyerek meydan okudu. 15 Haziran'dan sonra İstanbul'da başta Abbasağa,

Yoğurtçu, Kocamustafa Paşa, Cihangir Parkları olmak üzere, ülkenin farklı yerlerindeki pek çok park, direnişin açık hava forum alanlarına döndü. Bura-da ulusalcısından Kürt yurtse-verine, Komünistinden sosyal demokratına farklı siyasal çiz-gilerden binlerce kişi, her gün birbirinin önerilerini ve değer-lendirmelerini dinledi. Bu da yakın siyasal tarihimizde gör-mediğimiz yeni bir tartışma ve birlik kültürüydü.

Halkımız yaratıcıdır

Gezi'nin işgalinden Temmuz'un 11'ine kadar geçen süreçte de yine çok önemli gelişmeler ya-şandı. Bunların en önemlisi yü-zün üzerinde parti ve demokratik kitle örgütüyle, çok sayıda ba-ğımsız yurttaştan oluşan Taksim Dayanışması'nın hafta sonları baş-ta olmak üzere her fırsatta sokağa çıkma iradesini devam ettirmesiy-di. Bu sayede sadece bir iki hafta içinde Taksim merkezli en az 3-4 kitlesel eylem gerçekleştirildi.

Direniş kararlılığını gören AKP'nin yanıtı gecikmedi ve ço-ğunluğu Dayanışma üyesi kurum-larda görevli 50 kişi, yasadışı ör-güt üyeliği gerekçesiyle gözaltına alındı, evleri basıldı. Bu gözaltılar öncesinde başta Ankara, İzmir, Mersin ve Eskişehir olmak üzere çeşitli illerde çok sayıda insan gö-zaltına alınmış ve tutuklanmıştı. Yine bağımsız kaynaklara göre 31 Mayıs ve 1 Temmuz arasında ya-şanan olaylarda Türkiye genelinde 8 binden fazla yurttaş yaralandı. Onun üzerinde yurttaş gözünü kaybetti. Kalıcı sakatlığa uğrayan

ve ağır yaralananların sayısı ise henüz tam olarak bilinmiyor ama yüzlerle ifade ediliyor. Yine 100'ün üstünde insan bu süreçte açılan soruşturmalarda tutuklandı.

Öte yandan Temmuz ayının ilk günlerinde AKP, eylemle-rin sorumlularından gördüğü TMMOB'u cezalandırmak ve etkisizleştirmek üzere bir yasa değişikli hazırladı. AKP, kendin-den olmayan tüm kesimleri ezme politikasında bir değişiklik ol-madığı böylece bir kez daha is-pat edilmiş oldu.

Tehditler de, direniş de devam ediyor

15 Haziran Gezi'nin yeniden işgali

5

direnişin içinden

Ağu

stos

201

3

Yaşanan bir buçuk iki ay AKP'nin hiç de güçlü olmadığını, zulmün bir sınırı olduğunu gösterdi. Bu tablo halk hareketinin bundan sonrası için de önemli birtakım sonuçlar çıkartıyor. AKP kurmay-ları “tehlikenin geçtiğini” söylese-ler de iktidarın eylem ve forumlar karşısındaki agresif ve hukuk ta-nımaz tavrı korkusunun büyüklü-ğünü gösteriyor.

Gelinen noktada gözaltılar, tutuk-lamalar, baltacı saldırıları ve ya-laka medyanın yalanlarıyla bastı-rılmaya çalışan sürecin ilk dalgası belirli bir oranda dinmiş gözükü-

yor. Ancak bu durumun sadece geçici bir ara olduğu açık. Birinci dalga -şimdilik kaydıyla- dinmiş gözükse de öfke hâlâ ayakta.

Unutmamak gerekiyor ki halk daha son sözünü söylemedi. Bu süreçte Başbakan Erdoğan ken-dine Yiğit Bulut gibi yağcılıkta mahir danışmanlar bulabilir bel-ki, ancak halkın demokrasi, öz-gürlük ve adalet teleplerine yanıt bulamaz. Emin olunabilir ki halk hareketi AKP'yi defedene kadar “Hükümet istifa” talebinin gerisi-ni getirecektir.

Bu daha başlangıç...

31 Mayıs - 1 Haziran tarihlerinde bütün yurda yayılarak büyük bir halk ayaklanması karak-teri kazanan direniş insanların korku duvarını aşarak vurgunculuğa, gericiliğe ve savaşa karşı harekete geçmesine yol açtı. Halk direnişi 79 ili kapsadı. Milyonlarca insan sokaklara, mey-danlara dökülerek AKP hükümetinin istifasını istedi. Polisin ve AKP’nin sivil faşistlerinin acı-masızca saldırıları karşısında direnişini büyüttü ve zorbayı alıştığı yol ve yöntemlerle insanlara hükmedemez hâle döndürdü.

Halk zorbayı kuşattıBaşta İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Hatay, Bursa, Eskişehir olmak üzere çok sayıda ilde, milyonlarca kişi aynı anda sokaklara döküldü. Bu büyük hareket karşısında AKP hükümeti geri adım atarak Gezi Parkı, Taksim Meydanı ve çevresini 1 Haziran öğleden sonra halka terk etmek zorunda kaldı. Böylece bir tarafta milyon-ların iradesine dayanan yeni Türkiye ile başın-da gerici işbirlikçi AKP’nin olduğu eski Türkiye arasında ikili bir mücadele başladı.

Despotizmin mantığıŞiddet araçlarının tekelini elinde tutan AKP hal-ka acımasızca saldırdı. Birisi komiser Mustafa Sarı olmak üzere altı yurttaşımız öldü. Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük, Medeni Yıldırım, Ali İsmail Korkmaz’ı halk şe-hitleri olarak bağrına bastı. En az 60’ı ağır olmak üzere 8 binin üstünde insan yaralandı. 11 kişi bir gözünü kaybetti. 20’nin üzerinde insan kafa travması geçirdi. Sadece polis şiddeti ile yetin-meyen AKP 3500 insanı gözaltına aldı. 120’den fazla insanı tutukladı.

AKP bütün bu şiddetle birlikte, efendisi ABD’nin de onayıyla 11 Haziran’da Taksim Meydanına, 15 Haziran’da ise Gezi Parkı’na polislerle girdi. Bu tarihten itibaren ülke genelinde bütün mey-danları işgal altına almaya başladı.

AKP artık meşru değildirHalk hareketinin ilk dalgası Haziran ayının so-nuyla birlikte gelmiş oldu. Temmuz ayı boyunca da süren hareket Mayıs-Haziran dönemindeki gibi milyonları kapsayan bir atılım olmaktan çıktı. Halk bu dönemde en temel kazanım ola-rak AKP hükümetini gayrimeşru ilan etti. Ama egemenliğin kayıtsız şartsız sahibi olarak kendi kaderini doğrudan eline alamadı. Halka saldırı-nın tetikçiliğini üstlenen vali ve emniyet müdür-lerinin istifası dahi şu ana dek sağlanamadı.

Hareketin ikinci net kazanımı ise Gezi Parkı’na yönelik vurguncu politikayı durdurmasıydı. Ne var ki, bu durdurma sadece AKP'nin halk hare-ketinden duyduğu korkuya dayanıyor. Burada da AKP'ye bağlayıcılığı olan, kesin, resmî bir geri adım henüz attırılamadı. Yine de büyük halk hareketi karşısında iktidarını kaybetme korkusuna kapılan AKP, birçok politikasını ve söylemini gözden geçirmek zorunda kaldı. AKP, şimdi yüz bin sözleşmeli emekçiyi kadroya al-maktan, yeniden Alevi açılımı başlatmaktan söz ediyor.

Birinci dalga neden durdu?İlk olarak günler boyunca aralıksız bir şekilde süren polis şiddetinin etkili olduğunu tespit et-mek gerekiyor. Bütün şiddet tekelini elinde tutan AKP, halka ve temsilcilerine büyük bir yıldırma

politikası uyguladı. Bu politika geçici olarak ba-şarı sağladı ama halkın hiçbir somut talebi tam olarak karşılanmadığı için halk despota uygula-dığı siyasal kuşatmayı kaldırmadı.

Büyük bir yaygınlığa ulaşarak 79 ili etkisi altı-na alan halk hareketi yine de esas olarak Kürt bölgesini saramadı. Dersim haricindeki illerde hareket sembolik düzeyde kaldı. AKP çözüm süreci aldatmacası ile felç ettiği Kürt siyasal temsilcileri aracılığıyla hareketi bölgesel temelde bölebildi. Böylece AKP, bölgedeki polis kuvve-tini, toma ve zehirli gaz stoklarını halk hareketi üzerine sürebildi.

Milyonlarca insanın büyük kentlerde sokaklara dökülmesi halk hareketine işçi sınıfınının da ge-niş bir katılım sağladığını gösteriyor. Fakat işçi sınıfı harekete kendi örgütsel gücüne dayana-rak, işyerlerinde üretimi durdurarak katılamadı. Sendikal örgütlerin ve meslek odalarının gücü-nün şimdilik bu süreci genel grevlerle örgütleye-cek düzeyde olmadığı anlaşıldı.

Halk “Hükümet istifa” sloganı ile ne istediğini somutlamış, “Faşizme karşı omuz omuza” slo-ganı ile hedefin nasıl gerçekleşeceğini belirtmiş olmasına rağmen, Taksim Dayanışması çevre-sinde birleşen yapılar ortaklaşa net bir tutum ge-liştiremedi. Özellikle halkın kendi kaderini eli-ne nasıl alacağı, mevcut hükümetin alternafinin ne olacağı konusunda yol gösterici bir açıklık sağlanamadı. Bazı sol sosyalist çevrelerin kendi belirsiz tutumlarını Taksim Dayanışmasına ve sendikal örgütlere empoze etmesi bütün halkı saran bir iktidar alternatifinin yaratılamama-sında etkili oldu.

Kaybeden AKP olduHalk hareketi bütün eksikliklerine rağmen AKP’nin meşruiyetini elinden almayı başardı. Direniş, siyasal kuşatmasını sürdürüyor. Mey-danları günlerce işgal altında tutan AKP Gezi Parkı’nı ve ülkenin diğer şehirlerindeki önemli meydanları yavaş yavaş halk hareketlerine aç-mak zorunda kaldı. Ama yine de meydanlar-daki, sokaklardaki akıl dışı işgalini sürdürme çabasında.

Halk birinci dalgada kazandıklarının verdi-ği moralle güç topluyor. Eksikliklerinden ders çıkartıyor. Parklarda kurduğu forumlarla ege-menliği kayıtsız şartsız eline almanın yollarını keşfediyor.

Halk hareketinin ilk dalgası ve sonuçlar

6

direnişin içindenA

ğust

os 2

013

Mısır halkı yıllardır ülkeyi kur-duğu diktatörlükle yöneten Hüs-nü Mübarek yönetimine 2011 yılında son vermişti. Sokaklara dökülen halk yıllardır ABD ile tam işbirliği içinde olan, bölgede Filistin’e zulüm, İsrail’e destek politikalarını itinayla uygula-yan, işçi sınıfının haklı talepleri-ne, ezilenlerin sesine kulaklarını tıkayan Hüsnü Mübarek rejimi-ni yıktı.

Ardından ülkede iktidara el ko-yan Müslüman Kardeşler örgütü halkı yine aynı Mübarek’in zu-lüm politikaları ile yönetmeye çalıştı. Halkın işsizlik, yoksul-luk, geçim sıkıntısı, pahalılık gibi sorunları Müslüman Kar-deşler çetesinin Devlet Başkanı Mursi’nin gündemine bile gire-medi. Mursi’nin gündemi varsa yoksa iktidarını sağlamlaştır-mak, kendi örgütü Müslüman Kardeşler’e rant sağlamaktı. Bu-nun için de halka karşı her türlü baskıyı uyguladı. Halkın yanın-da değil emperyalist zorbaların, kapitalist zenginlerin yanında yer aldı.

Mübarek diktatörlüğünü devam ettiren halkın sesine kulak ver-meyen Mursi, 30 Haziran’da baş-layan ve önce Tahrir’i, Kahire’yi saran ardından bütün ülkeye yayılan Mısır halkının devrimci hamlesiyle 3 Temmuz’da dev-rildi. Devrimin temel değerleri-nin belirlendiği sokağı devralan halk Mursi’yi def etti. İktidarı bırakmak istemeyen Müslüman Kardeşler örgütü kitlesel protes-to gösterileri yapacağını ilan etti ve yaptığı gösterilere hâlâ Müs-

lüman Kardeşler baskısı altında olan medyaya göre yüz binler katıldı. Ancak Mursi’ye karşı olan ve iktidarı Mursi ve şüre-kasına bırakmak istemeyen hal-kın milyonları sokağa dökmesi Mursi’nin yüz binlerini ezdi. Halk devrimin er meydanı olan sokaklarda Müslüman Kardeşler örgütünün artık susması ve git-mesi gerektiğini ilan etti.

Ve sonunda ülkede Müslüman Kardeşler çetesinin iktidarı sona erdi. Geçici bir hükümet oluş-turuldu. Geçici hükümet ülkeyi 2014 yılında seçimlere götüre-cek. Mısır halkı gözünde hiçbir meşruiyeti kalmayan Mursi ve tayfasının seçimlerde de sandığa gömülmesi bekleniyor.

Bu aynı zamanda ABD ve em-peryalistlerin yıllardır pohpoh-ladıkları; Türkiye’de AKP hü-kümetiyle pratiğe geçirdikleri dini siyasete alet etme, insanla-rın dini duygularını sömürerek bunu siyasi alanda ranta çevir-me, toplumları baskı ve zulüm altında yönetme politikasının da çöktüğünü gösteriyor. ABD em-peryalizminin düşünce kuruluş-larında emekçileri baskı altında tutmak için üretilmiş siyasal İs-lam politikalarının sonuna işa-ret ediyor.

Halk 2011 yılında yaptığı, 2012 yılında Mursi diktatörlüğünün gasbettiği devrime 2013 yılında sahip çıktı. Devrimin kazanım-larını bırakmayacağını bir kere daha gösterdi. Mısır kazandı. Darısı diğer diktatörlerin baskısı altında inim inim inleyen halk-ların başına.

Mısır’da halk kazanıyorDünya dolar milyarderleri şe-bekesinin sömürü ve baskısın-dan bıkan işçi sınıfı ve emekçi halk kitleleri meydanlarda. Devrim ruhu emperyalizmin ve kapitalizmin bunalttığı ülke halklarını bir bir sarıyor.

TürkiyeTürkiye halkı gericilik, vurgun-culuk ve savaş rejimine karşı 31 Mayıs'ta ayağa kalktı. Ülke çapında milyonlarca insanın katıldığı Mayıs-Haziran direni-şi Amerikan İslamcısı iktidarın bütün fiyakasını bozdu.

BrezilyaTürkiye halkını, 14 Haziran'da işbirlikçi tekellerin neoliberal rejimine “Burası artık Türkiye” sloganıyla başkaldıran Brezil-ya halkı izledi. Brezilya halkı milyonların üç hafta süren is-yanıyla yönetimden ilk tavizleri kopardı. Metro ve otobüs zam-ları iptal edildi. Hükümete yargı örgütünü daha sıkı denetleme imkânı tanıyan anayasa deği-şikliği tasarısı reddedildi. Yeni petrol yataklarından elde edi-lecek gelirin sağlık ve eğitime ayrılması kabul edildi.

MısırBrezilya halkı ilk başarısını kut-larken, Mısır işçi ve köylü kit-leleri, 11 Şubat 2011'de Hüsnü Mübarek yönetimini deviren ilk devrim dalgasını 30 Haziran'da-ki ikinci devrimci dalgayla daha ileriye taşıdı. Ekmek, özgürlük, sosyal adalet isteyen Mısır hal-kı, Amerikan İslamcısı İhvan diktatörlüğünü devirdi. Mil-yonlarca emekçinin görkemli ayaklanması öylesine güçlüydü ki, bir yıl önce Amerika'nın em-riyle İhvan'a iktidarı altın tepsi içinde ikram eden Mısır ordu-su, halkın iradesine uymaktan başka çare bulamadı.

SuriyeEmperyalist savaş blokunun kiralık mezhepçi çeteler eliyle yürüttüğü sömürgeci istilaya karşı iki yıldır vatanını ve temel haklarını savunan Suriye halkı ve ordusu, 5 Haziran'da strate-jik Kusayr kasabasını kurtardı. İşgalcilere karşı kapsamlı bir süpürme harekâtına başladı.

Yeni dönemBütün bu gelişmeler, yeni dev-rimler döneminin içinde oldu-ğumuzu gösteriyor. Emper-yalizmin ve işbirlikçilerinin tepeden tırnağa silahlı güç-leriyle uyguladıkları acımasız şiddet artık halkı sokaklardan ve meydanlardan uzak tuta-mıyor. Egemen güçlerin yatık medya, gerici eğitim sistemi ve dinsel kurumlar eliyle yü-rüttükleri sinsi beyin yıkama sistemi kitleleri miskin köleliğe razı edemiyor. Büyük sermaye,

devlet ve din koalisyonun hilesi ve hurdası, halkı artık kendi sö-zünü söylemek üzere alanları fethetmekten alıkoyamıyor.

Öncü yetmezSiyaset sınıf mücadelesidir. Devrimci siyaset, işçi sınıfının kurtuluşuna gönül vermiş ön-cülerin, yani onların, yüzlerin, binlerin mücadelesiyle sınırlı kaldığnda büyük sermaye, dev-let ve din koalisyonu karşısında çaresiz kalır. Bu koalisyonunun sömürü ve baskısı altında, bi-linç ve örgütlenme yetersizli-ği nedeniyle hareketsiz kalan milyonlar harekete geçmedikçe devrimci siyaset, hedeflerine ulaşamaz.

Öncüsüz kitle yetmezAynı şekilde, belirli bir bilinç ve örgütlenme seviyesine ulaşıp alanları fetheden kitleler, dev-rimci öncünün bilimsel teorisi ve kapsamlı mücadele çizgisiy-le buluşamadığında, egemen güçler karşısında çaresiz kalır. Emekçi kitleler, sadece sokak-ları ve meydanları değil, siyasal ve ekonomik iktidar kurum-larını fethetmeleri gerektiğini kavramadıklarında, kendi yeni iktidar yapılarını bizzat kurmak zorunda olduklarını anlama-dıklarında, aslında avuçlarının içine aldıkları iktidarı kendile-rindenmiş gibi gözüken çıkar-cılara teslim ederler. Sömürü sisteminin işleyişini zorlaştır-sa da kesinlikle durdurmayan belirli bir sarsıntı döneminin ardından ipler yine sıkı sıkıya sömürü ve baskı koalisyonunun eline geçer.

Yeni dönemin diyalektiğiYeni devrimler dönemi, isyan-lar, ayaklanmalar, savunma savaşları şeklinde kapıya da-yandı. Laikliği ve demokrasiyi amaçlayan demokratik dev-rimler, bağımsızlığı amaçla-yan antiemperyalist savunma savaşları ve ulusal devrim-ler, bankaların ve holdinglerin vurgunculuğuna son vermeyi amaçlayan antitekel devrim-ler, her türlü sömürü ve zulmü ortadan kaldırmayı amaçlayan sosyalist devrimler artık uzak bir teorik olasılık değil, güncel siyasetin temel konusu olarak önümüzde.

Emekçi kitleler kendi 1905'le-rini, kendi 1917 Şubat'larını, kendi büyük anayurt savaşla-rını yaratıyor. Biz 1905'imizi ya-şıyoruz. Brezilya kendi 1905'ini yaşıyor. Mısır ikinci defa kendi 1917 Şubat'ını yaşıyor. Suriye kendi büyük anayurt savaşını yaşıyor. İşçi sınıfının örgütlü öncüsü ile milyonlarca emek-çinin gücünü bir araya getir-diğimizde, hepimiz, kendi 1917 Ekim'imizi yaşayacağız.

lya

kort

un

Devrim ruhu

7

direnişin içinden

Ağu

stos

201

3

Taksim Gezi Parkı Dire-nişi Hollanda’nın başken-ti Amsterdam’dan da se-lamlandı. 16 Haziran’da bir araya gelen ve çoğun-luğunu Amsterdam’da yaşayan Türkiye vatan-daşlarının oluşturduğu kitle, polisin direnişçilere karşı uyguladığı orantısız şiddeti kınadı.

Kitlenin elinde Gezi Par-kı Direnişi’ni selamlayan,

hükümetin direnişe karşı tutumunu protesto eden ve polisin uyguladığı şid-dete son vermesi gerekti-ğini belirten pankart ve flamalar yer aldı.

Yürüyüş Hollanda halkı-nın büyük desteğini alır-ken Hollandalı çapulcu-lar “Her yer Taksim, Her yer direniş” ve “ Faşizme karşı omuz omuza” slo-ganlarını attılar.

Hollanda direniyor

Gezi Parkı Direnişi başladıktan iki gün sonra İspanya’da halk, Madrid Sol Meydanında bir araya geldi. Gezi Par-kı direnişçilerinin yanında olduklarını belirten İspan-yol çapulcular “Her yer Taksim, her yer direniş”, “Diren gezi” sloganlarıyla direnişe desteklerini gönderdiler.

Sol Meydanı’nın kalbiGezi Parkı’ndaydı Latin Amerika’nın

en etkili siyasi ve ekonomik gücü olan Brezilya’da halk ula-şım ücretlerine ya-pılan zamma karşı alanlara döküldü. Ülkenin dört bir ya-nına yayılan gösteri-ler sarsıcı oldu.

İlk başta ulaşım zamlarına tepki ola-rak yapılan eylemler daha sonra kamu hizmetlerinin yetersizliği, yolsuzluklar, yıllardır başta sol söylemler söyleyen hü-kümetin bulunmasına rağmen emekçile-rin ekonomik ve sosyal durumunun bir türlü iyileşmemesi nedeniyle hızla yayıldı. Eylemleri yatıştırmaya çalışan Devlet Baş-kanı Dilma Roussef halkı sükûnete davet ederek özellikle gençlerin katıldığı eylem-

lerin kendisini heyecanlandırdığını, bu eylemlerin demokrasiye olan inancını ar-tırdığını belirtti. Türkiye’deki Gezi Parkı eylemlerine Başbakanın verdiği sert tepki, halka çapulcular demesi, halkı aşağılayan beyanları düşünüldüğünde Brezilya’da yöneticilerinin halkın “mesajını” daha iyi anladığı gözüküyor.

Brezilya halkları da Türkiye halkları gibi haksızlık, ada-letsizlik, eşitsizlik ve baskı karşısında asla susmayacağı-nı, her zaman dik duracağını ve son sözü kendisinin söyleyeceğini bir kez daha dünyaya gösterdi.

Brezilya’da da çapulcular sokaklarda

ABD’nin değişik şehirlerinde de Gezi Parkı direnişçilerine destek eylemleri düzenlen-di. Vaşington, New York ve Şikago bu ey-lemlere ev sahipliği yapan kentler.

ABD’nin başkenti Vaşington’da Beyaz Sa-ray önüne gelen Türkiye ve ABD vatan-daşlarından oluşan kitle ellerindeki pan-kartlarla Gezi Parkı eylemlerine destek verirken, Wall Street eylemlerinin yapıldığı

Zucotti Parkı’nda bir araya gelen eylemci-ler direnişçiler lehine sloganlar atarak Gezi Parkı ile dayanışma içinde olduklarını gös-terdi.

Los Angeles şehrinde de ABD’li ve Türki-yeli vatandaşlar bir araya gelerek direnişi desteklediklerini belirtti. Göstericiler AKP hükümetinin polisinin orantısız güç kul-lanmasını protesto ettiler.

ABD’liler Gezi Parkı için eylemdeydi

8

direnişin içindenA

ğust

os 2

013

Baskıcı AKP iktidarının, Taksim Gezi Parkı’nın yıkılmaması için protesto gösterileri yapan halka saldırmasından sonra Almanya’da da halk sokağa çıktı.

Gezi Parkı’nda direnen insanlarla da-yanışmak için Almanya’nın farklı yerlerinde sokağa çıkan protestocular özellikle Türkiye’den göçenlerin yaşa-dığı Kreuzberg’te yoğunlaştı. Halk 1 Haziran günü Taksim’de yaşanan po-lis şiddetini, AKP’nin yıkım politika-larını protesto etti.

Yine Almanya’nın Frankfurt, Münih, Hamburg, Berlin ve Biefeld kentlerin-de 1 Haziran akşamı Taksim Gezi Par-kı ile dayanışma eylemleri yapıldı.

Almanya’da halk sokaklarda Türki-ye’deki baskıyı protesto ederken, diğer taraftan AB burjuvazisinin başı Ange-la Merkel bile AKP’nin yaptıklarının mahkûm edilmesi gerektiğini söyledi. Bir açıklama yaparak olanlara göste-ricilere yapılan orantısız müdahaleye inanamadığını söyledi.

Almanya sokaklarından yükselen ses: Her yer Taksim, her yer direniş!

Küresel Sendikalar Konseyi ve Dünya Sen-dikalar Federasyonu Haziran ayının ilk haftasında Taksim Gezi Parkı Direnişi ile ilgili açıklama yaptı.

Milyonlarca işçiyi temsil eden bu iki sendi-kal merkez, Gezi Parkı’nda direnen işçile-ri ve halkı desteklediklerini açıkladı. Gezi Parkı Direnişi’ne yönelik polisin uygula-dığı aşırı şiddetin kınandığı açıklamalar-da temel insan haklarına saygı duyulması istendi. Türkiye’nin kendi halkına yönelik uyguladığı şiddete son vermesini talep etti. Bugün Türkiye’de süregiden protesto gös-terilerinin ta derinlerinde işçi haklarının ve sosyal hakların tehdit altında olduğu temel eşitsizliklerin bulunduğu belirtildi.

Dünya Sendikalar Federasyonu DSF Tür-kiye’deki üyelerini halkın mücadelesinin yanında yer almaya, bu mücadeleye destek vermeye çağırdı.

Dünya sendikalarıayakta

Direnişe bir selam da İsviçre’denİsviçreli çapulcular, Mayıs-Haziran Direnişi’nin başladığı ilk günlerden itibaren sokakları Taksim’e çevirdi.

Türkiye’nin sokaklara dökülmesinin hemen ardından İsviçre’de sokağa çı-kan direnişçiler, eylemlerin farklı bir yöntem izleyerek devam ettiği, duran insanların İstanbul meydanlarını dol-durduğu günlerde de selam gönder-

meye devam etti.

1 Haziran’da Cenevre kentinde Bir-leşmiş Milletler Parkı’nda bir araya gelen İsviçreli direniş destekçileri, ülkenin Zürich, Basel ve Lozan kent-leri başta olmak üzere kitlesel eylem-ler yaptı. İsviçreli direniş destekçileri daha sonraki günlerde de eylemlerini sürdürdü.

Direniş eylemleri Ortado-ğu’daki önemli basın yayın kuruluşları tarafından da Ortadoğu kamuoyuna taşı-nıyor.

Lübnan’da yayın yapan ve Lübnan’ın nabzını tutan Al Akbar haber sitesi 18 Haziran’da yaptığı haberde “Erdoğan ülkesinde baskı-yı onaylıyor, haklara hayır diyor” başlığıyla Erdoğan’ın halk düşmanı imajını Orta-doğu halklarına yeniden ilan etti.

Yine Hüsnü Mübarek gibi bir diktatörü deviren Mısır

halkına yönelik yayın yapan Al Ahram gazetesi de “Duran adam Türkiye’deki sessiz protesto gösterilerine ilham veriyor” başlıklı 18 Haziran tarihli haberinde Türkiye halkının zorbalara karşı di-renişte farklı yöntemler kul-landığını vurguluyor.

Mısır’ın yeni diktatörü Mu-hammed Mursi her ne kadar heves ettiği bir diğer dikta-tör Recep Tayyip Erdoğan’a özense de Mısır halkının diktatörlere neler yaptığını Mısır’ın çok yakın tarihine bakarak da anlayabiliriz.

Mayıs-Haziran eylemleriOrtadoğu basınıgündeminde

9

Ağu

stos

201

3

Ülkemize ve kentimize, bir kentsel dönüşüm olanağı olarak sunulan ve bir kampanya ile dayatılan “Expo-sergi 2020”, bundan önceki benzer kampanyalara konu olan, “Habi-tat”, “Universiade” ve “Formula” gibi kendi amaçlarının dışında ola-naklar yaratmayan, yeni bir aldatı-cı gündemdir. Kaldı ki ülkemizde ne Habitat gibi uluslar arası insan yerleşmeleri toplantılarının, ne de Universiade gibi uluslar arası üni-versiteler spor buluşmasının, ön-cesinde ve sonrasında, bu toplantı-ların sınırlı olan kararlarını temel alan, politikalar ve uygulamalar bile yaşama geçirilmemiştir.

Habitat’ta konut sorunuHabitat sonrası, Habitat’ın temel vurgusu olan, “konut hakkı insan hakkıdır” belgisinin gereği olarak devletin, “konut sorununu sosyal bir sorun olarak kabul etmesi ve kamusal sorumluluk alması” hük-münün gereği yerine getirilmemiş-tir. Toplumun emek katmanlarının önemli ve öncelikli sorunlarından ve haklarından olan “barınma so-runu ve barınma hakkının”, kamu-sal kaynaklarla ve örgütlenmeler-le karşılanmasının tersine; kamu kaynakları ve örgütlenmesi, uluslar arası ve ulusal özel inşaat şirketle-rine ihale rantı yaratan ayrıcalıklı toplu konut projeleri için kullanıl-mıştır.

Mahallelerde hâlâ spor tesisi yokUniversiade sonrası ise İzmir’in mahallelerinde, tüm spor dallarını içeren yeni bir spor kurumsallaş-masının ve alanlarının yaratılma-sını öngören, yerel bir amatör spor politikasını ve uygulamalarını gör-mek de olanaklı olmamıştır.

Ticaretten ideolojiyeExpo-sergi 2020’ye uzanan sürecin başlangıcı, kapitalist pazar ürünle-rinin uluslararası ölçekte sergilen-mesi süreci, 1851 yılında Londra’da düzenlenen uluslararası ticari özel-likli bir sergi ile başlamıştır. Ulusla-

rarası kapitalizm, bu sergileri, 1928 yılından itibaren, kurduğu “Ulus-lararası Sergiler Bürosu” aracılığı ile ticari içeriği olmayan ideolojik bir araca döndürmüştür. Sergiler uluslararası kapitalizmin bilimsel, ekonomik ve sosyal alandaki poli-tikalarının gündeme geldiği ve ge-liştirdiği yerlere dönüşmüştür. Bu sergiler altı haftadan kısa, altı ay-dan uzun olmayan; en az beş yılda bir yapılan büyük sergilerden ve iki büyük sergi arasında bir kez yapı-lan küçük sergilerden oluşmakta-dır. Uluslararası kapitalizmin bu ideolojik aracının temalarına örnek olarak 1939 yılında Newyork’ta ya-pılan serginin teması “geleceğin dünyasını yaratmak” ve 2000 yılın-da Hannover’de yapılan serginin teması “insan-doğa-teknoloji; yeni bir dünya oluşuyor” verilebilir.

“Kentsel dönüşüme” kolaylıkExpo-sergi 2020 de beş yılda bir ya-pılan sergilerden birisidir. Oysa ül-kemizde ve kentimizde Expo-sergi 2020 ile ilgili olarak yürütülen ta-nıtım kampanyalarında, serginin içeriğinin dışında, bir de kenti-mizde kentsel, sosyal ve ekonomik dönüşümler olacağı vurgulanarak toplum bir kez daha yanıltılmak-tadır. Bunun nedeni ise, Expo-ser-gi 2020 ile ilişkilendirilerek daya-tılacak olan planlama ilkelerine ve kamu yararına aykırı projelere toplumsal kabul zeminini yarat-maktır. Expo-sergi 2020 ile ilişkisi olmayan ve kentin gelecek planla-rında bulunmayan, inşaat rantını temel alarak dayatılan projeler için Expo-sergi 2020 “bir truva atı” gibi kullanılmak istenmektedir. Gün-deme getirilen ve dayatılmak iste-nen plan değişiklikleri ve projeler bunun açık örneğidir.

İnciraltı ve Kuş Cenneti tehlikedeİzmir kentinin tek ve en büyük ye-şil alanı olan İnciraltı’nın önemli bir bölümünü; bölge planını, İz-mir nazım planını ve koruma ka-rarlarını yok sayılarak; Expo-sergi

2020 alanı olarak dayatan ve böy-lelikle yapılaşmaya açan Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın yasadışı plan değişikliği, bu rant dayatma-larının ilkidir. Hemen sonrasında da, İnciraltı’nın yakın çevresinin de yapılaşmaya açılması girişimle-rinde bulunulması ve kentin ula-şım kararlarında olmadığı halde, Expo-sergi 2020 için İnciraltı ile Tuzla arasında tüp geçit projesinin gündeme getirilmesi, bu kampan-yanın, inşaat rantına dönük özünü, açık olarak ortaya koymaktadır. Duyarlı bilim, hukuk ve toplum çevrelerince yıllardır korunan, İn-ciraltı bölgesini ve Tuzla Kuş Cen-neti bölgesini bu yolla yapılaşmaya açarak, bu bölgelere yeni mavişehir felaketlerini taşımak isteyen rant çevreleri, yakın zamanda da, Expo-sergi 2020 ile ilişkilendirerek, Tuzla Kuş Cenneti bölgesine, nazım plan kararlarına, planlama ilkelerine ve hukuka aykırı liman projelerini da-yatacaklardır.

Sermaye kondulara çözümYine Expo-sergi 2020’nin ihtiyacı olan yol, otel, iş merkezi yatırım-ları aldatmacası ile yasadışı kordon otoyolu ya da tüpgeçidi gündeme getirilecek, kaçak katları için yı-kım kararı çıkan yasadışı Egepalas oteli koruma kurulu aracılığı ile ya da özel yasalar ile yasallaştırılmaya çalışılacak; kentimizin kamu ara-zisini işgal eden, yasadışı dünya ticaret merkezine inşaat ruhsatı ve-rilmeye çalışılacaktır. İl Özel İda-resine ait Balçova termal alanının aynı gerekçelerle yüksek katlı yapı-laşmaya açılması dayatılırken; ya-sadışı Kültürpark, yer altı otoparkı ve kıyı yasasına aykırı, mülkiyet devri ve yapılaşması yasadışı olan Gümrük Pier; bu ihtiyaç olunan yatırımlar aldatmacasının yasal-laştırılmaya çalıştığı diğer parçalar olacaktır. Bu bilim ve hukuk dışı, kentimizin planlama kararlarına aykırı girişimler; ya il genel meclisi, belediye meclisleri, bakanlıklar ve koruma kurulları kararları ile ya da özel yasalar ile gerçekleştirilme-ye çalışılacaktır. Yani, Expo-sergi 2020 aldatmacasının, “truva atı” ile kentimizin bu güne kadar emek verilmiş planlama kazanımları, bi-limin ve hukukun kararları, birer birer yok edilmek istenecektir.

Rant değil planlı şehircilikİzmir’in, bu güne kadar sağlıklı kentleşmesine, ekonomik ve sosyal düzeninin oluşmasına izin verme-yen ve bu alanlardaki kararlarda et-kili olan çevreler; Expo-sergi 2020 yolu ile kentimize dar rant çıkarları

için yeni hastalıklar taşınmasını yine umursamamaktadırlar. Yeşil alanlarının azlığı, sosyal ve kül-türel alanlarının yetersizliği, spor alanlarının eskiliği, yoğun konut ve nüfus bölgelerinin çokluğu ile sağlıksız olan kentimizin; gelecekte şu anki nüfusunun iki katına kadar yetecek düzeyde, planlı alanları ile iyileştirilmeye ihtiyacı vardır. Ex-po-sergi 2020 gerekçesi ile yeni çar-pık rant yapılaşmalarına değil.

Tanıdık simalarÜlkemizin, IMF ve Dünya Ban-kasının neden olduğu ekonomik sorunlarından ve kentin sermaye topluluğunun rantiyeci yaklaşım-larından kaynaklanan; kentimizin ekonomik ve sosyal sorunlarının, beş yıllık bir sergi ile düzeleceği-nin söylenmesi yine bu Expo-sergi 2020 kampanyasının, truva atının, bir başka aldatmacasıdır. Expo-sergi 2020’yi, beraberindeki çarpık projeleri ile kentimize dayatanlar ve bu kampanyayı İzmir’de kentsel, sosyal ve ekonomik dönüşümler sağlayacağını söyleyerek bir başka aldatmaca ile yürüten rant çevrele-ri; bu güne kadar oluşan sağlıksız kentleşme, sosyal ve ekonomik so-runların nedeni olan çevrelerdir.

İzmirlilerincebinden çıkacak milyonlarExpo-sergi 2020, böylesine yanlış yer seçimini ve beraberinde daya-tılmak istenen yanlış plan kararla-rını ve hukuk dışı projeleri içerme-miş olsaydı bile; yine de bölgemizin ve kentimizin gelecek planlarında öngörülmeyen yapısı ile kentimizin tüm altyapısına, ulaşım kararlarına getireceği yeni yüklerle kaynakları-mızın haksız ve yanlış kullanımına yol açacağı kesindi. 1984 New Or-leans sergisinin, kentin bütçesinin yıkımı ile sonuçlanması; 2000 Han-nover sergisinin, ziyaretçi sayısının beklenenin altında kalması gibi yakın dönem Expo-sergi sonuçları, uluslararası kapitalist sermayenin bu ideolojik aracının, artık zayıf-lamakta olan etkinliğinin, ağır yü-künün ve düzenlendiği kentlerdeki sonuçlarının açık örnekleridir.

Uluslararası kapitalist sermayenin bu ideolojik sergi aracının, ülkemi-ze ve kentimize getireceği yüklerin sonuçları bilinmesine rağmen ül-kemize ve kentimize dayatılması, bu truva atının ipini çekenleri, ta-rih önünde sorumlu kılacaktır.

EXPO-sergi 2020’de, Ne İnciraltı’nda!..

Ne İzmir’de!.. Ne de başka yerde!..

Doğal Ve Kültürel Yaşam Girişimi Sözcüsü:

Ahmet Tuncay Karaçorlu

10

emek gerçeğiA

ğust

os 2

013

İktidar partisi AKP alışkanlıklarından bir türlü vazgeçemiyor. Çünkü doğasında, kimyasında böyle bir şey yok. Demokratik tepkilerle kendisini eleştiren bütün güçleri düşman görüyor. Kendisinden olmayanı an-lamaya çalışacağına yok etmeye kalkıyor. Bu zihniyetin son ürünü gece yarısı meclis gü-nemine getirilen bir torba yasa oldu.

Taksim Gezi Parkı ile başlayan direniş süre-cinin kilit kurumlarından olan Türk Mühen-dis ve Mimar Odaları Birliği TMMOB onur-lu ve ilkeli duruşu nedeniyle AKP tarafından cezalandırıldı. 9 Temmuz gecesi meclisten geçen yasaya göre bundan böyle: “Harita, plan, etüt ve projeler, idare ve ilgili kanunlar-da açıkça belirtilen yetkili kuruluşlar dışında meslek odaları dahil başka bir kurum veya kuruluşun vize veya onayına tabi tutulama-yacak, tutulması istenemeyecek.” Kendisi kısa ama pratik anlamı büyük olan bu yasa değişikliği ile başta şehir planlaması olmak üzere pek çok alanda mühendisler mesleki sorumluluklarını ve denetimlerini yapama-yacaklar. Böylece hem ekonomik, hem de mesleki olarak sınırlandırılmış olacaklar.

Torba yasanın mesleklerine ve meslek ör-gütlerine yönelik planlı bir saldırı olduğunu savunan mimar ve mühendisler ise iktidarın tüm tehditlerine rağmen görevlerinin başın-da olacaklarını yaşamı ve halkı savunmaya devam edeceklerini yineliyorlar.

Sen misinAKP'yi eleştiren!

Yıllar süren çekişmelerin ar-dından Emekli-Sen 9. Ola-ğan Genel Kurulunda, 15-16 Haziran 2013 tarihinde, ge-niş çaplı bir tasfiye hareketi malesef sonuçlandı. Emekli-Sen'de 10 yılı aşkın süredir yönetimi elinde tutan Veli Beysülen ve takımı tekrar ka-zandı. Artık Emekli-Sen için, bu hâliyle kaldığı müddetçe umutlar tükenmiştir. Bu şe-kilde ele aldığımızda, kana-atimce büyük umutlarla baş-layan ve ülkemiz için bir ilk olan “emekliler için sendika” deneyimi sönümlenmiştir. Bir sendika ancak örgüt için-de en çok gayret gösterenler sayesinde sendika kimli-ğine kavuşabilir. Hâlbuki, Emekli-Sen, son kongresinde koşturan, aktif üyelerini tas-fiye etmekten çekinmemiş ve böylece bizim görüşümüze göre bir sendika olma niye-tinden vazgeçmiştir.

Ancak, ömrü demokrasi mücadelesi içinde geçmiş ve her düzeyde bedeller öde-miş bugünün emeklisi, dü-nün aktif sendikacılarının umutsuzluğa kapılma lüksü yoktur. Mutlaka bir çözüm bulunacaktır. Çünkü, mil-yonlarca emeklinin örgütsüz kalma, var olan örgütleri de birkaç kişinin şahsi mülkiye-ti hâlinde bırakma lüksü ve niyeti olamaz.

Şimdi sendikanın tek umudu tasfiye edilenler midir diye bir soru aklımıza takılabilir. Tabii ki tek umudu değildir, ama, yeni dönem için atıla-cak adımlarda mutlaka de-ğerlendirmeye alınacaklar arasında başta gelenler ola-caktır.

Emekli Sen 9. Olağan Genel Kurulu her şeyden önce dü-şünce çeşitliliğinin önünü kapatmıştır. Bazı muhalif kesimler hâlen sendika için-dedir. Ancak bu kesimde yer alan arkadaşların bir kısmı tasfiyeye seyirci kalmış, bir kısmı ise daha kötüsü tasfi-yeler lehine oy kullanarak bu suça ortak olmuştur. Bunlar kendi bindikleri dalı kestik-lerini fark etmemişlerdir. Bu yaptıklarından dolayı, emek-li örgütleri tarihi onları affet-meyecektir.

Olan olduktan sonra akıtılan gözyaşları timsah gözyaşıdır. Kimseyi inandıramazlar. Tü-züğün 64. maddesini değişti-rebilen “güç”, isteseydi tasfi-yelere geçit vermezdi. Sanki,

bir yandan gözyaşı dökerken, diğer yandan eller alttan alta ovuşturuluyor gibi. Tasfiye-lere karşı ses çıkartmayan ve bu tasfiyeye göz yuman mu-halif kadrolar şunu unutma-sın ve bir kenara yazsınlar ki, çok yakında tasfiye sırası on-lara da gelecektir. Tasfiyelerle ayakta durmaya kalkan bir klik duramaz; kendi dikensiz gül bahçesi için, bu arkadaş-ları da yiyecektir.

Emekli hareketinin bu tarihî deneyiminin bölünmeyle so-nuçlanması, her zaman bir-likten yana olan bizim gibi-lerin yüreklerini dağlasa da, artık kaçınılmaz gibi görün-mektedir.

Şu sıralarda “Yaşlılar ve Ak-saçlılar” hareketinin sen-dikalaşma çabası içinde. Ki bu arkadaşlar da daha önce tasfiyeye uğrayanlardan oluşmakta. 9. Olağan Genel Kurul’da tasfiye edilen ar-kadaşların da kurdukları bir komite ile sendikalaşma ça-lışması içinde olduğunu bili-yorum.

Bir kısım arkadaşların Emekli-Sen içinde muhale-fete devam edecekleri bili-niyor. Ancak gelecekte ger-çekleşecek olası bir birlik için güven verebilmeleri için bugüne kadar yürüttükle-ri faaliyetten daha fazlası-nı yapmaları gerekiyor. Bu beklenti de çok doğaldır. Bu arkadaşlar daha önce her kongrenin faturasını İstan-bul ve Marmara kökenli mu-halefete çıkarmışlardı. Yıllar boyunca “siz böyle davran-masaydınız kongre alınırdı” diye propaganda yaptılar. Bu kongrede ise, kendi deyimle-riyle “kötü çocuklar” yoktu. Ama dışarıdakilerin aksine içeride kalanlar, hep başkala-rını suçlayanlar bir liste bile çıkarmadılar. Aksine, Veli Beysülen’le koltuk pazarlığı yaptılar. Sorunun ayak oyun-larıyla alınacak bir iki kol-tuktan ibaret olmadığını bir türlü anlamak istemediler. O nedenle, olası bir birlik için bu kadroların yeniden güven tazelemesine ihtiyaç vardır. Aksi takdirde bu kadrolara ne ölçüde güvenilir, şüpheli.

Bir de olaya yeni kurulması muhtemel sendika veya sen-dikalar açısından bakalım.

Ülkemizde yaklaşık 10 mil-yon emekli var. Tüm Emekli-Sen, en örgütlü olduğu yıllarda 40 bin emekliyi ör-

gütleyebildi. Veli Beysülen'in göreve gelmesi ile bu sayı eri-di. Yıllardır süren siyasetler arası çekişme ve kişisel kav-galar erimenin baş sebebi-dir. 9. Olağan Genel Kurul’a girilirken kağıt üzerinde 2 bin civarında emeklinin kat-kı koyduğu, genel merkezin onadığı hazirun listelerinde görünüyor. Kaldı ki bunların büyük kısmı “hatıra binaen” genel kurullara katılmış iyi niyetli insanlardan oluşmak-tadır. Dolayısıyla, emeklile-rin en büyük örgütü olabi-lecekken yaşanan erimenin sebepleri şöyle sıralanabilir:

1- İç çekişmelerden emekli-nin yaşamsal sorunlarına çö-züm bulunamadı, gündeme bile alınamadı.

2- Gözle görülen bir kazanı-ma ulaşılamadı.

3- Sendika yargıtay kararı ile kapatıldı, meşru zeminde mücadele güdük kaldı. Her şey AİHM'den gelecek karara endekslendi. Örgüte yönetim tarafından gizliden gizliye her şeyin yasal prosedürler-den ibaret olduğu anlayışı da enjekte edildi. Farklı yol ve yöntemler denenmediği için de bizim dosyamız AİHM'de en uzun süre bekleyen dosya olarak Guinnes Rekorlar ki-tabına girmeye hak kazandı!

Umudu büyütelimSöyleyeceklerimi toparla-yacak olursam, kısaca mev-cut yapı için geniş kitlelerin umudu tükendi diyebiliriz. O nedenle, kitleselleşmeyi, bü-tün emekli kitlesini aktif bir üyeye dönüştürmeyi hedef-leyen yeni bir yapılanmanın tüm bu sorunları gözetmesi, eskinin yanlışlarına düşme-mesi ve gerçekten mücadeleci bir yapı kurması şarttır. Böy-lesine karamsar bir tablodan yüreği umutla dolan bir yapı-nın doğması için başka şans yoktur.

Ben de tasfiyeye uğramış bir emekli olarak ancak bu yeni filizleri gördüğüm zaman daha umutlu olacağım. Yok-sa, kişisel olarak gerçekten çok zorlanıyorum. Emek-lilerin bu sorunu kendi di-namikleri yoluyla aşmaktan başka hiçbir güçleri yoktur. Ben de uzun yılların devrim-ci geleneklerine bağlı emekli insanlarımızın böyle bir ya-pıyı hayata geçireceklerine inanıyorum.

Disk Tüm Emekli-Sen 9. Olağan Genel Kurulu üzerine

F. İlhami Şarman

11

dünden bugüne

Ağu

stos

201

3

yenidünya: 15-16 Haziran Genel Di-renişi sırasında nerede çalışıyordu-nuz? Sendikadaki göreviniz neydi?

Yusuf Türkoğlu: 15-16 Haziran’da Standart Belde olarak Koç’a ait Bel-desan fabrikasında çalışıyordum. Belediyenin kullanacağı araçlar ya-pıyorduk. Ben presçiydim. 19 yaşın-da Maden İş üyesi genç bir işçiydim. İşyeri Baştemsilcimiz, Beldesan iş-yeri temsilcisi olarak Halil Abi’ydi. Halil Deniz.

yenidünya: Direniş kararının alın-ması sürecinde neler yaptınız? Karar nasıl alındı?

Yusuf Türkoğlu: Baştemsilcimiz bize yeni yasaların çıkacağını ve bu yasaların hedefinin sendikamızı ka-patmak olduğunu anlattı. Bir süre sonra o veya diğer temsilciler hemen her gün işçileri toplayıp gelişmeleri aktarmaya başladı. Aynı zamanda sık sık DİSK’e gidip bizim durumu-muzu ve görüşlerimizi aktarıyordu.

Tabanın söz ve karar sahibi olması ilkesi vardı çünkü.

“Yürüdükçe Türk-İş üyesi ve sendikasız iş yerleri dahil bölgedeki bütün fabrikaları yürüyüşe katarak ilerledik. Ayrıca esnaf da dahil bütün halk yürüyüşlere katıldı”

yenidünya: Direniş sırasında neler yaşadınız?

Yusuf Türkoğlu: Bizim kolda esas olarak 16 Haziran’da yani ikinci gün yürüyüş yapıldı. Baştemsilcimiz her-kesi topladı ve günün anlamı üzerine bir konuşma yaptı. Taksim’de diğer işçilerle buluşacağımızı duyurdu. Biz çıktık, yürüdükçe Türk İş üyesi ve sendikasız iş yerleri dahil bölge-deki bütün fabrikaları yürüyüşe ka-tarak ilerledik. Ayrıca esnaf da dahil bütün halk yürüyüşlere katıldı.

Levent’e geldiğimizde bir mahşer yeriydi orası. Herkes geliyordu. Tam Philips’in orada askeriye tanklarla barikat kurmuştu. O barikatı ka-dınların aştığını gördük. Bizim önü-müzü polis barikatı ile kesmişlerdi. Biz polis barikatının bir tarafını aşıyorduk, bir tarafı aşamıyorduk. Bir türlü diğer işçilerle birleşeme-dik. Bulunduğumuz yerden işçilerin tankların üstünden atlayarak aştık-larını gördük.

“Bulunduğumuz yerden işçilerin tankların üstünden atlayarak aştıklarını gördük”

Biz gelinceye kadar burada biriken işçiler sabah saatlerinden beri müca-dele etmişler. Biz kavganın ortasında yetişebildik. Olaylar akşam saatleri-ne kadar sürdü.

yenidünya: Direnişin ve kazanılan zaferin nasıl bir etkisi oldu?

Yusuf Türkoğlu: Ben zaten gençli-ğimden beri haksızlıklara hep kar-şıydım. Orada da bilinçleniyorsun. İşçi olduğunu biliyorsun. Hakkın örgütlü alınacağını biliyorsun. Yani bireysel değil, örgütlü olunca kaza-nılacağını öğreniyorsun. Bu durum bence bütün işçiler için geçerliydi. Meclisten geçen yasayı geri çektir-miş olmak işçilerin kendilerine gü-venini arttı.

Önceden bir yere girdiğin zaman patronu kurtarıcı görüyordun. Öyle olmadığını öğrendin. Adama baba diyordun, şimdi o babanın bir yerde senin karşında olduğunu öğrendin. Hakkını istediğin zaman, ekmek is-tediğin zaman, insanca yaşamak is-tediğin zaman karşına çıkıyor adam. Hiç de baba değilmiş o zaman!

“Hakkın örgütlü alınacağını biliyorsun. Yani bireysel de-ğil, örgütlü olunca kazanıla-cağını öğreniyorsun”

yenidünya: 15-16 Haziran Genel Di-renişi sırasında sendikadaki görevi-niz neydi?

Ekrem Kandemir: Türk Philips Sa-nayi iş yerinde çalışıyordum. Ünite temsilcisiydim. Aynı zamanda lokal başkanıydım. Olaylar sırasında da Boğaziçi yöresinin eylem komitesi başkanıydım. Bu komite de DİSK’in komitesiyle irtibatlıydı. DİSK’in ko-mitesinde de her bölgeden ikişer kişi vardı.

yenidünya: Bu direnişi hazırlayan koşullardan bahsedebilir misiniz?

Ekrem Kandemir: 13 Şubat 1967’de Türk İş’in kalıbına sığmayan sendi-kacıların DİSK’i kurması önemli bir dönüm noktası olmuştu. DİSK’in etkisi hemen artmaya başladı. Dev-rimci bir anlayışla, sınıf ve kitle sen-dikacılığı ilkeleriyle hareket ederek, demokratik hareketle de işbirliği içinde bütün yurt geneline hızla ya-yıldı. İşçi hareketi içinde önemli bir çekim yaratmaya başladı. Başlangıç-ta tek tek yürütülen örgütlenmeler artık öyle bir boyuta geldi ki fabrika fabrika işçiler bize gelmeye başladı. DİSK gerçekten de hayat oldu işçi sı-nıfına. Bu sırada DİSK yalnızca işçi haklarını en iyi şekilde savunmakla kalmıyor, işçilerin bilinçlenmesi için de çaba harcıyordu. Özellikle sömü-rü ve artı değerin ne olduğu, sömü-rüye karşı neler yapılabileceği, hangi hakları istemek gerektiği işçiler ara-sında hızla yayılmaya başladı.

Sermaye sınıfı da durmadı. DİSK’i kapatmayı hedefleyen yasalarla sal-dırdı.

İşçi sınıfı ayağa kalkınca15-16 Haziran Genel Direnişi, Türkiye tarihinin en büyük halk direnişinin gerçekleştirildiği bu günlerde daha bir anlam kazanıyor. Türkiye tarihinde büyük izler bırakan bu şanlı direnişi yine Türkiye tarihinde büyük izler bırakacak şanlı günlerin içinde anmak ve anlamak büyük önem taşıyor.

Yusuf Türkoğlu, o günlerde 19 yaşında genç bir işçi. Sendika üyesi.

Ekrem Kandemir, genç bir işçi olarak tertip komitesinde görevli. Levent kolunun komite başkanı.

Turgut Metin Öztürkoğlu, o yıllarda hareketin neredeyse karargâhı hâline dönen TİP Şişli İlçe Örgütü üyesi.

Üç farklı gözden, birbirini tamamlayan üç farklı yönden direnişin fotoğrafı...

15-16 Haziran Genel Direnişi

Yusuf Türkoğlu

12

dünden bugüneA

ğust

os 2

013

“DİSK gerçekten de hayat oldu işçi sınıfına. Bu sırada DİSK yalnızca işçi haklarını en iyi şekilde savunmakla kalmıyor, işçilerin bilinçlenmesi için de çaba harcıyordu. Özellikle sömürü ve artı değerin ne olduğu, sömürüye karşı neler yapılabileceği, hangi hakları istemek gerektiği işçiler arasında hızla yayılmaya başladı”

yenidünya: Direniş kararı nasıl alın-dı?

Ekrem Kandemir: Öncelikle ya-salarla ilgili işyerlerinde toplan-tılar yaptık. Sonra DİSK’in inşaat hâlindeki binasında işyeri temsilcile-rinin katılımıyla büyük bir toplantı yaptık. Tartışılarak direniş kararı alındı. Karar işyerlerine bildiriler-le iletilince büyük bir destek gördü. Bütün işyerlerinde insanlar ant içe-rek sonuna kadar mücadele etme ka-rarı aldı.

Daha sonra önce ailelerimizi ve son-rasında mahallemizi ikna ettik. Çok sayıda bildiriler dağıttık. Toplantılar yaptık.

yenidünya: 15-16 Haziran Genel Di-renişi sizin kolunuzda nasıl geçti?

Ekrem Kandemir: Biz Levent böl-gesinden katıldık eylemlere. İlk gün (15 Haziran Pazartesi) önce iş yerle-rinin bahçelerinde ya da iş yerleri-nin önünde toplandık. Müsait olan yerlerde kısa yürüyüşler yapıldı. Bu esnada Türk İş’e bağlı ve sendikasız iş yerlerindeki işçilerin eyleme ka-tılmalarını önlemek için işçilere iki gün ücretli izin verilmişti.

İkinci gün de işçiler fabrikalarına geldiler. Yoklama yapıldı. Ondan sonra kitlesel yürüyüşlere başlandı. Biz Oto Sanayi’de diğer işçilerle bu-luştuk. Sonra geri dönüp yürüyüşe başladığımız zaman en arkada ye-rini almış kadınlar en öne geçmiş oldular.

“Arsadaki molozlardan yararlanarak polise karşılık verdik. Onlar kurşun sıkıyorlar biz molozları atıyorduk”

Bugünkü Sabancı iş merkezinin ol-duğu yerde askeriye bir barikat kur-

muştu. Biz barikata doğru yürürken askeriye havaya üç el ateş etti. Ateş ettikten sonra askerler sağa ve sola çekilerek barikatı açtılar. Meğer ar-kasında polis barikatı varmış. Top-lum polisi kalkanlarını siper ederek kadınların üstüne yürüyerek, vura-rak, küfür ederek hatta ve hatta yere düşenlerin bacakları arasına ateş ederek saldırmaya başladı. Bu esna-da büyük bir panik oldu ama uzun sürmedi. Tertip komitesi olarak he-men toparlandık. İnsanlar da da-ğılmadılar. Hemen harekete geçtik. Arsadaki molozlardan yararlanarak polise karşılık verdik. Onlar kurşun sıkıyorlar, biz molozları atıyorduk. Saat 12.00’den hemen hemen 14.00’e kadar olaylar sürdü. Böylece mahal-lelerden duyan halk da yardıma koş-tu. Her taraftan geldiler. Tabii böyle olunca polis kaçmaya başladı. Zin-cirlikuyu mezarlığının önüne kadar ilerledik.

Askeriye bir barikat daha kurmuştu buraya. Biz de barikatı aşmaya ça-lışıyoruz. Orada bir binbaşı vardı. Sürekli olarak bizimle konuşmaya çalışıyordu. Ben iki arkadaşımla bir-likte askerî arabanın üstüne fırlaya-rak binbaşının yakasını tuttum ve “Biz yürüyeceğiz. Çünkü haklarımı-zı almak için yürüyoruz. Şimdiye ka-dar bir tek fabrikaya zarar vermedik. Vermeyeceğiz de” dedim. Tartışma-lar sürerken sonunda bir uzlaşıya vardık. Ama biz polisin arkadaşla-rımızı gözaltına almış olabileceğini söyledik. O da beraber bakalım dedi ve iki arkadaşla birlikte askerî araç-la Zincirlikuyu’ya gittik. Polis orada yine dizilmiş. Biz kontrol ettik ve kimsenin alınmadığını gördük.

“Biz daha önceki eylem planımıza uygun olarak işyerlerine döndük ama çalışmadık. İlk önce bizim bölgedeki bütün işyerlerinde sayım yaptık. Yaralılarımız dışında kaybımız yoktu”

Geri döndük ve saat 15.00 haberleri-ni fabrikada dinledik. Kemal Türkler işçi sınıfının üretimden gelen gücü-nü de kullanarak eylemi amacına ulaştırdığını söyledi. İşçilerin işyer-lerine dönmesini istedi. Biz daha ön-ceki eylem planımıza uygun olarak işyerlerine döndük ama çalışmadık. İlk önce bizim bölgedeki bütün işyer-lerinde sayım yaptık. Yaralılarımız dışında kaybımız yoktu. Bunları ra-porlaştırıp genel merkeze iletiyorduk.

yenidünya: Direniş ve kazanılan za-ferin etkileri neler oldu?

“Eyleme katılan işçilerde biz haklı talepler doğrultusunda mücadele edersek, birlik olursak kazanırız fikri oluştu. Her işçinin kendine güveni geldi”

Ekrem Kandemir: Eyleme katılan işçilerde biz haklı talepler doğrultu-sunda mücadele edersek, birlik olur-sak kazanırız fikri oluştu. Her işçi-nin kendine güveni geldi. Aslında eyleme katılan işçiler 60’lı yıllardan itibaren genel olarak bilinçlenmeye başlamıştı. Eylemle ona anlatılanları hayata geçirebildiğini anladı. Dire-nişin asıl etkisi ise diğer kesimlerin işçi sınıfının gücünü ve neler yapa-bileceğini anlamasını sağlamasıdır. Ondan sonra siyasal hareketlerde iş-çilere yönelme olmaya başladı.

yenidünya: 15-16 Haziran Genel Di-renişi sırasında nerede görevliydiniz?

Turgut Metin Öztürkoğlu: O dö-nemlerde ben TİP Şişli İlçe Örgütün-de çalışıyordum. Şişli ilçesi, TİP için-deki işçi çalışmalarının neredeyse merkezi konumundaydı. Dolayısıyla biz yalnızca direniş sırasında değil, direnişin hazırlanması sürecinde de yoğun olarak çalışmalar yaptık. İl-çede bildiri ve afişler basarak işçile-re dağıtılmasını sağlıyorduk. DİSK’i kapatmayı hedefleyen yasaların işçi-lere anlatılması, işçilerin bu yasalara karşı neler yapması gerektiği gibi ko-nular yoğun olarak işleniyordu.

“Şişli ilçe TİP içindeki işçi çalışmalarının neredeyse merkezi konumundaydı. Dolayısıyla biz yalnızca direniş sırasında değil direnişin hazırlanması sürecinde de yoğun olarak çalışmalar yaptık”

Direniş gününde ise iki temel işimiz vardı. Birincisi bizim ilçe örgütü neredeyse karargâh hâline dönmüş-tü. Direnişin önemli oranda idaresi buradan yürütülüyordu. En azından bizim kolumuz olan Levent-Şişli ta-rafının. Bunun için sokakta eylemler sürerken dahi hızlı bir şekilde bildiri

ve afişler hazırlanıyordu. Her yeni gelişmede yeni bildiriler hazırlanı-yor ve hızla dağıtılıyordu. Böylece işçi kitlesinin olan bitenden haber-dar olmasını ve talimatları uygula-masını sağlamaya çalışıyorduk. Ben ağırlıklı olarak baskı işlerinde görev-liydim. En iyi posa çeken bendim! Ama yine de ara ara dışarı çıkarak Mecidiyeköy’e kadar olan bölümde bildirilerin dağıtılmasına yardımcı oluyordum. Hem böylece dinlenmiş ve hava almış oluyordum.

“Sokakta eylemler sürerken dahi hızlı bir şekilde bildi-ri ve afişler hazırlanıyordu. Her yeni gelişmede yeni bil-diriler hazırlanıyor ve hız-la dağıtılıyordu. Böylece işçi kitlesinin olan bitenden ha-berdar olmasını ve talimat-ları uygulamasını sağlama-ya çalışıyorduk”

İkinci görevimiz de yakın yöremiz olan Şişli, Bomonti, Kağıthane gibi yerlerdeki küçük işletmelerde işlerin durdurulması ve işçilerin eylemlere katılmasını sağlamaktı.

yenidünya: Direniş ile o dönemdeki sol sosyalist siyasal yapıların nasıl bir ilişkisi vardı?

Turgut Metin Öztürkoğlu: Yasa gündeme gelir gelmez ilk önce DİSK ve TİP refleks gösterdi. TİP zaten işçiler tarafından kurulmuştu. Ku-rulduktan sonra Yakup Demir’in yani Zeki Baştımar’ın talimatıyla TKP’liler de TİP’e katıldılar. O za-man sosyalistler TİP’e diye kesin ta-limat verilmişti.

Şişli İlçe Örgütü olarak işçilerle çok canlı ilişkilerimiz vardı. Bölgedeki küçük işletmeler ve büyük fabrika-larda istediğimiz gibi girip bildiriler dağıtıyor, propaganda çalışmaları yürütüyorduk. İşçileri direniş için hazırlıyorduk. Şişli karargâh gibiydi ama TİP’in bütün İstanbul ve İzmit örgütleri yoğun olarak yasaya karşı harekete geçerek çalışmalar yürüttü-ler. Bu sırada TİP olarak sürekli top-lantılar da yapılıyordu.

Diğer sol, sosyalist hareketlerin; gençlik hareketlerinin ise işçilerle yaygın bir teması yoktu. Onlar za-

Ekrem Kandemir

Turgut Metin Öztürkoğlu

13

dünden bugüne

Ağu

stos

201

3

ten işçi sınıfının durumunun ve gü-cünün gerçekten farkında değildi. Ayrıca işçileri ve işçi hareketlerini küçümser bir tavırları vardı. Biz an-latmaya çalıştığımızda da şaşırıyor-lardı. Onların gündeminde ordu, aydınlar ve gençlik ittifakı vardı. O yüzden işçilerin sendikalarda örgüt-lenmesi, sendikalarda sosyalistlerin, devrimcilerin etkili olması gibi bir düşünceleri yoktu. Sendika ağaları diye sendikacılara düşmanca dav-ranmak gibi bir tutum yaygındı. Ama yine de gençliğin her türlü ey-leme katıldığını söylemek gerekir. Gençler çok enerjiktiler ve bütün ey-lemlere katılıyorlardı.

“Onlar zaten işçi sınıfının durumunun ve gücünün gerçekten farkında değildi. Ayrıca işçileri ve işçi hareketlerini küçümser bir tavırları vardı. Biz anlatmaya çalıştığımızda da şaşırıyorlardı”

Bu kopukluktan dolayı da işçi hare-keti bu çevreler için büyük bir süpriz oldu ve öncelikle bu eylemleri kendi-liğinden olan örgütsüz eylemer ola-rak yorumladılar. Tabii ki bu kadar büyük kitle hareketi tepeden tırnağa örgütlü olamazdı ama bizim temel yönlendirmelerimizle hareket edi-yordu.

yenidünya: Direniş sizin açınızdan nasıl geçti? Neler yaşandı Şişli Örgü-tünde?

Turgut Metin Öztürkoğlu: Biz di-reniş için yaptığımız hazırlıklar sı-rasında işçilerle yaygın bir ilişki ağı kurmuştuk. Ayrıca direnişin idaresi için TİP içerisinde bir komite de kur-duk. Bu komite DİSK’in tertip komi-tesinden ayrıydı ama sürekli olarak irtibat hâlindeydi. Yani iç içe geçmiş iki liderlik vardı denilebilir. Direniş sırasında temel kararları DİSK alıyor ve biz de parti olarak kararları des-teklediğimizi duyuruyorduk.

“Gerçekten de üyelerimiz ve daha binlerce işçi direniş boyunca sürekli ilçe örgütüne geldi. Yiyecekler getirildi. Bildiriler dağıtıldı”

Biz direnişten bir gün önce 14 Haziran’da son bir toplantı yaparak hazırlıkları gözden geçirdik. Büyük bir eylem planlıyorduk. Bütün İstan-bul ve İzmit’te aynı anda başlayacak eylemler yüzünden polis takviye kuvvet çağıramayacak ve kitlene-cekti. Dolayısıyla ilerici kurumlara yönelik başlayacak gözaltı ve tutuk-lama saldırılarına karşı da hazırlık-lar yapıldı. Partinin kesin talimatıyla kimse evinde kalmadı. Kim nerede kiminle nasıl buluşacak gibi ayrın-tılar belirlendi. Bütün üyelere haber verilmiş herkese ihtiyaç duyulacağı söylenmişti. Gerçekten de üyeleri-miz ve daha binlerce işçi direniş bo-

yunca sürekli ilçe örgütüne geldi. Yi-yecekler getirildi. Bildiriler dağıtıldı.

15 Haziran sabahı bölgemizdeki bü-tün işyerlerinde şalter indirerek işçi-leri işyerlerinin önlerinde toplayarak eylemler yapmaya başladık. Öğleden sonra sıkıyönetim ilan edilmişti ve biz daha önce planladığımız tedbir-leri uygulamaya geçtik. İkinci gün ise Taksim hedefiyle binlerce işçi yürüyüşe geçti. Avrupa’da da ikinci gün direnişle dayanışma yürüyüşleri yapıldı. Avrupa’daki eylemleri TİP ve TKP örgütlemişti.

Sonuç olarak Kemal Türkler’in yap-tığı radyo konuşması ile eylemin he-define ulaştığı duyuruldu ve işçiler fabrikalarına döndüler. Ama öyle he-men çalışmaya başlamadılar. Hatta 18 Haziran günü İstanbul ve İzmit’i kapsayan bir genel grev daha yapıldı. Bu grevde işler durduruldu ve bil-diriler okunarak protesto eylemleri yapıldı.

yenidünya: Bu direniş sırasında TKP’nin nasıl bir rolü oldu?

Turgut Metin Öztürkoğlu: Direni-şin öncesindeki hazırlık döneminde ve direniş sırasında TİP’in yürüttü-ğü çalışmaları büyük bir oranda biz idare etmiştik. Kritik yerlerde hep bizim parti grubumuzun etkisi oldu. Ama biz TKP adına ayrı bir faaliyet yürütmüyorduk. Sonuç olarak di-renişte TKP’nin etkili bir rolü oldu. Zaten Şişli örgütü ile daha sonra 70’lerdeki TKP MK’sını ve Politbü-ro’sunu karşılaştırınca tablo ortaya çıkıyor.

yenidünya: Direniş ve kazanılan za-ferin etkileri neler oldu?

Turgut Metin Öztürkoğlu: Çok büyük etkileri oldu. Bir sefer işçi sınıfı gücünü herkese kanıtladı. Türkiye’de burjuvazi ilk kez bu ül-kede geçici olduğuna dair bir korku yaşadı. Direniş sonrasında işçilerin TİP’e ilgisi yoğun olarak arttı. İşten atılanların bir bölümü ise Avrupa’ya işçi olarak gitti. Orada hızla po-litikleştiler. Egemenler ise 15-16 Haziran’dan hemen sonra darbe yapmak zorunda kaldılar.

“Direniş sonrasında işçilerin TİP’e ilgisi yoğun olarak arttı. İşten atılanların bir bölümü ise Avrupa’ya işçi olarak gitti. Orada hızla politikleştiler”

12 Mart’tan sonra da direnişe katılan bölgelerde durum aynıydı. Bu işçiler değilse bile onların çocukları siya-sal yaşamda işçi olarak yerlerini al-maya başladı. Bu bölgelerde de TKP güçlü örgütler kurdu. 15-16 Haziran 1970’li yılların devasa işçi atılımının gerçekleştirilmesindeki en büyük et-kiyi yarattı diyebiliriz.

Ankara

İzmir

Mersin

Antalya

Direniş’ten kareler

söyleşi: onur balcıfotoğraflar: tarık yüce

yücel aktürk

14

direnişin içindenA

ğust

os 2

013

Eskişehir

Adana

Bursa

Antakya

Direniş’ten kareler

Başbakan Erdoğan’ın ustalık dönemi olarak tanımladığı 4. AKP Hükümeti, Taksim’de başlayıp tüm ülkeye yayı-lan protesto eylemleriyle bir anda kendini meşruiyet tartışmaları içinde buldu. Protestolar yaygınlaşıp, bir halk ayaklanmasına dönüş-me eğilimi gösterince, ikti-dar güçleri de sertleşip, var olan kısıtlı temel hak ve öz-gürlükleri de askıya alarak, tüm zor güçleriyle ayaklanan halka saldırmaya başladı-lar. Binlerce insan yaralandı, yüzlercesi gözaltına alınıp mahkemelere sevk edildi ve tutuklandı. Beş kişi öldürü-lürken onlarca insan hayatta kalma mücadelesi veriyor.

Bir yandan direnişçileri ve direnişi sınırsız kullandığı zorla bastırmaya yönelen iktidar, diğer yandan da di-renişi dış güçlerin örgütle-diği propagandasını yaymaya başladı. Dış güçlerin adre-si olarak da faiz lobisi adını verdiği bir kısım sermaye sahibini gösterdi. Bu iddiaya göre ülkedeki direnişin ar-kasında faiz lobisi vardı ve bu lobi ülkeyi kargaşaya sürük-leyerek kârlarını artırmak istiyordu. Erdoğan böyle ya-parak, sıkıştıkça sorumlulu-ğu dış mihraklar diye hayali bir mihrak icat edip, suçu bunların üstüne atmaya ça-lışan ve aslında gerçekleri çarpıtan kendinden önceki burjuva iktidarlarının eski-miş bir taktiğini yeniden kul-lanıyordu.

Erdoğan’ın faiz lobisi dedi-ği aslında Marksistlerin ve çoğu solcunun “finans oli-garşisi” dediği bir avuç ser-maye sahibinden başkası değildi. Ancak bu oligarşi on bir yıllık iktidarı boyunca Er-doğan hükümetini zora sok-mak bir yana onu iktidarda tutan ve destek olan temel sermaye gruplarındandır. Erdoğan’ın neoliberal eko-nomi politikasının temel mi-marlarındandır. Göstermelik ekonomik başarılarının ar-dında bunlar vardır. Şöyle ki;

a- Türkiye ekonomisinin te-mel açmazlarından biri ül-keden çıkan dövizin ülkeye giren dövizden fazla olma-sıdır (cari açık). Bu döviz açığını kapatmak için ülke-ye döviz girişini cazip hâle getirmek gerekiyor. Bunun içinde iktidarlar diğer ül-kelerin verdiğinden daha yüksek oranlarda faiz verip döviz borçlanıyorlar. Bugün

AKP iktidarı dünyada en yük-sek faizle borçlanan iktidar-lar arasındadır. Yurtdışından gelen bu para sıcak para ola-rak adlandırılmaktadır. Bu paranın girişindeki kesinti ya da azalma ülke ekonomi-sinin krize girmesine neden olmaktadır. AKP iktidarının bu para girişini devamlı hâle getirmesinden başka yolu yoktur. Bu noktada faiz lobi-si ile AKP iktidarı arasında bir çatışma değil, bir uyum söz konusudur. Faiz lobisini suçlamak kof bir gösteriden ibarettir.

b- AKP iktidarı on bir yıllık iktidarı boyunca kendinden önceki iktidarlardan devral-dığı özelleştirme politikası-nı; ülke kaynaklarını, ulus-lararası sermayeye peşkeş çekme politikasını, kesintisiz ve kural tanımadan sürdür-müştür. Bunun sonucunda borsa şirketlerinin yarısın-dan fazlası, bankalardaki sermayenin yüzde altmışı, sigorta şirketleri sermayesi-nin yüzde yetmişten fazlası, faiz lobisi denen mali serma-yenin eline geçmiştir. AKP iktidarı bu sermaye olmadan bir gün bile ayakta duramaz. Bu gerçeklik karşısında Erdoğan’ın faiz lobisi suçla-ması sahte bir suçlamadır.

c- Acımasızca uyguladığı neo-liberal politikalarının gereği yatırım yapmaktan tamamen vazgeçen AKP ik-tidarı rant dağıtmanın, yol-suzlukların, belli sermaye gruplarının daha da zengin-leşmesinin iktidarı hâline gelmiştir. Bunun için gerek-sindiği kaynakları yurtdışın-dan borçlanmaktadır. Bunlar için yüksek faizler ödemek-tedir. Bu kaynaklar çoğun-lukla faiz lobisi denen mali oligarşiden sağlanmaktadır. İkisi arasındaki çıkar birliği her türden sahte kabadayılı-ğın üstündedir.

d- Türkiye İstatistik Kurumu TUİK’in istihdam ve kişi başı gelir istatistiklerinin aksine, emekçi sınıflar yoksulluk sınırının altında yaşamakta-dır. Günlük ihtiyaçlarını bile tüketici kredileri ya da onun bir türevi olan kredi kartla-rıyla sağlamaktadır. Bunun için gerekli olan krediler ve fonlar da bu faiz lobisinden sağlanmaktadır. Kredilerde-ki azalma ya da kredi kart-larının kullanılmaması AKP iktidarının sonunu getirecek olan krizlerin tetikleyicisi ol-maya adaydır.

raşi

t şa

hin

Taksim fobisinden

faiz lobisine (1)

15

emek gerçeği

Ağu

stos

201

3

Türkiye’nin her yerine yayılan Tak-sim Gezi Parkı ile başlayan direni-şe Tuzla Organize Sanayi'de çalışan deri işçilerinden destek geldi.

19 Haziran günü Yıldız Deri önün-de toplanan işçiler, buradan 182 gündür direnişte olan ISMACO iş-çilerinin direniş çadırına yürüdü. 2 saatlik iş bırakma eylemi gerçek-leştiren örgütlü deri işçileri, Güm-rük kapısını trafiğe kapatarak "Her yer Taksim, her yer direniş", "Genel grev, genel direniş", "Yaşasın halk-ların kardeşliği", "İSMACO'ya sen-dika girecek" sloganları attı.

Burada konuşma yapan Deri-İş

Genel Başkanı Musa Servi, "Ola-ğanüstü bir dönemden geçiyoruz. Bu eylemler 3-5 ağaç meselesi değil, hükümetin 10 yıldır halkın özgür-lük, demokrasi, barış, insanca ya-şam, sendikal haklar gibi talepleri-ni baskılamasına karşı bir isyandır" dedi.

Deri-İş'in sadece sözleşme ya da ücret meseleleriyle değil, demok-rasi sorununa da duyarlı olduğunu kaydeden Servi, emekçilerin özgür, demokratik bir yaşam sürmeleri için mücadeleye devam edecekleri-ni ifade etti ve Erdoğan’ın baskıcı, antidemokratik uygulamalarına son vermesi gerektiğini belirtti.

Deri işçisinden Halk Direnişi’ne destek

Ekonomi dergisi Fortune'nin Türkiye'nin 2012 yılı en büyük 500 şirketini belirle-diği "Fortune 500"de, 2005 yılında yüzde 51 hissesi Koç-Shell ortaklığına 4 milyar 140 milyon liraya satılan Tüpraş, 47 mil-yar 99 milyon lira net satışla birinci oldu.Tüpraş'ı sırasıyla 20 milyar 202 milyon lira ile OMV Petrol Ofisi ve 17 milyar 139 milyon lira ile Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. TEDAŞ izledi.

2011 listesinde yer almayan Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhüt ise 15 milyar 455 milyon lira net satış geliri ile 2012 lis-tesine dördüncü sırada girdi. Türk Hava Yolları 14 milyar 909 milyon lira ile be-şinci oldu.

"Devler" ile halk arasındaki yüzde 20'lik farkDerginin açıklamış olduğu 2012 listesine göre "Devler"in bir önceki yıla göre 2012 yılı net kârlarını yüzde 26 arttırdığı ve 31 milyar 532 milyon liraya ulaştığı görü-lüyor. 2012 yılında emekçi halka yapılan zam oranının yüzde 6 olduğunu düşün-düğümüzde zenginin daha zengin, faki-rin ise daha fakir olduğunu görüyoruz. Tüpraş, Erdemir, Petkim gibi kamu ku-ruluşları devlet eliyle gasbedilerek zengin şirketlere 3-5 yıllık kârları oranlarında

peşkeş çekilmeye devam ediliyor. Geçen Nisan ayında Tüpraş Yönetim Kurulu Başkanı Ömer M. Koç Tüpraş'ın 2012 yılı net kârını 1 milyar 460 milyon lira ola-rak açıklamıştı. Tüpraş'ın 2005 yılında 4 milyar dolara özelleştirildiğini düşün-düğümüzde toplamda 5 yıllık kârı ora-nında bir ücrete satıldığını görüyoruz. Toplumun alın teriyle var ettiği Tüpraş ve benzeri eski ve köklü kamu kuruluşla-rı birkaç dolar milyarderinin daha fazla zengin olması için adeta hediye ediliyor.

İlk 500'de AKP'nin rolü2002 yılında tek başına iktidar olan AKP hükümeti, geride bıraktığımız 11 yılda daha önce eşi benzeri olmayan bir an-layışla hemen hemen tüm kamu kuru-luşlarını özelleştirmeye başlamıştı. İlk olarak 2003 yılında SEKA ile başlayan ve "Bu daha başlangıç, özelleştirmeye devam" diyen bir zihniyetle hareket eden AKP hükümeti, 27 yıllık özelleştirmeler tarihinde (Özelleştirme uygulamaları Türkiye'de 1986 yılında başladı) yüzde 80'lik bir oran yakalayarak bu alanda re-kor kırmış oldu.

İMF'ye borcumuz bitti diye naralar atan AKP hükümeti ve yandaş medyası, bor-cun nasıl ödendiği konusunda herhangi bir açıklama yapmıyorlar. AKP hükü-metleri döneminde yapılan 39 milyar dolarlık özelleştirme ile 2003 yılında İMF'ye olan 23,5 milyar dolarlık borç ödendi. Geri kalan kısımla da bütçe açık-ları kapatıldı.

Bu daha başlangıç, mücadeleye devamMayıs-Haziran 2013 Büyük Halk Dire-nişi, AKP hükümetinin tüm dayatma-larına, baskıcı rejimine, Taşeron Cum-huriyetine, halkı açlık sınırının altında yaşama mahkûm etmesine, emperyaliz-min savaş taşeronluğuna kamu kuruluş-larının özelleştirilmesine karşı atılmış bir halk yumruğudur. AKP alnında açı-

"Devler" dev olmaya, halk fakirleşmeye devam ediyor!

Fortune 500'ün ilk 30 "Dev'i"

1 Türkiye Petrol Rafinerileri A.Ş. 47.099.089.0002 Omv Petrol Ofisi A.Ş. 20.202.160.0003 Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. 17.139.179.5694 Türkiye Elektrik Ticaret Ve Taahhüt A.Ş. 15.455.688.3005 Türk Hava Yolları A.O. 14.909.003.8186 Opet Petrolcülük A.Ş. 14.716.247.4187 Türkiye Elektrik İletim A.Ş. 14.690.562.9328 Türk Telekomünikasyon A.Ş. 12.706.142.0009 Shell & Turcas Petrol A.Ş. 12.245.408.00010 Arçelik A.Ş. 10.556.861.00011 Turkcell İletişim Hizmetleri A.Ş. 10.507.029.00012 Eüaş Elektrik Üretim A.Ş. 10.405.430.34913 Enka İnşaat Ve Sanayi A.Ş. 10.297.520.00014 Bim Birleşik Mağazalar A.Ş. 9.906.367.00015 Ford Otomotiv sanayi A.Ş. 9.767.937.25716 Ereğli Demir Ve Çelik Fabrikaları T.A.Ş. 9.570.396.70917 Vestel elektronik San. Ve Tic. A.Ş. 7.514.531.00018 Tofaş türk Otomobil Fabrikası A.Ş. 6.705.274.00019 Migros Tic. A.Ş. 6.482.402.00020 Anadolu Efes Biracılık Ve Malt Sanayii A.Ş. 6.416.835.00021 Jtı Tütün Ürünleri Pazarlama A.Ş. 5.630.048.24122 Aygaz a.Ş. 5.586.059.00023 Doğuş Otomotiv Servis Ve Tic. A.Ş. 5.132.341.00024 İçdaş Çelik Enerji Tersane Ve Ulaşım San. A.Ş. 4.921.735.22225 Selçuk Ecza Deposu Tic. Ve San. A.Ş. 4.902.072.82326 Enerjisa Enerji A.Ş. 4.572.223.00027 Petkim petrokimya Holding A.Ş. 4.348.910.03128 Coca-Cola İçecek A.Ş. 4.132.377.00029 İstanbul Gaz Dağıtım San. Ve Tic. A.Ş. 3.921.989.82330 Lc Waikiki Mağazacılık Hizmetleri Tic. A.Ş. 3.491.371.275

lan ve kapatmaya gücünün yetmeyeceği bir yarayla kan kaybet-meye devam ediyor.

Asgari ücret insanca yaşanacak düzeye gelmediği müddetçe, taşeron işçiler kadroya alınmadığı müddetçe, özelleştirmeler durmadığı ve özelleştirilen tüm işletmeler tekrardan kamulaştı-rılmadığı müddetçe emekçiler mücadeleye devam edecek. AKP hükümeti ve ABD yönetimi unutmasın ki "Bu daha başlangıç, mücadeleye devam."

Muhsin Gökhan

16

emek gerçeğiA

ğust

os 2

013

Kocaeli'nin Karamürsel ilçesin-deki İpek Kağıt fabrikasında ça-lışan Türk-İş'e bağlı Selüloz-İş Sendikası’na üye işçiler 21 Haziran 2013 günü iş bıraktı.

Sendika ve patronlar arasında sü-ren toplu iş görüşmelerinde an-laşma sağlanamayınca başlatılan grev, üçüncü günün sonunda an-laşmaya varılarak sonlandırıldı. Saat ücretlerinde ve sosyal haklar-da işçilerin lehine düzenlemeler yapıldı.

Bu güne kadar işçiler tarafından kazanılan bütün grevler bize hep aynı şeyi gösteriyor: “Örgütlü ve kararlı duruş, zaferin anahtarı-dır.” Yanımızdaki iş arkadaşımız-la omuz omuza verdiğimizde, sen-

dikamızın işleyişine aktif biçimde katıldığımızda, patronların sömü-rüsüne karşı durmak çok kolay. Tarih bize her zaman, hak arama mücadelesinin insanca yaşam için gerekli en önemli şey olduğunu, mücadele etmediğimiz sürece hakkımız olan şeyi patronların vermeyeceğini yani hakkın “veri-len” değil “alınan” bir şey olduğu-nu gösterdi.

İşçilerin kendi işkollarında ör-gütlü sendikalarda örgütlenmesi, birlikte çalıştığı iş arkadaşlarıyla dayanışma içinde olması ve onlara güvenmesi “Gündüzlerinde sömü-rülmeyen, gecelerinde aç yatılma-yan” yeni bir düzene bizi daha da yaklaştıracak.

Direnen işçi kazandı

Haziran’da Muğla'da 7 işçi metan gazından zehirlenerek öldü. İşçi ölümlerinin bu kadar sık gündeme geliyor olmasına rağmen, AKP'li 20 milletveki-li ise 1 Temmuz'da yürürlüğe girmesi gereken 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası'nın ertelenmesini önerdi.

Yasada işyerleri az tehlikeli, tehlikeli, çok tehlikeli olarak üç grupta toplanıyor ve tehli-keli ve çok tehlikeli sınıfta yer alan işyerlerinde 1 Temmuz 2013, az tehlikeli işyerlerinde ise 1 Temmuz 2014 tarihinden itibaren İş Güvenliği Uzmanı çalıştırma zorunluluğu getiri-liyor.

TMMOB Makina Mühen-disleri Odası Yönetim Kuru-lu Sekreteri Ercüment Çer-vatoğlu, yaptığı açıklamada “Bakanlığı işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda yalnız-

ca işverenleri değil, çalışanlar lehine ve istikrarlı politikalar izlemeye, meslek örgütleri ve sendikaların önerilerine kulak vermeye davet ediyoruz. Aksi durumda iş cinayetleri gerçeği çalışma yaşamı ve toplumsal yaşamda artarak sürecektir” dedi.

Yasanın adı bile muğlakNeden 'İşçi Sağlığı ve İş Gü-venliği Yasası' değil de, 'İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası'? İşçiler, patronlar daha çok ka-zansın diye güvencesiz çalıştı-rılırken ve ölürken, hükümet patronların yararına çalışma-ya devam ediyor. İşçi ölümle-rinin, iş kazalarının son bul-ması için çalışanları koruyan bir 'İşçi Sağlığı ve İş Güven-liği' yasası gerekli. Böyle bir yasanın çıkarılması ve uygu-lanması için ise çalışanlar ve sendikalar konunun takipçisi olmalı.

İşçi sağlığını düşünen mi var?

Türkiye işçi sınıfının çok sayıda kahramanı var. Kemal Türkler de bunlardan biri. 1926 yılında Denizli'de emekçi bir bir ailede dünyaya geliyor Türkler. Daha ço-cukluğunda ekmek kavgasına gir-mek zorunda kalıyor. Genç yaşta terzi çırağı olarak çalışmaya baş-lıyor. Tekstil atölyelerinden kun-duracılığa kadar farklı işlerde ça-lışıyor. Çalıştığı yerler ise işçilerin en güvencesiz, en ağır koşullarda ömür tükettiği yerler. Gördükleri, yaşadıkları bu sefalete bir son ver-mek için mücadele etmek gerekti-ğini öğretiyor ona.

Öğrencilik döneminde de bir fab-rikada işçilik yaparak geçimini sağlayan Tükler maddi zorluk-lar nedeniyle eğitimine ara ver-mek zorunda kaldı. Maden-İş Sendikası'na üye olan Türkler bir süre sonra şube yönetim ku-ruluna daha sonra da sendika-nın genel sekreterliğine seçildi. Sendikacıların siyaset üstü ol-ması fikrinin egemen olduğu bir dönemde sendikacıların politik görüşleri olması gerektiğini sa-vundu. Bu sebeple 1961 yılında Türkiye İşçi Partisi'nin kurucul-ları arasında yer aldı. Sendikal yaşamında hep öncü rol üstlenen Türkler 1967 senesine gelindiğin-de Türk-İş'ten kopan bir grup ile-rici sendikacı ile birlikte Devrimci

İşçi Sendikaları Konfederasyonu DİSK’i kurdu.

İlkeli ve mücadeleci sendikal du-ruşu her dönem patronların ve egemenlerin öfkesini de üstüne çekti. 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin önderlerinden oldu-ğu için kısa süreli de olsa tutuk-landı. 1976'da yine DGM'lerin kuruluşunu durduran büyük ey-lemleri organize ettiği için tekrar tutuklandı. Sınıf hareketinin hız-la büyüdüğü yıllarda bu dalganın başındaki DİSK'in genel başkanı Türkler'den başkası değildi.

Taksim'in 1 Mayıs meydanı ol-masının, milyonlarca emekçinin emeğin bayramını özgürce kutla-masının önünü açanlardan biri de hiç kuşkusuz Türkler'di. Ödünsüz sürdürdüğü sınıf ve kitle sendika-cılığı onu patronlar için ortadan kaldırılması gereken engel hâline getirdi. 22 Temmuz 1980'de evin-den çıktığı sırada kurşunların he-defi oldu.

Karanlık eller 22 Temmuz günü Kemal Türkler'i aramızdan aldı belki; ancak Türkler'in mücadele-si ve fikirleri bugün hâlen ayakta. Emekçilerin insanca bir yaşam kurma mücadelesi sürdükçe tıpkı bu yolda düşmüş nice değerimiz gibi Kemal Türkler'in adı da mut-laka yaşayacaktır.

İşçi sınıfına adanmış bir yaşam: Kemal Türkler

Büyük sendikal önder Kemal Türkler her yıl olduğu gibi bu ölüm yıldö-nümünde de unutulmadı. Katledilişinin 33. yılında başta DİSK'li işçiler olmak üzere çeşitli siyasi partilerden ve sendikalardan çok sayıda emekçi bu yıl da Türklerin İstanbul Topkapı'da bulunan mezarı başında buluştu.

Saat 11.00'de başlayan anma devrim şehitleri adına yapılan bir dakikalık saygı duruşuyla açıldı.

Ardından DİSK Genel Başkanı Kani Beko, Genel Sekreter Arzu Çerke-zoğlu ve Birleşik Metal İş Sendikası Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu birer konuşma yaptılar. Serdaroğlu konuşmasında Kemal Türkler'in mü-cadeleci kişiliğinin yanı sıra, Türkiye sendikal hareketindeki rolü ve de-ğerine vurgu yaptı.

17

kadınların sesi

Ağu

stos

201

3

2011 yılında Bingöl’de 16 yaşında-ki E.A. isimli çocuğa cinsel istis-marda bulunan ve tecavüz eden, aralarında uzman çavuşların da bulunduğu askerler mahkeme ta-rafından serbest bırakıldılar ve görevlerine döndüler.

Bingöl'de E.A.'ya cinsel istismar ve tecavüzde bulunan, araların-da uzman çavuşların da bulun-duğu 8 kişi ile ilgili gizli yürütü-len soruşturma devam ederken E.A.'nın avukatı Canan Çakabey, 20 Haziran’da sanıkların tutuk-lanması ve gizliliğin kaldırılması taleplerinde bulunmuştu.

Tutuklanma talebisavcılık tarafından reddedildiAncak dördü uzman çavuş, sekiz şüphelinin tutuklanması talebi savcılık, dosyadaki gizlilik kararı-nın kalkması talebi ise mahkeme tarafından reddedildi. Şüphelile-rin E.A.’ya yaklaşmamaları için koruma tedbir kararı çıkartmakla yetindiler.

Bu yaklaşım yeni değil. Sakarya’da Ö.C.'nin, Mardin'de N.Ç.'nin, Gölcük'te O.C.'nin yaşadığı teca-vüz davalarının sonuçlarına ben-zemekte. Tecavüz ederken suçüstü yakalanan adamın, henüz tecavüz gerçekleşmediği için "yarım kaldı" indirimi alan, tecavüzü videoya kaydeden kişinin "eski sevgilisiy-miş" indiriminden faydalanan, tecavüzde bağırmıyorsa “rıza gös-termiş sayılır" indirimi alan, mah-kemeye takım elbiseyle geldiği için "iyi hal" indiriminden faydalanan suçlular var. Bu, davaların sistemli biçimde sanıkların lehine oldu-ğunu, mağdurların ise korunmak yerine mağduriyetlerinin hukuk eliyle arttırıldığını göstermekte. Devlet bu kararlarla tecavüzcüleri caydırmadığını, bu şekilde ödül-lendirdiğini, hatta tecavüze ortak

olduğunu kanıtlamakta.

Halk ve demokratik kitle örgütle-rinden gelen tepkiler sonucu, 25 Haziran’da uzman çavuşlardan birinin tutuklanmasına karar ve-rildiği açıklandı. Ancak hâla diğer tecavüzcülerin dışarıda olduğu hayatlarına devam ettikleri bilin-mekte.

Yeni olan bir şey var ki...Son dönemlerde şiddetin bir kül-tür hâlini aldığını, tecavüzcülerin ve katillerin art arda serbest bıra-kıldığını görmekteyiz. Bingöl’de yaşayan yoksul, Kürt bir kız çocu-ğu olan E.A.’nın uğradığı tecavü-zün devlet eliyle yapıldığı çok açık. Devletin çavuşlarının tecavüzü gerçekleştirmeleri ve sonucunda herhangi bir yaptırımının olma-yacağını bilmeleri hatta buna gü-venerek bu suçu işlemeleri yeni de-ğil. Ancak yeni olan bir şey var ki, o da Mayıs-Haziran 2013 Büyük Halk Direnişi ile halkın artık dev-let eliyle işlenmiş suçlara taham-mül katsayısının tükendiği. E.A. davasının takipçileri olacağını açıklayan birçok demokratik kitle örgütünün yanında sosyal medya da alanlarda, meydanlarda, basın açıklamalarında halkın buna ses-siz kalmayacağını, davayı takip edeceğini ve halkın iradesine ve vicdanına uymayan herhangi bir kararı onaylamayacağını belirtili-yor.

Yıllardır devlet eliyle sürdürülen erkek egemen sistemin kadın be-deni üzerinde uyguladığı baskı, şiddet ve sömürü politikalarının artık sürdürülebilirliği kalmadı. Kadınlar artık kendi hukukunu kendisi yazacak. Bunu sokaklara meydanlara çıkarak, bağırarak, örgütlenerek, talep ederek, tecavü-ze ortak olanları rahat uyutmaya-rak yapacak.

Bingöl´deki tecavüze

sessiz kalma!

Çocuklar gelin olur mu?

Yeni bir utanç davasıistemiyoruz!Balıkesir'de kısmi engelli olan 16 yaşındaki G.H.'ye te-cavüz ettiği belirtilen zanlı-ların tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılması, tecavüzcülerin yargı tarafın-dan nasıl korunduğunu bir kez daha ortaya koyuyordu.

Babasını arayarak bir evde zorla alıkonulduğunu bil-dirdikten sonra kurtarılan

engelli G.H.'nin birden faz-la kişi tarafından tecavüze uğradığı ortaya çıktı. Ancak Adliyeye sevk edilen 3 erkek zanlı, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Mah-kemenin bu kararı, kamuo-yunda tepkiyle karşılanınca, bu defa Edremit Başsavcılı-ğı mahkeme kararına itiraz etti.

İçişleri Bakanlığı rakamlarına göre; 18 yaş altında evlenenlerin toplam sayısı 134 bin 629 oldu.

18 yaşını doldurmadan evlenen erkek sayısı 5 bin 763 iken, kız ço-cuklarında bu sayısı 128 bin 866 olarak tespit edildi.

Yani reşit olmadan evlendirilen kız çocuklarının sayısı erkek ço-cukların sayısından 20 kat daha fazla. Bakanlığın rakamlarına göre, son üç yılda 130 bine yakın çocuk gelin vakası var.

Çocukların belli bir yaşa kadar okutulduktan sonra evlendirildik-lerini vurgulayan Kadın Statüsü Genel Müdürü Özlem Bozkurt Gevrek, “Erken yaş evliliklerinin insan haklarına, kadın haklarına ve çocuk haklarına aykırı olduğu değerlendiriliyor” dedi.

Konu ile ilgili Aile ve Sosyal Poli-tikalar Bakanlığı bu kapsamda yıl içerisinde 15 bin aileyle görüşüle-ceğini, Türkiye'de ilk kez zorla ev-lendirilen çocuk gelinlerin şiddet görüp görmediğinin araştırılaca-ğını, yapılacak çalışmayla erken yaşta evlilik sayısını azaltmayı he-deflediğini açıkladı.

Sorun yoksulluk, sorun 4+4+4 eğitim sisteminiz Türkiye'nin en önemli toplumsal sorunlarından biri olan çocuk ge-lin sorunu, araştırmalara göre git-tikçe yoksullaşan ailelerde tam bir keşmekeş olan 4+4+4 eğitim sis-

temi ile daha da içinden çıkılmaz bir duruma gelmiştir. Zaten erkek çocuklarına göre kız çocuklarının eğitim olanaklarının ikinci planda kaldığı ülkemizde bu uygulamay-la birlikte durum daha da zorlaşa-cak. Kız çocuklarının eğitimi lüks hâle gelecek, keyfe keder, ailelerin kendi tasarrufları doğrultusunda okuyup okumamasına karar vere-cekleri bir hâle girecek. Bu da do-laylı olarak küçük yaşta evlilikleri teşvik edecek.

Avukat Gökçen Kaya "Türkiye'de her dört evlilikten birinde çocuk gelin var maalesef. Aileler çocuk-larının yaşlarını büyük gösterip evlenme izni alabilmek için önceki yıllara oranla yüzde 94 artışlarla mahkemeye başvuruyorlar" diye konuştu.

Türkiye’de, Medeni Kanun’da ev-lenme yaşı on yedi olarak belirtil-se de, bahsedilen erken evlilikler zaten hukuki anlamda değil, gele-nekler ve dini ritüellerle sosyolojik anlamda gerçekleşiyor.

Kadının özgürleşmesine küçük yaştayken engel Evlenmek suretiyle öğrenimini tamamlayamayan, gelecekte üreti-me katılma yani çalışma hakların-dan da yoksun bırakılarak kadın-ların özgürleşmesinin önündeki en büyük sorunlardan birini oluş-turacak. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yapılacak çalışmalarla bu sorunu azaltacağını açıklamış; sorun ortada çözümler de gayet açık;

Yoksulluğun ortadan kaldırılması,

4+4+4 eğitim sisteminin durdu-rulması,

Erkek egemen zihniyetin son bul-ması,

Şimdi soruyoruz, AKP Bakanı Fatma Şahin çözüm bunlar, peki uygulayabilir misin?

18

kadınların sesiA

ğust

os 2

013

Direnişin en önemli yanlarından biri, kadınla-rın ve gençlerin kitlesel katılımıydı. Meydan-lara akan yüz binler ve mahallelerde yürüyüşe geçen on binlerce insan arasında kadınlar en öndeydi.

Erdoğan’ın kadınlara yönelik baskı ve zulmü-ne geçit vermek istemeyen genç-yaşlı, trans, çalışan-ev kadını, öğrenci, bankacı, avukat, doktor, hemşire, temizlikçi… Anneanne-to-run... Her yaş ve meslek grubundan kadınlar sokaklara döküldü. Kararlıydılar, artık yeter diyorlardı. Mahallelerde evlerinde ellerine ne geçtiyse, kah tencere tava, kah cezve, kah dü-düklerini alarak, kimisi bayraklarını sallaya-rak, tüm renkleriyle kadınlar AKP’nin poli-tikalarına son vermek için yürüdüler ve hâlâ yürüyorlar. Kimisi ailece, kimisi bebek ara-balarıyla daha birkaç aylık bebelerini, henüz ilkokul çağındaki çocuklarını getirerek. Biber gazı, polisin baskısı onlara vız geliyor.

Peki nedir kadınları bu kadar isyan ettiren?AKP ve Erdoğan, politikalarına kadınları da alet etti, politikalarını kadınlara yönelik olumsuz söylemler üzerinden yürüttü. Hatır-layalım, Başbakan Uludere katliamının üze-rini örtmek için “Her kürtaj bir Uludere’dir” demişti. Onlarca kadın örgütü, binlerce kadın sokaklara çıkıp bu söylemi protesto etmişti. Bu söylemle birlikte kadın bedeni üzerinden oluş-turulan politikayı ve kadın bedenini denetim altına almaya yönelik sinyalleri doğru oku-muştu. Bunun üzerine AKP hükümeti bir süre bu konuyu gündeme getirmese de, çok geçme-den sezeryan doğumu kısıtlama ve ardından da kamu hastanelerinde kürtajı fiilen kaldırma girişimlerinde bulundu. Sezeryan yasağı yü-zünden kadınlar hastanelerde hayatlarını kay-betmeye başlamıştı. Kadın örgütleri buna kar-şı sessiz kalmamış, çeşitli şehirlerde ve çeşitli hastanelerin önünde eylemler yapmıştı. Bu sü-reçte bilindiği gibi, kadınlara yönelik şiddet ve ölümler de ayyuka çıktı. Neredeyse her gün bir genç kadının ölüm haberi kadınları sarsmaya ve tepkilerini toplamaya devam etti.

Kadınların AKP’ye tepkisi yalnızca bunun-la sınırlı kalmadı. 4+4+4 eğitim sistemiyle, çocukların, özellikle kızların eğitim hakla-rı kısıtlandı. Zorunlu eğitimi sona erdirerek, özellikle genç kızlarımızın lise çağını da içe-ren eğitim görme haklarını ellerinden aldı. Okulları imam hatip okullarına dönüştürülen veliler buna karşı demokratik tepkilerini dile getirdiklerinde üzerlerine biber gazı sıkıldı. Yüzlerce ilkokul bir anda ortaokula dönüştü-rüldü. Buna karşı duran veliler ve öğrencilere kulak verilmedi.

Son olarak kadınların giyim kuşamına karış-maya varan uygulamalar da gündeme geldi. Kamu kuruluşlarında askılı giyemezsin dayat-ması, Türk Havayolları’nda kabin görevlilerine kırmızı ruj yasağı. Eğitim hakkından tutun, kadınların bedeni ve yaşam tarzına yönelik politikalar kadınları direnişin asli bir parça-sı yaptı. Bütün bunlara demokratik gösteri ve yürüyüş hakkının önündeki yasaklar eklendi-ğinde, kadınlar da direnişin en ön saflarına ka-tıldılar. Çocukları Gezi Parkı’nda olan anneler de, onları yalnız bırakmadılar, el ele zincirler oluşturdular. Biber gazlarına rağmen tekrar ve tekrar geldiler. Mahallelerde seslerini sokakla-ra çıkarak tencere tavalarla duyurdular. Buna da dil uzatan Erdoğan ise “Tencere tava, hep aynı hava” dedi. Ancak, Erdoğan’a tavsiyemiz, kadınların iradesi önünde hiçbir gücün ayakta kalamayacağını görmesi için tarihe bakması.

Büyük Direniş’te kadın damgası

Direnişte İKD'li kadınların, ucuz iş gücü ol-mayı reddeden, güvenceli ve sendikalı iş ta-lepleri ilk sıradaydı. Kadın bedeni üzerinde yapılan politikalardan vazgeçilmesini, fiili kürtaj yasağının kaldırılmasını isteyen İKD'li kadınlar, 4+4+4 ile kızların eğitim haklarının kısıtlanması, okulların imam hatiplere dönüş-türülmesinin yanlışlıklarını da ifade ettiler. Kadınların onurunu kıran konuşmalar yapan bir başbakanı ve hükümeti istemediklerini de belirten İKD'liler “Çapulcu geldi, Hanım” dö-vizi taşıdılar.

İKD'li kadınlar EBT (Eşcinsel, Biseksüel, Trans) bireylere yönelik cinsel kimlik ayrımcılığının ve kadınlara yönelik her türlü şiddetin son bul-ması taleplerini stantlarda bildiri dağıtarak ve yapılan sohbetlerle anlattı. Demokratik gösteri ve yürüyüş hakların engellenmesinin, rantsal çıkarlar için Gezi Parkı’ndaki ağaçların sökül-mesini ve AKM'nin yıkılmasını istemedikleri-ni belirttiler.

Gezi Parkı Direnişi ve İKD'li Kadınlar

fatm

a ş

en

den Takrir kelimesi anlatma, ders ver-

me anlamına geliyor. Dikkat edilirse Taksim kelimesinin birinci hecesi ile Tahrir kelimesinin ikinci hecesinin birleşmesinden oluşuyor. Hayır, yeni bir meydan adı değil Takrir. Mısır halkının Tahrir Meydanından başla-yarak gerçekleştirdiği devrim dün-yaya bir şey anlatıyor, adeta ders veriyor. Halkların hiçbir baskı ve güç önünde eğilmeyi kabul etmediğini, etmeyeceğini anlatıyor. Mısır halkı, Mübarek'i devirdiği birinci devrimci ayaklanmanın üzerinden 2 yıl geç-meden Mursi'yi de gönderecek dev-rimci ayaklanmayı gerçekleştirdi.

Peki, Mısır halkının bu hareketiyle verdiği ders nedir? Mısır halkı, her şeyden önce halkların aldatılama-yacağını, bütün iktidarlara ve dik-tatörlere öğretti. Mısır halkı, korku imparatorluğu yaratmanın halkın kararlılığını değiştirmediğini, aksine korku duvarını yıkmış bir halkı daha da kararlı hâle getirdiğini öğretiyor.

Halkının taleplerine kulak vermeyen iktidarların ve diktatörlerin ilelebet hükmedemeyeceğini öğretiyor bütün dünyaya Mısır halkı.

Taksim’in takririGezi direnişiyle İstanbul'da başlayıp Türkiye'nin bütün illerini saran halk hareketi de bir şey anlattı. Kentsel dönüşüm adı altında parkların, alan-ların sermayeye peşkeş çekilemeye-ceğini anlattı. Taksim'i 1 Mayıs alanı olmaktan çıkarma girişimlerini kabul etmeyeceğini anlattı. Meydanların emekçilere yasaklanamayacağını, Taksim Meydanının 1 Mayıs meyda-nı olduğunu anlattı. Bir ay sonra 31 Mayıs'ta da olsa, bu meydana gire-rek, bunu hükümete adeta belletti. “Şantiye nedeniyle halkın güvenliğini sağlama” safsatasıyla halkın aldatı-lamayacağını öğretti. İstanbul'da ve bütün Türkiye'de halk ayağa kalka-rak AKP'nin baskı ve zulmüne boyun eğmeyeceğini öğretti.

Kadınların takririHalk hareketinin içerisinde kadınlar çok şey anlattılar. Özgürlüklerinin el-lerinden alınamayacağını anlattılar. Onların bedenleri üzerinden günbe-gün politika yürütülmesini, yapacak-ları çocuk sayısına, kürtaj hakkına, giyim kuşamlarına karışılmasını is-temediklerini, buna izin vermeyecek-lerini anlattılar. Anneler, "çocukları-nızı Gezi Parkı’ndan çıkarın" diyenler karşısında kendileri de Gezi Parkı’na giderek, bu masalların artık sökme-diğini anlattılar.

Gençlerin takririGencecik yaşta canlarını veren Gezi şehitleri, bu cesur insanlar, polisin acımasız şiddetine rağmen halkı için kavgaya koşmanın değerini ve öne-mini herkese bir kez daha anlattı.

Son olarak çıkarılacak bir ders daha var ki, o da Mısır halkının anlattıkla-rından ders çıkaramayan iktidarların hüküm süremeyeceklerini er geç öğ-renecek olmaları.

Takrir

19

gençlik

Ağu

stos

201

3

Bu yıl üniversitelerin mezuniyet törenleri “Gezi”ye destek günlerine dönüştü. Neredeyse her fakülteden öğrenciler kendi bölümleri ile ilgili yaratıcı sloganlar ürettiler.

Mezuniyet törenlerinde orantısız zekâ manzaraları

Ortadoğu Teknik Üniversitesi İstanbul Teknik Üniversitesi

Ege Üniversitesi Karadeniz Teknik Üniversitesi

Yıldız Teknik Üniversitesi Boğaziçi Üniversitesi

20

gençlikA

ğust

os 2

013

gezi parkı

Direnişçi gençler Gezi’de talanın başlatıldığı ilk günden itibaren hep en öndeydi. İlerici, devrimci, sosyalist, laik gençler yaşam alan-larına ve geleceklerine sahip çık-tılar.

Mayıs-Haziran 2013 Büyük Halk Direnişi en çok gençlerin rolüyle anılacak. Çünkü onlar direnişin ilk gününden başlayarak nöbette, barikatta, görev başındaydı. Genç-liğin dinamizmi direnişi daha da ileriye taşıdı.

Polisin Gezi Parkı’nı yağmalayıp, Taksim Meydanını işgal etme-

sinin ardından İstanbul’un her yerinden, her semtinden genç-ler Taksim’e aktı. Her yerde polis halka saldırdı. 16 Haziran Pazar günü yüzlerce genci gözaltına aldı. Ancak gençlik yılmadı. Biber gazı-na karşı neredeyse direnç kazanan bir gençlik çıktı ortaya ve bugün de hâlâ Taksim’e girmek, Taksim’i yeniden kazanmak için mücadele ediyor.

Kısaca gençlik AKP faşizmine bo-yun eğmiyor. Gençliğin gücü hal-kı diri tutuyor. Gezi “gazi” olmadı, hâlâ savaşıyor.

Gençlik Gezi’de, görev başındaydı!

31 Mayıs’ta zirve yapan, mil-yonların isyanı sonucunda Gezi Parkı’nda polisler işgali kaldırıp alanı boşaltmışlardı. Polisin geri çekilmesiyle çoğunluğunu genç-lerin oluşturduğu halk, artık Gezi nöbetindeydi. Bu süreçte “Taksim halkındır, Gezi Parkı halkındır” diyen Tüm İlerici Gençlik Der-neği TÜM-İGD üyesi gençler de Gezi’nin, Taksim’in, İstanbul’un ve yurdun sahipsiz olmadığını yap-tıkları çeşitli etkiniklerle gösterdi-ler. İlerici gençler yaratıcılıkta sınır tanımayarak Gezi Parkı’nın tapu-sunu çıkardılar.

TÜM-İGD’li gençler hazırladıkları temsili tapuları Gezi Parkı’nı ziya-ret eden halka dağıttılar.

“Gezi Parkı’nın sahibi Gençlik’tir” diyen gençlere ilgi büyüktü.

15 Haziran’daki saldırıya kadar binlerce tapu sahipleriyle buluş-muş oldu.

Gezi’nin tapusu gençliğin elindeGezi Parkı’nda polisin geri çekilip meydanı boşaltmak zorunda kalmasıyla halk Taksim’de nöbete başladı. Gezi Parkı halkındır diyen İlerici Gençler Gezi Parkı’nın tapusunu halka dağıttı.

Hükümetin tüm dayatmalarına, gerici politikalarına karşı ülke ça-pında bir isyana dönüşen direnişi büyüten kesimlerden birisi de li-seli gençlik oldu.

Liseliler direnişi okullarından alanlara taşıdılar.

İlerici Liseliler de direnişin ilk günlerinden itibaren “Gezi Parkı’na ve geleceğine sahip çık” sloganıyla stantlar açtı. Liseli

gönüllüler direnişi okullara ta-şımaya çalıştı. Gerici eğitim sis-temine, elemeci sınav sistemine, fırsat eşitsizliğine ve gençlik üze-rinde baskı oluşturan düşünce özgürlüğünü engelleyen politika-lara karşı İlerici Liseliler direnişi sürdürüyor. Mahalle forumları ve bölgesel çalışmalarıyla gençli-ği direnişi büyütmeye çağırarak birlikte oluşturulacak yarınları konuşuyor.

Liseliler Gezi Parkı’nın

Halk direnişinin en önemli mer-kezlerinden birisi hiç kuşkusuz Eskişehir'di. Çoğunluğu genç olan Eskişehirliler sokakları hiç boş bırakmadılar.

Eskişehirlilerin bu direngen tu-tumu iktidarın en üst kademe-lerinde de bir sorun olarak ad-landırıldı. “Büyük ustalarının” mesajını alanlar Eskişehir'de direnişçilere saldırdı. Demir sopaların ve bıçakların kulla-nıldığı bu saldırılardan birinde Antakyalı Ali İsmail Korkmaz vücuduna aldığı darbelerle ağır yaralandı. Günlerce yoğun ba-kımda kalan Ali İsmail, yaşam savaşını 10 Temmuz günü kay-

betti. Haberin alınmasının ar-dından başta Eskişehir ve An-takya olmak üzere pek çok ilde kitlesel eylemler yapıldı.

12 Temmuz günü ise Ali İsmail memleketi Antakya'da on binler tarafından toprağa verildi. Ce-nazeden sonra yürüyüen kala-balığa polis, tomalardan sıkılan sular ve plastik mermilerle sal-dırdı. Sabah saat 04.00'e kadar polis saldırısına rağmen dağıl-mayan kitle “Her yer Taksim, her yer direniş” ve “Devrim şe-hitleri ölümsüzdür” sloganlarıy-la bütün kenti inletti. Bu arada bir kişi ağır yaralanırken çok sa-yıda kişi de gözaltına alındı.

Yana yana, döne döne geliriz...

Antakya ve Eskişehir Ali İsmail için ayağa kalktı

en genç çapulcuları

21

spor

Ağu

stos

201

3

Direniş ve Taraftarlar: “Direnişin rengi tek”İstanbul’da Beşiktaş Çarşı, Galata-saray Tekyumruk, Fenerbahçe Sol Açık, Trabzon Kemenche başta ol-mak üzere İzmir, Ankara ve diğer il-lerde taraftar grupları kâh çatışma-lardaki dinamikleriyle, kâh attıkları sloganlarla direnişin kitleselleşme-sinde, direnişe mizah ve neşe katıl-masında önemli rol oynadı.

İzmirli taraftar grupları Karşıya-ka, Göztepe, Bucaspor, Altınordu,

İzmirspor ve Altay ise Gezi Parkı Direnişi’ne destek amacıyla omuz omuza Gündoğdu Meydanına yü-rüyüp meşale yaktılar. Özellikle İzmir’in aralarında ezeli rekabet olan gruplarından Göztepe ve Kar-şıyaka taraftarlarının eylemler sı-rasında körfezden karşıdan karşıya geçişlerde birbirlerini bekleyerek karşılamaları unutulmayacak bir görüntüydü.

Aynı takımı tutma ve aynı ma-hallelerde yaşamanın ortaya çı-kardığı dayanışma ve yardım-laşma ruhu taraftar gruplarının iç dinamiğini oluşturuyor. Ge-leneksel komşuluk ilişkilerinin hâlâ yaşatıldığı mahallelerde bu ruh kolektif ilişkilerin güç-lenmesini sağlıyor. Bu tutum; yoksulu, emekçiyi ve zorda ka-lanı koruma kültürünün taraf-tar gruplarında etkin olmasını da sağlıyor. Dünyanın pek çok ülkesinde taraftar grupları ka-pitalizmin getirdiği yalnızlaş-mayı aşan bir rol de oynuyor.

Dünya ekonomisi içerisinde si-lah ve ilaç sektörleri ile yarışan bir bütçeye sahip spor endüstri-si kapitalizmin temel dinamik-leri arasında yer almaya devam ediyor. Kârlılığı sermaye açısın-dan gözde bir sektör olmasını sağlıyor. Spor endüstrisi aynı zamanda birçok sektörü de bes-leyen bir karaktere sahip.

Ancak takım tutma-taraftar olma üzerine kurulu geleneksel ilişkiler kapitalizmin sporu bir endüstri durumuna getirme-si ile birlikte nitelik değiştiri-

yor. Sporun bir endüstri hâlini alışı, kâr, doping, şike, kara para aklama alanı olarak kul-lanılması taraftar gruplarınca sorgulanmaya ve eleştirilmeye başlanıyor. Taraftar gruplarının asıl kitlesini oluşturan emekçi-ler bu yozlaşmayı sorguluyor. Eğitimli insanların azımsan-mayacak bir etkisi bulunuyor. Bu eğitimli kitle teknolojiyi iyi kullanıyor ve takip ediyor. Tak-sim Direnişi’ne destek veren taraftar gruplarının tutumunu tüm bunlardan ayrı görmemek gerekiyor.

Türkiye’nin her ilinde Direnişe destek veren taraftar gruplarının toplumsal duyarlılıkları biraz da statlarda yaşanan ırkçılığa, şike-ye tepki olarak oluşmaya başladı. Süreç taraftar gruplarının 1 Ma-yıs’larda işçi ve emekçilerle alanla-ra çıkışı ile güçlendi. Toplumsal du-yarlılıkları artan, taraftarlık ruhu, kolektif kültür ve teknolojinin yan yana geldiği bu gruplar özgürlük-lerine düşkünler. İçlerinde farklı politik tutumlara sahip de olsalar bu düşkünlük Taksim Direnişi’ne verdikleri desteğin asıl nedenini de açıklıyor.

“Halka yakışanı savunduk”Kitleselliği ile öne çıkan Beşiktaş Çarşı Grubu,Direnişi’te neden yer aldıklarını şöyle açıklıyordu: “Te-levizyonda görüntüleri gördüğü-müz zaman her insanın yapacağı refleksi gösterdik. Sosyal medyada ‘Hadi gidelim’ dedik. Orada hak-sızlığa uğrayan insanları gördük, o yüzden gittik. Çadırlar yakıldı, yıkıldı, acımasızcaydı. Hükümetin bu memlekette yaşayan insanın ya-şam biçimine karışması, nasıl ço-cuk yapacağına, nasıl doğuracağı-na, ne yiyeceğimize, ne içeceğimize müdahalesi, üzerinde Galatasaray, Fenerbahçe forması olan herkesi

bir araya getiren etkendir. ‘Doğru olanı, halka yakışanı savunmak’ için harekete geçtik, birileri hayatı ve insanları tek tipleştirmek istedi-ği için biz buna çok net tepki veri-yoruz.”

AKP hükümetinin “Çarşı direniş-ten çekildi” maniplasyonuna karşı ise şunu dile getirdiler: “Direnişten geri çekildiğimiz yönündeki açık-lamalar gerçeği yansıtmamakta-dır. Durumumuz her zaman açık ve nettir. 1982’den beri haksızlık, adaletsizlik karşısında insanlıktan yana tarafız ve olmaya da devam edeceğiz.”

“Direniş dikta anlayışınadur demektir”Galatasaray Tekyumruk grubu ise; “Bu direniş kendisinden olma-yan herkesi düşman addeden bir dikta anlayışına dur demektir. Es-kiyi canlandırma pahasına parkı-mızı yok etmeye çalışan bu dikta Ali Sami Yen Stadı mızı yeniden yapmak yerine inşaatı rantçıla-rına devretmiş ve yerine yapılan Arena yı da bize lütuf yapmış gibi başımıza kakmıştır. Meselemiz Galatasaray´dan başlayarak tüm spor kulüplerini boyunduruk altı-na almaya çalışan bir iktidara, Gezi Parkı üzerinden dur demektir” di-

yerek tutumlarını açıklıyorlardı.

“Mücadeleyi anlamak ve saygı duymak gerekir”Ankaralı taraftar grupları ise ge-lişmeler üzerine şöyle bir açıkla-ma yaptılar: “Bizler Ankara’da 28 Mayıs’tan bu yana süregelen mü-cadelenin içinde yer alan ve çeşit-li takımlara gönül vermiş taraftar grupları olarak, hükümetin yaptı-

ğı teklifi kabul edilmez buluyor ve reddedilmesi çağrısında bulunuyo-ruz. Başta Ankara’da gözünü kay-beden taraftarımız Murat Özdemir ve yaşamını kaybeden devrimci Ethem Sarısülük’ün mücadelesi ol-mak üzere kitlelerin mücadelesinin hükümetin bürokratik manevrala-rına kurban edilmesini doğru bul-muyoruz.”

Bir yanda sermaye, bir yanda dayanışma

Mayıs’tan Haziran’a güçlenen kardeşlik

22

sporA

ğust

os 2

013

Futbolun centilmeni Metin Oktay, 1972 yılında 12 Mart faşizminin 3 Fi-danı idam etmesini engellemek için imza toplamıştı.

Toplumsal mücadele kabardığında halkın farklı kesimlerini şu ya da bu şekilde etkiliyor. İşçi sınıfı mücadelesinin 70’li yıllarda Amatör Spor-cular Derneği altında toplanan binlerce farklı branştan sporcu sendikal mücadeleye hazırlanmışlardı. DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler bu sü-recin destekçisi olmuştu.

Mısır halkının diktatör Mübarek’i devirmesinde rol oynayan, ama apolitik denilerek küçümsenen ta-raftar gruplarını televizyonlardan izlediğimizde “ne oluyor” diye şa-şıranlar olmuştu.

Benzeri bir tablo büyük direniş günlerinde ülkemizde de ortaya çıktı. Taraftar gruplarının dire-

nişteki rolü, toplumsal algıyı da önemli ölçüde etkiledi. Farklı ta-raftar gruplarının renk ayrımı gö-zetmeden yan yana gelişleri güven ve kitle mücadelesinin önemini kavramamız açısından çok an-lamlıydı ve hak mücadelesi tari-himize şimdiden büyük harflerle yazıldı.

Galatasaraylı futbolcu Yekta Kur-tuluş, Gezi Parkı’na yapılan polis müdahalesinin ardından twitter hesabından “Bu kendi halkını sır-tından vurmaktır” dedi.

Galatasaraylı basketbolcu Cenk Akyol, şampiyon oldukları maç sonrasında görüşlerini soran NTV’ye Gezi Parkı Direnişi’ne yaklaşımı nedeniyle hiçbir açıkla-mada bulunmadı.

Galatasaray ve A Milli Kadın Ta-kımı oyuncusu Işıl Alben, facebo-ok hesabından “Sadece 1 ay önce, Kadıköy’de maçta belki de bana

küfür edenlerden biri olan, boy-nunda Fenerbahçe atkısıyla ‘iyi akşamlar kaptan’ diyen kardeşimi sevdim. Tanımadığım ve bilme-diğim çok fazla şeyi sevdim dün. Şimdi ise sevgi ve saygıyla çoğal-mayı diliyorum” dedi.

Gezi Parkı Direnişi’ne bir destek de Galatasaray’ın Kamerunlu fut-bolcusu Dany Nounkeu’dan geldi. Başarılı futbolcu, twitter hesabın-dan paylaştığı mesajda, “Kalbim bütün İstanbul halkıyla, umarım en kısa zamanda her şey yoluna girer” ifadelerini kullandı.

Her yer Tahrir, her yer Taksim İşte renklerin kardeşliği

Direniş sporun mazisinde var

Direniş ateşinin ortasındaKarayel anıldıAnkara'da direnişin en yüksek olduğu günlerde mücadele arka-daşları Bekir Karayel’i unutma-dılar. 23 Haziran’da Partili dost-ları Karayel’i Ankara Karşıyaka Mezarlığı'nda andılar. Anmada yoldaşları partiyle yaşıt olan Be-kir Karayel'in mücadelesi üzerine yaptığı konuşmalarda halkın ve emekçilerin özgürlük, eşitlik, sos-yal adalet taleplerini içeren büyük başkaldırısının yaşandığı Haziran günlerinde Karayel'i anmanın öne-mine değindiler.

Anmada Karayel'in çok değer verdiği gençler de hazırdı. TÜM-İGD'li gençler de bütün hayatını devrim ve toplumsal kurtuluş mü-cadelesine adayan Bekir Amca'nın ideallerinin “Gençlik devrim isti-yor” diyen ilerici gençlerin elinde yükseldiğini söylediler. Anma parti marşının söylenmesiyle son buldu.

Bazıları vardır en zor dönemlerde en büyük mücadelelerin içindedir-ler ama hiçbir zaman yaptıklarını büyütmezler; tarih onları yaptık-larıyla büyütür. İşte Bekir Karayel de böyle bir isim. Geçen sene 18 Haziran'da aramızdan ayrıldığın-da tam 92 yaşındaydı Bekir Kara-yel. Bir asıra yaklaşan ömrü aynı zamanda ülkenin ve bölgenin en çetin olaylarına tanıklıklarla do-luydu.

Anadolu'da kurtuluş ateşinin yükseldiği, komünistlerin ulu-sal kurtuluşu toplumsal kurtu-luşa ulaştırmak için partili mü-cadeleye giriştiği 1920 senesinde Bulgaristan'da doğdu. Çocukluğu dünya savaşı yıllarına denk geldi. İşte o koşullarda faşizm tehdidinin kol gezdiği Bulgaristan'da tanıştı sosyalizm fikriyle.

Ahmet Ariflerin, Ruhi Suların, Nâzımların yoldaşı...Ailesiyle birlikte 1940'lı yıllarda taşındığı Türkiye'de de sosyalizm idealinden kopmadı. Türkiye'de faşizm tehditi kapıdaydı. Kaybe-decek vakit yoktu; antifaşist, dev-rimci mücadeleye katılmak için partiye üye oldu. O dönemde yakın partili çalışma arkadaşları Ruhi Su, Sıdıka Su, Ahmet Arif, Enver Gökçe gibi isimlerdi.

1951 senesinde komünistlere karşı başlatılan cadı avında tutuklandı. Tabutluk adı verilen hücrelerde kaldı, sürgün yaşadı. Ancak hiçbir

olumsuzluk onu devrim idealin-den koparmaya yetmedi. Hayat ar-kadaşı Meryem Karayel ile birlikte her olumsuzluğa göğüs gerdiler.

Hapis ve sürgünde olmadığı dö-nemde ekmek parasını kazanmak için rutubetli, karanlık matbaa atölyelerinde yıllarını verdi. Bir matbaa işçisi olarak elleriyle bastı-ğı yayınları ilk o okurdu. Kendini geliştirmek karşı inanılmaz bir ça-bası vardı. Bu sayede anadili olan Türkçe ve Bulgarca harici Rusça, İngilizce başta olmak üzere bir dizi dili çok iyi derecede konuşup yazabilecek düzeyde bilgi sahibi oldu. Bütün dünya halklarının or-tak dilini geliştirme projesi olan Esperanto dilinin Türkiye'deki ilk gönüllülerindendi. İlk Türkçe-Es-peranto kılavuzunun yazarıydı.

Mücadelenin yaşı mı olur?60'lar, 70'ler ve 80'ler boyunca par-tili mücadelenin içindeydi. Sovyet-ler Birliği'nin yıkılmasına sebep olan kapitalizmle uzlaşma politi-kalarına karşı çıkanlardan birisi de oydu. Ama ne yazık ki partili kadroların gücü bu dönemde sınıf partisini korumaya yetmedi. Bu yıllarda çokları yılgınlığa ve boş-luğa düştü. Ancak o ilerlemiş ya-şına ve sağlık sorunlarına rağmen “elveda mücadele” diyenlere inat “nerede kalmıştık” dedi. 90'ların ortasında yeniden hızlanan topar-lanma çalışmalarına destek verdi. Toparlanmanın adresi olarak öne

çıkan Ürün Sosyalist Dergi'nin ye-niden yayınlanmasına maddi ve manevi olarak katkı sundu.

Mücadele arkadaşlarının anlatımı-na göre yanındaki gençlere sürekli “partinin yeniden kendi bayrağıy-la alanlara çıktığını görmeden bu dünyadan göçmem” derdi. Ömrü-nü verdiği devrimi göremedi belki ama parti bayrağı altında yürüme arzusu gerçek oldu. Başta program ve tüzük çalışmaları olmak üzere kuruluşunun bütün aşamaların-da emek harcadığı partisi TKP 1920'nin kuruculuk evraklarını imzalarken “artık ölsem de gam yemem” diyordu Karayel.

Kendi deyimiyle “daha yapacak çok iş var”dı. Ama o, işleri gençle-re bırakarak bir Haziran gününde aramızdan ayrıldı. Geride ise mü-cadele arkadaşı Meryem Karayel'i ve hiç unutulmayacak onlarca anı-yı bıraktı.

Bir ulu çınar: Bekir Karayel

23

halk gazetesi

AYLIK YEREL SÜRELİ YAYIN ISSN 1301–9031

Uluçınar Basın Yayın Reklam Sanat Hizmetleri Tic. Ltd. Şti.adına sahibi ve sorumlu yazı işleri müdürü: Onur BalcıSıraselviler Cd. Billurcu Sok. Ocaklı Han No: 3/6 Beyoğlu - İstanbul0212 245 28 11

Baskı: Yön MatbaasıDavutpaşa Cd. Güven San. Sit. B Blok K 1 No:366 Topkapı - İstanbul0212 544 66 34Haziran-Temmuz-Ağustos 2013 / sayı 13-14-15

Grafiti denilen sokak sanatı, Arap Devrimi’nin başladığı günden beri benzersiz bir yükseliş gösterdi. Özellikle Mısır’da kamusal alan-ları devralan her kesimden insan, sanatçılar, hattatlar, tasarımcılar devrimi sokak sanatıyla resmetme-ye başladılar. Mısır sokaklarını süs-leyen, duvarların dili hâline gelen grafitiler devrimin güçlü bir tasviri olarak karşımızda duruyor.

Grafitiler üzerine iki kitap yayım-landı. Bunlardan birincisi üç yıllık bir çalışmanın ürünü olan “Özgür-

lüğün Duvarları: Mısır Devrimin So-kak Sanatı” isimli kitap. Mısır du-varlarını okuyucuya sunan, Basma Hamdy, Don Stone Karl tarafından hazırlanmış bu kitap, 50 fotoğrafçı, 30 sanatçı ve birçok yazarın katkı-larıyla oluşmuş, tarihsel bir belge niteliğinde. Diğeri ise İsveçli foto-muhabir Mia Gröndahl’ın “Devrim Grafitisi: Yeni Mısır’ın Sokak Sana-tı” isimli kitabı. Adeta bir tuval gibi kullanılan Kahire duvarlarından ve Mısır’ın diğer şehirlerinden 430’dan fazla fotoğraf bulunuyor. Bu kitap da duvarları okuyucuya sergiliyor.

30 Haziran saat 17.00’de Taksim Meydanında bir araya gelen eşcin-sel ve trans topluluklar, seslerini yürüyüşle duyurdular.

Her sene Haziran ayının son Pazar günü “Eşcinsel ve Trans Onur Yürü-yüşü” ismiyle yapılan yürüyüşe bu sene otuz bin civarında kişi katıldı. Yürüyüşte “Faşizme karşı omuz omuza”, “Eşcinsel düşmanı gerici AKP”, “Susma haykır, eşcinseller vardır” ve “Her yer Taksim, her yer direniş!” sloganları atıldı.

CHP ve BDP’den bazı milletvekil-lerinin de destek verdiği yürüyüş bu sene Gezi Parkı eylemlerinin yarattığı kitleselleşme dalgasının etkisiyle daha politik bir görünüme sahipti.

Sosyalistler de onur yürüyüşündeLiberalizme, heteroseksizme ve gericiliğe karşı eşcinsel ve transla-rın devrimci mücadele odağı olma iddiasıyla faaliyetlerini yürüten Sosyalist EBT (Eşcinsel, Biseksü-el, Trans) Hareketi, yürüyüşteki varlığıyla dikkat çekti. Politik slo-ganlarıyla Onur Günü yürüyüşü-nün karnaval olarak değil, devlete

karşı politik bir hesap sorma günü olarak gerçekleştirilmesi gerekti-ğini savunan Sosyalist EBT Hare-keti üyeleri yürüyüşünü Odakule önünde yaptığı basın açıklamasıy-la sonlandırdı.

Sosyalist EBT’nin basın açıklama-sında, eşcinsellerin ve transların cinsel yönelimleri nedeniyle işten atıldığını, ayrımcılığa, tacize uğ-radığını hatırlatarak bu durumun eşçinsel ve trans bireyleri hayat-larını sürdürmek için bedenlerini satmaya ya da cinsel kimliklerini gizlemeye ittiğini belirtti. Fuhuşa itilen ön yargılarla itham edilen trans kadınların ise suçlu, sorunlu, hastalıklı olarak gösterildiğini; her türlü şiddete, tacize açık oldukları-nı vurguladı.

Sosyalist EBT tecavüze, gasba, yaralanmaya ve ölüme açık birer hedef hâline getirilen, kendi ter-cihleri dışında toplum dışına itile-rek marjinalleştirilen eşcinsel ve translara yapılan adaletsizliğin ancak örgütlenerek durdurulabile-ceğini belirtip beraber mücadele etmeye çağırıyor.

Dünya genelinde yükselen anti-em-peryalist, devrimci rüzgâr, devrimci partiler arasında da uluslararası işbirlikteliklerini, paylaşımları art-tırıyor. Bu bağlamda anlamlı bir etkinlik de Temmuz ayında İsveç'te gerçekleştirildi. İskandinavya'nın köklü sınıf partileri her sene olduğu gibi bu yaz da bir yaz kampı düzen-lediler. İsveç Komünist Partisi'nin ev sahipliğinde Norveç ve Danimar-ka Komünist Partilerinin katılımı ile gerçekleştirilen etkinliğe TKP 1920 de davetliydi.

Kamp İsveç'in Helsinki Bölgesinde-ki Voxnadalen Ormanları içindeki Glentan İşçi Okulu'nda gerçekleşti-rildi. Katılımcı partiler ortak ve ba-ğımsız sunumlar yaparken bölgesel ve programatik çeşitli değerlendir-meler de yapıldı.

Antiemperyalist birliköncelikli meseleSunumlarda NATO'nun yeni konsep-tinden neoliberalizmin yeni krizine, ABD emperyalizmi ile Avrupa Bir-liği karşıtı mücadelenin önemine ve güncel duruma ilişkin değerlen-dirmeler paylaşıldı. Ayrıca şiir ve müzik dinletileri, ufak skeçler de kampa renk katan diğer etkinlik-lerden sadece bazılarıydı. Kampta

devrimci ruha uygun olarak mutfak işlerinden temizlik ve çevre düzeni-ne kadar bütün işler kollektif olarak el birliğiyle yapıldı.

Kampın ikinci günü TKP 1920 adına düzenlenen panel ve video sunumu ilgi çekti. TKP 1920 adına yapılan sunum Ortadoğu ve Suriye'deki emperyalist müdahaleler üzeriney-di. Ancak 1 Mayıs ve sonrasında Türkiye'de gelişen direniş süreci de konuşmalarda ağırlıklı bir yer tuttu. MYK üyesi Fatma Şenden ve parti sözcüsü Murat Nergiz tarafından gerçekleştirilen konuşmalar din-leyicilerin ilgisi ve katılımı sonucu oldukça uzadı.

Günün ikinci bölümünde ise görsel bir sunum hazırlanmıştı. İlk olarak 2012 Taksim 1 Mayıs'ına ilişkin bir videonun gösterildiği sunumu 2013 1 Mayıs’ının saatler süren çatışma-larından ve Halk Direnişi karele-rinden oluşan bir foto sunum takip etti.

Kamp boyunca katılımcı partiler arasında çok sayıda ikili, çoklu gö-rüşme ve değerlendirme imkânı da doğdu. Gerek bölgesel, gerekse iki-li ilişki ve işbirliklerin geliştirilmesi noktasında canlı fikir alışverişlerin-de bulunuldu.

Hedef de ortak,mücadele deAvrupa ve Türkiye devrimcileri İsveç’te buluştu

Direnişin yeni dili

Gericiliğe karşı onurlu duruşOnur haftasında on binler yürüdü

rebel = isyan