TÜRKĠYE CUMHURĠYETĠ SAĞLIK BAKANLIĞI OKMEYDANI ...
Transcript of TÜRKĠYE CUMHURĠYETĠ SAĞLIK BAKANLIĞI OKMEYDANI ...
TÜRKĠYE CUMHURĠYETĠ
SAĞLIK BAKANLIĞI
OKMEYDANI EĞĠTĠM VE ARAġTIRMA HASTANESĠ
ORTOPEDĠ VE TRAVMATOLOJĠ KLĠNĠĞĠ
Klinik ġefi: Doç.Dr. Okan YALAMAN
TEKRARLAYAN OMUZ ÇIKIKLARINDA ARTROSKOPİK TEDAVİ
SONUÇLARININ GLENOİD MORFOLOJİSİ İLE KARŞILAŞTIRILMASI
Dr. Egemen ALTAN
(UZMANLIK TEZĠ)
ĠSTANBUL 2009
TÜRKĠYE CUMHURĠYETĠ
SAĞLIK BAKANLIĞI
OKMEYDANI EĞĠTĠM VE ARAġTIRMA HASTANESĠ
ORTOPEDĠ VE TRAVMATOLOJĠ KLĠNĠĞĠ
Klinik ġefi: Doç.Dr. Okan YALAMAN
TEKRARLAYAN OMUZ ÇIKIKLARINDA ARTROSKOPİK TEDAVİ
SONUÇLARININ GLENOİD MORFOLOJİSİ İLE KARŞILAŞTIRILMASI
Dr. Egemen ALTAN
(UZMANLIK TEZĠ)
ĠSTANBUL 2009
İÇİNDEKİLER
Sayfa No
ÖZET……………………………………………………………………………..i
SUMMARY……………………………………………………………………....ii
1-GĠRĠġ…………………………………………………………………………..1
1.1-Tarihsel GeliĢim……..……………………………………………………2
1.2-Omuzun fonksiyonel anatomisi ve biyomekaniği……………………..6
1.3-Omuz Ġnstabilite Sınıflaması…………………………………………….31
1.4-Patofizyoloji……………………………………………………………….34
1.5-Hastanın Değerlendirilmesi…………………………………….............36
1.5.1-Hikaye…………………………………………………………………...36
1.5.2-Fizik Muayene………………………………………………………….38
1.6-Tedavi ġekilleri…………………………………………………………...45
1.6.1-Konservatif tedavi……………………………………………………...45
1.6.2-Ġlk Çıkık Sonrası Cerrahi tedavi………………………………………45
1.6.3-Açık tamir teknikleri……………………………………………………46
1.6.4-Artroskopik Bankart tamiri…………………………………………….48
2-GEREÇ VE YÖNTEM………………………………………………………..52
2.1-Hastalar…………………………………………………………………...52
2.2-Multidedektör Bilgisayarlı Tomografi (3 boyutlu rekonstrüksiyon)....59
2.3-Glenoid Ölçümleri………………………………………………………..59
2.4-Cerrahi Teknik……………………………………………………………62
2.5-Cerrahi Sonrası Takip…………………………………………………...68
3-BULGULAR............................................................................................70
4-TARTIġMA VE SONUÇ..........................................................................73
5-KAYNAKLAR………………………………………………………………….80
6-TEġEKKÜR……………………………………………………………………98
7-ÖZGEÇMĠġ…………………………………………....................................99
i
ÖZET
Bu çalıĢmanın amacı anterior omuz instabilitesi nedeniyle artroskopik olarak tedavi
edilmiĢ hastalarımızın uzun dönem sonuçlarını değerlendirmek olmuĢtur. Ayrıca
ortaya çıkan bu sonuçları, daha önce kullanılmamıĢ bir yöntem kullanarak
ölçtüğümüz glenoid kemik kayıpları ile karĢılaĢtırdık.
35‘i erkek 3‘ü bayan ve yaĢ ortalaması 32 (24-44) olan, tekrarlayan anterior omuz
instabilitesi nedeniyle dikiĢ kancalarla artroskopik tedavi uygulanmıĢ 38 hastanın 38
omuzu değerlendirildi. Bütün vakalara Bankart tamiri uygulanmıĢtı. Ayrıca BT
kullanarak ölçtüğümüz glenoid yüzeylerindeki kemik kaybı aynı hastanın karĢı normal
omuzu ile karĢılaĢtırıldı. Glenoid kemik kayıplarının hesaplanma iĢlemi 3 boyutlu BT
kullanımı ve bu görüntülerin AUTOCAD programına aktarılması Ģeklinde yapıldı.
Ameliyat öncesi çıkık sayıları, ameliyat sonrası nüksler değerlendirildi ve glenoid
kemik kaybı oranları ile karĢılaĢtırıldı.
Literatür taramamız sonucunda glenoid yüzeyindeki kemik kaybı ile omuz instabilitesi
nedeniyle artroskopik olarak tedavi edilmiĢ hastaların uzun dönem sonuçlarının
karĢılaĢtırıldığı bir çalıĢmaya rastlamadık. Yaptığımız çalıĢmanın sonuçlarına göre
kullandığımız yöntem ile ameliyat öncesi planlama yapılabilir ve farklı tedavi Ģekilleri
planlanabilir.
Anahtar kelimeler: Omuz, Anterior instabilite, Bankart tamiri, Glenoid kemik kaybı
ii
SUMMARY
The purpose of this study was to evaluate the long term results of arthroscopically
treated anterior shoulder instability patients. We also correlated these outcomes with
the ratio of bone loss on glenoid surfaces which was measured with a new method.
We evaluated 38 patients (38 shoulders), 35 male and 3 female, with a mean age of
32 (24-44) years, who underwent arthroscopic treatment of recurrent anterior
shoulder instability, by use of suture anchors. In all of these shoulders Bankart
repairs were performed. Also loss of bone on glenoid surface was compared with the
contralateral normal side of the same patient. Our methodology for quantifying
glenoid bone loss was established on 3D CT scan by using AUTOCAD programme.
Number of preoperative dislocations and postoperative recurrences were assessed
and compared with the ratio of bone defect on glenoid surfaces.
To our knowledge, there haven‘t been a study that correlates the osseous defect of
glenoid surface and long term results of arthroscopically treated instability patients.
According to our results, preoperative planning can be schemed and different
surgical procedures can be performed by using our technique.
Key Words: Shoulder, Anterior instability, Arthroscopy, Bankart repair, Glenoid bone
loss
1
GİRİŞ
Glenohumeral eklem vücutta bulunan en hareketli ve en sık çıkıkla
karĢılaĢılan büyük eklemdir. Bu yüksek hareket kabiliyeti stabilitenin belli bir
ölçüde azalmasına yol açmıĢtır. Aynı zamanda vücudun en aktif
eklemlerinden biri olması nedeniyle de travmalara açıktır. Vücudun kendini
koruma refleksinde rol alması nedeniyle de sıkça yaralanmaktadır. Kazar ve
Relovszky (1) omuz çıkıklarının tüm eklem çıkıklarının yaklaĢık %45‘ni
oluĢturduğunu tespit etmiĢler ve bu çıkıkların da %85‘inin anterior GH çıkıklar
olduğunu göstermiĢlerdir. Sıkı bir eklem iliĢkisi olan kalça ile
karĢılaĢtırıldığında omuz ekleminin stabilitesi labrum, GH ligamanlar ve
rotator manĢet gibi statik ve dinamik yumuĢak doku yapılarına bağımlıdır (2).
Tarihi seyri içinde düĢünüldüğünde tedavi sonrasında tekrar çıkık oluĢması
tedavinin baĢarısını etkileyen temel ölçüt olmuĢtur. Hastanın yaĢam kalitesi
ve sportif aktiviteleri üzerindeki olumsuz etkileri düĢünüldüğünde, omuz
çıkıklarının kesin tedavi gerektiren bir durum olduğu açıktır. Cerrahi dıĢı
tedavi ilk kez karĢılaĢılan anterior omuz çıkıklarında ilk uygulanması gereken
tedavi Ģekli olmakla birlikte, özellikle bu durumun sporcularda sıklıkla
karĢılaĢılan bir durum olması nedeniyle bu hastaların aktif spor yaĢamı da
göz önüne alınarak ilk çıkıktan sonra da cerrahi tedavi ön planda
düĢünülebilir. Cerrahi sonrası baĢarı oranı hastanın yaĢı, çıkık mekanizması,
çıkık sayısı ve glenoid morfolojisi gibi pek çok faktöre bağlıdır (3). Bu kemik
kaybının miktarının da cerrahi öncesi planlamayı, cerrahi tekniği ve sonuçları
etkilediği çok açıktır.
Dünyada olduğu gibi ülkemizde de omuz instabilitesinde uygulanan cerrahi
yaklaĢımlar hızla geliĢmekte ve çeĢitlenmektedir. Bunun yanında
glenohumeral instabilite tedavisinde cerrahi olarak açık teknikler halen
uygulanmakla birlikte artroskopik cerrahi yöntemler de önemli bir yer tutmaya
baĢlamıĢtır. Kliniğimizde omuz artroskopisi Op.Dr.Mehmet Uğur Özbaydar‘ın
gerek yurt dıĢında gerekse yurt içinde yaptığı çalıĢmalarla hız kazanmıĢtır.
2
Halen omuz artroskopisi omuz içi patolojilerin saptanmasında önemli bir
diagnostik araç olarak kullanılmakta olup birçok omuz içi patolojinin tedavisi
aynı seansta artroskopik olarak yapılabilmektedir.
Amacımız, anterior glenohumeral instabilite tanısı ile artroskopik tamir
uygulanan hastalardaki sonuçlarımızı göstermek ve glenoid morfolojisinin
daha önce literatürde belirtilmemiĢ bir Ģekilde hesaplanması ile bunun
sonuçlarla karĢılaĢtırılmasını sağlamaktır. Böylece bunun gibi belirleyici
faktörlerin etkinliği değerlendirilmiĢ, artroskopinin avantajları, zorlukları ve
komplikasyonları konusunda literatüre katkıda bulunulmuĢ olacaktır.
1.1-Tarihsel Gelişim
Glenohumeral (GH) eklemin çıkıkları ile ilgili modern bilgilerimizin kökleri
antik çağlara kadar uzanmaktadır. Omuz çıkıkları ile ilgili ilk bilgiler insanlık
tarihinin en eski kitabında M.Ö 3000 yıllarında Edwin Smith Papirüsünde
tariflenmiĢtir (4). 2. Ramses‘in mezarındaki duvar çizimlerinde Kocher‘in
1870 yılında tarif ettiği redüksiyon tekniğine benzer Ģekilde omuz çıkıklarının
kapalı redüksiyonla tedavisi betimlenmiĢtir (5) (ġekil 1).
ġekil-1: Edwin Smith Papirüsünde omuz redüksiyonu tarifi
Omuz çıkıklarının en kapsamlı tarifi ise Hipokrat tarafından M.Ö 460‘da
yapılmıĢ ve en az 6 farklı teknikle kapalı redüksiyonu önermiĢtir. Hipokratın
orijinal traksiyon-counter traksiyon tekniği zamanımızda halen sıklıkla
kullanılmaktadır (6) (ġekil 2). 1975‘den beri çok sayıda yayında öne
elevasyon manevrası, eksternal rotasyon metodu, skapular manipulasyon,
3
modifiye yerçekimi metodu, koltuk değneği ve sandalye tekniği, sandalye ve
yastık tekniği gibi omuz redüksiyon teknikleri tanımlanmıĢtır (6). Bununla
birlikte omuz anatomisi, çıkık tipleri ve ilk cerrahi uygulamalar yine Hipokrat
tarafından tariflenmiĢtir. Bu cerrahi uygulamalarda dağlama ile omuz
ekleminin büzüĢtürülmesi anlatılmıĢ ve major damar ve sinir yapılarına zarar
verilmemesi gerektiği önemle vurgulanmıĢtır (6). Bu tarihlerden beri
tekrarlayan anterior glenohumeral instabilite tedavisi için sayısız cerrahi
teknik tanımlanmıĢ ve değiĢik oranlarda baĢarı sağlanmıĢtır. Bardenheuer
1886‘da ve Thomas 1909‘dan 1921‘e kadar kapsüler plikasyon ve
büzüĢtürme üzerine çalıĢmıĢlar, 1888 yılında Albert ise artrodez uygulamıĢtır.
Hildebrand 1901‘de glenoid fossayı derinleĢtirerek tedavi uygulamıĢtır (7, 8,
9, 10, 11).
ġekil-2: Tarihte uygulanmıĢ çeĢitli omuz redüksiyon teknikleri
Son yüz yıl içindeki geliĢmeler ise 1906‘da Perthes‘in post travmatik anterior
GH instabiliteye neden olan anterior labrumdaki ayrıĢmayı tariflemesi ile
baĢlar. Perthes, cerrahi tedavinin bu lezyonun tamirine yönelik olması
4
gerektiğini belirtmiĢ ve kapsülü anterior glenoid kenarına açtığı deliklere
dikerek ya da zımba kullanarak tamir etmiĢtir. Bu teknikleri uyguladığı tüm
hastaların uzun takipleri sonucunda mükemmel sonuçlara ulaĢmıĢtır. (12)
Bankart ise 1923‘de yayınladığı klasikleĢmiĢ makalesinde labrum hasarının
önemini ve cerrahi tekniğini tanımlamıĢtır (13). Bankart 1939‘daki orijinal
makalesinde asıl lezyonun glenoid ligamanın anterior glenoidden ayrıĢması
olarak tariflemiĢtir (14). Labrum ve kapsülün, humerus baĢının anteriora
translasyonu sonucu glenoidden ayrılması ile oluĢan bu lezyona daha
sonraki yazarlar tarafından Bankart lezyonu denmiĢtir. Labral hasar travmatik
anterior omuz çıkığı geçirmiĢ hastaların %85-100‘ünde saptanmıĢtır (15).
Reeves (16) ve Townley (17) ise Bankart lezyonu dıĢında da tekrarlayan
omuz çıkığına sebep olabilecek subskapularis tendonunun ayrıĢması, inferior
glenohumeral ligaman hasarı gibi sebeplerin olabileceğini göstermiĢlerdir.
1880‘de Eve omuz çıkığı olduktan 12 saat sonra ölen bir hastanın
otopsisinde humerus baĢının posterolateralinde derin bir oluk olduğunu fark
etmiĢtir (18). Bundan sonra bir çok yazar bu defekti tespit etmiĢ ve 1940
yılında Hill ve Sachs yayınladıkları derlemede humerus baĢındaki
kompresyon kırığı ile ilgili tüm bilgileri net bir Ģekilde tariflemiĢlerdir. Bu
lezyon da kendi adları ile anılmaya baĢlanmıĢtır (19).
1929‘dan itibaren Nicola bir seri yayınla tekrarlayan omuz çıkıklarında farklı
bir tedavi yöntemi tanımlamıĢtır. Cerrahi prosedüründe biseps uzun baĢını ve
korakohumeral ligamanı omuzun önünde asıcı bir dizgin gibi kullanmıĢtır (20,
21). Henderson benzer bir düĢünce ile peroneus longus tendonunu akromion
ve büyük tüberkülden geçen sütürlerle kullanmıĢtır (22, 23). 1927‘de Gallie
ve LeMesurier (24) ise otojen fasia lata greftini tekrarlayan omuz çıkıkları
tedavisinde uygulamıĢtır. Bu teknik daha sonraları Bateman (25) tarafından
modifiye edilmiĢtir.
Daha sonraları 1932 yılında Hybinette (26) iliak kanattan alınan kemik blok
tekniğini, 1943 yılında Magnuson ve Stack (27) subskapularis kasının laterale
transferini, 1947 yılında Osmond-Clarke (28) subskapularis ve kapsüler
5
kısaltma tekniği olan Putti-Platt iĢlemini, 1956 yılında Du Toit ve Roux (29)
zımba kapsülografi iĢlemini, 1958‘de Helfet (30) bir korakoid transfer tekniği
olan Bristow-Helfet iĢlemini tarif etmiĢlerdir.
1950 yılında Townley (31) tekrarlayan omuz çıkıklarında anterior kapsüler
kompleksin eksternal rotasyon sırasında humerus baĢının anteriora
translasyonunu engellediğini bildirdi.
1978 yılında Rowe (32), 162 omuzda uyguladığı Bankart tamirinin baĢarılı
sonuçlarını bildirdi. Neer (33) ise 1980 yılında çok yönlü instabilitenin tarifini
yaptı ve inferior kapsüler kaydırma ameliyatı uyguladığı hastaların
sonuçlarını yayınladı.
1980‘li yıllardan sonra artroskopinin geliĢmesine paralel olarak omuz
artroskopisinde de önemli ilerlemeler kaydedildi. Ġlk olarak Lanny Johnson
(34), artroskopik zımba fiksasyon tekniğini tarif etti. Caspari (35) transosseöz
dikiĢ tekniğini, Warner ve Warren (36) emilebilir vida kullanımını, Snyder (37)
ise çapalı vida kullanımını tarif ettiler.
Son zamanlarda yapılan bir çok retrospektif çalıĢmada, Ģu anda öngörülen
cerrahi standartlarda GH ligamanlarda ve anterior labral komplekste tam ya
da tama yakın anatomik rekonstrüksiyon sağlanmasının önemi
vurgulanmaktadır. Anatomik rekonstrüksiyonun önemi ortaya çıktıktan sonra
omuz cerrahları Bankart‘ın tarif ettiği tekniği standart kabul etmiĢlerdir. Bu
amaca yönelik olarak 1986‘da (38) cerrahi tekniği oldukça kolaylaĢtıran ve
ameliyat süresini kısaltan dikiĢ kancaların kullanımına geçilmiĢtir.
Günümüzde halen artroskopik cerrahi teknikleri hızla geliĢmektedir.
6
1.2-Omuzun fonksiyonel anatomisi ve biyomekaniği
Yakın geçmiĢe kadar omuz instabilitesi ile ilgili bilgilerimiz daha çok klinik
verilere ve ampirik olarak uygulanmıĢ farklı cerrahi tekniklerin sonuçlarına
göre ĢekillenmiĢti. Son yıllarda yapılan gerek biyomekanik gerekse de
radyolojik çalıĢmalar sonucunda omuz ekleminin hem geniĢ hareket
kapasitesine sahip hem de stabil bir eklem olarak çalıĢabilmesi açıklığa
kavuĢturulmaya çalıĢılmıĢtır.
Mobilite ve stabilite arasındaki dengeyi sağlayan anatomik faktörler statik ve
dinamik olarak ayrılmaktadır (Tablo 1). Bu faktörler omuz stabilitesinde
beraber rol almaktadırlar ve hiçbiri tek baĢına stabiliteden sorumlu değildir.
Bununla birlikte hiçbir lezyon da tek baĢına klinik instabiliteden sorumlu
olamaz.
Statik ve dinamik faktörlerin birlikte çalıĢtığı bir diğer mekanizma da eklem ve
tendon içlerinden sağlanan afferent feedback mekanizmasıdır. Bu
mekanizma ile omuz hareketleri sırasındaki aĢırı translasyon sırasında kas
kontraksiyonları sağlanmıĢ olur (39,40).
Tanımlamalara baĢlarken laksite ve instabilite arasındaki fark da bilinmelidir.
Laksite, özellikle baĢ üzeri spor yapanlarda omuz eklemine geniĢ ve tam
hareket açıklığı sağlayan pasif doğuĢtan gelen bir durumdur. Ġnstabilite ise
omuz ekleminin aktif eklem hareketi sırasında meydana gelen pasif bir
olaydır ve hastanın humerus baĢının glenoid içinde kalmaması ile
karakterizedir (41, 42, 43, 44, 45).
7
Tablo-1: Dinamik ve statik faktörler
Glenohumeral instabilite tedavisinde günümüzdeki cerrahi yaklaĢımlar,
geçmiĢte uygulandığı gibi (28) omuz eklem hareketinin kısıtlanması Ģeklinde
olmayıp bunun yerine normal anatomi ve biyomekaniğin sağlanmasına
yöneliktir.
Kalça ekleminin derin soket tarzındaki eklem iliĢkisine rağmen GH eklemde
böyle bir iliĢki yoktur ve bu da omuz eklemine daha geniĢ bir hareket
kabiliyeti sağlar. Ayrıca diz, interfalangeal, dirsek ve ayak bilek eklemi gibi
menteĢe tipi eklemlerin aksine GH eklemde fleksiyon sırasında stabiliteyi
sağlayan izometrik bağlar bulunmaz. GH bağlar sadece eklem hareketinin uç
noktalarında stabilizan etkiye sahiptirler. Omuz ekleminin çoğu fonksiyonel
pozisyonunda gevĢek ve göreceli olarak daha etkisizdirler (44, 46).
Glenoid ekleminin soket tarzında olmamasına ve izometrik bağların
yokluğuna rağmen, omuz eklemi hareket açıklığının çoğu noktasında
humerus baĢını glenoid kavitesinin merkezinde tutmaktadır (47,48,49,50).
Eklem Stabilitesine Etki Eden Faktörler
Dinamik
--rotator manşet
-biseps braki tendonu
-skapula rotatorları
-propriosepsiyon
Statik
-glenoid labrum
-negative eklem içi basınç
-glenoid yüzeyi ve versiyonu
-kapsül ve ligamanlar
8
Normal humerus baĢı, aktif hareket sırasında glenoid merkezinden sadece 1
mm transle olur (51,52).
Bu stabilitenin sağlanmasında 2 temel kanun geçerlidir.
1. Net humerus reaksiyon kuvveti, etkili glenoid kavsi içine etki ettiği
sürece GH eklem disloke olmaz.
2. Humerus ve glenoid yüzeyleri uyumlu olduğu sürece ve net humerus
reaksiyon kuvveti etkili glenoid kavsi içine etki ettiği takdirde humerus
baĢı glenoid fossa içinde kalır.
Net Humerus Eklem Reaksiyon Kuvveti
Net humerus eklem reaksiyon kuvvetinin yönü rotator manĢet ve diğer omuz
kasları tarafından kontrol edilir. Her aktif kas, o kasın orijini ve insersiyosunun
yönelimine uygun Ģekilde bir kuvvet yönelimi oluĢturur. Örnek olarak glenoid
merkez çizgisine yakın olan bir kasın gücü arttırılırsa bu durum humerus
baĢının glenoid yüzeyine yakınlaĢmasına neden olur (ġekil 3).
ġekil-3: Omuz eklemine etkiyen net humerus eklem reaksiyon kuvveti ve
patolojik yüklenme
9
Özellikle rotator manĢet kasları bu dengeyi kurmada etkilidir (53, 54, 55).
Rotator manĢetin kompresif etkisine ek olarak özellikle deltoid kasının lateral
ve posterior kısımlarının da konkavite kompresyonunda etkili olduğu
gösterilmiĢtir (56). Bu yüzden nöromusküler egzersizlerin ve güçlendirici
çalıĢmaların net humerus reaksiyon kuvveti üzerindeki kontrolün
sağlanmasında önemli rolü vardır. Tam tersine Ģekilde travma, yanlıĢ
kullanım, kontraktür, paralizi, koordinasyon kaybı veya tendon defektleri
oluĢtuğunda, net humerus reaksiyon kuvvetini uygun seviyede tutmak
oldukça güçtür. Nöromusküler egzersizler sonucu labrum ve ligamanlardaki
propriyoseptörlerin güçlendirilmesi hedeflenir (57, 58, 59,). Blasier ve ark.
(60) yaptıkları çalıĢmada genel vücut laksitesi olan hastalarda daha az
propriosepsiyon ve bozulmuĢ kas aktivasyonunun olduğunu göstermiĢlerdir.
Denge Stabilite Açısı ve Stabilite Oranı
Denge stabilite açısı, net humerus eklem reaksiyon kuvvetinin glenohumeral
çıkık hemen oluĢmadan önce glenoid merkez çizgisi ile yaptığı en büyük
açıdır (ġekil 4).
ġekil-4: AzalmıĢ denge stabilite açısı
Bu denge açısının tanjantı ise luksasyon komponenti ile kompresyon
komponenti arasındaki orandır. Bu da stabilite oranı olarak adlandırılmıĢtır.
Belirli bir kompresif kuvvet tarafından stabilize edilebilen en yüksek
luksasyon oluĢturucu güç olarak da tanımlanan stabilite oranı daha çok
laboratuar ortamındaki ölçümlerde kullanılmaktadır (62). Buna göre labrumun
10
tek baĢına rezeksiyonu bu oranı %20 azaltmaktadır (63). Anterior glenoid
kenarındaki kırıklar ise glenoid çapının %21‘i veya fazlasını kapsadığında
(ortalama 6,8 mm‘den fazlasını) instabilite oluĢmasında önemli bir faktör
oluĢturmaktadır (64).
Stabilite oranı, klinik olarak yükle ve kaydırma testi ile değerlendirilebilir.
Humerus baĢından glenoide doğru kompresif bir kuvvet uygularken humerus
baĢını glenoid merkezinden transle edebilecek kuvvet miktarı ile stabilite
oranı ölçülebilir (65). Böylece glenoid konkavitesi ve glenoid kenar yetersizliği
hakkında da fikir elde edilebilir.
Etkili Glenoid Kavsi
Glenoid yüzeyi dar olan üst bölümü ve geniĢ olan alt bölümü ile ters çevrilmiĢ
bir virgüle benzer. Etkili glenoid arkı net humerus reaksiyon kuvvetini
karĢılama kapasitesine sahip olan glenoid kavsidir (ġekil 5).
ġekil-5: Etkili glenoid kavsi
Bu kavis konjenital veya travmatik olaylar (glenoid kenar kırıkları, Bankart
lezyonu) sonucunda bozulabilir (ġekil 6). Etkili glenoid kavsi, sebebe yönelik
olarak anatomik Ģekilde kemik greftleme, glenoid osteotomileri veya glenoid
kenar desteklenmesi ile arttırılabilir. Itoi ve ark. ilk olarak kadavra çalıĢması
sonucunda kemik greftlemesi için gerekli kritik bir ölçü tespit etmiĢlerdir (64).
Glenoid kemik kaybının tekrarlayan omuz instabilitesinde predispozan bir
faktör olduğu gösterilmiĢtir.
11
ġekil-6: Glenoid kemik kaybı sonrası top-soket uyumunun bozulması
Burkhart ve ark. (66) glenoidin normalde olması gereken armut Ģeklinin, ters
armut Ģekline dönmesini sağlayacak düzeyde oluĢabilecek bir kemik
kaybının, cerrahi sonrası tekrar çıkıklara neden olabileceğini göstermiĢlerdir.
Gerber ve ark. deneysel olarak anterior glenoidde defektler yaratmıĢlar ve
bunların stabilite açısından sonuçlarını değerlendirmiĢlerdir. Buna göre
glenoid defektin boyu glenoidin en büyük çapından daha fazla olursa
humerus baĢının glenoidden çıkması için gerekli kuvvet %70 azalmaktadır
(67) (ġekil 7).
ġekil-7: X>r ise çıkık oluĢturacak kuvvet %70 azalır
12
Yine Gerber ve ark. (67) kapsüler tamir öncesi normal anatomiyi
sağlayabilmek için glenoid kavitesinin iliak kanattan alınan kemik grefti ile
yeniden rekonstrüksiyonunu önermiĢtir. Bigliani ve ark. (68) glenoid yüzeyinin
%25‘den fazlasının kaybı söz konusu olduğunda kemik rekonstrüksiyonu
yapılması gerektiğini savunmuĢtur. Burkhart ve ark. (66) ise inferior glenoidin
çapında %25‘den fazla kemik kaybı oluĢması durumunda ters armut Ģeklini
alacak glenoidler için bir çeĢit korakoid proçes transferi olan Latarjet
operasyonunu tavsiye etmiĢtir.
Son yıllarda yapılan birçok çalıĢmada tekrarlayan omuz instabilitesi olan
hastalardaki glenoid kemik kaybı hesaplanmaya çalıĢılmıĢ ve bunlara yönelik
tedavi yöntemleri öngörülmüĢtür. Ancak yapılan bu çalıĢmaların hiçbirinde
glenoiddeki kemik kaybı yüzölçüm olarak hesaplanmamıĢtı. Sugaya ve
ark.‘nın Bilgisayarlı Tomografiler (BT) üzerinde yaptığı çalıĢmada kemik
Bankart lezyonlarının ölçümü yapılmıĢ ancak kompresyon kırıkları sonucu
oluĢan defekte yönelik bir ölçüm yapılmamıĢtı (69). Bizim bilgisayar yardımı
ile yaptığımız bu ölçüm Ģekli ile ameliyat öncesi planlamada önemli bilgiler
elde edilebilir ve tedavi algoritmaları da buna göre Ģekillenebilir.
Glenoid Labrum
Glenoid konkavitesi glenoid kemik yüzeyin ve bunu örten kıkırdak-labrumun
birleĢmesi sonucu oluĢmuĢtur. Glenoid yüzeyi neredeyse düz bir eklem
yüzeyine sahiptir. Bu haliyle stabiliteye büyük bir katkısı olmayan glenoid,
ancak kıkırdak ve labrum sayesinde konkav bir yüzeye sahip olmuĢtur.
Cooper ve ark.‘nın (70) tanımlamasına göre; labrum glenoid eklem
kıkırdağına dar bir fibrokartilaj geçiĢ bölgesi ile bağlanan fibröz bir halkadır.
Labrumun kanlanmasının superior ve anterosuperior bölümlerde posterior ve
posterosuperior bölümlere göre daha az olduğunu göstermiĢlerdir. Bu
özelliğin de instabilite de etkili faktörlerden biri olduğu düĢünülebilir.
13
Labrumun önemli anatomik varyasyonlar gösterdiği bildirilmiĢtir. Glenoid
ekvatorunun üst bölümünde labrum sıklıkla gevĢek yapıĢmakta, oysa
ekvatorun alt bölümünde glenoid eklem kıkırdağına sıkıca yapıĢmaktadır.
Dolayısıyla ekvatorun alt bölümündeki labral ayrıĢmalar instabiliteye yol
açarken, ekvatorun üst bölümündeki gevĢek yapıĢmıĢ labrum normalin bir
varyantı olarak kabul edilmektedir (70). Biseps tendonunun uzun baĢı
superior labrum ile iç içe girerken, inferior glenohumeral bağ da inferior
labrum ile karıĢır (ġekil 8).
ġekil-8: Labrumun görünümü
Labrum glenohumeral eklemin stabilitesinde birkaç yolla etkilidir. Howell ve
Galinat (71) glenoid soketin derinliğinin yaklaĢık %50‘lik kısmını fibröz bir
yapı olan labrumun sağladığını göstermiĢlerdir. Labrumun stabilize edici
etkisini, yokuĢ aĢağı duran arabanın kaymasını engelleyen ―takoz-blok‖
Ģekline benzetmiĢlerdir. Labrum kapsüloligamantöz yapılar için tutunma
noktası olarak da iĢlev görür. Bunun yanı sıra labrum temas yüzeyini
artırarak yük taĢıyıcı bir etkiye de sahiptir. Vanderhooft ve ark.(72) rotator
manĢet kasılmaları sırasında labrumun belirgin derecede stabiliteyi artırıcı
etkisi olduğunu bunu da konkavite kompresyon mekanizmasıyla rotator
manĢetin humerus baĢını glenoide bastırması sonucu meydana getirdiğini
göstermiĢlerdir. Bankart lezyonu, rotator manĢet kasılması sırasında
14
meydana gelen konkavite kompresyon etkisini bozarak takoz-blok
mekanizmasını engeller.
Labrum lezyonları normal anatomik bir varyant olan Buford kompleksi
(labrumun anterosuperior kesiminin olmaması ve kalınlaĢmıĢ bir orta
glenohumeral bağ) ile karıĢtırılmamalıdır (ġekil 9).
ġekil-9: Buford Kompleksi
Glenoid Versiyonu
Glenoid versiyonu glenoid merkez çizgisinin skapular plan ile yaptığı açıdır.
Glenoid merkez çizgisi çoğunlukla skapular planın birkaç derece posteriorunu
iĢaret eder (ġekil 10).
15
ġekil-10: Skapulanın değiĢik planlardaki pozisyonu
Glenoid versiyonundaki değiĢiklikler net humerus kuvvetlerinin yönelimini de
değiĢtirerek skapulahumeral kasların kuvvetlerinin yöneliminde değiĢiklere
neden olur (ġekil 11).
ġekil-11: BozulmuĢ glenoid versiyonu ve bozulmuĢ eklem reaksiyon kuvveti
Glenoid versiyonu glenoid displazisi, kırıklar, glenoid osteotomisi ve glenoid
artroplastisi sonucunda değiĢikliğe uğrayabilir (73) (ġekil 12).
16
ġekil-12: Displazik glenoid
Ġstirahat pozisyonunda skapula ile göğüs duvarı arasında horizontal planda
anteriora doğru 30 derecelik açılanma, transvers plana göre ise superiora
doğru 3 derecelik açılanma ve sagittal planda öne doğru 20 derecelik
açılanma mevcuttur (74) (ġekil 13).
ġekil-13: Skapulanın anterior ve transvers plandaki duruĢu
Saha ve Basmajian (75, 76) glenoidin retreversiyonunu ortalama 5 derece
olarak bulmuĢlardır. Dias ve ark normal kiĢilerde ve tekrarlayan anterior
omuz çıkığı olan hastalarda glenoid versiyonu açısından farklılık
bulamamıĢtır (77). Dowdy ve O‘Driscoll (78) ameliyat sonrası rekürrens
görülen ve görülmeyen hastalar arasında radyografik olarak glenoid version
ölçümleri yapmıĢ ve minör farklılıklar tespit etmiĢtir.
17
Posterior instabilitesi olan hastalarda glenoid kenarında defekt görülme
sıklığı, normal ya da anterior instabilitesi olan hastalara göre daha fazladır
(43).
Skapula Pozisyonu
Glenohumeral eklemin en önemli özelliklerinden biri de glenoidin toraks
üzerindeki değiĢebilen pozisyonudur. Skapulanın bu duruĢu, glenohumeral
stabilite için gerekli pozisyonların sağlanmasında önemli unsurlardandır.
Sagittal torasik planda kolun 90 derece eleve olduğunu düĢünürsek; bu
pozisyon skapula protrakte veya retrakte pozisyonda sağlanabilir. Skapula
maksimum retrakte pozisyonda iken humerus glenoidin merkez çizgisine dik
hale gelir. Bu pozisyonda net humerus reaksiyon kuvveti posteriora doğru
yönlenir ve denge stabilite açısının içinde yer alamaz (50, 79, 80, 81, 82, 83)
(ġekil 14).
ġekil-14: Skapula pozisyonu ve net eklem reaksiyon kuvveti arasındaki iliĢki
18
Glenohumeral stabilitenin nöromusküler kontrolünde skapula pozisyonu ve
glenohumeral kasların koordinasyonlu çalıĢmasının önemli olduğu açıktır.
Adezyon-Kohezyon
Eklem sıvısı ile ıslanan eklem yüzeyinin, sıvının moleküler yakınlaĢma
özelliği ile bir arada tutunmasını sağlayan stabilizasyon mekanizmasıdır.
Klinik olarak bu kuvvetler glenohumeral stabiliteden minimal düzeyde
sorumlu statik sınırlayıcıdırlar ve çok az yüklenmeler altında etkili
olabilmektedir.
Eklem sıvısının kohezyonunu azaltan enflamatuar hastalıklarda, dejeneratif
hastalıklar ve kırıklar gibi durumlarda adhezyon kohezyon etkisi
azalmaktadır. Örnek olarak adhezyon-kohezyon kuvveti, polietilen ve metal
yüzeylerin mükemmel uyumu olmadığından omuz protezi olan bir kiĢide
stabilizasyonu sağlayamaz (84).
Negatif Eklem İçi Basınç
Normal omuzlarda çevre interstisiyel dokuların ozmotik basıncından dolayı
eklem içindeki sıvı eklem dıĢına çekilir ve böylece eklem içinde göreceli bir
vakum oluĢur. Eklem yüzeyleri birbirinden ayrılmak istendiğinde daha fazla
ayrıĢmayı engelleyen bir emme kuvveti oluĢur (85). Rotator manĢet
yetmezliğinde veya kapsülde yırtılmaya yol açan ve eklem hacmini arttıran
herhangi bir durum, negatif eklem içi basıncın kısıtlayıcı etkisini azaltacaktır.
Örneğin, bir rotator aralık defekti, kapsülde delinmeye yol açarak negatif
eklem içi basıncın vakum etkisini ortadan kaldıracaktır. Warner ve ark.‘nın
(86) glenohumeral eklemin havalanmasını sağlayan patolojik durumların
inferior subluksasyona neden olabileceği ile ilgili deneysel çalıĢmaları da
vardır. Habermeyer ve ark.‘nın (87) yaptıkları bir çalıĢmada Bankart lezyonu
varlığında eklem içi emme kuvvetinin azaldığını göstermiĢlerdir. Wuelker ve
ark. ise (88) eklem içi havalandırıldığında anterior, posterior ve inferior
19
planlarda artmıĢ yer değiĢtirme olduğunu göstermiĢler ayrıca anterior
translasyonunun da %55 arttığı bulunmuĢtur (89). Ancak bu sınırlayıcının
etkisi omuz abduksiyonu sırasında veya IGHL (inferior glenohumeral
ligaman), superior kapsül baskı altında olduğunda önemsiz düzeylere iner.
Sonuç olarak statik bir sınırlayıcı olarak düĢünüldüğünde negatif eklem içi
basınç ve adezyon kohezyon etkisi humerus baĢının translasyonunu
engelleyici faktörlerden biridir. Kapsül ve bağların baskı altında olmadığı orta
düzeydeki eklem pozisyonlarında etkili oldukları düĢünülebilir.
Kapsüloligamentöz Yapılar
Geleneksel olarak glenohumeral bağlar omuz eklemi kapsülünün
kalınlaĢmasından meydana gelen yapılar olarak tanımlanmıĢtır (74). Bu
yapıların tanımlamaları yıllar içinde yapılan cerrahi operasyonlar sırasındaki
klinik gözlemlere, kadavra çalıĢmalarına dayanmaktadır. Son zamanlarda
yapılan biyomekanik çalıĢmalar ile de fonksiyonları ortaya çıkarılmıĢtır.
Glenohumeral kapsül ince bir yapıdır ve 5 mm‘den az bir kalınlığa sahiptir
(90). Glenohumeral bağlar temel olarak kolun rotasyonu sırasında görev
yaparlar ve karĢılıklı olarak gevĢer ve gerginleĢirler. Böylece translasyon ve
rotasyonu kısıtlayıcı etkiye sahiptirler (91). Omuz rotasyon hareketinin orta
bölümünde bu yapılar göreceli olarak gevĢek olduğu sırada omuz stabilitesi
rotator manĢet ve biseps tendonunun konkavite kompresyon etkisiyle
sağlanır. Bu bağlar uç pozisyonlarda diğer sınırlayıcı faktörler yetersiz
kaldığında omuz stabilitesine katkıda bulunurlar. Bu durum özellikle bağ
rekonstrüksiyonu sırasında önemlidir ve hareketin orta bölümlerinde yapılan
bir gerginleĢtirme iĢlemi sonucunda rotasyon hareketi kısıtlanabilir. Hatta ileri
vakalarda posterior humerus subluksasyonuna ve artroza neden olunabilir
(92, 93, 94, 95, 96, 97).
20
Herbir glenohumeral bağın farklı ve önemli fonksiyonları vardır. Bu özellikler
o bağın orijin, insersiyo ve gerimine bağlı olarak farklılıklar gösterir. Fazla bağ
gerginliği oluĢtuğu zaman humerus baĢında mecburi translasyonlar oluĢabilir.
Bu durum, bağın gerginliği sonucu oluĢan kuvvetin konkavite kompresyon
mekanizmasını aĢması halinde görülebilir (ġekil 15).
Bu bilgiler ıĢığında, uç hareketler gerektiren sportif aktiviteler sırasında
glenohumeral translasyon oluĢtuğu tespit edilmiĢtir. Özellikle atıcılarda
posterior labral yırtıklar ve posterior glenoidde kalsifikasyonlara rastlanabilir.
Ayrıca zorunlu translasyonun sonucu olarak glenohumeral kapsülün aĢırı
sıkılaĢtırılmasının da zararlı olduğu ve kapsülorafi artropatisi denen ikincil bir
osteoartroza sebep olabileceği de ortaya çıkmıĢtır (44).
ġekil-15: Omuz çevresi bağlar (anterior görünüm)
Wolf ise glenohumeral bağların humerusa yapıĢma yerinden ayrıĢmasını
tarif etmiĢ ve bunu HAGL (Humeral avulsion of glenohumeral ligaments)
lezyonu olarak isimlendirmiĢtir (98).
Bu lezyon tipik olarak subskapularis kası seviyesinin hemen altında inferior
omuz poĢunda görülmektedir. Bu lezyona eĢlik eden patolojiler sıktır ve
genellikle rotator manĢet yırtıklarıdır. Bu yırtıkların da %90‘ından fazlasını
21
subskapularis yırtıkları oluĢturur (99). Kemik Bankart lezyonu benzeri olarak
HAGL lezyonu da kemik bir komponent barındırabilir ve buna BHAGL (bony
HAGL) denir. HAGL lezyonları cerrahi sırasında anatomik olarak tamir
edilmesi gereken bir patolojidir (ġekil 16).
ġekil-16: #1: HAGL
#2 + #1 : BHAGL (Bankart + HAGL)
#3: RHAGL (Ters HAGL)
Korakohumeral Bağ
Korakoid çıkıntının dorsolateralinden baĢlar ve 2 bant halinde ilerleyerek
kapsül ile karıĢır. Büyük tüberküle ve birkaç lifi ile de küçük tüberküle yapıĢır
(100). Korakohumeral bağ eklemin anterior kısmında biseps tendonu için bir
tünel oluĢturur ve böylece biseps tendonunun stabilitesine katkıda bulunur.
22
Supraspinatus kasının anterior sınırı ile subskapularis kasının superior
sınırları arasında kalan, medialde korakoid çıkıntı, lateralde biseps
tendonunun uzun baĢı ile sınırlanan ve tabanı kapsül tarafından döĢenmiĢ
alan rotator interval olarak adlandırılır ve bu bölümün çatısı korakohumeral
bağ tarafından güçlendirilmektedir (100). Ayrıca bu bağın adduksiyondaki
humerusun inferior translasyonunu engellediği düĢünülmektedir (101). Bu
bağ ayrıca inferior kısmında SGH (superior glenohumeral) bağ ile
birleĢmektedir (102) (ġekil 17).
ġekil-17: SGH bağ ve korakohumeral bağların biseps tendonu ile iliĢkisi
Superior Glenohumeral (SGH) Bağ
Superior glenohumeral (SGH) bağ biseps tendonunun uzun baĢının çevresini
anterior kısmından sarar ve bu yapı da rotator intervalinde içinde yer
almaktadır (100). SGH bağ KH bağın altında yer alır ve vakaların %90‘ında
saptanmaktadır. Burkart ve Debski (103) yaptıkları bir seri çalıĢmada SGH
bağın anterior yönde stabilite için önemli bir yapı olduğu sonucuna
varmıĢlardır. Warner ve ark. ise SGH bağın inferior stabilitede önemli rol
oynadığını ve rotator intervaldeki herhangi bir defektin de klinik ve deneysel
olarak instabiliteye yol açtığını saptamıĢlardır (104) (ġekil 18).
23
ġekil-18: Superior glenohumeral bağ
SGH bağ ve KH bağların adduksiyonda kolun dıĢ rotasyonunu ve inferior
translasyonunu kısıtlayıcı yapılar olduğu düĢünülebilir.
Orta Glenohumeral (OGH) Bağ
Orta glenohumeral (OGH) bağın orijini supraglenoid tüberkül ve labrum
anterosuperiorunda saat 1 ile 3 arasındaki bölgedir. Bundan dolayı SGH
bağın anatomisi ile benzerlik gösterir (105). Bununla birlikte OGH bağın lifleri
subskapularis tendon lifleri ile küçük tüberküldeki yapıĢma yerinin yaklaĢık 2
cm medialinde karıĢır (106). OGH bağ omuz bağları arasındaki en çok
varyasyon gösteren bağdır ve bu bağ toplumda yaklaĢık % 40 oranında
yoktur (107). Williams ve ark. (108) OGH bağın ―Buford Kompleksi‖ adını
verdikleri bir varyantını tarif ettiler. Bu kordon Ģeklindeki OGH bağ, biseps
tendonunun tabanına ve anterosuperior labruma yapıĢmasıyla beraber,
anterior labrumun olmaması ile karakterizedir. Bu lezyon Bankart lezyonu
görünümü verdiğinden bu hastalara Bankart tamiri yapıldığı takdirde omuz
hareketleri kısıtlanacaktır. Demirhan ve ark. omuzda instabiliteyle birlikte
seyreden bir Buford kompleksi vakası bildirmiĢlerdir (109) (ġekil 19).
24
ġekil-19: Orta glenohumeral bağ
OGH bağ 45 derece abduksiyonda, 10 derece ekstansiyonda ve dıĢ
rotasyonda gergin konumdadır. Bu yüzden kol 45 derece abduksiyonda
olduğunda bu bağın anterior stabiliteden primer sorumlu olduğu
düĢünülmüĢtür (106, 107). Sonuç olarak genel anlamda bu bağ 0-90 derece
arası abduksiyonda dıĢ rotasyonu kısıtlayıcı bir görev yapmaktadır.
İnferior Glenohumeral (IGH) Bağ Kompleksi
IGH bağ kompleksi labrumdan humerus boynuna uzanan hamak benzeri bir
yapı olup abduksiyon ve rotasyon hareketleri sırasında humerus baĢını
destekler (ġekil 20). O‘Brien ve ark.(110) yaptıkları çalıĢmalarda IGH bağ
kompleksinin 3 komponenti olduğunu belirtmiĢler ve bunların anterior bant,
posterior bant ve bunların arasında daha ince aksiller keseden oluĢtuğunu
bildirmiĢlerdir.
25
ġekil-20: ĠGH bağın hamak benzeri fonksiyonu
Abduksiyon sırasında bu kompleks humerus baĢının altına hareket eder ve
inferior translasyonu engeller. Kol iç rotasyona döndüğünde, kompleks
posteriora yer değiĢtirir. Kol dıĢ rotasyona döndüğünde ise kompleks
anteriora yer değiĢtirir ve böylece sırasıyla posterior ve anterior çıkıklar için
bariyer görevi görür. O‘Brien ve ark.‘nın (111) yaptığı baĢka bir biyomekanik
çaliĢmada ise omuzun 90 derece abduksiyonunda anteroposterior doğrultuda
stabiliteyi sağlayan birincil yapı olduğu tespit edilmiĢtir (ġekil 21).
IGH bağda oluĢan hasar anterior instabilite de önemli yer tutmaktadır. Omuz
instabilitesinin tedavisi ile ilgili ilk çalıĢmalarda bile bu bağın tamirinin
gerekliliği ile ilgili bölümler vardır. Omuz kapsülünü oluĢturan bütün yapıların
omuz instabilitesinde yeri olmasına karĢın IGH bağ kompleksinde oluĢan
hasarlar anterior omuz instabilitesinin patofizyolojisinde önemli yer
tutmaktadır. Yapılan deneysel çalıĢmalarda IGH bağın anterior bandında
oluĢan hasar gençlerde glenoide tutunma yerinde olurken yaĢlılarda ise
bağın orta kısmında görülmektedir (112, 113).
Ayrıca yine yapılan deneysel çalıĢmalar ilk kez çıkmıĢ omuzlarda bağların az
miktarda geri dönüĢsüz uzamaya uğradığı, bu yüzden tedavide Bankart
tamiri ile birlikte kapsül plikasyonuna gerek olmadığını düĢündürmektedir
26
(103). Bununla birlikte tekrarlayan omuz çıkığı olan hastalarda IGH bağın
anterior bandında kalıcı uzama meydana geldiği tedavi açısından önemlidir.
ġekil-21: Ġnferior glenohumeral bağ kompleksi ve kadavra görüntüsü
Klasik Bankart lezyonu, anterior inferior glenohumeral bağ ve labral
kompleksin, skapulanın anterior kenarından, skapula periostunun
yırtılmasıyla beraber avülsiyonudur (14). Neviaser (114) ise subakut anterior
omuz dislokasyonlarında gözlemlediği anterior labroligamantöz periostal
sıyrılma avülsiyon (ALPSA) lezyonunu tarif etti. Bu lezyon klasik Bankart
lezyonundan farklıdır, çünkü skapula önündeki periost yırtılmamıĢ ancak
glenoidin ön boynundan sıyrılarak öne düĢmüĢtür. Bir diğer lezyon ise
kemiksel Bankart lezyonudur. Bu lezyonda anterior glenoid kenar avülsiyon
fraktürü geliĢmiĢ ve kapsüloligamentöz-labral kompleks skapula boynundan
ayrılmıĢtır.
Rotator Manşetin Dinamik Etkisi
Klinik deneyimler göstermiĢtir ki statik stabilizörler dinamik stabilizörler kadar
glenohumeral stabilite de etkin değildirler. Rotator manĢet ve biseps tendonu
gibi yapıların aktif kasılmaları ile dinamik stabilizasyon iki Ģekilde
sağlanabilmektedir.
27
Birincisi rotator manĢet kaslarının koordineli kasılması sonucu eklem
kompresyonu sağlanır. Lippitt ve ark. (115) tarafından tanımlanan konkavite-
kompresyon konseptine göre rotator manĢet ve biseps tendonu kasıldığı
zaman konveks yapıdaki humerus baĢını glenoid-labrum eklem kompleksine
doğru bastırıcı bir kuvvet oluĢur. Özellikle baĢ üzeri aktiviteler sırasında bu
mekanizma stabilite açısından çok önemlidir. Ayrıca yapılan çalıĢmalarda
labrumda oluĢan bir defektin stabiliteyi önemli ölçüde azalttığı gösterilmiĢtir
(72). Bu da statik ve dinamik faktörlerin birlikte dengeli çalıĢması gerektiğine
güzel bir örnektir. Ġkinci olarak da glenohumeral bağların rotator manĢet
kaslarına doğrudan yapıĢmaları ile dinamizasyonları sağlanmıĢ olur.
Rotator manĢet kaslarının her birinin glenohumeral stabilitenin
sağlanmasında çok önemli görevleri vardır. Blasier ve ark. (116) yaptıkları bir
biyomekanik çalıĢmasında rotator manĢet kaslarından herhangi birinin
çıkarılması durumunda stabilitede önemli düĢüĢ olduğunu saptamıĢlardır.
Labriola ve ark. da glenohumeral eklem anatomik pozisyonundayken bütün
rotator manĢet kaslarının aynı derecede stabiliteye etkili olduğunu
göstermiĢler ancak uç pozisyonlarda subskapularis kasının en az stabiliteye
katkıda bulunduğunu göstermiĢtir (117).
Rotator manĢet yırtıkları abduksiyon sırasında humerus baĢında superior
translasyona neden olabilir (118). Bu durumda manĢet kaslarının birlikte
kasılması sonucu humerus baĢının glenoid içinde yerleĢik kalmasının önemi
ortaya çıkmaktadır. Çünkü sağlam bir omuzda deltoid kasının humerus
baĢını yukarı doğru yer değiĢtirmeye yönelik etkisi supraspinatus kasının
aĢağı bastırıcı etkisi ile karĢılanmaya çalıĢılmaktadır (ġekil 22). Ancak
supraspinatustaki bir defekt bu etkiyi ortadan kaldırır (44). YaĢa bağlı
yıpranma nedeniyle 40 yaĢ üzeri oluĢan çıkıklarda rotator manĢette yırtık
oluĢması sıklıkla karĢılaĢılaĢılan bir durumdur (120).
28
ġekil-22: Rotator manĢetin kompresif etkisi
Bu bulgular göz önüne alındığında rotator manĢet kuvvetlendirici egzersizler
sayesinde yetersiz olan kas grubu güçlendirilebilir ve omuz hareketleri
sırasında humerus baĢının translasyonu sınırlanabilir (121).
Ayrıca Ferrari ve ark. (107) rotator manĢet tendonlarının kapsüloligamentöz
yapılara doğrudan yapıĢtıklarını gösterdiler. Böylece aktif omuz hareketleri,
kapsül ve bağları dinamize ederek bağların ve kapsülün gevĢek durumda
olduğu rotasyon hareketinin orta kısmında önemli bir stabilizasyon faktorü
haline gelmesini sağlar.
Biseps Tendon Uzun Başı
Biseps tendon uzun baĢı supraglenoid tüberküle yapıĢmadan önce eklem içi
bir pozisyonda yer alır ve birincil stabilizan faktörlerin yetersiz olduğu
durumlarda ikincil bir stabilizan faktör olarak görev yapmaktadır (122) (ġekil
23). Biseps tendonunun dinamik stabilizasyonda rolü olduğuna iliĢkin pek çok
yayın çıkmıĢtır. Bunlardan Rodosky ve ark.‘nın (123) yaptığı çalıĢmada
fırlatmanın geç ―cocking‖ fazında biseps tendonunun kasılması ile humerus
baĢının anterior translasyonu belirgin düzeyde azalmaktadır. Bütün bunlar
29
göz önüne alındığında, rotator manĢet yetersizliği olan hastalarda,
hipertrofiye olmuĢ biseps tendonuna rastlanma sıklığı ve atıcılarda superior
labrum lezyonlarına rastlanma nedenleri de açıklanabilir (124, 125).
ġekil-23: Biseps tendon uzun baĢı
Skapulotorasik Hareket
Glenohumeral hareket ve stabilitenin dengeli olabilmesi için glenohumeral ve
skapulotorasik eklemler normal ve koordineli bir Ģekilde fonksiyon
görmelidirler. Bireysel değiĢmeler göstermekle birlikte normal
skapulahumeral hareket ritmi iliĢkisinde her 1 derecelik skapulotorasik
harekete karĢılık 2 derecelik glenohumeral hareket olmaktadır (ġekil 24).
30
ġekil-24: Skapulotorasik ritim
Klinik ve radyolojik çalıĢmalar omuz instabilitesi olan hastalarda anormal
skapulotorasik hareket olabileceğini gösterdi (83). Ayrıca EMG çalıĢmaları
tekrarlayan baĢ üzeri aktivitelerde serratus anterior ve trapeziusta yorulma
olabileceğini ve bunun da skapulatorasik kontrolü güçleĢtirebileceğini
gösterdi (126).
Skapulotorasik disfonksiyonun glenohumeral eklem hareketinin
biyomekaniğinde bir çok etkileri vardır. Birinci olarak glenohumeral rotasyon
sırasında skapula yeterince rotasyon yapamazsa, glenoid humerus baĢının
rotasyonunu yapabileceği stabil bir platform oluĢturamayacak ve
glenohumeral bağlarda gerilme artacaktır. Ġkinci olarak kanat skapula
geliĢince omuz öne fleksiyon sırasında yukarı yükselen büyük tüberküle göre
korakoakromial arkı aĢağı düĢecek ve bu da non outlet (çıkıĢı kapatmayan)
sıkıĢmaya yol açacaktır (83). Dolayısıyla uzun torasik sinir felci sonucu
oluĢan kanat skapulaya sekonder oluĢan instabilite ile primer omuz
instabilitesini ayırdetmek gerekmektedir.
31
Propriosepsiyon
Eklem pozisyonunu ve eklem hareketlerini algılamaya propriosepsiyon denir.
Lephart ve ark. (66) ve Blasier ve ark. (60) yaptıkları çalıĢmalarda omuz
eklemi rotasyonları sırasında bağlarda meydana gelen basınç ve gerilmeyle
bu kapsüloligamentöz mekanoreseptörlerin uyarıldıklarını ve eklem çevresi
kasların refleks olarak kasılmalarına ve bunun da humerusun glenoid
üzerinde ani hızlanma ve yavaĢlamayı kontrol ettiğini belirttiler. Dolayısıyla,
omuz kapsülü ve ligamanlar sadece statik olarak eklem hareketlerini kontrol
etmeyip, aynı zamanda rotator manĢet ve biseps tendonunun refleks kas
kontrolü için elektriksel sinyal taĢınmasını sağlamaktadırlar. Böylece, eklemi
aĢırı rotasyon ve translasyonlardan koruyarak, yumuĢak doku yaralanmaları
ve instabiliteden korumaktadır.
Propriosepsiyondaki defisitlerin mi instabiliteye yol açtığı yoksa instabilitenin
mi proprioseptif kapasiteyi azalttığı tam olarak anlaĢılamamıĢtır. Bununla
birlikte Lephart ve ark. (66) instabil omuzlarda propriosepsionda anlamlı
eksiklik geliĢtiğini ve instabilitenin cerrahi tamirinin normal propriosepsiyonu
tekrar sağladığını bildirdiler.
1.3-Omuz İnstabilite Sınıflaması
Doğru patolojiyi doğru Ģekilde tedavi etmek için omuz çıkıklarının
sınıflamasını tam olarak yapmak gereklidir. Omuz instabilitesi için birçok
sınıflama olmakla birlikte en sık kullanılanı O‘Brien ve ark.‘nın yaptıkları
sınıflamadır. O‘Brien ve ark.‘nın yaptığı sınıflama instabilitenin derecesine,
görülme sıklığına, yönüne ve etyolojisine göre 4‘e ayrılmıĢtır (110).
1- Ġnstabilitenin Derecesi: Tam çıkık, eklem yüzlerinin tam olarak ayrıĢması
ile tanımlanır. Subluksasyon ise tam çıkık meydana gelmeden humerus
baĢının glenoid üzerinde aĢırı translasyonu ile semptomatik bir instabilite
oluĢmasıdır. Genellikle glenohumeral subluksasyonda humerus baĢı
32
kendiliğinden glenoid kavite içine döner. Rowe ve Zarins‘in anterior omuz
subluksasyonlu hastalar üzerinde yaptıkları bir çalıĢmada vakaların %87‘sinin
travmatik olduğu saptanmıĢ ve %50‘sinden fazlasının omuzlarının instabil
olduğundan haberi olmadığı gözlenmiĢtir (127). Ayrıca tekrarlayan
subluksasyonlar glenohumeral çıkıklar ile birlikte olabileceği gibi çıkıklar
sonucunda da olmaya baĢlamıĢ olabilir.
2- Çıkığın yönü: Omuz çıkıkları bütün vücut çıkıklarının %45‘i olup bunların
da %85‘i anterior yönedir (1, 2). Bunun dıĢında posterior ve inferior çıkıklara
da rastlanır.
3- Görülme Sıklığı: Ġnstabiliteler, oluĢma sıklığına göre akut ve kronik olarak
ikiye ayrılır. Akut dönem, ilk çıkıktan saatler veya günler sonra kendini
gösteren bir instabilite olarak tanımlanabilir. Bunun dıĢındaki çıkıklar kronik
olarak tanımlanır. Eğer omuz çıkığı bir çok sefer meydana gelmiĢ ve instabil
ise buna da rekürren (tekrarlayan) omuz çıkığı denmektedir. Diğer bir durum
ise kilitli çıkıktır. Humerus baĢı glenoid kenarında sıkıĢmıĢ olarak yer alır.
Genellikle tanısı atlanmıĢ posterior omuz çıkıklarında görülür (61, 128).
4- Etyoloji: Etyolojiye göre, instabiliteler travmatik, atravmatik, mikrotravmatik,
nöromusküler ve doğuĢtan olmak üzere beĢ gruba ayrılır.
Rowe, 500 gleonohumeral çıkık üzerinde yaptığı çalıĢmada, %96‘sının
travmatik (major travma sonucu), %4‖ünün atravmatik olduğunu saptamıĢtır
(129). Thomas ve Matsen de TUBS ve AMBRI terimlerini kullanmıĢ ve
tekrarlayan omuz çıkığı olan hastaların çoğunu bu 2 gruptan birine dahil
etmiĢlerdir (130). TUBS, travmatik, tek yönlü olan, beraberinde Bankart
lezyonu bulunan ve ameliyatla tedavi edilen instabiliteleri tanımlar. AMBRI ise
atravmatik, çok yönlü, iki taraflı olan, sıklıkla rehabilitasyona yanıt veren,
ancak zaman zaman inferior kapsüler kaydırma ve rotator interval kapatma
iĢlemlerini gerektiren instabiliteleri kapsar.
33
Atravmatik instabilitesi olan hastaların bir bölümü, omuzlarını istemli olarak
çıkarabilmektedirler. Çıkıklar, genellikle çok yönlü veya arkaya, nadiren de
öne olur. Rowe ve ark. omuzlarını istemli olarak çıkaran hastalarda
psikiyatrik sorunlar bulunduğunu; bu hastaların omuzlarını ikincil bir kazanç
için çıkardıklarını belirtmiĢtir (131). Psikiyatrik sorunları giderilmedikçe bu
hastalar cerrahi tedaviden fayda göremezler (131, 132). Öte yandan istemli
instabilitesi olan hastaların çoğunda psikolojik bozukluk yoktur. Bu hastalar
instabiliteyi omuzlarını subluksasyona sebep olan pozisyona getirerek
gösterirler. Bu tür pozisyonel tipte istemli instabiliteler cerrahi tedaviden fayda
görürler. Atravmatik instabilitesi olan hastaların bir alt grubunu da, omuzlarını
bilinçsiz olarak, selektif kas kontraksiyonuyla çıkaran hastalar oluĢturur ve bu
hastalar ―biofeedback‖ tedavi tekniklerinden fayda görebilirler (133).
Ġstem dıĢı instabiliteli hastalarda omuz, aktivite sırasında veya uykuda küçük
bir hareketle çıkar. Bu gruptaki hastalar omuzlarının hangi hareketlerle
çıktığını bilir ve bu durumdan endiĢe ettikleri için çıkığa neden olacak
herhangi bir hareketten kaçınırlar. Bu hastalarda da cerrahi tedavi baĢarılıdır
(134, 135).
Bunların dıĢında Neer tekrarlayan mikrotravmalarla oluĢan instabiliteyi
tanımlamıĢtır. Özellikle bu tip instabiliteye baĢ üzeri tekrarlayıcı hareket
yapan kiĢilerde rastlanmaktadır (136). Bu özel hasta grubundaki instabilite
Ģikayetleri, IGH bağda tekrarlayan gerilmeler sonucu geri dönüĢsüz uzama
ile ortaya çıkar. Subluksasyonlularda olduğu gibi bu kiĢilerde de altta yatan
bir instabilite hikayesi olmadan ağrı oluĢmaktadır. Eğer sıkıĢma belirtileri
varsa, bunların nedeni korakoakromiyal arkta oluĢan gerçek sıkıĢmadan çok,
instabilite nedeniyle bozulmuĢ olan omuz biyomekaniğidir (137, 138). Bu tip
instabiliteli hastalar, genellikle ön ve alt kapsüloligamentöz yapıların
tekrarlayan aĢırı gerilmelerden etkilendiği, hırslı atıcı veya yüzücü
sporculardır. Bu hastalarda sıklıkla doğuĢtan hiperlaksiteye rastlanır (139,
140). Aslında, bu grup hastaların baĢarılı olmasında hiperlaksitenin rolü
vardır. Genel prensip olarak hiperlaksite patolojik bir durum değildir fakat
34
omuz problemleri açısından risk oluĢturmaktadır ve patolojik instabilite ile
beraberlik gösterebilir. Bu yüzden bu tip hastalarda travmadan sonra
instabilite geliĢme riski de yüksektir.
O‘Driscoll ve Evans anterior omuz instabilitesi nedeniyle ameliyat edilmiĢ
hastaların %24‘ünde aile hikayesine rastlamıĢlardır. Pozitif aile hikayesi
olması ve iki taraflı tutulumlar ile ilgili yayınlar sonucunda yapısal faktörlerin
de omuz çıkıklarında etkili olduğu düĢünülmektedir (141).
Son olarak, felç, Erb paralizisi, serebral palsi, brakial pleksus hasarı gibi
nörolojik durumlarda ve glenoid displazisi, Ehlers-Danlos sendromu gibi
hiperlaksite ile karakterli konjenital durumlarda da instabiliteye rastlanabilir
(141).
1.4-Patofizyoloji
Önceki bölümlerde açıklandığı gibi birçok faktör omuz instabilitesinin
patogenezinde etkili olmaktadır. Kapsülde veya kapsüler bağlarda
histopatolojik değiĢikliklerle oluĢan bir hasar omuz instabilitesine yol
açabilmektedir.
Etyolojiye göre travmatik olarak belirlenen ve cerrahi gerektiren grupta
patoloji, Bankart lezyonu, kapsül gevĢekliği veya yırtığı olabilir. Tek yönlü
instabilitede bu yönlerden birine instabilite varken, AMBRI‘de bağlardaki
laksiteye bağlı olarak her yöne olabilir. Bir omuzun hiperlaks olarak
tanımlanabilmesi için muayene eden kiĢi tarafından omuzun anterior veya
posteriora doğru kolaylıkla glenoid yuvasından sublukse edilebilmesi ve
inferiora doğru bastırınca oluk iĢaretinin oluĢması gereklidir.
Imazato çalıĢmalarında gevĢek omuza sahip hastaların kapsüllerinin
göreceli olarak daha az geliĢmiĢ, daha çözünebilen ve daha az çapraz
bağlara sahip bir kollajen yapısına sahip olduğunu göstermiĢtir (142).
Bununla birlikte bir omuzun hiperlaks olması aynı zamanda omuz ağrısı
35
geliĢmesi ve instabilite geliĢmesi için risk faktörüdür. Böyle bir kiĢinin makro
travma geçirmesi bariz bir oluk iĢareti oluĢturan bir instabiliye yol açabilir.
Kapsüler laksite daha önce de açıklandığı gibi glenohumeral eklemin geniĢ
bir hareket açıklığına sahip olması için ön koĢuldur. Asemptomatik hastaların
omuzları geniĢ rotasyonel ve translasyonel hareketler açısından semptomatik
instabilitesi olan hastalar ile karĢılaĢtırılabilecek düzeyde harekete sahiptirler
(92). Genel kapsül gevĢekliğinde instabilite nedenini (travmatik, atravmatik)
ortaya koymak, yönünü belirlemek kadar önemlidir (132). Bu ölçütlere
dayanarak cerrahi tekniğin Ģekline karar verilir. Anterior kapsül instabilitesinin
tedavisi için yapılan Bankart tamiri ve anterior kapsül plikasyonu, bu tip
instabiliteli hastalarda eĢlik eden inferior ve posterior instabiliteleri tedavi
etmez. Ayrıca, asimetrik aĢırı kapsül germe iĢlemi zorunlu translasyon
mekanizması ile diğer tarafa doğru subluksasyona neden olabilir (143, 144).
Glenoide karĢıdan bakıldığı zaman glenoidde armut görüntüsü olduğu
görülmektedir. Ġnferior kısmın daha geniĢ çapa sahip olması stabilitenin
sağlanması açısından kritik öneme sahiptir. Tekrarlayan omuz
instabilitesinden sorumlu nedenlerden birisi de bu armut görünümünün ters
armut Ģeklini almasıdır. Bu ancak büyük bir kemik Bankart lezyonu sayesinde
ya da kemik lezyonu bulundurmayan ama glenoidde belirgin kompresyon
yaratmıĢ bir Bankart lezyonu sayesinde oluĢabilir.
Bunun yanında humerus baĢında baskı sonucu oluĢan Hill Sachs veya ters
Hill Sachs lezyonu, subskapularis tendonunda incelme, kapsüler yırtık,
glenohumeral bağların humerustan ayrılması (HAGL) da omuz instabilitesine
yol açabilecek diğer nedenlerdendir.
Bu lezyonlardan Hill-Sachs ve ters Hill-Sachs lezyonları daha önce de
açıklandığı gibi anterior ve posterior çıkıklar sırasında humerus baĢında
oluĢan çökme kırıklarıdır. Artroskopi yapıldığı sırada anterior tekrarlayan
instabilitesi olan hastalardan %100‘e varan oranlarda bu lezyona
36
rastlanmıĢtır. Hill-Sachs lezyonu, humerus baĢı eklem yüzeyinin %30‘undan
fazlasını kapsadığı zaman, kapsüler tamir yapılsa bile tekrarlayan omuz
instabilitesine yol açabilmektedir (66).
Halen geçerli olan görüĢe göre, humerus baĢı glenoid kenarından atladıkça
glenoid kenarı düzleĢir ve translasyona izin vererek daha az etkili olmaya
baĢlar. Buna ek olarak normal nöromusküler kontrol de yetersiz kalırsa
humerus baĢını yerinde tutan geri bildirim mekanizmaları da çalıĢamaz.
Böylece eklem kısır bir döngünün içine girerek glenoid konkavitesinde kayba
ve nöromusküler yetersizliğe yol açar ve bu durumda da daha fazla instabilite
geliĢir.
1.5-Hastanın Değerlendirilmesi
Glenohumeral instabilite düĢünülen hastanın değerlendirilmesinde dikkatli
alınmıĢ anamnez ve fizik muayene çok önemlidir. Akut glenohumeral çıkık ile
acil servise baĢvurmuĢ bir hastanın tanısı çekilen grafilerle koyulabilir. Ancak
instabilite periodları arasındaki dönemde gelen vakalarda hikaye ve fizik
muayene çok önem kazanmaktadır.
1.5.1-Hikaye
Semptomların baĢlangıcının dikkatli bir Ģekilde araĢtırılması doğru teĢhis ve
sınıflandırma için çok önemlidir. Ġlk çıkık sırasında minör (top fırlatma veya
yüzme) ya da majör bir travma mı olduğu (temas sporları sırasında çarpıĢma)
veya tekrarlayıcı bir travma sonucu ya da hiç travma olmaksızın meydana
geldiği araĢtırılmalıdır. Bunun yanında ilk yaralanmanın derecesi de göz
önünde bulundurulmalıdır. Redüksiyon gerektiren bir çıkık mı oluĢtu, yoksa
geçici bir subluksasyonda olduğu gibi kendiliğinden mi redüksiyon sağlandığı
öğrenilmelidir. Eğer kilitli bir çıkık oluĢmuĢ ve redükte edilmiĢse bu çıkık
sırasında çekilmiĢ olan grafiler değerlendirilmelidir. Eğer tekrarlayan bir çıkık
söz konusu ise bu durumda da mutlaka çıkık dönemleri sorgulanmalı ve tam
37
çıkık-subluksasyon sayısı öğrenilmelidir. Ġlk çıkık sırasında grafi
çekilmemiĢse instabilitenin yönünü belirlemede çıkık esnasında kolun
pozisyonu ve kola gelen kuvvetlerin yönü faydalı olacaktır. Abduksiyon, dıĢ
rotasyon ve ekstansiyon sırasında ağrı ve korkutmanın pozitif olması
instabilitenin anterior yöne olduğunu düĢündürmelidir. Adduksiyon, fleksiyon
ve internal rotasyon sırasında semptomların artması posterior instabiliteyi
düĢündürmelidir.
Hastanın omuzuyla ilgili daha önceden aldığı tedaviler de soruĢturulmalıdır.
Çıkık sonrası tedavi Ģekli ve süresi ayrıca kolun immobilizasyonunun
pozisyonu, daha önce uygulanmıĢ rehabilitasyonun Ģekli öğrenilmelidir.
Bunlarla birlikte daha önce uygulanan cerrahi uygulamalar sorgulanmalıdır.
Ġnstabilitenin yönünün cerrahi sonrasında değiĢip değiĢmediği
değerlendirilmelidir. AĢırı sıkı bir anterior tamirden sonra daha önceden
anteriora çıkan bir omuz posteriora sublukse olmaya baĢlamıĢ olabilir.
Ġnstabilitesi olan hastalar sıklıkla omuzlarının ―dıĢarı çıkıp tekrar içeri
girdiğini‖ ifade ederler. Bu subluksasyon hissinden sonra tekrar redükte
olduğunun hissinin olması glenohumeral instabilite tanısının kuvvetli bir
delilidir. Bazı hastalarda ise asıl Ģikayet ağrıdır ve instabilite hissinden daha
fazla rahatsızlık verebilir. Sıklıkla ağrı Ģikayeti akut çıkık dönemleri sırasında
ve ondan sonraki birkaç gün içinde vardır. Bazı hastalar ise kolun özel
pozisyonlarında ve aktivitelerinde ağrı duyarlar. Bir üçüncü grupta ise sabit
bir ağrı Ģikayeti vardır.
Örneğin baĢ üzeri aktivite yapan kiĢilerde (cirit, beyzbol) fırlatmanın gerilme
fazında oluĢan Ģikayetler anterior instabiliteyi, fırlatma sonrası pozisyonda
oluĢan Ģikayetler posterior subluksasyonu gösterir. Kol adduksiyonda iken
ağrı bir eĢya taĢırken semptomları olan hastada inferior instabilite
komponentini de düĢündürür.
38
Klik veya hoplama (clicking, popping) gibi semptomlar glenohumeral
instabiliteyi düĢündürür ancak bu semptomlar superior labrum lezyonları gibi
durumlarda da oluĢabilir. Hastanın nörolojik Ģikayetleri ön planda olduğu
zaman ayırıcı tanıda servikal radikülopati, brakial pleksus yaralanmaları ve
torasik outlet sendromu da düĢünülmelidir.
Özellikle cerrahi tedavi planlanan hastaların semptomları, aktivite seviyeleri
göz önünde bulundurulmalıdır. Daha az Ģikayetleri olan ve sadece bazı
sportif aktiviteleri sırasında semptomları ortaya çıkan hastalar, cerrahi tedavi
yerine aktivite modifikasyonunu tercih edebilirler.
Son olarak da instabilite değerlendirilerken istemli kontrolün var olup
olmadığı araĢtırılmalıdır. Ġstemli davranıĢın ortaya çıkarılması uygun tedavi
planını etkileyecektir.
1.5.2-Fizik Muayene
Genel Prensipler
Fizik muayenenin esas amacı, varolan instabilitenin yönünü tayin etmektir.
Omuz instabilitesi ile ilgili spesifik testlerden önce, hastanın genel olarak
izlenimi, inspeksiyonu, palpasyonu, hareket aralığı, kuvvet muayenesi ve
nörolojik muayenesi yapılmalıdır.
Ġnspeksiyon sırasında kollajen doku hastalıkları açısından cilde dikkat
edilmelidir. Ġnspeksiyon, deltoid atrofisini (aksiler sinir yaralanması), rotator
manĢet atrofisini (rotator manĢet yırtıkları) veya korakobrakialis/biseps brakii
(muskulokutanöz sinir felci) atrofisini ortaya çıkarır. Ġnstabilite semptomları
olan sporcularda (voleybolcu, atıcı) supraskapular sinir sıkıĢmasına bağlı
infraspinatus atrofisi az değildir. Ġnspeksiyon sırasında anterior ve posterior
subluksasyonu veya sekonder sıkıĢma sırasında olabilecek kanat skapula da
ortaya çıkabilir (serratus anterior felci). Ayrıca çok yönlü instabilitesi olan
hastalarda sulcus (oluk) iĢaretine dikkat edilmelidir. Bu tür hastalarda
39
humerus baĢının inferiora çıkığına bağlı akromionun lateral kenarında
belirgin bir çökme görülür.
Palpasyon sırasında omuz kemeri üzerindeki hassasiyetler tespit edilmelidir.
Örneğin anterior subluksasyonu olan hastalarda posterior kapsül üzerinde
hassasiyet vardır.
Eklemin hareket aralığı muayene edilmeli ve kaydedilmelidir. Hastanın en
rahat olduğu pozisyonda, total elevasyona, iç rotasyona, addüksiyon ve 90o
abdüksiyonda dıĢ rotasyona bakılır. Aktif hareketlere her zaman bakılmalıdır.
Pasif hareketlere ise aktif hareketler kısıtlı olduğu zaman bakılmalıdır. Aktif
hareket aralığına bakar iken aynı zamanda kuvvet muayenesi de yapılır.
Bu noktada, hastada genel bir ligamentöz laksite gözlenebilir (ör. diz veya
dirsek hiperekstansiyonu). Elde ikinci metakarpofalangeal ekstansiyonun
90o‘den fazla olması, elbileği fleksiyonda iken birinci parmağın
hiperabdüksiyonu ligamentöz laksite için spesifik testlerdir. 1.parmak önkola
değerse test pozitif sayılır (ġekil 25, 26).
ġekil-25: Hiperlaksite testleri
40
ġekil-26: Genel vücut laksitesinin görünümü
Omuz stabilitesini test ederken ana prensip, teĢhisi teyid etmek için stabiliteyi
zorlayarak hastanın Ģikayetlerini ortaya çıkarmaktır. Belli baĢlı instabilite
testlerinin tarifi aĢağıda yapılmıĢtır.
Oluk işareti (Sulcus sign):
Oluk iĢaretinin amacı inferior laksite olup olmadığını ortaya çıkarmaktır. AĢırı
instabilitesi olanlarda oturur pozisyondayken bile akromionun posterior
bölümünde oluk görülebilmektedir. Çoğu vakalarda traksiyon uygulamak
gerekmektedir. Distal humerus çevresinden tutarak, kolun longitudinal ekseni
boyunca inferior yönde çekilir ve bu esnada humerus baĢı ile akromion
arasında mesafe gözlenir. Sıklıkla, oluk üzerine baĢparmak konarak
bastırmakla humerus baĢındaki depresyonu hissetmek faydalı olmaktadır
(ġekil 27).
41
ġekil-27: Oluk iĢareti (klinik ve radyolojik olarak)
Yüklenme ve Kaydırma Testi (Load and Shift test)
Yüklenme ve kaydırma testinin amacı humerus baĢında posteroanterior
yönde klinik olarak anlamlı translasyon olup olmadığı ve bu translasyonun
hastanın semptomlarını ortaya çıkarıp çıkarmadığıdır. Hasta hem oturur
pozisyonda hemde supin pozisyonda muayene edilebilir.
Ġlk önce humerus baĢı, glenoid çevresinde hareket ettirilir ve glenoid fossa
içine itilir, böylece daha önce varolan herhangi bir subluksasyon redükte
edilmiĢ olur (yüklenme hali). Daha sonra humerus baĢı öne ve arkaya
hareket ettirilir (kaydırma hali) (ġekil 28).
42
ġekil-28: Yüklenme ve kaydırma sırasındaki muhtemel görüntü
Silliman ve Hawkins testi mesafe veya yüzde ile değil de bir klinik
derecelendirme sistemine göre rapor etmenin daha uygun olacağını bildirdiler
(65) (ġekil29).
ġekil-29: Humerus baĢının kayma miktarına göre sınıflama
Tam ve doğru bir derecelendirme yapabilmek için hastanın mutlaka tam
gevĢemiĢ olması gerekir. Multidireksiyonel instabilitesi olan hastalarda
anestezi altında sıklıkla grade II veya III instabilite vardır.
Korkutma Testi (Apprehension test)
Humerus baĢının subluksasyona zorlanması sırasında hastanın korkması ve
buna bağlı yüzünde korku ifadesinin olması teste adını verir.
Korkutma testi oturur pozisyonda ve hasta supin yatar pozisyonda yapılabilir.
Ayrıca korkutma testi 30o, 60o ve 90o abdüksiyon aralıklarında test edilebilir,
43
böylece bu abdüksiyon aralıklarında primer kısıtlayıcı olan ligamanlarda test
edilmiĢ olur. Supin pozisyonda yatağın kenarı dayanak noktası olarak
kullanılarak humerus baĢı öne manivela edilir. Bir elle dirsek tutulurken kol
90o abdüksiyona ve dıĢ rotasyona getirilmeye baĢlanır. Diğer elin
baĢparmağı humerus baĢını arkadan iterken, diğer parmaklar önden ani
geliĢebilecek instabiliteye karĢı destek olurlar. Hastanın daha fazla kuvvetle
omzunun diskole olacağını hissetmesi ve bunu bir korku ifadesiyle belirtmesi
testin pozitif olduğunu gösterir (ġekil 30).
ġekil-30: Korkutma testi
Yerine koyma Testi (Relocation test) (Fowler arazı)
Korkutma testini yorumlamak zor olabilir çünkü abdüksiyon ve dıĢ rotasyonda
sıkıĢma (impingement) sendromunda da ağrı olabilir. Yerine koyma testi,
instabiliteyle, sıkıĢmayı birbirinden ayırt etmede yardımcıdır (ġekil 31).
Kol abdüksiyon ve dıĢ rotasyondayken, humerus baĢı arkaya ittirilir ve
böylece korkma (apprehension) ortadan kalkar ve omuz daha fazla dıĢ
rotasyona gelebilir. Korkmanın (apprehension) veya ağrının geçmesi yerine
koyma testinin pozitif olduğunu gösterir.
44
ġekil-31: Yerine koyma testi
Posterior İnstabilite için Testler
Tekrarlayan posterior instabilitesi olan hastalar, aktif olarak kollarını rotasyon
ve öne fleksiyona getirdiklerinde instabilite ortaya çıkarabilirler. Bu hastalarda
korkma (apprehension) olmaz çünkü subluksasyon sıklıkla ağrısızdır.
Posterior instabilite için özel bir test olan ―Jerk testi‖ tarif edilmiĢtir. Bu testte,
kol 90o öne fleksion ve iç rotasyondayken aksiyel yüklenme yapılmaktadır.
Humerus baĢı glenoid‘in arkasına kayınca ani bir atlama hissedilmektedir
(ġekil 32).
ġekil-32: Jerk testi
45
1.6-Tedavi Şekilleri
1.6.1-Konservatif tedavi
Konservatif tedavi öncelikle dinamik faktörlere yönelik bir tedavi Ģeklidir. Ġlk
defa akut travmatik anterior omuz çıkığı geçirmiĢ hastaların çoğu konservatif
olarak tedavi edilirler. Hastaların omuzları klasik olarak bir kol askısı veya
Velpeau bandaj ile iç rotasyonda belli bir süre immobilize edilir. Bununla
birlikte Itoi ve ark.‘nın yaptıkları bir çalıĢmada kolu 20-30 derece
abduksiyonda tutan belden destekli bir kol askısı ile humerus baĢının glenoid
fossa içinde daha santralize bir pozisyonda tutulduğunu ve nüks riskini
azalttığını belirtmiĢlerdir (145)
Ġmmobilizasyon süresinin uzunluğu hala tartıĢılan bir konudur. Akut ağrı ve
kas spazmı geçtikten sonra immobilizasyona genellikle 2-3 hafta devam
edilir. Bununla birlikte oluĢabilecek sertliği önleyebilmek için son zamanlarda
immobilizasyonun süresini 1 haftaya kadar azaltan öneriler de vardır.
Ardından hastanın tolere edebileceği kadar hareket açıklığının serbest
bırakılması ve yine tolere edebileceği kadar güçlendirme egzersizlerine
baĢlanması önerilmiĢtir (146).
Ġmmobilizasyondan sonra omuz ve skapula çevresi kasları kuvvetlendirmek
için spesifik bir rehabilitasyon programına baĢlanır. Rotator manĢet kaslarının
dinamik stabilizan etkilerinden yararlanmak için rotator manĢet kasları
kuvvetlendirilir. Özellikle anterior translasyonda önemli bir stabilizan olan
subskapularis kası kuvvetlendirici egzersizler önerilir (126).
1.6.2-İlk Çıkık Sonrası Cerrahi tedavi
Genç sporcularda hızlı bir Ģekilde spora geri dönüĢü sağlamak ve eklem
hareket açıklığını sağlamak için ilk çıkık sonrası cerrahi önerilmektedir.
Arciero ve ark.‘nın yaptığı prospektif çalıĢmada ilk çıkık sonrası 2 grup
oluĢturulmuĢ ve bu gruplardan cerrahi uygulanmayıp konservatif takip edilen
grupta %80 tekrarlayan instabilite geliĢmiĢtir (147). Buna karĢın Bankart
46
lezyonu olan ve cerrahi tedavi uygulanan hastaların sadece %14‘ünde
tekrarlayan instabilite geliĢmiĢtir. Buna göre ilk çıkık sonrası dejenere bir
labrum oluĢmadan ve kapsüler gevĢeklik henüz geliĢmeden artroskopik
tedavinin bu tip genç ve sportif hastalar için en iyi seçim olduğu
düĢünülmektedir.
Yapılan çalıĢmalar sonucunda redüksiyonu gecikmiĢ anterior çıkıklarda ise
kapalı redüksiyon önerilmemiĢ ve cerrahi tedavi yapılması önerilmiĢtir (61).
1.6.3-Açık tamir teknikleri
Konservatif tedaviye cevap vermeyen travmatik tekrarlayan anterior
instabilitelerin cerrahi tedavisi için birçok teknik tarif edilmiĢtir. Bu tekniklerin
değiĢik çalıĢmalarda ortaya çıkan nüks oranlarını aĢağıdaki tabloda belirttik.
Ayrıca özellikle nüks görülen hastalarımıza sıklıkla uyguladığımız bir
uygulama olan Latarjet ameliyatı da tarif edildi.
ġekil-33: Açık Bankart tamiri
47
Tablo-2: Açık cerrahi yöntemleri ve nüks oranları
Cerrahi Yöntem Nüks (%)
Putti-Platt 3
Magnuson-Stack 4,1
Eden-Hybbinette 6
Gallie 2,9
Du Tolt ve Roux 2
Bristow-Laterjet 1,7
Bankart 3,3
Anterior kapsülolabral tamir 3,4
Korakoid transferi
Laterjet işlemi
Korakoid proçesin, Bristow iĢlemine göre daha büyük bir kısmının skapulanın
anteroinferior bölümüne naklini içerir (152). Bristow iĢlemindeki korakoid
çıkıntı ucunun skapulayla temasta tutulmasının yerine bu iĢlemde korakoid
proçes, skapula boynunda düz yatırılır ve bir veya iki vida ile tesbit edilir.
Birçok cerrah korakoid transfer iĢlemlerini kullanmalarına karĢın, bu
iĢlemlerin komplikasyon oranları yüksektir. Ġster travmatik ister atravmatik
instabilite olsun, korakoid transfer iĢlemleri esas patolojiyi ortadan
kaldırmamaktadırlar. Ayrıca, korakoid transfer iĢlemlerinin revizyonu oldukça
güç ve tehlikelidir. Subskapularis kası ve aksiller nörovasküler yapılar normal
yerlerinde değillerdir. Aynı zamanda, subskapularis kasının normal
esnekliğini tekrar kazanmak zordur. BaĢarısız transferlerin revizyonunda
aksiller ve muskulokutaneus sinirleri risk altındadır.
48
1.6.4-Artroskopik Bankart tamiri
Tekrarlayan omuz instabilitesinde artroskopik tedavinin rolü gün geçtikçe
geliĢmektedir. Anterior instabilitenin artroskopik tedavisinde tam belirlenmiĢ
bir endikasyon grubu olmamakla birlikte, yakın temas sporcusu olmayan
travmatik anterior instabilitesi olan ve minimal düzeyde veya laksitesi
olmayan, kalın, hareketli Bankart lezyonlu hastalar ideal hasta grubunu
oluĢturur.
Artroskopik tedavi açık cerrahi ile karĢılaĢtırıldığında teorik bir takım
avantajları bulunmaktadır. Bunlardan en önemlileri, artroskopi sırasında
kapsül ve labrumdaki defektin tam olarak görülerek değerlendirilmesidir.
Böylece bu defektli alanın tamiri lezyona spesifik olarak yapılabilmektedir.
Bunun yanı sıra az cerrahi disseksiyon gerektirmesi, çevre dokulara minimal
hasar verilmesi ve skar oluĢmamasıdır. Bu faktörler sayesinde iyileĢme
süreci hızlanmakta böylece hızlı rehabilitasyon ve eklem hareket açıklığı
sağlanmaktadır. Ayrıca artroskopi sayesinde ek patolojiler de tespit
edilebilmekte ve bunlara yönelik giriĢimde aynı seansta yapılabilmektedir.
Teorik olarak, açık cerrahi ile iliĢkili olarak artmıĢ skar dokusu yüzünden
hareket kısıtlılığı oluĢmakta ve özellikle dıĢ rotasyon kaybı hastalarda sıklıkla
karĢılaĢılan bir durum olarak ortaya çıkmaktadır. Bu durum muhtemelen
omuz ekleminin elastikliğinin kaybından veya anterior kapsül ve
subskapularis kaslarının fazla gerginleĢtirilmesinden kaynaklanmaktadır.
Artroskopik olarak ilk yapılan ameliyatlarda metal zımbalar kullanılmıĢ ve
artroskopik kapsülorafinin erken sonuçları ağrılı materyal yetmezliklerinin
meydana geldiğini, kıkırdak hasarı ve nükslerin olduğunu göstermiĢtir (149).
Bunlar sonucunda yaygın olarak kullanılan transglenoid dikiĢlerin kullanımına
geçilmiĢtir (150) (ġekil 33). Bu metod birçok cerrah için teknik olarak zor bir
yöntem olup fiksasyon kuvveti, atılan düğümün kalitesi ile direk bağlantılıdır.
Buna bağlı olarak değiĢik oranlarda nüksler görülebilmekte, bazı serilerde
49
%90 gibi baĢarı oranlarına ulaĢılırken bazı uzun takipli serilerde kabul
edilemeyecek nüks oranları belirtilmiĢtir (151).
DikiĢ kancalar ile Bankart lezyonu tamiri ilk defa 1991‘de tariflenmiĢtir (156).
Emilebilir dikiĢlerin kullanımı ise Wolf ve ark. tarafından tanımlanmıĢtır (153).
Birçok çalıĢmada da değiĢik oranlarda nüksler belirtilmiĢtir. Bunlardan
bazıları aĢağıdaki tabloda verilmiĢtir.
Ġlk yapılan artroskopik tamirlerin baĢarı oranlarında açık tamir ile elde edilen
oranlar elde edilememekle birlikte zaman içinde tekniklerin de geliĢmesi ile
baĢarılı sonuçlar alınmaya baĢlandı. Walch ve Boileau‘un 1995‘de
transglenoid dikiĢlerle yaptığı bir çalıĢmada %49 kötü sonuç elde edilmiĢken
sonuç olarak da artroskopi sırasında tam olarak değerlendirilemeyen
lezyonların varlığından bahsedilmiĢ ve ameliyat öncesi radyografik
planlamanın önemi üzerinde durulmuĢtur (154) (Tablo 3).
Burkhart ve ark.‘nın ters armut görüntüsü olan hastalar üzerinde yaptıkları
artroskopik tamir sonucunda %61 gibi yüksek bir oranda nükse rastlanmıĢtır
(66). Bu yüksek baĢarısızlık oranlarının yanı sıra yine Boileau ve ark.
2006‘da geliĢen tekniklerin ıĢığında dikiĢ kancalarla yaptıkları baĢka bir
çalıĢmada %15,3 oranında nüks saptamıĢlardır. Bu çalıĢmada da glenoid
kemik kaybı ve kullanılan dikiĢ kanca sayılarının nükslerle iliĢkisi üzerinde
durulmuĢtur (156).
Son zamanlarda yapılan çalıĢmalarda, emilebilir dikiĢ kancalar ve kapsül-
bağları içeren plikasyon yöntemleri de tedaviye eklenmiĢtir. Gartsman ve ark.
termal kapsülorafi veya inferior kapsüler sıkıĢtırma tekniklerini de ekledikleri
serilerinde %8 nüks oranı saptamıĢlardır (157). Özbaydar ve ark. da kapsüler
laksitesi de olan anterior instabiliteli hastalara artroskopik Bankart tamirine
ilaveten selektif kapsüler kaydırma da yapmıĢlar ve %75 hastada mükemmel
sonuç almıĢlardır (119).
50
Artroskopik Bankart tamir teknikleri zaman geçtikçe geliĢmekte ve bu
uygulamanın etkili olduğu yayınlanan raporlarla desteklenmektedir (173). Bu
yayınların çoğunun ortak konularından biri de uygun hasta seçimidir. Bu
uygulamanın rölatif kontrendikasyonları arasında belirgin glenohumeral
kemik defekti olması, HAGL lezyonu ve kapsüler yetersizlik olarak
sıralanabilir (158).
Tablo-3: Artroskopik tedavi yöntemleri ve nüks oranları
Yazarlar Hasta Sayısı Ort. Takip
(ay)
Nüks (%)
Bacilla ve ark. (1990) 40 30 7
Sperber ve ark. (2001) 30 13 23
Cole ve ark. (2000) 37 52 24
Gartsman ve ark. (2000) 53 33 8
Kim ve ark. (2002) 58 39 10
Abrams ve ark. (2002) 61 35 6,6
Karlsson ve ark. (2001) 66 32 15
Mazzocca ve ark. 18 37 11
Özbaydar ve ark. (2008) 93 47 10,7
Sonuç olarak artroskopik tedavinin baĢarısını yukarıdaki birçok faktörle
birlikte glenoiddeki kemik kaybının da etkilediğine Ģüphe yoktur. Glenoid
kemik kaybının ameliyat sonrası nükslerle iliĢkisi birçok çalıĢmada
gösterilmiĢtir ve yüksek oranlarda artroskopik tamir nüks oranları ortaya
çıkmıĢtır. Daha önce anlatıldığı gibi Burkhart, Gerber, Bigliani, Kim, Itoi gibi
pek çok değerli yazar değiĢik ölçüm yöntemleri ile glenoid kemik kaybını
ölçmüĢler ve belli bir standardizasyon geliĢtirmeye çalıĢmıĢlardır. Ancak bu
51
çalıĢmalardaki ölçüm yöntemlerinin hiçbiri kemik kaybını tam ve kesin
ölçülerle gösterememiĢtir (64, 66, 68). Özellikle de glenoid kemik kaybı
ölçümleri sırasında anterior bölge göz ardı edilmiĢ ve anteroinferior bölgeleri
içine alacak Ģekilde ölçümler yapılmıĢtır.
Sporcularda oluĢan glenohumeral instabilitenin uygun tedavi Ģeması
hakkında tartıĢmalar halen devam etmektedir. Bu hasta grubunda da açık
tamir altın standart olarak görülmekle birlikte akut dislokasyon sonrası
artroskopik tamirin 30 yaĢın altındaki sporcularda rekürrens oranını azalttığı
da yayınlanmıĢtır (159). Ayrıca ilk çıkık sonrası artroskopik stabilizasyon ile
tekrar çıkık riski azaltılır, yaĢam kalitesi yükselir ve olabilecek ek eklem içi
hasarlar engellenir (160).
52
GEREÇ VE YÖNTEM
2.1-Hastalar
ÇalıĢmamızda değerlendirilen hastaların hepsinde Bankart veya ALPSA
lezyonu saptandı. Bunun yanı sıra bütün hastalarda travmatik tekrarlayan
istemsiz anterior omuz çıkığı olup, tedavi olarak labral ve kapsüler tamir
uygulandı. Hastaların hiçbiri profesyonel olarak spor ile ilgilenmiyordu. Yine
olguların hiçbirinde glenoiddeki kemik kaybı %25‘in üzerinde değildi ve
glenoide yönelik kemik blok ameliyatı yapılmadı. Bilateral omuz instabilitesi
olan hastalar, kapsüler laksitesi ve çok yönlü instabiliteye sahip hastalarla
daha önce cerrahi tedavi uygulananlar çalıĢma dıĢında bırakıldı. Yine istemli
çıkık oluĢan hastalar ve takrarlayan subluksasyonu olan hastalar da çalıĢma
dıĢında tutuldu. Böylece 38 hastalık homojen bir grup elde edildi.
T.C Sağlık Bakanlığı Okmeydanı Eğitim ve AraĢtırma Hastanesi Ortopedi ve
Travmatoloji Kliniği‘nde tekrarlayan omuz çıkığı nedeniyle 2000-2007 tarihleri
arasında 92 hastaya artroskopik Bankart tamiri yapıldı. Bunlardan tek taraflı
olan ve son kontrollerinde kendilerine ulaĢılabilen yukarıdaki kriterlere uygun
38 hastanın 38 omuzu ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası durumları ile
değerlendirildi ve yine 37 hastanın son takiplerinde çekilen 3 boyutlu (3D)
tomografileri ile glenoid yüzeyleri hesaplandı.
Olguların takibinde ve değerlendirilmesinde ameliyat öncesi ve sonrası
fonksiyonel durum, kas gücü ölçümü, eklem hareket açıklığı ölçümü, çıkık
sayısı ve hasta memnuniyet çizelgesi ile Rowe ve Constant skorlama
yöntemleri kullanıldı. Ayrıca bu skorlama yöntemlerinin sonuçları ile son
kontrollerde çekilen glenoid yüzeylerini gösteren 3 boyutlu rekonstrükte
edilmiĢ tomografilerin ölçüm sonuçları karĢılaĢtırıldı.
Hastaların tüm ameliyatları 2000–2007 yılları arasında aynı cerrah (MUÖ)
tarafından yapılmıĢtır. Omuz instabilitesi tanısıyla artroskopik tamir
53
uygulanan hastalardaki sonuçlar ve glenoid kemik kaybı gibi belirleyici
faktörler incelenmiĢ, oluĢabilecek komplikasyonlar ve nüksler araĢtırılmıĢtır.
Bu çalıĢmaya takip süresi en az 18 ay olan ve retrospektif olarak klinik
muayeneleri ve cerrahi kayıtları incelenebilen hastalar dahil edildi. 38
hastanın son kontrolleri sırasında Rowe ve Constant skorlama sistemine
göre değerlendirmeleri yapıldı. Bütün hastaların patolojileri video kaydı
yapılarak cerrahi sırasında kayda alınmıĢtı ve özellikle Bankart lezyonu
açısından dikkat edilerek özenle incelendi. Hastaların tümünde glenoid
kenarından labral ayrılma mevcuttu.
Olguların 3‘ü (%8) kadın, 35‘i (%92) erkekti ve yaĢ ortalamaları 32 (24-44)
olarak bulundu (ġekil 34).
0
20
40
60
80
100
Erkek Bayan
Hasta Yüzdesi
ġekil-34: Olguların cinsiyete bağlı dağılımı
Hastaların ilk defa omuz çıkığı geçirdikleri yaĢ ortalaması ise 24 (16-38)
olarak hesaplandı (ġekil 35).
54
0
5
10
15
20
25
Hasta sayısı
16-20 21-30 31-40 41-50Yaş aralığı
Olgu sayısı
İlk travmasırasındakiolgu sayısı
ġekil-35: Olguların yaĢa göre dağılımı ve travma sırasındaki yaĢ dağılımı
Olgularımızın 25‘inde sağ omuzda, 13‘ünde sol omuzda patoloji gözlendi ve
bunların 25‘inde (%68) dominant taraf tutulumu vardı (ġekil 36, 37).
0
10
20
30
40
50
60
70
SAĞ SOL
Hasta yüzdesi
ġekil-36: Olgulardaki ekstremite dağılımı
55
0
10
20
30
40
50
60
70
Dominant taraf Dominant
olmayan taraf
Hasta yüzdesi
ġekil-37: Dominant tarafın dağılımı
Hastaların takip süreleri ortalama 62 (2009 hazirana kadar) ay olup, minimum
18 ay en uzun takip süresi ise 110 (9 yıl) aydı.
Hastaların cerrahi öncesi Ģikayetleri, tekrarlayan omuz çıkığı ve ağrı olarak
değerlendirildi. Yine ameliyat öncesi Ģikayetlerinin ortalama süresi 46 (3 ay-
12 sene) aydı ve hastaların ortalama omuz çıkığı sayısı 10‘du. 3 hasta
dıĢında hastaların hepsinde çıkık sayısı 1‘den fazlaydı. Çıkık sayısı 1-9
arasında olan hasta sayısı 21, 10-19 arasında olanlar 9 ve 20 üzerinde çıkık
sayısı olan hastalar ise 8 kiĢiydi. Bu 3 hastanın çabuk iĢe ve güncel yaĢama
dönme beklentisi doğrultusunda operasyonları planlandı (ġekil 38).
56
ġekil-38: Çıkık Sayısının Dağılımı
Olgularımızın hepsinde travmatik omuz çıkığı meydana gelmiĢ ve travma
Ģekli olarak düĢme, futbol oynarken darbe alma, yüzme gibi aktiviteler
etyolojide sıklıkla rol oynamıĢdır. 10 hasta düĢme sonucu, 4‘ü voleybol
oynarken, 2‘si kaledeyken, 1‘i güreĢ yaparken, 2‘si kavga sırasında, 2 hasta
yüzerken, diğerleri de çeĢitli travmalar sonucunda çıkık episodları geçirmiĢtir.
Ġlk çıkık sonrası hastalara baĢvurdukları acil servislerde müdahale edilmiĢ ve
tariflerine göre sıklıkla velpau bandaj ve kol askısı takılarak poliklinik
kontrollerine çağrılmıĢlardır.
Hiçbir hastada istemli çıkık hikayesi yoktu. Ameliyat öncesi yapılan
muayenelerinde hastaların hepsinde apprehension (korkutma) testi pozitifti.
Ayrıca ameliyat öncesi tüm hastalara direk radyografi ve Manyetik Rezonans
Görüntüleme (MRG) ile değerlendirme yapıldı. Böylece radyolojik olarak da
tanıları doğrulandı. Bununla birlikte eĢlik eden patolojilerde cerrahi sırasında
saptanan bulgularla karĢılaĢtırıldı. Buna göre cerrahi sırasında hastaların
hepsinde labral ayrılma saptandı, 30 hastada Hill-Sachs lezyonuna, 5
0
5
10
15
20
25
Hasta Sayısı
1--9 10--19 20
üstü
Çıkık Sayısı
Hasta sayısı
57
hastada tip 1 SLAP (Superior labrum anterior posterior) lezyonuna, 3 hastada
HAGL lezyonuna, 1 hastada Buford kompleksine rastlandı (ġekil 39). Hill-
Sachs ve HAGL lezyonlarına yönelik bir giriĢime gerek görülmezken SLAP
lezyonlarına yönelik debridman yapıldı.
0
5
10
15
20
25
30
Hasta sayısı
Hill-Sachs SLAP HAGL Buford
Kompleksi
Ek patolojiler
ġekil-39: Ek Patolojilerin Dağılımı
Hastaların hareket açıklıkları hasta oturur pozisyondayken gonyometre ile
ölçüldü. Kas kuvveti ise manuel olarak değerlendirildi. Buna göre 12 hastada
eksternal rotasyon kaybı saptandı ve ortalama kayıp 9 (0-15) derece olarak
ölçüldü.
58
Tablo-4: Hastaların demografik özellikleri
E.R: Derece olarak eksternal rotasyon kaybı, APP: Apprehension, Const:Constant skoru, Glenoid
kay: % olarak glenoid kemik kaybı. Takip süreleri ay olarak verilmiĢtir.
59
2.2-Multidedektör Bilgisayarlı Tomografi (3 boyutlu rekonstrüksiyon)
ÇalıĢmamızda kullandığımız MDBT‘nin bugünkü durumuna ulaĢması BT
tekniğindeki bazı öncü geliĢmelerle gerçekleĢmiĢtir. Multiplanar
reformasyonlar ve üç boyutlu görüntüleme optimal görsel keskinlikte
yapılabilmektedir. Bu sayede 3 boyutlu Bilgisayarlı Tomografinin bu
özelliklerinden faydalanılarak çekilen tomografiler üzerinden humerus baĢı
görüntüsünü çıkarttık ve glenoid yüzeylerini bilgisayar ortamına aktararak
AUTOCAD (versiyon 13; Autodesk, San Rafael, Kaliforniya) programı
yardımı ile her iki omuzun karĢılaĢtırmalı ölçümünü yaptık.
2.3-Glenoid Ölçümleri
Glenoid morfolojileri hesaplanırken AUTOCAD programı kullanıldı ve tüm
hastalarda aynı yöntem uygulandı. Buna göre 3D Bilgisayarlı Tomografi ile
rekonstrükte edilen ve glenoidi karĢıdan gören görüntüler üzerinde
hesaplamalar yapıldı. Glenoid yüzeyinde korakoid tabanının hemen
posterioru ile glenoid en üst noktasının kesiĢtiği nokta ile inferiordaki en uzak
nokta arasında bir doğru çizildi. En üst nokta Ü1 (üst) noktası en alt nokta A1
(alt) noktası olarak iĢaretlendi. KarĢı sağlam omuzdan alınan glenoid
görüntüsünde de aynı noktalar (Ü2 ve A2) iĢaretlendi ve bu noktalar arasına
da bir doğru çekildi. Ü2-A2 arasındaki doğru Ü1-A1 arasındaki doğru ile aynı
boya getirilecek Ģekilde görüntüler aynı boyuta getirildi. Böylece her iki
glenoid görüntülerinin boyutları eĢitlendi (ġekil 40).
60
Çıkık Taraf Sağlam Taraf
ġekil-40: Ölçüm tekniği Ü1-A1 mesafesi=Ü2-A2 mesafesi
Bundan sonra sağlam omuzda inferior glenoid üzerinde en uzun çap
oluĢacak Ģekilde glenoidin kısa çapı boyunca bir doğru daha oluĢturuldu ve
bunu çap kabul ederek bir daire çizildi. Bu daire kopyalanarak sağlam
olmayan taraf üzerine yapıĢtırıldı. Bu iĢlemden sonra glenoid üzerindeki eksik
noktalar iĢaretlenerek glenoid kemik kaybı oluĢturuldu ve ölçümler yapıldı.
Böylece sağlam omuza göre glenoid kemik kaybı yüzde olarak
hesaplanabildi (ġekil 41).
61
Çıkık Taraf Sağlam Taraf
ġekil-41: Glenoid kemik kaybın ölçüm tekniği
Cerrahi tedavinin birincil amacı omuz stabilitesinin tekrar sağlanması ve
ikincil amacı ise yeterli hareketin sağlanması (özellikle eksternal rotasyon) ile
fonksiyonların geri kazanımı olarak belirlendi. Üçüncü amaç ise sportif ve
günlük aktivitelere kabul edilebilir bir zaman diliminde geri dönüĢün
sağlanmasıdır.
ÇalıĢmamızda iki tane omuz değerlendirme sistemi kullanıldı. Subjektif olarak
subluksasyon hissi olması veya dökümante edilmiĢ tam bir çıkık görülmesi
instabilitenin nüks etmesi olarak değerlendirildi. Bunlardan biri Rowe ve
ark.‘nın tarif ettiği Bankart skalasına göre yapılmıĢtır (32). Bankart skalası
100 puandan oluĢan ve instabilite, hareket kaybı ve fonksiyon kaybını
değerlendiren bir skaladır. Skorlamanın %50‘si stabiliteye ayrıldığından
tekrarlayan çıkık varlığında sonuç baĢarısız olarak değerlendirilmektedir.
Diğer omuz skorlama sistemi ise Constant omuz skorlaması olup ağrı 15
puan, günlük aktivite 20 puan, hareket geniĢliği 40 puan, kas gücü ise 25
puan olmak üzere toplam 100 puan üzerinden değerlendirme yapılmaktadır.
Subjektif ve objektif bulguların oranı 35/65‘dir ve bu oranın ideal olduğu öne
62
sürülmüĢtür. 80-100 arasında elde edilen skor; ―mükemmel‖ olarak
değerlendirilirken, 65-79 arası skor ―iyi‖ olarak değerlendirilir. 51-64 arası
elde edilen sonuç ―vasat‖, 0-50 arası ise ―kötü‖ sonuç olarak
değerlendirilmiĢtir. Constant skorlaması rölatif olarak gözlemciye bağlı bir
skordur ve hata olasılığı %3 (%0-%8) dolaylarındadır.
Hastaların değerlendirilmesinde istatistiksel yöntem olarak Fisher‘ın Kesin Ki
Kare testi ve korelasyon analizi kullanıldı.
2.4-Cerrahi Teknik
Cerrahi tedavinin temeli 180 derecelik bir tamir prensibine dayanır. ÇeĢitli
modifikasyonlar göstermekle birlikte bu tamir tekniği inferior kapsüler
plikasyon, anteriora kaydırma, dikiĢ kancalarla Bankart tamiri ve rotator
intervalin kapatılmasını içerir (ġekil 42).
ġekil-42: 180 derecelik artroskopik tamir
Ġlk 3 haftada tedavisi planlanan bir akut anterior çıkık vakasında sadece dikiĢ
kancalarla Bankart tamiri veya anterior inferior glenoid labrum tamiri
öngörülmektedir. Ġnferior kapsüler plikasyon ve rotator interval kapatılması
63
ise daha geç vakalarda planlanmalıdır. 3 haftayı geçmiĢ vakalarda kapsüler
sünme ve plastik deformasyon meydana gelmektedir ve bu yüzden kapsülün
normal anatomisine dönebilmesi için inferior plikasyon gibi bir takım
kısaltmaların yapılması gereklidir.
Bu prensipler doğrultusunda bütün cerrahi uygulamalar aynı cerrah
tarafından (MUÖ) aynı standart teknikle yapıldı. Hastalar genel anestezi
altında ve Ģezlong pozisyonunda ameliyat edildi (ġekil 43).
ġekil-43: ġezlong Pozisyonu
Anestezi altında kol çeĢitli derecedeki abduksiyonda ve eksternal rotasyon
pozisyonlarında muayene edildi. Bu sırada yüklenme ve kaydırma testi
yapılarak instabilitenin yönü ve derecesi doğrulandı. Ardından artroskopi,
standart portaller kullanılarak uygulanır. Posterior portal için akromionun
posterolateral köĢesinin 1,5 cm inferior ve medialinden açıldı.
64
Posterior Portal Anterosuperior Portal
ġekil-44: Portallerin dıĢarıdan görünümü
Anterosuperior portal de açılarak 5,5 mm‘lik kanül yerleĢtirilir. Bundan sonra
8 mm‘lik kanül ile korakoid çıkıntının yaklaĢık 1 cm inferior ve lateralinden
anteroinferior portal açıldı (ġekil 44).
65
ġekil-45: Portallerin eklem içinden görünümü
4,5 mm 30 derece ve 70 derecelik artroskoplarla kapsüler ve kemik
lezyonların tam bir incelemesi ve tam bir artroskopik muayene yapıldı.
Böylece eklem içi ek patolojiler de belirlendi ġekil 45, 46). Bu sırada
artroskopun glenoid ve humerus baĢı arasından rahatlıkla geçmesi olarak
tanımlanan durmadan geçme (drive-through) iĢareti değerlendirilmelidir. Bu
iĢaretin instabilite için duyarlılığı %92 olmakla birlikte, spesifikliği %38‘dir. Bu
durum bu iĢaretin fizyolojik glenohumeral instabilitesi olan hastalarda da
görülebilmesinden kaynaklanmaktadır (165).
66
Bankart Lezyonu
ALPSA Lezyonu
ġekil-46: Artroskopik olarak patolojilerin görüntülenmesi
Tamir öncesi IGH bağ serbestleĢtirilir. Bunun için elektrokoter veya bir raspa
kullanılabilir. Eğer IGH bağ ve labrum yeterince serbestleĢtirilmezse
dokuların kaydırılması yetersiz olacak ve bu da cerrahinin baĢarısız olmasına
neden olabilecektir (ġekil 47).
67
IGH bağ serbestleĢtirilmesi
SerbestleĢtirme sonrası
ġekil-47: Artroskopik IGH bağ serbestleĢtirilmesi
Glenoid boynu bir motorize tıraĢ aleti yardımı ile dekortike edilir. Ġlk dikiĢ
kanca glenoid üzerinde eklem kıkırdağının hemen kenarına ve rutin olarak
saat 5 hizasına koyulur.
68
Bu emilebilir bir kancadır ve 2 numara emilemeyen dikiĢ materyali
bulundurur. Bu dikiĢler IGH bağın inferior ve lateralinden geçirilerek
kapsülolabral dokuyu anatomik pozisyonuna geri getirir ve aynı zamanda
kapsülü inferior ve lateralden superior ve mediale doğru kaydırır. Bundan
sonra gerek görülürse glenoid kenarında saat 4 ve saat 3 hizalarına ve bazen
de saat 2 pozisyonuna ek dikiĢ kancalar yerleĢtirilebilir (ġekil 48).
ġekil-48: DikiĢ kancalar yerleĢtirildikten sonraki görüntü
Hastalarımıza profilaktik olarak operasyondan 45 dakika önce 1 gr
sefalosporin yapıldı. Hiçbir hastada cerrahi sonrası erken komplikasyon
geliĢmedi.
2.5-Cerrahi Sonrası Takip
Cerrahi sonrası hasta omuzu 4 hafta kol askısında tutulur. Bu süreden sonra
hastanın aktif olarak eklem hareket açıklığını kullanmasına baĢlar ve günlük
iĢlerini bu kolunu kullanarak da yapabilir. Güçlendirme hareketleri ise
cerrahiden sonra 3. aya kadar beklenmelidir. Sportif aktiviteler ise 4. Aydan
önce baĢlanmamalı ve karĢılıklı temas olmayan aktiviteler tercih edilmelidir.
KarĢılıklı temas ve çarpıĢma içeren sporlar ise cerrahiden sonraki 6. ayda
baĢlanabilir.
Connecticut Üniversitesi‘nin artroskopik anterior instabilite cerrahisi geçirmiĢ
hastalara uyguladığı cerrahi sonrası protokolda kolu abduksiyonda tutan bir
69
ortez önerilmektedir. Bu sayede kol bir miktar eksternal rotasyonda
durabilmektedir. Codman ve sarkaç egzersizleri cerrahi sonrası hemen
baĢlanabilir. Aktif yardımlı eklem hareket açıklığı egzersizleri, ekstrenal
rotasyon 0-30 derece arası, öne elevasyon 0-90 derece arası olacak Ģekilde
baĢlanır. Bu dönem 6 hafta devam eder ve 6-12 haftalar arasında aktif eklem
hareket açıklığı egzersizleri de eklenir ve böylece tam bir eklem hareket
açıklığı sağlanması hedeflenir, bu sağlanmadan tekrarlayıcı veya güçlendirici
egzersizler baĢlanmamalıdır. Bu protokol köpekler üzerinde yapılan tendon
kemik iyileĢmesi modeline göre belirlenmiĢtir. Erken güçlendirme
egzersizlerine baĢlamak hem belirgin bir avantaj sağlamaz hem de tamiri
riske atar.
70
BULGULAR
Olgularımızda ameliyat öncesi ortalama Rowe skorunun ortalama 33 (15-45)
olduğu saptandı. Ameliyat sonrası Rowe skoru ise ortalama 87 (15-100)
olarak bulundu. Buna göre 30 (%79) hastada mükemmel sonuç alınırken, 8
(%21) hastada nüks görüldü ve kötü sonuç olarak değerlendirildi (Tablo 5).
Hastalarımızın son kontrollerinde yapılan Constant skorlamasına göre
ortalama puanları ise 94 olarak bulundu.
Tablo-5: Olguların Rowe skor dağılımları
Bankart skalasındaki fonksiyonel değerlendirmeye göre, iĢ hayatı sırasında
ve spor yaparken hiçbir kısıtlaması olmayan, hafif derecede kısıtlaması olan,
orta derecede kısıtlılığı olan ve belirgin kısıtlılığı olanlar olmak üzere 4
kategori mevcuttur. 38 hastanın 33‘ünde (%87) hiçbir kısıtlama yoktu. 3
hastada (%8) az kısıtlama ve 2 hastada (%5) orta derecede kısıtlama vardı.
Belirgin kısıtlaması olan hasta ise yoktu.
0
20
40
60
80
100
120
Preop Postop
Ro
we
sko
ru
Maksimum
Ortalama
Minimum
71
Olgularımızın 30‘u geçirdikleri ameliyattan memnunken, 8‘i memnun
olmadığını belirtti.
Son muayeneleri yapılabilen 38 hastanın dıĢ rotasyon hareketleri
değerlendirilirken karĢı ekstremite ile karĢılaĢtırıldığında 12 hastada dıĢ
rotasyonda 15 dereceyi aĢmayacak Ģekilde ve ortalama 9 derece hareket
kısıtlılığı olduğu saptandı. Öne elevasyon ve abduksiyon hareketlerinde ise 2
hastada minimal hareket kısıtlılığı saptandı ve bunun dıĢında belirgin hareket
kısıtlılığı yoktu.
Bizim hasta grubumuzdaki hastalarda kullanılan ortalama dikiĢ kanca sayısı
ise 2,85 (2-4)‘di.
Son kontrollerinde çekilmiĢ olan her iki omuz karĢılaĢtırmalı 3 boyutlu
rekonstrüksiyon tomografileri sonucunda hastaların glenoid kemik
kayıplarının ortalama %7 (1-18) olduğu tespit edildi.
Hastalar ameliyat bulguları ile değerlendirildiğinde hepsinde Bankart ya da
ALPSA lezyonlarından biri saptandı. Bütün hastalara artroskopik olarak dikiĢ
kancalar ile kapsüloligamentöz tamir yapıldı ve 15 hastaya artroskopik
posterior plikasyon da uygulandı. Hiçbir hastaya kemik blok ameliyatı
yapılmadı.
Hastaların çıkık sayıları ile glenoid kemik kayıpları karĢılaĢtırıldığında
korelasyon analizi sonucunda korelasyon katsayısı 0,34 bulunmuĢ ve bu
değer çıkık sayısı ile glenoid kemik kaybı arasında zayıf (0-0,50) da olsa
pozitif bir iliĢki olduğunu göstermiĢtir. Ayrıca aralarındaki korelasyon
katsayısının önemli bir değer olduğu ve tesadüf olmadığı da istatistiksel
olarak hesaplanmıĢtır (t=2,19, p<0,05).
72
Hasta grubumuzdaki glenoid kemik kayıpları %10‘un altında olanlar ve %10
ve üzerinde olanlar olarak ikiye ayrıldı. Bu gruplar arasında glenoid kemik
kaybı oranı ile redislokasyon geçiren hastalar arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir farklılık olup olmadığı Fisher kesin Ki-Kare testi ile değerlendirildi.
Buna göre bulunan p değeri 0,7823 olarak hesaplandı ve saptanan yanılma
olasılığından (p>0,05) büyük olması nedeniyle iki grup arasında nüks oranları
açısından anlamlı fark bulunamadı. Sonuç olarak tedavi etme yönünden
glenoid kemik kaybı %10‘un altında olan grupta %80‘lik baĢarı oranı, glenoid
kemik kaybı %10 ve üzeri olan grupta ise %75 baĢarı oranı tespit edildi ve
tedavi baĢarısı yönünden fark tespit edilmedi (ġekil 49).
0
2
4
6
8
10
12
14
16Hasta sayısı
0--5 6--10 11--15 15
Üstü
Glenoid kaybı (%)
Gruplardaki hastalar
Nüks görülenhastalar
ġekil-49: Glenoid Kemik Kaybı Oranları (%)
73
TARTIŞMA VE SONUÇ
Hipokrattan günümüze kadar omuz instabilitelerinin biyomekaniği,
fizyopatolojisi ve tedavisi tartıĢılmıĢtır. Son 30 yıl içinde yapılan anatomik ve
biyomekanik çalıĢmalar ile bu konu büyük ölçüde aydınlatılmıĢtır. Omuz
stabilitesini sağlayan statik ve dinamik faktörler arasında bir uyum vardır ve
omuz instabilitesinde bozulmuĢ olan bu uyumu tekrar sağlamak ortopedik
cerrah için zorlu bir süreçtir. Tedavi planlanırken hastanın beklentileri,
spesifik patoloji ve cerrahın deneyimi mutlaka göz önünde bulundurulması
gerekir. Tedavinin Ģekli hem normal anatomiyi hem de fonksiyonu tekrar
sağlamaya yönelik olmalıdır.
Biz de çalıĢmamızda anterior tekrarlayan omuz instabilitesi olan hastaların
artroskopik tedavi sonuçlarını değerlendirmek istedik. Artroskopinin minimal
invazif bir giriĢim olması, aynı seansta ek patolojileri saptamaya izin vermesi,
az skar dokusu oluĢturması, hızlı rehabilitasyon sağlaması ve iĢe geri dönüĢ
süresini kısaltması son yıllarda yapılan çalıĢmalarla ispatlanmıĢtır (150).
Bununla birlikte omuz instabilite tedavisinde klasik olarak açık Bankart tamiri
altın standart olarak gösterilmekte ve bütün artroskopik tekniklerle
karĢılaĢtırmada referans olarak kabul edilmektedir. Açık tamir sonrası nüks
oranlarının ortalama %7 olduğu gösterilmiĢ ve çeĢitli çalıĢmalarda %4 ile
%17 arasında değiĢen oranlar tespit edilmiĢtir (155, 161, 162)
Artroskopik tamir yapılan birçok çalıĢmada ise açık tamire göre nüks
oranlarının daha yüksek oranlarda olduğu gösterilmiĢtir (151). Bununla
birlikte açık tamir teknikleri ile ilgili yapılan çalıĢmaların çoğunda baĢarısızlık,
tekrar meydana gelen bir çıkık olarak tanımlanmıĢ ancak hasta odaklı
sonuçlar ve objektif fonksiyonel kriterler göz ardı edilmiĢtir. Ayrıca göz
önünde bulundurulması gereken önemli kriterlerden biri de ameliyat sonrası
hareket kısıtlılığı miktarıdır ve belki de düĢük nüks oranları açık cerrahiler
sonucunda glenohumeral eklem hareketinin kısıtlanması ile sağlanmaktadır.
74
Yine önemli noktalardan biri de bu hareket kısıtlılığının özellikle genç
sporcularda instabilitenin kendisinden daha ön planda rahatsız edici
olabileceğidir. Bu bilgiler ıĢığında klasik açık tamir tekniklerinin baĢarısızlık
diye tanımladığı birçok çalıĢmanın sonucu, hastaların objektif ve subjektif
değerlendirmelerini daha da ön planda tutan parametreler kullanılarak tekrar
gözden geçirilirse, açık tamir yöntemlerinin baĢarısızlık oranlarının daha da
artacağı düĢünülebilir. Ayrıca son zamanlarda yapılan çalıĢmalarda,
artroskopik dikiĢ kanca tekniği ile yapılan tamirlerle de açık tamirler ile alınan
sonuçlara benzer sonuçlar alınmıĢ ve hatta yakın temas sporlarını
yapanlarda da yine benzer sonuçlar elde edilmiĢtir (163-165).
Biz de bugüne kadar yapılmıĢ olan çalıĢmaları gözden geçirdik ve
servisimizde yapılan birçok artroskopik omuz instabilitesi ameliyatı
sonucunda bazı öngörülerde bulunduk. Buna göre teknik olarak uzun bir
öğrenme eğrisi gerektirmesine karĢın, uygun hastalara uygun standartlarda
yapıldığı takdirde artroskopik tamir spesifik patolojiye yönelik olarak kapsüler
ve labral tamire olanak sağlayan, hastalar tarafından kolay tolere edilebilen,
hızlı iĢe dönüĢ sağlayan ve baĢarılı sonuçlar alınabilen güvenli bir tedavi
Ģeklidir.
Ortalama takip süresi 62 ay olan çalıĢmamızda, artroskopik Bankart tamiri
yapılmıĢ anterior tekrarlayan glenohumeral instabilitesi olan 38 hastadan
8‘inde (%21) nüks saptadık. Tablo 3‗de görüldüğü gibi 2000‘li yılların
baĢından beri birçok araĢtırmacı artroskopik Bankart tamiri ile tedavi ettikleri
hasta gruplarında %6,6 ile %24 arasında baĢarısızlık oranları göstermiĢlerdir.
Bununla birlikte Boileau ve ark. (156) Carreira ve ark. (166) ve Kandziora ve
ark.‘nın (167) yaptıkları çalıĢmalarda %10 ile %17,5 arasında baĢarısızlık
oranları tespit etmiĢlerdir. Bizim çalıĢmamızın baĢarısızlık oranlarının bu
çalıĢmalardaki sonuçlardan daha yüksek olmasının çeĢitli sebepleri olabilir.
Bu olası nedenlerden biri takip süremizin Tablo 2‘de gösterilen son yıllarda
yapılmıĢ bazı önemli çalıĢmalardan daha uzun olması ile de açıklanabilir.
75
Bizim çalıĢmamızdaki ortalama takip süresi 62 ay olup, bu tabloda belirtilmiĢ
çalıĢmalardan en uzun takip süresi 52 ay ile Cole ve ark.‘nın takip süresidir.
Cole ve ark.‘da %24‘lük bir nüks oranı bildirmiĢlerdir (168).
Omuz instabilitesinde etkili olan birçok faktör vardır ve bunlar biyomekanik
etkileri ile birlikte giriĢ bölümünde açıklanmaya çalıĢılmıĢtır. Birçok yazar
kemik defekt ve kapsüler laksite varlığında baĢarısızlık oranlarının
yükselebileceğini savunmuĢlardır. Bunların en önemlilerinden biri de glenoid
morfolojisinin instabilite üzerine olan etkisidir. Bugüne kadar glenoid kenar
defektleri değiĢik çalıĢmalarda değiĢik oranlarda tespit edilmiĢtir. Bigliani ve
ark. ilk defa glenoid kenar lezyonlarını 1998‘de açık cerrahi sırasında
tanımlamıĢ ve %11 gibi bir oran tespit etmiĢtir (68). Sugaya ve ark.‘nın BT ile
yaptıkları çalıĢmada ise bu oran %90 olarak bulunmuĢtur (69). Bizim
görüĢümüze göre ortaya çıkan bu farklılıklar ameliyat öncesinde yapılan
görüntüleme yöntemlerinin yetersizliğinden ya da ameliyat sırasında glenoid
boynunun yumuĢak doku veya skar dokusu ile örtülü olmasından dolayı direk
görüntülemenin yeterli olamamasından kaynaklanmaktadır. Son yıllarda
BT‘nin etkin kullanımı ve üç boyutlu rekonstrüksiyon olanaklarının geliĢmesi
ile birlikte glenoid yapısının stabiliteye olan katkısı yapılan çalıĢmalarla
gösterilmiĢ ve glenoid kemik kaybının cerrahi sonrası nüksler açısından risk
faktörü olduğu bildirilmiĢtir (68, 148, 169).
Bu yayınlarda glenoidin anterior posterior çapında %25‘ten fazla kayıp olması
durumunda korakoid transferi ameliyatı önerilmiĢtir (68). Burkhart ve ark.‘nın
(66) yaptığı bir baĢka çalıĢmada, belirgin glenoid kemik kaybı sonucu ters
armut Ģeklini almıĢ glenoide sahip hastalarda yapılan artroskopik tedavi
sonucunda %64 gibi yüksek bir oranda nüks gözlenmiĢtir. Buna karĢın
belirgin kemik kaybı olmayan grupta sadece %4 nüks saptanmıĢtır. Yine Lo
ve ark.‘nın (178) yaptığı bir baĢka çalıĢmada Burkhart ve ark. (177)
tarafından ―bare spot‖ (artroskopi sırasında inferior glenoidin orta noktası
olarak tanımlanmıĢ) diye tanımlanan noktadan itibaren ölçümler yapılmıĢ ve
glenoidin ters armut görünümü alması için gerekli kaybın %25-27 olduğu
76
belirtildi (66). Itoi ve ark.‘nın yaptığı çalıĢmada ise glenoid çapının %21‘inden
fazlasını içeren kemik kayıplı hastalarda, sadece yumuĢak dokuyu içeren
tamirler ile instabilite tedavi edilemeyebileceği gösterilmiĢtir (64). Bu
çalıĢmalardan çıkan sonuç belirgin kemik kaybı olan hastalar nüks açısından
yüksek risk altındadır ve biyomekanik açıdan çok önemli olan etkili glenoid
arkını tekrar sağlamak için kemik blok ameliyatlarının bu hastalarda tercih
edilmesinin daha uygun olacağıdır. Birçok çalıĢmada glenoid çapının
%25‘inin altındaki kemik kayıplı hastalarda artroskopik tamir ile baĢarılı
sonuçlar alınırken, %25‘in üzerindeki kayıplarda korakoid transferi ile açık
tamir önerilmiĢtir (68, 170, 171).
Görüldüğü gibi bahsedilen birçok çalıĢmada farklı ölçüm teknikleri ile farklı
sonuçlar alınmıĢ. Bu çalıĢmaların ıĢığında daha önce hesaplanmamıĢ bir
yöntemle glenoiddeki kemik kaybını ölçtük. Diğer yöntemlerin aksine kemik
kaybını ölçmek için bizim yöntemimizin tam ve kesin olarak ameliyat öncesi
değerlendirmede pratik bir ölçüm yöntemi olduğuna inanıyoruz. Bu yöntem
sayesinde hangi glenoidlerin Latarjet benzeri kemik blok ameliyatları
gerektirdiğini ameliyat öncesi ölçümlerle daha net bir Ģekilde ortaya
koymamızın mümkün olacağını düĢünüyoruz. Bununla birlikte kemik kaybının
ölçüm yöntemi pratik ve kolay uygulanabilir olmasına rağmen el yardımlı
çizimlere dayandığından tamamıyla yeterli olmayabilir
Bu noktada Griffith ve ark.‘nın yaptığı bir çalıĢmanın bizim çalıĢmamız
açısından da önemli olduğunu vurgulamak gerekir (172). Bu çalıĢmaya göre
kemik kaybı anteroinferior bölgeye göre anteriorda daha sıklıkla
görülmektedir. Bizim ölçüm tekniğimiz açısından bu önemlidir çünkü diğer
ölçüm tekniklerinin aksine sadece anteroinferiordaki kaybı değil aynı
zamanda anteriordaki kaybı da hesaplamamız mümkün olmaktadır.
Bizim çalıĢma grubumuzda hiçbir hastada kemik kaybı (daha önceki
ölçümlere göre) inferior glenoidin çapının %25‘inden fazla değildi ve kapsüler
laksitesi olan hasta saptanmamıĢtı. Kendi oluĢturduğumuz ölçüm yöntemi
77
sonucu ortaya çıkan glenoid kemik kayıp oranları %10 altı ve %10 üstü
olarak ayrıldı. Fisher kesin Ki-Kare testi ile yaptığımız istatistiksel analiz
sonucunda, bu iki grup arasında nüksler açısından istatistiksel olarak anlamlı
bir fark elde etmedik (p>0,05). Ölçtüğümüz en yüksek glenoid kemik kaybı
%18 olduğundan, bizim görüĢümüz kendi ölçüm tekniğimiz ile ölçülen glenoid
kemik kayıp oranı %18‘i geçmedikçe, artroskopik dikiĢ kancalarla yapılan
Bankart tamiri tedavi için seçilecek yöntem olmalıdır. Tam bir oran
verebilmek için bu oranın üstünde kemik kaybı olan hastalar üzerinde
prospektif çalıĢmalar yapılması gerektiğini düĢünmekteyiz.
Ameliyat sırasında kullanılan dikiĢ kanca sayısının da sonuçta etkili
olabileceği yapılan çalıĢmalar sonucunda gösterilmiĢtir. Boileau ve ark.‘nın
yaptıkları çalıĢmada, kullanılan dikiĢ kanca sayısının 4‘den az olmasının
baĢarısızlık nedenlerinden biri olabileceği öne sürülmüĢtür (154). Bizim hasta
grubumuzdaki kullanılan dikiĢ kanca ortalaması 2,85 olup nüks görülen
hastaların 7‘sinde 3 dikiĢ kanca 1 tanesinde ise 2 dikiĢ kanca kullanılmıĢtır.
Özbaydar ve ark.‘nın yaptığı bir çalıĢmada ise 3 veya daha fazla dikiĢ kanca
kullanılan Bankart tamiri yapılmıĢ hasta grubunda %7 baĢarısızlık oranı tespit
edilmiĢtir (173).
Travmatik anterior omuz çıkığı sıklıkla ilk kez karĢılaĢıldığında konservatif
tedavi edilen ancak tekrarlayan instabilitesi olan hastalarda cerrahi tedavi
önerilen bir patolojidir. Bununla birlikte ilk çıkık sonrası nüks geliĢmesinde
yaĢın önemli olduğu da çeĢitli yazarlarca vurgulanmıĢtır (179). Özellikle
sporcularda konservatif tedavi sonrası yüksek oranda nükslerle
karĢılaĢılmıĢtır. Kirkley ve ark. (174), Bottoni ve ark.‘nın (175) ilk kez omuz
çıkığı yaĢayan hastalar üzerinde prospektif olarak yaptıkları çalıĢmalarda
artroskopik Bankart tamiri yapılan hastalarda konservatif takip edilen gruba
göre oldukça düĢük nüks oranları ve hayat kalitesi açısından da daha iyi
sonuçlar elde edilmiĢtir.
78
Bizim olgularımızın ise ilk çıkık meydana geldiğindeki yaĢ ortalaması 24 yıl
ve ameliyat zamanına kadar oluĢan ortalama çıkık sayısının da 10 olduğu
saptandı. Literatürle uyumlu olarak travma zamanındaki hastalarımızın yaĢ
dağılımı özellikle 20-30 yaĢ aralığında yoğunluk göstermektedir (23 hasta,
%60). Bu ve buna benzer çalıĢmalardan çıkarılacak sonuç, tekrarlayan omuz
instabilitesi geliĢen hastalar için yaĢın önemli bir prognostik faktör olduğudur.
Sonuç olarak, yaptığımız çalıĢmanın ve literatür taramamızın sonucunda ilk
anterior omuz çıkığının konservatif tedavisinin omuzu bir miktar dıĢ
rotasyonda tutan bir kol askısı ile immobilizasyonun sağlanması Ģeklinde
olması gerektiği sonucuna vardık. Bununla birlikte özellikle yüksek nüks
oranlarından çekinen, çıkık periyotlarında yaĢantısı kısıtlanan, tekrarlayan
çıkıklar sırasında eklem hasarı gibi ek patolojilerin oluĢma riskini tolere
edemeyecek genç atletik bireylerde ilk çıkık sonrası artroskopik stabilizasyon
önerilebilir.
Çıkık sayısının eklem içi patolojileri arttırdığı bugüne kadar gösterilmiĢ bir
durumdur ve dislokasyonlar tekrar ettikçe stabilizan faktörlerde ilerleyici
hasar oluĢmaktadır (176).
ÇalıĢmamızda değerlendirdiğimiz bir diğer parametre de çıkık sayısı ve
glenoid kemik kaybı arasındaki iliĢki oldu. Yapılan istatistiksel çalıĢmada çıkık
sayısı ile glenoid kemik kaybı arasında zayıf da olsa, tesadüf olmayan pozitif
bir iliĢki saptadık. Yani çıkık sayısı arttıkça glenoiddeki kemik kaybı
artmaktadır. Hasta grubumuzda sadece 3 hasta ilk çıkık sonrası ameliyat
edildi ve 3 hastadan 1 tanesinde nüks görüldü. Ġlk çıkık sonrası ameliyat
edilen hasta sayımız az olduğu için istatistiksel olarak bir bağ kurulamadı.
Bütün bu nedenlerden dolayı yukarıda tanımlanmıĢ uygun hastalara ilk çıkık
sonrası erken artroskopik stabilizasyonu önermekteyiz.
Sonuç olarak omuz eklemi vücudumuzun en hareketli ve stabilizasyonu en
zor olan eklemidir. Rahatsızlıkları hasta konforunu ileri derecede bozmakta
olup erken teĢhis ve tedavisi konusunda azami özen gösterilmelidir. Bunun
79
için iyi bir değerlendirme, fizik muayene, eklem hareket açıklığı, kas gücü
değerlendirilmesi yapılmalı ve omuz A-P grafi, 3 boyutlu BT ve MRG
gerekebilmektedir. Mevcut patolojilerle birlikte hastalığın oluĢ sebepleri,
hastanın travmaya maruz kaldığı yaĢ ve glenoid kemik kaybı gibi pek çok
önemli prognostik faktör vardır. Ġlk defa çıkığa rastlanan hastalarda eğer
sporcu değilse konservatif tedavi yöntemleri fizik tedavi rehabilitasyon ile
birlikte mutlaka denenmelidir. Tedavide baĢarılı sonuç, çıkığın
tekrarlamaması, ağrısız bir yaĢam, iyi bir kas gücü ve iyi bir eklem hareket
açıklığı ile elde edilebilir.
Artroskopik tekrarlayan omuz instabilitesi tamiri ciddi bir cerrahi
ameliyathane, uygun ekip ve ekipman ile pahalı sayılabilecek malzemelere
ihtiyaç duymaktadır. Bunun yanında ameliyatı yapacak ekibin eğitim ve
tecrübesi uzun zamanda yeterli hale gelebilmektedir.
Sonuçlarımız baĢlangıçta açık tamir sonuçları kadar baĢarılı değilse de takip
süremizin uzun dönem kabul edilebilecek kadar olması yanı sıra, kliniğimizin
öğrenme eğrisi arttıkça belirleyici faktörlerin de göz önünde
bulundurulmasıyla daha iyi sonuçlar elde edilmeye baĢlanmıĢ ve baĢarı
ortalaması giderek artmıĢtır. GeliĢme sürecindeki bir teknik olan artroskopik
instabilite cerrahisi, geliĢen teknikler ve öğrenme süreci ile birlikte gelecekte
daha sık kullanılacaktır.
Ölçüm yöntemimizin Ģimdilik teknik zorluklar içerdiği düĢünülebilir, ancak
mevcut 3D BT tekniklerin software programlar eklenerek geliĢtirilebileceği
konusunda teknik çalıĢmalar ileride yapılabilir.
80
KAYNAKLAR
1: Kazar B and Relovszky E: Prognosis of primary dislocation of the
shoulder. Acta Orthop Scand 1969;40(2):216-24
2: Lippit S, Matsen F.A. Mechanisms of glenohumeral joint instability. Clin
Orthop 1993;291: 20-28,
3: Speer KP, Deng X, Borrero S, Torzilli PA, Altchek DA, Warren RF.
Biomechanical evaluation of a simulated Bankart lesion. J Bone Joint Surg
Am 1994;76:1819-1826.
4: Zimmerman LM and Veith 1: Great Ideas in the History of Surgery:
Clavicle, Shoulder, Shoulder Amputations. Baltimore: Williams &Wilkins,
1961; 782-789.
5: Hussein MK: Kocher‘s method is 3000 years old. J Bone Joint Surg Br
1968;50: 669-671,
6: Adams FL: The Genuine Works of Hippokrates, vols 1 and 2. New York:
William Woods, 1886;45: 963-5
7: Bardenheuer BA: Die Verletzungen der oberen Extremitaten. Dtsch Chir
1886;63: 268-418
8: Thomas TT: Habitual or recurrent anterior dislocation of the shoulder. Am
J Med Sci 1909;137: 229-246
9: Wahl S. An Operative Treatment for Recurrent Dislocation of the Shoulder
Ann Surg. 1942 Mar;115(3):441-4
10: Albert E: Artrodese bei einer habituellen Luxation der Schultergelenkes.
Klin Rundschau 1898; 2: 281-283,
11: Hildebrand: Zur operativen Behandlung der habituellen Schulterluxation.
Arch Klin Chir 1902;66: 360-364,
81
12: Perthes G: Uber Operationen bei habitueller Schulterluxation. Dtsch Z
Chir 1906; 85:199-222
13: Bankart ASB: Recurrent or habitual dislocation of the shoulder joint . BMJ
1923;2:1132-1133
14: Bankart ASB: The pathology and treatment of recurrent dislocation of the
shoulder joint . Br J Surg 1938;26:23-29
15: Norlin R: Intraarticular pathology in acute, first-time anterior shoulder
dislocation: an arthroscopic study, Arthroscopy 1993;9(5):546-9
16: Reeves B: Arthrography in acute dislocation of the shoulder . J Bone
Joint Surg Br 1968;48:182-9
17: Townley CO: the capsular mechanism in recurrent dislocation of the
shoulder. JBone Joint Surg Am 1950;32: 370-380,
18: Eve FS: A case of subcoracoid dislocation of the humerus with the
formation of an indentation on the posterior surface of the head. Medico-
Chirurg Trans Soc Lond 1880; 63:317-321
19: Hill HA, Sachs: The grooved defect of the humeral head. A frequently
unrecognised complication of dislocations of the shoulder joint. Radiology
1940; 35:690-700,
20: Nicola T: Recurrent anterior dislocation of the shoulder. J Bone Joint
Surg 1929;11:128-132
21: Willard DP. The Nicola Operation for recurrent Dislocation of the
Shoulder. Ann Surg. 1936 Mar;103(3):438-43.
22: Henderson MS: Habitual or recurrent dislocation of the shoulder. Surg
Gynecol Obstet 1921; 33:1-7,
23: Henderson MS: Tenosuspension operation for recurrent or habitual
dislocation of the shoulder. Surg Clin North Am 1949; 5:997-1007
82
24: Gallie WE and LeMesurier AB: An operation fort he relief of recurring
dislocations of the shoulder. Trans Am Surg Assoc 1927; 45:392-398
25: Bateman JE: Gallie technique for repair of recurrent dislocation of the
shoulder. Surg Clin North Am 1963; 43:1655-1662
26: Hybinette S: De la transplantation d‘u fragment osseux pour remedier aux
luxations recidiventes de lepaule; constations et resultats operatoires. Acta
Chir Scan 1932;71: 411-445
27: Magnuson PB, Stack JK: Recurrent doslocations of the shoulder. JAMA
1943;123: 889-892
28: Clarke HO: Habitual dislocation of the shoulder The Putti-Platt operation.
J Bone Joint Surg 1948; 30 B: 19-25
29: Du Toit GT, Roux D: Recurrent dislocation of the shoulder: A twenty-four
year study of the Johannesburg stapling operation. J. Bone Joint Surg 1956;
38 A: 1-2
30: Helfet AJ: Coracoid transplantation for recurring dislocation of the
shoulder. J. Bone Joint Surg. 1958; 40 B, 198-202
31: Townley CO: The capsular mechanism in recurrent dislocation of the
shoulder. J Bone Joint Surg 1950; 32-A: 370
32: Rowe CR, Patel D, Southmayd WW: The Bankart procedure: A long term
end result study. J Bone Joint Surg 1978;60-A:1-15
33: Neer CS 2, Foster CR: Inferior capsular shift for involuntary inferior and
multidirectional instability of the shoulder: A Preliminary report. J Bone Joint
Surg 1980; 62 A: 897-908
34: Johnson LL: Diagnostic and Surgical Arthroscopy of the Shoulder. St.
Lous. MO, Mosby-Year Book, 1993; S: 276-364
83
35: Caspari RB, Savoie FH: Artroscopic reconstruction of the shoulder: The
Bankart Repair, Mc Ginty JB: Operative arthroscopy. New York, NY, Raven
Press. 1991; S:507-515
36: Warner JJP, Warren RF: Arthroscopic Bankart repair using a cannulated
absorbable fixation device. Orthopaedics 1991; 1:192-198
37: Snyder SJ, Banas MP. Belzer JP: arthroscopic treatment of anterior
shoulder instability using threaded suture anchors and non absorbable
suture. Instructional Course Lecture. 1996; Vol 45:71-81
38: Goble EM, Sorners WK, Clark R., Olse Re: The development of suture
anchors for use in soft tissue fixation to bone. Am J Sports Med 1994; 22:
236-239
39: Lephart SM, Myers JB, Bradley JP, et al. Shoulder proprioception and
function following themal capsulorraphy. Arthroscopy 2002;18: 770-773
40: Lephart SM, Pincivero DM, Giraldo JL, et al. The role of proprioception in
the management and rehabilitation of athletic injuries. Am J Sports Med
1997;25: 130-44
41: Abboud JA, Soslowsky LJ. Interplay of the static and dynamic restraints
in glenohumeral instability. Clin Orthop 2002;400:48-52
42: Brostrom LA, Kronberg M, Nemeth G. Muscle activity during shoulder
dislocation. Acta Orthop Scand 1989;60:639-644
43: Weishaupt D, Zanetti M, Nyffler RW, et al: Posterior glenoid rim
deficiency in recurrent (atraumatic) posterior shoulder instability. Skeletal
Radiol 2000;29:204-210
44: Matsen FA III, Lippitt SB, Sidles JA, and Harryman DT II: Practical
Evaluation and Management of the Shoulder. Philadelphia:WB Saunders,
1994; 822-832
84
45: McMahon PJ, Lee TQ. Muscles may contribute to shoulder dislocation
and stability.Clin Orthop 2002;403(suppl 1):S1846-51
46: Warner JJ, Deng XH, Warren RF, and Torzilli PA: Static
capsuloligamentous restraints to superior-inferior translation of the
glenohumeral joint. Am J Sports Med 1992; 20:675-685
47: Howell SM and Galinat BJ: The glenoid-labral socket: A constarined
articular surface. Clin Orthop 1989; 43:122-125
48: Howell SM, Galinat BJ, Renzi AJ, and Marone PJ: Normal and abnormal
mechanics of the glenohumeral joint in the horizontal plane. J Bone Joint
Surg Am 1988;70:227-232
49: Poppen NK and Walker PS: Normal abnormal motion of the shoulder. J
Bone Joint Surg Am 1976;58A:195-201
50: Poppen NK and Walker PS: Forces at the glenohumeral joint in
abduction. Clin Orthop 1978; 135:165-170
51: Howell SM, Galinat BJ, Renzi AJ, et al. Normal and abnormal mechanics
of the glenohumeral joint in the horizontal motion plane. J Bone Joint Surg
1988; 70A:227–32.
52: Poppen NK, Walker PS. Normal and abnormal motion of the shoulder.
Surg Forum. 1975;26:519-21
53: Baker CL, Uribe JW, and Whitman C:Arthroscopic evaluation of acute
initial anterior shoulder dislocations. Am J Sports Med 1990;18:25-28
54: Bassett RW, Browne AO, Morrey BF, and An KN: Glenohumeral force
and moment mechanics in a position of shoulder instability. J Biomech
1990;23:405-415
55: Blasier RB, Guldberg RE, and Rothman ED: Anterior shoulder stability:
Contributions of rotator cuff forces and the capsular ligaments in a cadaver
model. J shoulder Elbow Surg 1992;1:140-150
85
56: Lee SB and An KN: Dynamic glenohumeral stability provided by three
heads of the deltoid muscle. Clin Orthop 2002;400:40-47
57: Guanche C, Knatt T, Solomonow M, et al: The synergistic action of the
capsule and the shoulder muscles. Am J Sports Med 1995;23:301-306
58: Hashimoto T, Hamada T, Sasaguri Y, and Suzuki K:
Immunohistochemical approach fort he investigation of nerve distribution in
the shoulder joint capsule. Clin Orthop 1994;305:273-282
59: Jerosch J, Castro WH, Grosse-Hackman A, and Clahsen H: Functionof
the glenohumeral ligaments in active protection of shoulder stability. Z Orthop
Ihre Grenzgeb 1995;133:67-71
60: Blasier RB, Carpenter JE, and Huston LJ: Shoulder proprioseption: Effect
of joint laxity, joint position, and direction of joint motion. Orthop Rev
1994;23:45-50
61: Okan Yalaman. Reduksiyonu gecikmiĢ travmatik omuz çıkıklarında tedavi
sonuçları / Ġstanbul Tıp Fakültesi Tez -- 1979
62: Charles A. Rockwood JR, Frederick A. Matsen III, Michael A. Wirth,
Steven B. Lippith: The Shoulder. Philadelphia: WB Saunders, 2004; 670-671
63: Lippith SB, Vanderhooft JE, Harris SL, et al: Glenohumeral stability from
concavity-compression: A quantitative analysis. J Shoulder Elbow Surg
1993;2:27-35
64: Itoi E, Lee SB, Berglund LJ, et al: The effect of a glenoid defect on
anteroinferior stability of the shoulder after Bankart repair: A cadaveric study.
J Bone Joint Surg Am 2000;82:35-46
65: Silliman JF and Hawkins RJ: Classification and physical diagnosis of
instability of the shoulder. Clin Orthop 1993;291:7-19
66: Burkhart SS, De Beer JF. Traumatic glenohumeral bone defects and their
relationship to failure of arthroscopic Bankart repairs: significance of the
86
inverted-pear glenoid and the humeral engaging Hill-Sachs lesion.
Arthroscopy. 2000 Oct;16(7):677-94.
67: Gerber C. Chronic, locked anterior and posterior dislocations. In: Warner
J, Ianotti J, Gerber C, eds. Complex and revision problems in shoulder
surgery. Philadelphia: Lippincott-Raven, 1997:99-113
68: Bigliani LU, Newton PM, Steinmann SP, Connor PM, Mcllveen SJ.
Glenoid rim lesions associated with recurrent anterior dislocation of the
shoulder. Am J Sports Med. 1998 Jan-Feb;26(1):41-5.
69: Sugaya H, Moriishi J, Dohi M, Kon Y, Tsuchiya A. Glenoid rim
morphology in recurrent anterior glenohumeral instability. J Bone Joint Surg
Am. 2003;85:878-884
70: Cooper DE, Arnoczky SP, O‘Brien SJ, Warren RF, DiCarlo E, Allen AA:
Anatomy, histology and vascularity of the glenoid labrum. J Bone Joint Surg
1992; 74 A:46-52
71: Howell SM, Galinat BJ. The glenoid-labral socket.Clin Orthop Relat Res
1989;243:122–5.
72: Vanderhooft E, Lippitt S, Harris S, Sidles J, Harryman DI, Matsen FI.
Glenohumeral stability from concavity-compression: a quantitative analysis.
Presented at the 8th Annual Meeting of the American Shoulder and Elbow
Surgeons. Washington, DC, 1993;73:122-26
73: Wirth MA, Seltzer DG, and Rockwood CA Jr: Recurrent posterior
glenohumeral dislocation associated with increased retroversion of the
glenoid . Clin Orthop, 1994;308:98-101
74: O‘Brien S, Arnoczky S, Warren R, et al. Developmental anatomy of the
shoulder and anatomy of the glenuhumeral joint. In: Rockwood CJ, Matsen
FI, eds. The shoulder. Philadelphia: WB Saunders, 1990:1-33
87
75: Basmajian JV, Bazant FJ: Factors preventing downward dislocation of
the adducted shoulder joint in an electromyographic and morphological
study. J Bone Joint Surg 1959;41 A:1182-86
76: Saha AK: Dynamic stability of the glenohumeral joint. Acta Orthop Scand
1971;42:491-505
77: Dias JJ, Mody BS, Finlay DB, and Richardson RA: Recurrent anterior
glenohumeral joint dislocation and torsion of the humerus. J Orthop Sports
Phys Ther 1993;18:379-385
78: Dowdy PA and O‘Driscoll SW: Recurrent anterior shoulder instability. Am
J Sports Med 1994;22:489-492
79: Bradley JP and Tibone JE: Electromyographic analysis of muscle action
about the shoulder. Clin Sports Med 1991;10:789-805
80: Glousman R, Jobe F, and Tibone J: Dynamic electromyographic analysis
of the throwing shoulder with glenohumeral instability. J Bone Joint Surg Am
1988;70:220-226
81: Inman VT, Saunders JB, and Abbott LC: Observations on the function of
the shoulder joint. J Bone Joint Surg Am 1994;26:1-30
82: Ozaki J: Glenohumeral movement of the involuntary inferior and
multidirectional instability. Clin Orthop 1989;238:107-111
83: Warner JJ, Micheli LJ, Arslanian LE, et al: Scapulothoracic motion in
normal shoulders and shoulders with glenohumeral instability and
impingement syndrome: A study using Moir‘e topographic analysis. Clin
Orthop 1992;285:191-199
84: Charles A. Rockwood JR, Frederick A. Matsen III, Michael A. Wirth,
Steven B. Lippith: The Shoulder. Philadelphia: WB Saunders, 2004; 680115:
88
85: Matsen FI, Thomas S, Rockwood CJ. Anterior glenohumeral instability.
In: Rockwood C, Matsen F, eds. The Shoulder. Philadelphia: WB Saunders,
1990;526-622
86: Warner JJP, Deng X, Warren RF: Superoinferior translation in the intact
and vented gleno humeral joint. J Shoulder Elbow Surg. 1993;2:99-105
87: Habermeyer P, Schuller U, Wiederman E. The intra-articular pressure of
the shoulder: an experimental study on the role of the glenoid labrum in
stabilizng the joint. Arthroscopy 1992;8: 166-172
88: Weulker N, Brewe F, Sperveslage C. Passive glenohumeral joint
stabilization: a biomechanical study. J Shoulder Elbow Surg 1994; 3:129-134
89: Gibb DT, Sidles JA, Harryman DT, McQuade KJ, Matsen FAI. The effect
of capsular venting on glenohumeral laxity. Clin Orthop 1991;268:120-127
90: Ciccone WJ II,Hunt TJ, Lieber R, et al. Multiquadrant digital analysis of
shoulder capsular thickness. Arthroscopy 2000;16:457-461
91: Warner J, flatow E. Anatomy and Biomechanics. In: Bigliani L, ed. The
unstable Shoulder. Rosement, IL: American Academy of Orthopaedic
surgeons, 1996:1-24
92: Harryman DI, Sidles J, Harris S, et al. Laxity of the normal glenohumeral
joint: a quantitative in vivo assessment. J Shoulder Elbow Surg 1992; 1:66-76
93: Lippitt S, Vanderhooft J, Harris S, Sidles J, Harryman DI, Matsen FI.
Glenohumeral stability from concavity-compression: a quantitative analysis. J
Shoulder Elbow Surg 1993;2:27-35
94: Gerber C. Werner CL., Macy JC, et al. Effect of selective capsulorrhaphy
on the passive range of motion the glenohumeral joint. J Bone Joint Surg
Am. 2003;85:48-55
89
95: Lusardi D, Wirth M, Wurtz D, Rockwood CJ. Loss of external rotation
following anterior capsulorrhaphy of the shoulder. J Bone Joint Surg Am
1993;75:1185-1192
96: Bigliani L, Flatow E, Kelkar R. The effect of anterior capsular tightening
on shoulder kinematics and contact. J Shoulder Elbow Surg 1994;3:565-570
97: Bigliani L, Weinstein D, glaskow M, Pollock R,Flatow E. Glenohumeral
arthroplasty for arthritis after instability surgery. JShoulder Elbow Surg
1995;4:87-94.
98: Wolf EM, Cheng JC, Dickson K.: Humeral avulsion of glenohumeral
ligaments as a cause of anterior shoulder instability. Arthroscopy. 1995
Oct;11(5):600-7.99:
99: Bach B, Warren R, Fronek J. Distruption of the lateral capsule of the
shoulder : a cause of recurrent dislocation. J Bone Joint Surg Br
1988;70:274-276
100: Jost B, Koch PP, Gerber CH: Anatomy and functional aspects of the
rotator interval. J Shoulder Elbow Surg 2000;9:336–341
101: Neer CS, Satterlee CC, Dalsey RM, Flatow EL. The anatomy and
potential effects of contracture of the coracohumeral ligament. Clin Orthop
1992;280:182-185
102: Boardman ND, Debski RE, Warner JJ, et al. Tensile properties of the
superior glenohumeral and coracohumeral ligaments. J Shoulder Elbow Surg
1996;5:286-292
103: Burkart AC, Debski RE. Anatomy and function of the glenohumeral
ligaments in anterior shoulder instability. Clin Orthop Relat Res 2002;400:32-
39
104: Warner JJ, Deng XH, Warren RF, Torzilli PA: Static capsuloligamentous
restraints to superior-inferior translations of the glenohumeral joint. Am J
Sports Med 1992;20:675–685
90
105: Steinbeck J, Liljenqvist U, Jerosch J: The anatomy of the glenohumeral
ligamentous complex and its contribution to anterior shoulder stability. J
Shoulder Elbow Surg 1998;7:122–126
106: Turkel SJ, Panio MW, Marshall JL, Gurgis FG: Stabilizing mechanisms
preventing anterior dislocation of the glenohumeral joint. J Bone Joint Surg
1981;63A:1208–1217
107: Ferrari D. Capsular ligaments of the shoulder: anatomical and functional
study of the anterior-superior capsule. Am J Sports Med 1990;18:20-24
108: Williams MM, Snyder SJ, Buford D: The Buford Complex-the cord-like
middle glenohumeral ligament and absent anterosuperior labrum complex: a
normal anatomic capsulolabral variant. Arthroscopy 1994;10:241-247
109: Demirhan M, Akpınar S, Alturfan A: Tekrarlayan anterior omuz
instabilitelerinde artroskopik tamir ilkeleri. Acta Orthop Traum Turc
1996;30:484-489
110: O‘Brien SJ, Warren RF, Schwartz E. Anterior shoulder instability. Orthop
Clin North Am 1987;18(3):395-408
111: O‘Brien S, Schwartz R, Warren R, Torzilli P. Capsular restraints to
anterior-posterior motion of the shoulder: a biomechanical study. J Shoulder
Elbow Surg 1995;4:298-308
112: Lee TQ, Dettling J, Sandusky MD, McMahon PJ: Age related
biomechanical properties of the glenoidanterior band of the inferior
glenohumeral ligamenthumerus complex. Clin Biomech 1999;14:471–476
113: McMahon PJ, Dettling J, Sandusky MD, Tibone JE, Lee TQ. The
anterior band of the inferior glenohumeral ligament. Assessment of its
permanent deformation and the anatomy of its glenoid attachment. J Bone
Joint Surg Br. 1999 May;81(3):406-13
91
114: Neviaser TJ. The anterior labroligamentous periosteal sleeve avulsion
lesion: A cause of anterior instability of the shoulder. Arthroscopy 1993;9:17-
21.
115: Lippitt S, Vanderhooft J, Harris S. Glenohumeral stability from
concavity-compression: a quantitative analysis. J Shoulder Elbow Surg
1993;2:27-35
116: Blasier R, Guldberg R, Rothman E. Anterior shoulder stability:
contributions of rotator cuff forces and the capsular ligaments in a cadaver
model. J Shoulder Elbow Surg 1992;1:140-150
117: Labriola JE, Lee TQ, Debski RE, McMahon PJ. Stability and instability
of the glenohumeral joint: the role of shoulder muscles. J Shoulder Elbow
Surg 2005;14:32s-38s
118: Hsu HC, Luo ZP, Cofield RH, An KN. Influence of rotator cuff tearing on
glenohumeral stability. J Shoulder Elbow Surg. 1997 Sep-Oct;6(5):413-22.
119: Ozbaydar MU, Tonbul M, Altun M, Yalaman O. Treatment of recurrent
post-traumatic anterior-inferior glenohumeral instabilities with the selective
capsular shift technique. Acta Orthop Traumatol Turc. 2005;39(2):97-103
120: Kaltsas D. Comparative study of the properties of the shoulder joint
capsule with those of other joint capsules. CORR 1983 Mar;(173):20-6.
121: Burkhead WJ, Rockwood CJ. Treatment of instability of the shoulder
with an exercise program. J Bone Joint Surg Am 1992; 74:890-896
122: Kim SH, Ha KI, Kim HS, Kim SW. Electromyographic activity of the
biceps brachii muscle in shoulders with anterior instability. Arthroscopy. 2001
Oct;17(8):864-8.
123: Rodosky MW, Harner CD, Fu FH. The role of the long head of the
biceps muscle and superior glenoid labrum in anterior stability of the
shoulder. Am J Sports Med. 1994 Jan-Feb;22(1):121-30.
92
124: Andrews J, Carson WJ, Ortega K. Arthroscopy of the shoulder:
technique and normal anatomy. AM J Sports Med 1985;12:1-7
125: Matse FI, Arntz C. Rotator cuff failure. In: Rockwood C, Matsen F, eds.
The Shoulder. Philadelphia: WB Saunders, 1990:647-665
126: Glousman R., Jobe F., Tibone JE: Dynamic electromygraphic analysis
of the throwing shoulder with glenohumeral instability. J Bone Joint Surg ;70
A: 220-226,
127: Rowe CR and Zarins B: Recurrent transient subluxation of the shoulder.
J Bone Joint Surg Am 1981;63:863-872,
128: Hawkins RJ, Neer CS 2nd, Pianta RM, Mendoza FX. Locked posterior
dislocation of the shoulder. J Bone Joint Surg [Am] 1987;69:9-18.
129: Rowe CR: Prognosis in dislocations of the shoulder. J Bone Joint Surg
Am 1956;38:957-977,
130: Thomas SC, Matsen FA 3rd. An approach to the repair of avulsion of
the glenohumeral ligaments in the management of traumatic anterior
glenohumeral instability. J Bone Joint Surg [Am] 1989;71:506-13.
131: Rowe CR, Pierce DS, Clark JG. Voluntary dislocation of the shoulder. A
preliminary report on a clinical, electromyographic, and psychiatric study of
twenty-six patients. J Bone Joint Surg [Am] 1973;55:445-60.
132: Neer CS 2nd, Foster CR. Inferior capsular shift for involuntary inferior
and multidirectional instability of the shoulder. A preliminary report. J Bone
Joint Surg [Am] 1980;62:897-908.
133: Beall MS Jr, Diefenbach G, Allen A. Electromyographic biofeedback in
the treatment of voluntary posterior instability of the shoulder. Am J Sports
Med 1987;15:175-8.
93
134: Bigliani LU, Pollock RG, Endrizzi DP, McIlveen SJ, Flatow EL. Surgical
repair of posterior instability of the shoulder: long-term results. Orthop Trans
1993;17:75-6.
135: Fronek J, Warren RF, Bowen M. Posterior subluxation of the
glenohumeral joint. J Bone Joint Surg [Am] 1989;71:205-16.
136: Neer CS 2nd. Shoulder reconstruction. Philadelphia: W. B. Saunders;
1990.
137: Altchek DW, Dines DM. Shoulder injuries in the throwing athlete. J Am
Acad Orthop Surg 1995;3:159-65.
138: Warner JJ, Cabord DN, Berger R, Fu FH, Seel M. Dynamic
capsuloligamentous anatomy of the glenohumeral joint. J Shoulder Elbow
Surg 1993;2:115-33.
139: Dowdy PA, O‘Driscoll SW. Shoulder instability. An analysis of family
history. J Bone Joint Surg [Br] 1993;75:782-4.
140: O‘Driscoll SW, Evans DC. Contralateral shoulder instability following
anterior repair. An epidemiological investigation. J Bone Joint Surg [Br]
1991;73:941-6.
141: O‘Driscoll SW and Evans DC: Long term results of staple
capsulorrhaphy for anterior instability of the shoulder. J Bone Joint Surg Am
1993;75:249-258,
142: Imazato Y. Nippon Seikeigeka Gakkai Zasshi. 1992 Oct;66(10):1006-15.
143: Drakos MC, Green DM, Dodson CC, Allen AA, Warren RF. Shoulder
dislocation after mobilization procedures for adhesive capsulitis. Orthopedics.
2008 Dec;31(12): 45-48
144: Lusardi DA, Wirth MA, Wurtz D, Rockwood CA Jr. Loss of external
rotation following anterior capsulorrhaphy of the shoulder. J Bone Joint Surg
[Am] 1993;75:1185-92.
94
145: Itoi E, Hatakeyama Y, Kido T, Sato T, Minagawa H, Wakabayashi I,
Kobayashi M. A new method of immobilization after traumatic anterior
dislocation of the shoulder: a preliminary study. J Shoulder Elbow Surg. 2003
Sep-Oct;12(5):413-5.
146: C.C. Dodson, F.A. Cordasco. Anterior Glenohumeral Joint Dislocations.
Orthop Clin N Am 39 (2008) 507–518
147: Arciero RA, Wheeler JH, Ryan JB, McBride JT. Arthroscopic Bankart
repair versus nonoperative treatment for acute, initial anterior shoulder
dislocations. Am J Sports Med 1994;22(5): 589-594
148: Latarjet M. Techniques chirurgicales dans le trairement de la
luxation anteriointerne recidivante de I‘´epaule. Lyon Chir 1965; 61:313-318.
149: Detrisac DA, Johnson LL. Arthroscopic shoulder capsulorraphy using
metal staples. Orthop Clin North Am 1993;24 (1): 71-88
150: Morgan CD, Bodenstab AB. Arthroscopic Bankart suture repair
technique and early results. Arthroscopy 1987;3(2): 111-122
151: Torchia ME, Caspari RB, Asselmeier MA, Beach WR, Gayari M.
Arthroscopic transglenoid multiple suture repair: 2 to 8 year results in 150
shoulders. Arthroscopy 1997;13(5):609-619
152: Weber EM, Wilk RM, Richmond JC. Arthroscopic Bankart repair using
suture anchors. Oper Tech Orthop 1991;1:194-6
153: Wolf EM. Arthroscopic capsulolabral repair using suture anchors.
Orthop Clin North Am 1993;24(1):59-69
154: G.Walch, P.Boileau, C. Levigne, A.Mandrino, P.Neyret, S.Donell,
Arthroscopic Stabilization for Recurrent Anterior Shoulder Dislocation:
Results of 59 Cases. Arthroscopy: The Journal of Arthroscopic and Related
Surgery, Vol II, No 2 (April), 1995: pp 173-179 173
95
155: Magnusson L, Kartus J, Ejerhed L, Hultenheim I, Sernert N, Karlsson J.
Revisiting the open Bankart experience—a four to nine-year follow-up. Am J
Sports Med 2002;30:778 –782
156: P.Boileau, M.Villalba, J.Y Hery, Frederic Balg, P.Ahrens, L. Neyton,
Risk Factors for Recurrence of Shoulder Instability After Arthroscopic Bankart
Repair. The Journal of Bone & Joint Surgery · Volume 88-A · Number 8 ·
August 2006 1755-1762
157: Gartsman GM, Roddey TS, Hammerman SM. Arthroscopic treatment of
anterior-inferior glenohumeral instability. Two to five-year follow-up. J Bone
Joint Surg Am. 2000 Jul;82-A(7):991-1003.
158: Armstrong A, Boyer D, Ditsios K, Yamaguchi K. Arthroscopic versus
open treatment of anterior shoulder instability. Instr Course Lect
2004;53:559-563
159: Kirkley A, Werstine R, Ratjek A, Griffin S. Prospective randomized
clinical trial comparing the effectiveness of immediate arthroscopic
stabilization versus immobilization and rehabilitation in first traumatic anterior
dislocations of the shoulder: long-term evaluation.. Arthroscopy. 2005
Jan;21(1):55-63.
160: Ryu RK. Arthroscopic approach to traumatic anterior shoulder instability.
Arthroscopy. 2003 Dec;19 Suppl 1:94-101. Review. No abstract available.
161: Nelson BJ, Arciero RA. Arthroscopic management of glenohumeral
instability. Am J Sports Med 2000;28:602– 614.
162: Payne LZ, Altchek DW. The surgical treatment of anterior shoulder
instability. Clin Sports Med 1995;14:863– 883.
163: Tauro JC. Arthroscopic inferior capsular split and advancement for
anterior and inferior shoulder instability: technique and results at 2- to 5-year
follow-up. Arthroscopy 2000;16: 451–456
96
164: Kim SH, Ha KI, Kim SH. Bankart repair in traumatic anterior shoulder
instability: open versus arthroscopic technique. Arthroscopy 2002;18:755–
763
165: Stein DA, Jazrawi L, Bartolozzi AR. Arthroscopic stabilization of anterior
shoulder instability: a review of the literature. Arthroscopy 2002;18:912–924.
166: Carreira DS, Mazzocca AD, Oryhon J, Brown FM, Hayden JK, Romeo
AA. A prospective outcome evaluation of arthroscopic Bankart repairs:
Minimum 2-year follow-up. Am J Sports Med 2006;34:771-777
167: Kandziora F, Jager A, Bischof F, Herresthal J, Starker M, Mittlmeier T.
Arthroscopic labrum refixation for post-traumatic anterior shoulder instability:
Suture anchor versus transglenoid fixation technique. Arthroscopy
2000;16:359-366
168: Cole BJ, Warner JJ. Arthroscopic versus open Bankart repair for
traumatic anterior shoulder instability. Clin Sports Med. 2000 Jan;19(1):19-
48. Review.
169: Ungersb¨ock A, Michel M, Hertel R. Factors influencing the results of a
modified Bankart procedure. J Shoulder Elbow Surg 1995;5:365-369
170: Flatow EL, Miniaci A, Evans PJ, Simonian PT, Warren RF. Instability of
the shoulder: complex problems and failed repairs: part II: failed repairs. Instr
Course Lect. 1998;47:113-125.
171: Flatow EL, Warner JI. Instability of the shoulder: complex problems and
failed repairs: part I: relevant biomechanics, multidirectional instability, and
severe glenoid loss. Instr Course Lect. 1998;47:97-112.
172: Saito H, Itoi E, Sugaya H, Minagawa H, Yamamoto N, Tuoheti Y.
Location of the glenoid defect in shoulders with recurrent anterior
dislocation.Am J Sports Med. 2005 Jun;33(6):889-93
97
173: M. Ozbaydar, B. Elhassan, D. Diller, B.A., D. Massimini, B.S., L.
Higgins, J. P. Warner, Results of Arthroscopic Capsulolabral Repair: Bankart
Lesion Versus Anterior Labroligamentous Periosteal Sleeve Avulsion Lesion
Arthroscopy: The Journal of Arthroscopic and Related Surgery, Vol 24, No 11
(November), 2008: pp 1277-1283
174: Kirkley A, Griffin S, Richards C, et al. Prospective randomized clinical
trial comparing the effectiveness of immediate arthroscopic stabilization
versus immobilization and rehabilitation in first traumatic anterior dislocations
of the shoulder. Arthroscopy 1999;15:507–14
175: Bottoni CR, Wilckens JH, DeBerardino TM, et al.A prospective,
randomized, evaluation of arthroscopic stabilization versus nonoperative
treatment of acute, first-time shoulder dislocations. Am J Sports Med
2002;30(4):576–80
176: Habermeyer P, Gleyze P, Rickert M. Evolution of lesions of the labrum-
ligament complex in posttraumatic anterior shoulder instability: A prospective
study. J Shoulder Elbow Surg 1999;8:66-74
177: S.S. Burkhart, J.F. DeBeer, A.M. Tehrany, P.M. Parten, Quantifying
Glenoid Bone Loss Arthroscopically in Shoulder Instability. Arthroscopy: The
Journal of Arthroscopic and Related Surgery, Vol 18, No 5 (May-June), 2002:
pp 488–491
178: I.K.Y. Lo, Peter M. Parten, S.S. Burkhart. The Inverted Pear Glenoid:
An Indicator of Significant Glenoid Bone Loss. Arthroscopy: The Journal of
Arthroscopic and Related Surgery, Vol 20, No 2 (February), 2004: pp 169-
174
179: Hovelius L, Augustini BG, Fredin H, et al. Primary anterior dislocation of
the shoulder in young patients: a ten-year prospective study. J Bone Joint
Surg 1996;78A:1677–84.
98
TEŞEKKÜR
Hastanemize ve çalışma ortamımıza olan katkılarından dolayı Başhekimimiz sayın
Doç. Dr. Adem Akçakaya’ya ve uzmanlık eğitimim süresince engin bilgi ve
tecrübeleriyle bana yol gösteren, sağladığı olanaklarla eğitimimi tamamlamamı
sağlayan klinik şefimiz sayın Doç. Dr. Okan Yalaman’a, rotasyonlarım sırasında
eğitimime katkıda bulunan 2. Cerrahi klinik şefi sayın Prof.Dr. Dr. Servet Karahan’a,
Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon klinik şefi Uz. Dr. Hayri Özgüzel’e, Anesteziyoloji ve
Reanimasyon klinik şefi sayın Doç. Dr. Aysel Altan’a,
Tezimin hazırlanmasında yardımlarını esirgemeyen ve bilgi paylaştıkça değerlenir
düşüncesini barındıran, tanımakla mutluluk duyduğum sevgili uzmanım
Op.Dr.Mehmet Uğur Özbaydar’a,
Asistanlık eğitimime olan katkılarından dolayı sayın Doç.Dr.E.İrfan Gökçay’a,
Op.Dr.Mehmet Gökmen’e, Op. Dr. Mehmet Altun’a, Doç.Dr. Cihangir Yurdoğlu’na,
Op.Dr.M.Reşat Yılmaz’a, Op.Dr.Ayhan Özgündüz’e, Op.Dr.Rıfat Kocabaş’a,
Op.Dr.Selçuk Örsel’e, Op.Dr.Murat Tonbul’a, Op. Dr.Müjdat Adaş’a, ve birlikte
çalıştığım arkadaşlarım, Dr.Cengiz Doğan’a, Dr. A.Çağrı Tekin’e, Dr.İlker Keriş’e,
Dr.İsmet Bilgi’ye, Dr.Ömer Özel’e, Dr.Osman Orman’a, Dr.Kerem Sürmeli’ye, Dr.
Cihan Öğmen’e, tüm servis ve ameliyathane hemşirelerine, personellerimize,
Amerika’da geçirdiğim süre boyunca omuz cerrahisi konusundaki deneyimlerini
büyük bir özveriyle benimle paylaşan Harvard Üniversitesi Omuz Cerrahisi Başkanı
Dr.Jon J.P.Warner’a, Travmatoloji konusundaki bilgi birikimini aktaran Dr. Malcolm
Smith’e, üst ekstremite cerrahisi ile ilgili deneyimlerinden faydalandığım Dr.David
Ring ve Dr.Jesse Jupiter’e teşekkürü bir borç bilirim.
Beni büyük bir özveri ile yetiştiren, eğitimimin her aşamasında bana destek olan,
varlıklarından mutluluk ve gurur duyduğum sevgili anne ve babama,
Sevgisi ve desteği ile her zaman yanımda olan, sevgili eşim Nurten Altan’a ve tabiî
ki varlığı ile bizleri hayata bağlayan biricik oğlum Çağan Ege Altan’a sevgilerimi
sunarım.
Dr.Egemen Altan İstanbul 2009
99
ÖZGEÇMİŞ
Egemen Altan
Doğum Yeri : Ankara
Doğum Tarihi : 31/01/1979
Medeni Durum : Evli, 1 çocuk babası
Eğitim
2004- 2009 Ġstanbul Okmeydanı Eğitim ve AraĢtırma Hastanesi
Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanlık Eğitimi (5 yıllık program)
2007- Harvard Tıp Fakültesi Omuz ve Travmatoloji Bölümü Fellowship (3
ay)
2003-2004 Ġbni Sina Hastanesi‘nde intörn Doktor (1 yıl)
2002- Detroit Tıp Merkezi, Plastik Cerrahi yaz rotasyonu (1 ay)
1998-2003 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara (5 yıllık program)
1991-1997 Ankara Atatürk Anadolu Lisesi, (6 yıllık program)
1990-1991 Ankara Atatürk Anadolu Lisesi, (1 yıllık Ġngilizce Hazırlık)
Yayınlar
1- Tonbul M, Yilmaz MR, Ozbaydar MU, AdaĢ M, Altan E. Torakolomber omurga
kompresyon kırıklarında konservatif tedavinin uzun dönem sonuçları. Acta Orthop
Traumatol Turc 2008;42(2):80-83
2- Ozbaydar MU, Tonbul M, Altan E, Yalaman O. Osteoartritli dirsekte eklem içi
serbest cisimlerin artroskopik tedavisi. Acta Orthop Traumatol Turc 2006;40(5):371-
376
3-Ozbaydar MU, Altan E, Esenyel CZ, Yalaman O. Travma sonrası oluĢan izole
subskapularis tendon yırtıklarının cerrahi tedavisi. Acta Orthop Traumatol Turc
2006;40(3):214-219
4- Özbaydar M.U, Altan E., Tonbul M. Superior labral lezyonlar ve posterior sıkıĢma
sendromu. Türkiye Klinikleri Dergisi 2007; Cilt:3 Sayı:52 37-43
5-Tonbul M., Altan E.,Özbaydar M.U. Sporcularda dirsek yaralanması. Klinik
GeliĢim Dergisi 2009 Cilt:22 No:1 112-119