T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN...

119
T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI HENRİ BERGSON FELSEFESİNDE DİN AHLAK İLİŞKİSİ Funda OZA 1430206161 YÜKSEK LİSANS TEZİ DANIŞMAN Doç. Dr. Ayşe Sıdıka OKTAY ISPARTA 2018

Transcript of T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN...

Page 1: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

T.C.

SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI

HENRİ BERGSON FELSEFESİNDE DİN AHLAK İLİŞKİSİ

Funda OZA

1430206161

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

Doç. Dr. Ayşe Sıdıka OKTAY

ISPARTA – 2018

Page 2: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ
Page 3: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ
Page 4: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

iii

(OZA, Funda, Henri Bergson Felsefesinde Din Ahlak İlişkisi, Yüksek Lisans

Tezi, Isparta, 2018)

ÖZET

Henri Bergson (1859-1941) yaşadığı döneme hakim pozitivizm ve materyalizm

görüşlerinden farklı bir anlayış geliştirmiş, ruhu, metafizik alanı bilmenin, gerçeğe

ulaşmanın sezgi ile mümkün olacağını savunarak, felsefe sistemini sezgi kavramı

üzerine inşa etmiştir.

Bu araştırmanın amacı Bergson’un bilme yolu kabul ettiği sezgi kavramı

etrafında oluşturduğu felsefesinde; ruh-beden, metafizik, evrim, sanat, mistisizm,

toplum, din ve ahlak konularını değerlendirmek ve din ile ahlak arasında nasıl bir ilişki

kurmaya çalıştığını belirlemektir. Bu kapsamda araştırmada, Bergson’un yetiştiği çevre

ve genel felsefesi hakkında bilgi verilmiş, sezgi kavramı ve ilgili terimler sunularak, din

ve ahlak görüşleri incelenmiş, din ile ahlak arasında nasıl bir ilişki kurduğu

irdelenmiştir. Bu konuların daha iyi anlaşılabilmesi için öncelikle Bergson’un eserleri,

ile ilgili tezler ve makaleler esas alınarak, açıklama, analiz, yorumlama ve

değerlendirme yöntemlerinden faydalanılmıştır. Filozofun bütün görüşlerinde olduğu

gibi din ve ahlak konusundaki görüşlerinde de sezgi kavramının etkisi gözlemlenmiştir.

Bergson’a göre gerçek bilgiye ulaşabilmenin asıl yolu, bilimle elde edilen bir

takım çıkarımların üzerine sezgisel düşünme yani sezgi ile bilmedir. Ancak o, sezgi

kavramının bir bütün halinde açıklamasını vermemiş, başta içgüdüden ayrı olarak aldığı

sezgiyi daha sonraları içgüdünün ilerlemiş hali olarak sunmuş ve anlam karmaşasına

sebebiyet vermiştir. Filozof evrim konusunda görüşlerini belirterek, gerçek evrimin

kendi kendini yaratma olduğunu, bunun da hayat hamlesi ile gerçekleşebileceğini

savunmuştur. Bunun yanında doğa tanımında da yeterli bilgiyi sunmadığı için Tanrı ve

doğa arasındaki ilişki ve doğa kavramının anlamı ne yazık ki tam olarak

çözümlenememiştir. Filozof statik dinde mistisizm etkisinden bahsetmezken, dinamik

dinin gerçek din olma sebebini mistisizme bağlar. Bergson’un ele aldığı mistisizm

anlayışı da din felsefesinde yer alan dini tecrübe delilini hatırlatmaktadır. Bergson dini,

statik ve dinamik dinler olarak iki şekilde sunar ve statik (doğal/geleneksel) dinin

geleneklere uymayı emrettiğini, geleneklerin de ahlakı oluşturduğunu savunur. Dinamik

(gerçek/evrensel) dinin etkisini ise açık ahlakta yer verdiği mistiklerin insanlara rol

Page 5: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

iv

model olması görüşü ile ortaya koymuştur. Çalışmada, Bergson’un sezgi görüşü

etrafında oluşturduğu din anlayışının, ahlak anlayışını etkilediği sonucuna varılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Henri Bergson, Sezgi, Din, Ahlak, Felsefe, Bilgi.

Page 6: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

v

(OZA, Funda, Religion Morality Relationship in Henri Bergson’s Philosophy,

Master’s Thesis, Isparta, 2018)

ABSTRACT

Developing a different understanding than the positivism and materialism

prevailing the period he lived, Henri Bergson (1859 – 1941) built the philosophical

system on the concept “intuition”, by arguing that it is possible to reach the truth and

comprehend the soul & metaphysical field with intuition.

The objective of this research is to analyze the mind-body, metaphysics,

evolution, art, mysticism, society, religion and ethics, as well as identifying the

relationship between the religion and ethics within the scope of the philosophy

constituted around the concept “intuition” accepted as the way of knowing by Bergson.

Within this context, certain information about the upbringing environment and his

general philosophy were provided, the conceptions “religion and ethics” were analyzed,

while studying the relationship between the religion and ethics, by identifying the

concept “intuition” and respective terms. For these subjects to be comprehended better,

the methods of explanation, analysis, interpretation and evaluation methods were

utilized based on the works of Bergson, including the respective theses and articles at

first. As in all the opinions of the Philosopher, the effect of the concept “intuition” can

be seen on his opinions with regards to religion and ethics.

To Bergson, the main way to reach the true information is through the intuitional

thinking over a number of inferences obtained via science, meaning “knowing with

intuition”. However, he did not provide the explanation of the concept “intuition” as a

whole, but rather, he presented the intuition as a progressed form of instinction, which

was obtained independently from the instinction, thus causing an ambiguity. The

philosopher argued that the real evolution is equal to self-creation, which can be

actualized with the life factor, by stating his opinions on evolution. Besides, sadly, the

definition of the concept “nature”, including the relationship between the God and the

nature could not be analyzed, since he did not provide adequate information on the

definition of nature. Not mentioning the effect of mysticism in static religion, the

philosopher attributes the reason why dynamic religion turned into the actual religion, to

mysticism. The conception of mysticism, as discussed by Bergson, reminds the

Page 7: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

vi

evidence of religious experience, which also puts in an appearance in the religion

philosophy. Bergson categorizes religion under two groups as dynamic religion and

static religion, while argues that the static (natural/traditional) religion orders to follow

the traditions, and the traditions form the ethics. He suggests the effect of dynamic

religion (real/universal) with the opinion that the mystics that he included in open ethics

becomes a role model for people. In the study, it was concluded that the conception of

religion, which was created by Bergson in connection with the concept “intuition” had

an impact on the conception of ethics.

Keywords: Henri Bergson, Intuition, Religion, Ethics, Philosophy, Information.

Page 8: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

vii

İÇİNDEKİLER

TEZ SAVUNMA SINAV TUTANAĞI ....................................................................... i

YEMİN METNİ .......................................................................................................... ii

ÖZET.......................................................................................................................... iii

ABSTRACT ................................................................................................................ v

İÇİNDEKİLER ......................................................................................................... vii

KISALTMALAR ..................................................................................................... viii

ÖNSÖZ ....................................................................................................................... ix

GİRİŞ .......................................................................................................................... 1

I. BÖLÜM

1. HENRİ BERGSON’UN HAYATI VE FELSEFESİ

1.1. HAYATI ............................................................................................................ 3

1.2. ESERLERİ ......................................................................................................... 4

1.3. YETİŞTİĞİ FELSEFE ÇEVRESİ ....................................................................... 6

1.4. GENEL FELSEFESİ .......................................................................................... 7

1.4.1. Ruh ve Beden İkiliği .................................................................................. 10

1.4.2. Zaman ve Mekân ........................................................................................ 13

1.4.3. Evrim ......................................................................................................... 17

1.4.4. Sanatın Sezgiyle İlişkisi ............................................................................. 21

1.5. BERGSON’DA SEZGİ VE SEZGİ İLE İLİŞKİLİ KAVRAMLAR .................. 23

1.5.1. Bellek ve Bilinç.......................................................................................... 28

1.5.2. Zeka ve Bilinç (Zihin/Şuur) İlişkisi ............................................................ 33

1.5.3. Ruh-Madde ve Tanrı .................................................................................. 39

1.5.4. Yaratma ve Zaman (Süre)........................................................................... 44

1.6. BERGSON’UN SEZGİ KAVRAMINA YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER ......... 46

II. BÖLÜM

2. DİN VE AHLAK

2.1. BERGSON’A GÖRE DİN KAVRAMI ............................................................ 50

2.1.1. Statik (Doğal) Din ...................................................................................... 51

2.1.2. Dinamik (Gerçek) Din ................................................................................ 61

2.2. BERGSON’A GÖRE AHLAK ......................................................................... 72

2.2.1. Kapalı Ahlak ve Açık Ahlak....................................................................... 82

2.2.2. Ahlakı ve Ahlaklı Olmayı Öğretme Yolları ................................................ 90

2.3. AHLAKIN TEMELLENDİRİLMESİNDE DİNİN ROLÜ VE AHLAK-DİN

İLİŞKİSİ .......................................................................................................... 93

SONUÇ .................................................................................................................... 100

KAYNAKÇA ........................................................................................................... 105

ÖZGEÇMİŞ ............................................................................................................ 109

Page 9: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

viii

KISALTMALAR

a.g.e.: Adı geçen eser.

a.g.m.: Adı geçen makale.

a.g.t.: Adı geçen tez.

bkz. Bakınız.

c.: Cilt.

çev: Çeviren.

DİA: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi.

e.t.: Erişim Tarihi.

Ed.: Editör.

s.: Sayfa.

S.: Sayı.

ss.: Sayfa sayısı / sayfalar arası.

ts.: Yayım tarihi belirtilmemiş / tarihsiz.

vb.: Ve benzeri.

y.y: Yayım yeri yok.

Page 10: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

ix

ÖNSÖZ

Bergson, insanların bir arada yaşayabilmesi için geleneklerin, ahlakın ve dinin

toplumda oluşmuş olması gerektiğini belirtir. Ona göre ahlakın temelinde gelenekler yer

alır. Gelenekler soyutlanarak ahlak kuralları oluşturulur. Bir toplumun dini, o toplumun

geleneklerine uyulmasını emretmektedir. Bu yüzden gelenek, ahlak ve din dolaylı

olarak birbirleri ile yakın ilişkilidir. Sezgiyi felsefesinin temeline yerleştiren Bergson

için ahlakla, gelenek ve toplum arasında kurduğu bu ilişki, çelişkili gibi görülebilir.

Sezgi psikolojik ve bireysel bir bakış açısını ifade ederken, geleneğe bağlı ahlak, sosyal

ve toplumsal bir yaklaşımın yansımasıdır.

Araştırmada filozofların hayatlarının ve yetiştikleri çevrenin görüşleri üzerindeki

etkilerinden dolayı çalışmanın birinci bölümünde öncelikle Bergson’un hayatı ve

yetiştiği çevre hakkında bilgi verilmiş, görüşlerinin daha doğru ele alınabilmesi için

felsefesinin temelini oluşturan sezgi anlayışı ve ilgili kavramlar açıklanmıştır.

Araştırmanın ikinci bölümü Bergson’un din ve ahlak anlayışlarıyla aralarındaki

ilişkinin incelenmesine ayrılmıştır. İlk olarak din kavramı ve bu bağlamda statik ve

dinamik din tanımları, kaynakları ve gerekçeleri ortaya konmaya çalışılmıştır. İkinci

bölümün diğer başlığı olan “Bergson’a Göre Ahlak” adı altında filozofun ahlak anlayışı

kapalı ve açık ahlak ayırımına bağlı olarak verilmiş, bunların dinle bağlantıları

irdelenmiştir. Daha sonra ahlak ve ahlaklılığı öğretmenin nasıl olacağına dair filozofun

düşüncelerine yer verilmiştir. Böylelikle din ile ahlak arasında filozofun kurmaya

çalıştığı bağlantı açıklanmaya gayret edilmiştir.

Çalışma süresince benden yardımlarını hiçbir zaman esirgemeyen değerli hocam

Doç. Dr. Ayşe Sıdıka Oktay’a, tezi okuyup çok değerli yönlendirmeleri ve

değerlendirmeleri ile katkı sağlayan hocalarım Prof. Dr. Nejdet Durak’a ve Doç. Dr.

Rıfat Atay’a, hayatımın her aşamasında bana destek olan aileme ve eşime

teşekkürlerimi sunarım.

Funda OZA

Isparta-2018

Page 11: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

1

GİRİŞ

Bergson’un felsefesinde din ahlak ilişkisinin var olup olmadığı varsa nasıl

kurulduğunun tespit edilmesi bu araştırmanın konusunu oluşturmaktadır. Bulunduğu

döneme yeni bir bakış açısı getiren Bergson’un felsefesinin temel kavramı sezgidir.

Çünkü filozof yaşadığı dönemde pozitivizm, rasyonalizm ve materyalizmden ayrı

görüşler sunmuş, bu akımların maddeci yaklaşımlarına karşı bilim temelli sezgiyi

koymuş, sezginin gerçek ve tam bilmenin kaynaklarından biri olduğunu savunmuştur. O

maddeye bağlı bir bilmeden farklı, deney ve gözlem yöntemlerinden ayrı, sezgisel

bilmeyi açıklamaya çalışmıştır. Onun sezgiyi temel alan ve ruhu önemseyen

yaklaşımında dinin ile ahlakın yeri, önemi ve aralarındaki ilişkinin varlığı, birbirleri

üzerindeki etkisi çalışma boyunca incelenecek ve sezgi ile bağlantıları soruşturulacaktır.

Araştırmada Bergson’un sezgiye dayanan yaklaşımında statik din - dinamik din

ile açık ahlak - kapalı ahlak ekseninde geliştirdiği din - ahlak anlayışı ve aralarında

kurduğu ilişkinin çözümlenip açıklanması hedeflenmiştir. Filozofun genel

felsefesindeki zaman, mekan, sezgi, sanat, din, ahlak ve mistisizm kavramlarının

soruşturulup analiz edilmesiyle, onun din anlayışının ahlak anlayışına etkisi ve bu

konuda çağının filozoflarından farkı ve özgünlüğünün ortaya konulması çalışmanın

amaçları arasındadır.

Çalışma Bergson’un öncelikle din ve ahlak alanındaki görüşlerinin belirlenmesi,

sezgi temelline dayanan felsefesinin bu konular üzerindeki etkisinin gösterilmesi,

maddeciliğin ve pozitivist bakış açısının hakim olduğu bir dönemde kendine özgü, ruha

önem veren felsefi yaklaşımının boyutlarının ortaya koyulması açısından önemlidir. Bu

bağlamda özellikle statik din - dinamik din ve açık ahlak - kapalı ahlak başlıkları altında

dile getirilen kavramların ve karşılıklı ilişkilerin sorgulanması araştırmanın değerini

gösteren bölümler arasında yer alır.

Araştırmada filozofun kendi eserleri öncelikle taranmış, ahlak ve din konularıyla

ilgili görüşleri tespit edilmiş, fişlenmiş, ayrıca Bergson’la ilgili tezler ve makaleler

incelenerek oradaki yorum ve değerlendirmelerden de faydalanılmıştır. Çalışma

sırasında tarama, betimleme, analiz, açıklama, yorumlama ve değerlendirme yöntemleri

kullanılmıştır.

Page 12: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

2

Çalışmada yer alan temel kavramlar; bilgi, sezgi, ruh, din, statik din, dinamik

din, ahlak, açık ahlak, kapalı ahlak, zaman / süre, mekan ve tekamül /evrim olarak

işlenmiştir. Söz konusu kavramların içeriği analiz edilerek sorgulanmıştır.

Page 13: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

3

I. BÖLÜM

1. HENRİ BERGSON’UN HAYATI VE FELSEFESİ

1.1. HAYATI

Henri Bergson, 18 Ekim 1859’da Paris’te doğmuştur. Annesi ve babası Yahudi

asıllıdır. Filozof, Condorcet Lisesi’nde eğitim görmüştür. Ecole Normale’de 1886

senesine kadar felsefe eğitimi almış ve matematik alanında da üstün bir yetenek

göstermiştir. Hatta onun, Pascal’ın çözemediği bir soruyu çözerek matematik alanında

büyük başarı sağladığı belirtilir. Ecole Normale’de eğitimini tamamladıktan sonra Paris

Rollen koleji ve Blaise Pascal Lisesinde felsefe öğretmeni olarak çalışır.1

Filozof, 1927’de Nobel Edebiyat Ödülü almıştır. Düşünür William James’le

yakın dosttu ve bu dostluk mektuplaşma ile sürdürülmüştür.2 Bergson, Proust’un

akrabası ile evlenir ve bu evlilikten doğuştan sağır olan kızları dünyaya gelmiştir.

Düşünür 1900 yılında Collage de France yükseköğrenim kurumunda felsefe profesörü

olmuş ve 1921’de hastalık sebebiyle işinden ayrılmıştır.3

Bergson, matematiğin yanında evrim düşüncesini de incelemiş ve bundan büyük

ölçüde etkilenmiştir. Döneminin Katolik felsefesi düşünürlerinden Leon Olle-Laprune

(1839-1898)’ün ve tahlil yeteneğiyle tanınmış olan filozof Emile Boutroux’nun4

öğrencisi olmuş, aynı zamanda John Stuart Mill ve Herbert Spencer’in eserlerini

okumuş ve onlardan etkilenmiştir.5 Özellikle Herbert Spencer’ın evrim düşüncesinden

ve biyolojik yaklaşımından çok etkilendiği görülür.

1 Ahmet Cevizci, ‘Bergson, Henri-Louis’, Felsefe Ansiklopedisi, Etik Yayınları, Cilt 2, İstanbul, 2004,

s.302-303. 2 Sarp Erk Ulaş, ‘Bergson, Henri-Louis’, Felsefe Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2002, s.205. 3 Cevizci, ‘Bergson, Henri-Louis’, Felsefe Ansiklopedisi, s.303] 4 “Boutroux, metafizik alanla ilgilenmiş, radikal bir olumsallık ve belirsizlik anlayışı ortaya koymuştur.

Doğadaki zorunluluğun görünüşte olduğunu belirtmiştir. Dini tecrübenin psikoloji ve sosyoloji

bilimleriyle açıklanmasını kabul etmemiştir. Boutroux doğa yasalarının zorunluluğunun yerine

olumsallığı yerleştirerek, insan zihninin dinsel bir metafiziğe ihtiyacı olduğunu söyler. Bilimin

gerçekleri kavramamızda bizi belirli bir yere kadar ilerleteceğini düşünen filozof, tinin yaratıcılığı ve

özgürlüğü ile tam manasıyla gerçeğe ulaşılabileceğimizi savunur.” (Ahmet Cevizci, ‘Boutroux, Emile’,

Paradigma Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayıncılık, 8. Baskı, İstanbul, 2013, s.295.) 5 Cevizci, ‘Bergson, Henri-Louis’, Felsefe Ansiklopedisi, s.302-303.

Page 14: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

4

Bergson, dönemindeki hakim olan pozitivist ve maddeci anlayış yerine insanın

biyolojisini, psikolojisini ve metafizik yaklaşımı önceleyen filozofların görüşlerinden

etkilenmiş ve kendine özgü felsefesini buna göre kurgulamıştır.

Bergson her ne kadar Katolikliği benimsediği söylense de Fransa’da İkinci

Dünya Savaşı esnasında aile kökenlerinden dolayı Yahudi olarak kayıt yaptırmak için

sıra beklemekten üşütüp zatürre olmuş ve bu hastalık sonucunda 3 Ocak 1941 yılında

Paris’te hayatını kaybetmiştir.6 Bu olayın onun hayatında dinin önemini göstermesi

bakımından dikkate değer olduğunu düşünüyoruz.

1.2. ESERLERİ

Bergson’un Sorbonne Üniversitesinde sunduğu doktora tezi olan Şuurun

Doğrudan Doğruya Verileri (Essai sur les données immédiates de la conscience) (1889)

ilk eseri kabul edilir. Bunun yanında Aristoteles’te Mekan Fikri (Quid Aristoteles de

loco senserit) (1889) adıyla Latince bir doktora tezi daha vardır ve ikisi birlikte

yayınlanmıştır.7 Diğer eserleri şöyle sıralanabilir.

Şuurun Doğrudan Doğruya Verileri (1889) [Essais sur les Données immédiates

de la Conscience], Madde ve Bellek: Ruh-Beden İlişkisi Üstüne Deneme (1896)

[Matiére et Mémoire: Essai sur la relation du corps a l’esprit], Gülme (1900) [La Rire:

Essai sur la signification du comique], Yaratıcı Evrim (1907) [L’Evolution Créatrice],

Manevi Enerji (1919) [L’Energie Sprituelle], Süre ve Zamandaşlık (1922) [Durée et

Simultanéité], Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı (1932) [Les Deux Sources de la Morale et

de la Religion] ve 1903-1923 yılları arasında yaptığı konuşmaların toplanmasıyla

oluşan Düşünce ve Devingen8 (1934) [La Pensée et le Mouvant] eserleri vardır.9

Şuurun Doğrudan Doğruya Verileri adlı eserinde filozof, uzayda var olanlardan

ayrı, bilimin anladığından farklı bir zaman –Bergson buna süre der- anlayışı ortaya

koymaya çalışmıştır. Bireysel zamandan bahseden filozof, öznel deneyle bilimsel

6 Cevizci, ‘Bergson, Henri-Louis’, Felsefe Ansiklopedisi, s.304. 7 Cevizci, ‘Bergson, Henri-Louis’, Felsefe Ansiklopedisi, s.303. 8 Bkz. Henri Bergson, Düşünce ve Devingen, çev. Miraç Katırcıoğlu, Maarif Vekaleti, Ankara, 1959. 9 Cevizci, ‘Bergson, Henri-Louis’, Felsefe Ansiklopedisi, s.303-304.

Page 15: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

5

deneyi birbirinden ayırmıştır. Bunun yanında zamanın, özgürlük ile ilgisini de ele alan

filozof, zamanın özgürlüğü getirdiğini de ifade eder.10

Madde ve Bellek eserinde Bergson, maddeciliği savunan görüşlere karşıt fikirler

öne sürmüştür. Saf algı, saf bellek ve şuur dışı konularını ele alan filozof, materyalizm

ve fenomenizmin görüşlerini reddeder. Ayrıca bu eserinde düşünür, ruh-beden ilişkisi

üzerinde de durmuştur.11 Bergson’un Gülme12 adlı eseri de Madde ve Bellek’in devamı

niteliğindedir.

Yaratıcı Tekamül eseri, evrenin yaradılışını konu edinmektedir. Filozof dinamik

bir evrim sürecinden bahsederek, evrimin süre ile ilişkine de değinir. Hayat atılımı

konusunu irdeleyen filozof, hayat atılımının özgür ve yaratıcı olduğunu ifade eder.13

Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı adlı eserinde, Bergson, ahlakı ve dini ikiye

ayırmaktadır. Açık toplum, kapalı toplum, açık ahlak, kapalı ahlak, statik din ve

dinamik din kavramları eserde açıklanmaktadır. Hem ahlakın hem de dinin iki kaynağı

10 Bu eserin iki ayrı çevirisi ve ikinci çevirinin üç ayrı baskısı yapılmıştır. İlki çeviri Osmanlıca

yayınlanmıştır. Bkz. Henri Bergson, Şuurun Bila Vasıta Mutaları Hakkında, Devlet Matbaası, İstanbul,

1928. Diğeri Mustafa Şekip Tunç tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Bu eser Henri Bergson, Şuurun Doğrudan Doğruya Verileri, çev. M. Şekip Tunç, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara, 1950 ve Milli Eğitim

Basımevi, İstanbul, 1997 şeklinde iki defa basılmıştır. Daha sonra Dergah yayınları tarafından

İstanbul’da 2017 yılında tekrar basılıp yayınlanmıştır. Süre fikrini yoğun olarak 73-128, özgür zaman ve

özgürlük anlayışlarını da 129-201 sayfaları arasında sunar. 11 Henri Bergson, Madde ve Bellek, çev. Işık Ergüden, Dost Kitabevi, Ankara, 2015. Bellek konusundan

yoğun olarak 58-131, algı-madde-ruh-beden konularında ise 132-164 sayfaları arasında bahseder. Bu

eser 2007 yılında da Dost Kitabevi tarafından basılmıştır. 12 Bu eser Ayrıntı Yayınları tarafından Yaşar Avunç çevirisi ile 1996, 2011 ve 2015 yıllarında basılmıştır.

Bkz. Henri Bergson, Gülme, çev. Yaşar Avunç, Ayrıntı Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2011. Bu eser

Henri Bergson, Gülme, çev. Devrim Çetinkasap, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2014 ve2018’de;

Henri Bergson, Gülme, çev. M. Şekip Tunç, Dergah Yayınları, 2017’de basılmıştır. Ayrıca Henri

Bergson, Gülme: Komiğin Anlamı Üzerine Bir Deneme, çev. M. Şekip Tunç, Ankara Milli Eğitim Bakanlığı, 1945 ve 1989 yıllarında yayınlanmıştır. Ayrıca şu çevirileri de vardır; Henrı Bergson, Gülme

Komiğin Anlamı Üzerine Deneme, çev. Umutcan Gökduman, Zeplin Kitap, 2016 Basım Yeri Yok ve

Henri Bergson, Gülme, Çeviren Adı Yok, Mitra Yayınevi, Basım Yeri Yok, 2013. 13 Henri Bergson, Yaratıcı Tekamül, çev. Şekip Tunç, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1986. Filozof

evrim görüşünden yoğun olarak 87-98 ve 383-499, hayat atılımından da123-134 sayfaları arasında

bahseder. Bu eserin dört farklı basımı daha vardır. Bkz. Henri Bergson, Yaratıcı Tekamülden Hayatın

Tekamülü, çev. M. Şekip Tunç, Maarif Vekaleti, 1934; Henri Bergson, Yaratıcı Tekamül, çev. M. Şekip

Tunç, Milli Eğitim Bakanlığı 1947; Henri Bergson, Yaratıcı Tekamül, çev. M. Şekip Tunç, Milli Eğitim

Gençlik ve Spor Bakanlığı, 1986; Henri Bergson, Yaratıcı Tekamül, çev. M. Şekip Tunç, İstanbul,

Dergah Yayınları 2017.

Page 16: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

6

olduğunu öne süren düşünür, ahlak konusunda sezgiyi (intuition)14 ele almazken, din

konusunda sezgiyi kaynaklardan biri sayar.15

Bergson’un, metafizik konuların yoğun olarak ele alındığı Metafiziğe Giriş16 ve

Metafizik Dersleri17 adlı iki eseri daha bulunmaktadır.

1.3. YETİŞTİĞİ FELSEFE ÇEVRESİ

Bergson’un felsefesi, yaşadığı dönemde hakim olan pozitivizmden ve

materyalizmden farklıdır. İçinde bulunduğu dönemde bu görüşler baskındır ancak o,

bunlara karşı bir tez sunmuştur. Bergson’un savunduğu düşünceyi daha iyi

anlayabilmek için, karşı çıktığı bu görüşleri kısaca açıklamak faydalı olacaktır. Bu

görüşlerin ileri sunduğu çıkarımlardan ilki kainatı anlamak ve onu bilebilmek için

kullanılacak tek yolun bilimsel bilgi olduğudur. Pozitivistler, metafiziğin mümkün

olmadığı, metafizikten bahsetmenin cehalet olduğu ve hatta metafiziğin bilme yolunu

daralttığını savunurlar. Metafizik anlayış kabul etmeyerek, ruhbilimi de eleştiren

pozitivistler, bilincin, beyindeki hareketlerin bir sonucu olduğu kanısındadırlar.

Pozitivistler, hayatta yalnızca madde olduğunu düşünerek, insan bedeni ve ruhu

konusunda ise ruhta maddeden başka bir şey olmadığını, ruhun bedene hizmetçi

olduğunu ileri sürmüşlerdir.18

Bergson’un felsefesinde yer alan, sezgi ve ruhtan uzak olan pozitivizm görüşü,

bilime, bilimselliğe ve maddi olana yönelmiş hatta onlardan başka bir bilme yolu ya da

bilginin olmadığını ifade etmiştir. Pozitivistler, ruha ya da daha genel olarak metafiziğe

karşı bir tutum sergilemişlerdir. Ancak Bergson bilimi reddetmeden, daha ileri gidilerek

sezgiyle bilgiye ulaşma yolundan bahsetmektedir. Filozofun bilgi teorisi bu açıdan diğer

14 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.478 15 Henri Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, çev. M. Mukadder Yakupoğlu, Doğu-Batı Yayınları,

Ankara, 2013. Bu eser 2017’de tekrar basılmıştır. Filozof ahlak konusundaki görüşlerinden 7-90, statik dinden 91-185, dinamik dinden 187-237, mistisizmden de 239-285 sayfalar arasında bahseder. Ayrıca

bu esrin diğer yayınları için bkz. Henri Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, çev. Mehmet Emin,

İstanbul Devlet Matbaası, 1933 ve Henri Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, çev. Mehmet Karasan,

Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1949. 16 Bu eserin yayınları için bkz. Henri Bergson, Metafiziğe Giriş, çev. Atakan Altınörs, Paradigma

Yayıncılık, 2011 ve Henri Bergson, Metafiziğe Giriş, çev. Barış Karacasu, Bilim ve Sanat Yayınları,

1998. 17 Henri Bergson, Metafizik Dersleri, çev. B. Garen Beşiktaşlıyan, Pinhan Yayıncılık, İstanbul, 2014. Bu

eserin 2015 yılında 2. Baskısı yapılmıştır. 18 Bergson, Yaratıcı Tekamül, Şekip Tunç “Önsöz”, s.III-IV.

Page 17: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

7

teorilerden ayrılmaktadır. O içinde bulunduğu felsefi anlayıştan farklı bir tez sunmuştur.

Bergson’un felsefesi yaşadığı dönemden ayrı bir görüş içermektedir. Bergson’un

yaşadığı duruma benzer olarak Galileo’yu ele alabiliriz. O da toplumun fikirlerinden

farklı bir görüş öne sürmüş ve bu yüzden birçok eleştiriye maruz kalmıştır.

Immanuel Kant (1724-1804), Auguste Comte (1798-1857) gibi ünlü düşünürler,

bilginin sadece olgular dünyasına bağlı olması ve bunun dışındaki ruh vb metafizik

konularda kesin bilgiye ulaşılmayacağı şeklinde gelişen bir anlayışın yayılmasında etkili

olmuşlardır. Yalnızca maddi olanları kabul eden bir düşünce sisteminin ahlak ve din

görüşü de bu sisteme uygun olarak şekillenecektir. İngiltere’de Charles Darwin’in

(1809-1882) evrim anlayışı ile Herbert Spencer’ın (1820-1903) görüşleri baskındır. Bu

iki görüş de maddeciliğin yansımasıdır. Almanya’da Kant’ın yanında Darwin’in

etkisinde kalmış olan materyalistler, somut tecrübelerin önemini vurgulamaktadır. 19

Bergson maddesel olandan başka bir varlık ve bilimsel olandan başka bir bilme

yolu kabul edilmeyen bir dönemde, felsefesinde, ruh ve sezgi kavramlarına yer verir.

Döneminde yer alan bu görüşlere karşı çıkarak, yeni fikirler ortaya koymuştur. Bergson,

kainatın bir değil birden çok olduğunu yani kainatın sadece madde olmadığını ifade

ederek, bilimsel bir bilginin yanında metafizik bilgilerin de olduğunu savunur.

Metafiziğin mümkün olduğunu savunan filozof, ruha ve ruhi olana verdiği önemi

belirtmiştir. Bergson, nasıl ki bilimsel bilgilerde dışa bakış yöntemi yani dış dünyada

görünen olgular dünyasını temel alan yaklaşım temel alıyorsa, ruhi bilgilerde de içe

bakış yöntemini temel alacağını öne sürmüştür. Bununla yetinmeyen filozof, ruh ve

maddenin farklı olduğunu, ruhun özgürlük alanı olduğunu da belirtir.20 Filozofun

görüşlerini daha detaylı incelemek, onun felsefesini daha kolay anlamaya yardım

edecektir.

1.4. GENEL FELSEFESİ

İlkçağda felsefenin büyük bir kısmının konusu değişimdir ve doğayı

gözlemleyen ilk filozoflar tabiattaki değişimleri sorgulayarak fikirlerini

oluşturmuşlardır. Değişim sürekli olarak yaşanılan bir durumdur. Değişimden

19 Bergson, Yaratıcı Tekamül, Şekip Tunç “Önsöz”, s.IV-V. 20 Bergson, Yaratıcı Tekamül, Şekip Tunç “Önsöz”, s.VI-VII.

Page 18: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

8

bahsedebilmek için var olma gereklidir. Değişim yalnızca varlıkta mevcuttur, yoklukta

ondan bahsedilemez. O halde varlığın ne olduğunu bilmek gerekmektedir. Bu görüşten

hareketle, varlığın ilki yani ilk var olan tartışması başladı. Bu ilk varlık (arkhe) su, hava,

ateş gibi seçimlerle temellendirilmeye çalışıldı. İlk varlıkla ilgili tartışmalar sonraları

daha ileri bir düzeye taşındı ve ilk varlığın sebebi sorgulanmaya başlandı. Bu sorular

ister istemez varlıkla ilgili bilgimiz ve bu bilgimizin kaynağı sorularını gündeme

getirmiştir. Varlık, bilgi ve hakikat ilişkisi yüzyıllar boyunca felsefenin başlıca tartışma

konuları olmuştur. Gerçek ve hakikate Platon’a (M.Ö.428-M.Ö.348) göre akıl ile

ulaşılabileceği düşünülmüştür. Bergson ise sezgiyi bir bilme yolu, bilgi kaynağı olarak

kabul etmiştir.

Bergson, ilkçağ filozoflarının görüşlerine benzer şekilde, bilinçli olan her

varlığın varlık sebebinin değişim olduğunu belirtir. Bergson’ da var olanlar her an ve

sürekli olarak yeni hallere bürünmektedir. Zeka bunları kavrayamaz çünkü zeka, mekan

içinde tanımlayıcıdır.21 O, değişimi ve olgunlaşmayı anlayabilmek için önce zamanın

anlaşılması gerektiğini savunur. Materyalizmden uzaklaşmak ancak zamanın farkına

varmakla gerçekleşecektir. Bergson’un gerçek zaman anlayışı, dolayımsız olarak

deneyimlenen zamandır. Bu anlayış, ölçüm içermemektedir. Gerçek zamanı

kavrayabilmek ancak ve ancak sezgi ile olacaktır.22 Bergson, 20. yüzyılda sezgiciliği

yeniden kuran ve onu felsefesinin temeline yerleştiren tek filozoftur.

Bergson Almanya’da başlayan ve gelişen bir akım olan yaşama felsefesini23

devam ettiren Fransız filozoftur. Yaşama felsefesi düşüncesi kendine özgüdür ve bu

konuda en etkileyici görüşler sunan filozoftur.24 “Buna göre, diskürsif düşüncesinin ve

dolayısıyla, tüm determinizmi25 ve mekanizmiyle26 bilimin kapsamı ve açıklama

21 Nurettin Topçu, Bergson, Dergah Yayınları, İstanbul, 2011, s.19. 22 Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi, Say Yayınları, İstanbul, 2010, s.981. 23 Yaşam felsefesi, insanı yalnızca akıl ve rasyonellik bakımından ele almayan, insan hayatını temel alan

ve hayatın değerini araştıran görüştür. Bu akım insanı ve hayatı anlamanın asıl yolunun öznel deneyimde yattığını savunur. Ayrıntılı bilgi için bkz. Cevizci, ‘Yaşam Felsefesi’, Paradigma Felsefe

Sözlüğü, s.1641-1642. 24 Ulaş, ‘Bergson, Henri-Louis’, Felsefe Sözlüğü, s.205. 25 Determinizm, özgürlüğü ve zorunsuzluğu kabul etmeyip her şeyin zorunluluk barındırdığını belirten

görüştür. Bu akım olayları nedensellik kanunuyla açıklamaya yönelir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Süleyman

Hayri Bolay, ‘Belirlenimcilik’ Felsefe Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü, Nobel Yayın Dağıtım,10.

Baskı, Ankara, 2009, s.38. 26 Mekanizm; biyolojik, fiziki ya da ruhsal olayların tümünü mekanik hareketlerle açıklamaya çalışan

öğretidir. Bu akım dinamizme zıt tezler sunarken, maddeci anlayışa yakın görüşler ileri sürmektedir.

Ayrıntılı bilgi için bkz. Bolay, ‘Mekanikçilik’, Felsefe Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü, s.245.

Page 19: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

9

alanının oldukça dar olduğuna dikkat çektiği ve yaşam fenomeni, bilinç ve özgürlüğün

sadece sezgi ile anlaşılabileceğini öne sürer.27 Filozof, yalnızca bilimsel olanları kabul

etmek yerine, aslında insani olanı ve insana ait değerleri de ön plana almak gerektiğini

ifade eder. Bergson, romantik akımın28 içinde kabul edilmektedir. Bunun sebebi ise

onun aklın gerçek olana ulaşmada yeterli olmadığı, insani verilerin gerçekliğe

ulaşabileceği hakkındaki düşüncesidir.

Bergson, felsefesinde madde ve yaşam kavramları şu şekilde açıklanır; “Bütün

evren, iki karşıt hareketin uyuşmazlık ve çatışmasıdır. Yukarı doğru yükselen yaşam,

aşağı doğru inen maddedir.”29 Madde en başında vardır ve ilk olan olarak kabul

edilebilmekteyken yaşam da maddeden güç alarak bir nevi ondan beslenerek

yükselmektedir. Filozof, her şeyin temelinin değişim olduğunu ifade eder. Ancak madde

de değişime uğramaktadır ve madde değişime uğradığı için bize gerçekleri tam

anlamıyla veremeyeceği kanısına varmak yanlış olmayacaktır. Bu durumda gerçeğin

bilgisini nasıl elde edebiliriz sorusuyla karşılaşırız. Ona göre bunu bize sezgi verecektir.

Bize gerçeğin kapısını ancak sezgi aralayacaktır. Bergson’a göre gerçek yaşanarak ve

sezgi yoluyla bilinir.30 Bu nedenle madde aşağı inerken yaşam yükselecektir.

Bergson’un, sezginin gerçeğe ulaştıracağı düşüncesi, kavramlar hakkında

eleştiriyi beraberinde getirir. Filozof kavramsal olan şeyler bilimsel olgular sonucunda

elde edilen şeyler olduğu için onların gerçeği anlatmada yeterli olmayacağını

belirtmektedir. Aynı zamanda anlatımla bilinemeyecek olan bir durumun sezgi ile

anlaşılabileceğini de düşünmesi sebebiyle, kavramlar gerçeği yansıtmayacaktır görüşü

ortaya çıkacaktır. Bergson, bilimsel olana tamamen karşı duran bir düşünür değildir. O,

bilimsel bilgiye verilen önemin insani bir his olan sezgiye de verilmesini talep eder.

Bergson’un, insanın yaşayarak öğrenmesinin daha kesin olduğunu öne sürmesi, onun

sezgi kavramının önemi arttırmaktadır.31

27 Ahmet Cevizci, ‘Bergson, Henri’, Paradigma Felsefe Sözlüğü, s.220. 28 Romantizm, 18-19 yılları arasında Alman filozofların oluşturduğu öğretidir. Bu akım mekanizme karşı

ortaya atılmış; tutku, sezgi, hürriyet, ruhgibi kavramlara yer vermiştir. Fichte, Schelling, Hegel,

Schlegel, Schleiermacher gibi isimler önde gelen temsilcilerinden sayılır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Bolay,

‘Romantizm’, Felsefe Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü, s.298. 29 Bertrand Russell, Batı Felsefesi Tarihi, çev. Muammer Sencer, Say Yayınları, İstanbul, 1997, s.154. 30 Cevizci, ‘Bergson, Henri’, Paradigma Felsefe Sözlüğü, s.220-221. 31 Cevizci, ‘Bergson, Henri’, Paradigma Felsefe Sözlüğü, s.221.

Page 20: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

10

Bergson, bir nesnenin iki şekilde bilinebileceğini belirtir. Bu durumu şu şekilde

ifade edebiliriz. Bir masa düşünelim, bu masanın gerçekliğini anlamanın iki yolu

olacaktır. İlk olarak iki kişinin bu masaya bakmalarını hayal edelim. İki kişinin de

göreceği masa aynı mıdır? Gerek ışık, gerek kişilerin fiziksel özellikleri gerekse masaya

bakış açılarından dolayı; bu iki kişi aynı masadan bahsetseler de farklı izlenimlere sahip

olacaklardır. Birine göre masanın rengi daha koyu, birine göre masanın köşesi daha

sivri olabilecektir. Bu yöntem bireysel gözlem ve duyu verilerine dayandığı için kişiden

kişiye değişen yorumları da beraberinde getirecektir ve herkesçe doğru olan bir yöntem

olarak kabul edilemeyecektir, yani masanın gerçekliğine ulaşılamayacaktır. Diğer bilme

yöntemi ise Bergson’un üzerinde durduğu sezgi yoludur. Deney ve gözlem temelinde,

sezgiye ulaşılarak masanın gerçekliğine erişilebilir. Bilim parçalara ayırarak masanın

gerçekliğinin elde edilebileceğini öne sürerken, sezgi bir bütün içinde masayı ele alır.

Sezgi, masanın içten bir bilme ile gerçekliğine ulaştırır. Sezgi yolu ona göre bizi

masanın tam olarak gerçekliğine götürür. Sezgi parçalara ayırmadan bir bütün olarak

bilmeyi sağlar ve biz bütünü öğrenerek parçayı da öğrenmiş oluruz. Bu açıdan ele

alındığında düşünürümüzün sezgi görüşü bize göre tümden gelim yöntemine benzerdir.

Bergson, aradığımız gerçekliği sezgi ile bulabileceğimizi ve bu sezgiyi kişinin

kendine dönüp baktığında elde edilebileceğini belirtir. Bizler bazı şeyleri deneyimleriz

ancak deneyimlediğimiz her şey değişmekte, büyümekte ya da kaybolmaktadır. Bizler

kendi içimize dönüp baktığımızda sezgimize eriştiğimizde değişen şeyleri değil aslında

tam olarak değişimin kendisini de keşfedeceğiz. Sezgimiz, değişimin ne olduğunu,

zamanın nasıl işlediğini, her şeyi bizlere sunacaktır.32 Bergson’un genel felsefesi birkaç

başlığa ayrılabilir. Bunlardan ilki ruh-beden ikiliği hakkındaki görüşleridir.

1.4.1. Ruh ve Beden İkiliği

Descartes başta olmak üzere çoğu filozof gibi Bergson’da ruh-beden ayrımını

açıklamaya çalışır ancak onun daha çok bu ikilem arasındaki çıkmaz sokakları aşmaya

çalıştığı söylenebilir. Bergson metafizik alanın da bilinebileceğini savunur.33 Beden ve

ruh ile ilgili yazdığı eserleri içinde Madde ve Hafıza ile Gülme yer almaktadır. Gülme,

bir açıdan Madde ve Hafıza’nın devamı niteliğindedir. Filozof insanın iki yönlü

32 Cevizci, Felsefe Tarihi, s.975 33 Topçu, Bergson, s.43.

Page 21: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

11

olduğunu ancak bazı zamanlarda, yalnız maddi yönünü kullandığını eserinde dile getirir.

Bergson, sokakta koşan bir adamı örnek vermektedir. Filozof, adamın ayağı taşa takılıp

düşerse dışardan onu izleyenler gülecektir ama koşan adamın canı ansızın yere oturmak

isteseydi ve otursaydı kimsenin gülmeyeceğini ifade eder. Bu, şu anlamı taşımaktadır:

İnsan fizik kurallarına uygun bir şekilde hareket etme durumunda kalabilir. İstem dışı

olarak maddi yönümüz açığa çıkarak, ruhsal yön bir nebze daha geri planda kalır.34 Bu

durumda birey refleksleriyle hareket ederek içgüdüsel davranmış olacaktır.

Bergson sezgiyi daha iyi açıklayabilmek için ruh-beden ayrımını incelemeye

girişmiştir. Beden maddi yönümüzdür ve ruh maddeden ayrıdır. Beyin (encéphale)35

maddidir bu yüzden maddeyle iç içedir. İnsan maddi yönü açısından onlara bağlıdır ve

aslında sezgiden önce dışardaki nesnelerle ilk iletişim duyularımız aracılığıyla

kurulmaktadır. İlk adım duyularla ve zekâyla oluşmakta ancak daha sonra sezgi yöntemi

kullanılmaktadır.36 Bergson’a göre duyular (sensation)37 bedene aittir, sezgiye ise ruh

ile ulaşılmaktadır. Yani hem beden hem de ruh ile gerçek bilmeye ulaşabilir.

Beden maddi dünyaya aittir ve maddi dünyada olan varlıkları algılama olanağı

sağlar. Bizim bedenimiz nesneleri duyu yoluyla zihne aktarmaktadır. Ancak bu

karşılaşılan şeyin neliğine dair yeterli veri sunmamaktadır. Beden sürekli olarak eyleme

yönelir, eyleme dönüktür. Bedenin temel işlevi, eylemde bulunma amacı taşıdığından,

bedenin temel işlevi, eylem amacıyla ruhun yaşamını sınırlamaktır. Beden tasarımları

birbirinden ayırmaktadır. Beden bundan daha farklı olarak entelektüel bir durum

yaratamaz ya da böyle bir durum söz konusu olamaz.38 Algı, bedenin nesneler

tarafından sınırlandırılması durumudur. İnsan ilk olarak algılayarak o şeyin bilgisine

erişmeye çabalar. Biz o şeyin hakikatine ulaşabilmek için daha üst bir yöntem

kullanmak zorunda kalmaktayız ki o yöntem de sezgidir. “Algılanan gerçekliklerden

başka gerçekliklere inanmak, özellikle algı düzenimizin bize değil, bu başka

gerçekliklere bağlı olduğuna inanmaktır.”39 Buradaki algılamak bahsedildiği gibi basit

34 Bergson, Gülme, s.15-16. 35 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.477 36 Cevizci, ‘Bergson, Henri-Louis’, Felsefe Ansiklopedisi, s.311-312. 37 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.481. 38 Bergson, Madde ve Bellek, s.132. 39 Bergson, Madde ve Bellek, s.151.

Page 22: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

12

bir algılama olarak ele almak Bergson’un sezgi anlayışına uygun düşmeyecektir. Bu,

daha ileri bir algılama olmalıdır. Böylece algılamanın ardından sezgi açığa çıkarılabilir.

Duyu verileri bize başlangıçta basit bilgiler gibi gelse bile aslında o, birçok

veriyi önümüze karışık halde sunmaktadır. Bunları sadeleştirmek ve ayıklamak bizim

bilincimize ait bir görevdir.40 Bilinç ise ileri bir bilmedir ve sezgi ile alakalıdır.

Bergson’un öne sürdüğü fikirlerine göre bilinç metafizik alana aittir ve bu yüzden

kolayca ifade edilemez.41 Fiziksel bir olgu daha kolay bir şekilde tasavvur edilebilirken,

metafiziksel olan bilinmede ve açıklanmada oldukça zordur. Filozof bilincin yeri

konusunda da görüşlerini sunmuştur. Ona göre bilincin fiziksel bir yeri yoktur,

psikolojik hallerden sayılır.42 Bilinç, maddesel olarak şuradadır ya da şudur diye ortaya

konulabilecek bir şey değildir. Bu görüşlerden yola çıkarak, bilincin maddesi olmadığı

için yerinin de olamayacağı kanısına varılabilir.

Bergson insani bir kavram olan sezgi kavramının bizi gerçeğe ulaştıracağını ve

ancak bu şekilde özgürlükten bahsedilebileceğine değinir. Filozofa göre bedene bağlı

kalındığında özgürlükten bahsedilemezken, ruh alanında özgürlük elde edilecektir.

Bunun sebebi, doğa kanunlarının zorunlu olmasında aranabilir. Yerçekimi kanunu gibi

doğada belirli kanunlar vardır. Pozitivizm, doğa kanunlarını esas alarak bilimsel bilgi ile

hakikate ulaşılabileceğini savunur. Buna karşılık Bergson, bilimsel bilginin yanında

insanın hisleri ve düşüncelerine önem verip, insanın sezgisini hakikati bulmada bir ölçüt

olarak kullanır. Bergson, ruhun bedenle etkileşim halinde olduğunu kabul eder ancak

bedenin ruhu etkilediğini düşünmek yerine ruhun bedeni etkilediğini ya da bedeni

amacına yönelik kullandığını savunur .43 Bu düşüncesi de paralelizmle44 çelişmektedir.

Bergson, bilimsel bilginin verilerini önemsemiş ancak insan söz konusu

olduğunda bilimin verilerinin yetersiz olduğunu belirtmiştir. O, insanın yalnızca

bedenden oluşmadığına ve bu yüzden de bilimin yeterli olmadığına işaret eder. İnsanın

40 Ceyhun Akın Cengiz, Bergson’a Göre Varoluşsal Konumu Bakımından İnsanın Durumu, Gazi

Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara, 2012, s.157. 41 Ayşe Eroğlu, “Henri Bergson’da Bilinç-Sezgi İlişkisi”, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler

Dergisi, S. 27, 2012, s.81. 42 Eroğlu, a.g.m., s.81-82. 43 Cevizci, ‘Bergson, Henri’, Paradigma Felsefe Sözlüğü, s.220. 44 Paralelizm soyut anlamda iki şeyin paralel olma durumudur. Öğreti olarak iki ya da daha çok olayın

birbirine paralel olduğunu öne sürerek, birinde meydana gelen değişikliğin diğerinde de oluştuğunu

savunan akımdır Ayrıntılı bilgi için bkz. Bolay, ‘Paralelcilik’, Felsefe Doktrinleri ve Terimler Sözlüğü,

s.286.

Page 23: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

13

ruhsal bir yönü vardır ki bu bilime konu olamaz. Çünkü ruhun maddesi yoktur ve

maddesi olmayan şeyler yani metafizik şeyler, bilimlerin konusu değildir. Bize göre

Bergson, insan tanımlamasında bilinç sahibi varlık derken aslında insanın ruhsal yönünü

kasteder. Bilim, ruhun maddesi olmadığı için onu bilemeyecektir. “O vücuttan başka bir

de ruh, evrenden başka bir de Allah (Tanrı) tasavvur etmiştir.”45 Bergson’un din

anlayışında işlenileceği gibi ruhun hakikatini bilmek için sezgiye nasıl ihtiyaç varsa

Tanrı’ya ulaşılabilmesi için de sezgiye ihtiyaç vardır. Çünkü Bergson’da Tanrı anlayışı,

ruh anlayışının devamı niteliğindedir ve aralarında ilişki vardır. Bundan dolayı evrenden

ayrı bir yaratıcının olduğunu ileri sürerek her şeyin doğa yasalarına bağlı olmadığını

anlatmaya çalışmıştır. Biz yaratıcıya bilimsellikle değil, içsel bir duyguyla erişebiliriz.

Bu içsel duygu sezgidir. Sonuç olarak filozof, maddi varlıkların ve ruh-Tanrı gibi soyut

varlıkların hakikatini bilmek için bilimsel bilginin yanında sezginin gerekliliğinden

bahseder. Sezginin ruha ait bir yön olduğunu düşünen filozof, yine zaman ve mekanın

da etkisi üzerinde durmuştur.

1.4.2. Zaman ve Mekân

Filozof sezgi kavramını daha açık bir şekilde ifade edebilmek için zaman ve

mekanı ele alır. Bergson zamana süre demekte ancak felsefe ve bilimde zaman mekan

ilişkisinde zaman kavramı tercih edildiği için kavram tutarsızlığına sebebiyet vermemek

adına biz de zaman olarak ele almanın doğru olacağı kanısındayız. Bergson’da

zaman/süre (durée) birikimli bir şeydir ve daha önce sözü edildiği gibi insan ömrü

anlardan oluşmaktadır, her an bir sonraki anın geçmişidir. Bergson’un zaman anlayışını

şu açıdan ele alabiliriz; Herakleitos’un sunduğu görüşlerinde olduğu gibi değişmeyen

hiçbir şey yoktur. Bizler aynı şeyi iki farklı anda yaşasak bile o anlar ayrıdır ve bizler de

değişmişizdir. Aynı düşünce ve duyguya sahip olmayız. Hücrelerimiz bile sürekli

değişirken biz aynı kalmayız. Her an farklıdır ve bu anların toplamı bir birikimdir.

Bergson felsefesinde zaman ve mekan (étendu) temel kavramlar içinde yer

almaktadır, zira onun felsefesinde zaman ve mekan bilimdeki anlamından biraz daha

farklıdır. Bilimde zaman ya da mekanın öncelik sırasından pek bahsedilmemektedir

45 Subhi Edhem, Bergson ve Felsefesi, Çizgi Kitabevi, Konya, 2014, s.86. Bergson’un diğer çevirilerinde

Tanrı olarak geçen Fransızca Dieu /İngilizce God kelimesi Ethem Suphi tarafından kendi döneminin

anlayışına uygun olarak doğrudan Allah olarak verilmiştir. Ancak günümüzde Allah sadece İslam’ın

Tanrı’sını ifade ettiği için diğer çevirilerdeki gibi Tanrı olarak belirtmeyi uygun gördük.

Page 24: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

14

ancak Bergson’da durum farklıdır. Filozofun felsefesinde, zamanın, mekandan daha

önemli, daha temel olduğunu savunduğu ifade edilir. Bilim bize bir şeyin var olması

için mekanda yer kaplaması gerektiğini belirtir. Mekanda yer kaplayan cisim bilime

göre vardır ve maddedir. Bergson’un anlayışına göre ise mekandan daha önce zaman

gerekir, zaman olmadan bilinçli bir varlıktan bahsedilemeyecektir. O, bir töz arayışı

içinde olan anlayışlara karşı, insanın bilebileceği şeyin zaman olduğunu belirtir. Filozof

zamanı düşünülecek bir şey değil de yaşanılacak bir şey olarak ortaya koymaktadır.46

Bilim bizlere maddenin varlığını iddia edebilmek için mekanı şart koşmaktadır ve bizler

maddeyi mekanla tanımayı alışkanlık haline getirmişiz. Bergson için maddeyi

düşünürken bir mekana gereksinim duyan insanın, materyalizme eğimli olarak

tanımlanmasının sebebi budur. Zamanı, varlığı bilmek için ana tema olarak alan insan

ise sezgi yöntemini kullanmayı başaran insan olmadır çünkü kendi sezgimiz bize

zamanı tanıtacaktır. Bizler kendi sezgimizi bulduğumuzda zamanı da kavrayarak

gerçeğe ulaşabilecek hale geliriz. Bergson bu durumlardan yola çıkarak zamanın

yalnızca akıp giden bir şey olmadığını da belirtmiştir.

Mekan Bergson’da sıradan, bilimsel verilerle elde edilmiş değildir. Descartes’e

göre mekan maddenin özüdür, bundan dolayı zihinden bağımsız bir gerçekliktir.47

Descartes’e göre mekan maddeden bağımsız değildir ancak insan düşüncesinden,

zihninden bağımsız vardır. Bergson mekanı açıklarken Descartes ve Kant’tan daha

farklı bir görüş öne sürmüş ve idealistlerin de realistlerin de görüşlerini yeterli

bulmamıştır. O mekanı şu şekilde anlatmaktadır:

“O halde uzay (mekan) bir anlamda mutlak suretle gerçektir ve bir anlamda da

zihnimize bağlıdır. Zihnimize bağlı olan, kesintisiz ve homojen bir ortam olarak

tasarlanan uzaydır. Gerçek olarak var olan şey, şeylerin kendi aralarında süregelen

ilişkilerde uzaklıkla, konum değişimiyle ya da kısaca uzayda bulunan hareket ve konum

bağlantıları ile ifade edilebilen özelliğidir.”48

Yukarıda yer alan ifadelerden anlaşılacağı üzere Bergson, mekanın zihinden

bağımsız olamayacağını ifade ederken nesnelerin de mekandan bağımsız olamayacağını

gözden kaçırmamıştır. Nesnelerin kendileri arasındaki etkileri de yine mekanda

46 Topçu, Bergson, s.46-47. 47 Bergson, Metafizik Dersleri, s.42. 48 Bergson, Metafizik Dersleri, s.47.

Page 25: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

15

meydana gelmektedir. İnsanın nesneye etkisi gibi, nesnenin de insan üzerinde etkisi

vardır. Bu da hareketin temellerinden birini oluşturmaktadır. Filozofa göre fenomen, bir

başka fenomene etki edebilirken, fenomen olmayana etki edemez durumdadır.

“Fenomenler, başlı başına bir fenomen yaratamaz. Yalnız bir pusula gibi hareket ederek

bunun çevresindeki nesnelerin ilişkileri vasıtasıyla belirli herhangi bir fenomenin

vaziyetini bildirir.”49 Bir fenomen başka bir fenomenin nedeni olamaz, o yalnızca başka

bir fenomenin ne olduğunu bulmaya yardımcı olabilir.

Bir gerçeklikten bahsedebilmek için zeka (l’intelligence)50 yeterli olmayacaktır.

“Bergson zaman ve mekan kavramlarını zihnin zorunlu yardımcıları gibi kabul eder ve

felsefesine buradan başlar ki bu suretle tamamen Schopenhauer ile görüş

birliğindedir.”51 Bergson, zaman ve mekan kavramlarından da faydalanarak felsefesini

oluşturmuş ve bilimin verdiğinden farklı bir zaman ve mekan anlayışı sunmuştur.

Filozof hareketin yalnızca canlı varlıklara tabi olduğunu dile getirmiştir. Cansız

varlıklar hareketle bağdaşlaştırılamaz çünkü onlar yalnızca canlı bir varlığın etkisiyle

harekete geçebilmektedirler. İnsan canlı bir varlıktır ve bazen istemli bazen istemsiz

birçok hareket halini gerçekleştirirler. Hareketin temeli, sinir sistemleridir ve sinir

sistemleri olmasa hareketten de söz edilemeyecektir. Sinir sistemini harekete geçiren

şey zekadır. Bergson’a göre zeka maddi aleme aittir çünkü insan zekası da tıpkı insan

bedeni ve diğer nesneler gibi mekanın bir parçasıdır ve mekana aittir.52 Bergson,

mekanda üç şeyin mevcut olduğunu belirterek bunların; insanın bizzat vücudu, dışsal

fenomenler ve bunlara insan varlığının etki etmesi sonucu oluşan yeni fenomenlerdir.53

Buna göre insanın beden bölümü tıpkı nesneler gibi mekanın içindedir ancak mekanda

yalnızca bunlar yer almamaktadır. İnsanın nesnelere uyguladığı etkiler sonucu oluşan

ürünler de nesneler dünyasına aittir ve mekanda yer alır. Buradaki ürün insanın bir

nesne üzerinde etkisi sonucu oluşan, değişen nesnedir. İnsanın ürettiği bu ürün sanat

eseri veya ihtiyaç karşılamak amaçlı yapılan üretim de olabilir.

49 Edhem, Bergson ve Felsefesi, s.93. 50 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.479. 51 Edhem, Bergson ve Felsefesi, s.87. 52 Edhem, Bergson ve Felsefesi, s.90-91. 53 Edhem, Bergson ve Felsefesi, s.91.

Page 26: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

16

Nesnelerin hareketinin ya da varlığının söz konusu olabilmesi için yalnızca

mekanı ele almak yeterli olmayacaktır. Bergson tarafından mekanla ardışık olarak kabul

edilen zaman da varlığı açıklayabilmemiz için gerekli olacaktır. Zaman ve mekanın

ardışık olması onların bir anda verili olması anlamına gelmemekte, onların birbirinden

ayrı oldukları da belirtilmektedir ancak;

“Şuraya da dikkat etmek gerekir ki eğer zaman uzay gibi bir ortam olsaydı, uzay gibi bir

çırpıda verili olurdu ve işte tam da bu nedenden dolayı sürmesi, yani zamanda olması

kesilirdi. Şeylerin art arda geldiği bir ortamın özü, bu şeylerin ardışıklıklarına zemin

işlevi görmektedir.”54

Bergson’a göre zaman ve mekan aynı şey olamaz, onlar birbirlerinden bağımsız

olarak da ele alınamaz. Onlar aynı şey olsalardı ya zaman ya da mekana gerek

kalmayabilirdi, biri yeterli olacaktı. Mekan bütün nesnelere, zaman ise sadece bilinçli

varlıklara tabidir.

“Ancak uzayda (mekan) bir nokta kavranabilir olmasına rağmen sürede (zaman) bir

nokta her türlü kavrayıştan kaçar zira sadece hafıza sahibi bir bilinç için süre vardır ve

süre sadece şimdiden geçmişe bir mukayeseyle, söz gelimi bir an değil de bir süre

(zaman) işgal eden bir şeyle başlar.”55

Yukarıdaki ifadelerden anlaşılacağı üzere Bergson’un felsefesine göre zaman,

mekandan farklıdır. Zira o sadece bilinçli varlıkların tanıyabileceği bir olaydır. Filozofa

göre bilinçli varlıklar, zamana ihtiyaç duyar ve onu kullanmak zorundadır. Zaman,

mekan gibi her an bilinebilecek bir şey değildir. Bergson’un oluşturduğu zaman

görüşünün öznel olduğunu söylemenin hatalı olmayacağı gibi onun felsefesine göre

zamanı, insan zihninden ayrı düşünmek de yanlış olacaktır. Zaman, insan zihninden ayrı

düşünülemiyorsa algılama konusuna gelindiğinde, her algılamada yaşanan zaman

insanın kendisine ait olacaktır. “Tarih tekerrür etmez, varlığımızın tamamen özdeş iki

anı yoktur. Bu anlamda süre her birimize nasıl zuhur ediyorsa öyledir, herkesin süresi

sadece kendisinedir.”56 Buna göre zamanda aynılık yoktur, o yan yana değil ardışıktır.

Geçmişteki anlar hiçbir zaman aynı olamayacaktır. Çünkü zaman, mekan gibi aynı anda

birçok şeyi birlikte barındırmaz. Ancak zaman, bilinçli varlığın kendine ait olduğu ve

54 Bergson, Metafizik Dersleri, s.50. 55 Bergson, Metafizik Dersleri, s.50. 56 Bergson, Metafizik Dersleri, s.51.

Page 27: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

17

kendisi tarafından bilinebileceği için sezgiye ihtiyaç vardır. Bergson’un genel bir zaman

kavramı yerine, daha özel bir içeriğe sahip olan zaman ve süreklilik kavramlarını tercih

etmesinin altında da bu bakış açısı yatar. Filozofun öne sürdüğü zaman, hürriyeti içerir

ve yaratıcı bir olgudur.57 Her bir zaman, bilinçli varlığın kendisine ait olacaktır. Benim

zamanım ile bir başkasının zamanı aynı olarak ele alınamaz. Filozofun ileri sürdüğü

zaman, insan bilinci yaratıldığında var olmaktadır.58 Ancak tasavvuf anlayışına göre bu

durum doğru olarak nitelendirilemez çünkü tasavvuf inancında zaman, insan

yaratılmadan önce de vardır, yine kişi öldüğünde de devam edecektir.

1.4.3. Evrim

Bergson, evrim teorisini kabul etmekte ve bunu bir yaratma süreci olarak ele

almaktadır ancak onun sahip olduğu evrim görüşü Darwin’in görüşünden biraz farklıdır.

Bergson’un evrim düşüncesi, Darwin’in teorisi gibi biyolojik bir evrim değildir.

Bergson’un evrim anlayışının, dinamik bir evrim olduğunu söylemek hatalı

olmayacaktır.

Bergson, Darwin’in evrim teorisini ilkel ya da yetersiz olarak görmektedir.

“Sezgici olan Bergson canlılarda ata ile soy arasında mevcut olan karakter

uyuşmazlıklarını pek zayıf bulur.”59 Bu düşüncesini türleri örnek göstererek açıklamaya

çalışır. Sebebi ise transformistlere60 eleştiri getirmek, onların kesin bir düşünce ortaya

atamayacaklarını dile getirmektir. “Bergson’a göre insan, kendini, kendi vicdanında

evrime sevk eder bu şekilde kendi kendisini yaratır gider ki gerçek evrim budur.”61 Bu

şu demektir; insanın kendi kendini yaratması gerçek evrimdir. Buna göre asıl evrim

insanın kendisini bulması ve ne olacağına karar verip o yönde ilerleyerek yine kendisini

yaratmasıdır. Burada bedensel bir yaratma kastedilmemektedir.

Bergson’a göre ilk var olanlar bitkilerdir. Bir kere ortaya çıktıklarında

varlıklarını nesillerce devam ettirebilmektedirler. Daha sonra bir üstü olan varlık, yani

hayvanlar var olmuştur. Var olma sürecinin en üstünde ise insan vardır çünkü o bilinç

57 Eroğlu, a.g.m., s.89. 58 Eroğlu, a.g.m., s.90. 59 Edhem, Bergson ve Felsefesi, s.95. 60 Transformizm, var olan türlerin basitten karmaşığa doğru gelişerek oluştuğunu savunan akımdır.

Hayvanların, bitkilerin zaman içinde değiştiklerini ve hala değişmekte olduklarını savunan biyolojik

öğretidir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Bolay, ‘Dönüşümcülük’ Felsefe Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü, s.95 61 Rıza Tevfik, Bergson Hakkında, Çizgi Kitabevi, Konya, 2005, s.125.

Page 28: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

18

sahibidir. “Şuur (bilinç) işte bu bakımdan yalnız tekamülü (évolution)62 harekete getiren

bir prensip gibi görünmekle kalmaz; şuurlu varlıklar arasında insanın imtiyazlı bir yer

aldığını da gösterir. Hayvanlarla insanlar arasındaki fark da artık bir derece farkı olmaz,

bir mahiyet farkı olur.”63 Bergson var olanlar arasında derece farkının olmadığını

belirtir ve hiçbir varlık diğerinden türememiştir. Bu yüzden aralarında mahiyet

(nature)64 farkından bahsedilmiştir.65 Hiçbir varlık, başka bir varlıktan türememiştir ve

aralarında bu nedenle derece farkı bulunmamaktadır. Bergson evrim görüşünde yeni

türlerin var olmasını şu şekilde tanımlar: “Kısaca, yeni türler yaratan değişmelerin

gerçek sebebi, evrim yollarında dağılan fakat asla kendini kaybetmeyen, bundan dolayı

da benzerlikler gösteren hayat hamlesi/yaratıcı atılım (élan vital)dir.”66 Evrimin

gerçekleşebilmesinin asıl sebebi Bergson’a göre elan vitaldir. Bir şey evrimleştiğinde,

önceki halinden uzaklaşmaz, bilakis ondan özellikler taşımaktadır. Bergson elan vitali

diğer ifadesiyle yaratıcı atılımı şu şekilde açıklar:

“Elhasıl, bahsettiğimiz hayat hamlesi, bir yaratma isteğidir. Yalnız bu hamle mutlak

olarak yaratamaz daima madde ile, yani kendi hareketinin zıddı olan zaruri bir hareketle

karşılaşır. Fakat kendini de o sayede bulur, yine o sayede maddeye mümkün olduğu

kadar çok hürriyet sokmaya bakar”67

Yine hayat hamlesi yani yaratıcı atılım, Bergson’un ifadelerinden yola çıkılarak

şu şekilde tanımlanmıştır:

“Bergson’da hayatı ileri götüren, ilerleten, yücelten yaratıcı kuvvet, özel, küçük

organizmalarla gelişen bu güç, türlerin devamlılığını sağlar; varlıkların evrimini temin

eder. Yaratmadan yaratmaya geçen evrenin esas kuvveti. Bergson’a göre, bu güç,

bitkilerde, hayvanlarda ayrı ayrı ortaya çıkmamış; hepsinde aynı anda ortaya

çıkmıştır”68

Hayat hamlesi bir nesil ile daha sonraki nesil arasındaki bağı içermektedir. Yeni

tür ortaya çıkaran değişmelerin asıl sebebi hayat hamlesidir. Türlerin kaynağı aynıdır,

62 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.477 63 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.238-239. 64 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.480 65 Levent Bayraktar, Bergson’da Ruh-Beden İlişkisi, Dergah Yayınları, İstanbul, 2010, s.105 66 Cavit Sunar, “Evrimcilik ve Bergson”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.IX, Ankara,

1961, s.107. 67 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.324. 68 Bolay, ‘Hayat Hamlesi’, Felsefe Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü, s.160.

Page 29: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

19

oluşan her yeni tür farklılaşarak evrimini tamamlarlar.69 O halde yeni türler birbirinden

ayrı görünseler ve tanımlansalar bile, aralarındaki bağ yok olmayacağı sonucuna

varılabilir.

İnsan sürekli olarak ilerlemekte, düşüncesini geliştirmekte olan bir varlıktır.

Bergson’a göre bu bir yaratmadır ve insan bunu kendi gücü yettiğince

gerçekleştirecektir. Buradaki yaratma tanrısal anlamda bir yaratma değildir. Varoluşçu

felsefede bahsedilen insanın kendini ortaya çıkarmasına benzer bir yaratma söz

konusudur. İnsan ruhu, insanın özgür olduğu alandır ve Bergson’un ifadelerinden

hareketle, yaratmanın ruh ile olabileceği sonucuna ulaşılabilir. Bedeni ise bazı

kanunlara yani doğal zorunluluklara bağlı yönüdür. Zeka bedensel bir faaliyettir ve

dolayısıyla zorunluluk barındırır. Bu yüzden zekanın, yani zorunluluklara bağlı bir

varlığın, yaratma eyleminden bahsetmek mümkün görünmemektedir. Bilinç, yaratmaya

yatkın olan bölümdür. “O her yeniyi eskiye bağlar ve yepyeniyi hiç kabullenmez.”70

Zeka maddeseldir ve duyular (les sens) aracılığıyla bilgiye ulaştığı için yaratmada

geride kalanlar içinde yer almaktadır, yaratma gücüne sahip değildir çünkü onda

zorunluluk vardır. Her öğrenileni maddeye ve eski duyumlarına uygulamaya çalışan

zeka, yeniden ya da yeni olandan bir haber olacaktır. Ruh bedenden ayrı varlığını

sürdürememektedir. Burada şu vurgulanmalıdır ki insan kimi zaman özgür kimi zaman

da bir tutsaktır. Bu ise şu demektir: İnsan ruha bağlı olduğu zaman maddesel olandan

uzaklaşacak ve özgür olacaktır, bedene bağlı olduğu zaman ise doğa yasalarının hakim

olduğu maddesel alana inecek ve tutsaklık başlayacaktır.

Bergson’un zaman ve evrim görüşlerinden, bilimin tanıttığı zaman ile insanın

yaşayarak gördüğü zamanın bir olmadığı, insanın anlatılan bir zamanı bilemeyeceği,

onu yaşayarak kavrayacağı fikri çıkarılabilir. Çünkü yukarıda da ifade edildiği gibi

insanın yaşadığı zaman, birbirini takip eden anlardan oluşmaktadır. Her an, bir sonraki

anın geçmişidir. İnsan hayatı insanın yaşadığı anların bir bütünüdür. Bir insanın hayatı

yaşadığı anların toplamı olduğundan her insanın anı ve anıları da farklı olabilecektir.

Bize göre farklı an ve anılara sahip insanların düşünceleri de ayrı olabilecektir. İki

insanın fiziki yapısı ya da duyumları farklı olacağı için, birinin algıladığını diğeri

69 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.122-123. 70 Cavit Sunar, “Bergson’da Zeka ve Sezgi”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Türk Tarih

Kurumu Basımevi, Ankara, 1961, s.40.

Page 30: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

20

algılayamayacak, elde ettikleri bilgiler farklı olacaktır. Bunun sebebi ise Bergson’un

felsefesinde, insanların tecrübelerinin farklı olmasıdır.

Bergson hakkında bilgi edinilen bir şeyin, tecrübe edildiği an ile daha sonra

hatırlandığı andaki duygusunun farklı olduğunu vurgular. Bunu ise idrak, tahayyül

(imgelem) ve hatırlama kavramları arasındaki ayrımı vererek yapar. Yaşanan bir olay

sırasında hissedilen duygu, hatıra ile getirilen geçmişten hissedilen duygudan daha

kuvvetlidir. Hatıra ile gelen olay, yaşanıldığı andan daha az etkilidir. Filozof idrakin

geçmişi şimdiye uygulamakla yükümlü olduğunu belirterek bunu şöyle ifade eder: “Şu

halde idrak şimdiki hale, hatırlama geçmişe, tahayyül ise geleceğe ait zihinsel

faaliyetten ibarettir ve doğrudan doğruya süre ile meşgul olur.”71 Bergson burada

evrimle zaman kavramları arasında bir bağ olduğunu belirtir. Geçmişin yalnızca

algıladığımız şeylerden ibaret olduğuna değinen filozof, her algının daha sonraki algı ile

sürekli hale geleceğini belirtir. Bergson, hareketlerimizin de bu yönde ilerlemekte,

ortaya çıkmakta olduğunu dile getirir. “Bedenin rolü anıları depolamak değil, yalnızca

işe yarayacak anıyı -nihai eylem amacıyla mevcut durumu tamamlayacak ve

aydınlatacak anıyı- seçmek ve bu anıyı atfettiği gerçek etki sayesinde belirgin bir bilince

yol açmaktır.”72 Her deneyimin kişiye özel olduğunu söylemek filozofun görüşleriyle

çelişmeyecektir. Nasıl ki her bilinçli varlık için ayrı bir zamandan bahsedebiliyorsak her

algı için de aynı şey söz konusu olabilecektir. Bize göre her anının kişisel yani öznel

olması genel geçer bir bilginin bahsini pek mümkün kılmamaktadır. Yani algılar sonucu

oluşan hatıralar öznel olabileceği için, bize göre onun genel geçer bir bilgi olarak kabul

edilmesi doğru olamayacaktır.

Bergson’un görüşlerinde beden, hareketin aracısı olarak tanımlanır. Yani beden,

hareketler ortaya koyar ve her hareketiyle ruhun özelliklerini sergiler. Hareketlerin

toplamının, ruhun ortaya konulmasını sağlayacağını belirten filozof, ruhun, bedenin

yapamadığını yapığını ifade eder. Bergson felsefesinde bedenin hareketine yön veren

ruhtur çünkü ruh seçimler yapmakta ve bunu bedene aktarmaktadır. Beden maddi

71 Edhem, Bergson ve Felsefesi, s.97. 72 Bergson, Madde ve Bellek, s.132.

Page 31: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

21

dünyaya etki etmektedir. Edhem’e göre Bergson’da nesneler yok, fiiller vardır.73 Yani

madde hareketi içinde barındırmaz, o yalnızca canlı olanlara ait bir özelliktir.

Bergson maddi alemi organik alem olarak tanımlamaktadır. Bu organik alemde

doğa kanunları geçerlidir. Edhem; Bergson’un bu görüşlerini şu şekilde ele alır:

“Hayatın evriminde hiçbir şey diğerine benzer değildir. Organik alem bizim yapımıza

ve oluşumumuza benzer bir birleşim değildir. Her tür mevcut olmak muamelesine,

kendi vazifesine ve kendi hayatının tayinine sahip olamaz.”74 Nesneler kendi kendisinin

ne olacağına ve hangi yönde gidebileceğine karar veremez, kendi yolunu seçemezler.

Bu seçme ancak özgür bir varlığa, zekası olan bir varlığa aittir. Yukarıda da belirtildiği

gibi insan bedeni madde olduğu için doğa yasalarına bağlıdır. Bunun en basit örneği

yaştır. İnsanlar yaşlandıkça hareketi kısıtlanır. Anlama, işitme gibi yetilerinden

mahrumlaşmaya başlayabilir. Ancak ruh yaşlanmamaktadır. O madde değildir ve doğa

yasaları ona etki edemezler.

Filozof evrimin insanda yaratma sonucu oluştuğunu belirtmektedir. Daha önce

de ifade edildiği gibi gerçek evrim, bireyin kendini yaratmasıdır ancak bu yaratma

tanrısal bir yaratma değil de kendinin potansiyeline varıp, yine kendini açığa

çıkarmadır. Nesneler ne olacağına karar veremezler ancak insan kendisinin ne olacağına

karar verebilir. Çünkü insan bilinç sahibidir ve insan kendisini nasıl yapmak istiyorsa

öyle yapacaktır. İnsan kendisini yaratacaktır. Bu yaratma da sezgi ile meydana

gelecektir. Peki insan kendini nasıl ortaya koyabilir ya da kendisini nasıl yaratabilir?

Bütün insanlar yaratıcı bir yapıya ulaşabilir mi? Sezgiye ulaşan bireyler kendi

kendilerini ortaya koyabilecek ve kendisini yaratabilecektir. Bir sanatçının sanat eserini

ortaya koyması gibi insan da kendisini ortaya koyacaktır.

1.4.4. Sanatın Sezgiyle İlişkisi

Bergson’un felsefesini daha iyi anlayabilmek için sanat görüşünü incelemek

gerekir. Çünkü filozof, sezgi kavramının neliğine dair bir takım açıklamaları, sanat

anlayışıyla sunar. Bergson bir varlığı bilmenin tek yolunun bilimsel bilgi olmadığını

düşünür. Ona göre felsefe, varlığı gerçek bir bilme yoluna götürür. Edhem’e göre

73 Edhem, Bergson ve Felsefesi, s.98. 74 Edhem, Bergson ve Felsefesi, s.98.

Page 32: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

22

Bergson, sezginin nesneyi açığa çıkaracağını, felsefenin de öncelikle elde etmek

sonrasında açıp yapmak için yakaladığını belirterek, aralarındaki ilişkiyi bulmaya

çalışır75 Felsefe bizi madde ile yetinmeden kurtarır, maddi olmayanın bilgisine

ulaşmamıza öncülük eder. Sezgi ile de varlığın hakikatinin bilgisine ulaşırız. Bergson

maddi ve maddi olmayan dünyayı ayrı ayrı açıklamaya çalışmış ancak bunların

birbirinden bağımsız olduklarını dile getirmekten kaçınmıştır. Filozofun, maddi dünya

olmadan maddi olmayan dünya anlaşılmaz, maddi olmayan dünya olmadan da maddi

dünyanın anlaşılmayacağını belirttiği görülür. Bergson’un maddi dünya ile ruhi dünya

arasındaki bağlılığı sanata benzettiği görülür. Burada Bergson’un şu sözlerini ele

alabiliriz: “Sanatın konusu nedir?... Eğer hakikat his ve şuurumuza doğrudan doğruya

zahir olsa idi; eğer nesneler ve nefsimiz ile doğrudan bağ kurabilse idik, eminim ki

sanat lüzumsuz olacak idi.”76 Filozofun görüşlerinden hareketle; bu durumun gerçekliği

olsaydı her bakan göz, her duyan kulak aynı şeyi yani hakikati bileceğine dair fikirlere

ulaşabiliriz. O halde eğer hakikat herkese tabi olsaydı ne sanatçı ne de sanat önem

taşıyacaktı. Bergson’da sanatçı, var olanda hakikate yaklaştığı için sanatçı olmaktadır.

Buradan şu sonucu çıkarmak hatalı olmayacaktır: Bu durum yani hakikate erişme

herkesçe yaşandığında birini diğerinden ayıran hiçbir özellik kalmayacaktır.

Filozofa göre var olanların hepsi farklıdır ve bu farkı yalnızca bir var olan

bilebilir, o da insandır. İnsan varlıkları sınıflandırır, özel isimler verir. Bu isimler de

bize cins kavramını getirir. Edhem bunu şu şekilde belirtir: “Sözün özü, biz bizzat

nesneleri görmüyoruz. Çoğu kez onların üzerine konulan etiketleri okumakla

yetiniyoruz.”77 Yani biz, varlığa daha önceden verilen isimle ya da kavramla

ulaşabiliyoruz. Bergson felsefesinde ise sanatçı, bu kalıplardan kurtularak hakikati

kavrayan kişi olarak tanımlanır.

Bergson’un felsefesinde, sanat ve sanatçı gerçek anlamda bilmeye daha yakındır.

Sanat, fikirlerin hissileştirilmesi sonucu oluşur ancak 19. yüzyılın ilmi bilgi

çerçevesindeki sanat yorumu farklıdır. Bu yorum filozofun görüşlerinin tam tersidir

yani hislerin fikrileştirilmesidir.78 Hislerin fikir haline getirilmesi, sanat eserinin ve

75 Edhem, Bergson ve Felsefesi, s.99. 76 Edhem, Bergson ve Felsefesi, s.100. 77 Edhem, Bergson ve Felsefesi, s.101. 78 Topçu, Bergson, s.112.

Page 33: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

23

sanatçının öneminin azalmasına neden olacaktır çünkü hislerin kalıplara sokulması

yaratmayı yavaşlatacak ve belki de tamamen durduracaktır. Bergson sanat anlayışı

bakımından da yaşadığı dönemden ayrı fikirler sunmuştur. Ona göre sanatçı sezgiye

ulaşır ve sezgi ile de gerçekliğe yakınlaşır. “Şu halde her sanatta, sanatçı, algılarımızın

belli bir katılaşmasından dolayı görmeğe muktedir olmadığımız bir şeyin gerçekliğini

bulur, seçer.”79 Sanatçı, olanda gerçeği bulmaya yaklaşmış kişidir. Birçoğumuzun

göremediğini varlıkta görendir. Bergson için sanat ve sanatçı bu yönüyle önemli bir yer

teşkil etmektedir.

Her insanın bilmesi diğerinden farklı olabilmektedir. Sanatta ayrı ayrı başlıkların

olmasının sebebi ise bundan ileri gelmektedir. “Sözün özü sanat, resim, heykeltıraşlık,

şiir ve musiki, hepsinin de gayesi önümüzde pratik faydanın doğurduğu simgeleri ve

göreli, toplumsal gelenekleri kaldırarak bizi eşyanın hakikati ile doğrudan doğruya

temas ettirmektir.”80 Buradan hareketle sanatçı, eriştiği hakikati tam olarak

sergileyemese bile, ortaya koymaya çalışmaktadır demek doğru olacaktır. Hakikati kimi

resim ile kimi de şiir aracılığıyla paylaşmaya çalışır.

Filozofun sanat anlayışı, sezgi tanımlamasıyla ilgilidir. Sezgi, başlangıcı olan

bilgiden, ani bir sıçrayışla gerçekliğe ulaşma yoluyken, sanat ise sanatçının belirli bir

birikime sahip olması, onu yenileriyle sentezlemesi ve sezgiye ulaşıp, bunu sanat

eserine aktarmasıdır.81 Sanatçı ulaştığı, elde ettiği sezgisini diğer insanlara aktarmaya

çalışır ve bu aktarım yolu da onun oluşturduğu sanat olacaktır.

1.5. BERGSON’DA SEZGİ VE SEZGİ İLE İLİŞKİLİ KAVRAMLAR

Bergson’un felsefesi sezgi kavramı etrafında oluşmuştur. Bergson eserlerinde

sezgi kavramını doğrudan doğruya açıklamaya yeltenmemiş, incelediğimiz bütün

eserlerinde filozof, sezgi kavramını bir bütün olarak vermemiştir. O sezgiyi dolaylı bir

yolla anlatmaya çalışır.82 Filozofun eserlerinde, tam bir bütünlük içinde, doğrudan

tanımlamalarına ulaşamadığımız için ikinci el kaynaklardan elde edilen

79 Thomas Ernest Hulme, Hümanizm Din ve Sanat Üzerine Felsefi Düşünceler, çev. Ahmet Aydoğan, İz

Yayıncılık, İstanbul, 1999, s.153. 80 Edhem, Bergson ve Felsefesi, s.103. 81 Topçu, Bergson, s.114. 82 Hüseyin Aydoğdu, Bergson’un Madde Anlayışı, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,

Yüksek Lisans Tezi, Erzurum, 2000, s.66.

Page 34: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

24

tanımlamalardan yararlanarak sezgi kavramını açıklamaya çalışacağız. Bergson, asılın

bilgisine sezgi ile ulaşılabileceğini dile getirmektedir fakat onun sezgisi daha önce

tanımlanan hiçbir sezgi ile aynı anlamı taşımamaktadır. Peki bütün düşüncesini üstüne

kurduğu sezgi kavramı nedir? Sezgi kavramı sözlük anlamı olarak şu şekilde tanımlanır:

“Gerçeği anlama yetisi; bir anda yakalama, kavrama, sezme, sezip keşfetme. Sezgi,

içgüdü ve anlağın bir bireşimidir, gerçeği birden kavramada içgüdüden yararlanılır,

anlak da içgüdüde uyku halinde olan bilinci uyandırır ve onu tutkularından kurtarır;

öyleyse sezgi, kendi bilincine varmış içgüdüdür”83

Gerçeğe ulaşmak, onu anlamak için içsel bir duygu ve düşünceyle, aracı

olmadan bir sıçrayış ile sonuca ulaştırma ya da o sonucu yakalamadır. Sezgi; akıl

(raison)84, duyum ve deney gibi yöntemler ile başlayan bir bilgi edinme yolu olarak,

insanı hayvandan ayıran bir yöndür. Hayvanda dürtüler mevcutken, insanda akıl ve

onun daha üstü olan bir güç olan sezgi bulunur. Bergson’un görüşlerinde sezgi, bir şeyi

tam ve doğru olarak tanımayı ya da bilmeyi getirir. Sezgi genel olarak, birikimli bir

düşünmeyle bilgiye ulaşmanın aksine, bir bütünün bir bakışta dolaysız kavranması;

bütüncül olarak değerlendirilmesi, varlıkları bize kendilerinde olduğu gibi açan bilgi;

dolaysız bir bilme; aniden yakalama; sezme, sezip keşfetme85 şeklinde tanımlanır.

İnsanda akıl yetisi mevcuttur, akıl yetisi ile çevresindekileri tanımaya, bilmeye

çabalamaktadır. Bunu yaparken de maddeden yola çıkıp bir yargıya ulaşmayı amaçlar.

Ancak bu durum tam olarak bir bilme sayılamaz. Tam bir bilmeden söz etmek için

sezgilerini devreye sokmaları gerekmektedir. Sezgi akıl yürüterek, çözümleme yaparak

ortaya çıkabilecek bir durum değildir. O, bilimin sunduklarının üzerine, birden bire,

aracısız olarak, bir şeyi bilme ya da iç yüzünü görmedir. Sezgi, nesneyi içten bilme

yöntemidir ve bu yüzden için bilgisi olarak da ele alınabilmektedir.86 Akıl temel

bilgileri sunarak, bize bilimsel bilgiyi verir ve daha sonra sezgi de bilimin yetemeyeceği

bilgilere ulaşmamızı sağlar. Bilimsel bir bilgi olmadan, birden bire, sezgisel yolla bilme,

filozofun düşüncelerine göre mümkün görünmemektedir.

83 Bedia Akarsu, ‘Sezgi’, Felsefe Terimleri Sözlüğü, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1998, s.158. 84 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.481. 85 Bedia Akarsu, ‘Sezgi’, Felsefe Terimleri Sözlüğü, s.158. 86 Topçu, Bergson, s.88.

Page 35: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

25

Sezgi genel tanımlamasıyla bir şeyin ya da bir olayın dolayımsız olarak birden

tanımlanması ya da öngörüdür. Bergson sezgiyi, gerçeğe ulaşmadaki asıl düşünme

olarak tanımlar ve usçuluğa karşı öznelci bir sezgicilik sunar.87 Bergson’da sezgi

kavramının önemi büyüktür. O, pozitivistlere, evrimcilere, duyumculara karşı, yepyeni

bir bakış açısı olan sezgi kavramını ortaya koyar. Dönemin bakış açısından farklı

görüşler sunan filozof, bütün felsefesini sezgi kavramı üzerine kurmuştur. Madde,

deney, bilimsellik onun felsefesinde çok yer kaplamamakta aksine sezgi, ruh gibi

terimler önemli bir yer tutmaktadır. Yani filozof, materyalist öğretiye, dinamik ve

düalist bir görüşle karşı çıkmıştır.

İslam düşünürleri, hads kavramından esinlenerek, bir takım görüşler ileri

sürmektedirler. Meşşai filozofları, Gazali, İbn Haldun ve birçok filozof bu bilme

yolunun farklı sistemlerinden ya da türlerinden faydalanmıştır. Bu filozoflara göre

insanda bulunan nefs, kendinden geçerek, ilahi bir aydınlanma ile hadsı oluşturacaktır.

Hads kavramı sözlük anlamı olarak “Bir şeyin veya olayın sonucunu tahmin etme, ölçüp

biçme; doğruluğundan emin olmadığı beyanlarda bulunma; hızlı ilerleyiş, çabuk

kavrayış”88 şeklinde açıklanmaktadır.

“Hads en yaygın olarak akli sezgiyi dile getirir, çünkü apaçık fikirler elde etme

vasıtasıdır. Akıl yürütmeye dayalı olarak bilgi edinme iki farklı yolla gerçekleşir.

Birincisinde bilinen temel önermelerden hareket edilerek sonuca ulaşılır; yani burada

birbirini takip eden hükümler zinciri vardır. İkincisinde ise nereden ve nasıl olduğu

bilinmeyen bir önermeye dayanılarak bir anda sonuca ulaşılır. Kıyasta konunun zihinde

tam olarak kavranmasını sağlayan orta terim ya öğrenme yoluyla ya da hadse dayalı

olarak elde edilir. Bu bakımdan hads, ‘orta terimin ve onun gidiş yolundaki fikirlerin

zihinde aniden kavranması’ şeklinde de tarif edilir.”89

Yukarıdaki ifadelerden anlaşılacağı üzere iki tür bilme söz konusudur, ilki akli

verileri kullanarak, elde olan materyallerden faydalanıp sonuca ulaşmadır. Burada

hadsin devreye girdiğini söyleyemeyiz. İkinci tür ise belirli bir takım bilgiler olmadan

direk olarak sonucu kestirebilmedir ve bu noktada hadsin devrede olduğunu

anlayabiliriz.

87 Mehmet Nuri Demir, Henri Bergson’un Felsefesinde Sezginin Yeri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Sosyal

Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Van, 2011, s.67. 88 Hayati Hökelekli, ‘Hads’, DİA, c.15, İstanbul 1997,s.68. 89 Hökelekli, ‘Hads’, DİA, s.68.

Page 36: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

26

Hads kavramı ve sezgi kavramı aynı anlam taşır gibi görünse de, Bergsoncu

sezgi ile Müslüman filozofların hads kavramı arasında fark vardır. Bergson aklı ihmal

etmez, temel olarak görür ve daha sonra sezgi ile bilmeye gider. Fakat Müslüman

filozofların hads kavramına göre akla gerek olmadan doğrudan bir kavrayış vardır.

Bergson’da sezgi, bilimsel bilgilerden başlar yani aklı temel alır. Daha sonra ani bir

sıçrayış ile -bu sıçrama yoluna sezgi dersek yerinde olacaktır- gerçeğe ulaşılır.

Müslüman filozoflara göre ise hads kavramı, akla ihtiyaç duymadan, kişinin birden

yaşadığı ani bir bilmedir. Buradaki bilme için temelde hiçbir bilgi olmaksızın birden

bilebilme diyebiliriz. Filozof, sezgi kavramını oluştururken akıldan, duyulardan ve

deneylerden vazgeçmeden bir bilme yolu sunmaktadır. Bergson’un sezgisi ile

Müslüman filozofların hads anlayışı benzer değildir. Hads, bir ön bilme ya da

öngörünün bir adım daha ilerisi olarak tanıtlanabilir. Daha çok akıl yolunu

kullanmaksızın birden ortaya çıkan bilme olarak söylenebilir. Sezgi ise şu şekilde

tanımlanır:

“Önermelerden başka önermelere yönelerek, mantıksal yolla çıkarımlar yaparak

ilkelerden sonuca ulaşan, tek tek parçalardan bütünlüğü olan bir düşünce oluşturan

gidimli düşünme yoluna karşı, doğrudan ya da aracı kullanmaksızın düşünce kuran,

bütünü bir kerede, bir bakışta tümüyle ele geçiren, şeylerin özüne dolaysız biçimde,

doğrudan doğruya ulaşan, şeylere tüm bir devingenliği içinde bütünlüklü kavrayan içten

duyma yolu.”90

Yani sezgi, bilimsel bilmeden farklıdır. Bilimsel bilgi başlangıcın bilgisidir ve

tam değildir, bu yüzden sezgi, bilimin verileri üzerine eklenilmeli ve gerçekliğe

ulaşılmadır. Belirli tezlerden ya da görüşlerden yola çıkıp hiçbir aracı olmadan sonucu

elde etme durumu, bu bilmeyi özetlemektedir. Sezginin bazı türleri vardır. Bunlar

mistik sezgi –ki bu, dini tecrübe delilini ortaya koyanların destek aldıkları en temel

dayanaktır- felsefi sezgi, akli sezgi olarak sıralanabilir. Sezgi kavramının “Duyu

organlarını, deneyimi ya da aklı kullanmadan kazanılan kavrayış, içgüdüsel bilgi”91

olarak da tanımlanmaktadır. Bu tanım hads kavramını da içine alır. Sezgi, akıl ve onun

verilerine ihtiyaç duymaksızın ani bir bilme, sonuca ulaşma durumudur. İnsana özgü

olan sezgi –buradaki insan belirli bir zeka düzeyine gelmiş kişidir- ilkeleri mantıksal bir

90 Ulaş, ‘Sezgi’, Felsefe Sözlüğü, s.1296. 91 Cevizci, ‘Sezgi’, Paradigma Felsefe Sözlüğü, s.1392.

Page 37: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

27

şekilde doğrudan bilme ile oluşur.92 Sezgi yolu ile bilme, diğer bilme yollarının içinde

en üst düzeyde olan bilmedir. Burada elde edilen bilgi ise en değerli olan bilgi

olmalıdır.

Sezgi içgüdüsel bir durumdur. Bergson’a göre sezgi içgüdünün olduğunun

farkına varmadır. Bergson felsefesine göre sezgi, içgüdünün en ilerlemiş seviyesidir ve

tarafsız bir bilmeyi gerçekleştirmektedir.93 Sezgi şu şekilde de tanımlanmaktadır:

“Sembolik, analitik ve göreli bilgi türüne karşı olarak, bir nesnede, biricik ve dolayısıyla

ifade edilemez olanı yakalaması için, insanın bu nesnenin içine girmesini sağlayan

sempati türü; hayal gücümüzü kullanarak, kendimizi nesneyle özdeşleştirmemizden

oluşan kesin ve mutlak bilgi; nesneyi herhangi bir bakış açısından değil de, bizzat

kendisinde olduğu gibi, içinden kavrama imkanı sağlayan, nesneyi bütünlüğü içinde,

tam olarak veren, kesinlik ve kuşkusuzluğa ulaştıran, nesneyi canlı, dinamik özelliği

içinde sunan kavrayış ya da bilgi türüdür.”94

Bergson sezgiyi nesneyle bir olma ve adeta içine girip kavranılması yani bir

içten bilme olarak açıkladığı söylenebilir. Sezgi bir nesneyi tanımlarken başka hiçbir

şeyden değil de sadece insanın içsel bir düşünmesini kullanmaktadır. Nesnenin, başka

bir aracı olmadan birden bire içsel bir veri ile yani içgüdü ile anlaşılması, o bilginin

doğru olması anlamına denk düşecektir.

Bergson’un sezgi tanımlamasını açıklayabilmek için onun, sezgi kavramına

başvurmasındaki nedenleri de araştırmak gerekmektedir. Bergson, sezgi kavramını

ortaya koyarken, insanın iki yönü olan ruh ve bedenden esinlenmiştir. Bergson’un şu

ifadeleri ruh ve bedenin yani maddenin yerini belirlemeye yöneliktir.

“Madde uzayın içindedir, tin(ruh) uzayın dışındadır; aralarında geçiş olasılığı yoktur.

Tersine, tinin (ruhun) en mütevazi işlevi şeylerin süresinin ardışık anlarını birbirine

bağlamaksa, maddeyle temasa bu işlem içerisinde geçiyorsa ve yine öncelikle bu işlem

içinde maddeden ayrılıyorsa, madde ile tam anlamıyla gelişmiş tin arasında, yalnızca

92 Cevizci, ‘Sezgi’, Paradigma Felsefe Sözlüğü, s. 1392. 93 Eroğlu, a.g.m., s.93-94. 94 Cevizci, ‘Sezgi’, Paradigma Felsefe Sözlüğü, s.1392-1393.

Page 38: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

28

belirsiz değil aynı zamanda akla yatkın ve üzerinde düşünülmüş eyleme muktedir tin

arasında sonsuz kademe olduğu düşünülür.”95

Ruh ile beden arasındaki farklılık Bergson felsefesinde bu tarzda bir açıklama ile

belirtilmiştir. Filozofun ifadelerinden hareketle, gelişmiş ve eyleme muktedir olarak ele

alınan ruh tanımlamalarının Tanrı ve diğer ruhlar olduğu fikrine ulaşabiliriz. Yukarıda

geçen eylemde bulunmayı sağlayan ruhla kastedilen insanın ruhu, gelişmiş ruh olarak

tanımlanan ise Tanrı’dır. Bergson’un bu ifadelerinde, ruh ve madde aynı yere ait

değillerdir, madde mekana bağlıyken ruhun da zamana bağlı olduğu fikri barınmaktadır.

Bergson felsefesinde bilinç ve sezgi, hakikatin iki farklı boyutuna erişmeyi

sağlamaktadır yani, bilinç bedenin ulaşabileceği en ileri bilgi olan bilimsel bilgiyi elde

edebilirken, ruh da sezgiye ulaşabilir.96 Ayrıca Bergson, sezginin de ruh ve Tanrı gibi

metafizik bilgilere ulaştıracağını savunur.

İnsanın iki yönünden biri ruhtur. Ruh, insanın maddeden ayrıldığı yönüdür.

Bergson bedenimizin olsa bile ruhumuzun yok olmayacağını ifade eder.

1.5.1. Bellek ve Bilinç

Bergson’un sezgi yöntemiyle ilgili önemli kavramlarından ikisi bellek (hafıza)

ve bilinçtir (şuur). Filozof bu iki kavramın tanımı ve arasındaki ilişkiyi vererek insanın

bilme ve sezgisel bilginin elde edilme sürecindeki işlevini açıklar.

Bergson’a göre bilinç beyinden ya da belleğimizden daha üstündür. “Bilinç bize

bedenimizde diğer imgeler gibi bir imge gösterir; idrak gücümüzde ise, yaratma ya da

inşa etme yetisini değil, ayırma, ayırt etme ve mantıksal olarak karşı karşıya getirme

yönünde belli bir yetiyi gösterir.”97 Bilinç algılamayla görevli değildir o elde edilen

verileri birbirleri ile ilişkileri açısından inceleyerek yeni veriler elde etmeye

çalışmaktadır. Bergson’un, ruh derken bilinci kastettiği kabul edilir. Ancak bir bilinçten

bahsedebilmek için de bellek gerekmektedir. Bergson’un oluşturduğu düşünce

sisteminde bilince işlevsellik katan ve bu özelliğini koruyan bellektir.98 Bilincin var

olmasını sağlayan şey bellektir ve o olmadan bilinç tek başına oluşamaz var olamaz.

95 Bergson, Madde ve Bellek, s.163. 96 Eroğlu, a.g.m., s.98. 97 Bergson, Madde ve Bellek, s.134. 98 Eroğlu, a.g.m., s.87.

Page 39: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

29

Yani ruhtan bahsedebilmek için bilinç, bilinçten bahsedebilmek için ise bellek

gerekmektedir. Bellek bizim geçmişte yaşadığımız anları günümüze ve geleceğimize

taşımaktadır. “Demek ki bellek hiçbir düzeyde, maddeden türeyen bir şey değildir; tam

tersine madde, daima belli bir süreyi işgal eden somut bir algı içinde kavradığımız

haliyle, büyük ölçüde bellekten türer.”99 Yukarıda yer alan ifadelerden anlaşılacağı

üzere bellek, maddeden türeyerek oluşmamıştır aksine madde bellekten türemiştir.

Bergson’a göre bellekten ve bilinçten bahsedebilmek için, orada bir süreklilikten

de bahsetmek gerekir. İnsan sürekli olarak kendini yenileyen bir varlıktır ve insan bilinç

sahibidir. Bilinç hangi varlıklarda bulunmaktadır? “Bilinç, kendi kendine hareket eden

her canlıda mutlaka bulunması gereken bir yetidir.”100 Bergson felsefesinin temel

taşlarından olan hareket, yaratım süreci dediği döneme aittir. Her var olan bilinçli

varlık, yaratma ile kendini ortaya koymaya çalışmaktadır. Bilinç yalnızca hareket eden

varlıklarda bulunmaktadır çünkü her eylemin altında bir bilinç yatmaktadır. Yine

filozofun öne sürdüğü açıklamalardan biri de bilincin yalnızca fayda sağlayan

hareketleri kabul edip, gereksiz olanları reddettiğidir.101 Bu da filozofun, bilinçli bir

algılamanın, ilgi çeken ve lazım olanı algılamak olduğu fikrini desteklemektedir.102 Her

yaşanan anı, yeni anlar takip etmektedir. Bu süreç içinde ise insan kendini aramakta,

ben dediği şeyi bulmaya çabalamaktadır.

Bergson bilinç üzerine çok fazla yorum getirmiştir. Bergson’a göre bilinç her

hareket edende mevcutken aynı zamanda her hareket edenin bilincinin de ayrı olduğunu

vurgulamıştır. “Bilincin özelliklerinden en önemlisi öznelliktir. Çünkü evrende bulunan

bitkilerden tek hücreli canlıya ve onlardan bütün hayvanlara kadar her canlının kendine

özgü özellikleri vardır.”103 İnsanı insan yapan, çiçeği çiçek yapan, köpeği köpek yapan

belirli bir takım özellikler vardır. Eğer biz insanın ne olduğunu tanımlayabilecek kadar

onlara aşina isek, bu onun özelliklerini bilmemizden ileri gelmektedir. Bir şeyin

özelliklerini bilmemizin sebebi ise, onun var olan bilincinin sonucunda ortaya koyduğu

davranışları ya da biçimleridir. Filozofa göre insan, yine bilinç sayesinde kendini ve

99 Bergson, Madde ve Bellek, s.134. 100 Eroğlu, a.g.m., s.82. 101 Eroğlu, a.g.m., s..84. 102 Eroğlu, a.g.m., s .87. 103 Eroğlu, a.g.m., s.83.

Page 40: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

30

varlığını anlamlandırabilir.104 Buradan hareketle; insan, bilinci sayesinde kendini

oluşturur ve kendi potansiyelinin farkına varabilir fikrine ulaşılabilir. Bergson

felsefesinde yer alan bir başka ifade de bilincin insana has bir özellik olduğu ve imgeleri

bir bütün olarak algılayarak doğru bir şekilde anlayıp açıklamayı sağladığıdır.105

Buradan hareketle insan, bilinç sayesinde bir takım gerçekliklere ulaşabilecektir

denilebilir.

Bergson’a göre bellek bir şeyin saklandığı ve istediğimiz zaman oraya gidip

aradığımızı bulup çıkarabileceğimiz bir yer değildir. Ona göre bellek bunlardan daha

fazlasıdır. “İnsan ise bilakis hatıralarını istediği gibi ve dilediği zamanda uyandırabilir,

bunun için eski bir idrakin tazelenmesini beklemeye mecbur değildir, geçmiş hayatını

tanımakla da kalmayarak onu istediği gibi tasarlar ve hatta hayal kurar.”106 Bellek

sadece depo olmak yerine hatıraları yoğurarak ortaya çıkarmaktadır. Hatırlamak, var

olan hatıraların içinden seçip aynı şekilde sunmak değildir, hatırlanacak olan şeyin

kendiliğinden kopup gelmesi, gerektiğinde yaşanan ana uyum sağlaması, şimdiki hal ile

bütünleşmesi demektir.107 Bergson, bellekte bulunan bilgilerin oraya dönerek

bulunduğunu düşünmek yerine, zamanı geldiğinde yaşanılan ana göre şekillenerek o

bilginin birden gelmesini, adeta bir kopma yaşayarak gelmesini dile getirir. Bergson

belleğin daha derininde olan bir bilinçten bahseder. Buna ise bilinçaltı denilmektedir.

İnsanlar hiçbir şeyi unutmazlar hiçbir anı kaybolmaz sadece bilinçaltına saklanır.

Bilinçaltında olan düşünceler ya da dürtüler, insanların baskıdan kurtulduğu zamanlarda

ortaya çıkar. Bergson bunun rüyalarda gerçekleştiğini dile getirir. Rüyalarda herhangi

bir kısıtlama olmadığı için bilinçaltı adeta ortaya dökülür. Bergson bilincin yerinin

olmadığını ifade eder fakat beyin ile arasındaki ilişkiyi es geçmez. Ona göre beyin

olmadan bilinçten söz edilemez çünkü beyin, bilinç sayesinde bir şeyleri bilebilir.108

Filozof beyin olmadan bilinçten bahsedilemeyeceğini ifade ederken onların aynı şey

olduklarını dile getirmez. Ona göre bilinç ve beyin farklılık barındırır. Bergson, bilincin

ruh gibi ölümden sonra yok olmayacağını, beynin ise bedene ait olduğu için ölümden

104 Eroğlu, a.g.m., s.83. 105 Eroğlu, a.g.m., s.83. 106 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.236. 107 Bayraktar, Bergson’da Ruh-Beden İlişkisi, s.93. 108 Eroğlu, a.g.m., s.82.

Page 41: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

31

sonra yok olacağını belirtir.109 Bilinç beyinden ayrı ise ona göre ruh da bedenden

ayrıdır. Ruh bilinç ile açıklanmaya çalışılmaktadır, beyin ise maddi bir varlıktır.110

Bilinç ve beyin ayrılıyorsa, ruhla beden de ayrıdır.

Bergson’un görüşleri varoluşçu anlayışa yakın olduğu düşünülür ancak o, bir

varoluşçu düşünürdür diyemeyiz çünkü onun öne sürdüğü ruh, töz anlayışı içinde

tanımlanamayacaktır. Tözün her aşamasında gelecekte ne olacağı bellidir ancak ruh

sürekli bir gelişim içinde olduğu ve kendini sürekli ortaya koymaya çalıştığı için onun

herhangi bir safhasına bakarak daha sonra ne olacağı kestirilemeyecektir. Bergson

ruhun bir töz olduğunu öne sürmemektedir, daha çok ruhun psikoloji ile ilgisi üzerinde

durmaktadır. İnsan, kendini nasıl ortaya koyarsa öyle olacaktır. Dolayısıyla ruh, töz gibi

herhangi bir zamanda ve mekanda incelendiğinde, her anına ait bilgiyi veremeyecektir.

Ruh, insan kendini nasıl yaratırsa öyle olacaktır ve yaratma süreklidir.

Bergson’un felsefesinde bilincin görevlerinden biri, kişinin kendisini fark

etmesidir. Kişi bilinç ile kendisinin ne olduğunu aramaya başlar kendisini tanımaya

çabalar. Töz potansiyelini sürekli içinde barındırırken bilinç ise kendisini tanımaya ve

bulmaya çalışır ve o, sürekli ileriye doğru bir hareket içindedir. Bilinç geriye dönemez,

sürekli ilerlemek zorundadır. Bu yönüyle de tözden ayrılır. Geçmişe bakarak geleceği

kestirmek, bilinç söz konusu olduğunda mümkün görünmemektedir. Tözün her

evresinde daha sonra ne olacağı kestirilebilmektedir.

Kişi sürekli olarak yenilenen ve gelecekte ne olacağını kestiremeyen bir

varlıktır. Bilincin ne şekle bürüneceği kestirilemez, kişi ben’ini bulmak için sürekli

olarak ilerlemek durumundadır. Sürekli kendini yenileyen bir bilinç, determinizmden ve

doğa yasalarından uzak bir bilinçtir. O halde insan özgürdür. Bütün kalıplardan,

kısıtlamalardan kurtulan bilinç, kendini istediği gibi yönetebilecek ve

yönlendirebilecektir. Buradan da anlaşıldığı üzere Bergson insanın özgür bir varlık

olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak bunun yanında maddesel alanda zorunlu olarak bir

doğa yasasından bahsedilmektedir. Madde söz konusu olduğunda determinizm de

zorunlu olarak orada olacaktır.111 Ruh/bilinç alanında determinizm işlevini

109 Eroğlu, a.g.m., s.83. 110 Henri Bergson, Zihin Kudreti, çev. Miraç Katırcıoğlu, Maarif Basımevi, İstanbul, 1959, s.90. 111 Yakup Yıldız, “Bergsonculuğun Türkiye’ye Girişi ve Türk Felsefesine Etkisi”, Türkiye Araştırmaları

Literatür Dergisi, c. 9, S. 17, 2011, s.337-349.

Page 42: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

32

kaybetmektedir. İnsanın seçimleri tamamen kendi iradesine bağlıdır. İnsan ruhu ölümle

son bulmayacaktır. Din konusunda daha detaylı incelenecek olan bilincin ya da ruhun

ölümsüzlüğü, mümkündür. Bergson, ruhun ölümsüz olduğunu düşünmenin, insanı

karamsarlıktan kurtaracağını ifade eder.

Bergson bir kişinin düşüşünü ruh-beden konusunda inceler. Bu durum Bergson’a

göre komik olacaktır ve o bunu şöyle ifade eder: “Bizi güldüren adamın ansızın durum

değiştirmesi değil; bu değişiklikteki istem dışı olan şeydir, beceriksizliktir.”112 Bergson,

istemsiz olarak ortaya çıkan davranıştan, bilincin devre dışı kalıp, maddesel yönün

ortaya çıkışından ve bu durumun harekete olan etkisinden bahsederek ruh-beden

ayrımını açıklamaya yönelir.

İnsan bedeni maddi yöne aittir ve dürtüler de bedende yer almaktadır. Fakat

bilinç ve düşüncenin yeri ruhtur. İnsanlar özgürce karar verebilen, dürtü ve güdüleriyle

baş edebilen varlıklardır. İşte insan, bilinci dışında, bilincinin yönlendirmesi olmadan

bir harekette bulunduğunda nesneleşmektedir.

İnsan tanımlaması yapılırken ona ait özellikler ele alınır. Daha önce birçok defa

değinildiği gibi insanı diğer varlıklardan ayıran özellik zekadır ve zekadan daha üstün

olan bilinç de insana hastır. Madde çoğu varlıkta vardır fakat insanda bilinç değil de

maddi yön ağır basınca o komik olur. “İnsan kişiliğinde duyarlılığımızı ilgilendiren ve

bizi heyecanlandırabilen şeyler bir yana bırakılırsa, geri kalan şeyler komik olabilecek;

komik de doğrudan doğruya bunlarda görülecek katılık oranında artacaktır.”113 İnsan,

bizim insan tasavvurumuzdan farklılaşıp, diğer varlıklara yaklaştıkça, kendine has

özelliklerini yitirecek ve bu durum bizim için komik bir hal alacaktır.

İnsanlar, bilinci olmalarına rağmen, bazen bedenin ani hareketleri ile tepkiler

verebilir. Bu durum ruh ile madde ayrımını gündeme getirir. Madde doğa yasalarına

bağlıdır ve ona bilimsel yöntemler uygulanabilmektedir. Ancak ruh doğa yasalarından

ayrıdır, daha soyuttur. Filozof Tanrı fikrini ise ilkellerin inandığı ölümden sonra hayat

fikrinin getirdiği ruh anlayışından yola çıkılarak ulaşılan bir kavram olarak açıklamaya

yönelir. Bergson ruh ve beden anlayışını zeka ve bilinç açısından da değerlendirerek

konuya açıklık kazandırmaya yönelmiştir.

112 Bergson, Gülme, s.15. 113 Bergson, Gülme, s.87.

Page 43: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

33

1.5.2. Zeka ve Bilinç (Zihin/Şuur) İlişkisi

Bergson’da sezgi ile ilişkili ve bilinçle bağlantılı bir diğer kavram zekadır

(zihin). O zeka ve bilinç arasındaki bağlantıyı da sezgi anlayışı açısından gerekli görür.

Bergson’a göre sezgi kavramı zeka ve bilinçle de ilişkilidir çünkü akılcı bir

anlayış içeren görüşler, bir şeyin bilinebilmesi için zekanın olmasının gerekli olduğunu

hatta zeka ile bilinebileceğini savunurlar.114 Ancak Bergson bir şeyin bilinebilmesi için

zekanın yanında sezginin de olması gerektiğini belirtir. Sezgi, maddeden uzak,

akıldan/zekadan daha üstün olan bir duyguyla bilmedir. Sezgi, bilinçle ulaşılabilecek bir

bilme türüdür çünkü “sezgi, zihnin asıl alanıdır.”115 Zeka, sezgisel düşünmeyi

beceremeyecektir. “Fakat, zeka bir yandan yaratılmış şeyler, bir yandan da yaratan şeyi

düşünür. Bu zekamızın doğal fonksiyonudur. Yani o değişmeleri ve etkenler i

göstermekten ziyade eşya ve halleri göstermek için yapılmıştır.”116 Zeka, duyu alanıyla

iç içe geçmiş bir parçadır. Ancak duyumlar dağınıktır ve bu yüzden elde edilen bilgiler

de toplu bir halde olmayacaktır, zihin ise birlik içermektedir. Duyumlar, değişen ve

kendisini yenileyen varlıların durağan bir görüntüsünü elde edebilirler.117 Bu durum ise

duyumların verdiği bilginin genel geçer olmadığını gösterir. Bundan dolayı Bergson,

duyum bilgilerinin üstüne zihin aracılığıyla oluşan bir sezgi yerleştirmiştir. Filozofa

göre var olanlar sürekli bir oluş içindedir. Bu yüzden zeka ile dış dünyaya ait gerçekliği

elde edemeyeceğizdir. Çünkü zeka, oluş içindeki varlıkların bir anını, bir kesimini

bilebilir, tümünü bilemez.118 Sunar, Bergson’un zeka kavramı şu şekilde tanımladığını

ifade eder:

“Bergson'a göre, zeka bize bir deney bütününü, veya değiştirilmemiş bir deneyi, yahut

ta içten duyulan bir deneyi veremez. Bunları ancak sezgi verebilir. Deneyin realitesini

yakalayabilmek için zekanın çalışmasını sınırlamak, onun kategorilerinden kaçmak,

hürriyetin ve doğrudan doğruya olan duygu akışının hayatlılığı ve zenginliği içine tekrar

girmek zorundayız”119

114 Topçu, Bergson, s.44. 115 Sunar, “Bergson’da Zeka ve Sezgi”, s.41. 116 Sunar, “Bergson’da Zeka ve Sezgi”, s.92. 117 Topçu, Bergson, s.48. 118 Topçu, Bergson, s.90. 119 Sunar, “Bergson’da Zeka ve Sezgi”, s.42.

Page 44: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

34

Yukarıdaki ifadelere göre doğru bir bilmeden bahsedebilmek için sezginin

devreye girmesi gerekecektir. Diğer tüm bilgiler şüpheye açık bilgiler olabilmektedir.

Bilimsel bilgi, gün geldiğinde değişebilmekte, duyu verileriyle elde edilen bilgiler de

yanılgıya düşebilmektedir ancak sezgisel bilme doğrudan bilmedir. Sezgisel bilmenin

aracı olmadığı için deney ve gözleme açık bir bilme ya da bilgi değildir. Bir kişinin

kendisine ait bir bilmedir. Çünkü sezgi yalnızca o kişiye ait bir sezgi olacaktır. Bu

açıdan bakıldığında bize göre sezgi kavramı sübjektif bir bilgi gibi görülmektedir.

Ancak Bergson’a göre bilimle elde edilen bilgiler de değişebilmektedir ve bu yüzden

bilim de genel geçer kabul edilemeyebilir. Bergson’un düşüncelerinden yola çıkarak,

sezgi öznel gibi görünse de ona ulaşan birey gerçekliğe kavuşur diyebiliriz. Filozof, tam

ve doğru bir bilgiye sezgiyle ulaşılabileceğini belirtirken, onun görüşlerinden yola

çıkarak yapılan yorumlamalarda sezgi, dini tecrübe gibi kişinin kendisinin bilebileceği

bir bilme ya da bilgi olarak görülmektedir.

Bergson’un, sezgi kavramını ortaya atarken, Platon’un etkisini barındırdığı ve

onun sezgisinin aslında romantik sezgiden geldiği iddia edilir. Ancak Bergson’un

sezgisi Topçu’ya göre Platon’dan daha farklıdır. “Eflatun (Platon) bilgisi müphem

hatırlayış suretiyle meydana geliyordu. Bergson’un sezgisi de dışa mahsus keskin ve

ötesini göstermeyen aydınlıklardan kaçıcıdır.”120 Bergson, bilimle elde edilen ya da

duyularla ulaşılan bilgilere kesin bir doğruluk yüklemez. Platon’da açık olmayan bir

hatırlamadan bahsedilmektedir. Bu hatırlama gerçek olanın yansımalar yoluyla bilmeye

benzerdir. Bergson’da da sezgi kavramı; belirli belirsiz, doğru olduğuna inanılan ama

aslında doğruluğu tartışılabilecek bir bilmeden ayrıdır.

Bergson’un öne sürdüğü anlayışına göre zeka iki yönlü olarak karşımıza

çıkmaktadır. İlki maddi olanların yolunda ilerleyen zeka, ikincisi ise sezgi yolunda

ilerleyen zekadır. Maddi yoldaki zeka, olayları ya da nesneleri zaman ve mekana bağlı

bir şekilde ele alıp onları düzenler. “Zekanın tanıdığı eşya, adeta oluş halinde alınmış ve

sonra zihnimiz tarafından bütünün yerine geçirilmiş bir parçadır. Yaratıcılık sürenin

eseri, hatta sürenin ta kendisi olduğuna ve zeka süreyi tanımadığına göre yaratma

fikrine de tamamen yabancıdır.”121 O halde bize göre Bergson’un öne sürdüğü zeka,

maddi olan dışındakileri bilemeyecek, metafiziğe dair bilgi sahibi olamayacaktır. Zeka

120 Topçu, Bergson, s.76. 121 Topçu, Bergson, s.78.

Page 45: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

35

yaratma sürecinden bağımsızdır fakat insanın ya da canlının maddi olanla ilişkisini

sağlamakla görevlidir. Zeka kavram ortaya koyar ancak bu kavramlar maddi olandan

etkilenerek oluşturulduğu için yalnızca yansıma olarak kabul edilebilmektedir. Zeka

maddesel olana bağlıdır ancak sezgiden ayrı düşünülemez. Bergson, şuurun zeka ve

sezgi olabileceğine değinir. Gerçeğin yani mutlak olanın bilgisine ise sezgi kavramı ile

ulaşılabileceğini ifade eder.

“Bergson tüm filozofların tarih boyunca yaptıkları gibi, hakikate yani mutlak olanın

bilgisine ulaşmaya çalışır. Şuur kendini ya kendi hareketine ya da içinden geçtiği

maddeye çevirmiş böylece hem zekâ hem sezgi oluşmuştur. Bergson’a göre insandaki

şuur esas itibariyle zekâdan ibarettir fakat bu şuur sezgi de olabilir ve olmak da

zorundadır.”122

Yukarıdaki ifadelerden hareketle zeka olmadan sezgi noktasına gelinemeyeceği

Bergson’un düşüncelerinde apaçıktır. Nasıl ruh-beden ayrılamıyorsa zeka ve sezgi de

birbirinden ayrılamazlar. Ancak zeka ile sezgi gidiş yönleri bakımından birbirinden

ayrılmaktadırlar. Topçu’ya göre “Bergson esas itibariyle zekadan ayırdığı sezginin,

içgüdüden doğduğunu ileri sürmektedir.”123 İçgüdü bir histir. “İçgüdü: İnsana kadar

gelen hayat hamlesi içinde hayvanlar hiyerarşisine hâkim olan kuvvet!”124 Örneğin

göçmen kuşlar, göç etme dönemlerinde içgüdüleri sayesinde harekete geçmektedirler.

Sezgi de bir nevi iyi ya da doğru olana ulaşmak için kullanılan bir bilmedir. Sezgi,

içgüdünün bir kademe daha ileri gitmiş halidir. “Ancak içgüdü, içgüdü olarak kaldıkça

bağlı olduğu hayatı muhafaza ve inkişaf endişesinden başka bir şeye bağlı değildir.

Onun hayati menfaatiyle alakasını kesmesi, kendi kendisinin farkına varması, sezgiyi

meydana çıkarmıştır.”125 Sezgi içgüdüden ortaya çıkmıştır fakat kuru bir içgüdüden

daha ileri, daha gelişmiştir.

Bergson insan ve hayvanın farklı olduklarını belirtir. İnsan içgüdü seviyesinden

daha ileride bir yapıya sahiptir ki o da zekadır. Zeka varlığın toplumsal değil de daha

bencil bir yapıya bürünmesini sağlamaktadır. Birey önce kendisini, sonra toplumu

düşünmektedir. “Neticede zekâ öncelikle bencilliği öğütleyecektir. Hiçbir şey onu

122 Müge Kuş, Bergson’da Metafiziğin Yeni Boyutu, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Sosyal Bilimler

Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Muğla, 2014, s.37. 123 Topçu, Bergson, s.81. 124 Hikmet Kıvılcımlı, Bergonizm, Köxüz Yayınları, “y.y”, 2008, s.39. 125 Topçu, Bergson, s.83.

Page 46: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

36

durdurmazsa zeki varlık bencilliğe doğru koşacaktır.”126 Şener’e göre “Sezgi doğrudan

doğruya bir zeka değildir. Ancak zekadan da izler taşıdığı hatta bazı düşünürlere göre

onun, zekanın bilincinin dışında yani fayda gütmez bir şekilde işleyişinden kaynaklanan

bir zihni sempati olduğu söylenebilir.”127 Temelde zekanın işi olan bilme, sezgi ile

gerçekleştirilmektedir. “Sezgi başlangıçları olmayan bir düşünce hareketi değildir, o

mutlak bir başlangıç değildir, belki bir düşünce sisteminin sonu ve gayesidir.”128 Buna

göre sezgi birden bire, hiçbir temel bilgi olmadan ortaya çıkan bir bilme yolu değildir.

Bir düşünce sisteminin sonu ve gayesi olmak derken bize göre onun, bilimsel

bilgilerden başlayarak bir çıkarım elde etmek için ulaşılan en son bilme olması

kastedilmektedir. Öyle olsaydı sezginin verdiği bilgi gerçekten uzak, işe yaramaz bir

bilgi olacaktır. Sezgi kavramını ele alırken de belirttiğimiz gibi o, zekanın

sunduklarından yola çıkarak, ani bir bilme yoludur. Sezgi ve hads konularında

değinildiği gibi hadsda, temel olmadan birden bire bir bilme söz konusuydu.

Bergson’daki sezgi hadsdan farklıdır ve temelsiz bir bilme değildir.

Bergson’a göre zeka kişinin maddi yönüne ait bir özelliktir. Ruhumuzda zeka

değil zihin bulunmaktadır. Bu yüzden zeka seçim yapmaz, yapamaz. Biz, zeka seçim

yapıyor ya da zeka düşünüyor şeklinde bir söylemde bulunamayız. Bunun sebebi ise

zekanın düşünme ya da seçim yapma yerine, davranışları hazırlamasıdır.129 Bayraktar,

Bergson’un zeka görüşünü ele alırken, yine onun zekayı bedenimize ait olarak

tanımlamasını bu şekilde ifade eder. Zeka, davranışlarımızı hazırlayan, tasarlayan

alandır. Zeka sürekliliği bilemediği için ve maddesel olduğu için yalnızca cansız

varlıkları bilebilir. Ayrıca cansız şeyleri gördüğünde onları tanıyamaz ve Bergson’a

göre de şaşkınlık yaşar.130 Zeka, şunu ya da bunu birden bilemez çünkü bedensel veya

başka deyişle maddeseldir. Maddeden kopamayan zekanın uğraş alanı madde olacaktır.

Zihin ruha, zeka maddeye tabi ise özgür olan hangisidir? Maddeye bağlı olan varlık

özgür olamayacaktır. Bergson, özgürlüğün nasıl elde edilebileceği hakkında zeka ve

126 Cemal Aslan, H. Bergson’un Din ve Ahlak Felsefesi, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,

Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2006, s.48. 127 Habib Şener, Bergson’un Bilgi Anlayışı ve M. Şekip Tunç’a Yansıması, Atatürk Üniversitesi, Sosyal

Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Erzurum, 2004, s.34. 128 Topçu, Bergson, s.84 129 Bayraktar, Bergson’da Ruh-Beden İlişkisi, s.133. 130 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.211-212.

Page 47: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

37

bilinç arasındaki ayrımdan faydalanarak bir açıklama getirmektedir. Bergson özgürlüğü

şu şekilde ele almaktadır:

“Hürriyet (özgürlük) meselesinin mekanizm ve dinamizm gibi birbirine karşıt iki tabiat

sistemini neden çatıştırdığını anlamak güç bir şey değildir. Dinamizm sistemi

şuurdan(zihinden) gelen iradeli faaliyetler fikrinden hareket eder, sonra da bu fikri

yavaş yavaş boşaltarak ataletin tasavvuruna kadar gider, bu suretle bir yandan serbest

bir kuvvet, bir yandan da kanunlarla idare olunan bir madde tasarlar. Mekanizm aksi bir

yoldan gider. Sentezlerini yaptığı malzemenin zaruri kanunlarla idare edildiğini farz

eder, önceden keşif olunmaları daha güç, görünüşte gittikçe daha olabilir, daha zengin

terkiplere varmakla beraber evvelce kapandığı dar bir zaruret çemberi içinde kalır.”131

Bergson’un bilgi anlayışı ile mekanistlerin bilgileri doğa yasalarına tabi

tutmaları birbirine zıt görüşlerdir. Zira zihnimiz doğa yasalarına tabi tutulamaz, o

maddesel değildir. İnsan yaratma çabası içindedir ve bu yaratma dinamiktir. İçteki bu

dinamizm132 insanı maddeden uzaklaştıran onu özgürleştiren bir çabadır. İnsan zihni bu

açıdan özgürdür ancak insanın bedeni maddesel olduğu için bir yönüyle de doğa

yasalarına mahkumdur. Mekanizme göre ise insanın hem bedeni hem de zihni

maddeseldir ve o doğa yasalarına bağlıdır. Bergson Kant gibi bazı mekanistlerin sebep-

sonuç ilişkisini de eleştirmektedir. Elde olan verilerden ilerleyerek sonucun değişmez ve

önceden belli olduğunu düşünen mekanistler, Bergson’un sezgi öğretisi göz önüne

hataya düşmektedirler. Bergson, her şeyin dinamizm ve olanak halinde olduğunu öne

sürerek belirli sebeplerden kesin olarak şu sonuç çıkacaktır gibi bir ifadede

bulunmamıştır. Geçmişten yola çıkarak geleceğe dair bir öngörünün mümkün

olamayacağını söylemek, filozofun her şeyin değişmekte olduğu görüşüne aykırı

düşmeyecektir. Bergson’un yalnızca madde ile gerçek bilgiye ulaşılamayacağı görüşüne

karşıt olarak, deterministler önceden görme fikrini kabul etmişlerdir. Bergson bir bilgiyi

önceden görme ile bilinemeyeceğini belirtir.

“Fakat deterministler daha uzaklara giderek meselenin halini imkanlara bağlamanın

bütün hareket şartlarını bilmekten geldiğini, önceden görme ihtimalinin bu şartlar

adedinin artması nispetinde artacağını; ve nihayet öncül sebepleri istisnasız olarak tam

131 Bergson, Şuurun Doğrudan Doğruya Verileri, s.129. 132 Dinamizm, maddeyi hareketsiz kabul etmeyip, maddede enerjinin bulunduğunu ve maddenin asıl

özelliğinin kuvvet olduğunu ileri süren akımdır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Bolay, ‘Hareketlilik’, Felsefe

Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü, s.159.

Page 48: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

38

ve mükemmel olarak bilmenin önceden görmeyi hiç yanılmayacak bir hale getireceğini

söylerler.”133

Yukarıda verilen bilgiler ışığında deterministlerin, töz anlayışına benzer bir

görüş ifade ettikleri saptanabilir. Locke gibi deterministlere göre, en temel şey,

nedenlerden sonuçlara ulaşmaktır. Onlar geçmişten ve şu andan beslenerek kümülatif

ilerlemeyi seçmişlerdir. Deterministlerin, bir şeyin öncesi ve şu anı, onun ne olacağını

göstermektedir şeklindeki ifadeleri Bergson’la çatışmaktadır. Bergson’a göre geçmiş ya

da şu an, bir şeyi tanımaya veya ona uygun şeyi söylemeye yardımcı olabilir ancak bu

tam bir tanıma sayılamaz. O, belki de özgür iradesi ve yaratımları sonucunda, kendini

nasıl yaparsa öyle olacaktır. Yine Bergson’a göre, biz onun zamanda geçirdiği evrelere

bakarak ilerde ne olacağını kesin bir biçimde kestiremeyiz. Onun bir tarafı doğa

yasasına bağlı olsa bile diğer tarafı özgürdür ve bu yüzden ilerisi bilimsel yollarla

kestirilemeyecektir. İşte bu yoldan ayrı olan sezgi, bizi tam bir bilmeye götürecektir.

Akıl bir insanın sezgi yeteneğini kullanabilmesi için gereklidir, keza akıl da

sezgiye ihtiyaç duymaktadır. Genel olarak bakıldığında filozofun felsefesi bilimi kabul

etmiyor gibi anlaşılmıştır fakat Bergson’un sezgi anlayışı ile bilimsel bilgi birbirinden

ayrı ama gerçek bilgi yolunda birbirini tamamlar niteliktedir. Bergson, sezgiyi önce

bilimsel bilginin karşısına getirir gibi görünüyor fakat daha sonralarında ise ikisinin

birbirini tamamlayıcı olduğunu ifade ederek bize göre bir anlam karmaşasına sebep

oluyor. Zeka sezgi ile sezgi de zeka ile ilişkilidir. Ancak bu ikisinin aslında aynı şey

olduğunu söylemek değildir.134 Sezgi, aklın bir kademe daha ilerlemesi sonucu ortaya

çıkan bir düşünmedir. Bilimsel bilgiden farklıdır. Bilimsel bilgi kümülatif ilerlemeyi

seçer ve deney-gözlem kuralını uygular. Sezgi, birden bire, ani bir sıçrayış ile bir şeyin

gerçek kimliğini bulmak onu bilmek demektir. Sezgi akıldan daha üstün olmasına

rağmen onun her zaman doğru ya da kesin bilgiye ulaştırdığını söylemek yanılgıya

sebep olacaktır. Bergson’a göre sezgisel bilgi açıklanamaz, gösterilemez ve

ispatlanamaz. “Bergson'a göre sezgi bilgi yolunu ifade eden bütün tabirlerden üstündür.

Fakat yine de belirsizliğe elverişlidir. Sezgiden çıkan bir fikir zihinden çıkan bir kavram

gibi doğrudan doğruya açık olmayıp belirsizdir.”135 Düşünüre göre sezgi ruh

133 Bergson, Şuurun Doğrudan Doğruya Verileri, s.168. 134 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.180-181. 135 İsmail Köz, “Sezginin Bilgideki Yeri ve Önemi”, Felsefe Dünyası, 2004/2, S. 40, s.52.

Page 49: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

39

yönümüzün bir kabiliyetidir. O da tıpkı ruhumuz gibi açık seçik orada var olan değildir.

Sezgi, kişiye doğru gelmektedir ancak başka bir kişi bunu kabul etse bile sezgiyi

kullanan kişinin ne anlatmaya çalıştığını tam olarak bilemeyecektir. Sezgi, deney ve

gözlemle ortaya çıkartılabilecek bir bilme olmadığı için madde gibi de fenomenler

dünyasında bulunmayacaktır. O bilimsel çalışmalarla bilimsel veriler bulmak yerine

yine bilimsel çalışma temelli ancak bilimsel olmayan verilere ulaşma yolunu

göstermeye çabalamıştır. Bu yol ise sezgi yoludur.136

Bergson’un zeka ve bilinç açıklamalarına göre zeka bilimsel olan bilgileri elde

edebilirken, metafizik alana dair kazanımda bulunamamaktadır. Bir şeyin hakikatine

varmak için bilimsel bilginin gerekli olduğunu ancak daha ilerisi olan sezginin de

gerektiğini belirterek bilinç kavramını sunar. Bergson’un bilgi felsefesinde bilinç,

hakikatin bilgisine ulaşmada ve sezginin açığa çıkmasında temel gerekliliktir.

1.5.3. Ruh-Madde ve Tanrı

İnsan düşünmeye başladığında, kendini ve yaşadığı yeri yani evreni

araştırmaktadır. Evrenden daha tikel olana, bireye ve kendine de sorgulayıcı bir bakış

açısıyla yaklaşmaya başlayarak, kim olduğunu bulmaya çalışmaktadır. “Dolayısıyla

insan sadece evreni ve varlığı değil, bu evren ve varlık bütünlüğü içinde kendi yeri ve

konumunu da merak edip, incelemektedir.”137 İnsan kendini ararken, evrenden yola

çıkar ve kendinin nerede, nasıl bir durumda bulunduğunu ya da kim olduğunu bulmaya

çalışır. İnsan, düşünen, eylemde bulunan üreten bir varlıktır. İnsanın eylemde bulunan

ve üreten bir varlık olması onun hem maddesel yönünün hem de ruhsal yönünün

olmasından ileri gelmektedir. Tabi insan bu açıdan bakıldığında değişime gelişime açık

bir varlıktır, insan sürekli kendini yeniler ve geliştirir.

İnsanın bedeni söz konusu olduğunda maddeyi ve maddenin özelliklerini konuya

dahil etmek gerekecektir çünkü beden maddi aleme aittir. Bu yüzden insan bedeni

yaşlanmaktadır. Beden yaşlanınca hareketleri de kısıtlanmaktadır. İnsan yaşlanmayı ya

da yaşlanmamayı seçememektedir. Bu olgu zorunlu olarak meydana gelmektedir.

Bergson madde görüşünde şu ifadeleri kullanır:

136 Cevizci, ‘Bergson, Henri’, Paradigma Felsefe Sözlüğü, s.221. 137 Bayraktar, Bergson’da Ruh-Beden İlişkisi, s.47.

Page 50: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

40

“Gerçekte bütün tahlillerimiz de hayat dediğimiz şeyde maddenin indiği inişi yeniden

çıkan bir cehtin (çaba) olduğunu gösteriyor; maddilik processus’ün aksi olan ve inkıta

(kesinti) etmesiyle maddeyi yaratan bir processus’ün (süreç) imkanını, hatta zaruretini

gösterir gibi oluyor. Evet, seyyaremiz (gezegen) üzerinde tekamül eden hayatın

maddeye bağlı olduğu şüphesizdir.”138

Bu ifadelerden, madde ve hayatın birbiri ile ilişki içinde olacakları sonucuna

varılabilir. Ancak madde durağan bir varlıktır, hayat ise sürekli değişime açık değişen

ve kendini yenileyen yani süreç içinde bir varlıktır. “Bergson’a göre madde ve hayat,

evrensel-yaratıcı-dinamik ve evrimsel sürecin bir sonucudur.”139 Hayat ve madde

temelde aynı kaynaktan meydana gelmektedir.

Bergson’a göre yaratım sürecinde ruh, kendi kendini yaratmaya, oluşturmaya

başlayacaktır. Bunun yanında eşya, kendi kendini yaratma konusunda ilerleme

kaydedemeyecektir. “Eşya ve haller ise zihnin mütemadi (sürekli) oluşlardan aldığı

görüşlerden başka bir şey değildir. Hakikatte eşya yoktur, ancak aksiyonlar vardır.”140

Hakikatte varlığı olmayan bir şeyin kendini ortaya koyması, kendini yaratması mümkün

görünmemektedir. Bu yüzden madde yaratım sürecine dahil olmamaktadır. Bu koşullar

göz önüne alındığında maddenin ve maddi dünyanın nasıl var olduğu sorunu da ortaya

çıkmaktadır. Hayat ve madde arasındaki ilişki açıklanmaya çalışılırken, Tanrı’nın yeri

de tartışmaya açılmaktadır. “Bu suretle tarif edilen bir Tanrı da tam bir olmuşluk değil,

durmadan devam eden bir hayat, bir aksiyon, bir hürriyettir.”141 Filozofa göre Tanrı

sürekli olarak var olmaya devam etmekte, kendisini ortaya koymaktadır. Tanrı durağan

bir biçimde değil, evrendeki yaratma, oluş ve devinimle bağlantılı olarak kabul

edilmektedir.142 Görüldüğü üzere, Bergson’un süre anlayışının etkisi, Tanrı

açıklamasında kendisini hissettirmektedir. Filozofun süre konusundaki ifadeleri onun

süreç felsefesinin etkisini taşıdığını gösterir niteliktedir.

Düşünürün ruh ve beden ayrımını incelendikten sonra, sezginin ruhla ilgisi daha

iyi anlaşılabilir hale gelecektir. Madde sezgiye uzak olandır, ruh ise sezgiye yakındır.

Ruh olmadan sezgiye ulaşılamayacaktır. Çünkü ruh kendini yeniler, var eder. Maddi

138 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.317. 139 Bayraktar, Bergson’da Ruh-Beden İlişkisi, s.115. 140 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.320. 141 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.321. 142 Bayraktar, Bergson’da Ruh-Beden İlişkisi, s.117.

Page 51: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

41

alan, bilimsel bilgi sağlamada etkilidir, ruh ise sezgisel yolla elde edilen bilginin

kaynağıdır.

Bergson madde ve ruh ayrımına değinirken, pozitivistlere karşı bir yorum

getirmektedir. O maddeden çok ruha önem vermektedir ancak mekanistler ise maddesel

olanla ilgilenmektedirler ve maddi olmayan hiçbir şeyi kabul etmemektedirler.143

Deleuze, Bergson’dan etkilenmiş ve felsefesini oluştururken görüşlerinden

faydalanmıştır. Deleuze’ün Bergson’da ele aldığı ve önemsediği bir nokta, onun varlık

farkları ve derece farkları arasındaki ayrımı gösterebilmesidir. Bergson varlıklar

arasındaki derece farkı ve mahiyet farkları arasındaki ayrımı sezgi kavramıyla çok açık

bir şekilde ortaya koymuştur. Deleuze bunu, Bergson’un görüşlerinden yola çıkarak şu

şekilde yorumlar; “Doğa farklarının olduğu yerde herkes yalnızca derece farkları

görmüştür.”144 Bergson varlığı sezgi kavramıyla bütünleştirdiğinde onun özüne aykırı

düşmeyecek veriler elde etmiştir. Bergson’un görüşlerinden hareketle, mekanistlerin

sadece maddesel olanı ele almaları, varlığın özünü yitirmelerine neden olmuştur

kanısına varabiliriz. Bergson’un ifadelerinden bir çıkarımda bulunulacak olursa,

mekanistler, varlığın ne olduğunu anlamak için maddeden yola çıkarak onun ne

olduğunu bulmayı tam manasıyla beceremeyecektir. Bu yüzden varlıklar arasında

yalnızca derece farklarına ulaşacaklarmış gibi görünmektedir. Filozof varlığı içten bilme

yolunu seçmiş, dışarıdaki etmenlere körü körüne bağlı kalmayı reddetmiştir. Yukarıda

geçen ifadelerden Bergson’un, mekanistleri eksik yanlarıyla da eleştirerek, bulunduğu

döneme farklı bir bakış açısı getirdiği yorumuna ulaşılabilir.

Deleuze, Bergson ve Hegel’in görüşlerini karşılaştırır. Onun yorumları Bergson

felsefesinin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlar. Deleuze, iki filozofun nesne

anlatımlarını ele alır. Hegel’de nesne, ilkin kendisi olmayan her şeyden diğer

varlıklardan farklılaşır, Bergson’da ise nesne ilk olarak kendisinden farklılaşır yani

kendisini bulmaya çalışır.145 Hegel’de nesne ilk olarak dışarıdaki varlıklardan

uzaklaşarak, kendisini bulmaya çalışmaktadır. Varlık kendisini bulabilmek için adeta

kendi içine çekilmekte, diğer varlıklardan uzaklaşmaktadır. Bergson’da ise varlık

kendisini bulabilmek için önce kendisinden uzaklaşmak zorundadır. Bunun nedeni ise

143 Demir, a.g.t., s.22-23. 144 Gılles Deleuze, Bergsonculuk, çev. Hakan Yücefer, Otonom Yayıncılık, İstanbul, 2006, s.58. 145 Sadık Erol Er, Gilles Deleuze’ün Fark Felsefesi, Çizgi Kitabevi, Konya, 2012, s.106.

Page 52: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

42

varlığın kendini keşfetmesi ve kendisini ortaya koyması için yine kendisinden yola

çıkmasıdır. Bergson’da varlık kendisini tanımakla işe başlamaktadır. Kendisinden

uzaklaşan varlık, neliğini bulduğunda, yine kendisini ortaya koymak için yaratma

eylemine girişecek ve her yarattığında kendisini bir adım daha ileriye götürecektir. Bu

şartlarda Bergson felsefesinde varlık, kendisini bulmak için kendisinden başka bir

varlığa ihtiyaç duymayacaktır.

Bergson’un felsefesi, bilimsel olandan farklıdır, o sezgi yoluyla bilmeden

bahsetmektedir. Bu bilme nesneyi içten bilmedir, bilimdekinden ayrıdır. Bilimde

nesneyi duyularla, deney ve gözlemle dışarıdan bilebiliriz anlayışı mevcuttur. Bergson,

dışsal olan hiçbir şey, nesnenin açıklanmasında kullanılamaz görüşüyle de Deleuze’ü

kendi fikrine çekmektedir.146 Bergson’un ifadelerinden yola çıkarak, nesnenin

gerçekliğine ulaşan, onlarla doğrudan ve aracısız olarak ilişki içinde bulunan bilginin

sezgi olduğunu söyleyebiliriz. Bergson, bilimsel ve rasyonel bilgiden farklı bir bilme

olan sezgiyi ortaya koyar.147 Bergson’un sezgi anlatımında hem bilimsel çalışmalarda

hem de metafizikte, büyük icatların çoğunun sezgiden türediği belirtilir.148 O bilimin de

katkısını kabul etmektedir ancak gerçeğe ulaştıracak bilgi yolunun sezgiden geçtiğini

düşünmektedir.

Duyumculuk149 Bergson’un nesneyi kavrama anlayışıyla çelişkili durumdadır.

Duyumculuk, bilginin temelini duyularda aramaktadır ve duyu organlarımızın algıladığı

şeylerle ilgilenirken, duyu organlarımızdan ayrı olan hiçbir şeyle ilgilenmez. Ona göre

doğru ve kesin olan bilgi duyulardan gelmektedir. Bergson’da ise bilgiye ulaşmanın

yolu sezgidir. Duyularımız maddesel olanla ilişkilidir ancak ruh ve Tanrı söz konusu

olduğunda sezgi devreye girecektir. Bergson sezginin maddeden uzak olduğunu

düşünmekteydi, bu yüzden duyumculardan farklı bir görüş sunmaktadır. Duyumculukta

yanılgıya müsait noktalar da bulunmaktadır.150 Bir tren rayına bakıldığında, ileri bir

146 Er, Gilles Deleuze’ün Fark Felsefesi, s.108-109. 147 Kadriye Öztürk, Henri Bergson’da Süre, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans

Tezi, Ankara, 2007, s.34. 148 Öztürk, a.g.t., s.38. 149 Duyumculuk, materyalist deneyciliktir. Her türü bilginin kaynağının yalnız duyular olduğunu

savunarak aklı dış aleme indirgemekte, böylelikle akıl ve duyarlılığı karıştırmaktadır. Duyumculuğun

temsilcileri olarak Condillac, Epikürcüler ve Hobbes olarak sayılabilir. Bu akım ruhun özgürlüğü

konusunu tamamen reddetmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Bolay, ‘Duyumculuk’ Felsefe Doktrinleri

ve Terimleri Sözlüğü, s.96-97. 150 Cengiz, a.g.t., s.142,150.

Page 53: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

43

noktada birleşiyormuş gibi görülür. Bu bir göz yanılgısıdır. Bu durumda duyu

organlarımız yanılgıya düşmektedir. Ayrıca her insanın duyusu ve zihninde oluşan

algısı aynı olmayabilir. İki kişi aynı odada otururken biri için oda çok sıcak gelebilirken

diğeri için ideal bir sıcaklık olabilmektedir. Ya da renk körü olan insanların gördüğü

renk onun için en doğrusuyken aslında o, bambaşka bir renk olabilir. Biri için lezzetli

gelen yemek diğeri için kötü bir tat verebilir.

İnsanlar yaşadıkları sürece, sürekli olarak deneyimde bulunurlar ve duyularla

deneyim sahibi olabilmektedirler. Bu deneyimleri zeka aracılığıyla belleğe yerleştiririz.

İnsan beden yönüyle maddeye bağlı olduğu için, zeka onun maddi yönü olarak kabul

edilmektedir. Bir maddeyi deneyimlemek için hatta maddenin varlığının olabilmesi için

zaman ve mekana ihtiyaç olduğu söylenir. Zaman ve mekan Descartes gibi maddecilerin

deyimiyle birbirlerinden ayrılamazlar. “Süreye zihnimizde bir yer vermeye sebep olan

şey, ilk bakışta kuşatmak zorunluluğundan ibarettir. Şu halde zamanın akışına nesneler

alemi tarafına ait çıkış noktası gösterilmesinde de aynı suretle hareket edilmesi

gerekir.”151 Zamanı benimsememizde, onu kavramamızdaki asıl neden varlığı ya da

kendisini anlamak için her çabada onu saran bir durumun yani zamanın karşımıza

çıkmasıdır. Nesne ya da ben’e ulaşabilmek için zamana ihtiyaç duyarız. Sezgi, zaman

ile var olmaktadır. Bu zaman, bilimsel anlamdaki zamandan farklıdır. Sezgideki zaman

aşkın bir zamandır. Çünkü sezgi alelade, dışarıdan tanıma değildir. Bunun içinde

bambaşka bir zaman gerekmektedir. “Sezgi bir şeyin kendine özgü olan ve bu yüzden

tarifi mümkün olmayan neyliğiyle birleşmek üzere o şeyin içine girmek usulüdür.”152

Sezgi bir şeyin özünü kavrayabilmek için onu dıştan tanımanın yeterli olmadığını, onu

içten bir tanımayla bilebileceğimizi gösteren bir yoldur. Bu durumda bir şeyi içten

tanıyabilirsek, o şeyin hakikatine ulaşmış olacağızdır.

Bergson savunduğu evrim anlayışı biyolojik evrimi savunan Darwinci

yaklaşımla uyuşmaz. Filozof, maddi olandan kesin bilgi elde edilemeyeceğini, ancak

maddi olandan yola çıkarak, ruhsal alana ait olan sezgi aracılığıyla gerçek bilgiye

ulaşılabileceğini iddia eder. Nitekim onun bedenin yanında ruh ve Tanrı anlayışını

benimsediğini ve felsefesini de buna göre oluşturduğunu daha önce ifade etmiştik.

151 Edhem, Bergson ve Felsefesi, s.79. 152 Edhem, Bergson ve Felsefesi, s.85.

Page 54: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

44

Ancak filozof, doğa ve Tanrı arasındaki ilişkiyi tam olarak açıklamadığından kendi

içinde bir anlamda düşünce karmaşası yaşar.

Bergson ruh ve bedenin başka bir şekilde ayrımını zeka ve bilinç olarak yapar.

Ona göre zeka maddi aleme tabidir ancak zihin maddesel değildir, bu yüzden maddi

alemle ya da bilimsel deneylerle açıklanamayacaktır. Bu konu bir sonraki başlıkta

ayrıca incelenecektir.

1.5.4. Yaratma ve Zaman (Süre)

Bergson’un sezgi anlatımı yaratma kavramını içermektedir. Sezgi kendini ortaya

koyarken, bunu yaşamda, yaşamın içinde gerçekleştirir. Buradaki yaşamın anlamı,

içinde bulunduğumuz mekanın dış görünümleri, maddi özellikleri, bizim

hareketlerimizi, yapıp etmelerimizi, doğal düşünme anlayışımızı meydana getiren

yönlere bağlı olarak durağanlık, değişmezlik olarak ele alınmamaktadır. Yaşamın

anlamı, bir çıkar için kullanılmayan, bütünlüğü bozulmadan ve kendi sınırları dahilinde

ele alınan, içinde sürekli bir yaratmayı barındıran akış, değişme, oluşumdur.153 Burada

sezgi, durağanlıktan çok yaratmayla ilgilidir. Yaratma onun yapısı gereği vardır ve o

sürekli bir oluş halindedir.

Bergson’a göre zaman kavramı da çok önemlidir. Filozof, akıp gitmiş bir

zamanla yani geçmişle, gerçeğe ulaşılabileceğini kabul etmez. O, yaratma eyleminin

gerçeğin en temeli olduğunu belirterek, onun akıp giden bir zaman içinde olacağını dile

getirir. Sürekli bir yaratmadan bahseder. “Katışıksız sezgi, ister dışsal olsun ister içsel,

bölünmemiş bir sürekliliğin sezgisidir.”154 Onun bu düşünceleri süreç akımından

etkilendiğini gösterir. Bergson, zamanın beden ve ruh açısından incelemesini yaparak,

bedenin zamana ve mekana bağlı olduğunu ancak ruhun zaman ve mekanda aşkın

olduğunu ifade eder.155 Ruh, zaman ve mekana bağlı olmadığı için yaratıcı bir güce

sahiptir. Beden, zaman ve mekana bağlıdır çünkü maddeseldir ve onun var olabilmesi

için uzayda yer kaplaması gerekmektedir. Bunu sağlayabilmesi demek de zamana ve

153 Medar Tokay, Bergson’un Metafizik Anlayışı, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek

Lisans Tezi, İstanbul, 1988, s.49. 154 Bergson, Madde ve Bellek, s.135. 155 Bayraktar, Bergson’da Ruh-Beden İlişkisi, s.138.

Page 55: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

45

mekana bağlılığı demektir. Bergson zaman ve mekan hakkındaki görüşlerini şöyle ifade

eder:

“İlim, dış şeyleri derinden incelemeğe girişirken mekan ve zaman unsurlarını

birbirinden ayırıyor. Süreden sadece zamandaşlığı, hareketten sadece müteharrikin

vaziyetini, yani hareketsizliği ele alındığını ispat ettiğimizi sanıyoruz. Burada mekan ile

sürenin birbirinden ayrılmaları pek açık ve aynı zamanda mekanın menfaatine

oluyor.”156

Filozof bu ifadeleriyle bilimdeki zaman ve mekanın birbirinden ayrı

olabileceğini açıklamıştır. Bergson içinde bulunduğu dönemden farklı gerçek bir zaman

anlayışı ortaya koymaya çalışır. Filozof aşkın bir zaman ve mekan sunar. (Bergson’un

zaman anlayışı hakkında Ruh-Beden ve Tanrı başlığında daha detaylı açıklama

verilmiştir.) Bilim ise hem zamanı hem mekanı ele alarak çıkarımda bulunur ancak

bunu yaparken zamanı, mekandan ayrı olarak ele alır.

Bergson gerek zaman-mekan ve gerekse sebep-sonuç hakkındaki görüşlerinde

determinizmden bambaşka yaklaşımlara sahiptir. O gerçek bilgiye ulaşmak için aşkın

bir zamandan ya da mekandan etkilenmiş ve sebep olmadan sonuca gidebilmeyi

düşünmüştür. Ona göre bazı tezler ya da araçlar olmadan sonuca ulaşabiliriz. Bu ulaşma

ani bir sıçrayış içten gelen bir duygu gerektirmektedir.

Bergson, zaman kavramını ifade ederken bilimin ele aldığı, sayılabilen bir

zamandan bahsetmemektedir. Zaman, filozofa göre bilimin tanımladığından ayrıdır ve o

gerçeğe ulaşabilmek için aşkın bir zamanın olması gerektiğini anlatmaya çalışmıştır.

Bergson’un sezgi anlayışı genel olarak fizik ve metafizik alanın bilinebileceği

fikrini sunar. Burada görüldüğü gibi filozof Kant ile yoğun bir şekilde tartışılan

metafizik alanın bilinemeyeceği şeklindeki yaklaşımlara karşı sezgi ile metafizik alana

ait konuları bilme imkanını vermekte ve bunu bilimsel bir metodoloji olarak

sunmaktadır.

156 Bergson, Şuurun Doğrudan Doğruya Verileri, s.208.

Page 56: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

46

1.6. BERGSON’UN SEZGİ KAVRAMINA YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER

Sezgi kavramı Bergson’dan ayrı düşünülemez. Ancak hem sezgi anlayışı hem de

Bergson’un sezgiye dayanan felsefesi eleştirilmiştir. Bergson’a yöneltilen eleştirilerden

biri sezginin maddi olanla bir olma ve onu içten bilme sağladığından, maddi olanla bir

içkinlik barındırdığı çıkarımıyla eleştirilmiştir. Bu açıklamalardan hareketle o, maddi

olan ve ruhi olan arasında bir çıkmazda kaldığı öne sürülmüştür. “Paliard, sezginin,

sujet ile objet’nin aynileşmesi diye tarifi, düşünceyi inkar etmek olacaktır, diyor.”157

Bunun sebebi, Bergson’un, sezginin tam bir tanımını vermemesi bu tür eleştirilerin

temel nedeni gibi görünmektedir.

Bergson’un sezgiyi açıklamak için kullandığı zaman kavramı eleştirilerle

karşılaşmıştır. Filozof bilimlerin ileri sürdüğü zaman ve mekan kavramına karşı

çıkmakta, onların yaptığı işlemleri eksik ve yanlış olarak tanımlamaktadır. Bergson’un

öne sürdüğü zaman gerçek olandır ve bilimdeki anlamından farklıdır. Bergson’un

zaman kavramı hakkında Gündoğan, “Zaman, şuur ve ruh hallerinin sürekli bir akışı ve

dolayısıyla yaşanan, somut bir gerçeklik, varoluşsal bir haldir”158 ifadelerini kullanır.

“Bergson'a göre ilim, zamandan süreyi, hareketten de hareketliliği yani, zaman ve

harekette esas eleman olan niteliği çıkarıp atmaktadır.”159 Sezgi için zaman, zorunlu bir

koşuldur. “Zaman, sırf içsel olan ve mekana ihtiyaç duymayan vicdani olayların

kesintisiz ardı ardına gelişi ve sürekliliğini algılamaktan ibaret bir duygudur. Ve sırf

özneldir. Bunda da yalnızca hafızanın rolü vardır. Hafıza olmayınca zaman yoktur.”160

Sezgi, sıradan bir zamanda değil gerçek zamanda varlığın hakikatini sunacaktır. “Sezgi

bizi deneyim durumunu deneyimin koşulları yönünde aşmaya yöneltir.”161 Sezgi,

deneyim ile ilgilenirken onun içinde bulunduğu şartları da göz önüne alınarak

incelenmek gerekir. Bunu yaparken mekan ve zamanı kullanır. Bergson’un zaman

anlayışı, bilimin tanımladığı zamandan farklıdır, ona göre zaman, geçmişin geleceğe

doğru büyüyerek ilerlemesi şeklinde tanımlanabilir.162 Filozofa göre sezgi, daha aşkın

bir zamandan bahseder. Bu zaman daha açık seçiktir. “Sezgi, süre değildir. Sezgi, daha

157Topçu, Bergson, s.100. 158 Ali Osman Gündoğan, Bergson, Say Yayınları, İstanbul, 2013, s.74. 159 Cavit Sunar, “Bergson’da Şuur Halleri ve Zaman”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,

c.XVIII, 1970, Ankara, s.59. 160 Tevfik, Bergson Hakkında, s.125. 161 Er, Gilles Deleuze’ün Fark Felsefesi, s.113. 162Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.16.

Page 57: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

47

çok, kendi süremizin dışına çıkmamızı, bizden aşağı ya da yukarıda bulunan başka

sürelerin varoluşunu dolaysızca olumlamak için kendi süremizden yararlanmamızı

sağlayan harekettir.”163 Sezginin zaman olmadan var olamayacağını ifade etmek

Bergson’un felsefesine göre, onun zaman olduğunu söylemekten farklıdır. Biz kendi

zamanımızdan yola çıkarak diğer varlıkların zamanını bulmaya çabalarız. Bu varlıklar

bizden aşkın ya da üstün olsalar bile onlara ait zamanı bulabilmek için yine kendi

zamanımızdan yola çıkmamız gerekecektir. Sütcü’ye göre “Zekânın belirleniminin

dışında gerçekliği yakalama arzusunda olan Bergson için önemli olan, gerçekliğin

dolaysız olarak ele geçirilmesidir. Bu açıdan sezgi yöntemi, her şeyden önce süre ile

ilgilidir.”164 Ancak böyle bir yol izlendiğinde gerçek zamana kavuşabilecektir. Fakat bu

zamanı açıklarken hangi zamandan bahsettiğini belirtmediği ve bu zamana da gerçeklik

atfettiği için filozof eleştiri oklarının hedefi olmuştur.

Bergson, Harald Höffding (1843-1931) tarafından eleştirilmiştir. Ona göre

Bergson, sezginin tam olarak anlamını hiçbir zaman vermemiştir ve bu konudaki

açıklamaları yetersiz ve tutarsızdır. ‘Zihni sempati’, ‘varlık’ ve ‘ifade edilemez’ gibi

terimlerin kendi içinde tutarsızlık barındırdığını belirten Höffding, filozofun

açıklamalarını geçerli kabul etmez.165 Bu ve buna benzer eleştirilere Bergsoncu görüşü

savunanlar166; aslında onun felsefesini dışardan yorumlayıp, onu içten tanımayı

reddedenlerin bu yönde eleştiri yaptıklarını dile getirirler. Bergson’un sezgi kavramının

tam olarak vermemesi Aydoğdu’da şu ifadelerle geçmektedir:

“Bergson felsefesinin temel taşı sezgi ve süre kavramlarıdır. O ilk kez bilimsel bir

temele dayandırmaya çalıştığı sezgi kavramını eserlerinde direkt olarak ele alınıp

tanımlamaz. Sadece o anda bahsettiği konunun açıklığa kavuşması için dolaylı olarak

sezgi kavramına çeşitli açılardan yaklaşarak, bir tanıma ya da tanımlara gittiği

görülür.”167

163 Er, Gilles Deleuze’ün Fark Felsefesi, s.114. 164 Özcan Yılmaz Sütcü, Bergson ve Sinemada Düşünce Hareketi/ İmge Hareketi, Ege Üniversitesi,

Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İzmir, 2011, s.60. 165 Topçu, Bergson, s.97. 166 Sezgicilik ve iradeciliğin savunuculuğunu yapan Bergsoncuların en önde gelenleri arasında Maurice

Blondel, Lucien Laborthenierre, ve Eduard Le Roy sayılabilir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Cevizci,

‘Bergsonculuk’, Paradigma Felsefe Sözlüğü, s.222. 167 Aydoğdu, a.g.t., s.66.

Page 58: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

48

Blondel, Le Roy gibi Bergson savunucuları, Höffding’e cevap olarak, onun

sezgisi basit bir kavram olmadığını savunmuşlardır. O, sezgiyi birçok parçadan ve

hamleden oluşturmaktadır. Bergsonculuğun temsilcileri, onun sezgisinin dışarıdan bir

göz olarak bakıldığında değil, felsefesinin içine girerek yorumlanıldığında açıklığa

çıkacağı kanısındadırlar.

Höffding’in sezgiye yönelttiği bir başka eleştirisi daha vardır. “Höffding,

Bergson’un sezgisinde, vaktiyle Leibniz’in bütün metafiziğinin dayandığı temel diye

tanıdığı, andırma prensibini buluyor.”168 Bergson felsefesinde sezgi temelsiz bir bilgi,

bilme değildir. O, zekanın tanıdıklarından yola çıkarak sezgi ile bilmeyi öne

sürmektedir. Höffding’e göre bu bilgilerden yola çıkarak üretilen bilgi yeni bir bilgi

olmayacaktır.

Sezgi doğrudan bir his olarak kabul edilemez. “Bergson, sezginin bir duygu

olarak anlaşılmasına şiddetle itiraz ediyor.”169 Sezgi bir duygu ya da his olarak ele

alınamaz. Böyle bir kavrayış sezginin yaratıcılığını öldürmekten başka bir işe

yaramayacaktır. Sezgi, altıncı his gibi temelsiz bir bilme değildir. O, temeli olan ve bu

temelde ilerleyerek ani bir sıçrayışla bilmedir.

Lacombe ise Bergson’un sezgisinin yeni bir tartışma konusu olmadığını ileri

sürmüştür. Çünkü ona göre Bergson’u farklı yapan yalnızca o dönemden farklı bir

yönelişe sahip olmasıdır. Lacombe, Bergson’un maddi olandan manevi olana

yönelmesinin, onun felsefesini farklı gösterdiğini dile getirir.

Filozof, zekanın getirdiği bencillikten ve içgüdünün etkilerinden uzaklaşarak

bilgi elde etmeyi sağlayan ileri bir bilmeyi, sezgi olarak açıklamıştır. Ancak sezgi ile

içgüdü arasında yapılan açıklamalarda tutarsızlıklar bulan Topçu, bunu şöyle

belirtmektedir:

“Eserin bir yerinde sezginin menfaatlerden sıyrılmış bir içgüdü olduğunu açıkça

söylediği halde başka bir yerde sezgi, içgüdü veya his değildir demekten çekinmiyor ve

168 Topçu, Bergson, s.101. 169 Topçu, Bergson, s.99.

Page 59: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

49

ilave ediyor: ‘Yazdıklarımız arasında bu yolda tefsir edilecek bir satır bulunamaz. Bütün

yazdıklarımızda aksini kabul etmiştik: bizim sezgimiz düşüncedir.”170

Bergson’un bu tezatların içinde sezgiyi açıklamaya çalışması, bu anlamda

çelişkiye düşmesini de beraberinde getirmiştir.

Sezgi ve zeka birbirinden farklı olduğunu belirten Bergson, daha sonraları sezgi

ve zekanın birbirlerinden hiçbir suretle ayrılamayacağını iddia ettiği için de

eleştirilmektedir. O önceleri sezgi ve zekanın ayrılığını ortaya koyarken zekanın maddi

olanla, sezginin ise maddeden uzak bir bilme yolunda gittiğini ifade etmiştir. Ancak

daha sonra zekanın kazanımlarının etkisi ile sezginin ortaya çıkabileceğini belirterek bir

düşünce karmaşası oluşturmaktadır.171

Bergson, sezginin tanımlanması açısından yetersiz görülmüş, bir kerede tam bir

tanımlama ile sezgiyi belirtmediği için, eleştiri oklarının hedefi olmuştur. Farklı

açılardan ele alarak tanımladığı sezgi, tam bir açıklamaya ulaşmıştır ancak parça parça

sunulan bu tanımlar, onun felsefesinin bazı açılardan yetersiz olduğunu

düşündürmektedir.

170 Topçu, Bergson, s.104. 171 Topçu, Bergson, s.105.

Page 60: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

50

II. BÖLÜM

2. DİN VE AHLAK

2.1. BERGSON’A GÖRE DİN KAVRAMI

Din kavramı birden çok inanış ve tanımlama barındırdığı için onu, genel bir

tanım içine yerleştirmek oldukça zordur. Genel olarak din; insani yönü bulunan, düzenli

hale getirilmiş düşünce sistemi olan, inançlı kişilere bir hayat fikri sunan kurum172

şeklinde açıklanmaya çalışılmıştır. Bazı tanımlamalarda da din kavramı “İslam, tevhid,

taat, inkıyat, hüküm ve ferman, Allah katında kulluğu gösteren ibadet, itaat etmek, hayır

ve şerri alışkanlık haline getirmek, hükmetmek, hesap, gidişat, millet ve şeriat, vera’ve

takva, hal, kaza, isyan etmek, ram olmak, zelil kılmak, adet, ceza, mükafat …”173 olarak

açıklanır. Din, Tanrı ve insan açısından ele alınabilir. Tanrı için din, itaat altına alma

ceza ve mükafat verme, hesap sorma iken; insan açısından din ise, ibadet etme, hüküm

altında bulunma, itaat etmedir.174

İnsan ve Tanrı açıdan ele alınabilen din tanımlaması, dinin temel konularını da

içinde barındırmaktadır. “Dinin ana konuları, geleneksel olarak, inanç, ibadet ve ahlak

şeklinde üçe ayrılmaktadır. Bunlara muamelat ve maneviyat da eklenebilirse de, bunlar

ve benzerlerini inanç-ibadet-ahlak üçlüsü içinde değerlendirmek de mümkündür.”175

Muamelat, dinin ahlaki olan yönünü, maneviyat ise kişinin iç dünyasını işaret

etmektedir. Din, içeriğinde farklı kavramları barındırdığı ve birden çok tanımlaması

bulunduğu için tam bir açıklamasını vermek zordur. Ahlak ile dini birbiriyle ilişkisiz

olarak görmek ya da kabul etmek hatalı olacaktır. Yine en başta değinildiği gibi birden

çok inanç sistemi bulunduğu için genel-geçer bir din tanımını yapmak oldukça zordur.

İnsan hayatını şekillendiren değerlerden biri dindir ve insan hayatında oldukça

önemlidir. İnsan düşünen bir varlıktır ve tabiatı gereği, dini bir boyuta sahiptir. İnsan

düşünme özelliği ile diğer var olanlardan ayrılırken, inanan bir varlık olması

172 Mehmet S. Aydın, Din Felsefesi, İzmir İlahiyat Vakfı Yayınları, No 2, 12. Baskı, İzmir, 2010, s.6. 173 Hüsameddin Erdem, Problematik Olarak Din-Felsefe Münasebeti, Hü-Er Yayınları, 4. Baskı, Konya,

2010, s.22. 174 Erdem, Problematik Olarak Din-Felsefe Münasebeti, s.23. 175 Cafer Sadık Yaran, Din Felsefesine Giriş, Değerler Eğitimi Merkezi Yayınları, İstanbul, 2012, s.18.

Page 61: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

51

bakımından da farklılık gösterir.176 İnsanlar, yaptıklarının ve yapacaklarının temelinde,

esas bir neden aramaktadırlar. Bazı bireyler bu temelde, mükemmel bir varlık yattığını

düşünürler. Bu varlık Tanrı kavramıdır. “Doğaüstü bir Tanrısal güç ya da varlıkla ilgili

inançların, bu varlığa yönelik manevi eğilimlerin ve tanrıya yapılan ibadetin

oluşturduğu bütün”177 şeklinde de dini tanımlayabiliriz. Bireyler her şeyin temelinde

yatan bu mükemmel Tanrı’ya yönelerek ona ibadet etme, ondan istekte bulunma, şükran

sunmaktadırlar. Bir dinden bahsedebilmek için Tanrı yani ibadet edilen, birey yani

ibadet eden olması yeterli olamayacaktır. Bize göre bu ikisi arasındaki bağ, aslında

dinin temelidir.

Bergson Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı adlı eserinde ahlak ve din kavramını

işlemiştir. Filozof, felsefesinde sezgiyi temel bir yöntem olarak kullanmıştır ve bu

durum onun mistik bir filozof olduğunu gösterir.178 Daha önce değinildiği gibi Bergson

Yahudi olarak kayıt yaptırmak için sıra beklerken zatürre olup hayatını kaybetmiştir. Bu

örnek bile dinin onu hayatında önemli bir yer tuttuğunun göstergesi sayılabilir. Filozof

dini kendi bakış açısına gör statik(doğal) din ve dinamik din olarak ikiye ayırmakta ve

bunları kaynaklarına göre araştırmaktadır. Bundan sonraki kısımlarda onun statik ve

dinamik din anlayışları ile bunlara bağlı olarak ortaya çıkan ahlak anlayışları hakkında

bilgi verilecektir.

2.1.1. Statik (Doğal) Din

Bergson’un din anlayışında evrim, zaman ve mekan hakkındaki düşüncelerinin

izlerini görmek mümkündür. Onun din konusunda ilk ele aldığı statik din, ilkel

toplumların ve insanların dinidir. Doğal din olarak da nitelendirdiği statik din cemiyetin

dinidir, kapalıdır179. Bergson, statik dinin bir tanımlamasını yaparken onda doğanın

etkisinden bahseder. “Bu, zekanın işleyişinde, birey için umutsuzluğa düşürücü ve

toplum için bozucu olabilecek şeylere karşı doğanın koruyucu bir tepkisidir.”180 Statik

din toplumun bir arada olmasını ve bireyin ayakta kalmasını sağlamak için doğa

tarafından oluşturulmuştur. Bize göre burada doğa ile insan doğası kastediliyor gibi

176Erdem, Problematik Olarak Din-Felsefe Münasebeti, s.21 177 Cevizci, ‘Din’, Paradigma Felsefe Sözlüğü, s. 463. 178 Mustafa Kök, Bergson Mistisizmi ve Problemleri, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,

Doktora Tezi, Erzurum, 1996, s.56. 179 Topçu, Bergson, s.124. 180 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.183.

Page 62: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

52

görünmektedir. İnsan, masal yaratmaya başlayacak ve böylece hem umutsuzluktan

kurtulacak hem de toplumun diğer üyeleri ile bir arada yaşayacaktır.

Dinlerin bazıları filozofa göre akla yakın değildir hatta insan zekasını

alçaltmaktadır. Bu dinler irdelendiğinde, aslında onların insan zihninden uzak olduğu

ortaya çıkmaktadır. Filozof bu görüşleri ileri sürerken batıl itikatları örnek

göstermektedir. Bergson, felsefe, bilim, sanat içermeyen toplumların olabileceğini ama

dini inanışı olmayan toplumların bulunmayacağını anlatır.181 Yani din ona göre insan

topluluklarında olan en temel olgulardan birisidir. Bu inanışlar ister akla uygun, ister

akıl dışı olsun her toplumda bulunmaktadır.

Filozof, akıllı varlık olarak insanın, batıl inanışlara ya da akıl dışı olan dinlere

nasıl inanabildiğini anlamaya çalışmıştır. İnsan, akıllı bir varlıktır ancak aynı zamanda

da akla uygun olmayan varlıklara da inanan tek canlıdır. Filozof, insanın akılsal

olmayana kendisini bağlamasının sebebini şu şekilde açıklar: “İlkel bir kafa yapısından

söz ediliyor ki bu yapı bugün alt ırkların ve geçmişte genel olarak insanlığın sahip

olduğu bir kafa yapısıdır ve batıl itikadı da bu yapının hesabına yazmalıyız.”182

Dolayısıyla bu tarz inanışlar filozofa göre eski toplumlara ait yargılardır. Filozof, Levy

Bruhl’ün eserlerinde ilkel toplumlardan bu güne değin insan inanışlarının anlatıldığını

dile getirmiştir fakat bu anlatıların eksik kaldığına inanmaktadır. Levy Bruhl’ün

ifadelerinde Bergson’a göre insan zekasının geliştiği sonucu bulunur. Ancak bu durum

her zaman için geçerli değildir, çünkü o bunu kuşku uyandırıcı bulmaktadır. Bunun

sebebi insan zekasının gelişmesi düşüncesinin en nihayetinde insan türünün değişmesi

fikrini doğurmasıdır.183

Bergson, Emile Durkheim’in fikirlerinden etkilenir. Durkheim, bireysel

zekaların birleşimi olan toplumsal zekanın, inançları oluşturduğunu belirtir. Bu sebepten

bireysel zeka ile toplumsal zekayı ayrı düşünmektedir. Bergson, Durkheim’in

görüşlerinden etkilenerek; ilkel kafa yapısından ne kadar söz edilirse edilsin, sorunun

bugünkü insanın psikolojisini ilgilendirmeye devam ettiğini ifade eder. Her ne kadar

kolektif yapıdan söz edilse de asıl sorun, bireysel insanın psikolojisiyle alakalıdır.184 Bu

181 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.91. 182 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.92. 183 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.92-93. 184 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.93-96.

Page 63: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

53

ifadelerinde o, toplum olmanın ve toplumsal inanışlar oluşturmanın en temelinde yine

bireysel insan zekasının ve psikolojisinin yattığını belirtmektedir. Bize göre burada

onun, toplumsal yapıya değil de bireysel olarak insan ruhuna, psikolojisine önem

verdiği söylenebilir.

Bergson, bireysel psikolojinin konularını alt başlıklar haline ayırırken

tasavvurların fantasmatik185 olmasından bahsetmektedir. Bahsi geçen tasavvurlar; akla

dayalı ya da mantıksal alana ait değildir. Bu sebepten filozof, fantasmatik tasavvurları

ortaya çıkaran eyleme ‘masal yaratma’ veya ‘kurmaca’ adını verir.186 Düşünür, masal

yaratma yoluyla dinsel düşüncelerin ortaya çıkabileceği kanısındadır. Masal yaratma

işlevi, batıl inançların kaynağı olarak kabul edilir ve bu işlev fantasmatik ve mitolojik

ögeleri içerirken, algılama, mantık ya da bellekle alaka barındırmaz.187 Masal yaratma

sezgi ile ortaya çıkmamaktadır, onda derin bir düşünme yoktur, fantasmatiklik vardır.

“O halde şiirlerin ve her türlü fantezinin, zihnin masallar yaratabilmesinden

yararlanarak sonradan gelmeleri ve buna karşılık dinin masal yaratma işlevinin varlık

nedeni olması muhtemel görünmektedir. Dine göre bu yeti neden değil sonuçtur.”188

Filozof masal yaratmanın dinin varlık nedeni olduğunu düşünmektedir. Statik din,

insanın masal yaratmasıyla oluşurken, yine batıl itikatların da masal yaratma ile

oluşacağı söylenebilir. O, insanın akıllı bir varlık olması halinde bile batıl itikatlara

sahip olmasının nedenini burada açıklamıştır. İnsan akıllı bir varlıktır fakat doğru gibi

görünen bir deneyi doğa, yanlış bir şekilde sunduğunda akıl sahibi insan ona inanacak

ve bu inanış, insanın yanlışı kabul etmesine sebep olacaktır.189 İnsan aklının yanılması

batıl itikatları doğurmaktadır. Çünkü filozofun anlayışına göre batıl itikatlar insan

zihninin mantıksal olmayan kısmıyla ilgilidir. Statik din batıl itikatlar içermektedir ve

185 Bergson’un Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı adlı eserinin çevirisinde fantasmatik olarak geçen kavram,

Aslan’ın tezinde fantastik olarak geçmektedir. Ancak biz filozofun kendi eserinin çevirisinde geçen

fantasmatik kavramını kullanarak, terim karmaşası yaşanmasına sebep olmamaya çalışacağız. XVIII.

yüzyıldan başlayarak Fransa'da gelişen bir edebî tür, Fransızcada fantastique şeklinde geçmektedir. (Bkz.

http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5aeee547973126.9853

8924, e.t.17.05.2018.) Fantastik, sözlük anlamıyla “gerçekte var olmayan, hayal ürünü, hayali” demektir

ve gerçek dünyada yaşanamayacak olayları konu eden sanat eserlere de fantastik eserler denir. (Bkz.

http://www.toplumdusmani.net/modules/wordbook/entry.php?entryID=2865/fantastik-nedir+fantastik-

ne-demek, e.t.17.05.2018.) 186 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.96. 187 Aslan, A.g.t., s.45. 188 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.97. 189 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.97-98.

Page 64: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

54

bu din masal yaratma sonucu ortaya çıkmıştır. Bireylerin ve toplumların batıl inanışlara

sahip olmasının nedeni bu şekilde açıklığa kavuşturulmaya çalışılmıştır.

Bergson, bireylerin toplum içinde yaşama isteğinin bulunduğunu belirtir. İnsan

yapısı gereği zeka sahibidir -bu zeka içgüdüyü de beraberinde getirir- ve toplum halinde

yaşamaya ihtiyaç duyar.190 Bireyler toplum halinde yaşamaya mecbur olduklarını

düşünürler. Bergson’un fikirleri göz önüne alındığında, insanların toplum halinde

yaşama istekleri bilinci ile gerçekleşmektedir.191 Doğa, hayatın devamlılığını ister ve bu

durum, bireyden çok toplumla ilgilidir, yani toplum hayatın devamı ile ilgilidir.192

Ancak toplum ve birey birbirine bağlıdır. Toplum bireyi, birey de toplumu oluşturur.

Toplum ve birey dairesel bir döngü içindedir.193 Toplum bireye, birey de topluma

ihtiyaç duymaktadır. Birbirinden ayrı düşünmek filozofa göre mümkün olmayacaktır.

Bireylerden ayrılan toplum, toplum olamaz ve dağılmaya mahkumdur. Ancak doğa,

toplumu öncelikli olarak görürken; insan zekası, insanı yani bireyi öncelikli kabul

eder.194 O halde birey, toplumdan ayrılırsa yalnızlık çekeceğinden bunalım yaşayacak,

belki de hayatını idame ettiremeyecektir. Bize göre insanın toplum halinde yaşamaya

eğilimli olmasının sebebi, onun yalnız kalamamasından kaynaklıdır. Peki insan

zekasının getirdiği bireyselleşme ve bireye önem verme nasıl aşılacaktır? “Zekanın ve

akliliğin her adımda ortaya koyduğu engelleri bertaraf eden müphem sezgi ise zekanın

bu hareketini karşılar. Sezginin henüz tohumu olan içgüdüyle insan, zekanın açtığı

hareketin yönünü değiştirir. Bu tepki, bu karşı koyma ilk dini meydana çıkarmıştır.”195

İlk din insanların ölüm korkusunu da içermektedir.196 İnsanın ölümle her şeyin sona

ereceğini düşünmesi şüphesiz ki başıboşluğu getirecektir. Filozofa göre insanlar ölüm

korkusunu yenmek için ölümden sonra hayat fikri kabul etmiştir. Ölüm sonrası hayatın,

korkuya karşı bir savunma olduğunu düşünen filozof, ilk dinin ortaya çıkış sebebinin de

ölüm korkusu ve toplum halinde yaşama isteği olduğunu dile getirmiştir. O halde

filozofun din anlayışında, önceden belirli bir din yoktur ve dini var kılan şey insanların

korkularıdır. Statik dinde ölümle her şeyin biteceği fikri ve toplumdan ayrı kalma

190 Topçu, Bergson, s.124. 191 Eroğlu, a.g.m., s..85. 192 Aslan, a.g.t., s.46. 193 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.177. 194 Aslan, a.g.t., s.47. 195 Topçu, Bergson, s.125. 196 Topçu, Bergson, s.125

Page 65: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

55

korkusu pesimist bir yaklaşımın bulunduğu gösterir niteliktedir. Karamsarlık, korku

pesimist yaklaşımın etkisini sunmaktadır. Gündoğan’a göre;

“İnançları doğuran tasavvurların ortak özellikleri, onların fantasmatik olmalarıdır.

Bergson, fantasmatik tasavvurları ortaya çıkaran eyleme, masal yaratma veya kurmaca

adını verir. Masal yaratma veya kurmaca, Bergson’a göre, insanın ortaya çıkışı ile

birlikte duran yaratıcı evrimin başka bir boyutta devam etmesi, bunun zeka ile birlikte,

zekanın içinde devam eden masal yaratma işlevi olması demektir.”197

İnsan var olduktan sonra yaratıcı evrimi devam ettirme çabası içine girmektedir.

Bunun için de farklı yollarla ortaya koyduğu yaratıcı evrimi açığa çıkarır. İnsan zekası

ile masal yaratmaya başlayacaktır, bunun sonucunda ise fantasmatik tasavvurlar

oluşacak ve bu tasavvurlar da inancı doğuracaktır. Dolayısıyla statik dindeki inanç ve

masal yaratma temelli olacaktır. Dinlerin genel tanımında da değinildiği gibi din

inanmayı da içermektedir. İnsanlar, oluşturdukları bu dine inanacaklardır çünkü

inanılmayan bir din zamanla yitip gidecektir.

Filozof din, bilim ve zeka arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışır. Dinin biçimi ve

maddesi arasında, zeka bir takım uyuşmazlıklar bulur ve bu tutarsızlıklar bilim

sayesinde açıklanmaktadır. Ancak Bergson, bilimin ortaya çıkmasından sonra dinin

varlığının halen devam etmesinin nedenini de sorgular.198 Zeka, dinin biçimi ve

maddesini irdelerken bazı açıklar bulmaktadır. Bu açıkları ise filozofa göre bilim

doldurmaktadır. Statik dinin ortaya çıkışını ele aldığımızda, aslında insanların dine

inanmaya neden devam ettiklerini de anlayabiliriz. Bireyler toplumun bozulmaması ve

korkularını hafifletmek için dine inanmaya devam ediyor olabilirler. Statik din,

toplumun üyelerini birbirine bağlar199 çünkü statik dinde toplumun birliğini koruma ve

ölüm korkusundan kurtulma amacı vardır.

Bergson, insanın hangi kaynaktan geldiğini, kaç kaynağı olduğunu düşünmekten

çok insana ait iki özelliği araştırmaya yönelir, bunları da zeka sahibi olması ve

toplumsallık barındırması olarak nitelendirir.200 İnsanların toplum halinde

yaşayabilmeleri ve topluma bağlı kalabilmeleri için doğa devreye girecektir. Bergson’a

197 Gündoğan, Bergson, s.103. 198 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.99. 199 Aslan, a.g.t., s.57. 200 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.104.

Page 66: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

56

göre ilkel toplumlara arzu ettikleri bağlılığı sağlamak için doğa, insanı içgüdülerle

donatır. Bu içgüdü donatımı arı kovanı ve karınca yuvasında da bulunmaktadır.201

Topçu, Bergson’un doğa dediği şeyi tabiat olarak tanımlamıştır.202 Bergson’un

bahsettiği bu içgüdü basittir, daha ileri bir içgüdü yani sezgi söz konusu değildir.

Hayvanları bir arada tutan içgüdü nasılsa, ilkel toplumdaki insanları bir arada tutan

içgüdü de öyledir.

Filozof insanların geleneklere uymasının insanı topluma bağladığını

düşünmektedir. Ancak insan topluma bağlanırken kendisinden uzaklaşmakta, bir kopma

yaşamaktadır. Toplum beklentilerini ve ahlakını ele aldığımızda, bunların temelinde

dini niteliklerin yer alması gerektiğini görürüz. Kısaca söylemek gerekirse ilkel

toplumun ahlakı dinin etkisiyle oluşmuştur çünkü gelenek başlangıçta bütün bir ahlakı

oluşturur ve din de geleneklerden ayrılmamayı emreder. Bundan dolayı ahlak ve din

birlikte vardır.203

Bergson doğanın insanı, ölümlü olduğunu anlaması için zeka ile donattığını

düşünür. Ancak insan ölümlü olduğunu düşündüğü an, bu düşünce insanda yıkıcı bir

etki oluşturur. Bu durum karşısında doğa insana ölümden sonra hayatın olduğu

düşüncesini verecektir.204 Ölümden sonra hayat fikri insanın ruha sahip olduğu

düşüncesini oluşturacaktır. Filozof, korku ve ihtiyaçla ruhun var olduğu tezinin

pekiştirilmesi sonucu masal yaratmanın gerçekleşeceğini dile getirmiştir.205 Buradaki

korku ölüm korkusudur ve ihtiyaç ise umutsuzluktan kurtulma, topluma bağlı kalma

isteği olarak tanımlanır.

Birey kendinden güçlü olan Tanrı fikrine, masal yaratma ile ulaşır. Filozof güçlü

bir Tanrı anlayışının ortaya çıkışını şu şekilde anlatmaktadır:

“İlkin kendimize bağlı olan şeyi yapmakla işe başlarız; yalnızca kendimize yardım

edemeyeceğimizi hissettiğimizde, mekanik dışı bir güce teslim oluruz. Hatta o gücü var

201 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.108. 202 Topçu, Bergson, s.125. 203 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.110. 204 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.117. 205 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.121.

Page 67: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

57

zannettiğimiz için, hiçbir şekilde ondan bağışık olmadığını hissettiğimiz eylemi

öncelikle onun himayesi altına yerleştiririz.”206

Bergson burada insanın Tanrı fikrine ulaşmasını anlatır. Birey gücünün

yetmediği anlarda ve durumlarda kendisinden daha üstün bir güç olduğunu düşünür,

hatta olay ya da eylemle ilgili olmadığı halde, o gücün etkisini kabul edebilir. Filozofa

göre kişinin o güce olan inancı, kendine olan inancını da pekiştirecektir207 ve kişi, ona

inandığı derecede kendine de inanacaktır.

Levy Bruhl felsefesinde tek bir ilkel zihniyetten bahsetmek yerine, çeşitli ilkel

zihniyetlerin bulunduğunu belirtir. Bu zihniyetler içinde de en çok dikkat çeken

rastlantısallığa inanmamadır. Rastlantısal olan hiçbir şeyi kabul etmemekte olan

zihniyet, yaşanılan durumları başka varlıklara bağlayabilmektedir.208 Bu zihniyet,

rastlantısallığı tamamen yok saymaktadır. “O halde rastlantı içi boşalmış bir niyettir. O

artık gölgeden ibarettir; madde eksiktir ama biçim vardır.”209 Bergson’a göre ilkel

toplumlar, masal yaratmadan uzaklaşabilmek için bilimsellikten yararlanır. Bilim bize

akıl dışında var olabilecek olanları göstermemektedir. Yani duyu organlarının

algılamadığı, deney ve gözleme tabi olmayan hiçbir şey yoktur. Bu da demek oluyor ki

rastlantısallık aslında temelsizdir. İnsanların rastlantısallığa inanmamasının sebebi

olarak doğanın tepkisinden bahseden filozof, kaynağı zekada olabilecek bir cesaret

kırılmasını önlemek için doğanın tepki gösterdiğini dile getirmektedir.210 İlkellere göre

inanç korkuyu engellemektedir. “O halde inanç temel olarak güven anlamına gelir; ilk

köken korku olmayıp, korkuya karşı güvencedir.”211 Bundan dolayı ilkeller

rastlantısallığa karşıdır. Sebebi ise cesaretin kaybedilmemesi, korkudan kaçılmasıdır.

Bergson statik dinin korku değil de korkudan kurtulmaya yönelik olduğunu ve

tanrılara inanmanın birden bire gerçekleşmediğini belirtir.212. Bergson’un korku diyerek

bahsettiği şey toplumdan ayrılma ve ölüm korkusudur ancak din bize bu korkuyu aşma

fırsatı vermiştir.

206 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.126. 207 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.126. 208 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.131. 209 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.133. 210 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.135. 211 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.136. 212 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.136.

Page 68: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

58

Bergson alışkanlık üzerinde kalıtımın etkisi olmadığını belirtmektedir. Bununla

beraber alışkanlığın bir alt nesle aktarımı gerçekleşse bile bu rastlantısal olacaktır.213

Yani burada dinin, inanışın, korkusunun ya da buna benzer birçok alışkanlığın kalıtımla

alakasının olmadığı belirtilmektedir. Bu durumda din, duygu, dini inançlar kalıtımsal

olarak gelmemektedir. Ancak kişi doğduğu toplumun kendisine dayattığı düşünceler ile

bir takım alışkanlıkları kazanmaktadır ki bu kişinin doğduğu toplumun inançlarını niçin

benimsediğinin gerekçesi olabilir. Zeka konusunda değinildiği üzere, alışkanlıklar zeka

ile kazanılmaktadır yani genetik bir şekilde alışkanlıklar alt nesle aktarılmamakta, insan

alışkanlıklara zekası ile ulaşmaktadır. Çünkü zeka içgüdüye karşı koymak için yani

doğala karşı koymak için alışkanlıklar ortaya çıkarmıştır. Bunun temelinde de yine

insanın tehlikelere karşı kendini inançla güvende hissetmeye çalışması bulunur.214

Bergson’un ifadelerinden hareketle, bize göre statik dinde insanlar, tanrıyı ve dini

kendilerine fayda sağlamak için oluşturmaktadır. Ancak böyle bir inanç, tanrıyı ve dini

insan yapımı aletler gibi sergilemekle kalmaz, onların değerini zayıflatır.

Bergson yaşadığı dönemin bilim-din ilişkisi ile ilkel toplumların bilim-din

ilişkisi üzerine şu ifadeleri kullanır;

“Bu şekilde uygar olmayanları göz önüne alarak, kendimizde gözlemlediklerimizi

doğrulamış oluyoruz; ama buradaki inanç şişirilmiş, abartılmış ve çoğaltılmıştır: İnanç

uygar insanda yaptığı gibi, bilimin gelişmeleri karşısında geri çekilmek yerine, mekanik

eyleme ayrılan bölgeyi işgal eder ve onu dışlamak zorunda olan eylemlerin üzerine

eklenir.”215

Bergson’un ilkel inanışlardan uygar toplumların inanışlarına ulaşma

konusundaki görüşleri, önceleri dinin bilimden üstün sayılırken daha sonralarında ise

bilimin dinin öne geçmesini önlemesini içerir.

Filozof, statik dinin temelinde büyünün (Magie/magic) yer alması konusunda

görüşler sunar. Aynı zamanda bilimselliğin de başlangıcı büyü ile ilişkilidir.216 İlkel

toplumlarda büyü ve büyünün bu iki unsuru yer almaktadır.

213 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.143. 214 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.144. 215 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.146. 216 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.146.

Page 69: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

59

“O halde bize göre büyü iki unsura ayrılır: Herhangi bir şey ve hatta erişilmez olan şey

üzerinde etkin olma arzusu ve olayların insani bir akışkan olarak adlandırabileceğimiz

şeyle yüklü oldukları veya yüklenmeye izin verdikleri fikri. Büyü ile bilimi

karşılaştırmak için birinci noktaya ve büyüyü dine bağlamak için ikinci noktaya

dayanmak gerekir.”217

Düşünür ilkelde hem dinin hem de bilimin büyüyle bağlantısının olduğunu bu

görüşleriyle ifade etmektedir.

Bergson, ilkelin bilim ve din konusunda barındırdığı büyüden bahsettikten sonra,

bilimde gelişmeyi sağlamak için gerekenlerden bahseder. O, bilimin iki türlü çaba

gerektirdiğini belirterek bunların ilkinin bir şeyler bulma ikincisinin de bulunan şeyin

toplumca benimsenmesi olduğuna değinir. Bu iki çaba varsa toplum uygardır. İlkel

toplumda buluş için çabalayan olabilmektedir ancak uygar toplumda olan toplumca

benimseme çabası ilkelde bulunmamaktadır.218 Filozof ilkel toplumların yeniliğe açık

olmadığı kanısındadır yani buluş vardır ancak bunu kabullenecek toplum yoktur. İlkel

toplumda bilimsellik dinsel olanın önüne geçememektedir. Din, bilimsel olanın adeta

üstünü kapatmaktadır.

Düşünüre göre ilkel toplumların kendini geliştirememesinin sebebi tembelliktir.

“Daha sonra her şey için çok geçti: Artık toplum istese de ilerleyemezdi, çünkü

tembelliğinin ürünleriyle zehirlenmişti. Bu ürünler, büyücülük uygulamalarıdır.

Büyücülük bilimin tersidir.”219 Filozofa göre ilkelde var olan büyücülük anlayışı, onun

tembelliğinin unsurudur. Büyücülük bilimin ilerlemesine engel teşkil etmektedir. İlkel,

bilimin yerine büyücülüğü tercih etmiştir. Filozofa göre “İnsan çabasıyla bilgisini

genişlettiği ölçüde büyü geri çekilecektir.”220 İnsan kendini ve bilgisini ne denli

geliştirirse, büyüden de o denli uzaklaşacak, uygarlaşacaktır. İnsan bilgisini

geliştirmediği sürece ilkel toplumun var olan büyüye yönelecektir.

Büyü, ilkel toplumun dininin temelinde yer almaktaydı. Peki büyü nasıl ortaya

atılmıştır? Filozofa göre büyü, zekanın bencilliğine karşı doğanın oluşturduğu bir

savunmadır. “Ama büyü de, genel olarak bu din gibi, Zeki varlığın karşı karşıya kaldığı

217 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.152. 218 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.153. 219 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.153-154. 220 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.154.

Page 70: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

60

bazı tehlikelere karşı doğanın aldığı bir tedbiri temsil etmektedir.”221 Büyü, insanın

zekasına karşı oluşturulmuştur. İlkel insan zekasını, büyü olgusu ile adeta bastırmıştır.

Bergson ilkel tanrıların ortaya çıkışını şu ifadeleriyle açıklar:

“Ne kişisizlik kişiye doğru gelişmiştir, ne de saf kişilikler önceden ortaya çıkarılmıştır;

zekayı aydınlatmaktan çok istenci (iradeyi) güçlendirmek için oluşan ara bir şeyden,

aşağıya ve yukarıya doğru büyünün dayandığı güçler ve duaların kendilerine yükseldiği

tanrılar çıkmışlardır.”222

İnsanın zekasını anlaması, geliştirmesi ve kullanmasına karşı ortaya atılan büyü,

yine zekadan uzaklaşarak isteme gücünü arttırmayı seçecektir. İlkel insanlar dua ve

istemeyi güçlendirmek için bir ya da birkaç kişi oluşturacaktır. Kişiler ilkelden uygar

olana doğru ilerledikçe çok tanrı inancından tek tanrı inancına ulaşacaktır.223

İlkel insanlar, ruhun ölümsüzlüğünden ve onlara tapmadan yola çıkarak tanrılara

ulaşmışlardır. Bergson’a göre ruhlara tapma statik dininin temelini oluşturur ve çok

tanrıcılığın ortaya çıkışıyla uygarlığa geçiş başlayacaktır.224 Statik dinin temelinde

ruhlar yer almaktadır. Bu durumun sebebinin ise ölümden sonra hayatın var olması ve

bu hayatı ruhların sürdüreceği inancıdır demek yerinde olacaktır. İnsanlar ruhların

ölümsüzlüğünden yola çıkarak onlara tapacaktır. Daha sonra ise ruhun en sade haline

ulaşacaktır ve bu ulaştığı kişi Tanrı olacaktır.225 Her ruhtan tanrıya ulaşılabileceğini

varsayarsak, birçok tanrı meydana gelecektir. Bu durum filozofun ifadelerine göre

insanın uygarlaşmaya başladığını göstermektedir. İnsan zamanla düşüncelerini

genişleterek uygarlık düzeyine ulaşacak, böylece dinamik dine yaklaşacaktır.

Statik dinde tanrılara vasıflarını veren insanlardır, bunu yaparken de masal

yaratma yetilerini kullanacaklar ve Tanrılarının özelliklerini oluşturacaklardır.226 Statik

dinin Tanrısı bir sitenin koruyucu Tanrısı şeklinde tarif edilmiş, yasa koyucu, zorlayıcı

221 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.156. 222 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.159. 223 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.159. 224 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.167. 225 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.167. 226 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.173.

Page 71: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

61

ve cezalandırıcıdır.227 Bize göre bu ifadelerden Bergson’un statik dini, mistisizme bağlı

bir olgu olarak görmediği fikrine varılabilir.

Dinin içindeki ibadetlerin de filozofa göre bir işlevi vardır. Bergson bunu şu

şekilde dile getirir:

“Din güçlendirir ve disiplin sağlar. Bunun için askerin bedeninde tehlike anında ihtiyacı

olabilecek ahlaksal güvencesi sağlamakla son bulan bir otomatizmi olan egzersizler

gibi, sürekli tekrarlanan egzersizler gereklidir. Bu ayinsiz, seremonisiz din olmadığı

anlamına gelmektedir. Dinsel tasavvur, bu dini eylemlere özellikle vesile sağlar. Bu

eylem kuşkusuz inançtan kaynaklanır ama aynı anda bu inanç üzerinde etkin olur ve

onu sağlamlaştırır: Tanrılar varsa onlara tapmak gerekir; bir tapınma vardır, o halde

tanrılar vardır.”228

Filozof statik dindeki tanrılara inanmanın, o dine ibadet etmeyi de içerdiğini dile

getirmiştir. Dua, ayin, tören Tanrıya ibadet şekilleridir ve bu ibadetler inancı

güçlendirir, dine daha sıkı bağlanmayı sağlar.

Statik din, ilkelin dini olarak tanımlanmaktadır. Bu din doğa tarafından

oluşturulmuştur diyen Bergson, doğa ve Tanrı arasında bir açıklama yapmamaktadır.

Burada kast edilen doğa Tanrı olabilir mi? Yoksa insan doğası mıdır? Tanrı değilse

Tanrıyı bile oluşturan doğanın Tanrı olması gerekmez mi? Bu sorular ne yazık ki

cevapsız kalmaktadır. Filozofa göre statik dinden dinamik dine geçiş, aniden

gerçekleşmeyecektir. O halde Bergson’un felsefesine göre dinde de bir evrimden

bahsetmek mümkündür.

2.1.2. Dinamik (Gerçek) Din

Bergson, statik dini açıklayarak, gerçek Tanrı’ya ulaşmada bu dinin yeterli

olmayacağı kanaatine varır. Bu yüzden filozof diğer din açıklaması olan dinamik dini

sunar. İlkelin dini olan statik dinden sonra dinamik din, uygar toplumların dini olarak

filozof tarafından işlenmektedir. Bergson’a göre dinamik din, insanlığın dinidir ve açık

dindir.229 Statik dinden sonra dinamik dine ilerlenmektedir. İnsan kendini geliştirdikçe,

227 Veysel Bircan, Bergson’un Ahlak Anlayışı, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek

Lisans Tezi, İstanbul, 2004, s.23. 228 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.179. 229 Topçu, Bergson, s.124.

Page 72: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

62

statik dinden gerçek din olan dinamik dine ilerleyecektir. O halde dinde de bir evrimin

bulunduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Bergson’a göre insan zeki bir varlıktır ve hayvandan bu yönüyle ayrılır. Filozofa

göre insan düşüncesini geliştirdikçe dinamik dine yaklaşacak, uygarlaşacaktır. Yine

düşünüre göre zeka tehlikeli olabilmektedir.230 İnsan bir kere düşünmeye başladığında,

bunu durduramayacaktır. “Yaratıcı çaba ancak insana ulaşan evrim çizgisinde başarıya

ulaşmıştır. Bilinç, maddeyi geçerken, bu kez bir kalıbın içindeymiş gibi üretici zekanın

biçimini aldı. İçinde düşünceyi taşıyan buluş, özgürlük içinde yeşerdi.”231 İnsan

düşünmeye başladığında yeni buluşlara erişecektir. Bu da onu uygarlığa

yönlendirecektir. Statik dinde insanlar korkularından kurtulmak için düşünerek bir din

oluşturmuşlardır. Bergson’a göre statik dinden dinamik dine geçmek için de bir takım

süreçlerden geçilecektir. Düşünmek ve buluş yapmak, özgürlük olduğu sürece

mümkündür. Bergson’a göre “İnsanlığı sonsuz özgürlüğe ulaştıracak din de bu hakiki

dindir.”232 Özgür olmayan birey ya da toplum, yeni bir buluş gerçekleştirse de bunu

geliştiremeyecektir. Filozof bir kişinin düşünmesinin uygarlaşma için yeterli

olmadığını, toplumun da desteğinin gerektiğini dile getirmiştir. Yukarıda verilen

Bergson’un ve Aslan’ın ifadelerine göre, özgürlüğün olmadığı toplumda yeni buluşlar,

ilerleme ve ortaya koyulma imkanı bulamayacaktır.

Filozof, statik dinindeki masal yaratma işlemini, insanların yalnızca zeka ile fark

edebileceğini dile getirir. Dinamik din, zekadan farklı bir çıkış noktasına sahiptir, kişisel

iç tecrübe bu dinin temelidir.233 Bu da demektir ki, zekanın yanında sezgiye de ihtiyaç

vardır.234 Filozof sezginin anlaşılabilmesini kolaylaştırmak için soyutlama yapılması

gerektiğini belirtmiştir. “Zira sezgi, ancak kökenin zayıflamasıyla ve ifade uygun

düşerse, kendi üzerinde uygulanan bir soyutlama ile saf görüş haline gelebilir.”235

Bergson, sezgiyle yani ani bir sıçrayış ile gerçeğe ulaşılabileceğini belirtmiştir. Yine

dinamik dinde ve uygarlığa geçişte yalnız zekanın yeterli olmayacağını belirterek,

sezginin gerekliliğini ifade etmiştir.

230 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.188. 231 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.188. 232 Aslan, a.g.t., s.60. 233 Aslan, a.g.t., s.59. 234 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.189-190. 235 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.190.

Page 73: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

63

Bergson’a göre sezgiye ulaşabilmek, onu bilmek başlangıçta insanı huzursuz

edebilecektir. Bunun nedeni artık düşünmeye, bulanıklıkta gerçeği bulmaya

çalışmasıdır. Düşüncedeki evrim, sezgiyi de beraberinde getirecektir ve bu da dine

yansıyacaktır. Dinamik dini, statik dinden ayıran şey, sezgi ile bilmenin

gerçekleşmesidir.

“Statik dinin insana verdiği güven bu nedenle dönüşüme uğrayacaktır: Gelecek için

daha fazla kaygı, kendine daha fazla tedirgin dönüş; konunun artık maddi açıdan

değerlendirilmeye değer bir yanı kalmamıştır ve buna karşın manevi olarak çok yüksek

bir anlama kavuşmuştur.”236

Düşünüre göre statik dinde masal yaratarak kendini avutan insan, sezgi ile

dinamik dine ulaşacaktır. Dinamik dinde, maddesel olandan çok manevi olanla

ilgilenilecektir. Sezgi, zaten madde ile işe başlamakta ancak, zekanın yetmediği yerde

ani bir sıçrayış ile hakikate ulaşma yöntemiydi. Burada da sezgi devreye girdiği için

artık statik dinin madde ile olan ilişkisinden uzaklaşarak, daha çok manevi olana

yaklaşılmaktadır. Statik dinde zekanın, insanın bencilleştirmesinden kaynaklı olan

yıkıcı bir özelliği vardır fakat dinamik dinde sezgi fayda gütmeyen bir yapıda olduğu

için zekanın yıkıcı özelliğini aşar.237 Burada kastedilen zekanın özelliği olan maddeye

yakınlığı, sezgi ile aşılmış olacaktır ve maddi olmayanı da bilme imkanını

sağlayacağıdır. Zekanın içgüdü seviyesinden çıkılması, bencillikten kurtulmayı

sağlayacaktır.

Filozof, dinamik dinde mistisizmin etkisinden bahsederek, dinamik dinde

mistisizmin etkisine değinir.238 O mistisizmin yani gerçek mistisizmin özü gereği ender

olduğunu belirtmektedir.239 Filozofun, mistisizmin ender olması konusundaki

gerekçesini herkesin mistik bir an yaşamaması, mistik bir tecrübeye erişememesi olarak

verir. Burada filozofun mistisizmini, dini tecrübe deliline benzetmenin yanlış

olmayacağı düşünülebilir. Bergson’da hayatın sırrını anlamak için mistisizme ihtiyaç

vardır.240 Bu açıdan bakıldığında dini tecrübeye olan benzerliği daha iyi anlaşılacaktır.

Dini tecrübe delili aslında sezgi içermektedir ve ender rastlanılmaktadır. “Oysa bu delil,

236 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.190. 237 Aslan, a.g.t., s.61. 238 Topçu, Bergson, s.124. 239 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.191. 240 Topçu, Bergson, s.134.

Page 74: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

64

inanan bir varlık olarak insandan yola çıkmaktadır. Başka bir deyişle o, belli bir inanç

derecesinden daha üst seviyedeki bir inanç derecesine gitmektir.”241 Ancak Aydın,

Bergson’un sezgisi ile dini tecrübe arasında fark görür, Bergson’un entelektüel

düşünceye sahip olduğunu belirtir. Aydın bir inanmadan daha üstün bir inanmaya

geçmeyi dini tecrübe olarak tanımlanırken, Bergson’da temelde bilgi vardır ve sezgiyle

daha üstün bir bilmeye geçmenin söz konusu olduğunu iddia eder. Yani Bergson’da

bilginin üzerine sezgi getirilirken, dini tecrübede Aydın’a göre bir inanmanın üstüne

getirilen sezgiden bahsedilir.

Dini tecrübe delili din felsefesinin, Tanrı kanıtlamaları içinde yer alır ve aniden

bilme yani filozofun kullandığı terim olan sezgi ile oluşan mistik bir durumdur. Tanrı,

kişiye kendini bir takım yaşantılarla bildirmektedir.242 Bu kişinin yalnızca kendisinin

yaşadığı bir olaydır ve başkası yaşamamış, tanıklık etmemiştir. Aydın’ın görüşlerinden

yola çıkarak bize göre, bu tecrübeyi yaşayan kişiye sorulduğunda Tanrı’nın var

olduğunu iddia edecektir ancak bunu başkasına aktarırken karşısındakini

inandıramayabilecektir. Kişinin o anda yaşadığı sadece kendisi tarafından bilinmektedir,

bir başkasının onu bilebilmesi yani tam olarak anlaması beklenemeyecektir. Kişi bu

durumu kanıtlayamayacağı için başkasının da aynı duyguyu taşımasını

sağlayamayacaktır. Kişi ulaştığı bilginin doğruluğundan emindir ancak bunu yalnızca

kendi yaşamıştır. Bu yüzden objektif bir bilgi olması konusu tartışılmıştır. Mistik

yaşantının kesin ve objektif bir bilgi olmamasına dair yöneltilen eleştiriler, bilime konu

olabilecek şeylerin gözleminin tekrarlanamayabileceği şeklindeki ifadeleri de meydana

getirmiştir.243 Burada her şeyin değişmesinden, kendini yenilemesinden bahsedebiliriz.

Değişime uğrayan bir şey, deneye tabi tutulduğunda, değişmeden önceki haliyle

edinilenden farklı bir sonuç doğurabilecektir. Bir bireyin üç yaşında ölçülen boyu ile on

yedi yaşında ölçülen boyunun bir olmayacağı gibi değişime uğrayan nesnenin

değişimden önceki hali de aynı deneye aynı sonucu veremeyebilecektir.

Bergson, mistisizmle statik dinin yok olmayacağını belirtmiştir.

“Buna rağmen onun büyüsü gene de içimize işlerdi; ve dahi bir sanatçı bizi aşan,

düşüncesini özümseyemediğimiz ama daha önceki beğenilerimizin bayağılığını bize

241 Aydın, Din Felsefesi, s.83. 242 Aydın, Din Felsefesi, s.75-76. 243 Kök, a.g.t., s.136.

Page 75: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

65

hissettiren bir eser yarattığı zaman olduğu gibi, statik din pekala varlığını sürdürebilir

ama eskiden olduğu şeyi artık yitirmiştir ve gerçek büyük mistisizm ortaya çıktığı

zaman özellikle kendinden söz etme cesaretini gösteremez.”244

Statik din, mistisizm ortaya çıktıktan sonra yok olmayacaktır ancak eski değerini

de göremeyecektir. Filozofun daha önce de belirttiği gibi, statik din aslında dinamik

dine ulaşmanın ilk adımı olmuştur. Statik din mistisizmle karşılaşınca dinamik dine bir

yol açılmış olacaktır. Bergson’a göre “Dinamik din mistisizm esasına dayanır.”245

İnsanlar mistisizmle tanışsalar bile, statik dinden bir parça ayrılmak istemeyecektir

çünkü statik din onları umutsuzluktan kurtarır. Ancak statik din artık masal yaratmada

eskisi kadar basite kaçamayacaktır.246 Çünkü insan düşünmeye başlamıştır. Ancak zeka

ve mistisizm insanın kapalı olan gözlerini aralamaya başlamasına izin vermiştir.

Bergson’a göre statik dinden, mistisizmle bir anda dinamik dine geçiş

sağlanamayacaktır çünkü bu, zaman ve uğraş alacak bir çabayı gerektirecektir.

“O kadar yükseğe çıkamadığından, harekete başlayacak, belli bir davranış takınacak ve

bir törende büyük insanlar için hazırlanan ve boş kalan koltuklar gibi, kendisi için

anlamsız kalan formüllere en iyi yeri tahsis edecektir. Böylece eski dinin yeni bir

yönelimine ve masal yaratma işlevinden doğan eski tanrının etkin olarak kendisini

ortaya koyan, varlığıyla ayrıcalıklı ruhları aydınlatan ve ısıtan bir tanrının içinde

kaybolma arzusuna yol açan karma bir din oluşacaktır.”247

Bu ifadelerden anlaşılacağı üzere insanlar, Tanrı’ya ulaşabilmek, onunla

birleşebilmek ve onu diledikleri için bir din yoluna gireceklerdir ancak bu karma bir din

olacaktır. Bir din, üstüne bir takım yenilikler eklendiğinde yeni bir din oluşacak fakat

yine de eski dinle de bağlantısı bulunacaktır. Dinamik din ile statik din arasında kurulan

bağ bu şekilde açıklığa kavuşacaktır.248 Sonuç olarak statik din olmasa, dinamik dine

ilerlenemeyecektir.

Bergson her çabanın mistisizme ulaşmayı sağlayıp sağlamayacağını

sorgulamaktan geri kalmamıştır.

244 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.191. 245 Topçu, Bergson, s.127. 246 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.192. 247 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.192. 248 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.193.

Page 76: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

66

“Önceden anlamını tanımlamak koşuluyla, sözcüklere istenilen anlam verilebilir. Bize

göre mistisizmin vardığı yer, yaşamın ortaya çıkardığı hayat hamlesi (yaratıcı çaba)

temasa geçme ve dolayısıyla kısmi bir uyumdur. Bu çaba Tanrı’nın kendisi olmasa bile,

Tanrı’dan gelmektedir.”249

Filozofa göre düşünceyi özgür bırakma, hayat hamlesi, yine Tanrı tarafından

verilmektedir ve ondan ayrı düşünülemez. Bu durum Platon’un idealarına benzetilebilir.

İdealar, gölgelerine kendinden pay vermektedir ancak gölgeler ne kadar benzeseler de

idea olamazlar. İdealar nasıl kendilerinden gölgelerine pay veriyorsa, Tanrı’da hayat

hamlesini oluşturmuştur yani ona yakındır ama Tanrı değildir.250

Filozof zekanın eleştirel işlevinden uzaklaşıp, vecde ulaşıldığında mistisizmin

elde edileceğini belirtir.251 Mistikliğe erişebilmek için eleştirel bir zekanın durdurulması

ve bununla birlikte ani bir kavrama, bilme gerçekleştirilmelidir. Bergson’a göre “Tam

bir mistisizm, eylemdir, yaratmadır, aşktır.”252 Filozof tam bir mistisizm için eylemin ve

yaratmanın yanında aşkın da öneminden bahsetmiştir. Buradaki aşk kendini

adamaktır.253 Bir mistisizm için gereken aşk, ilahi aşk gibidir. Mistisizm farklı din

anlayışlarında değişim göstermez yani İslamiyet ya da Hristiyanlık olsun, mistiğin

gideceği yol ve varacağı yer aynıdır, dini inanış bunu değiştirmez.254 Gerçek mistisizm,

başta Hz. İsa ve büyük Hristiyan mistiklerin mistisizmidir ve bu mistikler Tanrı’dan

aldıklarını, aşk ve sevgi ile insanlara yayarlar. Bu aşk ve sevgi, insanlara heyecan

verecektir.255 Bergson’un Hristiyan mistikleri olarak tanımladığı kişiler yerine,

İslam’daki sufileri örnek vermek, onun görüşlerini pekiştirecektir.256 Çünkü Bergson’un

anlattığı mistiklik tasavvuf anlayışında da mevcuttur ve İslam dinini de dinamik dinlerin

içinde sayabiliriz.

Gerçek mistisizme ulaşanlar, hayaller, vecdler görmektedirler. İşte tam da bu

yönüyle, onlar hastalara benzetilmektedirler. Filozof kendinden geçme, hayal görme

gibi özelliklerin gerçek mistiklikte ve hastalıkta var olan ortak özellikler olduğunu

249 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.197. 250 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.196-197. 251 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.199. 252 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.201. 253 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.201. 254 Kök, a.g.t., s.137. 255 Aslan, a.g.t., s.71. 256 Aslan, a.g.t., s.72.

Page 77: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

67

belirtmiştir.257 Bergson, aslında büyük mistiklerin de bu görüşlere yakın olduğunu

eklemiş ve bunu şu ifadeleriyle dile getirmiştir:

“Zaten büyük mistiklerin kendileri hakkındaki görüşleri de böyleydi. Müritlerini

tamamen sanrısal olabilecek hayal görmelere karşı uyaranlar da onlardı. Ve kendileri

hayal gördükleri zaman, bunlara genel olarak ikincil derecede bir önem vermişlerdir:

Bunlar yolda yaşanan olaylardı; insan istencinin (irade) tanrısal istençle (irade)

aynılaşması olan sonuca ulaşmak için, bunları aşmak ve kendinden geçmeleri ve

esrimeleri (vecd) arkada bırakmak gerekmektedir.”258

Filozof büyük mistiklerin dahi hayal görme, vecd, kendinden geçme gibi

özellikleri, gerçek mistikliğe mi yoksa bir hastalığa mı ait olduğunu anlamakta

güçlendiğini ifade etmeye çalışmıştır. Mistikler kendi gördükleri hayallerden bile şüphe

etmişlerdir.259 Bu durumda bize göre yaşanan hallerin hastalık mı yoksa gerçek bir

mistik deneyim mi olduklarını ayırt etmek pek mümkün görünmemektedir. Ayırt

edilemeyen ve anlaşılamayan halin gerçekliğinden bahsetmek de yine bize göre

olanaksızdır çünkü yaşanan hal hastalık hali de olabileceğinden, elde edilen bilgi

yanılgıdan ibaret olacaktır. Dolayısıyla Bergson’un gerçek mistiklerin ulaştıklarını iddia

ettiği bilgiler, şüpheli bilgiler olacaktır yani doğrulukları söz konusu değildir.

Kendinden geçiş-vecd filozofa göre bir aydınlanmadır. Bu aydınlanma Tanrı’ya

ulaşma, onunla iç içe olma durumudur. Mistik ruh, Tanrı’yla bir ve iç içe olabilmek için

kendini yalınlaştırır. Nitekim Bergson bunu şöyle dile getirir;

“Tanrı’nın kullanacağı ölçüde saf, dirençli ve esnek olmayan her şeyi tözünden çıkarıp

atar. Çoktan Tanrı’yı yanında hissediyordur, çoktan simgesel görüşlerinde onu

gördüğünü zannediyordur, çoktan vecdde onunla birleşiyordur; ama bunların hiçbiri

sürekli olmaz, çünkü bunların hepsi temaşadır: Eylem, ruhu kendine döndürür ve bu

şekilde kendini Tanrı’dan koparır.”260

Ruh, Tanrı’ya ulaşabilmek için kendini yalınlaştırır ve bu sırada mistisizme

ulaşarak Tanrı’yla bir olur. Ruhun irade kısmı her zaman onu maddeye bağlayan yanı

olacaktır. Ruh bu irade ile eyleme dönecektir ve mistiklik sona erecektir yani mistisizm

257 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.204. 258 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.204-205. 259 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.205. 260 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s. 205-207.

Page 78: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

68

sürekli olarak devam etmeyecektir. Mistisizm sonu olan bir durumdur ve ruh eyleme

yöneldiği anda Tanrı’dan ayrılacak dolayısıyla mistiklik sona erecektir.261

Bergson’a göre ruh mistikliği yaşadıktan sonra eyleme dönerek onu sonlandırır.

Ancak bu ruh artık diğer insanlara benzememektedir. Tanrı’yla bir olmuştur ve Tanrı’ya

doğru bir yükselme yaşamıştır. Ancak bu yükselişi yaşayan ruh böbürlenmekten

uzaklaşmakta, alçak gönüllü olmaktadır. Ruh, mistikliği yaşarken tanrısal alçak

gönüllülüğe eriştiği için kendini yüksekte görmez.262 Tanrı ile bir olan ve aşkın bir

alçakgönüllülüğü tadan ruhun, böbürlenmek gibi bir kaygısının olmayacağı düşüncesi

Bergson’da belirgindir. Ruh, Tanrı’ya ulaşabilmek için kendisini yalınlaştırmak

zorundadır bu yüzden ruh, böbürlenmeden uzaklaşacaktır. Tanrı ve mistik arasında

kökten bir fark kalmadığı kanısında olan Bergson, panteist bir anlayış içine giriyor263

gibi görünür. Ancak filozof panteist bir görüş sunmamakta, o, Tanrı’dan pay alan

mistiği anlatmaya çalışmıştır.

Gerçek mistisizmi elde edenler metafizik olanın yanında maddesel olanı da

kabul etmişlerdir. Filozof, maddesel olandan yola çıkarak, sezgi ile gerçeğe

ulaşılabileceğini belirtmekte, bundan dolayı maddi olanı da yok sayamamaktadır.

“Herkese, bedenin gözleriyle algılanan dünyanın kuşkusuz gerçek olduğunu, ama başka

bir şeyin de var olduğunu ve bunun bir muhakemenin sonucu gibi sadece mümkün veya

muhtemel olmayıp, bir deneyim gibi kesin olduğunu bildirmek gerekiyordu: Biri gördü,

biri dokundu, biri biliyor.”264

Bergson, kişinin mistik olanı yaşayabilmesi için görünen dünyanın, algıların

önemli olduğunu belirtmektir. Birey algılamakla işe başlar ve eğer geliştirebilirse mistik

olana erişebilir. Mistikliği yakalayan birey Tanrı’ya yakınlaşacaktır.

Bergson, Tanrı’nın kendisinde bulunan nitelikleri insanlara iletmek istediğini

ifade eder ve bunu güneş örneğiyle açıklar. Güneş nasıl ışığını insanlara yayıyorsa Tanrı

da kendinde olanı insanlara yaymaktadır.265 Burada filozof Tanrı’yı güneşe benzeterek

görüşlerini ifade etmektedir. Dinamik dinde Tanrı kendisinden insana pay verirken,

261 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.207-208. 262 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.208. 263 Aslan, a.g.t., s.68. 264 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.208. 265 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.208.

Page 79: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

69

statik dinde insanlar Tanrı’ya sıfatlarını vermektedir. Yani statik dinde insanlar Tanrı’yı

oluştururlar ve ona nitelik atfederler. Filozofa göre Tanrı kendindeki nitelikleri yani

gerçekleri insanlara yayarken, bu işlemi aşkla yapmaktadır. Bu hususu şu cümlelerle

ifade etmektedir: “Çünkü onu yakalayan aşk artık yalnızca bir insanın Tanrı için

duyduğu bir aşk değildir, bu, Tanrı’nın bütün insanlar için duyduğu aşktır. Mistik,

Tanrı’dan geçerek, Tanrı yoluyla bütün insanlığı tanrısal bir aşkla sever.”266 Mistiklik

yalnızca insanın Tanrı’ya olan aşkıyla ortaya çıkmamakta, aynı zamanda Tanrı’nın da

bütün insanlığa olan aşkıyla – bu kendinde olan gerçeği Tanrı’nın insanlara aktarması-

ortaya çıkmaktadır. Burada aşk Tanrı’nın kendisidir.267 Tanrı bu aşkın hem kaynağı hem

de tam kendisidir. Dinamik dinde mistikler, Tanrı ile mistik bir temas yaşarlar,

Tanrı’dan insanlık adına sevgi alırlar ve bu sevgiyi insanlığa yansıtarak paylaşırlar.268

Bergson, Tanrı’nın insana, insanın da Tanrı’ya ihtiyacı olduğunu düşünen

mistiklerin fikirlerini şöyle anlatmaktadır:

“Gerçekten, mistikler, bizim Tanrı’ya ihtiyacımızın olması gibi Tanrı’nın da bize

ihtiyacı olduğu konusunda hemfikirdirler. Eğer bizi sevmek için değilse, Tanrı’nın ne

için bize ihtiyacı olabilir? Mistik deneyime bağlanan filozofun vardığı sonuç böyledir.

Yaratılış, ona, yaratıcılar yaratmak için, kendine aşkına layık varlıklar eklemek için,

Tanrı’nın yaptığı bir etkinlik olarak görünecektir.”269

Bergson’a göre Tanrı aşktır, sevgidir. Tanrı insanlara onları sevmek için ihtiyaç duyar.

Filozof Tanrı’nın, insanla ilişkisi üzerinde durmuştur. Bergson’a göre;

“Gerçekte, din ister statik, ister dinamik olsun, Tanrı’yı her şeyden önce bizimle ilişkiye

girebilen bir varlık olarak görmektedir: Oysa bazı değişikliklerle birlikte ardıllarının

çoğu tarafından benimsenen Aristoteles’in Tanrısının yapamadığı şey tam da budur.”270

Bergson, Tanrı’nın insanlarla ilişki içinde olduğunu belirtir. Statik dinde

Tanrı’nın, insanla ilişki içinde olmasını, insanın Tanrı’yı oluşturması ve bu oluşturduğu

Tanrı’nın ceza ve mükafatlarına inanması, insanların kendileri tarafından oluşturulan

emirlerin Tanrı’dan geldiğini kabul ederek itaat etmeleri şeklinde açıklayabiliriz. İnsan

266 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.209. 267 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.225. 268 Bircan, a.g.t., s.26. 269 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.228. 270 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.216.

Page 80: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

70

ve Tanrı birbirlerine aşk duyar ve buradaki aşk Tanrı’ya olan aşk değil de onun tam

kendisidir. Bu aşk diğer aşklar gibi değildir, daha derin ve kuvvetlidir. Bu olguyu

Bergson şu şekilde ifade etmektedir: “Yaratıcı enerji kendini aşk ile ortaya koyarken,

sevmeye ve sevilmeye yönelmiş varlıklar varoluşa çağırılmışlardır. Bu enerjinin kendisi

olan Tanrı’dan farklı bu varlıklar ancak bir evrende ortaya çıkabilirlerdi ve işte bu

nedenle evren ortaya çıkmıştır.”271 İlahi aşk, yani tanrısal aşk evreni yaratmıştır. Kendisi

bir enerji olarak ele alındığında Tanrı, sevmeye ve sevilmeye istek duyan bireylerin

yaşamaları ve varlığa gelmeleri için ilk olarak evreni yaratmıştır. Evrenin yaratılması

sevgi ile olmuştur. Mistikler bu düşünce ile filozoflara yaratılışın ya da evrenin ve

diğerlerinin var oluşunu açıklamaya çalışmışlardır. Bu anlayış tasavvufta yer alan “Ben

gizli bir hazine idim, bilinmeye muhabbet ettim, halkı bilinmem için yarattım. Böylece

kendimi onlara tanıttım, onlar da beni tanıdılar, bildiler”272 sahih (kaynaklarda yer

almayan) hadisine benzerdir. Tasavvufçular, bu hadisin dini tecrübe ile

doğrulanabileceğini kabul ederler.273 Bize göre tasavvufta yer alan bu hadis, Bergson’un

öne sürdüğü Tanrı anlayışına benzerlik gösterir. Dolayısıyla hem evrenin hem de diğer

varlıkların yaratılışı Tanrı tarafından gerçekleştirilmiştir. Bergson’un Tanrı’sı bu evreni

ve içindekilerini sevgi ile yaratmıştır. Onun Tanrısı yaratma sıfatına sahiptir.

Mistik tecrübenin, tecrübeyi yaşayanların dışında kalan insanlara aktarılması

gerekmektedir, zira o aktarılamazsa mistiklerin zihninde hapis kalacaktır. Mistik tecrübe

açıklanırken, herkesçe anlaşılır olmalıdır ve bu yüzden halka hitap edecek bir üslup

içermelidir.274 Mistikliğe her insan ulaşamayacağı için, mistik tecrübeye yaşayan kişiler,

eyleme geçerek, topluma bu tecrübeyi açıklamaya çalışacaklardır.275 Ancak mistisizme

ulaşanların yani mistiklerin, yaşadıkları tecrübelerin, yalnızca kendilerinin yaşadıkları

ve bir başkası tarafından görülüp duyulamadığı için doğruluğu ya da yanlışlığı konusu

tartışılmıştır. Bergson, mistik tecrübenin sübjektifliğini kabul etse de, bu tecrübenin

aktarılmasının mümkün olduğu görüşünden de vazgeçmemiştir. Deneye ve gözleme tabi

olmayan mistikliğin bilimsel açıklaması yapılamadığı için şüphe götürebileceği

düşünülmüştür. Ancak Bergson’a göre William James, mistik yaşantılar üzerine farklı

271 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.230. 272 http://www.fetva.net/yazili-fetvalar/kenz-i-mahfi-gizli-hazine-sozu.html, e.t.17.05.2018. 273 http://www.fetva.net/yazili-fetvalar/kenz-i-mahfi-gizli-hazine-sozu.html, e.t.17.05.2018. 274 Aslan, a.g.t., s.79. 275 Aslan, a.g.t., s.64.

Page 81: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

71

bir yorum getirmiştir. Bergson bunu şöyle açıklar: W. James’e göre mistik anı

yaşamasak bile, onu duyduğumuzda içimizde bir yankılanma olur ve bizler bu yaşantıya

kayıtsız kalamayız.276

Bergson, gerçeğe ulaşmak için mistiğin olması gerektiğini söylemişti. Bu mistik,

yine yalnız başına yeterli olamayacaktır. Düşünüre göre, felsefi doğruluğun dereceleri

vardır ve akıl yürütmenin yanında sezgi de gereklidir. Bilimden hareketle yola çıkan

sezginin Bergson’a göre ilerleyebilmesi ancak mistik sezgiyle olabilecektir.277 Bu

ifadelerden anlaşılacağı üzere filozof, mistikliğin yanında sezginin olmasının gerçeğe

ulaşmada gerekli olduğunu anlatmaktadır. Filozof burada mistikliği doğrulama çabası,

delil bulma gayreti içerisine giriyor gibi görünmektedir. Sezgi başlangıcında bilimselliği

de barındırır ancak sadece bilimselliğin yetmeyeceğini bilmektedir. Sezgi ani bir

sıçrayıştır. Sezgi ve mistisizm bir olduğunda Tanrı’ya ya da gerçeğe ulaşmak

kolaylaşacaktır. Bergson’un Tanrı anlayışı, onun bilimsel bir açıklamasının

yapılabileceği yönünde değil de, tecrübe edilebileceği şeklindedir.278 Bergson’un

dinamik dininde anlattığı Tanrı, mistik tecrübe ile bilinebilecek bir Tanrıdır.

İnsan, korkudan kaynaklanan masal yaratma eylemi ile statik dini oluşturacaktır

ve düşünmeye başladığında ise masal yaratmadan uzaklaşacaktır. Düşünmeye başlayan

insan maddeden uzaklaşıp mistikliğe yaklaşacaktır. Mistikliği elde eden insan dinamik

dine ulaşacaktır. Statik din ile dinamik dinin Tanrı tanımlaması farklıdır. Statik dinde

Tanrı, insanların oluşturduğu bir Tanrı’yken dinamik dinin Tanrı’sı, insanlar tarafından

oluşturulmamaktadır. Bu açıdan bakıldığında statik dinin Tanrı’sı etkin değildir fakat

dinamik dinin Tanrı’sı etkindir ve insana kendinden pay verir, kendisini adeta ortaya

koyar ve bildirir. Bergson dinamik dinin Tanrı’sının insandan uzak ve onları

etkilemeyen bir varlık olduğunu kabul etmez, onun Tanrı’sı kullarıyla etkileşim

içindedir279 yani kendini mistik yolla kullarına açar. Bu yüzden filozof dinamik dini

gerçek din olarak açıklamaya çalışmıştır.

276 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.219-220. 277 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.229. 278 Aslan, a.g.t., s.91. 279 Aslan, a.g.t., s.96.

Page 82: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

72

2.2. BERGSON’A GÖRE AHLAK

Bergson felsefesinde, ahlak konusundaki görüşlerini açıklar. Ancak filozofun

ahlak tanımlamalarına geçmeden önce, ahlakın genel tanımlamalarının verilmesi doğru

olacaktır.

“Tek kişinin veya bir insan topluluğunun belli bir tarihsel dönemde belli türden eğilim,

düşünce, inanç, töre, alışkanlık, görenek ve bunlardan içerilmiş olan değer, buyruk,

norm ve yasaklara göre düzenlenmiş ve bu haliyle gelenekleşmiş, yerleşmiş yaşama

biçimine ahlak (moral) denir.”280

Ahlak, halk dilinde genel olarak adap, terbiye şeklinde kullanılmaktadır. Halk

genellikle iyiyi seçeni ahlaklı, kötüyü seçeni ise ahlak dışı kimse olarak nitelendirir.

Yalnız insana özgü bir davranış biçimi olan eylemek ya da eylem; norm, inanç ve

değerlere bağlıdır ve bu eylem iradidir. İnsan aklını/zekasını pratik ve teorik olarak

ikiye ayırılır, pratik akıl/zeka kısmının eylemlerimizi yönlendirir ve dolayısıyla pratik

zeka aslında ahlakla ilgili alandır.281 Peki bu ahlak kavramı nedir ve ne anlama gelir?

Ahlak “Genel anlamda, mutlak olarak iyi olduğu düşünülen ya da belli bir yaşam

anlayışından kaynaklanan davranış kuralları bütünü”282 olarak ifade edilir. Her

toplumun belirli bir kurallar bütünü vardır ve bunlar insan hayatına yön vermek, düzeni

sağlamak amacıyla oluşturulmuştur. Oluşturulan kurallara uygun yaşayan birey,

toplumda çoğu kimse tarafından saygı görecektir. Ahlakın ortaya çıkış sebeplerinden

biri, zamanla değişebilecek olsa bile, toplum içinde bir takım kurallar ve alışkanlıklar

oluşturma mecburiyetidir.283 Kapalı toplumların bireyleri, topluluk içinde yaşayabilmek

için, zorunlu olarak bu kuralları üretmektedirler. İnsanların toplum halinde yaşama

isteği, Bergson felsefesinde doğa tarafından nakşedilmişti. Nietzsche’de ise toplum,

insanların egolarının sonucu oluşmuştur. Güçsüz olan insanların, güçlü olmak için

birlikteliği savunmaları ve toplum içinde yaşamaları, onların egolarıyla ilgilidir. Bundan

280 Doğan Özlem, Etik-Ahlak Felsefesi, Notos Kitap Yayınevi. İstanbul, 2015, s.19-20. 281 Özlem, Etik-Ahlak Felsefesi, s.18-19. 282 Cevizci, ‘Ahlak’, Paradigma Felsefe Sözlüğü, s.24. 283 Bircan, a.g.t., s.18.

Page 83: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

73

dolayı Nietzsche’de toplum, egoizmin bir görüntüsüdür.284 Bergson’da ise insan doğası

gereği yalnız yaşayamayacağından, toplum halinde olmayı seçmektedir.

Ahlak bir anlamıyla da karakterdir. Bu bir toplumun ya da bireyin karakteri

olarak alınabilir.

“Türkçe’de ahlak felsefesi diye de karşılanan etik sözcüğü karakter anlamına gelen

Yunanca ethos sözcüğünden gelirken; buna karşı Türkçe’deki ahlak sözcüğü ise,

kökence huy, doğa, yaratılıştan olan haslet anlamları taşıyan Arapça’daki hulk

kökünden gelmektedir.”285

Etik “Ahlaki olanın özünü ve temellerini araştıran bilim”286 olarak tanımlanır.

Mehmet Aydın ise ahlak ve etiğin tanımını şu ifadeleriyle sunar: “Ahlakın, davranış ve

yaşayış safhasına, daha ziyade ahlak (moral) veya pratik ahlak denilir. Buna karşılık

davranış ve yaşayış üzerine yönelen düşünceye ise Ethik (Ahlak Felsefesi; Felsefi

Ahlak) veya Teorik Ahlak(Nazari Ahlak) denilir.”287 Bireyin huyu, karakterini

etkilemektedir. Huy, diğer ifadesiyle mizaç genel olarak, kendine özgülük olarak

tanımlanabilirken karakter ise, tutumları ve davranış biçimlerini konu edinir. Uzlaşım,

iyi bir ortam ve mutlu bir toplum için ahlaklı davranması gerektiğini düşünen kişi,

vicdanının onu yönlendirmesine izin vermiş kişi olarak kabul edilebilir.

Birey felsefi bir düşünme ile iyi olanı ya da kötü olanı arayabilecektir. Bir

davranışın yahut düşüncenin iyi olması için gerekli koşullar sağlanıp, temelleri

incelendiğinde bu yapılabilecek en uygun davranış olarak kabul edilebiliyorsa o

davranış ahlaklı bir davranış olacaktır. Kendine yapılmasını istemediğin hiçbir davranışı

bir başkasına yapmamalısın fikrinden hareketle birey, kendisinin de rahatsız olacağını

bildiği bir davranışın uygulanmasını istemeyecektir. Düşünüp irdeleyerek iyi olana

karar vermek insanın aklını kullanmasıdır, düşünüp iyi olanı uygulamak ise insanın

vicdanını kullanmasıdır. Ancak burada da bir takım sorular ortaya çıkmaktadır.

Bunlardan bazıları şu şekilde ifade edilebilir: İyi ve kötü olarak tanımlanan şeyler

284 Münir Dede, F. W. Nietzsche ve H. Bergson’un Ahlak Anlayışları (Karşılaştırmalı Olarak), Atatürk

Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 1996, Erzurum, s.167. 285 Ulaş, ‘Ahlak’, Felsefe Sözlüğü, s.25. 286 Bolay, Ahlak Felsefesi, Felsefe Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü, s.6. 287 Aydın, Din Felsefesi, s.85.

Page 84: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

74

nelerdir? Bir davranışı değerlendirirken niçin iyi-kötü kavramlarını kullanırız? Evrensel

değerlerden bahsedilebilir mi? Bu sorular ahlak kavramının genel problemleridir.

Günümüzde ahlak kelimesi etik kavramı ile sık sık karıştırılmaktadır. Anlamca

birbirlerine yakın görülen iki kavram, birbirleri ile özdeş sanılmakta ve birbirinin yerine

kullanılmaktadır. Etik daha kapsamlı bir kavram olarak kabul edilmektedir. Ahlak

üzerine düşünmeye başlamak etik alanına geçmek anlamına gelir.288 Ahlak fenomeninin

kaynağı üç farklı temele dayandırılmış ve bu temeller evren, insan ve Tanrı olarak ele

alınmıştır.289 İnsanın ahlaksal yaşamı ile evreni, varlık düzeni ile ahlak düzeni arasında

nitelik bakımından ayrım yapmayan ve ahlak fenomenini doğadan hareketle

temellendiren bu düşünceye kozmolojik temellendirme denilmiştir.290 Ahlaksal yaşamı

insandan yola çıkarak açıklayan ve temellendirmeye çalışan düşünceye antropolojik

temellendirme291 din ve Tanrı ile temellendirme çalışmalarına da teolojik

temellendirme292 adı verilmektedir. Hem Bergson hem de Nietzsche, ahlakın oluşması

için, insan topluluklarının meydana gelmesini gerekli görmektedir.293 Ahlak insanla

birlikte var olmuş bir problemdir. İnsanlar hayatlarının bir amacı olduğunu varsayar ve

bu amaç için uygun yaşama biçimlerini, hüküm ya da kurallarını oluşturur. Bütün

bunlar ahlak kavramını oluşturur ve bu yüzden ahlak insanla birlikte oluşmuştur.294

Ahlakın kaynağı problemi Bergson’un felsefesinde de yer almaktadır. Ona göre

ahlakında tıpkı din gibi iki kaynağı bulunmaktadır.

Bergson, yasak meyve295 olayındaki gibi insanların kendi hallerine

bırakılmadığını düşünmektedir. Ona göre insanların göremediği bir engel bulunmaktadır

ve bu engel yasaklamadır, insanların zevklerine göre yaşamasını kısıtlamıştır.296 Fakat

insanlar bu kısıtlamanın sebebini, nereden geldiğini araştırmadan, ebeveyn ve

öğretmenlerinin konumları yüzünden onların buyruklarını dinlemektedir. Ancak

ebeveyn ve öğretmenlerin buyruklarının ardında aslında toplum yatmaktadır. Artık

288 Özlem, Etik-Ahlak Felsefesi, s.21. 289 Özlem, Etik-Ahlak Felsefesi, s.28. 290 Özlem, Etik-Ahlak Felsefesi, s.29. 291 Özlem, Etik-Ahlak Felsefesi, s.31. 292 Özlem, Etik-Ahlak Felsefesi, s.30. 293 Dede, a.g.t., s.228. 294 Kök, a.g.t., s.145. 295 Yasak meyve hikayesi Kitab-ı Mukaddes’te şu ayetlerde geçer; bkz. Yaratılış 2: 21-23, Yaratılış 3: 1-

7. 296 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.7.

Page 85: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

75

buyruklar toplumla ilgilidir.297 Toplum, filozofa göre bireylerin bir arada yaşaması

olarak tanımlanamaz. Düşünürümüz bu hususu şu cümlelerle vurgulamaktadır:

“Bu şey üzerine düşünürken, onu, görünmez bağlarla birbirine bağlanan hücrelerinin

çok ustalıklı bir hiyerarşik düzen içinde birbirine tabi oldukları ve doğal olarak bütünün

büyük iyiliği için parçanın feda edilmesini gerektirecek bir disipline boyun eğdikleri bir

organizmaya benzetiriz.”298

Bergson, toplumun bir düzene ve kendi içlerinde hiyerarşik bağlara sahip

olduğunu ileri sürerek bütünün iyiliği için küçük parçaların gözden çıkarılabileceğini

belirtir. Burada pragmatist bir filozof olan W. James’in etkisinden bahsedebiliriz.

İnsanlar sahip oldukları zekadan ötürü bencil bir yapıdadır ve eğer bu bir filozofun

zekasıysa, bu zeka, içinde kişisel çıkar ile genel çıkarın birbirlerinin içine nüfuz

ettiğinin kanıtlandığı, kendimize faydalı olmanın başkasını düşünme zorunluluğuna

bağlandığı kuramsal bir ahlakı oluşturacaktır.299 Filozofun ifadelerine göre kendine

faydalı olmanın yolu, topluma faydalı olmaktan geçmektedir. Buradan anlaşılacağı

üzere, bize göre filozofun sisteminde, faydacılık anlayışı etkisini göstermektedir.

Bergson ile Kant arasında faydacılık anlayışı açısından bir ayrılık görülür. Kant,

yapılabildiği yerde iyilik yapmanın ödev olduğunu belirtir ve ödev, hiçbir eğilim

olmadan, hiçbir fayda ya da çıkar barındırmadan, içgüdüsel bir meyil de

bulundurmadan, sırf ödev olduğu için yapılırsa, bu ödev Kant’a göre hakiki ahlak değeri

taşır.300 Bergson fayda sağlayan bir ahlak görüşü sunarken Kant’tan ayrılmaktadır.

Bergson, Emile Durkheim’in toplum görüşünün etkilerini taşımaktadır.

Durkheim, toplumu, mekanik dayanışma ile organik dayanışma içinde bulunan

toplumlar olarak iki şekilde ele alır. Mekanik dayanışmalı toplumlar benzeşme

içermektedir, bu benzeşme bireylerin farklılıklarının olmadığı, aynı duyguyu

barındırdıkları, aynı değerlere sahip oldukları ve aynı inanç sistemine inandıkları bir

durumu sergiler. Organik dayanışmada ise bir tutarlılık yoktur, farklılaşma üzerine

kurulmuş bir dayanışma mevcuttur ve Durkheim bunu organlara benzetir. Her organ

farklıdır ve işlevi de ayrıdır. Ancak hayatta kalabilmek için hepsinin bir görevi vardır ve

297 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.7-8. 298 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.8. 299 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.83. 300 Immanuel Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, çev. İoanna Kuçuradi, Türkiye Felsefe

Kurumu, Ankara, 2002, s.13.

Page 86: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

76

bunu yerine getirmektedir.301 Bergson’a göre de biri özgür iradeye sahip, diğeri ise

zorunlu yasalara bağlı iki tür toplum vardır. Fakat bir toplum ne kadar özgür irade

sahibi olursa olsun, zorunlu yasalara uyan toplum bazı alışkanlıklarını kabul

edebilecektir. Bu alışkanlıklara, boyun eğme örneğini vererek zamanla özgür irade

sahibi toplumun bozulmaya uğrayacağını ileri sürer.302 Düşünürümüze göre

zorunluluğun olduğu yerde özgürlükten bahsedilemez. Toplum zorunlu yasalara tabi ise

iyi ya da kötü bir takım alışkanlıklar birey tarafından kabul edilecek, kabul edilen her

buyruk, özgürlüğe vurulan bir zincir olacak, özgür irade de bu alışkanlıklarla kendini

yok edecektir.303 Durkheim’ın mekanik dayanışmalı toplum anlayışı, Bergson’un ilkel

ya da kapalı toplum anlayışında etkili görünmektedir. Aynı şekilde organik dayanışma

temelli toplum anlatısı da yine Bergson’un açık toplum anlayışını şekillendirmiş olarak

kabul edilebilir. Durkheim’da ortak bilinç, mekanik dayanışma olan toplumlarda,

bireysel bilincin bir kısmını kaplar ve ancak organik dayanışma olan toplumlarda bu

durum farklıdır. Organik dayanışmalı toplumlarda özel seçimlere bağlı inanma, isteme

ve uygulama bulunmaktadır, yani serbestlik vardır. Ancak mekanik dayanışmalı

toplumlarda zorunluluk ve yasaya uyma gerekliliği mevcuttur.304 Bergson’un toplum

anlatımında, ilkel toplum doğa yasalarıyla temellendirilmiş toplumsal kurallara uyma

gerekliliği barındırmaktayken, uygar toplum özgürlük içermektedir. Bergson’un bu

görüşlerinde de Durkheim’ın etkisinden bahsetmek mümkündür.

Alışkanlıkların her biri toplumsal bir ihtiyacı gidermektedir ancak tek tek

buyrukların toplamı, ödevi oluşturmaktadır. Filozof bu alışkanlıkların ya da buyrukların

toplumsal ödevi yerine getirme amacı taşıdığını belirtir.305 Ona göre “İnsan toplumu bir

özgür varlıklar bütünüdür. Toplumun dayattığı ve onun varlığını sürdürmesini sağlayan

ödevler, ona, yaşamsal olguların katı düzeniyle sadece benzerliği olan bir düzenlilik

getirir.”306 Bergson’un ifadelerinden anlaşılacağı üzere insanlar özgür varlıklardır.

Ancak toplum içinde yaşamak onlara bazı kurallar dayatmaktadır. Bu kuralların amacı

301 Raymond Aron, Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, çev. Korkmaz Alemdar, Kırmızı Yayınları, 8. Baskı,

İstanbul, 2010, s.229-230. 302 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.8. 303 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.8. 304 Aron, Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, s.232. 305 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.9. 306 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.9.

Page 87: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

77

yine toplumu düzen içinde tutmaktır fakat bu düzen (doğa düzenine benzer bir düzen)307

zorunlu yasaların etkisini barındırır. Bergson, bu konuda Kant etkisi taşıyor gibi

görünür. Kant, ahlakın temel buyruklarının apriori özellik taşımasını gerekli sayarak, bir

buyruğun yalnızca deneye dayalı çıkarımlar sonucu oluşturulmasını pratik kural olarak

tanımlar.308 Bize göre, Kant’ın pratik kural olarak tanımladığı şey, Bergson’un

bahsettiği kapalı toplumların yasalarıdır.

Filozof toplumsal kuralların ahlaki değerlere uyuyormuş gibi görünüp, aslında

bazen uymadığını da ileri sürmektedir.309 Bu düşünceden yola çıkarak her toplumsal

kuralın ahlaklı olana ulaştırmadığını söylersek yanlış olmayacaktır. Düşünüre göre

“Kötülük o kadar iyi gizlenir ve giz herkesçe o kadar güçlü bir şekilde korunur ki her

birimiz herkesin oyununa geliriz. Diğer insanları çok sert bir şekilde yargılıyormuş gibi

yapsak bile, içimizden onların bizden daha iyi insanlar olduklarını düşünürüz.”310

Yukarıdaki ifadelerden hareketle, her kural iyiyi, ahlaklı olanı emretmediği fikrine

ulaşabiliriz. Her doğru görünen davranışın doğru olmadığı gibi yanlış gibi görünen

davranış da yanlış olmayabilir. Burada bize göre kurallara uyan her insanın da iyi niyetli

olmayabileceğini hesaba katmak gerekir. Yani bize göre birey, iyiliği dilediği için değil,

topluma iyi biri gibi görünmek için de ahlak kurallarına uyabilecektir. Kant iyi bir

istemenin, mutluluğu hak etmede temel koşul olduğunu ifade eder.311 Onun, bu konuda

Bergson’un iyi insan tanımlaması üzerinde etkilerini görmekteyiz. Kant’a göre soğuk

kanlı olmak, kendine hakim olmak kişinin iyi bir istemeye sahip olduğunda olumlu

sonuçlar doğurabilecekken, iyi bir istemeye sahip olmayan kişilerde bu durumlar

olumsuz sonuçlara sebep olabilecektir. Bu durumda, iyi bir istemeye sahip olmayan

soğukkanlı kişiler tehlikeli ve hatta nefret edilecek biri olarak toplumda yer alır.312 Bu

insanlar ne kadar iyi görünseler de aslında iyi bir isteme sahibi olmadıkları için kötü bir

karaktere sahip olacaklardır. Bergson’un kötülüğün iyi gizlenmesinden kastı, bize göre

soğukkanlı olan ve iyi bir istemeye sahip olmayan kişilerin durumunu anlatır

niteliktedir. Ancak insanlar kendilerini yargılamakta ve başkasının kendisinden iyi

olduğunu düşünebilmektedir. İnsanların kötü yanlarını görmezden gelen diğer bireyler,

307 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.9. 308 Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, s.4. 309 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.9. 310 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.10. 311 Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, s.8. 312 Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, s.9.

Page 88: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

78

hataya düşerek, kendilerini diğerlerinden kötü olmakla itham edebilirler.313 Böylelikle

yanılgı içine düşmüş olurlar.

Bergson felsefesinde toplumsal yasalar, bireye uyması için sunulur, doğa yasası

ise kaçınılmazdır. Bir olgu toplumsal yasaların dışına çıksa bile aslında yine doğa

yasasına dönecektir çünkü Bergson’a göre bu yasalar gerçek olandır. Doğa yasaları

zamanla toplumun yasası haline gelebilirler. Dolayısıyla toplum yasalarına uymamak,

doğa yasalarına da uymamayı beraberinde getirecektir.314 Toplum yasalarının ardında

bir Tanrı anlayışı kabul edildiği zaman ise din toplumda varlığını gösterecektir. Din,

toplumun istekleri ile örtüşür ve bu istekleri destekler.315 Ayrıca dinin görevi, toplumun

buyruğu/yasası ile doğa yasası arasındaki ayrılığı kapatmaktır.316 Din bu açıdan

bakıldığında insanı arada kalmaktan kurtarır niteliktedir.

Bergson, başta ahlak kuralları ile doğa yasası arasında farklılık bulunduğuna

değinir ancak daha sonrasında ahlak kurallarının temelinde doğa yasalarının olduğunu

belirterek çelişki içine girer. Bergson’un ahlak kuralları ile doğa yasalarını hem ayrı

hem de aynı olarak ifade etmesi bize göre, karışıklık yaratmaktadır.

Toplum, zorunlu yasalara uymakla yükümlü insanları içinde barındırmaktadır.

Ancak insan özgür olmayı istemektedir.

“Bir organizmanın bileşeni olan hücre, bir an için bilinçlendiğinde, zorunluluğun

tutsaklığından kurtulma eğilimini ancak ortaya koyabilecektir. Toplumun bir parçası

olan birey, doğal zorunluluğun taklidi olan ve yaratılışına biraz katkıda bulunduğu ama

özellikle boyun eğdiği bir zorunluluğu bastırabilir ve hatta kırabilir: Bundan

kurtulabilme düşüncesinin eşlik ettiği bu zorunluluk duygusu ödev olarak adlandırıldığı

şeyden farklı değildir. Böylece düşünülen ve en sıradan anlamıyla ele alınan ödevin

zorunlulukla ilişkisi, alışkanlığın doğayla ilişkisiyle aynıdır.”317

Bergson bu ifadeleri ile bize göre, insanın özgür olma isteğinden

bahsetmektedir. İnsan özgür olmak, zorunluluklardan kurtulmak ister ancak, filozof

ifadelerinde özgür olmaya çabalamanın da bir zorunluluk getirdiğini belirtir. Bu

313 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.10. 314 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.10-11. 315 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.11. 316 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.11-12. 317 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.12.

Page 89: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

79

zorunluluğu ise Bergson ödev olarak tanımlar. Bergson insanların uyduğu toplum

kurallarını doğa yasalarına benzetir. Doğada nasıl yer çekimi kanunu vb. bir takım

yasalar varsa insan için de toplumun kurallarına uyma zorunlu yasa gibidir. Ancak insan

bu yasaya, toplumu meydana getiren birey olarak, toplumun kurallarının oluşumuna

katkıda bulunur. İnsanların, meydana gelmesine katkıda bulunduğu kurallara uyması bir

zorunluluk, bir ödevdir. Onun buradaki ödev anlayışı bize göre Kant’a benzerdir çünkü

ahlak iyi olanı seçme ve uygulama olarak düşünüldüğünde, buyruğun ahlak yasasına

uygun olması Kant’a göre yeterli olmayacaktır. Yerine getirilen buyruklar, ahlak yasası

uğruna yapılmış olmalıdır çünkü diğer türlü kabul edilirse, belirsiz olarak karşımıza

çıkacaktır.318 Ahlak yasası adına oluşturulan her buyruk ve ona uyma zorunluluğu

Kant’ta ahlaka ulaşmayı sağlayacağı için ödev, zorunluluk duygusu yani toplumun

kurallarına uyma zorunluluğudur.

Bergson toplumsal ahlakın hem bireysel ben’i hem de toplumsal ben’i göze

alarak oluştuğunu belirtir. Toplumsal ahlak hem bireyi hem de toplumu

kapsamaktadır.319 Çünkü tek tek bireyler toplumu oluşturmaktadır. Dolayısıyla tek tek

bilinçlerin birleşimi de toplumsal bilinci belirleyecektir. “Genel olarak bilincin verdiği

hüküm toplumsal ben’in vereceği hükümdür.”320 Her bir bilincin kararı ilerleyerek

toplumsal ben’in kararına dönüşecektir. Ancak her zaman toplumsal ben ile bireysel ben

uyum içinde olamaz. İşte filozof “Genel olarak, ahlaki kaygı da bu toplumsal ben ile

bireysel ben arasındaki ilişkilerin bozulmasından doğar”321 ifadeleriyle bu

uyumsuzluğun getireceği ahlaki problemi ortaya koyar. Burada filozof toplumun

gözündeki ben fikri ile bireyin gözündeki ben fikrinin birbirine uyum sağlamamasından

kaynaklanan ahlaki soruna vurgu yapılmaktadır. Birey kendi isteği ile toplumun isteği

arasında kaldığında, düşünürümüze göre bu ahlaki ikilem bireyi kaygıya götürecektir.

Bergson, toplumun bireye biçtiği kalıpların olduğunu belirtir. Ona göre toplum

bireye belirli roller verir ve bu roller birey tarafından kabul edilir. Bergson bu olguyu şu

şekilde ifade eder:

318 Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, s.5. 319 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.13. 320 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.15. 321 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.15.

Page 90: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

80

“Olağan zamanda, ödevlerimizin ne olduğunu düşünmeden onlara uyum sağlıyoruz. Her

defasında ödev fikrini anımsamak, formülü ifade etmek gerekseydi, ödevini yapmak çok

daha yorucu olurdu. Ama alışkanlık yeterlidir ve toplumun bizden beklediğini ona

vermek için çoğu zaman yapmamız gereken tek şey kendimizi olağan akışa

bırakmaktır.”322

Bergson’un bu ifadelerinde bireylerin ödevleri nedenini araştırmadan yerine

getirdikleri belirtilmektedir. Bireyler ödevleri ne için yaptığını araştırmaksızın, onları

alışkanlık haline getirerek yapmaktadır. Ahlakın saf, akli yönünü tartışmaya açabilmek

için, filozofun düşüncelerine uygun olarak, her biri sosyal anlamlarla yüklü olan ahlaki

değerlerin, sosyallikten arındırılması gerekmektedir.323 Yani ahlakın saf, temel ve akla

dayalı halinden bahsedebilmek için ahlakın toplumsal kısmını ondan atmak

gerekecektir. Ahlaki ödevler karşısında birey iki farklı tutum sergiler. Bunlardan ilki

toplumun belirlediği kurallara uymak, ikincisi ise ferdin kararsızlığı, düşünme ve

danışmadır. Toplum kurallarına uyma davranışı kapalı toplum ahlakına ait bir

özelliktir.324 Buradan da şu yoruma ulaşabiliriz: Aslında kapalı toplum ahlakı, zorunlu

olarak yerine getirilen toplum dayatmalarıdır. Görüldüğü gibi Bergson’a göre birey

toplumun buyruklarını yerine getirirken, bu davranışları alışkanlık haline getirdiği için

yapar. Ancak bu rolleri kabul etmeyip karşı çıkan birey, ödevin emir verici yönünü,

zorunluluk tarafını görebilecektir. 325 Eğer birey toplumsal rolü kabul ederse kendi

kendisiyle çatışacaktır. “O halde ödeve boyun eğmenin kendine karşı direnme

olduğunu, pratik bir özdeyiş olarak ifade edelim.”326 Birey istekleri ve bilinci olan bir

varlıktır. Toplum ise bireye rol vermektedir ve bu toplumsal buyruğu yerine getirmek

için birey, iç sesine, isteklerine karşı çıkmak zorunda kalır. Kant’a göre doğa yasalarının

etkisini yalnızca akıl sahibi varlığın istemesi ile kırabilecektir.327 Bergson ise bu konuda

irade kavramını kullanmaktadır ve insan iradesinin ahlaklı olmadaki öneminden

bahsetmektedir. Yalnızca doğa yasaları baz alınarak uygulanan davranışlar, içgüdü

barındıracağı için ahlaklı olarak kabul edilemeyecektir ve bu yüzden insan iradesi ile

karar verip iç güdüden uzaklaşarak ahlaklı olmayı başarabilecektir.

322 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.16. 323 Kök, a.g.t., s.150. 324 Dede, a.g.t., s.145. 325 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.16-17. 326 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.18. 327 Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, s.27.

Page 91: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

81

Toplumsal gereksinimlere uygun olarak davranışa getirilen mantıksal bir

düzenleme kısıtlıdır yani belirli kuralları barındırır ancak doğa yasaları çok sayıda kural

içerir ve Bergson’a göre birey kurallara uygun hareket ettiği sürece topluma düzen

gelir.328 Birey saçma da olsa kurallara uyuyorsa, toplumun düzenli olmasına katkı sağlar

ve insan bunu yaparken, özgür iradesini bastırarak toplum düzenine zarar

vermeyecektir. Bergson’un öne sürdüğü ahlak düşüncesinde, insan topluma karşı

sorumlu gibi görünse de aslında kendisine karşı sorumludur.329 Birey kurallara uymayı

her ne kadar toplum için yapıyor görünse de, aslında kendisi için çabalamaktadır.

Bergson’a göre bugünkü toplumların kuralları mantığa uygundur ve dolayısıyla bu

ilkeler üzerine düşünmeden kabul eden kişi yine de akılcı olabilecektir.330 Yani birey

kuralların nedenini, niçin oluşturulduğunu araştırmadan, yerine getirir ve Bergson

bunun alışkanlık olduğunu belirtir. Filozof insanların alışkanlıklarını şöyle tanımlar:

“Ancak, ilkin zeka özelliği taşıyıp daha sonra içgüdünün taklidine yönelen bir eylem

insanda alışkanlık dediğimiz şeydir tam olarak.”331 Bir eylem akılsal bir nitelik taşırken,

zamanla sanki içgüdüymüş gibi bir hal alır ve sanki o, insanın doğasında içgüdüsel

olarak varmış gibi görünür. Filozof bu durumu alışkanlık olarak tanımlamıştır.

Filozof, insanların ödevleri araştırmasının, ilk kurallara götüreceğini

düşünmektedir. Bu ilk kurallar da doğa tarafından dayatılan zorunluluklardır.332 Yani

filozofa göre ödevlerin temeli olan ilk kurallar –yer çekimi kanunu, yaşlanma, ölüm

gibi- doğadan gelen zorunluluklardır. “O halde, bir insan toplumunda genel olarak

ödeve varmak için çeşitli ödevlerin kökeni ne kadar derin kazılırsa, ödev o kadar çok

zorunluluğa dönüşmeye meyledecek ve buyurgan oluşuyla o kadar çok içgüdüye

yaklaşacaktır.”333 Buradaki içgüdüye yaklaşmayı alışkanlık olarak ele almak uygun

olmayacaktır. Bergson’a göre burada bahsedilen beden bölümümüze ait, doğamız gereği

var olan bir içgüdüye dönmektir. Toplum her ne kadar modernleşse de, ödevlerin ilk

kaynaklarına ulaşmak için irdeleme yaptıklarında yine zorunlu olan kurallara ulaşır.

Bununla birlikte filozof, “Bir varlık ancak özgür olduğu zaman kendisini mecbur

328 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.21. 329 Dede, a.g.t., s.141. 330 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.22. 331 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.23. 332 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.25. 333 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.25.

Page 92: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

82

hisseder ve her ödev, ayrı ayrı ele alındığında, özgürlüğü içerir”334 ifadelerini kullanır.

Yani filozofa göre birey özgür olduğunda kendi kendini mecbur hissetmeye başlayacak,

birey özgürleştikçe ödeve mecburlaşacaktır. Bergson’un bu görüşleri bize göre

olumsuzluk sergilemekte gibi görünür çünkü filozofun ifadelerinde insanların özgür

olduğunu düşündükleri halde bile mecburiyetten bahsetmesi, insanın boş yere çaba sarf

etmesini gösterir. Filozof burada kendisi ile çelişmektedir, özgürlüğün zorunluluğu da

beraberinde getirdiğini ifade ederek, aslında zorunluluğun hiçbir zaman ortadan

kalmayacağını belirtir. O halde insanın özgürlüğünden bahsetmek bize göre saçma

olacaktır.

Filozof uygarlaşmış toplumla ilkel toplumun ayrılık barındırdığını belirtir ancak

bu farklar ne kadar çok olursa olsun temelde toplumlar birbirine benzemektedir.335

Toplum, ayakta durabilmek için bireylere, doğanın etkisiyle ortaya çıkmış bir takım

kurallar sunar. Toplum daha sonra gelişip, uygarlığı elde edebilir fakat ne kadar uygar

olursa olsun aslında toplum kurallarının temelinde yine ilkel toplumun kuralları bulur.

Benzer şekilde filozof toplumsal ödevi de ilkel toplumla ilişkilendirir. “Kısaca,

toplumsal ödevin kökeninde gördüğümüz toplumsal içgüdü, -içgüdü görece olarak

değişmez olduğu için- ne kadar geniş olursa olsun her zaman kapalı (ilkel) bir toplumun

peşinden koşar.”336 Toplumsal içgüdü yine ilkel toplumlara –bu toplumlar kapalı

toplumlar da demektedir.- uygunluk içerir.

Bergson ahlakı iki şekilde ele alır, bunlar kapalı ahlak ve açık ahlaktır. Her

ahlakın, kaynaklarının farklı olduğunu belirterek filozof bunların açıklamalarını sunar.

2.2.1. Kapalı Ahlak ve Açık Ahlak

Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı adlı eserinde, iki tür ahlaktan, saf ödevi

bulmaya yöneldiğinde bahseder ve bu ahlak türlerini birbirinden ayırır. Filozof, saf

ödevi bulmanın yolunun ahlakı yalınlaştırmaktan geçtiğini söyler ancak bunu yaparken

ahlakın anlamını kısıtlama ihtimalinin olduğunu da belirtmiştir.337 Bergson’un bize göre

saf ödev olarak tanımladığı, ahlak kurallarının ilk ilkesidir ve ahlakı yalınlaştırırken,

334 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.26. 335 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.27. 336 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.29. 337 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.30.

Page 93: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

83

ödevin temelinde, ilkel toplum kurallarına erişilmiştir. Ancak ahlak yalnızca bu kadar

değildir, filozof ahlakın en ileri safhası olan açık ahlakı da ele alarak, bu ahlakın eğitici

ve karakteristik olduğunu belirtir.338 O ahlakın tümünü incelemeye çalışırken iki uç

nokta olan, en alttaki ilkel toplum kuralları ile en zirvesi olan eğitici ve karakteristik

ahlak tanımları yapmıştır.

“Birincisi kişilik-dışı formüllere ne kadar iyi bir şekilde indirgenirse o kadar saf ve

mükemmel olurken, ikincisi tamamen kendi olmak için, bir örnek haline gelen

ayrıcalıklı bir kişide somutlaşmak durumundadır. Birincisinin genelliği bir yasanın

evrensel kabulüne bağlıyken, ikincisinin genelliği bir modelin ortak taklidine

bağlıdır.”339

Yukarıdaki alıntılarda yer alan açıklamalardan anlaşılacağı üzere filozofun

birinci olarak ele aldığı ahlak, kapalı toplumların ahlakıdır yani cemiyetin ahlakıdır.340

Bu ahlak zorunlu kurallar barındırmaktadır, dışa kapalıdır ve bu sebepten toplum kendi

ahlakını oluşturur.341 Bunun daha açık hale gelmesi için örnek olarak toplumların ahlak

anlayışındaki farklılıkları göstermek doğru olacaktır. Bir toplumun yemek kültürü ile

başka toplumunki farklı olabildiği gibi, ahlak ölçütü olan tutumlar da farklı olabilecektir

ve bu kapalı toplumlar için geçerlidir. Kapalı toplumlarda ahlaklı olmak doğal bir

durum olarak kabul edilirken, ahlak dışı kişiler ve davranışlar doğal olmayan bir olgu

şeklinde tanımlanır.342 İkincisi ise bireyin, kendisi için, kendini oluşturmak için

sergilediği davranışların, diğerlerince de kabulü ve uygulanmasıdır, üstelik diğer

bireyler bunu zorlama ile yapmayacaktır. Burada bahsedilen ahlak, açıktır ve insanlığın

tümüne aittir.343 Çünkü filozofa göre “Doğal ödev baskı ve zorlamayken, tam ve

mükemmel ahlakta bir çağrı vardır.”344 Tam ve mükemmel ahlakın bir özelliği de içinde

zorlama barındırmamasıdır.

Bergson’un gerçek mistikler dediği kişiler, Nietzsche’nin, üstün insan tanımına

benzerdir. Üstün insanlar yeni değerler yaratacak ve bu durum sürekli olacaktır. Yeni

338 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.30. 339 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.31. 340 Topçu, Bergson, s.121. 341 Aslan, a.g.t., s.119. 342 Dede, a.g.t., s.139. 343 Topçu, Bergson, s.122. 344 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.31.

Page 94: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

84

değerlere sürü345, başta zorunlu olarak, daha sonra ise isteyerek uyacaktır.346

Bergson’un açık ahlakındaki mistikler, sevgi ile bireyi etkilemekteyken, Nietzsche’nin

öne sürdüğü mutlak ahlakındaki üstün insanlar, sürüyü, zorunlu olarak değerlere

uymaya yönlendirirler.347 Birey kendi varlığını ortaya koyabilmek, kendini

oluşturabilmek için, istekli olarak ahlaklı davranacaktır. Bu yüzden ikinci tür ahlak

insani bir ahlaktır. Birinci tür ahlak ise toplumsaldır. Kapalı ahlak, insanlara rahatlığı ve

hazzı sunarken, açık ahlak neşe ve sevinci vaat eder.348 Kapalı ahlakta toplum içinde

yaşama isteği ve dışlanma korkusu bulunmaktadır. Kişi toplumdan kopmamak adına

ahlaklı olmayı seçer, bu da ona haz verir. Ancak açık ahlakta rol model olan kişi hem

kendine sevgi duyulan, hem de diğerlerine sevgi duyandır. Açık ahlakta mistiklik söz

konusudur ve bu ona sevinç verecektir. Kapalı toplum dışarıdan gelen herhangi bir

düşünce, duygu ya da durumu kabul etmediği için yalnızca o topluma aittir ve bu

yüzden saftır. Ancak kapalı ahlak yalnızca o toplumun ahlakıdır, tüm insanlığın ahlakı

kabul edilemeyecektir.349 Kapalı ahlakta bir zorunluluk söz konusudur. Açık ahlakta

insanlar sezgiye ulaşarak, doğayı aşabilmektedirler.350 Yani birey, doğanın

zorunluluğunu sezgi ile aşıp özgür olabilmektedirler. Filozofa göre iki ahlak birbirinden

farklıdır ancak ele alınan farklar derece değil de mahiyet farkıdır.351 Filozof bu mahiyet

farkını durağanlık ve hareketlilik bağlamında şu ifadelerle açıklar:

“O halde birinci ve ikinci ahlak arasında durgunlukla hareket arasındaki kadar mesafe

vardır. Birincisi sabit olarak kabul edilmiştir. Eğer değişirse, derhal değişimi yadsır

veya hareketi kabul etmez. Herhangi bir anda gösterdiği biçim nihai biçim olma

iddiasındadır. Ama diğer ahlak bir itmedir, hareketin bir gereğidir; ilke olarak

hareketliliktir. Bu ahlak işte yalnızca bu yönüyle üstünlüğünü kanıtlayacak ve öncelikle

yalnızca bu yönüyle üstünlüğünü tanımlayabilecektir”352

Filozofa göre birinci tür ahlak kendini değişime kapamıştır ve ne ise o olarak

kalacaktır. İkinci tür ahlak ise hareketin sebebidir.

345 Nietzsche’de kapalı toplumlar, sürü olarak nitelendirilmektedir. 346 Dede, a.g.t., s.254. 347 Dede, a.g.t., s.259. 348 Kök, a.g.t., s.155. 349 Aslan, a.g.t., s.120. 350 Bircan, a.g.t., s.21. 351 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.32. 352 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.52.

Page 95: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

85

Bergson’un kapalı ahlakı, toplum içinde uygulanırken, toplumun olmadığı yerde

bu ahlak işlevini yitirmektedir.353 Bu ahlak toplum olarak yaşamayı kolaylaştırmak ve

zekanın yıkıcı etkisini ortadan kaldırmak için yine toplum tarafından oluşturulmuştur.

Fakat birey toplum dışına çıktığında bu kurallara uyma zorunluluğu da ortadan

kalkacağı için kapalı ahlakın kurallarını terk edebilecektir. Filozof kapalı ahlakın

zorunluluk barındırdığını, doğa tarafından oluşturulduğunu belirtmişti. Peki açık ahlak

nasıl oluşmuştur? Bergson’un öne sürdüğü açık ahlak, çaba gerektirmiş, sonradan elde

edilmiştir. Açık ahlaka uygun yaşayabilmek için de her daim çaba gerektiğini dile

getirmiştir.354 Açık ahlak insanın kendini var etmek, ortaya koymak için harcadığı çaba

sonucu oluşmuştur. Buradan hareketle birey, kendini tamamlamak için her daim çaba

göstermek zorundadır fikrine ulaşılabilir. Kapalı ahlak, toplumun kendini koruma isteği

ya da içgüdü etrafında, açık ahlak ise mistik tecrübe yani sezgi etrafında

oluşmaktadır.355 Yukarıdaki ifadelerden anlaşılacağı üzere, Bergson’un sezgi anlayışı

bize göre ikinci tür ahlak görüşünde etkisini göstermektedir.

Bergson’un kapalı ahlak görüşünü Höffe şu şekilde ifade eder: “Kapalı ahlak,

insanların çatışma olmaksızın bir arada yaşamalarını sağlayan görevlerin sembolüdür ve

Kant’ın etiği de buna dâhildir.”356 Kapalı ahlak günlük hayatta insanlar arasında

oluşturulmuş, denge ve uyumu sağlayan kurallar bütünü olarak kabul edilebilir. Höffe

Kant etiğini Bergson’un kapalı ahlakıyla ilişkilendirmiştir ancak bu durum bize göre

doğru değildir çünkü Kant kesin buyruk görüşüyle Bergson’un açık ahlakına yakın bir

anlatım sunmaktadır. Kant, kesin buyruğun tek olduğunu ve bu buyruğun genel bir yasa

olarak kabul edilebilecek olması gerektiğini belirtir.357 Ahlak kurallarının evrensel

olması gerektiğini savunan Kant, bize göre Bergson’un, insanlığın ahlakı dediği açık

ahlak tanımlaması ile benzer bir söylemde bulunmuştur. Bergson’un öne sürdüğü diğer

ahlak ise açık ahlaktır. “Daha üstün olan açık ahlak ise özgürlük, insanları sevmek ve

sevgi sayesinde toplumsal yükümlülükleri aşmış olan ahlaktır.”358 Açık ahlak, belirli

kurallara bağlı kalmadan, sevgi ile oluşturulmuş davranışları belirtmektedir. Bergson’a

353 Bircan, a.g.t., s.50. 354 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.35. 355 Kök, a.g.t., s.167. 356 Otfried Höffe, Felsefenin Kısa Tarihi, çev. Okşan Nemlioğlu Aytolu, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2005,

s.297. 357 Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, s38. 358 Höffe, Felsefenin Kısa Tarihi, s.297.

Page 96: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

86

göre bu ahlak için bir kurala gerek yoktur, sevgiye ihtiyaç vardır. Kapalı ahlakın

kaynağı toplumsal yükümlülüktür ve yükümlülük ise alışkanlıkların birleşimidir.

Alışkanlıkları yerine getirmek toplumsal ödevdir.359 Birey kendine sunulan kuralları

alışkanlık haline getirerek, toplumun kendisine dayattığı sorumlulukları üstlenmeye

başlar. Sorumluluk gereği yapığı her davranış onun toplumsal ödevidir ve Bergson

bunun oluşturulması için heyecanın gerekli olduğunu belirtir.

Bergson ahlak görüşünde heyecan kavramının önemli olduğunu dile getirir ve

yaratmayı, her şeyden önce bir heyecan olarak görür.360 Yaratmanın başlangıcında

heyecan yer almaktadır. Dolayısıyla bir kişi zeki olsa bile, heyecan olmadan yaratıcı

düşünemeyecektir ve filozofa göre heyecan, sezgiden doğmaktadır.361 Filozof, ahlakın

ortaya çıkmasında heyecanın büyük bir önem taşıdığını ifade eder. Bergson bu

ifadelerine ek olarak heyecan kavramı ile duygu ahlakı sunmadığını da belirtir.362 Sezgi

ile heyecan, heyecan ile yaratıcılık ortaya çıkacaktır. Filozof temel bir heyecanın

başkaca heyecanların da doğmasını sağlayacağını belirterek buna Hristiyanlıktaki

merhamet kavramını örnek gösterir. Merhamet temelde bir heyecandır ve bu heyecan

başka heyecanları da getirecektir.363 Merhamet iyi olmayı, korumayı, kötü olmamayı,

vicdanı yanında barındırmaktadır. Kişi merhametli olmayı seçerken, bu sayılan

değerlerden birini ya da birkaçını da seçmektedir. Ahlak kurallarını oluştururken –

burada bahsedilen açık ahlak olmak üzere- bir değerden daha başka değerler üretme,

onları açığa çıkarma filozofun ifadelerine göre heyecan ile mümkün görünmektedir.

Açık ahlak bireylerde bulunan heyecan sayesinde kabul görmektedir. Bu heyecan bireyi

harekete geçiren şeydir.364 Bundan çıkarımda bulunarak, heyecan, açık ahlaka ait

değerlerin oluşmasında temel gerekliliktir sonucuna varabiliriz. Tasavvuf anlayışındaki

ahlak açıklamalarında Bergson’un heyecan dediği şeyin yerine bize göre bireyin vicdanı

temele alınmaktadır. Bireyin vicdan sahibi olması, onun iyi olana yönelmesi, kötü

olandan uzaklaşması anlamına gelir. Bize göre vicdan sahibi bir birey başka birine zarar

veremez, adaletli ve merhametli olur. Adaletli ve merhametli olan bir birey de haksızlık

359 Bircan, a.g.t., s.51. 360 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.40. 361 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.41. 362 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.43. 363 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.44. 364 Bircan, a.g.t., s.62.

Page 97: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

87

ve yolsuzluk yapmaya yönelmez. Yani biz burada Bergson’un heyecan olarak ifade

ettiği şeyi vicdan sahibi bireyin genel nitelikleri olarak açıklayabiliriz.

Bergson birinci tür ahlakı saf statik, ikincisini ise saf dinamik ahlak olarak

değerlendirir. Bergson’un tanımladığı kapalı ahlak, statik dinin etkisi ile oluşmakta, açık

ahlak da, dinamik dinden ortaya çıkmaktadır.365 Birinci tür ahlak zihin altı, diğeri ise

zihin üstüdür. Bu iki tür ahlakta birbirine geçiş evresi bulunmaktadır. Birden bire zihin

altından zihin üstüne sıçranamaz. Arada bir geçiş vardır ve bu geçiş zekadır.366 Burada

filozofun ahlak anlayışında da bir evrim görülmektedir. Bize göre Bergson ilkel insanın

uygarlaşmasının getireceği bir ilerlemenin de ahlakta olduğunu sunar. Yani birey

geliştikçe, ahlak da gelişecektir. Filozofun evrim anlayışı, ahlak görüşünü de

etkilemektedir. Bergson kapalı ahlaktan açık ahlaka geçişin de evreleri olduğunu

söyleyerek, ahlakın da evrimleştiğini anlatmaya çalışmıştır. Filozofa göre iki ahlakın

temeli farklıdır. Birinci ahlak, hayvandaki içgüdüyü andıran alışkanlıklara dayanırken,

ikinci ahlak sezgiye, heyecana ve atılıma dayanır.367 Bu iki ahlak aslında mutlak ahlakın

iki ayrı kısmıdır ve bunun sebebi temellerinin farklı olmasıdır. Burada iki kısım ile

anlatmak istenen, kapalı ahlak ile açık ahlak olarak adlandırılan iki ahlak tanımıdır.

Bergson kapalı toplumların ahlak kurallarını, hayvansal içgüdüye benzetir çünkü

toplum halinde yaşamak belirli sorumluluklar getirmektedir.368 Bu toplumlar, başka

toplumların ahlak ve törelerini kabul etmemektedir. Bu yüzden kapalı ahlak riske

girmeyen, güven ahlakıdır. 369 Bergson’un sunduğu bu kurallar, yeniliğe, dış etkilere

kapalıdır ve hazır olan bir düzen vardır. Yeni atılımlarda bulunmayan ve kapalı ahlakı

hazır haliyle kullanan toplum riskle karşılaşmayacağı için bu ahlak güven sağlayacaktır.

Açık ahlakta durağan, hazır bir ahlak öğretisi olduğu gibi kabul edilmek yerine, üzerine

daha yenilikçi ve olgun öğretiler ekleyerek insanlık ahlakına ulaşma isteği vardır.370

Bergson’un iki ahlak tanımı arasındaki farkları toparlandığında, kapalı ahlak;

toplumdaki denge ve uyumu sağlamak amacıyla doğa tarafından oluşturulmuş, bireyin

kendisi için değil de toplum için uyguladığı, zorunluluk barındıran, durağan ve

365 Dede, a.g.t., s.218. 366 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.57. 367 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.57. 368 Bircan, a.g.t., s.52. 369 Bircan, a.g.t., s.52-53. 370 Bircan, a.g.t., s.61.

Page 98: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

88

hareketin olmadığı, içgüdüyü andıran alışkanlıklara dayanan ahlak türüdür. Açık ahlak;

birey tarafından, kendisi için ve çabayla oluşturulmuş, sevgi içeren, sezgi, heyecan ve

atılıma dayanan, zorunluluğun olmadığı ahlak türüdür. Bu bireysel bir ahlaktır yani

bireyin kendi tecrübelerinden meydana gelmiştir ancak kapalı ahlak toplumsaldır yani

toplumun oluşturduğu normlar mevcuttur.371 Kapalı ahlaktan ayrı, onunla tamamen

farklı görünen açık ahlak, tüm insanlığa hitap eder ve evrenseldir..372 Kapalı ahlak

belirli bir toplumun ahlakıdır ve normları yalnızca o toplumu ilgilendirir. Açık ahlakın

etkisi tüm insanları kapsar ve insanlığın ahlakı şekline bürünür. Bu açıdan

incelendiğinde, ele alınan ahlak tanımlarının, mutlak ahlakın iki ayrı kısmı olduğu

görülür.

Bergson’a göre insan akıllı bir varlık olduğu için kendine saygı duyar. Bu saygı

onu, ideal bir ahlak anlayışına götürür.373 Kişi kendine saygı duymaz, kendisini önemsiz

ve değersiz hissederse köleden farkı kalmayacaktır. Kendine saygısı olmayan bir bireyin

bize göre diğerlerine de bilinçli bir şekilde saygı göstermesi beklenemez. O halde birey

saygı gösterse bile bu zorunluluktan kaynaklıdır. Gerçek bir ahlak tanımından

bahsedebilmek için bireyin kendine saygı duyması gerekir, ancak bu tek başına yeterli

değildir. Bunun yanında iki ayrı kısım olarak ele aldığımız ahlak tanımları da tek bir

çatı altında birleşir. Bu çatı filozofa göre adalettir374 çünkü adalet kavramı geniş bir

alana nüfuz etmekte, birçok insani duygu ve davranışı içinde barındırmaktadır. Adalet

kavramı eşitlik, hak, özgür olma gibi birçok kavramın ana binasıdır ve filozof bu binada

iki ahlak görüşünü birleştirmektedir.

Filozof ahlakın iki ayrı kısmını açıklamakla işe başlamış, ardından bu iki kısmı

adalet kavramıyla bir çatı altında birleşmesini sağlamıştır. Her iki ahlakın da içinde bir

takım zorunluluk içerdiğini belirterek, bu zorunlulukları ilkinde doğa ikincisinde ise

ödev olarak ele almıştır. Bergson’un görüşlerinden yola çıkarak, bu iki ahlakın gerçek

bir ahlak kavramının tanımlamasının olmayacağı fikrine ulaşılabilir. Adalet kavramı,

açık ve kapalı ahlakı kapsamaktadır ve bu iki ahlak anlayışını bir araya getirmektedir.

Bu bir araya geliş sonrasında da Bergson’un ahlak kavramı ortaya çıkmıştır.

371 Aslan, a.g.t., s.124. 372 Aslan, a.g.t., s.123. 373 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.61. 374 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.61.

Page 99: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

89

Çeşitli toplumdan bahseden Bergson, farklı insanlardan da bahseder ancak bu

farklı insan tanımı, onların yalnızca deneyimleri ile ilgilidir. Filozofa göre insanlar

doğdukları andan itibaren ne deneyim kazandılarsa odurlar.375 Bir insan dünyaya

geldiğinden itibaren neyi öğrendiyse düşünceleri de bu öğrendiklerine göre şekillenir.

Bergson her insanda iki yön bulunduğunu savunmaktadır ve bunların itaat etmeyle

yönetme duygusu olduğunu ileri sürer. Nietzsche’de ise insan yerine, insan toplulukları,

köle ve yöneticiler olmak üzere ikiye ayrılır.376 Bergson, tek bireyde, iki duygunun bir

arada bulunacağını düşünürken Nietzsche, iki ayrı insanda iki ayrı duygudan bahseder.

İnsandaki duyguların ahlak anlayışını da etkilediğini hesaba kattığımızda, Nietzsche ve

Bergson’un insanlarının, ahlak anlayışları da bize göre birbirinden farklı olacaktır.

Bergson, saf ödevin doğa yasalarından oluştuğunu belirtir ve bu konuda;

“Kuşkusuz, maddesiz yalın bir biçim olarak ele alınan ödevden söz ediyorum: Ödev

doğal yapımızda bulunan indirgenemez ve her zaman hazır olan şeydir”377 ifadelerini

kullanır. Kant burada filozofu etkileyememiş görünür. Kant, deneysel olarak elde edilen

verilerin ahlak kuralı olarak ele alınmasının, ahlakı zedeleyeceğini düşünür.378 Bergson

ise doğamızda bulunan ve deney sonucu oluşturulabilecek bir takım kuralları yok

saymamakta, üzerine sezgisel bir düşünme ekleyerek gerçeğe ulaşmayı hedeflemektedir.

Yani Bergson, ahlak kurallarının oluşması için sezginin yanında deneysel olanı da kabul

etmektedir. Filozofa göre ödev bizim doğamızda verili olarak bulunmaktadır. Bergson

saf ödevin ne olduğunu da şu ifadeleriyle açıklar:

“Ama ödevde tamamen buyurgan olan şeye döndüğümüz her defasında ve zekanın onu

zenginleştirmek için koyduğu her şeyi, onu doğrulamak için aklın onun çevresine

koyduğu her şeyi, onu doğrulamak için aklın onda bulduğumuz sırada, kendimizi bu

temel yapının içine yerleştiriyoruz. Saf ödev işte budur.”379

Bergson’un saf ödevi bize göre ilk kurallarla ilgilidir. Bu durumda Bergson’un

kuralların ilk kaynaklarına varıldığında doğa yasalarına ulaşılacağı görüşü tekrar gün

yüzüne çıkmaktadır. O halde filozofun saf ödev dediği bize göre zorunluluklardır. İnsan

doğasında ödevi barındırmaktadır. Bu ödev buyurucu olan kuralların zeka ile

375 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.74. 376 Dede, a.g.t., s.235. 377 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.74. 378 Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, s.43. 379 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.75.

Page 100: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

90

akılsallaştırılması sonucu saf ödeve dönüşmektedir. Aklımız ile açıklayabileceğimiz bir

buyurucu nitelik artık saf ödev haline gelmiştir. Burada akıl eylemimize eklenerek, akla

uygun belirli amaçlar sağlamaktadır.380 Bireyler bir amaç uğruna eylemde bulunur ve

ahlaklı olur. Bu amaca uygun olan davranışı akıl sunacaktır. Aklın ahlaktaki yeri ve

önemi burada yatmaktadır. Kant’a göre ahlak kavramının yeri apriori olarak akıldır.381

Bergson’da da akıl, ahlakı oluşturmak için meydana getirilen ödev üzerinde etkilidir.

Bize göre Bergson, akıl konusunda Kant’ın etkisini taşımaktadır.

Bergson ahlak görüşü, sezgi anlayışından uzak gibi görünür, ancak onun

ifadelerinden hareketle, kapalı ahlakta bir sezginin olmadığı, açık ahlakta ise sezginin

etkisinin bulunduğu söylenilebilir.

Bergson, ahlakın ve nasıl ahlaklı olunacağının bilinebileceğini düşünmektedir.

Yine ahlaklı olmayı öğretebilmenin de mümkün olduğunu ve iki yöntem kullanılarak

bunun başarılabileceğini savunur.

2.2.2. Ahlakı ve Ahlaklı Olmayı Öğretme Yolları

Bergson, insanların ahlakı öğrenebileceğini ve bunun da iki yolunun olduğunu

belirtir.

“Birincisi sözcüğü en yüksek anlamıyla ele alırsak terbiye etme yoludur; diğeri, aksine

terimi en mütevazı anlamıyla ele alırsak mistiklik yolu olur. İlk yöntemle kişisiz

alışkanlıklarla oluşmuş bir ahlak kafalara yerleştirilmektedir; ikincisiyle bir kişinin

taklit edilmesi ve hatta tinsel bir birleşme, onunla az veya çok bir uyum elde

edilmektedir.”382

Bergson’un yukarıdaki ifadelerinden anlaşıldığı üzere bize göre ilkinde bir

zorunluluk var gibi görülmektedir. İlk bilme yolu olan terbiye, doğa tarafından istenen

ve guruba ait alışkanlıkların kabul edilmesidir. Birey, toplumla kendisini birleşmiş

hissettiğinde terbiye kendiliğinden oluşacaktır. Bu ahlak toplumun yararını

gözetmektedir.383 Bu öğrenme yöntemini filozof, kişisiz olarak tanımlamıştı. Terbiye

380 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.79. 381 Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, s. 27. 382 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.87. 383 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.87.

Page 101: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

91

etme yöntemini gerekli olduğu takdirde diğer öğretme yöntemi tamamlayacaktır.384

Ancak ikincisinde bir özenme, ona uyma isteği vardır ve bu bir heyecandır. Kapalı

ahlak kişisizdir, açık ahlak ise seçkin bir örnek şahısta ortaya çıkmaktadır.385 Yani

kapalı ahlak hazır kalıp kurallar veren kişisiz bir ahlak iken, açık ahlak örnek bireyde ya

da bireylerde kendini gösterir. Kant’a göre gerçek ahlaka ulaşmada, isteme sahibi olan

insanın özgür olması yani duyular dünyasının etkisinden kurtulması gereklidir.386

Bergson’da bireyin açık ahlaka ulaşabilmesi için topluma olan bağlılığını aşması

gerektiğini ifade eder.387 Topluma olan bağlılık, kapalı ahlakın içeriğine uyma

zorunluluğunu da beraberinde getirdiğinden, açık ahlaka erişmenin yolu, bireyin

toplumsal bağlılığını üzerinden atmasıyla gerçekleşecektir. Bergson, bireyin irade sahibi

olmasını, kendisi istediği için örnek olana uyması söz konusudur. Filozof, özgür bir

isteme konusunda Kant’tan etkilenmiş görünmektedir.

İkincide yöntemde rol alan kişi, insanları adeta çağırmaktadır. Bu kişiler gerçek

mistiklerdir ve ahlakı bireylere şu şekilde aktarırlar:

“Kendi içlerinden akmaya bıraktıkları şey, onların içinden diğer insanları kazanmayı

isteyen ve aşağıya doğru inen bir akımdır: Aldıklarını kendi çevrelerine yayma

gereksinimini, bir aşk atılımı olarak hissederler. Öyle bir aşk ki her biri onda kendi

kişiliğinden iz bırakır. Bu aşk, her birinde, insan yaşamını başka bir atmosfere

taşıyabilecek yeni bir heyecandır. Bu aşk her birinin kendisi için sevilmesini sağlar ve

onunla ve onun için diğer insanlar ruhlarının insanlık sevgisine açılmasına izin

verirler.”388

Bergson’a göre mistikler Tanrı ile mistik bağ kurmuş kişilerdir. Mistikler,

insanlara ahlakı öğretmeyi, aşk atılımı (élan d'amour) olarak tanımlarlar. Bergson’a göre

mistikler, ahlak anlayışlarını, insanlara kendinden bir akış ile aktarmaya çalışır. Mistiğin

aşkla öğrettiği ahlak, kendisinden de izler taşır, mistik kişinin izleri, onu takip eden ve

onu model alan kişilerde de görülür. Ahlakın taklit edilme yoluyla öğrenilmesinde etkili

olan rol model kişiler, filozofun düşüncelerine göre, elde olan ahlak kuralları yetersiz

kaldığında, içimizden, bizim nasıl bir davranış sergileyeceğimizi bileceğini

384 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.88. 385 Bircan, a.g.t., s.62. 386 Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, s.73. 387 Bircan, a.g.t., s.63. 388 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.89.

Page 102: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

92

düşündüğümüz kimselerdir. Yani yetersiz kalan ahlak kuralları karşısında danıştığımız

kimselerdir.389 Bu öğretim yönteminde, ahlakı öğrenmek için, mistiğin ya da yol

göstericinin bir çağrısı söz konusudur.390 O halde bu çağrıya kulak verenler, bize göre

mistikliği arzulayanlar olacaktır. Gerçek mistiklerin insanları sarmaları, onları iyiliğe

yönlendirmeleri, evrensel dinlerin oluşmasına yardımcı olmuştur.391 Dinamik dinler

kötülüğü emretmeyecektir zira onlar kötülüğü emretmiş olsaydı bize göre evrensel

dinler olamayacaklardı. Bergson’a göre mistiklik yalnızca dine ait değildir, ahlakta da

etkilidir. Gerçek mistikler ahlaksal olanı, bir sel gibi taşırmakta, diğer insanlara

ulaştırmaktadır.392 Bergson’un mistikleri Tanrı ile bir olabilen, O’na ulaşan kimselerdir.

Ancak Nietzsche’nin ahlak düşüncesindeki üstün insan tanımı için bu durum söz konusu

olamayacaktır.

Gerçek mistikler toplumun diğer üyelerine fayda sağlayacaklardır. Mistikler,

ahlak kurallarında birebir bulunmayan bir durumda, içinde kaldığımız çıkmazda, bize

yardımcı olup en uygun olanı sunacaklardır.393 Büyük mistikler, bizim yetemediğimiz

durumlarda etkisini gösterirler. Onların yardımı alelade bir yol gösterme olarak kabul

edilirse gerçek mistiğin bir önemi kalmayacaktır. Bu yüzden gerçek mistiğin gösterdiği

yol, daha sonrası için de büyük bir örnek teşkil edecektir. Ahlakta temel olan ruhun

özgür yaradılışıdır ve bu sayede mistikler diğerleri üzerinde etkili olabileceklerdir.394

Zorunluluk içinde olan bir kişi, belki kendisinin bile istemediği bir davranışı başkalarına

örnek göstermede yetersiz kalacak, hatta isteksiz olacaktır. Ama özgür bir birey,

eylemlerine kendisi karar vereceği için isteyerek yaptığı iyi eylemleri başkalarına örnek

olarak daha iyi sunabileceklerdir.

Bergson’un ahlakı teorik değil yaşanmıştır. Zeka ve mantığa dayanan açık ahlak

anlayışı tecrübe ve sezgiye dayanır.395 Filozof, ahlak anlayışında akılcılık, duyguculuk

ve faydacılık akımlarının adeta bir sentezini sunmaktadır. Bergson’un ahlak

açıklamasında, mistiklerin insanlara ahlakı aşk ile aktarması bize göre, onun duygucu

bir anlayış sergilediğini gösterirken, ahlaklı olmanın hem kendine hem de bireye faydalı

389 Kök, a.g.t., s.151. 390 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.89. 391 Aslan, a.g.t., s.125. 392 Kök, a.g.t., s.153. 393 Aslan, a.g.t., s.126. 394 Aslan, a.g.t., s.132. 395 Aslan, a.g.t., s.133.

Page 103: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

93

olacağını belirtmesi de faydacı bir anlayış barındırmaktadır. Bununla birlikte ahlak

anlayışında ödeve yer vermektedir ancak, Bergson ile Kant’ın ödev ahlakları farklıdır.

Bergson ahlak tanımlamalarını yaparken aslında ahlakın sezgi ile bir

bağlantısının olmadığını ileri sürse de, bize göre onun açık ahlakında, gerçek mistiklerin

devreye girmesi, sezginin etkisinin bulunduğunu gösterir. Kapalı ahlakta bir sezgiden

bahsedilemez ancak açık ahlakta bu etki örtük bir şekilde sunulmaktadır.

2.3. AHLAKIN TEMELLENDİRİLMESİNDE DİNİN ROLÜ VE AHLAK-

DİN İLİŞKİSİ

Ahlakın ne olduğu, neye dayandığı, ahlakın kaynağının ne olduğu ve

temellendirilmesi felsefede tartışılan konulardandır. Ahlakın ve ahlaki davranışın

kaynağı ile ilgili temellendirmeler iki sınıfta inceleyebilir, bunları da din ile yapılan

temellendirmeler ve din dışı olarak yapılan temellendirmeler olarak söyleyebiliriz. Din

etkisi olmadan temellendirilen ahlakta esas olan akıl, sezgi ve duygudur.396 Ahlaki

davranışlarının kaynağını, insanların doğal eğilimleri, kişi veya kişilerin koyduğu

kurallar olarak da tanımlayabiliriz. Tabi kaynaklı olan ahlaki davranış değişime

uğramamaktadır.397 Kişilerin oluşturduğu kurallardan kaynaklanan ahlaki davranış, ister

dini ister de insanlığın ürünü olsun değişime uğramaktadır.398 Benzer şekilde:

“Dinsel/teolojik etikte ahlaksal ölçütleri koyan, iradesine ve buyruklarına koşulsuz

uyulmasını talep eden bir Tanrı, bir Tanrısal otorite vardır… Oysa felsefede, özellikle

eleştirel felsefede, bizzat ölçütleri koyduğuna inanılan da dahil olmak üzere, bu

dinsel/teolojik ölçütlerin ve buyrukların da ele alınıp irdelenmesi ve eleştirilmesi

gerekliliği vardır”399

Yukarıda yer alan ifadelerinden anlaşılacağı gibi ister dini ister din dışı olsun her

iki ahlaki temellendirme de felsefede incelenme konusudur. Birincisinde açıklama,

araştırma olmadan koşulsuz bir kabul söz konusuyken ikincisinde Tanrı’nın kendisi de

dahil her şeyin incelenmesi ve eleştirilmesi gerekli görülmektedir. Genel olarak ahlak ve

396 Recep Kılıç, “Ahlakı Temellendirme Problemi”, Felsefe Dünyası, Sayı 8, Temmuz, 1993, s.69. 397 Ayşe Sıdıka Oktay, “Kınalızade Ali Efendi’de Ahlaki Yasa ve Değerlerin Kaynağı Sorunu”,

Uluslararası Kınalızade Ailesi Sempozyumu Bildiriler Kitabı, SDÜ İlahiyat Fakültesi Yayınları, 2014,

s.386. 398 Oktay, a.g.m., s.388. 399 Özlem, Etik-Ahlak Felsefesi ,s.33.

Page 104: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

94

din arasındaki ilişkiden bahsettikten sonra Bergson’da din ve ahlak arasında bir ilişkinin

bulunup bulunmadığı hakkında görüşler elde edilebilir.

Din toplumsallık taşımaktadır ve benzer şekilde ahlakın da toplumsal bir boyutu

vardır. Ayrıca filozof dini statik ve dinamik olarak ayırmaktadır. Benzer şekilde ahlakı

da statik ve dinamik olarak ikiye ayırmaktadır. Bunlar ister istemez ilk planda aralarında

bir ilişki olduğu düşüncesini akıllara getirmektedir. Ancak din, ahlakın oluşmasında bir

etken midir? Düşünür, din ve ahlak kavramları arasında bir bağlantı aramayı gerekli

bulmamıştır. Çünkü din, her ne şekilde olursa olsun topluma aittir. Ancak din, ister

statik din ister dinamik din olsun, toplumun farklı hallerde, isteklerine cevap

vermektedir. Bergson toplum kuralları ile Tanrı’nın yani dinin emirleri hakkında şu

ifadelerde bulunur:

“Peki toplumsal buyruğun arkasında dinsel bir buyruğun olduğunu fark edersek ne

olacak? Bu iki terim arasındaki ilişkinin pek bir önemi yok. Din şu veya bu tarzda

yorumlansa da, ister öz olarak, ister rastlantısal olarak toplumsal olsa da, bir nokta

kesindir, o da dinin her zaman toplumsal bir rol oynadığıdır. Diğer taraftan bu rol

karmaşıktır; zamana ve yere göre değişmektedir; ama bizimki gibi toplumlarda, dinin

ilk olarak toplumun isteklerini destekleme ve bunları güçlendirme etkisi vardır. Din

daha da ileri gidebilir ama en azından bu noktaya kadar gitmektedir.”400

Dinamik din insanların isteklerini karşılamak amacı taşımaktadır ve dinamik din,

statik dinin bir evrimi sonucu oluşmuş, onun son aşamasıdır demek yanlış olmayacaktır.

Filozof dinin bir takım toplumsal ihtiyaçlar sonucu ortaya çıktığını belirterek, ona

toplumsallık atfetmiştir. Filozofa göre toplumun, bir arada durabilmek için dine ihtiyaç

duyar ve din ister ilkel toplumda oluşmuş olsun, ister uygar toplumda oluşmuş olsun;

doğal din ya da dinamik din olsun her şartta toplumsal olarak ihtiyaç duyulan bir

olgudur. Düşünürümüze göre ahlak da toplumsal bir ögedir ve din ile ahlakın ortak

noktalarından ilki filozofa göre toplumsallık içermesidir.

Bergson, din kavramını şu şekilde de sunmaktadır:

“Ama Platoncu ideaların, sadece kaba taklitlerini algıladığımız gerçeği tam ve

mükemmel olarak göstermesi gibi, din bizi, kurumlarımızın, yasalarımızın ve

400 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.11.

Page 105: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

95

adetlerimizin sadece en belirgin noktalarını belirtmekle yetindiği bir dünyaya sokar.

Aşağıda [bu dünyada], ortalama ve yaklaşık bir düzen vardır ve insanlar bunu az çok

yapay bir şekilde yakalamışlardır; yukarı düzen mükemmeldir ve kendiliğinden

gerçekleşir. O halde din bizim gözümüzde, toplum buyruğuyla doğa yasası arasında yer

alan ve ortak bilincin alışkanlıklarıyla daralan mesafeyi kapatma işlevini tamamlar.”401

İnsanlar yaşadıkları alemde yalnızca ideaların kopyalarını görmektedirler ve bu

kopyalar gerçek olanı, ideaları tam olarak yansıtmamaktadırlar. Bergson’a göre din

insanlara, topluma ait bütün gelenek, görenek ve kuralların tamamını sunmamaktadır.

Hepsinden bir kısmını alıp, adeta önemli noktalarını sunmaktadır. Buradan yola çıkarak

biz; dinin bütün gerçeklikleri önümüze kusursuz olarak sunmadığı fikrine ulaşılabiliriz.

Din, Bergson felsefesinde, toplumun oluşturduğu kurallar ile doğanın yasaları

arasındaki ayrılığı kapatmaya yaramaktadır. İnsan, oluşturduğu kuralların, doğa

yasalarına uygunluğunu incelediğinde ayrılık yaşayabilecektir. Bundan dolayı insan,

doğayı açıklamaya yetmediği ya da doğa karşısında güçsüz kaldığı, doğa ile

uzlaşamadığı anda, din ortaya çıkarak adeta onları yakınlaştırmaktadır. Örneğin ölüm

doğanın kuralıdır ve insan ölüme karşı gelememektedir. Ölüm sonrası hayatın, ödülün

veya cezanın varlığını bilmek, bize göre insanın, kendini kontrol edebilmesini sağlar.

Bu bakımdan ele alındığında din, toplumun ve toplum içindeki düzenin korunmasına

yardımcı olur.

Bergson şimdiye kadar ahlak ve dinin toplumsal olmasının ortak noktaları

olduğu söylemişti. Burada ise düşünürümüz, bir dinin, ahlak kuralını nasıl

oluşturduğunu şu ifadeleri ile açıklar:

“Eğer bir din yeni bir ahlak getiriyorsa, bunu kabul ettirdiği metafizikle, Tanrı üzerine,

evren üzerine, Tanrı ile evren arasındaki ilişki üzerine olan fikirleriyle dayattığı

söylenir. Bu görüşe, bir dinin aksine ahlakının yüksekliği ile ruhları kazandığı ve onları

olayların belirli bir kavranışına doğru açtığı yanıtı verilmiştir.”402

Bergson’a göre din, yeni bir ahlak kuralı oluşturmak isterse ya da buna

yönelirse, bunu Tanrı ve evren görüşlerinden yararlanarak yapmaya çalışacaktır. Dinin,

401 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.11-12. 402 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.43.

Page 106: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

96

ahlakı bu görüşlerle dayattığı ifade edilse de aslında ruhları kazanan onları kavrayan bir

ahlak sunduğu belirtilmiştir.

Bergson, ahlakı öğretmenin iki yolundan bahsetmişti. İlki kişisiz bir ahlak

öğretimiydi ve bu terbiye etme yoluydu. İkincisi mistik bir yoldu burada gerçek

mistiklerin örnek alınması söz konusuydu. Bergson ahlak ve din arasındaki bağlantıyı

da vurgulamıştır. Buradaki kişisiz olan öğretim yolunda yani terbiyede Tanrı temelli bir

ahlaktan söz edebiliriz. İkincisinde ise dinamik dine ve dinamik ahlaka ulaşmış olan

gerçek mistiklerin rol model olması ile öğretilen bir ahlak ifade edilir.

Din ile ahlak ilişkisi konusunda bir diğer soru şudur: Din, ahlaklı olmaya yardım

eder mi ya da din ahlaklı olmayı mı emreder? Bergson din ve ahlak arasındaki ilişkiyi

bir de bu açıdan ele almaya çalışmıştır. Ona göre;

“Dinin, cezaların ve ödüllerin korkularını ve umutlarını vermesiyle, ahlakın yardımcısı

olduğunu söylemekten hoşlanıyoruz. Belki haklıyız ama bu açıdan dinin insani adaletin

tanrısal adaletle genişlemesini ve doğrulmasını vaat etmenin dışında pek fazla bir şey

yapmadığını eklemek zorundayız: din, toplum tarafından yaratılan ve çok eksik bir

biçimde uygulanan yaptırımlar üzerine, insanların dünyasını terk ettikten sonra

Tanrı’nın dünyasında bize uygulanması gereken, çok daha yüksek olan diğer

yaptırımları koymaktadır; bununla birlikte bu şekilde insanların dünyasına

tutunuyoruz;...”403

Düşünürümüze göre din, ölümden sonra hayat fikrini içerir. Onlar, cezadan

kaçmak veya ödüllendirilebilmek amacıyla doğru olan davranışı yapmaya

çalışacaklardır. Birini öldürmek oldukça kötü bir eylemdir. Birey bunun farkındadır

ancak yine de bir başkasını öldürmek isteyebilir ya da bir zorluk anında öldürmeye

meyledebilir. Ancak din, bir canlıyı öldürmenin ne denli kötü bir eylem olduğu

belirtiyor ve birey ölümden sonra ceza alacağını düşünüyorsa bize göre bu eylemden

kaçınacaktır. Ahlak kuralları da buna benzer bir uygulama içeriyor, din de bunu

emrederse, bize göre din, ahlaka yardımcı oluyor görüşü ortaya çıkar. Din, insanlara

korku ve umut verdiği için, ahlakın yardımcısıymış gibi kabul edilebilmektedir. Bize

göre bu durumda dinin asıl niteliği yitirilecektir. Din insanların dünyasından

uzaklaşarak, Tanrı’nın dünyasında, daha aşkın yaptırımlar sunmaktadır. Bize göre bu

403 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.88.

Page 107: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

97

yaptırımlar, filozofun ahlak anlayışında açık ahlak dediği ahlakın yaptırımlarıdır. Yani

din bizi statik ahlakın yaptırımlarından daha ileri götürerek açık ahlaka ulaştıracaktır.

Bergson dinin ahlakı etkilediği fikrinin, ahlak kurallarının düşünülmeden yerine

getirilmesine neden olduğunu bildirir ve bu şu ifadeleriyle sunar:

“….Kuşkusuz dini işe karıştırıyoruz ama onun özel olarak dinsel olan yanını hesaba

katmıyoruz; ne kadar yükseğe çıkarsak çıkalım, ahlaki eğitimi hala bir terbiye etme ve

ahlakı da bir disiplin olarak görüyoruz; burada hala ilk yönteme bağlanıyoruz ve ikinci

yönteme taşınamıyoruz. Diğer taraftan, “din” sözcüğü telaffuz edilir edilmez, genel

olarak dinsel dogmaları ve bu dogmaları içeren metafiziği düşünüyoruz: Öyle ki ahlakın

temeli olarak din gösterildiği zaman, kabul edilişleri iyiliğin uygulanması sonucunu

doğuracak, Tanrı’yla ve dünyayla ilgili bir takım görüşlerin toplamını düşünüyoruz.

Ama bu şekilde ele alınan görüşlerin, kuramların, yani fikirlerin yapabildikleri gibi,

istencimiz (irade) ve davranışımız üzerinde etkili oldukları açıktır: Burada entelektüel

düzlemdeyiz ve yukarıda görüldüğü gibi, ne ödev, ne de onu devam ettiren şey saf

fikirden kaynaklanamazlar, çünkü saf fikir onu kabul etmekten ve onu uygulamaya

sokmaktan hoşlandığımız ölçüde istencimiz (irade) üzerinde etkin olur.”404

Bergson yukarıdaki ifadelerinde dinin ahlakı etkilediğinin kabul edilmesi

durumunda, insanların kuralların nedenini araştırmaya yöneltmeyeceklerini belirtir.

Tanrı kötü olanı istemeyeceği ve emretmeyeceği için kuralların nedenini araştırmaya

gerek duyman insan düşünürümüze göre akıl temelli bir ahlaktan uzaklaşacağı için açık

ahlak evresine gelemeyecektir. Bergson’a göre ahlaki eğitim söz konusu olduğunda akla

ilk gelen terbiye etme yoludur ve ikincisi yani mistiği model alma akla hemen

gelmemektedir. Terbiye etme yolu değişmeyen kuralları zorunlu olarak öğrenmeyi içerir

ikinci yol ise gerçek mistiklerin rol model olması sonucu öğrenilir. Düşünürümüzün

ifadelerinden çıkarılabileceği gibi ahlakın temeli din olarak kabul edildiğinde iyiliğin

uygulanıldığına inanılacaktır ve bu durum iradenin ve davranışların üzerinde etkili

olacaktır. Filozofa göre dinamik dinde, gerçek mistikler rol model olacaktır ve insanlar

bu öğrenmede, modelin gösterdiklerini uygulamaktan hoşlandığı ölçüde iradelerini

kısıtlayacaklardır.

Din ve ahlak birbirinden tamamen bağımsızdır demek filozofun görüşleri ile

bağdaşmaz. Ona göre din ve ahlak birbirini dolaylı yollardan da olsa etki etmektedir.

404 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.88.

Page 108: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

98

Burada dolaylı yoldan kastedilen dinin, geleneklerin uygulanmasını emretmesi ve

geleneklerin de ahlakın oluşumunda payının olmasıdır. Din, doğrudan ahlakı

emretmezken, “Başlangıçta gelenek bütün bir ahlakı oluşturur: ve din gelenekten

ayrılmayı yasakladığı için ahlak dinle birlikte vardır.”405 Düşünürümüze göre

geleneklerden yola çıkılarak temel bir ahlak anlayışı oluşturulurken gelenekler de dine

inanmayı emreder. Bu ifadelerden hareketle din, dolaylı olarak ahlakla etkileşim

halindedir düşüncesine ulaşabiliriz.

Bergson’un görüşleri bağlamında ilkel toplumların ahlak kuralları, evrensel

değerlere dayalı bir ahlak değil, töre ve geleneğe bağlı bir ahlak olarak

değerlendirilebilir. Çünkü gelenekler evrensel değildir. İlkel din, insanın düşünmeye

başladığı anda, bencilleşmeye başlamasını engellemek amacıyla oluşturulmuştur. Bu

durum doğanın zekaya karşı oluşturduğu koruyucu bir tepkidir.406

Gelenekler aracılığıyla din ve ahlakın birbirini etkilediğini düşünen Bergson,

onların birbirine dayanak olduğunu söylemenin yanlışlığını şu ifadeleriyle belirtir:

“Dinin işlevlerinden biri, doğa tarafından istendiği şekliyle toplumsal yaşamı

korumaktır, dediğimiz zaman, bu dinle ahlak arasında bir dayanışma olduğunu

kastetmiyoruz. Tarih bunun aksini gösteriyor. Günah işlemek her zaman tanrıyı

yaralamak olmuştur; ama tanrının her zaman ahlaksızlıktan ve suçtan yara aldığı

söylenemez: Onları emrettiği bile olmuştur.”407

Yukarıdaki ifadelerden anlaşılacağı üzere hem din hem de ahlak, toplumu bir

arada tutmaya yönelik olsalar da, filozofa göre ikisi arasında bir dayanışmadan

bahsetmek yanlıştır. Çünkü Bergson, dinin kurallarına uymamanın tanrıya zarar

verebileceğini belirtirken, ahlaka aykırı davranmanın bazen tanrıya zarar vermediğini

dile getirmiştir. O halde her ahlak kuralının, dini içerikli olmadığı kanısına varmak

yanlış olmayacaktır.

Toplumlar, ahlak kurallarıyla ödevleri, adetlerini ve geleneklerini sadeleştirerek

oluşturur. Bergson’un görüşlerinden hareketle bize göre ilkel toplumun ahlak kuralları

dinden etkilenmiştir. Bergson’da göre statik dinde ahlaksal ve ulusal olmak üzere iki

405 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.110. 406 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.110. 407 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.183.

Page 109: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

99

özellik vardır. Bu iki özellik yalnızca adetleri olan ilkel toplumda zorunlu olarak

birliktedirler.408 Bergson felsefesinde statik din, toplumu bir arada tutmak ve bireyin

umutsuzluğa düşmesini engellemek için oluşmuştur. Toplumun bir arada yaşayabilmesi

için din oluştuğunu kabul etmek, onun ulusal bir özellik taşıdığını belirtmek anlamına

gelir. Bununla birlikte bize göre ilkel toplumların dinlerinin çok Tanrılı ya da doğada

herhangi bir varlığa tapınma olarak ortaya çıkabilmektedir. Bunun nedeni ise yine bize

göre ilkel toplumun ilerleyebildiği kadar, kendilerine bir din oluşturmaya çalışmalarıdır.

İlkel toplumlar geleneğine, töresine uygun din kabul etmişlerdir. Bu durum da, ahlak

anlayışının dini etkilediği görüşünü ortaya çıkaracaktır. Bergson bu durumun yalnızca

ilkel din için ifade edilebileceğini belirtir.

Bergson’un görüşlerinden yola çıkarak dinin, ahlak kurallarını etkilediğini ifade

edebiliriz. Toplum, herhangi bir inanca sahip olabilir ve kendi içinde kurallar

oluşturarak geleneklerini meydana getirirler. Bunun sonunda ise ahlak kuralları oluşur

ve bundan dolayı da din bize gelenekler aracılığı ile ahlak kurallarına uymamızı

emreder. Böylelikle din dolaylı olarak ahlaklı olmayı istemektedir.

Bergson ilkel toplumların ahlakının dinden etkilendiğini belirterek yalnızca

kapalı ahlakta dinin payı olduğunu ifade eder. Ancak filozofun açık ahlak görüşünde,

mistiklerin rol model olmasından bahsetmesi, bize göre onun bu ahlak tanımında dinin

etkisini göstermektedir.

408 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.184.

Page 110: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

100

SONUÇ

Bergson 19-20 yüzyıllar arasında yaşamış, metafizik konularla ilgili görüşleriyle

yaşadığı dönemin diğer filozoflarından farklı bir anlayış geliştirmiştir. Filozof, doğal

olarak birçok düşünürün etkisi altında kalmış ve kendisi de birçok düşünürü

etkilemiştir. Yaşadığı dönemde materyalizm ve pozitivizm gibi akımlar baş

göstermekteyken, filozof maddeden uzak, doğa bilimlerinden farklı bir anlayış ortaya

koymuştur. Ortaya koyduğu akım yeni bir bilme yönetimi olan sezgidir ve bu

Bergson’un bütün felsefesinin temelini oluşturmaktadır. Pozitif bilimlerin uyguladığı

deney yönteminin yetersizliğini ve bu yöntemle hakikate ulaşılamayacağını savunur.

Ancak bu yaklaşım onun bilimleri tamamen dışladığı anlamına da gelmemektedir.

Materyalistler her şeyin maddesel olduğunu ileri sürmekteyken filozof her şeyin madde

olmadığını daha doğrusu her şeyin maddesel olmadığını ve şeylerin maddi bir temelle

incelenemeyeceğini ileri sürmektedir. Filozofa göre hem maddesel olan hem de

maddesel olmayan vardır. Bununla o, düalist ve dinamik bir anlayış belirtmektedir ki bu

tartışma çoğu filozofu olduğu gibi Bergson’u da ruh-beden ayrımına götürmektedir.

Bergson’un felsefesinde insan, beden ve ruh olarak iki yön barındırmaktadır.

Beden doğa yasalarına tabidir ancak ruh değildir, çünkü ruhun maddesi olmadığından

onu doğa yasalarına tabi tutacak bir sebep yoktur. Bu açıdan bakıldığında insan bir

yönüyle doğa yasalarına bağlıyken diğer yandan ondan bağımsızdır. Bergson, insanın

zekasının bedene ait olduğunu öne sürmekte ancak zihnin maddesel yani bedene ait

olmadığını da belirtmektedir. Kişi duyu verileriyle başlayan ve zekasına kodladığı bir

takım bilgileri zihni ile yoğurmaktadır ancak bu da filozofa göre yeterli değildir.

Bergson’un bütün felsefesinin temelinde yer alan sezgi, bir şeyin neliğine dair bilimin

sunduklarına ek olarak ani bir sıçrama ile bilgiye ulaşmadır. Sezgi gerçeğe ulaştıran bir

bilme yöntemidir fakat filozof zeka olmadan sezginin de olamayacağını ifade eder.

İnsan duyuları ile algılar, zekasına elde ettiklerini kodlar ve zihni ile şekillendirir, sezgi

ise o şeyin ne olduğunun bilinmesini sağlar.

Bergson insanın iki yönü olan beden ve ruhtan bahsederken komiklik durumunu

ya da gülmeyi de anlatır. İnsanın bedeni doğa yasalarına tabidir ve buna uygun olarak

verdiği tepkiler komik olarak tanımlanmaktadır. Gerçek bilgi sezgi ile elde

edilebileceğinden, gerçek din ve ahlaka da sezgi sayesinde ulaşabiliriz.

Page 111: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

101

Bergson evrimi, bir varlığın başka bir varlıktan türemesi olarak kabul etmeyerek,

onu bir yaratma olarak ele alır ve dinamik bir süreç olarak tanımlar. İnsan kendini

bulmak için yaratma işlevine yönelir, kendi kendisini var etmeye, açığa çıkarmaya

çalışır ve filozof bunu hayat hamlesi olarak tanımlar. Bergson’a göre esas evrim işte tam

da budur. Filozofun evrim anlayışı düşüncede, dinde ve ahlakta etkisini göstermektedir.

Statik dinden dinamik dine, kapalı ahlaktan açık ahlaka geçiş anlatımı, evrim görüşünün

etkisiyle oluşturulmuştur. Bergson’un sunduğu bütün kavramlar, yine felsefesine uygun

olarak evrimi içermektedir.

Sezgi herkesin erişebileceği bir bilme gibi görünse de, bazıları ona

ilerleyemeyecektir. Sanatçı ile sıradan insan arasında, bu açıdan bir ayrımdan

bahsedebiliriz. Bergson’da sanat önemlidir çünkü o, sanatçının sezgiyle gerçeğe

ulaştığını savunur. Ona göre sanatçı, var olanda çoğunun göremediği hakikati gören,

sezgi yöntemini kullanabilen kişidir. Sanatçı gerçeğe ulaşabilmiş kişidir ve bu yönüyle

mistiklerle benzerlik içermektedir. Ancak sanatçı ve mistiğin hakikate ulaştıklarını

söylemek, onların aynı kişi olduğunu söylemekten farklıdır.

Bergson’un din anlayışı, sezgi kavramı etrafında oluşturulmuştur. Filozof, statik

dinlerin ortaya çıkışının ilk olarak doğayla ilgili olduğunu belirtir. Doğa olaylarına gücü

yetmeyen ve onları anlayamayan ilkel toplumlardaki insanlar, korkularının azalması için

bir direnç olarak dini ortaya koymuşlardır. Statik din, ilkel toplumların dindir ancak

daha ileri zamanlarda ise dinamik din ortaya çıkacaktır. Bu din yani dinamik din,

mistiklik içerdiği ve gerçeğe ulaştırdığı için filozof tarafından gerçek din olarak kabul

edilmiştir. Ancak Bergson, mistiklerin yaşadıkları anların hastalık anında da

yaşanabileceğini dile getirir. Buna ek olarak filozof, mistiklerin yaşadıkları şeyin

hastalık mı yoksa mistik yaşantı mı olduklarını bilemediğini de belirtir. O halde bize

göre Bergson’un ileri sürdüğü, mistik yaşantılar sonucu ulaşılan gerçek dediği bilgilerin

gerçeklikleri tartışılacaktır. Çünkü Bergson, elde edilen bilgilerin hastalık anında da

oluşabileceğini ve mistiğin yanılabileceğini belirtir. Bu açıdan ele alındığında bize göre

Bergson’un sunduğu mistiklik ve mistik tecrübe görüşü eleştirilere açıktır.

Bergson, insanların statik dine inanmasının nedeni olarak, ölüm korkusunu ve

umutsuzluktan kurtulma isteğini ele alır ve bunu temel sebep kabul eder. Ölümden

sonra hayatın varlığı fikri, cezalandırılma ve ödüllendirilme anlayışlarını da beraberinde

Page 112: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

102

getirecek, bu da insanı dine uygun yaşamaya yönlendirecektir. Bize göre ruhun ölümlü

olması fikri, insanı kötülüğe itebilecek ve çoğu insan içgüdülerine göre hareket

edebilecektir. Bu durumda her insan bir başkasını engelleyip, zarara uğratabilecektir.

Birey bir zaman sonra toplum olarak yaşamak yerine, diğer insanlardan uzaklaşmaya

başlayabilecektir. Din bu açıdan bakıldığında hem toplumu korumaktadır hem de

insanın isteklerini bastırabilmesini sağlamaktadır. Ancak içgüdü ve isteğini bastıran

insan bunu cezadan kaçmak ve ödüle ulaşmak için yapmaktadır. Bu açıdan bakıldığında

din, toplumun bir takım kurallar oluşturmasını sağlayacaktır.

Filozof ele aldığı ahlak görüşünde sezginin etkisini sunmaktadır. Bergson’un

ifadelerinden hareketle, bize göre kapalı ahlakta bir sezgiden bahsedilemezken, açık

ahlakta sezginin etkisi bulunmaktadır. Bergson’un felsefesine göre gerçek ahlaktan

bahsedebilmek için, bilimin yanında sezgisel bilme de gerekli olacaktır.

Bergson’a göre din çoğu zaman, geleneklere uyulmasını emreder. Gelenekler ise

ahlak kurallarının temelini oluşturduğu için din, ahlakı ve ahlaklı olmayı istemektedir.

Burada dinin ahlakı etkilediğini dile getirmek, onların aynı olduğunu anlamına

gelmeyecektir. Bergson dinin kurallarına uymamanın Tanrı’yı yaraladığını ancak ahlak

kurallarına uymamanın bazen Tanrı’yı yaralamadığı ifade eder.

Bergson ahlakı iki şekilde ele alır ve bunların açık ve kapalı ahlak olduklarını

belirtir. Kapalı ahlak, ahlakın ilk evresidir ve açık ahlaka doğru ilerlenmektedir. Açık

ahlak ise ahlakın son evresidir. Kapalı ahlaktan açık ahlaka geçiş aşamaları Bergson’un

evrim görüşünün etkisini barındırır. Bergson açık ya da kapalı ahlakın gerçek ahlaka

dönüşebilmesi için bir araya gelmesi gerektiğini savunarak bu iki tür ahlakı, adalet

çatısında inceler. Bu görüşlerden de anlaşılacağı üzere adalet, ahlakı kapsamaktadır.

Bergson, insanın gerçek ahlaka ulaşabilmesi için heyecanın gerekliliğinden

bahseder. Bir heyecan başka heyecanları doğurarak ahlaklı olmayı sağlar. Bize göre

Bergson’un heyecan dediği şey, vicdan olabilir. Birey vicdan sahibiyse, iyi olana

yönelecek ve kötüden uzaklaşacaktır. Bize göre birey vicdanı sayesinde adaletli,

merhametli, hoşgörülü olabilir.

Bergson, ahlakın öğretilebileceğini savunarak bunun bireyi, terbiye etme ya da

mistiklerin rol model olmasıyla sağlanabileceğini belirtir. Terbiye yolu zorunluluk

Page 113: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

103

barındırırken, mistiğin model olması bir çağrıyı ve bu çağrı karşısında bireyin isteğini

önemli görür. Mistikler, ahlak anlayışlarını diğer bireylere aşk ile sunmakta ve bunu

adeta bir akış ile diğer insanlara öğretmektedirler.

Bergson din ve ahlakın birbiriyle aynı olmadıklarını dile getirirken, tamamen

ayrı olmadıklarını da belirtmektedir. Din, ahlakı gelenekler aracılığıyla emrettiği için

birbirlerinden ayrı ele alınamaz ancak bazen din, ahlak kurallarına aykırı olanı da

emredebilmektedir. Sonuç olarak din de ahlak da insanları umutsuzluktan kurtarmak ve

toplum halinde yaşamaları sağlamak için vardır.

Bergson dinin ahlaka etkisi konusunda; yalnız ilkel toplumlarda geçerli olmak

kaydı ile dinin ahlaka etki ettiğini belirtir. Yani düşünürümüz kapalı ahlakın dinin

etkisini barındırdığını ifade eder. Bergson, açık ahlak tanımlamasında, gerçek ahlakta ve

bunu öğrenmede mistiklerin etkili olduğuna değinir. Mistikler rol model olarak ahlakı

diğer insanlara aşk ile sunduklarına, bir akış ile diğer insanlara öğrettiklerine göre

onların bu mistik öğretileri ve yaşantıları dinden bağımsız olamayacağı gibi ahlakları da

dinden bağımsız olamaz. Dolayısıyla Bergson’un bu ifadelerinden hareketle bize göre,

açık ahlakta da dinin etkisi vardır ve bu etki örtük bir şekilde sunulmuştur.

Bergson insanı etkileyen bir doğa anlayışı sunmuş ve doğanın insan bedeni

üzerindeki etkisinden bahsetmiştir. Filozof bir doğanın varlığından bahsetmedir ancak

bu doğanın ne olduğunu ya da kim olduğunu belirtmemiştir. Düşünür bununla birlikte

bir de Tanrı’nın varlığından bahsetmektedir ve doğayla arasında bir bağın olup olmadığı

konusunda da açık bilgi vermemektedir. Filozofun doğa ve Tanrı tanımlamalarında

muğlaklık bulundurduğu için şu sorular cevapsız kalmaktadır: Tanrı ile doğa aynı şey

midir? Doğa ve Tanrı ayrı ise hangisi daha üstündür? İnsan bedeni doğaya tabi ise

Tanrı, ruhun yanında bir de bedene etki edemez mi? Filozof, Tanrı ve doğanın ne

olduğunu daha açık bir şekilde sunmuş olsaydı, doğa ve Tanrı arasında nasıl bir ilişkinin

bulunduğu belirginleşeceğinden, bu ikisi arasında muğlaklık da ortadan kalkacakmış

gibi görünmektedir.

Bergson’un sezgisinin diğer görüşlerini de etkilediği gibi evrim anlayışının da

bütün felsefesinde belirleyici olduğu görülmüştür. Filozof, sezgi ile gerçek din

anlayışına ulaşılabileceğini belirtirken, ahlak görüşünde sezgiyi, mistiklerin etkisinden

Page 114: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

104

bahsederek sunar. Bize göre filozofun hem din hem de ahlak anlayışları sezgi

anlayışının etkisini barındırır. Bergson, kapalı toplumlarda dinin ahlakı etkilediğini

belirtmiş ancak açık toplumlarda bu etkiden açık bir şekilde söz etmemiştir. Filozofun

ileri sürdüğü görüşlerinden hareketle bize göre açık ahlakta mistiklerin yer alması, onun

bu ahlak anlayışında da dinin etkisi olduğunun göstergesidir. Bergson’un sezgisi, din ve

ahlak anlayışlarını etkilerken, din de ahlak anlayışında belirleyici olmuştur.

Bergson, bilimsel bilginin kabul edildiği, metafizik bilginin yok sayılıp göz ardı

edildiği bir dönemde, farklı bir görüş ortaya koymuş, bilgiye farklı kaynaklar aramış,

düalist ve dinamik bir anlayış geliştirmiştir. Felsefesine birçok eleştiri yöneltilmesine

rağmen, her şeyin madde ve maddi alem olmadığını belirterek düşüncelerini savunan

Bergson’un, yaşadığı döneme hakim olandan farklı bir görüş sunması, diğer insanların

fikirlerine ve etkilerine rağmen düşüncelerinin ardından gitmesi, onun felsefesini özgün

kılmaktadır.

Kant’la beraber başlayan felsefe ve bilimde metafiziğin elenmesi yönünde

devam eden gelişmeler Bergson’un yaklaşımıyla farklı bakış açılarının imkanını,

metafiziği ilgilendiren konuların her zaman tartışma konusu olabileceğini dolayısıyla bu

konuları bilme isteği ve arayışının insanlar için daima devam edeceğini göstermesi

bakımından da kanaatimizce önemlidir.

Bergson’un yetiştiği çevreden farklı görüşler sunması ve bunları yöneltilen

eleştirilere karşı savunması, özgün fikirlerin çoğalması açısından bizlere örnek ve ilham

kaynağı olmaktadır.

Page 115: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

105

KAYNAKÇA

Kitaplar

AKARSU, Bedia, 1998, Felsefe Terimleri Sözlüğü, İnkılap Kitabevi, İstanbul.

ARON, Raymond, 2010, Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, çev. Korkmaz Alemdar,

Kırmızı Yayınları, 8. Baskı, İstanbul.

AYDIN, Mehmet S, 2010, Din Felsefesi, İzmir İlahiyat Vakfı Yayınları, No 2, 12.

Baskı, İzmir.

BAYRAKTAR, Levent, 2010, Bergson’da Ruh-Beden İlişkisi, Dergah Yayınları,

İstanbul.

BERGSON, Henri, 1959, Zihin Kudreti, çev. Miraç Katırcıoğlu, Maarif Basımevi,

İstanbul.

BOLAY, Süleyman Hayri, 2009, Felsefe Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü, Nobel Yayın

Dağıtım, Ankara.

CEVİZCİ, Ahmet, 2004, Felsefe Ansiklopedisi, Etik Yayınları, Cilt 2, İstanbul.

DELEUZE, Gılles, 2006, Bergsonculuk, çev. Hakan Yücefer, Otonom Yayıncılık,

İstanbul.

EDHEM, Subhi, 2014, Bergson ve Felsefesi, Çizgi Kitabevi, Konya.

ER, Sadık Erol, 2012, Gilles Deleuze’ün Fark Felsefesi, Çizgi Kitabevi, Konya.

ERDEM, Hüsameddin, 2010, Problematik Olarak Din-Felsefe Münasebeti, Hü-Er

Yayınları, 4. Baskı, Konya.

GÜNDOĞAN, Ali Osman, 2013, Bergson, Say Yayınları, İstanbul.

HÖFFE, Otfried, 2005, Felsefenin Kısa Tarihi, çev. Okşan Nemlioğlu Aytolu, İnkılap

Kitabevi, İstanbul.

HÖKELEKLİ, Hayati, 1997, ‘Hads’, DİA, c.15, İstanbul.

Page 116: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

106

KANT, Immanuel, 2002, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, çev. İoanna Kuçuradi,

Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara.

KIVILCIMLI, Hikmet, 2008, Bergonizm, Köxüz Yayınları, y.y.

Kutsal Kitap Eski ve Yeni Anlaşma (Tevrat, Zebur, İncil), 2014, Kitab-ı Mukaddes

Şirketi, Kore.

ÖZLEM, Doğan, 2015, Etik-Ahlak Felsefesi, Notos Kitap Yayınevi. İstanbul.

RUSSELL, Bertrand, 1997, Batı Felsefesi Tarihi, çev. Muammer Sencer, Say Yayınları,

İstanbul.

TEVFİK, Rıza, 2005, Bergson Hakkında, Çizgi Kitabevi, Konya.

TOPÇU, Nurettin, 2011, Bergson, Dergah Yayınları, İstanbul.

ULAŞ, Sarp Erk, 2002, Felsefe Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara.

YARAN, Cafer Sadık, 2012, Din Felsefesine Giriş, Değerler Eğitimi Merkezi

Yayınları, İstanbul.

-1986, Yaratıcı Tekamül, çev. Şekip Tunç, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul.

-1997, Şuurun Doğrudan Doğruya Verileri, çev. M. Şekip Tunç, Milli Eğitim Basımevi,

İstanbul.

-2010, Felsefe Tarihi, Say Yayınları, İstanbul.

-2011, Gülme, çev. Yaşar Avunç, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.

-2013, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, çev. M. Mukadder Yakupoğlu, Doğu-Batı

Yayınları, Ankara.

-2013, Paradigma Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayıncılık, İstanbul.

-2014, Metafizik Dersleri, çev. B. Garen Beşiktaşlıyan, Pinhan Yayıncılık, İstanbul.

-2015, Madde ve Bellek, çev. Işık Ergüden, Dost Kitabevi, Ankara.

Page 117: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

107

Tez ve Makaleler

ASLAN, Cemal, 2006, H. Bergson’un Din ve Ahlak Felsefesi, Marmara Üniversitesi,

Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.

AYDOĞDU, Hüseyin, 2000, Bergson’un Madde Anlayışı, Atatürk Üniversitesi, Sosyal

Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Erzurum, 2000.

BİRCAN, Veysel, 2004, Bergson’un Ahlak Anlayışı, Marmara Üniversitesi, Sosyal

Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.

CENGİZ, Ceyhun Akın, 2012, Bergson’a Göre Varoluşsal Konumu Bakımından

İnsanın Durumu, Gazi Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi,

Ankara.

DEDE, Münir, 1996, F. W. Nietzsche ve H. Bergson’un Ahlak Anlayışları

(Karşılaştırmalı Olarak), Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,

Doktora Tezi, Erzurum.

DEMİR, Mehmet Nuri, 2011, Henri Bergson’un Felsefesinde Sezginin Yeri, Yüzüncü

Yıl Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Van.

EROĞLU, Ayşe, 2012, “Henri Bergson’da Bilinç-Sezgi İlişkisi”, SDÜ Fen Edebiyat

Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 27, ss.81-102.

KILIÇ, Recep, 1993, “Ahlakı Temellendirme Problemi”, Felsefe Dünyası, Sayı 8,

Temmuz, ss.67-78.

KÖZ, İsmail, 2004/2, “Sezginin Bilgideki Yeri ve Önemi”, Felsefe Dünyası, S. 40,

ss.41-54.

KÖK, Mustafa,1996, Bergson Mistisizmi ve Problemleri, Ankara Üniversitesi, Sosyal

Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Erzurum.

KUŞ, Müge, 2014, Bergson’da Metafiziğin Yeni Boyutu, Muğla Sıtkı Koçman

Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Muğla.

Page 118: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

108

OKTAY, Ayşe Sıdıka, 2014, “Kınalızade Ali Efendi’de Ahlaki Yasa ve Değerlerin

Kaynağı Sorunu”, Uluslararası Kınalızade Ailesi Sempozyumu Bildiriler Kitabı,

SDÜ İlahiyat Fakültesi Yayınları, ss. 383-390.

ÖZTÜRK, Kadriye, 2007, Henri Bergson’da Süre, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler

Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara.

SUNAR, Cavit, 1961, “Bergson’da Zeka ve Sezgi”, Ankara Üniversitesi İlahiyat

Fakültesi Dergisi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, ss.39-44.

SÜTCÜ, Özcan Yılmaz, 2011, Bergson ve Sinemada Düşünce Hareketi/ İmge Hareketi,

Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İzmir.

ŞENER, Habib, 2004, Bergson’un Bilgi Anlayışı ve M. Şekip Tunç’a Yansıması, Atatürk

Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Erzurum.

TOKAY, Medar,1988, Bergson’un Metafizik Anlayışı, İstanbul Üniversitesi, Sosyal

Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.

YILDIZ, Yakup, 2011, “Bergsonculuğun Türkiye’ye Girişi ve Türk Felsefesine Etkisi”,

Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, c. 9, S. 17, ss. 333-356.

-1961, “Evrimcilik ve Bergson”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.IX,

Ankara, ss.99-108.

-1970, “Bergson’da Şuur Halleri ve Zaman”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Dergisi, c.XVIII, Ankara, ss. 47-66.

http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5aeee5

47973126.98538924, e.t.17.05.2018

http://www.toplumdusmani.net/modules/wordbook/entry.php?entryID=2865/fantastik-

nedir+fantastik-ne-demek, e.t.17.05.2018

http://www.fetva.net/yazili-fetvalar/kenz-i-mahfi-gizli-hazine-sozu.html, e.t.17.05.2018

Page 119: T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ

109

ÖZGEÇMİŞ

Adı Soyadı : Funda OZA

Doğum Yeri ve Yılı : Denizli/Çivril-1991

Medeni Hali : Evli

Yabancı Dili : İngilizce

E-posta : [email protected]

Eğitim Durumu

Lise : Çivril Lisesi, 2009.

Lisans : SDÜ, Fen Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü, 2014.