T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN...
Transcript of T.C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ FELSEFE …tez.sdu.edu.tr/Tezler/TS02565.pdfT.C. SÜLEYMAN...
T.C.
SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
FELSEFE VE DİN BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
HENRİ BERGSON FELSEFESİNDE DİN AHLAK İLİŞKİSİ
Funda OZA
1430206161
YÜKSEK LİSANS TEZİ
DANIŞMAN
Doç. Dr. Ayşe Sıdıka OKTAY
ISPARTA – 2018
iii
(OZA, Funda, Henri Bergson Felsefesinde Din Ahlak İlişkisi, Yüksek Lisans
Tezi, Isparta, 2018)
ÖZET
Henri Bergson (1859-1941) yaşadığı döneme hakim pozitivizm ve materyalizm
görüşlerinden farklı bir anlayış geliştirmiş, ruhu, metafizik alanı bilmenin, gerçeğe
ulaşmanın sezgi ile mümkün olacağını savunarak, felsefe sistemini sezgi kavramı
üzerine inşa etmiştir.
Bu araştırmanın amacı Bergson’un bilme yolu kabul ettiği sezgi kavramı
etrafında oluşturduğu felsefesinde; ruh-beden, metafizik, evrim, sanat, mistisizm,
toplum, din ve ahlak konularını değerlendirmek ve din ile ahlak arasında nasıl bir ilişki
kurmaya çalıştığını belirlemektir. Bu kapsamda araştırmada, Bergson’un yetiştiği çevre
ve genel felsefesi hakkında bilgi verilmiş, sezgi kavramı ve ilgili terimler sunularak, din
ve ahlak görüşleri incelenmiş, din ile ahlak arasında nasıl bir ilişki kurduğu
irdelenmiştir. Bu konuların daha iyi anlaşılabilmesi için öncelikle Bergson’un eserleri,
ile ilgili tezler ve makaleler esas alınarak, açıklama, analiz, yorumlama ve
değerlendirme yöntemlerinden faydalanılmıştır. Filozofun bütün görüşlerinde olduğu
gibi din ve ahlak konusundaki görüşlerinde de sezgi kavramının etkisi gözlemlenmiştir.
Bergson’a göre gerçek bilgiye ulaşabilmenin asıl yolu, bilimle elde edilen bir
takım çıkarımların üzerine sezgisel düşünme yani sezgi ile bilmedir. Ancak o, sezgi
kavramının bir bütün halinde açıklamasını vermemiş, başta içgüdüden ayrı olarak aldığı
sezgiyi daha sonraları içgüdünün ilerlemiş hali olarak sunmuş ve anlam karmaşasına
sebebiyet vermiştir. Filozof evrim konusunda görüşlerini belirterek, gerçek evrimin
kendi kendini yaratma olduğunu, bunun da hayat hamlesi ile gerçekleşebileceğini
savunmuştur. Bunun yanında doğa tanımında da yeterli bilgiyi sunmadığı için Tanrı ve
doğa arasındaki ilişki ve doğa kavramının anlamı ne yazık ki tam olarak
çözümlenememiştir. Filozof statik dinde mistisizm etkisinden bahsetmezken, dinamik
dinin gerçek din olma sebebini mistisizme bağlar. Bergson’un ele aldığı mistisizm
anlayışı da din felsefesinde yer alan dini tecrübe delilini hatırlatmaktadır. Bergson dini,
statik ve dinamik dinler olarak iki şekilde sunar ve statik (doğal/geleneksel) dinin
geleneklere uymayı emrettiğini, geleneklerin de ahlakı oluşturduğunu savunur. Dinamik
(gerçek/evrensel) dinin etkisini ise açık ahlakta yer verdiği mistiklerin insanlara rol
iv
model olması görüşü ile ortaya koymuştur. Çalışmada, Bergson’un sezgi görüşü
etrafında oluşturduğu din anlayışının, ahlak anlayışını etkilediği sonucuna varılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Henri Bergson, Sezgi, Din, Ahlak, Felsefe, Bilgi.
v
(OZA, Funda, Religion Morality Relationship in Henri Bergson’s Philosophy,
Master’s Thesis, Isparta, 2018)
ABSTRACT
Developing a different understanding than the positivism and materialism
prevailing the period he lived, Henri Bergson (1859 – 1941) built the philosophical
system on the concept “intuition”, by arguing that it is possible to reach the truth and
comprehend the soul & metaphysical field with intuition.
The objective of this research is to analyze the mind-body, metaphysics,
evolution, art, mysticism, society, religion and ethics, as well as identifying the
relationship between the religion and ethics within the scope of the philosophy
constituted around the concept “intuition” accepted as the way of knowing by Bergson.
Within this context, certain information about the upbringing environment and his
general philosophy were provided, the conceptions “religion and ethics” were analyzed,
while studying the relationship between the religion and ethics, by identifying the
concept “intuition” and respective terms. For these subjects to be comprehended better,
the methods of explanation, analysis, interpretation and evaluation methods were
utilized based on the works of Bergson, including the respective theses and articles at
first. As in all the opinions of the Philosopher, the effect of the concept “intuition” can
be seen on his opinions with regards to religion and ethics.
To Bergson, the main way to reach the true information is through the intuitional
thinking over a number of inferences obtained via science, meaning “knowing with
intuition”. However, he did not provide the explanation of the concept “intuition” as a
whole, but rather, he presented the intuition as a progressed form of instinction, which
was obtained independently from the instinction, thus causing an ambiguity. The
philosopher argued that the real evolution is equal to self-creation, which can be
actualized with the life factor, by stating his opinions on evolution. Besides, sadly, the
definition of the concept “nature”, including the relationship between the God and the
nature could not be analyzed, since he did not provide adequate information on the
definition of nature. Not mentioning the effect of mysticism in static religion, the
philosopher attributes the reason why dynamic religion turned into the actual religion, to
mysticism. The conception of mysticism, as discussed by Bergson, reminds the
vi
evidence of religious experience, which also puts in an appearance in the religion
philosophy. Bergson categorizes religion under two groups as dynamic religion and
static religion, while argues that the static (natural/traditional) religion orders to follow
the traditions, and the traditions form the ethics. He suggests the effect of dynamic
religion (real/universal) with the opinion that the mystics that he included in open ethics
becomes a role model for people. In the study, it was concluded that the conception of
religion, which was created by Bergson in connection with the concept “intuition” had
an impact on the conception of ethics.
Keywords: Henri Bergson, Intuition, Religion, Ethics, Philosophy, Information.
vii
İÇİNDEKİLER
TEZ SAVUNMA SINAV TUTANAĞI ....................................................................... i
YEMİN METNİ .......................................................................................................... ii
ÖZET.......................................................................................................................... iii
ABSTRACT ................................................................................................................ v
İÇİNDEKİLER ......................................................................................................... vii
KISALTMALAR ..................................................................................................... viii
ÖNSÖZ ....................................................................................................................... ix
GİRİŞ .......................................................................................................................... 1
I. BÖLÜM
1. HENRİ BERGSON’UN HAYATI VE FELSEFESİ
1.1. HAYATI ............................................................................................................ 3
1.2. ESERLERİ ......................................................................................................... 4
1.3. YETİŞTİĞİ FELSEFE ÇEVRESİ ....................................................................... 6
1.4. GENEL FELSEFESİ .......................................................................................... 7
1.4.1. Ruh ve Beden İkiliği .................................................................................. 10
1.4.2. Zaman ve Mekân ........................................................................................ 13
1.4.3. Evrim ......................................................................................................... 17
1.4.4. Sanatın Sezgiyle İlişkisi ............................................................................. 21
1.5. BERGSON’DA SEZGİ VE SEZGİ İLE İLİŞKİLİ KAVRAMLAR .................. 23
1.5.1. Bellek ve Bilinç.......................................................................................... 28
1.5.2. Zeka ve Bilinç (Zihin/Şuur) İlişkisi ............................................................ 33
1.5.3. Ruh-Madde ve Tanrı .................................................................................. 39
1.5.4. Yaratma ve Zaman (Süre)........................................................................... 44
1.6. BERGSON’UN SEZGİ KAVRAMINA YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER ......... 46
II. BÖLÜM
2. DİN VE AHLAK
2.1. BERGSON’A GÖRE DİN KAVRAMI ............................................................ 50
2.1.1. Statik (Doğal) Din ...................................................................................... 51
2.1.2. Dinamik (Gerçek) Din ................................................................................ 61
2.2. BERGSON’A GÖRE AHLAK ......................................................................... 72
2.2.1. Kapalı Ahlak ve Açık Ahlak....................................................................... 82
2.2.2. Ahlakı ve Ahlaklı Olmayı Öğretme Yolları ................................................ 90
2.3. AHLAKIN TEMELLENDİRİLMESİNDE DİNİN ROLÜ VE AHLAK-DİN
İLİŞKİSİ .......................................................................................................... 93
SONUÇ .................................................................................................................... 100
KAYNAKÇA ........................................................................................................... 105
ÖZGEÇMİŞ ............................................................................................................ 109
viii
KISALTMALAR
a.g.e.: Adı geçen eser.
a.g.m.: Adı geçen makale.
a.g.t.: Adı geçen tez.
bkz. Bakınız.
c.: Cilt.
çev: Çeviren.
DİA: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi.
e.t.: Erişim Tarihi.
Ed.: Editör.
s.: Sayfa.
S.: Sayı.
ss.: Sayfa sayısı / sayfalar arası.
ts.: Yayım tarihi belirtilmemiş / tarihsiz.
vb.: Ve benzeri.
y.y: Yayım yeri yok.
ix
ÖNSÖZ
Bergson, insanların bir arada yaşayabilmesi için geleneklerin, ahlakın ve dinin
toplumda oluşmuş olması gerektiğini belirtir. Ona göre ahlakın temelinde gelenekler yer
alır. Gelenekler soyutlanarak ahlak kuralları oluşturulur. Bir toplumun dini, o toplumun
geleneklerine uyulmasını emretmektedir. Bu yüzden gelenek, ahlak ve din dolaylı
olarak birbirleri ile yakın ilişkilidir. Sezgiyi felsefesinin temeline yerleştiren Bergson
için ahlakla, gelenek ve toplum arasında kurduğu bu ilişki, çelişkili gibi görülebilir.
Sezgi psikolojik ve bireysel bir bakış açısını ifade ederken, geleneğe bağlı ahlak, sosyal
ve toplumsal bir yaklaşımın yansımasıdır.
Araştırmada filozofların hayatlarının ve yetiştikleri çevrenin görüşleri üzerindeki
etkilerinden dolayı çalışmanın birinci bölümünde öncelikle Bergson’un hayatı ve
yetiştiği çevre hakkında bilgi verilmiş, görüşlerinin daha doğru ele alınabilmesi için
felsefesinin temelini oluşturan sezgi anlayışı ve ilgili kavramlar açıklanmıştır.
Araştırmanın ikinci bölümü Bergson’un din ve ahlak anlayışlarıyla aralarındaki
ilişkinin incelenmesine ayrılmıştır. İlk olarak din kavramı ve bu bağlamda statik ve
dinamik din tanımları, kaynakları ve gerekçeleri ortaya konmaya çalışılmıştır. İkinci
bölümün diğer başlığı olan “Bergson’a Göre Ahlak” adı altında filozofun ahlak anlayışı
kapalı ve açık ahlak ayırımına bağlı olarak verilmiş, bunların dinle bağlantıları
irdelenmiştir. Daha sonra ahlak ve ahlaklılığı öğretmenin nasıl olacağına dair filozofun
düşüncelerine yer verilmiştir. Böylelikle din ile ahlak arasında filozofun kurmaya
çalıştığı bağlantı açıklanmaya gayret edilmiştir.
Çalışma süresince benden yardımlarını hiçbir zaman esirgemeyen değerli hocam
Doç. Dr. Ayşe Sıdıka Oktay’a, tezi okuyup çok değerli yönlendirmeleri ve
değerlendirmeleri ile katkı sağlayan hocalarım Prof. Dr. Nejdet Durak’a ve Doç. Dr.
Rıfat Atay’a, hayatımın her aşamasında bana destek olan aileme ve eşime
teşekkürlerimi sunarım.
Funda OZA
Isparta-2018
1
GİRİŞ
Bergson’un felsefesinde din ahlak ilişkisinin var olup olmadığı varsa nasıl
kurulduğunun tespit edilmesi bu araştırmanın konusunu oluşturmaktadır. Bulunduğu
döneme yeni bir bakış açısı getiren Bergson’un felsefesinin temel kavramı sezgidir.
Çünkü filozof yaşadığı dönemde pozitivizm, rasyonalizm ve materyalizmden ayrı
görüşler sunmuş, bu akımların maddeci yaklaşımlarına karşı bilim temelli sezgiyi
koymuş, sezginin gerçek ve tam bilmenin kaynaklarından biri olduğunu savunmuştur. O
maddeye bağlı bir bilmeden farklı, deney ve gözlem yöntemlerinden ayrı, sezgisel
bilmeyi açıklamaya çalışmıştır. Onun sezgiyi temel alan ve ruhu önemseyen
yaklaşımında dinin ile ahlakın yeri, önemi ve aralarındaki ilişkinin varlığı, birbirleri
üzerindeki etkisi çalışma boyunca incelenecek ve sezgi ile bağlantıları soruşturulacaktır.
Araştırmada Bergson’un sezgiye dayanan yaklaşımında statik din - dinamik din
ile açık ahlak - kapalı ahlak ekseninde geliştirdiği din - ahlak anlayışı ve aralarında
kurduğu ilişkinin çözümlenip açıklanması hedeflenmiştir. Filozofun genel
felsefesindeki zaman, mekan, sezgi, sanat, din, ahlak ve mistisizm kavramlarının
soruşturulup analiz edilmesiyle, onun din anlayışının ahlak anlayışına etkisi ve bu
konuda çağının filozoflarından farkı ve özgünlüğünün ortaya konulması çalışmanın
amaçları arasındadır.
Çalışma Bergson’un öncelikle din ve ahlak alanındaki görüşlerinin belirlenmesi,
sezgi temelline dayanan felsefesinin bu konular üzerindeki etkisinin gösterilmesi,
maddeciliğin ve pozitivist bakış açısının hakim olduğu bir dönemde kendine özgü, ruha
önem veren felsefi yaklaşımının boyutlarının ortaya koyulması açısından önemlidir. Bu
bağlamda özellikle statik din - dinamik din ve açık ahlak - kapalı ahlak başlıkları altında
dile getirilen kavramların ve karşılıklı ilişkilerin sorgulanması araştırmanın değerini
gösteren bölümler arasında yer alır.
Araştırmada filozofun kendi eserleri öncelikle taranmış, ahlak ve din konularıyla
ilgili görüşleri tespit edilmiş, fişlenmiş, ayrıca Bergson’la ilgili tezler ve makaleler
incelenerek oradaki yorum ve değerlendirmelerden de faydalanılmıştır. Çalışma
sırasında tarama, betimleme, analiz, açıklama, yorumlama ve değerlendirme yöntemleri
kullanılmıştır.
2
Çalışmada yer alan temel kavramlar; bilgi, sezgi, ruh, din, statik din, dinamik
din, ahlak, açık ahlak, kapalı ahlak, zaman / süre, mekan ve tekamül /evrim olarak
işlenmiştir. Söz konusu kavramların içeriği analiz edilerek sorgulanmıştır.
3
I. BÖLÜM
1. HENRİ BERGSON’UN HAYATI VE FELSEFESİ
1.1. HAYATI
Henri Bergson, 18 Ekim 1859’da Paris’te doğmuştur. Annesi ve babası Yahudi
asıllıdır. Filozof, Condorcet Lisesi’nde eğitim görmüştür. Ecole Normale’de 1886
senesine kadar felsefe eğitimi almış ve matematik alanında da üstün bir yetenek
göstermiştir. Hatta onun, Pascal’ın çözemediği bir soruyu çözerek matematik alanında
büyük başarı sağladığı belirtilir. Ecole Normale’de eğitimini tamamladıktan sonra Paris
Rollen koleji ve Blaise Pascal Lisesinde felsefe öğretmeni olarak çalışır.1
Filozof, 1927’de Nobel Edebiyat Ödülü almıştır. Düşünür William James’le
yakın dosttu ve bu dostluk mektuplaşma ile sürdürülmüştür.2 Bergson, Proust’un
akrabası ile evlenir ve bu evlilikten doğuştan sağır olan kızları dünyaya gelmiştir.
Düşünür 1900 yılında Collage de France yükseköğrenim kurumunda felsefe profesörü
olmuş ve 1921’de hastalık sebebiyle işinden ayrılmıştır.3
Bergson, matematiğin yanında evrim düşüncesini de incelemiş ve bundan büyük
ölçüde etkilenmiştir. Döneminin Katolik felsefesi düşünürlerinden Leon Olle-Laprune
(1839-1898)’ün ve tahlil yeteneğiyle tanınmış olan filozof Emile Boutroux’nun4
öğrencisi olmuş, aynı zamanda John Stuart Mill ve Herbert Spencer’in eserlerini
okumuş ve onlardan etkilenmiştir.5 Özellikle Herbert Spencer’ın evrim düşüncesinden
ve biyolojik yaklaşımından çok etkilendiği görülür.
1 Ahmet Cevizci, ‘Bergson, Henri-Louis’, Felsefe Ansiklopedisi, Etik Yayınları, Cilt 2, İstanbul, 2004,
s.302-303. 2 Sarp Erk Ulaş, ‘Bergson, Henri-Louis’, Felsefe Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2002, s.205. 3 Cevizci, ‘Bergson, Henri-Louis’, Felsefe Ansiklopedisi, s.303] 4 “Boutroux, metafizik alanla ilgilenmiş, radikal bir olumsallık ve belirsizlik anlayışı ortaya koymuştur.
Doğadaki zorunluluğun görünüşte olduğunu belirtmiştir. Dini tecrübenin psikoloji ve sosyoloji
bilimleriyle açıklanmasını kabul etmemiştir. Boutroux doğa yasalarının zorunluluğunun yerine
olumsallığı yerleştirerek, insan zihninin dinsel bir metafiziğe ihtiyacı olduğunu söyler. Bilimin
gerçekleri kavramamızda bizi belirli bir yere kadar ilerleteceğini düşünen filozof, tinin yaratıcılığı ve
özgürlüğü ile tam manasıyla gerçeğe ulaşılabileceğimizi savunur.” (Ahmet Cevizci, ‘Boutroux, Emile’,
Paradigma Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayıncılık, 8. Baskı, İstanbul, 2013, s.295.) 5 Cevizci, ‘Bergson, Henri-Louis’, Felsefe Ansiklopedisi, s.302-303.
4
Bergson, dönemindeki hakim olan pozitivist ve maddeci anlayış yerine insanın
biyolojisini, psikolojisini ve metafizik yaklaşımı önceleyen filozofların görüşlerinden
etkilenmiş ve kendine özgü felsefesini buna göre kurgulamıştır.
Bergson her ne kadar Katolikliği benimsediği söylense de Fransa’da İkinci
Dünya Savaşı esnasında aile kökenlerinden dolayı Yahudi olarak kayıt yaptırmak için
sıra beklemekten üşütüp zatürre olmuş ve bu hastalık sonucunda 3 Ocak 1941 yılında
Paris’te hayatını kaybetmiştir.6 Bu olayın onun hayatında dinin önemini göstermesi
bakımından dikkate değer olduğunu düşünüyoruz.
1.2. ESERLERİ
Bergson’un Sorbonne Üniversitesinde sunduğu doktora tezi olan Şuurun
Doğrudan Doğruya Verileri (Essai sur les données immédiates de la conscience) (1889)
ilk eseri kabul edilir. Bunun yanında Aristoteles’te Mekan Fikri (Quid Aristoteles de
loco senserit) (1889) adıyla Latince bir doktora tezi daha vardır ve ikisi birlikte
yayınlanmıştır.7 Diğer eserleri şöyle sıralanabilir.
Şuurun Doğrudan Doğruya Verileri (1889) [Essais sur les Données immédiates
de la Conscience], Madde ve Bellek: Ruh-Beden İlişkisi Üstüne Deneme (1896)
[Matiére et Mémoire: Essai sur la relation du corps a l’esprit], Gülme (1900) [La Rire:
Essai sur la signification du comique], Yaratıcı Evrim (1907) [L’Evolution Créatrice],
Manevi Enerji (1919) [L’Energie Sprituelle], Süre ve Zamandaşlık (1922) [Durée et
Simultanéité], Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı (1932) [Les Deux Sources de la Morale et
de la Religion] ve 1903-1923 yılları arasında yaptığı konuşmaların toplanmasıyla
oluşan Düşünce ve Devingen8 (1934) [La Pensée et le Mouvant] eserleri vardır.9
Şuurun Doğrudan Doğruya Verileri adlı eserinde filozof, uzayda var olanlardan
ayrı, bilimin anladığından farklı bir zaman –Bergson buna süre der- anlayışı ortaya
koymaya çalışmıştır. Bireysel zamandan bahseden filozof, öznel deneyle bilimsel
6 Cevizci, ‘Bergson, Henri-Louis’, Felsefe Ansiklopedisi, s.304. 7 Cevizci, ‘Bergson, Henri-Louis’, Felsefe Ansiklopedisi, s.303. 8 Bkz. Henri Bergson, Düşünce ve Devingen, çev. Miraç Katırcıoğlu, Maarif Vekaleti, Ankara, 1959. 9 Cevizci, ‘Bergson, Henri-Louis’, Felsefe Ansiklopedisi, s.303-304.
5
deneyi birbirinden ayırmıştır. Bunun yanında zamanın, özgürlük ile ilgisini de ele alan
filozof, zamanın özgürlüğü getirdiğini de ifade eder.10
Madde ve Bellek eserinde Bergson, maddeciliği savunan görüşlere karşıt fikirler
öne sürmüştür. Saf algı, saf bellek ve şuur dışı konularını ele alan filozof, materyalizm
ve fenomenizmin görüşlerini reddeder. Ayrıca bu eserinde düşünür, ruh-beden ilişkisi
üzerinde de durmuştur.11 Bergson’un Gülme12 adlı eseri de Madde ve Bellek’in devamı
niteliğindedir.
Yaratıcı Tekamül eseri, evrenin yaradılışını konu edinmektedir. Filozof dinamik
bir evrim sürecinden bahsederek, evrimin süre ile ilişkine de değinir. Hayat atılımı
konusunu irdeleyen filozof, hayat atılımının özgür ve yaratıcı olduğunu ifade eder.13
Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı adlı eserinde, Bergson, ahlakı ve dini ikiye
ayırmaktadır. Açık toplum, kapalı toplum, açık ahlak, kapalı ahlak, statik din ve
dinamik din kavramları eserde açıklanmaktadır. Hem ahlakın hem de dinin iki kaynağı
10 Bu eserin iki ayrı çevirisi ve ikinci çevirinin üç ayrı baskısı yapılmıştır. İlki çeviri Osmanlıca
yayınlanmıştır. Bkz. Henri Bergson, Şuurun Bila Vasıta Mutaları Hakkında, Devlet Matbaası, İstanbul,
1928. Diğeri Mustafa Şekip Tunç tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Bu eser Henri Bergson, Şuurun Doğrudan Doğruya Verileri, çev. M. Şekip Tunç, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara, 1950 ve Milli Eğitim
Basımevi, İstanbul, 1997 şeklinde iki defa basılmıştır. Daha sonra Dergah yayınları tarafından
İstanbul’da 2017 yılında tekrar basılıp yayınlanmıştır. Süre fikrini yoğun olarak 73-128, özgür zaman ve
özgürlük anlayışlarını da 129-201 sayfaları arasında sunar. 11 Henri Bergson, Madde ve Bellek, çev. Işık Ergüden, Dost Kitabevi, Ankara, 2015. Bellek konusundan
yoğun olarak 58-131, algı-madde-ruh-beden konularında ise 132-164 sayfaları arasında bahseder. Bu
eser 2007 yılında da Dost Kitabevi tarafından basılmıştır. 12 Bu eser Ayrıntı Yayınları tarafından Yaşar Avunç çevirisi ile 1996, 2011 ve 2015 yıllarında basılmıştır.
Bkz. Henri Bergson, Gülme, çev. Yaşar Avunç, Ayrıntı Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2011. Bu eser
Henri Bergson, Gülme, çev. Devrim Çetinkasap, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2014 ve2018’de;
Henri Bergson, Gülme, çev. M. Şekip Tunç, Dergah Yayınları, 2017’de basılmıştır. Ayrıca Henri
Bergson, Gülme: Komiğin Anlamı Üzerine Bir Deneme, çev. M. Şekip Tunç, Ankara Milli Eğitim Bakanlığı, 1945 ve 1989 yıllarında yayınlanmıştır. Ayrıca şu çevirileri de vardır; Henrı Bergson, Gülme
Komiğin Anlamı Üzerine Deneme, çev. Umutcan Gökduman, Zeplin Kitap, 2016 Basım Yeri Yok ve
Henri Bergson, Gülme, Çeviren Adı Yok, Mitra Yayınevi, Basım Yeri Yok, 2013. 13 Henri Bergson, Yaratıcı Tekamül, çev. Şekip Tunç, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1986. Filozof
evrim görüşünden yoğun olarak 87-98 ve 383-499, hayat atılımından da123-134 sayfaları arasında
bahseder. Bu eserin dört farklı basımı daha vardır. Bkz. Henri Bergson, Yaratıcı Tekamülden Hayatın
Tekamülü, çev. M. Şekip Tunç, Maarif Vekaleti, 1934; Henri Bergson, Yaratıcı Tekamül, çev. M. Şekip
Tunç, Milli Eğitim Bakanlığı 1947; Henri Bergson, Yaratıcı Tekamül, çev. M. Şekip Tunç, Milli Eğitim
Gençlik ve Spor Bakanlığı, 1986; Henri Bergson, Yaratıcı Tekamül, çev. M. Şekip Tunç, İstanbul,
Dergah Yayınları 2017.
6
olduğunu öne süren düşünür, ahlak konusunda sezgiyi (intuition)14 ele almazken, din
konusunda sezgiyi kaynaklardan biri sayar.15
Bergson’un, metafizik konuların yoğun olarak ele alındığı Metafiziğe Giriş16 ve
Metafizik Dersleri17 adlı iki eseri daha bulunmaktadır.
1.3. YETİŞTİĞİ FELSEFE ÇEVRESİ
Bergson’un felsefesi, yaşadığı dönemde hakim olan pozitivizmden ve
materyalizmden farklıdır. İçinde bulunduğu dönemde bu görüşler baskındır ancak o,
bunlara karşı bir tez sunmuştur. Bergson’un savunduğu düşünceyi daha iyi
anlayabilmek için, karşı çıktığı bu görüşleri kısaca açıklamak faydalı olacaktır. Bu
görüşlerin ileri sunduğu çıkarımlardan ilki kainatı anlamak ve onu bilebilmek için
kullanılacak tek yolun bilimsel bilgi olduğudur. Pozitivistler, metafiziğin mümkün
olmadığı, metafizikten bahsetmenin cehalet olduğu ve hatta metafiziğin bilme yolunu
daralttığını savunurlar. Metafizik anlayış kabul etmeyerek, ruhbilimi de eleştiren
pozitivistler, bilincin, beyindeki hareketlerin bir sonucu olduğu kanısındadırlar.
Pozitivistler, hayatta yalnızca madde olduğunu düşünerek, insan bedeni ve ruhu
konusunda ise ruhta maddeden başka bir şey olmadığını, ruhun bedene hizmetçi
olduğunu ileri sürmüşlerdir.18
Bergson’un felsefesinde yer alan, sezgi ve ruhtan uzak olan pozitivizm görüşü,
bilime, bilimselliğe ve maddi olana yönelmiş hatta onlardan başka bir bilme yolu ya da
bilginin olmadığını ifade etmiştir. Pozitivistler, ruha ya da daha genel olarak metafiziğe
karşı bir tutum sergilemişlerdir. Ancak Bergson bilimi reddetmeden, daha ileri gidilerek
sezgiyle bilgiye ulaşma yolundan bahsetmektedir. Filozofun bilgi teorisi bu açıdan diğer
14 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.478 15 Henri Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, çev. M. Mukadder Yakupoğlu, Doğu-Batı Yayınları,
Ankara, 2013. Bu eser 2017’de tekrar basılmıştır. Filozof ahlak konusundaki görüşlerinden 7-90, statik dinden 91-185, dinamik dinden 187-237, mistisizmden de 239-285 sayfalar arasında bahseder. Ayrıca
bu esrin diğer yayınları için bkz. Henri Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, çev. Mehmet Emin,
İstanbul Devlet Matbaası, 1933 ve Henri Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, çev. Mehmet Karasan,
Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1949. 16 Bu eserin yayınları için bkz. Henri Bergson, Metafiziğe Giriş, çev. Atakan Altınörs, Paradigma
Yayıncılık, 2011 ve Henri Bergson, Metafiziğe Giriş, çev. Barış Karacasu, Bilim ve Sanat Yayınları,
1998. 17 Henri Bergson, Metafizik Dersleri, çev. B. Garen Beşiktaşlıyan, Pinhan Yayıncılık, İstanbul, 2014. Bu
eserin 2015 yılında 2. Baskısı yapılmıştır. 18 Bergson, Yaratıcı Tekamül, Şekip Tunç “Önsöz”, s.III-IV.
7
teorilerden ayrılmaktadır. O içinde bulunduğu felsefi anlayıştan farklı bir tez sunmuştur.
Bergson’un felsefesi yaşadığı dönemden ayrı bir görüş içermektedir. Bergson’un
yaşadığı duruma benzer olarak Galileo’yu ele alabiliriz. O da toplumun fikirlerinden
farklı bir görüş öne sürmüş ve bu yüzden birçok eleştiriye maruz kalmıştır.
Immanuel Kant (1724-1804), Auguste Comte (1798-1857) gibi ünlü düşünürler,
bilginin sadece olgular dünyasına bağlı olması ve bunun dışındaki ruh vb metafizik
konularda kesin bilgiye ulaşılmayacağı şeklinde gelişen bir anlayışın yayılmasında etkili
olmuşlardır. Yalnızca maddi olanları kabul eden bir düşünce sisteminin ahlak ve din
görüşü de bu sisteme uygun olarak şekillenecektir. İngiltere’de Charles Darwin’in
(1809-1882) evrim anlayışı ile Herbert Spencer’ın (1820-1903) görüşleri baskındır. Bu
iki görüş de maddeciliğin yansımasıdır. Almanya’da Kant’ın yanında Darwin’in
etkisinde kalmış olan materyalistler, somut tecrübelerin önemini vurgulamaktadır. 19
Bergson maddesel olandan başka bir varlık ve bilimsel olandan başka bir bilme
yolu kabul edilmeyen bir dönemde, felsefesinde, ruh ve sezgi kavramlarına yer verir.
Döneminde yer alan bu görüşlere karşı çıkarak, yeni fikirler ortaya koymuştur. Bergson,
kainatın bir değil birden çok olduğunu yani kainatın sadece madde olmadığını ifade
ederek, bilimsel bir bilginin yanında metafizik bilgilerin de olduğunu savunur.
Metafiziğin mümkün olduğunu savunan filozof, ruha ve ruhi olana verdiği önemi
belirtmiştir. Bergson, nasıl ki bilimsel bilgilerde dışa bakış yöntemi yani dış dünyada
görünen olgular dünyasını temel alan yaklaşım temel alıyorsa, ruhi bilgilerde de içe
bakış yöntemini temel alacağını öne sürmüştür. Bununla yetinmeyen filozof, ruh ve
maddenin farklı olduğunu, ruhun özgürlük alanı olduğunu da belirtir.20 Filozofun
görüşlerini daha detaylı incelemek, onun felsefesini daha kolay anlamaya yardım
edecektir.
1.4. GENEL FELSEFESİ
İlkçağda felsefenin büyük bir kısmının konusu değişimdir ve doğayı
gözlemleyen ilk filozoflar tabiattaki değişimleri sorgulayarak fikirlerini
oluşturmuşlardır. Değişim sürekli olarak yaşanılan bir durumdur. Değişimden
19 Bergson, Yaratıcı Tekamül, Şekip Tunç “Önsöz”, s.IV-V. 20 Bergson, Yaratıcı Tekamül, Şekip Tunç “Önsöz”, s.VI-VII.
8
bahsedebilmek için var olma gereklidir. Değişim yalnızca varlıkta mevcuttur, yoklukta
ondan bahsedilemez. O halde varlığın ne olduğunu bilmek gerekmektedir. Bu görüşten
hareketle, varlığın ilki yani ilk var olan tartışması başladı. Bu ilk varlık (arkhe) su, hava,
ateş gibi seçimlerle temellendirilmeye çalışıldı. İlk varlıkla ilgili tartışmalar sonraları
daha ileri bir düzeye taşındı ve ilk varlığın sebebi sorgulanmaya başlandı. Bu sorular
ister istemez varlıkla ilgili bilgimiz ve bu bilgimizin kaynağı sorularını gündeme
getirmiştir. Varlık, bilgi ve hakikat ilişkisi yüzyıllar boyunca felsefenin başlıca tartışma
konuları olmuştur. Gerçek ve hakikate Platon’a (M.Ö.428-M.Ö.348) göre akıl ile
ulaşılabileceği düşünülmüştür. Bergson ise sezgiyi bir bilme yolu, bilgi kaynağı olarak
kabul etmiştir.
Bergson, ilkçağ filozoflarının görüşlerine benzer şekilde, bilinçli olan her
varlığın varlık sebebinin değişim olduğunu belirtir. Bergson’ da var olanlar her an ve
sürekli olarak yeni hallere bürünmektedir. Zeka bunları kavrayamaz çünkü zeka, mekan
içinde tanımlayıcıdır.21 O, değişimi ve olgunlaşmayı anlayabilmek için önce zamanın
anlaşılması gerektiğini savunur. Materyalizmden uzaklaşmak ancak zamanın farkına
varmakla gerçekleşecektir. Bergson’un gerçek zaman anlayışı, dolayımsız olarak
deneyimlenen zamandır. Bu anlayış, ölçüm içermemektedir. Gerçek zamanı
kavrayabilmek ancak ve ancak sezgi ile olacaktır.22 Bergson, 20. yüzyılda sezgiciliği
yeniden kuran ve onu felsefesinin temeline yerleştiren tek filozoftur.
Bergson Almanya’da başlayan ve gelişen bir akım olan yaşama felsefesini23
devam ettiren Fransız filozoftur. Yaşama felsefesi düşüncesi kendine özgüdür ve bu
konuda en etkileyici görüşler sunan filozoftur.24 “Buna göre, diskürsif düşüncesinin ve
dolayısıyla, tüm determinizmi25 ve mekanizmiyle26 bilimin kapsamı ve açıklama
21 Nurettin Topçu, Bergson, Dergah Yayınları, İstanbul, 2011, s.19. 22 Ahmet Cevizci, Felsefe Tarihi, Say Yayınları, İstanbul, 2010, s.981. 23 Yaşam felsefesi, insanı yalnızca akıl ve rasyonellik bakımından ele almayan, insan hayatını temel alan
ve hayatın değerini araştıran görüştür. Bu akım insanı ve hayatı anlamanın asıl yolunun öznel deneyimde yattığını savunur. Ayrıntılı bilgi için bkz. Cevizci, ‘Yaşam Felsefesi’, Paradigma Felsefe
Sözlüğü, s.1641-1642. 24 Ulaş, ‘Bergson, Henri-Louis’, Felsefe Sözlüğü, s.205. 25 Determinizm, özgürlüğü ve zorunsuzluğu kabul etmeyip her şeyin zorunluluk barındırdığını belirten
görüştür. Bu akım olayları nedensellik kanunuyla açıklamaya yönelir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Süleyman
Hayri Bolay, ‘Belirlenimcilik’ Felsefe Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü, Nobel Yayın Dağıtım,10.
Baskı, Ankara, 2009, s.38. 26 Mekanizm; biyolojik, fiziki ya da ruhsal olayların tümünü mekanik hareketlerle açıklamaya çalışan
öğretidir. Bu akım dinamizme zıt tezler sunarken, maddeci anlayışa yakın görüşler ileri sürmektedir.
Ayrıntılı bilgi için bkz. Bolay, ‘Mekanikçilik’, Felsefe Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü, s.245.
9
alanının oldukça dar olduğuna dikkat çektiği ve yaşam fenomeni, bilinç ve özgürlüğün
sadece sezgi ile anlaşılabileceğini öne sürer.27 Filozof, yalnızca bilimsel olanları kabul
etmek yerine, aslında insani olanı ve insana ait değerleri de ön plana almak gerektiğini
ifade eder. Bergson, romantik akımın28 içinde kabul edilmektedir. Bunun sebebi ise
onun aklın gerçek olana ulaşmada yeterli olmadığı, insani verilerin gerçekliğe
ulaşabileceği hakkındaki düşüncesidir.
Bergson, felsefesinde madde ve yaşam kavramları şu şekilde açıklanır; “Bütün
evren, iki karşıt hareketin uyuşmazlık ve çatışmasıdır. Yukarı doğru yükselen yaşam,
aşağı doğru inen maddedir.”29 Madde en başında vardır ve ilk olan olarak kabul
edilebilmekteyken yaşam da maddeden güç alarak bir nevi ondan beslenerek
yükselmektedir. Filozof, her şeyin temelinin değişim olduğunu ifade eder. Ancak madde
de değişime uğramaktadır ve madde değişime uğradığı için bize gerçekleri tam
anlamıyla veremeyeceği kanısına varmak yanlış olmayacaktır. Bu durumda gerçeğin
bilgisini nasıl elde edebiliriz sorusuyla karşılaşırız. Ona göre bunu bize sezgi verecektir.
Bize gerçeğin kapısını ancak sezgi aralayacaktır. Bergson’a göre gerçek yaşanarak ve
sezgi yoluyla bilinir.30 Bu nedenle madde aşağı inerken yaşam yükselecektir.
Bergson’un, sezginin gerçeğe ulaştıracağı düşüncesi, kavramlar hakkında
eleştiriyi beraberinde getirir. Filozof kavramsal olan şeyler bilimsel olgular sonucunda
elde edilen şeyler olduğu için onların gerçeği anlatmada yeterli olmayacağını
belirtmektedir. Aynı zamanda anlatımla bilinemeyecek olan bir durumun sezgi ile
anlaşılabileceğini de düşünmesi sebebiyle, kavramlar gerçeği yansıtmayacaktır görüşü
ortaya çıkacaktır. Bergson, bilimsel olana tamamen karşı duran bir düşünür değildir. O,
bilimsel bilgiye verilen önemin insani bir his olan sezgiye de verilmesini talep eder.
Bergson’un, insanın yaşayarak öğrenmesinin daha kesin olduğunu öne sürmesi, onun
sezgi kavramının önemi arttırmaktadır.31
27 Ahmet Cevizci, ‘Bergson, Henri’, Paradigma Felsefe Sözlüğü, s.220. 28 Romantizm, 18-19 yılları arasında Alman filozofların oluşturduğu öğretidir. Bu akım mekanizme karşı
ortaya atılmış; tutku, sezgi, hürriyet, ruhgibi kavramlara yer vermiştir. Fichte, Schelling, Hegel,
Schlegel, Schleiermacher gibi isimler önde gelen temsilcilerinden sayılır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Bolay,
‘Romantizm’, Felsefe Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü, s.298. 29 Bertrand Russell, Batı Felsefesi Tarihi, çev. Muammer Sencer, Say Yayınları, İstanbul, 1997, s.154. 30 Cevizci, ‘Bergson, Henri’, Paradigma Felsefe Sözlüğü, s.220-221. 31 Cevizci, ‘Bergson, Henri’, Paradigma Felsefe Sözlüğü, s.221.
10
Bergson, bir nesnenin iki şekilde bilinebileceğini belirtir. Bu durumu şu şekilde
ifade edebiliriz. Bir masa düşünelim, bu masanın gerçekliğini anlamanın iki yolu
olacaktır. İlk olarak iki kişinin bu masaya bakmalarını hayal edelim. İki kişinin de
göreceği masa aynı mıdır? Gerek ışık, gerek kişilerin fiziksel özellikleri gerekse masaya
bakış açılarından dolayı; bu iki kişi aynı masadan bahsetseler de farklı izlenimlere sahip
olacaklardır. Birine göre masanın rengi daha koyu, birine göre masanın köşesi daha
sivri olabilecektir. Bu yöntem bireysel gözlem ve duyu verilerine dayandığı için kişiden
kişiye değişen yorumları da beraberinde getirecektir ve herkesçe doğru olan bir yöntem
olarak kabul edilemeyecektir, yani masanın gerçekliğine ulaşılamayacaktır. Diğer bilme
yöntemi ise Bergson’un üzerinde durduğu sezgi yoludur. Deney ve gözlem temelinde,
sezgiye ulaşılarak masanın gerçekliğine erişilebilir. Bilim parçalara ayırarak masanın
gerçekliğinin elde edilebileceğini öne sürerken, sezgi bir bütün içinde masayı ele alır.
Sezgi, masanın içten bir bilme ile gerçekliğine ulaştırır. Sezgi yolu ona göre bizi
masanın tam olarak gerçekliğine götürür. Sezgi parçalara ayırmadan bir bütün olarak
bilmeyi sağlar ve biz bütünü öğrenerek parçayı da öğrenmiş oluruz. Bu açıdan ele
alındığında düşünürümüzün sezgi görüşü bize göre tümden gelim yöntemine benzerdir.
Bergson, aradığımız gerçekliği sezgi ile bulabileceğimizi ve bu sezgiyi kişinin
kendine dönüp baktığında elde edilebileceğini belirtir. Bizler bazı şeyleri deneyimleriz
ancak deneyimlediğimiz her şey değişmekte, büyümekte ya da kaybolmaktadır. Bizler
kendi içimize dönüp baktığımızda sezgimize eriştiğimizde değişen şeyleri değil aslında
tam olarak değişimin kendisini de keşfedeceğiz. Sezgimiz, değişimin ne olduğunu,
zamanın nasıl işlediğini, her şeyi bizlere sunacaktır.32 Bergson’un genel felsefesi birkaç
başlığa ayrılabilir. Bunlardan ilki ruh-beden ikiliği hakkındaki görüşleridir.
1.4.1. Ruh ve Beden İkiliği
Descartes başta olmak üzere çoğu filozof gibi Bergson’da ruh-beden ayrımını
açıklamaya çalışır ancak onun daha çok bu ikilem arasındaki çıkmaz sokakları aşmaya
çalıştığı söylenebilir. Bergson metafizik alanın da bilinebileceğini savunur.33 Beden ve
ruh ile ilgili yazdığı eserleri içinde Madde ve Hafıza ile Gülme yer almaktadır. Gülme,
bir açıdan Madde ve Hafıza’nın devamı niteliğindedir. Filozof insanın iki yönlü
32 Cevizci, Felsefe Tarihi, s.975 33 Topçu, Bergson, s.43.
11
olduğunu ancak bazı zamanlarda, yalnız maddi yönünü kullandığını eserinde dile getirir.
Bergson, sokakta koşan bir adamı örnek vermektedir. Filozof, adamın ayağı taşa takılıp
düşerse dışardan onu izleyenler gülecektir ama koşan adamın canı ansızın yere oturmak
isteseydi ve otursaydı kimsenin gülmeyeceğini ifade eder. Bu, şu anlamı taşımaktadır:
İnsan fizik kurallarına uygun bir şekilde hareket etme durumunda kalabilir. İstem dışı
olarak maddi yönümüz açığa çıkarak, ruhsal yön bir nebze daha geri planda kalır.34 Bu
durumda birey refleksleriyle hareket ederek içgüdüsel davranmış olacaktır.
Bergson sezgiyi daha iyi açıklayabilmek için ruh-beden ayrımını incelemeye
girişmiştir. Beden maddi yönümüzdür ve ruh maddeden ayrıdır. Beyin (encéphale)35
maddidir bu yüzden maddeyle iç içedir. İnsan maddi yönü açısından onlara bağlıdır ve
aslında sezgiden önce dışardaki nesnelerle ilk iletişim duyularımız aracılığıyla
kurulmaktadır. İlk adım duyularla ve zekâyla oluşmakta ancak daha sonra sezgi yöntemi
kullanılmaktadır.36 Bergson’a göre duyular (sensation)37 bedene aittir, sezgiye ise ruh
ile ulaşılmaktadır. Yani hem beden hem de ruh ile gerçek bilmeye ulaşabilir.
Beden maddi dünyaya aittir ve maddi dünyada olan varlıkları algılama olanağı
sağlar. Bizim bedenimiz nesneleri duyu yoluyla zihne aktarmaktadır. Ancak bu
karşılaşılan şeyin neliğine dair yeterli veri sunmamaktadır. Beden sürekli olarak eyleme
yönelir, eyleme dönüktür. Bedenin temel işlevi, eylemde bulunma amacı taşıdığından,
bedenin temel işlevi, eylem amacıyla ruhun yaşamını sınırlamaktır. Beden tasarımları
birbirinden ayırmaktadır. Beden bundan daha farklı olarak entelektüel bir durum
yaratamaz ya da böyle bir durum söz konusu olamaz.38 Algı, bedenin nesneler
tarafından sınırlandırılması durumudur. İnsan ilk olarak algılayarak o şeyin bilgisine
erişmeye çabalar. Biz o şeyin hakikatine ulaşabilmek için daha üst bir yöntem
kullanmak zorunda kalmaktayız ki o yöntem de sezgidir. “Algılanan gerçekliklerden
başka gerçekliklere inanmak, özellikle algı düzenimizin bize değil, bu başka
gerçekliklere bağlı olduğuna inanmaktır.”39 Buradaki algılamak bahsedildiği gibi basit
34 Bergson, Gülme, s.15-16. 35 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.477 36 Cevizci, ‘Bergson, Henri-Louis’, Felsefe Ansiklopedisi, s.311-312. 37 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.481. 38 Bergson, Madde ve Bellek, s.132. 39 Bergson, Madde ve Bellek, s.151.
12
bir algılama olarak ele almak Bergson’un sezgi anlayışına uygun düşmeyecektir. Bu,
daha ileri bir algılama olmalıdır. Böylece algılamanın ardından sezgi açığa çıkarılabilir.
Duyu verileri bize başlangıçta basit bilgiler gibi gelse bile aslında o, birçok
veriyi önümüze karışık halde sunmaktadır. Bunları sadeleştirmek ve ayıklamak bizim
bilincimize ait bir görevdir.40 Bilinç ise ileri bir bilmedir ve sezgi ile alakalıdır.
Bergson’un öne sürdüğü fikirlerine göre bilinç metafizik alana aittir ve bu yüzden
kolayca ifade edilemez.41 Fiziksel bir olgu daha kolay bir şekilde tasavvur edilebilirken,
metafiziksel olan bilinmede ve açıklanmada oldukça zordur. Filozof bilincin yeri
konusunda da görüşlerini sunmuştur. Ona göre bilincin fiziksel bir yeri yoktur,
psikolojik hallerden sayılır.42 Bilinç, maddesel olarak şuradadır ya da şudur diye ortaya
konulabilecek bir şey değildir. Bu görüşlerden yola çıkarak, bilincin maddesi olmadığı
için yerinin de olamayacağı kanısına varılabilir.
Bergson insani bir kavram olan sezgi kavramının bizi gerçeğe ulaştıracağını ve
ancak bu şekilde özgürlükten bahsedilebileceğine değinir. Filozofa göre bedene bağlı
kalındığında özgürlükten bahsedilemezken, ruh alanında özgürlük elde edilecektir.
Bunun sebebi, doğa kanunlarının zorunlu olmasında aranabilir. Yerçekimi kanunu gibi
doğada belirli kanunlar vardır. Pozitivizm, doğa kanunlarını esas alarak bilimsel bilgi ile
hakikate ulaşılabileceğini savunur. Buna karşılık Bergson, bilimsel bilginin yanında
insanın hisleri ve düşüncelerine önem verip, insanın sezgisini hakikati bulmada bir ölçüt
olarak kullanır. Bergson, ruhun bedenle etkileşim halinde olduğunu kabul eder ancak
bedenin ruhu etkilediğini düşünmek yerine ruhun bedeni etkilediğini ya da bedeni
amacına yönelik kullandığını savunur .43 Bu düşüncesi de paralelizmle44 çelişmektedir.
Bergson, bilimsel bilginin verilerini önemsemiş ancak insan söz konusu
olduğunda bilimin verilerinin yetersiz olduğunu belirtmiştir. O, insanın yalnızca
bedenden oluşmadığına ve bu yüzden de bilimin yeterli olmadığına işaret eder. İnsanın
40 Ceyhun Akın Cengiz, Bergson’a Göre Varoluşsal Konumu Bakımından İnsanın Durumu, Gazi
Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi, Ankara, 2012, s.157. 41 Ayşe Eroğlu, “Henri Bergson’da Bilinç-Sezgi İlişkisi”, SDÜ Fen Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler
Dergisi, S. 27, 2012, s.81. 42 Eroğlu, a.g.m., s.81-82. 43 Cevizci, ‘Bergson, Henri’, Paradigma Felsefe Sözlüğü, s.220. 44 Paralelizm soyut anlamda iki şeyin paralel olma durumudur. Öğreti olarak iki ya da daha çok olayın
birbirine paralel olduğunu öne sürerek, birinde meydana gelen değişikliğin diğerinde de oluştuğunu
savunan akımdır Ayrıntılı bilgi için bkz. Bolay, ‘Paralelcilik’, Felsefe Doktrinleri ve Terimler Sözlüğü,
s.286.
13
ruhsal bir yönü vardır ki bu bilime konu olamaz. Çünkü ruhun maddesi yoktur ve
maddesi olmayan şeyler yani metafizik şeyler, bilimlerin konusu değildir. Bize göre
Bergson, insan tanımlamasında bilinç sahibi varlık derken aslında insanın ruhsal yönünü
kasteder. Bilim, ruhun maddesi olmadığı için onu bilemeyecektir. “O vücuttan başka bir
de ruh, evrenden başka bir de Allah (Tanrı) tasavvur etmiştir.”45 Bergson’un din
anlayışında işlenileceği gibi ruhun hakikatini bilmek için sezgiye nasıl ihtiyaç varsa
Tanrı’ya ulaşılabilmesi için de sezgiye ihtiyaç vardır. Çünkü Bergson’da Tanrı anlayışı,
ruh anlayışının devamı niteliğindedir ve aralarında ilişki vardır. Bundan dolayı evrenden
ayrı bir yaratıcının olduğunu ileri sürerek her şeyin doğa yasalarına bağlı olmadığını
anlatmaya çalışmıştır. Biz yaratıcıya bilimsellikle değil, içsel bir duyguyla erişebiliriz.
Bu içsel duygu sezgidir. Sonuç olarak filozof, maddi varlıkların ve ruh-Tanrı gibi soyut
varlıkların hakikatini bilmek için bilimsel bilginin yanında sezginin gerekliliğinden
bahseder. Sezginin ruha ait bir yön olduğunu düşünen filozof, yine zaman ve mekanın
da etkisi üzerinde durmuştur.
1.4.2. Zaman ve Mekân
Filozof sezgi kavramını daha açık bir şekilde ifade edebilmek için zaman ve
mekanı ele alır. Bergson zamana süre demekte ancak felsefe ve bilimde zaman mekan
ilişkisinde zaman kavramı tercih edildiği için kavram tutarsızlığına sebebiyet vermemek
adına biz de zaman olarak ele almanın doğru olacağı kanısındayız. Bergson’da
zaman/süre (durée) birikimli bir şeydir ve daha önce sözü edildiği gibi insan ömrü
anlardan oluşmaktadır, her an bir sonraki anın geçmişidir. Bergson’un zaman anlayışını
şu açıdan ele alabiliriz; Herakleitos’un sunduğu görüşlerinde olduğu gibi değişmeyen
hiçbir şey yoktur. Bizler aynı şeyi iki farklı anda yaşasak bile o anlar ayrıdır ve bizler de
değişmişizdir. Aynı düşünce ve duyguya sahip olmayız. Hücrelerimiz bile sürekli
değişirken biz aynı kalmayız. Her an farklıdır ve bu anların toplamı bir birikimdir.
Bergson felsefesinde zaman ve mekan (étendu) temel kavramlar içinde yer
almaktadır, zira onun felsefesinde zaman ve mekan bilimdeki anlamından biraz daha
farklıdır. Bilimde zaman ya da mekanın öncelik sırasından pek bahsedilmemektedir
45 Subhi Edhem, Bergson ve Felsefesi, Çizgi Kitabevi, Konya, 2014, s.86. Bergson’un diğer çevirilerinde
Tanrı olarak geçen Fransızca Dieu /İngilizce God kelimesi Ethem Suphi tarafından kendi döneminin
anlayışına uygun olarak doğrudan Allah olarak verilmiştir. Ancak günümüzde Allah sadece İslam’ın
Tanrı’sını ifade ettiği için diğer çevirilerdeki gibi Tanrı olarak belirtmeyi uygun gördük.
14
ancak Bergson’da durum farklıdır. Filozofun felsefesinde, zamanın, mekandan daha
önemli, daha temel olduğunu savunduğu ifade edilir. Bilim bize bir şeyin var olması
için mekanda yer kaplaması gerektiğini belirtir. Mekanda yer kaplayan cisim bilime
göre vardır ve maddedir. Bergson’un anlayışına göre ise mekandan daha önce zaman
gerekir, zaman olmadan bilinçli bir varlıktan bahsedilemeyecektir. O, bir töz arayışı
içinde olan anlayışlara karşı, insanın bilebileceği şeyin zaman olduğunu belirtir. Filozof
zamanı düşünülecek bir şey değil de yaşanılacak bir şey olarak ortaya koymaktadır.46
Bilim bizlere maddenin varlığını iddia edebilmek için mekanı şart koşmaktadır ve bizler
maddeyi mekanla tanımayı alışkanlık haline getirmişiz. Bergson için maddeyi
düşünürken bir mekana gereksinim duyan insanın, materyalizme eğimli olarak
tanımlanmasının sebebi budur. Zamanı, varlığı bilmek için ana tema olarak alan insan
ise sezgi yöntemini kullanmayı başaran insan olmadır çünkü kendi sezgimiz bize
zamanı tanıtacaktır. Bizler kendi sezgimizi bulduğumuzda zamanı da kavrayarak
gerçeğe ulaşabilecek hale geliriz. Bergson bu durumlardan yola çıkarak zamanın
yalnızca akıp giden bir şey olmadığını da belirtmiştir.
Mekan Bergson’da sıradan, bilimsel verilerle elde edilmiş değildir. Descartes’e
göre mekan maddenin özüdür, bundan dolayı zihinden bağımsız bir gerçekliktir.47
Descartes’e göre mekan maddeden bağımsız değildir ancak insan düşüncesinden,
zihninden bağımsız vardır. Bergson mekanı açıklarken Descartes ve Kant’tan daha
farklı bir görüş öne sürmüş ve idealistlerin de realistlerin de görüşlerini yeterli
bulmamıştır. O mekanı şu şekilde anlatmaktadır:
“O halde uzay (mekan) bir anlamda mutlak suretle gerçektir ve bir anlamda da
zihnimize bağlıdır. Zihnimize bağlı olan, kesintisiz ve homojen bir ortam olarak
tasarlanan uzaydır. Gerçek olarak var olan şey, şeylerin kendi aralarında süregelen
ilişkilerde uzaklıkla, konum değişimiyle ya da kısaca uzayda bulunan hareket ve konum
bağlantıları ile ifade edilebilen özelliğidir.”48
Yukarıda yer alan ifadelerden anlaşılacağı üzere Bergson, mekanın zihinden
bağımsız olamayacağını ifade ederken nesnelerin de mekandan bağımsız olamayacağını
gözden kaçırmamıştır. Nesnelerin kendileri arasındaki etkileri de yine mekanda
46 Topçu, Bergson, s.46-47. 47 Bergson, Metafizik Dersleri, s.42. 48 Bergson, Metafizik Dersleri, s.47.
15
meydana gelmektedir. İnsanın nesneye etkisi gibi, nesnenin de insan üzerinde etkisi
vardır. Bu da hareketin temellerinden birini oluşturmaktadır. Filozofa göre fenomen, bir
başka fenomene etki edebilirken, fenomen olmayana etki edemez durumdadır.
“Fenomenler, başlı başına bir fenomen yaratamaz. Yalnız bir pusula gibi hareket ederek
bunun çevresindeki nesnelerin ilişkileri vasıtasıyla belirli herhangi bir fenomenin
vaziyetini bildirir.”49 Bir fenomen başka bir fenomenin nedeni olamaz, o yalnızca başka
bir fenomenin ne olduğunu bulmaya yardımcı olabilir.
Bir gerçeklikten bahsedebilmek için zeka (l’intelligence)50 yeterli olmayacaktır.
“Bergson zaman ve mekan kavramlarını zihnin zorunlu yardımcıları gibi kabul eder ve
felsefesine buradan başlar ki bu suretle tamamen Schopenhauer ile görüş
birliğindedir.”51 Bergson, zaman ve mekan kavramlarından da faydalanarak felsefesini
oluşturmuş ve bilimin verdiğinden farklı bir zaman ve mekan anlayışı sunmuştur.
Filozof hareketin yalnızca canlı varlıklara tabi olduğunu dile getirmiştir. Cansız
varlıklar hareketle bağdaşlaştırılamaz çünkü onlar yalnızca canlı bir varlığın etkisiyle
harekete geçebilmektedirler. İnsan canlı bir varlıktır ve bazen istemli bazen istemsiz
birçok hareket halini gerçekleştirirler. Hareketin temeli, sinir sistemleridir ve sinir
sistemleri olmasa hareketten de söz edilemeyecektir. Sinir sistemini harekete geçiren
şey zekadır. Bergson’a göre zeka maddi aleme aittir çünkü insan zekası da tıpkı insan
bedeni ve diğer nesneler gibi mekanın bir parçasıdır ve mekana aittir.52 Bergson,
mekanda üç şeyin mevcut olduğunu belirterek bunların; insanın bizzat vücudu, dışsal
fenomenler ve bunlara insan varlığının etki etmesi sonucu oluşan yeni fenomenlerdir.53
Buna göre insanın beden bölümü tıpkı nesneler gibi mekanın içindedir ancak mekanda
yalnızca bunlar yer almamaktadır. İnsanın nesnelere uyguladığı etkiler sonucu oluşan
ürünler de nesneler dünyasına aittir ve mekanda yer alır. Buradaki ürün insanın bir
nesne üzerinde etkisi sonucu oluşan, değişen nesnedir. İnsanın ürettiği bu ürün sanat
eseri veya ihtiyaç karşılamak amaçlı yapılan üretim de olabilir.
49 Edhem, Bergson ve Felsefesi, s.93. 50 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.479. 51 Edhem, Bergson ve Felsefesi, s.87. 52 Edhem, Bergson ve Felsefesi, s.90-91. 53 Edhem, Bergson ve Felsefesi, s.91.
16
Nesnelerin hareketinin ya da varlığının söz konusu olabilmesi için yalnızca
mekanı ele almak yeterli olmayacaktır. Bergson tarafından mekanla ardışık olarak kabul
edilen zaman da varlığı açıklayabilmemiz için gerekli olacaktır. Zaman ve mekanın
ardışık olması onların bir anda verili olması anlamına gelmemekte, onların birbirinden
ayrı oldukları da belirtilmektedir ancak;
“Şuraya da dikkat etmek gerekir ki eğer zaman uzay gibi bir ortam olsaydı, uzay gibi bir
çırpıda verili olurdu ve işte tam da bu nedenden dolayı sürmesi, yani zamanda olması
kesilirdi. Şeylerin art arda geldiği bir ortamın özü, bu şeylerin ardışıklıklarına zemin
işlevi görmektedir.”54
Bergson’a göre zaman ve mekan aynı şey olamaz, onlar birbirlerinden bağımsız
olarak da ele alınamaz. Onlar aynı şey olsalardı ya zaman ya da mekana gerek
kalmayabilirdi, biri yeterli olacaktı. Mekan bütün nesnelere, zaman ise sadece bilinçli
varlıklara tabidir.
“Ancak uzayda (mekan) bir nokta kavranabilir olmasına rağmen sürede (zaman) bir
nokta her türlü kavrayıştan kaçar zira sadece hafıza sahibi bir bilinç için süre vardır ve
süre sadece şimdiden geçmişe bir mukayeseyle, söz gelimi bir an değil de bir süre
(zaman) işgal eden bir şeyle başlar.”55
Yukarıdaki ifadelerden anlaşılacağı üzere Bergson’un felsefesine göre zaman,
mekandan farklıdır. Zira o sadece bilinçli varlıkların tanıyabileceği bir olaydır. Filozofa
göre bilinçli varlıklar, zamana ihtiyaç duyar ve onu kullanmak zorundadır. Zaman,
mekan gibi her an bilinebilecek bir şey değildir. Bergson’un oluşturduğu zaman
görüşünün öznel olduğunu söylemenin hatalı olmayacağı gibi onun felsefesine göre
zamanı, insan zihninden ayrı düşünmek de yanlış olacaktır. Zaman, insan zihninden ayrı
düşünülemiyorsa algılama konusuna gelindiğinde, her algılamada yaşanan zaman
insanın kendisine ait olacaktır. “Tarih tekerrür etmez, varlığımızın tamamen özdeş iki
anı yoktur. Bu anlamda süre her birimize nasıl zuhur ediyorsa öyledir, herkesin süresi
sadece kendisinedir.”56 Buna göre zamanda aynılık yoktur, o yan yana değil ardışıktır.
Geçmişteki anlar hiçbir zaman aynı olamayacaktır. Çünkü zaman, mekan gibi aynı anda
birçok şeyi birlikte barındırmaz. Ancak zaman, bilinçli varlığın kendine ait olduğu ve
54 Bergson, Metafizik Dersleri, s.50. 55 Bergson, Metafizik Dersleri, s.50. 56 Bergson, Metafizik Dersleri, s.51.
17
kendisi tarafından bilinebileceği için sezgiye ihtiyaç vardır. Bergson’un genel bir zaman
kavramı yerine, daha özel bir içeriğe sahip olan zaman ve süreklilik kavramlarını tercih
etmesinin altında da bu bakış açısı yatar. Filozofun öne sürdüğü zaman, hürriyeti içerir
ve yaratıcı bir olgudur.57 Her bir zaman, bilinçli varlığın kendisine ait olacaktır. Benim
zamanım ile bir başkasının zamanı aynı olarak ele alınamaz. Filozofun ileri sürdüğü
zaman, insan bilinci yaratıldığında var olmaktadır.58 Ancak tasavvuf anlayışına göre bu
durum doğru olarak nitelendirilemez çünkü tasavvuf inancında zaman, insan
yaratılmadan önce de vardır, yine kişi öldüğünde de devam edecektir.
1.4.3. Evrim
Bergson, evrim teorisini kabul etmekte ve bunu bir yaratma süreci olarak ele
almaktadır ancak onun sahip olduğu evrim görüşü Darwin’in görüşünden biraz farklıdır.
Bergson’un evrim düşüncesi, Darwin’in teorisi gibi biyolojik bir evrim değildir.
Bergson’un evrim anlayışının, dinamik bir evrim olduğunu söylemek hatalı
olmayacaktır.
Bergson, Darwin’in evrim teorisini ilkel ya da yetersiz olarak görmektedir.
“Sezgici olan Bergson canlılarda ata ile soy arasında mevcut olan karakter
uyuşmazlıklarını pek zayıf bulur.”59 Bu düşüncesini türleri örnek göstererek açıklamaya
çalışır. Sebebi ise transformistlere60 eleştiri getirmek, onların kesin bir düşünce ortaya
atamayacaklarını dile getirmektir. “Bergson’a göre insan, kendini, kendi vicdanında
evrime sevk eder bu şekilde kendi kendisini yaratır gider ki gerçek evrim budur.”61 Bu
şu demektir; insanın kendi kendini yaratması gerçek evrimdir. Buna göre asıl evrim
insanın kendisini bulması ve ne olacağına karar verip o yönde ilerleyerek yine kendisini
yaratmasıdır. Burada bedensel bir yaratma kastedilmemektedir.
Bergson’a göre ilk var olanlar bitkilerdir. Bir kere ortaya çıktıklarında
varlıklarını nesillerce devam ettirebilmektedirler. Daha sonra bir üstü olan varlık, yani
hayvanlar var olmuştur. Var olma sürecinin en üstünde ise insan vardır çünkü o bilinç
57 Eroğlu, a.g.m., s.89. 58 Eroğlu, a.g.m., s.90. 59 Edhem, Bergson ve Felsefesi, s.95. 60 Transformizm, var olan türlerin basitten karmaşığa doğru gelişerek oluştuğunu savunan akımdır.
Hayvanların, bitkilerin zaman içinde değiştiklerini ve hala değişmekte olduklarını savunan biyolojik
öğretidir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Bolay, ‘Dönüşümcülük’ Felsefe Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü, s.95 61 Rıza Tevfik, Bergson Hakkında, Çizgi Kitabevi, Konya, 2005, s.125.
18
sahibidir. “Şuur (bilinç) işte bu bakımdan yalnız tekamülü (évolution)62 harekete getiren
bir prensip gibi görünmekle kalmaz; şuurlu varlıklar arasında insanın imtiyazlı bir yer
aldığını da gösterir. Hayvanlarla insanlar arasındaki fark da artık bir derece farkı olmaz,
bir mahiyet farkı olur.”63 Bergson var olanlar arasında derece farkının olmadığını
belirtir ve hiçbir varlık diğerinden türememiştir. Bu yüzden aralarında mahiyet
(nature)64 farkından bahsedilmiştir.65 Hiçbir varlık, başka bir varlıktan türememiştir ve
aralarında bu nedenle derece farkı bulunmamaktadır. Bergson evrim görüşünde yeni
türlerin var olmasını şu şekilde tanımlar: “Kısaca, yeni türler yaratan değişmelerin
gerçek sebebi, evrim yollarında dağılan fakat asla kendini kaybetmeyen, bundan dolayı
da benzerlikler gösteren hayat hamlesi/yaratıcı atılım (élan vital)dir.”66 Evrimin
gerçekleşebilmesinin asıl sebebi Bergson’a göre elan vitaldir. Bir şey evrimleştiğinde,
önceki halinden uzaklaşmaz, bilakis ondan özellikler taşımaktadır. Bergson elan vitali
diğer ifadesiyle yaratıcı atılımı şu şekilde açıklar:
“Elhasıl, bahsettiğimiz hayat hamlesi, bir yaratma isteğidir. Yalnız bu hamle mutlak
olarak yaratamaz daima madde ile, yani kendi hareketinin zıddı olan zaruri bir hareketle
karşılaşır. Fakat kendini de o sayede bulur, yine o sayede maddeye mümkün olduğu
kadar çok hürriyet sokmaya bakar”67
Yine hayat hamlesi yani yaratıcı atılım, Bergson’un ifadelerinden yola çıkılarak
şu şekilde tanımlanmıştır:
“Bergson’da hayatı ileri götüren, ilerleten, yücelten yaratıcı kuvvet, özel, küçük
organizmalarla gelişen bu güç, türlerin devamlılığını sağlar; varlıkların evrimini temin
eder. Yaratmadan yaratmaya geçen evrenin esas kuvveti. Bergson’a göre, bu güç,
bitkilerde, hayvanlarda ayrı ayrı ortaya çıkmamış; hepsinde aynı anda ortaya
çıkmıştır”68
Hayat hamlesi bir nesil ile daha sonraki nesil arasındaki bağı içermektedir. Yeni
tür ortaya çıkaran değişmelerin asıl sebebi hayat hamlesidir. Türlerin kaynağı aynıdır,
62 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.477 63 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.238-239. 64 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.480 65 Levent Bayraktar, Bergson’da Ruh-Beden İlişkisi, Dergah Yayınları, İstanbul, 2010, s.105 66 Cavit Sunar, “Evrimcilik ve Bergson”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.IX, Ankara,
1961, s.107. 67 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.324. 68 Bolay, ‘Hayat Hamlesi’, Felsefe Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü, s.160.
19
oluşan her yeni tür farklılaşarak evrimini tamamlarlar.69 O halde yeni türler birbirinden
ayrı görünseler ve tanımlansalar bile, aralarındaki bağ yok olmayacağı sonucuna
varılabilir.
İnsan sürekli olarak ilerlemekte, düşüncesini geliştirmekte olan bir varlıktır.
Bergson’a göre bu bir yaratmadır ve insan bunu kendi gücü yettiğince
gerçekleştirecektir. Buradaki yaratma tanrısal anlamda bir yaratma değildir. Varoluşçu
felsefede bahsedilen insanın kendini ortaya çıkarmasına benzer bir yaratma söz
konusudur. İnsan ruhu, insanın özgür olduğu alandır ve Bergson’un ifadelerinden
hareketle, yaratmanın ruh ile olabileceği sonucuna ulaşılabilir. Bedeni ise bazı
kanunlara yani doğal zorunluluklara bağlı yönüdür. Zeka bedensel bir faaliyettir ve
dolayısıyla zorunluluk barındırır. Bu yüzden zekanın, yani zorunluluklara bağlı bir
varlığın, yaratma eyleminden bahsetmek mümkün görünmemektedir. Bilinç, yaratmaya
yatkın olan bölümdür. “O her yeniyi eskiye bağlar ve yepyeniyi hiç kabullenmez.”70
Zeka maddeseldir ve duyular (les sens) aracılığıyla bilgiye ulaştığı için yaratmada
geride kalanlar içinde yer almaktadır, yaratma gücüne sahip değildir çünkü onda
zorunluluk vardır. Her öğrenileni maddeye ve eski duyumlarına uygulamaya çalışan
zeka, yeniden ya da yeni olandan bir haber olacaktır. Ruh bedenden ayrı varlığını
sürdürememektedir. Burada şu vurgulanmalıdır ki insan kimi zaman özgür kimi zaman
da bir tutsaktır. Bu ise şu demektir: İnsan ruha bağlı olduğu zaman maddesel olandan
uzaklaşacak ve özgür olacaktır, bedene bağlı olduğu zaman ise doğa yasalarının hakim
olduğu maddesel alana inecek ve tutsaklık başlayacaktır.
Bergson’un zaman ve evrim görüşlerinden, bilimin tanıttığı zaman ile insanın
yaşayarak gördüğü zamanın bir olmadığı, insanın anlatılan bir zamanı bilemeyeceği,
onu yaşayarak kavrayacağı fikri çıkarılabilir. Çünkü yukarıda da ifade edildiği gibi
insanın yaşadığı zaman, birbirini takip eden anlardan oluşmaktadır. Her an, bir sonraki
anın geçmişidir. İnsan hayatı insanın yaşadığı anların bir bütünüdür. Bir insanın hayatı
yaşadığı anların toplamı olduğundan her insanın anı ve anıları da farklı olabilecektir.
Bize göre farklı an ve anılara sahip insanların düşünceleri de ayrı olabilecektir. İki
insanın fiziki yapısı ya da duyumları farklı olacağı için, birinin algıladığını diğeri
69 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.122-123. 70 Cavit Sunar, “Bergson’da Zeka ve Sezgi”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Türk Tarih
Kurumu Basımevi, Ankara, 1961, s.40.
20
algılayamayacak, elde ettikleri bilgiler farklı olacaktır. Bunun sebebi ise Bergson’un
felsefesinde, insanların tecrübelerinin farklı olmasıdır.
Bergson hakkında bilgi edinilen bir şeyin, tecrübe edildiği an ile daha sonra
hatırlandığı andaki duygusunun farklı olduğunu vurgular. Bunu ise idrak, tahayyül
(imgelem) ve hatırlama kavramları arasındaki ayrımı vererek yapar. Yaşanan bir olay
sırasında hissedilen duygu, hatıra ile getirilen geçmişten hissedilen duygudan daha
kuvvetlidir. Hatıra ile gelen olay, yaşanıldığı andan daha az etkilidir. Filozof idrakin
geçmişi şimdiye uygulamakla yükümlü olduğunu belirterek bunu şöyle ifade eder: “Şu
halde idrak şimdiki hale, hatırlama geçmişe, tahayyül ise geleceğe ait zihinsel
faaliyetten ibarettir ve doğrudan doğruya süre ile meşgul olur.”71 Bergson burada
evrimle zaman kavramları arasında bir bağ olduğunu belirtir. Geçmişin yalnızca
algıladığımız şeylerden ibaret olduğuna değinen filozof, her algının daha sonraki algı ile
sürekli hale geleceğini belirtir. Bergson, hareketlerimizin de bu yönde ilerlemekte,
ortaya çıkmakta olduğunu dile getirir. “Bedenin rolü anıları depolamak değil, yalnızca
işe yarayacak anıyı -nihai eylem amacıyla mevcut durumu tamamlayacak ve
aydınlatacak anıyı- seçmek ve bu anıyı atfettiği gerçek etki sayesinde belirgin bir bilince
yol açmaktır.”72 Her deneyimin kişiye özel olduğunu söylemek filozofun görüşleriyle
çelişmeyecektir. Nasıl ki her bilinçli varlık için ayrı bir zamandan bahsedebiliyorsak her
algı için de aynı şey söz konusu olabilecektir. Bize göre her anının kişisel yani öznel
olması genel geçer bir bilginin bahsini pek mümkün kılmamaktadır. Yani algılar sonucu
oluşan hatıralar öznel olabileceği için, bize göre onun genel geçer bir bilgi olarak kabul
edilmesi doğru olamayacaktır.
Bergson’un görüşlerinde beden, hareketin aracısı olarak tanımlanır. Yani beden,
hareketler ortaya koyar ve her hareketiyle ruhun özelliklerini sergiler. Hareketlerin
toplamının, ruhun ortaya konulmasını sağlayacağını belirten filozof, ruhun, bedenin
yapamadığını yapığını ifade eder. Bergson felsefesinde bedenin hareketine yön veren
ruhtur çünkü ruh seçimler yapmakta ve bunu bedene aktarmaktadır. Beden maddi
71 Edhem, Bergson ve Felsefesi, s.97. 72 Bergson, Madde ve Bellek, s.132.
21
dünyaya etki etmektedir. Edhem’e göre Bergson’da nesneler yok, fiiller vardır.73 Yani
madde hareketi içinde barındırmaz, o yalnızca canlı olanlara ait bir özelliktir.
Bergson maddi alemi organik alem olarak tanımlamaktadır. Bu organik alemde
doğa kanunları geçerlidir. Edhem; Bergson’un bu görüşlerini şu şekilde ele alır:
“Hayatın evriminde hiçbir şey diğerine benzer değildir. Organik alem bizim yapımıza
ve oluşumumuza benzer bir birleşim değildir. Her tür mevcut olmak muamelesine,
kendi vazifesine ve kendi hayatının tayinine sahip olamaz.”74 Nesneler kendi kendisinin
ne olacağına ve hangi yönde gidebileceğine karar veremez, kendi yolunu seçemezler.
Bu seçme ancak özgür bir varlığa, zekası olan bir varlığa aittir. Yukarıda da belirtildiği
gibi insan bedeni madde olduğu için doğa yasalarına bağlıdır. Bunun en basit örneği
yaştır. İnsanlar yaşlandıkça hareketi kısıtlanır. Anlama, işitme gibi yetilerinden
mahrumlaşmaya başlayabilir. Ancak ruh yaşlanmamaktadır. O madde değildir ve doğa
yasaları ona etki edemezler.
Filozof evrimin insanda yaratma sonucu oluştuğunu belirtmektedir. Daha önce
de ifade edildiği gibi gerçek evrim, bireyin kendini yaratmasıdır ancak bu yaratma
tanrısal bir yaratma değil de kendinin potansiyeline varıp, yine kendini açığa
çıkarmadır. Nesneler ne olacağına karar veremezler ancak insan kendisinin ne olacağına
karar verebilir. Çünkü insan bilinç sahibidir ve insan kendisini nasıl yapmak istiyorsa
öyle yapacaktır. İnsan kendisini yaratacaktır. Bu yaratma da sezgi ile meydana
gelecektir. Peki insan kendini nasıl ortaya koyabilir ya da kendisini nasıl yaratabilir?
Bütün insanlar yaratıcı bir yapıya ulaşabilir mi? Sezgiye ulaşan bireyler kendi
kendilerini ortaya koyabilecek ve kendisini yaratabilecektir. Bir sanatçının sanat eserini
ortaya koyması gibi insan da kendisini ortaya koyacaktır.
1.4.4. Sanatın Sezgiyle İlişkisi
Bergson’un felsefesini daha iyi anlayabilmek için sanat görüşünü incelemek
gerekir. Çünkü filozof, sezgi kavramının neliğine dair bir takım açıklamaları, sanat
anlayışıyla sunar. Bergson bir varlığı bilmenin tek yolunun bilimsel bilgi olmadığını
düşünür. Ona göre felsefe, varlığı gerçek bir bilme yoluna götürür. Edhem’e göre
73 Edhem, Bergson ve Felsefesi, s.98. 74 Edhem, Bergson ve Felsefesi, s.98.
22
Bergson, sezginin nesneyi açığa çıkaracağını, felsefenin de öncelikle elde etmek
sonrasında açıp yapmak için yakaladığını belirterek, aralarındaki ilişkiyi bulmaya
çalışır75 Felsefe bizi madde ile yetinmeden kurtarır, maddi olmayanın bilgisine
ulaşmamıza öncülük eder. Sezgi ile de varlığın hakikatinin bilgisine ulaşırız. Bergson
maddi ve maddi olmayan dünyayı ayrı ayrı açıklamaya çalışmış ancak bunların
birbirinden bağımsız olduklarını dile getirmekten kaçınmıştır. Filozofun, maddi dünya
olmadan maddi olmayan dünya anlaşılmaz, maddi olmayan dünya olmadan da maddi
dünyanın anlaşılmayacağını belirttiği görülür. Bergson’un maddi dünya ile ruhi dünya
arasındaki bağlılığı sanata benzettiği görülür. Burada Bergson’un şu sözlerini ele
alabiliriz: “Sanatın konusu nedir?... Eğer hakikat his ve şuurumuza doğrudan doğruya
zahir olsa idi; eğer nesneler ve nefsimiz ile doğrudan bağ kurabilse idik, eminim ki
sanat lüzumsuz olacak idi.”76 Filozofun görüşlerinden hareketle; bu durumun gerçekliği
olsaydı her bakan göz, her duyan kulak aynı şeyi yani hakikati bileceğine dair fikirlere
ulaşabiliriz. O halde eğer hakikat herkese tabi olsaydı ne sanatçı ne de sanat önem
taşıyacaktı. Bergson’da sanatçı, var olanda hakikate yaklaştığı için sanatçı olmaktadır.
Buradan şu sonucu çıkarmak hatalı olmayacaktır: Bu durum yani hakikate erişme
herkesçe yaşandığında birini diğerinden ayıran hiçbir özellik kalmayacaktır.
Filozofa göre var olanların hepsi farklıdır ve bu farkı yalnızca bir var olan
bilebilir, o da insandır. İnsan varlıkları sınıflandırır, özel isimler verir. Bu isimler de
bize cins kavramını getirir. Edhem bunu şu şekilde belirtir: “Sözün özü, biz bizzat
nesneleri görmüyoruz. Çoğu kez onların üzerine konulan etiketleri okumakla
yetiniyoruz.”77 Yani biz, varlığa daha önceden verilen isimle ya da kavramla
ulaşabiliyoruz. Bergson felsefesinde ise sanatçı, bu kalıplardan kurtularak hakikati
kavrayan kişi olarak tanımlanır.
Bergson’un felsefesinde, sanat ve sanatçı gerçek anlamda bilmeye daha yakındır.
Sanat, fikirlerin hissileştirilmesi sonucu oluşur ancak 19. yüzyılın ilmi bilgi
çerçevesindeki sanat yorumu farklıdır. Bu yorum filozofun görüşlerinin tam tersidir
yani hislerin fikrileştirilmesidir.78 Hislerin fikir haline getirilmesi, sanat eserinin ve
75 Edhem, Bergson ve Felsefesi, s.99. 76 Edhem, Bergson ve Felsefesi, s.100. 77 Edhem, Bergson ve Felsefesi, s.101. 78 Topçu, Bergson, s.112.
23
sanatçının öneminin azalmasına neden olacaktır çünkü hislerin kalıplara sokulması
yaratmayı yavaşlatacak ve belki de tamamen durduracaktır. Bergson sanat anlayışı
bakımından da yaşadığı dönemden ayrı fikirler sunmuştur. Ona göre sanatçı sezgiye
ulaşır ve sezgi ile de gerçekliğe yakınlaşır. “Şu halde her sanatta, sanatçı, algılarımızın
belli bir katılaşmasından dolayı görmeğe muktedir olmadığımız bir şeyin gerçekliğini
bulur, seçer.”79 Sanatçı, olanda gerçeği bulmaya yaklaşmış kişidir. Birçoğumuzun
göremediğini varlıkta görendir. Bergson için sanat ve sanatçı bu yönüyle önemli bir yer
teşkil etmektedir.
Her insanın bilmesi diğerinden farklı olabilmektedir. Sanatta ayrı ayrı başlıkların
olmasının sebebi ise bundan ileri gelmektedir. “Sözün özü sanat, resim, heykeltıraşlık,
şiir ve musiki, hepsinin de gayesi önümüzde pratik faydanın doğurduğu simgeleri ve
göreli, toplumsal gelenekleri kaldırarak bizi eşyanın hakikati ile doğrudan doğruya
temas ettirmektir.”80 Buradan hareketle sanatçı, eriştiği hakikati tam olarak
sergileyemese bile, ortaya koymaya çalışmaktadır demek doğru olacaktır. Hakikati kimi
resim ile kimi de şiir aracılığıyla paylaşmaya çalışır.
Filozofun sanat anlayışı, sezgi tanımlamasıyla ilgilidir. Sezgi, başlangıcı olan
bilgiden, ani bir sıçrayışla gerçekliğe ulaşma yoluyken, sanat ise sanatçının belirli bir
birikime sahip olması, onu yenileriyle sentezlemesi ve sezgiye ulaşıp, bunu sanat
eserine aktarmasıdır.81 Sanatçı ulaştığı, elde ettiği sezgisini diğer insanlara aktarmaya
çalışır ve bu aktarım yolu da onun oluşturduğu sanat olacaktır.
1.5. BERGSON’DA SEZGİ VE SEZGİ İLE İLİŞKİLİ KAVRAMLAR
Bergson’un felsefesi sezgi kavramı etrafında oluşmuştur. Bergson eserlerinde
sezgi kavramını doğrudan doğruya açıklamaya yeltenmemiş, incelediğimiz bütün
eserlerinde filozof, sezgi kavramını bir bütün olarak vermemiştir. O sezgiyi dolaylı bir
yolla anlatmaya çalışır.82 Filozofun eserlerinde, tam bir bütünlük içinde, doğrudan
tanımlamalarına ulaşamadığımız için ikinci el kaynaklardan elde edilen
79 Thomas Ernest Hulme, Hümanizm Din ve Sanat Üzerine Felsefi Düşünceler, çev. Ahmet Aydoğan, İz
Yayıncılık, İstanbul, 1999, s.153. 80 Edhem, Bergson ve Felsefesi, s.103. 81 Topçu, Bergson, s.114. 82 Hüseyin Aydoğdu, Bergson’un Madde Anlayışı, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yüksek Lisans Tezi, Erzurum, 2000, s.66.
24
tanımlamalardan yararlanarak sezgi kavramını açıklamaya çalışacağız. Bergson, asılın
bilgisine sezgi ile ulaşılabileceğini dile getirmektedir fakat onun sezgisi daha önce
tanımlanan hiçbir sezgi ile aynı anlamı taşımamaktadır. Peki bütün düşüncesini üstüne
kurduğu sezgi kavramı nedir? Sezgi kavramı sözlük anlamı olarak şu şekilde tanımlanır:
“Gerçeği anlama yetisi; bir anda yakalama, kavrama, sezme, sezip keşfetme. Sezgi,
içgüdü ve anlağın bir bireşimidir, gerçeği birden kavramada içgüdüden yararlanılır,
anlak da içgüdüde uyku halinde olan bilinci uyandırır ve onu tutkularından kurtarır;
öyleyse sezgi, kendi bilincine varmış içgüdüdür”83
Gerçeğe ulaşmak, onu anlamak için içsel bir duygu ve düşünceyle, aracı
olmadan bir sıçrayış ile sonuca ulaştırma ya da o sonucu yakalamadır. Sezgi; akıl
(raison)84, duyum ve deney gibi yöntemler ile başlayan bir bilgi edinme yolu olarak,
insanı hayvandan ayıran bir yöndür. Hayvanda dürtüler mevcutken, insanda akıl ve
onun daha üstü olan bir güç olan sezgi bulunur. Bergson’un görüşlerinde sezgi, bir şeyi
tam ve doğru olarak tanımayı ya da bilmeyi getirir. Sezgi genel olarak, birikimli bir
düşünmeyle bilgiye ulaşmanın aksine, bir bütünün bir bakışta dolaysız kavranması;
bütüncül olarak değerlendirilmesi, varlıkları bize kendilerinde olduğu gibi açan bilgi;
dolaysız bir bilme; aniden yakalama; sezme, sezip keşfetme85 şeklinde tanımlanır.
İnsanda akıl yetisi mevcuttur, akıl yetisi ile çevresindekileri tanımaya, bilmeye
çabalamaktadır. Bunu yaparken de maddeden yola çıkıp bir yargıya ulaşmayı amaçlar.
Ancak bu durum tam olarak bir bilme sayılamaz. Tam bir bilmeden söz etmek için
sezgilerini devreye sokmaları gerekmektedir. Sezgi akıl yürüterek, çözümleme yaparak
ortaya çıkabilecek bir durum değildir. O, bilimin sunduklarının üzerine, birden bire,
aracısız olarak, bir şeyi bilme ya da iç yüzünü görmedir. Sezgi, nesneyi içten bilme
yöntemidir ve bu yüzden için bilgisi olarak da ele alınabilmektedir.86 Akıl temel
bilgileri sunarak, bize bilimsel bilgiyi verir ve daha sonra sezgi de bilimin yetemeyeceği
bilgilere ulaşmamızı sağlar. Bilimsel bir bilgi olmadan, birden bire, sezgisel yolla bilme,
filozofun düşüncelerine göre mümkün görünmemektedir.
83 Bedia Akarsu, ‘Sezgi’, Felsefe Terimleri Sözlüğü, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1998, s.158. 84 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.481. 85 Bedia Akarsu, ‘Sezgi’, Felsefe Terimleri Sözlüğü, s.158. 86 Topçu, Bergson, s.88.
25
Sezgi genel tanımlamasıyla bir şeyin ya da bir olayın dolayımsız olarak birden
tanımlanması ya da öngörüdür. Bergson sezgiyi, gerçeğe ulaşmadaki asıl düşünme
olarak tanımlar ve usçuluğa karşı öznelci bir sezgicilik sunar.87 Bergson’da sezgi
kavramının önemi büyüktür. O, pozitivistlere, evrimcilere, duyumculara karşı, yepyeni
bir bakış açısı olan sezgi kavramını ortaya koyar. Dönemin bakış açısından farklı
görüşler sunan filozof, bütün felsefesini sezgi kavramı üzerine kurmuştur. Madde,
deney, bilimsellik onun felsefesinde çok yer kaplamamakta aksine sezgi, ruh gibi
terimler önemli bir yer tutmaktadır. Yani filozof, materyalist öğretiye, dinamik ve
düalist bir görüşle karşı çıkmıştır.
İslam düşünürleri, hads kavramından esinlenerek, bir takım görüşler ileri
sürmektedirler. Meşşai filozofları, Gazali, İbn Haldun ve birçok filozof bu bilme
yolunun farklı sistemlerinden ya da türlerinden faydalanmıştır. Bu filozoflara göre
insanda bulunan nefs, kendinden geçerek, ilahi bir aydınlanma ile hadsı oluşturacaktır.
Hads kavramı sözlük anlamı olarak “Bir şeyin veya olayın sonucunu tahmin etme, ölçüp
biçme; doğruluğundan emin olmadığı beyanlarda bulunma; hızlı ilerleyiş, çabuk
kavrayış”88 şeklinde açıklanmaktadır.
“Hads en yaygın olarak akli sezgiyi dile getirir, çünkü apaçık fikirler elde etme
vasıtasıdır. Akıl yürütmeye dayalı olarak bilgi edinme iki farklı yolla gerçekleşir.
Birincisinde bilinen temel önermelerden hareket edilerek sonuca ulaşılır; yani burada
birbirini takip eden hükümler zinciri vardır. İkincisinde ise nereden ve nasıl olduğu
bilinmeyen bir önermeye dayanılarak bir anda sonuca ulaşılır. Kıyasta konunun zihinde
tam olarak kavranmasını sağlayan orta terim ya öğrenme yoluyla ya da hadse dayalı
olarak elde edilir. Bu bakımdan hads, ‘orta terimin ve onun gidiş yolundaki fikirlerin
zihinde aniden kavranması’ şeklinde de tarif edilir.”89
Yukarıdaki ifadelerden anlaşılacağı üzere iki tür bilme söz konusudur, ilki akli
verileri kullanarak, elde olan materyallerden faydalanıp sonuca ulaşmadır. Burada
hadsin devreye girdiğini söyleyemeyiz. İkinci tür ise belirli bir takım bilgiler olmadan
direk olarak sonucu kestirebilmedir ve bu noktada hadsin devrede olduğunu
anlayabiliriz.
87 Mehmet Nuri Demir, Henri Bergson’un Felsefesinde Sezginin Yeri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Van, 2011, s.67. 88 Hayati Hökelekli, ‘Hads’, DİA, c.15, İstanbul 1997,s.68. 89 Hökelekli, ‘Hads’, DİA, s.68.
26
Hads kavramı ve sezgi kavramı aynı anlam taşır gibi görünse de, Bergsoncu
sezgi ile Müslüman filozofların hads kavramı arasında fark vardır. Bergson aklı ihmal
etmez, temel olarak görür ve daha sonra sezgi ile bilmeye gider. Fakat Müslüman
filozofların hads kavramına göre akla gerek olmadan doğrudan bir kavrayış vardır.
Bergson’da sezgi, bilimsel bilgilerden başlar yani aklı temel alır. Daha sonra ani bir
sıçrayış ile -bu sıçrama yoluna sezgi dersek yerinde olacaktır- gerçeğe ulaşılır.
Müslüman filozoflara göre ise hads kavramı, akla ihtiyaç duymadan, kişinin birden
yaşadığı ani bir bilmedir. Buradaki bilme için temelde hiçbir bilgi olmaksızın birden
bilebilme diyebiliriz. Filozof, sezgi kavramını oluştururken akıldan, duyulardan ve
deneylerden vazgeçmeden bir bilme yolu sunmaktadır. Bergson’un sezgisi ile
Müslüman filozofların hads anlayışı benzer değildir. Hads, bir ön bilme ya da
öngörünün bir adım daha ilerisi olarak tanıtlanabilir. Daha çok akıl yolunu
kullanmaksızın birden ortaya çıkan bilme olarak söylenebilir. Sezgi ise şu şekilde
tanımlanır:
“Önermelerden başka önermelere yönelerek, mantıksal yolla çıkarımlar yaparak
ilkelerden sonuca ulaşan, tek tek parçalardan bütünlüğü olan bir düşünce oluşturan
gidimli düşünme yoluna karşı, doğrudan ya da aracı kullanmaksızın düşünce kuran,
bütünü bir kerede, bir bakışta tümüyle ele geçiren, şeylerin özüne dolaysız biçimde,
doğrudan doğruya ulaşan, şeylere tüm bir devingenliği içinde bütünlüklü kavrayan içten
duyma yolu.”90
Yani sezgi, bilimsel bilmeden farklıdır. Bilimsel bilgi başlangıcın bilgisidir ve
tam değildir, bu yüzden sezgi, bilimin verileri üzerine eklenilmeli ve gerçekliğe
ulaşılmadır. Belirli tezlerden ya da görüşlerden yola çıkıp hiçbir aracı olmadan sonucu
elde etme durumu, bu bilmeyi özetlemektedir. Sezginin bazı türleri vardır. Bunlar
mistik sezgi –ki bu, dini tecrübe delilini ortaya koyanların destek aldıkları en temel
dayanaktır- felsefi sezgi, akli sezgi olarak sıralanabilir. Sezgi kavramının “Duyu
organlarını, deneyimi ya da aklı kullanmadan kazanılan kavrayış, içgüdüsel bilgi”91
olarak da tanımlanmaktadır. Bu tanım hads kavramını da içine alır. Sezgi, akıl ve onun
verilerine ihtiyaç duymaksızın ani bir bilme, sonuca ulaşma durumudur. İnsana özgü
olan sezgi –buradaki insan belirli bir zeka düzeyine gelmiş kişidir- ilkeleri mantıksal bir
90 Ulaş, ‘Sezgi’, Felsefe Sözlüğü, s.1296. 91 Cevizci, ‘Sezgi’, Paradigma Felsefe Sözlüğü, s.1392.
27
şekilde doğrudan bilme ile oluşur.92 Sezgi yolu ile bilme, diğer bilme yollarının içinde
en üst düzeyde olan bilmedir. Burada elde edilen bilgi ise en değerli olan bilgi
olmalıdır.
Sezgi içgüdüsel bir durumdur. Bergson’a göre sezgi içgüdünün olduğunun
farkına varmadır. Bergson felsefesine göre sezgi, içgüdünün en ilerlemiş seviyesidir ve
tarafsız bir bilmeyi gerçekleştirmektedir.93 Sezgi şu şekilde de tanımlanmaktadır:
“Sembolik, analitik ve göreli bilgi türüne karşı olarak, bir nesnede, biricik ve dolayısıyla
ifade edilemez olanı yakalaması için, insanın bu nesnenin içine girmesini sağlayan
sempati türü; hayal gücümüzü kullanarak, kendimizi nesneyle özdeşleştirmemizden
oluşan kesin ve mutlak bilgi; nesneyi herhangi bir bakış açısından değil de, bizzat
kendisinde olduğu gibi, içinden kavrama imkanı sağlayan, nesneyi bütünlüğü içinde,
tam olarak veren, kesinlik ve kuşkusuzluğa ulaştıran, nesneyi canlı, dinamik özelliği
içinde sunan kavrayış ya da bilgi türüdür.”94
Bergson sezgiyi nesneyle bir olma ve adeta içine girip kavranılması yani bir
içten bilme olarak açıkladığı söylenebilir. Sezgi bir nesneyi tanımlarken başka hiçbir
şeyden değil de sadece insanın içsel bir düşünmesini kullanmaktadır. Nesnenin, başka
bir aracı olmadan birden bire içsel bir veri ile yani içgüdü ile anlaşılması, o bilginin
doğru olması anlamına denk düşecektir.
Bergson’un sezgi tanımlamasını açıklayabilmek için onun, sezgi kavramına
başvurmasındaki nedenleri de araştırmak gerekmektedir. Bergson, sezgi kavramını
ortaya koyarken, insanın iki yönü olan ruh ve bedenden esinlenmiştir. Bergson’un şu
ifadeleri ruh ve bedenin yani maddenin yerini belirlemeye yöneliktir.
“Madde uzayın içindedir, tin(ruh) uzayın dışındadır; aralarında geçiş olasılığı yoktur.
Tersine, tinin (ruhun) en mütevazi işlevi şeylerin süresinin ardışık anlarını birbirine
bağlamaksa, maddeyle temasa bu işlem içerisinde geçiyorsa ve yine öncelikle bu işlem
içinde maddeden ayrılıyorsa, madde ile tam anlamıyla gelişmiş tin arasında, yalnızca
92 Cevizci, ‘Sezgi’, Paradigma Felsefe Sözlüğü, s. 1392. 93 Eroğlu, a.g.m., s.93-94. 94 Cevizci, ‘Sezgi’, Paradigma Felsefe Sözlüğü, s.1392-1393.
28
belirsiz değil aynı zamanda akla yatkın ve üzerinde düşünülmüş eyleme muktedir tin
arasında sonsuz kademe olduğu düşünülür.”95
Ruh ile beden arasındaki farklılık Bergson felsefesinde bu tarzda bir açıklama ile
belirtilmiştir. Filozofun ifadelerinden hareketle, gelişmiş ve eyleme muktedir olarak ele
alınan ruh tanımlamalarının Tanrı ve diğer ruhlar olduğu fikrine ulaşabiliriz. Yukarıda
geçen eylemde bulunmayı sağlayan ruhla kastedilen insanın ruhu, gelişmiş ruh olarak
tanımlanan ise Tanrı’dır. Bergson’un bu ifadelerinde, ruh ve madde aynı yere ait
değillerdir, madde mekana bağlıyken ruhun da zamana bağlı olduğu fikri barınmaktadır.
Bergson felsefesinde bilinç ve sezgi, hakikatin iki farklı boyutuna erişmeyi
sağlamaktadır yani, bilinç bedenin ulaşabileceği en ileri bilgi olan bilimsel bilgiyi elde
edebilirken, ruh da sezgiye ulaşabilir.96 Ayrıca Bergson, sezginin de ruh ve Tanrı gibi
metafizik bilgilere ulaştıracağını savunur.
İnsanın iki yönünden biri ruhtur. Ruh, insanın maddeden ayrıldığı yönüdür.
Bergson bedenimizin olsa bile ruhumuzun yok olmayacağını ifade eder.
1.5.1. Bellek ve Bilinç
Bergson’un sezgi yöntemiyle ilgili önemli kavramlarından ikisi bellek (hafıza)
ve bilinçtir (şuur). Filozof bu iki kavramın tanımı ve arasındaki ilişkiyi vererek insanın
bilme ve sezgisel bilginin elde edilme sürecindeki işlevini açıklar.
Bergson’a göre bilinç beyinden ya da belleğimizden daha üstündür. “Bilinç bize
bedenimizde diğer imgeler gibi bir imge gösterir; idrak gücümüzde ise, yaratma ya da
inşa etme yetisini değil, ayırma, ayırt etme ve mantıksal olarak karşı karşıya getirme
yönünde belli bir yetiyi gösterir.”97 Bilinç algılamayla görevli değildir o elde edilen
verileri birbirleri ile ilişkileri açısından inceleyerek yeni veriler elde etmeye
çalışmaktadır. Bergson’un, ruh derken bilinci kastettiği kabul edilir. Ancak bir bilinçten
bahsedebilmek için de bellek gerekmektedir. Bergson’un oluşturduğu düşünce
sisteminde bilince işlevsellik katan ve bu özelliğini koruyan bellektir.98 Bilincin var
olmasını sağlayan şey bellektir ve o olmadan bilinç tek başına oluşamaz var olamaz.
95 Bergson, Madde ve Bellek, s.163. 96 Eroğlu, a.g.m., s.98. 97 Bergson, Madde ve Bellek, s.134. 98 Eroğlu, a.g.m., s.87.
29
Yani ruhtan bahsedebilmek için bilinç, bilinçten bahsedebilmek için ise bellek
gerekmektedir. Bellek bizim geçmişte yaşadığımız anları günümüze ve geleceğimize
taşımaktadır. “Demek ki bellek hiçbir düzeyde, maddeden türeyen bir şey değildir; tam
tersine madde, daima belli bir süreyi işgal eden somut bir algı içinde kavradığımız
haliyle, büyük ölçüde bellekten türer.”99 Yukarıda yer alan ifadelerden anlaşılacağı
üzere bellek, maddeden türeyerek oluşmamıştır aksine madde bellekten türemiştir.
Bergson’a göre bellekten ve bilinçten bahsedebilmek için, orada bir süreklilikten
de bahsetmek gerekir. İnsan sürekli olarak kendini yenileyen bir varlıktır ve insan bilinç
sahibidir. Bilinç hangi varlıklarda bulunmaktadır? “Bilinç, kendi kendine hareket eden
her canlıda mutlaka bulunması gereken bir yetidir.”100 Bergson felsefesinin temel
taşlarından olan hareket, yaratım süreci dediği döneme aittir. Her var olan bilinçli
varlık, yaratma ile kendini ortaya koymaya çalışmaktadır. Bilinç yalnızca hareket eden
varlıklarda bulunmaktadır çünkü her eylemin altında bir bilinç yatmaktadır. Yine
filozofun öne sürdüğü açıklamalardan biri de bilincin yalnızca fayda sağlayan
hareketleri kabul edip, gereksiz olanları reddettiğidir.101 Bu da filozofun, bilinçli bir
algılamanın, ilgi çeken ve lazım olanı algılamak olduğu fikrini desteklemektedir.102 Her
yaşanan anı, yeni anlar takip etmektedir. Bu süreç içinde ise insan kendini aramakta,
ben dediği şeyi bulmaya çabalamaktadır.
Bergson bilinç üzerine çok fazla yorum getirmiştir. Bergson’a göre bilinç her
hareket edende mevcutken aynı zamanda her hareket edenin bilincinin de ayrı olduğunu
vurgulamıştır. “Bilincin özelliklerinden en önemlisi öznelliktir. Çünkü evrende bulunan
bitkilerden tek hücreli canlıya ve onlardan bütün hayvanlara kadar her canlının kendine
özgü özellikleri vardır.”103 İnsanı insan yapan, çiçeği çiçek yapan, köpeği köpek yapan
belirli bir takım özellikler vardır. Eğer biz insanın ne olduğunu tanımlayabilecek kadar
onlara aşina isek, bu onun özelliklerini bilmemizden ileri gelmektedir. Bir şeyin
özelliklerini bilmemizin sebebi ise, onun var olan bilincinin sonucunda ortaya koyduğu
davranışları ya da biçimleridir. Filozofa göre insan, yine bilinç sayesinde kendini ve
99 Bergson, Madde ve Bellek, s.134. 100 Eroğlu, a.g.m., s.82. 101 Eroğlu, a.g.m., s..84. 102 Eroğlu, a.g.m., s .87. 103 Eroğlu, a.g.m., s.83.
30
varlığını anlamlandırabilir.104 Buradan hareketle; insan, bilinci sayesinde kendini
oluşturur ve kendi potansiyelinin farkına varabilir fikrine ulaşılabilir. Bergson
felsefesinde yer alan bir başka ifade de bilincin insana has bir özellik olduğu ve imgeleri
bir bütün olarak algılayarak doğru bir şekilde anlayıp açıklamayı sağladığıdır.105
Buradan hareketle insan, bilinç sayesinde bir takım gerçekliklere ulaşabilecektir
denilebilir.
Bergson’a göre bellek bir şeyin saklandığı ve istediğimiz zaman oraya gidip
aradığımızı bulup çıkarabileceğimiz bir yer değildir. Ona göre bellek bunlardan daha
fazlasıdır. “İnsan ise bilakis hatıralarını istediği gibi ve dilediği zamanda uyandırabilir,
bunun için eski bir idrakin tazelenmesini beklemeye mecbur değildir, geçmiş hayatını
tanımakla da kalmayarak onu istediği gibi tasarlar ve hatta hayal kurar.”106 Bellek
sadece depo olmak yerine hatıraları yoğurarak ortaya çıkarmaktadır. Hatırlamak, var
olan hatıraların içinden seçip aynı şekilde sunmak değildir, hatırlanacak olan şeyin
kendiliğinden kopup gelmesi, gerektiğinde yaşanan ana uyum sağlaması, şimdiki hal ile
bütünleşmesi demektir.107 Bergson, bellekte bulunan bilgilerin oraya dönerek
bulunduğunu düşünmek yerine, zamanı geldiğinde yaşanılan ana göre şekillenerek o
bilginin birden gelmesini, adeta bir kopma yaşayarak gelmesini dile getirir. Bergson
belleğin daha derininde olan bir bilinçten bahseder. Buna ise bilinçaltı denilmektedir.
İnsanlar hiçbir şeyi unutmazlar hiçbir anı kaybolmaz sadece bilinçaltına saklanır.
Bilinçaltında olan düşünceler ya da dürtüler, insanların baskıdan kurtulduğu zamanlarda
ortaya çıkar. Bergson bunun rüyalarda gerçekleştiğini dile getirir. Rüyalarda herhangi
bir kısıtlama olmadığı için bilinçaltı adeta ortaya dökülür. Bergson bilincin yerinin
olmadığını ifade eder fakat beyin ile arasındaki ilişkiyi es geçmez. Ona göre beyin
olmadan bilinçten söz edilemez çünkü beyin, bilinç sayesinde bir şeyleri bilebilir.108
Filozof beyin olmadan bilinçten bahsedilemeyeceğini ifade ederken onların aynı şey
olduklarını dile getirmez. Ona göre bilinç ve beyin farklılık barındırır. Bergson, bilincin
ruh gibi ölümden sonra yok olmayacağını, beynin ise bedene ait olduğu için ölümden
104 Eroğlu, a.g.m., s.83. 105 Eroğlu, a.g.m., s.83. 106 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.236. 107 Bayraktar, Bergson’da Ruh-Beden İlişkisi, s.93. 108 Eroğlu, a.g.m., s.82.
31
sonra yok olacağını belirtir.109 Bilinç beyinden ayrı ise ona göre ruh da bedenden
ayrıdır. Ruh bilinç ile açıklanmaya çalışılmaktadır, beyin ise maddi bir varlıktır.110
Bilinç ve beyin ayrılıyorsa, ruhla beden de ayrıdır.
Bergson’un görüşleri varoluşçu anlayışa yakın olduğu düşünülür ancak o, bir
varoluşçu düşünürdür diyemeyiz çünkü onun öne sürdüğü ruh, töz anlayışı içinde
tanımlanamayacaktır. Tözün her aşamasında gelecekte ne olacağı bellidir ancak ruh
sürekli bir gelişim içinde olduğu ve kendini sürekli ortaya koymaya çalıştığı için onun
herhangi bir safhasına bakarak daha sonra ne olacağı kestirilemeyecektir. Bergson
ruhun bir töz olduğunu öne sürmemektedir, daha çok ruhun psikoloji ile ilgisi üzerinde
durmaktadır. İnsan, kendini nasıl ortaya koyarsa öyle olacaktır. Dolayısıyla ruh, töz gibi
herhangi bir zamanda ve mekanda incelendiğinde, her anına ait bilgiyi veremeyecektir.
Ruh, insan kendini nasıl yaratırsa öyle olacaktır ve yaratma süreklidir.
Bergson’un felsefesinde bilincin görevlerinden biri, kişinin kendisini fark
etmesidir. Kişi bilinç ile kendisinin ne olduğunu aramaya başlar kendisini tanımaya
çabalar. Töz potansiyelini sürekli içinde barındırırken bilinç ise kendisini tanımaya ve
bulmaya çalışır ve o, sürekli ileriye doğru bir hareket içindedir. Bilinç geriye dönemez,
sürekli ilerlemek zorundadır. Bu yönüyle de tözden ayrılır. Geçmişe bakarak geleceği
kestirmek, bilinç söz konusu olduğunda mümkün görünmemektedir. Tözün her
evresinde daha sonra ne olacağı kestirilebilmektedir.
Kişi sürekli olarak yenilenen ve gelecekte ne olacağını kestiremeyen bir
varlıktır. Bilincin ne şekle bürüneceği kestirilemez, kişi ben’ini bulmak için sürekli
olarak ilerlemek durumundadır. Sürekli kendini yenileyen bir bilinç, determinizmden ve
doğa yasalarından uzak bir bilinçtir. O halde insan özgürdür. Bütün kalıplardan,
kısıtlamalardan kurtulan bilinç, kendini istediği gibi yönetebilecek ve
yönlendirebilecektir. Buradan da anlaşıldığı üzere Bergson insanın özgür bir varlık
olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak bunun yanında maddesel alanda zorunlu olarak bir
doğa yasasından bahsedilmektedir. Madde söz konusu olduğunda determinizm de
zorunlu olarak orada olacaktır.111 Ruh/bilinç alanında determinizm işlevini
109 Eroğlu, a.g.m., s.83. 110 Henri Bergson, Zihin Kudreti, çev. Miraç Katırcıoğlu, Maarif Basımevi, İstanbul, 1959, s.90. 111 Yakup Yıldız, “Bergsonculuğun Türkiye’ye Girişi ve Türk Felsefesine Etkisi”, Türkiye Araştırmaları
Literatür Dergisi, c. 9, S. 17, 2011, s.337-349.
32
kaybetmektedir. İnsanın seçimleri tamamen kendi iradesine bağlıdır. İnsan ruhu ölümle
son bulmayacaktır. Din konusunda daha detaylı incelenecek olan bilincin ya da ruhun
ölümsüzlüğü, mümkündür. Bergson, ruhun ölümsüz olduğunu düşünmenin, insanı
karamsarlıktan kurtaracağını ifade eder.
Bergson bir kişinin düşüşünü ruh-beden konusunda inceler. Bu durum Bergson’a
göre komik olacaktır ve o bunu şöyle ifade eder: “Bizi güldüren adamın ansızın durum
değiştirmesi değil; bu değişiklikteki istem dışı olan şeydir, beceriksizliktir.”112 Bergson,
istemsiz olarak ortaya çıkan davranıştan, bilincin devre dışı kalıp, maddesel yönün
ortaya çıkışından ve bu durumun harekete olan etkisinden bahsederek ruh-beden
ayrımını açıklamaya yönelir.
İnsan bedeni maddi yöne aittir ve dürtüler de bedende yer almaktadır. Fakat
bilinç ve düşüncenin yeri ruhtur. İnsanlar özgürce karar verebilen, dürtü ve güdüleriyle
baş edebilen varlıklardır. İşte insan, bilinci dışında, bilincinin yönlendirmesi olmadan
bir harekette bulunduğunda nesneleşmektedir.
İnsan tanımlaması yapılırken ona ait özellikler ele alınır. Daha önce birçok defa
değinildiği gibi insanı diğer varlıklardan ayıran özellik zekadır ve zekadan daha üstün
olan bilinç de insana hastır. Madde çoğu varlıkta vardır fakat insanda bilinç değil de
maddi yön ağır basınca o komik olur. “İnsan kişiliğinde duyarlılığımızı ilgilendiren ve
bizi heyecanlandırabilen şeyler bir yana bırakılırsa, geri kalan şeyler komik olabilecek;
komik de doğrudan doğruya bunlarda görülecek katılık oranında artacaktır.”113 İnsan,
bizim insan tasavvurumuzdan farklılaşıp, diğer varlıklara yaklaştıkça, kendine has
özelliklerini yitirecek ve bu durum bizim için komik bir hal alacaktır.
İnsanlar, bilinci olmalarına rağmen, bazen bedenin ani hareketleri ile tepkiler
verebilir. Bu durum ruh ile madde ayrımını gündeme getirir. Madde doğa yasalarına
bağlıdır ve ona bilimsel yöntemler uygulanabilmektedir. Ancak ruh doğa yasalarından
ayrıdır, daha soyuttur. Filozof Tanrı fikrini ise ilkellerin inandığı ölümden sonra hayat
fikrinin getirdiği ruh anlayışından yola çıkılarak ulaşılan bir kavram olarak açıklamaya
yönelir. Bergson ruh ve beden anlayışını zeka ve bilinç açısından da değerlendirerek
konuya açıklık kazandırmaya yönelmiştir.
112 Bergson, Gülme, s.15. 113 Bergson, Gülme, s.87.
33
1.5.2. Zeka ve Bilinç (Zihin/Şuur) İlişkisi
Bergson’da sezgi ile ilişkili ve bilinçle bağlantılı bir diğer kavram zekadır
(zihin). O zeka ve bilinç arasındaki bağlantıyı da sezgi anlayışı açısından gerekli görür.
Bergson’a göre sezgi kavramı zeka ve bilinçle de ilişkilidir çünkü akılcı bir
anlayış içeren görüşler, bir şeyin bilinebilmesi için zekanın olmasının gerekli olduğunu
hatta zeka ile bilinebileceğini savunurlar.114 Ancak Bergson bir şeyin bilinebilmesi için
zekanın yanında sezginin de olması gerektiğini belirtir. Sezgi, maddeden uzak,
akıldan/zekadan daha üstün olan bir duyguyla bilmedir. Sezgi, bilinçle ulaşılabilecek bir
bilme türüdür çünkü “sezgi, zihnin asıl alanıdır.”115 Zeka, sezgisel düşünmeyi
beceremeyecektir. “Fakat, zeka bir yandan yaratılmış şeyler, bir yandan da yaratan şeyi
düşünür. Bu zekamızın doğal fonksiyonudur. Yani o değişmeleri ve etkenler i
göstermekten ziyade eşya ve halleri göstermek için yapılmıştır.”116 Zeka, duyu alanıyla
iç içe geçmiş bir parçadır. Ancak duyumlar dağınıktır ve bu yüzden elde edilen bilgiler
de toplu bir halde olmayacaktır, zihin ise birlik içermektedir. Duyumlar, değişen ve
kendisini yenileyen varlıların durağan bir görüntüsünü elde edebilirler.117 Bu durum ise
duyumların verdiği bilginin genel geçer olmadığını gösterir. Bundan dolayı Bergson,
duyum bilgilerinin üstüne zihin aracılığıyla oluşan bir sezgi yerleştirmiştir. Filozofa
göre var olanlar sürekli bir oluş içindedir. Bu yüzden zeka ile dış dünyaya ait gerçekliği
elde edemeyeceğizdir. Çünkü zeka, oluş içindeki varlıkların bir anını, bir kesimini
bilebilir, tümünü bilemez.118 Sunar, Bergson’un zeka kavramı şu şekilde tanımladığını
ifade eder:
“Bergson'a göre, zeka bize bir deney bütününü, veya değiştirilmemiş bir deneyi, yahut
ta içten duyulan bir deneyi veremez. Bunları ancak sezgi verebilir. Deneyin realitesini
yakalayabilmek için zekanın çalışmasını sınırlamak, onun kategorilerinden kaçmak,
hürriyetin ve doğrudan doğruya olan duygu akışının hayatlılığı ve zenginliği içine tekrar
girmek zorundayız”119
114 Topçu, Bergson, s.44. 115 Sunar, “Bergson’da Zeka ve Sezgi”, s.41. 116 Sunar, “Bergson’da Zeka ve Sezgi”, s.92. 117 Topçu, Bergson, s.48. 118 Topçu, Bergson, s.90. 119 Sunar, “Bergson’da Zeka ve Sezgi”, s.42.
34
Yukarıdaki ifadelere göre doğru bir bilmeden bahsedebilmek için sezginin
devreye girmesi gerekecektir. Diğer tüm bilgiler şüpheye açık bilgiler olabilmektedir.
Bilimsel bilgi, gün geldiğinde değişebilmekte, duyu verileriyle elde edilen bilgiler de
yanılgıya düşebilmektedir ancak sezgisel bilme doğrudan bilmedir. Sezgisel bilmenin
aracı olmadığı için deney ve gözleme açık bir bilme ya da bilgi değildir. Bir kişinin
kendisine ait bir bilmedir. Çünkü sezgi yalnızca o kişiye ait bir sezgi olacaktır. Bu
açıdan bakıldığında bize göre sezgi kavramı sübjektif bir bilgi gibi görülmektedir.
Ancak Bergson’a göre bilimle elde edilen bilgiler de değişebilmektedir ve bu yüzden
bilim de genel geçer kabul edilemeyebilir. Bergson’un düşüncelerinden yola çıkarak,
sezgi öznel gibi görünse de ona ulaşan birey gerçekliğe kavuşur diyebiliriz. Filozof, tam
ve doğru bir bilgiye sezgiyle ulaşılabileceğini belirtirken, onun görüşlerinden yola
çıkarak yapılan yorumlamalarda sezgi, dini tecrübe gibi kişinin kendisinin bilebileceği
bir bilme ya da bilgi olarak görülmektedir.
Bergson’un, sezgi kavramını ortaya atarken, Platon’un etkisini barındırdığı ve
onun sezgisinin aslında romantik sezgiden geldiği iddia edilir. Ancak Bergson’un
sezgisi Topçu’ya göre Platon’dan daha farklıdır. “Eflatun (Platon) bilgisi müphem
hatırlayış suretiyle meydana geliyordu. Bergson’un sezgisi de dışa mahsus keskin ve
ötesini göstermeyen aydınlıklardan kaçıcıdır.”120 Bergson, bilimle elde edilen ya da
duyularla ulaşılan bilgilere kesin bir doğruluk yüklemez. Platon’da açık olmayan bir
hatırlamadan bahsedilmektedir. Bu hatırlama gerçek olanın yansımalar yoluyla bilmeye
benzerdir. Bergson’da da sezgi kavramı; belirli belirsiz, doğru olduğuna inanılan ama
aslında doğruluğu tartışılabilecek bir bilmeden ayrıdır.
Bergson’un öne sürdüğü anlayışına göre zeka iki yönlü olarak karşımıza
çıkmaktadır. İlki maddi olanların yolunda ilerleyen zeka, ikincisi ise sezgi yolunda
ilerleyen zekadır. Maddi yoldaki zeka, olayları ya da nesneleri zaman ve mekana bağlı
bir şekilde ele alıp onları düzenler. “Zekanın tanıdığı eşya, adeta oluş halinde alınmış ve
sonra zihnimiz tarafından bütünün yerine geçirilmiş bir parçadır. Yaratıcılık sürenin
eseri, hatta sürenin ta kendisi olduğuna ve zeka süreyi tanımadığına göre yaratma
fikrine de tamamen yabancıdır.”121 O halde bize göre Bergson’un öne sürdüğü zeka,
maddi olan dışındakileri bilemeyecek, metafiziğe dair bilgi sahibi olamayacaktır. Zeka
120 Topçu, Bergson, s.76. 121 Topçu, Bergson, s.78.
35
yaratma sürecinden bağımsızdır fakat insanın ya da canlının maddi olanla ilişkisini
sağlamakla görevlidir. Zeka kavram ortaya koyar ancak bu kavramlar maddi olandan
etkilenerek oluşturulduğu için yalnızca yansıma olarak kabul edilebilmektedir. Zeka
maddesel olana bağlıdır ancak sezgiden ayrı düşünülemez. Bergson, şuurun zeka ve
sezgi olabileceğine değinir. Gerçeğin yani mutlak olanın bilgisine ise sezgi kavramı ile
ulaşılabileceğini ifade eder.
“Bergson tüm filozofların tarih boyunca yaptıkları gibi, hakikate yani mutlak olanın
bilgisine ulaşmaya çalışır. Şuur kendini ya kendi hareketine ya da içinden geçtiği
maddeye çevirmiş böylece hem zekâ hem sezgi oluşmuştur. Bergson’a göre insandaki
şuur esas itibariyle zekâdan ibarettir fakat bu şuur sezgi de olabilir ve olmak da
zorundadır.”122
Yukarıdaki ifadelerden hareketle zeka olmadan sezgi noktasına gelinemeyeceği
Bergson’un düşüncelerinde apaçıktır. Nasıl ruh-beden ayrılamıyorsa zeka ve sezgi de
birbirinden ayrılamazlar. Ancak zeka ile sezgi gidiş yönleri bakımından birbirinden
ayrılmaktadırlar. Topçu’ya göre “Bergson esas itibariyle zekadan ayırdığı sezginin,
içgüdüden doğduğunu ileri sürmektedir.”123 İçgüdü bir histir. “İçgüdü: İnsana kadar
gelen hayat hamlesi içinde hayvanlar hiyerarşisine hâkim olan kuvvet!”124 Örneğin
göçmen kuşlar, göç etme dönemlerinde içgüdüleri sayesinde harekete geçmektedirler.
Sezgi de bir nevi iyi ya da doğru olana ulaşmak için kullanılan bir bilmedir. Sezgi,
içgüdünün bir kademe daha ileri gitmiş halidir. “Ancak içgüdü, içgüdü olarak kaldıkça
bağlı olduğu hayatı muhafaza ve inkişaf endişesinden başka bir şeye bağlı değildir.
Onun hayati menfaatiyle alakasını kesmesi, kendi kendisinin farkına varması, sezgiyi
meydana çıkarmıştır.”125 Sezgi içgüdüden ortaya çıkmıştır fakat kuru bir içgüdüden
daha ileri, daha gelişmiştir.
Bergson insan ve hayvanın farklı olduklarını belirtir. İnsan içgüdü seviyesinden
daha ileride bir yapıya sahiptir ki o da zekadır. Zeka varlığın toplumsal değil de daha
bencil bir yapıya bürünmesini sağlamaktadır. Birey önce kendisini, sonra toplumu
düşünmektedir. “Neticede zekâ öncelikle bencilliği öğütleyecektir. Hiçbir şey onu
122 Müge Kuş, Bergson’da Metafiziğin Yeni Boyutu, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Muğla, 2014, s.37. 123 Topçu, Bergson, s.81. 124 Hikmet Kıvılcımlı, Bergonizm, Köxüz Yayınları, “y.y”, 2008, s.39. 125 Topçu, Bergson, s.83.
36
durdurmazsa zeki varlık bencilliğe doğru koşacaktır.”126 Şener’e göre “Sezgi doğrudan
doğruya bir zeka değildir. Ancak zekadan da izler taşıdığı hatta bazı düşünürlere göre
onun, zekanın bilincinin dışında yani fayda gütmez bir şekilde işleyişinden kaynaklanan
bir zihni sempati olduğu söylenebilir.”127 Temelde zekanın işi olan bilme, sezgi ile
gerçekleştirilmektedir. “Sezgi başlangıçları olmayan bir düşünce hareketi değildir, o
mutlak bir başlangıç değildir, belki bir düşünce sisteminin sonu ve gayesidir.”128 Buna
göre sezgi birden bire, hiçbir temel bilgi olmadan ortaya çıkan bir bilme yolu değildir.
Bir düşünce sisteminin sonu ve gayesi olmak derken bize göre onun, bilimsel
bilgilerden başlayarak bir çıkarım elde etmek için ulaşılan en son bilme olması
kastedilmektedir. Öyle olsaydı sezginin verdiği bilgi gerçekten uzak, işe yaramaz bir
bilgi olacaktır. Sezgi kavramını ele alırken de belirttiğimiz gibi o, zekanın
sunduklarından yola çıkarak, ani bir bilme yoludur. Sezgi ve hads konularında
değinildiği gibi hadsda, temel olmadan birden bire bir bilme söz konusuydu.
Bergson’daki sezgi hadsdan farklıdır ve temelsiz bir bilme değildir.
Bergson’a göre zeka kişinin maddi yönüne ait bir özelliktir. Ruhumuzda zeka
değil zihin bulunmaktadır. Bu yüzden zeka seçim yapmaz, yapamaz. Biz, zeka seçim
yapıyor ya da zeka düşünüyor şeklinde bir söylemde bulunamayız. Bunun sebebi ise
zekanın düşünme ya da seçim yapma yerine, davranışları hazırlamasıdır.129 Bayraktar,
Bergson’un zeka görüşünü ele alırken, yine onun zekayı bedenimize ait olarak
tanımlamasını bu şekilde ifade eder. Zeka, davranışlarımızı hazırlayan, tasarlayan
alandır. Zeka sürekliliği bilemediği için ve maddesel olduğu için yalnızca cansız
varlıkları bilebilir. Ayrıca cansız şeyleri gördüğünde onları tanıyamaz ve Bergson’a
göre de şaşkınlık yaşar.130 Zeka, şunu ya da bunu birden bilemez çünkü bedensel veya
başka deyişle maddeseldir. Maddeden kopamayan zekanın uğraş alanı madde olacaktır.
Zihin ruha, zeka maddeye tabi ise özgür olan hangisidir? Maddeye bağlı olan varlık
özgür olamayacaktır. Bergson, özgürlüğün nasıl elde edilebileceği hakkında zeka ve
126 Cemal Aslan, H. Bergson’un Din ve Ahlak Felsefesi, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2006, s.48. 127 Habib Şener, Bergson’un Bilgi Anlayışı ve M. Şekip Tunç’a Yansıması, Atatürk Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Erzurum, 2004, s.34. 128 Topçu, Bergson, s.84 129 Bayraktar, Bergson’da Ruh-Beden İlişkisi, s.133. 130 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.211-212.
37
bilinç arasındaki ayrımdan faydalanarak bir açıklama getirmektedir. Bergson özgürlüğü
şu şekilde ele almaktadır:
“Hürriyet (özgürlük) meselesinin mekanizm ve dinamizm gibi birbirine karşıt iki tabiat
sistemini neden çatıştırdığını anlamak güç bir şey değildir. Dinamizm sistemi
şuurdan(zihinden) gelen iradeli faaliyetler fikrinden hareket eder, sonra da bu fikri
yavaş yavaş boşaltarak ataletin tasavvuruna kadar gider, bu suretle bir yandan serbest
bir kuvvet, bir yandan da kanunlarla idare olunan bir madde tasarlar. Mekanizm aksi bir
yoldan gider. Sentezlerini yaptığı malzemenin zaruri kanunlarla idare edildiğini farz
eder, önceden keşif olunmaları daha güç, görünüşte gittikçe daha olabilir, daha zengin
terkiplere varmakla beraber evvelce kapandığı dar bir zaruret çemberi içinde kalır.”131
Bergson’un bilgi anlayışı ile mekanistlerin bilgileri doğa yasalarına tabi
tutmaları birbirine zıt görüşlerdir. Zira zihnimiz doğa yasalarına tabi tutulamaz, o
maddesel değildir. İnsan yaratma çabası içindedir ve bu yaratma dinamiktir. İçteki bu
dinamizm132 insanı maddeden uzaklaştıran onu özgürleştiren bir çabadır. İnsan zihni bu
açıdan özgürdür ancak insanın bedeni maddesel olduğu için bir yönüyle de doğa
yasalarına mahkumdur. Mekanizme göre ise insanın hem bedeni hem de zihni
maddeseldir ve o doğa yasalarına bağlıdır. Bergson Kant gibi bazı mekanistlerin sebep-
sonuç ilişkisini de eleştirmektedir. Elde olan verilerden ilerleyerek sonucun değişmez ve
önceden belli olduğunu düşünen mekanistler, Bergson’un sezgi öğretisi göz önüne
hataya düşmektedirler. Bergson, her şeyin dinamizm ve olanak halinde olduğunu öne
sürerek belirli sebeplerden kesin olarak şu sonuç çıkacaktır gibi bir ifadede
bulunmamıştır. Geçmişten yola çıkarak geleceğe dair bir öngörünün mümkün
olamayacağını söylemek, filozofun her şeyin değişmekte olduğu görüşüne aykırı
düşmeyecektir. Bergson’un yalnızca madde ile gerçek bilgiye ulaşılamayacağı görüşüne
karşıt olarak, deterministler önceden görme fikrini kabul etmişlerdir. Bergson bir bilgiyi
önceden görme ile bilinemeyeceğini belirtir.
“Fakat deterministler daha uzaklara giderek meselenin halini imkanlara bağlamanın
bütün hareket şartlarını bilmekten geldiğini, önceden görme ihtimalinin bu şartlar
adedinin artması nispetinde artacağını; ve nihayet öncül sebepleri istisnasız olarak tam
131 Bergson, Şuurun Doğrudan Doğruya Verileri, s.129. 132 Dinamizm, maddeyi hareketsiz kabul etmeyip, maddede enerjinin bulunduğunu ve maddenin asıl
özelliğinin kuvvet olduğunu ileri süren akımdır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Bolay, ‘Hareketlilik’, Felsefe
Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü, s.159.
38
ve mükemmel olarak bilmenin önceden görmeyi hiç yanılmayacak bir hale getireceğini
söylerler.”133
Yukarıda verilen bilgiler ışığında deterministlerin, töz anlayışına benzer bir
görüş ifade ettikleri saptanabilir. Locke gibi deterministlere göre, en temel şey,
nedenlerden sonuçlara ulaşmaktır. Onlar geçmişten ve şu andan beslenerek kümülatif
ilerlemeyi seçmişlerdir. Deterministlerin, bir şeyin öncesi ve şu anı, onun ne olacağını
göstermektedir şeklindeki ifadeleri Bergson’la çatışmaktadır. Bergson’a göre geçmiş ya
da şu an, bir şeyi tanımaya veya ona uygun şeyi söylemeye yardımcı olabilir ancak bu
tam bir tanıma sayılamaz. O, belki de özgür iradesi ve yaratımları sonucunda, kendini
nasıl yaparsa öyle olacaktır. Yine Bergson’a göre, biz onun zamanda geçirdiği evrelere
bakarak ilerde ne olacağını kesin bir biçimde kestiremeyiz. Onun bir tarafı doğa
yasasına bağlı olsa bile diğer tarafı özgürdür ve bu yüzden ilerisi bilimsel yollarla
kestirilemeyecektir. İşte bu yoldan ayrı olan sezgi, bizi tam bir bilmeye götürecektir.
Akıl bir insanın sezgi yeteneğini kullanabilmesi için gereklidir, keza akıl da
sezgiye ihtiyaç duymaktadır. Genel olarak bakıldığında filozofun felsefesi bilimi kabul
etmiyor gibi anlaşılmıştır fakat Bergson’un sezgi anlayışı ile bilimsel bilgi birbirinden
ayrı ama gerçek bilgi yolunda birbirini tamamlar niteliktedir. Bergson, sezgiyi önce
bilimsel bilginin karşısına getirir gibi görünüyor fakat daha sonralarında ise ikisinin
birbirini tamamlayıcı olduğunu ifade ederek bize göre bir anlam karmaşasına sebep
oluyor. Zeka sezgi ile sezgi de zeka ile ilişkilidir. Ancak bu ikisinin aslında aynı şey
olduğunu söylemek değildir.134 Sezgi, aklın bir kademe daha ilerlemesi sonucu ortaya
çıkan bir düşünmedir. Bilimsel bilgiden farklıdır. Bilimsel bilgi kümülatif ilerlemeyi
seçer ve deney-gözlem kuralını uygular. Sezgi, birden bire, ani bir sıçrayış ile bir şeyin
gerçek kimliğini bulmak onu bilmek demektir. Sezgi akıldan daha üstün olmasına
rağmen onun her zaman doğru ya da kesin bilgiye ulaştırdığını söylemek yanılgıya
sebep olacaktır. Bergson’a göre sezgisel bilgi açıklanamaz, gösterilemez ve
ispatlanamaz. “Bergson'a göre sezgi bilgi yolunu ifade eden bütün tabirlerden üstündür.
Fakat yine de belirsizliğe elverişlidir. Sezgiden çıkan bir fikir zihinden çıkan bir kavram
gibi doğrudan doğruya açık olmayıp belirsizdir.”135 Düşünüre göre sezgi ruh
133 Bergson, Şuurun Doğrudan Doğruya Verileri, s.168. 134 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.180-181. 135 İsmail Köz, “Sezginin Bilgideki Yeri ve Önemi”, Felsefe Dünyası, 2004/2, S. 40, s.52.
39
yönümüzün bir kabiliyetidir. O da tıpkı ruhumuz gibi açık seçik orada var olan değildir.
Sezgi, kişiye doğru gelmektedir ancak başka bir kişi bunu kabul etse bile sezgiyi
kullanan kişinin ne anlatmaya çalıştığını tam olarak bilemeyecektir. Sezgi, deney ve
gözlemle ortaya çıkartılabilecek bir bilme olmadığı için madde gibi de fenomenler
dünyasında bulunmayacaktır. O bilimsel çalışmalarla bilimsel veriler bulmak yerine
yine bilimsel çalışma temelli ancak bilimsel olmayan verilere ulaşma yolunu
göstermeye çabalamıştır. Bu yol ise sezgi yoludur.136
Bergson’un zeka ve bilinç açıklamalarına göre zeka bilimsel olan bilgileri elde
edebilirken, metafizik alana dair kazanımda bulunamamaktadır. Bir şeyin hakikatine
varmak için bilimsel bilginin gerekli olduğunu ancak daha ilerisi olan sezginin de
gerektiğini belirterek bilinç kavramını sunar. Bergson’un bilgi felsefesinde bilinç,
hakikatin bilgisine ulaşmada ve sezginin açığa çıkmasında temel gerekliliktir.
1.5.3. Ruh-Madde ve Tanrı
İnsan düşünmeye başladığında, kendini ve yaşadığı yeri yani evreni
araştırmaktadır. Evrenden daha tikel olana, bireye ve kendine de sorgulayıcı bir bakış
açısıyla yaklaşmaya başlayarak, kim olduğunu bulmaya çalışmaktadır. “Dolayısıyla
insan sadece evreni ve varlığı değil, bu evren ve varlık bütünlüğü içinde kendi yeri ve
konumunu da merak edip, incelemektedir.”137 İnsan kendini ararken, evrenden yola
çıkar ve kendinin nerede, nasıl bir durumda bulunduğunu ya da kim olduğunu bulmaya
çalışır. İnsan, düşünen, eylemde bulunan üreten bir varlıktır. İnsanın eylemde bulunan
ve üreten bir varlık olması onun hem maddesel yönünün hem de ruhsal yönünün
olmasından ileri gelmektedir. Tabi insan bu açıdan bakıldığında değişime gelişime açık
bir varlıktır, insan sürekli kendini yeniler ve geliştirir.
İnsanın bedeni söz konusu olduğunda maddeyi ve maddenin özelliklerini konuya
dahil etmek gerekecektir çünkü beden maddi aleme aittir. Bu yüzden insan bedeni
yaşlanmaktadır. Beden yaşlanınca hareketleri de kısıtlanmaktadır. İnsan yaşlanmayı ya
da yaşlanmamayı seçememektedir. Bu olgu zorunlu olarak meydana gelmektedir.
Bergson madde görüşünde şu ifadeleri kullanır:
136 Cevizci, ‘Bergson, Henri’, Paradigma Felsefe Sözlüğü, s.221. 137 Bayraktar, Bergson’da Ruh-Beden İlişkisi, s.47.
40
“Gerçekte bütün tahlillerimiz de hayat dediğimiz şeyde maddenin indiği inişi yeniden
çıkan bir cehtin (çaba) olduğunu gösteriyor; maddilik processus’ün aksi olan ve inkıta
(kesinti) etmesiyle maddeyi yaratan bir processus’ün (süreç) imkanını, hatta zaruretini
gösterir gibi oluyor. Evet, seyyaremiz (gezegen) üzerinde tekamül eden hayatın
maddeye bağlı olduğu şüphesizdir.”138
Bu ifadelerden, madde ve hayatın birbiri ile ilişki içinde olacakları sonucuna
varılabilir. Ancak madde durağan bir varlıktır, hayat ise sürekli değişime açık değişen
ve kendini yenileyen yani süreç içinde bir varlıktır. “Bergson’a göre madde ve hayat,
evrensel-yaratıcı-dinamik ve evrimsel sürecin bir sonucudur.”139 Hayat ve madde
temelde aynı kaynaktan meydana gelmektedir.
Bergson’a göre yaratım sürecinde ruh, kendi kendini yaratmaya, oluşturmaya
başlayacaktır. Bunun yanında eşya, kendi kendini yaratma konusunda ilerleme
kaydedemeyecektir. “Eşya ve haller ise zihnin mütemadi (sürekli) oluşlardan aldığı
görüşlerden başka bir şey değildir. Hakikatte eşya yoktur, ancak aksiyonlar vardır.”140
Hakikatte varlığı olmayan bir şeyin kendini ortaya koyması, kendini yaratması mümkün
görünmemektedir. Bu yüzden madde yaratım sürecine dahil olmamaktadır. Bu koşullar
göz önüne alındığında maddenin ve maddi dünyanın nasıl var olduğu sorunu da ortaya
çıkmaktadır. Hayat ve madde arasındaki ilişki açıklanmaya çalışılırken, Tanrı’nın yeri
de tartışmaya açılmaktadır. “Bu suretle tarif edilen bir Tanrı da tam bir olmuşluk değil,
durmadan devam eden bir hayat, bir aksiyon, bir hürriyettir.”141 Filozofa göre Tanrı
sürekli olarak var olmaya devam etmekte, kendisini ortaya koymaktadır. Tanrı durağan
bir biçimde değil, evrendeki yaratma, oluş ve devinimle bağlantılı olarak kabul
edilmektedir.142 Görüldüğü üzere, Bergson’un süre anlayışının etkisi, Tanrı
açıklamasında kendisini hissettirmektedir. Filozofun süre konusundaki ifadeleri onun
süreç felsefesinin etkisini taşıdığını gösterir niteliktedir.
Düşünürün ruh ve beden ayrımını incelendikten sonra, sezginin ruhla ilgisi daha
iyi anlaşılabilir hale gelecektir. Madde sezgiye uzak olandır, ruh ise sezgiye yakındır.
Ruh olmadan sezgiye ulaşılamayacaktır. Çünkü ruh kendini yeniler, var eder. Maddi
138 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.317. 139 Bayraktar, Bergson’da Ruh-Beden İlişkisi, s.115. 140 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.320. 141 Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.321. 142 Bayraktar, Bergson’da Ruh-Beden İlişkisi, s.117.
41
alan, bilimsel bilgi sağlamada etkilidir, ruh ise sezgisel yolla elde edilen bilginin
kaynağıdır.
Bergson madde ve ruh ayrımına değinirken, pozitivistlere karşı bir yorum
getirmektedir. O maddeden çok ruha önem vermektedir ancak mekanistler ise maddesel
olanla ilgilenmektedirler ve maddi olmayan hiçbir şeyi kabul etmemektedirler.143
Deleuze, Bergson’dan etkilenmiş ve felsefesini oluştururken görüşlerinden
faydalanmıştır. Deleuze’ün Bergson’da ele aldığı ve önemsediği bir nokta, onun varlık
farkları ve derece farkları arasındaki ayrımı gösterebilmesidir. Bergson varlıklar
arasındaki derece farkı ve mahiyet farkları arasındaki ayrımı sezgi kavramıyla çok açık
bir şekilde ortaya koymuştur. Deleuze bunu, Bergson’un görüşlerinden yola çıkarak şu
şekilde yorumlar; “Doğa farklarının olduğu yerde herkes yalnızca derece farkları
görmüştür.”144 Bergson varlığı sezgi kavramıyla bütünleştirdiğinde onun özüne aykırı
düşmeyecek veriler elde etmiştir. Bergson’un görüşlerinden hareketle, mekanistlerin
sadece maddesel olanı ele almaları, varlığın özünü yitirmelerine neden olmuştur
kanısına varabiliriz. Bergson’un ifadelerinden bir çıkarımda bulunulacak olursa,
mekanistler, varlığın ne olduğunu anlamak için maddeden yola çıkarak onun ne
olduğunu bulmayı tam manasıyla beceremeyecektir. Bu yüzden varlıklar arasında
yalnızca derece farklarına ulaşacaklarmış gibi görünmektedir. Filozof varlığı içten bilme
yolunu seçmiş, dışarıdaki etmenlere körü körüne bağlı kalmayı reddetmiştir. Yukarıda
geçen ifadelerden Bergson’un, mekanistleri eksik yanlarıyla da eleştirerek, bulunduğu
döneme farklı bir bakış açısı getirdiği yorumuna ulaşılabilir.
Deleuze, Bergson ve Hegel’in görüşlerini karşılaştırır. Onun yorumları Bergson
felsefesinin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlar. Deleuze, iki filozofun nesne
anlatımlarını ele alır. Hegel’de nesne, ilkin kendisi olmayan her şeyden diğer
varlıklardan farklılaşır, Bergson’da ise nesne ilk olarak kendisinden farklılaşır yani
kendisini bulmaya çalışır.145 Hegel’de nesne ilk olarak dışarıdaki varlıklardan
uzaklaşarak, kendisini bulmaya çalışmaktadır. Varlık kendisini bulabilmek için adeta
kendi içine çekilmekte, diğer varlıklardan uzaklaşmaktadır. Bergson’da ise varlık
kendisini bulabilmek için önce kendisinden uzaklaşmak zorundadır. Bunun nedeni ise
143 Demir, a.g.t., s.22-23. 144 Gılles Deleuze, Bergsonculuk, çev. Hakan Yücefer, Otonom Yayıncılık, İstanbul, 2006, s.58. 145 Sadık Erol Er, Gilles Deleuze’ün Fark Felsefesi, Çizgi Kitabevi, Konya, 2012, s.106.
42
varlığın kendini keşfetmesi ve kendisini ortaya koyması için yine kendisinden yola
çıkmasıdır. Bergson’da varlık kendisini tanımakla işe başlamaktadır. Kendisinden
uzaklaşan varlık, neliğini bulduğunda, yine kendisini ortaya koymak için yaratma
eylemine girişecek ve her yarattığında kendisini bir adım daha ileriye götürecektir. Bu
şartlarda Bergson felsefesinde varlık, kendisini bulmak için kendisinden başka bir
varlığa ihtiyaç duymayacaktır.
Bergson’un felsefesi, bilimsel olandan farklıdır, o sezgi yoluyla bilmeden
bahsetmektedir. Bu bilme nesneyi içten bilmedir, bilimdekinden ayrıdır. Bilimde
nesneyi duyularla, deney ve gözlemle dışarıdan bilebiliriz anlayışı mevcuttur. Bergson,
dışsal olan hiçbir şey, nesnenin açıklanmasında kullanılamaz görüşüyle de Deleuze’ü
kendi fikrine çekmektedir.146 Bergson’un ifadelerinden yola çıkarak, nesnenin
gerçekliğine ulaşan, onlarla doğrudan ve aracısız olarak ilişki içinde bulunan bilginin
sezgi olduğunu söyleyebiliriz. Bergson, bilimsel ve rasyonel bilgiden farklı bir bilme
olan sezgiyi ortaya koyar.147 Bergson’un sezgi anlatımında hem bilimsel çalışmalarda
hem de metafizikte, büyük icatların çoğunun sezgiden türediği belirtilir.148 O bilimin de
katkısını kabul etmektedir ancak gerçeğe ulaştıracak bilgi yolunun sezgiden geçtiğini
düşünmektedir.
Duyumculuk149 Bergson’un nesneyi kavrama anlayışıyla çelişkili durumdadır.
Duyumculuk, bilginin temelini duyularda aramaktadır ve duyu organlarımızın algıladığı
şeylerle ilgilenirken, duyu organlarımızdan ayrı olan hiçbir şeyle ilgilenmez. Ona göre
doğru ve kesin olan bilgi duyulardan gelmektedir. Bergson’da ise bilgiye ulaşmanın
yolu sezgidir. Duyularımız maddesel olanla ilişkilidir ancak ruh ve Tanrı söz konusu
olduğunda sezgi devreye girecektir. Bergson sezginin maddeden uzak olduğunu
düşünmekteydi, bu yüzden duyumculardan farklı bir görüş sunmaktadır. Duyumculukta
yanılgıya müsait noktalar da bulunmaktadır.150 Bir tren rayına bakıldığında, ileri bir
146 Er, Gilles Deleuze’ün Fark Felsefesi, s.108-109. 147 Kadriye Öztürk, Henri Bergson’da Süre, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans
Tezi, Ankara, 2007, s.34. 148 Öztürk, a.g.t., s.38. 149 Duyumculuk, materyalist deneyciliktir. Her türü bilginin kaynağının yalnız duyular olduğunu
savunarak aklı dış aleme indirgemekte, böylelikle akıl ve duyarlılığı karıştırmaktadır. Duyumculuğun
temsilcileri olarak Condillac, Epikürcüler ve Hobbes olarak sayılabilir. Bu akım ruhun özgürlüğü
konusunu tamamen reddetmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Bolay, ‘Duyumculuk’ Felsefe Doktrinleri
ve Terimleri Sözlüğü, s.96-97. 150 Cengiz, a.g.t., s.142,150.
43
noktada birleşiyormuş gibi görülür. Bu bir göz yanılgısıdır. Bu durumda duyu
organlarımız yanılgıya düşmektedir. Ayrıca her insanın duyusu ve zihninde oluşan
algısı aynı olmayabilir. İki kişi aynı odada otururken biri için oda çok sıcak gelebilirken
diğeri için ideal bir sıcaklık olabilmektedir. Ya da renk körü olan insanların gördüğü
renk onun için en doğrusuyken aslında o, bambaşka bir renk olabilir. Biri için lezzetli
gelen yemek diğeri için kötü bir tat verebilir.
İnsanlar yaşadıkları sürece, sürekli olarak deneyimde bulunurlar ve duyularla
deneyim sahibi olabilmektedirler. Bu deneyimleri zeka aracılığıyla belleğe yerleştiririz.
İnsan beden yönüyle maddeye bağlı olduğu için, zeka onun maddi yönü olarak kabul
edilmektedir. Bir maddeyi deneyimlemek için hatta maddenin varlığının olabilmesi için
zaman ve mekana ihtiyaç olduğu söylenir. Zaman ve mekan Descartes gibi maddecilerin
deyimiyle birbirlerinden ayrılamazlar. “Süreye zihnimizde bir yer vermeye sebep olan
şey, ilk bakışta kuşatmak zorunluluğundan ibarettir. Şu halde zamanın akışına nesneler
alemi tarafına ait çıkış noktası gösterilmesinde de aynı suretle hareket edilmesi
gerekir.”151 Zamanı benimsememizde, onu kavramamızdaki asıl neden varlığı ya da
kendisini anlamak için her çabada onu saran bir durumun yani zamanın karşımıza
çıkmasıdır. Nesne ya da ben’e ulaşabilmek için zamana ihtiyaç duyarız. Sezgi, zaman
ile var olmaktadır. Bu zaman, bilimsel anlamdaki zamandan farklıdır. Sezgideki zaman
aşkın bir zamandır. Çünkü sezgi alelade, dışarıdan tanıma değildir. Bunun içinde
bambaşka bir zaman gerekmektedir. “Sezgi bir şeyin kendine özgü olan ve bu yüzden
tarifi mümkün olmayan neyliğiyle birleşmek üzere o şeyin içine girmek usulüdür.”152
Sezgi bir şeyin özünü kavrayabilmek için onu dıştan tanımanın yeterli olmadığını, onu
içten bir tanımayla bilebileceğimizi gösteren bir yoldur. Bu durumda bir şeyi içten
tanıyabilirsek, o şeyin hakikatine ulaşmış olacağızdır.
Bergson savunduğu evrim anlayışı biyolojik evrimi savunan Darwinci
yaklaşımla uyuşmaz. Filozof, maddi olandan kesin bilgi elde edilemeyeceğini, ancak
maddi olandan yola çıkarak, ruhsal alana ait olan sezgi aracılığıyla gerçek bilgiye
ulaşılabileceğini iddia eder. Nitekim onun bedenin yanında ruh ve Tanrı anlayışını
benimsediğini ve felsefesini de buna göre oluşturduğunu daha önce ifade etmiştik.
151 Edhem, Bergson ve Felsefesi, s.79. 152 Edhem, Bergson ve Felsefesi, s.85.
44
Ancak filozof, doğa ve Tanrı arasındaki ilişkiyi tam olarak açıklamadığından kendi
içinde bir anlamda düşünce karmaşası yaşar.
Bergson ruh ve bedenin başka bir şekilde ayrımını zeka ve bilinç olarak yapar.
Ona göre zeka maddi aleme tabidir ancak zihin maddesel değildir, bu yüzden maddi
alemle ya da bilimsel deneylerle açıklanamayacaktır. Bu konu bir sonraki başlıkta
ayrıca incelenecektir.
1.5.4. Yaratma ve Zaman (Süre)
Bergson’un sezgi anlatımı yaratma kavramını içermektedir. Sezgi kendini ortaya
koyarken, bunu yaşamda, yaşamın içinde gerçekleştirir. Buradaki yaşamın anlamı,
içinde bulunduğumuz mekanın dış görünümleri, maddi özellikleri, bizim
hareketlerimizi, yapıp etmelerimizi, doğal düşünme anlayışımızı meydana getiren
yönlere bağlı olarak durağanlık, değişmezlik olarak ele alınmamaktadır. Yaşamın
anlamı, bir çıkar için kullanılmayan, bütünlüğü bozulmadan ve kendi sınırları dahilinde
ele alınan, içinde sürekli bir yaratmayı barındıran akış, değişme, oluşumdur.153 Burada
sezgi, durağanlıktan çok yaratmayla ilgilidir. Yaratma onun yapısı gereği vardır ve o
sürekli bir oluş halindedir.
Bergson’a göre zaman kavramı da çok önemlidir. Filozof, akıp gitmiş bir
zamanla yani geçmişle, gerçeğe ulaşılabileceğini kabul etmez. O, yaratma eyleminin
gerçeğin en temeli olduğunu belirterek, onun akıp giden bir zaman içinde olacağını dile
getirir. Sürekli bir yaratmadan bahseder. “Katışıksız sezgi, ister dışsal olsun ister içsel,
bölünmemiş bir sürekliliğin sezgisidir.”154 Onun bu düşünceleri süreç akımından
etkilendiğini gösterir. Bergson, zamanın beden ve ruh açısından incelemesini yaparak,
bedenin zamana ve mekana bağlı olduğunu ancak ruhun zaman ve mekanda aşkın
olduğunu ifade eder.155 Ruh, zaman ve mekana bağlı olmadığı için yaratıcı bir güce
sahiptir. Beden, zaman ve mekana bağlıdır çünkü maddeseldir ve onun var olabilmesi
için uzayda yer kaplaması gerekmektedir. Bunu sağlayabilmesi demek de zamana ve
153 Medar Tokay, Bergson’un Metafizik Anlayışı, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek
Lisans Tezi, İstanbul, 1988, s.49. 154 Bergson, Madde ve Bellek, s.135. 155 Bayraktar, Bergson’da Ruh-Beden İlişkisi, s.138.
45
mekana bağlılığı demektir. Bergson zaman ve mekan hakkındaki görüşlerini şöyle ifade
eder:
“İlim, dış şeyleri derinden incelemeğe girişirken mekan ve zaman unsurlarını
birbirinden ayırıyor. Süreden sadece zamandaşlığı, hareketten sadece müteharrikin
vaziyetini, yani hareketsizliği ele alındığını ispat ettiğimizi sanıyoruz. Burada mekan ile
sürenin birbirinden ayrılmaları pek açık ve aynı zamanda mekanın menfaatine
oluyor.”156
Filozof bu ifadeleriyle bilimdeki zaman ve mekanın birbirinden ayrı
olabileceğini açıklamıştır. Bergson içinde bulunduğu dönemden farklı gerçek bir zaman
anlayışı ortaya koymaya çalışır. Filozof aşkın bir zaman ve mekan sunar. (Bergson’un
zaman anlayışı hakkında Ruh-Beden ve Tanrı başlığında daha detaylı açıklama
verilmiştir.) Bilim ise hem zamanı hem mekanı ele alarak çıkarımda bulunur ancak
bunu yaparken zamanı, mekandan ayrı olarak ele alır.
Bergson gerek zaman-mekan ve gerekse sebep-sonuç hakkındaki görüşlerinde
determinizmden bambaşka yaklaşımlara sahiptir. O gerçek bilgiye ulaşmak için aşkın
bir zamandan ya da mekandan etkilenmiş ve sebep olmadan sonuca gidebilmeyi
düşünmüştür. Ona göre bazı tezler ya da araçlar olmadan sonuca ulaşabiliriz. Bu ulaşma
ani bir sıçrayış içten gelen bir duygu gerektirmektedir.
Bergson, zaman kavramını ifade ederken bilimin ele aldığı, sayılabilen bir
zamandan bahsetmemektedir. Zaman, filozofa göre bilimin tanımladığından ayrıdır ve o
gerçeğe ulaşabilmek için aşkın bir zamanın olması gerektiğini anlatmaya çalışmıştır.
Bergson’un sezgi anlayışı genel olarak fizik ve metafizik alanın bilinebileceği
fikrini sunar. Burada görüldüğü gibi filozof Kant ile yoğun bir şekilde tartışılan
metafizik alanın bilinemeyeceği şeklindeki yaklaşımlara karşı sezgi ile metafizik alana
ait konuları bilme imkanını vermekte ve bunu bilimsel bir metodoloji olarak
sunmaktadır.
156 Bergson, Şuurun Doğrudan Doğruya Verileri, s.208.
46
1.6. BERGSON’UN SEZGİ KAVRAMINA YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER
Sezgi kavramı Bergson’dan ayrı düşünülemez. Ancak hem sezgi anlayışı hem de
Bergson’un sezgiye dayanan felsefesi eleştirilmiştir. Bergson’a yöneltilen eleştirilerden
biri sezginin maddi olanla bir olma ve onu içten bilme sağladığından, maddi olanla bir
içkinlik barındırdığı çıkarımıyla eleştirilmiştir. Bu açıklamalardan hareketle o, maddi
olan ve ruhi olan arasında bir çıkmazda kaldığı öne sürülmüştür. “Paliard, sezginin,
sujet ile objet’nin aynileşmesi diye tarifi, düşünceyi inkar etmek olacaktır, diyor.”157
Bunun sebebi, Bergson’un, sezginin tam bir tanımını vermemesi bu tür eleştirilerin
temel nedeni gibi görünmektedir.
Bergson’un sezgiyi açıklamak için kullandığı zaman kavramı eleştirilerle
karşılaşmıştır. Filozof bilimlerin ileri sürdüğü zaman ve mekan kavramına karşı
çıkmakta, onların yaptığı işlemleri eksik ve yanlış olarak tanımlamaktadır. Bergson’un
öne sürdüğü zaman gerçek olandır ve bilimdeki anlamından farklıdır. Bergson’un
zaman kavramı hakkında Gündoğan, “Zaman, şuur ve ruh hallerinin sürekli bir akışı ve
dolayısıyla yaşanan, somut bir gerçeklik, varoluşsal bir haldir”158 ifadelerini kullanır.
“Bergson'a göre ilim, zamandan süreyi, hareketten de hareketliliği yani, zaman ve
harekette esas eleman olan niteliği çıkarıp atmaktadır.”159 Sezgi için zaman, zorunlu bir
koşuldur. “Zaman, sırf içsel olan ve mekana ihtiyaç duymayan vicdani olayların
kesintisiz ardı ardına gelişi ve sürekliliğini algılamaktan ibaret bir duygudur. Ve sırf
özneldir. Bunda da yalnızca hafızanın rolü vardır. Hafıza olmayınca zaman yoktur.”160
Sezgi, sıradan bir zamanda değil gerçek zamanda varlığın hakikatini sunacaktır. “Sezgi
bizi deneyim durumunu deneyimin koşulları yönünde aşmaya yöneltir.”161 Sezgi,
deneyim ile ilgilenirken onun içinde bulunduğu şartları da göz önüne alınarak
incelenmek gerekir. Bunu yaparken mekan ve zamanı kullanır. Bergson’un zaman
anlayışı, bilimin tanımladığı zamandan farklıdır, ona göre zaman, geçmişin geleceğe
doğru büyüyerek ilerlemesi şeklinde tanımlanabilir.162 Filozofa göre sezgi, daha aşkın
bir zamandan bahseder. Bu zaman daha açık seçiktir. “Sezgi, süre değildir. Sezgi, daha
157Topçu, Bergson, s.100. 158 Ali Osman Gündoğan, Bergson, Say Yayınları, İstanbul, 2013, s.74. 159 Cavit Sunar, “Bergson’da Şuur Halleri ve Zaman”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
c.XVIII, 1970, Ankara, s.59. 160 Tevfik, Bergson Hakkında, s.125. 161 Er, Gilles Deleuze’ün Fark Felsefesi, s.113. 162Bergson, Yaratıcı Tekamül, s.16.
47
çok, kendi süremizin dışına çıkmamızı, bizden aşağı ya da yukarıda bulunan başka
sürelerin varoluşunu dolaysızca olumlamak için kendi süremizden yararlanmamızı
sağlayan harekettir.”163 Sezginin zaman olmadan var olamayacağını ifade etmek
Bergson’un felsefesine göre, onun zaman olduğunu söylemekten farklıdır. Biz kendi
zamanımızdan yola çıkarak diğer varlıkların zamanını bulmaya çabalarız. Bu varlıklar
bizden aşkın ya da üstün olsalar bile onlara ait zamanı bulabilmek için yine kendi
zamanımızdan yola çıkmamız gerekecektir. Sütcü’ye göre “Zekânın belirleniminin
dışında gerçekliği yakalama arzusunda olan Bergson için önemli olan, gerçekliğin
dolaysız olarak ele geçirilmesidir. Bu açıdan sezgi yöntemi, her şeyden önce süre ile
ilgilidir.”164 Ancak böyle bir yol izlendiğinde gerçek zamana kavuşabilecektir. Fakat bu
zamanı açıklarken hangi zamandan bahsettiğini belirtmediği ve bu zamana da gerçeklik
atfettiği için filozof eleştiri oklarının hedefi olmuştur.
Bergson, Harald Höffding (1843-1931) tarafından eleştirilmiştir. Ona göre
Bergson, sezginin tam olarak anlamını hiçbir zaman vermemiştir ve bu konudaki
açıklamaları yetersiz ve tutarsızdır. ‘Zihni sempati’, ‘varlık’ ve ‘ifade edilemez’ gibi
terimlerin kendi içinde tutarsızlık barındırdığını belirten Höffding, filozofun
açıklamalarını geçerli kabul etmez.165 Bu ve buna benzer eleştirilere Bergsoncu görüşü
savunanlar166; aslında onun felsefesini dışardan yorumlayıp, onu içten tanımayı
reddedenlerin bu yönde eleştiri yaptıklarını dile getirirler. Bergson’un sezgi kavramının
tam olarak vermemesi Aydoğdu’da şu ifadelerle geçmektedir:
“Bergson felsefesinin temel taşı sezgi ve süre kavramlarıdır. O ilk kez bilimsel bir
temele dayandırmaya çalıştığı sezgi kavramını eserlerinde direkt olarak ele alınıp
tanımlamaz. Sadece o anda bahsettiği konunun açıklığa kavuşması için dolaylı olarak
sezgi kavramına çeşitli açılardan yaklaşarak, bir tanıma ya da tanımlara gittiği
görülür.”167
163 Er, Gilles Deleuze’ün Fark Felsefesi, s.114. 164 Özcan Yılmaz Sütcü, Bergson ve Sinemada Düşünce Hareketi/ İmge Hareketi, Ege Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İzmir, 2011, s.60. 165 Topçu, Bergson, s.97. 166 Sezgicilik ve iradeciliğin savunuculuğunu yapan Bergsoncuların en önde gelenleri arasında Maurice
Blondel, Lucien Laborthenierre, ve Eduard Le Roy sayılabilir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Cevizci,
‘Bergsonculuk’, Paradigma Felsefe Sözlüğü, s.222. 167 Aydoğdu, a.g.t., s.66.
48
Blondel, Le Roy gibi Bergson savunucuları, Höffding’e cevap olarak, onun
sezgisi basit bir kavram olmadığını savunmuşlardır. O, sezgiyi birçok parçadan ve
hamleden oluşturmaktadır. Bergsonculuğun temsilcileri, onun sezgisinin dışarıdan bir
göz olarak bakıldığında değil, felsefesinin içine girerek yorumlanıldığında açıklığa
çıkacağı kanısındadırlar.
Höffding’in sezgiye yönelttiği bir başka eleştirisi daha vardır. “Höffding,
Bergson’un sezgisinde, vaktiyle Leibniz’in bütün metafiziğinin dayandığı temel diye
tanıdığı, andırma prensibini buluyor.”168 Bergson felsefesinde sezgi temelsiz bir bilgi,
bilme değildir. O, zekanın tanıdıklarından yola çıkarak sezgi ile bilmeyi öne
sürmektedir. Höffding’e göre bu bilgilerden yola çıkarak üretilen bilgi yeni bir bilgi
olmayacaktır.
Sezgi doğrudan bir his olarak kabul edilemez. “Bergson, sezginin bir duygu
olarak anlaşılmasına şiddetle itiraz ediyor.”169 Sezgi bir duygu ya da his olarak ele
alınamaz. Böyle bir kavrayış sezginin yaratıcılığını öldürmekten başka bir işe
yaramayacaktır. Sezgi, altıncı his gibi temelsiz bir bilme değildir. O, temeli olan ve bu
temelde ilerleyerek ani bir sıçrayışla bilmedir.
Lacombe ise Bergson’un sezgisinin yeni bir tartışma konusu olmadığını ileri
sürmüştür. Çünkü ona göre Bergson’u farklı yapan yalnızca o dönemden farklı bir
yönelişe sahip olmasıdır. Lacombe, Bergson’un maddi olandan manevi olana
yönelmesinin, onun felsefesini farklı gösterdiğini dile getirir.
Filozof, zekanın getirdiği bencillikten ve içgüdünün etkilerinden uzaklaşarak
bilgi elde etmeyi sağlayan ileri bir bilmeyi, sezgi olarak açıklamıştır. Ancak sezgi ile
içgüdü arasında yapılan açıklamalarda tutarsızlıklar bulan Topçu, bunu şöyle
belirtmektedir:
“Eserin bir yerinde sezginin menfaatlerden sıyrılmış bir içgüdü olduğunu açıkça
söylediği halde başka bir yerde sezgi, içgüdü veya his değildir demekten çekinmiyor ve
168 Topçu, Bergson, s.101. 169 Topçu, Bergson, s.99.
49
ilave ediyor: ‘Yazdıklarımız arasında bu yolda tefsir edilecek bir satır bulunamaz. Bütün
yazdıklarımızda aksini kabul etmiştik: bizim sezgimiz düşüncedir.”170
Bergson’un bu tezatların içinde sezgiyi açıklamaya çalışması, bu anlamda
çelişkiye düşmesini de beraberinde getirmiştir.
Sezgi ve zeka birbirinden farklı olduğunu belirten Bergson, daha sonraları sezgi
ve zekanın birbirlerinden hiçbir suretle ayrılamayacağını iddia ettiği için de
eleştirilmektedir. O önceleri sezgi ve zekanın ayrılığını ortaya koyarken zekanın maddi
olanla, sezginin ise maddeden uzak bir bilme yolunda gittiğini ifade etmiştir. Ancak
daha sonra zekanın kazanımlarının etkisi ile sezginin ortaya çıkabileceğini belirterek bir
düşünce karmaşası oluşturmaktadır.171
Bergson, sezginin tanımlanması açısından yetersiz görülmüş, bir kerede tam bir
tanımlama ile sezgiyi belirtmediği için, eleştiri oklarının hedefi olmuştur. Farklı
açılardan ele alarak tanımladığı sezgi, tam bir açıklamaya ulaşmıştır ancak parça parça
sunulan bu tanımlar, onun felsefesinin bazı açılardan yetersiz olduğunu
düşündürmektedir.
170 Topçu, Bergson, s.104. 171 Topçu, Bergson, s.105.
50
II. BÖLÜM
2. DİN VE AHLAK
2.1. BERGSON’A GÖRE DİN KAVRAMI
Din kavramı birden çok inanış ve tanımlama barındırdığı için onu, genel bir
tanım içine yerleştirmek oldukça zordur. Genel olarak din; insani yönü bulunan, düzenli
hale getirilmiş düşünce sistemi olan, inançlı kişilere bir hayat fikri sunan kurum172
şeklinde açıklanmaya çalışılmıştır. Bazı tanımlamalarda da din kavramı “İslam, tevhid,
taat, inkıyat, hüküm ve ferman, Allah katında kulluğu gösteren ibadet, itaat etmek, hayır
ve şerri alışkanlık haline getirmek, hükmetmek, hesap, gidişat, millet ve şeriat, vera’ve
takva, hal, kaza, isyan etmek, ram olmak, zelil kılmak, adet, ceza, mükafat …”173 olarak
açıklanır. Din, Tanrı ve insan açısından ele alınabilir. Tanrı için din, itaat altına alma
ceza ve mükafat verme, hesap sorma iken; insan açısından din ise, ibadet etme, hüküm
altında bulunma, itaat etmedir.174
İnsan ve Tanrı açıdan ele alınabilen din tanımlaması, dinin temel konularını da
içinde barındırmaktadır. “Dinin ana konuları, geleneksel olarak, inanç, ibadet ve ahlak
şeklinde üçe ayrılmaktadır. Bunlara muamelat ve maneviyat da eklenebilirse de, bunlar
ve benzerlerini inanç-ibadet-ahlak üçlüsü içinde değerlendirmek de mümkündür.”175
Muamelat, dinin ahlaki olan yönünü, maneviyat ise kişinin iç dünyasını işaret
etmektedir. Din, içeriğinde farklı kavramları barındırdığı ve birden çok tanımlaması
bulunduğu için tam bir açıklamasını vermek zordur. Ahlak ile dini birbiriyle ilişkisiz
olarak görmek ya da kabul etmek hatalı olacaktır. Yine en başta değinildiği gibi birden
çok inanç sistemi bulunduğu için genel-geçer bir din tanımını yapmak oldukça zordur.
İnsan hayatını şekillendiren değerlerden biri dindir ve insan hayatında oldukça
önemlidir. İnsan düşünen bir varlıktır ve tabiatı gereği, dini bir boyuta sahiptir. İnsan
düşünme özelliği ile diğer var olanlardan ayrılırken, inanan bir varlık olması
172 Mehmet S. Aydın, Din Felsefesi, İzmir İlahiyat Vakfı Yayınları, No 2, 12. Baskı, İzmir, 2010, s.6. 173 Hüsameddin Erdem, Problematik Olarak Din-Felsefe Münasebeti, Hü-Er Yayınları, 4. Baskı, Konya,
2010, s.22. 174 Erdem, Problematik Olarak Din-Felsefe Münasebeti, s.23. 175 Cafer Sadık Yaran, Din Felsefesine Giriş, Değerler Eğitimi Merkezi Yayınları, İstanbul, 2012, s.18.
51
bakımından da farklılık gösterir.176 İnsanlar, yaptıklarının ve yapacaklarının temelinde,
esas bir neden aramaktadırlar. Bazı bireyler bu temelde, mükemmel bir varlık yattığını
düşünürler. Bu varlık Tanrı kavramıdır. “Doğaüstü bir Tanrısal güç ya da varlıkla ilgili
inançların, bu varlığa yönelik manevi eğilimlerin ve tanrıya yapılan ibadetin
oluşturduğu bütün”177 şeklinde de dini tanımlayabiliriz. Bireyler her şeyin temelinde
yatan bu mükemmel Tanrı’ya yönelerek ona ibadet etme, ondan istekte bulunma, şükran
sunmaktadırlar. Bir dinden bahsedebilmek için Tanrı yani ibadet edilen, birey yani
ibadet eden olması yeterli olamayacaktır. Bize göre bu ikisi arasındaki bağ, aslında
dinin temelidir.
Bergson Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı adlı eserinde ahlak ve din kavramını
işlemiştir. Filozof, felsefesinde sezgiyi temel bir yöntem olarak kullanmıştır ve bu
durum onun mistik bir filozof olduğunu gösterir.178 Daha önce değinildiği gibi Bergson
Yahudi olarak kayıt yaptırmak için sıra beklerken zatürre olup hayatını kaybetmiştir. Bu
örnek bile dinin onu hayatında önemli bir yer tuttuğunun göstergesi sayılabilir. Filozof
dini kendi bakış açısına gör statik(doğal) din ve dinamik din olarak ikiye ayırmakta ve
bunları kaynaklarına göre araştırmaktadır. Bundan sonraki kısımlarda onun statik ve
dinamik din anlayışları ile bunlara bağlı olarak ortaya çıkan ahlak anlayışları hakkında
bilgi verilecektir.
2.1.1. Statik (Doğal) Din
Bergson’un din anlayışında evrim, zaman ve mekan hakkındaki düşüncelerinin
izlerini görmek mümkündür. Onun din konusunda ilk ele aldığı statik din, ilkel
toplumların ve insanların dinidir. Doğal din olarak da nitelendirdiği statik din cemiyetin
dinidir, kapalıdır179. Bergson, statik dinin bir tanımlamasını yaparken onda doğanın
etkisinden bahseder. “Bu, zekanın işleyişinde, birey için umutsuzluğa düşürücü ve
toplum için bozucu olabilecek şeylere karşı doğanın koruyucu bir tepkisidir.”180 Statik
din toplumun bir arada olmasını ve bireyin ayakta kalmasını sağlamak için doğa
tarafından oluşturulmuştur. Bize göre burada doğa ile insan doğası kastediliyor gibi
176Erdem, Problematik Olarak Din-Felsefe Münasebeti, s.21 177 Cevizci, ‘Din’, Paradigma Felsefe Sözlüğü, s. 463. 178 Mustafa Kök, Bergson Mistisizmi ve Problemleri, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Doktora Tezi, Erzurum, 1996, s.56. 179 Topçu, Bergson, s.124. 180 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.183.
52
görünmektedir. İnsan, masal yaratmaya başlayacak ve böylece hem umutsuzluktan
kurtulacak hem de toplumun diğer üyeleri ile bir arada yaşayacaktır.
Dinlerin bazıları filozofa göre akla yakın değildir hatta insan zekasını
alçaltmaktadır. Bu dinler irdelendiğinde, aslında onların insan zihninden uzak olduğu
ortaya çıkmaktadır. Filozof bu görüşleri ileri sürerken batıl itikatları örnek
göstermektedir. Bergson, felsefe, bilim, sanat içermeyen toplumların olabileceğini ama
dini inanışı olmayan toplumların bulunmayacağını anlatır.181 Yani din ona göre insan
topluluklarında olan en temel olgulardan birisidir. Bu inanışlar ister akla uygun, ister
akıl dışı olsun her toplumda bulunmaktadır.
Filozof, akıllı varlık olarak insanın, batıl inanışlara ya da akıl dışı olan dinlere
nasıl inanabildiğini anlamaya çalışmıştır. İnsan, akıllı bir varlıktır ancak aynı zamanda
da akla uygun olmayan varlıklara da inanan tek canlıdır. Filozof, insanın akılsal
olmayana kendisini bağlamasının sebebini şu şekilde açıklar: “İlkel bir kafa yapısından
söz ediliyor ki bu yapı bugün alt ırkların ve geçmişte genel olarak insanlığın sahip
olduğu bir kafa yapısıdır ve batıl itikadı da bu yapının hesabına yazmalıyız.”182
Dolayısıyla bu tarz inanışlar filozofa göre eski toplumlara ait yargılardır. Filozof, Levy
Bruhl’ün eserlerinde ilkel toplumlardan bu güne değin insan inanışlarının anlatıldığını
dile getirmiştir fakat bu anlatıların eksik kaldığına inanmaktadır. Levy Bruhl’ün
ifadelerinde Bergson’a göre insan zekasının geliştiği sonucu bulunur. Ancak bu durum
her zaman için geçerli değildir, çünkü o bunu kuşku uyandırıcı bulmaktadır. Bunun
sebebi insan zekasının gelişmesi düşüncesinin en nihayetinde insan türünün değişmesi
fikrini doğurmasıdır.183
Bergson, Emile Durkheim’in fikirlerinden etkilenir. Durkheim, bireysel
zekaların birleşimi olan toplumsal zekanın, inançları oluşturduğunu belirtir. Bu sebepten
bireysel zeka ile toplumsal zekayı ayrı düşünmektedir. Bergson, Durkheim’in
görüşlerinden etkilenerek; ilkel kafa yapısından ne kadar söz edilirse edilsin, sorunun
bugünkü insanın psikolojisini ilgilendirmeye devam ettiğini ifade eder. Her ne kadar
kolektif yapıdan söz edilse de asıl sorun, bireysel insanın psikolojisiyle alakalıdır.184 Bu
181 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.91. 182 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.92. 183 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.92-93. 184 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.93-96.
53
ifadelerinde o, toplum olmanın ve toplumsal inanışlar oluşturmanın en temelinde yine
bireysel insan zekasının ve psikolojisinin yattığını belirtmektedir. Bize göre burada
onun, toplumsal yapıya değil de bireysel olarak insan ruhuna, psikolojisine önem
verdiği söylenebilir.
Bergson, bireysel psikolojinin konularını alt başlıklar haline ayırırken
tasavvurların fantasmatik185 olmasından bahsetmektedir. Bahsi geçen tasavvurlar; akla
dayalı ya da mantıksal alana ait değildir. Bu sebepten filozof, fantasmatik tasavvurları
ortaya çıkaran eyleme ‘masal yaratma’ veya ‘kurmaca’ adını verir.186 Düşünür, masal
yaratma yoluyla dinsel düşüncelerin ortaya çıkabileceği kanısındadır. Masal yaratma
işlevi, batıl inançların kaynağı olarak kabul edilir ve bu işlev fantasmatik ve mitolojik
ögeleri içerirken, algılama, mantık ya da bellekle alaka barındırmaz.187 Masal yaratma
sezgi ile ortaya çıkmamaktadır, onda derin bir düşünme yoktur, fantasmatiklik vardır.
“O halde şiirlerin ve her türlü fantezinin, zihnin masallar yaratabilmesinden
yararlanarak sonradan gelmeleri ve buna karşılık dinin masal yaratma işlevinin varlık
nedeni olması muhtemel görünmektedir. Dine göre bu yeti neden değil sonuçtur.”188
Filozof masal yaratmanın dinin varlık nedeni olduğunu düşünmektedir. Statik din,
insanın masal yaratmasıyla oluşurken, yine batıl itikatların da masal yaratma ile
oluşacağı söylenebilir. O, insanın akıllı bir varlık olması halinde bile batıl itikatlara
sahip olmasının nedenini burada açıklamıştır. İnsan akıllı bir varlıktır fakat doğru gibi
görünen bir deneyi doğa, yanlış bir şekilde sunduğunda akıl sahibi insan ona inanacak
ve bu inanış, insanın yanlışı kabul etmesine sebep olacaktır.189 İnsan aklının yanılması
batıl itikatları doğurmaktadır. Çünkü filozofun anlayışına göre batıl itikatlar insan
zihninin mantıksal olmayan kısmıyla ilgilidir. Statik din batıl itikatlar içermektedir ve
185 Bergson’un Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı adlı eserinin çevirisinde fantasmatik olarak geçen kavram,
Aslan’ın tezinde fantastik olarak geçmektedir. Ancak biz filozofun kendi eserinin çevirisinde geçen
fantasmatik kavramını kullanarak, terim karmaşası yaşanmasına sebep olmamaya çalışacağız. XVIII.
yüzyıldan başlayarak Fransa'da gelişen bir edebî tür, Fransızcada fantastique şeklinde geçmektedir. (Bkz.
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5aeee547973126.9853
8924, e.t.17.05.2018.) Fantastik, sözlük anlamıyla “gerçekte var olmayan, hayal ürünü, hayali” demektir
ve gerçek dünyada yaşanamayacak olayları konu eden sanat eserlere de fantastik eserler denir. (Bkz.
http://www.toplumdusmani.net/modules/wordbook/entry.php?entryID=2865/fantastik-nedir+fantastik-
ne-demek, e.t.17.05.2018.) 186 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.96. 187 Aslan, A.g.t., s.45. 188 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.97. 189 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.97-98.
54
bu din masal yaratma sonucu ortaya çıkmıştır. Bireylerin ve toplumların batıl inanışlara
sahip olmasının nedeni bu şekilde açıklığa kavuşturulmaya çalışılmıştır.
Bergson, bireylerin toplum içinde yaşama isteğinin bulunduğunu belirtir. İnsan
yapısı gereği zeka sahibidir -bu zeka içgüdüyü de beraberinde getirir- ve toplum halinde
yaşamaya ihtiyaç duyar.190 Bireyler toplum halinde yaşamaya mecbur olduklarını
düşünürler. Bergson’un fikirleri göz önüne alındığında, insanların toplum halinde
yaşama istekleri bilinci ile gerçekleşmektedir.191 Doğa, hayatın devamlılığını ister ve bu
durum, bireyden çok toplumla ilgilidir, yani toplum hayatın devamı ile ilgilidir.192
Ancak toplum ve birey birbirine bağlıdır. Toplum bireyi, birey de toplumu oluşturur.
Toplum ve birey dairesel bir döngü içindedir.193 Toplum bireye, birey de topluma
ihtiyaç duymaktadır. Birbirinden ayrı düşünmek filozofa göre mümkün olmayacaktır.
Bireylerden ayrılan toplum, toplum olamaz ve dağılmaya mahkumdur. Ancak doğa,
toplumu öncelikli olarak görürken; insan zekası, insanı yani bireyi öncelikli kabul
eder.194 O halde birey, toplumdan ayrılırsa yalnızlık çekeceğinden bunalım yaşayacak,
belki de hayatını idame ettiremeyecektir. Bize göre insanın toplum halinde yaşamaya
eğilimli olmasının sebebi, onun yalnız kalamamasından kaynaklıdır. Peki insan
zekasının getirdiği bireyselleşme ve bireye önem verme nasıl aşılacaktır? “Zekanın ve
akliliğin her adımda ortaya koyduğu engelleri bertaraf eden müphem sezgi ise zekanın
bu hareketini karşılar. Sezginin henüz tohumu olan içgüdüyle insan, zekanın açtığı
hareketin yönünü değiştirir. Bu tepki, bu karşı koyma ilk dini meydana çıkarmıştır.”195
İlk din insanların ölüm korkusunu da içermektedir.196 İnsanın ölümle her şeyin sona
ereceğini düşünmesi şüphesiz ki başıboşluğu getirecektir. Filozofa göre insanlar ölüm
korkusunu yenmek için ölümden sonra hayat fikri kabul etmiştir. Ölüm sonrası hayatın,
korkuya karşı bir savunma olduğunu düşünen filozof, ilk dinin ortaya çıkış sebebinin de
ölüm korkusu ve toplum halinde yaşama isteği olduğunu dile getirmiştir. O halde
filozofun din anlayışında, önceden belirli bir din yoktur ve dini var kılan şey insanların
korkularıdır. Statik dinde ölümle her şeyin biteceği fikri ve toplumdan ayrı kalma
190 Topçu, Bergson, s.124. 191 Eroğlu, a.g.m., s..85. 192 Aslan, a.g.t., s.46. 193 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.177. 194 Aslan, a.g.t., s.47. 195 Topçu, Bergson, s.125. 196 Topçu, Bergson, s.125
55
korkusu pesimist bir yaklaşımın bulunduğu gösterir niteliktedir. Karamsarlık, korku
pesimist yaklaşımın etkisini sunmaktadır. Gündoğan’a göre;
“İnançları doğuran tasavvurların ortak özellikleri, onların fantasmatik olmalarıdır.
Bergson, fantasmatik tasavvurları ortaya çıkaran eyleme, masal yaratma veya kurmaca
adını verir. Masal yaratma veya kurmaca, Bergson’a göre, insanın ortaya çıkışı ile
birlikte duran yaratıcı evrimin başka bir boyutta devam etmesi, bunun zeka ile birlikte,
zekanın içinde devam eden masal yaratma işlevi olması demektir.”197
İnsan var olduktan sonra yaratıcı evrimi devam ettirme çabası içine girmektedir.
Bunun için de farklı yollarla ortaya koyduğu yaratıcı evrimi açığa çıkarır. İnsan zekası
ile masal yaratmaya başlayacaktır, bunun sonucunda ise fantasmatik tasavvurlar
oluşacak ve bu tasavvurlar da inancı doğuracaktır. Dolayısıyla statik dindeki inanç ve
masal yaratma temelli olacaktır. Dinlerin genel tanımında da değinildiği gibi din
inanmayı da içermektedir. İnsanlar, oluşturdukları bu dine inanacaklardır çünkü
inanılmayan bir din zamanla yitip gidecektir.
Filozof din, bilim ve zeka arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalışır. Dinin biçimi ve
maddesi arasında, zeka bir takım uyuşmazlıklar bulur ve bu tutarsızlıklar bilim
sayesinde açıklanmaktadır. Ancak Bergson, bilimin ortaya çıkmasından sonra dinin
varlığının halen devam etmesinin nedenini de sorgular.198 Zeka, dinin biçimi ve
maddesini irdelerken bazı açıklar bulmaktadır. Bu açıkları ise filozofa göre bilim
doldurmaktadır. Statik dinin ortaya çıkışını ele aldığımızda, aslında insanların dine
inanmaya neden devam ettiklerini de anlayabiliriz. Bireyler toplumun bozulmaması ve
korkularını hafifletmek için dine inanmaya devam ediyor olabilirler. Statik din,
toplumun üyelerini birbirine bağlar199 çünkü statik dinde toplumun birliğini koruma ve
ölüm korkusundan kurtulma amacı vardır.
Bergson, insanın hangi kaynaktan geldiğini, kaç kaynağı olduğunu düşünmekten
çok insana ait iki özelliği araştırmaya yönelir, bunları da zeka sahibi olması ve
toplumsallık barındırması olarak nitelendirir.200 İnsanların toplum halinde
yaşayabilmeleri ve topluma bağlı kalabilmeleri için doğa devreye girecektir. Bergson’a
197 Gündoğan, Bergson, s.103. 198 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.99. 199 Aslan, a.g.t., s.57. 200 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.104.
56
göre ilkel toplumlara arzu ettikleri bağlılığı sağlamak için doğa, insanı içgüdülerle
donatır. Bu içgüdü donatımı arı kovanı ve karınca yuvasında da bulunmaktadır.201
Topçu, Bergson’un doğa dediği şeyi tabiat olarak tanımlamıştır.202 Bergson’un
bahsettiği bu içgüdü basittir, daha ileri bir içgüdü yani sezgi söz konusu değildir.
Hayvanları bir arada tutan içgüdü nasılsa, ilkel toplumdaki insanları bir arada tutan
içgüdü de öyledir.
Filozof insanların geleneklere uymasının insanı topluma bağladığını
düşünmektedir. Ancak insan topluma bağlanırken kendisinden uzaklaşmakta, bir kopma
yaşamaktadır. Toplum beklentilerini ve ahlakını ele aldığımızda, bunların temelinde
dini niteliklerin yer alması gerektiğini görürüz. Kısaca söylemek gerekirse ilkel
toplumun ahlakı dinin etkisiyle oluşmuştur çünkü gelenek başlangıçta bütün bir ahlakı
oluşturur ve din de geleneklerden ayrılmamayı emreder. Bundan dolayı ahlak ve din
birlikte vardır.203
Bergson doğanın insanı, ölümlü olduğunu anlaması için zeka ile donattığını
düşünür. Ancak insan ölümlü olduğunu düşündüğü an, bu düşünce insanda yıkıcı bir
etki oluşturur. Bu durum karşısında doğa insana ölümden sonra hayatın olduğu
düşüncesini verecektir.204 Ölümden sonra hayat fikri insanın ruha sahip olduğu
düşüncesini oluşturacaktır. Filozof, korku ve ihtiyaçla ruhun var olduğu tezinin
pekiştirilmesi sonucu masal yaratmanın gerçekleşeceğini dile getirmiştir.205 Buradaki
korku ölüm korkusudur ve ihtiyaç ise umutsuzluktan kurtulma, topluma bağlı kalma
isteği olarak tanımlanır.
Birey kendinden güçlü olan Tanrı fikrine, masal yaratma ile ulaşır. Filozof güçlü
bir Tanrı anlayışının ortaya çıkışını şu şekilde anlatmaktadır:
“İlkin kendimize bağlı olan şeyi yapmakla işe başlarız; yalnızca kendimize yardım
edemeyeceğimizi hissettiğimizde, mekanik dışı bir güce teslim oluruz. Hatta o gücü var
201 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.108. 202 Topçu, Bergson, s.125. 203 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.110. 204 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.117. 205 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.121.
57
zannettiğimiz için, hiçbir şekilde ondan bağışık olmadığını hissettiğimiz eylemi
öncelikle onun himayesi altına yerleştiririz.”206
Bergson burada insanın Tanrı fikrine ulaşmasını anlatır. Birey gücünün
yetmediği anlarda ve durumlarda kendisinden daha üstün bir güç olduğunu düşünür,
hatta olay ya da eylemle ilgili olmadığı halde, o gücün etkisini kabul edebilir. Filozofa
göre kişinin o güce olan inancı, kendine olan inancını da pekiştirecektir207 ve kişi, ona
inandığı derecede kendine de inanacaktır.
Levy Bruhl felsefesinde tek bir ilkel zihniyetten bahsetmek yerine, çeşitli ilkel
zihniyetlerin bulunduğunu belirtir. Bu zihniyetler içinde de en çok dikkat çeken
rastlantısallığa inanmamadır. Rastlantısal olan hiçbir şeyi kabul etmemekte olan
zihniyet, yaşanılan durumları başka varlıklara bağlayabilmektedir.208 Bu zihniyet,
rastlantısallığı tamamen yok saymaktadır. “O halde rastlantı içi boşalmış bir niyettir. O
artık gölgeden ibarettir; madde eksiktir ama biçim vardır.”209 Bergson’a göre ilkel
toplumlar, masal yaratmadan uzaklaşabilmek için bilimsellikten yararlanır. Bilim bize
akıl dışında var olabilecek olanları göstermemektedir. Yani duyu organlarının
algılamadığı, deney ve gözleme tabi olmayan hiçbir şey yoktur. Bu da demek oluyor ki
rastlantısallık aslında temelsizdir. İnsanların rastlantısallığa inanmamasının sebebi
olarak doğanın tepkisinden bahseden filozof, kaynağı zekada olabilecek bir cesaret
kırılmasını önlemek için doğanın tepki gösterdiğini dile getirmektedir.210 İlkellere göre
inanç korkuyu engellemektedir. “O halde inanç temel olarak güven anlamına gelir; ilk
köken korku olmayıp, korkuya karşı güvencedir.”211 Bundan dolayı ilkeller
rastlantısallığa karşıdır. Sebebi ise cesaretin kaybedilmemesi, korkudan kaçılmasıdır.
Bergson statik dinin korku değil de korkudan kurtulmaya yönelik olduğunu ve
tanrılara inanmanın birden bire gerçekleşmediğini belirtir.212. Bergson’un korku diyerek
bahsettiği şey toplumdan ayrılma ve ölüm korkusudur ancak din bize bu korkuyu aşma
fırsatı vermiştir.
206 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.126. 207 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.126. 208 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.131. 209 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.133. 210 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.135. 211 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.136. 212 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.136.
58
Bergson alışkanlık üzerinde kalıtımın etkisi olmadığını belirtmektedir. Bununla
beraber alışkanlığın bir alt nesle aktarımı gerçekleşse bile bu rastlantısal olacaktır.213
Yani burada dinin, inanışın, korkusunun ya da buna benzer birçok alışkanlığın kalıtımla
alakasının olmadığı belirtilmektedir. Bu durumda din, duygu, dini inançlar kalıtımsal
olarak gelmemektedir. Ancak kişi doğduğu toplumun kendisine dayattığı düşünceler ile
bir takım alışkanlıkları kazanmaktadır ki bu kişinin doğduğu toplumun inançlarını niçin
benimsediğinin gerekçesi olabilir. Zeka konusunda değinildiği üzere, alışkanlıklar zeka
ile kazanılmaktadır yani genetik bir şekilde alışkanlıklar alt nesle aktarılmamakta, insan
alışkanlıklara zekası ile ulaşmaktadır. Çünkü zeka içgüdüye karşı koymak için yani
doğala karşı koymak için alışkanlıklar ortaya çıkarmıştır. Bunun temelinde de yine
insanın tehlikelere karşı kendini inançla güvende hissetmeye çalışması bulunur.214
Bergson’un ifadelerinden hareketle, bize göre statik dinde insanlar, tanrıyı ve dini
kendilerine fayda sağlamak için oluşturmaktadır. Ancak böyle bir inanç, tanrıyı ve dini
insan yapımı aletler gibi sergilemekle kalmaz, onların değerini zayıflatır.
Bergson yaşadığı dönemin bilim-din ilişkisi ile ilkel toplumların bilim-din
ilişkisi üzerine şu ifadeleri kullanır;
“Bu şekilde uygar olmayanları göz önüne alarak, kendimizde gözlemlediklerimizi
doğrulamış oluyoruz; ama buradaki inanç şişirilmiş, abartılmış ve çoğaltılmıştır: İnanç
uygar insanda yaptığı gibi, bilimin gelişmeleri karşısında geri çekilmek yerine, mekanik
eyleme ayrılan bölgeyi işgal eder ve onu dışlamak zorunda olan eylemlerin üzerine
eklenir.”215
Bergson’un ilkel inanışlardan uygar toplumların inanışlarına ulaşma
konusundaki görüşleri, önceleri dinin bilimden üstün sayılırken daha sonralarında ise
bilimin dinin öne geçmesini önlemesini içerir.
Filozof, statik dinin temelinde büyünün (Magie/magic) yer alması konusunda
görüşler sunar. Aynı zamanda bilimselliğin de başlangıcı büyü ile ilişkilidir.216 İlkel
toplumlarda büyü ve büyünün bu iki unsuru yer almaktadır.
213 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.143. 214 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.144. 215 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.146. 216 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.146.
59
“O halde bize göre büyü iki unsura ayrılır: Herhangi bir şey ve hatta erişilmez olan şey
üzerinde etkin olma arzusu ve olayların insani bir akışkan olarak adlandırabileceğimiz
şeyle yüklü oldukları veya yüklenmeye izin verdikleri fikri. Büyü ile bilimi
karşılaştırmak için birinci noktaya ve büyüyü dine bağlamak için ikinci noktaya
dayanmak gerekir.”217
Düşünür ilkelde hem dinin hem de bilimin büyüyle bağlantısının olduğunu bu
görüşleriyle ifade etmektedir.
Bergson, ilkelin bilim ve din konusunda barındırdığı büyüden bahsettikten sonra,
bilimde gelişmeyi sağlamak için gerekenlerden bahseder. O, bilimin iki türlü çaba
gerektirdiğini belirterek bunların ilkinin bir şeyler bulma ikincisinin de bulunan şeyin
toplumca benimsenmesi olduğuna değinir. Bu iki çaba varsa toplum uygardır. İlkel
toplumda buluş için çabalayan olabilmektedir ancak uygar toplumda olan toplumca
benimseme çabası ilkelde bulunmamaktadır.218 Filozof ilkel toplumların yeniliğe açık
olmadığı kanısındadır yani buluş vardır ancak bunu kabullenecek toplum yoktur. İlkel
toplumda bilimsellik dinsel olanın önüne geçememektedir. Din, bilimsel olanın adeta
üstünü kapatmaktadır.
Düşünüre göre ilkel toplumların kendini geliştirememesinin sebebi tembelliktir.
“Daha sonra her şey için çok geçti: Artık toplum istese de ilerleyemezdi, çünkü
tembelliğinin ürünleriyle zehirlenmişti. Bu ürünler, büyücülük uygulamalarıdır.
Büyücülük bilimin tersidir.”219 Filozofa göre ilkelde var olan büyücülük anlayışı, onun
tembelliğinin unsurudur. Büyücülük bilimin ilerlemesine engel teşkil etmektedir. İlkel,
bilimin yerine büyücülüğü tercih etmiştir. Filozofa göre “İnsan çabasıyla bilgisini
genişlettiği ölçüde büyü geri çekilecektir.”220 İnsan kendini ve bilgisini ne denli
geliştirirse, büyüden de o denli uzaklaşacak, uygarlaşacaktır. İnsan bilgisini
geliştirmediği sürece ilkel toplumun var olan büyüye yönelecektir.
Büyü, ilkel toplumun dininin temelinde yer almaktaydı. Peki büyü nasıl ortaya
atılmıştır? Filozofa göre büyü, zekanın bencilliğine karşı doğanın oluşturduğu bir
savunmadır. “Ama büyü de, genel olarak bu din gibi, Zeki varlığın karşı karşıya kaldığı
217 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.152. 218 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.153. 219 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.153-154. 220 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.154.
60
bazı tehlikelere karşı doğanın aldığı bir tedbiri temsil etmektedir.”221 Büyü, insanın
zekasına karşı oluşturulmuştur. İlkel insan zekasını, büyü olgusu ile adeta bastırmıştır.
Bergson ilkel tanrıların ortaya çıkışını şu ifadeleriyle açıklar:
“Ne kişisizlik kişiye doğru gelişmiştir, ne de saf kişilikler önceden ortaya çıkarılmıştır;
zekayı aydınlatmaktan çok istenci (iradeyi) güçlendirmek için oluşan ara bir şeyden,
aşağıya ve yukarıya doğru büyünün dayandığı güçler ve duaların kendilerine yükseldiği
tanrılar çıkmışlardır.”222
İnsanın zekasını anlaması, geliştirmesi ve kullanmasına karşı ortaya atılan büyü,
yine zekadan uzaklaşarak isteme gücünü arttırmayı seçecektir. İlkel insanlar dua ve
istemeyi güçlendirmek için bir ya da birkaç kişi oluşturacaktır. Kişiler ilkelden uygar
olana doğru ilerledikçe çok tanrı inancından tek tanrı inancına ulaşacaktır.223
İlkel insanlar, ruhun ölümsüzlüğünden ve onlara tapmadan yola çıkarak tanrılara
ulaşmışlardır. Bergson’a göre ruhlara tapma statik dininin temelini oluşturur ve çok
tanrıcılığın ortaya çıkışıyla uygarlığa geçiş başlayacaktır.224 Statik dinin temelinde
ruhlar yer almaktadır. Bu durumun sebebinin ise ölümden sonra hayatın var olması ve
bu hayatı ruhların sürdüreceği inancıdır demek yerinde olacaktır. İnsanlar ruhların
ölümsüzlüğünden yola çıkarak onlara tapacaktır. Daha sonra ise ruhun en sade haline
ulaşacaktır ve bu ulaştığı kişi Tanrı olacaktır.225 Her ruhtan tanrıya ulaşılabileceğini
varsayarsak, birçok tanrı meydana gelecektir. Bu durum filozofun ifadelerine göre
insanın uygarlaşmaya başladığını göstermektedir. İnsan zamanla düşüncelerini
genişleterek uygarlık düzeyine ulaşacak, böylece dinamik dine yaklaşacaktır.
Statik dinde tanrılara vasıflarını veren insanlardır, bunu yaparken de masal
yaratma yetilerini kullanacaklar ve Tanrılarının özelliklerini oluşturacaklardır.226 Statik
dinin Tanrısı bir sitenin koruyucu Tanrısı şeklinde tarif edilmiş, yasa koyucu, zorlayıcı
221 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.156. 222 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.159. 223 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.159. 224 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.167. 225 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.167. 226 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.173.
61
ve cezalandırıcıdır.227 Bize göre bu ifadelerden Bergson’un statik dini, mistisizme bağlı
bir olgu olarak görmediği fikrine varılabilir.
Dinin içindeki ibadetlerin de filozofa göre bir işlevi vardır. Bergson bunu şu
şekilde dile getirir:
“Din güçlendirir ve disiplin sağlar. Bunun için askerin bedeninde tehlike anında ihtiyacı
olabilecek ahlaksal güvencesi sağlamakla son bulan bir otomatizmi olan egzersizler
gibi, sürekli tekrarlanan egzersizler gereklidir. Bu ayinsiz, seremonisiz din olmadığı
anlamına gelmektedir. Dinsel tasavvur, bu dini eylemlere özellikle vesile sağlar. Bu
eylem kuşkusuz inançtan kaynaklanır ama aynı anda bu inanç üzerinde etkin olur ve
onu sağlamlaştırır: Tanrılar varsa onlara tapmak gerekir; bir tapınma vardır, o halde
tanrılar vardır.”228
Filozof statik dindeki tanrılara inanmanın, o dine ibadet etmeyi de içerdiğini dile
getirmiştir. Dua, ayin, tören Tanrıya ibadet şekilleridir ve bu ibadetler inancı
güçlendirir, dine daha sıkı bağlanmayı sağlar.
Statik din, ilkelin dini olarak tanımlanmaktadır. Bu din doğa tarafından
oluşturulmuştur diyen Bergson, doğa ve Tanrı arasında bir açıklama yapmamaktadır.
Burada kast edilen doğa Tanrı olabilir mi? Yoksa insan doğası mıdır? Tanrı değilse
Tanrıyı bile oluşturan doğanın Tanrı olması gerekmez mi? Bu sorular ne yazık ki
cevapsız kalmaktadır. Filozofa göre statik dinden dinamik dine geçiş, aniden
gerçekleşmeyecektir. O halde Bergson’un felsefesine göre dinde de bir evrimden
bahsetmek mümkündür.
2.1.2. Dinamik (Gerçek) Din
Bergson, statik dini açıklayarak, gerçek Tanrı’ya ulaşmada bu dinin yeterli
olmayacağı kanaatine varır. Bu yüzden filozof diğer din açıklaması olan dinamik dini
sunar. İlkelin dini olan statik dinden sonra dinamik din, uygar toplumların dini olarak
filozof tarafından işlenmektedir. Bergson’a göre dinamik din, insanlığın dinidir ve açık
dindir.229 Statik dinden sonra dinamik dine ilerlenmektedir. İnsan kendini geliştirdikçe,
227 Veysel Bircan, Bergson’un Ahlak Anlayışı, Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek
Lisans Tezi, İstanbul, 2004, s.23. 228 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.179. 229 Topçu, Bergson, s.124.
62
statik dinden gerçek din olan dinamik dine ilerleyecektir. O halde dinde de bir evrimin
bulunduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Bergson’a göre insan zeki bir varlıktır ve hayvandan bu yönüyle ayrılır. Filozofa
göre insan düşüncesini geliştirdikçe dinamik dine yaklaşacak, uygarlaşacaktır. Yine
düşünüre göre zeka tehlikeli olabilmektedir.230 İnsan bir kere düşünmeye başladığında,
bunu durduramayacaktır. “Yaratıcı çaba ancak insana ulaşan evrim çizgisinde başarıya
ulaşmıştır. Bilinç, maddeyi geçerken, bu kez bir kalıbın içindeymiş gibi üretici zekanın
biçimini aldı. İçinde düşünceyi taşıyan buluş, özgürlük içinde yeşerdi.”231 İnsan
düşünmeye başladığında yeni buluşlara erişecektir. Bu da onu uygarlığa
yönlendirecektir. Statik dinde insanlar korkularından kurtulmak için düşünerek bir din
oluşturmuşlardır. Bergson’a göre statik dinden dinamik dine geçmek için de bir takım
süreçlerden geçilecektir. Düşünmek ve buluş yapmak, özgürlük olduğu sürece
mümkündür. Bergson’a göre “İnsanlığı sonsuz özgürlüğe ulaştıracak din de bu hakiki
dindir.”232 Özgür olmayan birey ya da toplum, yeni bir buluş gerçekleştirse de bunu
geliştiremeyecektir. Filozof bir kişinin düşünmesinin uygarlaşma için yeterli
olmadığını, toplumun da desteğinin gerektiğini dile getirmiştir. Yukarıda verilen
Bergson’un ve Aslan’ın ifadelerine göre, özgürlüğün olmadığı toplumda yeni buluşlar,
ilerleme ve ortaya koyulma imkanı bulamayacaktır.
Filozof, statik dinindeki masal yaratma işlemini, insanların yalnızca zeka ile fark
edebileceğini dile getirir. Dinamik din, zekadan farklı bir çıkış noktasına sahiptir, kişisel
iç tecrübe bu dinin temelidir.233 Bu da demektir ki, zekanın yanında sezgiye de ihtiyaç
vardır.234 Filozof sezginin anlaşılabilmesini kolaylaştırmak için soyutlama yapılması
gerektiğini belirtmiştir. “Zira sezgi, ancak kökenin zayıflamasıyla ve ifade uygun
düşerse, kendi üzerinde uygulanan bir soyutlama ile saf görüş haline gelebilir.”235
Bergson, sezgiyle yani ani bir sıçrayış ile gerçeğe ulaşılabileceğini belirtmiştir. Yine
dinamik dinde ve uygarlığa geçişte yalnız zekanın yeterli olmayacağını belirterek,
sezginin gerekliliğini ifade etmiştir.
230 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.188. 231 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.188. 232 Aslan, a.g.t., s.60. 233 Aslan, a.g.t., s.59. 234 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.189-190. 235 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.190.
63
Bergson’a göre sezgiye ulaşabilmek, onu bilmek başlangıçta insanı huzursuz
edebilecektir. Bunun nedeni artık düşünmeye, bulanıklıkta gerçeği bulmaya
çalışmasıdır. Düşüncedeki evrim, sezgiyi de beraberinde getirecektir ve bu da dine
yansıyacaktır. Dinamik dini, statik dinden ayıran şey, sezgi ile bilmenin
gerçekleşmesidir.
“Statik dinin insana verdiği güven bu nedenle dönüşüme uğrayacaktır: Gelecek için
daha fazla kaygı, kendine daha fazla tedirgin dönüş; konunun artık maddi açıdan
değerlendirilmeye değer bir yanı kalmamıştır ve buna karşın manevi olarak çok yüksek
bir anlama kavuşmuştur.”236
Düşünüre göre statik dinde masal yaratarak kendini avutan insan, sezgi ile
dinamik dine ulaşacaktır. Dinamik dinde, maddesel olandan çok manevi olanla
ilgilenilecektir. Sezgi, zaten madde ile işe başlamakta ancak, zekanın yetmediği yerde
ani bir sıçrayış ile hakikate ulaşma yöntemiydi. Burada da sezgi devreye girdiği için
artık statik dinin madde ile olan ilişkisinden uzaklaşarak, daha çok manevi olana
yaklaşılmaktadır. Statik dinde zekanın, insanın bencilleştirmesinden kaynaklı olan
yıkıcı bir özelliği vardır fakat dinamik dinde sezgi fayda gütmeyen bir yapıda olduğu
için zekanın yıkıcı özelliğini aşar.237 Burada kastedilen zekanın özelliği olan maddeye
yakınlığı, sezgi ile aşılmış olacaktır ve maddi olmayanı da bilme imkanını
sağlayacağıdır. Zekanın içgüdü seviyesinden çıkılması, bencillikten kurtulmayı
sağlayacaktır.
Filozof, dinamik dinde mistisizmin etkisinden bahsederek, dinamik dinde
mistisizmin etkisine değinir.238 O mistisizmin yani gerçek mistisizmin özü gereği ender
olduğunu belirtmektedir.239 Filozofun, mistisizmin ender olması konusundaki
gerekçesini herkesin mistik bir an yaşamaması, mistik bir tecrübeye erişememesi olarak
verir. Burada filozofun mistisizmini, dini tecrübe deliline benzetmenin yanlış
olmayacağı düşünülebilir. Bergson’da hayatın sırrını anlamak için mistisizme ihtiyaç
vardır.240 Bu açıdan bakıldığında dini tecrübeye olan benzerliği daha iyi anlaşılacaktır.
Dini tecrübe delili aslında sezgi içermektedir ve ender rastlanılmaktadır. “Oysa bu delil,
236 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.190. 237 Aslan, a.g.t., s.61. 238 Topçu, Bergson, s.124. 239 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.191. 240 Topçu, Bergson, s.134.
64
inanan bir varlık olarak insandan yola çıkmaktadır. Başka bir deyişle o, belli bir inanç
derecesinden daha üst seviyedeki bir inanç derecesine gitmektir.”241 Ancak Aydın,
Bergson’un sezgisi ile dini tecrübe arasında fark görür, Bergson’un entelektüel
düşünceye sahip olduğunu belirtir. Aydın bir inanmadan daha üstün bir inanmaya
geçmeyi dini tecrübe olarak tanımlanırken, Bergson’da temelde bilgi vardır ve sezgiyle
daha üstün bir bilmeye geçmenin söz konusu olduğunu iddia eder. Yani Bergson’da
bilginin üzerine sezgi getirilirken, dini tecrübede Aydın’a göre bir inanmanın üstüne
getirilen sezgiden bahsedilir.
Dini tecrübe delili din felsefesinin, Tanrı kanıtlamaları içinde yer alır ve aniden
bilme yani filozofun kullandığı terim olan sezgi ile oluşan mistik bir durumdur. Tanrı,
kişiye kendini bir takım yaşantılarla bildirmektedir.242 Bu kişinin yalnızca kendisinin
yaşadığı bir olaydır ve başkası yaşamamış, tanıklık etmemiştir. Aydın’ın görüşlerinden
yola çıkarak bize göre, bu tecrübeyi yaşayan kişiye sorulduğunda Tanrı’nın var
olduğunu iddia edecektir ancak bunu başkasına aktarırken karşısındakini
inandıramayabilecektir. Kişinin o anda yaşadığı sadece kendisi tarafından bilinmektedir,
bir başkasının onu bilebilmesi yani tam olarak anlaması beklenemeyecektir. Kişi bu
durumu kanıtlayamayacağı için başkasının da aynı duyguyu taşımasını
sağlayamayacaktır. Kişi ulaştığı bilginin doğruluğundan emindir ancak bunu yalnızca
kendi yaşamıştır. Bu yüzden objektif bir bilgi olması konusu tartışılmıştır. Mistik
yaşantının kesin ve objektif bir bilgi olmamasına dair yöneltilen eleştiriler, bilime konu
olabilecek şeylerin gözleminin tekrarlanamayabileceği şeklindeki ifadeleri de meydana
getirmiştir.243 Burada her şeyin değişmesinden, kendini yenilemesinden bahsedebiliriz.
Değişime uğrayan bir şey, deneye tabi tutulduğunda, değişmeden önceki haliyle
edinilenden farklı bir sonuç doğurabilecektir. Bir bireyin üç yaşında ölçülen boyu ile on
yedi yaşında ölçülen boyunun bir olmayacağı gibi değişime uğrayan nesnenin
değişimden önceki hali de aynı deneye aynı sonucu veremeyebilecektir.
Bergson, mistisizmle statik dinin yok olmayacağını belirtmiştir.
“Buna rağmen onun büyüsü gene de içimize işlerdi; ve dahi bir sanatçı bizi aşan,
düşüncesini özümseyemediğimiz ama daha önceki beğenilerimizin bayağılığını bize
241 Aydın, Din Felsefesi, s.83. 242 Aydın, Din Felsefesi, s.75-76. 243 Kök, a.g.t., s.136.
65
hissettiren bir eser yarattığı zaman olduğu gibi, statik din pekala varlığını sürdürebilir
ama eskiden olduğu şeyi artık yitirmiştir ve gerçek büyük mistisizm ortaya çıktığı
zaman özellikle kendinden söz etme cesaretini gösteremez.”244
Statik din, mistisizm ortaya çıktıktan sonra yok olmayacaktır ancak eski değerini
de göremeyecektir. Filozofun daha önce de belirttiği gibi, statik din aslında dinamik
dine ulaşmanın ilk adımı olmuştur. Statik din mistisizmle karşılaşınca dinamik dine bir
yol açılmış olacaktır. Bergson’a göre “Dinamik din mistisizm esasına dayanır.”245
İnsanlar mistisizmle tanışsalar bile, statik dinden bir parça ayrılmak istemeyecektir
çünkü statik din onları umutsuzluktan kurtarır. Ancak statik din artık masal yaratmada
eskisi kadar basite kaçamayacaktır.246 Çünkü insan düşünmeye başlamıştır. Ancak zeka
ve mistisizm insanın kapalı olan gözlerini aralamaya başlamasına izin vermiştir.
Bergson’a göre statik dinden, mistisizmle bir anda dinamik dine geçiş
sağlanamayacaktır çünkü bu, zaman ve uğraş alacak bir çabayı gerektirecektir.
“O kadar yükseğe çıkamadığından, harekete başlayacak, belli bir davranış takınacak ve
bir törende büyük insanlar için hazırlanan ve boş kalan koltuklar gibi, kendisi için
anlamsız kalan formüllere en iyi yeri tahsis edecektir. Böylece eski dinin yeni bir
yönelimine ve masal yaratma işlevinden doğan eski tanrının etkin olarak kendisini
ortaya koyan, varlığıyla ayrıcalıklı ruhları aydınlatan ve ısıtan bir tanrının içinde
kaybolma arzusuna yol açan karma bir din oluşacaktır.”247
Bu ifadelerden anlaşılacağı üzere insanlar, Tanrı’ya ulaşabilmek, onunla
birleşebilmek ve onu diledikleri için bir din yoluna gireceklerdir ancak bu karma bir din
olacaktır. Bir din, üstüne bir takım yenilikler eklendiğinde yeni bir din oluşacak fakat
yine de eski dinle de bağlantısı bulunacaktır. Dinamik din ile statik din arasında kurulan
bağ bu şekilde açıklığa kavuşacaktır.248 Sonuç olarak statik din olmasa, dinamik dine
ilerlenemeyecektir.
Bergson her çabanın mistisizme ulaşmayı sağlayıp sağlamayacağını
sorgulamaktan geri kalmamıştır.
244 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.191. 245 Topçu, Bergson, s.127. 246 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.192. 247 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.192. 248 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.193.
66
“Önceden anlamını tanımlamak koşuluyla, sözcüklere istenilen anlam verilebilir. Bize
göre mistisizmin vardığı yer, yaşamın ortaya çıkardığı hayat hamlesi (yaratıcı çaba)
temasa geçme ve dolayısıyla kısmi bir uyumdur. Bu çaba Tanrı’nın kendisi olmasa bile,
Tanrı’dan gelmektedir.”249
Filozofa göre düşünceyi özgür bırakma, hayat hamlesi, yine Tanrı tarafından
verilmektedir ve ondan ayrı düşünülemez. Bu durum Platon’un idealarına benzetilebilir.
İdealar, gölgelerine kendinden pay vermektedir ancak gölgeler ne kadar benzeseler de
idea olamazlar. İdealar nasıl kendilerinden gölgelerine pay veriyorsa, Tanrı’da hayat
hamlesini oluşturmuştur yani ona yakındır ama Tanrı değildir.250
Filozof zekanın eleştirel işlevinden uzaklaşıp, vecde ulaşıldığında mistisizmin
elde edileceğini belirtir.251 Mistikliğe erişebilmek için eleştirel bir zekanın durdurulması
ve bununla birlikte ani bir kavrama, bilme gerçekleştirilmelidir. Bergson’a göre “Tam
bir mistisizm, eylemdir, yaratmadır, aşktır.”252 Filozof tam bir mistisizm için eylemin ve
yaratmanın yanında aşkın da öneminden bahsetmiştir. Buradaki aşk kendini
adamaktır.253 Bir mistisizm için gereken aşk, ilahi aşk gibidir. Mistisizm farklı din
anlayışlarında değişim göstermez yani İslamiyet ya da Hristiyanlık olsun, mistiğin
gideceği yol ve varacağı yer aynıdır, dini inanış bunu değiştirmez.254 Gerçek mistisizm,
başta Hz. İsa ve büyük Hristiyan mistiklerin mistisizmidir ve bu mistikler Tanrı’dan
aldıklarını, aşk ve sevgi ile insanlara yayarlar. Bu aşk ve sevgi, insanlara heyecan
verecektir.255 Bergson’un Hristiyan mistikleri olarak tanımladığı kişiler yerine,
İslam’daki sufileri örnek vermek, onun görüşlerini pekiştirecektir.256 Çünkü Bergson’un
anlattığı mistiklik tasavvuf anlayışında da mevcuttur ve İslam dinini de dinamik dinlerin
içinde sayabiliriz.
Gerçek mistisizme ulaşanlar, hayaller, vecdler görmektedirler. İşte tam da bu
yönüyle, onlar hastalara benzetilmektedirler. Filozof kendinden geçme, hayal görme
gibi özelliklerin gerçek mistiklikte ve hastalıkta var olan ortak özellikler olduğunu
249 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.197. 250 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.196-197. 251 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.199. 252 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.201. 253 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.201. 254 Kök, a.g.t., s.137. 255 Aslan, a.g.t., s.71. 256 Aslan, a.g.t., s.72.
67
belirtmiştir.257 Bergson, aslında büyük mistiklerin de bu görüşlere yakın olduğunu
eklemiş ve bunu şu ifadeleriyle dile getirmiştir:
“Zaten büyük mistiklerin kendileri hakkındaki görüşleri de böyleydi. Müritlerini
tamamen sanrısal olabilecek hayal görmelere karşı uyaranlar da onlardı. Ve kendileri
hayal gördükleri zaman, bunlara genel olarak ikincil derecede bir önem vermişlerdir:
Bunlar yolda yaşanan olaylardı; insan istencinin (irade) tanrısal istençle (irade)
aynılaşması olan sonuca ulaşmak için, bunları aşmak ve kendinden geçmeleri ve
esrimeleri (vecd) arkada bırakmak gerekmektedir.”258
Filozof büyük mistiklerin dahi hayal görme, vecd, kendinden geçme gibi
özellikleri, gerçek mistikliğe mi yoksa bir hastalığa mı ait olduğunu anlamakta
güçlendiğini ifade etmeye çalışmıştır. Mistikler kendi gördükleri hayallerden bile şüphe
etmişlerdir.259 Bu durumda bize göre yaşanan hallerin hastalık mı yoksa gerçek bir
mistik deneyim mi olduklarını ayırt etmek pek mümkün görünmemektedir. Ayırt
edilemeyen ve anlaşılamayan halin gerçekliğinden bahsetmek de yine bize göre
olanaksızdır çünkü yaşanan hal hastalık hali de olabileceğinden, elde edilen bilgi
yanılgıdan ibaret olacaktır. Dolayısıyla Bergson’un gerçek mistiklerin ulaştıklarını iddia
ettiği bilgiler, şüpheli bilgiler olacaktır yani doğrulukları söz konusu değildir.
Kendinden geçiş-vecd filozofa göre bir aydınlanmadır. Bu aydınlanma Tanrı’ya
ulaşma, onunla iç içe olma durumudur. Mistik ruh, Tanrı’yla bir ve iç içe olabilmek için
kendini yalınlaştırır. Nitekim Bergson bunu şöyle dile getirir;
“Tanrı’nın kullanacağı ölçüde saf, dirençli ve esnek olmayan her şeyi tözünden çıkarıp
atar. Çoktan Tanrı’yı yanında hissediyordur, çoktan simgesel görüşlerinde onu
gördüğünü zannediyordur, çoktan vecdde onunla birleşiyordur; ama bunların hiçbiri
sürekli olmaz, çünkü bunların hepsi temaşadır: Eylem, ruhu kendine döndürür ve bu
şekilde kendini Tanrı’dan koparır.”260
Ruh, Tanrı’ya ulaşabilmek için kendini yalınlaştırır ve bu sırada mistisizme
ulaşarak Tanrı’yla bir olur. Ruhun irade kısmı her zaman onu maddeye bağlayan yanı
olacaktır. Ruh bu irade ile eyleme dönecektir ve mistiklik sona erecektir yani mistisizm
257 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.204. 258 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.204-205. 259 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.205. 260 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s. 205-207.
68
sürekli olarak devam etmeyecektir. Mistisizm sonu olan bir durumdur ve ruh eyleme
yöneldiği anda Tanrı’dan ayrılacak dolayısıyla mistiklik sona erecektir.261
Bergson’a göre ruh mistikliği yaşadıktan sonra eyleme dönerek onu sonlandırır.
Ancak bu ruh artık diğer insanlara benzememektedir. Tanrı’yla bir olmuştur ve Tanrı’ya
doğru bir yükselme yaşamıştır. Ancak bu yükselişi yaşayan ruh böbürlenmekten
uzaklaşmakta, alçak gönüllü olmaktadır. Ruh, mistikliği yaşarken tanrısal alçak
gönüllülüğe eriştiği için kendini yüksekte görmez.262 Tanrı ile bir olan ve aşkın bir
alçakgönüllülüğü tadan ruhun, böbürlenmek gibi bir kaygısının olmayacağı düşüncesi
Bergson’da belirgindir. Ruh, Tanrı’ya ulaşabilmek için kendisini yalınlaştırmak
zorundadır bu yüzden ruh, böbürlenmeden uzaklaşacaktır. Tanrı ve mistik arasında
kökten bir fark kalmadığı kanısında olan Bergson, panteist bir anlayış içine giriyor263
gibi görünür. Ancak filozof panteist bir görüş sunmamakta, o, Tanrı’dan pay alan
mistiği anlatmaya çalışmıştır.
Gerçek mistisizmi elde edenler metafizik olanın yanında maddesel olanı da
kabul etmişlerdir. Filozof, maddesel olandan yola çıkarak, sezgi ile gerçeğe
ulaşılabileceğini belirtmekte, bundan dolayı maddi olanı da yok sayamamaktadır.
“Herkese, bedenin gözleriyle algılanan dünyanın kuşkusuz gerçek olduğunu, ama başka
bir şeyin de var olduğunu ve bunun bir muhakemenin sonucu gibi sadece mümkün veya
muhtemel olmayıp, bir deneyim gibi kesin olduğunu bildirmek gerekiyordu: Biri gördü,
biri dokundu, biri biliyor.”264
Bergson, kişinin mistik olanı yaşayabilmesi için görünen dünyanın, algıların
önemli olduğunu belirtmektir. Birey algılamakla işe başlar ve eğer geliştirebilirse mistik
olana erişebilir. Mistikliği yakalayan birey Tanrı’ya yakınlaşacaktır.
Bergson, Tanrı’nın kendisinde bulunan nitelikleri insanlara iletmek istediğini
ifade eder ve bunu güneş örneğiyle açıklar. Güneş nasıl ışığını insanlara yayıyorsa Tanrı
da kendinde olanı insanlara yaymaktadır.265 Burada filozof Tanrı’yı güneşe benzeterek
görüşlerini ifade etmektedir. Dinamik dinde Tanrı kendisinden insana pay verirken,
261 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.207-208. 262 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.208. 263 Aslan, a.g.t., s.68. 264 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.208. 265 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.208.
69
statik dinde insanlar Tanrı’ya sıfatlarını vermektedir. Yani statik dinde insanlar Tanrı’yı
oluştururlar ve ona nitelik atfederler. Filozofa göre Tanrı kendindeki nitelikleri yani
gerçekleri insanlara yayarken, bu işlemi aşkla yapmaktadır. Bu hususu şu cümlelerle
ifade etmektedir: “Çünkü onu yakalayan aşk artık yalnızca bir insanın Tanrı için
duyduğu bir aşk değildir, bu, Tanrı’nın bütün insanlar için duyduğu aşktır. Mistik,
Tanrı’dan geçerek, Tanrı yoluyla bütün insanlığı tanrısal bir aşkla sever.”266 Mistiklik
yalnızca insanın Tanrı’ya olan aşkıyla ortaya çıkmamakta, aynı zamanda Tanrı’nın da
bütün insanlığa olan aşkıyla – bu kendinde olan gerçeği Tanrı’nın insanlara aktarması-
ortaya çıkmaktadır. Burada aşk Tanrı’nın kendisidir.267 Tanrı bu aşkın hem kaynağı hem
de tam kendisidir. Dinamik dinde mistikler, Tanrı ile mistik bir temas yaşarlar,
Tanrı’dan insanlık adına sevgi alırlar ve bu sevgiyi insanlığa yansıtarak paylaşırlar.268
Bergson, Tanrı’nın insana, insanın da Tanrı’ya ihtiyacı olduğunu düşünen
mistiklerin fikirlerini şöyle anlatmaktadır:
“Gerçekten, mistikler, bizim Tanrı’ya ihtiyacımızın olması gibi Tanrı’nın da bize
ihtiyacı olduğu konusunda hemfikirdirler. Eğer bizi sevmek için değilse, Tanrı’nın ne
için bize ihtiyacı olabilir? Mistik deneyime bağlanan filozofun vardığı sonuç böyledir.
Yaratılış, ona, yaratıcılar yaratmak için, kendine aşkına layık varlıklar eklemek için,
Tanrı’nın yaptığı bir etkinlik olarak görünecektir.”269
Bergson’a göre Tanrı aşktır, sevgidir. Tanrı insanlara onları sevmek için ihtiyaç duyar.
Filozof Tanrı’nın, insanla ilişkisi üzerinde durmuştur. Bergson’a göre;
“Gerçekte, din ister statik, ister dinamik olsun, Tanrı’yı her şeyden önce bizimle ilişkiye
girebilen bir varlık olarak görmektedir: Oysa bazı değişikliklerle birlikte ardıllarının
çoğu tarafından benimsenen Aristoteles’in Tanrısının yapamadığı şey tam da budur.”270
Bergson, Tanrı’nın insanlarla ilişki içinde olduğunu belirtir. Statik dinde
Tanrı’nın, insanla ilişki içinde olmasını, insanın Tanrı’yı oluşturması ve bu oluşturduğu
Tanrı’nın ceza ve mükafatlarına inanması, insanların kendileri tarafından oluşturulan
emirlerin Tanrı’dan geldiğini kabul ederek itaat etmeleri şeklinde açıklayabiliriz. İnsan
266 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.209. 267 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.225. 268 Bircan, a.g.t., s.26. 269 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.228. 270 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.216.
70
ve Tanrı birbirlerine aşk duyar ve buradaki aşk Tanrı’ya olan aşk değil de onun tam
kendisidir. Bu aşk diğer aşklar gibi değildir, daha derin ve kuvvetlidir. Bu olguyu
Bergson şu şekilde ifade etmektedir: “Yaratıcı enerji kendini aşk ile ortaya koyarken,
sevmeye ve sevilmeye yönelmiş varlıklar varoluşa çağırılmışlardır. Bu enerjinin kendisi
olan Tanrı’dan farklı bu varlıklar ancak bir evrende ortaya çıkabilirlerdi ve işte bu
nedenle evren ortaya çıkmıştır.”271 İlahi aşk, yani tanrısal aşk evreni yaratmıştır. Kendisi
bir enerji olarak ele alındığında Tanrı, sevmeye ve sevilmeye istek duyan bireylerin
yaşamaları ve varlığa gelmeleri için ilk olarak evreni yaratmıştır. Evrenin yaratılması
sevgi ile olmuştur. Mistikler bu düşünce ile filozoflara yaratılışın ya da evrenin ve
diğerlerinin var oluşunu açıklamaya çalışmışlardır. Bu anlayış tasavvufta yer alan “Ben
gizli bir hazine idim, bilinmeye muhabbet ettim, halkı bilinmem için yarattım. Böylece
kendimi onlara tanıttım, onlar da beni tanıdılar, bildiler”272 sahih (kaynaklarda yer
almayan) hadisine benzerdir. Tasavvufçular, bu hadisin dini tecrübe ile
doğrulanabileceğini kabul ederler.273 Bize göre tasavvufta yer alan bu hadis, Bergson’un
öne sürdüğü Tanrı anlayışına benzerlik gösterir. Dolayısıyla hem evrenin hem de diğer
varlıkların yaratılışı Tanrı tarafından gerçekleştirilmiştir. Bergson’un Tanrı’sı bu evreni
ve içindekilerini sevgi ile yaratmıştır. Onun Tanrısı yaratma sıfatına sahiptir.
Mistik tecrübenin, tecrübeyi yaşayanların dışında kalan insanlara aktarılması
gerekmektedir, zira o aktarılamazsa mistiklerin zihninde hapis kalacaktır. Mistik tecrübe
açıklanırken, herkesçe anlaşılır olmalıdır ve bu yüzden halka hitap edecek bir üslup
içermelidir.274 Mistikliğe her insan ulaşamayacağı için, mistik tecrübeye yaşayan kişiler,
eyleme geçerek, topluma bu tecrübeyi açıklamaya çalışacaklardır.275 Ancak mistisizme
ulaşanların yani mistiklerin, yaşadıkları tecrübelerin, yalnızca kendilerinin yaşadıkları
ve bir başkası tarafından görülüp duyulamadığı için doğruluğu ya da yanlışlığı konusu
tartışılmıştır. Bergson, mistik tecrübenin sübjektifliğini kabul etse de, bu tecrübenin
aktarılmasının mümkün olduğu görüşünden de vazgeçmemiştir. Deneye ve gözleme tabi
olmayan mistikliğin bilimsel açıklaması yapılamadığı için şüphe götürebileceği
düşünülmüştür. Ancak Bergson’a göre William James, mistik yaşantılar üzerine farklı
271 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.230. 272 http://www.fetva.net/yazili-fetvalar/kenz-i-mahfi-gizli-hazine-sozu.html, e.t.17.05.2018. 273 http://www.fetva.net/yazili-fetvalar/kenz-i-mahfi-gizli-hazine-sozu.html, e.t.17.05.2018. 274 Aslan, a.g.t., s.79. 275 Aslan, a.g.t., s.64.
71
bir yorum getirmiştir. Bergson bunu şöyle açıklar: W. James’e göre mistik anı
yaşamasak bile, onu duyduğumuzda içimizde bir yankılanma olur ve bizler bu yaşantıya
kayıtsız kalamayız.276
Bergson, gerçeğe ulaşmak için mistiğin olması gerektiğini söylemişti. Bu mistik,
yine yalnız başına yeterli olamayacaktır. Düşünüre göre, felsefi doğruluğun dereceleri
vardır ve akıl yürütmenin yanında sezgi de gereklidir. Bilimden hareketle yola çıkan
sezginin Bergson’a göre ilerleyebilmesi ancak mistik sezgiyle olabilecektir.277 Bu
ifadelerden anlaşılacağı üzere filozof, mistikliğin yanında sezginin olmasının gerçeğe
ulaşmada gerekli olduğunu anlatmaktadır. Filozof burada mistikliği doğrulama çabası,
delil bulma gayreti içerisine giriyor gibi görünmektedir. Sezgi başlangıcında bilimselliği
de barındırır ancak sadece bilimselliğin yetmeyeceğini bilmektedir. Sezgi ani bir
sıçrayıştır. Sezgi ve mistisizm bir olduğunda Tanrı’ya ya da gerçeğe ulaşmak
kolaylaşacaktır. Bergson’un Tanrı anlayışı, onun bilimsel bir açıklamasının
yapılabileceği yönünde değil de, tecrübe edilebileceği şeklindedir.278 Bergson’un
dinamik dininde anlattığı Tanrı, mistik tecrübe ile bilinebilecek bir Tanrıdır.
İnsan, korkudan kaynaklanan masal yaratma eylemi ile statik dini oluşturacaktır
ve düşünmeye başladığında ise masal yaratmadan uzaklaşacaktır. Düşünmeye başlayan
insan maddeden uzaklaşıp mistikliğe yaklaşacaktır. Mistikliği elde eden insan dinamik
dine ulaşacaktır. Statik din ile dinamik dinin Tanrı tanımlaması farklıdır. Statik dinde
Tanrı, insanların oluşturduğu bir Tanrı’yken dinamik dinin Tanrı’sı, insanlar tarafından
oluşturulmamaktadır. Bu açıdan bakıldığında statik dinin Tanrı’sı etkin değildir fakat
dinamik dinin Tanrı’sı etkindir ve insana kendinden pay verir, kendisini adeta ortaya
koyar ve bildirir. Bergson dinamik dinin Tanrı’sının insandan uzak ve onları
etkilemeyen bir varlık olduğunu kabul etmez, onun Tanrı’sı kullarıyla etkileşim
içindedir279 yani kendini mistik yolla kullarına açar. Bu yüzden filozof dinamik dini
gerçek din olarak açıklamaya çalışmıştır.
276 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.219-220. 277 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.229. 278 Aslan, a.g.t., s.91. 279 Aslan, a.g.t., s.96.
72
2.2. BERGSON’A GÖRE AHLAK
Bergson felsefesinde, ahlak konusundaki görüşlerini açıklar. Ancak filozofun
ahlak tanımlamalarına geçmeden önce, ahlakın genel tanımlamalarının verilmesi doğru
olacaktır.
“Tek kişinin veya bir insan topluluğunun belli bir tarihsel dönemde belli türden eğilim,
düşünce, inanç, töre, alışkanlık, görenek ve bunlardan içerilmiş olan değer, buyruk,
norm ve yasaklara göre düzenlenmiş ve bu haliyle gelenekleşmiş, yerleşmiş yaşama
biçimine ahlak (moral) denir.”280
Ahlak, halk dilinde genel olarak adap, terbiye şeklinde kullanılmaktadır. Halk
genellikle iyiyi seçeni ahlaklı, kötüyü seçeni ise ahlak dışı kimse olarak nitelendirir.
Yalnız insana özgü bir davranış biçimi olan eylemek ya da eylem; norm, inanç ve
değerlere bağlıdır ve bu eylem iradidir. İnsan aklını/zekasını pratik ve teorik olarak
ikiye ayırılır, pratik akıl/zeka kısmının eylemlerimizi yönlendirir ve dolayısıyla pratik
zeka aslında ahlakla ilgili alandır.281 Peki bu ahlak kavramı nedir ve ne anlama gelir?
Ahlak “Genel anlamda, mutlak olarak iyi olduğu düşünülen ya da belli bir yaşam
anlayışından kaynaklanan davranış kuralları bütünü”282 olarak ifade edilir. Her
toplumun belirli bir kurallar bütünü vardır ve bunlar insan hayatına yön vermek, düzeni
sağlamak amacıyla oluşturulmuştur. Oluşturulan kurallara uygun yaşayan birey,
toplumda çoğu kimse tarafından saygı görecektir. Ahlakın ortaya çıkış sebeplerinden
biri, zamanla değişebilecek olsa bile, toplum içinde bir takım kurallar ve alışkanlıklar
oluşturma mecburiyetidir.283 Kapalı toplumların bireyleri, topluluk içinde yaşayabilmek
için, zorunlu olarak bu kuralları üretmektedirler. İnsanların toplum halinde yaşama
isteği, Bergson felsefesinde doğa tarafından nakşedilmişti. Nietzsche’de ise toplum,
insanların egolarının sonucu oluşmuştur. Güçsüz olan insanların, güçlü olmak için
birlikteliği savunmaları ve toplum içinde yaşamaları, onların egolarıyla ilgilidir. Bundan
280 Doğan Özlem, Etik-Ahlak Felsefesi, Notos Kitap Yayınevi. İstanbul, 2015, s.19-20. 281 Özlem, Etik-Ahlak Felsefesi, s.18-19. 282 Cevizci, ‘Ahlak’, Paradigma Felsefe Sözlüğü, s.24. 283 Bircan, a.g.t., s.18.
73
dolayı Nietzsche’de toplum, egoizmin bir görüntüsüdür.284 Bergson’da ise insan doğası
gereği yalnız yaşayamayacağından, toplum halinde olmayı seçmektedir.
Ahlak bir anlamıyla da karakterdir. Bu bir toplumun ya da bireyin karakteri
olarak alınabilir.
“Türkçe’de ahlak felsefesi diye de karşılanan etik sözcüğü karakter anlamına gelen
Yunanca ethos sözcüğünden gelirken; buna karşı Türkçe’deki ahlak sözcüğü ise,
kökence huy, doğa, yaratılıştan olan haslet anlamları taşıyan Arapça’daki hulk
kökünden gelmektedir.”285
Etik “Ahlaki olanın özünü ve temellerini araştıran bilim”286 olarak tanımlanır.
Mehmet Aydın ise ahlak ve etiğin tanımını şu ifadeleriyle sunar: “Ahlakın, davranış ve
yaşayış safhasına, daha ziyade ahlak (moral) veya pratik ahlak denilir. Buna karşılık
davranış ve yaşayış üzerine yönelen düşünceye ise Ethik (Ahlak Felsefesi; Felsefi
Ahlak) veya Teorik Ahlak(Nazari Ahlak) denilir.”287 Bireyin huyu, karakterini
etkilemektedir. Huy, diğer ifadesiyle mizaç genel olarak, kendine özgülük olarak
tanımlanabilirken karakter ise, tutumları ve davranış biçimlerini konu edinir. Uzlaşım,
iyi bir ortam ve mutlu bir toplum için ahlaklı davranması gerektiğini düşünen kişi,
vicdanının onu yönlendirmesine izin vermiş kişi olarak kabul edilebilir.
Birey felsefi bir düşünme ile iyi olanı ya da kötü olanı arayabilecektir. Bir
davranışın yahut düşüncenin iyi olması için gerekli koşullar sağlanıp, temelleri
incelendiğinde bu yapılabilecek en uygun davranış olarak kabul edilebiliyorsa o
davranış ahlaklı bir davranış olacaktır. Kendine yapılmasını istemediğin hiçbir davranışı
bir başkasına yapmamalısın fikrinden hareketle birey, kendisinin de rahatsız olacağını
bildiği bir davranışın uygulanmasını istemeyecektir. Düşünüp irdeleyerek iyi olana
karar vermek insanın aklını kullanmasıdır, düşünüp iyi olanı uygulamak ise insanın
vicdanını kullanmasıdır. Ancak burada da bir takım sorular ortaya çıkmaktadır.
Bunlardan bazıları şu şekilde ifade edilebilir: İyi ve kötü olarak tanımlanan şeyler
284 Münir Dede, F. W. Nietzsche ve H. Bergson’un Ahlak Anlayışları (Karşılaştırmalı Olarak), Atatürk
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, 1996, Erzurum, s.167. 285 Ulaş, ‘Ahlak’, Felsefe Sözlüğü, s.25. 286 Bolay, Ahlak Felsefesi, Felsefe Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü, s.6. 287 Aydın, Din Felsefesi, s.85.
74
nelerdir? Bir davranışı değerlendirirken niçin iyi-kötü kavramlarını kullanırız? Evrensel
değerlerden bahsedilebilir mi? Bu sorular ahlak kavramının genel problemleridir.
Günümüzde ahlak kelimesi etik kavramı ile sık sık karıştırılmaktadır. Anlamca
birbirlerine yakın görülen iki kavram, birbirleri ile özdeş sanılmakta ve birbirinin yerine
kullanılmaktadır. Etik daha kapsamlı bir kavram olarak kabul edilmektedir. Ahlak
üzerine düşünmeye başlamak etik alanına geçmek anlamına gelir.288 Ahlak fenomeninin
kaynağı üç farklı temele dayandırılmış ve bu temeller evren, insan ve Tanrı olarak ele
alınmıştır.289 İnsanın ahlaksal yaşamı ile evreni, varlık düzeni ile ahlak düzeni arasında
nitelik bakımından ayrım yapmayan ve ahlak fenomenini doğadan hareketle
temellendiren bu düşünceye kozmolojik temellendirme denilmiştir.290 Ahlaksal yaşamı
insandan yola çıkarak açıklayan ve temellendirmeye çalışan düşünceye antropolojik
temellendirme291 din ve Tanrı ile temellendirme çalışmalarına da teolojik
temellendirme292 adı verilmektedir. Hem Bergson hem de Nietzsche, ahlakın oluşması
için, insan topluluklarının meydana gelmesini gerekli görmektedir.293 Ahlak insanla
birlikte var olmuş bir problemdir. İnsanlar hayatlarının bir amacı olduğunu varsayar ve
bu amaç için uygun yaşama biçimlerini, hüküm ya da kurallarını oluşturur. Bütün
bunlar ahlak kavramını oluşturur ve bu yüzden ahlak insanla birlikte oluşmuştur.294
Ahlakın kaynağı problemi Bergson’un felsefesinde de yer almaktadır. Ona göre
ahlakında tıpkı din gibi iki kaynağı bulunmaktadır.
Bergson, yasak meyve295 olayındaki gibi insanların kendi hallerine
bırakılmadığını düşünmektedir. Ona göre insanların göremediği bir engel bulunmaktadır
ve bu engel yasaklamadır, insanların zevklerine göre yaşamasını kısıtlamıştır.296 Fakat
insanlar bu kısıtlamanın sebebini, nereden geldiğini araştırmadan, ebeveyn ve
öğretmenlerinin konumları yüzünden onların buyruklarını dinlemektedir. Ancak
ebeveyn ve öğretmenlerin buyruklarının ardında aslında toplum yatmaktadır. Artık
288 Özlem, Etik-Ahlak Felsefesi, s.21. 289 Özlem, Etik-Ahlak Felsefesi, s.28. 290 Özlem, Etik-Ahlak Felsefesi, s.29. 291 Özlem, Etik-Ahlak Felsefesi, s.31. 292 Özlem, Etik-Ahlak Felsefesi, s.30. 293 Dede, a.g.t., s.228. 294 Kök, a.g.t., s.145. 295 Yasak meyve hikayesi Kitab-ı Mukaddes’te şu ayetlerde geçer; bkz. Yaratılış 2: 21-23, Yaratılış 3: 1-
7. 296 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.7.
75
buyruklar toplumla ilgilidir.297 Toplum, filozofa göre bireylerin bir arada yaşaması
olarak tanımlanamaz. Düşünürümüz bu hususu şu cümlelerle vurgulamaktadır:
“Bu şey üzerine düşünürken, onu, görünmez bağlarla birbirine bağlanan hücrelerinin
çok ustalıklı bir hiyerarşik düzen içinde birbirine tabi oldukları ve doğal olarak bütünün
büyük iyiliği için parçanın feda edilmesini gerektirecek bir disipline boyun eğdikleri bir
organizmaya benzetiriz.”298
Bergson, toplumun bir düzene ve kendi içlerinde hiyerarşik bağlara sahip
olduğunu ileri sürerek bütünün iyiliği için küçük parçaların gözden çıkarılabileceğini
belirtir. Burada pragmatist bir filozof olan W. James’in etkisinden bahsedebiliriz.
İnsanlar sahip oldukları zekadan ötürü bencil bir yapıdadır ve eğer bu bir filozofun
zekasıysa, bu zeka, içinde kişisel çıkar ile genel çıkarın birbirlerinin içine nüfuz
ettiğinin kanıtlandığı, kendimize faydalı olmanın başkasını düşünme zorunluluğuna
bağlandığı kuramsal bir ahlakı oluşturacaktır.299 Filozofun ifadelerine göre kendine
faydalı olmanın yolu, topluma faydalı olmaktan geçmektedir. Buradan anlaşılacağı
üzere, bize göre filozofun sisteminde, faydacılık anlayışı etkisini göstermektedir.
Bergson ile Kant arasında faydacılık anlayışı açısından bir ayrılık görülür. Kant,
yapılabildiği yerde iyilik yapmanın ödev olduğunu belirtir ve ödev, hiçbir eğilim
olmadan, hiçbir fayda ya da çıkar barındırmadan, içgüdüsel bir meyil de
bulundurmadan, sırf ödev olduğu için yapılırsa, bu ödev Kant’a göre hakiki ahlak değeri
taşır.300 Bergson fayda sağlayan bir ahlak görüşü sunarken Kant’tan ayrılmaktadır.
Bergson, Emile Durkheim’in toplum görüşünün etkilerini taşımaktadır.
Durkheim, toplumu, mekanik dayanışma ile organik dayanışma içinde bulunan
toplumlar olarak iki şekilde ele alır. Mekanik dayanışmalı toplumlar benzeşme
içermektedir, bu benzeşme bireylerin farklılıklarının olmadığı, aynı duyguyu
barındırdıkları, aynı değerlere sahip oldukları ve aynı inanç sistemine inandıkları bir
durumu sergiler. Organik dayanışmada ise bir tutarlılık yoktur, farklılaşma üzerine
kurulmuş bir dayanışma mevcuttur ve Durkheim bunu organlara benzetir. Her organ
farklıdır ve işlevi de ayrıdır. Ancak hayatta kalabilmek için hepsinin bir görevi vardır ve
297 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.7-8. 298 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.8. 299 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.83. 300 Immanuel Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, çev. İoanna Kuçuradi, Türkiye Felsefe
Kurumu, Ankara, 2002, s.13.
76
bunu yerine getirmektedir.301 Bergson’a göre de biri özgür iradeye sahip, diğeri ise
zorunlu yasalara bağlı iki tür toplum vardır. Fakat bir toplum ne kadar özgür irade
sahibi olursa olsun, zorunlu yasalara uyan toplum bazı alışkanlıklarını kabul
edebilecektir. Bu alışkanlıklara, boyun eğme örneğini vererek zamanla özgür irade
sahibi toplumun bozulmaya uğrayacağını ileri sürer.302 Düşünürümüze göre
zorunluluğun olduğu yerde özgürlükten bahsedilemez. Toplum zorunlu yasalara tabi ise
iyi ya da kötü bir takım alışkanlıklar birey tarafından kabul edilecek, kabul edilen her
buyruk, özgürlüğe vurulan bir zincir olacak, özgür irade de bu alışkanlıklarla kendini
yok edecektir.303 Durkheim’ın mekanik dayanışmalı toplum anlayışı, Bergson’un ilkel
ya da kapalı toplum anlayışında etkili görünmektedir. Aynı şekilde organik dayanışma
temelli toplum anlatısı da yine Bergson’un açık toplum anlayışını şekillendirmiş olarak
kabul edilebilir. Durkheim’da ortak bilinç, mekanik dayanışma olan toplumlarda,
bireysel bilincin bir kısmını kaplar ve ancak organik dayanışma olan toplumlarda bu
durum farklıdır. Organik dayanışmalı toplumlarda özel seçimlere bağlı inanma, isteme
ve uygulama bulunmaktadır, yani serbestlik vardır. Ancak mekanik dayanışmalı
toplumlarda zorunluluk ve yasaya uyma gerekliliği mevcuttur.304 Bergson’un toplum
anlatımında, ilkel toplum doğa yasalarıyla temellendirilmiş toplumsal kurallara uyma
gerekliliği barındırmaktayken, uygar toplum özgürlük içermektedir. Bergson’un bu
görüşlerinde de Durkheim’ın etkisinden bahsetmek mümkündür.
Alışkanlıkların her biri toplumsal bir ihtiyacı gidermektedir ancak tek tek
buyrukların toplamı, ödevi oluşturmaktadır. Filozof bu alışkanlıkların ya da buyrukların
toplumsal ödevi yerine getirme amacı taşıdığını belirtir.305 Ona göre “İnsan toplumu bir
özgür varlıklar bütünüdür. Toplumun dayattığı ve onun varlığını sürdürmesini sağlayan
ödevler, ona, yaşamsal olguların katı düzeniyle sadece benzerliği olan bir düzenlilik
getirir.”306 Bergson’un ifadelerinden anlaşılacağı üzere insanlar özgür varlıklardır.
Ancak toplum içinde yaşamak onlara bazı kurallar dayatmaktadır. Bu kuralların amacı
301 Raymond Aron, Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, çev. Korkmaz Alemdar, Kırmızı Yayınları, 8. Baskı,
İstanbul, 2010, s.229-230. 302 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.8. 303 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.8. 304 Aron, Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, s.232. 305 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.9. 306 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.9.
77
yine toplumu düzen içinde tutmaktır fakat bu düzen (doğa düzenine benzer bir düzen)307
zorunlu yasaların etkisini barındırır. Bergson, bu konuda Kant etkisi taşıyor gibi
görünür. Kant, ahlakın temel buyruklarının apriori özellik taşımasını gerekli sayarak, bir
buyruğun yalnızca deneye dayalı çıkarımlar sonucu oluşturulmasını pratik kural olarak
tanımlar.308 Bize göre, Kant’ın pratik kural olarak tanımladığı şey, Bergson’un
bahsettiği kapalı toplumların yasalarıdır.
Filozof toplumsal kuralların ahlaki değerlere uyuyormuş gibi görünüp, aslında
bazen uymadığını da ileri sürmektedir.309 Bu düşünceden yola çıkarak her toplumsal
kuralın ahlaklı olana ulaştırmadığını söylersek yanlış olmayacaktır. Düşünüre göre
“Kötülük o kadar iyi gizlenir ve giz herkesçe o kadar güçlü bir şekilde korunur ki her
birimiz herkesin oyununa geliriz. Diğer insanları çok sert bir şekilde yargılıyormuş gibi
yapsak bile, içimizden onların bizden daha iyi insanlar olduklarını düşünürüz.”310
Yukarıdaki ifadelerden hareketle, her kural iyiyi, ahlaklı olanı emretmediği fikrine
ulaşabiliriz. Her doğru görünen davranışın doğru olmadığı gibi yanlış gibi görünen
davranış da yanlış olmayabilir. Burada bize göre kurallara uyan her insanın da iyi niyetli
olmayabileceğini hesaba katmak gerekir. Yani bize göre birey, iyiliği dilediği için değil,
topluma iyi biri gibi görünmek için de ahlak kurallarına uyabilecektir. Kant iyi bir
istemenin, mutluluğu hak etmede temel koşul olduğunu ifade eder.311 Onun, bu konuda
Bergson’un iyi insan tanımlaması üzerinde etkilerini görmekteyiz. Kant’a göre soğuk
kanlı olmak, kendine hakim olmak kişinin iyi bir istemeye sahip olduğunda olumlu
sonuçlar doğurabilecekken, iyi bir istemeye sahip olmayan kişilerde bu durumlar
olumsuz sonuçlara sebep olabilecektir. Bu durumda, iyi bir istemeye sahip olmayan
soğukkanlı kişiler tehlikeli ve hatta nefret edilecek biri olarak toplumda yer alır.312 Bu
insanlar ne kadar iyi görünseler de aslında iyi bir isteme sahibi olmadıkları için kötü bir
karaktere sahip olacaklardır. Bergson’un kötülüğün iyi gizlenmesinden kastı, bize göre
soğukkanlı olan ve iyi bir istemeye sahip olmayan kişilerin durumunu anlatır
niteliktedir. Ancak insanlar kendilerini yargılamakta ve başkasının kendisinden iyi
olduğunu düşünebilmektedir. İnsanların kötü yanlarını görmezden gelen diğer bireyler,
307 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.9. 308 Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, s.4. 309 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.9. 310 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.10. 311 Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, s.8. 312 Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, s.9.
78
hataya düşerek, kendilerini diğerlerinden kötü olmakla itham edebilirler.313 Böylelikle
yanılgı içine düşmüş olurlar.
Bergson felsefesinde toplumsal yasalar, bireye uyması için sunulur, doğa yasası
ise kaçınılmazdır. Bir olgu toplumsal yasaların dışına çıksa bile aslında yine doğa
yasasına dönecektir çünkü Bergson’a göre bu yasalar gerçek olandır. Doğa yasaları
zamanla toplumun yasası haline gelebilirler. Dolayısıyla toplum yasalarına uymamak,
doğa yasalarına da uymamayı beraberinde getirecektir.314 Toplum yasalarının ardında
bir Tanrı anlayışı kabul edildiği zaman ise din toplumda varlığını gösterecektir. Din,
toplumun istekleri ile örtüşür ve bu istekleri destekler.315 Ayrıca dinin görevi, toplumun
buyruğu/yasası ile doğa yasası arasındaki ayrılığı kapatmaktır.316 Din bu açıdan
bakıldığında insanı arada kalmaktan kurtarır niteliktedir.
Bergson, başta ahlak kuralları ile doğa yasası arasında farklılık bulunduğuna
değinir ancak daha sonrasında ahlak kurallarının temelinde doğa yasalarının olduğunu
belirterek çelişki içine girer. Bergson’un ahlak kuralları ile doğa yasalarını hem ayrı
hem de aynı olarak ifade etmesi bize göre, karışıklık yaratmaktadır.
Toplum, zorunlu yasalara uymakla yükümlü insanları içinde barındırmaktadır.
Ancak insan özgür olmayı istemektedir.
“Bir organizmanın bileşeni olan hücre, bir an için bilinçlendiğinde, zorunluluğun
tutsaklığından kurtulma eğilimini ancak ortaya koyabilecektir. Toplumun bir parçası
olan birey, doğal zorunluluğun taklidi olan ve yaratılışına biraz katkıda bulunduğu ama
özellikle boyun eğdiği bir zorunluluğu bastırabilir ve hatta kırabilir: Bundan
kurtulabilme düşüncesinin eşlik ettiği bu zorunluluk duygusu ödev olarak adlandırıldığı
şeyden farklı değildir. Böylece düşünülen ve en sıradan anlamıyla ele alınan ödevin
zorunlulukla ilişkisi, alışkanlığın doğayla ilişkisiyle aynıdır.”317
Bergson bu ifadeleri ile bize göre, insanın özgür olma isteğinden
bahsetmektedir. İnsan özgür olmak, zorunluluklardan kurtulmak ister ancak, filozof
ifadelerinde özgür olmaya çabalamanın da bir zorunluluk getirdiğini belirtir. Bu
313 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.10. 314 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.10-11. 315 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.11. 316 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.11-12. 317 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.12.
79
zorunluluğu ise Bergson ödev olarak tanımlar. Bergson insanların uyduğu toplum
kurallarını doğa yasalarına benzetir. Doğada nasıl yer çekimi kanunu vb. bir takım
yasalar varsa insan için de toplumun kurallarına uyma zorunlu yasa gibidir. Ancak insan
bu yasaya, toplumu meydana getiren birey olarak, toplumun kurallarının oluşumuna
katkıda bulunur. İnsanların, meydana gelmesine katkıda bulunduğu kurallara uyması bir
zorunluluk, bir ödevdir. Onun buradaki ödev anlayışı bize göre Kant’a benzerdir çünkü
ahlak iyi olanı seçme ve uygulama olarak düşünüldüğünde, buyruğun ahlak yasasına
uygun olması Kant’a göre yeterli olmayacaktır. Yerine getirilen buyruklar, ahlak yasası
uğruna yapılmış olmalıdır çünkü diğer türlü kabul edilirse, belirsiz olarak karşımıza
çıkacaktır.318 Ahlak yasası adına oluşturulan her buyruk ve ona uyma zorunluluğu
Kant’ta ahlaka ulaşmayı sağlayacağı için ödev, zorunluluk duygusu yani toplumun
kurallarına uyma zorunluluğudur.
Bergson toplumsal ahlakın hem bireysel ben’i hem de toplumsal ben’i göze
alarak oluştuğunu belirtir. Toplumsal ahlak hem bireyi hem de toplumu
kapsamaktadır.319 Çünkü tek tek bireyler toplumu oluşturmaktadır. Dolayısıyla tek tek
bilinçlerin birleşimi de toplumsal bilinci belirleyecektir. “Genel olarak bilincin verdiği
hüküm toplumsal ben’in vereceği hükümdür.”320 Her bir bilincin kararı ilerleyerek
toplumsal ben’in kararına dönüşecektir. Ancak her zaman toplumsal ben ile bireysel ben
uyum içinde olamaz. İşte filozof “Genel olarak, ahlaki kaygı da bu toplumsal ben ile
bireysel ben arasındaki ilişkilerin bozulmasından doğar”321 ifadeleriyle bu
uyumsuzluğun getireceği ahlaki problemi ortaya koyar. Burada filozof toplumun
gözündeki ben fikri ile bireyin gözündeki ben fikrinin birbirine uyum sağlamamasından
kaynaklanan ahlaki soruna vurgu yapılmaktadır. Birey kendi isteği ile toplumun isteği
arasında kaldığında, düşünürümüze göre bu ahlaki ikilem bireyi kaygıya götürecektir.
Bergson, toplumun bireye biçtiği kalıpların olduğunu belirtir. Ona göre toplum
bireye belirli roller verir ve bu roller birey tarafından kabul edilir. Bergson bu olguyu şu
şekilde ifade eder:
318 Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, s.5. 319 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.13. 320 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.15. 321 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.15.
80
“Olağan zamanda, ödevlerimizin ne olduğunu düşünmeden onlara uyum sağlıyoruz. Her
defasında ödev fikrini anımsamak, formülü ifade etmek gerekseydi, ödevini yapmak çok
daha yorucu olurdu. Ama alışkanlık yeterlidir ve toplumun bizden beklediğini ona
vermek için çoğu zaman yapmamız gereken tek şey kendimizi olağan akışa
bırakmaktır.”322
Bergson’un bu ifadelerinde bireylerin ödevleri nedenini araştırmadan yerine
getirdikleri belirtilmektedir. Bireyler ödevleri ne için yaptığını araştırmaksızın, onları
alışkanlık haline getirerek yapmaktadır. Ahlakın saf, akli yönünü tartışmaya açabilmek
için, filozofun düşüncelerine uygun olarak, her biri sosyal anlamlarla yüklü olan ahlaki
değerlerin, sosyallikten arındırılması gerekmektedir.323 Yani ahlakın saf, temel ve akla
dayalı halinden bahsedebilmek için ahlakın toplumsal kısmını ondan atmak
gerekecektir. Ahlaki ödevler karşısında birey iki farklı tutum sergiler. Bunlardan ilki
toplumun belirlediği kurallara uymak, ikincisi ise ferdin kararsızlığı, düşünme ve
danışmadır. Toplum kurallarına uyma davranışı kapalı toplum ahlakına ait bir
özelliktir.324 Buradan da şu yoruma ulaşabiliriz: Aslında kapalı toplum ahlakı, zorunlu
olarak yerine getirilen toplum dayatmalarıdır. Görüldüğü gibi Bergson’a göre birey
toplumun buyruklarını yerine getirirken, bu davranışları alışkanlık haline getirdiği için
yapar. Ancak bu rolleri kabul etmeyip karşı çıkan birey, ödevin emir verici yönünü,
zorunluluk tarafını görebilecektir. 325 Eğer birey toplumsal rolü kabul ederse kendi
kendisiyle çatışacaktır. “O halde ödeve boyun eğmenin kendine karşı direnme
olduğunu, pratik bir özdeyiş olarak ifade edelim.”326 Birey istekleri ve bilinci olan bir
varlıktır. Toplum ise bireye rol vermektedir ve bu toplumsal buyruğu yerine getirmek
için birey, iç sesine, isteklerine karşı çıkmak zorunda kalır. Kant’a göre doğa yasalarının
etkisini yalnızca akıl sahibi varlığın istemesi ile kırabilecektir.327 Bergson ise bu konuda
irade kavramını kullanmaktadır ve insan iradesinin ahlaklı olmadaki öneminden
bahsetmektedir. Yalnızca doğa yasaları baz alınarak uygulanan davranışlar, içgüdü
barındıracağı için ahlaklı olarak kabul edilemeyecektir ve bu yüzden insan iradesi ile
karar verip iç güdüden uzaklaşarak ahlaklı olmayı başarabilecektir.
322 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.16. 323 Kök, a.g.t., s.150. 324 Dede, a.g.t., s.145. 325 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.16-17. 326 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.18. 327 Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, s.27.
81
Toplumsal gereksinimlere uygun olarak davranışa getirilen mantıksal bir
düzenleme kısıtlıdır yani belirli kuralları barındırır ancak doğa yasaları çok sayıda kural
içerir ve Bergson’a göre birey kurallara uygun hareket ettiği sürece topluma düzen
gelir.328 Birey saçma da olsa kurallara uyuyorsa, toplumun düzenli olmasına katkı sağlar
ve insan bunu yaparken, özgür iradesini bastırarak toplum düzenine zarar
vermeyecektir. Bergson’un öne sürdüğü ahlak düşüncesinde, insan topluma karşı
sorumlu gibi görünse de aslında kendisine karşı sorumludur.329 Birey kurallara uymayı
her ne kadar toplum için yapıyor görünse de, aslında kendisi için çabalamaktadır.
Bergson’a göre bugünkü toplumların kuralları mantığa uygundur ve dolayısıyla bu
ilkeler üzerine düşünmeden kabul eden kişi yine de akılcı olabilecektir.330 Yani birey
kuralların nedenini, niçin oluşturulduğunu araştırmadan, yerine getirir ve Bergson
bunun alışkanlık olduğunu belirtir. Filozof insanların alışkanlıklarını şöyle tanımlar:
“Ancak, ilkin zeka özelliği taşıyıp daha sonra içgüdünün taklidine yönelen bir eylem
insanda alışkanlık dediğimiz şeydir tam olarak.”331 Bir eylem akılsal bir nitelik taşırken,
zamanla sanki içgüdüymüş gibi bir hal alır ve sanki o, insanın doğasında içgüdüsel
olarak varmış gibi görünür. Filozof bu durumu alışkanlık olarak tanımlamıştır.
Filozof, insanların ödevleri araştırmasının, ilk kurallara götüreceğini
düşünmektedir. Bu ilk kurallar da doğa tarafından dayatılan zorunluluklardır.332 Yani
filozofa göre ödevlerin temeli olan ilk kurallar –yer çekimi kanunu, yaşlanma, ölüm
gibi- doğadan gelen zorunluluklardır. “O halde, bir insan toplumunda genel olarak
ödeve varmak için çeşitli ödevlerin kökeni ne kadar derin kazılırsa, ödev o kadar çok
zorunluluğa dönüşmeye meyledecek ve buyurgan oluşuyla o kadar çok içgüdüye
yaklaşacaktır.”333 Buradaki içgüdüye yaklaşmayı alışkanlık olarak ele almak uygun
olmayacaktır. Bergson’a göre burada bahsedilen beden bölümümüze ait, doğamız gereği
var olan bir içgüdüye dönmektir. Toplum her ne kadar modernleşse de, ödevlerin ilk
kaynaklarına ulaşmak için irdeleme yaptıklarında yine zorunlu olan kurallara ulaşır.
Bununla birlikte filozof, “Bir varlık ancak özgür olduğu zaman kendisini mecbur
328 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.21. 329 Dede, a.g.t., s.141. 330 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.22. 331 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.23. 332 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.25. 333 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.25.
82
hisseder ve her ödev, ayrı ayrı ele alındığında, özgürlüğü içerir”334 ifadelerini kullanır.
Yani filozofa göre birey özgür olduğunda kendi kendini mecbur hissetmeye başlayacak,
birey özgürleştikçe ödeve mecburlaşacaktır. Bergson’un bu görüşleri bize göre
olumsuzluk sergilemekte gibi görünür çünkü filozofun ifadelerinde insanların özgür
olduğunu düşündükleri halde bile mecburiyetten bahsetmesi, insanın boş yere çaba sarf
etmesini gösterir. Filozof burada kendisi ile çelişmektedir, özgürlüğün zorunluluğu da
beraberinde getirdiğini ifade ederek, aslında zorunluluğun hiçbir zaman ortadan
kalmayacağını belirtir. O halde insanın özgürlüğünden bahsetmek bize göre saçma
olacaktır.
Filozof uygarlaşmış toplumla ilkel toplumun ayrılık barındırdığını belirtir ancak
bu farklar ne kadar çok olursa olsun temelde toplumlar birbirine benzemektedir.335
Toplum, ayakta durabilmek için bireylere, doğanın etkisiyle ortaya çıkmış bir takım
kurallar sunar. Toplum daha sonra gelişip, uygarlığı elde edebilir fakat ne kadar uygar
olursa olsun aslında toplum kurallarının temelinde yine ilkel toplumun kuralları bulur.
Benzer şekilde filozof toplumsal ödevi de ilkel toplumla ilişkilendirir. “Kısaca,
toplumsal ödevin kökeninde gördüğümüz toplumsal içgüdü, -içgüdü görece olarak
değişmez olduğu için- ne kadar geniş olursa olsun her zaman kapalı (ilkel) bir toplumun
peşinden koşar.”336 Toplumsal içgüdü yine ilkel toplumlara –bu toplumlar kapalı
toplumlar da demektedir.- uygunluk içerir.
Bergson ahlakı iki şekilde ele alır, bunlar kapalı ahlak ve açık ahlaktır. Her
ahlakın, kaynaklarının farklı olduğunu belirterek filozof bunların açıklamalarını sunar.
2.2.1. Kapalı Ahlak ve Açık Ahlak
Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı adlı eserinde, iki tür ahlaktan, saf ödevi
bulmaya yöneldiğinde bahseder ve bu ahlak türlerini birbirinden ayırır. Filozof, saf
ödevi bulmanın yolunun ahlakı yalınlaştırmaktan geçtiğini söyler ancak bunu yaparken
ahlakın anlamını kısıtlama ihtimalinin olduğunu da belirtmiştir.337 Bergson’un bize göre
saf ödev olarak tanımladığı, ahlak kurallarının ilk ilkesidir ve ahlakı yalınlaştırırken,
334 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.26. 335 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.27. 336 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.29. 337 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.30.
83
ödevin temelinde, ilkel toplum kurallarına erişilmiştir. Ancak ahlak yalnızca bu kadar
değildir, filozof ahlakın en ileri safhası olan açık ahlakı da ele alarak, bu ahlakın eğitici
ve karakteristik olduğunu belirtir.338 O ahlakın tümünü incelemeye çalışırken iki uç
nokta olan, en alttaki ilkel toplum kuralları ile en zirvesi olan eğitici ve karakteristik
ahlak tanımları yapmıştır.
“Birincisi kişilik-dışı formüllere ne kadar iyi bir şekilde indirgenirse o kadar saf ve
mükemmel olurken, ikincisi tamamen kendi olmak için, bir örnek haline gelen
ayrıcalıklı bir kişide somutlaşmak durumundadır. Birincisinin genelliği bir yasanın
evrensel kabulüne bağlıyken, ikincisinin genelliği bir modelin ortak taklidine
bağlıdır.”339
Yukarıdaki alıntılarda yer alan açıklamalardan anlaşılacağı üzere filozofun
birinci olarak ele aldığı ahlak, kapalı toplumların ahlakıdır yani cemiyetin ahlakıdır.340
Bu ahlak zorunlu kurallar barındırmaktadır, dışa kapalıdır ve bu sebepten toplum kendi
ahlakını oluşturur.341 Bunun daha açık hale gelmesi için örnek olarak toplumların ahlak
anlayışındaki farklılıkları göstermek doğru olacaktır. Bir toplumun yemek kültürü ile
başka toplumunki farklı olabildiği gibi, ahlak ölçütü olan tutumlar da farklı olabilecektir
ve bu kapalı toplumlar için geçerlidir. Kapalı toplumlarda ahlaklı olmak doğal bir
durum olarak kabul edilirken, ahlak dışı kişiler ve davranışlar doğal olmayan bir olgu
şeklinde tanımlanır.342 İkincisi ise bireyin, kendisi için, kendini oluşturmak için
sergilediği davranışların, diğerlerince de kabulü ve uygulanmasıdır, üstelik diğer
bireyler bunu zorlama ile yapmayacaktır. Burada bahsedilen ahlak, açıktır ve insanlığın
tümüne aittir.343 Çünkü filozofa göre “Doğal ödev baskı ve zorlamayken, tam ve
mükemmel ahlakta bir çağrı vardır.”344 Tam ve mükemmel ahlakın bir özelliği de içinde
zorlama barındırmamasıdır.
Bergson’un gerçek mistikler dediği kişiler, Nietzsche’nin, üstün insan tanımına
benzerdir. Üstün insanlar yeni değerler yaratacak ve bu durum sürekli olacaktır. Yeni
338 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.30. 339 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.31. 340 Topçu, Bergson, s.121. 341 Aslan, a.g.t., s.119. 342 Dede, a.g.t., s.139. 343 Topçu, Bergson, s.122. 344 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.31.
84
değerlere sürü345, başta zorunlu olarak, daha sonra ise isteyerek uyacaktır.346
Bergson’un açık ahlakındaki mistikler, sevgi ile bireyi etkilemekteyken, Nietzsche’nin
öne sürdüğü mutlak ahlakındaki üstün insanlar, sürüyü, zorunlu olarak değerlere
uymaya yönlendirirler.347 Birey kendi varlığını ortaya koyabilmek, kendini
oluşturabilmek için, istekli olarak ahlaklı davranacaktır. Bu yüzden ikinci tür ahlak
insani bir ahlaktır. Birinci tür ahlak ise toplumsaldır. Kapalı ahlak, insanlara rahatlığı ve
hazzı sunarken, açık ahlak neşe ve sevinci vaat eder.348 Kapalı ahlakta toplum içinde
yaşama isteği ve dışlanma korkusu bulunmaktadır. Kişi toplumdan kopmamak adına
ahlaklı olmayı seçer, bu da ona haz verir. Ancak açık ahlakta rol model olan kişi hem
kendine sevgi duyulan, hem de diğerlerine sevgi duyandır. Açık ahlakta mistiklik söz
konusudur ve bu ona sevinç verecektir. Kapalı toplum dışarıdan gelen herhangi bir
düşünce, duygu ya da durumu kabul etmediği için yalnızca o topluma aittir ve bu
yüzden saftır. Ancak kapalı ahlak yalnızca o toplumun ahlakıdır, tüm insanlığın ahlakı
kabul edilemeyecektir.349 Kapalı ahlakta bir zorunluluk söz konusudur. Açık ahlakta
insanlar sezgiye ulaşarak, doğayı aşabilmektedirler.350 Yani birey, doğanın
zorunluluğunu sezgi ile aşıp özgür olabilmektedirler. Filozofa göre iki ahlak birbirinden
farklıdır ancak ele alınan farklar derece değil de mahiyet farkıdır.351 Filozof bu mahiyet
farkını durağanlık ve hareketlilik bağlamında şu ifadelerle açıklar:
“O halde birinci ve ikinci ahlak arasında durgunlukla hareket arasındaki kadar mesafe
vardır. Birincisi sabit olarak kabul edilmiştir. Eğer değişirse, derhal değişimi yadsır
veya hareketi kabul etmez. Herhangi bir anda gösterdiği biçim nihai biçim olma
iddiasındadır. Ama diğer ahlak bir itmedir, hareketin bir gereğidir; ilke olarak
hareketliliktir. Bu ahlak işte yalnızca bu yönüyle üstünlüğünü kanıtlayacak ve öncelikle
yalnızca bu yönüyle üstünlüğünü tanımlayabilecektir”352
Filozofa göre birinci tür ahlak kendini değişime kapamıştır ve ne ise o olarak
kalacaktır. İkinci tür ahlak ise hareketin sebebidir.
345 Nietzsche’de kapalı toplumlar, sürü olarak nitelendirilmektedir. 346 Dede, a.g.t., s.254. 347 Dede, a.g.t., s.259. 348 Kök, a.g.t., s.155. 349 Aslan, a.g.t., s.120. 350 Bircan, a.g.t., s.21. 351 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.32. 352 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.52.
85
Bergson’un kapalı ahlakı, toplum içinde uygulanırken, toplumun olmadığı yerde
bu ahlak işlevini yitirmektedir.353 Bu ahlak toplum olarak yaşamayı kolaylaştırmak ve
zekanın yıkıcı etkisini ortadan kaldırmak için yine toplum tarafından oluşturulmuştur.
Fakat birey toplum dışına çıktığında bu kurallara uyma zorunluluğu da ortadan
kalkacağı için kapalı ahlakın kurallarını terk edebilecektir. Filozof kapalı ahlakın
zorunluluk barındırdığını, doğa tarafından oluşturulduğunu belirtmişti. Peki açık ahlak
nasıl oluşmuştur? Bergson’un öne sürdüğü açık ahlak, çaba gerektirmiş, sonradan elde
edilmiştir. Açık ahlaka uygun yaşayabilmek için de her daim çaba gerektiğini dile
getirmiştir.354 Açık ahlak insanın kendini var etmek, ortaya koymak için harcadığı çaba
sonucu oluşmuştur. Buradan hareketle birey, kendini tamamlamak için her daim çaba
göstermek zorundadır fikrine ulaşılabilir. Kapalı ahlak, toplumun kendini koruma isteği
ya da içgüdü etrafında, açık ahlak ise mistik tecrübe yani sezgi etrafında
oluşmaktadır.355 Yukarıdaki ifadelerden anlaşılacağı üzere, Bergson’un sezgi anlayışı
bize göre ikinci tür ahlak görüşünde etkisini göstermektedir.
Bergson’un kapalı ahlak görüşünü Höffe şu şekilde ifade eder: “Kapalı ahlak,
insanların çatışma olmaksızın bir arada yaşamalarını sağlayan görevlerin sembolüdür ve
Kant’ın etiği de buna dâhildir.”356 Kapalı ahlak günlük hayatta insanlar arasında
oluşturulmuş, denge ve uyumu sağlayan kurallar bütünü olarak kabul edilebilir. Höffe
Kant etiğini Bergson’un kapalı ahlakıyla ilişkilendirmiştir ancak bu durum bize göre
doğru değildir çünkü Kant kesin buyruk görüşüyle Bergson’un açık ahlakına yakın bir
anlatım sunmaktadır. Kant, kesin buyruğun tek olduğunu ve bu buyruğun genel bir yasa
olarak kabul edilebilecek olması gerektiğini belirtir.357 Ahlak kurallarının evrensel
olması gerektiğini savunan Kant, bize göre Bergson’un, insanlığın ahlakı dediği açık
ahlak tanımlaması ile benzer bir söylemde bulunmuştur. Bergson’un öne sürdüğü diğer
ahlak ise açık ahlaktır. “Daha üstün olan açık ahlak ise özgürlük, insanları sevmek ve
sevgi sayesinde toplumsal yükümlülükleri aşmış olan ahlaktır.”358 Açık ahlak, belirli
kurallara bağlı kalmadan, sevgi ile oluşturulmuş davranışları belirtmektedir. Bergson’a
353 Bircan, a.g.t., s.50. 354 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.35. 355 Kök, a.g.t., s.167. 356 Otfried Höffe, Felsefenin Kısa Tarihi, çev. Okşan Nemlioğlu Aytolu, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 2005,
s.297. 357 Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, s38. 358 Höffe, Felsefenin Kısa Tarihi, s.297.
86
göre bu ahlak için bir kurala gerek yoktur, sevgiye ihtiyaç vardır. Kapalı ahlakın
kaynağı toplumsal yükümlülüktür ve yükümlülük ise alışkanlıkların birleşimidir.
Alışkanlıkları yerine getirmek toplumsal ödevdir.359 Birey kendine sunulan kuralları
alışkanlık haline getirerek, toplumun kendisine dayattığı sorumlulukları üstlenmeye
başlar. Sorumluluk gereği yapığı her davranış onun toplumsal ödevidir ve Bergson
bunun oluşturulması için heyecanın gerekli olduğunu belirtir.
Bergson ahlak görüşünde heyecan kavramının önemli olduğunu dile getirir ve
yaratmayı, her şeyden önce bir heyecan olarak görür.360 Yaratmanın başlangıcında
heyecan yer almaktadır. Dolayısıyla bir kişi zeki olsa bile, heyecan olmadan yaratıcı
düşünemeyecektir ve filozofa göre heyecan, sezgiden doğmaktadır.361 Filozof, ahlakın
ortaya çıkmasında heyecanın büyük bir önem taşıdığını ifade eder. Bergson bu
ifadelerine ek olarak heyecan kavramı ile duygu ahlakı sunmadığını da belirtir.362 Sezgi
ile heyecan, heyecan ile yaratıcılık ortaya çıkacaktır. Filozof temel bir heyecanın
başkaca heyecanların da doğmasını sağlayacağını belirterek buna Hristiyanlıktaki
merhamet kavramını örnek gösterir. Merhamet temelde bir heyecandır ve bu heyecan
başka heyecanları da getirecektir.363 Merhamet iyi olmayı, korumayı, kötü olmamayı,
vicdanı yanında barındırmaktadır. Kişi merhametli olmayı seçerken, bu sayılan
değerlerden birini ya da birkaçını da seçmektedir. Ahlak kurallarını oluştururken –
burada bahsedilen açık ahlak olmak üzere- bir değerden daha başka değerler üretme,
onları açığa çıkarma filozofun ifadelerine göre heyecan ile mümkün görünmektedir.
Açık ahlak bireylerde bulunan heyecan sayesinde kabul görmektedir. Bu heyecan bireyi
harekete geçiren şeydir.364 Bundan çıkarımda bulunarak, heyecan, açık ahlaka ait
değerlerin oluşmasında temel gerekliliktir sonucuna varabiliriz. Tasavvuf anlayışındaki
ahlak açıklamalarında Bergson’un heyecan dediği şeyin yerine bize göre bireyin vicdanı
temele alınmaktadır. Bireyin vicdan sahibi olması, onun iyi olana yönelmesi, kötü
olandan uzaklaşması anlamına gelir. Bize göre vicdan sahibi bir birey başka birine zarar
veremez, adaletli ve merhametli olur. Adaletli ve merhametli olan bir birey de haksızlık
359 Bircan, a.g.t., s.51. 360 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.40. 361 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.41. 362 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.43. 363 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.44. 364 Bircan, a.g.t., s.62.
87
ve yolsuzluk yapmaya yönelmez. Yani biz burada Bergson’un heyecan olarak ifade
ettiği şeyi vicdan sahibi bireyin genel nitelikleri olarak açıklayabiliriz.
Bergson birinci tür ahlakı saf statik, ikincisini ise saf dinamik ahlak olarak
değerlendirir. Bergson’un tanımladığı kapalı ahlak, statik dinin etkisi ile oluşmakta, açık
ahlak da, dinamik dinden ortaya çıkmaktadır.365 Birinci tür ahlak zihin altı, diğeri ise
zihin üstüdür. Bu iki tür ahlakta birbirine geçiş evresi bulunmaktadır. Birden bire zihin
altından zihin üstüne sıçranamaz. Arada bir geçiş vardır ve bu geçiş zekadır.366 Burada
filozofun ahlak anlayışında da bir evrim görülmektedir. Bize göre Bergson ilkel insanın
uygarlaşmasının getireceği bir ilerlemenin de ahlakta olduğunu sunar. Yani birey
geliştikçe, ahlak da gelişecektir. Filozofun evrim anlayışı, ahlak görüşünü de
etkilemektedir. Bergson kapalı ahlaktan açık ahlaka geçişin de evreleri olduğunu
söyleyerek, ahlakın da evrimleştiğini anlatmaya çalışmıştır. Filozofa göre iki ahlakın
temeli farklıdır. Birinci ahlak, hayvandaki içgüdüyü andıran alışkanlıklara dayanırken,
ikinci ahlak sezgiye, heyecana ve atılıma dayanır.367 Bu iki ahlak aslında mutlak ahlakın
iki ayrı kısmıdır ve bunun sebebi temellerinin farklı olmasıdır. Burada iki kısım ile
anlatmak istenen, kapalı ahlak ile açık ahlak olarak adlandırılan iki ahlak tanımıdır.
Bergson kapalı toplumların ahlak kurallarını, hayvansal içgüdüye benzetir çünkü
toplum halinde yaşamak belirli sorumluluklar getirmektedir.368 Bu toplumlar, başka
toplumların ahlak ve törelerini kabul etmemektedir. Bu yüzden kapalı ahlak riske
girmeyen, güven ahlakıdır. 369 Bergson’un sunduğu bu kurallar, yeniliğe, dış etkilere
kapalıdır ve hazır olan bir düzen vardır. Yeni atılımlarda bulunmayan ve kapalı ahlakı
hazır haliyle kullanan toplum riskle karşılaşmayacağı için bu ahlak güven sağlayacaktır.
Açık ahlakta durağan, hazır bir ahlak öğretisi olduğu gibi kabul edilmek yerine, üzerine
daha yenilikçi ve olgun öğretiler ekleyerek insanlık ahlakına ulaşma isteği vardır.370
Bergson’un iki ahlak tanımı arasındaki farkları toparlandığında, kapalı ahlak;
toplumdaki denge ve uyumu sağlamak amacıyla doğa tarafından oluşturulmuş, bireyin
kendisi için değil de toplum için uyguladığı, zorunluluk barındıran, durağan ve
365 Dede, a.g.t., s.218. 366 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.57. 367 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.57. 368 Bircan, a.g.t., s.52. 369 Bircan, a.g.t., s.52-53. 370 Bircan, a.g.t., s.61.
88
hareketin olmadığı, içgüdüyü andıran alışkanlıklara dayanan ahlak türüdür. Açık ahlak;
birey tarafından, kendisi için ve çabayla oluşturulmuş, sevgi içeren, sezgi, heyecan ve
atılıma dayanan, zorunluluğun olmadığı ahlak türüdür. Bu bireysel bir ahlaktır yani
bireyin kendi tecrübelerinden meydana gelmiştir ancak kapalı ahlak toplumsaldır yani
toplumun oluşturduğu normlar mevcuttur.371 Kapalı ahlaktan ayrı, onunla tamamen
farklı görünen açık ahlak, tüm insanlığa hitap eder ve evrenseldir..372 Kapalı ahlak
belirli bir toplumun ahlakıdır ve normları yalnızca o toplumu ilgilendirir. Açık ahlakın
etkisi tüm insanları kapsar ve insanlığın ahlakı şekline bürünür. Bu açıdan
incelendiğinde, ele alınan ahlak tanımlarının, mutlak ahlakın iki ayrı kısmı olduğu
görülür.
Bergson’a göre insan akıllı bir varlık olduğu için kendine saygı duyar. Bu saygı
onu, ideal bir ahlak anlayışına götürür.373 Kişi kendine saygı duymaz, kendisini önemsiz
ve değersiz hissederse köleden farkı kalmayacaktır. Kendine saygısı olmayan bir bireyin
bize göre diğerlerine de bilinçli bir şekilde saygı göstermesi beklenemez. O halde birey
saygı gösterse bile bu zorunluluktan kaynaklıdır. Gerçek bir ahlak tanımından
bahsedebilmek için bireyin kendine saygı duyması gerekir, ancak bu tek başına yeterli
değildir. Bunun yanında iki ayrı kısım olarak ele aldığımız ahlak tanımları da tek bir
çatı altında birleşir. Bu çatı filozofa göre adalettir374 çünkü adalet kavramı geniş bir
alana nüfuz etmekte, birçok insani duygu ve davranışı içinde barındırmaktadır. Adalet
kavramı eşitlik, hak, özgür olma gibi birçok kavramın ana binasıdır ve filozof bu binada
iki ahlak görüşünü birleştirmektedir.
Filozof ahlakın iki ayrı kısmını açıklamakla işe başlamış, ardından bu iki kısmı
adalet kavramıyla bir çatı altında birleşmesini sağlamıştır. Her iki ahlakın da içinde bir
takım zorunluluk içerdiğini belirterek, bu zorunlulukları ilkinde doğa ikincisinde ise
ödev olarak ele almıştır. Bergson’un görüşlerinden yola çıkarak, bu iki ahlakın gerçek
bir ahlak kavramının tanımlamasının olmayacağı fikrine ulaşılabilir. Adalet kavramı,
açık ve kapalı ahlakı kapsamaktadır ve bu iki ahlak anlayışını bir araya getirmektedir.
Bu bir araya geliş sonrasında da Bergson’un ahlak kavramı ortaya çıkmıştır.
371 Aslan, a.g.t., s.124. 372 Aslan, a.g.t., s.123. 373 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.61. 374 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.61.
89
Çeşitli toplumdan bahseden Bergson, farklı insanlardan da bahseder ancak bu
farklı insan tanımı, onların yalnızca deneyimleri ile ilgilidir. Filozofa göre insanlar
doğdukları andan itibaren ne deneyim kazandılarsa odurlar.375 Bir insan dünyaya
geldiğinden itibaren neyi öğrendiyse düşünceleri de bu öğrendiklerine göre şekillenir.
Bergson her insanda iki yön bulunduğunu savunmaktadır ve bunların itaat etmeyle
yönetme duygusu olduğunu ileri sürer. Nietzsche’de ise insan yerine, insan toplulukları,
köle ve yöneticiler olmak üzere ikiye ayrılır.376 Bergson, tek bireyde, iki duygunun bir
arada bulunacağını düşünürken Nietzsche, iki ayrı insanda iki ayrı duygudan bahseder.
İnsandaki duyguların ahlak anlayışını da etkilediğini hesaba kattığımızda, Nietzsche ve
Bergson’un insanlarının, ahlak anlayışları da bize göre birbirinden farklı olacaktır.
Bergson, saf ödevin doğa yasalarından oluştuğunu belirtir ve bu konuda;
“Kuşkusuz, maddesiz yalın bir biçim olarak ele alınan ödevden söz ediyorum: Ödev
doğal yapımızda bulunan indirgenemez ve her zaman hazır olan şeydir”377 ifadelerini
kullanır. Kant burada filozofu etkileyememiş görünür. Kant, deneysel olarak elde edilen
verilerin ahlak kuralı olarak ele alınmasının, ahlakı zedeleyeceğini düşünür.378 Bergson
ise doğamızda bulunan ve deney sonucu oluşturulabilecek bir takım kuralları yok
saymamakta, üzerine sezgisel bir düşünme ekleyerek gerçeğe ulaşmayı hedeflemektedir.
Yani Bergson, ahlak kurallarının oluşması için sezginin yanında deneysel olanı da kabul
etmektedir. Filozofa göre ödev bizim doğamızda verili olarak bulunmaktadır. Bergson
saf ödevin ne olduğunu da şu ifadeleriyle açıklar:
“Ama ödevde tamamen buyurgan olan şeye döndüğümüz her defasında ve zekanın onu
zenginleştirmek için koyduğu her şeyi, onu doğrulamak için aklın onun çevresine
koyduğu her şeyi, onu doğrulamak için aklın onda bulduğumuz sırada, kendimizi bu
temel yapının içine yerleştiriyoruz. Saf ödev işte budur.”379
Bergson’un saf ödevi bize göre ilk kurallarla ilgilidir. Bu durumda Bergson’un
kuralların ilk kaynaklarına varıldığında doğa yasalarına ulaşılacağı görüşü tekrar gün
yüzüne çıkmaktadır. O halde filozofun saf ödev dediği bize göre zorunluluklardır. İnsan
doğasında ödevi barındırmaktadır. Bu ödev buyurucu olan kuralların zeka ile
375 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.74. 376 Dede, a.g.t., s.235. 377 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.74. 378 Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, s.43. 379 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.75.
90
akılsallaştırılması sonucu saf ödeve dönüşmektedir. Aklımız ile açıklayabileceğimiz bir
buyurucu nitelik artık saf ödev haline gelmiştir. Burada akıl eylemimize eklenerek, akla
uygun belirli amaçlar sağlamaktadır.380 Bireyler bir amaç uğruna eylemde bulunur ve
ahlaklı olur. Bu amaca uygun olan davranışı akıl sunacaktır. Aklın ahlaktaki yeri ve
önemi burada yatmaktadır. Kant’a göre ahlak kavramının yeri apriori olarak akıldır.381
Bergson’da da akıl, ahlakı oluşturmak için meydana getirilen ödev üzerinde etkilidir.
Bize göre Bergson, akıl konusunda Kant’ın etkisini taşımaktadır.
Bergson ahlak görüşü, sezgi anlayışından uzak gibi görünür, ancak onun
ifadelerinden hareketle, kapalı ahlakta bir sezginin olmadığı, açık ahlakta ise sezginin
etkisinin bulunduğu söylenilebilir.
Bergson, ahlakın ve nasıl ahlaklı olunacağının bilinebileceğini düşünmektedir.
Yine ahlaklı olmayı öğretebilmenin de mümkün olduğunu ve iki yöntem kullanılarak
bunun başarılabileceğini savunur.
2.2.2. Ahlakı ve Ahlaklı Olmayı Öğretme Yolları
Bergson, insanların ahlakı öğrenebileceğini ve bunun da iki yolunun olduğunu
belirtir.
“Birincisi sözcüğü en yüksek anlamıyla ele alırsak terbiye etme yoludur; diğeri, aksine
terimi en mütevazı anlamıyla ele alırsak mistiklik yolu olur. İlk yöntemle kişisiz
alışkanlıklarla oluşmuş bir ahlak kafalara yerleştirilmektedir; ikincisiyle bir kişinin
taklit edilmesi ve hatta tinsel bir birleşme, onunla az veya çok bir uyum elde
edilmektedir.”382
Bergson’un yukarıdaki ifadelerinden anlaşıldığı üzere bize göre ilkinde bir
zorunluluk var gibi görülmektedir. İlk bilme yolu olan terbiye, doğa tarafından istenen
ve guruba ait alışkanlıkların kabul edilmesidir. Birey, toplumla kendisini birleşmiş
hissettiğinde terbiye kendiliğinden oluşacaktır. Bu ahlak toplumun yararını
gözetmektedir.383 Bu öğrenme yöntemini filozof, kişisiz olarak tanımlamıştı. Terbiye
380 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.79. 381 Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, s. 27. 382 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.87. 383 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.87.
91
etme yöntemini gerekli olduğu takdirde diğer öğretme yöntemi tamamlayacaktır.384
Ancak ikincisinde bir özenme, ona uyma isteği vardır ve bu bir heyecandır. Kapalı
ahlak kişisizdir, açık ahlak ise seçkin bir örnek şahısta ortaya çıkmaktadır.385 Yani
kapalı ahlak hazır kalıp kurallar veren kişisiz bir ahlak iken, açık ahlak örnek bireyde ya
da bireylerde kendini gösterir. Kant’a göre gerçek ahlaka ulaşmada, isteme sahibi olan
insanın özgür olması yani duyular dünyasının etkisinden kurtulması gereklidir.386
Bergson’da bireyin açık ahlaka ulaşabilmesi için topluma olan bağlılığını aşması
gerektiğini ifade eder.387 Topluma olan bağlılık, kapalı ahlakın içeriğine uyma
zorunluluğunu da beraberinde getirdiğinden, açık ahlaka erişmenin yolu, bireyin
toplumsal bağlılığını üzerinden atmasıyla gerçekleşecektir. Bergson, bireyin irade sahibi
olmasını, kendisi istediği için örnek olana uyması söz konusudur. Filozof, özgür bir
isteme konusunda Kant’tan etkilenmiş görünmektedir.
İkincide yöntemde rol alan kişi, insanları adeta çağırmaktadır. Bu kişiler gerçek
mistiklerdir ve ahlakı bireylere şu şekilde aktarırlar:
“Kendi içlerinden akmaya bıraktıkları şey, onların içinden diğer insanları kazanmayı
isteyen ve aşağıya doğru inen bir akımdır: Aldıklarını kendi çevrelerine yayma
gereksinimini, bir aşk atılımı olarak hissederler. Öyle bir aşk ki her biri onda kendi
kişiliğinden iz bırakır. Bu aşk, her birinde, insan yaşamını başka bir atmosfere
taşıyabilecek yeni bir heyecandır. Bu aşk her birinin kendisi için sevilmesini sağlar ve
onunla ve onun için diğer insanlar ruhlarının insanlık sevgisine açılmasına izin
verirler.”388
Bergson’a göre mistikler Tanrı ile mistik bağ kurmuş kişilerdir. Mistikler,
insanlara ahlakı öğretmeyi, aşk atılımı (élan d'amour) olarak tanımlarlar. Bergson’a göre
mistikler, ahlak anlayışlarını, insanlara kendinden bir akış ile aktarmaya çalışır. Mistiğin
aşkla öğrettiği ahlak, kendisinden de izler taşır, mistik kişinin izleri, onu takip eden ve
onu model alan kişilerde de görülür. Ahlakın taklit edilme yoluyla öğrenilmesinde etkili
olan rol model kişiler, filozofun düşüncelerine göre, elde olan ahlak kuralları yetersiz
kaldığında, içimizden, bizim nasıl bir davranış sergileyeceğimizi bileceğini
384 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.88. 385 Bircan, a.g.t., s.62. 386 Kant, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, s.73. 387 Bircan, a.g.t., s.63. 388 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.89.
92
düşündüğümüz kimselerdir. Yani yetersiz kalan ahlak kuralları karşısında danıştığımız
kimselerdir.389 Bu öğretim yönteminde, ahlakı öğrenmek için, mistiğin ya da yol
göstericinin bir çağrısı söz konusudur.390 O halde bu çağrıya kulak verenler, bize göre
mistikliği arzulayanlar olacaktır. Gerçek mistiklerin insanları sarmaları, onları iyiliğe
yönlendirmeleri, evrensel dinlerin oluşmasına yardımcı olmuştur.391 Dinamik dinler
kötülüğü emretmeyecektir zira onlar kötülüğü emretmiş olsaydı bize göre evrensel
dinler olamayacaklardı. Bergson’a göre mistiklik yalnızca dine ait değildir, ahlakta da
etkilidir. Gerçek mistikler ahlaksal olanı, bir sel gibi taşırmakta, diğer insanlara
ulaştırmaktadır.392 Bergson’un mistikleri Tanrı ile bir olabilen, O’na ulaşan kimselerdir.
Ancak Nietzsche’nin ahlak düşüncesindeki üstün insan tanımı için bu durum söz konusu
olamayacaktır.
Gerçek mistikler toplumun diğer üyelerine fayda sağlayacaklardır. Mistikler,
ahlak kurallarında birebir bulunmayan bir durumda, içinde kaldığımız çıkmazda, bize
yardımcı olup en uygun olanı sunacaklardır.393 Büyük mistikler, bizim yetemediğimiz
durumlarda etkisini gösterirler. Onların yardımı alelade bir yol gösterme olarak kabul
edilirse gerçek mistiğin bir önemi kalmayacaktır. Bu yüzden gerçek mistiğin gösterdiği
yol, daha sonrası için de büyük bir örnek teşkil edecektir. Ahlakta temel olan ruhun
özgür yaradılışıdır ve bu sayede mistikler diğerleri üzerinde etkili olabileceklerdir.394
Zorunluluk içinde olan bir kişi, belki kendisinin bile istemediği bir davranışı başkalarına
örnek göstermede yetersiz kalacak, hatta isteksiz olacaktır. Ama özgür bir birey,
eylemlerine kendisi karar vereceği için isteyerek yaptığı iyi eylemleri başkalarına örnek
olarak daha iyi sunabileceklerdir.
Bergson’un ahlakı teorik değil yaşanmıştır. Zeka ve mantığa dayanan açık ahlak
anlayışı tecrübe ve sezgiye dayanır.395 Filozof, ahlak anlayışında akılcılık, duyguculuk
ve faydacılık akımlarının adeta bir sentezini sunmaktadır. Bergson’un ahlak
açıklamasında, mistiklerin insanlara ahlakı aşk ile aktarması bize göre, onun duygucu
bir anlayış sergilediğini gösterirken, ahlaklı olmanın hem kendine hem de bireye faydalı
389 Kök, a.g.t., s.151. 390 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.89. 391 Aslan, a.g.t., s.125. 392 Kök, a.g.t., s.153. 393 Aslan, a.g.t., s.126. 394 Aslan, a.g.t., s.132. 395 Aslan, a.g.t., s.133.
93
olacağını belirtmesi de faydacı bir anlayış barındırmaktadır. Bununla birlikte ahlak
anlayışında ödeve yer vermektedir ancak, Bergson ile Kant’ın ödev ahlakları farklıdır.
Bergson ahlak tanımlamalarını yaparken aslında ahlakın sezgi ile bir
bağlantısının olmadığını ileri sürse de, bize göre onun açık ahlakında, gerçek mistiklerin
devreye girmesi, sezginin etkisinin bulunduğunu gösterir. Kapalı ahlakta bir sezgiden
bahsedilemez ancak açık ahlakta bu etki örtük bir şekilde sunulmaktadır.
2.3. AHLAKIN TEMELLENDİRİLMESİNDE DİNİN ROLÜ VE AHLAK-
DİN İLİŞKİSİ
Ahlakın ne olduğu, neye dayandığı, ahlakın kaynağının ne olduğu ve
temellendirilmesi felsefede tartışılan konulardandır. Ahlakın ve ahlaki davranışın
kaynağı ile ilgili temellendirmeler iki sınıfta inceleyebilir, bunları da din ile yapılan
temellendirmeler ve din dışı olarak yapılan temellendirmeler olarak söyleyebiliriz. Din
etkisi olmadan temellendirilen ahlakta esas olan akıl, sezgi ve duygudur.396 Ahlaki
davranışlarının kaynağını, insanların doğal eğilimleri, kişi veya kişilerin koyduğu
kurallar olarak da tanımlayabiliriz. Tabi kaynaklı olan ahlaki davranış değişime
uğramamaktadır.397 Kişilerin oluşturduğu kurallardan kaynaklanan ahlaki davranış, ister
dini ister de insanlığın ürünü olsun değişime uğramaktadır.398 Benzer şekilde:
“Dinsel/teolojik etikte ahlaksal ölçütleri koyan, iradesine ve buyruklarına koşulsuz
uyulmasını talep eden bir Tanrı, bir Tanrısal otorite vardır… Oysa felsefede, özellikle
eleştirel felsefede, bizzat ölçütleri koyduğuna inanılan da dahil olmak üzere, bu
dinsel/teolojik ölçütlerin ve buyrukların da ele alınıp irdelenmesi ve eleştirilmesi
gerekliliği vardır”399
Yukarıda yer alan ifadelerinden anlaşılacağı gibi ister dini ister din dışı olsun her
iki ahlaki temellendirme de felsefede incelenme konusudur. Birincisinde açıklama,
araştırma olmadan koşulsuz bir kabul söz konusuyken ikincisinde Tanrı’nın kendisi de
dahil her şeyin incelenmesi ve eleştirilmesi gerekli görülmektedir. Genel olarak ahlak ve
396 Recep Kılıç, “Ahlakı Temellendirme Problemi”, Felsefe Dünyası, Sayı 8, Temmuz, 1993, s.69. 397 Ayşe Sıdıka Oktay, “Kınalızade Ali Efendi’de Ahlaki Yasa ve Değerlerin Kaynağı Sorunu”,
Uluslararası Kınalızade Ailesi Sempozyumu Bildiriler Kitabı, SDÜ İlahiyat Fakültesi Yayınları, 2014,
s.386. 398 Oktay, a.g.m., s.388. 399 Özlem, Etik-Ahlak Felsefesi ,s.33.
94
din arasındaki ilişkiden bahsettikten sonra Bergson’da din ve ahlak arasında bir ilişkinin
bulunup bulunmadığı hakkında görüşler elde edilebilir.
Din toplumsallık taşımaktadır ve benzer şekilde ahlakın da toplumsal bir boyutu
vardır. Ayrıca filozof dini statik ve dinamik olarak ayırmaktadır. Benzer şekilde ahlakı
da statik ve dinamik olarak ikiye ayırmaktadır. Bunlar ister istemez ilk planda aralarında
bir ilişki olduğu düşüncesini akıllara getirmektedir. Ancak din, ahlakın oluşmasında bir
etken midir? Düşünür, din ve ahlak kavramları arasında bir bağlantı aramayı gerekli
bulmamıştır. Çünkü din, her ne şekilde olursa olsun topluma aittir. Ancak din, ister
statik din ister dinamik din olsun, toplumun farklı hallerde, isteklerine cevap
vermektedir. Bergson toplum kuralları ile Tanrı’nın yani dinin emirleri hakkında şu
ifadelerde bulunur:
“Peki toplumsal buyruğun arkasında dinsel bir buyruğun olduğunu fark edersek ne
olacak? Bu iki terim arasındaki ilişkinin pek bir önemi yok. Din şu veya bu tarzda
yorumlansa da, ister öz olarak, ister rastlantısal olarak toplumsal olsa da, bir nokta
kesindir, o da dinin her zaman toplumsal bir rol oynadığıdır. Diğer taraftan bu rol
karmaşıktır; zamana ve yere göre değişmektedir; ama bizimki gibi toplumlarda, dinin
ilk olarak toplumun isteklerini destekleme ve bunları güçlendirme etkisi vardır. Din
daha da ileri gidebilir ama en azından bu noktaya kadar gitmektedir.”400
Dinamik din insanların isteklerini karşılamak amacı taşımaktadır ve dinamik din,
statik dinin bir evrimi sonucu oluşmuş, onun son aşamasıdır demek yanlış olmayacaktır.
Filozof dinin bir takım toplumsal ihtiyaçlar sonucu ortaya çıktığını belirterek, ona
toplumsallık atfetmiştir. Filozofa göre toplumun, bir arada durabilmek için dine ihtiyaç
duyar ve din ister ilkel toplumda oluşmuş olsun, ister uygar toplumda oluşmuş olsun;
doğal din ya da dinamik din olsun her şartta toplumsal olarak ihtiyaç duyulan bir
olgudur. Düşünürümüze göre ahlak da toplumsal bir ögedir ve din ile ahlakın ortak
noktalarından ilki filozofa göre toplumsallık içermesidir.
Bergson, din kavramını şu şekilde de sunmaktadır:
“Ama Platoncu ideaların, sadece kaba taklitlerini algıladığımız gerçeği tam ve
mükemmel olarak göstermesi gibi, din bizi, kurumlarımızın, yasalarımızın ve
400 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.11.
95
adetlerimizin sadece en belirgin noktalarını belirtmekle yetindiği bir dünyaya sokar.
Aşağıda [bu dünyada], ortalama ve yaklaşık bir düzen vardır ve insanlar bunu az çok
yapay bir şekilde yakalamışlardır; yukarı düzen mükemmeldir ve kendiliğinden
gerçekleşir. O halde din bizim gözümüzde, toplum buyruğuyla doğa yasası arasında yer
alan ve ortak bilincin alışkanlıklarıyla daralan mesafeyi kapatma işlevini tamamlar.”401
İnsanlar yaşadıkları alemde yalnızca ideaların kopyalarını görmektedirler ve bu
kopyalar gerçek olanı, ideaları tam olarak yansıtmamaktadırlar. Bergson’a göre din
insanlara, topluma ait bütün gelenek, görenek ve kuralların tamamını sunmamaktadır.
Hepsinden bir kısmını alıp, adeta önemli noktalarını sunmaktadır. Buradan yola çıkarak
biz; dinin bütün gerçeklikleri önümüze kusursuz olarak sunmadığı fikrine ulaşılabiliriz.
Din, Bergson felsefesinde, toplumun oluşturduğu kurallar ile doğanın yasaları
arasındaki ayrılığı kapatmaya yaramaktadır. İnsan, oluşturduğu kuralların, doğa
yasalarına uygunluğunu incelediğinde ayrılık yaşayabilecektir. Bundan dolayı insan,
doğayı açıklamaya yetmediği ya da doğa karşısında güçsüz kaldığı, doğa ile
uzlaşamadığı anda, din ortaya çıkarak adeta onları yakınlaştırmaktadır. Örneğin ölüm
doğanın kuralıdır ve insan ölüme karşı gelememektedir. Ölüm sonrası hayatın, ödülün
veya cezanın varlığını bilmek, bize göre insanın, kendini kontrol edebilmesini sağlar.
Bu bakımdan ele alındığında din, toplumun ve toplum içindeki düzenin korunmasına
yardımcı olur.
Bergson şimdiye kadar ahlak ve dinin toplumsal olmasının ortak noktaları
olduğu söylemişti. Burada ise düşünürümüz, bir dinin, ahlak kuralını nasıl
oluşturduğunu şu ifadeleri ile açıklar:
“Eğer bir din yeni bir ahlak getiriyorsa, bunu kabul ettirdiği metafizikle, Tanrı üzerine,
evren üzerine, Tanrı ile evren arasındaki ilişki üzerine olan fikirleriyle dayattığı
söylenir. Bu görüşe, bir dinin aksine ahlakının yüksekliği ile ruhları kazandığı ve onları
olayların belirli bir kavranışına doğru açtığı yanıtı verilmiştir.”402
Bergson’a göre din, yeni bir ahlak kuralı oluşturmak isterse ya da buna
yönelirse, bunu Tanrı ve evren görüşlerinden yararlanarak yapmaya çalışacaktır. Dinin,
401 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.11-12. 402 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.43.
96
ahlakı bu görüşlerle dayattığı ifade edilse de aslında ruhları kazanan onları kavrayan bir
ahlak sunduğu belirtilmiştir.
Bergson, ahlakı öğretmenin iki yolundan bahsetmişti. İlki kişisiz bir ahlak
öğretimiydi ve bu terbiye etme yoluydu. İkincisi mistik bir yoldu burada gerçek
mistiklerin örnek alınması söz konusuydu. Bergson ahlak ve din arasındaki bağlantıyı
da vurgulamıştır. Buradaki kişisiz olan öğretim yolunda yani terbiyede Tanrı temelli bir
ahlaktan söz edebiliriz. İkincisinde ise dinamik dine ve dinamik ahlaka ulaşmış olan
gerçek mistiklerin rol model olması ile öğretilen bir ahlak ifade edilir.
Din ile ahlak ilişkisi konusunda bir diğer soru şudur: Din, ahlaklı olmaya yardım
eder mi ya da din ahlaklı olmayı mı emreder? Bergson din ve ahlak arasındaki ilişkiyi
bir de bu açıdan ele almaya çalışmıştır. Ona göre;
“Dinin, cezaların ve ödüllerin korkularını ve umutlarını vermesiyle, ahlakın yardımcısı
olduğunu söylemekten hoşlanıyoruz. Belki haklıyız ama bu açıdan dinin insani adaletin
tanrısal adaletle genişlemesini ve doğrulmasını vaat etmenin dışında pek fazla bir şey
yapmadığını eklemek zorundayız: din, toplum tarafından yaratılan ve çok eksik bir
biçimde uygulanan yaptırımlar üzerine, insanların dünyasını terk ettikten sonra
Tanrı’nın dünyasında bize uygulanması gereken, çok daha yüksek olan diğer
yaptırımları koymaktadır; bununla birlikte bu şekilde insanların dünyasına
tutunuyoruz;...”403
Düşünürümüze göre din, ölümden sonra hayat fikrini içerir. Onlar, cezadan
kaçmak veya ödüllendirilebilmek amacıyla doğru olan davranışı yapmaya
çalışacaklardır. Birini öldürmek oldukça kötü bir eylemdir. Birey bunun farkındadır
ancak yine de bir başkasını öldürmek isteyebilir ya da bir zorluk anında öldürmeye
meyledebilir. Ancak din, bir canlıyı öldürmenin ne denli kötü bir eylem olduğu
belirtiyor ve birey ölümden sonra ceza alacağını düşünüyorsa bize göre bu eylemden
kaçınacaktır. Ahlak kuralları da buna benzer bir uygulama içeriyor, din de bunu
emrederse, bize göre din, ahlaka yardımcı oluyor görüşü ortaya çıkar. Din, insanlara
korku ve umut verdiği için, ahlakın yardımcısıymış gibi kabul edilebilmektedir. Bize
göre bu durumda dinin asıl niteliği yitirilecektir. Din insanların dünyasından
uzaklaşarak, Tanrı’nın dünyasında, daha aşkın yaptırımlar sunmaktadır. Bize göre bu
403 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.88.
97
yaptırımlar, filozofun ahlak anlayışında açık ahlak dediği ahlakın yaptırımlarıdır. Yani
din bizi statik ahlakın yaptırımlarından daha ileri götürerek açık ahlaka ulaştıracaktır.
Bergson dinin ahlakı etkilediği fikrinin, ahlak kurallarının düşünülmeden yerine
getirilmesine neden olduğunu bildirir ve bu şu ifadeleriyle sunar:
“….Kuşkusuz dini işe karıştırıyoruz ama onun özel olarak dinsel olan yanını hesaba
katmıyoruz; ne kadar yükseğe çıkarsak çıkalım, ahlaki eğitimi hala bir terbiye etme ve
ahlakı da bir disiplin olarak görüyoruz; burada hala ilk yönteme bağlanıyoruz ve ikinci
yönteme taşınamıyoruz. Diğer taraftan, “din” sözcüğü telaffuz edilir edilmez, genel
olarak dinsel dogmaları ve bu dogmaları içeren metafiziği düşünüyoruz: Öyle ki ahlakın
temeli olarak din gösterildiği zaman, kabul edilişleri iyiliğin uygulanması sonucunu
doğuracak, Tanrı’yla ve dünyayla ilgili bir takım görüşlerin toplamını düşünüyoruz.
Ama bu şekilde ele alınan görüşlerin, kuramların, yani fikirlerin yapabildikleri gibi,
istencimiz (irade) ve davranışımız üzerinde etkili oldukları açıktır: Burada entelektüel
düzlemdeyiz ve yukarıda görüldüğü gibi, ne ödev, ne de onu devam ettiren şey saf
fikirden kaynaklanamazlar, çünkü saf fikir onu kabul etmekten ve onu uygulamaya
sokmaktan hoşlandığımız ölçüde istencimiz (irade) üzerinde etkin olur.”404
Bergson yukarıdaki ifadelerinde dinin ahlakı etkilediğinin kabul edilmesi
durumunda, insanların kuralların nedenini araştırmaya yöneltmeyeceklerini belirtir.
Tanrı kötü olanı istemeyeceği ve emretmeyeceği için kuralların nedenini araştırmaya
gerek duyman insan düşünürümüze göre akıl temelli bir ahlaktan uzaklaşacağı için açık
ahlak evresine gelemeyecektir. Bergson’a göre ahlaki eğitim söz konusu olduğunda akla
ilk gelen terbiye etme yoludur ve ikincisi yani mistiği model alma akla hemen
gelmemektedir. Terbiye etme yolu değişmeyen kuralları zorunlu olarak öğrenmeyi içerir
ikinci yol ise gerçek mistiklerin rol model olması sonucu öğrenilir. Düşünürümüzün
ifadelerinden çıkarılabileceği gibi ahlakın temeli din olarak kabul edildiğinde iyiliğin
uygulanıldığına inanılacaktır ve bu durum iradenin ve davranışların üzerinde etkili
olacaktır. Filozofa göre dinamik dinde, gerçek mistikler rol model olacaktır ve insanlar
bu öğrenmede, modelin gösterdiklerini uygulamaktan hoşlandığı ölçüde iradelerini
kısıtlayacaklardır.
Din ve ahlak birbirinden tamamen bağımsızdır demek filozofun görüşleri ile
bağdaşmaz. Ona göre din ve ahlak birbirini dolaylı yollardan da olsa etki etmektedir.
404 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.88.
98
Burada dolaylı yoldan kastedilen dinin, geleneklerin uygulanmasını emretmesi ve
geleneklerin de ahlakın oluşumunda payının olmasıdır. Din, doğrudan ahlakı
emretmezken, “Başlangıçta gelenek bütün bir ahlakı oluşturur: ve din gelenekten
ayrılmayı yasakladığı için ahlak dinle birlikte vardır.”405 Düşünürümüze göre
geleneklerden yola çıkılarak temel bir ahlak anlayışı oluşturulurken gelenekler de dine
inanmayı emreder. Bu ifadelerden hareketle din, dolaylı olarak ahlakla etkileşim
halindedir düşüncesine ulaşabiliriz.
Bergson’un görüşleri bağlamında ilkel toplumların ahlak kuralları, evrensel
değerlere dayalı bir ahlak değil, töre ve geleneğe bağlı bir ahlak olarak
değerlendirilebilir. Çünkü gelenekler evrensel değildir. İlkel din, insanın düşünmeye
başladığı anda, bencilleşmeye başlamasını engellemek amacıyla oluşturulmuştur. Bu
durum doğanın zekaya karşı oluşturduğu koruyucu bir tepkidir.406
Gelenekler aracılığıyla din ve ahlakın birbirini etkilediğini düşünen Bergson,
onların birbirine dayanak olduğunu söylemenin yanlışlığını şu ifadeleriyle belirtir:
“Dinin işlevlerinden biri, doğa tarafından istendiği şekliyle toplumsal yaşamı
korumaktır, dediğimiz zaman, bu dinle ahlak arasında bir dayanışma olduğunu
kastetmiyoruz. Tarih bunun aksini gösteriyor. Günah işlemek her zaman tanrıyı
yaralamak olmuştur; ama tanrının her zaman ahlaksızlıktan ve suçtan yara aldığı
söylenemez: Onları emrettiği bile olmuştur.”407
Yukarıdaki ifadelerden anlaşılacağı üzere hem din hem de ahlak, toplumu bir
arada tutmaya yönelik olsalar da, filozofa göre ikisi arasında bir dayanışmadan
bahsetmek yanlıştır. Çünkü Bergson, dinin kurallarına uymamanın tanrıya zarar
verebileceğini belirtirken, ahlaka aykırı davranmanın bazen tanrıya zarar vermediğini
dile getirmiştir. O halde her ahlak kuralının, dini içerikli olmadığı kanısına varmak
yanlış olmayacaktır.
Toplumlar, ahlak kurallarıyla ödevleri, adetlerini ve geleneklerini sadeleştirerek
oluşturur. Bergson’un görüşlerinden hareketle bize göre ilkel toplumun ahlak kuralları
dinden etkilenmiştir. Bergson’da göre statik dinde ahlaksal ve ulusal olmak üzere iki
405 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.110. 406 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.110. 407 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.183.
99
özellik vardır. Bu iki özellik yalnızca adetleri olan ilkel toplumda zorunlu olarak
birliktedirler.408 Bergson felsefesinde statik din, toplumu bir arada tutmak ve bireyin
umutsuzluğa düşmesini engellemek için oluşmuştur. Toplumun bir arada yaşayabilmesi
için din oluştuğunu kabul etmek, onun ulusal bir özellik taşıdığını belirtmek anlamına
gelir. Bununla birlikte bize göre ilkel toplumların dinlerinin çok Tanrılı ya da doğada
herhangi bir varlığa tapınma olarak ortaya çıkabilmektedir. Bunun nedeni ise yine bize
göre ilkel toplumun ilerleyebildiği kadar, kendilerine bir din oluşturmaya çalışmalarıdır.
İlkel toplumlar geleneğine, töresine uygun din kabul etmişlerdir. Bu durum da, ahlak
anlayışının dini etkilediği görüşünü ortaya çıkaracaktır. Bergson bu durumun yalnızca
ilkel din için ifade edilebileceğini belirtir.
Bergson’un görüşlerinden yola çıkarak dinin, ahlak kurallarını etkilediğini ifade
edebiliriz. Toplum, herhangi bir inanca sahip olabilir ve kendi içinde kurallar
oluşturarak geleneklerini meydana getirirler. Bunun sonunda ise ahlak kuralları oluşur
ve bundan dolayı da din bize gelenekler aracılığı ile ahlak kurallarına uymamızı
emreder. Böylelikle din dolaylı olarak ahlaklı olmayı istemektedir.
Bergson ilkel toplumların ahlakının dinden etkilendiğini belirterek yalnızca
kapalı ahlakta dinin payı olduğunu ifade eder. Ancak filozofun açık ahlak görüşünde,
mistiklerin rol model olmasından bahsetmesi, bize göre onun bu ahlak tanımında dinin
etkisini göstermektedir.
408 Bergson, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, s.184.
100
SONUÇ
Bergson 19-20 yüzyıllar arasında yaşamış, metafizik konularla ilgili görüşleriyle
yaşadığı dönemin diğer filozoflarından farklı bir anlayış geliştirmiştir. Filozof, doğal
olarak birçok düşünürün etkisi altında kalmış ve kendisi de birçok düşünürü
etkilemiştir. Yaşadığı dönemde materyalizm ve pozitivizm gibi akımlar baş
göstermekteyken, filozof maddeden uzak, doğa bilimlerinden farklı bir anlayış ortaya
koymuştur. Ortaya koyduğu akım yeni bir bilme yönetimi olan sezgidir ve bu
Bergson’un bütün felsefesinin temelini oluşturmaktadır. Pozitif bilimlerin uyguladığı
deney yönteminin yetersizliğini ve bu yöntemle hakikate ulaşılamayacağını savunur.
Ancak bu yaklaşım onun bilimleri tamamen dışladığı anlamına da gelmemektedir.
Materyalistler her şeyin maddesel olduğunu ileri sürmekteyken filozof her şeyin madde
olmadığını daha doğrusu her şeyin maddesel olmadığını ve şeylerin maddi bir temelle
incelenemeyeceğini ileri sürmektedir. Filozofa göre hem maddesel olan hem de
maddesel olmayan vardır. Bununla o, düalist ve dinamik bir anlayış belirtmektedir ki bu
tartışma çoğu filozofu olduğu gibi Bergson’u da ruh-beden ayrımına götürmektedir.
Bergson’un felsefesinde insan, beden ve ruh olarak iki yön barındırmaktadır.
Beden doğa yasalarına tabidir ancak ruh değildir, çünkü ruhun maddesi olmadığından
onu doğa yasalarına tabi tutacak bir sebep yoktur. Bu açıdan bakıldığında insan bir
yönüyle doğa yasalarına bağlıyken diğer yandan ondan bağımsızdır. Bergson, insanın
zekasının bedene ait olduğunu öne sürmekte ancak zihnin maddesel yani bedene ait
olmadığını da belirtmektedir. Kişi duyu verileriyle başlayan ve zekasına kodladığı bir
takım bilgileri zihni ile yoğurmaktadır ancak bu da filozofa göre yeterli değildir.
Bergson’un bütün felsefesinin temelinde yer alan sezgi, bir şeyin neliğine dair bilimin
sunduklarına ek olarak ani bir sıçrama ile bilgiye ulaşmadır. Sezgi gerçeğe ulaştıran bir
bilme yöntemidir fakat filozof zeka olmadan sezginin de olamayacağını ifade eder.
İnsan duyuları ile algılar, zekasına elde ettiklerini kodlar ve zihni ile şekillendirir, sezgi
ise o şeyin ne olduğunun bilinmesini sağlar.
Bergson insanın iki yönü olan beden ve ruhtan bahsederken komiklik durumunu
ya da gülmeyi de anlatır. İnsanın bedeni doğa yasalarına tabidir ve buna uygun olarak
verdiği tepkiler komik olarak tanımlanmaktadır. Gerçek bilgi sezgi ile elde
edilebileceğinden, gerçek din ve ahlaka da sezgi sayesinde ulaşabiliriz.
101
Bergson evrimi, bir varlığın başka bir varlıktan türemesi olarak kabul etmeyerek,
onu bir yaratma olarak ele alır ve dinamik bir süreç olarak tanımlar. İnsan kendini
bulmak için yaratma işlevine yönelir, kendi kendisini var etmeye, açığa çıkarmaya
çalışır ve filozof bunu hayat hamlesi olarak tanımlar. Bergson’a göre esas evrim işte tam
da budur. Filozofun evrim anlayışı düşüncede, dinde ve ahlakta etkisini göstermektedir.
Statik dinden dinamik dine, kapalı ahlaktan açık ahlaka geçiş anlatımı, evrim görüşünün
etkisiyle oluşturulmuştur. Bergson’un sunduğu bütün kavramlar, yine felsefesine uygun
olarak evrimi içermektedir.
Sezgi herkesin erişebileceği bir bilme gibi görünse de, bazıları ona
ilerleyemeyecektir. Sanatçı ile sıradan insan arasında, bu açıdan bir ayrımdan
bahsedebiliriz. Bergson’da sanat önemlidir çünkü o, sanatçının sezgiyle gerçeğe
ulaştığını savunur. Ona göre sanatçı, var olanda çoğunun göremediği hakikati gören,
sezgi yöntemini kullanabilen kişidir. Sanatçı gerçeğe ulaşabilmiş kişidir ve bu yönüyle
mistiklerle benzerlik içermektedir. Ancak sanatçı ve mistiğin hakikate ulaştıklarını
söylemek, onların aynı kişi olduğunu söylemekten farklıdır.
Bergson’un din anlayışı, sezgi kavramı etrafında oluşturulmuştur. Filozof, statik
dinlerin ortaya çıkışının ilk olarak doğayla ilgili olduğunu belirtir. Doğa olaylarına gücü
yetmeyen ve onları anlayamayan ilkel toplumlardaki insanlar, korkularının azalması için
bir direnç olarak dini ortaya koymuşlardır. Statik din, ilkel toplumların dindir ancak
daha ileri zamanlarda ise dinamik din ortaya çıkacaktır. Bu din yani dinamik din,
mistiklik içerdiği ve gerçeğe ulaştırdığı için filozof tarafından gerçek din olarak kabul
edilmiştir. Ancak Bergson, mistiklerin yaşadıkları anların hastalık anında da
yaşanabileceğini dile getirir. Buna ek olarak filozof, mistiklerin yaşadıkları şeyin
hastalık mı yoksa mistik yaşantı mı olduklarını bilemediğini de belirtir. O halde bize
göre Bergson’un ileri sürdüğü, mistik yaşantılar sonucu ulaşılan gerçek dediği bilgilerin
gerçeklikleri tartışılacaktır. Çünkü Bergson, elde edilen bilgilerin hastalık anında da
oluşabileceğini ve mistiğin yanılabileceğini belirtir. Bu açıdan ele alındığında bize göre
Bergson’un sunduğu mistiklik ve mistik tecrübe görüşü eleştirilere açıktır.
Bergson, insanların statik dine inanmasının nedeni olarak, ölüm korkusunu ve
umutsuzluktan kurtulma isteğini ele alır ve bunu temel sebep kabul eder. Ölümden
sonra hayatın varlığı fikri, cezalandırılma ve ödüllendirilme anlayışlarını da beraberinde
102
getirecek, bu da insanı dine uygun yaşamaya yönlendirecektir. Bize göre ruhun ölümlü
olması fikri, insanı kötülüğe itebilecek ve çoğu insan içgüdülerine göre hareket
edebilecektir. Bu durumda her insan bir başkasını engelleyip, zarara uğratabilecektir.
Birey bir zaman sonra toplum olarak yaşamak yerine, diğer insanlardan uzaklaşmaya
başlayabilecektir. Din bu açıdan bakıldığında hem toplumu korumaktadır hem de
insanın isteklerini bastırabilmesini sağlamaktadır. Ancak içgüdü ve isteğini bastıran
insan bunu cezadan kaçmak ve ödüle ulaşmak için yapmaktadır. Bu açıdan bakıldığında
din, toplumun bir takım kurallar oluşturmasını sağlayacaktır.
Filozof ele aldığı ahlak görüşünde sezginin etkisini sunmaktadır. Bergson’un
ifadelerinden hareketle, bize göre kapalı ahlakta bir sezgiden bahsedilemezken, açık
ahlakta sezginin etkisi bulunmaktadır. Bergson’un felsefesine göre gerçek ahlaktan
bahsedebilmek için, bilimin yanında sezgisel bilme de gerekli olacaktır.
Bergson’a göre din çoğu zaman, geleneklere uyulmasını emreder. Gelenekler ise
ahlak kurallarının temelini oluşturduğu için din, ahlakı ve ahlaklı olmayı istemektedir.
Burada dinin ahlakı etkilediğini dile getirmek, onların aynı olduğunu anlamına
gelmeyecektir. Bergson dinin kurallarına uymamanın Tanrı’yı yaraladığını ancak ahlak
kurallarına uymamanın bazen Tanrı’yı yaralamadığı ifade eder.
Bergson ahlakı iki şekilde ele alır ve bunların açık ve kapalı ahlak olduklarını
belirtir. Kapalı ahlak, ahlakın ilk evresidir ve açık ahlaka doğru ilerlenmektedir. Açık
ahlak ise ahlakın son evresidir. Kapalı ahlaktan açık ahlaka geçiş aşamaları Bergson’un
evrim görüşünün etkisini barındırır. Bergson açık ya da kapalı ahlakın gerçek ahlaka
dönüşebilmesi için bir araya gelmesi gerektiğini savunarak bu iki tür ahlakı, adalet
çatısında inceler. Bu görüşlerden de anlaşılacağı üzere adalet, ahlakı kapsamaktadır.
Bergson, insanın gerçek ahlaka ulaşabilmesi için heyecanın gerekliliğinden
bahseder. Bir heyecan başka heyecanları doğurarak ahlaklı olmayı sağlar. Bize göre
Bergson’un heyecan dediği şey, vicdan olabilir. Birey vicdan sahibiyse, iyi olana
yönelecek ve kötüden uzaklaşacaktır. Bize göre birey vicdanı sayesinde adaletli,
merhametli, hoşgörülü olabilir.
Bergson, ahlakın öğretilebileceğini savunarak bunun bireyi, terbiye etme ya da
mistiklerin rol model olmasıyla sağlanabileceğini belirtir. Terbiye yolu zorunluluk
103
barındırırken, mistiğin model olması bir çağrıyı ve bu çağrı karşısında bireyin isteğini
önemli görür. Mistikler, ahlak anlayışlarını diğer bireylere aşk ile sunmakta ve bunu
adeta bir akış ile diğer insanlara öğretmektedirler.
Bergson din ve ahlakın birbiriyle aynı olmadıklarını dile getirirken, tamamen
ayrı olmadıklarını da belirtmektedir. Din, ahlakı gelenekler aracılığıyla emrettiği için
birbirlerinden ayrı ele alınamaz ancak bazen din, ahlak kurallarına aykırı olanı da
emredebilmektedir. Sonuç olarak din de ahlak da insanları umutsuzluktan kurtarmak ve
toplum halinde yaşamaları sağlamak için vardır.
Bergson dinin ahlaka etkisi konusunda; yalnız ilkel toplumlarda geçerli olmak
kaydı ile dinin ahlaka etki ettiğini belirtir. Yani düşünürümüz kapalı ahlakın dinin
etkisini barındırdığını ifade eder. Bergson, açık ahlak tanımlamasında, gerçek ahlakta ve
bunu öğrenmede mistiklerin etkili olduğuna değinir. Mistikler rol model olarak ahlakı
diğer insanlara aşk ile sunduklarına, bir akış ile diğer insanlara öğrettiklerine göre
onların bu mistik öğretileri ve yaşantıları dinden bağımsız olamayacağı gibi ahlakları da
dinden bağımsız olamaz. Dolayısıyla Bergson’un bu ifadelerinden hareketle bize göre,
açık ahlakta da dinin etkisi vardır ve bu etki örtük bir şekilde sunulmuştur.
Bergson insanı etkileyen bir doğa anlayışı sunmuş ve doğanın insan bedeni
üzerindeki etkisinden bahsetmiştir. Filozof bir doğanın varlığından bahsetmedir ancak
bu doğanın ne olduğunu ya da kim olduğunu belirtmemiştir. Düşünür bununla birlikte
bir de Tanrı’nın varlığından bahsetmektedir ve doğayla arasında bir bağın olup olmadığı
konusunda da açık bilgi vermemektedir. Filozofun doğa ve Tanrı tanımlamalarında
muğlaklık bulundurduğu için şu sorular cevapsız kalmaktadır: Tanrı ile doğa aynı şey
midir? Doğa ve Tanrı ayrı ise hangisi daha üstündür? İnsan bedeni doğaya tabi ise
Tanrı, ruhun yanında bir de bedene etki edemez mi? Filozof, Tanrı ve doğanın ne
olduğunu daha açık bir şekilde sunmuş olsaydı, doğa ve Tanrı arasında nasıl bir ilişkinin
bulunduğu belirginleşeceğinden, bu ikisi arasında muğlaklık da ortadan kalkacakmış
gibi görünmektedir.
Bergson’un sezgisinin diğer görüşlerini de etkilediği gibi evrim anlayışının da
bütün felsefesinde belirleyici olduğu görülmüştür. Filozof, sezgi ile gerçek din
anlayışına ulaşılabileceğini belirtirken, ahlak görüşünde sezgiyi, mistiklerin etkisinden
104
bahsederek sunar. Bize göre filozofun hem din hem de ahlak anlayışları sezgi
anlayışının etkisini barındırır. Bergson, kapalı toplumlarda dinin ahlakı etkilediğini
belirtmiş ancak açık toplumlarda bu etkiden açık bir şekilde söz etmemiştir. Filozofun
ileri sürdüğü görüşlerinden hareketle bize göre açık ahlakta mistiklerin yer alması, onun
bu ahlak anlayışında da dinin etkisi olduğunun göstergesidir. Bergson’un sezgisi, din ve
ahlak anlayışlarını etkilerken, din de ahlak anlayışında belirleyici olmuştur.
Bergson, bilimsel bilginin kabul edildiği, metafizik bilginin yok sayılıp göz ardı
edildiği bir dönemde, farklı bir görüş ortaya koymuş, bilgiye farklı kaynaklar aramış,
düalist ve dinamik bir anlayış geliştirmiştir. Felsefesine birçok eleştiri yöneltilmesine
rağmen, her şeyin madde ve maddi alem olmadığını belirterek düşüncelerini savunan
Bergson’un, yaşadığı döneme hakim olandan farklı bir görüş sunması, diğer insanların
fikirlerine ve etkilerine rağmen düşüncelerinin ardından gitmesi, onun felsefesini özgün
kılmaktadır.
Kant’la beraber başlayan felsefe ve bilimde metafiziğin elenmesi yönünde
devam eden gelişmeler Bergson’un yaklaşımıyla farklı bakış açılarının imkanını,
metafiziği ilgilendiren konuların her zaman tartışma konusu olabileceğini dolayısıyla bu
konuları bilme isteği ve arayışının insanlar için daima devam edeceğini göstermesi
bakımından da kanaatimizce önemlidir.
Bergson’un yetiştiği çevreden farklı görüşler sunması ve bunları yöneltilen
eleştirilere karşı savunması, özgün fikirlerin çoğalması açısından bizlere örnek ve ilham
kaynağı olmaktadır.
105
KAYNAKÇA
Kitaplar
AKARSU, Bedia, 1998, Felsefe Terimleri Sözlüğü, İnkılap Kitabevi, İstanbul.
ARON, Raymond, 2010, Sosyolojik Düşüncenin Evreleri, çev. Korkmaz Alemdar,
Kırmızı Yayınları, 8. Baskı, İstanbul.
AYDIN, Mehmet S, 2010, Din Felsefesi, İzmir İlahiyat Vakfı Yayınları, No 2, 12.
Baskı, İzmir.
BAYRAKTAR, Levent, 2010, Bergson’da Ruh-Beden İlişkisi, Dergah Yayınları,
İstanbul.
BERGSON, Henri, 1959, Zihin Kudreti, çev. Miraç Katırcıoğlu, Maarif Basımevi,
İstanbul.
BOLAY, Süleyman Hayri, 2009, Felsefe Doktrinleri ve Terimleri Sözlüğü, Nobel Yayın
Dağıtım, Ankara.
CEVİZCİ, Ahmet, 2004, Felsefe Ansiklopedisi, Etik Yayınları, Cilt 2, İstanbul.
DELEUZE, Gılles, 2006, Bergsonculuk, çev. Hakan Yücefer, Otonom Yayıncılık,
İstanbul.
EDHEM, Subhi, 2014, Bergson ve Felsefesi, Çizgi Kitabevi, Konya.
ER, Sadık Erol, 2012, Gilles Deleuze’ün Fark Felsefesi, Çizgi Kitabevi, Konya.
ERDEM, Hüsameddin, 2010, Problematik Olarak Din-Felsefe Münasebeti, Hü-Er
Yayınları, 4. Baskı, Konya.
GÜNDOĞAN, Ali Osman, 2013, Bergson, Say Yayınları, İstanbul.
HÖFFE, Otfried, 2005, Felsefenin Kısa Tarihi, çev. Okşan Nemlioğlu Aytolu, İnkılap
Kitabevi, İstanbul.
HÖKELEKLİ, Hayati, 1997, ‘Hads’, DİA, c.15, İstanbul.
106
KANT, Immanuel, 2002, Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi, çev. İoanna Kuçuradi,
Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara.
KIVILCIMLI, Hikmet, 2008, Bergonizm, Köxüz Yayınları, y.y.
Kutsal Kitap Eski ve Yeni Anlaşma (Tevrat, Zebur, İncil), 2014, Kitab-ı Mukaddes
Şirketi, Kore.
ÖZLEM, Doğan, 2015, Etik-Ahlak Felsefesi, Notos Kitap Yayınevi. İstanbul.
RUSSELL, Bertrand, 1997, Batı Felsefesi Tarihi, çev. Muammer Sencer, Say Yayınları,
İstanbul.
TEVFİK, Rıza, 2005, Bergson Hakkında, Çizgi Kitabevi, Konya.
TOPÇU, Nurettin, 2011, Bergson, Dergah Yayınları, İstanbul.
ULAŞ, Sarp Erk, 2002, Felsefe Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara.
YARAN, Cafer Sadık, 2012, Din Felsefesine Giriş, Değerler Eğitimi Merkezi
Yayınları, İstanbul.
-1986, Yaratıcı Tekamül, çev. Şekip Tunç, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul.
-1997, Şuurun Doğrudan Doğruya Verileri, çev. M. Şekip Tunç, Milli Eğitim Basımevi,
İstanbul.
-2010, Felsefe Tarihi, Say Yayınları, İstanbul.
-2011, Gülme, çev. Yaşar Avunç, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
-2013, Ahlakın ve Dinin İki Kaynağı, çev. M. Mukadder Yakupoğlu, Doğu-Batı
Yayınları, Ankara.
-2013, Paradigma Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayıncılık, İstanbul.
-2014, Metafizik Dersleri, çev. B. Garen Beşiktaşlıyan, Pinhan Yayıncılık, İstanbul.
-2015, Madde ve Bellek, çev. Işık Ergüden, Dost Kitabevi, Ankara.
107
Tez ve Makaleler
ASLAN, Cemal, 2006, H. Bergson’un Din ve Ahlak Felsefesi, Marmara Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.
AYDOĞDU, Hüseyin, 2000, Bergson’un Madde Anlayışı, Atatürk Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Erzurum, 2000.
BİRCAN, Veysel, 2004, Bergson’un Ahlak Anlayışı, Marmara Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.
CENGİZ, Ceyhun Akın, 2012, Bergson’a Göre Varoluşsal Konumu Bakımından
İnsanın Durumu, Gazi Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi,
Ankara.
DEDE, Münir, 1996, F. W. Nietzsche ve H. Bergson’un Ahlak Anlayışları
(Karşılaştırmalı Olarak), Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Doktora Tezi, Erzurum.
DEMİR, Mehmet Nuri, 2011, Henri Bergson’un Felsefesinde Sezginin Yeri, Yüzüncü
Yıl Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Van.
EROĞLU, Ayşe, 2012, “Henri Bergson’da Bilinç-Sezgi İlişkisi”, SDÜ Fen Edebiyat
Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. 27, ss.81-102.
KILIÇ, Recep, 1993, “Ahlakı Temellendirme Problemi”, Felsefe Dünyası, Sayı 8,
Temmuz, ss.67-78.
KÖZ, İsmail, 2004/2, “Sezginin Bilgideki Yeri ve Önemi”, Felsefe Dünyası, S. 40,
ss.41-54.
KÖK, Mustafa,1996, Bergson Mistisizmi ve Problemleri, Ankara Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Erzurum.
KUŞ, Müge, 2014, Bergson’da Metafiziğin Yeni Boyutu, Muğla Sıtkı Koçman
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Muğla.
108
OKTAY, Ayşe Sıdıka, 2014, “Kınalızade Ali Efendi’de Ahlaki Yasa ve Değerlerin
Kaynağı Sorunu”, Uluslararası Kınalızade Ailesi Sempozyumu Bildiriler Kitabı,
SDÜ İlahiyat Fakültesi Yayınları, ss. 383-390.
ÖZTÜRK, Kadriye, 2007, Henri Bergson’da Süre, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Ankara.
SUNAR, Cavit, 1961, “Bergson’da Zeka ve Sezgi”, Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, ss.39-44.
SÜTCÜ, Özcan Yılmaz, 2011, Bergson ve Sinemada Düşünce Hareketi/ İmge Hareketi,
Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İzmir.
ŞENER, Habib, 2004, Bergson’un Bilgi Anlayışı ve M. Şekip Tunç’a Yansıması, Atatürk
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Erzurum.
TOKAY, Medar,1988, Bergson’un Metafizik Anlayışı, İstanbul Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.
YILDIZ, Yakup, 2011, “Bergsonculuğun Türkiye’ye Girişi ve Türk Felsefesine Etkisi”,
Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi, c. 9, S. 17, ss. 333-356.
-1961, “Evrimcilik ve Bergson”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, C.IX,
Ankara, ss.99-108.
-1970, “Bergson’da Şuur Halleri ve Zaman”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, c.XVIII, Ankara, ss. 47-66.
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.5aeee5
47973126.98538924, e.t.17.05.2018
http://www.toplumdusmani.net/modules/wordbook/entry.php?entryID=2865/fantastik-
nedir+fantastik-ne-demek, e.t.17.05.2018
http://www.fetva.net/yazili-fetvalar/kenz-i-mahfi-gizli-hazine-sozu.html, e.t.17.05.2018
109
ÖZGEÇMİŞ
Adı Soyadı : Funda OZA
Doğum Yeri ve Yılı : Denizli/Çivril-1991
Medeni Hali : Evli
Yabancı Dili : İngilizce
E-posta : [email protected]
Eğitim Durumu
Lise : Çivril Lisesi, 2009.
Lisans : SDÜ, Fen Edebiyat Fakültesi, Felsefe Bölümü, 2014.