AYAL YAKAMOZ 2012 / 2
-
Upload
ayal94-ayal94 -
Category
Documents
-
view
231 -
download
4
description
Transcript of AYAL YAKAMOZ 2012 / 2
11
11-Ayvalık seyircisi hakkında düşünceleriniz nelerdir?
Ayvalık halkı gerek tiyatro gerek dans vs gibi etkinlikleri pek takip etmez. Kültürel yönden Ayvalık halkına
bunları tanıtmak isteğimiz özellikle gençlerin pc oyunları, facebook takıntıları gibi alışkanlıklarının son bulmasını ve
kendilerini hem hobi olarak hem kültürel yönden Sanat Fabrikası'na yöneltmek bize mutluluk veriyor.Her oyunda
gösterilerimizin seyirci sayısı gitgide artıyor kulaktan kulağa güzel sözlerle yayılması bizi grurlandırıyor. insanların
akıllarında bu güzel düşünceleri canlandırmak bizi heyecanlandırıyor ve umuyoruz ki gelecekte de her şey şu anda
olduğundan çok daha güzel olacak...
12-Ayal'ın sanat sever gençlerine vermek istediğiniz mesaj nedir?
Yavuz imsel söze giriyor: “örnek olarak Almanya'da da ben bir kurs verdim ve oradaki fabrikamız da halen
işlevini sürdürmekte. Oradaki kardeş okullumuzla yaptığım tiyatro oyunlarında birkaç gencin Türkçe ve Almancası pek
iyi değildi tiyatro sayesinde hem Türkçeyi hem de Almancayı düzgün bir hitapla konuşmayı öğrendikleri gibi ayrıca
kendilerine olan özgüvenlerini kazandılar. Okullarında başarılı değilken şimdi okulda birincilik, ikincilik alıyorlar.
Sonuçta tiyatro, disiplin ve plan gerektirir ben bu gençlere bunları kazandırdıysam ne mutlu. Ayal geçlerini ve bütün
gençlerimizi Sanat Fabrikamıza davet ediyoruz. Gençlerimizin böyle şeylerle ilgilenmesi, sosyalleşmesi eminiz ki onlara
hayatlarının her köşesinde büyük bir kolaylık ve fayda sağlayacaktır.”
Büşra Yenigül: “ Yalnızca Ayal gençlerinin değil tüm gençlerin bir hobi edinmesi çok önemli. Şahsen ben 13
yaşımdan beri tiyatroyla iç içeydim. Tiyatroya ilk başladığım zamanlar karne notlarımda aşırı derecede düşüklük vardı
şimdi ise notlarımın yüksek olması süper bir duygu. Müzik ,tiyatro , gülümsemek yaşantımın bir parçası oldu. Tiyatrodan
veya diğer etkinliklere katılmaktan çekinmeyin, korkmayın çünkü insanın özgüvenini ortaya koyması kadar keyiflisi yok.”
Seyit Sazan: “Sanat, gençler için çok önemli bir şey. Biz geçler tiyatroya ve sanata sahip çıkmalıyız. Tiyatro
sayesinde gerçek kişiliğimizi ve özgüvenimizi bulabileceğimizi düşünüyorum ki ben bunu kendimden biliyorum. Bizzat
yaşayarak gördüm. Önceden çok utangaç biriydim. Toplum içinde konuşurken bile çekiniyordum fakat tiyatro hayatına
katılmam, benim yaşamımda büyük bir değişiklik yarattı. Özellikle ilk oyunumda o kadar heyecanlı ve çekingendim ki
kafamda bin bir düşünce vardı ama seyircilerden aldığım alkış düşüncelerimi o kadar değiştirdi ki herkes bu duyguyu
tatmalı bence( Seyit o ilk an çok önemli diyor :) ).”
Son olarak bütün gençler sanatın herhangi gibi bir dalıyla uğraşmalıdır. Bu hem Ayvalık hem de geleceğimiz için daha iyi
ve bilinçli bir toplum olma yolunda iyi bir adımdır.
Ayvalık'a yeni bir soluk veren “SANAT FABRİKASI” nı sizler için ziyaret ettik .Biz, bu röportajdan son
derece keyif alarak Sanat Fabrikası'ndan ayrılırken bu fabrikanın kapısını açık bırakarak çıktık. Sizler de içeriye
zorlanmadan giresiniz diye ! Ayvalık'a hoşgeldin, yüzümüzü ve ruhumuzu neşelendirdin Sanat Fabrikası…
TÜRKÜ EGE ONAY / ŞENİZ KURTULMUŞ
11 - E / AYAL
..
.
RÖPORTAJ
12
zaman.. Bu müstesna anıları değerlendirebilense bir o
kadar az insan.
1881'de açtı mavi gözlerini Ulu Önder. Hayatı,
sadece kendisi için yaşamadı; yaşama da kişisel olarak
bakmadı zaten. Onun için her şey ilim ve fen ile
çözümlenebilirdi. “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.”
ilkesini benimsemişti.
Büyük Önder, düşüncelerini şöyle özetlemekteydi: “Gözlerimizi kapayıp yalnız yaşadığımızı farz
edemeyiz. Memleketi bir çember içine alıp cihan ile alakasız yaşayamayız. Bilakis; ileri, uygar bir millet
olarak uygarlık sahasının üzerinde yaşayacağız. Bu hayat; ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise
orada olacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur.” İşte bu,
Atamızın bize çağdaşlaşmanın yolunu ve yöntemini gösteren “ölmez” sözleridir .
Akıl almaz ileri görüşlülüğü, çağdaş ve bağımsız ülke olma mücadelesi, bugün bu topraklar üzerinde
başı dik yaşıyor olmamızın en büyük göstergesidir. Hayatı toz pembe görüp, “polyannacılık” oynayanlara
inat, en gerçekçi haliyle yaşadı iyiyi de kötüyü de. Bu da önündeki riskleri, engelleri ya da fırsatları daha iyi
görmesini sağlamıştır.
Ulusumuzu her konuda olduğu gibi sanata yönelme hususunda da özendiren kişi yine Atamızdır.
Ulusal bilinci yerleştirme çabaları ve çağdaş bir devlet oluşturma gayreti Türk sanatının ve sanatçısının da
yolunu açmıştır. Sanata olan inanın şu sözleriyle ifade eder: “Güzel sanatlarda başarı, bütün devrimlerin
başarılı olduğunun en kesin delilidir. Bunda başarılı olamayan uluslar, ne yazık ki bütün başarılarına karşın
uygarlık alanında yüksek insanlık sıfatıyla tanınmaktan her zaman yoksun kalacaktır.” Kendine güven
konusunda da genç, yaşlı herkese öncü bir model olmuştur. Laiklik konusunda atılan adımların devamı,
cumhuriyet rejimi hususundaki kararlı tavırları, herkese izinden gidebilecekleri yol olmuştur. Halkının
mutluluğunu ve huzurunu son derece önemli bulan Ulu Önderimiz; düşünceleri, yenilikleri, mücadeleci tavrı
ve gösterdiği özveri sayesinde bizlerin ve tüm dünya devletlerinin saygıyla anacağı tek büyük insandır.
Mensubu olduğu Türk milletini sonsuz bir aşkla seven Atamız, milleti için her türlü zorluğa
katlanmış ve kendini ona adamıştır. Onun: “Ben gerektiği zaman en büyük hediyem olmak üzere Türk
milletine canımı vereceğim.” sözü milletini ne kadar çok sevdiğinin göstergesidir. Bizler senin kutsal
emanetini her daim koruyacağız. Önümüze çıkan engeller karşısında ve tüm yaşamımız boyunca hayata senin
baktığın pencereden bakıp azimle savaşacağız.
RAHAT UYU ATAM !
GAMZE SÜRÜCÜ
11 - C
Ayal'ın gururları:İlçemiz çapında açılan yarışmada bu kompozisyonuyla ilçe 1.si olan öğrencimizi tebrik ediyoruz.
Hayat, doğum ile ölüm arasında geçen kısa
.
SENİN PENCERENDEN
10 KASIM
1310 KASIM
Benim için zahmet ediyorsunuz.Bundan mahçup oluyorum. Beni görmek demek behemehal yüzümü görmek demek değildir.
Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir. Ankaradan buraya gelmeden evvel işittim ki hakkımda
:” Hastadır,eli ayağı tutmuyor, ölüme mahkumdur.” demişler.
İşte karşınızdayım, sıhatteyim. Elim ayağım tutuyor. Kendi gözlerinizle görüyorsunuz ki; sapasağlamım, kuvvetim
yerindedir. Size hitap ederken, bütün millete sesimi işittireceğime kaniyim. Sizin menfaatiniz için sıhatini, ömrünü adayan adam
sıhattedir ve sizin için çalışacaktır.O, sizin için yaşıyor. Benim kuvvetim: Benim size olan muhabbetim ve sizin bana olan
muhabbetinizdir.
Bu millet, bu memleket yeni rejim üzerinde dünyanın en makul bir mevcudiyeti olacaktır.
Ve ben bunları kendi gözlerimle görmeden
ÖLMEYECEĞİM!
Mustafa Kemal ATATÜRK
“ Kasımpatı,10 Kasım sabahlarının ak acısıdır. 10 Kasım Türkiye'min yasıdır.”
Biz, Mustafa Kemal Türkiye'sinin insanları, biliyoruz ki 10 Kasımları bütün bayramlardan ve bütün matemlerden daha çok sevdik… Çünkü aynı tarih diliminde yaşamadığımız, yüzünü hiç görmediğimiz Atatürk'e ağlayan her kuşak gibi biz de seni her hücremizde hissettik.
Kasımpatılar bize hep seni hatırlatır. Neden mi? Çünkü baharın ve yazın güze döndüğü,toprağın öldüğü, güneşin söndüğü, umutların dindiği bir anda fışkırır köklerinden…Hüzünlü, renksiz, ve sessiz sonbaharların şaşırtan konçertosu… Adı Mustafa Kemal Türkiye'si… Yenilmek yakışmaz bize kasımpatılar açarken güz günlerinde…
Yenilmek yakışmaz Mustafa Kemal Türkiye'sine !
14
ANKARA YOLLARINDA
Ankara, başkent demek yetmiyor bence. Tarih kokuyor, heyecan veriyor ama en önemlisi...
Atamın huzuruna çıkacak olmak. Ankara'daki ilk durağımız Anıtkabir'di. Daha Aslanlı
Yolda yürümeye başlayınca etkisi altına alıyor sizi gözünü kırpmadan nöbet tutan askerler.
Sonrasında nöbet devir teslim törenini izliyoruz büyük bir heyecanla ve adımlarımız bizi yavaş
yavaş atamızın huzuruna taşıyor. Mozolenin karşısında bir kez daha anlıyoruz aramızdaki çelikten
bağın gücünü. Atatürk Müzesi'ni gezerken gördüğümüz üç boyutlu resimler, animasyonlarla
izlediğimiz savaş sahneleri, Atamıza ait eşyaları yakından görmekle kalmayıp boyunun 1.72cm. ,
ayakkabı numarasının 42 olduğunu da öğrendik. Bugüne kadar fotoğraflarında gördüğümüz
eşyalarını yakından görmek o kadar heyecan vericiydi ki hayatımız boyunca hafızalarımızdan
silinmeyecek.
Özellikle müzede Atamızın gerçek boyutlarındaki balmumundan yapılmış heykelini görmek
bizi çok duygulandırdı. Gazi, tüm heybetiyle karşımızda duruyordu sanki. O kadar gerçekçiydi ki,
masmavi gözleriyle o kadar derin bakıyordu ki bizlere; Atam sanki konuşacaktı bizimle. Gerçi biz,
onun söylediklerini, bize verdiği öğütleri duyduk müzeyi gezerken. Müze çıkışında çoğumuz, Ona
olan minnetimizi yazdık ziyaretçi defterine…
Anıtkabir 'i ziyaretimizden sonra Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde tarihin sayfalarında
yolculuk yaptık. Ankara Kalesinde yemek molası verdikten sonra alış-veriş merkezinde eğlenceyi
tadarken otelimizde tüm günün yorgunluğunun etkisiyle rahat bir uykuya daldık.
Ertesi gün Eski Meclis'te geçmişle kucaklaştık. Ankara'ya veda ederken otobüsümüz
Beypazarı'na doğru yola çıktı.
MERVE BOLADINLI
10 _ B
ANKARA YA YOLCULUK`
15
Ankara Gezisinden Esintiler
Yorucu ve yoğun bir güne başlamadan önce sıkı bir kahvaltı hepimize iyi geldi.
Aslanlı Yoldan Atamızın huzuruna doğru yürürken çok heyecanlıydık.
Çelenk sunma törenigörülmeye değerdi.
ANKARA YA YOLCULUK`
Bir Anıtkabir hatırası
16
Ankara Gezisinden EsintilerANKARA YA YOLCULUK`
Büyük Millet Meclisi ziyaretçilerini büyülemekle kalmıyor adeta o günlere geri götürüyor.
Anadolu Medeniyetleri Müzesi İlgi çekiciydi.
Beypazarı’nı dolaşırken büyüleniyorsunuz!
Dönüş yolu Gülbahar ın şarkılarıyla neşeleniyor.
’
17
YAŞAYAN MÜZEYİ SEN DE TANI Anıtkabir’in insanı büyüleyen havasından sıyrılamamışken, Beypazarı’na doğru yol almaya
başlıyoruz. Kendine özgü evleri, insanlarının sıcaklığı ve güler yüzü çabucak sarıyor hepimizi. Kendimizi adeta bir rüya aleminde hissederek dolaşmaya başlıyoruz Beypazarı sokaklarında. Yolumuz önce “ Yaşayan Müze’ye “ düşüyor ve daha henüz ayağımızın tozuyla geldiğimiz bu kasabada şaşkınlık, hayranlık, heyecan, mutluluk, özlem… karşılıyor bizi Yaşayan Müze’nin taşlığında.
Yöresel kıyafetler içerisinde anlatılan Keloğlan masalıyla silkelenirken bu taşlıkta, içeride bizleri nelerin beklediğini bilmeden, bir rüya alemine daldık !?.. Ahşap kapıdan giriyoruz konağa içeride yanan sobanın sıcaklığından önce bizleri karşılayanların güler yüzü ısıtıyor içimizi. Alt katta ilk adımlarımız bizi çocukluğumuzla kucaklaştırıyor; kimimiz on yıl, kimimiz kırk yıl öncesinde buluyoruz kendimizi çocukluğumuzun oyuncaklarına dokunurken… Hepsi el yapımı olan bu oyuncakların içinde neler yok ki: Hacivat ile Karagöz, Nasrettin Hoca, Keloğlan, topaçlar ve daha neler neler… Ve hepimiz bir anda kimliklerimizden sıyrılıp çocuklaşıyoruz.
Konağın diğer odaları da bizleri kucaklamaya hazır beklerken “ebru” sanatıyla renkleniyor gezimiz. Misafirlerine bu imkanı sunan müzede en cesurumuz Tahsin Öğretmen oluyor ve sıvıyor kolları masanın başında. Bir de bakıyoruz ki gezi kolu başkanımız Özlem Özdemir, nazara inanırım deyip kurşun döktürüyor diğer odada.Kültürümüzü derinlemesine solurken üst kata doğru ilerliyoruz.
İlk önce Karagöz Sahnesi karşılıyor bizi. Son derece keyifli olan bu gösteriden sonra konağın başka bir odasında çıtır çıtır yanan sobanın etrafına dizilmiş buluyoruz kendimizi. Karşımızda masalcı nine dalıp gidiyoruz masalların güzelliğine. Masaldan sonra neşeli bilmeceler şenlendiriyor hepimizi…
Müzede kaybettiğimiz masallar, oyunlar, bilmeceler hepimizden hesap sorar gibi çıkıyor karşımıza. O zaman daha iyi anlıyoruz hatamızın büyüklüğünü… Çevirmeyi beceremediğimiz topaçlar, hüzünle bakıyorlar yüzümüze. İşte o anda insan bir kez daha sorguluyor kendini ve takdirle izliyor YAŞAYAN MÜZE’yi hayata geçirenlerin emeğini.
Yaşadığımız yöresel güzelliği her bölgemizde görmek arzusuyla ayrılırken Beypazarı’ndan; cebimizde kelimeler, ellerimizde BEYPAZARI KURULARI bu müzeye destek vermek üzere veda ediyoruz dostlara, düşüyoruz yollara…
CEYDA TEKSİN AYVALIK ANADOLU LİSESİ EDEBİYAT ÖĞRETMENİ
YAŞAYAN MÜZE
18YAŞAYAN MÜZE
19
ÖĞRENCİ OLMAK 7 Yaşına gelirsin… “ Ah kızım büyümüş de okula mı gidermiş!” “Aman benim koçum, aslan oğlum okullu olmuş…” Sanki nükleer
bomba icat edeceğiz, bak bak beklentiye bak hele…
Okul çantanı takarsın; annen bir elinde baban bir elinde haydi Amerika kıtasını keşfe gitmeye(sanki!)… Ah bir heyecan, bir
mutluluk … Okula adımını atarsın, geniş okul bahçesi koş koşabildiğin kadar. İlk ders tanışma faslıdır, adını söylersin maraton başlar.
Önceleri kolaydır okulun ilk günleri; nokta yap, çizgi çek… En zor kısmı zik zak çizmektir. Sonra başlarsın a,b,c'ye… Gün gelir
caaaanım 29 harf biter, uzun mu uzun cümleler başlar. Hani şu: “Ali ata bak! Emel ılık süt iç!”Hepimiz yazdık, çizdik bir zamanlar.
İşte o zamanlarda en büyük derdin öğretmeninin sana yıldız vermemesi. Hurraaa siler, yeniden yazarsın.( Az uğraşmadım
ah ah!...) Yaz tatili gelir, karneni alırsın. Pekiyi, pekiyi, ohhhh gelsin hediyeler…
Yavaş yavaş geçer seneler, malum yaş büyüyünce dertler de artar. Senin hoşlandığın İsmail'den üç kız daha hoşlanmaya
başlar. O İsmail'in havasını bir görün hele İstanbul'u fethetti zannedersiniz.
Sınıflar yükseldikçe dersler çoğalır, ah bir de zorlaşır ki; gelirsin zurnanın zırttt dediği yere… OKS diye bir de sınav çıkar
karşına okul ve dershane arası mekik dokursun. Ha kazandım ha kazanacağım derken, girersin sınava paşalar gibi, yaparsın soruları,
çıkarsın. Alırsın puanını kaydolursun puanının yettiği liseye ah bir hava bir hava…
Gelelim lisenin ilk gününe. Hani nerede tanışma faslı? Yok! Atomu parçalayacağız, ne yapayım adın Ali'ymiş, Ayşe'ymiş… Ben
zaten çok bilinmeyenli denklemlerde yok olmuşum. Tarihi , coğrafyası, matematiği , kimyası, amanın istemediğin kadar ders… Hele
çalışma da gör manzarayı. Alıştı tabii canım İsmail pekiyi'ye, 45 aldı mı ar gelir, akşam olunca ev dar gelir. Eh yapacak bir şey yok
çalışacaksın ikinci sınava düzelteceksin notları. Nerdeeeeee! İkinci sınavda sorular bir gelir, pir gelir… Sen yine kalırsın boynu
bükük…
Gelelim İsmail'e artık İsmail okuldan kaçmaya başlar, havalar ısındı tabii…Neyse karneni alırsın: kimya 1, fizik 1, matematik
2 ortalamayla geçersin. Bitmek bilmeyen okul döneminin aksine yaz, sular seller gibi geçer. Pat diye eylül ayı gelir. Seçersin
bölümünü hani çok iddialısın ya…
Bir de insana bir zaman sonra bıkkınlık gelir. “ Of yaaaa! Nereden geldim şu dünyaya, bıktım illallah geldi okumaktan. “
Hepimiz söylemişizdir bu sözleri diye düşünüyorum.
Güzel yanları da var tabii hakkını yemeyelim. Tiyatro olur bayıla bayıla gidersin, spor aktivitelerini kaçırmazsın. O maç
senin, bu maç benim gezer durursun. Alıştın artık zayıf almaya karneyi aldığın gibi kıvırır, cebine sokarsın. Doğru arkadaşlarınla
kafeye…
Neyse gelelim biz son seneye: 12. sınıf başkadır. Yazdan başlar bu kez telaşın… Ankara'yı mı seçsem, İstanbul'a mı gitsem;
doktor mu olsam, öğretmen mi olsam… Şu sınavdan şu kadar soru yapmam lazım falan filan… Başlarsın dershaneye çalış babam çalış.
Biri biter biri başlar. İsmail, okuldan kaçtığı zamanları özlemeye başlar. Eeeee hayatta bir yoldan gitmek gerek, bence üniversite
şart!
Gece üçte yatarsın, sabah yedide kalkarsın.( Belirtmek isterim ki hiçbir insan evladının dört saatlik uykudan sonra ruhu
ayılmaz sadece bedeni kalkar ve hazırlanır. ) Dolmuşa yetiştim, yetişemedim derdi, kahvaltı etmedin karnın aç, kantinde atıştır bir
şeyler gir derse. Bir dersten çık başka bir derse…
Okul çıkış zili çalar, artık hürsündür. Ama ne çare dershane var, sorumluluklar var. 19.00'a kadar dersler bitmez. Çok
şükür zil çalar, dershaneden çıkarsın eve gidersin yemek yersin. Artık İsmail televizyon izlemez; kimya çalışır, kimya biter felsefe
çalışır, çalışır oğlu çalışır.
Okul sınavı ayrı dert dershane ayrı. Sanki hayatta sınavdan başka derdi yok mu insanın. Moralin bozuk olur ağlarsın, İsmail
mesaj atmaz ağlarsın, İmge trip atar ağlarsın, netin az gelir ağlarsın, sınavdan sıfır alır ağlarsın, olmadık yerde de gülersin. Tuhaf
hareketler yaparsın. Yani demem o ki çok zor günler geçirdim vaktiyle ve hâlâ zor günler geçirmekteyim.
Bu da gelir bu da geçer ağlama!...
Damla Kuru
12 TM - B
ÖĞRENCİLERİMİZİNKALEMİNDEN
20
CANLI ÖLÜM
Ölümüne sebep olmakla suçlandığım hasta, yoğun bakım ünitesinde yatıyordu. Yürüyemeyen, konuşamayan,
sevişemeyen, yemek yiyemeyen, tuvalete gidemeyen, kendi başına soluk alamayan hastanın ölüm hakkı, etrafını saran
cihazlar ve onları kullananlar tarafından elinden alınmıştı. Solunum aygıtının fişini çektiğim için teknik olarak Ö.'ü
öldürdüğüm düşünülebilir ama karısı, doktorları, hastanın ölüm hakkını savunan bir grup avukat, noter, gazeteciler,
televizyoncular, hastane yöneticileri de o anda oradaydılar. Hatta televizyon izleyicileri de olan bitene tanıktı.
Oda karartıldıktan sonra dairesel ışık, bedeni yastıklarla desteklenmiş Ö' ün üzerine düştü. Gövdesi beyaz bir
çarşafla örtülmüş, göğüs hizasında genişçe katlanmıştı. Yatağın başucundaki elektronik yaşam destek ünitesi;
tansiyonunu, nabzını, vücut ısısını, kalp atışlarını, vücut sıvılarının ölçümünü monitöre yansıtıyordu. Boşaltım organlarının
görevini devralan, saat başı idrar tetkiki yapan cihaz ise ayakucundaydı. Ö' ün boğazında, kollarında içinden farklı
renklerdeki sıvıların geçtiği plastik borular görülüyordu. Sol elinin işaret parmağına kırmızı ışığı yanıp sönen zımba
benzeri cihaz tutturulmuştu. Boşta kalan parmakları karısının avucundaydı. Kadın siyah giyinmiş, kumral saçlarını arkadan
toplamıştı.. Kulağındaki minik inci küpeler ile evlilik yüzüğü dışında takısı yoktu. Karısı ile doktoruna göre, Ö. aslında olan
bitenin farkındaydı. Kopan onca kıyamete rağmen ölüm kararını bakışlarıyla onaylamıştı. Televizyon izleyicilerine
verilmesi gereken ilk mesaj bu olmalıydı.
Ö. kendi kullandığı araba ile ağaca çarpmıştı. Aslında o zaman ölmeliydi. Bunu kimse söylemese de herkes içinden
düşünüyordu o günlerde. Trafik kazası sonucunda boynundaki kırık nedeniyle dokuz yıldır yatağa mahkûmdu.
Konuşamıyordu, tepkileri ancak başını belli belirsiz sallaması ve göz hareketlerinden anlaşılabiliyordu. Canlı yayına
başlamadan önce karısı Z. kendisiyle röportaj yapan televizyoncuya kocasının söylemek istediklerini sadece kendisinin
anlayabildiğinden söz etti. İlk günkü gibi seviyordu kocasını. Yirmi beş yıldır, -şu haliyle bile!- yanından ayrılmamıştı. Yine
de kararına saygı duyuyordu. Yatağın ayakucunda hazır bekleyen noter de hukuk adına tanıktı tüm bunlara.
Yoğun bakım servisinde kameralar hazırlanmış, herkes soluğunu tutmuştu. Kanal Işın X' in yöneticileri,
televizyon ekranı başındaki milyonlarca seyircinin de aynı durumda olduğundan emindi. Ö. ile karısı Z. ekranda göz göze
görünüyorlardı.
Z.' nin üzerine düşen ışık, odayı çepeçevre dolaşıyor, noteri merkeze alıyordu kısa süreliğine. Siyah giysili sunucu
peşinde gezdiği dairesel ışığın merkezinde olmak için gözünü ekrandan ayırmıyordu. Reklam spotları dönmeye başlayınca
yoğun bakım odasının asma tavanındaki dört flüoresan lamba yanıyor, oda aydınlanıyordu. Kapıdan çantası ile makyöz
giriyordu. Diğerlerine makyaj yapılırken sunucu ekranda beliriyor, izleyicilere Ö.' ün başından geçenleri aktarıyordu. Sesi
yükselip alçalıyordu.
Kameraların kayda geçmesiyle sunucu, yatağın başında belirdi. “işte Ö.' ün eşi, eli avucunda görüyorsunuz.
Kameranın yatağın ayakucuna yönelmesiyle sunucu sesini yükseltti; “ilk defa KANAL IŞIN X' in canlı yayınında az sonra…”
Havalandırmanın uğultusu kesildiğinde dairesel ışık çapını küçülttü. Canlı yayının tüm basamakları adım adım
hesaplanmış, günlerdir prova edilmişti. Z.' nin ne renk giyineceği, noter, sunucu, doktor ve hemşirelerin sözleri
belirlenmişti. Prova edilmeyen tek şey son andı. Yaşam destek ünitesinin fişinin çekileceği sırada havalandırma
kapatılacak, sessizlik yaratılacaktı. Ekran başındaki izleyiciler fişin çekildiği andan başlayıp bir dakika boyunca devam
edecek olan sinyali ancak bu şekilde duyabilecekti. KANAL IŞIN X' in amblemi yer döşemesine, duvara, mikrofonun
sapına yansıtılmıştı. Gözleri kapanan Ö.' ün göğüs hizasındaki çarşaf, yüzüne örtüldükten sonra çarşafın aklığına da
KANAL IŞIN X' in logosu düşecekti.
OKAN SEZER 12 – TM B
ÖĞRENCİLERİMİZİNKALEMİNDEN
Not: Hikayeler, öğrencilerimize verilen fotoğraflardan esinlenerek yazılmıştır.
21
Evrenin yaradılışından beri tek olan daima çoğunluğu takip eder. Akarsular büyük bir su
havzasında buluşur, koyunlar sürüyü takip eder. Bence insanlar için de bu böyledir. Toplumun değer
yargılarını, beğenilerini oluşturan daima çoğunluğun benimsediği fikirlerdir. Bireyler de bu fikirlerin
peşinde gider. Bir başka deyişle “sürü psikolojisi”.
Günümüzdeki yüksek tirajlı dergileri düşünün. “Kadın, araba, magazin, yemek…” İçlerinde başka
bir başlık bulmamız neredeyse olanaksız. Gerçekten değer taşıyan edebiyat ve bilim dergileri ise kıyıda
köşede kalmış. Herkes hayatında bir kez bile olsa bu yüksek tirajlı dergileri almış veya okumuştur. İlgiler
doğrultusunda kendimizi zorunlu hissediyoruz; oysaki hayatı boyunca hiç edebiyat dergisi okumamış,
satın almamış binlerce insan var.
2008 yılında yönetmenliğini Semih KAPLANOĞLU'nun yaptığı “Bal ve Süt” filmlerinin 3.sü ve
üçlemesi olan “Yumurta” vizyona girdi. Başrolünde Nejat İŞLER oynadı ve film, Portekiz, Saraybosna ve
Dünya Film Festivallerinde çeşitli ödüller aldı. Peki aramızda bu filmi izleyen kaç kişi var? Peki ya
aramızda “Recep İvedik” serisinin bir filmini izlemeyen var mı?
Kesinlikle beğeni ya da zevkten bahsetmiyorum. Herkesin yaptığı şeyi yapmak yerine neden
merakımızı ödül almış bir filmden yana kullanmıyoruz?
Bundan iki sene önce elif Şafak “Aşk “ adında bir kitap yazdı. Kitap çok konuşuldu, elden düşmedi.
Hatta bazı pembe renk takıntılı erkeklerin de okuyabilmeleri için “gri“ kapaklı tasarımı da piyasalara
sürüldü. Belki normal bir durumda alıp okumayacakları bu kitabı yalnızca sohbet sırasında fikir
sunabilmek için alıp okudu insanlar. Belki de Elif Şafak onların tarzına uymayan bir edebiyat anlayışına
sahipti. Fakat kimse sorun etmedi sadece ortak beğeniyi takip ettiler.
Bir dönem herkesin ayağında gördüğümüz “ UGG” BOTLAR… İnsanlar kendilerine yakışıp
yakışmadığını hiç düşünmeden aldılar. Belki de sadece moda olduğu için, belki de en yakın arkadaşı giydiği
için…
Bu fikirlerimi paylaşırken insanları yargılamıyorum. Ben de yüksek tirajlı dergileri okuyorum, ben
de yumurtayı izlemedim, “Aşk” ı okumadım ama Recep İvedik'i izledim.
Popüler kültürü internetten veya çeşitli kaynaklardan araştırırsanız bu anlattıklarıma karşı çıkan
ve popüler kültürün ”halktan gelen, halka ait” şeklindeki bir tanımıyla karşılaşacaksınız. Fakat bana
sorarsanız popüler kültür tam anlamıyla “ magazinel değer taşıyan, o dönemde ilgiyi bütünüyle üzerinde
toplamış olgu”…
Ve bizler de farkında bile olmadan bu zorunluluğun peşinden gidiyoruz. İlgisi gelişimin bu kadar
uzağında olan varlıklara tanrı sırrını neden versin?
YAĞMUR TELLİ
12- TM B
ÖĞRENCİLERİMİZİNKALEMİNDEN
P O P Ü L E R K Ü L T Ü R