Satranç - İç SON

6
STEFAN ZWEIG SATRANÇ

Transcript of Satranç - İç SON

Page 1: Satranç - İç SON

STEFAN ZWEIG

SATRANÇ

Page 2: Satranç - İç SON

7

SATRANÇ

Gece yarısı, New York’tan Buenos Aires’e doğru yola çıkacak olan büyük yolcu gemisinde hareket saatinin o bilindik koşuşturma telaşı yaşanıyordu. Dostlarını yolcu etmek için gemiye çıkan ziyaretçiler sürekli bir hareket-lilik hâlinde itişip kakışıyor, şapkalarını yana yatırmış telgrafçı çocuklar bazı yolcuların adlarını yüksek sesle çağırarak yolcu salonlarında dolaşıyor, bavullar ve çiçek-ler aceleyle gemiye taşınıyor, küçük çocuklar meraklı ve keyifli bir heyecanla merdivenleri bir inip bir çıkıyor, gü-vertedeki orkestra ise olan bitene aldırmadan büyük bir ciddiyetle konserine devam ediyordu. Gezinti güvertesin-de, bütün bu kargaşanın dışında bir arkadaşımla sohbet ederken birden yanı başımızda iki ya da üç kez flaşlar pat-ladı; görünüşe bakılırsa basın mensupları kalkıştan önce ünlü biriyle ayaküstü röportaj yapmaya çalışıyor, ünlüyü soru yağmuruna tutarak onun fotoğraflarını çekiyordu. Arkadaşım o tarafa bakıp gülümseyerek, “Geminize ender bulunan bir kuş konmuş: Czentovic!” dedi. Söylediklerin-

Page 3: Satranç - İç SON

8

Stefan Zweıg

den hiçbir şey anlamadığımı yüz ifademden okumuş ola-cak ki açıklama yapma gereği duydu: “Mirko Czentovic, dünya satranç şampiyonu. Katıldığı turnuvalar dolayısıyla ABD’yi bir uçtan diğer uca dolaştı, şimdi de yeni zaferler kazanmak üzere rotasını Arjantin’e çevirdi.”

Duyduğum açıklamadan sonra bu genç dünya şampi-yonunun yalnızca adını değil aynı zamanda kariyerinde baş döndüren bir hızla yükselmesiyle ilgili bazı ayrıntı-ları da anımsadım; benden çok daha dikkatli bir gazete okuru olan arkadaşım, onun hakkındaki bu ayrıntıları tamamlayacak bir sürü anekdot biliyordu. Bir yıl kadar önce beklenmedik bir çıkış yapan Czentovic, adını Alek-hin, Kapablanka, Tartakower, Lasker, Bogolyubov gibi satranç sanatının eski ve en değerli ustalarının arasına yazdırıvermişti. 1922 yılında New York’ta düzenlenen satranç turnuvasında ortaya çıkan yedi yaşındaki harika çocuk Rzecewski’den bu yana, satrancın ünlüler loncası-na tanınmamış, yeni bir üyenin katılması hiç bu kadar geniş çaplı bir ilgi uyandırmamıştı. Çünkü Czentovic’in entelektüel birikimi böylesine göz kamaştırıcı bir yükse-lişin ipuçlarını verecek nitelikte değildi. Çok geçmeden bu satranç şampiyonunun, özel hayatında, herhangi bir dilde tek bir cümleyi bile yazım hatası yapmadan kâğıda geçiremediğine ilişkin bir sır kulaktan kulağa yayılmaya başladı. Nitekim ona hınç besleyen meslektaşlarından bi-rinin kötücül bir alayla söylediğine göre Czentovic, insan hayatının akla gelebilecek her alanında aynı derin cehalet içinde bulunuyordu. Czentovic, Tuna Nehri’nde kayıkçı-lık yapan Güney Slovenyalı yoksul bir adamın oğluydu ve bir gece babasının küçücük kayığı bir kuru yük gemisinin altında kalıp parçalanmıştı. Acınası yoksulluğun hüküm

Page 4: Satranç - İç SON

9

Satranç

sürdüğü köyün papazı, o zamanlar on iki yaşında olan bu yetim çocuğa acıyıp onu yanına almıştı. İyi kalpli papaz doğru dürüst konuşmayan, anlama güçlüğü çeken bu ge-niş alınlı çocuğa köy okulunda bir türlü öğrenemedikle-rini evde özel dersler vererek öğretmek için çok uğraştı.

Ancak bütün çabalar sonuçsuz kalmıştı. Mirko ken-disine belki yüz kez anlatılan harflere boş boş bakıyordu; ağır işleyen beyni, en basit ders konularını bile algılaya-cak yetiye sahip değildi. On dört yaşına gelmiş olması-na rağmen hesap yapması gerektiğinde parmaklarından yardım almak durumunda kalıyor, bir kitap ya da gazete okumak bile yetişme çağındaki bu çocuk için fazlasıyla çaba gerektiriyordu. Öte yandan Mirko’nun isteksiz ya da dikkafalı olduğu da kesinlikle söylenemezdi. Kendisine ne iş verilirse verilsin ikiletmeden yapıyordu: Su getiriyor, odun kırıyor, tarlada çalışıyor, mutfağı temizliyordu. Kı-sacası kendisine verilen her görevi sabrın sınırlarını zorla-yan bir ağırkanlılıkla da olsa güvenilir bir biçimde yerine getiren bir çocuktu. Ama iyi kalpli papazın canını en çok sıkan şey çocuktaki o değişmez kayıtsızlık hâliydi. Biri onu açıkça yönlendirmeden hiçbir işe kalkışmıyor, hiç soru sormuyor, diğer erkek çocuklarıyla oyun oynamıyor ve biri özellikle dile getirmediği sürece kendiliğinden her-hangi bir şeyle uğraştığı olmuyordu; ona verilen işleri bi-tirdikten sonra çevresinde olan bitenlere en küçük bir ilgi bile göstermeden, çayırda otlayan bir koyunmuş gibi boş bir ifadeyle çevresine bakınarak öylece aylak aylak oturu-yordu. Papaz, akşamları köylü işi uzun piposunu içerek jandarma çavuşuyla alışkanlık hâline getirdikleri üzere üç el satranç oynarken, sarı saçlı bu uyuşuk çocuk hiç ses çıkarmadan yanlarına çömeliyor ve uykudan ağırlaşmış

Page 5: Satranç - İç SON

Stefan Zweıg

gibi görünen kısık ve kayıtsız gözlerini satranç tahtasına dikiyordu.

Bir kış akşamı, iki adam da her akşamki oyunlarına dal-mışken köy yolunda bir kızağın küçük çanlarının gittikçe yaklaşan sesleri duyulmuştu. Kasketi karla örtülü bir köy-lü telaşla yanlarına gelmiş ve yaşlı annesinin ölüm döşe-ğinde olduğunu anlatıp papazdan son dinî töreni yapması için hemen evlerine gelmesini rica etmişti. Papaz hiç vakit kaybetmeden adamın ardından yola koyulmuştu. Birasını daha bitirmemiş olan jandarma çavuşu, onları uğurladık-tan ve kendisine yeni bir pipo yaktıktan sonra uzun konç-lu, ağır çizmelerini ayağına çekerek gitmeye hazırlanırken Mirko’nun bakışlarını satranç tahtasındaki yarım kalmış oyuna diktiğini fark etmiş, “Ne o, yoksa oyunu tamamla-mak mı istiyorsun?” demişti, çocukla alay ederek. Uyku-lu gözlerle taşlara bakan çocuğun tek bir taşı bile doğru hareket ettiremeyeceğinden hiç kuşkusu yoktu. Çocuk, çavuşa çekingen bir bakış attıktan sonra onu onaylar bir biçimde başını sallamış ve papazın yerine oturmuştu. On dört hamle sonra jandarma çavuşu yenilmişti; üstelik bu yenilginin dikkatsizce yaptığı bir hamleden kaynaklanma-dığını da itiraf etmek zorundaydı. İkinci oyun da ilkinden farklı olmamıştı. Geri dönen papaz olan biteni öğrenince, “Balaam’ın eşeği* aşkına!” diye şaşkınlıkla bağırmış ve İn-cil hakkında pek bir bilgisi olmayan jandarma çavuşuna iki bin yıl önce de buna benzer bir mucizenin gerçekleşti-ğini, bir dilsizin birdenbire bilgelik dilini konuşmaya baş-ladığını anlatmıştı. Saat gece yarısına yaklaşmıştı ancak iyi kalpli papaz doğru dürüst okuma yazma bile bilmeyen bu

*Ç.N.: Balaam, ismi konusunda farklı görüşler olan; İncil’de adı geçen bir kâhin. Gü-nah işlemek üzere yola koyulduğunda Tanrı onu engellemek üzere bir melek görev-lendirir ve hikâyede Tanrı’nın, kâhinin üzerine bindiği eşeği konuşturması mucizesi sayesinde Balaam’ın hayatı kurtulur.

Page 6: Satranç - İç SON

11

Satranç

çocuğa meydan okumaktan kendini alamamıştı. Gelge-lelim Mirko onu da kolaylıkla yenmişti. Başını tahtadan bir kez bile kaldırmadan, ağır ağır ancak büyük bir karar-lılıkla oynuyordu. Oyununda karşı konulmaz bir kesinlik vardı; sonraki günlerde ne jandarma çavuşu ne de papaz ona karşı bir tek oyun bile kazanmayı başarabildiler.

Vesayeti altındaki bu çocuğun başka alanlardaki yeter-sizliklerini herkesten daha iyi bilen papaz, bu yegâne ve garip yeteneğin çok daha zorlu bir sınava tabi tutulunca ne kadar dayanabileceğini merak etmeye başlamıştı. Köy berberinin yardımıyla Mirko’nun kılığına biraz olsun çe-kidüzen vermeye çalışmıştı; berber, çocuğun arapsaçına dönmüş sarı lülelerini kesip düzeltmişti. Ardından papaz, Mirko’yu kızağına bindirip kasabanın yakınlarındaki kü-çük şehre götürmüştü; şehir meydanındaki kafenin bir kö-şesinde, kendi yeteneklerinin çok üzerinde, deneyimli ve tutkulu satranç oyuncularının toplandığını biliyordu. Pa-pazın, önünde duran on beş yaşındaki, saman sarısı saçlı, kırmızı yanaklı çocuğu ittirerek içeriye girmesi, azımsan-mayacak bir şaşkınlık yaratmıştı; üzerinde koyun postun-dan bir çoban ceketi ve ayaklarında uzun konçlu çizmeler olan çocuk, satranç masalarından birine davet edilene ka-dar ürkek bakışlarını yerden kaldırmadan bir köşede di-kilmişti.

Mirko ilk oyunu kaybetmişti çünkü iyi kalpli papaz-dan Sicilya açılışı denilen yöntemi hiç görmemişti. An-cak ikinci oyunda kafenin en iyi oyuncusuyla berabere kalmış; üçüncü ve dördüncü oyundan itibaren karşısına çıkan bütün oyuncuları birer birer yenmişti.

Güney Slovenya’da, böylesi küçük bir taşra şehrinde bu denli heyecan uyandıran olaylara her zaman rastlanmıyor-