TkMM Milletvekili Katılım Anket Değerlendirmesi
-
Upload
sanar-yurdatapan -
Category
Documents
-
view
240 -
download
1
description
Transcript of TkMM Milletvekili Katılım Anket Değerlendirmesi
1
ANKET
Milletvekilleri,
“küçük Millet Meclisleri”
hakkında
ne düşünüyor? 06.12.2010
2
Ankete Katılım
Türkiye küçük Millet Meclisleri çalışmaları iki yılını doldururken son yılın dökümünü bir rapor haline
getirerek siyasi parti yönetimlerine sunduk. Ama sadece döküm yapmakla yetinmedik, bir de
milletvekilleri açısından resmin nasıl göründüğünü belirlemeye çalıştık. Bu amaçla hazırladığımız
anket sorularını ise tüm milletvekillerine değil, TkMM ve TBMMOÇG toplantılarına katılan 72
milletvekiline gönderdik. TkMM’lerin bu bir yıl boyunca toplantı yaptığı 30 ildeki toplam milletvekili
sayısı aslında 295, yani katılım oranı % 24,4 oluyor. Bu katılımın partilere dağılımı ise şöyle:
Toplam MV Katılan MV Oran
Ak Parti 175 49 % 28
CHP 61 14 % 23
MHP 32 3 % 9
DTP/BDP 17 6 % 35
DSP 5 0 % 0
Bağımsız 5 0 % 0
Toplam 295 72 % 24,4
Anket sorularımızı “devamsız” milletvekillerine yönlendiremeyeceğimize göre, vekillerin eğilimini
gösteren verilerin alanı da katılımcı oranıyla sınırlı kalıyor. Eğer hepsi katılsaydı, belki çok daha farklı
bir resimle karşılaşabilirdik. Bu da işin çözüm bekleyen bir başka boyutu.
Peki, kendilerine soruları yolladığımız bu 72 vekilin ankete katılımı?
Bu da pek iç açıcı sayılmaz. 26 milletvekili anketimizi yanıtladı. %36,1 (6 Aralık 2010)
Anket için bir aylık bir süre öngörmüştük. Sorular 1 Kasım 2010’da e-posta veya faksla yollandı,
ardından telefonla teyid alındı. Daha sonra belirli aralıklarla hatırlatmalar da yapıldı. Sonuçta bu 72
milletvekilinden 26’sının sorularımızı yanıtlaması % 36,1’lik bir katılım anlamına geliyor. Bir
genelleme yapabilmek için düşük bir oran. (Doğrusu % 60 – 70 arası bir katılım umuyorduk).
Özet:
TkMM’lerin toplandığı 30 ilde 295 milletvelinin 72’si en az bir kez katılmış.
Anketimiz, toplam milletvekillerinin %24,4’ü arasında yapılmış oluyor.
Bu 72 milletvekili içinde anket formlarını doldurup yollayan milletvekili sayısı ise 26. Yani %36,1
Sonuç olarak: Ankete katılan milletvekillerinin 30 ildeki milletvekilli toplamına oranı %8,8.
3
Sorular ve yanıtlar
1. İlinizdeki küçük Millet Meclisi çalışmalarından nasıl haberdar oldunuz?
Katılımcıların yarısı kendi ilindeki görevli (hamalımız) tarafından aranmış. Bir yarısı yazılı davet
almış. Partisi tarafından bilgilendirilerek toplantılara katılanlar 4 kişi.
2. küçük Millet Meclisleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Toplantıları gereksiz bulan iki milletvekili çıkmış. Gerisi olumlu düşünüyor ve yararlı buluyor.
Katılımcıların yarısı, her ay düzenli olarak toplanılmasının doğru olduğunu düşünüyor.
(Eleştiri ve öneriler ile bunlar hakkındaki genel yorum ve düşüncelerimizi bu raporun sonunda
bulacaksınız. Ayrıca hiç birini atlamadan hepsini tek tek yanıtlamayı da görev bildik.)
3. Toplantıların formatı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Katılımcıların üçte ikisinden de çoğu, formatı doğru ve güzel buluyor, toplumsal bilinç oluşturulması
açısından önemsiyor, siyasete katkıda bulunacağını düşünüyor. 2 katılımcı aykırı görüşte, 7
milletvekili ise genel olarak olumlu bulmakla birlikte bazı noktalarda değişiklik öneriyor. (Eleştiri ve
öneriler, genel yorum ve düşünceler bu raporun son bölümünde)
4. TkMM’lerin temel ilkeleri hakkında:
Katılımcılardan 13 ilkemiz hakkında tek tek görüş bildirmelerini istemiştik.
İlkelerimiz, tüm katılımcı vekiller tarafından genellikle beğenilmiş, benimsenmiş. Dört konuda ise
eleştiriler var. (Raporun son bölümünde)
5. Toplantıların sonuçları hakkında:
Bu soruları yanıtlayan milletvekillerinin büyük çoğunluğu (21 vekil, % 81) farklı görüşlerin yan yana
gelmesinin bile çok önemli bir kazanç olduğu, 2 vekil ise, TkMM’lerde karar alınmadığı için bir etkisi
de olmadığı görüşünde. Ayrıca 8 milletvekili, ortak kararların TBMMOÇG çalıştaylarında
alınabildiğini, iki çalışmanın birbirini tamamladığını düşünüyor.
6. Sonuçların topluma yansıması hakkında:
Tutanakların web sitesinde yayınlanmasının ve bunların ortak paydalarını içeren raporların her ay
TBMM’de yapılan bir basın toplantısı ile açıklanmasının etkileri üzerinde nedense vekillerin sadece %
26’sı (7 vekil) görüş açıklamış.
6 vekil tutanakların yayınlanmasının yararlı olduğunu 3 vekil ise kimse inceleyip yararlanmadığı için
boşa gittiğini düşünüyor. TBMM’deki basın toplantılarını ise 4 vekil yararlı bulurken 4 vekil olumsuz
görüşte. Yani bunları inceleyen ve yararlanan olmadığı için yararı da olmadığını söylüyor. Ancak
katılan vekillerin %61’i (16 vekil) şu anda yeterince yararlanılmasa bile bu yöntemden
vazgeçilmemesi, sürdürülmesi gerektiği düşüncesinde birleşiyor.
7. Çalışmaların geleceği hakkında:
Ankete katılan milletvekillerinin üçte ikisi, TkMM’lerin devam etmesi ve bir geleneğe dönüşmesi
gerektiğini söylüyor. Üçte biri ise devamında yarar görüyor ama bazı değişiklikler öneriyorlar.
(Eleştiri ve öneriler, genel yorum ve düşünceler raporun son bölümünde)
4
Tek tek eleştiriler, öneriler ve yanıtlar (Tüm eleştiriler tek tek ele alındı, ancak polemiklere yol açmamak için vekil, il ve parti adı ve il belirtmedik.)
Toplantının kendisi hakkında:
Katılan milletvekillerinin üçte biri, çalışmaları olumlu bulmakla birlikte bazı noktalara dikkat edilmesi
gerektiğini belirtiyor. İleri sürdükleri görüşler, eleştiriler ve konu analizlerini birlikte sunuyoruz.
1. Toplantı zamanları tesbit edilirken, toplantıya katılan vekiller ile koordineli olunması
çalışmaların daha sağlıklı olmasını sağlayacaktır.
Toplantı zamanları belirlenirken öncelikle TBMM çalışmaları ile çakışmamasına özen gösterdik. Parti Grup Başkanvekilleriyle sırf bunu konuşmak için randevular aldık ve her partinin kendi çalışmalarında önceden belirli dönemleri ve tarihleri öğrendik. HER AYIN İLK HAFTA SONU, bu araştırma sonunda ortaya çıkan en uygun dönem oldu. Gene de Bayramlara veya başka tatillere denk gelen “ilk hafta sonları”nı dışta tutuyoruz. (2011 yılında Ocak ve Mayıs’ın ilk haftaları bu durumda olduğu için ikinci haftalara kaydırıyoruz). Ancak milletvekillerinden de TkMM tarihlerini defterlerine işlemelerini ve çalışma programlarını belirlerken hesaba katmalarını beklemeyi de doğal ve makul buluyoruz.
2. Toplantıların üçer aylık periyodlarla yapılması daha verimli olacaktır.
Hayır, vekillerin müvekkillerine ayda bir üç saat zaman ayırmalarının çok olmadığı görüşünü koruyoruz, hatta bu cümleye “en az” ibaresini de ekiyoruz. Bir diğer ilkemiz olan “Açıklık” gereği, gelmeyenlerinin yerlerinin boş kalmasının ve fotoğraflarının basında yayınlanmasının da çalışmalara zarar değil yarar getireceği –çünkü bir aksaklığın düzelebilmesi için örtbas edilmemesi, görünmesi gerektiği- düşüncesindeyiz ve bu işlemi da sadece vekillere değil, kendimize de uygulamamız gerektiğini savunuyor, söz verip gelmeyen STÖ’lerin koltuklarını boş bırakıp bu fotoğrafları da fotoğrafları da siteye yerleştirmekten çekinmiyoruz.
5
3. STK’ların tabanı çok dar o yüzden genel toplumu temsil etmiyorlar. Katılımcı kitle, toplumun
tümünü yansıtmalı daha kapsayıcı olmalı.
TkMM’lerin toplumun tam bir aynası, bir kesiti olması bizim de amacımız (Aile Fotoğrafı İlkesi). Her ilde hem dernek, vakıf ve girişim gibi sivil örgütler, hem de odalar, barolar, sendikalar gibi yarı resmi kurumlar kMM’lerin doğal katılımcısı oluyorlar. Ayrıca, bir ilde mevcut olan bir sosyal grubun –örgütlü olmasa bile- mutlaka temsil edilmesi için bir kanaat önderini aramıza almaya özen gösteriyoruz(Engelliler, Romanlar vb.). Ancak bütün çabalarımıza rağmen birçok ilde bu noktaya ulaşabildiğimizi söyleyemeyiz. Bir yanda “O varsa ben yokum” alışkanlığı, öte yandan “Burası filanca siyasetin ağırlığında” acele hükmü, hatta “Bu işin arkasında mutlaka falanca vardır” gibi önyargıları altetmek kolay olmuyor. Bazı illerde bazı gruplar bu gibi nedenlerle önce katılmıyor, karşı görüştekiler ağırlık kazanınca bu defa da “Biz dememiş miydik?” diye kendi yarattıkları sonucu sebep olarak gösterebiliyorlar. Bunun çaresini birlikte bulabiliriz. Siz bu gerekçelerle uzak durursanız, yeni bir gerekçe daha kazanmış olacak, bu işi istemeyenler. “Zaten milletvekilleri de gelmiyor ki!..”
4. Davetlilerle konuşmacı ortak başlık üzerine konuşmalı.
Tamamen haklı bir eleştiri. Ne yazık ki konuyu bir kenara bırakıp ezber tekrarlama, kendi yandaşlarına mesaj gönderme alışkanlıkları da bir anda yok olamıyor. Bunun en acı örneklerini “Referandum” konusunda yaşadık. Ne yazık ki Ankara’da liderlerin konuşmaları herkesi etkiliyordu. “Şu madde geçerse yaşamımıza ne getirir, ne götürür?” sorusunu tartışmaya uğraşırken bir bakıyorduk “Boy pos, soy sop” tartışılıyor!.. Bu konuda moderatörlerimize önemli bir görev düşüyor. Biz de onlardan ısrarla rica ediyoruz. “Lütfen konu dışına çıkılmasına göz yummayın” diye.
5. Katılım az, vekiller katılmıyor. Toplantı süresi uzun olunca yeterli verim alınmıyor. Vekilin
hep aynı kişilerle buluşması toplantıya olan ilgisini azaltıyor. STK’lardan ve meslek
kuruluşlarından daha çok katılım olmalı.
Bu konuda da haklısınız. Emin olun ki, vekillerin katılımı için harcanan çabadan belki daha fazlası, sivil toplumun aile fotoğrafının sağlanması için harcanıyor. Bu işin çözümü belirli bir zaman alacaksa, bu zaman ancak birlikte çalışmayla kısaltılabilir. Katılımın aylarca hep “SIFIR” olduğu bir büyük ilimizde, neden sonra gelen bir vekil, sanki o güne kadar gelmemesinin hiç etkisi yokmuş gibi “Siz önce bu salonu doldurun, sonra bizi çağırın” cinsinden sözler söylemekte hiçbir sakınca görmeyebildi. Tabii ki milletvekili devamsızlığı, sivil toplum katılımcılarını da olumsuz etkiliyor, “Kendimiz söyleyip kendimiz dinliyoruz” duygusuna kapılıyorlar. Gene de iğneyi önce kendimize batırmalıyız. Biz yan yana gelmeyi sürdürür ve vekillerimizi ısrarla çağırırsak sonuçta salonlar da dolar, toplantılar da yankı getirir.
6. Bu daveti yapan il temsilcinizin bir amir edasıyla ve bazen de tehdide varan söylemlerle
(gelmezseniz basında afişe ederiz vs) gibi hoş olmayan davet şekillerinden vazgeçilmesi ve bu
sürecin bir diyalog süreci olduğu ve nezaket kuralları içerisinde götürülmesi hususu gözden
kaçırılmamalıdır.
Bu sonuncu eleştiri bizi çok üzdü. Olayı keşke zamanında duymuş olsaydık. Net olarak söyleyebileceğimiz şey, böyle bir davranışın ilkelerimize kesinlikle aykırı olduğu. “Tüm siyasetlere eşit YAKINLIKTA olmalıyız, çünkü bu iş uzak durarak değil, el birliğiyle yapılabilir” derken samimiyiz. Karşıt tavırlar takınmak, hele tehditler ileri sürmek kesinlikle hoş görülecek bir şey değil. Bu ve benzeri olaylar olmuşsa açıkça özür dilemeye ve tekrar etmemesi için tüm tedbirleri almaya hazırız.
6
Toplantıların formatı hakkında:
1. Milletvekilleri, program çok uzunsa katılamıyorlar. Toplantı tartışma bölümü STK’ların
katılımı ile gerçekleştirilmeli; sonuç/değerlendirme bölümünde ise milletvekilleri iştirak
etmeli.
Özür dileriz, ama bu toplantıların temel amacı “seçen ile seçilenin” dört yılda bir değil, sık sık,
düzenli, önyargısız ve sansürsüz diyalogu. “Siz aranızda konuşun, biz en sonunda gelip
değerlendirelim” şeklinde bir yapıda değil küçük Millet Meclisi toplantıları. Her ay –biri genel,
biri yerel- iki güncel konunun yüzyüze konuşulması ve herkesin görüşlerini açıklayabilmesi için
3 saatlik bir zaman da yetmeyebiliyor. Ancak, eski alışkanlıkların getirdiği dağınıklıklar
aşıldıkça –ki düzenli toplanan illerde bu farkı gözlemleyebiliyoruz- bu sürenin verimli bir
diyalog için makul olduğu da kendini gösteriyor.
2. Yönlendiricilerin tarafsız olmasına dikkat edilmeli.
“Olmasına” sözcüğünü “davranmasına” şeklinde değiştirirsek daha iyi bir anlatım olmaz mı?
Bu toplumun düşünen her ferdinin, doğal olarak görüşleri ve bu görüşleri gerçekleştirmek için
aldığı bir pozisyon, bir tavır da olacaktır. Başka bir ülkeden moderatör ithal etmeyeceğimize
göre “yansız bir insan da tabii ki bulamayız. Ancak kendi görüşü ne olursa olsun, küçük Millet
Meclisini yönetirken, aynen Büyük Millet Meclisi Başkanı’nda aranan ilk niteliği ondan da
bekliyoruz: “Yansız davranmak”. Nasıl ki bir hastanede bir sürü doktor var ve bunların kimi
Fenerbahçe yanlısı olabilir, kimi Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor… Bunu gizlemesi de
gerekmez. Gereken ve ondan beklenen tek şey, hastalarına hizmet verirken, onları tuttukları
takıma göre ayırmaması, farklı muamele etmemesi. Bu, TkMM başkanları(!?) için de geçerli.
3. 2 yerel, 1 genel gündem maddesi olmalı. Gündem önceden bildirilmeli.
Deneyler bize üç konunun fazla geldiğini gösterdi. Gene de toplantılar ilerledikçe ve gereksiz konuşmalardan - itibar görmeye görmeye- vazgeçildikçe, zamanın yetip artacağını tahmin edebiliriz. Üçüncü bir konuyu konuşup konuşmamaya o evrede karar vermek daha doğru olacaktır. Gündem ise tabii ki önceden belirleniyor. İşleyiş şöyle: Katılımcılar, toplantıya bir hafta kalıncaya kadar konu önerilerini il hamalına bildiriyor. Biz de mutfağın önerisini aynı zaman içinde duyuruyoruz. (İller bunu kabul etmek zorunda değiller. Tek koşul GÜNCEL konulardan birinin seçilmesi). Hamal, mutfağın önerisini de taşıyan son bir hatırlatma yapıyor ve toplantıya bir hafta kala, en çok istenen genel ve yerel konuların ne olduğunu katılımcılara ve vekillere duyuruyor(Toplantı yeri, saati ve varsa moderatörün adı ile birlikte), kural bu.
4. Toplantıya ve konulara katılım çok yetersiz dolayısıyla bunu yükseltecek bir format üretilmeli.
Bu konuda da her türlü öneriye açığız. Ancak öneri kurallardan birinde değişiklik gerekirse bunu ancak “konsensüs”le yapabiliyoruz. Zira yapımız “adem-i merkezi” ve iller özerk. Örnek verelim. Başta her il kendi toplantı gününü kendi seçtiği için toplantılar ayın çeşitli günlerine dağılmış durumdaydı. Ancak bu durumda, Türkiye’nin çok sık değişen gündemi nedeniyle farklı farklı konular tartışılıyor ve bunları yanyana getirip ortak paydaları görmek mümkün olmuyordu. Durumu Ankara’daki seminerde tartıştık ve artık her ayın ilk Cumartesi günü yapılmasını önerdik. Olmadı. Kimi iller Cuma, kimileri Pazar’da ısrar edince hiç değilse “Ayın ilk Hafta Sonu” olmasında anlaşma sağlayabildik. Cuma yapanlar Cuma, Pazar yapanlar Pazar olarak kaldılar. Sizden gelebilecek farklı önerileri de aynı şekilde değerlendirmeye hazırız. Ancak biz kuralları aklına göre değiştirebilen bir “Merkez” değiliz. Herkesin yemesi için yemek pişiren bir “Mutfak” gibiyiz. Ama isteyen istediği yemeği yiyor, istemediğini yemiyor.
7
5. Katılımcılar, özellikle söz alanlar/konuşmacılar toplantının bitimine kadar salondan
ayrılmamalı. Moderatörler bu konuda tavizsiz olmalı. Kim olursa olsun konuşmasını yapıp
gidince işin ciddiyeti kayboluyor.
Bu şikayet, çok meşgul olduğu için kapıdan bir uğrayıp giden milletvekilleri nedeniyle yapılmış, bizce de haklı bir şikayet. Zaten ilk broşürümüze de aynen yazmıştık bunu:
Bu toplantıların “Hazır milletvekilini yakalamışken iyice bir hırpalayıp arkadaşlarıma hava atayım” şeklindeki alışkanlıklardan olduğu kadar “İşte görüşlerim bunlar. Şimdi acelem var, hadi bana müsaade…” diye ayrılmak, yani sadece kendi propagandasını yapmak şeklinde kullanılmasına da engel olmalıyız.
Burada görev hamalımıza ve moderatöre düşüyor. Baştan bu koşulla gelen biri olursa uyaralım. Kısa süre kalmakta ısrarlıysa onu “gözlemci” olarak gelmiş sayalım. O da sadece dinlemeyi kabul etsin ve gücenmesin.
6. Misafir ansiklopedi gibi görülüp her akla gelen sorulunca konu bütünlüğü olamıyor. Bilgi
denkliği olmayınca bilen salonu terk ediyor.
Denecek söz yok, çok haklı bir eleştiri. Moderatör böyle soruları kabul etmemeli. Gerekirse toplantı bitiş saatinden sonra bir süre daha kalıp o vakit yanıtlayabilir. Ona kalmış bir şey.
7. Toplantıyı yöneten (kolaylaştırıcı) kendi görüş ve düşüncelerini ortaya koymaktan çok
konuşmacı ve katılımcıların görüşlerinin (ve sorularının) iyice anlaşılmasına yardımcı olmalı;
konuşmaların akıcılığını sağlamalı.
Evet, aynı görüşteyiz. Kolaylaştırıcılar için hazırladığımız genel bilgileri ve yönetim kurallarını taşıyan metin de bunu açıklayarak başlıyor. Ancak tanınmış kişileri davet eden illerdeki katılımcılar, beğendikleri ve sevdikleri bu kişinin konferansına geldiklerini düşünerek kendisine konu ile ilgili veya ilgisiz sorular yöneltebiliyorlar ve kantarın topuzu bazen kaçabiliyor. Bunu da hep birlikte birbirimizi uyararak çözebiliriz. Konu dışına çıkan hangimiz olursak olalım, moderatör, katılımcılar, milletvekilleri ve il hamalımız, hepimiz birbirimizi uyararak –ve usanıp vazgeçmeyerek- konuşma disiplinimizi sağlayabilir, geliştirebiliriz.
8. Katılımcı başına süre sınırı konulmalı, ancak milletvekillerine açıklama imkânı daha uzun
tutulmalı, toplam süre biraz uzun gözden geçirilmeli.
Pratik bize “süre sınırı”nın herkes için gerektiğini gösterdi. Bu sınır da konuşmalar için en çok 5, sorular için –ön açıklama dahil- en çok 2 dakika olarak yerleşti. Ancak bir tek milletvekili olduğunda tüm sorular ona yönelince tabii ki onun yanıt süresinin de buna orantılı olmasını gözetmek gerekir.
İstanbul kMM, Ocak 2010
8
TkMM’lerin temel ilkeleri hakkında:
Genel kabul gören ilkeler şunlar:
Aile Fotoğrafı İlkesi (O ilde var olan hiçbir sosyal kesimin –örgütlü olmasa bile- dışlanmaması)
Önyargılar Giremez (Eleştirilerin sadece konuşulan konu ve bu konudaki tutumlara yönelik olması)
Amaç üzüm yemek (Bağcı dövmek amaçlı konuşmalara, saldırgan tavırlara geçit yok)
Eşit yakınlık (Tüm siyasi partilere eşit “yakınlık”tayız, çünkü böyle bir iş birlikte çalışma gerektirir)
Adem-i merkezi yapı (Merkez yok. kMM’ler ana ilkelere göre kuruluyor ama ondan sonra özerk)
Açıklık, şeffaflık (İyi veya kötü her şeyimiz açık. Eleştiri, şikayet ve başarısızlıklar gizlenmiyor)
Hedef karar almak ve uygulamak değil, diyalog (TkMM’leri başka platformlardan ayıran özellik)
Diyalog = Konuşma + Dinleme (Ezber tekrarlama kısır döngüsünden çıkmalı, dinlemeye de alışmalıyız)
Söz uçar, yazı kalır (Tüm toplantı tutanakları ve ortak payda raporları web sitesinde yayınlanıyor)
Eleştirilen ilkeler ve eleştiriler ise şöyle:
O büyük, biz küçüğüz (Karar verme yetkisi TBMM’nin, o büyük. Ama büyük de küçüğü dinlemeli)
“küçük” sıfatı ile “Millet” sözcüğü yanana gelince sanki millete küçük diyormuşuz gibi bir
algıya neden olabilir, bu adı değiştirin.
“küçük Millet Meclisi” adındaki “küçük” sözcüğünün “Millet”e değil, “Meclis”e ait olduğunu açıklamak bile gereksiz. “Büyük Millet Meclisi” adındaki “büyük” sözcüğü neyi kastediyor ki? Bu adı koyanlar “Biz büyük milletiz” diye böbürlenme derdinde miydiler dersiniz? Yoksa Osmanlı Millet-i Mebusanı’nın işgal kuvvetleri tarafından dağıtılması sonrasında bütün milleti kucaklayan bir meclis olduğunu mu vurgulamak için kullandılar bu sözcüğü? “O büyük, biz küçüğüz” derken bir başka şeyi daha vurguluyoruz. Millet adına karar alma (yasa yapma) yetkisi TBMM’de. küçük Millet Meclisleri ise “Karar alma ve uygulama” iddiası taşımıyor. Bu da ilkelerden biri zaten. kMM’ler, ne yazık ki küçümsediğimiz, ama aslında en çok ihtiyacımız olan bir şeyi amaçlıyor: “Diyalog”, görüş alışverişi yoluyla “ortak payda”ların oluşmasına zemin hazırlamak. Diyalog, hem sivil toplumun kendi arasında, hem de seçilmişlerle onları seçenler arasında, aracısız, düzenli, sık sık, önyargısız, sansürsüz.
Kimse kimsenin yerini dolduramaz (Toplantıya gelmeyen vekilin yerine kimse oturmuyor)
Toplantıya hiç katılmayan milletvekilleri toplantının formatını bilmedikleri için katılım
konusunda tereddüt ediyorlar.
Sabırlı olmak, birbirimizin iyi niyetinden kuşku duymamak, ısrarla anlatmak ve ikna. Zor bir iş, kabul, ama başka yolu da yok.
Vekile kimse vekalet edemiyor ama belediye başkanı yerine yardımcısı geliyor.
Kapı herkese açık. Keşke vekillerin danışmanları da düzenli gelse, belediye başkan yardımcıları
da. Ama kuralımızın haklı olduğunu düşünüyoruz: Kimse kimsenin yerini dolduramaz. Kim bir
program vaat edip oy vekalet aldıysa, müvekkili de onun kendisini isteyecek istişare için.
Milletvekillerinin programı çoğu kez tarihle örtüşmüyor.
9
Yukarıda da açıkladığımız gibi, biz tarih saptarken hem TBMM’nin hem partilerin belirli
takvimlerine saygılı olduk. Olağanüstü durumları ise tabii ki anlayışla karşılarız. Örneğin, ilk
deneme toplantılarını yapacağımız hafta Anayasa Mahkemesinde Ak Parti’yi kapatma
davasının açıldığı duyuruldu, Erdoğan da hiçbir milletvekilinin Ankara’yı terk etmemesini
istedi. Olan bizim toplantılara oldu. Ama bu nedenle milletvekillerine “Neden gelmediniz?”
diyen de olmadı tabii. Aynı durum DTP için de tekrarlandı. Ancak böyle olağanüstü
durumların dışında milletvekillerinin de en baştan belli olan “Her ayın ilk Cumartesi günü” gibi
net bir tarihi, takvimlerine işlemeleri ve o gün için başka bir şey önerildiğinde “O gün
müvekkillerimle buluşmam” var demeleri, aynı gün başka bir randevu verecekse de saat
ayarlaması yapmasını istemek de saygısızlık ya da “çok şey istemek” olmasa gerek. “Parti
görevim var” deniyor. Dört partinin grup başkanvekillerinin de kendilerini topluca ziyarete
gittiğimizde söylediklerine herkes tanık. Programları birbirini zedelemeyecek şekilde
yapmanın mümkün olduğunu düşünüyoruz.
Vekil – Müvekkil buluşması (Bir konuda vekalet verdiğiniz avukat hep meşgul olup sizinle
görüşmezse?)
Avukatın zamanını daha elverişli kullanması sağlanmalı.
Eğer avukat, ayda bir gün 3 saati müvekkiline çok görüyorsa sözün bittiği yerdeyiz demektir.
Aslında bu anketlere yazılı olarak geçmeyen ama çok yaygın olan bir şey de söyleniyor sık sık:
“Bu işin getirisi ne ki?” Bu sözü duymak en acısı. Çünkü sanki sosyal bir çalışma değil, ticaret
alışverişi yapıyoruz. Zira bir işin getirisi- götürüsü ticarette hesaplanır ve az getirili işle değil
çok getirenle uğraşılır. İşin bizce en acı yanı da bunu söyleyen kişinin böyle bir şeyi
söylemekten “utanması gerektiğini” bile düşünmemesi. Gene de bu işin getirilerini
sıralayalım, bakarsınız cazip gelir!?
1. Kendi partinizin düzenlediği toplantılarda “karşıt görüşleri” duyma şansınız çok zayıftır.
Oysa kendi görüş ve icraatınızı denetleme şansınızı ancak “karşı görüşler” verebilir size.
2. Hele iktidardaki partinin mensubu iseniz, herkes sizden bir şey istediği ve umduğu için
etrafınız sürekli “özel istek sahipleri” ile sarılır, toplumsal istek ve şikayetler ise size
“rakibin abartması” gibi, hatta “düşmanca propaganda” gibi görünür.
3. Ayda bir –yandaş/karşıt ayırım yapmaksızın- seçmen profilinizle yüzyüze konuşmak,
onları aracısız dinlemek “nabız tutmak” için size gerekli. 3 saat az bile.
4. Her ay kMM’lere düzenli gelmeniz, size ister istemez “olumlu bir imaj” kazandırır.
“Alçakgönüllü, karşıtlarını da sabırla dinleyen, sorunlara duyarlı bir milletvekili” imajı için
basın danışmanlarına para harcamanıza gerek kalmaz. Bu da bir ‘getiri’dir.
5. Ama asıl getiriyi, bir süre sonra, kendinizdeki değişimle hissedebilirsiniz. Bu işi elbirliğiyle
başarır ve “dünyada bir ilk” olacak bu geleneği yerleştirebilirsek, bunun mutlu övüncünü
hep birlikte hak edeceğiz. Para olarak karşılığı olmayan bir mutluluk.
Belediyeler bizimdir (TkMM toplantılarının en doğal yeri Belediye Meclisi salonu olmalı. En geniş
desteği, ilimizin seçimle gelen yerel yönetiminden bekliyoruz. Şu anda 16 ilde bu destek veriliyor)
10
Herkese eşit mesafede olmak için mümkünse toplantı yerleri parti ve ideolojik mekânlardan
uzak olmalı. İl Genel Meclisi salonunda yapılması uygun olabilir. Bu konuda tersini
düşünüyoruz. Belediyeler tayinle değil, seçimle gelen kişilerce yönetiliyor. Belediye binası ve
onun salonları, bir ildeki kMM’nin toplantı yapacağı en doğru yer. Tabii odaların, sendikaların,
baroların toplantı salonlarını açmaları, kendileri de kMM’nin bir parçası oldukları için çok
doğal. Ama her ilde bir tek salon var o ilin “Bizim” diyeceği, o da Belediye Meclisinin
toplandığı salon. Bu nedenle ısrarla istedik ve 30 ilin 16’sında toplantılar o salonlarda
yapılıyor. Toplantıların Belediye’de yapılması, “B” kentinde, bu işin Ak Parti işi olduğuna kanıt
olarak gösterildi. Bunu diyenlere “Hayır” dedik. Belediye Ak Parti’nin değil, “B” ilinin. Aynen
“D” ilindeki belediyenin de BDP’nin değil tüm ilin belediyesi olduğu gibi. Orada da belediye
destekliyor ve tesislerini açıyor, konuk ağırlıyor her ay!.. İl Genel Meclisi salonunda da olabilir
tabii, zaten olduğu il de var. Ama asıl BİZİM olan salon, Belediyeninki.
Sonuçların topluma yansıması hakkında:
Tutanakların web sitesinde yayınlanmasının anlamı yok. Kimse inceleyip yararlanmadığı için
boşa gidiyor. TBMM’deki basın toplantıları ve Ortak Payda raporları da öyle . Yani bunları
inceleyen ve yararlanan olmadığı için boşuna bir çaba.Siz suyu getirin, çeşmeden akıtın, onu
içen mutlaka çıkacaktır. Sitede yan yana getirilen bu veriler politikacılar için olduğu kadar
basın için, araştırmacılar için hatta STÖ’ler için de kaybolmayacak şeyler. Bugün değil yarın da
olsa bu verilerin incelenmesiyle politikacılar politika üretmede, araştırmacılar
araştırmalarında, basın yazılarında, röportajlarında, haber ve değerlendirmelerinde
yararlanır. STÖ’ler ise Türkiye’nin diğer ucunda kendileri gibi düşünen başka STÖ’leri,
girişimleri öğrenip işbirliğine gidebilirler. Söz uçar, ama yazı kalır…
Çalışmaların geleceği hakkında:
Belirli ideolojik yapıların baskısına mahal verilmemeli ki katılımcı çeşitliliği olsun. Aynı
görüşteyiz ve baskılara- her yerde farklı yönlerden gelebiliyor-, ilkelerimizden taviz
vermeksizin karşı çıkıyoruz. Bu yüzden çalışmanın durduğu iller bile oldu. Olsun, yeniden
başlayacaklar, belki biraz daha geriden başlayacaklar ama bağımsız kimliklerini kaybetmeden.
Periyotlar genişletilebilir. Toplantılar 2 ay ara ile yapılırsa katılım daha fazla olabilir. İnanın
o zaman da “3 ayda bir, 6 ayda bir olsa daha çok katılım olur” denir. Zaten iki aya çıkarsanız,
bir de “Bu ay var mıydı, yok muydu?” soruları kafa karıştıracaktır.
Daha farklı bir yöntem geliştirilmeli. Milletvekilleri-STK buluşması fayda getirebilir. Fakat
ayda bir de olsa 3 saat çok uzun bir zaman aralığı; bu yüzden milletvekili katılımında sorun
yaşanıyor. Sorunların bundan kaynaklanmadığı kanısındayız. En acıklı sorun, politikanın
“yukarıdan aşağı” oluşmuş yapısında yatıyor. Değiştirmek istediğimiz en önemli olumsuzluk
bu. Onu da aynı yönde değil, tam ters yönde, yani aşağıdan yukarı bir “sivil tepki” ile
oluşturabiliriz. Ama gene de “farklı bir yöntem” bulunabilirse neden karşı olalım. Somut
önerilere sürekli açığız.
11
Toplu değerlendirme
Çalışmanın mutfağında yer alan ekip olarak biz de bu sonuçları değerlendirdik. Birçok konuda önce
kendimizi eleştirmeye özen gösterdik. Geleneksel deyimle “Önce iğneyi kendimize” batırdık.
Vardığımız sonuçları şöyle özetleyebiliriz:
1. Yola çıkarken yaptığımız durum değerlendirmesinin yanlış olmadığını pratikte gördük. Yani
bu çalışma, Türkiye’nin gerçeklerine aykırı bir çaba, akıntıya kürek çekmek gibi bir şey. Çünkü:
a) Mevcut politik yapıya ters. Özellikle 12 Eylül döneminin kemikleştirdiği devlet ağırlıklı yapı,
ona uygun Seçim Kanunu ve Siyasi Partiler Kanunu, siyasette piramitler üretiyor ve karar
mekanizmaları yukarıdan aşağı doğru işliyor. Bu durumda, milletvekillerinin kendilerini,
onlara oy veren seçmenden çok aday listesini belirleyen lidere ve üst yönetime karşı sorumlu
hissetmeleri ve bunu doğal bir şey olarak görmelerine de şaşmamak gerekiyor. Bu yapı nasıl
değiştirilebilir? Hiç kuşkusuz yukarıdan değil tabandan gelecek demokratik taleplerle.
Dışarıdan bakılınca tam bir “kısır döngü” olarak görülüyor.
b) Sivil toplumun şu andaki durumuna da ters. Beğenmesek de, işimize gelmese de bu konuda
gerçekçi olmak zorundayız. Sivil toplum Türkiye’de yeni yeni gelişiyor. Uzun yıllar devletin
her şeyi yukarıdan aşağı yönettiği bir ülkedeyiz, üstelik bütün toplumu “emir-komuta zinciri”
altında örgütsüzleştiren 12 Eylül rejimi Anayasasının etkilerini bile tam olarak yok edebilmiş
değiliz. Özetle “sivil toplum” zayıf ve örgütlenme düzeyi de, sivil anlayış düzeyi de yeterince
olgun değil.
c) Ve her ikisinin de üstünde yükseldiği sosyal bilince de ters. Toplumun çoğunluğu hala “teb’a
mantığı” etkisinde. Padişah gitmiş ama “teb’a” mantığı duruyor. Birey, kendisini demokratik
bir cumhuriyetin bağımsız vatandaşı olarak değil, devletin teb’ası gibi hissediyor. Öyle olunca
da devlet, kendisi için var olan, ona hizmet etmek zorunda olan bir kuruluş değil, ona
hükmeden, bir şeyi o lütfederse alabileceği, kafası kızarsa kendisini sinek gibi ezebilecek bir
dev. Onunla iyi geçinmesi gerek. Kendi işini hallettikten sonra da gerisine pek bulaşmamak en
akıllıcası. Bu nedenle ona dokunmayan yılanlar binlerce yıl yaşayabiliyor.
d) Arkasında sağlam bir medya desteği de yok. “Sivil toplum” çalışmalarının dayanacağı
direklerin sağlam olmayışı belki sağlıklı bir medya desteğiyle dengelenebilir, medya bu tür
çabalara destek olarak görünür hale getirse oyunun aktörleri de kendilerine çeki düzen vermek
zorunda kalabilirlerdi. Bu desteği yerel medyadan büyük ölçüde gördük ve bu destek
gelişmeyi olumlu yönde etkiledi. Ancak ulusal medyanın ilgisizliği, olumlu gelişmeleri sadece
kendi çevresine hapsetmiş oldu. En basitinden “boş koltuklar” konusunu bir büyük gazete
12
kendine dert edinip birkaç ay üst üste fotoğraflarını yayınlasaydı, dengeler ciddi olarak
değişebilirdi. Özetle, merkez medyada güçlü bir demokrasi ve özgürlük isteği olsa bir
katalizör olarak dengeyi değiştirmekte yardımcı olabilirdi, ama yok.
2. Bütün bu olumsuzlukların bilincinde olarak başlamıştık bu çalışmaya… Şöyle dile getirmiştik bu
düşüncemizi ilk duyurularımızda:
Bu iş ülkenin yapısına ve gerçeklerine ters düştüğü için nasılsa bir noktada tıkanacaktır.
Ama yapılan çalışmalar boşa gitmez. İnsanlar bir süre sonra ihtiyacını hissedince,
boşluğunun eksikliğini duyunca “Ne güzel bir şey başlamıştı, neden sürdüremedik?”
diye hayıflanırlar. Başka bir zamanda, başka bir düzeyde, başka kadrolar işi yeniden ele
alırlar. Ama bizim başladığımız noktadan değil, bıraktığımız noktadan başlayarak, bizim
kazanımlarımızdan yararlanıp hatalarımızdan ders alarak yola devam ederler.
Ama şimdi farklı düşünüyoruz. Hayır, bu iş olabilir.
Bütün yukarıda saydığımız olumsuz faktörlere rağmen, bu gelişimin aktörleri arasında işin
ciddiyetini ve önemini anlayan ve hisseden çok kişi var. Sivil toplum henüz tümüyle bu bilinçte
değil, ama içinde çok bilinçli bireyleri ve onların oluşturduğu örgütleri de barındırıyor. Evet,
politika bütünüyle sivil toplum çalışmalarının gereğine ve önemine sıcak bakmıyor, ama çok
sayıda yerel ve merkezi konumda politikacı, milletvekili var, belediye başkanları var, parti
yönetimleri de birçok konuda olumlu ve sivil toplumun önünü açıcı yaklaşımlar taşıyor, bunu
açıklıyor, çoğu kez uygulamaya da geçiriyorlar. Özetle ülkemizde un, yağ ve şeker var. Helva
yapamazsak kendimizden başka sorumlu aramayalım.
3. Bunun sağlanması içinse, olumlu düşünen ve bunun oluşmasını isteyenlerin ağırlığını duyurması
gerekli. Galiba bu işin sırat köprüsünden geçiyoruz. Eğer sivil toplum içindeki olumlu unsurlar
olumsuzluklardan yılar ve “Vekiller gelmiyor, biz kendi aramızda konuşacağız da ne olacak?” diye
umutsuzluğa kapılarak işin ucunu bırakırsa veya toplantıya katılan ama katıldığı toplantının yapısını
yetersiz bulan vekiller “Bu toplantının temsili niteliği yetersiz, neden vakit harcayayım?” diye
çekilirse, başarmanın eşiğinden geri dönülmesi de olasıdır.
4. Gelecek dönem için hedeflerimiz şöyle:
a. Mali özerklik, ona uygun bir yapı değişimi.
TkMM’lerin özerk yapıda kurulmuş olmaları bu yapının hep özerk kalacağının güvencesini
oluşturmuyor. Bunun güvencesi için en önemli dayanak “Mali özerklik”. Yani her ildeki
kMM’nin kendi ayakları üstünde durması, masraflarının ve çalışanının maaşının o ildeki kMM
katılımcıları tarafından, aralarında dengeli bir bölüşümle karşılanması. (Bir hayır sahibi çıksa
ya da Belediye tüm masrafı karşılamayı üstlense bile, tek kaynağa dayalı olmanın tehlikesini
hesaba katmalı ve bu işi kolektif bir yöntemle çözmeliyiz.
b. TBMM ile işbirliği. OÇG çalıştayları, 23 Nisan bayramlaşması ve yeni gelenek.
İşbirliğimiz, en somut olarak kendisini OÇG çalıştaylarında göstererek sürüyor. 23 Nisan’da
yeni bir gelenek oluşturmayı amaçlayan ilk adımlar atıldı. 23 Nisan 2011’den başlayarak yeni
bir geleneğimiz olacak. Milli Hakimiyet/Ulusal Egemenlik Bayramında “küçük Millet
Meclisleri” TBMM’ne “bayram ziyareti” yapacak. Sadece dini bayramlarda bayramlaşılmaz
13
ya! Bu ziyaretin medyaya yansımasından sonra “Bu da neyin nesi, arkasında acaba kim var,
kim bunu ciddiye alır ki?” gibi soruların yok olmasını ve önümüzdeki kuşku duvarlarının
yıkılmasını bekleyebiliriz.
c. Anayasa çalışmalarına aktif bir programla katılma
Sivil Anayasa, zaten hep 2,5’cu konumuzdu. Hangi konuyu konuşursak onun Anayasa’ya nasıl
yansıdığını/yansıması gerektirdiğini de konuşarak bu konudaki birikimlere katkıda bulunmaya
çalışıyorduk. Referandum sürecinde yaklaşık dört aylık bir süreci bu konuya ayırmış, “Hangi
madde geçerse yaşamımızda ne değişiklik yaratacak?” sorusunu tartışmıştık toplantılarımızda.
Şimdi ise yeni bir dönem başlıyor. Bu dönemde “halkın hangi konuda neleri isteyip neleri
istemediği konusundaki ortak paydaları” belirleyip Anayasa yapıcılarının önüne koymayı
amaçlayan ikinci bir dizi toplantıya hazırlanıyoruz. İllerde her ay bir özel toplantı demek bu.
Aynı konuda çalışmalar yürüten diğer girişimlerle de işbirliği yaparak yürütmeyi
düşündüğümüz bu çalışmanın bir de “ilçe belediyeleriyle işbirliği yaparak İstanbul’da her ay
halka açık bir dizi Anayasa tartışması” boyutu var. Bu raporu görüşmek için randevu
istediğimiz siyasi parti yönetimleriyle de görüşerek hem bilgilendirmeye hem de katılımlarını
istemeye hazırlanıyoruz.
d. ve genişleme, tüm illerde birer kMM oluşuncaya kadar…
Ara hedefimiz 41 ile (Türkiye’nin yarısı) sonra da tümüne (81 ile) yayılmak, hala önümüzde
hedef olarak duruyor, henüz 30 ildeyiz. Ancak bu konuda çok aceleci olmamamız gerektiğini
deney bize gösterdi. Oluşan her kMM’nin küçük de olsa sağlam başlaması ve kesintisiz
sürmesi, sayının çokluğundan çok daha önemli.
Gördüğünüz gibi her şeyimiz açık, öyle olmak da zorunda. Çünkü yol uzun, meşakkatli ve bu iş bir tek
grubun, kadronun, kesimin, hatta geniş çok geniş bir siyasi yapının bile yalnız başına oluşturabileceği
bir şey değil. Ancak hep birlikte, farklılıklarımızla birlikte yan yana…