1995 - 2002 YILLARI YDS KELİME SORULARI VE ...1995 - 2002 YILLARI YDS KELİME SORULARI VE ŞIKLARDA...
Transcript of 1995 - 2002 YILLARI YDS KELİME SORULARI VE ...1995 - 2002 YILLARI YDS KELİME SORULARI VE ŞIKLARDA...
1995 - 2002 YILLARI YDS KELİME SORULARI VE ŞIKLARDA BULUNAN KELİMELER VE ANLAMLARI(AYRICA KELİMELERLE İLGİLİ DİĞER ANLAMLARDA YER ALMAKTADIR)
1995apologize: v. özür dilemek, af dilemek
conclude: v. bitirmek, sonuçlandırmak, anlaşma yapmak, sonuç çıkarmak, karara varmak, bitmek, sonuçlanmak
quarrel: n. tartışma, ağız kavgası, atışma, hırgür, kavga, bozuşma, anlaşmazlık
quarrel: v. kavga etmek, atışmak, çekişmek, kavgalı olmak, küsmek
quarrel with: bozuşmak
quarrel with one's bread and butter: v. kendi ekmeği ile oynamak
contrast: n. kontrast, zıtlık, tezat, çelişki
contrast: v. kontrastı olmak, karşılaştırmak; tezat oluşturmak, çelişmek
blame: n. suçlama, suç, kabahat, kusur, kınama, ayıplama; sorumluluk
blame: v. suçlamak, sorumlu tutmak, kınamak, ayıplamak
1. I didn’t want to _____ with Peter about doing the washing up.
A) apologizeB) concludeC) quarrelD) contrastE) blame
competent: adj. yeterli, yetenekli, ehil, yetkili; yasal
sensible: adj. duyarlı, halden anlayan, hassas, hissedilir, makul, mantıklı, akıllı, akıllıca, farkında
rapid: adj. çabuk, hızlı, seri, ani, dik, sarp, ışığa hassas (film)
rapid fire: seri ateş
rapid slope: dik yokuş
faithful: adj. sadık, vefalı, bağlı, doğru, dürüst, içten, güven veren, imanlı, mümin
faithful friend: can yoldaşı
considerable: adj. önemli, hatırı sayılır ölçüde, hayli, dikkate değer
considerable: çokluk
2. The earthquake caused _____ damage but not much as expected.
A) competentB) sensibleC) rapidD) faithfulE) considerable
strike: n. grev, çalma, vurma, vuruş, vurgun, petrol bulma, maden bulma, beklenmedik başarı, hava saldırısı, nükleer saldırı
strike: v. basmak (çalgı, para), hesap bakiyesini tespit etmek, vurmak, çarpmak, isabet etmek, indirmek, çakmak, işlemek, gözüne ilişmek, yeretmek, etki bırakmak, izlenim bırakmak, gibi gelmek, bulmak, çalmak (saat), gelip çatmak, kök salmak, yolunu tutmak, grev yapmak, çıkarmak, takınmak, sokmak (yılan)
strike a balance: bilanço çıkarmak, uzlaşmak, anlaşmaya varmak
strike a bargain: anlaşmak (pazarlık), pazarlıkta anlaşmak, fiyatta anlaşmak
strike a match: kibrit çakmak
election: n. seçim
election campaign: seçim kampanyası
precaution: n. önlem, tedbir, ihtiyat
promise: n. söz, vâât, umut, umut verici şey
promise: v. söz vermek, vâât etmek, temin etmek, umut vermek,
umutlu olmak, benzemek ( ceğe)
promise faithfully: kati olarak söz vermek
promise oneself smth: umuduna kapılmak, ummak
doubt: n. şüphe, kuşku, tereddüd, kararsızlık, güvensizlik, endişe
doubt: v. kuşkulanmak, şüphesi olmak, kararsız olmak, emin olmamak, güvenmemek, şüphe etmek
3. What attracted most attention in his speech was his _____ to create new jobs.
A) strikeB) electionC) precautionD) promiseE) doubt
decisively: adv. katı surette
regularly: adv. devamlı, düzenli olarak, devamlı olarak, muntazaman, sistemli olarak, adamakıllı, gerçekten
reluctantly: adv. isteksizce, isteksiz olarak, istemeden, gönülsüzce, ağırdan alarak
specially: adv. özellikle, özel olarak, bilhassa
elaborate: v. özen göstermek, üzerinde durmak, ayrıntılara inmek, açmak
elaborate: adj. özenli, dikkatle hazırlanmış, ayrıntılı
elaborate on smth: özenmek(elaborately:adv. Üzerinde dikkatle durarak, inceden inceye işleyerek)
4. Unless you take your medicine _____ that cough of yours will never go.
A) decisivelyB) regularlyC) reluctantlyD) specially
E) elaborately
1996suitable: adj. uyan, uygun, münasip, yerinde, elverişli
suitable to be used as a present: hediyelik
influential: adj. etkili, nüfuzlu, tesirli, sözü geçen
influential person: nüfuzlu kimse
punctual: adj. dakik
variable: n. değişken, değişen şey, değişkenlik, tutarsızlık, çelişki, uyuşmazlık, fikir ayrılığı
variable: adj. değişken, değişen, dönek, kararsız
variable capacitor: değişken kondansatör
variable cost: değişken maliyet
variable gear: ayarlı grenaj
detailed: adj. ayrıntılı, detaylı, etraflı
1. You’ve kept us waiting here for two hours. Next time make sure you are _____.
A) suitableB) influentialC) punctualD) variableE) detailed
contest: n. mücâdele, karşılaşma, maç, yarışma; tartışma; iddia, çekişme; inkâr; itiraz
contest: v. karşı koymak, yarışmak, rekabet etmek, itiraz etmek, çekişmek
contest a seat: adaylığını koymak, seçime aday olmak
contest an election: adaylığını koymak
persuade: v. kandırmak, inandırmak, aklını çelmek, ikna etmek, razı etmek
persuade oneself: kendini kandırmak
inherit: v. miras olarak almak, kalıtımla kazanmak, miras almak, mirasa konmak
engage: v. söz vermek, bağlamak, işe almak, tutmak, kullanmak, çekmek, bağlanmak, garanti etmek, çarpışmaya girmek
engage attention: dikkatini çekmek, ilgisini çekmek
engage in: uğraşmak, bir işe girişmek, meşgul olmak, kalkışmak, çarpışmaya girmek
engage in conversation: konuşmaya tutmak, lafa tutmak
demonstrate: v. göstermek, örnekle açıklamak, gösteri yapmak; ispat etmek, kanıtlamak, ispatlamak
2. In order to _____ this theory, we carried out a number of experiments.
A) contestB) persuadeC) inheritD) engageE) demonstrate
dependence: n. bağımlılık, bağlı olma, güven, itimat; başkasının sırtından yaşama
approval: n. uygun bulma, onaylama, onama, onay, beğenme, kabul
confusion: n. karışıklık, keşmekeş, kargaşa, şaşkınlık, bozulma, utanma, karıştırma, birbirine karıştırma
confusion worse confounded: karmakarışıklık, karışıklığın daniskası
expression: n. ifade, söz, anlatım, ifade etme, yüz ifadesi, eda, ibare, deyim, tabir
contribution: n. yardım, bağış, iştirak, katkı, yazı, makale, destek
3. The _____ about the date of the meeting was the result of a typing error.
A) dependenceB) approvalC) confusionD) expressionE) contribution
completely: adv. bütün bütün, düpedüz, tamamen, bütün olarak, tamamiyle, bütünüyle, iyice, tam olarak
completely wrong: tamamen yanlış
sensible: adj. duyarlı, halden anlayan, hassas, hissedilir, makul, mantıklı, akıllı, akıllıca, farkında
(sensibly:adv. Duyarlı,hissedilebilir)
consequently: adv. sonuç olarak, bu nedenle
nervously: adv. sinirli olarak, gergin biçimde
reliable: adj. güvenilir, emin, inanılır, güvenli, emniyetli(reliably:adv. Güvenilir şekilde)4. This report seems interesting in parts, but the last section is _____
unrealistic.
A) completelyB) sensiblyC) consequentlyD) nervouslyE) reliably
1997generously: adv. bol bol
unusually: adv. olağandışı olarak
properly: adv. doğru dürüst, uygun şekilde, haklı olarak, uygunca, uygun bir şekilde, uygun olarak, adamakıllı, tamamen, iyice
lively: adj. canlı, hayat dolu, enerjik, parlak, heyecanlandırıcı, neşeli, eğlenceli
inevitable: adj. kaçınılmaz, çaresiz, beklenen, malum, umulan(inevitably: adv. Kaçınılmaz biçimde.)
1. Since he was too lazy to read the novel _____ he has misunderstood the motives of the main character.
A) generouslyB) unusuallyC) properlyD) livelyE) inevitably
distribute: v. dağıtmak, vermek, paylaştırmak, yaymak, saçmak; sürmek (boya)
distribute among: aralarında dağıtmak
publish: v. yayınlamak, basmak, çıkarmak, duyurmak, ilan etmek, kamuoyuna açıklamak, yaymak, ileri sürmek, ortaya dökmek
publish the banns: nikâh kâğıtlarını asmak, evliliği ilân etmek
contain: v. kapsamak, içermek, eşit olmak, içine almak, ihtiva etmek, frenlemek; tutmak, zaptetmek
contain oneself: kendini tutmak
depart: v. yola çıkmak, ayrılmak, gitmek; yolundan sapmak; caymak; ölmek
employ: v. çalıştırmak, görevlendirmek, iş vermek, kullanmak, harcamak, meşgul etmek
2. Our school has managed to collect a lot of books to _____ to the children in a village school.
A) distributeB) publishC) containD) departE) employ
thorough: adj. tam, eksiksiz, kusursuz, mükemmel
sufficient: yeterli kalite
sufficient: adj. yeterli, kâfi, yeter, nitelikli, elverişli
steady: n. sabit durum, istikrar, kalıcı arkadaş, kız arkadaş, sevgili, uzatmalı sevgili
steady: v. sallanmasını kesmek, titremesini durdurmak, sakinleştirmek, sabit kalmak, hareket etmemek, kıpırdamamak, titrememek, istikrarlı gitmek
steady: adj. sağlam, sarsılmaz, istikrarlı, düzenli, oturmuş, titremeyen, sakin, sürekli, devamlı, değişmez, sabit
steady: interj. kımıldama, oynatma
steady on: sakin ol
considerate: adj. saygılı, düşünceli, nazik, anlayışlı
suitable: adj. uyan, uygun, münasip, yerinde, elverişli
suitable to be used as a present: hediyelik
3. Do you think we can trust him to find a _____ place for us to stay in London?
A) thoroughB) sufficientC) steadyD) considerateE) suitable
involvement: n. karışma, ilgi, sarma, bağlanma, ilişki
reference: referans, örnek, karşılaştırma
reference: n. referans, bonservis, yararlanılan kaynak, başvurma, bakma, gönderme, havale, ima, kastetme, ilişki, ilgi, ait olma, belge, referans veren kişi, bilirkişi raporu, ekspertiz
reference: v. kaynakçayı işaretlemek (kitap)
reference mark: referans işareti, kaynakça işareti
management: n. idare, müdürlük, yönetim, idarecilik, işletme
management buy out: yönetimi devralma
arrangement: n. düzenleme, ayarlama; diziliş, düzen, tertip, sıra, sıralama, hazırlık, aranjman, anlaşma, plan,
competition: n. yarışma, rekabet, çekişme
4. Everyone knows that these two firms have been in fierce _____ to get the job of running the hotel.
A) involvementB) referenceC) managementD) arrangementE) competition
1998purchase: n. satın alma, alım, mübayaa, satın alınan şey, toprak geliri,
mekanik güç, makara sistemi, sıkı tutma, etki, nüfuz, vesile, dayanak noktası
purchase: v. satın almak, elde etmek, kazanmak, kaldıraçla kaldırmak, manivela ile çekmek
purchase account: satın alma hesabı, mübayaa hesabı
purchase and sale: alım satım
purchase discount: iskonto, indirim
customs: n. gelenekler, gümrük, adetler, gümrük resmi, gümrük dairesi, töreler
customs clearance: gümrük muayenesi, gümrük işlemlerinin yapılması
customs declaration: n. gümrük bildirimi, gümrük beyannamesi, gümrük deklarasyon
customs duty: gümrük vergisi
customs examination: gümrük kontrolü, gümrük muayenesi
accommodation: n. uyma, uyum; kalacak yer, yatacak yer; sağlama, bulma (para vb.), borç; uyuşma, uzlaşma, uzlaştırma
accommodation address: n. geçici adres
accommodation bill: hatır senedi
accommodation draft: hatır senedi
accommodation ladder: borda iskelesi
reference: referans, örnek, karşılaştırma
reference: n. referans, bonservis, yararlanılan kaynak, başvurma, bakma, gönderme, havale, ima, kastetme, ilişki, ilgi, ait olma, belge, referans veren kişi, bilirkişi raporu, ekspertiz
reference: v. kaynakçayı işaretlemek (kitap)
reference mark: referans işareti, kaynakça işareti
departure: n. ayrılış, kalkış, ayrılma, gidiş, yola çıkma; geri çekilme; sapma; yenilik, başlangıç; ölüm
departure time: hareket saati
1. I don’t know the scheduled time of _____, but I do know that the plane to Istanbul has already left.
A) purchaseB) customsC) accommodationD) referenceE) departure
familiar: n. arkadaş, yakın dost, samimi arkadaş, koruyucu ruh
familiar: adj. tanıdık, aşina, yaygın, alışık, bilinen, alışılmış, yakın, samimi, içten, laubali, içli dışlı, senli benli, teklifsiz, doğal davranışlı
familiar spirit: koruyucu ruh
watchful: adj. dikkatli, uyanık, tetikte
confident: adj. güvenli, emin, kuşkusuz, kendine güvenen, atak, cüretli, inançlı
virtuous: adj. erdemli, faziletli, iffetli, namuslu, dürüst, ustalık gerektiren
forgiving: adj. bağışlayan, bağışlayıcı, affeden, hoşgörülü, kin beslemeyen
forgiving: af
2. Parents who understand child behavior are more _____ about their ability to handle difficult situations.
A) familiarB) watchfulC) confidentD) virtuousE) forgiving
required: adj. lazım, gereken
required subject: zorunlu ders
respected: adj. hatırı sayılır, itibarlı
refuse: istenmeyen, işe yaramaz, döküntü, süprüntü
refuse: n. döküntü, kırpıntı, süprüntü, çöp, artık, atık
refuse: v. reddetmek, kabul etmemek, geri çevirmek, izin vermemek, ayak diremek, direnmek, karşı koymak, kaçınmak
refuse point blank: kesinlikle reddetmek
challenge: n. meydan okuma; davet, parola sorma, kimlik sorma; itiraz, reddetme (jüri veya yargıcı); insanı
kamçılayan bir durum, dürtü, bağışıklık, havlamaya başlama (av köpeği)
challenge: v. düelloya davet etmek, meydan okumak, boy ölçüşmek, davet etmek (düello); kafa tutmak (Argo); hiçe saymak; tartışmak (doğruluğunu); reddetmek (hakim veya jüriyi), itiraz etmek; havlamaya başlamak
challenge a judge for bias: taraf tutan yargıca itiraz etmek
challenge cup: çalenç kupası
challenge trophy: çalenç
expected: beklenilen
3. Although the new manager has been very strict with us, he is highly _____ by everyone in the company.
A) requiredB) B)respectedC) refusedD) D)challengedE) expected
properly: adv. doğru dürüst, uygun şekilde, haklı olarak, uygunca, uygun bir şekilde, uygun olarak, adamakıllı, tamamen, iyice
satisfactory: adj. memnuniyet verici, tatmin edici, tatminkâr, memnun edici, yeterli
(satisfoctorily:adv. Memnun edici biçimde)
previously: adv. önceden, bundan önce, evvelce
previously convicted: sabıkalı
rapidly: adv. hızla, çarçabuk, seri bir şekilde
seriously: adv. ciddi olarak, cidden, ağır, ağır şekilde
seriously ill: ağır hasta
seriously wounded: ağır yaralı
4. Foods that were ____ seasonal may be found now throughout the year.
A) properlyB) satisfactorilyC) previouslyD) rapidlyE) seriously
1999
opposition: n. karşıtlık, başkaldırma, karşı koyma, zıtlık, düşmanlık, muhalefet, rekabet, karşısav
reason: n. sebep, neden, gerekçe, sağduyu, akıl, hikmet, mantık, us, insaf, adalet
reason: v. muhakeme etmek, usavurmak, uslamlamak, düşünmek, sonuç çıkarmak, sonuca varmak, mantıklı davranmak, ikna etmeye çalışmak, düşünüp taşınmak, etraflıca düşünmek, kanıtlamaya çalışmak, çözmek, bulmak, konuşmak, görüşmek
reason out: düşünüp taşınmak, etraflıca düşünmek
reason what: ne olduğunu bulmak
reason why: nedenini bulmak
disappointment: n. düş kırıklığı, hüsran, ümidi boşa çıkma, hayal kırıklığı, hayal kırıklığına neden olan şey; kırgınlık
suggestion: n. teklif, öneri, fikir, telkin etme, tavsiye, önerme, ima, hatırlatma, telkin, iz, az miktar
denial: n. red, inkâr, reddetme, yalanlama, tekzip, ret
1. During a family discussion on our next holiday plans, my father asked me for my_____.
A) oppositionB) reason
C) disappointmentD) suggestionE) denial
claim: n. istek, talep, hak, alacak, iddia, dava, ısrar, alacak hakkı, dava açma, maden arazisi
claim: v. istemek, talep etmek, hak iddia etmek, sahip çıkmak, iddia etmek, ısrar etmek, dava açmak
claim for damages: zarar ve ziyan talebi, tazminat istemi
claim tag: bagaj kartı
claim under a contract: anlaşmaya göre talep
regard: n. bakış, anlamlı bakış, bakım, itibar, nazar, ilgi, ilişki, dikkat, önem, saygı, beğeni, takdir, hürmet
regard: v. bakmak, göz önüne almak, dikkate almak, hesaba katmak, saymak, saygı duymak, takdir etmek, çok beğenmek, önem vermek, ait olmak, ilgili olmak
regard as: saymak, olarak görmek, gibi görmek, kabul etmek
regard as possible: ihtimal vermek
regard with disfavor: beğenmemek, hoşlanmamak
include: v. içermek, kapsamak, içine almak, katmak, dahil etmek
prefer: v. tercih etmek, yeğlemek, öncelik tanımak, atamak, tayin etmek, sunmak, arzetmek, ileri sürmek
prefer charges: dava açmak
object: n. obje, nesne, cisim, gaye, şey, amaç, hedef, cins adam
object: v. itiraz etmek, karşı çıkmak, razı olmamak, itirazı olmak
object drawing: model ile çizim
object finder: vizör
object glass: objektif, objektif camı
2. They _____ that their team is far better than ours and they expect to win the forthcoming match.
A) claimB) regardC) includeD) preferE) object
forceful: adj. kuvvetli, güçlü, şiddetli, etkili, etkin, etkileyici
genuine: adj. hakiki, öz, gerçek, hilesiz, saf, içten, samimi, özgün, içi dışı bir
genuine leather: gerçek deri
skillful: adj. usta, hünerli, yetenekli, becerikli, ustalık gerektiren, kabiliyet gerektiren
extravagant: adj. aşırı, ölçüsüz, savurgan, müsrif, fahiş
current: n. akım, akıntı, cereyan; eğilim
current: adj. cari, bugünkü, geçer, geçerli, şimdiki, tedavüldeki
current account: cari hesap
current events: günlük olaylar, aktüalite
current exchange: günlük kur, rayiç
3. Although he is an engineer, he is as _____ as any carpenter at making kitchen furniture.
A) forcefulB) genuineC) skillfulD) extravagantE) current
regularly: adv. devamlı, düzenli olarak, devamlı olarak, muntazaman, sistemli olarak, adamakıllı, gerçekten
extremely: adv. son derece, aşırı, aşırı boyutta, aşırı derecede, fazlasıyla
extremely white: bembeyaz
terribly: adv. son derece, berbat bir şekilde, aşırı
reasonable: adj. akılcı, akla yatkın, mantıklı, akıllı, makul, akla uygun
reluctantly: adv. isteksizce, isteksiz olarak, istemeden, gönülsüzce, ağırdan alarak
4. The chief of police finally agreed to release news of the accident, but he did so _____.
A) regularlyB) extremelyC) terriblyD) reasonablyE) reluctantly
Make up : to constitute, invent, arrange: Oluşturmak, icat etmek, düzenlemek
Turn over: To invert, start (an engine): Tersine çevirmek, motoru başlatmak, çalıştırmak.Look up : to search for, as an item of information, in a reference book or the like: Sözlükte aramak
Get off (3): to help (someone) escape punishment, to leave (a train, plane, etc.): Kaçmasına yardım etmek,inmek(araçtan)
Take up : to occupy oneself with the study or practice of: Meşgul olmak
5. It took me a long time to translate his business letter as I had to _____ so many words in the dictionary.
A) make up
B) turn overC) look upD) get offE) take up
Get out: to go outside, to leave,to escape,
to be known: çıkmak, ayrılmak, kaçmak
Put out : to extinguish, as a fire, annoyed: Yangını söndürmek, kızmak
Hold up : give, to present to notice expose, hinder: Vermek, fark ettirmek, gizlemek
Break down : break, collapse under its own weight; spoil, decompose: Bozulmak, ruhen yıkılmak.
Hand out: to distribute: dağıtmak, vermek, paylaşmak.
6. They had to call in troops to _____ the forest fire which was spreading rapidly.
A) get outB) put outC) hold upD) break downE) hand out
2000performance: n. performans, başarı, verim, başarma gücü, icraat, yerine
getirme, oyun, gösteri
application: n. uygulama, kullanım, tatbik; başvuru, talep, başvuru formu, başvurma, dilekçe; sürme; dikkat, özen;
application for a patent: patent başvurusu
application form: başvuru formu
competition: n. yarışma, rekabet, çekişme
responsibility: n. sorumluluk, mesuliyet, yükümlülük, güvenilirlik, sağlamlık, ödeme gücü, temyiz gücü
vacancy: n. boşluk, boş yer, boş oda, açıklık, açık kontenjan, dalgınlık, akılsızlık, bön bön bakış, işsizlik, tembellik
1. Several of my friends have entered the _____, but none of them expects to win.
A) performanceB) applicationC) competitionD) responsibilityE) vacancy
nervous: adj. sinir, sinirli, gergin, asabi, ürkek
nervous breakdown: sinir bozukluğu, nevrasteni
nervous prostration: sinir bozukluğu, nevrasteni
nervous system: sinir sistemi
nervous temperament: sinirlilik, asabi mizaç
sensitive: hassas kimse, alıngan kimse
sensitive: adj. duyarlı, hassas, alıngan, duygulu, içli
sensitive plant: mimoza, küstümotu
sensitive spot: hassas nokta
sensitive to heat: ısıya duyarlı, sıcağa karşı hassas
extravagant: adj. aşırı, ölçüsüz, savurgan, müsrif, fahiş
reliable: adj. güvenilir, emin, inanılır, güvenli, emniyetli
selfish: adj. bencil, egoist, kendini düşünen
2. He’s a terribly _____ person and never thinks at all of the needs or the wishes of other people.
A) nervousB) sensitiveC) extravagantD) reliableE) selfish
eventually: adv. sonunda, neticede, nihayet, sonuçta
increasingly: adv. artan bir şekilde, gitgide artarak, giderek
doubtfully: adv. kuşkuyla, şüpheyle, tereddüdle, tedirgin olarak
adequately: adv. lâyıkıyle, yeterli olarak
reluctantly: adv. isteksizce, isteksiz olarak, istemeden, gönülsüzce, ağırdan alarak
3. As she grew older, it became _____ difficult for her to do, the shopping.
A) eventuallyB) increasinglyC) doubtfullyD) adequatelyE) reluctantly
establish: v. kurmak, yapmak, yerleştirmek, kanıtlamak, belirlemek, saptamak, pekiştirmek
establish a connection with: bağlantı kurmak
establish one's alibi: suç anında başka yerde olduğunu kanıtlamak
preserve: n. reçel, konserve
preserve: v. korumak, muhafaza etmek, konserve yapmak
raise: n. çıkıntı, kabartı, yükselme, artış, zam, yokuş, rampa
raise: v. kabartmak, kaldırmak, artırmak, yükseltmek, dikmek, ayağa kaldırmak, yol açmak, neden olmak, toplamak, yetiştirmek, büyütmek, beslemek, zam yapmak, son
vermek, ruh çağırmak, karayı görmek
raise a blockade: ablukayı kaldırmak
raise a hue and cry: bağrışmak, protesto etmek
raise a laugh: kahkaha atmak
restore: v. restore etmek, yenileştirmek, eski haline getirmek, onarmak, görevine iade etmek, geri vermek, iade etmek, kavuşturmak, yeniden tahta geçirmek
restore a king to the throne: kralı yeniden tahta geçirmek
restore smb. to liberty: özgürlüğüne kavuşturmak
restore smb. to life: yaşama döndürmek
spoil: n. yağma, yağma malı, ganimet, çalıntı mal, avanta, memuriyet (seçim kazanılınca), kazanç
spoil: v. bozmak, kaçırmak, nazlı alıştırmak, berbat etmek, tadını kaçırmak, dozunu kaçırmak, şımartmak, yüz verip şımartmak, mahrum etmek, yağma etmek, çürümek, bozulmak
spoil one's appetite: iştahını kaçırmak
spoil things: pişmiş aşa su katmak, içine etmek
5. The melting of all the ice mass in the Arctic would _____ the sea level by several metres.
A) establishB) preserveC) raiseD) restoreE) spoil
Set up : to put upright; raise, construct: kurmak, oluşturmak
Keep up : to persevere; continue, to stay informed: Sürdürmak, devam ettirmek
Rely on : be dependent on, as for support or maintenance: Bağlı
olmak, güvenmek
Make out : to decipher; discern, deceive: Anlamak, ayrımını çözmek
Put off : to postpone: Ertelemek
6. I couldn’t _____ why they were shouting so loudly.
A) set upB) keep upC) rely onD) make outE) put off
2001
insist: v. dayatmak, ısrar etmek, tutturmak, ayak diremek, diretmek, üzerinde durmak, kararlı olmak
complain: v. şikâyet etmek, söylenmek, yakınmak, şikâyetçi olmak, sızlanmak; ihbar etmek; dava açmak
reply: n. cevap, yanıt, karşılık, cevaba cevap
reply: v. cevap vermek, yanıtlamak, karşılık vermek, cevaba cevapla karşılık vermek
inform: v. bildirmek, bilgi vermek, haber vermek, haberdar etmek, ihbar etmek
inform agains: gammazlamak
inform against: v. ihbar etmek, şikâyet etmek
inform oneself of smth: haberdar olmak, öğrenmek
explain: v. açıklamak, izah etmek, anlatmak, hesap vermek, açıklama yapmak
explain away: açıklayarak özrünü bildirmek, başka anlam vermek, örtbas etmek
explain briefly: kısa ve öz biçimde açıklamak
1. I tried hard to _____ why the motor would have to be replaced, but he couldn’t understand what I was trying to say.
A) insistB) complainC) replyD) informE) explain
reach: n. uzanma, erişme, erim, menzil, ulaşılabilecek uzaklık, kavrayış, kavrama gücü, alan
reach: v. uzatmak, uzanmak, bulmak, yetişmek, iletişim sağlamak, ulaşmak, varmak, çarpmak, geçirmek (yumruk), idrak etmek, uzanıp vermek, vermek, etkilemek, isabet ettirmek, erişmek
reach an agreement: anlaşmak, anlaşmaya varmak, bağdaşmak
reach forth: elini uzatmak, uzanmak
reach me down: hazır, ucuz (giysi)
expand: v. şişirmek, büyütmek, genişletmek, açmak, yayılmak, genişlemek, şişmek, açılmak, gelişmek, büyümek, dönüşmek
explore: v. keşfetmek, araştırmak, kontrol etmek, muayene etmek
exceed: v. aşmak, geçmek, haddini aşmak, sınırı aşmak, ileri gitmek, aşırıya kaçmak
disturb: v. endişelendirmek, rahatsız etmek, huzursuz etmek, rahat vermemek; aksatmak; altüst etmek, karıştırmak; bozmak
disturb smb.'s privacy: özel hayatına müdahale etmek
disturb the peace: asayişi bozmak, kamu düzenini bozmak, başkasının hakkına tecavüz etmek
2. The market for computers and all related goods has been _____ rapidly in recent years.
A) reachingB) expandingC) exploringD) exceedingE) disturbing
enthusiastic: adj. ateşli, coşkulu, hevesli, istekli, can atan
comprehensive: adj. geniş, kapsamlı, anlayışlı, etraflı, idrak edebilen, meslek ortaokulu [brit.], geniş kapsamlı
comprehensive faculty: anlama gücü
relevant: adj. konu ile ilgili, alâkalı, uygun, amaca uygun
indifferent: adj. kayıtsız, ilgisiz, aldırışsız, şöyle böyle, vasat, berbat, kötü, farksız, lakayt, önemsiz, hissiz
convenient: adj. kullanışlı, uygun, pratik, elverişli, yakın
3. The company is not only looking for well qualified people; it also wants them to be _____ about their work.
A) enthusiasticB) comprehensiveC) relevantD) indifferentE) convenient
opinion: n. düşünce, fikir, görüş, kanı, kanaat, önemseme, inanç, takdir
assessment: n. vergilendirme, değerlendirme, vergi, belirlenen değer
assessment notice: vergi tahakkuku
appointment: n. randevu, buluşma, atama, tayin, iş, görev
appointment book: randevu defteri
event: n. olay, hadise, vaka, sonuç, akıbet, olgu, hal, durum, yarışma, karşılaşma, maç
agreement: n. anlaşma, antlaşma, pakt, uyuşma, sözleşme, ittifak, kontrat; uyma; mukavele; aynı fikirde olma, kabul etme, razı olma, uzlaşma
4. They still haven’t come to an _____ about which play they are going to put on next term.
A) opinionB) assessmentC) appointmentD) agreementE) event
Get off : to help (someone) escape punishment, to leave (a train, plane, etc.): Kaçmasına yardım etmek,inmek(araçtan.
Break down : break, collapse under its own weight; spoil, decompose: Bozulmak, ruhen yıkılmak
Let down: to cause disappointment: hayal kırıklığına uğramak.
Give in: yield, to hand in: Teslim olmak, teslim etmek
Take off : to remove, leave: Çıkarmak, ayrılmak
5. My car _____ as I was on my way to pick up the children from school.
A) got offB) broke downC) letdownD) gave inE) took off
hardly: adv. zorla, ancak, zorlukla, güç belâ, hemen hemen hiç, neredeyse hiç, sertçe, acımasızca
hardly ever: hemen hemen hiç, binde bir
hardly visible: belli belirsiz
enormously: adv. çok
extremely: adv. son derece, aşırı, aşırı boyutta, aşırı derecede, fazlasıyla
extremely white: bembeyaz
immensely: adv. son derece, pek çok
simultaneously: adv. aynı anda
6. I met your father once years ago, but I can _____ remember him.
A) hardlyB) enormouslyC) extremelyD) immenselyE) simultaneously
2002ability: n. yetenek, kabiliyet, beceri; güç, iktidar; yeterlik
ability test: yetenek testi
ability to pay: ödeme gücü
verse: şiir yazmak, koşuk biçimine koymak
verse: n. dize, mısra, dörtlük, kıta, ayet, şiir, koşuk, nazım
topic: n. konu, mesele, mevzu, söz konusu, tema
admiration: n. hayranlık, beğeni, takdir, hayranlık uyandıran şey
illusion: n. illüzyon, yanılsama, aldatıcı görünüş, hayal, göz aldanması, aldatma
1. William Wordsworth was a poet of nature, and had the special _____ to throw charm over ordinary things.
A) abilityB) verseC) topicD) admirationE) illusion
temporary: adj. geçici, eğreti
temporary arrangement: geçici düzenleme
vital: adj. yaşamsal, hayati, yaşayan, canlı, hayat dolu, öldürücü
vital point: düğüm noktası
vital spot: can damarı
vital statistics: nüfus istatistikleri, sağlık ile ilgili istatistikler, vücut ölçüleri
probable: adj. olası, mümkün, muhtemel, akla yatkın, makul
contemporary: n. eşzamanlı şey, yaşıt, akran, aynı zamanda yaşamış olan kimse
contemporary: adj. modern, çağcıl, aktüel, günümüze ait, çağdaş, yaşıt, eş zamanlarda yaşamış olan
urgent: adj. acele, acil, ivedi, önemli, kaçınılmaz, zorunlu, ısrarlı, ısrarcı
2. No one knows for certain when the first Anglo-Saxon settlements were made in Britain, but it is _____ that some of them at any rate were founded about the middle of the fifth century A.D.
A) temporaryB) vital
C) probableD) contemporaryE) urgent
superficial: adj. yüzeysel, iki boyutlu, dış, ayrıntısız, üstünkörü, yarım yamalak
adult: n. yetişkin, ergin kimse
adult: adj. yetişkin, ergin, reşit, büyümüş, erişkin
competitive: adj. yarışmaya dayanan, rekabete dayanan, rekabet edebilen, rakip olan, hırslı
coherent: adj. yapışık, tutarlı, birbirini tutan, uyumlu, ahenkli
precise: adj. tam, kesin, belirli, belli, açık, dakik, kusursuz
3. James Joyce was born and educated in Ireland but spent most of his _____ life in Europe, mainly France, Italy and Switzerland.
A) superficialB) adultC) competitiveD) coherentE) precise
alternatively: adv. alternatif olarak
fluently: adv. akıcı biçimde, pürüzsüz, düzgün olarak
fluently: bülbül gibi
hopefully: adv. umutla, ümitle, inşallah
widely: adv. enli, adamakıllı, geniş ölçüde, iyice
widely traveled: gezgin
sensitive: hassas kimse, alıngan kimse
sensitive: adj. duyarlı, hassas, alıngan, duygulu, içli
sensitive plant: mimoza, küstümotu
sensitive spot: hassas nokta
sensitive to heat: ısıya duyarlı, sıcağa karşı hassas(sensitively:n. Duyarlılık, hassasiyet.)
4. Frederick Taylor is ___ known as the founder of the scientific management movement.
A) alternativelyB) fluentlyC) hopefullyD) widelyE) sensitively
deceive: v. kandırmak, kazık atmak, keklemek, dolandırmak, oyun etmek, ihanet etmek, yutturmak, aldatmak; kafeslemek, kafese koymak; faka bastırmak; yitirmek, kaybetmek; çarpmak
influence: n. etki, tesir, nüfuz, torpil
influence: v. etkilemek, tesir etmek, söz geçirmek, etkili olmak, ikna etmek
compel: v. zorlamak, mecbur etmek, zorunda bırakmak
encourage: v. korumak, desteklemek, teşvik etmek, özendirmek, cesaret vermek, cesaretlendirmek
prevent: v. önüne geçmek, menetmek, önlemek, engel olmak, önden gitmek, yol göstermek
prevent from: önlemek, engellemek
5. The tourists had intended to walk along the coast to the next town but were _____ from doing so by the stormy weather.
A) deceivedB) influencedC) compelledD) encouraged
E) prevented
Bring up : to care for during childhood, cause to stop.yetiştirmek, büyütmek
Take up : to occupy oneself with the study or practice of: Meşgul olmak
Make out : to decipher; discern, deceive: Anlamak, ayrımını çözmek
Carry out : To put into practice or effect: Gerçekleştirmek, başarmak
6. Much of every teacher’s time is _____ marking papers.
A) brought upB) taken up withC) held upD) made outE) carried out
BY BLUE
Hold up: give, to present to notice; expose, hinder: Vermek, fark ettirmek, gizlemek