SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

250
T. C. SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI TÜRK ROMANINDA MİTOLOJİK UNSURLAR (1923-1960) Ebru VURAL ARSLAN 0930205101 YÜKSEK LİSANS TEZİ DANIŞMAN Yrd. Doç. Dr. CAFER GARİPER ISPARTA 2016

Transcript of SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

Page 1: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

T. C.

SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI ANABİLİM DALI

TÜRK ROMANINDA

MİTOLOJİK UNSURLAR (1923-1960)

Ebru VURAL ARSLAN

0930205101

YÜKSEK LİSANS TEZİ

DANIŞMAN

Yrd. Doç. Dr. CAFER GARİPER

ISPARTA 2016

Page 2: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

i

TEZ SAVUNMA TUTANAĞI

Page 3: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

ii

Page 4: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

iii

ÖZET

TÜRK ROMANINDA

MİTOLOJİK UNSURLAR (1923-1960)

Ebru VURAL ARSLAN

Süleyman Demirel Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı

Yüksek Lisans Tezi, 235 sayfa, Ocak 2016

Danışman: Yrd. Doç. Dr. Cafer GARİPER

Bu çalışma, 1923-1960 yılları arasındaki Türk romanındaki mitik unsurları

belirlemeyi konu edinmektedir. Çalışmada mitin tanımını, kökenini, işlevini, yapısını

ve edebiyatla olan ilişkisini belirlemek; mitleri sınıflandırmak; 1923-1960 yılları arası

Türk romanının kaynağında hangi mitolojik birikimin bulunduğunu ve ele alınan

romanlarda mitin nasıl yer aldığını ortaya koymak amaçlanmıştır.

Çalışma üç bölümden oluşmaktadır. Giriş bölümünde mitin tanımı, kökeni,

işlevi ve mitlerin sınıflandırılması yer almaktadır. Mitin tanımı yapılırken öncelikle

sözlüklerdeki tanımlara başvurulmuş, farklı ekollerin görüşlerine de değinilerek miti

tanımlama çabası içinde olunmuştur. Bu sırada miti tanımlamanın ne kadar güç olduğu

anlaşılmıştır. Çünkü mitler sadece bilim ve sanat alanlarında değil yaşamın da içinde

bulunmaktadır ve bir işleve sahiptir. Mitlerin kökeninde korku, kaygı gibi duyguların

yer aldığı ve bu duyguların insan zihninin süreçlerinden geçerek mitoslara, ritüellere ve

edebiyata sembolik bir dil olarak yansıdığı görülmüştür. Doğa olaylarından korkan,

başına ne geleceğinden kaygı duyan ilkel insan bilme isteğine kapılarak mitoslar

uydurmuştur. Olaylara, varlıklara ve nesnelere kutsal özellikler yüklemiş, arketipleri

oluşturmuştur. Böylece korkularından, kaygılarından uzaklaşma imkânı yakalamıştır.

İlkel insanın bu ögelere kutsal özellikler yüklemesi inanışlarla ilgilidir. Bu sebeple

çalışmada mitin inanış ve inançlarla olan ilişkisine de değinilmiştir. Erken dönem insan,

ritüellerle kendi hayatını, eylemlerini düzenlemiş, böylece mitlerin devamlılığını

sağlamıştır. Mitler hayatı düzenleme işlevinin yanı sıra farklı medeniyetlerin

sanatlarında da önemli bir işleve sahip olmuştur. Giriş bölümünün son kısmını mitlerin

sınıflandırılması oluşturmaktadır. Mitler; kozmogonik, teogonik, eskatolojik,

antropogonik, kahramanlık ve ritüel mitleri olarak sınıflandırılmıştır.

Çalışmanın birinci bölümünde mitin yapısı belirlenmeye çalışılmıştır. Mitin

yapısı ortaya konulurken mit ve gerçeklik sorununa değinilmiş; mitlerin gerçeklikle

ilişkiler ağı farklı görüşlere yer verilerek ele alınmıştır. Bunun yanında mit ve bilincin

süreçleri kısmı; mit ve arketip, mit ve sembolik dil, mit ve düşler olmak üzere alt

başlıklara ayrılmıştır. Bu başlıklarda insan zihninin hangi süreçlerden geçtiği, nasıl bir

sembolik dil ve arketip oluşturduğu belirlenmeye çalışılmıştır. Birinci bölümde kişisel

mit kavramına yer verilmiş, bunun yanında mitin kültürlenme sürecinde nasıl bir işleve

Page 5: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

iv

sahip olduğu ortaya konulmuştur. Son olarak mitin zaman ve mekânla olan ilişkisinden

söz edilmiştir.

İkinci bölümde mitin edebiyatla olan ilişkisi yer almaktadır. Öncelikle mitin

erken dönem anlatı türleriyle olan ilişkisi verilmiş olup miti destan, masal ve efsaneden

yapısal olarak ayıran yönler ele alınmıştır. Mitosla dilin ilişkisi İmge, Sembol ve İzlekler

başlığı altında incelenmiştir. Dilin vazgeçilmezi olan mecazların alt yapısında mitik

bilincin yer aldığı görülmüştür. Bu mitik bilinç edebiyatta imge, sembol ve izlekleri

oluşturmuştur. Böylece mitik bilincin modern edebiyata ya da başka bir deyişle

edebiyatta nasıl dönüştüğü sorgulanarak bu konu hakkında çeşitli görüşlerden

faydalanılmıştır. Mitos, epos ve modern edebiyata doğru ilerleyen süreç hakkında bilgi

verilmiştir.

Üçüncü bölümde 1923-1960 yılları arasındaki Türk romanında hangi mit

türlerinin yer aldığı, romanların hangi mitik unsurlara sahip olduğu belirlenmeye

çalışılmıştır. Bu yıllar arasında yayımlanan yirmi üç romanda mitik ögelere

rastlanmıştır. Bu mitik ögelerde kozmogoni, eskatoloji, kahramanlık, ritüel

mitoslarından izler saptanmıştır. Bunun dışında Türk romanında karşılaşılan mitik

unsurlar arasında tanrılar/tanrıçalar, mitolojik kahramanlar, mitolojik varlıklar ve

mitin şamanizmle kesişen yönleri maddeler hâlinde verilmiştir. Romanlarda karşılaşılan

mitik unsurların kullanımında derin yapı ve yüzey yapı olmak üzere iki boyut olduğu

anlaşılmıştır. Yüzey yapıya yansıyan mit görünümü, benzetme ya da betimleme ögesi

biçiminde görülürken derin yapıda doğrudan ya da kapalı göndermelerle mitik süreklilik

sağlanmıştır. Buna bağlı olarak yazarların eserin dünyasında mitik unsurlara bilinçli

olarak yer verip vermediği tartışılmıştır.

Anahtar Kelimeler: Mit, edebiyat, 1923-1960 yılları arası Türk romanı, arketip,

ritüel

Page 6: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

v

ABSTRACT

MYTHOLOGICAL ELEMENTS

IN TURKISH NOVEL (1923-1960)

EBRU VURAL ARSLAN

Süleyman Demirel University

Graduate School of Social Sciences

Department of Turkish Language and Literature

Master’s Thesis, 235 pages, January 2016

Advisor: Assist. Prof. Dr. Cafer Gariper

This study focuses on defining the mythic elements in Turkish novels between

1923 and 1960. It aims to identify the definition, the origin, the function, the structure of

myths and to detect the relation between myths and literature. The study also intends to

classify the myths, to reveal the mythological units that lie under the source of Turkish

novels and to show the way that myths are used in selected novels.

The study is composed of three sections. The introduction section is devoted to

the definition, the origin, the function and the classification of myths. The definitions of

dictionaries were used in order to define “myths”. Additionally, different opinions of

scholars were mentioned during the quest of the adefinition. During this study the

difficulty of defining myths has been also realized since myths do not only exist in

scientific areas or arts but also are a part of life and have functions. It is observed that

myths are originated from emotions such as fear or worry and these emotions turn into

mythoi, rituals and a symbolical language in literature after being processed by the

human mind. The primitive human, who was afraid of natural incidences and who

constantly worried about what was going to happen to him next, was captivated by the

desire to know and therefore he started to fictionalize mythoi. He attributed holy

features to incidences, beings and objects and constructed archetypes. Thus he created

an opportunity to escape from his fears and worries. The attribution of holy features that

primitive human made were related with beliefs. For this reason the relation between

myths and faiths and beliefs is also analyzed in this study. Primitive human organized

his life and his actions with rituals and therefore contributed to the lastingness of myths.

In addition, to its life organizing function, myths had also an important role in the arts

of different civilizations. The end of the introduction section is designated to the

classification of myths. The classification is as follows: cosmogonic, theogonical,

eschatological, anthropogenic, heroic and ritual myths.

In the first section of this study, the structure of myths was attempted to be

established. During this phase the duality of myth and reality was mentioned and the

web of relations between myths and reality was discussed by referring to different

Page 7: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

vi

opinions. The section is divided into subsections such as myth and the phases of

consciousness, myth and archetypes, myth and symbolical languages, myth and dreams.

The processes that human mind goes through, the type of symbolical languages and

archetypes created are elaborated under these subsections. The concept of personal myth

and the function of the myth in the cultivation process have been analyzed in the first

section. Eventually, the relation between myths and time and space has been explained.

The second section focuses on the relation between myth and literature. First, the

connection between myths and narrations of early periods has been analyzed before

explaining the structural differences among myths, sagas, legends and fairy tales. The

relation between mythos and language has been illuminated under the title of “Images,

Symbols and Themes”.

It is observed that there is mythic consciousness underneath the metaphors

which are the irreplaceable elements of a language. This mythic consciousness has

created the images, symbols and themes in literature. Thereby the transformation of

mythic consciousness into or in other words within the modern literature has been

pondered with the help of several opinions on this subject. Information about the course

of respectively mythos, epos and modern literature has been given.

The third section encompasses the types of myths existing in the period between

1923 and 1960 and the types of mythic elements that the novels possessed. Mythic

elements have been detected in twenty two novels written in this period. Traces of

cosmogonic, eschatological, heroic and ritual mythoi have been observed in these

mythic elements. Apart from these findings, other mythic elements encountered in

Turkish novel such as gods/goddesses, mythological heroes and creatures as well as the

common features of myths and shamanism have been listed. It is realized that the usage

of mythic elements in the novels are separated into two dimensions such as deep

structure and surface structure. The surface structure of a myth is seen as analogies and

descriptions while the deep structure provides continuity with direct or indirect

references. In correlation with this issue, whether the author has consciously included

mythic elements in the context of his work has been discussed.

Key words: Myth, literature, Turkish novel between 1923 and 1960, archetype,

ritual

Page 8: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

vii

İÇİNDEKİLER

TEZ SAVUNMA TUTANAĞI .................................................................................................... i

YEMİN METNİ ....................................................................... Hata! Yer işareti tanımlanmamış.

ÖZET .......................................................................................................................................... iii

ABSTRACT ................................................................................................................................. v

İÇİNDEKİLER ......................................................................................................................... vii

ÖN SÖZ ..................................................................................................................................... xii

GİRİŞ ........................................................................................................................................... 1

MİTİN TANIMI, KÖKENİ, İŞLEVİ VE MİTLERİN SINIFLANDIRILMASI .................. 1

1. Mitin Tanımı ......................................................................................................................... 1

2. Mitin Kökeni ......................................................................................................................... 9

3. Mitin İşlevi .......................................................................................................................... 12

4. Mitin Sınıflandırılması ........................................................................................................ 15

4. 1. Kozmogoni Mitleri ...................................................................................................... 15

4. 2. Teogonik Mitler .......................................................................................................... 26

4. 3. Antropogonik Mitler ................................................................................................... 31

4. 4. Eskatoloji Mitleri ........................................................................................................ 37

4. 5. Tarihi Mitler ve Kahramanlık Mitleri ......................................................................... 39

4. 6. Ritüel Mitleri/Mitoslar ................................................................................................ 41

BİRİNCİ BÖLÜM .................................................................................................................... 43

MİTİN YAPISI.......................................................................................................................... 43

I. 1. Mit ve Gerçeklik .............................................................................................................. 44

I. 2. Mit ve Bilincin Süreçleri ................................................................................................. 47

I. 2. 1. Mit ve Arketipler ..................................................................................................... 49

I. 2. 2. Mit ve Düşler ........................................................................................................... 52

I. 2. 3. Mit ve Sembolik Dil ................................................................................................ 54

I. 3. Kişisel Mit ...................................................................................................................... 56

I. 4. Mit ve Kültür ................................................................................................................... 58

I. 5. Mit ve Zaman İlişkisi ....................................................................................................... 59

I. 6. Mit ve Mekân İlişkisi ....................................................................................................... 60

İKİNCİ BÖLÜM ....................................................................................................................... 62

MİT VE EDEBİYAT ................................................................................................................ 62

II. 1. Mitin Diğer Erken Dönem Türlerle Yapısal İlişkiler Ağı .............................................. 62

II. 2. Mit-Edebiyat İlişkisi ....................................................................................................... 66

Page 9: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

viii

II. 2. 1. İmge, Sembol ve İzlekler........................................................................................ 66

II. 2. 2. Yapı Ögesi Olarak Mitler ....................................................................................... 68

II. 2. 3. Mitin Modern Edebiyata/Edebiyatta Dönüştürülmesi ............................................ 70

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM ................................................................................................................... 72

MODERN TÜRK ROMANI VE MİTLER ( 1923-1960) ...................................................... 72

III. 1. Modern Türk Romanında Mitik Görünüm .................................................................... 72

III. 1. 1. Kozmogonik Mitler ............................................................................................... 72

III. 1. 2. Eskatoloji Mitleri .................................................................................................. 80

III. 1. 3. Kahramanlık Mitleri .............................................................................................. 89

III. 1. 4. Ritüel Mitleri ......................................................................................................... 95

III. 1. 5. Teogonik Mitler .................................................................................................. 101

III. 1. 6. Antropogonik Mitler ........................................................................................... 101

III. 2. Türk Romanında Mitolojik Unsurlar .......................................................................... 101

III. 2. 1. Tanrılar- Tanrıçalar ............................................................................................. 101

III. 2. 1. 1. Aphrodite .................................................................................................... 101

III. 2. 1. 2. Apollon Febüs (Phoibos) ........................................................................... 105

III. 2. 1. 3. Artemis (Diana) ........................................................................................... 109

III. 2. 1. 4. Athena ......................................................................................................... 110

III. 2. 1. 5. Atlas ............................................................................................................ 112

III. 2. 1. 6. Demeter ....................................................................................................... 113

III. 2. 1. 7. Dionysos...................................................................................................... 114

III. 2. 1. 8. Eos ............................................................................................................... 117

III. 2. 1. 9. Erinys’ler ..................................................................................................... 118

III. 2. 1. 10. Eros ........................................................................................................... 120

III. 2. 1. 11. Hephaistos ................................................................................................. 123

III. 2. 1. 12. Hora’lar ..................................................................................................... 127

III. 2. 1. 13. İsis ve Osiris .............................................................................................. 127

III. 2. 1. 14. Nut ............................................................................................................. 128

III. 2. 1. 15. Pan ............................................................................................................. 129

III. 2. 1. 16. Poseidon (Neptün) ..................................................................................... 130

III. 2. 1. 17. Prometheus ................................................................................................ 132

III. 2. 1. 18. Provezza .................................................................................................... 134

III. 2. 1. 19. Selene ........................................................................................................ 135

III. 2. 1. 20. Semiramis .................................................................................................. 137

III. 2. 1. 21. Themis ....................................................................................................... 138

Page 10: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

ix

III. 2. 1. 22. Umay ......................................................................................................... 139

III. 2. 1. 23. Wodan (Odin) ........................................................................................... 140

III. 2. 1. 24. Zeus ........................................................................................................... 142

III. 2. 2. Mitolojik Kahramanlar ........................................................................................ 148

III. 2. 2. 1. Adonis ......................................................................................................... 148

III. 2. 2. 2. Akhilleus ve Hektor .................................................................................... 150

III. 2. 2. 3. Amazonlar ................................................................................................... 151

III. 2. 2. 4. Atalante ....................................................................................................... 158

III. 2. 2. 5. Bakkha’lar ................................................................................................... 159

III. 2. 2. 6. Demokles .................................................................................................... 161

III. 2. 2. 7. Ganymedes .................................................................................................. 162

III. 2. 2. 8. Gordius ........................................................................................................ 162

III. 2. 2. 9. Herakles (Herkül) ........................................................................................ 163

III. 2. 2. 10. Hippolytos ve Phaidra ............................................................................... 164

III. 2. 2. 11. Narkissos ve Ekho ..................................................................................... 166

III. 2. 2. 12. Niobe ......................................................................................................... 167

III. 2. 2. 13. Odysseus ve Penelope ............................................................................... 168

III. 2. 2. 14. Oidipus ...................................................................................................... 169

III. 2. 2. 15. Orion ......................................................................................................... 173

III. 2. 2. 16. Orpheus ..................................................................................................... 174

III. 2. 2. 17. Psykhe ....................................................................................................... 176

III. 2. 2. 18. Sibylla ....................................................................................................... 177

III. 2. 2. 19. Siegfried .................................................................................................... 178

III. 2. 2. 20. Sisyphos .................................................................................................... 180

III. 2. 2. 21. Tantalos ..................................................................................................... 181

III. 2. 3. Mitolojik Varlıklar .............................................................................................. 183

III. 2. 3. 1. Devler, Canavarlar ...................................................................................... 183

III. 2. 3. 2. Ejderler ........................................................................................................ 185

III. 2. 3. 3. Hermaphroditos ........................................................................................... 187

III. 2. 3. 4. Hümâ Kuşu (Umay) .................................................................................... 188

III. 2. 3. 5. Kentaur’lar .................................................................................................. 189

III. 2. 3. 6. Kureta’lar .................................................................................................... 190

III. 2. 3. 7. Kykloplar .................................................................................................... 190

III. 2. 3. 8. Mainadlar ................................................................................................... 191

III. 2. 3. 9. Musa’lar ...................................................................................................... 192

Page 11: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

x

III. 2. 3. 10. Nympheler (Dryadlar, Naiadlar, Nereidler) ............................................. 193

III. 2. 3. 11. Phokos ....................................................................................................... 197

III. 2. 3. 12. Satyrler ...................................................................................................... 198

III. 2. 3. 13. Sirenler ...................................................................................................... 199

III. 2. 3. 14. Sphinks ...................................................................................................... 202

III. 2. 3. 15. Ülker (Pleiad’lar) ...................................................................................... 203

III. 2. 3. 16. Zümrüdü Anka .......................................................................................... 204

III. 2. 4. Şamanizm ve Mitik Yapı .................................................................................... 205

SONUÇ .................................................................................................................................... 219

KAYNAKÇA ........................................................................................................................... 228

a) Kitaplar............................................................................................................................ 228

b) Sözlük, Makale, Deneme, Kitap Bölümü, Tez, vd. ...................................................... 231

c) Elektronik Ortamdaki Kaynaklar................................................................................. 234

ÖZ GEÇMİŞ............................................................................................................................ 235

Page 12: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

xi

KISALTMALAR

Age: Adı geçen eser

Agm: Adı geçen makale

Agt: Adı geçen tez

Bkz: Bakınız

Çev. : Çeviren

Haz. : Hazırlayan

S. : Sayı

s. : Sayfa

vb. : Ve benzeri

vd. : Ve diğerleri

Page 13: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

xii

ÖN SÖZ

“Mitleri bilmek demek, nesnelerin kökenindeki sırrı öğrenmek demektir.”1

Nesnelerin kökenindeki sırrı öğrenmenin büyük bir anlamı ve işlevi vardır. İnsan

öğrendikçe sırrını çözdüğü şeye hâkim olur. Bu öğrenme eylemi onu yaratıcı hâle

getirir. Mitler insan bilincinin farklı süreçlerinden geçip zaman ve mekânı aşarak insana

ve insanın doğasına ait gerçekliği simgeler vasıtasıyla ortaya koyar. Sürekliliğini gerek

edebiyat ve sanatta gerekse insanın günlük yaşamına ait olaylarda koruyan mit, bir

toplumun kültür ürünlerini sunarken aslında bizleri evrensele ulaştırır. Çünkü mitlerde

bir topluma ait insanın değil varlık olarak insanın ele alınması söz konusudur.

Coğrafyaları ve yaşam tarzı farklı olan kültürlerde aynı türden mitlere rastlanılması bu

durumu kanıtlayıcı niteliktedir. İnsanın içinde bulunduğu şartlar elbette birtakım

farklılıkların oluşmasına yol açacaktır. Ancak temelde var olan şey insan zihninin aynı

şekilde işlemesidir. İnsan, farklı durumlar ve olaylar karşısında benzer duygulara

kapılmış ve bu duygular insan zihninin yaratıcılığını ortaya çıkarmıştır. İnsan, ortaya

koyduğu her eserin, gerçekleştirdiği her ritüelin merkezine mitleri almıştır. İlk ve kutsal

olanın bilgisini sunan mit, ritüellerle ya da günlük yaşamdaki birtakım olay ve

durumlarla tekrar edilerek devamlılığını korur, insanı geleceğe aktarır.

Mitler zamanla çeşitli ekollerin farklı yorumlarıyla zenginleşmiştir. Bugün geniş

bir alana yayılan mit, farklı disiplinlerin beslendiği büyük bir kaynak olarak

görülmektedir. Gerek psikoloji, antropoloji, sosyoloji, tarih, coğrafya gibi sosyal

bilimlerin gerekse matematik, fizik, mimari, astronomi gibi fen bilimlerinin temel

çalışmalarına bakıldığında bünyelerinde mitlerin doğrudan ya da dolaylı olarak yer

aldığı gözlemlenmektedir. Bundan dolayı bu çalışmanın konusu belirlenirken nesnelerin

kökenindeki bu sırrı öğrenmek ve mitlerin Türk romanlarına nasıl yansıdığını ortaya

koymak amaçlanmıştır.

Çalışmanın teori bölümünde mitin tanımı, kökeni, işlevi, yapısı, gerçeklik

sorunsalı, bilinç süreçleriyle olan ilişkisi ele alınmış olup mitin edebiyattaki yeri, işlevi

ve hangi arketiplerle, sembollerle edebiyat eserlerine yansıdığına yer verilmeye

çalışılmıştır. Bu çalışma yapılırken mitin kapsamıyla ilgili pek çok görüşün olduğu

anlaşılmıştır. Boş, uydurma söz, masal, ustûre, efsane gibi pek çok terimle karşılanmaya

çalışılan mitin tanımını yapmanın oldukça güç olduğu görülmüştür. Mit bağımsız bir tür

olmadığı için mitin sınırlarını çizerek bir tanım yapmak oldukça güçtür. Bu sebeple

mitin ne olduğu belirlenmeye çalışılırken farklı görüşlere yer verilmiştir. Farklı

disiplinler tarafından ortaya atılan görüşler yorumlanarak mitin ne olduğuyla ilgili bir

sonuca gidilmeye çalışılmıştır.

Çalışma üç ana bölümden oluşmaktadır. Çalışmanın giriş bölümünde mitin

tanımı, kökeni ve işlevine yer verilmiş, mitler sınıflandırılmıştır. Birinci ve ikinci

bölümlerde ise mitin yapısı ve edebiyatla olan ilişkisi ortaya konulmuştur. Birinci ve

ikinci bölümlerde mitle ilgili teorik bilgilere yer verilirken mitoloji alanında önemli

çalışmalar yapmış Mircea Eliade, Joseph Campbell, Bronislaw Malinowski, Levì Bruhl,

Levì Strauss, Ernst Cassirer, Sigmund Freud, Carl Jung, Northrop Frye, A. Robert Segal

gibi bilim adamlarının görüşlerinden yararlanılmıştır.

Üçüncü bölüm olan Modern Türk Romanı ve Mitler başlığı altında ise 1923 ile

1960 yılları arasında kaleme alınarak tefrika edilmiş ya da yayımlanmış olan romanlar

1 Mircea Eliade, Mitlerin Özellikleri, Çev. Sema Rıfat, Om Yayınevi, İstanbul 2001, s. 23.

Page 14: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

xiii

incelenmiştir. Bu yıllara ait Türk romanlarının kaynağında hangi mitolojilerin yer aldığı

belirlenmiştir. Bu çalışmada birtakım zorluklar yaşanmıştır. Bu zorluklardan ilki hangi

romanlarda mitik unsurların yer aldığını belirlemek olmuştur. Araştırma ve inceleme

kitapları ihtiyaca tatmin edici bir şekilde cevap vermemiştir. Cumhuriyetin ilanından

sonra ortaya çıkan edebiyat akımları ve bu akımların bağlı oldukları görüşler

çerçevesinde hangi yazarların mitolojiye yer verebileceği yönünde bir sınırlamaya

gidilmiştir. Bunun haricinde roman tahlillerine yer verilen inceleme kitaplarındaki

makalelerden ve eserlerini bu dönemde yayımlamış olan yazarlarla ilgili yapılan

tezlerden faydalanılmıştır. Bu çalışmaların sonucunda tarama ve fişleme yoluna

gidilmiştir. Çalışmanın diğer zorluğu ise bu dönemdeki romanların ilk basımlarına ya da

tefrikalarına ulaşmakta yaşanan güçlüktür. Bu nedenle çalışmada mümkün olduğunca

romanların en eski tarihli baskısı esas alınmıştır.

Tanzimat yıllarında başlayan yenileşme hareketi, 20. yüzyılın ilk yıllarından

itibaren Nev-Yunanîlik akımının ortaya koyduğu fikirlerle birlikte farklı tartışmalara

konu olur. Türk edebiyatının kaynak olarak Yunan-Latin kültürü ve edebiyatını alması

gerektiğiyle ilgili fikirlere Millî Edebiyat gibi farklı akımlarca karşı çıkılır. Nev-

Yunanîlik akımının öne sürdüğü görüşler, dönemi içinde çok etkili olamasa da

Cumhuriyet döneminde bazı yazarların bu görüşe yaklaşmaları ve 1940’larda Millî

Eğitim Bakanlığı’nın başlatmış olduğu tercüme faaliyetleri sayesinde büyük bir açılım

imkânı bulur. Bununla beraber modern Türk edebiyatında özellikle Yunan mitolojisi ve

sanatına daha çok yer verilmeye başlanır.2 Bu sebeple bu çalışma Cumhuriyet’in ilanı

yani 1923’ten başlatılmıştır ve 1960’a kadarki süreçte kaleme alınan romanlarda mitlere

yer verilip verilmediği, hangi milletlerin mitolojilerinin yer aldığı ve mitin edebî eserde

nasıl kullanıldığı belirlenmeye çalışılmıştır.

1923-1940 yılları arasında yazılan nitelikli romanların yanı sıra sanat

kaygısından uzakta, romanı bir geçim aracı olarak gören ve gazete tefrikacılığıyla yazı

hayatlarını sürdüren romancılar çoğunluktadır.3 Bu çalışmada sanat kaygısından uzak

olarak değerlendirilebilecek bu tür romanlar incelenmemiştir. Popüler halk

romancılığının bir türü olan tarihsel romanlarda da bazı yazarların kendi ideolojileri

çerçevesinde konusunu tarihten alan eserler kaleme aldıkları görülür. Bunlardan büyük

bir çoğunluğu, Abdullah Ziya Kozanoğlu ve Murat Sertoğlu’nun farklı tarihlerde

kaleme aldıkları Battal Gazi Destanı gibi macera romanı niteliğinde olduğu ve sanat

kaygısı taşımadığı için incelemeye alınmamıştır. Bu romanlar arasında Malkoçoğlu,

Kozanoğlu, Patronalılar, Kolsuz Kahraman gibi popüler romanlar yer almaktadır.

Araştırmamız sonucunda yirmi üç romanda mitik yapıya rastlanmıştır. Bu

romanlar kronolojik olarak şu şekildedir: Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Hüküm

Gecesi (1927), Sodom ve Gomore (1928), Yaban (1932), Ankara (1934), Bir Sürgün

(1937) romanları; Kemal Bilbaşar’ın Denizin Çağırışı (1943) romanı; Ahmet Hamdi

Tanpınar’ın Mahur Beste (1944 Ülkü dergisinde tefrika edilmiştir.) romanı; Halikarnas

Balıkçısı’nın Aganta! Burina! Burinata!(1945)4 romanı; Hüseyin Nihal Atsız’ın

Bozkurtların Ölümü (1946), Bozkurtların Dirilişi (1949) romanları; Ahmet Hamdi

2 Cafer Gariper, “Bir Medeniyet ve Sanat Projesi Olarak Yahya Kemal’in Arayışlarının Yol Açtığı Yeni

Bir Yöneliş: Nev-Yunanîlik”, Beyatlı –Ölümünün 50. Yılı–, T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı

Yayınları, İstanbul 2008, s. 114-126. 3 Osman Gündüz, “1923-1950 Arası Popüler Halk Romancılığı”, Yeni Türk Edebiyatı El Kitabı (Editör:

Ramazan Korkmaz), Grafiker Yayıncılık, Ankara 2005, s. 397. 4 Bu eserin basım tarihi Olcay Önertoy’un Cumhuriyet Türk Roman ve Öyküsü adlı kitabında 1946 olarak

yer almaktadır. (İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara 1984).

Page 15: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

xiv

Tanpınar’ın Huzur (1949), Sahnenin Dışındakiler (1950) romanları; Yakup Kadri

Karaosmanoğlu’nun Panorama (1.Cilt) (1953) romanı; Orhan Hançerlioğlu’nun Oyun

(1953) romanı; Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Panorama (2. Cilt) (1954) romanı;

Kemal Tahir’in Sağırdere (1955) romanı; Halikarnas Balıkçısı’nın Ötelerin Çocuğu

(1955) romanı; Kemal Tahir’in Körduman (1957) romanı; Hüseyin Nihal Atsız’ın Deli

Kurt (1958) romanı; Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü (1959) romanı; Kemal Tahir’in

Köyün Kamburu (1959) romanı; Necati Cumalı’nın Tütün Zamanı (1959) romanı ve

Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam (1959) romanıdır. Çalışmaya başlarken öncelikle mitin ne olduğunu belirleyebilmek, miti

sınıflandırmak, edebiyatla olan ilişkisini ortaya koymak ve edebî eserlerin derin

yapısında yer alan mitik unsurların ne gibi bir işleve sahip olduğunu saptamak

hedeflenmiştir. Bu hedef doğrultusunda pek çok kitap, makale ve tez gözden geçirilerek

mitler yorumlanmaya çalışılmıştır. Hangi yazarların hangi romanlarda mite yer

verdikleri ve bu mitik unsurların yüzey yapıda mı, derin yapıda mı yer aldığıyla ilgili bir

sonuca ulaşılmıştır. Bazı romanlarda mitik unsurların sadece benzetme veya betimleme

olarak kullanıldığı gözlemlenirken bazı romanlarda ise mitlerin olay örgüsüyle

yoğrularak okuyucuya sunulduğu görülmüştür.

Bu çalışmada mitlerin aralamış olduğu kapılardan geçerek romanlara arketipsel

bir bakış açısıyla yaklaşılmış olundu. Kullanılan arketiplerin ve sembollerin ne anlama

geldiğini, işlevinin ne olduğunu öğrenmek ise bana farklı bakış açıları kazandırmış oldu.

Okuduğum kitaplarda, izlediğim filmlerde hatta gerçek yaşamdaki pek çok davranışın

ve inanışın kökeninde mitlere rastlamak beni hayrete düşürmekle beraber bu mitik

bilgiye sahip olmak bana doyumsuz bir haz verdi. Bu çalışmaya başlarken zihnimde

şekillenen mit anlayışı ile çalışmayı sona erdirdiğimde edinmiş olduğum bilgiler

birbirinden oldukça farklıdır. Önceleri mite sadece bir efsane, tanrıların hikâyeleri

olarak yaklaşırken çalışmanın sonunda anlıyorum ki mit, aslında her şeyin içindedir.

Mit sadece bir anlatı türü değil yaşamın her alanında karşılaşabileceğimiz ve pek çok

bilim dalıyla ilişki kurabileceğimiz bir alandır. Umarım yapmış olduğum bu çalışma,

okuyanlara ve akademik çalışma yapanlara faydalı olur.

Bu konuyu seçerken bana mit çalışmanın ne denli önemli olduğunu ısrarla

söyleyen, bu uzun çalışma döneminde sabırla tüm bilgi ve tecrübesiyle yol gösteren,

araştırmaların bilim ahlakı içinde gerçekleşmesi gerektiğini önemle vurgulayan, maddi

ve manevi olarak yardımlarını benden esirgemeyen saygıdeğer tez danışmanım Yrd.

Doç. Dr. Cafer Gariper’e teşekkürlerimi sunarım.

Bunun yanı sıra yüksek lisans yapmam konusunda en büyük destekçim olan

annem Nagihan Vural’a, çalışmam sırasında bana çalışma fırsatı yaratarak beni sabırla

destekleyen eşim Harun Arslan’a ve on yıldır her zor anımda olduğu gibi bu çalışmada

da yanımda olan Pınar Dağ’a ve bu çalışma sırasında pek çok konuda bana yardımcı

olan İnan Gümüş’e de teşekkür ederim.

Babam Zeki Vural’ın vefatından hemen sonra başlamış olduğum yüksek

lisansımı şu an dünyaya gelmek için bekleyen sevgili oğlum Tuna’yla bitiriyor olmanın

anlamı büyüktür. Bu zorlu ve uzun sürecin sonucu umarım beni etik değerler çerçevesi

içinde yapacağım bilimsel çalışmalara sevk eder.

Page 16: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

1

TÜRK ROMANINDA MİTOLOJİK UNSURLAR (1923-1960)

GİRİŞ

MİTİN TANIMI, KÖKENİ, İŞLEVİ VE MİTLERİN SINIFLANDIRILMASI

1. Mitin Tanımı

“Mitolojinin büyüleyici tarafı, kısmen onu

aynı anda pek çok bakış açısından

görebilmekten kaynaklanır. Her disiplin

değerli katkılarda bulunarak bütüne karşı

duyduğumuz hayranlığı arttırır.”5

Donna Rosenberg

Mit (mythe), söz, hikâye, masal anlamlarına gelen Yunanca mythos

kelimesinden türetilmiştir. Eski Yunancada “söz” için bir değil üç kelime kullanılırdı:

“Mythos”, “epos” ve “logos”. Mythos söylenen veya duyulan sözdür. Masal, öykü,

efsane anlamına gelir. Epos, belli bir düzen ve ölçüye göre söylenen, okunan sözdür.

Mythos’la epos arasında başından itibaren bir yakınlık vardır. Mythos söylenen sözün,

anlatılan öykünün içeriği ise, epos da onun doğal olarak aldığı ölçülü, süslü ve dengeli

biçimidir. Logos ise gerçeğin insan sözüyle dile gelmesidir. Logos yasal bir düzeni

yansıtır, insan bedeninde ve ruhunda bir logos bulunduğu gibi evrenin ve doğanın da bir

logosu vardır. Logos insanda düşünce, doğada kanundur, her yerde ve her şeyde vardır.6

Mythos’la epos uyumlu bir bütün içinde birleştikleri hâlde, onlarla logos

arasında ilkinden ve gün geçtikçe kesinleşen bir karşıtlık baş göstermiştir. Bilginler,

mythos’un uydurduğu epos’un dile getirdiği tanrı masallarını hor görmüşlerdir. Ne var

ki evren tanımını dile getirmek için bu bilginlerin çoğu da epos biçimine başvururlar.

Platon, Homeros’u tanrılar üzerine yalan uydurdu diye itham ederken, “Devlet” ve

“Gorgias” gibi önemli dialogların sonunda gerçeğin gerçeğini, tanrılar katındaki

5 Donna Rosenberg, Dünya Mitolojisi Büyük Destan ve Söylenceler Antolojisi, Çevirenler: Koray Akten

vd. , İmge Kitabevi, Ankara 2006, s. 26. 6 Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 5.

Page 17: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

2

hakikati gözler önüne sürmek için bir mythos uydurur. Her ne kadar mythos ve logos

birbirine karşıt görünse de bu iki sözcüğü birbirinden tamamen ayrı düşünmek

imkânsızdır. Nitekim mythologia sözcüğünde mythos ve logos’un, bu iki karşıt

kavramın birleştiği görülmektedir.7

Mythologia, erken İlk Çağda ‘masal anlatmak’ manasına gelen mythologein, ilk

çağın sonlarında ise ‘mythos derleyicilerinin yaptığı iş’i karşılayan mythographos

kelimesiyle aynı anlamları taşımaktadır. Ancak günümüzde mythologia yani mitoloji

için bu iki kelimenin anlamından daha geniş ve kapsayıcı tanımlar yapılır.8 Çeşitli bilim

ve sanat dallarına kaynaklık eden, onları besleyen mit ve onu bilim olarak ele alan

mitolojinin tanımı hususunda her yöneliş kendi anlayışları çerçevesinde bir tarif ortaya

koyma gayreti içinde olmuştur. Bu durum da mitin ne kadar zengin bir yapıya sahip ve

onu bir tanıma sığdırmanın imkânsız olduğunu gösterir. Bu sebeple mit ve mitolojiyi

öncelikle sözlük ve ansiklopedilerde yer alan tanımıyla ele almakta yarar vardır.

Türkçe Sözlük’te mit (Fr. mythe), “geleneksel olarak yayılan veya toplumun

hayal gücü etkisiyle biçim değiştiren, tanrı, tanrıça, evrenin doğuşu ile ilgili hayalî,

alegorik bir anlamı olan halk hikâyesi, mitos”9 olarak tanımlanır. “Mythos” ve “logos”

kelimelerini bünyesinde barındıran mitoloji (Fr. mythologie) de “mitleri, doğuşlarını,

anlamlarını yorumlayan, inceleyen bilim; bir ulusa, bir dine, özellikle Yunan, Lâtin,

uygarlığına ait mitlerin, efsanelerin bütünü”10

şeklinde tanımlanır.

Osmanlı döneminde mit kelimesine karşılık olarak ustûre, esâtir sözcükleri

kullanılmıştır. Kâmûs-ı Türkî’de esâtir şu şekilde tanımlanmaktadır: “[Yunanca

ütopia’dan me’hûz <ustûre> lisânımızda gayr-ı müsta’meldir.] Hurâfât, eski âvâm-ı

müşrikenin kâzib mabudları hakkında olan hikâyet ve nakliyat garibeleri: Esâtirü’l-

evvelîn, esâtirü’l Yunaniyye, esâtirü’l İraniyye.”11

Hüseyin Kâzım Bey de esâtir (mit)’i,

“‘ustûre’nin cem’i-isim-masallar, hikâyeler, efsâneler, hurâfeler, eski zamanların

ilâhlarına ve kahramanlarına müteallik hayâli rivâyetler”12

şeklinde açıklar. Ona göre:

7 Age, s. 5-6.

8 Age, s. 6.

9 Türkçe Sözlük, 2. Cilt, TDK Yayınları, Ankara 1998, s. 1571.

10 Age, s. 1571.

11 Şemseddin Sâmî, Kâmûs-ı Türkî, İkdam Matbaası, Dersaadet 1317, s. 94.

12 Aysun Çetin (Sinop), “Tanzimattan Cumhuriyete Türk Aydınlarının Mitolojiye Bakış Tarzı”, Ege

Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, (Yayımlanmamış

Yüksek Lisans Tezi), İzmir 1993, s. 4.

Page 18: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

3

“Esâtir kelimesi “yazılmış şeyler” demektir. Bu kelimeyle daha önce

yaşayanların yazmış oldukları eserlerin bütünü kastolunmuştur. Kelime takdirî

olarak çoğul anlamıyla kullanılır; tekili az kullanılan “ustûre”dir. Ustûre “satır”

kelimesinden türemiş olabileceği gibi Yunanca “isturya”dan da türemiş olabilir.

Batılılar ise “esâtir” karşılığı olarak “mitolojiyi” kullanmaktadırlar. Bununla

eskiden yaşamış tanrı, yarı tanrı ve kahramanlarının efsânevî hayatlarını ve Hint,

Fars, Yunan, Lâtîn, Germen, Kelt kavimlerinin ilk masallarını kastetmektedirler.”13

Sanat Ansiklopedisi’nde mit için “Kahramanlık devirlerine aid destan ve

masallar” tanımı yapıldıktan sonra bu kelimenin bizde efsane olarak karşılandığı

belirtilir. Efsane için de “tabiî, tarihî, veya felsefî hâdisatı allegori şeklinde anlatan

ananevî masallar” tarifi yapılarak Türklerin kızıl elma ve bozkurt efsanelerinin birer mit

olduğu söylenir.14

Aynı eserde mitoloji için şu tanım verilir:

“Mitholoji – (Yunanca muthos = masal, logos = söz ve bilgi kelimelerinden

efsaneler bilgisi mânasındadır.) Yunanca muthos diye öteden beri gelenek hâlinde

devam eden masal ve efsanelere denir. Eski zamanlarda itikad edilen ilâhlar, yarım

ilâh ve kahramanlara aid efsanelerden ibaret bilgiye verilen bu isim Türklerce ilm-i

esatir diye tavsif olunmuş ve bu masallara üstûre denilmiştir. Şimdi bu tâbir yerine

bütün dünyaca kabul edilmiş olan mythologie tâbiri kullanılmaktadır. Mitholoji, bir

millet tarafından icad edilen efsanelerin mecmuunu ifade ettiği gibi bu ilme de

verilen bir isimdir.”15

Logos her ne kadar önceleri mythos ve eposla birlikte yer alması mümkün

değilmiş gibi düşünülse de mythos ve logos bir araya gelerek mythologie (mitoloji)yi

oluşturur. Logos söz, bilgi demek olduğuna göre mitoloji kelimesinin manası da “efsane

bilgisi”, “efsanelerin bilimi” olarak karşımıza çıkar. Mitoloji, çeşitli toplumlara ait

mitler hakkında bilgi verdiği gibi mitlerin nasıl ortaya çıktığını, işlevini, özelliklerini de

gösterir. Mitlerin bilgisini sunar. “Mitleri bilmek demek, nesnelerin kökenindeki sırrı

öğrenmek demektir.”16

“Şeylerin kökeninin ve örnek oluşturan öyküsünün bilinmesi,

şeyler üstünde bir çeşit sihirli üstünlük sağlar.”17

Nesnelerin kökenindeki sırrı

öğrenmenin büyük bir anlamı vardır. İnsan öğrendikçe sırrını çözdüğü şeye hâkim olur.

13

Agt, s. 5. 14

Celâl Esad Arseven, Sanat Ansiklopedisi, MEB Maarif Matbaası, İstanbul 1943, s. 1428. 15

Age, s. 1428. 16

Mircea Eliade, Mitlerin Özellikleri, Çev. Sema Rıfat, Om Yayınevi, İstanbul 2001, s. 23. 17

Age, s. 117.

Page 19: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

4

Üstelik bu öğrenme eylemi onu yaratıcı hâle getirir. Çünkü insan için “bilgi, hakim

olmak, korunmak, korkmamak demekti. Bilinmeyen şeyler insanı korkutur. İnsandaki

bilme isteği mitojenik (mitos oluşturma) yeteneğinin motivasyonudur. Bilmek isteği

mitoslar yaratmaktır. Bilmek düşmanları kontrol etmektir.”18

Bu durumda mitosların

teşekkülünün altında bilme isteğinin yattığını söylemek mümkündür. İnsan, yaşadığı

ortamda merak ettiği ya da korktuğu her olay ve durum karşısında hikâyeler oluşturmuş,

bu olaylara bir anlam yüklemiştir. Böylece yaşamını düzenleme yoluna gitmiştir. Bu

hikâyelerin oluşumunda kolektif ve bireysel bilinç dışı etkilidir. Bu hikâyelerde yer alan

her imge ve sembol insanın kendi gerçekliğini göstermektedir.

Hilmi Ziya Ülken’e göre “Mitolojik tefekkür, Comte’un thèologieque dediği

devrenin ilk zamanına, yani mistik tefekkürden aklî tefekküre intikal safhasına tekabül

eder. Bu mânâya göre o, cemiyetlerin muhayyile devresidir.”19

İnsan, mitolojik bir

evren içinde, kendi varoluşsal yönelimlerinden doğan bir inançlar ve varsayımlar

bütünü içinde yaşar.20

Dış dünyada var olan birtakım hadiseleri ya da tanrı, ölüm,

ölümden sonra yaşamın olup olmadığı gibi kendisini çepeçevre kuşatmış soyut olay ve

durumları tahayyül etme yoluyla anlamlandırmaya çalışır. Bunu gerek mağara

duvarlarına çizdiği şekillerle gerek söylence yoluyla gerekse yazı yoluyla dışa yansıtır.

Mitolojide her ne kadar hayale dayalı bir yapı söz konusu olsa da bu

muhayyilenin kaynağında insanın ve insan hayatının gerçekliği yatar. Mitin olağanüstü

olay ve kişilerden söz etmesi, onun “gerçeklerle ilişkisiz, uydurma, boş ve gülünç

masal”21

olarak tanımlanması için yeterli bir sebep değildir. Aslında mit sayesinde

gerçeğin farklı şekillerde ifade edilişiyle karşılaşılır. Zaten “mitos konusunu ele almak

demek aslında simgeci düşüncenin boyutlarında dolaşmak anlamına gelmektedir. Zira

mitos gerçekte insan zihninin simgeci işlevinin bir sonucudur. Onun tarih mi yoksa

uydurma mı olduğunu araştırmadan önce tespit ve kabul edilmesi gereken nokta

18

İsmail Gezgin, Sanatın Mitolojisi, Sel Yayıncılık, İstanbul 2008, s. 37. 19

Hilmi Ziya Ülken, Türk Tefekkürü Tarihi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2004, s.34. 20

Northrop Frye, Büyük Şifre Kitab-ı Mukaddes ve Batı Edebiyatı, Çev. Selma Aygül Baş, İz Yayıncılık,

İstanbul 2006, s.20. 21

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 5.

Page 20: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

5

budur.”22

Nitekim son yıllarda mit gerçeklerle ilişkisi olmayan bir kavram olarak ele

alınmaz; gerçekleri ortaya koyması, kutsal olması gibi pek çok yönden değer kazanır.

“Yarım yüzyıldan daha uzun bir süredir, Batılı bilginler mitlerin

incelenmesini, sözgelimi XIX. yy’ınkiyle açıkça çelişen bir bakış açısı içine

yerleştirmişlerdir. Tıpkı kendilerinden öncekilerin yaptığı gibi, miti, terimin yaygın

anlamıyla yani “fabl”, “uydurma”, “kurmaca” olarak ele almak yerine, onu, arkaik

toplumlarda anlaşıldığı biçimiyle benimsemişlerdir; bu gibi toplumlarda mit,

tersine, “gerçek bir öykü”yü belirtir, üstelik de kutsal sayıldığı, örnek oluşturduğu

ve anlamlı olduğu için son derece değerlidir. Nitekim, bu sözcük günümüzde

“kurmaca” ya da “hayal” anlamında olduğu kadar, özellikle etnologlar,

toplumbilimciler ve din tarihçileri arasında yaygın olan “kutsal gelenek, en eski

vahiy, örnek gösterilecek model” anlamında da kullanır.” 23

Mit yaratılış, doğum, evlilik, cinsellik, ölüm gibi pek çok kavrama dair ilk

örneği sunması bakımından önemlidir. Mircea Eliade, Ebedi Dönüş Mitosu adlı eserinde

mitsel modellerin sadece ritüellerde değil her türden insanî eylemde de var olduğunu

söyler. Bu eylemler başlangıçta bir tanrı ya da bir ata tarafından gerçekleştirilmiştir ve

yinelendiği takdirde geçerlilik kazanacaktır.24

İşte bu ‘ilk örnek’, Jung’un arketip dediği

a priori25

her zaman için kutsal bir hikâyeye dayanır. Ritüeller ya da günlük yaşama ait

eylemler başlangıç zamanında bir tanrı ya da ata tarafından gerçekleştirildiği, ataları

onlara öyle öğrettiği için kutsal olarak algılanırlar.

“Mit kutsal bir öyküyü anlatır; en eski zamanda, “başlangıçtaki” masallara

özgü zamanda olup bitmiş bir olayı anlatır. Bir başka deyişle mit, Doğaüstü

Varlıklar’ın başarıları sayesinde, ister eksiksiz olarak bütün gerçeklik yani Kozmos

olsun, isterse onun yalnız bir parçası (söz gelimi bir ada, bir bitki türü, bir insan

davranışı, bir kurum olsun), bir gerçekliğin nasıl yaşama geçtiğini dile getirir.

Demek ki mit, her zaman bir “yaratılış”ın öyküsüdür: Bir şeyin nasıl yaratıldığını,

22

Halil Saim Parladır, “Eski Ahit’teki Mitolojik Ögelerin Yapısal Çözümlemesi”, Ege Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İzmir

2002, s. 81. 23

Mircea Eliade, Mitlerin Özellikleri, Çev. Sema Rıfat, Om Yayınevi, İstanbul 2001, s. 11. 24

Mircea Eliade, Ebedi Dönüş Mitosu, Çev. Ümit Altuğ, İmge Kitabevi, Ankara 1994, s. 36. 25

Cafer Gariper –Yasemin Küçükcoşkun, Dionizyak Coşkunun İhtişam ve Sefaleti-Yakup Kadri’nin Nur

Baba Romanına Psikanalitik Bir Yaklaşım, Akademik Kitaplar, İstanbul 2009, s. 32.

Page 21: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

6

nasıl varolmaya başladığını anlatır. Mit ancak gerçekten olup bitmiş, tam anlamıyla

ortaya çıkmış olan şeyden söz eder.”26

“Mit, ilkel bir toplulukta var olduğu hâliyle, yani bugünkü biçimiyle, yalnız

anlatılan bir öykü değil, yaşayan bir gerçekliktir. Bugün bir romanda bulduğumuz

türden bir kurgu karakteri taşımaz, tersine eski zamanlarda geçmiş ve o zamandan beri

de dünyayı ve insanın yazgısını sürekli etkileyen canlı bir gerçeklik olduğuna

inanılır.”27

2. yüzyılın başında Thèon Alexandrie’nin “gerçeği imgelerle dile getirmeyi

yeğleyen uydurma söz”28

olarak yaptığı mit tanımında uydurma sözden anlaşılan mitin

kurmaca yapıda ortaya çıkmasıdır. Mitte var olan söz konusu kurmaca yapı edebî

metindeki kurmacalık gibi değildir. Edebî metinlerdeki kurmaca yapı bilinçli bir

şekilde oluşturulurken mitlerde bulunan kurmaca yapı kişisel ve kolektif bilinç dışının

bir yansıması olarak görülmektedir. Daha açık bir ifadeyle bir anlatıda anlatıcı, olay,

şahıs, mekân, zaman, karakter ve karakterizasyon gibi pek çok unsur bilinçli bir şekilde

kurgulanırken mitlerde bu türden bir kurguyla karşılaşılmaz. Mitler, insanın yaşadığı

döneme ait olay ya da durumların bilinçaltı, bilinç dışı gibi bilinç süreçlerinden

geçmesinin sonucu olarak görünürler. Mitler aslında olay ve durumların dışavurumudur.

Bu dışavurum ise imge, simge ve sembollerle gerçekleşir. Çünkü mit, metin ya da

söylencelerde doğrudan değil, imge ve sembollere bürünerek ifade alanı kazanır. İnsan

karşı karşıya kaldığı ve anlamlandırmaya çalıştığı pek çok durum için bir mitos

“uydur”muş, başka bir ifadeyle bu durumu kurgulayarak anlaşılır hâle getirmeye

çalışmıştır. Örneğin, “akbaba, neredeyse evrenselleşmiş bir ölüm sembolüdür. Yunan

mitolojisinde leş yemekle cezalandırılan bir kuş olarak anlatılır. Akbabalar Azrail’in en

eski formlarıdır.”29

İnsan yazgısını etkileyen bu türden kalıpların, sembollerin çok

eskilerden kalmasına rağmen hâlâ geçerliliğinin devam etmesi ise “mitos öyküsünün,

insanın derinlerde yatan kaygılarını, korkularını, isteklerini dile getirmesi”30

yle

açıklanabilir.

Lèvi –Strauss’un da ifadesiyle,

26

Mircea Eliade, Mitlerin Özellikleri, Çev. Sema Rıfat, Om Yayınevi, İstanbul 2001, s. 16. 27

Bronislaw Malinowski, Büyü, Bilim ve Din, Çev. Saadet Özkal, Kabalcı Yayınevi:5

Antropoloji/Arkeoloji/Mitoloji Dizisi:2, İstanbul 2000, s. 98. 28

Ertuğrul İşler, Andre Gide’i Mitlerle Okumak, Anı Yayıncılık, Ankara 2004, s. 29. 29

İsmail Gezgin, Sanatın Mitolojisi, Sel Yayıncılık, İstanbul 2008, s. 25. 30

Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları, İstanbul 2007, s.224.

Page 22: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

7

“Mitos, tarihsel ya da edebi bağlama gönderme yapmaksızın insan

düşüncesinin, insan zihnine içkin yapının açıklaştığı ya da diğer bir deyişle

bilinçdışı süreçlerin ürünü olan daha doğrusu bu süreçlerin açıklaşması olarak ele

alınabilecek olan kültür ürünüdür. Bir dildir. O da tıpkı dil birimler gibi birimsel

arası bilinçdışı süreçte işleyen bir düzenlilik ve yapıya sahiptir ve zamandışı bir

nitelik gösterir.”31

Bilinç dışı süreçlerin ürünü olarak kabul edilen miti C. G. Jung da “kolektif

bilinçdışı’nın görüntü şeklindeki bir ifadesidir” şeklinde tanımlar. Kolektif bilinç

dışının bireysel bilinç dışından önce geldiğini ve ona en derin ve coşturucu sembollerini

kabul ettirdiğini ifade eder.32

Ayrıca “mitolojideki bilinçdışı psyche’nin (ruhun)

‘mantıklı bir biçimde açıklanamayan ve izah edilemeyen, fakat resim ya da hikâye

kitabı gibi basitçe sunulan’ bir şey olduğunu da ilave eder.”33

Yukarıda L. Strauss, mitin

tıpkı dil birimler gibi bir niteliğe sahip olduğunu dile getirmişti. Bu durumda miti ortaya

koyan bilinç dışı da onlarla aynı niteliğe sahiptir. Mantıklı bir açıklaması yapılamayan

bilinç dışı ile dil birimler arasında bağlantı kurmak gerekirse şunları söylemek mümkün

olacaktır: Saussuré yapısalcılığına göre dil birimcikler nedensiz fakat uzlaşıya dayalı34

şekilde bir araya gelerek göstereni oluşturur. Nedensiz şekilde bir araya gelen ses

birimcikler bir toplum tarafından uzlaşıya dayalı olarak ifade alanı kazandığı için o

topluma ait bireylerin zihninde gösterilenin canlandırdığı ortak anlam birimciklerle

karşılaşılır. Örneğin k-u-ş ses dizisiyle “kuş” arasında hiçbir mantık ilişkisi yoktur.

Kuşu ifade etmek için neden m-a-s-a ses birimleri değil de k-u-ş ses birimleri

kullanılmıştır, bunu açıklamak mümkün değildir. Yine de bu ses dizileri bir araya

geldiğinde herkesin aklında uçabilen veya uçamayan, kanatlı, gagası olan bir hayvan

türü canlanır. Mitlerin yapısında bulunan bilinç dışı sürecin de aynı şekilde işlediğini

söylemek mümkündür. Mantıklı bir nedene dayanmayan ancak basitçe gözler önüne

serilen, ortak bilinç dışını ortaya koyan bir durum söz konusudur. “Mitosların doğuşunu

araştıran birçok antropolog, bunların, ilkellerin çok eski âyinlerinden çıktığı kanısına

31

Halil Saim Parladır, “Eski Ahit’teki Mitolojik Ögelerin Yapısal Çözümlemesi”, Ege Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İzmir

2002, s.3. 32

Kemalettin Özden, Tıp, Tarih, Mitoloji, Ayraç Yayınevi, Ankara 2003, s. 26. 33

Cafer Gariper- Yasemin Küçükcoşkun, Dionizyak Coşkunun İhtişam ve Sefaleti-Yakup Kadri’nin Nur

Baba Romanına Psikanalitik Bir Yaklaşım, Akademik Kitaplar, İstanbul 2009, s. 30. 34

Osman Mehmet Toklu, Dilbilime Giriş, Akçağ Yayınları, Ankara 2003, s. 22.

Page 23: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

8

varmışlardır.”35

Ancak bu ayinlerin teşekkülünde yer alan sebepleri tam olarak

belirlemek mümkün değildir. Mitsel motif içeren bir ritüeli ya da günlük yaşama ait

olayı açıklamak için “Tanrı böyle istedi.” ya da “Atalarımız böyle yaptı.” şeklinde –çok

da mantıklı olmayan, basit– bir sebebin kullanılması söz konusudur. Bu ritüeli

gerçekleştiren insanlar ritüelin sebebini sorgulamak yerine ayinle ilgili olan bu

davranışın devamlılığını sağlamaya çalışır. Bu vasıtayla mit gerçek kılınacak ve

geçerliliği korunacaktır. Tüm bunlar bilinçli bir eylemin değil kolektif bilinç dışının

insan zihninde yarattığı etkilerin dışa yansıması olarak görülür.

Miti tek bir tanıma sığdırmak elbette imkânsızdır. Araştırmalara bakıldığında

mite farklı bakış açılarından yaklaşıldığı, onu tanımlamaya çalışırken belli yönlerinin ön

plana çıkarıldığı görülmektedir. Farklı ekollere bağlı araştırmacılar, mitin psikolojiyle

olan ilişkisi, gerçeklik sorunu, zaman-mekân, tarih ile olan ilişkisi, din, ayin ve

ritüellerle olan ilişkisi, kültür ögesi olması, sanatla olan ilişkisi gibi pek çok unsuru

irdelemiş ve miti farklı yönleriyle ele almıştır. Bu çeşitliliğe rağmen dar anlamıyla mit

hakkında şunları söylemek mümkündür:

Zaman ve mekânı aşarak insan zihninin süreçlerinin dışa yansıması olarak

karşımıza çıkan mit, insana ve insanın doğasına ait gerçekliği simgeler vasıtasıyla

ortaya koyar. Sürekliliğini gerek hikâyelerde gerekse insanın günlük yaşamına ait

olaylarda koruyan mit, bir toplumun kültür ürünlerini sunarken aslında evrensele

ulaştırır. Çünkü mitlerde bir topluma ait insanın değil varlık olarak insanın ele alınması

söz konusudur. Coğrafyaları ve yaşam tarzı farklı olan kültürlerde aynı türden mitlere

rastlanılması bu durumu kanıtlayıcı niteliktedir. İnsanın içinde bulunduğu şartlar elbette

birtakım farklılıkların oluşmasına yol açacaktır. Ancak temelde var olan şey insan

zihninin aynı şekilde işlemesidir. İnsan, farklı durumlar ve olaylar karşısında benzer

duygulara kapılmış ve bu duygular insan zihninin yaratıcılığını ortaya çıkarmıştır. İlk ve

kutsal olanın bilgisini sunan mit, ritüellerle ya da günlük yaşamdaki birtakım olay ve

durumlarla tekrar edilerek devamlılığını korur, insanı geleceğe aktarır. Ayrıca, “mitin,

kozmosun sonu gelmez enerjilerini insani kültürel yaratıma akıtan gizli bir yarık

olduğunu söylemek çok ileri gitmek olmayacaktır. Dinler, felsefeler, sanatlar, ilkel ve

35

Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları, İstanbul 2007, s. 220.

Page 24: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

9

tarihsel insanın sosyal biçimleri, bilim ve teknolojideki başlıca buluşlar, uykuyu

kaçırtan düşler, mitin temel, büyülü halkasında pişer.”36

2. Mitin Kökeni

Yapılan çalışmalar incelendiğinde mitin ne zaman ortaya çıktığını, ilk hangi

kültüre ait olduğunu, ilk mitin ne olduğunu, niçin ortaya çıktığını kesin olarak

söylemenin mümkün olmadığı görülür. Her ekol, kendi sınırları çerçevesinde mitin ilk

olarak nasıl ortaya çıktığını belirlemeye çalışır. Pek çok antropolog, mitin ilkellerin en

eski ayinlerinden çıktığı düşüncesindedir.37

Joseph Campbell’e göre mit, ölüm korkusu,

dünya tecrübesi, toplumun tecrübesi, toplum içinde üretilmiş işaretlerin izleri ve ortak

bilinçaltındaki kalıtsal arketiplerin bir ürünü olarak varlık kazanır.38

İlk mitosların nasıl oluştuğunu bir nebze olsun belirleyebilmek için insan

yaşamına bakmakta yarar vardır. Çünkü insan, dünyaya geldiğinden beri öncelikle

nesnelerle bir arada var olmaya39

çalışır. Hayatta kalabilme serüveninde varlıkların ne

olduğunu, nasıl ve neden ortaya çıktığını irdeleyen insan, duygu ya da güdüleriyle

hayatı anlayabilme, kendini bu hayatta konumlandırabilme ve kendi değerlerini

belirleyebilme çabası içine girer. İnsan için bir tehdit unsuru oluşturan yaşamda güvenli

olarak yaşayabilmek için düşünce ve inanç sistemini oluşturma ihtiyacını hisseder.

İnsan bu sistemi oluştururken her zaman bilinçli değildir. Özellikle ilkel insanlarda

yaşamı sürdürme konusunda akla dayalı bir felsefe değil deneyimler ve inanç etkilidir.

“İlkel insan, kendisini her türden görünür ve görünmez tehlikeyle çevrelenmiş hisseder.

O, bu tehlikeleri yalnızca fiziksel araçlarla alt edebileceğini umamaz. Dünya, ona göre

cansız veya dilsiz bir şey olmayıp, işitebilen ve anlayabilen bir şeydir. Bu nedenle

doğanın güçleri, eğer kendilerinden uygun şekilde istenirse, yardımlarını

esirgemezler.”40

Öncelikle yaşadığı doğayı anlamlandırmaya çalışan insanla doğa

arasında iki bağlantı noktası olduğu söylenebilir. Bunlardan ilki insanın dünyanın belirli

36

Joseph Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, Çev. Sabri Gürses, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000,

s. 13. 37

Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları, İstanbul 2007, s. 220. 38

Robert A. Segal, “Joseph Campbell’in Mit Teorisi”, Çev. Kürşat Öncül, Millî Folklor, Yıl 18, Sayı 70,

Ankara 2006, s. 123. 39

Félix Martì-Ibàñéz, Felsefe Öyküleri, Çev. Hamide Koyukan, İmge Kitabevi, Ankara 1998, s. 16. 40

Ernst Cassirer, İnsan Üstüne Bir Deneme, Çev. Nejla Arat, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1997, s.

136.

Page 25: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

10

görünümlerine ait pratik ilgisidir. Diğeri ise insanın belli olgular üzerinde rasyonel ve

deneysel bir denetim kurma arzusunu büyüyle tamamlama ihtiyacıdır.41

İşte bu ihtiyaçla

insan, bu tehlikeli dünyayı açıklamak için duyduğu korkuyu büyüye, ritüele, tabulara

dönüştürdü ve düşünceyle davranışlarını inanç ve büyülerle açıklamaya çalıştı.42

Böylelikle insan, deneyimleri ve inançları doğrultusunda “sembolik dizgeleri ortaya

çıkarmış”43

yani yaratıcı eylemde bulunmuş olur. İnsan, öncelikle doğanın kendisinden

almaya çalıştığı yaşam karşısında bir öteki dünya inanışını yaratmıştır. İşte bu inançla

ilk mitini yaratmış oluyordu.44

İnsanlar ölülerini toprağa tıpkı ana rahmindeki şekliyle

gömerek ölüme karşı bir savaş açmış oluyordu. Bu, yeni bir hayatı ifade etmektedir.

“Eski Taş Devri’nin sonlarına doğru buzulların erimesi hızı artmış, insan

yaşam biçimini yeniden bu değişime uyarlamak zorunda kalmıştı. İnsanın doğa ile

mücadelesinde, hızla gelişen alet endüstrisinin yanı sıra Neandertal “insanı”nın

yarattığı “öteki dünya” inancı yetersiz kalıyordu. İnsan kendisini doğa karşısında

iyi hissettirecek bir başka şey daha keşfetti. Tanrılarını soyutlayarak taşlara

dönüştürmeye başladı. Tanrıçalar üretmeye başladı. Bu soyutlama yeteneği soyut

olan güçleri somutlamaya da yarıyordu. Bilinmeyeni bilinen hâle getirmek öteden

beri insanın en önemli silahı olmuştu. Dişil özelliklerini çoktan keşfettikleri doğayı

tanrıçalar biçimine dönüştürdüler. Hissettikleri korkuyu gidermede bu da yetmedi.

Karanlık duygulardan kurtulmak için içi kadar karanlık mekanları, mağaraların en

ücra köşelerini seçti. Yaklaşık 35-30 bin yıl önce bu mücadele toprak ananın insana

sağladığı ilk sığınaklar olan rahimlerde (mağaralarda) başladı.”45

Bununla birlikte ölümü simgeleyen av sahneleri mağara duvarlarına çizildi.

Bunlar, ilk mitosları oluşturması bakımından önemlidir. Bu sahnenin en eski yazılı

örneği, MÖ 3. binyılda Gılgamış metinlerinde yer alır. Gılgamış ve Endiku’nun,

Tanrıça İnanna’nın gönderdiği Gökboğa ve Hunbaba ile verdiği mücadele tarihin ilk

yazılı mitosu olarak kabul edilebilir.46

F. Max Müller, mitosun yani söylencenin kökenini dildeki belirsizliğe borçlu

olduğunu ve düşünsel besinini her zaman bu belirsizlikten sağladığını iddia eder. Ona 41

Bronislaw Malinowski, Büyü, Bilim ve Din, Çev. Saadet Özkal, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000, s.

148-149. 42

Félix Martì-Ibàñéz, Felsefe Öyküleri, Çev. Hamide Koyukan, İmge Kitabevi, Ankara 1998, s. 34. 43

İsmail Gezgin, Sanatın Mitolojisi, Sel Yayıncılık, İstanbul 2008, s.12. 44

Age, s. 13-14. 45

Age, s.13. 46

Age, 14-20.

Page 26: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

11

göre, söylence, nedenleri konuşma yeteneğinde aranması gereken bir tür düşünsel

hastalıktır. Çünkü dil yapısı gereği eğretilemelere dayanır. Nesneleri doğrudan değil,

dolaylı ve belirsiz şekilde betimlemeye çalışır.47

Söylenceler de sembolik bir üst dil

olarak kabul edildiğine göre asıl kaynağını dildeki bu belirsizlikten almaktadır. Bu

belirsizliğe rağmen özellikle arkaik toplumlarda dilin, kelimenin kutsal ve dinamik bir

güce sahip olması da dikkate değerdir. “Yuhanna İncilinin logos’u da dahil olmak üzere

genellikle “kelime”yi temsil eden Kitab-ı Mukaddes terimleri, kökenlerini, kelimenin

bütünüyle yaratıcı gücün bir ögesi olarak kabul edildiği dilin metaforik evresinde bulur.

Tekvin kitabı 1:4’teki “Tanrı ‘Işık olsun’ dedi ve ışık oldu” cümlesinin ifade ettiği

anlam, kelimenin eşyayı varlık alemine çıkaran yaratıcı vasıta olduğudur.”48

Onlara

göre kelimenin telaffuz edilmesiyle potansiyel bir sihir gücü elde edilmiş olur. “Hiçbir

şey büyülü sözcüğe karşı duramaz.”49

Bu durumda ilkel toplumların ayinden beklediği

şeyin büyü yoluyla doğayı etkilemek ve onu denetimi altında tutmak istediği

söylenebilir.50

Ancak zaman içerisinde insan, sihirle doğaya hükmedemeyeceğini

anlamış ve logosu yani yasal bir düzeni, kanunu önceleyen sözü ön plana çıkarmaya

başlamıştır. “İsa’dan önce altıncı yüzyılda insanlığın dönüşümü olan bir olgu ortaya

çıktı: insanlık tarihinde ilk kez, spekülatif düşünce yaşama geçirildi önceleri doğaüstü

nedenlere atfedilmiş olayların doğadaki açıklamaları aranmaya başlandı.”51

Bilim ve

felsefenin ortaya çıkışı olarak kabul edilen bu zaman dilimi, mitlerin yok olmaya yüz

tuttuğunu göstermez. Aksine bu durum mitin de sistematiğini gözler önüne sermede

büyük önem taşır. Çünkü nihayetinde mitoloji, mitosları sistemli bir şekilde bilim olarak

ele alır.

Her ekol, mitlerin kökenini ortaya koymak amacıyla kendine has bir tavır

takınmıştır. Karşılaştırmalı Mit Araştırmaları Topluluğu miti açıklarken ay simgesine

başvurur. Meteorolojist yorumcular mitin aslı olarak rüzgârı, havayı ve gökyüzünün

renklerini görüyorlardı. Bu doğalcı ekol, miti simgesel, doğalcı ve kurmaca bir şey

olarak görmektedir. Tarihçi ekol ise mitlerde yani kutsal öykülerde geçmişe ilişkin

47

Ernst Cassirer, İnsan Üstüne Bir Deneme, Çev. Nejla Arat, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1997, s.

135. 48

Northrop Frye, Büyük Şifre Kitab-ı Mukaddes ve Batı Edebiyatı, Çev. Selma Aygül Baş, İz Yayıncılık,

İstanbul 2006, s. 52. 49

Ernst Cassirer, İnsan Üstüne Bir Deneme, Çev. Nejla Arat, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1997, s.

136. (carmina vel coelo possunt deducere lunam: İlâhiler gökten ayı bile indirebilirler.) 50

Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları, İstanbul 2007, s. 221. 51

Félix Martì-Ibàñéz, Felsefe Öyküleri, Çev. Hamide Koyukan, İmge Kitabevi, Ankara 1998, s. 34.

Page 27: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

12

gerçek bir tarihsel bilgi görmektedir. Onlara göre mitler, bize tarihe ait bilgiyi

sunmaktadır. Bunun yanı sıra Wundt gibi psikologlar, Durkheim, Hubert ve Mauss gibi

sosyologlar, Miss Jane Harrison gibi klasik bilginler, Crowley gibi antropologlar, mitle

ayinin, kutsal gelenekle toplumsal yapı normlarının sıkı ilişkisini fark ettiler.

Psikanalistler ise mitin insanın bir gündüz düşü olduğunu söyledikten sonra mitin

kökenini anlayabilmek için ancak bilinçaltının karanlık derinliklerine inmek gerektiğini

savunurlar.52

Bir mitin başka bir coğrafyada da aynı şekilde ya da çok az farklılık

göstererek ortaya çıkmasını psikanalistlerin bu görüşüyle açıklamak mümkün olacaktır.

Kültürler arası etkileşimin elbette payı vardır; ancak bu durum daha çok insanın bilinç

süreçleriyle ilgilidir. Doğa karşısında insan aynı bilinç süreçlerinden geçer. Ölümle ve

bir başka dünyanın varlığıyla ilgili inançlar, kahraman mitoslarının yapısındaki

benzerlik bunu ispatlar niteliktedir.

Mitin kökeninin ne olduğunu anlayabilmek için salt olarak tek bir ekolle yola

çıkmak çok da doğru olmayacaktır. Onun kökeni aslında tüm bu ekollerin görüşlerini

kapsayacak kadar geniş ve derin bir alana sahiptir. Matematik terminolojisiyle ifade

etmek gerekirse mit, evrensel kümeyi ifade eder ve her ekol bu evrensel küme içerisinde

birer alt küme olarak bulunmaktadır. İlk mitlerin ne zaman ortaya çıktığı tam olarak

belirlenemese de Yunan mitosunun yazına vurulmasının Homeros ve Hesiodos’la

başladığı söylenebilir. Heredot’a göre, tanrı soylarını ele alıp tanrılara ad veren, onların

niteliklerini tanımlayan, efsanelerini anlatan Homeros’la Hesiodos’tur. Yazın türleri

çoğaldıkça mitos da zenginleşir, yeni yorumlar kazanır.53

İlk devir mitolojik eserleri

inceleyen araştırmalar ise Avrupa’da 18. yüzyılda G. V. Vico’nun Scienza Nuova adlı

eseriyle başlar.54

3. Mitin İşlevi

Bu bölümde mitin işlevi ortaya koyulmaya çalışılacaktır. Mitolojinin geniş bir

alana sahip olması onun tanımını yapmayı zorlaştırdığı gibi işlevlerini de tek tek tespit

etmeyi imkânsız kılar. Kendine özgü görüş ve anlam çerçevesine sahip her sistematiğin

iç yapısına bakıldığında bunların mitolojiden beslendiğini görmek mümkündür. Sanat,

52

Bronislaw Malinowski, Büyü, Bilim ve Din, Çev. Saadet Özkal, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000, s. 94-

97. 53

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 6. 54

Dursun Ali Tökel, “Sanat ve Edebiyatın Kaynağı Olarak Mitler”, Bilig-16/Kış 2001, s. 72.

Page 28: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

13

bilim ve kültürel faaliyetlerin hepsinin kaynağının mitik düzlemde

anlamlandırılabileceği gibi bunların farklı seviyelerde de olsa mitolojiyle ilişki içinde

olduğu da söylenebilir. Aslında burada karşılıklı bir fonksiyondan bahsetmek

mümkündür. Örneğin, “bir mitoloji çok miktarda kahramanlık ve geleneksel tarih ihtiva

ederken aynı zamanda da tarih olarak adlandıracağımız şeyin gelişmesine de yataklık

eder.”55

Çalışmada bu geniş yelpazeye sahip mitin diğer sistematikleri besleyen

işlevlerini ele almak yerine, insan-evren bağlamında yer alan dikkate değer işlevleri ön

plana çıkarılmaya çalışılacaktır.

Mitleri ele almak demek insanı ele almak demektir. Mitler sayesinde yaşam

tarzıyla, düşünce ve hayal gücüyle, evrende taşıdığı ve evrene yüklediği anlamla tam

olarak insanı, onun iç dünyası kavranmaktadır. Çünkü insan, bilinmeyene anlam

yüklerken kendi hayal dünyasını, inanç sistemini, doğasını ortaya koyar ve böylece

kendi bilinç yapısını sergilemiş olur. Joseph Campbell, mitolojinin ilk işlevinin uyanan

bilincin bu evrenin ürpertici ve bağlayıcı giz olarak olduğu gibi kabul edilmesini

sağlamak olduğunu dile getirir.56

Mitler sayesinde insanın doğa karşısında kazandığı bu

mitik bilince ulaşmış olunur. Bu bilinç yapısını kavramamızda mitlerin bir köprü

vazifesi kurmasını, mitlerin en temel işlevi olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır.

Northrop Frye, mitin iki yönünün bulunduğunu ve bunların baki olduğunu dile

getirir. Bunlardan birisi, miti yazına bağlayan hikâye yapısıdır. Diğeri ise insana,

insandan yola çıkarak evren ve topluma ait bilgiyi sunan sosyal fonksiyonudur. 57

Her

iki yönü de ele alındığında bunların temelinde insanın imgelem dünyasına ve inanma

isteğine bağlı olarak tezahür eden yaratıcılığın yer aldığı söylenebilir. Burada iki

noktaya değinmekte yarar vardır. Acaba insanın yaratıcılığı mı miti oluşturur, yoksa mit

mi insanı yaratıcı kılar? Bilindiği üzere mit, insanın zihinsel faaliyetlerinin bir ürünüdür

yani mit insanın yaratıcılığı sayesinde elde edilmiş olur. Ancak şu da vurgulanması

gereken bir gerçektir ki mit, yaratma eylemine zemin hazırlaması bakımından da öneme

sahiptir. İnsanın bu yaratma eylemini periyodik bir devinim içinde gerçekleştirmesini

sağlar. Sürekli olarak bu eyleme dâhil olan insan, yeni yaratmalarında kaynağını hep

55

Northrop Frye, Büyük Şifre Kitab-ı Mukaddes ve Batı Edebiyatı, Çev. Selma Aygül Baş, İz Yayıncılık,

İstanbul 2006, s. 75. 56

Joseph Campbell, Yaratıcı Mitoloji Tanrının Maskeleri, Çev. Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi, Ankara

2003, s. 14. 57

Northrop Frye, Büyük Şifre Kitab-ı Mukaddes ve Batı Edebiyatı, Çev. Selma Aygül Baş, İz Yayıncılık,

İstanbul 2006, s. 94.

Page 29: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

14

mitten alacaktır. Bunun yanı sıra mit insana, onun başlangıç zamanına ait var olma

sürecini de öğretmesi bakımından önemlidir. Bu var olma süreciyle ilgili olarak gerek

kutsal kitaplarda gerekse mitoslarda çeşitli varyantların yer almasını insanın

yaratıcılığıyla açıklamak mümkündür. Kısaca ifade etmek gerekirse mit, gerek yazın

alanında gerekse yaşama alanında insanın yaratıcı yanını ortaya koyar, insanı

kavramaya önemli bir katkı sağlar.

İnsanın imgelem dünyasını açığa çıkaran mit, aynı zamanda ritüellerin ve bütün

anlamlı insan etkinliklerinin örnek oluşturacak modellerini de ortaya koyması

bakımından önemli bir fonksiyona sahiptir.58

İnsana kutsal ve anlamlı sayılan bu

eylemlerin nasıl yapılacağının, sonuçlarının bilgisini verir. Bu bilgiye sahip olan ve

ritüelleri gerçekleştirecek olan insan, kendisini mit sayesinde güvende hisseder. Çünkü

bir eylemi ilk defa gerçekleştirmekle önceki insanların deneyimini ortaya koyan bir

söylenceye dayanarak gerçekleştirmek arasında fark vardır. Mit, sadece bu eylemlere

değil insanın çevresinde var olan her türlü nesneye, duruma da açıklık getirmeye çalışır.

Bu durum ve eylemlere bir değer yükler. “Mit sayesinde, Dünya Kozmos olarak, yetkin

bir biçimde eklemlenmiş, bütünlenmiş, anlaşılır ve anlamlı bir Kozmos olarak

kavranmaya başlar.”59

Mit açıklama işlevinin yanı sıra bir de insanlara yaşamla ilgili

birtakım pratik kuralları öğreten, ahlak kurallarını belirleyerek sosyal yaşamı

düzenleyen önemli bir işleve sahiptir. O, bireyi, coğrafya ve tarihle koşullanmış

toplumsal grubunun gereksinimlerine göre biçimler. Böylece bireyin varlığıyla bütünlük

arasında uyum sağlar. Birey sadece kendisiyle değil, kültürü ve evreniyle, her şeyin

ötesinde bulunan ve iç dinginliğini yakaladığı sonsuz gizemle uyum içinde yaşar.60

Bu

uyum, kişinin yaşadığı toplumdaki rolünü belirlemesi açısından oldukça önemlidir.

Mitler, zengin bir imgelem dünyasına sahip olan insanın toplum içindeki yerini

belirlediği gibi onu bir inanç sisteminin çemberine de dâhil eder. Soyun kutsal öğretisi

olan mitoloji özellikle ilkel insana yaşam karşısında yardımcı olur, onun kültürel

mirasıyla başa çıkmasını olanaklı kılar.61

Böylece, bu kutsal öğretinin devamlılığı

sağlanmış olur.

58

Mircea Eliade, Mitlerin Özellikleri, Çev. Sema Rıfat, Om Yayınevi, İstanbul 2001, s. 18. 59

Age, s. 184-185. 60

Joseph Campbell, Yaratıcı Mitoloji Tanrının Maskeleri, Çev. Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi, Ankara

2003, s. 14-16. 61

Bronislaw Malinowski, Büyü, Bilim ve Din, Çev. Saadet Özkal, Kabalcı Yayınevi:5

Antropoloji/Arkeoloji/Mitoloji Dizisi:2, İstanbul 2000, s. 95.

Page 30: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

15

“Dünya ve onun üzerindeki hayatın korunması özellikle kelimenin sihrinde, bir

takım güçleri çağrıştıran gücünde, mythos ve fabula’da yatar.”62

İnsan yaşamına dair

normları belirleyen ve onların devamlılığını sağlayan mitoslar, yazında sözlü ve yazılı

olarak iki şekilde ortaya çıkar. İster sözlü olsun ister yazılı, mitoloji insanın

şekillendirdiği dünyaya ait düzeni kendine has kurgusuyla gözler önüne serer. Northop

Frye de zaten miti yazına bağlayan bu hikâye yapısına dikkat çekiyordu. İşte, yazın

mitlerin bu hikâye yapısından, insanlar için ürettiği anlamdan beslenir. Aslında yazınla

mit arasında çift yönlü bir fonksiyondan bahsetmek mümkündür. Mit, yazına ciddi bir

oranda kaynaklık ederken, yazın da mitin aktarılması bakımından ona hizmet eder.

Yazın sayesinde insanoğlunun başından geçen her türlü hadise ve durum canlı tutulmuş

olur, mitler güncelleştirilmiş şekilde nesilden nesile aktarılır.

4. Mitin Sınıflandırılması

4. 1. Kozmogoni Mitleri

Dünyanın yaratılışını konu alan mitlere kozmogoni mitleri adı verilmektedir.

“Kozmogoni, her yaratıcı durumun örnek oluşturacak modelidir: İnsanın her yaptığı

şey, bir bakıma en üstün “olgu”yu, yaratıcı Tanrı’nın ilk örnek sayılan eylemini, yani

Dünya’nın Yaratılışı’nı yineler.”63

İnsanlığın ortaya çıkardığı, kurguladığı ya da eyleme dökerek onu bir ritüel

hâline getirdiği mitlere bakıldığında bu mitlerde kozmogoni mitlerinin az ya da çok

oranda yer aldığını görürüz. Kozmogoninin söylence ve ritüellerde ana model olarak yer

almasını, yaratma eyleminin ilk ve kutsal olmasına bağlamak mümkündür. Tanrı

tarafından yaratılan dünya insanlar için kutsaldır, bir anlam taşır ve insanların

gerçekleştirdiği her eylem bu kutsallıkla kuşatılmalıdır. Böylece ilk örneğin yinelenmesi

sağlanmış olur. Mitler nasıl sınıflandırılırsa sınıflandırılsın her defasında kozmogoni

mitinin bir parçasıyla karşı karşıya kalınır. İnşa mitosları, tufan mitosları, tedavi

ritüelleri, üretimle ilgili ritüeller ve daha pek çok insanla ilgili eylemlerde yeni bir

yaşam, yeni bir doğuşun anlamını yakalamak mümkündür. Dünyanın sonunu ele alan

bir mitte bile kozmogoni söz konusudur. Çünkü “başlangıçta olup bitenin,

62

Theodor H. Gaster, “Mit ve Hikâye”, Çev. Aysun İmirgi, Millî Folklor, Yıl 18, Sayı 69, Ankara 2006,

s. 104. 63

Mircea Eliade, Mitlerin Özellikleri, Çev. Sema Rıfat, Om Yayınevi, İstanbul 2001, s. 46.

Page 31: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

16

kozmogoninin bilinmesi gelecekte olup biteceklerin de bilinmesini sağlar.”64

Eskatolojide mutlak bir sondan bahsetmek mümkün değildir. Bu sondan sonra

kozmogoniyi tekrarlayacak yeni bir başlangıç bulunmaktadır. Bu sebeple mitlerde

zaman ve mekânın ilgası, süreklilik gibi unsurlar dikkat çeker.

Kozmogoni mitleri sayesinde başlangıç zamanında ne olduğu öğrenilir ve bu

durumun bilinmesi insanı selamete erdirir. Başlangıç zamanına ait mitlere bakıldığında

her son yeni bir doğuşu beraberinde getirir. Bu da insana selamet verir. Parsifal ve

Balıkçı Kral efsanesi merkez simgeciliğini ve kozmik yaşamın yinelenebilir olmasını

ortaya koyması bakımından dikkate değerdir.

Bir Avrupa efsanesi olan Parsifal ve Balıkçı Kral’da Graal esrarına sahip olan

yaşlı kralın esrarlı hastalığı anlatılmaktadır. Kral ile birlikte tabiattaki her şeyin yaşamı

garip bir şekilde durur. Hayvanlar üremez olur, ağaçlar meyve vermez, pınarlar kurur.

Hiç kimse bu kralı tedavi edememektedir. Bir gün Parsifal adında fakir, tanınmamış bir

genç saraya gelir ve saray protokolünü hiçe sayarak krala yönelir. Ona sadece “Graal

nerede?” sorusunu sorar. O anda her şey aniden değişir. Kral yatağından kalkar, nehirler

akmaya başlar. Tabiat yeniden canlanır. Ölümsüzlüğün kaynağı ve kutsal hayatın

merkezinin simgesi olan “Aziz Graal”in nerede bulunduğunu sorgulayan Parsifal, tabiatı

yeniden canlandırmıştır. Mircea Eliade, bu efsaneye yer vererek evrensel hayat ile

insanın selameti arasında sıkı bir dayanışma olduğuna dikkat çeker.65

Bu efsanede kozmogoni mitlerinde hatta kutsal kitaplarda da yer alan ve

kozmogonik bir anlam taşıyan “sözün gücü”ne bir gönderme yapılır. Her şey ezelî

varlık olan tanrının tek sözüyle başlamıştır. Tanrı olmasını ister ve ona sadece “ol”

der.66

Kutsal kitapların yanı sıra Polinezyalıların kozmogoni mitosunda da “ol” kozmik

sözü yer almaktadır. Polinezyalıların kozmogoni mitosuna göre “Başlangıçta sadece

kozmik karanlığa gömülü ilk sular vardı. İo, yüce tanrı ‘yoğunluğun nefes boşluğu

içinde’ ortaya çıkma arzusunu açığa vurdu. Birden ışık belirdi. Ve, o devam etti: ‘Tai-

Kama’nın suları, ayrılın. Gökler, olun!’ Ve böylece, İo’nun kozmogonik sözleriyle

64

Age, s. 104. 65

Mircea Eliade, İmgeler Simgeler, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Gece Yayınları, Ankara 1992, s. 39-40. 66

“İnnemâ emruhu izâ erâde şey'en ey yekûle lehu kün fe yekûn” (Bir şeyi dilediğinde O’nun buyruğu,

sadece “Ol!” demektir, hemen oluverir.) Kur’ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, Haz. Suat Yıldırım,

Feza Gazetecilik A.Ş. , İstanbul 1998, Yasin Suresi 82. Ayet.

“Tanrı, ‘Işık olsun’ diye buyurdu ve oldu.” Kutsal Kitap, Yeni Yaşam Yayınları, İstanbul 2009,

Yaratılış-1.

Page 32: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

17

dünya varoldu.”67

Başlangıç zamanında Tanrı’nın bir sözüyle gerçekleşen kozmogoni,

bu efsanede de Parsifal’in bir sözüyle yinelenmiş olur. Burada her şeyden önemlisi M.

Eliade’nin de dikkat çektiği gibi insanların selameti konusudur. Bu ilk örneği bilen

insan mutlak bir sonun olmadığını, her felaketin ya da her sonun yeni bir başlangıca

gebe olduğunu bilmektedir. Böylece bu mucizevî ve kutsal olan ilk örneği çağlar boyu

söylence ve ritüellerle aktarmaktadır. Nitekim kutsal kitaplardan biri olan Kur’ân’da da

bu tekrardan bahsedilmektedir. “Dünyanın Yaratılışı her yıl tekrarlanmaktadır.

Yaratılış’a sebep olan Allah’dır ve onu tekrarlar (Kur’ân, X, 4).”68

İnsanlar da gerek

kutsal kitaplardaki hükümlere gerekse mitlere uygun olarak bu tekerrürü her türden

eyleminde gerçekleştirme isteği duyar. Yeni yıl kutlamalarında, ayinsel kavgalarda,

tedavi ritüellerinde ve üretimsel ritüellerde hep bunun tekrarlandığı görülür.

Buraya kadar kozmogoninin tekerrürü ve insan yaşamında nasıl bir yere sahip

olduğu ele alınmıştır. Şimdi ise kozmogoni mitleri ele alınacaktır. Ancak bundan önce

merkez simgeciliğine de değinmekte fayda vardır.

Dünyadaki pek çok uygarlık, dünyada merkezî bir bölge olduğuna ve burada

gök, yer ve yeraltı/cehennem gibi üç kozmik bölgenin birbirine bağlandığına inanır.

Babil’in adları arasında “göğün ve yerin temel evi” de bulunmaktadır. Bununla birlikte

yer ile yerin daha altında bulunan bölgeler arasındaki bağlantı da burada kurulmaktaydı.

Çünkü Babil kenti apsû kapısının üzerinde kurulmuş bir kenttir. “Apsû” yaratılıştan

önceki kaos sularını ifade etmektedir. İbranilerde Kudüs kayalığı (Yeruşalim

Tapınağı’nın kayası) yeraltı sularının (tehom) derinliklerine inmektedir. Merkez

simgeciliğinde genellikle kutsal bir dağ ya da kente dair mitlerin yer aldığı görülür.

Bunun yanında tam merkezde inşa edilmiş bir tapınak, direk, çeşme gibi inşaların da

varlığı söz konusudur. İnşa ritüellerinde bu konu daha geniş bir şekilde ele alınacaktır.

Uygarlıkların bu merkez simgeciliğine dair pek çok söylence ve ritüel üretmiş

olmalarında şu mitin tekrarlandığını söylemek mümkündür: “Kutsal varlık dünyayı bir

embriyo gibi yarattı. Embriyonun göbekten başlayarak gelişmesi gibi Tanrı da dünyayı

göbeğinden başlayarak yarattı ve bu değişik yönlere doğru yayıldı.” 69

İşte Tanrı’nın

67

Mircea Eliade, Ebedi Dönüş Mitosu, Çev. Ümit Altuğ, İmge Kitabevi, Ankara 1994, s. 86. 68

Age, s. 70. 69

Mircea Eliade, Ebedi Dönüş Mitosu, Çev. Ümit Altuğ, İmge Kitabevi, Ankara 1994, s. 28-29.

Page 33: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

18

dünyayı yaratmaya başladığı bu “göbek” üç kozmik bölgeyi kapsayan bir yeri

karşılamaktadır. Tanrı insanı da tam olarak burada yaratmıştır. 70

Joseph Campbell’e göre, “dünyanın göbeği, sonsuzluğun enerjilerinin zamana

karıştığı doğum noktasıdır. Bu yüzden Dünya Göbeği sürekli yaratımın bir simgesidir:

bütün her şeyin içinde barınan sürekli canlanma mucizesi sayesinde dünyanın

süregitmesinin dayanıklılığın sırrı”71

nı ifade eder. Gerçekten de bu inanış,

kozmogoninin sürekli tekrarlanmasında önemli bir role sahiptir. Her türden insanî

eylem, bir merkez simgesi etrafında gerçekleştirilir, söylencelerde ise bu simge ön plana

çıkarılır.

Merkez simgeciliğini temsil eden mandalalar kozmogoni mitlerinde önemli bir

yere sahiptir. Kutsal yerlerin, tapınakların mimarisine bakıldığında bu yerlerin

geometrik şekillerle yani mandalalarla inşa edildiği ya da süslendiği görülmektedir.

Merkez yahut çember anlamına gelen mandala, dünyanın merkezini sembolize eder.

Kabul ayinlerinde ergenliğe girmekte olan bir genç mandalanın içine

yerleştirilmektedir. Gencin bu şekilde tapınağa kabulü söz konusu olur. Mandala gencin

tapınağa kabul edilmesinin yanı sıra genci dış kötülüklere karşı savunur ve ona kendi

merkezini bulması için yardım eder. Mircea Eliade, iki tür mandala olduğundan

bahseder. Birinci mandala, zihinsel inşayı temsil etmektedir. İkincisi ise mandalanın

kişinin kendi bedeninde belirlenmesidir. Birincisinde kişi, mandalanın içine zihinsel

olarak girmekte ve yoğunlaşma eylemini gerçekleştirmektedir. Böylece kendini

dağılmadan korumaktadır. İkinci durumda yani mandalanın kendi bedeninde

belirlenmesinde kişi, kendi mistik fizyolojisini bir mikroevrenle özdeşleştirme arzusunu

açığa çıkarır. Yogada bir mandalanın içine girilerek çakraların canlandırılması ve

kundalininin uyanması merkez simgeciliğinin bilinçli olarak gerçekleştirildiğini

gösterir.72

Kozmogoni mitosları ele alınırken farklı uygarlıkların ortaya koyduğu

mitoslardan yararlanılmaya çalışılmıştır. Farklı uygarlıkların yaratılışla ilgili söylenmiş

mitoslarına bakıldığında yaratılışın ana hatlarıyla aynı şekilde gerçekleştiğini söylemek

mümkündür. Hatta kutsal kitaplarda da bu panoramayla karşılaşılır. Bu kısımda farklı

70

Age, 28-29. 71

Joseph Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, Çev. Sabri Gürses, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2010,

s. 53. 72

Mircea Eliade, İmgeler Simgeler, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Gece Yayınları, Ankara 1992, s. 35-37.

Page 34: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

19

uygarlıkların ürünü olan yaratılış mitoslarına ve kutsal kitaplardaki yaratılışla ilgili ayet

ya da bölümlere yer verilecektir.

Heredot’a göre tanrılar hakkında bilgi verip onların efsanelerini dile getiren

Homeros’la Hesiodos’tur. Mitosların yazına vurulması onlarla başlar.73

Bu sebeple

mitoloji denilince akla öncelikle Yunan mitolojisi gelmektedir. Yunan mitolojisinde

Hesiodos tanrıların öykülerini anlatırken dünyanın nasıl ortaya çıktığı hakkında da

şunları söyler:

“Her şeyden önce kaos varmış. Bu kaostan yeryüzünü/toprağı temsil eden

Gaia çıkmış. Gaia kendi kendine yaratma yeteneği olan bir tanrısal varlıkmış.

Kendi kendine dağları, geceyi ve diğer bazı şeyleri yaratmış. Ancak giderek daha

çok hissetmeye başladığı yalnızlıktan bir türlü kurtulamamış. Ve en sonunda

kendisine eş bir tanrı yaratmaya karar vermiş. Kendisini baştanbaşa kapsayacak

yalnızlığını giderecek olan Uranos’u yaratmış. Gökyüzü anlamına gelen hemen

Gaia ile birleşmeye başlamış.”74

Bu kozmogoni tanrıların yaratılışıyla devam eder. Tanrıların ortaya çıkışı ve

birbirleriyle olan ilişkileri, bu tanrıların hikâyeleri Yunan mitolojisini oluşturmaktadır.

S. Noah Kramer ise Sümerleri köklü fakat hâlâ tam olarak çözümlenememiş

mitlere sahip bir uygarlık olarak görür ve Sümer Mitolojisi adlı eserinde Sümerlerin

evrenin yaratılışına yükledikleri anlamı ele alır. Evrenin yaratılışında Sümer şiirinin

giriş bölümünü ana kaynak olarak gösterir. Bu görüşleri şu şekilde özetler:

“1. Başlangıçta ilksel deniz vardı; kökeni veya doğuşu konusunda bir şey

söylenmemektedir, Sümerler onu her zaman varmış gibi düşünmüş olabilirler.

2. İlksel deniz gök ile yerin birliğinden oluşan kozmik dağı vücuda getirdi.

3. Tanrılar insan biçiminde kişileştirildiğinde, An (gök) eril, Ki (yer) dişildi.

Onların birleşmelerinden hava-tanrısı Enlil doğdu.

4. Hava-tanrısı Enlil yerden göğü ayırdı ve babası An göğü ele geçirirken,

Enlil annesi Ki’yi, yeri, ele geçirdi. Enlil ile annesi Ki’nin birleşmesi –tarihsel

devirlerde Nimah, ‘yüce kraliçe’; Ninhursag, ‘(kozmik) dağın kraliçesi’; Nintu,

73

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 6. 74

İsmail Gezgin, Sanatın Mitolojisi, Sel Yayıncılık, İstanbul 2008, s. 78.

Page 35: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

20

‘doğurgan kraliçe’ gibi çeşitli adlar verilen tanrıçayla özdeşleştirilmiş olabilir–

evrenin düzenlenmesini, insanın yaratılışı ve uygarlığın kuruluşunu başlattı.”75

Geniş bir coğrafyaya sahip olan ve köklü mitolojilerden izler taşıyan Türk

mitolojisine bakıldığında en esaslı kozmogoni mitinin Altay Türklerinde yer aldığı

görülür.

Buna göre dünya başlangıçta uçsuz bucaksız bir denizdi. Tanrı Ülgen bu

sonsuzlukta uçuyordu ve kendisine konacak bir yer arıyordu. Kutsal ilham ile birlikte

kayıptan bir ses ona “Tut önündeki şeyi, hemen yakala!” dedi. Ülgen bu emre uydu ve

ellerini uzatarak bu sesi içinden tekrarladı. Bununla birlikte Tanrı Ülgen denizden çıkan

taşı tutup bu taşın üzerine bindi. Artık, gökleri yaratmanın zamanı gelmişti. Tanrı Ülgen

gökleri nasıl yaratacağını düşünmeye koyuldu76

:

“Bir dünya istiyorum, bir soyla yaratayım!

Bu dünya nasıl olsun, ne boyla yaratayım!

Bunun çaresi nedir, ne yolla yaratayım!

Suyun içinde yaşayan Ak-Ana su yüzünde göründü;

Yaratmak istiyorsan, sen de bir şeyler Ülgen,

Yaratıcı olarak şu sözü öğren!

De ki hep: Yaptım oldu. Başka bir şey söyleme!

Hele yaratırken, yaptım olmadı, deme!

dedi ve denize dalarak kayboldu ve bilinmez oluverdi. Bu sözler Tanrı

Ülgen’in aklından hiç çıkmadı ve insana sürekli bu öğüdü söyledi:

Dinleyin, ey insanlar! Var’ı yok demeyiniz!

Varlığa yok deyip de, yok olup gitmeyiniz!

Ülgen yere baktı ve ‘Yaratılsın yer!’ dedi. Hemen denizden yer ortaya çıktı.

Sonra göğe bakarak ‘Yaratılsın gök!’ dedi. Bu söz üzerine gök oluştu. Tanrı Ülgen

emir vermeye devam etti ve üç balık yaratarak dünyayı bu balıkların üstüne

dünyayı koydu. Çok büyük olan bu balıklar dünyaya destek oldu. Dünyanın iki

yanına da iki balık yerleştirdi. Bu balıkların bir tanesinin başı hep kuzeyde

olmalıydı. Balığın başı biraz aşağı düşse tufan olmaya başlar ve sular tüm dünyayı

kaplardı. Bu balığın başının sabit kalması için Tanrı, Mandı-Şire’yi görevlendirdi.

Tanrı Ülgen dünyayı yaratınca oturmak için Altın-Dağ’a geçti. Bu dağ yerle

gök arasında ay ve güneşe değerdi. Ancak bu dağın etekleri dünyaya değmezdi.

75

Samel Noah Kramer, Sümer Mitolojisi, Çev. Hamide Koyukan, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2001, s. 83. 76

Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi I, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 2010, s.432-435.

Page 36: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

21

Dünyanın yaratılışı altı günde olmuştu ve yedinci günde Tanrı Ülgen uyumuştu.

Bir gün Tanrı Ülgen yattıktan sonra kalktı ve neler yarattım diye etrafına bakındı.

Bu dünya farklıydı. Güneş ve Ay dünyası, dokuz ayrı dünya da yaratılmıştı.

Bununla birlikte cehennem ile yer de bu dünyalara katılmıştı. Dünyaların en

büyüğü Han-Kurbustan-Tengere’ydi. Bu dünyaların içinde en üstünü bu dünyaydı.

Ülgen, bu dünyaya Mangızın-Matmas-Burkan adında bir yardımcı verdi. Burası

tanrıların barınağıdır ve bu dünyanın cehenneminin adı Mangız-Toçiri-Tamu’dur.

Yerin adı da Altın-Telegey’dir.”77

Bu yaratılış mitinde gök dünyasının da adları verildikten sonra sıra insanların

yaşayacağı dünyaya gelir. En küçük olan dünya budur. Bu dünyanın adı Kara-

Tengere’dir. Onu kutsal May-Tere idare eder. Dünyanın cehennemine ise Kara-Teş

denir. Kerey-Han da burayı idare eder.78

Bundan sonra ilk insanın yaratılması anlatılır.

Bu kısma antropogonik mitlerde yer verilecektir.

Hindistan’dan gelen başka bir öyküde de şu kozmogoniyle karşılaşılır:

“Başlangıçta, bu evren yalnızca insan biçimindeki Benlik’ti. Çevresine baktı

ve kimseyi değil, kendini gördü. Sonra, başlangıçta, bağırdı, “Ben oyum,” diye.

Böylece ad geldi, Ben. (…)

Korkuya kapıldı. İnsanların yalnız olmaktan korkması bundandır. Şöyle

düşündü, ‘Ama neden korkuyorum ki? Benden başka kimse yok.’ Korkusu geçti

böylece. Mutsuzdu. Yalnız olunca insanların mutlu olmaması bundandır. Bir eş

istedi. Kucaklaşan bir erkekle kadın kadar büyüdü. Vücudunu, yani kendini ikiye

böldü. Buradan karı ve koca belirdi. Bu yüzden insan vücudu (insan bir eş

edinmeden önce) bölünmüş bir bezelyenin yarısı gibidir. Onunla birleşti; bundan

insanlar doğdu.

Kadın düşündü: ‘Beni kendinden çıkardıktan sonra benimle nasıl birleşebilir?

Öyleyse saklayayım kendimi.’ Bir inek oldu; ama erkek de bir boğa olup birleşti

onunla; bir buzağı doğdu. Kadın kısrak, erkek aygır oldu; kadın eşek oldu ve diğeri

erkek eşek olup birleşti onunla; buradan tek tırnaklı hayvanlar doğdu. Biri keçi, bir

teke; biri koyun, biri koç oldu; keçiler ve koyunlar doğdu. Böylece karıncalara

kadar varolan her şeyi çiftlere ayırdı. O zaman erkek anladı: ‘Gerçekten de ben

77

Age, s.432-435. 78

Age, s.432-435.

Page 37: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

22

kendim yaratılışım, çünkü tüm dünyayı var kıldım.’ O zamandan beri Yaratılış

denir ona.”79

Germen mitolojisini oluşturan en önemli eser Edda’lardır. Snorri Sturluson

nesir Edda’sında ise yaratılış şu şekilde anlatılmaktadır:

“Başlangıçta Esneyen bir Yarık vardı. Kuzeyden, sonra, soğuk Puslu-Dünya

göründü, ortasında bir kuyu vardı. Buradan dünyanın ırmakları aktı. Güneyde ısı

dünyası göründü, parlıyor, yanıyordu ve tutunacak yeri olmadığından ordan

geçilemezdi. Ve kuzeyin buzlu akıntıları güneye doğru akarak, buzlaşan köpük bir

zehir oluşturdu. Akıntılar durdu ve ortasında kırağı oluştu. Ve güneyin soluğu

kırağıyı eritince, onun damlasından kocaman uyanan bir dev Ymir biçiminde

yaşam çıktı.

Ymir’i ter bastı ve sol elinin altında erkek ve kadın oluştu, bir ayağı da

ötekinden bir oğul doğurdu, böylelikle Kırağı Devleri göründüler. Dahası kırağıdan

bir inek yoğunlaşıp oluştu. İnek Ymir’i besledi. Bir buz kalıbını yaladı. Bu buz

kalıbından Buri doğdu. Buri’den de Borr doğdu. Borr bir devin kızıyla evlendi. Üç

oğlu oldu: Othin, Vili, Ve. Ve dev Ymir’i kesti ve gövdesinden dünyayı, kanından

deniz ve suları, etinden toprakları, kemiklerinden kayalıkları, kırık kemiklerinden

ve dişlerinden kaya ve taşları yarattı; cenneti kafatasından yaptı, dünyanın üstüne

yerleştirdi ve her köşenin altına bir cüce yerleştirdi. Güneyden ateş ve kıvılcım

getirdiler, bazıları gökte dolandı, bazıları sabit kaldı, böylece güneş, ay ve yıldızlar

yapıldı. Ymir’in beyninden bulutları yaptılar. Ve iki ağaçtan erkek ve kadını

yarattılar. Dünyanın ortasında kendilerine bir kent yaptılar. Othin orada karısı

Frigg’le oturdu. Onların nesli Aesir olarak bilinir. Ona her şeyin babası denir,

çünkü o bütün tanrıların ve insanların babasıdır ve her şey onun demesiyle ve onun

gücüyle oldu.”80

Kozmogoni mitlerine bakıldığında ana çizgilerin şu olduğunu söylemek

mümkündür: Başlangıçta bir hiçlik, kaos ya da kimsenin olmadığı boşluk vardı. Soyut

bir varlık –töz, benlik ya da ruh– şekil kazanır, kozmik sözü söyler ve harekete geçer.

Gökler ve yer birbirinden ayrılır. Tabiat, hayvanlar, insanlar yaratılır. Bazı mitolojilerde

ise bu kozmogoni çerçevesi içerisinde tanrıların doğuşu ve mücadelesi izlenir. Her

79

Joseph Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, Çev. Sabri Gürses, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2010,

s. 310-311. 80

Joseph Campbell, Batı Mitolojisi Tanrının Maskeleri, Çev. Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi, Ankara

2003, s. 442-443.

Page 38: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

23

mitolojide ana hatlarıyla aynı olan yaratılış, uygarlıklar tarafından tahkiye edilerek

kutsal ve devamlılığı olan bir biçimde günümüze dek varlığını sürdürür. Bu

mitoslardaki imgeler, mitolojik kahramanlar kozmogoniyi zenginleştirmektedir. Pek çok

mitolojide bilinen “kozmik yumurta” imgesinde de dünyanın “başlangıçta sadece var

olmayan” bir unsur olduğu vurgulanır. Dünyanın zamanla gelişip bir yumurtaya

dönüştüğü ve belli bir süre sonra ikiye ayrıldığı söylenir. Kozmik yumurtanın kabuğu

uzayın dünya çerçevesini simgelerken içindeki güç ise doğanın tükenmez yaşam

dinamizmini ortaya koyar.81

Hiçlik, kozmik söz, var oluş ve var oluşun tekerrürü… Bu çizgi kutsal

kitaplarda da bulunmaktadır. Kutsal Kitap’ta ise şu şekilde yer almaktadır:

“Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı. Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu;

engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrı’nın Ruhu suların üzerinde hareket ediyordu.

Tanrı, ‘Işık olsun’ diye buyurdu ve ışık oldu. Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve

onu karanlıktan ayırdı. Işığa ‘Gündüz’, karanlığa ‘Gece’ adını verdi. Akşam oldu,

sabah oldu ve ilk gün oluştu. Tanrı, ‘Suların ortasında bir kubbe olsun, suları

birbirinden ayırsın’ diye buyurdu. Ve öyle oldu. Tanrı gökkubbeyi yarattı.

Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı. Kubbeye ‘Gök’ adını verdi.

Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu.

Tanrı, ‘Göğün altındaki sular bir yere toplansın, kuru toprak görünsün’ diye

buyurdu ve öyle oldu. Kuru alana ‘Kara’, toplanan sulara ‘Deniz’ adını verdi. Tanrı

bunun iyi olduğunu gördü.

Tanrı, ‘Yeryüzü bitkiler, tohum veren otlar, türüne göre tohumu meyvesinde

bulunan ağaçları üretsin’ diye buyurdu ve öyle oldu. Yeryüzü bitkiler, türüne göre

tohum veren otlar, tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları yetiştirdi. Tanrı

bunun iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve üçüncü gün oluştu.

Tanrı şöyle buyurdu: ‘Gökkubbede gündüzü geceden ayıracak, yeryüzünü

aydınlatacak ışıklar olsun. Belirtileri, mevsimleri, günleri, yılları göstersin.’ Ve

öyle oldu. Tanrı büyüğü gündüze, küçüğü geceye egemen olacak iki büyük ışığı ve

yıldızları yarattı. Yeryüzünü aydınlatmak, gündüze ve geceye egemen olmak, ışığı

karanlıktan ayırmak için onları gökkubbeye yerleştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu

gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve dördüncü gün oluştu.

Tanrı, ‘Sular canlı yaratıklarla dolup taşsın, yeryüzünün üzerinde, gökte kuşlar

uçuşsun’ diye buyurdu. Tanrı büyük deniz canavarlarını, sularda kaynaşan canlıları

81

Age, s. 308.

Page 39: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

24

ve uçan çeşitli varlıkları yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü. Tanrı, ‘Verimli olun,

çoğalın, denizleri doldurun, yeryüzünde kuşlar çoğalsın’ diyerek onları kutsadı.

Akşam oldu, sabah oldu ve beşinci gün oluştu.

Tanrı, ‘Yeryüzü çeşit çeşit canlı yaratık, evcil ve yabanıl hayvan, sürüngen

türetsin’ diye buyurdu. Ve öyle oldu. Tanrı çeşit çeşit yabanıl hayvan, evcil

hayvan, sürüngen yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü.

Tanrı, ‘Kendi suretimizde kendimize benzer insan yaratalım’ dedi, ‘Denizdeki

balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne

egemen olsun.’ Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Onları erkek ve dişi olarak

yarattı. Onları kutsayarak, ‘Verimli olun, çoğalın’ dedi, ‘Yeryüzünü doldurun ve

denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün

canlılara egemen olun. İşte yeryüzünde tohum veren her otu, tohumu meyvesinde

bulunan her meyve ağacını size veriyorum. Bunlar size yiyecek olacak. Yabanıl

hayvanlara, gökteki kuşlara, sürüngenlere –soluk alıp veren bütün hayvanlara–

yiyecek olarak yeşil otları veriyorum.’ Ve öyle oldu. Tanrı yarattıklarına baktı ve

her şeyin çok iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve altıncı gün oluştu.

Gök ve yer bütün ögeleriyle tamamlandı. Yedinci güne gelindiğinde Tanrı

yapmakta olduğu işi bitirdi. Yaptığı işten o gün dinlendi. Yedinci günü kutsadı.

Onu kutsal bir gün olarak belirledi. Çünkü Tanrı o gün yaptığı, yarattığı bütün işi

bitirip dinlendi.”82

Tevrat’ta evrenin yaratılışı bir bölümde yer almış ve onun altı günde yaratılması

ve yedinci günde tanrının dinlenmesi söz konusu olmuştur. İncil ve Zebur’da evrenin

yaratılışıyla ilgili açık bir ibare görülememektedir. Kuran’da ise yaratılışla ilgili ayetler

tek bir bölümde toplanmamış, çeşitli surelere dağıtılmıştır. Bu ayetler de kozmik söz,

yer ve göklerin yaratılması, genişletilmesi, dünyanın katmanlı ve yuvarlak oluşu,

insanın ve diğer varlıkların yaratılması hakkındadır. İnsanın yaratılışıyla ilgili ayetlere

antropogoni mitleri ele alınırken yer verilecektir.

“Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’ın

hakkıdır.” (En’âm, 1)83

ayeti yaratılan her şeyin bir tek yaratanı olduğunu söyler bizlere.

Kuran’a göre ebedî ve ezelî olan tek bir varlık vardır. Onun söylediği bir söz her şeyin

var olması için yeterlidir. Bu kozmik söz Kuran’ın pek çok ayetinde “Ol!” olarak geçer.

82

Kutsal Kitap (Tevrat, Zebur, İncil), Tevrat-Yaratılış 1-2, Yeni Yaşam Yayınları, İstanbul 2009, s. 1-2. 83

Kur’ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, Haz. Suat Yıldırım, Feza Gazetecilik A.Ş. , İstanbul 1998. ( Bu

bölümden sonra Kur’ân’dan alıntılanan ayetlerde bu künyeden yararlanılmıştır. Bundan sonraki

alıntılarda sadece sure adı ve ayet numarası verilecektir.)

Page 40: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

25

En’âm suresinde de bu kozmik söz şu şekilde geçer: “Gökleri ve yeri hikmetle yaratan

Odur. O “ol” dediği zaman her şey oluverir… Sözü haktır.” (En’âm, 73)

Diğer yaratılış mitlerine ve Tevrat’taki yaratılış bölümüne bakıldığında

başlangıçta yer ve göğün bitişik olduğu ve sonradan ayrıldığı görülür. Türk

mitolojisinde ve Tevrat’ta başlangıçta sonsuz ve karanlık suların varlığından söz edilir.

Bu durum Kuran’da da aynı şekilde yer almaktadır: “Göklerle yer bitişik idi onları Biz

ayırdık, hayatı olan her şeyi sudan yaptık.” (Enbiyâ, 30) Kuran’da önce gökyüzünün ve

sonra yeryüzünün yaratıldığı Nâziât Suresi’nin 28 ve 29. ayetlerinden anlaşılmaktadır.

Gökyüzü ve yeryüzünün nasıl yaratıldığı hususunu öğrenmek için de şu ayetlerden

yararlanabilinir:

“Göğü Biz çok sağlam bir şekilde bina ettik. Onu genişleten Biziz.” (Zariyat,

47)

“Yeryüzünü de Biz döşedik, bakınız, Biz ne de güzel döşedik.” (Zariyat, 48)

“Yerin insanları sarsmaması için oraya dağlar yerleştirdik.” (Enbiyâ, 31)

“Göğü de dengesizliğe düşmekten korunmuş bir tavan durumunda

yarattık.”(Enbiyâ, 32)

“Allah onu direksiz yükseltti ve kusursuz işleyen bir sisteme bağladı.” (Nâziât,

28)

“Sonra da yeri döşeyip yerleşmeye hazırlandı.” (Nâziât, 29)

Kuran’da gökyüzü ve yeryüzünün yaratılmasından sonra gece ve gündüzün nasıl

oluştuğu, bu sistemin nasıl işlediği hakkında da bilgiler vardır. Bu bilgiler yer alırken

bunları yaratanın sürekli “O” yani tanrı olduğu tekrar edilir.

“Karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran O’dur.” (En’âm,96)

“Gecesini karanlık, gündüzünü parlak şekilde açığa çıkardı.” (Nâziât, 29)

“Gökleri ve yeri hikmetle ve ciddî bir maksadla yarattı. Devamlı sûrette

geceyi gündüze dolar, gündüzü geceye dolar. Güneş ve Ayı da râm edip hizmet

ettiren O’dur. Onlardan her biri belirli bir süreye kadar akarcasına hareket eder.”

(Zümer, 5)

“Geceyi ve gündüzü, Güneşi ve Ayı yaratan Odur. Her biri bir yörüngede

yüzmektedir.” (Enbiyâ, 33)

Yeryüzünün tam anlamıyla yaratılması demek onun üzerinde varlık bulacak

canlıların da yaratılması demektir. Bitkilerin ve hayvanların da yaratılışı Kuran’da yer

Page 41: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

26

almaktadır. Her şeyin çift yaratıldığından bahsedilmekle birlikte bunların yaratılış

amacına da yer verilmektedir. Bitki ve hayvanların yaratılış amacı insanların yaşamını

sağlamalarıdır.

“Gökten su indiren Odur. Sonra biz onunla her çeşit bitkiyi çıkarırız.” (En’âm,

99)

“Davarlardan da çeşit çeşit yarattı: kimi yük taşır, kiminin yününden ve

kılından sergi yapılır.” (En’âm, 142)

“Bütün bunları sizin ve hayvanlarınızın yaşamı için yaptı.” (Nâziât, 33)

“Her şeyi de çift yarattık ki düşünüp ders alasınız.” (Zariyat, 49)

Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Ancak Kuran’da kozmogoninin yer alması

mitlerde ya da Tevrat’ta olduğu gibi sırayla değildir. Bu yüzden önce neyin yaratıldığı

konusunda bir sıralama yoktur. Sadece Nâziât Suresi’nde gökyüzünün yeryüzünden

önce yaratıldığını görüyoruz. Ayetlerde sürekli tekrarlanan şey; her şeyin insanoğlu için

yaratıldığı ve bundan ibret alınması gerektiğidir.

Daha önce de açıklandığı gibi kozmik sözü, hiçbir şey yokken gök ve yerin

ayrılmasıyla yaratılışın başlamasını, gök ve yerin donatılmasını, canlıların yaratılışını

gerek mitlerde gerekse kutsal kitaplarda açıkça görmek mümkündür. Kutsal kitaplarda

yaratılışın bu denli yer almasını, insanlığın ibret alması ve yaratanın unutulmaması

gerektiği hususuna bağlayabiliriz. Düşünen bir varlık olarak yaratılan insan önce

evrenin ve kendisinin yaratılışına bir anlam vermek istemiş ve bu doğrultuda mitleri

ortaya koymuştur. Yine bu mitlerde de kutsal olanın unutulmaması kaygısını görmek

mümkündür. Ritüellerle ve söylencelerle yaratılışı konu alan “kozmogonik mitler,

insanlık hâlini yani insanın nereden geldiğini, niçin var olduğunu, nereye gideceğini,

kısaca varoluşun anlamını sunmaktadır. Kozmogonik mitin diğer bir özelliği de zaman

ve mekânı birleştirmesidir. Aslında zaman ve mekânın bu ilişkisi günlük hayatta her

insanın yaşadığı bir tecrübe türüdür.”84

4. 2. Teogonik Mitler

İnsanın var olduğundan bu yana karşı karşıya kaldığı olay ve durumları

anlamlandırma çabasında olduğu daha önceki bölümlerde söylenmişti. Bunun yanı sıra

84

Ramazan Adıbelli, “Mircea Eliade ve Sürgün Hadisesinin Anlamlandırılması”, Milel ve Nihal İnanç,

Kültür ve Mitoloji Araştırmaları Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 3, İstanbul 2009, s. 253.

Page 42: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

27

insan, kendisinin ve dünyanın nasıl var olduğunu, bunun kim tarafından

gerçekleştirildiğini merak etmiştir. Bazılarına göre tanrı imgelenemeyecek,

anlaşılamayacak bir kavramdır. Ancak insan, her zaman bilinmeyene anlam vermek

istemiştir. Bu sebeple kendisini kimin yarattığını, evreni düzenleyen kişinin varlığını

bilinç süreçlerinden geçirmiş ve imgelem dünyasında tanrıya yer vermiştir. Bu imgelem

dünyası tanrıların nasıl yaratıldığı hakkında pek çok mit ortaya koymuştur. Tanrıların

nasıl ortaya çıktığını ele alan mitlere teogonik mit denir.

Teogonik mitler sadece tanrıların ortaya çıkmasını değil, onların birbirleriyle

olan ilişkilerini, evreni nasıl düzenlediklerini de inceler. Mitlerde her türden eylem bir

ilk örneğin tekrarı, o eylemin yinelenmesi olarak kabul edilir. Bu ilk örnek de tanrılar

tarafından gerçekleştirilmiştir ve insanlar bu ilk örneği tekrarlamaktadır.

Çeşitli mitolojilerin tanrılarına bakıldığında tanrıların ya bir doğa unsuruyla

özdeşleşmiş ya da insana ait özelliklere sahip varlıklar olduğu görülür. Hatta dişi ve

erkek olmak üzere cinsiyet de kazanırlar. İnsanların imgelem dünyalarında tanrıların

somutlaşması onların duyularla algılanabilir hâle gelmesini sağlar. Çünkü insan

bilmediği, kavrayamadığı şey karşısında büyük bir korkuya kapılır. Bunun yanı sıra

tanrılar tamamıyla insanla eşit konumda değildir. Çünkü tanrılara, varlığın gerçekliği

hakkındaki tüm soruların cevabı yüklenir. Tanrı ya da tanrılar, varlığın gizeminin

cevabıdır ve insanlar anlamlandıramadığı şeylere tanrıyla anlam yükler. Ritüel

mitlerinde bile gerçekleştirilen eylemler sorgulanmaz. Bu eylemlerin neden yapıldığı

sorgulandığında tanrının/tanrıların öyle istediği, başlangıç zamanında böyle yapıldığı

gibi cevaplarla karşılaşılır. Bunun yanında insanlar gerçekleştirdikleri eylemleri

tanrıların istediği gibi yapmazlarsa cezalandırılacaklarını da bilmektedir. Bu durum da

insanların toplum içinde yaşarken bazı kurallara uyması gerektiği hususunu doğurur.

İnsana göre tanrı başlangıç zamanından itibaren gazabından korkulması gereken, güçlü

ve aynı zamanda onu doğaya karşı koruyacak, yardım istenecek bir varlık olmuştur.

Kozmogoni mitlerinin çoğunda kozmik söz evrenin yaratılışının başlangıcı

konumundadır. Tanrı yalnızlık çekmektedir ve kozmik sözle yaratma eylemine başlar.

Tanrıların ortaya çıkması da kozmik sözü var eden sebeple aynıdır. Joseph Campbell’in

Doğu Mitolojisi adlı eserinde bu konu hakkında Mumya-tanrı Ptah’ın Memphis

metninden alıntılara yer verilir. Bu metne göre her kutsal sözün kalbin düşünmesi ve

dilin emretmesiyle var olduğu söylenir. Buna göre kutsal söz aslında tanrının yüreği ve

Page 43: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

28

dilidir. Kalbe yaratma, dile ise bu eylemi gerçekleştirme fonksiyonu yüklenmiştir. Her

şeyi ortaya çıkaran kalp ve kalbin düşündüklerini tekrarlayan dildir ve bütün tanrılar da

böyle yaratılmıştır. 85

Teogoni mitlerine bakıldığında genelde başlangıçta sadece bir tanrı vardır. Tanrı,

kozmik sözü söyler, evreni yaratır, diğer tanrıların ortaya çıkmasında bir role sahiptir ve

bu tanrılar evrenin düzenlenmesini sağlar. İnsanlar tanrıların yaptığı ilk eylemleri

tekrarlayarak mitin devamlılığını sağlarlar. Mısır mitolojisinde yaratıcı tanrı Ptah’tır.

Memphis ruhbanı tanrıların yaratılması konusunda güneş-tanrı Atum mitosunu

geliştirmişlerdir. Piramitlerdeki metinlerden alınan iki metne göre güneş-tanrı olan

Atum yaratma eylemini şu şekilde gerçekleştirir:

“Atum Heliopolis’de masturbasyon yaparak yarattı. Fallusunu avucuna aldı,

onunla isteğini artırdı. Ve ikizler doğdu, Şu ile Tefnut.”86

“Ey Atum-Khepri, tepeye çıktığın zaman, Heliopolis’deki Anka

Tapınağı’ndaki eski piramit taşında anka kuşu gibi parladığında, Şu’yu tükürdün,

Tefnut saçıldı tükürüklerinle ve kanın kolları gibi kollarınla onları sardın ki onların

da içinde ka olsun.”87

Atum’un yarattığı Şu ve Tefnut, dişi ve erkektir. Metnin devamında “Şu

Tefnut’la birlikte tanrıları yarattı, tanrıları dölledi ve tanrıları oluşturdu.” tümcesi yer

alır. Bu tanrılardan dokuz yay ya da Atum’un çocukları olarak bahsedilir. Bu teolojinin

yanında Memphit kavrayışına göre Ptah’ın kalbine ve diline Atum imgesiyle bir şey

gelir. Kalp gücünü temsil eden Horus yani doğan güneş oluşur. Ardından dili temsil

eden ay-tanrısı Thot’u meydana getirir. Büyük tanrı, bütüncül olan Ptah onların içinde

sonsuz yaşam gücü olarak bulunur. Kalp ve dil tüm üyeler üzerinde etkilidir. Ptah

sadece tanrıların değil, insanların, sürüngenlerin kısaca yaşayan her şeyin içinde vardır.

Her şeyi istediği gibi düşünür ve yönetir. Burada Atum’un tanrıları yaratmasında sperm

ve parmakların işlevine, Ptah’ın tanrıları yaratmasında ise kalp ve dilin gücüne dikkat

çekilir. Ptah’ın yaratıcılığı yani kalp ve dil her şeyden üstün tutulur. Hatta Atum’un bile

85

Joseph Campbell, Doğu Mitolojisi-Tanrının Maskeleri, Çev. Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi, Ankara

2003, s. 89. 86

Age, s. 90. 87

Age, s. 90.

Page 44: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

29

böyle yaratıldığı söylenir. Kalpteki düşünceleri ortaya koyan dildir. Bütün tanrılar bu

şekilde yaratılmıştır ve büyük tanrı tüm bunların içinde kendi gücünü sürdürür.88

Mısır mitolojisinde tanrıların nasıl yaratıldığı ayrıntılı bir şekilde yer alırken

diğer mitolojilerde daha çok tanrıların hangi tanrılardan hangi şekilde doğdukları,

birbiriyle olan ilişkileri ve evrene etkileri hakkında bilgiler yer almaktadır. Özellikle

Yunan, Sümer, Maoriler ve Fin mitolojilerinde babasıyla ya da içinde bulunduğu

rahimle savaşım vererek tabiata hâkim olan ve onu düzenleme işine giren tanrıların

varlığı söz konusudur. Bu mitler erginlenme ritüelleriyle ilişkilendirilebilecek

niteliktedir.

Yunan mitolojisinde tanrılar insana benzer. Onlar gibi çiftleşirler, onlar gibi

korkuya kapılırlar ve onlar gibi savaşırlar. Yalnız Gaia kendi kendine doğar. O,

bilinmez olan kaostan çıkmıştır. Yalnızlıktan sıkılan Gaia, Uranos’u yaratır. Gaia ve

Uranos hemen çiftleşmeye başlar. Bu çiftleşme sonucu üç kardeş olan yüz kollu elli

başlı Hekatonheirlar oluşur. Bunlardan korkan Uranos, onların doğmasına izin vermeyip

Gaia’nın karnının derinliklerine hapseder. Daha sonra yine üç kardeş olan ve her birinin

sadece tek gözü olan Kykloplar oluşur. Onlar da Hekatonheirların yanına gönderilir.

Son yaratılanlar altısı kız altısı erkek olan Titanlardır. Ancak onların sonu da diğerleri

gibi olur. Gaia bu durumdan rahatsız olmaya başlar. Karnındaki çocuklarıyla konuşur ve

Uranos’a karşı savaşmalarını ister. Bunu sadece son doğan Kronos kabul eder.

Annesinin yaptığı orakla babasının erkeklik organını keser. Erkeklik organından iğrenen

Kronos bunu elinden atar ve organ Kıbrıs açıklarında bir denize düşer. Köpüren

denizden güzellik ve aşk tanrıçası Aphrodite doğar. Yere düşen kan damlalarından da

acımasız tanrıçalar, öç tanrıçaları, devler doğar. Tahtını ve organını kaybeden Uranos,

gökyüzüne yükselir ve Kronos’u lanetler. O da tıpkı Uranos gibi oğlu tarafından

tahtından indirilecektir. Kronos, kardeşi Rheia ile birleşir ancak lanetin

gerçekleşmesinden korktuğu için doğan bütün çocukları yutmaya başlar. Rheia bu

durumdan sıkılır ve Gaia’ya gider. Birlikte bir plan hazırlarlar. Son doğan çocuk

Zeus’tur. Kronos’a Zeus yerine kundaklanmış bir taş verilir. Kronos bu taşı yutar. Bu

sırada Zeus gizlice Girit adasında bir mağaraya bırakılır ve tanrıçalar tarafından orada

büyütülmeye başlanır. Zeus büyüdükten sonra kardeşlerini kurtarmak için plan yapar.

Babasına ilaç yutturulur ve kusması sağlanır. Bütün kardeşleri çıkınca yalnız olmayan

88

Age, s. 90-91.

Page 45: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

30

Zeus babasına karşı bir savaş başlatır. Korkunç bir savaş başlar ve sonunda savaşı Zeus

ve tanrılar kazanır. Zeus tahta çıktığında bu korkunç yazgı devam eder. Gaia, Zeus’a

Metis’ten olacak çocuğu tarafından tahttan indirileceğini söyler. Metis, akıl anlamına

gelmektedir. Zeus, bu çocuktan kurtulmak için Metis’e kılık değiştirip

değiştiremeyeceğini sorar. Metis aslan kılığına girince, Zeus ona su damlası olup

olamayacağını sorar. Bir su damlası olan Metis’i Zeus yutar. Ancak Metis’in hamileliği

Zeus’a geçer. Bir gün baş ağrıları ile uyanan Zeus, oğlu Hephaistos’un yardımıyla

başından tanrıça Athena’yı doğurur. İşte Yunan mitolojisinde tanrıların yaratılması

Hesiodos’un dilinden bu şekilde anlatılır. Tanrılar dünyayı karanlık yaratıklardan,

devlerden kurtarmıştır.89

Görüldüğü üzere tanrıların sahneye çıkması Gaia ile Uranos’un birleşmesiyle

yani kozmogoniyle birliktedir. Kronos, annesiyle işbirliği yaparak babasının erkeklik

organını kesmiştir. Sümer mitolojisinde de ilksel denizi simgeleyen tanrıça Nammu,

gök ile yere yaşam vermiştir. An gök, Ki yerdir. An, Anunnakiler’i (ardıllarını) yani

büyük tanrıları döller. An ve Ki’nin birleşmesinden doğan hava tanrısı Enlil, annesiyle

babasını ayırarak annesiyle birleşir. Bu birleşme Ninmah, Ninhursag, Nintu adları

verilen tanrıçayla özdeşleştirilir. Böylece evrenin düzenlenmesi, insanın yaratılışı

başlar. Gökleri düzenleyen ay tanrısı Nanna, doğudan batıya yolculuk yapan güneş

tanrısı Utu, çiftçi tanrı Enten, bitki tanrıçası Uttu, Uttu’ya can veren, yeryüzünü

özellikle de Sümer bölgesini düzenleyen, belirli işler için tanrılar atayan su tanrısı Enki,

sığır tanrısı Lahar, tahıl tanrıçası Aşnan, Sümer mitolojisinde önemli bir yere sahip olan

tanrı/tanrıçalardır.90

Yunan ve Sümer mitolojilerinde babayla olan savaşım ve anneyle birleşme söz

konusuyken Maori ve Fin mitolojilerinde rahimden çıkma savaşımı yer alır. Yeni

Zelanda yerlilerinden olan Maori mitlerinde de bu benzer çizgiyi yakalamak

mümkündür. Başlangıçta Rangi (gök), Papa (toprak ana)’nın karnına öyle sıkı uzandı ki

çocuklar rahmin içinde çeşitli hâllerde duruyorlardı. Hepsi de ikisinin kucaklaşmasıyla

vücut bulmuştur. Bu karanlıktan sıkılan varlıklar bu durumdan kurtulmanın yollarını

aramaya başladılar. En öfkeli olan Tu-mata-uenga, onları öldürmeyi teklif eder. Ağaçtan

yapılmış her şeyin babası Tane-mahuta, onları ayırmanın, göğün üstlerinde ve yerin

89

İsmail Gezgin, Sanatın Mitolojisi, Sel Yayıncılık, Ankara 2011, s. 79. 90

Samel Noah Kramer, Sümer Mitolojisi, Çev. Hamide Koyukan, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2001, s. 83-

87.

Page 46: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

31

ayaklarının altında kalmasının en iyisi olacağını söyler. Başını sıkıca annesinin karnına

yerleştirir ve bacaklarıyla babası Rangi’yi iterek onu annesinden ayırır. Anne ve

babasının çığlıklarına rağmen göğü çok çok yukarıya iteler.91

Fin mitolojisinde ise dalgadan gebe kalan Su Ana, yedi yüzyıl boyunca

rahmindeki doğuramadığı çocukla yüzmek zorunda kalır. Sonunda en yüce tanrı

Ukko’ya dua eder. Ukko, ona dizlerinde yuva yapması için bir kuş gönderir. Bu kuşun

yumurtaları düşüp kırılır ve tüm parçalar yeri, göğü, güneşi, ayı ve bulutları oluşturur.

Su Ana rahmindeki çocukla yüzmeye devam eder ve dünyayı şekillendirenin işini

yapmaya koyulur. Bebek, Väinäöinen, yaklaşık otuz yaz annesinin rahminde kalır ve

nasıl var olacağını düşünmeye başlar. Ay ve güneşten yardım ister ancak yardıma

gelmezler. Var olma içini sıkmaya başlar. Kendi çabasıyla rahimden kurtulan

Väinäöinen, kahraman olarak doğar.92

Türk mitolojisinde de tanrılar sadece yaratılan varlıkların ve yerlerin idaresi

için görevlendirilmiş olarak yer alır. Büyük tanrı Bay Ülgen’dir. Tanrıların barınağı ise

Han-Kurbustan-Tengere’dir. Tanrı Ülgen, evreni yaratırken diğer tanrıları görevlendirir.

4. 3. Antropogonik Mitler

Evren yaratıldıktan sonra sıra insanın yaratılmasına gelir. S. Noah Kramer,

insanın yaratılışı hususundaki en eski bilgilerin Babil ve İbranilerin mitlerinde yer aldığı

görüşünün yaygın olduğunu ancak İbrani ve Babil yorumundan bin yıl önceye dayanan

bir Sümer şiirinde insanın yaratılışı hakkında bilgiler olduğunu söyler. Babil ve Sümer

mitlerinde insanın yaratılış sebebi, tanrılara hizmet etmesi ve onların geçimini

sağlamasıdır. Sümer şiirinin girişinde tanrıların çektikleri güçlükler betimlenir ve

tanrıların bilgelik tanrısı Enki’den yardım istemesi yer alır. Ancak Enki öyle derin bir

uykudadır ki onları duymaz. İlksel deniz, tanrıların gözyaşını Enki’ye getirir ve

yatağından kalkmasını tanrılara hizmetkârlar biçimlemesini söyler. Bunun üzerine Enki,

ilksel denize bu varlığın yaratıldığını söyler ve denizin dibinin yüzeyindeki kilden

yüreğini yoğurmasını, uzuvlarını ortaya çıkarmasını ister. Bunları yaparken Ninmah –

toprak-ana tanrıça– ilksel denize yardımcı olacaktır. Şiirin kırık dizelerinden sonra Enki

insanın yaratılışı onuruna ziyafet verir. Ninmah ile birlikte çok şarap içer ve çakırkeyif

91

Joseph Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, Çev. Sabri Gürses, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2010,

s. 313-314. 92

Age, s. 329-333.

Page 47: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

32

olurlar. Ninmah denizin dibinden bir parça kil alır ve altı değişik tipte insan

şekillendirir. Enki de bu insanların yazgılarını belirleyip onlara yiyecek verir. Bunun

üzerine Enki de kendi başına bir şeyler yaratmaya karar verir ancak sonuç başarısız olur.

Enki, Ninmah’tan bu bireyin yazgısını belirlemesi ve ona yiyecek vermesi için yardım

ister. Ninmah elinden geleni yapar ancak işe yaramaz. Eşi Enki’yi lanetler. 93

Sümer mitolojisinde insanların yaratılış amacı ve kilden yaratıldığı ön plana

çıkarken Hint ve Yunan mitolojilerinde bir düaliteden bahsetmek mümkündür.

Başlangıçta cinsiyeti olmayan bir varlık vardır. Bu varlığın bölünmesinden kadın ve

erkek oluşur ve bunların birleşmesiyle insanlar ortaya çıkar. Bu antropolojik durum

kozmogoninin bir parçası olduğu için kozmogonik hadiselerle benzerlik gösterir.

Başlangıçta kaos vardır. Sonra gök ve yer ikiye ayrılır ve evren oluşmaya başlar. Vedik

Hint Brahadaranyaka Upanişad’ında başlangıçta sadece Atman vardır, o Benlik’tir.

Yalnızlıktan büyük mutsuzluk duyar ve birbirine sarılmış kadın ve erkek iriliğine ulaşır.

Kendisini ikiye böler ve bundan kadın oluşur. Ortaya çıkan bu kadınla birleşir. Böylece

insanlık ortaya çıkar.94

Platon’un Şölen’inde ise Yunan mitosuna ait alegorileri görmek mümkündür.

Aristofanes’in anlatımına göre en eski insan yuvarlak sırt ve böğürleriyle tosparlak bir

şeydi. Birbirine yapışmış dört elli, dört ayaklı, iki yüzlü bir kafaya sahip olan bu

varlığın gücü çok fazlaydı. Tanrılar bu varlığın kuvvetinden korktuğu için Zeus bu

varlığı ikiye bölmeye karar verdi. Apollon bu iki varlığın şeklini düzeltti. Bu iki varlık

ne zaman özlem duysa tek varlık hâline gelerek devamlılığını sağlamaktadır.95

Orfik

mitosa göre de insan düaliteden oluşmuştur ancak bu bir olan varlığın ikiye bölünmesi

şeklinde değildir. Buna göre insan, Dionysos ve Titanların küllerinin karışımından

olmuştur. Dionysos ölümsüz, Titan ölümlüdür yani ruh Dionysos’u, gövde ise Titan’ı

simgeler.96

Türk mitolojilerine bakıldığında Tevrat’ın etkileri görülmektedir. İlk insan

balçıktan, Havva da Âdem’in kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Cennetten

93

Samel Noah Kramer, Sümer Mitolojisi, Çev. Hamide Koyukan, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2001, s.

132-137. 94

Joseph Campbell, Doğu Mitolojisi Tanrının Maskeleri, Çev. Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi, Ankara

2003, s. 17-18. 95

Joseph Campbell, İlkel Mitoloji Tanrının Maskeleri, Çev. Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi, Ankara

2006, s. 123. 96

Joseph Campbell, Batı Mitolojisi Tanrının Maskeleri, Çev. Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi, Ankara

2003, s. 171.

Page 48: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

33

kovulmalarında da ilk kandırılanın Havva olduğu görülür. Ancak Türk yaratılış

destanlarında diğer mitolojilerde karşılaşılmayan bir motif vardır. Köpek ve tükürük

motifi insanın yaratılışıyla ilgili efsanelerde yer almaktadır. Buna göre Tanrı Ülgen,

Âdem’i topraktan yaratıp Havva’yı da onun kaburga kemiklerinden yaratır. Onlara şekil

verdikten sonra ruh aramaya göklere gider ve şeytanın bunu kıskanacağını düşünerek

insanı koruması için tüysüz bir köpeği görevlendirir. Şeytan köpeği tüy vaadiyle

kandırır. Eline bir kamış alan şeytan bu kamışı insanların arkasına sokar ve hızla üfler.

Tanrı geri dönünce kadın ve erkeğin canlandıklarını görür ve ne yapacağı hususunda

endişeye kapılır. Bu sırada bir kurbağa gelir ve onları yok etmemesini, kendi hâllerine

bırakmasını söyler ve Tanrı da öyle yapar. Başka bir Altay yaratılış destanı varyantına

göre de şeytan köpeği kandırdıktan sonra insan şekillerinin hepsine tükürür ve onları

tükürükle boğar. Tanrı geri döndüğünde insan şekillerinin tükürük içinde kaldığını görür

ve insanın dışını içine çevirerek ona ruh verir. Köpeği de cezalandırır. İnsanları da kendi

hâllerine dünyaya bırakır. Bu yüzden insanlar hastalıktan, sıkıntıdan kurtulamaz.97

Kozmogoni mitleri ele alınırken her yaratıcı eylem ve durumun bir kozmogoni

modeli olduğu söylenmişti. Antropogonik mitler de kozmogoninin bir modelidir ve

evrenin yaratılışı ele alınırken insanın yaratılışına da yer verilmektedir. Kozmogoni

mitlerinde sıkça tekrarlanan merkez simgeciliğine tekrar değinmek gerekmektedir.

Merkez simgeciliği ya da dünyanın göbeği kavramı, kozmogoni mitlerinde önemli bir

yere sahiptir çünkü bu görüşe göre evrende varlık bulan diğer kozmik varlıklar gibi ilk

insan da burada yaratılmıştır. Dünyanın merkezi durumundaki bu yer, inanışlara göre

farklılık göstermektedir. Önemli olan farklılık değil, inanıştır ve uygarlıklara göre bu

yer kutsaldır.

İnsanın yaratılışı kutsal kitaplarda önemli bir yer tutmaktadır. Yalnız bu yaratılış

sadece yaratma eylemiyle sonlanmaz. İlk insana bir eş yaratma, ilk günah ve cennetten

kovuluş, dolayısıyla insanlara ders verme amacı güden bir uyarı, ceza da kutsal

kitaplarda yer alır. Kutsal kitaplarda ilk insanın adı “Âdem”,“Adam” olarak

geçmektedir. Öncelikle bu ismin kaynağını ortaya koymak gerekir:

“Âdem” lafzının Sümer dilinde “babam” anlamına gelen adamu kelimesinden

veya Asur-Bâbil dilinde, “yapılmış, meydana getirilmiş veya ortaya konulmuş”

gibi anlamlar içeren adamu kelimesinden yahut Sâbiî dilinde “kul” anlamına gelen

97

Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi I, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 2010, s. 465-476.

Page 49: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

34

adam kelimesinden türetilmiş olma ihtimalinden söz edilmiştir. Ayrıca, kelimenin

İbranca’daki adamah (toprak, yer) kökünden türetilmiş olduğu da ileri

sürülmüştür.98

Tevrat’ta “Yaratılış” bölümünde gök ve yer yaratıldıktan sonra yeryüzünde bir

fidanın bile olmadığına yer verilir. Toprağı işleyecek bir insan bile yoktur. Bu cümleyle

birlikte ilk insan Âdem’in yaratılışı ele alınır. Rab Tanrı Âdem’i topraktan yaratır ve

burnuna yaşam soluğunu üfler. Yaşayan bir varlık olan Âdem’i Aden’deki bahçeye

yerleştirir. Orada iki ağaç vardı. Biri yaşam ağacı, diğeri iyiyle kötüyü bilme ağacıdır.

Tanrı Âdem’e istediği meyveden yiyebileceğini ancak iyiyle kötüyü bilme ağacından

yemeyeceğini, yerse öleceğini söyler. Âdem, Tanrı’nın isteğiyle onun yarattığı

hayvanlara isim verir. Tanrı, Âdem’in yalnız kalmaması için ona bir eş, yardımcı

yaratmaya karar verir. Onu derin bir uykuya gönderir. Âdem uyurken Tanrı onun

kaburga kemiğinden bir parça alır ve orayı etle örter. Bu kaburga kemiğinden bir kadın

yaratır. İbranice adam “iş” sözcüğüyle karşılanırken kadın“işşa” sözcüğüyle karşılanır.

Bunun sebebi kadının erkeğin kaburga kemiğinden yaratılmasıdır. Yılan, kadını yasak

meyveyi yemesi konusunda kandırır. Kadın bu meyveden yer ve bu meyveyi Âdem’e de

yedirir. O anda ikisinin de gözleri açılır ve çıplak olduklarını fark ederler. Tanrı, Âdem

ve eşinin bu meyveden yediğini anlar ve yılanı, kadını, Âdem’i cezalandırır. Yılanı

hayvanların en lanetlisi olarak ilan eder, hayatı boyunca karnının üstünde sürünerek ve

toprak yiyerek yaşayacağını söyler. Kadınla yılanın soyunu birbirine düşman eder.

Kadın da doğum sırasında acılar çekecek, kocası tarafından yönetilecektir. Tanrı,

Âdem’i de karısının sözünü dinlediği için cezalandırır. Yaşam boyu emek vermeden

yiyecek bulamayacak ve ölümünde de toprağa dönecektir.99

Kuran’da ise Âdem ve Havva’nın yaratılışı, cennetten kovuluşları ve

cezalandırılmaları farklı sure ve ayetlere dağıtılmıştır. Ancak A’raf Suresi’nde bu

olayların hepsini farklı ayetlerde de olsa görmek mümkündür:

“Sizi biz yarattık, sonra şekil verdik size. Peşinden de: ‘Haydi, hürmet için

secde edin Âdem’e!’ dedik meleklere. Onların hepsi hemen secde ettiler, yalnız

İblis dayattı. Secde edenlerden olmadı. Allah buyurdu: ‘Söyle bakayım, sana

emrettiğim hâlde, secde etmene mani nedir?’ İblis: ‘Ben ondan daha üstünüm;

98

Mustafa Öztürk, “Âdem, Cennet ve Düşüş”, Milel ve Nihâl İnanç, Kültür ve Mitoloji Araştırmaları

Dergisi, Sayı: 2, İstanbul 2004, s. 153. 99

Kutsal Kitap (Tevrat, Zebur, İncil), Tevrat-Yaratılış 2-3, Yeni Yaşam Yayınları, İstanbul 2009, s. 3-4.

Page 50: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

35

çünkü Sen beni ateşten, onu ise bir çamur parçasından yarattın!’ ‘Çabuk in

oradan!’ buyurdu Allah. ‘Öyle orada kurulup da büyüklük taslamak senin haddin

değildir. Çabuk çık, çünkü sen alçağın tekisin!’ ‘Bana, onların diriltilecekleri

kıyamet gününe kadar mühlet verir misin?’ dedi. Allah: ‘Haydi, sen mühlet

verilenlerdensin!’ buyurdu. ‘Öyle ise!’ dedi: ‘Sen beni azgınlığa mahkûm ettiğin

için, ben de onları gözetlemek üzere Senin doğru yolun üzerine pusu kurup

oturacağım. Sonra onların gâh sağlarından, gâh sollarından sokulacağım, vesvese

verip pusu kuracağım, Sen de onların ekserisini şükreden kullardan

bulmayacaksın.’ ‘Çık oradan alçak ve kovulmuş olarak!’ buyurdu. ‘Onlardan kim

sana uyarsa, iyi bilin ki cehennemi sizlerle dolduracağım.’ ‘Sana gelince Âdem,

seninle eşin cennete yerleşiniz, istediğiniz her tarafından yeyip içip yararlanınız.

Yalnız şu ağaca yaklaşıp da zalimler zümresine girmeyiniz.’ Fakat o şeytan onlara,

gözlerinden gizlenmiş olan edep yerlerini açığa çıkarmak için vesvese verdi.

Onlara şöyle telkinde bulundu: ‘Rabbinizin size bu ağacın meyvesini

yasaklamasının tek sebebi, sizin meleklerden veya ölümsüz hayata nail olanlardan

olmanızı önlemektir.’ diyerek, kendisinin onların iyiliğini istediğine dair yemin

üstüne yemin etti. Böylece onları aldatarak mevkilerinden düşürdü. Şöyle ki: O

ağacın meyvesini tadar tadmaz, edep yerlerinin açık olduğunu fark ettiler. Derhâl,

buldukları cennet yapraklarıyla edep yerlerini örtmeye başladılar.” (A’raf 11-22)

“Rabbi onu seçti, tövbesini kabul etti ve onu hidayetine mazhar etti. Onlara

hitaben buyurdu ki: kiminiz kiminize düşman olarak ininiz. Sonra ne zaman

Benden bir rehber gelir de, kim ona tabi olursa artık ne yolu şaşırır ne de bedbaht

olur.” (A’raf 122-123)

Bununla birlikte Kuran’da çok sık geçen kozmogonik sözün insanın

yaratılışında da dile getirildiği görülür. Bu kozmogonik söz Âl-i İmrân Suresi’nin 59.

ayetinde “Allah Âdem’i topraktan yaratıp “ol” dedi, o da derhal oluverdi.”olarak yer

alır. Kuran ayetlerinde sadece Âdem’in değil tüm insanlığın nasıl yaratıldığına dair

bilgileri de bulmak mümkündür:

“Biz sizi ilkin topraktan, sonra bir nutfeden, sonra yapışkan hücreden, sonra

esas unsurlarıyla hilkati tamamlanmış, ama bütün azalarıyla henüz tamamlanmamış

bir çiğnem et görünümünde bir ceninden yarattık ki, kudretimizi size açıkça

gösterelim.” (Hac, 5)

“Allah sizi (atanız Âdemi) topraktan, sonraki nesilleri de nutfeden yarattı.

Sonra sizi çift çift yaptı.” (Fâtır, 11)

Page 51: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

36

Kuran’da Âdem’in eşinin nasıl yaratıldığına dair açık ifadeler kullanılmamıştır.

Tevrat’ta ilk insanın eşinin onun kaburga kemiğinden yaratıldığı açıkça söylenmektedir.

Bunun yanında Tevrat’ta kadına “Havva” ismini Âdem vermektedir. Kuran’da ne ilk

kadının ismine ne de kaburga kemiğinden yaratıldığına rastlanır. Havva’nın Âdem’den

yaratıldığını şu ayetlerde görmek mümkündür:

"O'dur ki, sizi bir tek nefisten yarattı; gönlü ısınsın diye ondan eşini var etti."

(A'râf, 189)

“O sizi bir tek candan yarattı. Ayrıca ondan da eşini meydana getirdi.”

(Zümer, 6).

Vera Zingsem, Lilith, Adem’in İlk Karısı adlı kitabında Tanrı’nın Âdem için üç

kadın denemesinde bulunduğunu söyler. Bunlardan ilki Lilith’tir. Ancak Âdem’le kavga

eden Lilith, Âdem’in ondan üstün olmadığı, ikisinin de topraktan yaratıldığı için eşit

olduğu gerekçesiyle dünyanın göğüne doğru yükselir. Tanrı onu geri getirmesi için üç

melek görevlendirir ancak kadın geri dönmek istemez. Bunun karşılığında Lilith

cezalandırılır. Tanrı ikinci bir kadın denemesine girişir. Kadın anatomisini ortaya

çıkardıktan sonra bunu deriyle kapladı ve çeşitli yerlerine kıl ve saçlar ekledi. Âdem,

Chawah adlı bu kadından tiksindi. Tanrı ikinci kadını da uzaklaştırdı. Tanrının üçüncü

denemesinde kadın, adamın kaburga kemiğinden yaratılır ve ziynetlerle süslenir. Âdem

bu kadına hayran kalır.100

Antropogonik mitler ele alınırken eski uygarlıklara yer verdikten sonra kutsal

kitaplardaki anlatılarla örtüşen ya da ayrılan yönleri ortaya koymaya gayret edilmiştir.

Özetlenecek olursa uygarlıklardaki antropogonik mitlerde ve kutsal kitaplardaki

anlatılarda insanın ham maddesi aynıdır. Bu madde toprağın türevlerinden olan bir

maddedir. Bazı yerlerde kil, çamur, bazı yerlerde de toprak olarak karşımıza çıkar.

Sümer mitolojisiyle Tevrat’ta insanın yaratılma amacı aynı gibi görünmektedir.

Tevrat’ta toprağı işleyecek bir insanın olmaması, Sümer mitolojisinde ise tanrıların

işlerine yardımcı olacak bir varlığın olmaması üzerine insan yaratılır. Kuran’da böyle

bir amaçtan bahsedilmemiştir. Kuran’da “Ben cinleri ve insanları sırf Beni tanıyıp

yalnız Bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 56) ayeti geçmektedir. Kuran’da

tamamen ilksel varlığın gücü ve unutulmaması ön plandadır. Bunun yanında Tevrat ve

Kuran’da ilk günah, cezalandırma hususları bazı ayrıntılarla birbirinden ayrılmaktadır.

100

İsmail Gezgin, Sanatın Mitolojisi, Sel Yayıncılık, İstanbul 2011, s. 146.147.

Page 52: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

37

Tevrat’ta ilk günah Havva’ya mal edilirken Kuran’da Âdem ve Havva’nın birlikte

kandırıldığı yer alır. Havva’nın Âdem’den yaratılması da benzerlik gösteren

konulardandır. Yalnız Tevrat’ta ve bazı mitolojilerde Havva’nın Âdem’in kaburga

kemiğinden yaratılması söz konusudur. Tevrat’ta kadına, yılana ve adama ayrı cezalar

verilirken Kuran’da insanoğlu yeryüzüne birbirine düşman olarak indirilir ve Tanrı’nın

buyruklarını, yolunu izledikleri sürece kurtuluşa erecektir.

4. 4. Eskatoloji Mitleri

“Senin ektiğin şey ölmedikçe

dirilmez.”101

Evrenin ve insanlığın sonunu ele alan mitlere eskatoloji mitleri adı

verilmektedir. Eskatoloji her ne kadar bir sonu anlatsa da aslında kozmogoninin yeniden

gerçekleşmesi için bir aşamadır. Çünkü uygarlıkların mitolojilerine bakıldığında mutlak

bir sondan bahsedilemez. Son, onlar için yeni bir yaşamın başlangıcı anlamına gelir.

Pek çok mitolojide ve ritüelde bu ebedî dönüş açıkça görülmektedir. Bu bağlamda

M.Eliade’nin görüşlerine katılmak mümkündür.

Kozmogoniyle başlayan üretken yaşam kendi süresi içinde yaşlanmaya,

yıpranmaya başlar ve yerini yavaş yavaş eskatolojiye bırakır. Bu döngüde Yin Yang

felsefesinin varlığından da söz edilebilir. Zıt unsurları barındıran bu kavramlar kendi

süreleri içinde birbirlerini tükettiği gibi aslında üretimi de sağlamaktadır. Kısır ve

kompleks bir döngü olarak görünse de büyük bir denge ve uyum vardır. Bu uyumda

zaman ve mekânın ilgası söz konusudur. Zamanın ve mekânın ilgasına sebep olan bu

ebedî dönüş insanları korkuya sürükleyeceğine selamete erdirir. Çünkü yaşlanmış olan

dünyanın ve günaha batmış insanlığın sona ermesiyle yepyeni bir dünya kurulacak ve

iyi insanlar burada sıkıntısız bir şekilde yaşamlarını sürdüreceklerdir.

M. Eliade, ayın ritmik hareketini kozmik olarak değerlendirir. Ayın ilk hâli,

dolunay olması, yok oluşu ve tekrar görünmesi aslında mutlak bir sonun olmadığına

basit bir örnektir. Bu örneği sadece ayda değil doğanın ritmik hareketinde de görmek

mümkündür. Eğer mutlak bir son yoksa tufan ve sel mitleri de eskatolojinin bir parçası

olarak değerlendirilebilir. Tufan ve sel mitlerinde de tabiatla birlikte günaha batmış

101

Joseph Campbell, Yaratıcı Mitoloji Tanrının Maskeleri, Çev. Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi, Ankara

2003, s. 25.

Page 53: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

38

insanlığın cezalandırılışı, yok oluşu vardır. Ancak mitsel bir ata tarafından kurtarılan bir

çift insan, insanlığın tekrar ortaya çıkmasını sağlar.

Eskatoloji ebedî bir hayatın kapısını açmaktadır ancak öncelikle yıpranmış

evrenin nasıl yok olacağını da söylemektedir. Evrenin ve insanlığın yok oluşu denince

akla evrensel yanma mitosları, Mesih inancı, tanrının krallığı, yeni yıl ritüelleri

gelmektedir. Büyük Yıl öğretisine göre dünyanın sona ermesi ateşle olacaktır.

“M.Ö. üçüncü yüzyılda Berossus, Kildani “Büyük Yıl” öğretisini tüm Helen

dünyasına yayılacak biçimde popülerleştirmişti (bu öğreti daha sonra Roma ve

Bizanslılara da geçti). Bu öğretiye göre, evren ebedidir, ama her Büyük Yıl’da

periyodik olarak yeniden kurulur (buna tekabül eden bin yılların sayısı okuldan

okula değişmektedir); yedi gezegen Yengeç’de birleştiğinde (“Büyük Kış”) bir

tufan olacaktır; Oğlak’ta (yani, Büyük Yıl’ın yaz dönümünde) birleştiklerinde tüm

evren bir ateşle yok edilecektir.”102

Bu evrensel yanma mitosu dünyada revaçta olan bir eskatolojidir. Grek-Doğu

dünyasında bu mitosa göre iyiler bu acıyı yaşamadan doğrudan ebedî bir hayata

kavuşacaktır. Tüm kötü şeyler, yıpranmış dünya ateşle yanacak, bir daha asla ebedî

dünyada yer almayacaktır. Ateş dünyayı yenilemektedir. Bu eskatoloji yeni ve ölümsüz

bir hayatın müjdecisidir. Evrensel yanmayla birlikte ilksel birliğe yani kaosa

dönülecektir.103

Büyük yanma mitosunun yanında Hristiyan ve Yahudi dünyasının Mesih, İslam

dünyasının Mehdî olarak adlandırdığı kurtarıcı da eskatolojinin içinde

değerlendirilebilir. Bu inanışa göre İsa’ya karşılık gelen Mesih, dünyanın sonu

yaklaşınca tekrar yeryüzüne gelecek ve dünya sona erdiğinde kötü durumda yaşayan

insanlığı kurtaracaktır. Böylece yeni ve sonsuz bir yaşam başlayacaktır. Her dinde

Mesih inancı ana hatlarıyla aynı olsa da yorumu kendine göre değişir. Cengiz Batuk,

Rudolf Bultmann’ın makalesinden yaptığı çeviride İsa-Mesih öğretisinin özünün

Tanrının Krallığı olduğunu söyler. 19. yüzyılda bu anlayışın etkisi dünyada hüküm

sürmektedir. Bu anlayışta şahsî iradeyi tanrıya bırakmak, insanlarla olan ilişkileri

tanrıya göre düzenlemek yer alır. Bu anlayış bir Yahudi grubunda yaygındı. 1892’de

Johannes Weiss yayınlamış olduğu kitabıyla bu anlayışı reddeder. Ona göre Tanrının

102

Mircea Eliade, Ebedi Dönüş Mitosu, Çev. Ümit Altuğ, İmge Kitabevi, Ankara 1994, s. 89-90. 103

Age, s. 121.

Page 54: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

39

Krallığı dünyada var olan bir anlayış değil, eskatolojik anlamı olan bir anlayıştır. Tanrı

aniden dünyaya ve tarihe son verecek ve sonsuz, kutsal bir dünya sunacaktır. 19.

yüzyılda yaygınlaşan bu düşünce aslında İsa’nın da benimsemediği bir düşüncedir.

Çünkü İsa, yeni kutsal çağı betimlemekten uzak durmuştur. Sadece Tanrının Krallığının

gelecekte olduğunu ve hazır olunması gerektiğini söylemiştir. Nitekim son yıllardaki

araştırmalarda da İsa’nın Tanrının Krallığı anlayışı benimsenmektedir. Yani dünya sona

erdikten sonra bu dönem başlayacaktır.104

Dinlerde dünyanın sonuyla ilgili olarak kesin bir son yoktur. Dünyanın yok

oluşuyla yeni bir yaşam başlayacaktır. Bazı görüşlere göre dünya ateşle yok olacaktır.

Her din ve anlayışta farklı yorumlara sahip olan dünyanın sonu anlayışında aslında tek

bir ortak çizgi vardır. Dünyada dine ya da ritüellere uygun şekilde yaşayanlar için

dünyanın sonu ümit anlamı taşır. Çünkü onlar inançları doğrultusunda yaşamışlardır

böylece dünyanın sıkıntılarından kurtulacaklar ve yeni dünyanın sonsuz nimetlerinden

faydalanacaklardır. Bu inançlara uygun yaşamayanlar içinse bir tehdit söz konusudur.

Bu da cennet ve cehennem kavramlarını ortaya koyar.

4. 5. Tarihi Mitler ve Kahramanlık Mitleri

Bu bölüme kadar evrenin, evrendeki varlıkların, tanrıların var oluşu ve evrenin

içindeki varlıklarla birlikte yok oluşuyla ilgili mitlerin tasnifi yapıldı. Bu tasnif sadece

evreni kapsayan bir tasniftir. Bu tasnife mitos modelinin devamlılığını sağlayan eylem

ve olayları da eklemek bu tasnifi tamamlayıcı bir hareket olacaktır. Çünkü mitoloji

sadece evrenin var olması ve yok olmasından ibaret değildir. Evrenin var olmasıyla

yaşam ve dolayısıyla tanrıların ve insanların eylemleri başlamıştır. Mitolojik kimliğe

sahip bu eylemler bir serüven oluşturur ve masal, efsane, halk hikâyesi gibi edebî

türlerde ya da yaşamın farklı alanlarında varlık kazanır. Çalışmanın bu kısmıyla ritüel

mitleri kısmında yaşama ait mitoloji kökenli eylemler ele alınacaktır.

Tanrılar ve insanlar yeryüzünde bir serüvenin içinde bulunmaktadır. Bu serüven

aslında evrenle yakından ilişkilidir. Evrende nasıl kozmogonik bir çevrim varsa

kahramanların serüveninde de bu çevrimi görmek mümkündür. Evren var olur, türlü

süreçlerden geçer, yok olur ve tekrar ebedî bir yaşama kavuşur. Joseph Campbell’in

104

Rudolf Bultmann, “The Message of Jesus and Problem of Mythology”, (İsa’nın Mesajı ve Mitoloji

Problemi), Çev. Cengiz Batuk, Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, IV, sayı: 3, 2004, s.185-

187. http://www.dinbilimleri.com/Makaleler/91231907_0403130445.pdf.

Page 55: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

40

James Joyce’dan alıntılayarak kullandığı monomitten yani kahramanın yolculuğunda da

bu çevrimden bahsetmek mümkündür. Zaten J. Campbell’e göre de evrende bir mit

vardır ve bu mit farklı şekillerde görülür. J. Campbell edebî türlerde ve yaşama

alanlarında bu monomitteki çekirdek yapının görülebileceğini söyler. Ona göre bu

çekirdek yapı şöyledir: ayrılma–erginlenme–dönüş.

“Bir kahraman olağan dünyadan çıkıp doğaüstü tuhaflıklar bölgesine doğru

ilerler: burada masalsı güçlerle karşılaşılır ve kesin bir zafer kazanılır: kahraman bu

gizemli maceradan benzerleri üzerinde üstünlük sağlayan bir güçle geri döner.”105

Yunan mitolojisinin Prometheus ve İason’u, Roma mitolojisinin Aineias’ı,

Sümer mitolojisinin gök kraliçesi ya da aşk ve savaş tanrıçası olarak bilinen

İnanna/İştar’ı, Mısır mitolojisinin tanrısı Ra ve masallara, Türk halk hikâyesi olan Dede

Korkut gibi halk hikâyelerine konu olmuş hayalî/fiktif kahramanların serüvenleri bu

monomite örnek gösterilebilir.

Masalsı dünyada tamamen insan zihninin işlevleri ve süreçleri ön plandadır.

Mekân, zaman ve olay tarihî gerçeklikten uzaktır. Bu monomit sadece masalsı dünyada

yer almaz. Belirli bir zaman ve uzamda yaşayan kişilerin de serüvenlerinde bu çekirdek

yapı kolayca görülebilir. Zaman ve insanın zihin süreçleri bir arada kendine yeni

kahramanlar üretir. Bu nedenle tarihî mitler de kahramanlık mitleriyle birlikte ele

alınabilir. M. Eliade, mitosun kahramanın doğuşunda ilk aşama olduğunu söyler. Ona

göre tarihî bir şahsiyetin ya da olayın anısı halkın belleğinde çok uzun bir sürede yer

etmez. Tarihî kişiler mitsel modelle yani arketiple, tarihî olaylar da mitsel eylemler

kategorisiyle birleştirildiği, özdeşleştirildiği takdirde bellekte varlığını sürdürebilir.106

Peygamberler, hükümdarlar, halk kahramanları, din adamları gibi tarihî

şahsiyetlerin yaşadığı ve mitsel modelden izler taşıyan serüvenler bu monomit

çevresinde değerlendirilebilir. Türklerin Oğuz Kağan, Alp Er Tunga destanları, Buddha,

Firavun hikâyeleri de tarihî mitlere aynı zamanda kahramanlık mitlerine örnek

gösterilebilir.

105

Joseph Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, Çev. Sabri Gürses, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2010,

s. 42. 106

Mircea Eliade, Ebedi Dönüş Mitosu, Çev. Ümit Altuğ, İmge Kitabevi, Ankara 1994, s. 54.

Page 56: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

41

4. 6. Ritüel Mitleri/Mitoslar

Kolektif bilinçdışının yaşama alanında varlık alanı kazanmasıyla ortaya çıkan ve

kutsal bir anlam taşıyan söylenceler, eylemler mitolojinin bir parçasıdır. Yaşam

alanında bu bilinçdışı görünümü sunan ilk örneğe, modele arketip denir. İnsanlar bu

arketipin bir tanrı, ata ya da kahraman tarafından gerçekleştirildiğine ya da onun bu

arketipin yapılmasını istediğine inanırlar. Bunun için bu model tam anlamıyla aynı

şekilde tekrarlanmalıdır. Kutsal bir zaman içinde gerçekleşen bu arketipin tekrar

edilmesi için düzenlenen ayin ve törenlere ritüel denir. M. Eliade, sadece ritüellerin

değil her türden insanî eylemlerin de mitsel modelin devamlılığını sağladığını dile

getirir. Böylece tekrar edilen eylem ya da ritüeller mitosun geçerliliğini sağlayacaktır.107

Ritüeller mitolojide geniş bir alan kaplamaktadır. Günümüzde de farkında olarak

ya da olmayarak bu ritüellerin devamlılığını sağlayan milletler bulunmaktadır. İnşa

ayinleri, sünnet törenleri, kurban ritüelleri, yeni yıl törenleri, tedavi törenleri, tarıma

dayalı törenler bu ritüellere örnek olarak gösterilebilir. Örnekleri çoğaltmak elbette

mümkündür. Zira M. Eliade’nin de söylediği gibi insanî eylemlerde de mitsel modelin

tekrarı söz konusudur. Bu eylemlere de insanlar tarafından kutsal bir anlam

yüklenmektedir. Bu eylemlere örnek olarak temizlenme, yeme-içme alışkanlıkları,

avlanma, cinsellik, halklara ait âdet ve gelenekler verilebilir. M. Eliade bu ritüel ve

eylemlerin kozmogoniyi tekrarladığını, insanları mitsel zamana aktardığını savunur.

Ona göre inşa ayinlerinde iki önemli önerme vardır. Bunlardan ilki her yaratılış eylemi

her şeyin öncesinde bulunan eylemi yani dünyanın yaratılışını tekrarlar. İkincisi de inşa

edilen her şeyin temeli dünyanın merkezindedir. Çünkü dünya yaratılırken bir merkezde

yaratılmıştır. Dünyanın göbeği, embriyoloji anlayışları buna bağlı olarak mitolojide

önemli yere sahiptir. İnşa ritüellerinde önce zeminin merkezleştirilmesi sonra da kurban

töreniyle de bu eylem onaylanır. İnşa ritüelinin gerçekleşmesi için mitsel mekân ve

zaman kavramları oldukça önemlidir. Ritüel herhangi bir zamanda ya da mekânda

gerçekleştirilemez.108

Tedavi ritlerinde de hastalığı iyi etmek için kozmogoniyi özetleyen bir şarkı

temel öge olarak kullanılır. Dua niteliğindeki bu şarkıda hekim ya da şaman

kozmogoniyi özetledikten sonra dünyayı yeniden yaratması için ona yakarır. İlaçların,

107

Age, s. 36. 108

Age, s.32-42.

Page 57: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

42

hastalıkların kökenini de anar ve arketipe yeniden yaşama alanı kazandırır.109

Ritüeller

her zaman yeniden üretimin, dolayısıyla kozmogoninin yenilenmesinin, çevrimin

tekrarını sağlamaktadır. Bu bakımdan mitolojinin sınıflandırılmasında mitos modelini

tekrar eden tören ve eylemler olarak önem taşımaktadır.

109

Mircea Eliade, Mitlerin Özellikleri, Çev. Sema Rıfat, Om Yayınevi, İstanbul 2001, s. 43-45.

Page 58: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

43

BİRİNCİ BÖLÜM

MİTİN YAPISI

Mitler bugüne kadar türlü disiplinlerle birlikte ele alınmıştır. Psikoloji,

antropoloji, dil bilim, teoloji, sosyoloji, astronomi ve daha nicesi… Bu disiplinler mitin

ne olduğunu ortaya koymaktan çok mitlerin hayatın ve bilimin her alanında varlık

kazandığını göstermeye yarar. Her disiplinle az ya da çok ilişkisi olan mitler bu

çeşitliliğe ve farklılıklara rağmen yeryüzünün apayrı köşelerinde aynı karakteristik

çizgiler ve çoğu zaman aynı ayrıntılarla karşımıza çıkmaktadır.110

Strauss’a göre mit hem dilin içinde hem de dilin ötesindedir. Dil düzlemine ait

olan mit, tıpkı dildeki gibi bazı yapı taşlarından oluşur. Dilde yapı taşlarını fonem,

morfem ve semantemler gibi birimlerde ararken mitlerde bu yapı taşlarını, mitemleri,

cümle düzeyinde aramak gerekir. Dildeki bu yapı birimleri kendi aralarındaki ilişkiye

dayanarak bir araya gelir ve bir anlam oluşturur. Ancak mitte anlamı oluşturan

mitemlerin bir araya gelmesi değil bir araya getiriliş biçimidir. Yani mitlerin yapısında

önemli olan bu birimleri bir araya getiren ilişki kümeleridir. Ayrıca dilin, konuşmanın

ve mitin zaman düzlemleri de birbirinden farklıdır. Saussure dil ve konuşmayı bağlı

oldukları farklı zaman sistemlerine göre birbirinden ayırır. Dil tekrarlanabilen, geri

alınabilen bir zaman sistemine sahipken konuşma bir kereye mahsustur. Strauss’a göre

mit, dil ve konuşmanın zaman sistemlerini bağdaştıran başka bir zaman sistemine

bağlıdır. Geçmişteki olaylardan söz eden –belli bir tarihte gerçekleşen ya da

kozmogoniden önceki ve sonraki olayları ele alan– mit, tüm zaman dilimlerine

yayılarak süreklilik göstermektedir. Böylece tarihin ötesine de geçilmektedir. M. Eliade

de bu konuyu ‘zamanın ilgası’ olarak değerlendirmektedir.111

Bu üçüncü bir zaman

düzlemidir, geniş ve sonsuzdur. Karakteristik çizgisini kaybetmez. Çift yanlı ve sürekli

bir yapıya sahip olan mitlerin arasındaki küçük farklar bile bir ilişki kümesi oluşturarak

110

C. Lévi Strauss, “Mitlerin Yapısı”, Çev. Fatma Akerson, Felsefe Arkivi, Sayı: 19, İstanbul 1975, s.155. 111

Mircea Eliade, Ebedi Dönüş Mitosu, Çev. Ümit Altuğ, İmge Kitabevi, Ankara 1994, s. 79-94.

Page 59: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

44

bütünü yani miti oluşturur.112

Zaten mitik düşünme açısından, parçanın, hem bütünü

temsil ettiği, hem de doğrudan bütün olduğu görülmektedir.113

I. 1. MİT VE GERÇEKLİK

Miti tanımlama çalışmalarında dikkat çeken başlıca sorunlardan biri mitin

gerçeklerle ilişkisi olup olmadığıdır. Daha önceki bölümde de ele alındığı gibi ilk çağ

bilginleri miti gerçeklerden dolayısıyla bilimden uzak, uydurma şeylere dayalı, saçma

bulmaktadır. Heredot miti, tarih değeri olmayan güvenilmez söylenti olarak tanımlar.

Platon da miti gerçeklerle ilişkisiz, uydurma, boş ve gülünç bir masal olarak ele alır.114

Hâlbuki mit, “bilimsel ilgiyi doyurmaya yönelik bir açıklama değil, uzak geçmişteki bir

gerçekliğin anlatı biçiminde yeniden yaşatılmasıdır.”115

Bu gerçeklik, mitin kendi

sistematik düşünce sistemi içerisinde değerlendirilmelidir.

Mit, başlangıçtan bu yana her zaman gerçeğin bilgisini sunar. Mitolojinin süreç

içinde sahip olduğu gerçeklik, hiçbir şeyi dışarıda bırakmayan, evrensel bir gerçekliktir.

Mitoloji, tarihsel gerçekliği reddedemez çünkü o gerçek bir tarihî süreçte oluşmuştur.

Doğa, genel bir süreç olarak mitolojik sürecin zorunlu bir geçiş noktası olduğu için

fiziksel gerçekliği reddetmesi mümkün değildir.116

İlkel ya da başka bir ifadeyle arkaik

toplumlar, her zaman çevresinde olup biten olayları, içinde bulundukları durumları

anlamlandırma çabası içinde olmuştur.

“Örneğin, çeşitli mitoslarda yağmurun yağması, tanrılar panteonundaki kavga

ve çekişmeler nedeniyle sevdiği yeryüzü tanrıçasından ayrılmak zorunda kalan

gökyüzü tanrısının ağlamasıyla; gök gürlemesi, şimşek ve yıldırım çeşitli tanrıların

öfkesiyle; ilkbahar ve sonbahar, tanrılar aleminde bitki tanrısının öldürülüp tekrar

diriltilişiyle; kuraklık ve bolluk tanrısal alemdeki kavga çekişme, savaş ve barış

ortamıyla ilişkili görülmektedir. Aynı şekilde yeryüzünde insanın karşı karşıya

112

C. Lévi Strauss, “Mitlerin Yapısı”, Çev. Fatma Akerson, Felsefe Arkivi, Sayı: 19, İstanbul 1975, s.

153-160. 113

Ernst Cassirer, Sembolik Formlar Felsefesi II- Mitik Düşünme, Çev. Milay Köktürk, Hece Yayınları,

Ankara 2005, s. 107. 114

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 5. 115

Bronislaw Malinowski, Büyü, Bilim ve Din, Çev. Saadet Özkal, Kabalcı Yayınevi:5

Antropoloji/Arkeoloji/Mitoloji Dizisi:2, İstanbul 2000, s. 98-99. 116

Ernst Cassirer, Sembolik Formlar Felsefesi II-Mitik Düşünme, Çev. Milay Köktürk, Hece Yayınları,

Ankara 2005, s. 27.

Page 60: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

45

kaldığı kavga, öfke, intikam, aşk, ihtiras, merhamet, sevgi ve benzeri bütün

nitelikler, tanrısal varlıkların metafizik alemdeki çeşitli davranışlarıyla izah

edilmeye çalışılmaktadır.”117

Doğaya ait gerçeklikleri, yazgılarını kendi iç dünyalarında yorumlayarak,

şekillendirerek bunları bir şarkı, ritüel ya da hikâye olarak yaşama geçirirler yani

mitlerini farklı şekillerde bize sunarlar, onların canlı kalmasını sağlarlar. Mitler insanın

var olmasıyla birlikte düşünülebilir. Mitlerin gerçeklikten uzak olduğunu söyleyebilmek

için insanın varlığını da reddetmek gerecektir.

“Yaşanan yanıyla göz önüne alındığında mit, bilimsel bir merakı gidermeye

yönelik bir açıklama değil ama bir ilk gerçeği yeniden yaşatan bir anlatıdır ve derin bir

dinsel gereksinimi, tinsel özlemleri, toplumsal türden baskı ve buyrukları, hatta birtakım

pratik istekleri karşılar.”118

Gerçekten de çeşitli kültürlere ait mitlere bakıldığında hep

ilk gerçeğin, bir arketipin ya da başka bir ifadeyle ilk kutsal örneğin devinimiyle karşı

karşıya kalınır. Farklı toplumlara ait mitolojilerde arkaik toplumlara ait ilk mitosların

farklı şekillerde ortaya çıkması bu ilk gerçeğin yaşadığını kanıtlar. “Mit, insan

uygarlığının temel bir ögesidir; boş bir olaylar dizisi değildir, tersine sürekli

başvurulacak olan yaşayan bir gerçekliktir; soyut bir kuram ya da imgeler gösterisi değil

ama, ilkel dinin ve pratik bilginin gerçek bir düzenlemesidir.”119

Mitlerin doğru olup olmaması durumu tarihsellik ve mantık boyutundan çok

dinle, inançla ilgilidir. Mitin doğru ya da gerçek olarak kabul edilmesi için onun belirli

bir tarihte gerçekleşmesinden ziyade insanların yaşamlarını bu mit etrafında

şekillendirmeleri dikkate alınmalıdır. Bunun yanı sıra mitlerin gerçekliğini ele alırken

ona kurmacalık düzleminde yaklaşmak gerekecektir. Hayatın gerçekliğiyle yakından

ilişkili olan mitlerin gerçekliği, hayattaki gerçeklikten farklı bir anlama sahiptir. Önemli

olan mitoslardaki olayların gerçekten yaşanmış olması değil, kendi içinde belirli bir

gerçekliği taşıması ve kültürler tarafından bu gerçekliğin benimsenmesi, bu gerçekliğe

olan inançtır. İnsanda her daim inanma arzusunun bulunması, mitlerin arkaik

toplumlarda da günümüzde de sürekli başvurulacak yaşayan bir gerçeklik olması

bakımından genel-geçerliğe sahiptir. Ancak özellikle arkaik toplumlarda mitin

gerçekliği durumu modern insana göre biraz daha farklı fakat büyük bir anlam taşır.

117

Şinasi Gündüz, Mitoloji ile İnanç Arasında, Etüt Yayınları, Samsun 1998, s. 27. 118

Mircea Eliade, Mitlerin Özellikleri, Çev. Sema Rıfat, Om Yayınevi, İstanbul 2001, s. 29. 119

Age, s. 30.

Page 61: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

46

İlkeller için mitoslar her şeyden önce kutsalın bilgisini verme açısından önemlidir.

Çünkü insana ait gerçekliği bünyesinde bulunduran mitoslar, insanın yaşama tarzını,

yazgısını, faaliyetlerini belirler. Kısacası onların kültürel gerçekliğini ortaya koyar.120

Ayrıca ilkellere göre “bir nesne ya da bir eylem, ancak bir arketipi taklit veya tekrar

ettiği ölçüde gerçek olur.”121

“Onlar için mitler sözcüğün en güçlü anlamında gerçek öykülerdir. Anlatılan

şeyler gerçekten olup bitmiş, halen de gerçekliğini koruyan şeylerdir çünkü mitik

zaman bizim dünyamızın bir parçası değildir. Mitik dünyadaki oynaklık, varlıkların

maruz kaldıkları olağanüstü dönüşümler, aynı anda iki ayrı yerde birden

bulunabilme, aynı anda birçok yerde birden bulunabilme, vs. özelliklerin hepsi

gerçektir. İlkel insanlar mantıklı olup olmadıklarına bakmaksızın bütün bunları

olduğu gibi kabul etmektedirler. Bizim açımızdan en basit mantıksal zorunluluklara

karşı ilkel insanlarda görülen bu duyarsızlık yalnızca mitlerle sınırlı değildir. Bu

tavırları mistik deneyimle sıradan bir deneyim arasında herhangi bir ayrım

yapmadıklarını göstermesi açısından önemli olup; düş gibi görünmez varlıklarla

anında bağlantı kurmalarını sağlayan birinci sınıf bir mistik deneyime de

tamamıyla inandıklarını göstermektedir.”122

Bu durumda ilkellerin dünyasını ya da zihin yapısının işlerliğini göz önünde

bulundurmak gerekirse modern insana göre mantıklı olmayan ya da olağanüstü görünen

durumlar bile ilkel insanlarca gerçek kabul edilmektedir. Çünkü mantıklı olmayan tüm

bu durumlar inançla sıkı sıkıya ilişkilidir. İlkeller mitik dünyadaki bu oynaklığı

hakikaten gerçek olduğu için değil, kutsalın bilgisini sunduğu için gerçek olarak kabul

ederler. Bu gerçeklik, onların yaşamını yönlendirmede önemli bir konuma sahiptir.

Mitlerin belirgin bir şekilde yaşadığı toplumlarda mitlerle (gerçek öyküler), yalan(cı)

öyküler olarak adlandırdıkları fabllar ve masallar birbirinden ayrı tutulur. Çünkü

“gerçek” öykülerde kutsal ve doğaüstü olanla, “yalan(cı)” öykülerdeyse, tersine dindışı

bir içerikle karşılaşılır. Yalan(cı) öyküler her zaman anlatılabilirken “gerçek” öyküler

yani mitoslar sadece kutsal bir zaman süresi boyunca anlatılır.123

120

Bronislaw Malinowski, Büyü, Bilim ve Din, Çev. Saadet Özkal, Kabalcı Yayınevi:5

Antropoloji/Arkeoloji/Mitoloji Dizisi:2, İstanbul 2000, s. 105-106. 121

Mircea Eliade, Ebedi Dönüş Mitosu, Çev. Ümit Altuğ, İmge Kitabevi, Ankara 1994, s. 47. 122

Lucien Lèvy-Bruhl, İlkel Toplumlarda Mistik Deneyim ve Simgeler, Çev. Oğuz Adanır, Doğu Batı

Yayınları, Ankara 2006, s.90. 123

Mircea Eliade, Mitlerin Özellikleri, Çev. Sema Rıfat, Om Yayınevi, İstanbul 2001, s. 18-19.

Page 62: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

47

Mitin temel bir gerçekliği sunması daha çok insanın zihinsel süreçleriyle

ilgilidir. İnsan, algı dünyası ve inançları doğrultusunda imgelerle mitosları oluşturur.

Mitosların insanın inanç ve hayal dünyasıyla ilişkili olması bu durumun gerçeklikten

uzak olduğu manasına gelmez. “Hangi dine inanılırsa inanılsın ciddi bir insan hayatı

gerçekten var olan içinde bir illüzyon unsuru görene kadar ve yine varolanın yerine

neler olabilirdi hakkındaki fantezilerde de bir gerçeklik unsuru bulana kadar

başlamaz.”124

Bu sebeple insanın zihinsel süreçleriyle ilgili olan bu gerçekliği ele

alırken sembolik dili de göz önünde bulundurmak gerekmektedir.

I. 2. MİT VE BİLİNCİN SÜREÇLERİ

İnsan zihni bilinç, bilinçdışı ve bilinçaltı olmak üzere üç süreci kullanarak

yaşamına devam eder. Bu üç süreç de mitlerin ortaya çıkmasında rol oynar; ancak

özellikle bilinçdışının mitler üzerindeki etkisi önemli bir yere sahiptir. Bu bölümde

insan zihninin sahip olduğu bu üç süreç açıklandıktan sonra bu süreçlerin mitlerin

doğmasında nasıl bir etkiye sahip olduğu ortaya koyulmaya çalışılacaktır.

Bilinç (conscious), daha çok “farkında olma”yla aynı anlamda kullanılır. Çünkü

insan, bilinci sayesinde kendisine, içinde yaşadığı dünyaya ait farkında olma durumunu

yakalar ve onları kavrar. Bu durum doğal olarak oluşabileceği gibi kişinin yaşadığı

dünyaya ait deneyimleri de bilincin oluşmasında etkilidir. Bilinçdışı (unconscious) ve

bilinçaltı (subsconscious) kavramlarına gelince, bu iki kavram sürekli birbiriyle

karıştırılmıştır. Lévi Strauss, bilinçdışı ve bilinçaltı ayrımını yaparken şunları ifade

eder:

“Bilinçli (conscious) yaşamın insan dürtülerini bireysel yaşamın tarihine

itmesi sonucunda oluşan bilinçaltı bireysel bir anı deposu gibi işler o da kendini

bilinçten gizler ama bireysel yaşamla ilgilidir. Bilinçdışı ise kolektif bir nitelik taşır

ve içerdiklerini biçimlendirir, onlara yasaları uygular. Kolektif olarak bilinçli

yaşamın konusunu teşkil etmeyen her şey bilinçdışında depolanır ancak bilinçdışı

midenin içerdiklerine yabancı oluşu gibi bu içerdiklerine yabancıdır. O bir depo

124

Northrop Frye, Büyük Şifre Kitab-ı Mukaddes ve Batı Edebiyatı, Çev. Selma Aygül Baş, İz Yayıncılık,

İstanbul 2006, s.97-98.

Page 63: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

48

gibidir ve ancak yapısal, düzenli bir etkinlikle ele alınabilir. Bilinçaltı bilincin

ittiklerinden oluşurken, bilinçdışı bilinçsiz olan her şeyi kapsar.” 125

Bu durumda, bilinçaltı tamamen insan bilinciyle ilişkiliyken bilinçdışı bilinçten

uzaktır ve topluma aittir, denilebilir. Bilindiği üzere C. G. Jung, mitolojiyle ilgili

birtakım tespitlerde bulunurken kolektif bilinçaltı ve bireysel bilinçaltı kavramlarını

terminolojiye sokmuştur. Ona göre bilinç, kolektif bilinçaltı ve bireysel bilinçaltı olmak

üzere üç ana düzey insan kişiliğini (psyche) oluşturur. Bu süreçler, birbirinden farklıdır

ancak sürekli etkileşim içindedir.126

Ancak kolektif bilinçaltının otoritesi Jung’un

kendilik olarak adlandırdığı merkezî çekirdekte bulunur.127

Jung, bireysel ve kolektif

bilinçaltını şu şekilde açıklar:

“Bireysel bilinçaltı bireyin yaşam tecrübelerinin bir ürünü olarak ortaya

çıkmasına rağmen kolektif bilinçaltı hiçbir şekilde kişisel tecrübeye

dayanmamaktadır. Jung kolektif bilinçaltını kişinin yaşam sınırlarını ve

tecrübelerini aşan birey ötesi genel olarak bütün insanlığa ait köklü ve etkin bir

alan olarak tasavvur etmektedir. Bireysel bilinçaltını oluşturan materyal bilinçte bir

defa tecrübe edildikten sonra ego onları değişik nedenlerden dolayı bilinçaltına

yollamaktadır. Bilinç düzeyi kolektif bilinçaltının içeriğini bir defa bile tecrübe

etmediği gibi onun bütün boyutlarına hiçbir zaman vakıf olamayacaktır. Jung

kolektif bilinçaltını derinlikleri hiçbir zaman tam olarak keşfedilemeyecek bir

denize benzetmektedir. Bireysel tecrübenin sınırlarının ötesinde her türlü

sübjektivizmden uzak olan kolektif bilinçaltını Jung zaman zaman objektif kişilik

(objective psyche) olarak adlandırmaktadır.”128

Lévi Strauss’un bilinçaltı ve bilinçdışı kavramlarıyla karşılaştırmak gerekirse

yukarıdaki açıklamalar, ‘bireysel bilinçaltı’nın bilinçaltına; ‘kolektif bilinçaltı’nın ise

bilinçdışı kavramına karşılık geldiğini gösterir.

Jung, kolektif bilinçaltını insanlığın psikolojik DNA’sı niteliğinde görür ve onun

insanlığın psikolojik mirasını içerdiğini söyler.129

Bilinçli olan insan zihni durmadan

bilinçdışı ruhla bağ kurma çabası içindedir. Çünkü kolektif bilinçdışı, insan zihninin 125

Halil Saim Parladır, “Eski Ahit’teki Mitolojik Ögelerin Yapısal Çözümlemesi”, Ege Üniversitesi

Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İzmir

2002, s.2. 126

Bilal Sambur, Bireyselleşme Yolu Jung’un Psikoloji Teorisi, Elis Yayınları, Ankara 2005, s. 54. 127

Anthony Stevens, Jung, Çev. Ayda Çayır, Kaknüs Yayınları, İstanbul 1999, s. 49. 128

Bilal Sambur, Bireyselleşme Yolu Jung’un Psikoloji Teorisi, Elis Yayınları, Ankara 2005, s. 82. 129

Age, s. 82.

Page 64: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

49

yapısında yeniden doğan evrenin tüm ruhsal kalıtımını içermektedir.130

Northrop Frye’e

göre “kültürel kalıtımın altında ortak bir psikolojik miras olmalıdır, aksi takdirde bizim

kendi geleneklerimizin dışındaki kültür ve tasavvur formları bizim için anlaşılabilir

olamazdı.”131

Mitler de psikolojik mirasın görüngüsü olan kültürel kalıtım şeklinde okurun

karşısına çıkar. Arkaik insanlar, bu zihin süreçlerinin etkisiyle birtakım soyut

davranışlar geliştirmiştir. “Neandertal insanı ilk kez cenaze törenleri düzenlemişti. Hatta

ilk kez ölülerini toprağa gömme davranışını sergileyen yine bu insan türüydü. Toprak

Ana’dan doğan insanı ilk kez anasının karnına doğduğu biçimde (hockercenin

biçiminde) hem de bir törenle gömen Neandertal insanı olmuştu. Bu “öbür” dünya

inancının ilk belirtisiydi. İnsan ölüme karşı yeniden doğuşu keşfetmişti. Belki de dünya

tarihinin, insanlığın en muhteşem keşfi bu idi.”132

İnsanlık tarihinin ilk miti olarak

kabul gören öteki dünyanın keşfi, insan zihninin de bilinç ve bilinçdışı kavramlarının

çok önceden oluştuğunu gösteriyordu.133

Bu durumda insan, dış dünyanın ona sunduğu

gerçeklerin karşısında çoğunlukla bilinçsizce kendi mitini yaratmış oluyor. Bu bir nevi

doğaya karşı geliştirilmiş savunma mekanizması olarak bilinçsiz ama içgüdüsel bir

şekildedir. Ölüm hadisesi insanın bilincini doğrudan ilgilendirirken bir başka dünyanın

varlığı inanışı, ruhun ölümsüzlüğü, ölüleri gömmeyle ilgili ritüeller oluşturma kolektif

bilinçaltı ya da Strauss’un ifadesiyle bilinçdışıyla ilgilidir. Nitekim şunu söylemek

mümkündür: “Bireysel bilincimize karşın, yine de benlik bilinci, denizde yüzen bir

gemiyi anımsatırcasına ırksal bilinçaltının engin alanı üzerinde yer alır.”134

I. 2. 1. Mit ve Arketipler

Çeşitli ekollere bağlı yazarlar, arketip terimini tanımlamanın zorluğu üzerinde

durduktan sonra kendi görüşleri çerçevesinde bu terimi tarife girişirler. Ancak mit ve

arketipi ilişkilendirme hususunda en çok C. G. Jung ve M. Eliade’nin adı geçer.

130

Cafer Gariper-Yasemin Küçükcoşkun, Dionizyak Coşkunun İhtişam ve Sefaleti-Yakup Kadri’nin Nur

Baba Romanına Psikanalitik Bir Yaklaşım, Akademik Kitaplar, İstanbul 2009, s. 26. 131

Northrop Frye, Büyük Şifre Kitab-ı Mukaddes ve Batı Edebiyatı, Çev. Selma Aygül Baş, İz Yayıncılık,

İstanbul 2006, s.20. 132

İsmail Gezgin, Sanatın Mitolojisi, Sel Yayıncılık, İstanbul 2008, s.13. 133

Age, s. 14. 134

Carl Gustav Jung, İnsan Ruhuna Yöneliş, Çev. Engin Büyükinal, Say Yayınları, İstanbul 2001, s. 43.

Page 65: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

50

Jung, arketip teriminin İsa’dan sonra ilk yıllara ait olduğunu ve bu terimin Adolf

Bastian ve Nietsche’nin eserinde görüldüğünü söyler.135

Arketipi daha çok psikolojik

boyutta ele alan ve arketiplerin kolektif bilinç altı yapılar olarak karşımıza çıktığını dile

getiren Jung’a göre arketipler, “kalıtımsal bir düşünce” değil kalıtımsal bir işleyiş tarzı,

bir “davranış kalıbı”dır.136

Jung, kişisel anılarla ilgisi olmayan, insanlığa ait ortak ilksel

imgelere arketip (ana örnekler) adını verir. Arketiplere “bilinçdışının dominantları” da

dediği olmuştur.137

Arketip kavramının bilinç düzlemine çıkarılamayacağını düşünen

Jung, arketipleri ruhsal ögeler olarak nitelendirerek sembolik yönlerini işaret etmiş olur.

138

“Arketipler herkeste görülen ‘özdeş psişik yapılardır.’ Bunlar topyekûn

‘insanlığın en eski mirasını’ oluştururlar. Jung temelde arketipleri tüm insanlığa

has ortak davranış özelliklerini ve tipik deneyimleri başlatma, kontrol etme ve

yönlendirme kapasitesine sahip doğal nöropsişik merkezler olarak görmüştür. Bu

şekilde uygun koşullarda arketipler sınıf, din, ırk, coğrafî konum yahut tarihsel

devir farkı gözetmeksizin benzer düşüncelere, imgelere, duygulara yol

açmaktadırlar. Kişinin kollektif bilinçdışını bütünüyle arketipik donanımı

oluşturmaktadır.”139

“Jung, çoğu zaman arketip diyerek aslında arketipsel imajı kasteder. Onun

ifadesiyle arketipsel imajlar, kolektif bilinçdışının ürünüdür ve imaj, içgüdünün

sembolik ifadesidir.”140

Böylece, temelde bir dualizme sahip olan141

arketipler “evrensel

olanı kişiselle, geneli özelle kaynaştırıp, kişiye has bir görünümde ortaya çıkarlar.”142

Jung, her arketipin temelde bir dualizme sahip olduğunu söyler.

Joseph Campbell, mitleri arketiplerin sembolik şekilleri olarak tarif ederken,

Northrop Frye ise merkezî bir arketip mitin olduğunu söyler.143

Bu görüşlere göre

135

Carl Gustav Jung, Analitik Psikoloji, Çev. Ender Gürol, Payel Yayınevi, İstanbul 2006, s. 276. 136

Anthony Stevens, Jung, Çev. Ayda Çayır, Kaknüs Yayınları, İstanbul 1999, s. 52. 137

Carl Gustav Jung, Analitik Psikoloji, Çev. Ender Gürol, Payel Yayınevi, İstanbul 2006, s. 144. 138

Cafer Gariper-Yasemin Küçükcoşkun, Dionizyak Coşkunun İhtişam ve Sefaleti-Yakup Kadri’nin Nur

Baba Romanına Psikanalitik Bir Yaklaşım, Akademik Kitaplar, İstanbul 2009, s. 32. 139

Anthony Stevens, Jung, Çev. Ayda Çayır, Kaknüs Yayınları, İstanbul 1999, s. 49. 140

Cafer Gariper-Yasemin Küçükcoşkun, Dionizyak Coşkunun İhtişam ve Sefaleti-Yakup Kadri’nin Nur

Baba Romanına Psikanalitik Bir Yaklaşım, Akademik Kitaplar, İstanbul 2009, s.33. 141

Anthony Stevens, Jung, Çev. Ayda Çayır, Kaknüs Yayınları, İstanbul 1999, s. 57. 142

Age, s. 50. 143

Cafer Gariper-Yasemin Küçükcoşkun, Dionizyak Coşkunun İhtişam ve Sefaleti-Yakup Kadri’nin Nur

Baba Romanına Psikanalitik Bir Yaklaşım, Akademik Kitaplar, İstanbul 2009, s. 29.

Page 66: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

51

aslında başlangıçta merkezî bir arketip mit vardır ve diğer tüm mitler bu arketip mitin

farklı şekilleri olarak karşımıza çıkarlar.

M. Eliade de ebedî dönüş mitosunda N. Frye ve J. Campbell’le benzer bir görüşe

sahiptir. O, arketip terimini, tıpkı Eugenio d’Ors gibi, “örnek model” ya da

“paradigma”ya eşanlamlı olarak kullanır.144

Ona göre ilk nesne ve eylemler başlangıç

zamanında, mitsel anda (in illo tempore) tanrılar tarafından belirlenmiştir. Kutsalın

bilgisini içeren ve ilk olarak kabul edilen bu arketiplerin varlığını sürdürmesi ve

anlamını gelecek zamana dek koruması, insanların arketipleri tanrıların onlara öğrettiği

gibi tekrarlaması yoluyla gerçekleşecektir. Geleneksel insana göre ilk örnek olan

arketipin taklit edilmesiyle birlikte, o arketipin vahyedildiği mitsel an yeniden

canlandırılmış olur. Ayrıca M. Eliade’ye göre bir nesne ya da bir eylem, ancak bir

arketipi taklit veya tekrar ettiği ölçüde gerçek olur.”145

“Arketipler dışında tam anlamıyla gerçek olan hiçbir şey yoktur. Arketiplere

uygun yaşamak “yasa”ya uymak sonucunu doğurmuştur, zira, yasa ilk kutsalın

tezahüründen, varoluş normlarının in illo tempore vahyedilmesinden, bir tanrı ya

da mistik varlığın açıklamalarından başka bir şey değildir.”146

Mircea Eliade, mitosların insanın yürüttüğü tüm sorunlu etkinlikler için geçerli

paradigmaları, örnek modelleri koruyarak geleceğe aktardığını ifade eder.147

Arketipler

yahut paradigmatik modeller insanı mitsel zamana aktarırken insana o zamanın kutsal

bilgisini de sunar. Ayrıca Mircea Eliade, kolektif belleğin tarihsel olay ve bireyleri de

arketiplere dönüştürebileceğini söyler. Bunu tanığı hayatta olmasına rağmen mitsel

temalarla kuşatılarak mitselleştirilmiş gerçek bir olayı anlatarak ispatlama yoluna

gider.148

Mitleri ve arketipleri tanımlamanın zorluğunun yanı sıra bu iki kavramın

birbiriyle sıkı sıkıya bir ilişki içinde olduğu görülmektedir. Bu durumda mitlerin hem

arketiplerin temelinde yer aldığını hem de arketiplerin devamlılığını sağlamada bir araç

olduğunu söylemek mümkündür.

144

Mircae Eliade, Ebedi Dönüş Mitosu, Çev. Ümit Altuğ, İmge Kitabevi, Ankara 1994, s. 12. 145

Age, s. 47. 146

Age, s. 97-98. 147

Age, s. 12. 148

Age, s. 56.

Page 67: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

52

I. 2. 2. Mit ve Düşler

Bronislaw Malinowski, psikanalistlerin miti insanın bir gündüz düşü olarak

gördüğünü ifade eder. Onlara göre miti açıklayabilmek için doğa, tarih ve kültürden

uzaklaşıp temelinde psikanalitik eklenti ve simgelerin bulunduğu bilinçaltının karanlık

derinliklerine dalmak gerekir.149

Rüya unsurunu tam olarak açıklamak için bilinç

süreçlerini de ele almak gerekir. Ancak bu çalışmada amaç rüyaların nasıl oluştuklarını,

neyi ifade ettiklerini, gerçeklik sorunsalını, özelliklerini açıklamak değil, rüya ile mitin

ne türden bir ilişkiye sahip olduğunu ele almaktır.

Erken dönem insanı için mitler kadar düşler de büyük bir önem taşımaktadır:

“Yumalar’da ‘Herhangi bir kamusal görevin yerine getirilebilmesi için gerekli

olan gücün düş aracılığıyla kazanılması bir zorunluluktur… Pek çok “düşçü”

denilebilecek insan vardır. Şefler, şarkıcılar, cenaze merasimleri konuşmacıları

güçlerini düş aracılığıyla elde etmektedirler.”150

Mitlerle düşler arasında sıkı bir benzerlik ilişkisi bulunmaktadır. Avusturya

yerlileri mitik dönemi düş dönemi olarak adlandırmaktadır. Onlara göre mitlerin sözünü

ettikleri doğa-ötesi dünya ile düşlerde görülen doğaüstü, görünmez dünyayı birbirinden

ayırmak mümkün değildir.151

Eric Fromm da “Uyku anındaki yaratıcılığımız ile ortaya

çıkan rüyalar, insanlığın en eski eserlerinden olan mitoslara çok benzemektedir.”152

diyerek düşlerle mitlerin birbirine çok benzediğine dikkat çekmektedir. Bu benzerliğin

sebebini insan zihninin işleyişi ve insanın ortaya koyduğu sembolik dille açıklamak

yanlış olmayacaktır. Mitlerle düşler birbirine benzer olsa da aralarında küçük bir

farklılık bulunmaktadır:

“Düş kişiselleştirilmiş mittir, mit kişisellikten çıkarılmış düştür; hem düş hem

de mit ruhun dinamiğinin genel işleyişi içinde simgeseldir. Fakat düşte biçimler

149

Bronislaw Malinowski, Büyü, Bilim ve Din, Çev. Saadet Özkal, Kabalcı Yayınevi:5

Antropoloji/Arkeoloji/Mitoloji Dizisi:2, İstanbul 2000, s. 96. 150

Lucien Lèvy-Bruhl, İlkel Toplumlarda Mistik Deneyim ve Simgeler, Çev. Oğuz Adanır, Doğu Batı

Yayınları, Ankara 2006,, s. 99. 151

Lucien Lèvy-Bruhl, İlkel Toplumlarda Mistik Deneyim ve Simgeler, Çev. Oğuz Adanır, Doğu Batı

Yayınları, Ankara 2006, s. 93. 152

Erich Fromm, Rüyalar Masallar Mitoslar, Çevirenler: Aydın Arıtan-Kaan H. Ökten, Arıtan Yayınevi,

İstanbul 1995, s. 20.

Page 68: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

53

düş görenin garip sorunlarıyla tuhaflaşmıştır, mitte ise belirtilen sorunlar ve

çözümler bütün insanlık için dolaysızca geçerlidir.”153

Küçük bir ayrıntının dışında görüldüğü üzere mitoslarla rüyalar arasındaki en

temel özellik, her ikisinin de ifade alanının aynı olması, yani sembolik bir dile sahip

olmasıdır. Her ikisi de “uzun yıllar boyunca, sembolik bir dil kullanarak, insanlığın dinî

ve felsefî görüşleri ile ruhun geçirdiği tecrübeleri bize aktarmışlardır.”154

Bu sembol

dili ise günlük konuşma dilinden farklı bir mantığa sahiptir. Bu dilin mantığında

yoğunluk, anlam ve çağrışımlar yer alır ve bu dil evrenseldir. Her insan az ya da çok

oranda bu sembol dilini kullanır. Kendine has bir dil yapısına sahip olan mitosların,

masalların ve rüyaların dilini anlayabilmek için bu sembol dilini çözümlemek gerekir.155

Rüyalar da mitoslar da insanın bilinç süreçleriyle doğrudan alakalıdır ve bunlar

kendilerine has bir dille gerçekliği ifade ederler. Örneğin, “1913 yılında Jung

rüyalarında Avrupa’nın bir kan denizinin içinde yüzdüğünü görmüştür. Bu tarz rüyaları

ve fantezileri yaşadıktan kısa bir süre sonra bütün Avrupa’yı kana boğan Birinci Dünya

Savaşının başlaması Jung’un bilinçaltı dünyasının kolektif anlamlara sahip çok güçlü

mesajlar gönderme kapasitesine sahip olduğunu göstermektedir.”156

Aynı şekilde mitler

de bilinç, bilinçaltı, bilinç dışı gibi süreçlerin etkisiyle dış dünyaya ait durum ve

olayların sembolik bir dille ifade edilişi şeklinde okurun karşısına çıkar. Onlar,

“kendilerini sembol dili aracılığı ile ifade eden, geçmiş zaman bilgelikleri ve

özdeyişleridir.”157

Düş, adına mitolojik temalar denilen, öz ve yabancı halkların

efsanelerinde rastlanan sunu ve imgeleri saklı tutması, kolektif ve insana özgü bir anlam

taşıması yönünden büyük öneme sahiptir.158

Modern aydınlanma çağında mitoslar ve rüyalara karşı olumsuz şekilde

yaklaşıldığı görülmektedir. Ancak son yıllarda özellikle Sigmund Freud’un da

katkısıyla bu görüşler üzerinde birtakım değişiklikler olmuştur. O, rüyaların evrensel bir

olgu olduğunu anladıktan sonra rüyaların mitoslarla aynı yapıya sahip olduğunu kabul

153

Joseph Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, Çev. Sabri Gürses, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000,

s. 30. 154

Erich Fromm, Rüyalar Masallar Mitoslar, Çevirenler: Aydın Arıtan- Kaan H. Ökten, Arıtan Yayınevi,

İstanbul 1995, s. 251. 155

Age, s. 21-22. 156

Bilal Sambur, Bireyselleşme Yolu Jung’un Psikoloji Teorisi, Elis Yayınları, Ankara 2005, s. 43. 157

Erich Fromm, Rüyalar Masallar Mitoslar, Çevirenler: Aydın Arıtan-Kaan H. Ökten, Arıtan Yayınevi,

İstanbul 1995, s. 252. 158

Carl Gustav Jung, İnsan Ruhuna Yöneliş, Çev. Engin Büyükinal, Say Yayınları, İstanbul 2001, s. 57.

Page 69: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

54

eder. Rüyaların dili anlaşıldığında mitos ve masalların da sırrının çözülebileceğini iddia

eder.159

Gerçekten de rüyaları ve mitosları anlayabilmek için öncelikle bu sembolik dili

çözümlemek gerekir. Böylece, ilk örnek olarak kabul edilen mitoslara ait bilgi edinilmiş

olur.

I. 2. 3. Mit ve Sembolik Dil

"Dil ve söylence (mythos) yakın akrabadırlar. İnsan kültürünün ilk evrelerinde

bu iki kavramın birbiriyle olan ilişkisi o kadar yakındır ki bunları birbirinden ayırmak

neredeyse imkânsızdır. Onlar aynı kökten çıkmıştır. İnsanın bulunduğu her yerde

insanın konuşma yetisine sahip olduğu, söylence yapma işlevini gerçekleştirdiği

görülür. F. Max Müller ise, söylencenin yalnızca dilin yan bir ürünü olduğunu iddia

eden bir kuram ortaya atmıştır. Ona göre, söylence düşünsel bir hastalıktır ve söylenceyi

ortaya çıkaran sebepler konuşma yeteneğine dayandırılmalıdır.”160

Söylencelerin dil ile

sıkı bir ilişkiye sahip olmasını Erich Fromm’un görüşüyle de açıklamak mümkündür.

Ona göre “İnsanlık tarihinin ilk günden bugüne, geliştirdiği tek ortak dil, sembol

dilidir.”161

Semboller, insanların uzlaşmasında önemli bir yere sahiptir. Çünkü insan

sadece fiziksel evrende değil, simgesel evrende de yaşamaktadır ve “dil, söylence

(mitos), sanat ve din, bu evrenin parçalarıdır.”162

Üst dil (métalangue) olarak kabul

edilen mitik anlatıları simgesel yapılarda aramak doğru olacaktır.163

Sembollerin sembolize ettiği şeyleri bir kalıba sığdırmak imkânsızdır. İnsanın

yaşama evreni içinde yer alan pek çok kavramın ifade alanı kazandığı sembolik dil, her

toplumda uzlaşıya dayalıdır. Sembolize edilen nesne ya da kavram her toplumda farklı

şekillerde sembolleşir, ifade alanı kazanır. Yapısalcılığı göz önünde bulundurarak bu

durum basit bir şekilde açıklanmaya çalışılırsa; gösterilenin farklı ses birimlerden

oluşan gösterenle birlikte anlam kazanarak göstergeyi oluşturduğu görülür. Ancak bu

gösterge insan zihninin imgelem dünyasında her zaman aynı varlık olarak

159

Erich Fromm, Rüyalar Masallar Mitoslar, Çevirenler: Aydın Arıtan-Kaan H. Ökten, Arıtan Yayınevi,

İstanbul 1995, s. 23-24. 160

Ernst Cassirer, İnsan Üstüne Bir Deneme, Çev. Nejla Arat, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1997, s.

135. 161

Erich Fromm, Rüyalar Masallar Mitoslar, Çevirenler: Aydın Arıtan-Kaan H. Ökten, Arıtan Yayınevi,

İstanbul 1995, s. 9. 162

Ernst Cassirer, İnsan Üstüne Bir Deneme, Çev. Nejla Arat, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1997, s. 41. 163

Ertuğrul İşler, Andre Gide’i Mitlerle Okumak, Anı Yayıncılık, Ankara 2004, s. 39.

Page 70: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

55

canlanmayabilir. Örnek verecek olunursa; Türkçede k-u-ş ses birimlerinden oluşan

gösteren, uçabilen ya da uçamayan, gagası ve kanatları olan bir hayvan türünü

göstermektedir. Ancak bu gösterge, farklı dillerde farklı ses birimlerden oluşan bir

gösterene sahip olmakla birlikte, insan zihninde farklı bir kuş türünü de çağrıştırabilir.

Aynı türü çağrıştırsa bile renk, şekil açısından farklılıklar söz konusu olacaktır. Bu,

sadece varlıkların gösterenlerine ait bir açıklama değildir. Evrende var olan pek çok

varlık, insanın karşı karşıya kaldığı durum ve olaylar için de geçerlidir. Böylece

sembolleri anlamlandırırken onlara tek bir yönden yaklaşmanın yanlış olacağı,

sembollerin kişilerin deneyim ya da inançları doğrultusunda değişkenlik gösterebileceği

söylenebilir. Örneğin, su sembolü ele alınacak olursa su, yıkıcı bir olguda korku, felaket

ve kaosu temsil ederken aynı zamanda sakinlik, güven, huzur gibi duyguları da temsil

etmektedir.164

Tüm insanlık sahip olduğu duygu, düşünce, inanç ve ruhî durumlarını ifade

edebilmek için sembol diline başvurmak zorundadır. İnsan, karşı karşıya kaldığı olay ve

durumları kendi iç dünyasında yorumlayarak imge, simge ve sembollerin oluşturduğu

bir dille ifade etme yoluna gider. Bu durumda mitlerin şekil, şarkı, ritüel, söylence ya da

anlatılarda ifade alanı kazanması bu ögeler vasıtasıyla gerçekleşir. “Sembollerin ardında

gizlenmiş olan duygu ve düşünceler, bütün insanlar için aynı”165

olsa da sembol dili

geniş bir alana sahiptir ve çeşitlilik göstererek ortaya çıkar. Simgeler, sadece doğal

olgular olarak kozmik ritimlerin yansıması değildir. Onlar, her zaman kozmik hayatın

görünüşünden daha fazla şeyi açıklar.166

Bu da insanı mitlerin kutsal yani başlangıç

zamanı (in illo tempore, ab origine)167

na ait anlamını araştırmaya sevk eder. Aşkınlığa

ilişkin olan bu simgecilik paradoksaldır ve bunun dindışı düzlemde kavranması

mümkün değildir.168

O hâlde şunları söylemek mümkündür:

İnsanlığın sahip olduğu zihin süreci, günlük yaşama ait şeyleri anlamlandırırken

sembolik dili kullanarak başlangıç zamanına ait kutsal durum ve olayları ortaya koyar.

Böylece mitin her şeyin temelinde yer aldığını, sembolik dil sayesinde arkaik olanı

164

Erich Fromm, Rüyalar Masallar Mitoslar, Çevirenler: Aydın Arıtan - Kaan H. Ökten, Arıtan

Yayınevi, İstanbul 1995, s. 41. 165

Age, s. 39. 166

Mircae Eliade, İmgeler Simgeler, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Gece Yayınları, Ankara 1992, s. 214. 167

Mircae Eliade, Ebedi Dönüş Mitosu, Çev. Ümit Altuğ, İmge Kitabevi, Ankara 1994, s. 34. 168

Mircae Eliade, İmgeler Simgeler, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Gece Yayınları, Ankara 1992, s. 80.

Page 71: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

56

ortaya koyduğunu söylemek mümkündür. Zaten modern anlamda da mit, arkaik olan

durum ve olayların tekrarı şeklinde görülmektedir.

I. 3. KİŞİSEL MİT

İnsanın bireysel özgünlüğüne önem veren Jung, “bireysel mit”(mythe personel)

kavramını terminolojiye sokması bakımından dikkate değer bir önem taşımaktadır.

Jung, kendi otobiyografisini kişisel miti olarak görür ve mitik bir varlığın ancak insanla

kıyaslanabileceği ve her insanın kendine ait bir miti olduğu iddiasını taşır. İnsan, özgün

bir birey olarak erişilmez ve sıra dışı niteliktedir.169

“Jung insan kişiliğini göreceli

olarak dışarıya kapalı bir sistem (a relatively closed system) olarak nitelemektedir.

Kişiliğin göreceli olarak kapalı bir sistem olduğunu söylemekle Jung, pysche’nin

bağımsız bir fenomen olarak var olma kapasitesini ve onun kendisine özgü bir enerji

üretebilme gücünü ifade etmeyi istemektedir.”170

İşte, bu güç de insanın kendi mitini

üretebilmesiyle doğrudan ilişkilidir. İnsan, kişiliğini oluştururken aslında kendi mitini

ortaya koymuş olur.

Mitlere, “kolektif bilinçdışı’nın görüntü şeklindeki bir ifadesidir” şeklinde

tanımını getiren Jung, otobiyografisinin ilk cümlelerinde şunları ifade eder:

“Benim hayatım bilinçdışının kendini gerçekleştirmesinden ibarettir. Bizler ne

şekilde bilinçdışının kendini icra etmesini sağlayabiliriz? Ona bu açılım ifade

özgürlüğü tanıyarak ve ifade ettikleri irdelenerek sağlanabilir. Bu şekilde özün

gerçekleşebilmesi ruhun kendine doğru dönmesini ve oluşturduklarıyla

yüzleşmesini gerektirir.”171

İşte, bu cümleler Jung’un kendi hayatını kişisel miti olarak gördüğünü ispatlar

niteliktedir. Bilinçdışının görüntü alanı kazanması yani realiteyle ifade edilmesi

bireyleşmeyle doğrudan alakalıdır.

“Mitos benin bağımsızlaşması sürecinin en önemli ve en etkili iç güçlerinden

birini teşkil eder. Beni topluluğun karşısına yerleştiren her yeni konumlama, mitik

bilinçte kendi ifadesini bulduğu ve özellikle ruh inancı formunda mitik olarak

nesnel hâle geldiği için, ruh kavramının gelişimi böylelikle anlatılabilir ve ayrıca

169

Bilal Sambur, Bireyselleşme Yolu Jung’un Psikoloji Teorisi, Elis Yayınları, Ankara 2005, s. 43. 170

Age, s.54. 171

Anthony Stevens, Jung, Çev. Ayda Çayır, Kaknüs Yayınları, İstanbul 1999, s. 40.

Page 72: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

57

bu kavramın gelişimi, bireysel benin kavranması ve kazanılması için,

“öznelleştirme” fiili için zihinsel bir araç gereç hâline gelir.”172

Dış dünya karşısında kendi bağımsızlaşma sürecini tamamlayan, yaşamına bir

anlam veren insan kendi mitini ortaya koymuş demektir. Bu durumda bilinçdışı büyük

bir etkiye sahipken, bilinç ve bilinçaltı süreçleri de kişisel mitin oluşmasında etkili olur.

Kişinin ampirik dünyasında yer alan tüm durum ve olaylar, kişinin zihinsel süreçlerinde

yoğrularak kişiliğin oluşmasını sağlar. Bu kişiliğin ifade alanı kazanması ise mitik

bilinci ortaya koyar. “Dante, sevgi yaşantısını, genç delikanlı ve erkek hâline gelen

Beatrice’de, ‘vita nuova’ sembolüyle, tesadüfî olarak ifade etmez. Ve Goethe’nin kendi

içsel gelişiminin en önemli aşamalarını, sadece ‘geçici ve geçip gitmiş durumların kılık

değişimleri’ olarak, kendi şiirlerini sadece ‘yolda bulunmuş olan dökülmüş yılan derisi’

gibi algılaması, onun hayatında doğrudan varolan bir niteliğin anlatımıdır.”173

Türk edebiyatında da Ahmet Hamdi Tanpınar kişisel mite (mythe personel)

dikkat çeker. Mythe personnel’in temlerin etrafında oluştuğunu söyleyen Tanpınar,

edebiyatta théme’i şâirin dünyası olarak görür.174

Sanatkârların yaşam tarzları,

etkilendiği şahıslar, aldıkları eğitim, bilinçaltında yatan birtakım hadiseler, onların

eserlerinde yer alan temlerin oluşmasında etkili olur. Bu temlerden hareket ederek

onların kişisel mitlerini öğrenmek mümkündür. Ona göre ünlü sanatkârların kişisel

mitleri şu şekildedir:

“Edgar Allan Poe’nun mythe personnel’i (Ebediyetin kurulması, dünyânın ve

Ben’in ilgasıyle mümkündür. Kâinatta önemli olan tek şey, her akşam güneşin

ölerek dünyanın kaybolması) fikridir. Baudelaire’in mythe personnel’i, (frengi ve

üvey baba)dır; Hugo’nun, (bir boşluğu doldurmak), Valéry’nin mythe personnel’i,

‘Moi-mystérieux et armonieux- et esprit’dir; (Ben-esrarlı ve ahenk içinde-zekâ).

Haşim’in mythe personnel’i, (centaure kompleksi) olarak görünür. Haşim (nature)

karşısında hayvana yakın bir (adoration) duyar. Ahmet Haşim her an, primitif bir

an yaşıyordu. Yahya Kemal’in mythe personnel’i ise, şiirde kendini eskinin hem

enkarnasyon’u hem tenkitçisi, hem de şairi olarak görmek’tir.”175

172

Carl Gustav Jung, Analitik Psikoloji, Çev. Ender Gürol, Payel Yayınevi, İstanbul 2006, s. 256. 173

Age, s. 244. 174

Turan Alptekin, Ahmet Hamdi Tanpınar Bir Kültür, Bir İnsan, İletişim Yayınları, İstanbul 2001, s. 93. 175

Age, s. 93.

Page 73: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

58

Yukarıda kişisel mitleri ortaya konan sanatkârlara yer verilmiştir. Ancak bu,

sıradan insanların da bir mite sahip olmayacağı anlamına gelmez. Mircea Eliade, en

silik varoluşun bilinçaltında bile simgelerin kaynadığını, yaşamını imgelerle

sürdürdüğünü dile getirir.176

Bu sebeple hayatta belirli bir duruşa sahip olan kişilerin

yanı sıra yaşamını basit bir şekilde sürdüren kişilerin de kişisel mite sahip olduğunu

söylemek mümkün olur.

I. 4. MİT VE KÜLTÜR

İnsan, toplumsal düzeni kurmadan önce duygu, istek ve düşüncelerini

düzenlemek üzere bazı çabalar göstermiştir. Bu türden düzenleme ve dizgeleştirmeler,

dil, söylence (mythos), din ve sanata içkindir.177

Ancak insan, sadece bireysel yaşamı

içinde değil, siyasal ve toplumsal yaşamı içinde de incelenmelidir. Çünkü kişi benliğini

oluştururken ait olduğu topluma ilişkin pek çok vasfı kimliğinde toplar.

Zihinsel süreçlerden geçerek varlık alanı kazanan mit, aslında psikolojik

boyuttaymış gibi görünüyorsa da ait olduğu kültürle sıkı sıkıya ilişkilidir. Cassirer’ e

göre söylenceler yani mitoslar, soyutlanmış, rastgele yaratılar değildir. Aksine, onlar

ortak bir bağla bir arada tutulmaktadır.178

“Tamlık –insanın bütünselliği– aynı organda

değil, bir bütün olarak toplumun gövdesindedir. Topluluğundan yaşam tekniklerini,

içinde düşündüğü dili, bağlandığı fikirleri almıştır; o onun vücudunu kuran genler

toplumun geçmişi aracılığıyla gelmiştir.”179

İşte, bu kültürel geçmiş, insanın bilinçdışını

oluşturmada önemli bir etkiye sahiptir. İnsan, geçmişte yer alan birtakım olay ve

durumlara şahit olmasa bile içinde bulunduğu toplumun dili, ritüelleri vasıtasıyla tüm

bu mirası bilinçdışında barındırır. Bilinçdışı vasıtasıyla ortaya çıkan imgeler, ilk

örnekler ve simgeler de “kültürel tarzları” meydana getirirler.180

Bu kültürel tarzlar,

içinde bulunulan zaman dilimine göre güncellendiği için çeşitlilik göstermektedir. Bu

çeşitliliğe rağmen zaman zaman birbiriyle ilişkisi olmayan kültürlerde bile aynı mitin

yer aldığı görülür. Jung, bu durumu şu şekilde belirtir:

176

Mircae Eliade, İmgeler Simgeler, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Gece Yayınları, Ankara 1992, s. XXV. 177

Ernst Cassirer, İnsan Üstüne Bir Deneme, Çev. Nejla Arat, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1997, s. 85. 178

Age, s. 90. 179

Joseph Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, Çev. Sabri Gürses, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000,

s. 426. 180

Mircae Eliade, İmgeler Simgeler, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Gece Yayınları, Ankara 1992, s. 208.

Page 74: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

59

“Her bireyde, kendi kişisel anılarından başka, Jacob Burckhardt’ın yerinde bir

deyimi ile «ilksel» simgeler vardır; bunlar «kalubelâdan» beri insan

muhayyilesinden kalıtım yolu ile edinilen kuvvetlerdir. Bu kalıtım, bazı mitos ve

efsane motiflerinin dünyanın her yerinde aynı biçimlerde tekrarlanması, gerçekten

hayret verici bir olayı açıklıyor. Akıl hastalarımızın bizim çok eski metinlerde

karşılaştığımız imgelerin ve çağrışımların aynını harfiyen niçin canlandırdığını

gösteriyor.”181

Kültürel gerçeklik, içine mitin kapatılmış olduğu bir anıt olarak görülmektedir.

Hâlbuki mit, kültürel gerçekliğin temelinde yer almaktadır. O, ahlak kurallarını

düzenleyip sosyal düzeni sağladığı gibi ayin ve ritüellerin de gerçek nedeni olarak

görülür. O, ilkel kültürün temel ve aktif bir parçasını oluşturan özel bir öykü türüdür.

Mitler, birçok kültürel görüngüyü egemenlikleri altında tutar, düzenler ve ilkel

uygarlıkların dogmatik omurgasını oluşturur.182

Görüldüğü üzere mit ve kültür arasında

sıkı bir ilişki vardır. Kolektif yaşama alanıyla doğrudan ilgisi olan kültür, bilinçdışının

oluşmasında etkili olup mitlerin ortak paydasında yer alırken mitler de kültürün pek çok

işlevini yerine getirir. Bu sebeple kültürel formlar bir metin yahut hayali bir eser olarak

ele alınacaksa sosyal malzeme ve bu malzemeyi bilinçli ya da bilinçsiz şekilde kuran

insan arasında ilişki kurarak incelemek gerekir.

I. 5. MİT VE ZAMAN İLİŞKİSİ

“Mitos, altına dünyanın

toplamının yerleştirildiği bir

zamansal ‘manzara’ çizer.”183

Bu bölüme kadar mitler hakkında mitlerin geniş bir zamanı kapsadığı,

geçerliliğini sürekli olarak koruduğu hususunda çokça bilgi verildi. Mitlerde art zamanlı

(diyakronik) ya da eş zamanlı (senkronik) zaman anlayışı yoktur. Kutsal zaman vardır.

Bu zaman; in illo tempore184

yani başlangıç zamanı, ilk zaman, kutsal ve kozmogoniye

ait olan zamandır. Mitler bu zamanın kutsallığını bünyesinde barındırır.

181

Carl Gustav Jung, Analitik Psikoloji, Çev. Ender Gürol, Payel Yayınevi, İstanbul 2006, s. 144. 182

Bronislaw Malinowski, Büyü, Bilim ve Din, Çev. Saadet Özkal, Kabalcı Yayınevi:5

Antropoloji/Arkeoloji/Mitoloji Dizisi:2, İstanbul 2000, s. 106. 183

Ernst Cassirer, Sembolik Formlar Felsefesi II-Mitik Düşünme, Çev. Milay Köktürk, Hece Yayınları,

Ankara 2005, s. 162. 184

Mircea Eliade, Mitlerin Özellikleri, Çev. Sema Rıfat, Om Yayınevi, İstanbul 2001, s. 21.

Page 75: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

60

“Mitik varlığın kutsallığı, son tahlilde geriye, ilk kaynaktaki kutsallığına kadar

gider. Kutsallık, verili olanın içeriğine değil, doğrudan doğruya onun kaynağına

siner; olup bitenin nitelik ve vasfına değil, oluşmuş mevcudiyetine tutunmuş hâlde

kalır. Belirli bir içerik zamansal uzaklığa yerleştirilip, geçmişin derinliklerine

kaydırılınca, hem kutsal, mitik ve dinî anlamlı bir içerik olur; hem de aynı zamanda

mitik ve dinî nitelikli olma hakkı kazanır. Zaman bu zihinsel hak talebinin ilk aslî-

formudur. Hem kendine özgü-insanî varoluş ve gelenekler, hem de sosyal normlar

ve bağlantılar, mitik öncesi bu ilk-zamanın kurallarına dayanarak, bu kutsallığı

yaşar ve yaşatırlar.”185

Doğayla karşı karşıya kalan erken dönem insan güneş ve ayın hareketini,

mevsimlerin döngüsünü gözlemlemiş ve zaman olgusunun ilk izleriyle karşı karşıya

kalmıştır. Bu doğa olaylarından yola çıkarak inanışları doğrultusunda eylemlerine yön

vermiş, zamanı ayırmaya çalışmışlardır. Çeşitli mitoloji ve dinlerde kaostan kozmosa

geçildiğinde bir düzensizlik vardı. Kozmos kaosa galip gelince evrenin, zamanın

düzenlenmesi söz konusu olur. Bu da bir tanrı ya da ata tarafından ayrılarak

düzenlenmiştir. Zamanın ayrımında zıtlıkların kavgası vardır. Marduk’la canavar,

yaratılışla kader, ışıkla karanlık, kışla bahar… Sahip oldukları bu mitik-bilinçle zamana

kutsallık atfetmişlerdir. Kozmik ritmin oluşturduğu bu kutsallık tekrarlanmalıdır. Onlar

için zaman yılların art arda dizilmesinden ibaret değildir. Geçmiş, şimdi ya da geleceğin

bir önemi yoktur. Önemli olan zamanın kutsal bir anlama sahip olmasıdır. Kutsal

zamanda gerçekleştirilmeyen ritüel ya da günlük eylemler bu anlamdan yoksun

kalmaktadır. Bu kutsal anlam da kozmik anla bağdaştırılır. Bir ata ya da tanrı tarafından

gerçekleştirilmiş kutsal anlam taşıyan eylemler, ayinler, şarkılar kuralına uygun olarak

uygulanmakta ve geleceğe aktarılmaktadır.

I. 6. MİT VE MEKÂN İLİŞKİSİ

İnsan yaşam alanında var olduğundan beri mekânı algılama, tanımlama, kendine

bir mekân seçme ve kendini o mekâna ait hissetme çabası içinde olmuştur. Algı ve

bilinç sistematiği doğrultusunda mekâna anlam vermekle kalmayıp mekânla arasında

psikolojik ve sosyolojik bir bağ kurar. İnsan yaşam içindeki deneyimlerini ve

yaşanmışlık duygusunu mekâna yükler ve ona salt mekân gözüyle bakmaz. Mekân

185

Ernst Cassirer, Sembolik Formlar Felsefesi II-Mitik Düşünme, Çev. Milay Köktürk, Hece Yayınları,

Ankara 2005, s. 163.

Page 76: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

61

ölçülerden oluşan ve yeryüzünde belli bir yer kaplayan bir şey değildir aksine “yer

sadece, bireysel-duyusal ya da görsel nitelikli belirli bir içerikle doldurulursa ‘var’

olur.”186

Yeryüzüne gelen erken insan için üç kozmik mekân vardır: Gökyüzü, yeryüzü

ve yeraltı. Eliade’nin ortaya koyduğu merkez simgeciliği insanların bu üç mekân

arasında bağlantı kurma ve bu mekânlara kutsal bir anlam yükleme çabasının bir

sonucudur. Merkez simgeciliğine göre bu üç kozmik mekân birbirine bir bağ ile

bağlanmıştır ve bu bağ merkezi oluşturmaktadır. Tapınaklar, kozmik dağ ya da tepe,

kozmik ağaç veya direk bu üç mekânın kesiştiği yerde yani merkezde bulunmaktadır.

Bunlar sayesinde gökyüzü ve yeryüzü arasında bağlantı kurulabildiği gibi yeryüzü ve

yeraltı arasında da bağlantı kurulur. Özellikle doğu uygarlıklarında daha yaygın olan bu

inanış tapınak ve şehir isimlerinde kendini gösterir. (Dur-an-ki, Bâb-apsî, Bâb-İlahi). İlk

insan da bu merkezde yaratılmıştır.187

İnşa ve kurban ritüellerinde de merkez simgeciliğinin varlığı açıkça

görülmektedir. İnşa edilen her şeyin temeli merkezde olmak zorundadır. Zeminin

kutsallaştırılması, merkeze dönüştürülmesinden sonra kurban ritüeliyle de bu temel

sağlamlaştırılır ve dünyanın yaratılışı canlandırılır. Din dışı mekân kutsal ya da aşkın bir

mekâna dönüştürülür, zaman da kutsal zamana aktarılır.188

Bunun için dünyanın

merkezinin bir değil çok olması normaldir. Ernst Cassirer varlığın iki farklı alanından

söz etmektedir:

“Karmaşık yapılı mitik oluşumlarda hep tekrarlanan ve daima yüceltilen ilk

mekânsal fark, varlığın iki alanıyla ilgili bu farklılıktır. Biri alışılan, genel ve kolay

ulaşılır varlıktır; diğeri kutsal alan olarak onun çevresinden ortaya çıkar ama, bu

çevreden ayrılır ve bu çevreyi kuşatıp koruyan kutsal alan olarak kendini

gösterir.”189

Din dışı alanı ve kutsal alanı birbirinden ayırırken din dışı alanın kutsal alanla

olan ilişkisine de yer vermektedir.

186

Age, s. 134. 187

Mircea Eliade, İmgeler Simgeler, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Gece Yayınları, Ankara 1992, s. 21-23. 188

Mircea Eliade, Ebedi Dönüş Mitosu, Çev. Ümit Altuğ, İmge Kitabevi, Ankara 1994, s. 32-34. 189

Ernst Cassirer, Sembolik Formlar Felsefesi II-Mitik Düşünme, Çev. Milay Köktürk, Hece Yayınları,

Ankara 2005, s. 135.

Page 77: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

62

İKİNCİ BÖLÜM

MİT VE EDEBİYAT

II. 1. MİTİN DİĞER ERKEN DÖNEM TÜRLERLE YAPISAL İLİŞKİLER

AĞI

Bu bölümde önce halka ait olan ve kültürün özünü ortaya koyan mitlerin ve

erken dönem türlerin önemli bir konuma sahip olmasındaki süreç verilecektir. Daha

sonra mitin erken dönem türlerle olan ilişkisi alt maddeler şeklinde ele alınacak,

benzerlikler ve farklılıklar ortaya konulacaktır.

İlk çağ bilginlerinin mite uydurma, gerçek olmayan söz olarak baktığı “Mit ve

Gerçeklik” maddesinde ele alınmıştı. Bu görüş özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından

sonra değerini hemen hemen yitirmiş, mitlerin dolayısıyla efsane, masal, destan gibi

erken dönem ürünlerin edebiyatın ve halkın özünü yansıttığı görüşü benimsenmiştir.

Bunda rasyonalizmle birlikte Alman Grimm Kardeşler tarafından yapılan masal

çalışmalarının tüm dünyayı etkisi altına alması rol oynar. Grimm Kardeşlerin bu

çalışmalarının ortaya çıkmasında iki önemli etki vardır. Rönesans, Reform gibi

aydınlanma süreçleriyle birlikte Fransız İhtilali’nden sonra özellikle halk ön plana

çıkarılmıştır. James Macpherson tarafından İngiltere’de başlatılan Ossiancılık akımı da

folklor doğrultusunda atılan önemli bir adımdır. Bu akım İskoç dağlarında yaşayan

halkın şiir ve şarkılarının yazılı edebiyattan daha önemli ve özgün olduğunu

savunmaktadır. İkinci önemli etki ise Almanya’da Johann Gottfried Herder’in bu konu

hakkındaki düşünceleridir. O da halkın ruhu olarak adlandırdığı bir milletin kültürünün

özünü, halk şarkı, masal ve mitlerinde aramak gerektiğini savunmaktadır. Ümmetçilik

anlayışından ziyade millîliğin ön planda olduğu bu anlayış önemli derecede yayılma

imkânı bulmuştur. Buradan yola çıkarak çalışan Grimm Kardeşler, Alman milletinin

tarihsel köklerini Hindistan’da buldular ve ümmet kültürüne karşı çıktılar.190

Tüm Avrupa’yı saran bu millîleşme, halka dönme hareketleri Osmanlı’da da

kendini gösterir. Bu millîleşme hareketlerine kadar Divan şiiri geleneği büyük bir

yaygınlık göstermekteydi. Araştırmacıların genel kanaati Klasik Türk edebiyatının

190

M. Öcal Oğuz, “Türkiye’de Mit ve Masal Çalışmaları veya Bir Olumsuzlama ve Tek-Tipleştirme

Öyküsü”, Millî Folklor, Yıl: 22, Sayı: 85, Ankara 2010, s. 37-45.

Page 78: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

63

mitolojik kaynakları arasında İran ve Hint etkileri gözlemlendiği yönündedir. Ahmet

Hamdi Tanpınar ise bu şiirin mitolojik kaynakları olarak Şehnâme, büyük masallar ve

Arap kültürünü göstermektedir. Klasik Türk şiirinin mitolojik arka planına bakıldığında

İran ve Arap kültürünün yanı sıra Hint, Çin hatta Yunan kültürünün de bulunduğu

söylenebilir.191

Batılılaşma hareketlerinin bir sonucu olan ‘öze dönme’, Türk aydın ve

yazarlarının dikkatini de Türklerin öz yurduna yani Orta Asya’ya çekmiştir. Millîleşme

hareketine önderlik etmesi bakımından Ziya Paşa’nın “Şiir ve İnşa” adlı yazısı dikkate

değerdir. Bu harekete göre millî edebiyat halk edebiyatıdır, bir milletin kültürünün özü

köyde, sözlü edebiyatta ve mitolojide aranmalıdır. Ziya Paşa, Ziya Gökalp, Rıza Tevfik,

Fuad Köprülü, Pertev Naili Boratav, Hüseyin Nihal Atsız ve devlet adamı kimliğiyle M.

Kemal Atatürk bu fikri savunan kişilerdir. Avrupa’da kültürün özü Hindistan ve Mısır’a

dayandırılırken Osmanlı’nın son dönemlerinde ve Cumhuriyet dönemlerinde kültürün

özü Orta Asya ve Türkistan’a dayandırılmıştır. Ancak sonra bu fikrin yerini Sümer-Eti

ve daha sonra da Roma-Grek uygarlıkları almıştır. Bu konuda fikir ayrılıklarına sahip

olan entelektüel kişiler, devlet adamları fikirleri sağlamlaştırmak yerine birbirine karşı

çıkarak ve bu fikirleri olumsuzlayarak köklü bir sonuca varmayı güçleştirmiştir.

Türkiye’de Hüseyin Nihal Atsız’ın Orta Asya mitolojisi odaklı çalışmaları ve Pertev

Naili Boratav’ın da sözlü edebiyat, folklor odaklı masal çalışmaları tüm Avrupa’yı

etkileyen millîleşme hareketinin mahsulleridir.192

II. 1. 1. Mit-Masal İlişkisi

Türk Dil Kurumu’nun hazırlamış olduğu sözlükte “Genellikle halkın yarattığı,

hayale dayanan, sözlü gelenekte yaşayan, çoğunlukla insanlar, hayvanlar ile cadı, cin,

dev, peri vb. varlıkların başından geçen olağanüstü olayları anlatan edebî tür.”193

olarak

tanımlanan masal, Arapça mesel sözcüğünden gelmektedir.

M. Eliade Mitlerin Özellikleri adlı eserinde ilkel toplumlarda mitlerin fabl, masal

gibi türlerden ayırt edildiğini dile getirir. Bunlar “gerçek” ve “yalan(cı)” öyküler olarak

ayrılmaktadır. “Gerçek öyküler” yani mitlerde kutsal ve doğaüstü olanla, “yalan(cı)

191

Dursun Ali Tökel, Divan Şiirinde Mitolojik Unsurlar Şahıslar Mitolojisi, Akçağ Yayınları, Ankara

2000, s. 90-99. 192

M. Öcal Oğuz, “Türkiye’de Mit ve Masal Çalışmaları veya Bir Olumsuzlama ve Tek-Tipleştirme

Öyküsü”, Millî Folklor, Yıl: 22, Sayı: 85, Ankara 2010, s. 37-45. 193

http://www.tdk.gov.tr, (03.11.2015).

Page 79: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

64

öyküler”de ise dindışı bir içerikle karşılaşılır. Mitlerin kahramanları tanrılar, yarı

tanrılar ya da doğaüstü, gökle ilgili niteliklere sahip kahramanlardır. Oysa masallarda

tanrılara rastlanmaz. Masallarda doğaüstü varlıklar, hayvanlar ve insanlar yer alır.

Mitler her olay ve durumu başlangıç zamanında gerçekleşen olayla ilişkilendirir.

İnsan dünyaya gelmesinin ve ölümlü oluşunun sebebini mitik öykülerle açıklamaya

çalışır. İnsan her şeyin kökenini ve bu kökenle ilgili olayı bilmek ve bu olayın

devamlılığını sağlamak zorundadır. Bu sebeple mitler insan eylemlerini kontrol eder ve

düzenler yani insan hayatına doğrudan doğruya etki eder. Masallarda ise böyle bir

durumun varlığı söz konusu değildir. Masaldaki hiçbir olayın tekrarlanma, yaşatılma

zorunluluğu yoktur. Eğlence amacıyla ya da edebî bir amaçla ortaya çıkan masallar

herhangi bir zaman ya da mekânda, herhangi bir kişiye anlatılabilirken mitler için bu

geçerli değildir. Mitler kutsal bir zamanda, kutsal ya da kutsal hâle getirilmiş bir

mekânda belirli kişilere ezberden okunarak aktarılmaktadır.194

Tüm bu farklılıklara rağmen masallarda mitik ögelere rastlamak mümkündür.

Çünkü mit hayatın her alanında varlığını sürdürür. Masallardaki “iyi” ve “kötü”

dualitesi, bir serüvenin olması mitlerle ilişkilidir. Nihayetinde mitolojideki serüven An

ve Ki’nin birbirinden ayrılması yani kozmogoniyle başlamaktadır.

II. 1. 2. Mit-Efsane İlişkisi

Erken dönem ürünler içinde mite en yakın belki de mitle kaynaşmış olan ürün

efsanelerdir. Efsaneler “Eski çağlardan beri söylenegelen, olağanüstü varlıkları, olayları

konu edinen hayalî hikâye, söylence”195

şeklinde tanımlanmaktadır. İngilizcede legend

olarak karşımıza çıkan efsaneler bir olay örgüsünden oluşan hikâyelerdir. Bir

hikâyesinin olması efsaneyi mitten ayırır. Çünkü mitler her zaman hikâye şeklinde

görülmez. Her türden insani eylemlerde, ritüellerde de mitle karşı karşıya kalınır. Buna

karşılık mit evrensel bir çizgiye sahiptir ve kutsaldır. Halkların mitosları,

kahramanlarının isimleri farklı olsa da mitosların içinde yer alan mitik çizgiler aynı

niteliktedir. Bu konu mitler sınıflandırılırken ayrıntılı bir şekilde ele alınmıştır. Mitlerde

tanrılar, tanrıların eylemleri ön plandayken efsanelerde insanları da görmek

mümkündür. Aynı şekilde din büyüklerinin ve önemli tarihî şahsiyetlerin hayatını ve

194

Mircea Eliade, Mitlerin Özellikleri, Çev. Sema Rıfat, Om Yayınevi, İstanbul 2001, s. 18-23. 195

http://www.tdk.gov.tr, (03.11.2015).

Page 80: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

65

olağanüstü özelliklerini ele alan menkıbelerde de mitik çizgilere rastlanabilir. Burada da

kahraman olarak din büyükleri görülmektedir. Halk hikâyelerine bakıldığında ise halk

için kendini adamış, halk tarafından kahraman ilan edilmiş kişiler yer alır. Bir hikâyeye

sahip olması ve mitik ögeler barındırması bakımından bu ürünler mitosa yakındır.

Ancak tamamıyla bir mit değillerdir. Çünkü bu ürünler kişilerin eylemlerini düzenleme

gibi bir fonksiyona sahip değillerdir. Mitlerin oluşmasında bilinç, bilinçdışı ve kolektif

bilinçdışı gibi bilinç süreçleri etkilidir. Erken dönemin ürünleri olan bu hikâyelerde

kolektif bilinç dışının varlığı daha açık olarak hissedilir.

Sonuç olarak, mitler masal, hikâye, ustûre, efsane gibi sözlü edebiyat ürünleriyle

açıklanmaya çalışılmış, mit bu ürünlerle aynı nitelikte görülmüştür. Mitlerde de bu

ürünlerde de insanın bilinç süreçlerine bağlı olarak ortaya çıkan bir kurgu vardır ancak

mitlerde bu kurgunun merkezinde kutsallık, hayata anlam verme, hayatı düzenleme

amacı yer alırken masal, destan veya halk hikâyelerinin merkezinde bunlara rastlanmaz.

Mitlerle bu ürünlerin kurgusunda benzer yapıya rastlamak normaldir. Örneğin, Joseph

Campbell’in Kahramanın Sonsuz Yolculuğu adlı eserinde “Kahramanın Macerası”

kısmında üç bölüm vardır. 1- Yola Çıkış, 2-Erginlenme, 3- Dönüş. Bu çizgiyi mitlerde

olduğu gibi erken dönem ürünlerde de modern hikâye ve romanlarda da görmek

mümkündür. Joseph Campbell bu eserinde ayrıca kahramanın dönüşümlerine de yer

vermiştir.196

Bu durumda masal, destan, efsane, menkıbe, halk hikâyeleri gibi erken

dönem ürünlerde tanrıların farklı kahramanlara dönüştüğü ve mitik unsurların bu

ürünlerle yaşatıldığı söylenebilir. Mitle bu edebî ürünler arasında sıkı sıkıya bir ilişki

vardır ancak bu, mitlerle sözlü edebî ürünlerin aynılığını değil mitlerin bu ürünlerle

ifade alanı bulduğunu gösterir. Mitler bu ürünlerin, bu ürünler de modern hikâye ve

romanın zeminini hazırlamaktadır. Northrop Frye romanın gelişim çizgisinden

bahsederken romansın mitlerle roman arasında yer aldığını dile getirir. Bu bilgiye göre

mitler romansa, romans ise romana zemin hazırlamaktadır.197

II. 1. 3. Mit-Destan İlişkisi

Mitlerin ve destanların tanımına bakıldığında tanımların birbirine çok yakın

hatta bazı tanımlarda ise aynı olduğu görülür. Arapça’da ustûre, Yunanca’da mythe

196

Joseph Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, Çev. Sabri Gürses, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000,

s.6-9. 197

Dursun Ali Tökel, “Sanat ve Edebiyatın Kaynağı Olarak Mitler”, Bilig-16/Kış 2001, s. 74.

Page 81: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

66

olarak karşımıza çıkan destanlar Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde “Tarih öncesi tanrı,

tanrıça, yarı tanrı ve kahramanlarla ilgili olağanüstü olayları konu alan şiir, epope”198

olarak tanımlanır. Terminoloji alanındaki eksiklik nedeniyle mitler ve destanlar

maalesef birbiri yerine tutulmaktadır.

Mitlerin yapısına bakıldığında zaman ve mekânın kozmik olduğu görülür.

Hâlbuki destanlarda tarihe ait bir zaman dilimi ve coğrafya söz konusudur. Ancak

destanlarda bulunan bu zaman ve mekân yapısına tabii ki mitik unsurlar yüklenmiştir.

Türk destanlarında yer alan kutsal dağ, kutsal mağara gibi unsurlar buna örnek

verilebilir. Mitlerde köken bilgisi ve başlangıç zamanında olan olaylar önem kazanırken

destanlarda milletlerin başından geçen ve tarihlerini etkileyen önemli tarihî ve doğal

olaylar ön plandadır. Bir kahraman zorlu süreçlerden geçer, doğaya ya da doğaüstü

güçlere karşı zafer elde eder ve hayata eskisinden daha güçlü bir şekilde devam eder.

Destanların kahramanları insandır ancak birtakım olağanüstü güçlere sahiptir, tanrılarla

bağlantısı vardır. Mitlerde ise kahramanlar insan değildir. Zaten insan başlangıç

zamanında tanrısal eylemlerin bir sonucu olarak dünyaya gelmiştir.

M. Eliade, destan anlatısının diğer yazınsal türler gibi mitolojiyle ilgili

öykülemeyi sürdürdüğünü söyler. Ona göre “mitoloji gereci” destan anlatısının

“konusu” içinde dönüşümünü sağlar.199

Destanlar mitlere yakın türlerdir ve onların

uzantıları şeklinde günümüze intikal eder, olay örgüsünü mitik yapılar kullanarak

zenginleştirme yoluna gider. Tanrıların eylemlerini ele alan mitler, destanlarda

kahramanların eylemleri olarak karşımıza çıkar. Destanlarla ve de diğer türlerle

varlığını devam ettirir.

II. 2. MİT-EDEBİYAT İLİŞKİSİ

II. 2. 1. İmge, Sembol ve İzlekler

Henüz 2. yüzyılın başında Thèon Alexandrie’nin miti “gerçeği imgelerle dile

getirmeyi yeğleyen uydurma söz”200

olarak tanımlaması mitle imgenin sıkı bir ilişki

içinde olduğunu ortaya koyar niteliktedir. Dünyadaki birtakım varlıkları algılama ve

198

http://www.tdk.gov.tr, (03.11.2015). 199

Mircea Eliade, Mitlerin Özellikleri, Çev. Sema Rıfat, Om Yayınevi, İstanbul 2001, s. 231. 200

Ertuğrul İşler, Andre Gide’i Mitlerle Okumak, Anı Yayıncılık, Ankara 2004, s. 29.

Page 82: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

67

anlamlandırmada yetersiz kalan duyusal işlevlere karşılık insan, bilinç sistematiğini ve

muhayyile gücünü harekete geçirir ve ‘düşüncede var olan’ ile ilgili kategorilerin

eksikliğini anlam uygunluğu201

ile doldurmaya çalışır. “Bu anlam uygunluğunu şeysel

ve varlık-biçimli bir şey hâle getirmek zorunda olması, mitik düşünmenin apaçık

karakteristik bir özelliği olarak gösterilebilir.”202

diyen Ernst Cassirer, dile tüm ruhunu

veren mecazın da ilk varoluşunu mitik düşünme biçimiyle kazandığını dile getirir. 203

Dil ve mitos sürekli temas içinde bulunur. Mitik semboller bizi büyüsel bir alana

taşırken mitlerde de dile büyüsel ya da kutsal bir anlam yüklendiği görülmektedir.

Kozmik söz, felaketlerin çığlıklarla uzaklaştırılması buna örnek verilebilir.204

İnsan kendi düşünsel faaliyetlerini aşan yani mantıklı bir şekilde açıklayamadığı

olayları sembolik bir dil kullanarak anlamaya ve anlamlandırmaya çalışır. Sadece

düşünsel değil ampirik bilgiyi de sembolik dille mitik düşünme formuna sokabilir. Gök

gürültüsünün tanrıların savaşı ya da insanoğluna kızması şeklinde yorumlanması buna

örnek verilebilir. “İnanç katmanlarıyla birlikte olgunlaşan mit üretme sürecinde insan,

yaratıcı faaliyetin içerisinden sembolik dile, alegorik ve metaforik sistemlere ve onların

imkânlarına ulaşmış olur.”205

Bu imkânları kullanmada ise kişisel bilinç, bilinçdışı ve

kolektif bilinçdışı önemli bir rol oynar. Özellikle ilk örnekleri yani arketipleri

oluşturmada kolektif bilinçdışının etkisi büyüktür. Gerek içinde yaşadığı coğrafya,

kültür gerekse içinde bulunduğu inanç sistemine bağlı olarak arketipsel

imgeleri/imajları ya da sembolleri dışa vurur. Arketip ve arketipsel imaj aynı değildir.

Jung da arketip derken arketipsel imajı kasteder.206

Arketip başlangıç zamanında

tanrıların ortaya koydukları ilk örnektir. Örneğin Prometheus’un serüveni bir arketiptir.

Ancak Tevfik Fikret’in şiirinde medeniyet savaşçısı, Schelley’in şiirinde ise dine karşı

ayaklanan bir savaşçı olarak yer alır.207

İşte bunlar da arketipin edebî eserlere yansıyan

201

Ernst Cassirer, Sembolik Formlar Felsefesi II-Mitik Düşünme, Çev. Milay Köktürk, Hece Yayınları,

Ankara 2005, s. 70. 202

Age, s. 70. 203

Milay Köktürk, “Kültürün İlk Dili: Mitoloji”, Bizim Külliye, 51. Sayı (Mart-Nisan-Mayıs), Ankara

2012, s. 22. 204

Ernst Cassirer, Sembolik Formlar Felsefesi II-Mitik Düşünme, Çev. Milay Köktürk, Hece Yayınları,

Ankara 2005, s. 72-73. 205

Cafer Gariper-Yasemin Küçükcoşkun, “Mit ve Roman Üzerine Kısa Bir Bakış”, Bizim Külliye, 51.

Sayı (Mart-Nisan-Mayıs), Ankara 2012, s. 35. 206

Agm, s. 35. 207

Dursun Ali Tökel, “Sanat ve Edebiyatın Kaynağı Olarak Mitler”, Bilig-16, Kış 2001, s. 62.

Page 83: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

68

imgeleridir. Kişiden kişiye, toplumdan topluma farklı yorumlar kazanan imgenin ne

olduğu konusunda ise şunlar söylenebilir:

Yunanca, meta: öte, aşırı ve pherein: taşımak, yüklenmek sözcüklerinin

birleşmesi ile oluşmuş bir kavram olan imge (metaphor, metafor, metafora), ‘öteye

taşımak’ anlamına gelir. ‘Öte’ye taşınan anlam olduğu gibi metnin

okuyanı/dinleyenidir de. ‘Öte’nin ne olduğu ise, gerçekliğin yeniden üretilmesi

şeklinde tanımlanabilir. İmgesel metin, okurunu daima gerçeği yeniden üretmeye

(Jacgues Ellul’un tanımlaması ile ‘yeniden inşa etmeye’), onu dönüştürmeye

zorlar.208

Simge ya da sembol olarak adlandırdığımız dil yapısında bir göstergenin başka

bir göstergeyle ortaya konması söz konusudur. Mitlerde kahramanın yer altı dünyasına

inmesi ya da türlü zorluklarla karşılaşması aslında erginlenmenin, kutsal ve kozmik

mekân (kutsal dağ, mağara, direk, kapı, vb.) da kaostan kozmosa geçişte dünyanın ve

varlıkların belli bir merkezde yaratılmasının sembolü olarak söylence ya da metinlerde

yer alır. Hayatın olduğu gibi edebiyatın da kaynağı olan mitleri belirli izlekler etrafında

toplamak mümkündür. Kurgusallık taşıyan her ürünün belirli bir konusu, ana düşüncesi

yani teması vardır. Bu temaya izlek denir. Edebî ürünlerde de mitik yapıya sahip

izlekler kullanılarak mitlerin devamlılığı sağlanmaktadır. Kahramanlık, cinsellik gibi

insanlığın ortak yazgısını ortaya koyan izlekler mitik izleklerdir.

II. 2. 2. Yapı Ögesi Olarak Mitler

“Zihnî alanda, çağrışımlar silsilesi hâlinde doğan düşünceler; söz, imaj ve

sembollerle anlatı boyutu kazanmaktadır.”209

Dilin metaforik kullanımını yeniden

yaratma fonksiyonuna sahip olan edebiyat210

, belirli bir olay örgüsüyle çerçevelenmesi

bakımından ilk anlatı ürünü olarak karşımıza çıkan mitleri günümüze kadar taşımada,

mitlerin gelişmesinde önemli bir role sahiptir. “Mitler, modern edebiyatın dünyasında

208

Mitat Durmuş, “İmge-Sembol Kavramlarını Yorumlama Projesi ve Melih Cevdet Anday Şiirinde

İmge”, Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of

Turkish or Turkic, Volume 6/3 Summer 2011, s. 746. 209

Mehmet Tekin, Roman Sanatı, Ötüken Yayınları, İstanbul 2006, s. 275. 210

Northrop Frye, Büyük Şifre Kitab-ı Mukaddes ve Batı Edebiyatı, Çev. Selma Aygül Baş, İz Yayıncılık,

İstanbul 2006, s. 76.

Page 84: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

69

yapı ögesi, metnin kurgu ögesi, motifler, semboller, estetik öge ve daha çok da metinler

arasılık çerçevesinde yer alır.”211

“İnsanların ortak bilinç dışında yatan ve bize çok derinden seslenen psişik

davranış formları”212

olan arketipler edebiyatta yer alarak bu sembolik dilin varlığını

devam ettirir. Berna Moran, arketipleri kullanan sanatçının kişisel yaşantısını aşarak

evrensele dokunmuş bir şekilde okura seslenebileceğini söyler.213

Çünkü mitleri temsil

eden arketiplerde insanlığın yazgısını görmek mümkündür ve bu yazgı farklı

coğrafyalarda bile ana çizgisini korur. Evrensele dokunmak isteyen ve kökene ait

hikâyeyi, keşfe açık okuru “anlatı ormanlarında gezinti”214

ye çıkararak sunan sanatçı

bazı disiplinlere başvurur. Bazen de bilinçsiz olarak arketipleri, sembolleri eserin içine

sokar. Bu mitik yapının edebî eserde nasıl yer aldığı ortaya konmak istenirse bazen

mitlerin edebî eserin yüzey yapısında açıkça sergilendiği görülür. Bazen de derin yapıda

yer alır. Edebî eserde mitik yapıyı çözümlemek için arketipleri ve alegorik dili bilmek

gerekir.

Mitlerin yapı ögesi olarak eserde bulunmasının yanı sıra mitosların ve edebî

eserlerin yapısında bulunan zaman ve mekân ögeleri arasında birtakım benzerliklerin

olduğu görülür. “Okuma –özellikle de roman okuma– yoluyla gerçekleştirilen

‘Zaman’dan Çıkış’, yazın’ın işlevini mitolojinin işlevine en çok yakınlaştıran şeydir.

(…) Her iki durumda da insan tarihsel ve kişisel zamanın dışına ‘çıkar’ ve masalsı, tarih

ötesi bir zamana dalar.”215

Okuma zamanından uzaklaşan okur anlatı zamanına dalarak

yine anlatıda yer alan mekânda bir gezinti yapar. Dış dünyadan uzaklaşarak kendini

anlatı mekânına dâhil eder. Bu benzerliklere rağmen mitoslardaki olağanüstü unsurları

ve kutsal anlamı modern roman ve hikâyelerde aramak boş bir çabadır. Çünkü modern

yazın, kaynağını mitlerden almakla birlikte mitlerin bir dönüşümü ve uzantısıdır.

211

Cafer Gariper-Yasemin Küçükcoşkun, “Mit ve Roman Üzerine Kısa Bir Bakış”, Bizim Külliye, 51.

Sayı (Mart-Nisan-Mayıs), Ankara 2012, s. 37. 212

Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları, İstanbul 2007, s. 224. 213

Age, s. 223. 214

Umberto Eco’nun Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti adlı eseri hatırlanarak kullanılmıştır. 215

Mircea Eliade, Mitlerin Özellikleri, Çev. Sema Rıfat, Om Yayınevi, İstanbul 2001, s. 232-233.

Page 85: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

70

II. 2. 3. Mitin Modern Edebiyata/Edebiyatta Dönüştürülmesi

Umberto Eco, “Gerek Homeros’un anlattığı gerek Joyce’un yeniden kurduğu

Ulysess öyküsünü Yunanlılar olasılıkla Odysseia yazılmadan önce de biliyorlardı.”216

der. Bu cümlenin altında önemli bir unsur yani kolektif bilinçdışı yatar. Bu unsur

mitlerin, mitosların, eposların ve modern yazının temelinde var olmaktadır. Sembolik

dile bürünerek ortaya çıkan mitoslar zaman içinde yaratma hazzına ve estetik kaygıya

bağlı olarak daha realist ve daha edebî biçimlerde, yeni yorumlarla varlık kazanır.

İlk anlatı ürünü olan mitlerin modern edebiyata kadar uzanmasında iki devir

vardır. Bunlardan biri canlandırma diğeri ise romanesk icad devridir. İnsan önce

anlamlandıramadığı ya da çevresinde bulunan birtakım cansız varlıklara kendi

özelliklerini yükleyerek onlara bir ruh verir ve onları kendi duyusal ve düşünsel

dünyasına dâhil eder. Sonraki dönemde ise bu varlıkları da içine kattığı bir öykü

kurgular kendine.217

Ritüellerde, yaşama dair her alanda bu öyküyü dilden dile aktarır

durur ve bu öykü modern edebiyatın içinde sembolik formlar, arketipler olarak yer alır.

Örneğin arama arketipi (maceraya çağrılış-erginlenme-dönüş) denilen arketip masal,

efsane, destan, menkıbe, romans ve modern edebiyat ürünlerinde de tekrarlanır.

Romanslarda bu sembolik dili bolluğun kıtlığa galebesi, erkekle dişinin birleşmesi ve

yaşamın ölüme üstün gelmesi olarak çözümlerken modern romanda da iç yolculuğu,

kişinin psikolojik düzeyde kimliğini araması şeklinde açıklanabilir.218

Bu da “kişinin

kendisini ait olduğu kültürün ya da dünyanın ürettiği kahramana bağlaması, ortak ruhu

arayışı, kendi ruhunu ortak ruhun üretimi ve aynı zamanda kolektif ürün olan mitle

bağdaştırması anlamına gelir.”219

Erken dönem ürünlerini mitten ayırmak oldukça zordur ancak modern edebiyatta

yaşanan çağın ve bilinç düzlemi220

nin etkisiyle mitlerin şekillendiği görülür. Bu

bakımdan edebî eserde mitleri ortaya çıkarmak için derin yapıya inmek gerekecektir.

Mitler, modern edebiyata “kendi tüm mitik-tözsel doğasıyla geçtiği ve adeta duyusal ve

216

Umberto Eco, Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti, Çev. Kemal Atakay, Can Yayınları, İstanbul 1996, s.

42. 217

Dursun Ali Tökel, “Sanat ve Edebiyatın Kaynağı Olarak Mitler”, Bilig-16/Kış, 2001, s. 71. 218

Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları, İstanbul 2007, s. 223. 219

Cafer Gariper-Yasemin Küçükcoşkun, “Mit ve Roman Üzerine Kısa Bir Bakış”, Bizim Külliye, 51.

Sayı (Mart-Nisan-Mayıs), Ankara 2012, s. 35. 220

Agm, s. 37.

Page 86: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

71

maddî olarak herhangi bir şekilde sokulduğu için” edebiyatta bir anlam ögesi olarak

önem kazanır.221

221

Ernst Cassirer, Sembolik Formlar Felsefesi II-Mitik Düşünme, Çev. Milay Köktürk, Hece Yayınları,

Ankara 2005, s. 105.

Page 87: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

72

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

MODERN TÜRK ROMANI VE MİTLER ( 1923-1960)

III. 1. MODERN TÜRK ROMANINDA MİTİK GÖRÜNÜM

III. 1. 1. Kozmogonik Mitler

“Mitin Sınıflandırılması” başlığı altında ele alınan kozmogoni mitleri, dünyanın

yaratılışını konu alan mitler olarak tanımlanmıştır. Kozmogoni’de merkez

simgeciliğinin önemli bir yeri bulunmaktadır. Çünkü Tanrı dünyayı ve insanı bu

merkezde, dünyanın göbeğinde yaratmaya başlamıştır.222

Yeryüzüne gelen erken dönem insan için üç kozmik mekân vardır: Gökyüzü,

yeryüzü ve yeraltı. Eliade’nin ortaya koyduğu merkez simgeciliği, insanların bu üç

mekân arasında bağlantı kurma ve bu mekânlara kutsal bir anlam yükleme çabasının bir

sonucudur. Merkez simgeciliğine göre bu üç kozmik mekân birbirine bir bağ ile

bağlanmıştır ve bu bağ merkezi oluşturmaktadır. Tapınaklar, kozmik dağ ya da tepe,

kozmik ağaç veya direk bu üç mekânın kesiştiği yerde yani merkezde bulunmaktadır.

Bunlar sayesinde gökyüzü ve yeryüzü arasında bağlantı kurulabildiği gibi yeryüzü ve

yeraltı arasında da bağlantı kurulur.223

“Merkez simgeciliğinin en yaygın çeşidi, Evrenin merkezinde bulunan ve üç

Dünyayı bir eksen gibi tutan Kozmik Ağaçtır. Vedalar dönemi Hind’i, Eski Çin,

Germen mitolojisi kadar, “ilkel” dinler de kökleri cehenneme kadar giden ve dalları

göğe eren bu Kozmik Ağacı çeşitli biçimler altında tanımaktadırlar. Orta ve Kuzey

Asya mitolojisinde bu ağacın 7 veya 9 dalı, 7 veya 9 gök katını, yani yedi göğü

simgelemektedir. (…) Kutsal ağaçların Dünyanın Merkezinde oldukları ve

herhangi bir dinsel törenden önce veya esnasında kutsallaştırılan tüm ayinsel

ağaçların veya direklerin büyüsel olarak dünyanın merkezine kadar uzandıkları

kabul edilmektedir.”224

Merkez simgeciliğinde önemli rol oynayan kozmik ağaç imgesi Yaşar Kemal’in

Orta Direk adlı romanında bulunmaktadır. Eserde “Ziyaret Cevizi” olarak yer alan bu

222

Bkz. Mitin Sınıflandırılması, Kozmogoni mitleri. 223

Mircea Eliade, İmgeler Simgeler, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Gece Yayınları, Ankara 1992, s. 21-23. 224

Age, s. 23-24.

Page 88: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

73

ağaç tüm göğü tutmuş, bir ışıkla donanmış ve nihayetinde toprağa kadar inmiştir. Yani

ağaç, gök, yer ve yer altı arasında bağlantı kurmaktadır. Yazar, anlatıcı olarak

Meryemce’yi seçer ve bu ağaç hakkında şu şekilde bilgi verir:

“Bu Ziyaret cevizinin altından geçiyordum bir gece, karanlık, kurşun geçirmez

bir gece. Dalları uğulduyordu. Dalları karanlık bir su gibiydi. Tüm göğü tutmuştu

ceviz. Birden bir şey çat etti. Döndüm baktım, topraktan bir top ışık cevize doğru

ağıyor, o ağdıkça cevizin dalları ışıklanıyor, ışığa batıyor, ışığa kesiyor. Ben orada

donmuş kalmışım. Ağzımda dua, oku bire oku ediyorum. Az sonra, cevizin dalları,

yaprakları gövdesi, tüm ceviz, karanlığın içine oyulmuş gibi ışığa kesti. Sonra

dallarıyla, gövdesiyle ceviz göğe doğru uzadı, şu karşı dağlara doğru genişledi.

Tüm dünya, gün doğmuş gibi apaydınlık oldu. Dağların karanlığı durdu, gecenin

karanlığı durdu. Siz ışıktan kocaman, karanlığa oyulmuş gibi kocaman, dünya

kadar bir ağaç gördünüz mü? Aman Allah, hikmetine kurban olduğum Allah!

Işıktan koskocaman bir ağaç. Güneşin doğduğu yere, yıldızların oraya doğru

uzanır. Gece karanlık mı karanlık. Vallahi billahi tek bir yıldız bile yok. Ağaç

büyüyor ha büyüyor. Göğe yukarı dallı yapraklı bir ağaç seli, ışıktan bir ağaç seli

ağıyor. Şafağa kadar Ziyaret cevizi ışıktan oldu. Şafak atıncaya kadar durdum

seyreyledim. Gözlerim kamaştı, bende de hâl kalmadı. Altımdaki at da, o kutlu

hayvan da kulaklarını dikmiş bakıyordu. Şu dağın ardından şafak belirip gelince,

ceviz de küçüldü, küçüldü, gittikçe ışığını attı üstünden, toprağa indi.”225

Işık imgesi kozmogoniyle ilgilidir. Pek çok efsanede yaratma süreci aydınlığın

oluşumu süreciyle başlar. Babil yaratılış efsanesinde dünyanın yaratılışı, sabah ve

ilkbahar güneşinin tanrısı Marduk ile kaos ve karanlığın sembolü Tiamat arasındaki

kavga sonucu gerçekleşmektedir. Mısır kozmogonisinde ise güneşin her gün doğması

önemli bir yere sahiptir. İnanışa göre kozmik suyun yüzeyine çıkan bir yumurtadan

aydınlık/güneş tanrısı Ra ortaya çıkar. Pek çok mitolojide önce kaos ya da karanlık sular

vardır. Daha sonra dünyanın yaratılışı söz konusu olur. Tevrat’ın ilk bölümünde de

ışığın doğuşunun açıklanması aslında evrenin ve insanlığın yaratılışını işaret etmektedir.

Bu sebeple mitoslarda ışığın yer alması mitik düşünmenin bir getirisidir. Aydınlık ve

karanlık, gün ve gece önemli bir motif olarak yer almaktadır.226

225

Yaşar Kemal, Ortadirek, Remzi Kitabevi, İstanbul 1960, s.112. 226

Ernst Cassirer, Sembolik Formlar Felsefesi II-Mitik Düşünme, Çev. Milay Köktürk, Hece Yayınları,

Ankara 2005, s. 150-151.

Page 89: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

74

Gece karanlıkta ışık seline boğulan bu ağaç da bu motifin bir örneğidir. Işıktan

bir ağaç hâline gelen Ziyaret Cevizi inanışa göre geceleri görünmez olur, birkaç ay

ortadan kaybolduktan sonra birden normal bir ceviz ağacı gibi yerine gelir. Köylüler bu

ağaç adına namaz kılıp kurban keserler. Pamuk toplamak için Çukurova’ya kafile

hâlinde inen köylülerin ardında kalan Meryemce, Ali, Elif ve Ali’nin iki çocuğu türlü

zorluklarla karşılaşırlar. Ali, tüm bu zorluklardan kurtulmak üzere Ziyaret Cevizi’nin

altında beş rekât namaz kılmaya söz verir:

“Onların da canı var. Onlar da çarpıverir, sakat korlar adamı. Amma değmedin

miydi keyiflerine ziyaretlerin, uğur getirirler. Kimbilir, şu ulu ağaç, nakışlı ağaç

bize bir uğur getirir ki. Ne gelmez ki elinden. Ulan, azıcık iyi olursam, hâlim

olursa, şu ağacın altında beş rekat bir namaz kılacağım ki… Namazdan hoşlanır

bunlar. Belki de yüreğine bir hoşluk gelir de şu ağacın, bize yardım eder. Kimbilir?

Belki yüreği acır da hâlimize.”227

İnsan, doğada bulunan varlıkların bir canı olduğuna inanır ve bu doğa

unsurlarına kutsal bir anlam yükler. Bu alıntıda Ali’nin de ceviz ağacına kutsallık

yüklediği görülmektedir. Koca Halil’i anası Meryemce’yle birlikte cılız atına bindirdiği

ve atın ölümüne sebep olduğu için anasını kızdıran Ali, bu cevizi “kutlu ceviz” olarak

adlandırır.228

Ali, atı öldüğü için konaklayacakları yere kadar önce eşyaları götürür

sonra geri dönüp anasını sırtında taşır. Buna dayanamadığı için hâlsiz düşer. Anası

Meryemce, oğluna beddua ettiği için pişman olur ve Ali’nin sağlığını tekrar geri

kazanması ve Çukurova’ya pamuğa yetişebilmesi için Tanrıya yakarıp Ziyaret

Cevizi’nin dibinde kesmek üzere horoz adağında bulunur:

“Suçlarını bağışladım. Tüm bağışladım. Aklım başımdan gittiğinde ona çok

alkış eyledim. Sana daha evvel de söyledim. Kızgınlığımda dediklerimi

saymayacaksın. Sana daha önceden de söyledim. İyi aklında tutarsın sen, kara

gözlüm. Alime yardım et. (…) Sen her bir şeycikleri bilen, yer altındaki karıncanın

da avazını duyan değil misin? Ulaştır e mi? Alimi ulaştırırsan ben geri dönerken

Ziyaret cevizinin dibinde Çukurdan alacağım kocaman, kırmızı bir horozu sana

kurban keserim. Keserim de bir parçasını yemem. Yersem zehir zıkkım olsun, gök

227

Yaşar Kemal, Ortadirek, Remzi Kitabevi, İstanbul 1960, s. 122. 228

Age, s. 123.

Page 90: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

75

gözlüm. Alemleri gören sensin. Yedi kat yerin altındaki ağaç kökü de seni deyi

çağırır. E mi güzelim?”229

Meryemce’nin dua ederken “yedi kat yerin altındaki ağaç kökü” ifadesini

kullanması bu ağacın yer altıyla da bağlantı kurduğunu göstermektedir.

Işığın yaratılışla olan ilişkisi Halikarnas Balıkçısı’nın Ötelerin Çocuğu adlı

romanında da görülmektedir. Ergenliğe giren Kara Kız’ın ışığa karşı gerinmesi artık

yaratma eylemine katkıda bulunacak güce sahip olduğunu ifade eder:

“İşte artık yaradılış kendisine dünyaya bir çocuk getirmek gücünü

bağışlamıştı. Işığa karşı gerindi, sonra o yumuşak ve lâübali kumlara uzandı.”230

Türk mitoslarında ışıktan gebe kalma motifi yaygın bir şekilde kullanılmaktadır.

Sibirya Türklerinde kadın hemen hamile kalmak istiyorsa evliliğin ertesi sabahı kendini

doğmakta olan güneş ışınlarına göstermektedir. Güneşten yani ışıktan gebe kalma motifi

Güney Amerika Kızılderililerinde, Eski Hindularda da görülmektedir. Türk mitoslarında

ışıktan gebe kalma motifinin yanı sıra ışıktan doğan kız motifi de görülmektedir.231

Nihal Atsız’ın Bozkurtlar Diriliyor adlı romanında ise kağan kızı olan Ay Hanım

ışıktan doğmuş bir tanrı kızına benzetilmektedir:

“Güneş batıyordu. Son kızıllıkları kağan kızının yüzüne vuruyor ve onu

gökten inmiş, ışıktan doğmuş bir Tanrı kızına benzetiyordu.”232

Kozmogoni mitlerinde bir diğer önemli unsur da ilk eylemin tekrarlanmasıdır.

Mircea Eliade Ebedi Dönüş Mitosu adlı eserinde ilk nesne ve eylemlerin başlangıç

zamanında, mitsel anda (in illo tempore) tanrılar tarafından belirlendiğini ifade

etmektedir. Kutsalın bilgisini içeren ve ilk olarak kabul edilen bu arketiplerin varlığını

sürdürmesi ve anlamını gelecek zamana dek koruması, insanların arketipleri tanrıların

onlara öğrettiği gibi tekrarlaması yoluyla gerçekleşecektir. Geleneksel insana göre ilk

örnek olan arketipin taklit edilmesiyle birlikte, o arketipin vahyedildiği mitsel an

229

Age, s. 198-199. 230

Halikarnas Balıkçısı, Ötelerin Çocuğu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1955, s. 161. 231

Mehmet Naci Önal, “Türk Mitinin Oluşumunda Işığın Rolü”, Journal of Turkish Studies, Şinasi Tekin

Hatıra Sayısı II, (Haz. Yücel Dağlı-Yosges Dades-Selim S. Kuru), C. 31/II, 2007, s. 145-158. 232

H. Nihal Atsız, Bozkurtlar Diriliyor, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1962, s. 117.

Page 91: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

76

yeniden canlandırılmış olur.”233

Mitin “eski zamanlarda geçmiş ve o zamandan beri de

dünyayı ve insanın yazgısını sürekli etkileyen canlı bir gerçeklik olduğuna inanılır.”234

İnsana ait gerçekliği bünyesinde bulunduran kozmik eylemler ya da mitoslar,

insanın yaşama tarzını, yazgısını, faaliyetlerini belirler. Kısacası onların kültürel

gerçekliğini ortaya koyar.235

Halikarnas Balıkçısı’nın Ötelerin Çocuğu adlı romanında

ilk eylemin tekrarlanması roman kahramanlarının değişmez yazgısı olmuş ve

kendilerine denize bağlı mitik bir dünya kurmuşlardır:

“Her çocuğun gönlünde zaman zaman şanlı bir yaşama, tehlikelere göğüs

germe, devâsâ zahmetlerle boy ölçüşme arzusu doğar. Yaş ilerledikçe bu arzular

birçoklarında söner. Babaları, ataları ve onların da baba ve ataları, ne yapmışlarsa,

onlar da o işi tekrarlamaya koyulurlar.”236

Kozmogoninin tekrarlanışı daha çok tarımsal faaliyet içinde olan toplumlarda

görülmektedir. Ebedi dönüş mitosunda yer alan bir imge de kozmik yılandır. Bu imge

daha çok Hint mitolojisinde yer almaktadır. Hint tanrısı Vişnu kozmik sularda yüzen

kozmik yılanın halkaları üzerinde uyurken ve evrenin lotus düşünü görürken

betimlenmektedir.237

Yılanın gerek kutsal kitaplarda Âdem ile Havva’nın cennetten

kovuluşunda yer alması gerekse de mitoslarda kahramanın erginlenmesi için

öldürülmesi gereken bir hayvan olması anlamlıdır. Çünkü “evrenin ve sonuç olarak

bireyin enerji ve özünü besleyen güç yılan imgesiyle canlandırılmıştır.”238

Bunda

yılanın sürekli derisini değiştiren bir hayvan oluşu da etkilidir. Böylece sürekli kendini

yenileyen, ölümsüzlük iksirine sahip olduğuna inanılan yılan öldürülünce bu enerji ve

öz insanların eylemlerine geçmekte ve kozmogoni tekrarlanmaktadır. Bu eylemlerden

biri de inşa ritüellerinde görülmektedir. Hindistan’da inşa eylemine başlanmadan önce

bir astrolog temel atılacak noktayı dünyayı taşıyan yılanın başının üzerine denk gelecek

şekilde ayarlar. Kazığı yılanın başını sabitleyecek şekilde çakar. Temel taşı da dünyanın

tam merkezine yerleştirilir. Yılanın başını sabitlemek, kazığı ona saplamak yılanı ininde

233

Mircae Eliade, Ebedi Dönüş Mitosu, Çev. Ümit Altuğ, İmge Kitabevi, Ankara 1994, s. 47. 234

Bronislaw Malinowski, Büyü, Bilim ve Din, Çev. Saadet Özkal, Kabalcı Yayınevi:5

Antropoloji/Arkeoloji/Mitoloji Dizisi:2, İstanbul 2000, s. 98. 235

Age, s. 105-106. 236

Halikarnas Balıkçısı, Ötelerin Çocuğu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1955, s. 8. 237

Joseph Campbell, İlkel Mitoloji Tanrının Maskeleri, Çev. Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi, Ankara

2006, s. 255. 238

Age, s. 460.

Page 92: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

77

öldüren, yıldırımıyla kafasını koparan tanrı İndra’nın ilk eylemini tekrarlamaktan başka

bir şey değildir. Kaosun mutlak efendisi olan ve tüm suları kendine saklayan yılan

Vrtra’nın İndra tarafından öldürülmesi dünyanın yaratılışını simgelemektedir. Bu,

biçimsizden biçimlenmişe geçiştir.239

Yılan imgesi, tarıma bağlı olarak yaşamını sürdürmeye çalışan roman kişilerinin

yer aldığı Yılanların Öcü’nde de görülmektedir. Fakir Baykurt’un kaleme aldığı bu

romanda Bayram, eşi Haçça, anası Irazca ve çocuklarıyla birlikte Karataş köyünde

yoksul bir hayat sürdürmektedir. Küçük arazisini ekip biçmektedir. Romanın daha ilk

sayfalarında babası Kara Şâli’nin insanları Güroluk çamlığına sokmayan, insanlara çam

çiğdem koklatmayan Şahmaranı öldürmesi ve o günden beri yılanların onlara düşman

oldukları anlatılır. Yılanlar bunun intikamını alma peşindedir.240

Yılanı uyurken öldüren

ve onu parçalara ayıran Kara Şâli insanların da yazgısını değiştirmiş olur.

Yılanların Öcü’nde öldürülen yılanın ateşte yakılması ritüeli yer almaktadır.

İnanışa göre yılanın yakılması tarlaların berekete kavuşması anlamına gelmektedir.

Bayram’ın ergenlik çağına yaklaşmış olan oğlu Ahmet, bir yılan öldürür ve bu yılanı

yakarlar:

“Ahmet bir adımdan biraz uzun bir yılan öldürmüştü. Tuttu, yüzünü gözünü

öptü oğlunun; kucağına çekti, başını bağrına bastı. ‘Irazca Nine’ne muştularız

akşam! Ne sevinir!’ dedi. Yılanı çapanın sapına takıp harıma götürdü. Haçça’nın

korkmasını falan düşünmeden kalburun yanına koydu ölü yılanı. Harlıca bir ateş

yakıp attı ateşin içine; sevinçle, istekle yaktı ateşin içinde…

Haçça çöktüğü yerden gülerek bakıyor kocasına. ‘Ortalığı kokuya boğdun

Bayraam! Gömüversen daha iyi değil miydi? Niçin yakıyorsun naleti?’

‘Hayır asla gömemem! Yakarım! Çünkü yılanı öldürdün de yaktın mı, rahmet

çok yağar! Ekin dikin, gök göverti bol olur. Bolluk olur o yıl köy! Eskiden de

böyle yaparlarmış. Çok duydum ben bunu…’”241

Yılanı yakma ritüelini yerine getiren Bayram, toprağın tekrar bolluğa

kavuşacağını ve yaşamın enerji kazanacağını dile getirmektedir. Eskiden de böyle

yaparlarmış, sözüyle kozmik eylemin tekrarlandığı ve zamanın ilga edildiği

anlaşılmaktadır.

239

Mircae Eliade, Ebedi Dönüş Mitosu, Çev. Ümit Altuğ, İmge Kitabevi, Ankara 1994, s. 32-33. 240

Fakir Baykurt, Yılanların Öcü, Literatür Yayıncılık, İstanbul 2012, s. 35. 241

Age, s. 42.

Page 93: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

78

Gerek kadim uygarlıklar gerekse kutsal kitaplar dünyanın yaratılışı konusunda

bilgi vermektedir. Bu bilgiler, adlar farklılık gösterse de bu yaratılışta ana bir çizgi

bulunmaktadır: Hiçlik, kozmik söz, var oluş ve var oluşun tekerrürü. Başlangıçta hiçlik,

kaos bulunmaktadır. Sümer ve Türk mitolojisinde ise başlangıçta ilksel deniz ya da

karanlık sular bulunmaktadır. Tanrının ruhu bu sular üzerinde dolaşmaktadır. Buradan

gök ve yer ayrılmış ve sonra sırasıyla tüm varlıklar yaratılmaya başlanmıştır.242

Bu

mitin etkisiyle de deniz imgesi pek çok edebi eserin derin yapısında ilk ana, anne

anlamını alarak okurun karşısına çıkmaktadır. Çünkü varlığın başlangıcı sudur.

Halikarnas Balıkçısı, Ötelerin Çocuğu adlı romanında deniz imgesinden

faydalanmıştır. Ergenliğe girerek ana olma, yaratma özelliğini kazanan Tiycan, denize

baktığında ana olmanın vermiş olduğu gururu hissetmekte, kendini denizle

özdeşleştirmektedir:

“İlk ana! Deniz bir ucundan bir ucuna bir hayat kasırgası, derinliğince de, bir

hayat uçurumu kesilmişti. Tiycan, kendi gövdesini karlar gibi ağartan bu apak kar

ovasına şaşkın gözlerle bakıyordu. Ama neden olduğunu anlamıyordu. Şaşmakta

olmakla beraber, gündüzün oracıkta uykuya varır varmazdan önce, kendi göğsüne

baktığı zaman duyduğu gururun aynısını bu sefer denize bakmakla duyuyordu.”243

Orhan Hançerlioğlu’nun Oyun adlı romanında evrenin nasıl yaratıldığı yer

almaktadır. Bu kozmogoni Yunan mitolojisinden alıntılanmıştır. Kendini mitik

dünyasında erdem ve aşk temsilcisi Argos kralı I. Halim olarak tanıtan Halim, saf ve

sonsuz aşkın peşindedir. Bu mitik dünyada genç bir kız onun mutluluğunu hazırlamakla

görevlendirilmiştir. Bu kız Agamemnon’un kızı, Orest’in kardeşi Elektra’dır. Romanda

Elektra, sarı saçlı, göğüslerinin uçları alev kırmızısı, boyu sesçe uzun, karnı sözce

küçük, beli biçimce ince, bacakları saydam, doğruluk, iyilik ve güzelliğin temsili olarak

betimlenmektedir.244

Halim, Elektra’nın kendisine yaklaşmasını kabul etmez ve ona

hep “kızım” diye hitap eder. Bunun üzerine Elektra, Halim’e kozmogoniyi anlatmaya

koyulur:

“ –Önce hava, ateş, kaya, toprak, su, buğu yığını Khaos vardı.

Halim:

242

Bkz. Mitlerin Sınıflandırılması, Kozmogoni Mitleri. 243

Halikarnas Balıkçısı, Ötelerin Çocuğu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1955, s. 162. 244

Orhan Hançerlioğlu, Başka Dünyalar-Oyun, Remzi Kitabevi, İstanbul 1962, s. 191-192.

Page 94: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

79

–Başlangıç suydu, diye mırıldandı.

Elektra direndi:

–Hayır efendimiz, dedi. Başlangıç tözdü. Töz, sonra, Khaos oldu. Daha

doğrusu başlangıç varlıktı. Büyük boşluk, karanlıklarla doluydu. Evren, sessizliğin

çığlığı içindeydi. İlk varlık hareket ederek ikiye bölündü. Böylece, baştanbaşa

çiçeklenmiş, bereketli yeryüzü Gea’yla yaşamanın tek gerçeği, aşkın başlangıcı

Eros doğdu.245

Gaia, bu alıntıda Gea olarak geçmektedir. Ayrıca aşkın temsilcisi Eros’un

doğumu da kozmogoniyle beraber yer almaktadır. Halim’in mitik evreni Argos

ülkesinde Elektra, mitoslar anlatması ve Halim’in hayatını şekillendirmesi bakımından

önemli bir rol oynamaktadır.

“Çok sayıda mit ve söylence, kahramanların yaşadığı serüvenlerde bir cin, peri

ya da herhangi bir yarı-tanrısal kadının oynadığı role tanıklık eder: Kahramanları o

eğitir, geçirdikleri sınamalarda (ki çoğu zaman bunlar sırra-erme sınavlarıdır.)

kahramanlara o yardımcı olur, ölümsüzlük ya da uzun ömür simgelerini (sihirli

otlar, mucizeli elmalar, gençlik pınarı vb. ) ele geçirmenin yollarını o öğretir.

Kadın mitolojisi “alanının önemli bir bölümü, sanki ölümsüzlüğü ele geçirmek

veya sırra-erme sınavlarından zaferle çıkmakta kahramana yardım edenin hep bir

dişi varlık olduğunu göstermek üzere oluşturulmuştur.”246

Nihal Atsız’ın Deli Kurt adlı romanında da bu dişi varlığa yer verilmiştir. Periye

benzetilen yarı-tanrısal özellikler taşıyan Gökçen, Deli Kurt’a erginlenmesinde yardımcı

olmaktadır. Yarı-tanrısal özelliklere sahip olan Gökçen’in doğumu da sıra dışıdır.

Gökçen’in doğumu mucizevi bir elma ile olmuştur:

“Vaktiyle, çok eski bir zamanda, bu obanın olduğu yerde bir Yürük çadırı

varmış. Kadını ile tek başına oturan Yürüğün çocuğu olmaz, o da üzülüp

tasalanırmış. Bir gün ak sakallı, yorgun, perişan bir yolcu gelerek bir gece

kendisini konuk etmelerini dilemiş. Etmişler, Bir kâse sütleri varmış, ona

içirmişler; bir dilim ekmekleri varmış, ona yedirmişler. İki kişinin güç sığdığı

çadırda onu yatırarak kendileri açıkta gecelemişler. Ertesi gün yaşlı konuk

ayrılırken onu, tepenin eteğine kadar geçirip uğurlamışlar.

(…)

245

Age, s. 193. 246

Mircea Eliade, Şamanizm, Çev. İsmet Birkan, İmge Kitabevi, Ankara 2014, s. 116.

Page 95: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

80

Yemişsiz ağacı göstererek: «Şu elmayı koparın.» demiş. Şaşırmışlar. Hangi

elmayı der gibi ağaca bakınca bir de ne görsünler? Yemişsiz, bodur ağacın bir

dalında ipiri, al yanak bir elma sallanmıyor mu? Koparmışlar. O adam elmayı ikiye

bölmüş. Yarısını Yürüğe, yarısını karısına yedirmiş. «Çocuğunuz olur» deyip

sırrolmuş. Meğer o adam Hızır’mış. Gel zaman git zaman bir kızları olmuş. Öyle

güzelmiş ki adını Gökçen koymuşlar. Gökçen bir yaşından beş yaşına, beş

yaşından on yaşına, on yaşından on beş yaşına gelmiş. Dünya güzeli bir kız

olmuş.”247

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Sodom ve Gomore adlı romanında önce

dünyanın, yeryüzü şekillerinin yaratıldığını, tüm bunlardan da insanın yaratıldığını ifade

eden bir anlatım yer almaktadır:

“Sarılı kaldığınız dar ve düzme âlemin pencerelerinden başınızı dışarıya

çıkarın da bizi koynunda tutan, doğuran koca tabiata bakın! Bu ne azametli, ne

yüce bir hayvandır!”248

Babil ve Sümer mitlerinde insanın yaratılış sebebi, tanrılara hizmet etmesi ve

onların geçimini sağlamasıdır.249

Nihal Atsız’ın Deli Kurt adlı romanında her insanın

görevinin ve yeteneklerinin farklı olmasıyla ilgili şu ifade yer almaktadır:

“─« Ben de kırk yıl uğraşsam senin gibi kılıç savuramam. Dünya yaratılırken

işler de bölüştürülmüş…» ”250

Dünya yaratılırken işlerin bölüştürüldüğü, her insanın bu dünyada bir konuda

görevlendirildiği dile getirilmektedir.

III. 1. 2. Eskatoloji Mitleri

Eskatoloji dünyanın sonuyla ilgili mitleri incelemektedir. Evrensel yanma

mitosu, tufan mitosları bu sınıf içinde değerlendirilmektedir. Eskiyen, çürüyen dünya

büyük bir sel ya da ateş tarafından yok edilir ve mitsel bir ata tarafından yeniden inşa

edilir. Evrensel ağrı diner ve yeni bir hayat başlar.

247

H. Nihal Atsız, Deli Kurt, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1958, s. 54. 248

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, Bilgi Yayınevi, Ankara 1966, s.56. 249

Samel Noah Kramer, Sümer Mitolojisi, Çev. Hamide Koyukan, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2001, s.

132-137. 250

H. Nihal Atsız, Deli Kurt, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1958, s. 28.

Page 96: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

81

Orhan Hançerlioğlu Oyun adlı romanında bu evrensel ağrıya göndermede

bulunmaktadır. Roman kahramanı Halim, evrensel ağrıyı alçak kişileri cezalandırarak

dindirmekte ve yeni bir dünyanın kapısını açmaktadır. Sosyal yaşantısında karşılaştığı

adaletsizlikler karşısında büyük bir üzüntü duyan Halim, kendi bilincinde yarattığı

Argos ülkesine kaçar. Bu ülkenin erdem ve aşk temsilcisi olarak gerçek hayatta başa

çıkamadığı kişileri cezalandırır. Bunlardan biri çalıştığı kurumdaki müdürdür. Müdür

oğlunun sünneti için çalışanların maaşından kesinti yapmıştır. Bir diğeri ise komiserdir.

Halim, bir gün kapısının önüne konmuş bir bebeği karakola götürür. Komiserin kayıtsız

davranışları ve bebeğe karşı acımasız oluşu Halim’i etkiler. Argos ülkesinin divanında

müdürü ve komiseri yargılayarak cezalandırır. Bu işlemin sonunda evrensel ağrının

dindiği, yeni bir dünyanın kapılarının aralandığı anlatılır:

“Yedi ses, yedi söz, yedi biçimin ortasındaki zümrütten yapılmış ışıklı göz

sönmüştü. Derinlerde flütler ağlıyordu. Güzel kokular yeniden yayılmaya, gökle

toprağın birleştiği yerden yedi renk yükselmeye başlamıştı. (…) Uçsuz

maviliklerde pembe kuşlar süzülüyor, her bitişi bir başka başlayış kovalayarak, gök

boşluğunun ilk sessizliği yaşamanın cıvıltılarıyla doluyordu. Sebepler sonuçlarla

kucaklaşmıştı. Her varlığın çevresinde, yoklukla yüklü, yumuşak, durgun,

gürültüsüz bir kasırga vardı. Evrensel ağrı dinmişti.”251

Yukarıdaki alıntı, Halim’in Argos ülkesinde yargıladığı her kötü insanın

cezalandırılmasıyla tekrarlanmaktadır. Yedi ses, yedi söz, yedi biçim Argos meydanını

kaplar.252

Yedi mitik sayısının kullanımı da dikkat çekmektedir.

Evrensel ağrı dindikten, yeni evren yaratıldıktan sonra Halim’e türlü yiyecekler,

en güzel içecekler ikram edilir. Argos kızları şarkılar söylemeye başlar. Birbirinden

güzel sekiz kız -çıplak vücutlarını sadece mavi bir tülle örtmüş, saçlarına Argos gülü

takmış şekilde- Halim’in etrafını sarar, dans etmeye başlarlar:

“Göksel bir mûsikiye uyarak, sonsuz titreşimler içinde, Argos kızlarının raksı

başladı. Çıplak güzelliklerin üstünden renk dalgaları geçiyordu. Ölçüler dirilmişti.

Biçimler oluşuyor, değişiyor, gene oluşuyor, yeniden değişiyorlardı. Evren, ilk

gününü yaşıyordu.”253

251

Orhan Hançerlioğlu, Başka Dünyalar-Oyun, Remzi Kitabevi, İstanbul 1962, s. 189. 252

Age, s. 218. 253

Age, s. 191.

Page 97: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

82

Eserde her şeyin ancak karşıtların kavgasından doğduğu; evrenin ise yaratmayla

yokolmanın sonsuza dek birbirini kovalaması anlamına geldiğine yer verilir.254

Bu

durum da her eskatolojinin bir kozmogoniye gebe olduğunu ifade eder.

Eskatoloji mitlerinin içinde tufan mitleri önemli bir yer tutmaktadır.

Yaşar Kemal’in Ortadirek adlı romanında atı öldüğü için köylülerin gerisinde

kalan ve anasını sırtında taşıyarak vakit kaybeden Ali’nin Çukurova’ya vaktinde ulaşma

hayalleri tükenmeye başlar. Başka bir çare bulamadığı için bir tufanın kopmasını diler:

“Bir yağmur yağmalı. Öyle bir yağmur, evleri, ağaçları, çardakları kökünden

söküp götürmeli. O ulu suyun yüzü çerden çöpten gözükmemeli. Boz, bomboz

toprak gibi akmalı. Su değil, çamur akmalı doğrucası. (…) Kavakları, toprağı, yeri

yurduyla, kaplumbağası, tilkisi, kurdu, atı, ineği, cini perisiyle nasıl alıp

götürmüştü su? Tâ denize kadar. Öyle bir yağmur yağmalı.”255

Yorgun düşen Ali, artık ilerleyebilecek durumda olmadığı için bir sayıklama

hâlinde büyük bir tufan ister:

“Öyle bir yağmur olmalı ki, hani Çukurda iki su var, Seyhanla Ceyhan derler

adına, onlar gibi yüz bin tane suyu gökyüzüne çıkartmalı da, oradan hep birden

tarlalara boşaltmalı. Öylesine yağmalı yağmur, Nuh Efendimizin tufan seli gibi

taşmalı ortalık.”256

Eskatoloji ebedî bir hayatın kapısını açmaktadır ancak öncelikle yıpranmış

evrenin nasıl yok olacağını da söylemektedir. Evrenin ve insanlığın yok oluşu denince

akla evrensel yanma mitosları, Mesih inancı, tanrının krallığı, yeni yıl ritüelleri

gelmektedir.257

Bazı öğretilere ya da inançlara göre dünya bozulmaya başladığında büyük bir

ateş evreni yakacaktır. Bazen büyük bir tufanla bazense dağlar yerle bir olarak evrenin

sonu gelecektir. Bu “son”un ne zaman geleceği ise her zaman merak edilmiştir. Ancak

eskatoloji mitlerinde vurgulanan öge “son”dan çok yozlaşmış hayatın ölümü ve doğan

254

Age, s. 223. 255

Yaşar Kemal, Ortadirek, Remzi Kitabevi, İstanbul 1960, s. 159. 256

Age, s. 162-163. 257

Mircea Eliade, Ebedi Dönüş Mitosu, Çev. Ümit Altuğ, İmge Kitabevi, Ankara 1994, s. 89-90, 121.

Page 98: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

83

yeni hayattır. Joseph Campbell, bunu şu sözle dile getirmektedir: “Senin ektiğin şey

ölmedikçe dirilmez.”258

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur adlı romanında roman kahramanı İhsan,

girilecek olan savaşı insanlık için bir felaket olarak görmektedir. Suat ise yeni insan,

yeni bir dünya için savaşa girilmesinden yanadır. Suat, “yeni insan” görüşünü

açıklarken savaşın artık bir zorunluluk olduğunu, insanlığın ancak bu savaş sayesinde

kurtulabileceğini dile getirmektedir:

“İnsanlık ölü kalıplardan ancak böyle bir yangınla kurtulur. (…) Kaldı ki, harp

bir zaruret oldu artık… bu kadar karışık hesabı ancak o temizleyebilir.”259

Kutsal kitaplarda yer alan Sodom ve Gomora şehirlerinin sular altında kalışı

eskatalojinin bir parçasıdır. Yozlaşmış ve yıpranmış olan hayatlar sular altında

bırakılarak sona erdirilmiştir. Sodom ve Gomora şehirlerinin yıkıma uğrayışı Kuran’da

ve daha çok Tevrat’ta yer almaktadır. Sodom ve Gomora’da yaşayan Lut kavmi türlü

cinsî sapkınlıklar ve çirkin davranışlar içindedir.

Tevrat’ın “Yaratılış” bölümünde Tanrı, Sodom kentine iki melek gönderir ve Lut

bu iki meleği evinde konuk olarak ağırlar. “Onlar yatmadan, kentin erkekleri –

Sodom’un her mahallesinden genç yaşlı bütün erkekler– evi sardı. Lut’a seslenerek, ‘Bu

gece sana gelen adamlar nerede?’ diye sordular, ‘Getir onları da yatalım.’ ”260

derler ve

Lut’un kapısını kırmaya çalışırlar. Bunun üzerine Lut, iki kızını teklif eder ancak

erkekler bu iki adamla beraber olmak ister. İki melek bu adamların gözlerini kör eder ve

kapıyı bulamamalarını sağlar. Lut’a Sodom’u felakete uğratacaklarını, ailesini de yanına

alarak arkalarına bakmadan Sodom’dan uzaklaşmalarını söyler. Lut, Soar’a vardığında

güneş doğar. “Rab Sodom ve Gomora’nın üzerine gökten ateşli kükürt yağdırdı. Bu

kentleri, bütün ovayı, oradaki insanların hepsini ve bütün bitkileri yok etti. Ancak

Lut’un peşisıra gelen karısı dönüp geriye bakınca tuz kesildi.”261

İki kızıyla tek başına

kalan Lut Soar’da yalnız yaşamaktan korktuğu için dağa çıkar ve bir mağarada

yaşamaya başlar. Lut’un iki kızı dünya geleneklerine uygun bir şekilde onlarla

258

Joseph Campbell, Yaratıcı Mitoloji- Tanrının Maskeleri, Çev. Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi,

Ankara 2003, s. 25. 259

Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, Dergâh Yayınları, İstanbul 2004, s. 93. 260

Kutsal Kitap (Tevrat, Zebur, İncil), Tevrat-Yaratılış 19, Yeni Yaşam Yayınları, İstanbul 2009, s. 17. 261

Age, s. 18.

Page 99: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

84

yatabilecek bir erkek olmadığını söylerler ve soylarını devam ettirmek için babalarına

söylemeden onu sarhoş ederek ondan hamile kalırlar.262

Bu olay Kuran ayetlerinde de şu şekilde yer almaktadır:

“Lûtu da halkına resûl olarak gönderdik. Onlara dedi ki: ‘Nedir bu haliniz? Siz

dünyada sizden önce hiç kimsenin yapmadığı pek iğrenç bir şey yapıyorsunuz.

Allahın bu uyarmasından sonra siz hala şehvetle erkeklere varacak, yolu kesecek

ve toplantılarınızda edepsizlik yapmaya devam edecek misiniz?’ Halkının ona

cevabı şundan ibaret oldu: ‘Doğru söylüyorsan bizi tehdit ettiğin o azaba getir de

görelim!’”263

(Ankebût Suresi 28-29),

“Haberin olsun, dediler, biz bu şehrin halkını imha edeceğiz çünkü oranın

insanları büsbütün zalim kimselerdir. İbrahim “Ama Lût da orada” deyince onlar

şöyle cevap verdiler: “Orada bulunanları biz pek iyi biliyoruz. Onu ve yakınlarını

kurtaracağız, yalnız eşi geride kalıp helâk edilenler arasında olacak.”264

(Ankebût

Suresi 31-33)

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Sodom ve Gomore adlı romanında Ahdi

Atik’ten alıntılar yapılmış ve Sodom, Gomore şehirlerinin yok oluşu ele alınmıştır. İşgal

altında olan İstanbul’un konu edildiği eserde İstanbul yozlaşmış olmasından dolayı

Sodom ve Gomore şehirlerine benzetilir. Bunun yanı sıra Pompei, Babil, Ninova gibi

helaka uğramış şehirlerin de adı geçmektedir. Dönemdeki bu yozlaşmışlığı ve sapıklığı

göstermek adına eserde Captain Marlow ve onun sapkın ilişkileri yer almaktadır.

Captain G. Jackson Read ile Captain Marlow’un bir konuşması şu şekilde

verilmektedir:

“Captain G. Jackson Read:

–Sabahlar hayrolsun Mephisto! Fakat ne yazık ki ben Faust gibi saf yürekli

değilim ve bunu siz herkesten iyi bilirsiniz. Tam on senedir beni “cinsi lâtif”

aleyhine kendi Gomore’lik meyillerinize çekmek istediniz.”265

Captain Read’e karşılık olarak Captain Marlow bir gece önce hamamda

düzenlenen eğlenceyi anlatır ve hamamdaki tellağın ona eşsiz bir zevk verdiğini dile

getirir:

262

Age, s. 18. 263

Kur’ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, Haz. Suat Yıldırım, Feza Gazetecilik, İstanbul 1998, s. 398. 264

Age, s. 399. 265

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, Bilgi Yayınevi, Ankara 1966, s. 52.

Page 100: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

85

“–Hele o delikanlı… O tunçtan bir genç tanrı heykelidir. Esmer ve parlak

derisinin üzerinden hiç durmaksızın birer billûr damlası gibi akan o berrak, o iri ter

tanelerini niçin birer birer yutmadım? Daima gözlerinin üstüne doğru dökülen gür

ve siyah saçlarının abanoz siperliği altından bana bakarken bütün irademi

kaybediyordum, eriyordum. (…) Arkası üstü yat diyordu; yatıyordum. Çevril,

diyordu; çevriliyordum. Onun emirlerine göre oturuyordum; kalkıyordum.

Kollarımı, bacaklarımı uzatıyordum. Onun çevik ve iradeli ellerinin arasında bir

zavallı “şey” gibiydim. (…) Ne vakit ki, artık kendimi tutamadım, onu okşamağa

başladım, irkildi ve beli yay gibi gerildi. Bütün vücudunu tuzağa düşmüş genç bir

pars sinirliliği kapladı.”266

Captain Marlow’un hem cinsleriyle ilişki kurmak istemesi pek çok yerde

bulunmaktadır. “Türk erkeklerinin elinde bir kız gibi hırpalanıp didiklenmek iste”yen267

Marlow, her gün kendisi gibi olan arkadaşlarıyla birlikte bir gece kulübüne gitmektedir.

Buraya geliş amaçları dans eden bir Rus erkeği özel localarına çağırtıp onunla cinsi bir

ilişki kurmanın fırsatını bulabilmektir.268

Eserin ilerleyen sayfalarında ise İstanbul’un

bir zamanlar ileri gelen zenginlerinden olan Azize Hanım’ın kocası Atıf Bey ile ilişki

kurdukları görülmektedir:

“Azize Hanımın kocası aklından bu şeyleri geçirirken gözlerinin ucuyla da

durmadan Marlow’u süzüyordu. Zira, bu adam, Beyoğlunun yalnız en meşhur

kumarbazlarından değil, aynı zamanda en tanınmış cinsi sapıklarından biriydi ve

bu çeşit kimselere mahsus bir sezinti ile yanına gelip oturan delikanlının kendine

sokuluşlarındaki mânayı hissetmeğe başlamıştı. (…) Atıf Bey, Marlow’a lazım

gelen tüm işaretlerin hepsini vermişti ve o andan başlıyarak İngiliz delikanlısı tatlı

bir vait almış olanlar gibi gizli bir sevinç içindeydi. Tekrar kumar masasının başına

oturdukları vakit artık yalnız diz dize, dirsek dirseğe gelmekle kalmadılar, masanın

altından elleriyle sıcak, gizli bir konuşmaya girdiler.”269

“Atıf Bey Captain Marlow’u büsbütün kendine çekti. İngiliz zabiti vücudunun

bütün diriliğini, sertliğini kaybetmişti. Dudak dudağa geldiler.”270

266

Age, s. 54-55. 267

Age, s. 182. 268

Age, s. 92. 269

Age, s. 181. 270

Age, s. 186.

Page 101: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

86

Eşcinsellik sadece Captain Marlow’da görülmemektedir. Miss Fanny Moore ve

Nermin arasında da böyle bir ilişki bulunmaktadır:

“Miss Fanny Moore’un hemen herkese ürküntü veren bu halini yalnız küçük

Nermin anlamış gibi görünüyordu. Zira, onu birkaç kere Amerikalı kızla köşe ve

bucaklarda el ele tutuşup konuşurken veya birinin kolu öbürünün beline dolanmış

olarak yanyana gezinirken ve hattâ bir defasında bir küçük çocuk gibi Fanny

Moore’un dizlerine oturup başını omzuna dayarken görenler oldu.”271

Major Will’in satın aldığı yalıda yapılan bir eğlencede ise Major Will birden

ortalıktan kaybolur. Herkes onu ararken Miss Moore ile Nermin yatak odasında çıplak

olarak basılır:

“Derken geniş ve derin sedirin içinden yarı çıplak iki vücut uyurken

yakalnmış iki Nenfe gibi titrek ve çevik fırlıyor. Ne o? Nerminle Miss Fanny

Moore!”272

Ancak bu Major Will tarafından planlanmış bir olaydır. İki kadının sevişmesini

gizlice izlemek için onları yatak odasına yönlendirmiştir:

“Miss Fanny Moore biranda bütün meseleyi anlamıştı. En az bir saat önce

kendilerini yalnız bırakıp çekilir gibi görünen bu adam meğer bütün bu müddet

içinde balkon kapısının perdesi arkasında bir adi gözcü imiş; iki genç kız arasında

geçen Sodom’cu sevişmenin bütün teferruatını alçakça seyredip duruyormuş!”273

Osmanlı’nın son dönemleri olan bu süreçte Anadolu’da Milli Mücadele

başlamışken İstanbul’un zenginleri, şehri Avrupalı zabitlerin eline teslim edip onlarla

birlikte bataklığa sürüklenmektedir. İstanbul’un bu durumu yok edilen Sodom Gomore

şehirlerine benzetilir. Öncelikli olarak bu durum Captain Read’in bakış açısıyla verilir:

“Jackson Read, ateşli bir mukaddes Kitap okuyucusu olan annesinin hayalinde

Türkiye’nin ifade edebileceği mânayı düşünüyor:

Annesinin gözünde Türkiye’nin bir Sodom ve Gomore’den, bir Babil’den, bir

Ninova’dan farkı olmasa gerekti. Zira Mukaddes Kitap’ta isyanlar ve günahları

dolayısıyla Allahın gazabına uğramış lânetli ülkelerin her bahsi geçtikçe ihtiyar

271

Age, s. 131. 272

Age, s. 138. 273

Age, s. 140.

Page 102: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

87

kadın başını ukalaca sallar: “Mutlaka şimdiki Türkiye de böyle bir şey olacak!”

derdi.”274

İstanbul’un bu durumu ve insanların azgınlığından dolayı yıkılmış, felakete

uğramış şehirlere benzetilişi Necdet’in bakış açısıyla da yer almaktadır. Necdet

Anadolu’dan gelen zafer haberlerini okudukça Anadolu’ya koşma arzusu duyar.

Anadolu’da savaşanlara da şunları söyleyecektir:

“Siz bilmiyorsunuz, asıl işgal, asıl istila öbür tarafta oldu. Düşman çamurlu

çizmeleriyle bizim evlerimize kadar girdi; ne diyorum bizim yataklarımıza kadar!

Halbuki sizin yalnız sokaklarınızda dolaşabiliyorlar. (…) Kızlarımızı, karılarımızı

ve duvak yüzü görmemiş nazlı sevgililerimizi ellerimizden aldılar ve onlara

gözümüz önünde istediklerini yaptılar ve kızı kızla, erkeği erkekle kızıştırdılar ve

bütün tabiî zevklere tabiî olmayan zevklerin zehrini, ıstırabını, azabını kattılar. (…)

Ben işte bu utanılacak ve yüz karartıcı meydandan geliyorum.”275

Necdet, büyük bir nefret içinde bulunduğu şehirden tiksinmektedir. Tüm bunları

söyledikten sonra Mezamir’in bir parçasını okuyacaktır:

“Ey Orşilim, seni unutursam sağ elim hünerini unutsun. Eğer seni tezekkür

etmezsem dilim damağım yapışsın. Ey harap olunacak Babil kızı, senin bize ettiğin

cezaya mukabil sana eda eden ne mübarektir.”276

Anadolu halkına tekrar şöyle seslenecektir:

“Şu halde, söyleyin bana, azatlık saati ne zaman çalacaktır? Şu yan tarafta, şu

mor dağların öte yakasında, görür gibi olduğum kızıllık bir yangın başlangıcı

mıdır? Yoksa orada bir şafak mı sökmeğe başladı? Size bahsettiğim şu çağdaş

Sodom’un üzerine Allahın ateşi orada mı yağacak? Ne vakit “ol yerden kül dumanı

gibi bir duman çıktığını” göreceğiz. Bu kutsal ateşin o Sodom üzerine yağdığı anın

içinde olsam da gam yemiyeceğim ve Lût’un karısı gibi bir tuz heykeli olacağımı

bilsem de gene bunun nasıl yandığını görmek için dönüp bakacağım.”277

Necdet, bu felaketi aslında bir kurtuluş olarak görmektedir ve yeniden doğuş için

bu ateşin lazım olduğunu düşünmektedir. Lut’un karısının arkasına dönüp baktığı için

274

Age, s. 149. 275

Age, s. 239. 276

Age, s. 239. 277

Age, s. 240-241.

Page 103: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

88

tuz heykeline dönmesi olayına göndermede bulunur. Tuzdan bir heykele dönüşeceğini

bilse bile arkasını dönüp bu çirkinliklerin yok oluşunu izleme arzusu duymaktadır.

Eserin son sayfalarına doğru da yabancı zabitlerin ve zengin yerlilerin gözünden

düşen Leylâ yavaş yavaş tüm gerçekliğin farkına varmaktadır. O da tıpkı Necdet gibi

İstanbul’un yok olmasını istemektedir:

“İstiyordu ki ani bir âfet ortaya çıkıversin; ya bulundukları binanın altından bir

bomba patlasın; ya damına gökten bir kaya parçası düşsün; ya sadece herkesi bir

yana dağıtan şiddetli bir kasırga çıkıversin veya bir vakitler Pompei’de olduğu gibi

İstanbul’un ortasında da bir yanardağ açılıversin…”278

Dünyanın sonuyla ilgili işaretleri kutsal kitaplar belirtmektedir. Toplum da her

zaman bu işaretler doğrultusunda kendinin içinde bulunduğu zaman dilimi ve olaylarla

bağlantı kurarak her zaman sonun yaklaştığını dile getirmektedir. Kemal Tahir, Köyün

Kamburu adlı romanında bu söylemlere yer vermiştir:

“ – İşte gördün mü? Şurda topu topu 15-20 yıl vaktimiz kalmışsa kalmış.

– Sonrası?

– Sonrasını sen nerden bileceksin hey başkâtip? Sonrası… Arap hocaya

bakarsan, Mehdi resûl Deccal peygamber gelse gerek…

– Gelsin, hoş geldi, safa geldi.

– Elindeki kılıcı, zülfikârı n’apalım? Neden gelmekte Deccal peygamber?

Senin benim gibi suçluları temizlemeye gelmekte… Arap hoca dedi ki ‘Kitabın

yazdığı belirtiler tamam, dedi. Gelmesine yakın çok kan dökülecekti, işte

dökülmekte, peygamberin soyu sopu ayak altında kalacaktı, işte bizim Rum içine

sürgünlüğümüz… Çok canlar yanacak çok ocaklar sönecek… İşte yanıp

sönmekte… Irz namus bir pula satılacak, kâğıttan para basılacak da çarşılarda

sürülecek… İnsanlar azıp Firavun gibi göğe çıkmaya, balık gibi denizin altında

gezmeye kalkacak. Allah’ın izniyle bu belirtilerin hepsi göründü, tamam oldu.’

Arap hoca bunları benim size anlattığım gibi anlatmakta değil!”279

I. Dünya Savaşı sıralarında yaşanan olaylar köylüleri telaşa düşürmüştür bu

sebeple köylüler sonun yaklaştığını düşünmektedir.

278

Age, s. 271. 279

Kemal Tahir, Köyün Kamburu, İthaki Yayınları, İstanbul 2006, s. 227.

Page 104: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

89

III. 1. 3. Kahramanlık Mitleri

Kahramanlık mitlerinden bahsedilirken Joseph Campbell’in Kahramanın Sonsuz

Yolculuğu adlı eserinden faydalanılacaktır. Joseph Campbell, bu kitabında kahramanın

yolculuğunun kozmogonik çevrimle paralel olduğundan söz etmektedir. Nasıl evrenin

var oluşu, türlü süreçlerden geçmesi ve yok oluşuyla sonsuz bir hayata kavuşmasından

söz ediliyorsa kahramanın yolculuğunda da buna benzer süreçler görülebilir.

Kahramanın macerası üç bölümde ele alınmaktadır: Yola çıkış, Erginlenme ve Dönüş.

Bu bölümdeki ana başlıkları da alt başlıklara bölmüştür.280

Yaşar Kemal’in İnce Memed adlı eseri dört seri olarak yazıldığı için bir bütün

olarak değerlendirmekte fayda vardır. Ancak bu çalışmanın dönemi 1923-1960 olduğu

için sadece 1955’te yayımlanan İnce Memed I değerlendirilecektir.

Her ne kadar kitabın tüm serileriyle bir bütün olarak incelenmesi gerekse de

birinci kitapta bile Joseph Campbell’in ele almış olduğu üç ana bölümü görmek

mümkündür. Romanın baş kahramanı Memed, daha birinci kitapta mitik bir kahramana

dönüşmüştür.

Joseph Campbell’in “Yola Çıkış” olarak adlandırdığı ilk bölüm eserin daha ilk

sayfalarında görülmektedir. Zulüm ve baskıdan kaçan, kaçarken çakır dikenlerin

yaraladığı bir çocuğun başkaldırısıyla kahramanın macerası başlamış olur. Abdi

Ağa’nın zulmü Memed’i eşiği aşmaya yönlendiren, onu maceraya iten ilk işarettir.

Memed, arkadaşı Dursun’un köyüne kaçmak istemektedir. Yorulunca Kesme köyünde

Süleyman ve eşinin beraber yaşadığı eve misafir olur. Süleyman Memed’in nereye

gideceğini sorar. Memed ise şu şekilde cevap verir:

“Dursun bana dedi ki… Bizim köyde, dedi, çocukları dövmezler. Çocukları

çifte salmazlar. Bizim köyün tarlalarında, dedi, çakırdikeni bitmez. Ben oraya

gidiyorum işte.” 281

Dursun’un bu sözleri Memed’i maceraya çağırmıştır. Çakır dikenler Abdi

Ağa’nın sembolüdür. Çakır dikenler tarlalarda nasıl bir şey yetiştirmelerine izin

vermiyorsa köyün ağası Abdi Ağa da köyde yaşayanların ekinlerinden adaletsiz bir

280

Joseph Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, Çev. Sabri Gürses, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2010,

s. 48-49. 281

Yaşar Kemal, İnce Memed I, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2009, s. 19.

Page 105: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

90

şekilde pay almakta, onlara zulmetmektedir. Memed’in Abdi Ağa’dan kaçışı

erginlenmeye giden bir yoldur.

Süleyman’la beraber yaşamaya başlayan Memed, Süleyman’ın keçilerini

otlatarak onlara yardımcı olmaktadır. Bir gün keçileri otlatırken kendi köyü olan

Değirmenoluk köyünden Hösük onu görür. Hösük köye dönünce Memed’in nerede

olduğu haberi yayılır ve Abdi Ağa Memed’i geri getirir. İşkenceler tekrar başlar.

Sevdiği kız olan Hatçe’yi de nişanlarlar. Bu kez sevdiği kızı zorba bir adam olan Abdi

Ağa ve rakibi olan Abdi Ağa’nın yeğeninin elinden kurtarmak için köyden ikinci kaçış

Hatçe’yle gerçekleşir. Kahramanlık mitlerinde ejderhadan kurtarılan kız ya da hazine,

uyuyan güzelin uyandırılması gibi semboller İnce Memed I’de de görülmektedir.

Abdi Ağa tekrar Memed ve Hatçe’nin peşine düşer. Onları buldukları sırada

Memed Abdi Ağa’yı ve Hatçe’nin nişanlısını silahla yaralar. Bu olaydan sonra Memed

kaçar, Hatçe ise yakalanır. Hatçe’ye tuzak kurularak onun hapishaneye düşmesi

sağlanır.

Onuncu bölümde Abdi Ağa’yı ve yeğenini yaralayan Memed tekrar

Süleyman’ın evine kaçar. Bu kez bir çocuk değil bir babayiğit olarak betimlenmektedir.

Bu da kahramanın çocukluktan erginlenmeye geçişinin, kişisel bilinçlenmenin

başladığını göstermektedir:

“Bizim İnce Memed. Maşallah tosun gibi olmuş. Babayiğit.”282

Böylece “Erginlenme” süreci başlamış olur. Hükümete teslim olmayıp dağa

çıkan ve eşkıya Deli Durdu’nun çetesine katılan Memed eşkıyalık yaparak Abdi

Ağa’dan intikam almanın ve Hatçe’yi hapisten kaçırmanın yollarını arar. Deli

Durdu’nun çetesinde geçirdiği zaman erginlenme ve sınavlar sürecidir. Deli Durdu’nun

çetesine katıldığı haberi duyulunca Memed’in ünü artar. Memed’in mitleşmesi bu

bölümlerde görülmeye başlar. Joseph Campbell “Erginlenme” bölümünün alt başlığı

olarak ele aldığı “Tanrılaştırma”, Memed’in Deli Durdu’nun çetesine katılmasıyla ilk

işaretlerini göstermektedir. Halk artık ona küçük bir çocuk gözüyle bakmayacaktır.

Çocukluktan çıkmış bir genç olarak dağlarda eşkıyalık yapması ona güç kazandırır.

Memed’in adını bile duymak Abdi Ağa’nın yüreğine korku salar. Bu sebeple

Memed’den kaçar ve saklanır.

282

Age, s. 118.

Page 106: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

91

“Deli Durdudan sonra Memedin adı söyleniyor. Ünü sardı dört bir yanı. İnce

Memed diyorlar da bir daha demiyorlar. (…) Abdi gavuru Memedi böyle duyunca,

bir ay kadar evinin yöresine her gece dört beş tane nöbetçi koydu. Köylüler diyor

ki, dışarıda beş tane silahlı nöbetçi beklerken içerde gene korkuyor, sabahlara dek

gözüne uyku girmiyormuş. Evin içinde dolanıp duruyormuş. Sonra evine Asım

Çavuş gelmiş, İnce Memedi takip ettiğini söylemiş. Bu dağlar, İnce Memed gibi bir

eşkıya daha görmedi, demiş. O olmasaydı, ben Deli Durdu çetesini darmadağın

ederdim, demiş. Bunun üstüne Abdi Ağa başını aldı, köyden gitti.”283

Romanın ilerleyen sayfalarında yine Abdi Ağa ve Ali Safa Bey arasında geçen

bir konuşmada Memed’in fiziksel özelliklerinden bahsedilirken Memed bir deve

benzetilir.

“Ali Safa Bey:

‘Abdi Ağa, diye yarı alay, yarı ciddi sordu. ‘Duydum ki bu senin İnce Memed,

el kadar bir çocukmuş.’

Abdi Ağa:

‘Yalan yalan,’ diye ayağa kalktı. ‘Yalan kavak kadar uzamış şimdi. Evi

yakarken gözümlen gördüm. İkimiz kadar, kocaman. Yalan yalan!

Çocukluğundaydı. Şimdi ikimiz kadar var. El kadar adam bu işleri yapabilir mi

hiç? Dev kadar, kocaman o melun.’”284

Küçük bir çocukken mitik bir kahramana dönüşen Memed’e olağanüstü

özellikler yüklenmektedir:

“Günlerden beri Çukurova çalkalanıyordu. İnce Memed adı, dilden dile

dolaşıyordu. Köy yakan, ocaklar söndüren İnce Memed! İnce Memed Aktozlu

köyü yandıktan sonra dillere destan olmuştu. Aktozlu köyünü görmeye gelenin

haddi hesabı yoktu. Aktozlunun kadınları, çocukları birbirlerine İnce Memed’i

anlatıyorlardı: ‘Dev gibi bir adamdı. Bir kocaman çam kütüğünü ateşleyip eline

almış evden eve yakarak dolaşıyordu. Köyün içinde yel gibi dolanıyordu. Yaktığı

evlerden birisi sönecek olsa yetişip ateşi basıyordu. Bir görseydiniz İnce Memed’i!

Gecenin karanlığında gözünden ışıklar saçıyordu. Boyu bir kavak gibi uzuyor, bir

kısalıyordu. Kurşun da geçmiyordu ona. Önüne gelen kurşun sıkıyor, kâr

283

Age, s. 223-224. 284

Age, s. 296.

Page 107: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

92

ettiremiyordu.’ Başka başka köylerde, başka başka biçimlerde, başka başka

yorumlarla İnce Memed üstüne hikayeler anlatılıyor babam anlatılıyordu.”285

İnce Memed gücüne güç kattıkça ve zaferleri çoğaldıkça her kahraman mitinde

olduğu gibi olağanüstü özellikler kazanmaya başlar. Bu kahramana toplum tarafından

yüklenen değerlerdir.

“İnce Memed soylu eşkıya geleneğine uygun kişisel nedenlerle (Hatçe

yüzünden) çıkar dağa, ama zamanla kendi kişisel öç alma amacı, köylünün Abdi

Ağa’nın elinden kurtarılması amacıyla birleşir ve bu düşünce Memed’in kafasında

gelişe gelişe oradaki köylere toprak mülkiyeti konusunda yeni bir düzen getirme

şeklini alır.”286

Hatçe için öç almak gayesinin yerini köylüyü de Abdi Ağa’nın elinden kurtarma

gayesi alır. Bunda ona anlatılan Köroğlu hikâyesinden etkilenmesinin rolü büyüktür.

Pek çok mitos, destan, efsane ve romansta “kurtarıcı” rolünü üstlenen kahraman, bazen

bir canavarla bazen bir devle bazen ejderhayla savaşarak kurtarılması gereken nesneyi

kurtararak kahramanlığa ulaşmış olur. İnce Memed’in kahramanlığa ulaşması ise Abdi

Ağa’yı öldürerek mümkün olacaktır.

Memed’in köye gelip Abdi Ağa’yı öldürmesi de Joseph Campbell’in “Dönüş”

bölümü olarak ele alınabilir. Abdi Ağa’yı öldüren İnce Memed halkına bolluk ve

bereketi de sağlamış olacaktır. Bu sebeple Abdi Ağa’nın öldürülmesinden sonra bir

tanrı adına düzenlenen bereket ayinleri gibi çift koşma zamanı çakır dikenlerin

yakılması ve toy düğün kurulması bir ritüele dönüşmektedir. İnce Memed’in Abdi

Ağa’yı öldürdükten sonra Alidağına doğru kayboluşu da onu kutsallaştırır.287

Nitekim

çakır dikenliğin yanmasıyla İnce Memed, Alidağında üç gün üç gece parlayan bir top

ışık olarak varlığını gösterir:

“O gün bu gündür, Dikenlidüzü köylüleri her yıl çift koşmazdan önce,

çakırdikenliğe büyük bir toy düğünle ateş verirler. Ateş, üç gün üç gece düzde,

doludizgin yuvarlanır. Çakırdikenliği delicesine yalar. Yanan dikenlikten çığlıklar

285

Age, s. 314. 286

Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2, İletişim Yayınları, İstanbul 1996, s. 85. 287

Age, s. 89.

Page 108: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

93

gelir. Bu ateşle birlikte de Alidağın doruğunda bir top ışık patlar. Dağın başı üç gün

üç gece ağarır, gündüz gibi olur.”288

Bu ritüelde dikkat çeken imge ateş ve ışıktır. Işık imgesi kozmogoniyle ilgilidir.

Pek çok efsanede yaratma süreci aydınlık oluşumu süreciyle başlar. Babil yaratılış

efsanesinde dünyanın yaratılışı sabah ve ilkbahar güneşinin tanrısı Marduk ile kaos ve

karanlığın sembolü Tiamat arasındaki kavga sonucu gerçekleşmektedir. Mısır

kozmogonisinde ise güneşin her gün doğması önemli bir yere sahiptir. İnanca göre

kozmik suyun yüzeyine çıkan bir yumurtadan aydınlık/güneş tanrısı Ra ortaya çıkar.

Pek çok mitolojide önce kaos ya da karanlık sular vardır. Daha sonra dünyanın yaratılışı

söz konusu olur. Bu da düzene, kültürlenme sürecine bir geçiştir. Tevrat’ın ilk

bölümünde de ışığın doğuşunun açıklanması aslında evrenin ve insanlığın yaratılışını

işaret etmektedir. Bu sebeple mitoslarda ışığın yer alması mitik düşünmenin bir

getirisidir. Aydınlık ve karanlık, gün ve gece önemli bir motif olarak yer almaktadır.289

Mitlerin Sınıflandırılması başlığında aslında her türün bir şekilde kozmogoni

mitleriyle kesiştiği dile getirilmişti. Bu kahramanlık mitinde de dağda ışığın parlaması

ve ateşin tüm kötücül ruhları yok etmesi aslında köylüler için yeni bir hayatın

başlangıcını göstermektedir.

Işık motifinin görüldüğü başka bir roman ise Nihal Atsız’ın Bozkurtların Ölümü

adlı eseridir. Roman, Kür Şad’ın ölümüyle sona ermektedir. Çinlilere karşı savaşan Kür

Şad ve kırk yiğit yenik düşmüştür. Ancak bu bir ölüm değil yeniden doğuştur. Ölümden

sonra betimlenen sahnede ay ışığı, beyazlık, Kür Şad ve kırk yiğidin –atalarının

ruhlarının dolaştığına inanılan– Tanrı dağına ışık gibi süzülüşü gibi motifler aslında

dirilişi ifade etmektedir. Kür Şad ve kırk yiğidin ölümünden sonraki betimleme kitapta

şu şekilde yer almaktadır:

“Gece bütün güzelliğiyle inmişti. Ayın on beşi ışıklarını Tanrı’nın rahmeti

gibi saçıyordu.

(…) Birden buralar bulutlandı. Sis gibi, duman gibi, fakat onlardan daha

başka, daha güzel bir şey çevreyi sardı. Sonra birdenbire bu dümdüz beyazlığın

üzerinde, yerden birisinin kalktığı görüldü. Elinde yerden kaldırılmış, gönderi kurt

başlı bir tuğ vardı. Yarasından kanlar akan bu hayalet Kür Şad’dı…

288

Yaşar Kemal, İnce Memed I, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2009, s. 436. 289

Ernst Cassirer, Sembolik Formlar Felsefesi II-Mitik Düşünme, Çev. Milay Köktürk, Hece Yayınları,

Ankara 2005, s. 150-151.

Page 109: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

94

Bir eliyle tuğu yükseltirken öteki eliyle duman alana bir işaret yaparak

‘kalkın’ diye haykırdı.

Kırk şehit birden kalktılar. Kür Şad eliyle ilerde bir yeri gösterdi. ‘Oraya’ diye

gürledi. Gösterdiği yer Tanrı Dağı idi. Tepesinde atasının ruhları dolaşıyordu. Kırk

bir şehidin ruhu bir fırtına gibi, bir musiki gibi, bir ışık gibi akarak Tanrı Dağı’na

doğru yürümeğe başladılar. Onları orada, başlarında Alp Er Tunga olan atalar

kafilesi bekliyordu. Bu kırk bir şehidin çevresini bir anda yüz binlerce başka

şehitler sardı. Tanrının huzurunda başlıyan bu en muhteşem resmi geçit büyük,

sonsuz boşluğu sarsarken birdenbire bir türkü; azametli, ürpertici, tanrısal bir türkü

kâinatı titretti.”290

Bu mitik anda zaman ilga edilmiş, kahramanlar ölümsüzlüğe kavuşmuşlardır.

Orta ve Kuzey Asya halklarının ölümle ilgili inanışları güney kökenli dinsel

kavramlarla harmanlandığı için karmaşık bir yapıya sahiptir. Göğe yükselmenin sırra

ermeyle bir tutulduğu bu inanışta öldürülen kahramanlar bu dünyadan göçerken sırra

ermiş bir şekilde göğe yükselmektedir.291

Alıntılanan paragrafta da düşmanları

tarafından öldürülen Kür Şad ve kırk yiğit atalarının ruhlarının bulunduğu Tanrı dağına

doğru yükselmektedir. Ayrıca burada kırklar kültüne de yer verilmiştir.

Kutsal ya da kutlu bir sayı olan kırk daha çok Orta Doğu’da kullanım alanına

sahiptir. “Hazırlama ve tamamlama sayısı olarak adlandırılan kırk, büyük sayılar

arasında en büyüleyici sayı olarak özellikle İran ve Türkiye’de yaygın biçimde

kullanılır. İslami geleneklere göre; Tanrı, Âdem’in çamurunu kırk gün yoğurmuştur.

Hz. Muhammed ilk vahyini kırk yaşlarında almıştır. Dünyanın sonu yaklaştığında

Mehdi kırk yıl yeryüzünde kalacaktır. Yeniden dirilişte gökler kırk gün boyunca

dumanla kaplanacaktır. Bu diriliş kırk yıl sürecektir. (…) Kırk gün İslam’da ve

Musevilikte arınma dönemidir. (…) Kırklara karışmak deyimi görünmez olmak ya da

tamamen yok olmak anlamlarına gelir.”292

Kırklara karışmak deyimi Nihal Atsız’ın Deli

Kurt adlı romanında da yer almaktadır.

“─« Neredeydin be Deli Kurt? Kırklara mı karıştın?»”293

290

H. Nihal Atsız, Bozkurtların Ölümü, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1955, s. 269-270. 291

Mircea Eliade, Şamanizm, Çev. İsmet Birkan, İmge Kitabevi, Ankara 2014, s. 264-266. 292

Bayram Durbilmez, “Kırım Türk Halk Anlatılarında Sayı Simgeciliği”, Millî Folklor, Yıl 19, Sayı 76,

Ankara 2007, s. 187. 293

H. Nihal Atsız, Deli Kurt, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1958, s. 95.

Page 110: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

95

Kahramanlık mitlerinde “Erginlenme” süreci olarak kabul edilen başka bir motif

de balinanın karnı motifidir. Balinanın karnından çıkan mitik kahraman üstün güçlerle

donatılmıştır. Balinanın karnı motifi Yunus peygamber ile ilgili anlatılarda da yer

almaktadır. Halikarnas Balıkçısı Aganta! Burina! Burinata! adlı romanında tam bir

kahramanlık mitosuna yer vermese de Yunus peygamber aracılığıyla balinanın karnı

motifine göndermede bulunmaktadır:

“Çocuktum amma Çakır Fatma’nın gözlerinin mavi alevlerle cayır cayır

yanışından, Topal hocaya fena kızdığını, bağırıp ağlamadığım için de bana hayran

kaldığını gördüm. Fatmanın bakışı âdeta bana «Aşk olsun!» diye bağırıyordu.

Topal hoca, her gün işkence ve cefalarını sayıp tüketemediği cehenneminde de beni

yakıp kül etse, o bakışın huzmesinde kaldıkça kendimi cennette sanır ses

çıkarmazdım. Topal hoca beni dövdü, dövdü, sonunda yoruldu, bıraktı. (…) Bana

öğretilen bu sultanları ve Peygamberleri ben neyleyecektim. Bunlar benim

akranlarım değillerdir. Sultan Bayezidi Veli ile çelik çomak oynıyamaz. Süleyman

aleyhisselamla da deniz kıyısı boyunca oyuncak kayık yüzdüremezdim.

Hayde Yunus peygamber, Nuh peygamber neysene. Hiç olmazsa birisi balık

karnında, ötekisi de bütün hayvanlarla, arkın içinde denizcilik etmişlerdi.”294

Roman kahramanı, çektiği sıkıntılar ve denize olan düşkünlüğü sebebiyle Yunus

ve Nuh peygamberlerle yakınlık kurmaktadır. Yunus peygamberin balinanın karnında,

Nuh peygamberin ise bir geminin içinde geçirdiği sıkıntıları roman kahramanı, bu

küçük deniz kasabasında geçirmektedir.

III. 1. 4. Ritüel Mitleri

Mircea Eliade mitolojiyle ilgili yazmış olduğu pek çok eserde Latince’den

alıntıladığı “in illo tempore” u kullanmaktadır. Bu söz başlangıç zamanını gösterir. Pek

çok uygarlığın mitosunda, efsanesinde yer alan “bir zamanlar” “eskiden” gibi zaman

sözcükleri mitlerde başlangıç zamanının yanı sıra kutsal bir zamanı da içinde barındırır.

Bu kutsal zamandan beri süregelmiş eylemler yani ritüeller insanın doğayla olan

ilişkisini ortaya koymaktadır.

Halikarnas Balıkçısı’nın Ötelerin Çocuğu adlı romanında evlilik, kadınlar

dövülse de “eskiden beri” böyle olduğu ve böyle devam etmesi gerektiği için kutsal

294

Halikarnas Balıkçısı, Aganta! Burina! Burinata!, Akba Kitabevi, İstanbul 1946, s. 47.

Page 111: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

96

sayılmaktadır. Bu sebeple köydeki genç kızlar evlenmek, kısmetlerini açmak için onlara

öğretilen ritüeli gerçekleştirirler. Günün belirli zamanlarında Kısmet Taşı’na çıkarlar,

kısmet açan tekerlemeyi tekrarlarlar sonra da evlerinin denize bakan penceresinin önüne

otururlar:

“Köyde herkes evlilerin ne halde olduklarını, Tanrının günü görüp

duruyorlardı. Ama kadınlar yine de dövülmeyi, sevilmekten fena bulmuyorlardı.

Madem ki bu da eskidenberi böyleydi, böylece devam etmesi gerekiyordu. Hem ne

kadar acı olsa da, çocukla yaşamak, çocuksuz ölmiye kıyas bir cennetti. Onun için

sabahları gün ağarırken, akşamları batarken, mutlaka birkaç kız, uğurlu olduğu

söylenen Kısmet Taşı’na çıkar, oradan: ‘Aysız güneş mi olur? Gelinsiz efe mi olur?

Bahtım! Kocaya gidecek vaktım.’ diye bağırırdı. Bunlar sonra gider evlerinin

denize bakan penceresinin önüne otururlardı. Yelkenlilerin uzaktan gelişini, can

gözüyle seyrederler, kayıkların birdenbire erkek şekline girmesini, deniz üzerinden

yürüye yürüye, koca diye kendilerine gelmesini beklerlerdi.”295

Bir başka ritüel Yaşar Kemal’in İnce Memed I romanında görülmektedir. Halk

tarafından mitik bir kahramana dönüştürülmüş olan Memed, köylüye zulmeden Abdi

Ağa’yı öldürdüğünü haber verir. Bu haberden sonra köylüler Çakırdikenliği ateşe

verirler. O zamandan sonra bu bir ritüel hâlini alır. Her yıl çift koşmadan önce düğün

dernek kurulur, herkes en temiz, en güzel elbiselerini giyer ve sonrasında Çakırdikenlik

ateşlenir:

“Çift koşma zamanıydı. Dikenlidüzünün beş köyü bir araya geldi. Genç kızlar

en güzel giyitlerini giydiler. Yaşlı kadınları sütbeyaz, sakız gibi beyaz baş örtü

bağladılar. Davullar çalındı. Büyük bir toy düğün oldu. Durmuş Ali bile hasta hasta

haline bakmadan oyun oynadı. Sonra bir sabah erkenden toptan çakırdikenliğe

gidip ateş verdiler.

İnce Memed’den bir daha haber alınmadı. İmi timi bellisiz oldu.

O gün bu gündür, Dikenlidüzü köylüleri her yıl çift koşmazdan önce,

çakırdikenliğe büyük bir toy düğünle ateş verirler. Ateş, üç gün üç gece düzde,

doludizgin yuvarlanır. Çakırdikenliği delicesine yalar. Yanan dikenlikten çığlıklar

gelir. Bu ateşle birlikte de Alidağın doruğunda bir top ışık patlar. Dağın başı üç gün

üç gece ağarır, gündüz gibi olur.”296

295

Halikarnas Balıkçısı, Ötelerin Çocuğu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1955, s. 98. 296

Yaşar Kemal, İnce Memed I, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2009, s. 436.

Page 112: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

97

Abdi Ağa’yı öldüren Memed, Alidağı’na doğru kaçar. Alıntılanan bölümdeki

çakır diken imgesinin derin yapısında Abdi Ağa’nın ruhu yer almaktadır. Dikenlikten

gelen çığlıklar kötü ruh olan Abdi Ağa’nın çığlıklarıdır. Ateş temizliği imgelemektedir.

Yakılan dikenler yerini sürülmeyi bekleyen bereketli toprağa bırakır. Abdi Ağa’nın

ölümüyle gerçekleştirilmeye başlanan bu ritüel ise köylünün zulümden kurtuluşudur. Bu

ateşin hemen ardından Alidağı’nın doruğunda bir top ışığın patlaması ve üç gün üç gece

sürmesi Memed’in orada var olduğunu işaret etmektedir. Bu ritüel bir bakıma

kozmogoninin yinelenmesini ifade etmektedir. Aydınlık karanlığa galip gelmiş, yeni bir

hayat varlık alanı bulmuştur.

Ritüeller genellikle kozmogoniyle ilgilidir. Kemal Tahir’in Sağırdere ve

Körduman adlı eserlerinde görülen bir başka ritüel de düğünden önce “dibek dövme”

ritüelidir. Bu ritüel Anadolu’da gerçekleştirilen bereket ritüellerinden bir tanesidir. Ekin,

buğday, bulgur gibi gıda malzemeleri bereketin sembolleridir. “Dibek dövme töreni,

damadın evi önünde başlar. Önce köyün imamı dua okur. Kalbur taşımak için bekleyen

çocuklar ve onların ardından da damat evden çıkar. Şerbet içilir. Ardından köy

dolaşılarak camiye gidilir. Namaz sonrası damat, sağdıcın getirdiği damatlık

kıyafetlerini giyer. Ardından alaydakiler, dibekte dövülecek ekin çuvalını almak üzere

yeniden damat evine giderler”297

“Düğünün Dibek alayı yavaş yavaş yürüyordu. Avluda şerbet tasını boşaltıp

alaya yetişen küçük çocuklar dört yanı gürültüye boğmuşlardı.”298

“Böyle dibek alaylarında köyü hesapla dolaşıp duaları hesapla okuyarak,

caminin önüne tam öğle namazı vakti geldiği meşhurdu.”299

“Sağdıç Murat da, Battal’ın babasıyla beraber yukarı çıkmıştı. Biraz sonra

elele verip kolları üzerinde taşıdıkları ekin çuvalını aşağı indirdiler. Battal babasını

yükten kurtarmak için hemen koşup sırtını döndü. Güvey, çuvalı yüklenince Reşit

Hoca yanık bir dua tutturdu.”300

“Ekin çuvalını dibek yerine kadar damat taşır. Hoca dua okur. Damadın

babası, ekin çuvalının ağzını açar, dibeğe bir miktar buğday koyar. Damat ilk

297

Rezan Karakaş, “Kemal Tahirin Romanlarında Halk Bilimi Unsurları” Dicle Üniversitesi Ortaöğretim

Sosyal Alanlar Eğitimi ABD Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi Bilim Dalı, (Yayımlanmamış Doktora

Tezi), Diyarbakır 2010, 255-256. 298

Kemal Tahir, Sağırdere, İthaki Yayınları, İstanbul 2006, s. 95. 299

Age, s. 98. 300

Age, s. 101.

Page 113: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

98

tokmağı vurur. Ardından sağdıç tokmağı alır. Dibeğin etrafında buğday dövmek

için bekleyen yedi delikanlı daha vardır.”301

“Şimdi, dibeğin başında uğraşan bu sekiz kişi, Yamören’in en usta tokmak

sallayanlarıydı. Kocaman tokmakları, sırayla kaldırıp havada bir hoş savurduktan

sonra ‘Hınk’ diyerek indiriyorlar, bir kulaç uzunluğunda, dört beş karış enindeki

taş teknenin içinde birbirlerine hiç çarptırmıyorlardı.”302

Dibek dövme ritüeli romanda bu şekilde yer almaktadır. Dibek dövme ritüelinde

damadın haricinde yedi delikanlının bulunması da anlamlıdır. Yedi mitik sayılarda

önemli bir yer tutmaktadır. Tanrı dünyayı altı günde yaratıp yedinci gün dinlenmiştir.

Gök yedi kattır. Bunun dışında dibeği kimlerin dövdürebileceği ile ilgili de kurallar

vardır. Bu ritüeli herkes gerçekleştiremez yani herkes için dibek dövülemeyeceği gibi

dibek dövdürecek olan kişilerin de bazı özellikleri taşıması gerekmektedir. Erkekler

bakire bir kızla evlenmek şartıyla dibek dövdürebilirlerken kadınların sadece bir kere

dibekleri dövülür. Bununla ilgili bölümlere hem Sağırdere hem Körduman adlı

eserlerde rastlanmaktadır:

“Kız oğlan kızın birinci şerefi dibek… Delikanlının ilk karısı mertlik edip

çabuk ölürse, bir daha evlenmek var. Kız ehli kız aldın mı, bir dibek daha

döğdürürsün. Ama karı kısmının dibeği bir kerecik… Dört kere evlense faydası

yok.”303

“Ergen delikanlıya bir kız gerek mutlaka! Köyün ortasında dibek

dövdürmecesine düğün yapılacak. Dul karı alsan dibeği döğülmez.”304

“Kuma üstüne gittiklerinden dibekleri döğülmeyecek.”305

Körduman adlı eserde dibek dövme ritüelinden başka ekin ekme ritüeli de

bulunmaktadır. Ekin ekilirken kalıp sözler söylenir, dualar edilir.

“-Seyrek ektim sık ver. Tanesini tok ver. Geçen sene az çıktı, bu yıl bize çok

ver. Köylünün pîri Âdem Baba!.. Bize Halil İbrahim bereketi ver. Ya Allah, ya pîr!

Bismillah!”306

301

Age, s. 103. 302

Age, s. 103. 303

Kemal Tahir, Körduman, Adam Yayınları, İstanbul 2004, s. 106. 304

Age, s. 298. 305

Kemal Tahir, Sağırdere, İthaki Yayınları, İstanbul 2006, s. 106. 306

Kemal Tahir, Körduman, Adam Yayınları, İstanbul 2004, s. 96.

Page 114: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

99

Ritüeller başlığı altında kurban mitosları da incelenebilmektedir. Kurban

mitoslarında yine tarım ve hayvancılığa bağlı yaşam tarzının yer aldığı görülmektedir.

Tarlalardan daha iyi verim alabilmek ve berekete kavuşmak için Tanrı’ya kurban verme

motifi görülmektedir. Kurban ritüellerinde genellikle kıtlıktan sorumlu tutulan bir erkek

çocuğun kurban edilişi yer almaktadır. İslamiyet’te İsmail ve Musevilik’te İshak tam

kurban edilecekken Tanrı tarafından gönderilen evcil hayvan ise bu ritüellere farklı bir

boyut kazandırır.307

Yaşar Kemal’in Orta Direk adlı romanında Ali’nin annesi, kozmik bir ağaç olan

Ziyaret Cevizi’ne kurban keseceğini dile getirir:

“Suçlarını bağışladım. Tüm bağışladım. Aklım başımdan gittiğinde ona çok

alkış eyledim. Sana daha evvel de söyledim. Kızgınlığımda dediklerimi

saymayacaksın. Sana daha önceden de söyledim. İyi aklında tutarsın sen, kara

gözlüm. Alime yardım et. (…) Sen her bir şeycikleri bilen, yer altındaki karıncanın

da avazını duyan değil misin? Ulaştır e mi? Alimi ulaştırırsan ben geri dönerken

Ziyaret cevizinin dibinde Çukurdan alacağım kocaman, kırmızı bir horozu sana

kurban keserim. Keserim de bir parçasını yemem. Yersem zehir zıkkım olsun, gök

gözlüm. Alemleri gören sensin. Yedi kat yerin altındaki ağaç kökü de seni deyi

çağırır. E mi güzelim?”308

İnşa ritüelleri sırasında kesilen kurbanla ilgili arketipe Fakir Baykurt’un

Yılanların Öcü romanında rastlanmaktadır. Ev yaptırmak için temel kazdıran Haceli

kurban kesmesi gerektiğini bilmektedir:

“Temele kan akıtmam gerekir; ama bir tedariğim yok Usta’m! Dama düver

atarken keserim bir şey! Ya da içine girerken!”309

Nihal Atsız’ın Bozkurtlar Diriliyor adlı romanında farklı bir kurban mitosu yer

almaktadır. Bu kez kitapta Ölüm Uçurumu olarak geçen mitik mekâna kurban verme

söz konusudur. “Ölüm Uçurumu her yıl bir erkekle bir kadın alır.”310

Ölüm Uçurumu

inanışa göre mutlaka her yıl birbirini sevip de kavuşamayan bir kadınla erkeği kendine

çekermiş. Kitapta bu inanışa şu şekilde yer verilir:

307

İsmail Gezgin, Sanatın Mitolojisi, Sel Yayıncılık, İstanbul 2011, s. 172-173. 308

Yaşar Kemal, Ortadirek, Remzi Kitabevi, İstanbul 1960 s. 198-199. 309

Fakir Baykurt, Yılanların Öcü, Literatür Yayınları, İstanbul 2012, s. 59. 310

H. Nihal Atsız, Bozkurtlar Diriliyor, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1962, s. 87.

Page 115: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

100

“Bakın, şu Ölüm Uçurumu ne yaman şey! Ben daha çocukken bu uçurumun

adını duymuştum. Her yıl bir erkekle bir kadın almadan olamayan bu derin yarığın

gerçekten de nice erlerle kadınları koynunda kaybettiğini bilirim. Bir er, bir kızı

sever de alamaz, bu yüzden çılgına dönerse kanındaki delilik burada yatışırmış.”311

Eserde Urungu, Ay Hanım’a âşıktır. Ay Hanım’ın öldürüldüğünü görünce cansız

bedenini alarak Ölüm Uçurumu’na doğru ilerler:

“Urungu, bağrında sevgilisi olduğu halde kendisini Ölüm Uçurumu’na

fırlatmış, hayatta kavuşamadığı Ay Hanım’a, zamanı ve mesafeleri aşarak ölümde,

bir daha ayrılmamak üzere, kavuşmuştu.”312

Ritüel mitlerinde yer alan başka bir yapı büyüdür. Hint, Germen, Kafkasya, İran

ve Türk mitolojilerinde fal bakma, her yerde bulunabilme, geleceği bilmenin yanı sıra

büyü yapma, büyüyü çözme gibi motifler yer almaktadır. Hint mitolojisinde bağlayıcı

tanrı olarak adlandırılan Varuna sihirsel bir güce sahiptir, evrenin yöneticisidir ve

yasaya karşı gelenleri bağlayarak cezalandırmaktadır. Sembolik bir iple atılan düğümler

hastalık, güçsüzlük, kısırlık, ölüm gibi felaketler getirmektedir. Bağ ustası Varuna’nın

bağladığı kurbanları ise İndra kurtarmaktadır. Bu düğümler felaket getirmesinin yanı

sıra hastalıklardan, nazardan ve şeytandan korunmak, genç evlileri korumak, doğumu

kolaylaştırmak gibi işlevlere de sahiptir. Bu anlamda düğüm motifi çift kutupludur.

Yapılan her büyünün bir de çözüldüğü görülür. Olumlu ve olumsuz işlevleri vardır.313

Büyü yapma ve büyü çözme ritüeline Necati Cumalı’nın Tütün Zamanı adlı

romanında rastlanmaktadır. Ancak burada düğüm simgeciliğinden yararlanılmamıştır.

Zeliş’in annesi, kızının Kadıovacıklı Ali’nin oğlu Cemal tarafından kendisine

bağlandığını yani büyülendiğini iddia ederek aynacı kadına bu büyüyü çözdürmek ister.

Büyüyü çözmek için belirli ritüelleri gerçekleştirmesi gerekmektedir:

“Bugün Perşembe dedi, yarın Cuma, öbür gün Cumartesi, daha öbür gün

Pazar. Pazara kadar üç gün bu iki parça ekmeği çardağında sakla. Pazar günü,

dördüncü gün birinci kuşluk, birinci ikindi üstü, birini kediye, birini köpeğe yedir,

kızın selamete çıkar.”314

311

Age, s. 88. 312

Age, s. 169. 313

Mircea Eliade, İmgeler Simgeler, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Gece Yayınları, Ankara 1992, s.95-118. 314

Necati Cumalı, Tütün Zamanı 1- Zeliş, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul 2006, s. 112.

Page 116: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

101

Bu ritüelde üç gün beklemek ve iki ayrı zaman diliminde iki farklı hayvana

ekmek yedirmek gibi motifler görülmektedir. Romanın ilerleyen sayfalarında Zeliş’in

annesinin ağzından büyünün bozulduğu dile getirilir:

“Kim demiş, benim kızımın gönlü var? Ne zaman anladım ki büyülemişler

kızcağızımızı; hemen koştum aynacı kadına bozdurdum büyülerini.”315

Büyüyü bozdurmak, kötücül ruhların kişiyi terk etmesini, kişinin bahtının

açılmasını ve huzura ermesini sağlamaktadır.

III. 1. 5. Teogonik Mitler

Tanrıların nasıl ortaya çıktığını ele alan mitlere teogonik mit denir. Teogonik

mitler sadece tanrıların ortaya çıkmasını incelemez. Evreni nasıl düzenlediklerini ve

evren üzerinde hangi görevlere sahip olduklarını belirleyip birbirleriyle olan ilişkilerini

de ele almaktadır.

1923-1960 yılları arasında tefrika edilen yahut yayınlanan romanlarda teogonik

mitlerle ilgili örneklere rastlanamamıştır.

III. 1. 6. Antropogonik Mitler

Antropogonik mitler insanın yaratılışını ve yeryüzüne gönderilişini ele alan

mitlerdir. Bununla ilgili mitoslara Mitlerin Sınıflandırılması-Antropogonik Mitler

bölümünde yer verilmiştir.

1923-1960 yıllarında yazılmış olan romanlarda antropogonik mitlerle ilgili

örneklere rastlanamamıştır.

III. 2. TÜRK ROMANINDA MİTOLOJİK UNSURLAR

III. 2. 1. Tanrılar- Tanrıçalar

III. 2. 1. 1. Aphrodite

Aphrodite aşk ve güzellik tanrıçasıdır. Köpüklerden doğduğu söylenir. Doğumu

Azra Erhat’ın Mitoloji Sözlüğü’nde şu şekilde ele alınmaktadır:

“Hesiodos Thegonia’da bu tanrıçanın denizin köpüklü dalgalarından

doğduğunu anlatır. (Yun. Aphros köpük demek): Uranos, Gaia’dan doğan

315

Age, s. 125.

Page 117: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

102

çocuklarını, doğar doğmaz toprağın bağrına soktuğu için Toprak Ana şişmekte ve

korkunç sancılarla kıvranmaktadır, bu yüzden son oğlu Kronos’a bir tırpan verir,

Kronos da o tırpanla babasının hayâlarını keser ve denize atar:

Dalgalı denize atar atmaz onları

Gittiler engine doğru uzun zaman,

Ak köpükler çıkıyordu tanrısal uzuvdan:

Bir kız türeyiverdi, bu ak köpükten,

Önce kutsal Kythera’ya uğradı bu kız

Oradan da denizle çevrili Kıbrıs’a gitti,

Orada karaya çıktı güzeller güzeli tanrıça,

Yürüdükçe yeşil çimenler fışkırıyordu

Narin ayaklarının bastığı yerden.

Aphrodite dediler ona tanrılar ve insanlar,

Bir köpükten doğmuş olduğu için.”316

Halikarnas Balıkçısı eserlerinde genellikle doğa betimlemelerinde Aphrodite’e

benzetmelerde bulunur. Aganta! Burina! Burinata! adlı romanında kıyının deniz

kenarına yayılışı Aşk tanrıçası Aphrodite’in doğuşuna benzetilmiştir:

“Bodrumun önünden geçerken canımın canı masmavi kıyı gözlerimin

karşısında gönlümce uzanıyordu. Denizin mavisi üzerinde o kadar temiz ve berrak

bir surette beyazdı ki hemen bir saniye önce –aşk ilâhesi gibi– denizden ve

köpükten yaratılıp kıyıya yayılıvermiş sanılırdı.”317

Ötelerin Çocuğu adlı romanında da bir doğa betimlemesiyle Aphrodite’in

yaratılışına dikkat çekilmiştir:

“Tanyeri ağarırken badisâbânın serin soluğunun denizde koyu mavi bir

ürperisi yürüttüğünü görmüşlerdi. Denizin gülümsiyen yanağında sanki bir

gamzeydi bu. Pek tabii olarak, bu köpüklerden sabah yıldıziyle beraber Venüs

doğacaktı.”318

Romalıların Aşk tanrıçası olan Venüs, Aphrodite ile aynı tanrıçadır.

316

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 42. 317

Halikarnas Balıkçısı, Aganta! Burina! Burinata!, Akba Kitabevi, İstanbul 1946, s. 107. 318

Halikarnas Balıkçısı, Ötelerin Çocuğu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1955, s.95-96.

Page 118: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

103

Halikarnas Balıkçısı’nın eserlerinde Aphrodite’e sadece doğa betimlemeleriyle

gönderme yapılmaz. Roman kahramanlarının sahip olduğu özellikler ve yaşadığı olaylar

ile de gönderme yapıldığı görülür.

Aphrodite’in denizden çıktıktan sonra Olymphos’a götürülüşü şu şekildedir:

“Kıbrıs açıklarında köpüklerden doğan Aphrodite denizden çıkınca,

Zephyroslar (rüzgâr) tarafından önce Kythera’ya sonra da Kıbrıs kıyılarına

götürüldü. Orada onu Horalar (Mevsimler) karşıladılar. Güzel giysiler giydirip

süsleyerek tanrıların oturduğu Olympos’a götürdüler.”319

Ötelerin Çocuğu adlı romanında ana kahramanlardan biri olan Elif takma

adlarıyla Karakız yahut Tiycan da okuyucuya Aphrodite’in yukarıda bahsedilen

mitosunu hatırlatır.

“Bağrında mavi kelebeklerin çoktan erimiş bulundukları masmavi bir gök,

koynunu açmış, güle güle, yokuş aşağı, ona doğru koşuyor. (…) Oynaşan rüzgârlar,

can çiçeklerinin ve haseki küpelerinin saplarını sarsarak petallarını Karakız’ın

üzerine üfürdüler. Sonra kahkahalar salarak uzaklara seğirttiler. Yine uzaklardan

dönüp Karakız’ı da, kırlangıçları da önlerine katarak kovaladılar, hepsi de

yeryüzüne indiler, kayaların ardına saklandılar, oradan çocuğun üzerine çullandılar.

Önünden esip saçlarını arkadan çektiler, arkadan esip önünden çektiler. Velhasıl

Karakız’ı tuhaf bir dağ patikasıyla karşı karşıya bıraktılar.”320

Behçet Necatigil’in 100 Soruda Mitologya adlı eserinde Aphrodite’in göz

alıcığının, cazibesinin sırrı olarak onun belindeki kuşak gösterilir.321

Azra Erhat ise bu

sırrın memelikte saklı olduğunu söylemektedir.322

Aganta! Burina! Burinata! adlı romanda denize giren Fatma’nın belinin

etrafında oluşan halkalar gümüşe benzetilmiş ve Aphrodite’in kuşağına gönderme

yapılmıştır.

“Fatmanın çekilmiş parlak bir kılıç gibi yapyalın gövdesinin beyazlığını

gördüm. Farkına varmadan ben de o da büyümüştük. Beline kadar denize girmişti.

319

İsmail Gezgin, Sanatın Mitolojisi, Sel Yayıncılık, İstanbul 2011, s.109. 320

Halikarnas Balıkçısı, Ötelerin Çocuğu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1955, s. 106. 321

Behçet Necatigil, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969, s. 25. 322

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 42.

Page 119: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

104

Elleriyle saçlarının suyunu sığıyordu. Belinden uzaklara, deniz üzerinde göz

kamaştırıcı gümüş halkalar yayıyordu.”323

Aphrodite efsaneye göre köpüklerden doğmuştur. Ancak başka bir efsaneye göre

de Uronos’un üreme organının kesilmesi sırasında denize damlayan kanlardan

doğmuştur.324

Ötelerin Çocuğu’nda Elif’in çıplak olarak denize girmesi ve regl olması

bu efsaneyi hatırlatır. Elif’in çocukluktan çıkıp genç bir kadın oluşu anlatılırken de

Aphrodite’in yaratılışına ve bazı diğer özelliklerine göndermeler yapılmıştır. Elif denize

girer girmez deniz Elif’in belinde gümüş bir kuşak gibi görünür ve Elif’in saçlarından

süzülen damlalar inci tanelerine benzetilmektedir. Botticelli ünlü tablosunda

Aphrodite’i istiridye içinde resmetmiştir. Bu sebeple istiridye ve inci arasında da

benzerlik ilişkisi kurulabilmektedir:

“Deniz, beline kadar gümüş kuşaklar, kollarına gümüş bilezikler doladı. Kara

saçlarından –kırılmış bir gerdanlığın inci taneleri gibi – gövdesince damlalar

akıyordu. Yeşil derinliklere daldı. Ama orada foklar gibi uzun müddet

kalamıyordu. Bir iki saat uğraşıp da sudan dışarıya çıkınca, kalçalarının iç

tarafından aşağıya doğru kan izleri gördü. Artık çocukluktan çıkmış, bir kadın

olmuştu. Zaten etrafında nur içinde çakan kâinat, apansızın sanki başka bir ışıkla

harladı. Tiycan’ın dağ, taş, deniz üzerinden çepçevre gezdirdiği bakışlarında

kâinata ve varlığa karşı bir şükran vardı. Yüzü gözü sevinçle parlıyordu. Göğsünün

taze sivrilen uçlarına gururla baktı.”325

“Tiycan uyanır uyanmaz gövdesinin bembeyaz aydınlanmış olduğunu

görünce şaşırdı. Ayın doğmuş olacağını sanarak göğe baktı. Fakat gece henüz pek

çocuktu. Ay yoktu, yıldızlarsa daha henüz dile gelmemişler, ışıklariyle

kekeliyorlardı. Elif, gövdesinin ay ışığı ve yıldız parıltısiyle değil, denizin

bağrından patlıyan can volkanının aleviyle aydınlanıp ağardığını gördü.”326

Aphrodite’in Roma mitolojisindeki karşılığı Venüs’tür. Ahmet Hamdi

Tanpınar’ın Sahnenin Dışındakiler adlı romanında da bu adıyla yer almaktadır. Roman

kahramanı Kudret Bey Cemal’e ideal bir kadının nasıl olması gerektiğini tarif ederken

Giorgione’nin ünlü tablosu “Uyuyan Venüs”e dikkat çekmektedir:

323

Halikarnas Balıkçısı, Aganta! Burina! Burinata!, Akba Kitabevi, İstanbul 1946, s. 74. 324

Behçet Necatigil, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969, s. 25. 325

Halikarnas Balıkçısı, Ötelerin Çocuğu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1955, s. 161. 326

Age, s. 162.

Page 120: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

105

“O hafif ovale çehre, o durgun, âdeta kederli bakışlar, o ceylân edası

yürüyüşler. Düşün bir kere meselâ uyuyan Venüs’ü… Hani sana göstermiştim,

Giorgione’ninkini söylüyorum. Bak azizim, güzellik daima güzelliktir. Meselâ

Titiona’da da kadın güzeldir. Yahut Rubens’in kadınları… Hafif bir şişmanlığa

rağmen, o plastik insanı çıldırtır. Fakat ben Romalı veya Floransalı’yı tercih

ederim. Onlarda maddenin ağırlığı o kadar hissedilir…”327

Böylece Aphrodite’nin sadece mitolojik bir unsur olarak yer almadığı, plastik

sanatlardaki kullanım alanına da yer verildiği görülür.

Orhan Hançerlioğlu’nun Oyun adlı romanında Aphrodite, Roma

mitolojisindeki karşılığı olan Venüs adıyla yer almaktadır. Romanda Elektra tarafından

anlatılan Eros ile Psykhe mitosunda kıskanç bir tanrıça olarak anlatılmaktadır.

Psykhe’nin güzelliğini kıskanır. Bu sebeple Psykhe’ye yardım etmez. Aksine onu

cezalandırır.328

III. 2. 1. 2. Apollon Febüs (Phoibos)

“Aydınlığın, ışığın, bilgeliğin, düzenin, idealizmin, aristokrasinin tanrısıdır.”329

Zeus ile Leto’dan doğmuş olan Apollon’un ikiz kız kardeşi de Artemis’tir. Adı “parlak”

anlamına gelen Delos Adası’nda doğmuştur. Ölümsüzlerin yiyeceği olan Ambrosia’dan

yiyerek ve yine ölümsüzlerin içeceği olan Nektar’dan içerek ölümsüz olmuştur.330

Apollon aynı zamanda “güçlü, güzel, genç ve sağlıklıdır. İdeal estetiğin vücuda

gelmesidir. Zeus’un kurduğu sistemin koruyucusudur. Aphrodite’in bedeninde dişileşen

estetiğin erilleşmesidir.”331

Apollon’un yakışıklılığı ve cazibesi, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Sodom

ve Gomore adlı romanında İngiliz zabiti Captain G. Jackson Read karakteriyle okurun

karşısına çıkmaktadır. Apollon’un Captain Read’in evine gelen Rus manikürcü kızın

bakış açısıyla Captain Read şu şekilde betimlenmektedir:

“Kızcağız arada bir Captain G. J. Read’in başına da bakmaktan kendini

alamıyordu. Bu baş hangi Apollon heykelinin gövdesinden alınıp bin özenle bu

327

Ahmet Hamdi Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler, Dergâh Yayınları, İstanbul 1999, s. 91. 328

Orhan Hançerlioğlu, Başka Dünyalar-Oyun, Remzi Kitabevi, İstanbul 1962, s. 194. Ayrıca Bkz.

Tanrılar/Eros. 329

İsmail Gezgin, Sanatın Mitolojisi, Sel Yayıncılık, İstanbul 2011, s. 85. 330

Age, s. 86. 331

Age, s. 87.

Page 121: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

106

yontulmuş boynun üzerine konulmuştu? Eski Yunanlılar heykellerini boyarlar ve

yaldızlarlarmış; bu da henüz boyanmış, henüz yaldızlanmış, henüz bir sanatkârın

elinden çıkmış ve zamanın cefasını hiç görmemiş, bir sanat eserine, bir mermere

benziyor. (…)

Lâkin Captain G. Jackson Read birdenbire gözlerini ona çevirip gözlerinin

içine dikince zannetti ki bu, nev’i tükenmiş mitolojik bir hayvanın başıdır. O

hayvanlar ki aslında birer yaradılış garibesi olmakla beraber dayanılmaz bir surette

cazibelidir. Nice Tanrıçalar kendilerini kâh denizlerde kâh ormanlarda, kâh yalçın

dağbaşlarında bunlara verdiler. ”332

Aynı eserde Azize Hanım aşk maceralarında Captain J. Read’den ümidi kesmiş,

yüzünü Captain Marlow’a dönmüştür. Ne yazık ki Captain Marlow’un eşcinsel

olduğundan ve kocasıyla bir ilişki yaşadığından haberi yoktur. Bu sebeple Captain

Marlow’un ona yüz vermemesinin sebebini şu cümlelerle göstermektedir:

“Leylâ ona dememiş miydi ki İngilizler başlangıçta soğuk ve vurdumduymaz

görünürler. Fakat bir defa alev aldılar mı artık bir daha önlerine geçmenin imkânı

kalmaz. Aşk ve ihtirasın en son derecelerine varırlar. Sadakat ve bağlılıklarına

diyecek yoktur. İşte, Captain Jackson Read buna en canlı bir örnekti. İstanbul’a

geldiği günden beri topukları nice kadının kalbinin kanıyla bulanmış bu

merhametsiz Apollon nihayet bir esmer kızın elinde uslu bir Danimarka köpeği

haline girmişti.”333

Bu alıntıda Captain Jackson Read’in tekrar Apollon’a benzetildiği görülür.

Ayrıca romanın ana karakterlerinden Necdet, Leyla’nın nişanlısı ve aynı zamanda

kuzenidir. Captain Read ise Leyla’nın âşık olduğu ya da gönül eğlendirdiği adamdır.

Necdet ile Captain Read arasında bir karşılaştırma yapılmaktadır. Bu karşılaştırmada

Captain Read yine Apollon’a benzetilmektedir:

“Necdet’le Jackson Read arasında bir kördüğüm haline giren kalbi küçücük

sırlarının bütün boğumlarını göstererek bir gevşek pamuk gibi çözülüyordu. (…)

Gerçekten, hangi mucize Necdet’e bu gönül meselesinde Captain Jackson Read’i

yenecek kudreti vermişti? Necdet’in silik ve sönük kişiliği nasıl olmuştu da

332

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, Bilgi Yayınları, Ankara 1966, s. 11. 333

Age, s. 156-157.

Page 122: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

107

Apollon kadar güzel, çekici ve parıltılı bu İngiliz zabitinin nüfuzunu Leylâ gibi

görünüşe düşkün bir genç kızın kalbinde kırabilmişti?”334

Apollon’un bir diğer adı da Phoibos yani Febüs’tür. Bu kelime ışıldayan,

parlayan anlamlarına gelmektedir.

Apollon aydınlığın, ışığın tanrısı olması nedeniyle Febüs yani Phoibos adıyla da

anılmaktadır. Bu kelimenin manası; “anlamı belli, parlak” demektir. Tanrının ışık saçan

aydınlık varlığını dile getirir.335

“Ayrıca İ.Ö. 17’de şair Horatius, övgülerinde

Apollon’u güneş tanrısı olarak över.”336

Sodom ve Gomore’de yine Captain Read üzerinden Apollon’un bu adına ve

özelliğine göndermede bulunulmuştur:

“Leylâ ise uzun, siyah, kıvırcık kirpiklerinin altından onun bu halini

seyrederken her taraftan parıltısıyla âlemin gözlerini kamaştıran bu adamın hususî

yaşayışında ne kadar sönük, ne kadar tatsız ve can sıkıcı bir şey olduğuna

şaşıyordu. (…) Captain Jackson Read… Bu isim söylenince onun başında da bir

tehlikeli dönüş olmuyor muydu? Fakat işte, uzaktan bitmez tükenmez bir ihtiras ve

heyecan kaynağı halinde görünen ve her yerde güneş gibi parıl parıl parlıyan bu

adam yarısı koltukta, yarısı iskemlede dayalı duran şu ağır, şu cansız ve tenbel

heyûladan başka bir şey değildi. Onun içindir ki Leylâ Jackson Read’den ‘Dorian

Gray’ unvanını kaldırmış ve ona kendi içinden ‘Altın Heykel’ lakabını vermişti.”337

Halikarnas Balıkçısı’nın Ötelerin Çocuğu adlı romanında da Apollon’un Febüs

olarak yer aldığı görülür. Ötelerin Çocuğu adlı romanda roman kahramanı Aliş herkesin

hayatını sünger avı ile sürdürdüğü fakir bir köyde yaşamaktadır. Bu kurmaca dünyanın

atmosferi genellikle karanlık, kasvetli, medeniyetin uzağında âdeta cennetin ortasında

bir cehennem parçasıdır.338

Aliş çalışmak için Bodrum’a gider. Bodrum’da badem kıran

kadınlar içindeki Çakır Raziye’ye âşık olur. Onu uzaktan izlerken Raziye’nin göğsünü

açıp kaşıntıya sebep veren pireyi öldürdüğüne şahit olur. Bu manzara Aliş’i büyülemiş,

geçim derdinden, köydeki atmosferden uzaklaştırmıştır. Ertesi gün bunu tekrar yapma

isteğine kapılarak badem kabuklarının içlerine pireleri doldurup bağlar. Ağacın üzerine

334

Age, s. 168. 335

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 45. 336

Behçet Necatigil, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969, s. 18. 337

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, Bilgi Yayınları, Ankara 1966, s. 171-172. 338

Halikarnas Balıkçısı, Ötelerin Çocuğu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1955, s.95.

Page 123: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

108

çıkıp gizlenir. Kadınlar badem kırarken bu pireleri aşağı atar. Bu olay onun için bol

ışıklı, kahkahalı bir hadise olmuştur. Anlatıcı da bu hisleri mitik ögelere yer vererek

aktarır:

“Gece kadınlar, kızlar halkalanınca, Aliş gök ta(n)rısı Febüs imiş gibi, badem

bombardımanlarına koyuldu. Akşamleyin tek tük parlıyan yıldızların o seyrek

serpintisine karşılık, şimdi gök gürültüsünü andıran bir yıldız kalabalığı vardı.

Sanki yıldızlar, kızıl, mavi, beyaz, sarı huzmelerini iğne iğne yıldırayan birer

mücevherdi. Bütün yıldızlarını takınan kanlı güney gecesine, engin dolanışiyle

kehkeşan kuşak olmuştu. Acaba kırılan badem parçaları yıldızlara çarpıp, onları

sarstığı için mi, yoksa neşeli bir kuyruklu yıldızın, oynak bir buzağı gibi sıçrarken

havada uçurduğu kuyruğunu kristal seyyarelere çarpıp kırdığından dolayı mı, her

nedense yıldızların ipince, parlak ışık iğneleri ve çalkantıları badem kırıcıların

üzerine harıl harıl yağıyor, tenlerini kıvılcımlar gibi dağlıyordu. (…) Işıklar,

yıldızlar, çıtırdılar, şıkırtılar, kırılan badem kabuklarının sıçrayışı arasında önce

Hasibe’nin gülüşü bir neşe fıskiyesi gibi fırladı. O gülüş sanki verilen bir işaretti.

Süreyya yıldızı ile Zühre’nin ışıkları parlıyan birer kahkaha oldular.”339

Kitapta Febüs, gök tanrısı olarak yer almıştır, ancak Yunan mitolojisinde gök

tanrısı Apollon değil Zeus’tur. Zeus gök tanrıdır. Işık, aydınlık, bulut Zeus’un

egemenliğindedir; yağmuru yağdıran, göğü gürleten, şimşeği çakıp savuran odur.340

Aliş de Zeus’un şimşeklerini fırlattığı gibi pireli badem kabuklarını kadınların

üzerine fırlatmaktadır. Gök tanrısı Febüs olmasa da yazar betimleme yaparken göğün

aydınlığıyla Phoibos adına gönderme yapmak istemiş olabilir.

Bu olay karanlığın aydınlıkla buluşması, birleşmesi; ışığın karanlığı

kucaklaması, bir aşkın doğuşudur.

Apollon’un yer aldığı bir başka roman Orhan Hançerlioğlu’nun Oyun adlı

eseridir. Romanda Halim, gerçek hayatın acımasızlığı karşısında gücünü yitirmiştir.

Lise yıllarında sahip olduğu mitoloji bilgisiyle kurguladığı Argos ülkesine kaçarak hak

yiyenleri cezalandırmakta ve iç huzuru bulmaya çalışmaktadır. Kendisini bu ülkede I.

Halim Argos olarak ilan eder. Erdemin ve aşkın temsilcisi olan Halim, bu ülkede

Elektra’dan mitoslar dinlemektedir. Gerçek hayatta saf sevginin sembolü olan kadını

339

Age, s. 173-174. 340

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 293-294.

Page 124: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

109

aramaktadır. O kadını bulup adını öğrenince Elektra, Halim’in artık kendisine ihtiyacı

olmadığını söyler ve en azından sadece bir gece kendisiyle beraber olması için yalvarır:

“Ne olur, diye devam etti, bu geceyi benimle geçirin. Size Leandros’un

Hero’ya kavuşmak için Hellespontusü yüzerek nasıl geçtiğini anlatırım. Bunu

istemezseniz eğer, Hermes’in Apollon’un oklarını nasıl çaldığını, daha iyisi,

Hebe’nin Tanrıların önünde ayağı kayıp nasıl düştüğünü, eteklerinin nasıl

açıldığını…”341

Elektra anlatacağı hikâyelerin karşılığı olarak sadece bir gece Halim’le beraber

olmayı arzulamaktadır. Ancak Halim, Elektra’nın bu teklifini kabul etmez.

Romanda Hermes’in Apollon’un oklarını çalmasından söz edilir. Ancak mitosa

göre Hermes, Apollon’un oklarını değil sürülerini çalmıştır.342

III. 2. 1. 3. Artemis (Diana)

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban adlı romanında “Diana” adıyla okurun

karşısına çıkan Artemis, Ana Tanrıça olarak gösterilmektedir. Diana adı Roma

mitolojisinde kullanılmaktadır. Yunan Mitolojisinde Apollon’un kız kardeşi olarak

geçmektedir. İlyada’da Artemis için altın yaylı, altın tahtlı ve dizginleri altın kakmalı,

ok taşıyan, ok saçan, okçu tanrıça gibi sıfatlar kullanılmaktadır.343

Artemis, av tanrıçasıdır. Hayvanların ve avlanan genç kızların koruyucusudur.

Üç erden tanrıçadan biridir. Bu sebeple gençliğin, dokunulmamış kızlığın da

koruyucusu olarak bilinmektedir. Verim ve bereketle ilgili pek çok ibadet, ritüeller

Artemis için yapılmaktadır. Bu özelliği açısından Kybele ile benzerlik gösterir.

Düğünden önce genç kızlar onun için dualar edip yalvarırlar. Doğuran kadınlara yardım

etmesinin yanı sıra doğum sırasında ölen kadınların da ölümünün Artemis tarafından

geldiğine inanılır. Artemis sonraları gecenin karanlık güçlerine egemen olan büyü

tanrıçası Hekate ve ay tanrıçası Selene bir tutulmuştur.344

Yakup Kadri’nin Yaban adlı romanında da roman kahramanlarından Cennet,

savaşçı bir ruh taşıması bakımından Diana’ya yani Artemis’e benzetilmektedir:

341

Orhan Hançerlioğlu, Başka Dünyalar-Oyun, Remzi Kitabevi, İstanbul 1962, s. 275. 342

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 141. 343

Age, s. 56-58. 344

Behçet Necatigil, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969, s. 25-26.

Page 125: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

110

“Bir gün Bekir Çavuş, Cennet’e çeşme başında rastgeldi. Dişlerini

gıcırdatarak üzerine yürüdü: “Ya o herifi defedersin, yahut karışmam” diye

homurdandı. Kadın, taştan Diana tavrını aldı: - “Ne idermişsin, bakalım? Ne

idermişsin, bakalım?” diye haykırdı. Herkes sandı ki, Bekir Çavuş Cennet’e

sulanıyor. Adamcağız başını sallayarak uzaklaştı.”345

Yakup Kadri’nin Artemis’e yer verdiği bir başka romanı ise Panorama’dır.

Artemis bu romanda da Roma mitolojisindeki karşılığı olan Diana adıyla yer

almaktadır. Romanda Sevim, Ragıp Bey tarafından Diana’ya benzetilmektedir.

“Hele İsviçre dağlarında geçirdikleri bir kış mevsiminden sonra Sevim, bütün

manasıyla bir Diana kesilmişti.

Ebedi bekarete and içmiş Jüpiter’in kızı gibi, o da ellerinde birer kargıya

benzeyen sivri uçlu nikel kayak değnekleriyle dağ tepe koşup dolaşıyor ve hiç

şüphesiz birtakım perilerle dolu olan çam ormanlarının bir ucundan girip öbür

ucundan çıkıyordu.”346

Sevim’in Diana’ya benzetilmesinin sebebi, kayak için geldikleri İsviçre

dağlarında daha sert bir mizaca bürünmesidir. Ragıp Bey’e soğuk davranan Sevim,

kayak sopalarıyla av tanrıçası gibi silahlanmış gibi görünmektedir. Jüpiter’den

kastedilen Zeus’tur. Artemis de Zeus ile Leto’nun kızıdır. Bekarete and içmiş Jüpiter’in

kızı gibi betimlemesiyle de Artemis’in bekaretin simgesi olmasına bir göndermede

bulunulmuştur.

III. 2. 1. 4. Athena

Tanrıça Athena Pallas Athena olarak da bilinmektedir. Roma mitolojisindeki adı

ise Minerva’dır. Zeus’un kızıdır. Annesi olmamakla beraber yetişkin bir hâlde Zeus’un

kafasından doğmuştur.347

“İliada’da acımak nedir bilmeyen, katı yürekli, duygusuz bir savaş tanrıçası

diye tanıtılır; aslında, ülkeyi saldırılardan koruyan bir tanrıçaydı Athena. Bir başka

özelliği, Şehir tanrıçası olmasıydı; uygarlığın, el sanatlarının, tarımın korucusu,

dizginin yaratıcısıydı; atları ilk ehlileştiren oydu. (…) Üç erden (bâkire) tanrıça

arasında en önemlileri olan Athena’ya Erden Parthenos, tapınağına da Parthenon

345

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban, İletişim Yayınları, İstanbul 1983, s. 75. 346

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Panorama, İletişim Yayınları, İstanbul 1987, s. 361. 347

Edith Hamilton, Mitologya, Çev. Ülkü Tamer, Varlık Yayınları, İstanbul 2011, s. 16.

Page 126: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

111

adı takılmıştır. Sonraları yazılan şiirlerde, akıl, mantık ve saflığın birleşiminden

meydana gelmiş bir kavram olarak ele alınmıştır. Şehri Atina, ağacı kendi yarattığı

zeytin, kuşu da baykuştu.”348

Yakup Kadri Karaosmanoğlu Bir Sürgün adlı romanında Athena’nın şehir

tanrıçası olma özelliğine daha çok dikkat çekmektedir. Tanrıça Athena’nın vücudu ile

Atina şehrinin mimarisinin birbirine uygun oluşunu Doktor Hikmet vasıtasıyla dile

getirir:

“Tanrı hatun Atenea, her cihetten Atina şehrinin patronudur. Çünkü, bunun

vücudiyle, o beldenin mimarisi, usulce birbirine uygundur.”349

Doktor Hikmet’in Paris şehrindeki sevgilisi Arlette’nin ise Athena’nın aksine

Paris şehriyle hiç uyumlu olmadığından bahsedilir. Paris şehrinin anıtsal güzelliği

karşısında Arlette’nin güzelliğinin plastik bir yanı bulunmamaktadır.

Romanın ilerleyen sayfalarında rahatsızlanan Doktor Hikmet Provansa’ya gider.

Orada düşüncelere dalarak tecrübelerini analiz eder. Avrupalıların kendilerini üstün bir

millet olarak görmelerinden rahatsız olur. Aslında Avrupa’nın Grek ve Latin

medeniyetlerinin mirasçısı olduğunu ancak bu mirasa sahip çıkmak yerine bu

medeniyetleri yıkan ihtilalciler olduğunu düşünmektedir. Bu durum karşısında berrak ve

durgun ruhlu Athena’nın bile buna tahammül edemeyeceğini dile getirir:

“Atina şehrinin berrak ve rakid ruhlu patronu Atenea, bir Parislinin dikenli ve

ihtilalci zekasına acaba kaç dakika tahammül edebilir?”350

Panorama adlı romanda ise Athena’nın Roma mitolojisindeki adı olan Minerva

yer almaktadır. Sevim, zırhlarla, silahlarla kaplı bir Minerva heykeline benzetilmiştir:

“Öyle ki, Sevim’in fidan boyu, ona, kah tepeden tırnağa kadar zırhlar ve

silahlarla kaplı bir Minerva heykeli gibi sert ve haşin; kah bir kalenin burcu gibi

sarp ve yalçın görünüyordu.”351

Sevim’e âşık olan Ragıp Bey, sert mizaçlı Sevim’den yüz bulamaz. Bu sebeple

Sevim’i savaş tanrıçası olan Athena’nın sert hâline benzetmektedir.

348

Age, s. 16. 349

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Bir Sürgün, İletişim Yayınları, İstanbul 1983, s. 246. 350

Age, s. 299. 351

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Panorama, İletişim Yayınları, İstanbul 1987, s. 357.

Page 127: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

112

Orhan Hançerlioğlu, Oyun adlı romanda Athena’yı bir kurtarıcı olarak ele

almaktadır:

“ –Athena’ya sığının efendimiz, diye fısıldamakta devam ediyordu, athena’ya

sığının. Erinys’lerin hakkından ancak Zeus’un sevgili kızı Pallas Athena gelebilir.

Vaktiyle Aigisthos’u öldüren kardeşim Orestes de ona sığınmıştır. Orestes’imi

Erinys’lerin elinden Athena kurtardı.”352

Romanda Halim, öç alma tanrıçaları olan Erinys’lerin hışmına uğramıştır.

Halim, mitik dünyasında Elektra ile konuşabilmektedir. Elektra, bu zor durum sırasında

Halim’e kardeşi Orestos’u Erinys’lerin elinden Athena’nın kurtardığını söyleyip onun

da Athena’ya sığınmasını öğütler.

III. 2. 1. 5. Atlas

Edith Hamilton Mitologya adlı eserinde Tanrılar bölümüne Titanlar ve On iki

büyük Olymposlular diye alt başlık açar. Yunanlılara göre tanrılardan önce yer ile gök

vardır. Titanlar yer ve göğün çocukları, tanrılar ise torunlarıdır. Atlas da bu

Titanlar’dandır.353

Zeus’un Kronos’a karşı ayaklanması sırasında Titanlar Kronos’un tarafını tutar.

Bu savaşı kaybederler ve Zeus düşmanlarını ağır bir şekilde cezalandırır:

“Sırtında taşıyacaktı hep

Ezici dünyanın zalim ağırlığını,

Göğün kemerini de.

Omuzlarındaki o büyük sütun

Toprakla göğü ayıracaktı,

Kolay değildi bunların taşınması.”354

Yakup Kadri’nin Sodom ve Gomore adlı romanında ana karakterlerinden

Necdet, işgal altında kalan İstanbul ve yozlaşmaya uğrayan sosyetenin içinde kendisini

oldukça kötü hissetmektedir. Bu durum karşısında hiçbir şey yapamaması hatta bu

olanlara boyun eğmesi kendisini Atlas’a benzetmesine sebep olacaktır:

352

Orhan Hançerlioğlu, Başka Dünyalar- Oyun, Remzi Kitabevi, İstanbul 1962, s. 273. 353

Edith Hamilton, Mitologya, Çev. Ülkü Tamer, Varlık Yayınları, İstanbul 2011, s. 11. 354

Age, s. 45.

Page 128: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

113

“Bu memlekette “Necdet” diye biri var mıdır? Neye yarar, ne yapar? Herhangi

bir yol üstünde, birtakım bilinmez ayakların ezip ezip geçtiği böceklerden farkı

nedir? Onun neler çektiğinden bile kimsenin haberi yoktur. Bununla beraber bu

dünyanın bütün ağırlığını omuzlarında taşıyan “Atlas” gibi bir insandır.”355

Atlas’ın yer aldığı başka bir roman da Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur adlı

romanıdır. Batı ile Doğu’nun karşılaştırması yapılırken müzisyenler ele alınmıştır.

Batı’yı simgeleyen Beethoven, Wagner, Debussy, Listz, Borodine’in karşısına Aziz

Dede, Zekâi Dede, Itrî, İsmail Dede gibi müzisyenlerin terbiyesiyle yetişmiş Emin

Bey’i koymaktadır. Bu karşılaştırmayı yaparken Batılı müzisyenleri Atlas’a

benzetmektedir:

“Onların çılgın hiddet ve kinleri, bütün hayatı kendisi için hazırlanmış bir

sofra zanneden iştahları ve bunları tek başına yüklenebilmek için imkânsız bir

Atlas gayretiyle gerilmiş gururları, hiç olmazsa şahsiyetlerini değişik planda göz

önüne koyan bir yığın nazariyeleri, garabetleri, yumuşaklığı bile etrafındaki her

şeye bir arslan pençesi gibi geçen mizaçları vardı. Halbuki bu şöhretsiz dervişin

hayatı üst üste kendi şahsını inkârdan ibaretti.”356

Böylece Batılı müzisyenlerin Atlas gibi gururlandıkları dile getirilmektedir. Bu

müzisyenlerin karşısında Doğulu müzisyenlerin terbiyesiyle yetişmiş olan Emin Bey

bulunmaktadır. Emin Bey sadece müziğini değil kendi şahsiyetini bile inkâr edecek

kadar alçakgönüllülüğe sahip bir mizaca sahiptir.

III. 2. 1. 6. Demeter

Toprak ana ya da bereket tanrıçası olarak bilinen Demeter, Hades tarafından

yeraltı ülkesine kaçırılan kızı Persephone’nin üzüntüsüyle Olympos’tan kaçmış ve

küsmüştür. Bunun üzerine kıtlık başlamıştır. Zeus, Hades’le bir anlaşma yapmıştır.

Persephone yılın üçte birini Hades’le yeraltında, üçte ikisini de Demeter’le birlikte

yeryüzünde geçirecektir. Persephone’nin yeryüzüne çıkışıyla bahar gelir ve tüm

topraklar yeşerir, bereket artar. Bu mit mevsimlerin oluşmasını açıklamaktadır. Ekin ve

355

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, Bilgi Yayınevi, Ankara 1966, s. 329. 356

Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, Dergâh Yayınları, İstanbul 2004, s. 260.

Page 129: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

114

buğdaylar Demeter’i simgelemektedir. Demeter resimlerde saçları örgülü, bir elinde

başaklar diğer elinde bir asa ile yer alır. 357

Ötelerin Çocuğu adlı romanda Hacı Hasan’ın annesi de elinde orakla başaklar

arasında Demeter’i çağrıştırır:

“Hacı Hasan babasını hiç tanımazdı. (…) Annesinin oyuklarla çatılı yüzüne

rüzgârların savurduğu sert, kır saçları çarparken, bir heykel gibi orak elde dimdik

durduğunu, yahut öteki kadınların oraklariyle beraber kendi orağını güneşte şimşek

gibi çaktırarak, başakların altın huzmelerini biçtiğini, kendisinin ise yok denecek

kadar kıt paçavralar içinde keçi çobanlığı ettiğini hayal meyal hatırlardı.”358

Hacı Hasan, annesinin bir heykel gibi dimdik duruşuna mitik bir anlam

yüklemektedir. Annesinin ve diğer kadınların oraklarını güneşte şimşek gibi

çaktırmaları, başakların altın huzmelerini biçmeleri tanrıçaların ve tanrıların

yapabileceği türden eylemlerdir. Çocuğun bakış açısıyla yapılan bu betimlemede

kadınların güç ve bereketi simgeledikleri söylenebilir.

III. 2. 1. 7. Dionysos

Edith Hamilton Mitologya adlı eserinde Demeter ve Dionysos’u “İki Büyük

Yeryüzü Tanrısı” başlığı altında, diğer tanrılardan ayrı olarak ele almaktadır.

Diğer adı Bacchus olarak bilinen Dionysos, şarap tanrısıdır. Zeus ve Thebai

prensesi Semele’nin oğludur. Bir ölümlü olan Semele, Zeus’u tanrı olarak görmek ister.

Zeus’un ölümlülere kendini göstermesi mümkün değildir ancak daha önce Semele’nin

her dileğini yerine getireceğine söz verdiği için kabul eder. Kendini göstermesiyle

birlikte Zeus’un yakıcı ışıltısı Semele’yi öldürür. Zeus son anda Semele’nin doğurmak

üzere olduğu Dionysos’u kurtarır, doğuncaya kadar saklayıp doğduktan sonra da Nysa

Vadisi’ndeki Hyadlara yani nymphelere verir. Nympheler, Dionysos’u büyütürler.

Dionysos’un doğumuyla ilgili başka bir mitos da Zeus’un yılan kılığına girerek

kızı Persephone’yle beraber olmasıdır. Bu birliktelikten Dionysos doğmuştur. Bu

sebeple mevsimlerin döngüsü Persephone ve Dionysos’la ilişkilendirilmektedir.359

357

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 85. 358

Halikarnas Balıkçısı, Ötelerin Çocuğu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1955, s. 142-143. 359

Joseph Campbell, İlkel Mitoloji Tanrının Maskeleri, Çev. Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi, Ankara

2006, s. 120.

Page 130: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

115

Zeus’un yılan kılığına girerek Persephone’yle ilişkiye girmesinde yer alan yılan

motifi cinsellikle ilgilidir. Üretme eyleminde rol oynamaktadır. Bununla ilgili olarak

Yaşar Kemal’in Orta Direk adlı romanında bu motif görülmektedir. Zalaca adlı kadın

kahraman, rüyasında yılan görür ve bu yılan onunla birlikte olmak için üstüne gelir:

“Öteden bir yılan çıktı, geyiği yutuverdi. Korktum bağırdım. Yılan dedi ki

bağırma. Bana yumuşacık bir yatak serdi, yat, dedi. Yattım. Yumuşacık bir yatak.

Yatağa gün vurdu. Sonra yılan üstüme geldi. Boğuluyordum. Uyandım ki kan tere

batmışım.”360

Çukurova’daki pamuk tarlalarına ulaşarak en verimli tarlayı almak isteyen

köylü, yılan motifiyle bereket ve üretimin önemini dile getirmektedir.

Dionysos, büyüdükten sonra pek çok ülkeyi dolaşır ve insanlara üzümden şarap

yapmayı, kendisine nasıl tapınılması gerektiğini öğretir. Kendisine tapanlara sevinç,

özgürlük de verebilirdi, yabani bir yıkım da. İnsanları çıldırtabilme özelliğine sahiptir.

Mainadlar ya da Bakkhalar Dionysos şenliklerinde çılgınca dans eden kadınlardır.

Bunun yanı sıra insanlara cesaret ve ilham veren bir tanrıdır. Dionysos’a tapmak

amacıyla onun adına asmaların yeşermesiyle birlikte pek çok şenlik düzenlenirdi. Bu

şenlikler tiyatro tarihi açısından oldukça önemlidir. Şarabın olduğu kadar ölümsüzlüğün

de sembolüdür. Çünkü o da Persephone gibi yılın sadece birkaç ayını yeryüzünde

geçirmektedir. Ona tapan kişiler ölümün ötesinde bir hayatın da olduğuna

inanmaktadırlar.361

Şarabın, neşenin, dirilişin, ölümsüzlüğün, hayatın tanrısı olarak bilinen

Dionysos’un tüm bu özellikleri Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur adlı romanında ele

alınmış olup pek çok betimlemede Dionysos’a göndermede bulunulmuştur. Yapılan

Güneş betimlemesinde Dionysos’un özellikleri hayat veren Güneş’e yüklenmiştir:

“ ‘Sanki, bana inan, ben her mucizenin kaynağıyım, her şey elimden gelir;

toprağı altın yaparım. Ölüleri saçlarından tutup silker, uykularından uyandırırım.

Düşünceleri bal gibi eritir, kendi cevherime benzetirim. Ben hayatın efendisiyim.

Bulunduğum yerde yeis ve hüzün olamaz. Ben şarabın neşesi ve balın tadıyım.’

diyordu.”362

360

Yaşar Kemal, Ortadirek, Remzi Kitabevi, İstanbul 1960, s. 302. 361

Edith Hamilton, Mitologya, Çev. Ülkü Tamer, Varlık Yayınları, İstanbul 2011, s. 35-41. 362

Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, Dergâh Yayınları, İstanbul 2004, s. 30.

Page 131: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

116

Boğaz’ı, Nuran’ı ve eski musıkîyi birbirinden ayırt edemeyen, hepsini bir bütün

içinde gören Mümtaz eski musıkîyi diyonizyak cümbüşe benzetmektedir:

“Eski musıkîye gelince, o kadar sıkı nizamlar içinde kıvranan, fırtına ve gül

yağmurlarını boşaltan diyonizyak cümbüşüyle, insana telkin ettiği bütün ömrünce

tek düşüncenin, tek ihtirasın avı ve nezri olmak, onun ocağında yanıp kül olduktan

sonra, tekrar yanıp tekrar kül olmak için dirilmek fikri ve birbirlerini çok eski ve

âdeta unutulmuş güzelliklerin içinden arayıp bulmak zevkiyle bu hazır ve her türlü

ihtimali karşılayacak derecede zengin hayat çerçevesini doldurmağa teşvik ediyor,

bunu yapabilmenin yolunu gösteriyor, onu yaşamağa içten onları hazırlıyordu.”363

Eski müziğin insanı diyonizyak bir coşkuyla ele geçirmesi ve insanın da bu vecd

hâliyle yanıp kül olma, tekrar dirilme fikirlerine sahip olması dile getirilmektedir.

Dionysos’un her yıl yeryüzüne çıkışıyla dirilen doğa gibi eski müziği dinleyen insan da

defalarca ölüp defalarca dirilmektedir.

‘Küllerinden doğmak’ yani tekrar dirilmek aynı zamanda mitik bir varlık olan

Kaknüs kuşunu da hatıra getirmektedir. Hint mitolojisinin Kaknüs kuşu Batı

mitolojisinde Feniks (Phoenix), Türk mitolojisinde ise Anka kuşuyla bir tutulmaktadır.

Feridüddin Attar Mantıku’t- Tayr adlı eserinde Kaknüs’ten bu özelliğiyle

bahsetmektedir. Bin yıla yakın yaşayan Kaknüs öleceği zaman etrafına çalı çırpı yığar,

bir ağıt eşliğinde kanatlarını çırparak ateş çıkarırmış. Kendisini yaktıktan sonra ateşin

sönmesiyle birlikte küllerin içinden yavru bir Kaknüs baş gösterirmiş.364

Bu kuşun diğer

adının musikar oluşu da alıntıda bu kuşa gönderme yapılmış olabileciğini

göstermektedir.

Şarap tanrısı Dionysos’a yapılan başka bir gönderme ise Yakup Kadri Bir

Sürgün adlı romanında bulunmaktadır:

“Şu şarap ve üzüm mıntıkası Provansa’da, şarapla üzüm tanrısı, Asyai

Diyonizos’a acaba hangi coşkun Bakanta’lar müvekkip (alay) kurmağa layıktır? Şu

misafir olduğun Oberj’de (Han) hizmet eden tombul, kızıl ve karnivor (etobur)

mahluk mu? Yoksa sabahtan akşama kadar kapının arkasındaki demir çekmeceye

363

Age, s. 207. 364

Kübra Eskigün, “Klasik Türk Şiirinde Efsanevi Kuşlar”, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi

Sosyal Bilimler Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı ABD, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi),

Kahramanmaraş 2006, s. 27-28.

Page 132: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

117

her gün kazandığı paraları istif etmekten başka bir şey bilmeyen Oberjistin’in karısı

mı?”365

Doktor Hikmet Provansa’da Avrupalıların kendilerini üstün bir millet olarak

görmelerinden rahatsız olur. Aslında Avrupa’nın Grek ve Latin medeniyetlerinin

mirasçısı olduğunu ancak bu mirasa sahip çıkmak yerine bu medeniyetleri yıkmışlardır.

Orada bulunanların yozlaştığını, üzüm ve şarap şehri olmasına rağmen oradaki hiçbir

kadının Dionysos’un peşinde alay kuran Bakkhalar’a layık olmadığını düşünmektedir.

III. 2. 1. 8. Eos

Halikarnas Balıkçısı’nın romanlarındaki betimlemelerde Şafak tanrıçası Eos’un

varlığı söz konusudur. Okeanos’tan arabasına binerek gökyüzüne çıkar ve gökyüzünü

sabah kızıllığına boyayıp gündüzü müjdeler. Şafak tanrıçası, Zephyros (batı rüzgârı),

Boreas (kuzey rüzgârı/poyraz), Notos (güney rüzgârı/lodos), Euros (doğu, güneydoğu

rüzgârı) adlı çocukları ve ardından da şafak yıldızıyla gökyüzündeki diğer yıldızları

doğurmuştur. 366

Azra Erhat, bu duruma şu alıntıyla yer vermektedir:

“Şafak tanrıça Astraios’la birleşip

coşku yürekli rüzgârları doğurdu,

gökleri arıtan Zephyros’u,

azgın esişli Boreas’ı ve Notos’u.

Rüzgârlardan sonra Şafak tanrıça

günün müjdecisi Şafak yıldızını doğurdu

ve göklerin çelenk çelenk yıldızlarını”

Homeros’un “gül parmaklı” diye tanımladığı, Helios (Güneş) ve Selene

(Ay)’nin kardeşidir. 367

Halikarnas Balıkçısı’nın Aganta! Burina! Burinata! adlı romanında Eos’u

hatırlatan betimlemeler yer alır. Bunlardan ilki Mahmud’un Ateşoğlu ve Fatma’yla ilk

kez denize açıldığı gündür:

“Ertesi günü şafakleyin kayığa bindik. Kayıkta Ateşoğlu, onun hısım

akrabasından iki delikanlı, Fatma’nın küçük Halil dediği bir çocuk, ve benle Fatma

365

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Bir Sürgün, İletişim Yayınları, İstanbul 1983, s, 299. 366

Behçet Necatigil, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969, s.120. 367

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 101-102.

Page 133: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

118

vardık. Sanki göklerin pencereleri açılıyormuş gibi tan yeri uyandı. Kayık pupa

yelken gidiyordu. Bodrum’un evleri ta uzakta görülen martı kuşları gibi kıyıya

dizilmiş beyaz noktalardı. Cıva gibi oynak denizin mavi ateşi üzerinde uçuyorduk.

Her taraf bir sevinç harlayışı idi. Kırışıp çırpışan sulardan üzerimize pırlantalar,

yıldızlar, alâimi semalar yağıyordu.”368

Ateşoğlu denizde gecelemeye karar verir. Mahmut’un gözünden şafak vakti şu

şekilde betimlenir:

“Yeni günün müjdecisi, yeşil bir ağartı peyda olunca kıyı kuşları günün

eşliğinde cıvıldaşmağa koyuldular. Tan yerinin üstünde sabah yıldızı çil çil

gülüyordu. Sabah rüzgârı da serin serin aldı.”369

Orhan Hançerlioğlu, Oyun adlı romanında Eos’un oğlu batı rüzgârı Zephyros’tan

bahseder. Romanda Halim, kırk yıldır peşinde olduğu sonsuz ve saf aşkın temsilcisi

olan kadını bulmuştur. Halim’in iş arkadaşı Rıza Bey vefat etmiştir. Taziye için gittiği

evde bu kadınla karşılaşır. O an kendini Argos ülkesinde buluverir.

“Birdenbire, Argos kızlarının şarkıları yükseldi. Halim iliklerine kadar titredi.

İlkbahar müjdecisi Zephyros, serin serin esiyordu.

Başvezir:

–Umulmayan başarılar Tanrıçası Tykhe tanığımız olsun ki, diye tamamladı,

nihayet onu bulduk.”370

Halim’in yıllardır beklediği kadınla karşılaşması, evrenin yenilendiği bir mevsim

olan ilkbaharı anlamına gelmektedir. İlkbaharın müjdesini ise batı rüzgârı Zephyros,

Halim’e taşımaktadır.

III. 2. 1. 9. Erinys’ler

Erinys’ler Yunan mitolojisinde öç alma tanrıçaları olarak yer almaktadır.

Sayıları bazen üç bazense daha fazla olarak gösterilir. Hesiodos, Erinys’lerin doğuşuyla

ilgili bilgi vermektedir. Kronos, bir tırpanla Uranos’un hayalarını keser ve toprak

hayalardan damlayan kanlarla gebe kalır. Bir müddet sonra toprak öç tanrıçalarını

doğurur. Bu öç tanrıçalarının adları Alekto, Tisiphone, Megaira olarak kabul edilir. Suç

işleyen kişilerin peşine dişi birer köpek olarak takılırlar ve o kişiyi çıldırtarak

368

Halikarnas Balıkçısı, Aganta! Burina! Burinata!, Akba Kitabevi, İstanbul 1946, s. 56. 369

Age, s. 63. 370

Orhan Hançerlioğlu, Başka Dünyalar-Oyun, Remzi Kitabevi, İstanbul 1962, s. 274.

Page 134: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

119

cezalandırırlar. Eumenides tragedyasında Agamemnon’u öldürerek Annesi

Klytaimestra’dan öç alan, Elektra’nın kardeşi Orestes’in de peşine takılmışlardı.

Erinys’lerin adı daha sonraları değişir, Eumenides olur. Bu adın anlamı da iyi

niyetlilerdir. Kötülüğün iyiliğe çevrilmesini sağlarlar.371

Orhan Hançerlioğlu’nun Oyun adlı romanında Halim, Zeus’a baş kaldırmakla

suçlanır. Zeus tarafından Halim’in başına Erinys’ler musallat edilir. Ancak eserde

Erinys’ler okurun karşısına köpek olarak değil arı olarak çıkarlar. Halim bu çıldırtıcı

vızıltıyla mücadele etmek zorunda bırakılır.

“ Halim yatağın içinde kıvranıyordu. Başına arılar üşüşmüştü.

Birinci arı:

–Burnuna kon Allekto, diye vızıldadı, burnuna kon… Bak, ne uzun bir burun.

Sanki sokulmak için yaratılmış.

İkinci arı:

–Ben yerimden hoşnudum. Teisiphone, diye karşılık verdi, sen kendi işine

bak. Boynunun çevresinde döndükçe soluk alamaz artık. Hem, gırtlağındaki şu

tümseği pek beğendim, oradan sokacağım… Megaira, ne yapıyorsun o kulağın

üstünde?

Üçüncü arı:

–Öyle bir geçit buldum ki sormayın, dedi, rahat mı rahat… Bu geçitten

beynine gireceğim.”372

Halim, bu acımasız arılarla boğuşurken Elektra’nın ince sesi duyulur. Ona bu

arılardan kurtulmanın çaresini fısıldamaktadır:

“ İnce ses:

–Athenaya sığının efendimiz, diye fısıldamakta devam ediyordu. Athena’ya

sığının. Erinys’lerin hakkından ancak Zeus’un sevgili kızı Pallas Athena gelebilir.

Vaktiyle Aigisthos’u öldüren kardeşim Orestes de ona sığınmıştı. Orestes’imi

Erinys’lerin elinden Athena kurtardı.

Halim yorganların altında debelenerek:

–Hayır… diye haykırdı, kimseden yardım dilenmeyeceğim. Zeuslülerin topu

yerin dibine girsin. Yarımken bile onlardan bir şey istemedim. Tamamlanacağım

371

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 104. 372

Orhan Hançerlioğlu, Başka Dünyalar-Oyun, Remzi Kitabevi, İstanbul 1962, s. 271.

Page 135: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

120

sırada mı boyun eğecek mişim onlara? Hayır elektra, Erinys’ler bana hiçbir şey

yaypamazlar, onlardan güçlüyüm. Sonsuz insan sevgisiyim ben.

Halim’in son sözünü duyunca Erinys’ler bir anda vızıltıyı kesip

Eumenid’leşiverdiler. Areopag’ın doğusundaki topraklara doğru gerilemeye

başladılar.”373

Bu işkencenin sonunda Erinys’lerin Eumenid’e dönüştüğü, kötülüğün iyiliğe

çevrildiği görülmektedir.

III. 2. 1. 10. Eros

Aşk tanrısı olan Eros, Ares ile Aphrodite’in oğlu olarak bilinirken Hesiodos’un

Theogonia’sında ilk tanrılardan hemen sonra anılmaktadır. 374

“Orfizm denilen ve şair Orpheus’tan ileri geldiği sürülen mistik akımda da

Eros’un dünyayla birlikte kaos’tan çıktığına, yahut da Gece’den doğma evren

yumurtası ikiye bölünüp yarı kabuğundan gök, yarı kabuğundan toprak ortaya

çıkınca, Eros’un da doğduğuna inanılmaktadır.”375

“Eros, Homeros’ta hiç görülmez. Eros mitolojik düşüncenin eski Helen-öncesi

Ege tabakalarından kaynaklanır. Kesinlikle ve sıkı biçimde çocuğu olduğu

Afrodit’e bağlıdır. Daha sonra alegorik mitolojiler (Venüs’ün çocuğu, Cupid) yay

ve zehirli oku, iyi yüreği kadar acımasız da olabilmesi, zevkle öldürmesi kadar

sağaltması söz konusudur.”376

Eros, çocuk olarak kalan bir tanrıdır. Delişmen, afacan bir tanrı olarak bilenen

Eros, aklına koyduğunu yapmaktadır. İskenderiye sanatındaki Eros simgesi Roma’da

Amor-Amores diye yer almıştır. Gerek tablolarda gerekse kitaplarda kanatlı, elinde yay

ve ok taşıyan tombul bir çocuk ya da ergenlik çağına gelmiş bir delikanlı olarak

betimlenir. Attığı ok kime denk gelirse o kişi aşka tutulmaktadır. Olympos ve yeryüzü

arasında gidip gelen bir daimon (cin) olduğu da söylenir.377

Halikarnas Balıkçısı’nın Ötelerin Çocuğu adlı romanında Eros şu şekilde

betimlenir:

373

Age, s. 273. 374

Behçet Necatigil, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969, s. 30. 375

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 106. 376

Joseph Campbell, Batı Mitolojisi Tanrının Maskeleri, Çev. Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi, Ankara

2003, s. 215. 377

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 106-107.

Page 136: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

121

“Lokum kutularının üzerinde bazen tombul Eros’lar görülür. Kutuların

içindeki gül yağı kokulu, pembe lokumlara benzerler.

Bu puf yanaklı, şaplak sağrılı, otuzar kiloluk tulumların kanatları, değil

kendilerini, yüz elli gramlık ördek palazlarını bile uçuracak boyda değillerdir.

Gûya bunlar ellerindeki okları savurarak yürekleri sevgi ateşiyle delerlermiş.

Hâlbuki Aliş’in pireleri ne kıvrak, ne deli fişek şeylerdi. Kanları depreşip oynasın

diye durgun ve amelimanda sultanların yataklarına bile her gece, Eros’ların yerine

birkaç pire konulduğunu bütün Anadolu halkı gibi Aliş de biliyordu.”378

Bu paragrafta Eros’un görevi küçümsenir ve pirelerin işlevi Eros’a üstün tutulur.

Roman kahramanı Aliş, önceki gece sevdiği kız olan Raziye’nin göğsünü açarak

göğsündeki pireyi öldürüşüne tanıklık etmiş ve Raziye’nin göğsünü tekrar görmek için

badem kabuklarının içine pirelerle doldurmuştur. Bu pireleri badem kıran kadınların

üzerine atacaktır.

“Aliş, ağaca tırmandı, dalın ta ucuna gelip yaprakların arasına gizlendi.

Ceplerine, göğsüne hoplayıp zıplayıcı Eros kumkumalarını, yani içleri pire dolu

bademleri koymuş bulunuyordu.”379

Aynı romanda Eros, Roma mitolojisindeki karşılığı olan Küpidon ve Amor

adlarıyla da yer alır. Özel derslerle geçimini sağlayamayan Kokoz Cemal kadın ticareti

yapmaya başlar ve bu işte kendisini Eros gibi görür:

“Burada efendimize gördüğüm iş, demincek buyurdukları gibi, güzellik

tellâllığı değil, ne bileyim, bir Eros, Küpidon, bir Amor rolünü oynamaktır.”380

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Sodom ve Gomore adlı romanında bir

Osmanlı konağını satın alarak daha önce mescid olarak kullanılan bir odayı kendi

zevkine göre şehvetli resimler ve heykellerle döşemiştir. Bu odadaki heykeller arasında

Eros heykelleri de yer almaktadır:

“Meselâ mihrabın içine on yaşlarında birer çocuk büyüklüğünde birbirlerine

sarılmış, dudak dudağa öpüşen çıplak bir çiftin heykeli konulmuştu. (…) Nitekim,

bunun iki tarafına konulmuş iki, ‘Amour’ da klâsik zevk, klâsik gelenek adına

378

Halikarnas Balıkçısı, Ötelerin Çocuğu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1955, s. 173. 379

Age, s. 173. 380

Age, s. 50.

Page 137: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

122

hiçbir mana ifade etmiyorlardı. Bunlar da bedenlerinin aşağı kısmını utanmazca

gösteren hayvanlık örnekleriydi.”381

Eros’un en bilinen hikâyesi Psykhe ile yaşadığı aşktır. Orhan Hançerlioğlu,

Oyun adlı romanında bu mitosu baştan sona aktarmaktadır. Romanda bu mitosu

Halim’e Elektra anlatmaktadır:

“ –(…) Günlerden bir gün, aşk Tanrısı Eros, Psykhe’ye âşık oldu.

Sonsuzadeğin sevmek için yaratılmıştı. Sevmeden edemezdi. Psykhe de doğrusu

Venüs’le yarışacak kadar, güzel bir kızdı. Eros ona tutulmakta haklıydı. Psykhe’yi

bir ormanın en kuytu köşesinde bulunan karanlık bir mağaraya kapatmıştı. Hep

geceleri gelir, sevgilisinin koynuna girer, yüzünü hiçbir zaman gün ışığında

göstermezdi. «Benim kim olduğumu öğrenmek istemezsen…» derdi, «sevgimiz

sonsuza kadar sürebilir. Ama varlığımın sırrını elde etmeye kalktığın an, bu sevgi

güneş altındaki kar gibi eriyecek. Tüm bilgime varamayacağına göre beni hiç

bilmemen gerekiyor. Büyük ve sonsuz sevgiler ya tüm bilgiden, ya da tüm

bilgisizlikten doğarlar. Memelerini ver, dudaklarımı al, bu kadarla yetin sevgili

Psykhe…»

(…) Zavallı Psykhe. Tanrısal aşkının verdiği güçle buna katlanıyor, geceden

geceye Eros’un kolları arasında erimekle yetiniyordu. Karanlığın içinde ölürcesine

sevişiyorlardı. (…) Ama Psykhe’nin kıskanç kızkardeşleri onu bir türlü rahat

bırakmıyorlardı efendimiz… Sevgilisinin çok çirkin bir dev olduğunu söyleyerek

onu kışkırtıyorlar, merakını kamçılıyorlardı. Sonunda bir gece Psykhe dayanamadı.

Kandili yaktı. Eros uyuyordu, giderilmiş aşk kasırgasının o Tanrısal rahatlığı

içindeydi, nefesinde şarkılar vardı. Psykhe, titreyen ışığın altında sevgilisinin

yüzüne baktı. Gördüğü güzellikten dili tutulmuştu. Sevinçle «işte tüm bilgiye

eriştim» diye mırıldandı, «tüm bilgi, bu evrensel güzellikten başka nedir ki?»

Kandilden dökülen bir damla yağ Eros’un omzuna düşmüştü. Eros uyanıverdi,

varlığının yarım bilgisine ulaşmış bulunduğunu görünce birdenbire, bir bulut gibi

dağılıp yok oldu.

Elektra içini çekti:

–İşte böyle efendimiz. Psykhe günlerce ağladı. Yüreğindeki ateşten ormanlar

tutuştu, gözyaşlarından ırmaklar taştı, iniltilerinden bitkiler eridi. Dağlar, taşlar dile

gelip onun acısına katıldılar. Sayılar bölündü. Üçler önce beş, sonra yedi oldular.

Sesler, sözler, biçimler onu avutmaya çalıştılar. Olmadı. Çaresizlikten, Venüs’ün

381

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, Bilgi Yayınevi, Ankara 1966, s.123.

Page 138: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

123

yardımını dilemek zorunda kaldı. Ama onu kahrolurcasına kıskanan Venüs, yardım

etmek şöyle dursun, tuttu bir dağın başındaki kuleye kapattı. Gece gündüz

kamçılatmaya başladı.

(…)

Eros, bütün bu olup bitenleri gizlendiği yerden görüyordu. Psykhe’nin büyük

sevgisi onu yumuşatmış, yenmişti. (…) Baba tanrı Zeus’ün önünde diz çöktü,

Psykhe’yi Venüs’ün elinden kurtarması için yalvardı. Zeus’ün yardımını

sağlayabilmek için günlerce gözyaşı döktü, acıdan kıvrandı. Evet, acıdan kıvrandı,

iyice anlıyor musunuz efendimiz, acıdan kıvrandı. Tanrılar Tanrısı acıyı görmeden

mutluluğu vermiyordu.

–Sonra?

Elektra, bir anda tükeniverdi:

–Kavuştular efendimiz.”382

Romanda bu aşk mitosuna bilinçli olarak yer verilmiştir. Romanın içinde yer

alan bu mitostan sonra Halim’in yeğeninin bir genel ev kadınına âşık olması olay

örgüsüne eklenir. Toplum değerleri bakımından uygun olmayan bu aşka, Halim’in mitik

dünyası olan Argos’ta izin verilir. Çünkü Argos ülkesinin kapıları aşka her zaman

açıktır.

III. 2. 1. 11. Hephaistos

Ateş tanrısı olan Hephaistos, aynı zamanda demircilerin ve zanaatkârların da

tanrısıdır. İki ayağı da topaldır. Topallığının sebebiyle ilgili iki anlatım yer almaktadır.

Birinci efsanede Zeus ve Hera kavga ederken Hephaistos, annesi Hera’nın tarafını

tutmuştur. Buna sinirlenen Zeus onu Lemnos adasına fırlatmış, bu sebeple Hephaistos

topal kalmıştır. İkinci efsanede ise Hera, Zeus’un kafasından doğan Athena’yı

kıskanmış ve Zeus’a kızdığı için Hephaistos’u kendi kendine doğurmuştur. Ancak topal

ve çirkin doğmasına sinirlenip Hephaistos’u Olympos’tan aşağı atmıştır.383

Hephaistos’un yanardağların içinde çalıştığı düşünülür. Tanrıların tunçtan

evlerini, Pandora’nın heykelini (Pandora’nın bedenini kilden yontan odur.), Eros’un

oklarını, Helios’un arabasını, Akhilleus’un pusatlarını, kendisi için altından iki cariye,

382

Orhan Hançerlioğlu, Başka Dünyalar-Oyun, Remzi Kitabevi, İstanbul 1962, s. 193-195. 383

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 134.

Page 139: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

124

annesi Hera için içine zincirler saklı bir taht yapmıştır.384

Kendisini aldatan eşi

Aphrodite içinse Aphrodite ve Ares’i ağlar içine alacak, kıskıvrak yakalayacak bir yatak

yapmıştır. 385

Aldatıldığını anlayan Hephaistos, Lemnos’a gidiyormuş gibi yapar ve eve

döndüğünde iki sevgiliyi yatakta ağlar içinde görür. Kişiliğini açığa vuracak bir şekilde

öfkeyle bağırır:

“Zeus baba ve hep var olan öbür mutlu tanrılar,

gelin, şu gülünç, bayağı işlere bir bakın!

Zeus’un kızı Aphrodite hor gördü beni,

topalım diye hor gördü, sevdi Ares’i,

sevdi onu, yakışıklı, çevik ayaklı diye,

kabahat bende değil, sakat doğmuşsam,

kabahat anamda, babamda, beni dünyaya getirmeselerdi!”386

Halikarnas Balıkçısı’nın romanlarında zanaatı, çirkinliği ve topallığı

bakımından Hephaistos’a benzeyen kahramanlar dikkat çekmektedir. Bu

kahramanlardan biri Aganta! Burina! Burinata! adlı romandaki eskici Halil Usta’dır.

Halil Usta’nın da zanaatkâr olması anlamlıdır. Ayrıca Halil Usta da Hephaistos gibi

topaldır.

“Halil usta Giritliydi. Benim ilk denizcilik hocamdı. Gençliğinde bir gün

yelken sararken direk tepesinden güverteye düşmüş bir bacağını kırmış. Kötürüm

kalınca istemiye istemiye işi eskiciliğe dökmüş.”387

Hephaistos çirkin ve topallığı sebebiyle öfkeli bir tanrıdır. Halil Usta’nın da

kötürüm kalması onu denizden uzaklaştırmış ve sert mizaçlı, suskun bir adam hâline

getirmiştir.

“Denize bakacağına, senelerce çeşit çeşit ayakkabıların taban ve topuklarına

dikkatle bakmak mecburiyeti, Halil ustanın gönlünde, karalara ve toprakların karşı

zehir gibi bir kinin peydahlanmasına sebep oldu. (…) Meselâ yanıbaşındaki bir

koğadan, zımba işlesin diye ıslatıp yumuşatılmış bir deri parçasını önüne koydu mu

idi, ona «Hep karada yürüyeceksin ha!» dermişçesine çatık kaşlarla bakar ve onu

384

Behçet Necatigil, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969, s.19. 385

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 134-135. 386

Age, s. 135. 387

Halikarnas Balıkçısı, Aganta! Burina! Burinata!, Akba Kitabevi, İstanbul 1946, s. 30.

Page 140: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

125

kanına susadığı bir düşmanın yüreğine saplıyormuş gibi öfkeyle zımbalardı. Hele

çekicini mutlaka «Al sana!» diyerek olanca kuvvetiyle vurur ve çiviyi bir vuruşta

çakardı. Fakat ötesi berisi çentilmiş ve kirlenmiş eskici masasının üstünü güverte

adiyle şereflendirdiği zaman, kargacık burgacık gövdesinde tıkıla kalmış ateşli

canlılığının, gözlerinde bile sevinçle kontakt yapıp parladığı görülürdü. (…)

Anladığıma göre evvelce Halil usta Kasım efendiyle hiç konuşmaz, işine

bakarmış.”388

Halil Usta ve Hephaistos arasındaki başka bir benzerlik de çalıştıkları yerdir.

Hephaistos yanardağın içinde gün ışığından uzak bir şekilde çalışırmış. Halil Usta’nın

çalıştığı yer de buna benzemektedir:

“Dükkân, gün yüzü görmez bir mağara idi. İçeri girince birdenbire gündüzden

çıkıp geceye daldığımı sandım. Yüreğim daraldı. İçeriden dışarıya bakınca, açık

duran kapı, geceyle çerçevelenmiş dört köşeli bir gündüz parçası idi.”389

Aganta! Burina! Burinata!’nın yanı sıra Ötelerin Çocuğu adlı romanda da

Hephaistos’a benzeyen bir roman kahramanı bulunmaktadır. Bu roman kahramanı

Hüseyin Usta’dır. Hüseyin Usta, Hephaistos gibi hem demirci hem topaldır. Aynı

zamanda kızgın mizacı da Hephaistos’u hatırlatır.

“Değişikliklerin keresteye ait olan kısmını Halil Usta, demirciliğe ait olan

kısmını ise Hüseyin Usta yapıyordu. İkisi de eski denizciydi, ikisi de topaldı.”390

“İşte o gün Demirci Hüseyin her tarafından pazılar kabararak ve tek ayak

üzerine dimdik, kanca demirleri dövüyordu. Ekseriya bir eliyle körüğü işletir, öteki

eliyle de bir demir parçasını ateşte tutardı. İşlerken demirle hırlaya hırlaya konuşur,

ona küfür ederdi. Kızgın demiri aklınca korkutarak istediği şekle sokardı.”391

Demircilik ya da başka herhangi bir zanaatle uğraşmasa da çirkin görünüşü ve

eşinin onu aldatmasıyla Badi Badi Nuri de Hephaistos’u çağrıştırır.

“Nuri kamburcaydı, bacakları çarpıktı, velhasıl alelacayip bir çocuktu.”392

388

Age, s. 31. 389

Age, s. 25. 390

Halikarnas Balıkçısı, Ötelerin Çocuğu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1955, s. 221. 391

Age, s. 222. 392

Age, s. 228.

Page 141: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

126

Nuri, romanda batan gemideki paraları kurtarmak isteyen Haşmet Bey için

dalgıçlık yapar. Bu sırada gemide karısını ve sevgilisini boğulmuş olarak bulur. Deniz

altında çok fazla kaldığı için miğferinde hava kalmaz ve kalbi durur.393

Hephaistos’a benzerliğiyle dikkat çeken bir başka roman kahramanı da Ahmet

Hamdi Tanpınar’ın Mahur Beste adlı romanındaki Behçet Bey’dir. Onun çirkin

görünüşü ve silik mizacı babası tarafından küçümsenmesine ve beğenilmemesine sebep

olur. Daha önce de belirtildiği üzere Hephaistos, tanrıların en çirkinidir ve annesi Hera

tarafından beğenilmediği için terk edilmiştir. Behçet Bey’in babası İsmail Molla Bey de

oğlundan utanç duymakta ve kendi saygınlığının oğlu tarafından devam

ettirilemeyeceğine inanmaktadır:

“İsmail Molla, cinsinin asilliğinden gurur duyan bir hayvan insiyakiyle, boyu

kendisinden en aşağı kırk santim küçük olan bu cılız omuzlu, sakat çocuğu bir türlü

beğenmiyor, onda kendi levent, atılgan, uçarı, çapkın ve gerçekten efendi hayatının

hiçbir tarafının devam etmeyeceğini anlıyordu.”394

Behçet Bey’in Hephaistos ile benzeyen diğer bir yanı ise zanaatkâr oluşudur.

Evlerinin çatı katını atölyeye çevirir. Bu katta ciltleme işleriyle uğraşmaktadır.

“Sırtını geniş şehnişinde gelen aydınlığa dönmüş, elleri çiriş ve boya içinde,

zayıf omuzları yukarıya doğru bir gölge gibi çırpınıp duruyordu. Sıcak yaz

akşamında, iki kanadı birden açık pencereden dolan gölgeli ışıkta, Molla Bey

oğlunu, bir insandan ziyade kendi ördüğü ağa takılmış çırpınan, büyük bir yaralı

örümceğe benzetti. Bu çatı odası, duvar boyunca uzanan bir masa ile çeşit çeşit

âletlerle, çiriş ve tutkal çanaklarıyla, şurada burada asılı renk renk bez, ebruli kâğıt,

meşin hevenkleriyle hakikî bir ciltçi dükkânına benzemişti.”395

Hephaistos, bir yanardağda demircilikle uğraşmaktadır. Behçet Bey’in çatı

katındaki odasının betimlemesinde kullanılan gölge ve ışık da yanardağı

hatırlatmaktadır.

Hephaistos’un Roma mitolojisindeki diğer adı Vulcanus’tur. Yakup Kadri

Karaosmanoğlu Panorama adlı romanında Hephaistos’a bu adıyla yer vermektedir.

393

Age, s. 297. 394

Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahur Beste, Dergâh Yayınları, İstanbul 1999, s. 38. 395

Age, s. 39.

Page 142: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

127

Roman kahramanı Fuat, modern çağın insana pek çok imkân sağladığını, bu sebeple de

insanın doğa karşısında aciz kalmadığını dile getirir.

“Yerin altındaki maden ocaklarında, yerin üstündeki fabrikalarda karıncalar

gibi kaynaşan ve hiç şüphesiz, Sikloplardan daha zorlu işler gören bugünün adsız

emekçilerine nispetle demir ve ateş tanrısı Vulkan, bir acemi işçidir.”396

Yunan mitoslarına konu olan, pek çok işte usta olmasıyla ünlü ateş ve demir

tanrısı Vulcanus, fabrikalarda Sikloplardan daha zorlu işler gören halkla karşılaştırılır.

Bu emekçi halkın ne kadar zorlu şartlarda ve ağır işlerde çalıştığını anlatmak için ünlü

tanrı, halkın yanında acemi bir işçi olarak gösterilmektedir.

III. 2. 1. 12. Hora’lar

Doğada düzeni simgeleyen üç tanrıçaya Hora’lar denmektedir. Bu tanrıçaların

adları şu şekildedir: Eunomia, Dike ve Eirene. Eunomia toplum düzenini, Dike hak ve

adaleti, Eirene ise bereket, mutluluk ve barışı simgelemektedir. Hora’lar genellikle

Aphrodite’nin ve Dionysos’un alaylarında Kharit’ler ile birlikte görülmektedir.397

Orhan Hançerlioğlu’nun Oyun adlı romanında adı geçen Hora’lar, bereket

tanrıçaları olarak anılırlar.

“ (…) bereket Tanrıçaları Hora’lar Argos kızlarının arasına karışmışlardı.”398

Eserde Halim’in mutluluk alayına katılanlar arasında Hora’lar bulunmaktadır.

Hora’ların isimlerinden ve görevlerinden ayrı ayrı bahsedilmemektedir.

III. 2. 1. 13. İsis ve Osiris

Mısır mitolojisinin en önemli tanrılarından olan İsis, ana tanrıçadır. Aynı

zamanda büyünün ustası adıyla bilinmektedir. Parlak bir yıldız olan Sirius yani

Akyıldız’la özdeşleştirilmiştir. Hem erkek kardeşi hem de eşi olan Osiris’i diriltmesi

pek çok esere konu olmuştur.

Osiris babası Geb’den dünyevi krallığın tahtını devralır. Bu durumu erkek

kardeşi Set kıskanır. Osiris’i öldürür ve parçalara ayırır. Parçaları bir tabuta koyar ve

396

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Panorama, İletişim Yayınları, İstanbul 1987, s. 445. 397

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 146. 398

Orhan Hançerlioğlu, Başka Dünyalar-Oyun, Remzi Kitabevi, İstanbul 1962, s. 274.

Page 143: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

128

nehre bırakır. Tabut suya kapılarak Mısır’dan Byblos’a gider ve orada yeşererek bir

ağaca dönüşür. Osiris’i hayata döndürmek isteyen İsis kılık değiştirerek Firavun’un

sarayında dikili olan bu ağacı ister. İsis üç balık tarafından yenmiş olan Osiris’in penisi

dışındaki parçaların hepsini toplar. Penisin yerini tutacak bir organ yapar ve cesedi

Byblos’tan Mısır’a tekrar götürür. Anubis ve diğer tanrıların yardımlarıyla cesedi

mumyalar. Kız kardeşi Neftis ile büyüye başvurarak Osiris’i diriltir. Dirilen Osiris tahtı

oğluna bırakarak Ölüler Ülkesi’nin efendisi olur.399

Ahmet Hamdi Tanpınar Huzur adlı romanında bu mitosa göndermede

bulunmaktadır. Nuran’ı Mümtaz aracılığıyla İsis’e benzetmektedir:

“– Evvelâ sen bir İsis gibi o duvarların birinden yavaşça çıkıyorsun, eski

desenin gerginliğinden sıyrılıyorsun, benim parçalanmış vücuduma eğiliyorsun…

Ama, biliyor musun ki hakikî sanat da budur. Bütün bu ölüler bu dakikada bizim

kafamızda yaşıyorlar. Kendi hayatını bir başkasının düşüncesinde yaşamak,

zamana kendinden bir şey kabul ettirmek.”400

Bu alıntıda Nuran, ölüleri diriltme gücüne sahip biri olarak gösterilirken hakiki

sanatın da bunu yaptığını dile getirilir. Parçalanmış olan ise Osiris’i simgeleyen

Mümtaz’dır.

III. 2. 1. 14. Nut

Mısır mitolojisinin yaratıcı tanrısı Güneş-Tanrı Atum’dur. Bir anlatıya göre

fallusunu eline alarak dişi ve erkek panteonu olarak Şu ile Tefnut’u yaratır. Başka bir

anlatıya göre de Atum, tükürüğüyle Şu ve Tefnut’u yaratmaktadır. Şu ve Tefnut’tan ise

diğer tanrılar yaratılır. Bu tanrılardan ikisi Geb ve Nut’tur.401

Pek çok mitolojinin aksine

Mısır mitolojisinde gök dişi, yer ise erkektir.

“Mısır’da gök önce (Narmer levhası döneminde) inek tanrıça Hathor’du,

sonra (Piramit yazıtları döneminde) insan biçimli tanrıça Nut oldu; Nut dünyanın

üstünde, el ve ayakları dünyada köprü kurmuş biçimde canlandırılır.

399

Noreen Doyle, “Mısır Mitolojisi”, (Peter Delius Verlag Kadrosu) Mitoloji, Çev. Nurettin Elhüseyni,

NTV Yayınları, İstanbul 2010, s. 76-79. 400

Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, Dergâh Yayınları, İstanbul 2004, s. 172. 401

Joseph Campbell, Doğu Mitolojisi Tanrının Maskeleri, Çev. Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi, Ankara

2003, s. 90.

Page 144: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

129

Piramit yazıtlarında tanrıça Nut için ‘parlak, büyük’, ‘büyük koruyucu’,

‘uzun saçlı, sarkan göğüslü’, ‘kolları indirilmeden döllenemez’ diye anlatılır. Ve

yer tanrısı Geb, onun altında oturmaktadır.”402

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Sahnenin Dışındakiler adlı romanında köşkün

taşlığında yavrularını emziren kedi Nil tanrısına benzetilmektedir.

“Taşlıkta beyaz tüylü bir kedi, bir nevi Nil tanrısı gibi yere yatmış, bir yığın

çocuğu birden emziriyordu.”403

Kedinin Nil tanrısına benzetilmesinin sebebi “bir yığın çocuğu emzir”mesinden

kaynaklanabilir. Nut, sarkık memeleriyle yeryüzünün üzerine uzanmış bir şekilde

resmedilmektedir ancak burada kedi yere yatmış bir şekilde betimlenmektedir. Belki de

Mısır mitolojisinde tanrıların hayvanlarla sembolize edilmesi de kedinin bir tanrıya

benzetilmesinde etkili olmuş olabilir.

III. 2. 1. 15. Pan

Behçet Necatigil 100 Soruda Mitologya adlı eserinde Pan hakkında şu bilgilere

yer vermektedir:

“Dağlık Arkadia’da küçükbaş hayvanların, çobanların tanrısı. Keçi ayaklı Pan,

Hermes’in oğludur. Tanrıların, çokluk, insan kılığında değil de hayvan kılığında

düşünüldüğü ilk zamanlarda Pan da keçi kafalıydı; sonradan bu keçi kafasından

sadece boynuzlar ve sakal alıkonarak, yüzü insan yüzü oldu. Pan çoban kavalını

sever, azgın tekeler gibi güzel nymphelerin peşine düşerdi. İnsanların, hayvanların

uyuduğu kızgın, ıssız yaz öğlelerinde birdenbire, beklenmedik gürültüler koparır,

dört bir yana «panik» korkular saçardı. Marathon savaşı gecesi Persleri bu şekilde

paniğe uğrattığı için, Atinalılar savaştan sonra tanrı Pan’a Akropolis eteğinde bir

tapınak yaptılar. (…) Plutharkos, Korfu’nun güneyinde sefer eden bir gemideki

gemicilerin, Paksos adasından gelen bir ses duyduklarını anlatır. Gemi

dümencisinin adını söyleyen bu ses, dümenciye «Ulu Pan öldü!» haberini vermiş,

dümenci aldığı bu haberi emredilen yerde karaya doğru seslenince, karadan

402

Age, s.114-115. 403

Ahmet Hamdi Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler, Dergâh Yayınları, İstanbul 1999, s. 248.

Page 145: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

130

korkunç bir inilti, bir feryat duyulmuş, Pan’ın ölümünden ötürü tabiat yas tutmaya

başlamıştı. Bu hadise, İmparator Tiberius (İ.S. 14-37) zamanında olmuştu.”404

Bu bilgilere yer verdikten sonra Pan’ın yerini Latin mitologyasında Faunus’un

aldığını söylemektedir.

Başka bir mitosa göre Apollon ile Pan arasında bir müzik yarışması yapılır. Kral

Midas oynak havalar çalan Pan’ı seçince Apollon çok sinirlenir ve onun kulaklarını

eşek kulaklarına çevirir.405

Yakup Kadri Karaosmanoğlu Ankara adlı romanında Pan’dan şu şekilde

bahsetmektedir:

“Kafaları, kadim Yunan şairlerinin kutsallaştırdığı “Pan”ın kafasını hatırlatan,

fakat, gövdeleri Tiyh sahrasında yürüyen eski hakimler gibi topuklarına kadar

yünle örtülü keçilerle muhteşem gerdanlı, kalın, korkunç boynuzlu koçların, bir

mitolojik ordunun kahramanları gibi yığın halinde yürüdükleri görülürdü.”406

Keçilerin kafasını betimlenirken Pan’ın kafasından yararlanılmıştır ve keçilerle

koçlar mitolojik bir ordunun kahramanları gibi gösterilmiştir.

III. 2. 1. 16. Poseidon (Neptün)

Poseidon güçlü fırtınalar estiren ve denizlere hükmeden bir tanrıdır. Pek çok

tabloda elinde üç dişli yabası ile ve denizin derinliklerinden gelmekte iken

betimlenmektedir.

Poseidon’a Zeus tarafından denizlere hükmetme görevi verilmiştir. Deniz tanrısı

olmasının yanı sıra atların da tanrısıdır. Denizleri karıştıran, çıkardığı depremlerle de

karaları yerle bir eden Poseidon, deniz dibi tanrıçası Amphitrite ile evlidir. Denizin

dibindeki saraylarında beraber yaşamaktadırlar. İonialı denizciler ona saygı gösterir,

adına Panionia şenlikleri düzenlerlerdi.407

Deniz Tanrısı olan Poseidon, Halikarnas Balıkçısı’nın Aganta! Burina!

Burinata! adlı romanında sadece bir yerde diğer adı olan “Neptün”le yer almaktadır.

Bunun dışında Provezza olarak anılmaktadır.

404

Behçet Necatigil, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969, s. 48. 405

Edith Hamilton, Mitologya, Çev. Ülkü Tamer, Varlık Yayınları, İstanbul 2011, s. 212. 406

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ankara, İletişim Yayınları, İstanbul 1983, s. 229. 407

Behçet Necatigil, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969, s. 17.

Page 146: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

131

Aganta! Burina! Burinata!’da roman kahramanı Mahmut, arkadaşı Fatma ve

amcası Hakkı Reis’in de yardımıyla annesinden denizde çalışmak için izin alır. Denizde

çalışmak için liman dairesinden tezkere alması gerekmektedir. Denizle ilgili hayalleri,

beklentileri olumlu yönde olan Mahmut, liman reisini de daireye girmeden önce

hayalinde büyütmüş ancak liman reisini görünce hayal kırıklığına uğramıştır. Bu durum

kahramanın bakış açısıyla şu şekilde verilmektedir:

“Liman reisinin sesinde bile kırtasiyenin tadsız ve tuzsuz hışırtısı vardı.

Nerede o kör Halidin hanında gördüğüm eli zıpkınlı dinç ve doğru deniz ilâhı

Neptün, nerde şu karşımda oturan gözü gözlüklü, göğsü çökük, aksırıklı ve

tıksırıklı cılız adam? Neptünün saçı sakalı mis gibi deniz suyu sızıyordu.”408

Ötelerin Çocuğu adlı romanda da Poseidon, diğer adı olan Neptün ile okurun

karşısına çıkar. Denizde fırtınayla mücadele eden Ateşoğlu, Neptün’e benzetilir.

“Arada bir şimşekler göğü kılıç gibi biçiyor, ama aydınlatmıyor, gözleri

kamaştırarak büsbütün kör ediyordu. Gök yarıldıkça Ateşoğlu’nun, dümen yekesi

elde, mermer bir sütun gibi dimdik durduğu görülüyordu. Rüzgâra bakan gözleri

sanki iki yanan kordu. Kerpeten gibi sıktığı çenelerinin arasında dişleri parlıyordu.

Denizde fecî bir yoksuzluk durumu vardı. Ateşoğlu, tam on altı saat fırtına ile

böyle savaştı. (…)

Şafak çoktan sökmüştü. Davut, Ateşoğlu’na sarılıp öpmek için güverteye çıktı.

Ateşoğlu haça gerilmiş İsa gibi dümende duruyordu. Davut seslendi. Cevap

vermedi. Arkaya düşen başı, bulutların arasından bir pırlanta gibi parlayan sabah

yıldızına bakıyor gibiydi. Dümende Neptün’ün tâ kendisine benzeyen ak sakallı

adam birkaç dakika önce can vermişti. Dünya yolculuğunun sonuna, son fırtınasını

yenerek son nefesini son savaşa vererek ermişti.”409

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur adlı romanında Poseidon’un adı geçmese de

Mümtaz, Nuran’la birlikte balık tutarken bir “deniz tanrısı” nın Nuran’ı kaçırarak

denizin dibine götüreceği hissine kapılır:

408

Halikarnas Balıkçısı, Aganta! Burina! Burinata!, Akba Kitabevi, İstanbul 1946, s. 77. 409

Halikarnas Balıkçısı, Ötelerin Çocuğu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1955, s. 270.

Page 147: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

132

“Böyle anlarda Mümtaz’ın muhayyilesi, meselâ büyük deniz ejderlerinin

çektiği arabasında, etrafa köpük saçarak gelen bir deniz tanrısının, Nuran’ı elinden

alıp (…) o deniz altı saraylarından birine götürebileceğine pekâlâ inanabilirdi.”410

Kız kaçırma mitosları genellikle Persephone ve Eurydike etrafında

şekillenmektedir. Ancak ikisi de deniz tanrısı tarafından kaçırılmamıştır. Bu alıntıda

deniz tanrısının Nuran’ı kaçırması söz konusudur.

III. 2. 1. 17. Prometheus

Edith Hamilton’un Mitologya adlı eserinde “Önemli Tanrılar” şemasında yer

alan Prometheus, Okeanos soyundan İapetos’un çocuğu olarak gösterilmektedir. Atlas

ve Epimetheus’un kardeşi olmakla birlikte Titan’dır.411

Prometheus akıl gücünün, bilgeliğin sembolüdür ve bu özelliğiyle övünmektedir.

Zeus ise akıl gücünün sadece kendisine ait olması gerektiğini düşündüğü için

Prometheus’a büyük bir öfke ve kin duyar. Prometheus ise akıl gücünü, olayları

önceden görme yeteneğini her zaman Zeus’u kandırmak ve küçük düşürmek için

kullanmaktadır.412

“Mekone’deki kurban töreninde Prometheus, Zeus’u aldatmaya kalktı. Etlerin

iyi parçalarını işkembeye kemik kısımlarını ise ince yağ zarlarına sardı. Zeus bile

bile kötü kısımları seçti. Ceza olarak da insanların elinden ateşi aldı. Prometheus

ise ateşi çalıp insanlara geri verdi. Bu sefer Zeus insanları Pandora ile cezalandırdı.

Prometheus ise bir kayaya bağlandı. Bir kartal ciğerini yiyor, ciğer her gece

yeniden büyüyordu. Uzun zaman sonra kartalı öldürerek, Prometheus’u bu

işkenceden Herakles kurtardı.”413

Hesiodos’un Theogonia’sından alıntılanılan mitos, Türk yazınında pek çok esere

konu olmuştur. Yakup Kadri de Panorama adlı romanında Atatürk’ü Prometheus’a

benzetmektedir. Prometheus’un Olympos’lu tanrılardan çaldığı ateş, özgür bilinç ve

iradedir. Atatürk de insanlara Cumhuriyetle birlikte pek çok hak ve özgürlük sunmuştur.

Prometheus gibi mitleştirilmiştir. Hasta olarak yattığı Dolmabahçe Sarayı da

Prometheus’un tutsak edildiği Kafkas Dağı’na benzetilmiştir. Ayrıca karaciğer

410

Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, Dergâh Yayınları, İstanbul 2004, s. 205. 411

Edith Hamilton, Mitologya, Çev. Ülkü Tamer, Varlık Yayınları, İstanbul 2011, s. 233. 412

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 255. 413

Behçet Necatigil, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969, s. 37.

Page 148: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

133

rahatsızlığı geçirmesi de Prometheus’un karaciğerinin bir kartal tarafından didiklenmesi

bakımından ortak bir yön olarak gösterilmiştir:

“O da tıpkı Promete gibi Zeus’un elinden mutlu odu çalmadı mı? O da

Promete gibi bu odun ısısından yeni bir insan örneğine can vermeye kalkışmadı

mı? Akıbet, O da hiç değişmeyenin ve değişikliği sevmeyenin gazabına uğrayıp,

tıpkı Promete gibi bir yalçın kayanın üstünde zincire vurulmadı mı? Ve şu anda

O’nun karaciğerini de yırtıcı kuşlar durmadan deşip didiklemekte değil midir?

Evet Cahit Halit’in hakkı vardı. Olimpos Tanrılarının bu korkunç kıssasından

hisse çıkarmasını bilenlere Dolmabahçe Sarayı, Kafkas dağının ta kendisi gibi

görünüyordu.”414

İlerleyen sayfalarda tekrar aynı benzetmeye yer verilmiştir. Kurtuluş

mücadelesinden sonra halk, ateşi eline almış ve modern hayatın da getirisiyle tabiat

karşısında güç kazanmıştır:

“Bugünkü günde halk yığınlarının içinden nice Prometeler, nice Herküller

çıkıp durmaktadır. Gökyüzü, gece-gündüz yüzlerce, binlerce ikrarla dolup dolup

boşalıyor. Ademoğlu yıldırımı çoktan eline aldı ve Zeus’u tahtından indirip

sakalından sürüyor.”415

Bu alıntıda halkın artık teslimiyeti bırakıp faaliyete geçmesi vurgulanmak

istenmiştir. Bu sebeple de halk kahramanları, Zeus’a meydan okuyan Prometheus ve

Herkül’e benzetilmiştir.

Prometheus’un yer aldığı başka bir roman Orhan Hançerlioğlu’nun Oyun adlı

romanıdır. Romanın baş kahramanı Halim, Zeus’a baş kaldırması bakımından

Prometheus’a benzetilir:

“ –Bugün için öyle ama yarın ne olacağını düşün. Prometheus’u hatırla. O da

senin gibi değişmez kanunlara baş kaldırmak istemişti. Prometheus, tam otuz yıl,

Kafkas dağlarında kartallarla boğuştu. Dayanılmaz acılar içindeydi. Sonunda dize

geldi. Zeus onu bağışladı. Seni asla bağışlamayabilir. Çünkü sen Prometheus’tan

da ileri gidiyorsun.”416

414

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Panorama, İletişim Yayınları, İstanbul 1987, s.326. 415

Age, s. 444. 416

Orhan Hançerlioğlu, Başka Dünyalar-Oyun, Remzi Kitabevi, İstanbul 1962, s.249.

Page 149: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

134

Romanda Themis, Halim’in Zeus’a baş kaldırdığını dile getirir. Halim’i uyarmak

için Prometheus örneğini verir ve sonunun ona benzeyeceğini söyler. Hatta Halim,

Prometheus’tan daha ileriye gittiği için asla bağışlanamayacağından söz eder.

III. 2. 1. 18. Provezza

Ege ve Akdeniz’de bilinen Provezza adlı fırtına, Halikarnas Balıkçısı’nın

eserlerinde denizin efendisi olarak bilinen tanrı Poseidon’un özellikleriyle yer alır.

Halikarnas Balıkçısı bu fırtınayı bir esişiyle denizleri alt üst etmesi, sünger avcılarının

kaderini elinde tutması gibi korkutucu özelliklerinin yanında tüm deniz yaratıklarına

vücut vermesi, heybetli görüntüsüyle bir o kadar da kendine hayran bırakması gibi

büyüleyici özellikleriyle de betimler:

“Akdenizin en büyük fırtınası ve en kuvvetli rüzgârının adı Provezzadır.

Denizdeki yelkenlilerin ve içlerindeki denizcilerin mukadderat ve canları bu

fırtınalar imparatorunun elindedir. Her halde hazret bir kaç gün sonra esmeğe

hazırlanıyordu. Göklerde işaretlerini gösteriyordu. Ne var ki Provezza en büyük

kasırgasında bile hâza şairdir. Biz baldırı çıplak denizciler kral ve kraliçelerin

saraylarını, taçlarını, tahtlarını, mücevheratlarını seyredemeyiz. Fakat o akşam

Provezza batı göğünün turuncu kapılarını, inen güneşe pek geniş açtı. Binlerce

asırlar, devler kadar heybetli ve uzak renk parçaları ve bulutlar yavaş yavaş ve

sarmaş dolaş olarak gidiyorlardı. Kayığa baktım, pembe yelkenlerini kuğu göğsü

gibi kabartarak ve uzun gölgesini kararıp menekşe rengi alan sulara salarak, sanki

başka bir renk âlemine gidiyor ve batının engine açılan kapısına doğru yol

alıyordu. O an bütün yaradılışta bir duraklama vardı. Ne bileyim, düşünceli bir hâl

o! (…) Yıldızlar saf saf, sağnak sağnak doğuyorlardı. Gök de deniz gibi bir parıltı

deryası oldu. Doğu ağardı, ay doğdu. Gecenin gece denecek yeri kalmadı. Bu başka

bir gündüzdü. Fakat her günkü dünyanın değil, başka bir âlemin gündüzü.”417

Ötelerin Çocuğu adlı romanda Provezza, daha çok yüreklere korku salan ve

denizcilere ölümü haber veren özelliğiyle yer almaktadır:

“Şaka değil, Akdeniz fırtınalarının imparatoru Koca Provezza, yedi rüzgâra

ferman okuyordu. Korkuyla benzi atmış bir ay.”418

417

Halikarnas Balıkçısı, Aganta! Burina! Burinata!, Akba Kitabevi, İstanbul 1946, s. 83-84. 418

Halikarnas Balıkçısı, Ötelerin Çocuğu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1955, s. 5.

Page 150: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

135

“Uzaklarda öten milyarlarca trampet, çalınan davul ve kös, Ege’nin en büyük

kasırgası Provezza’nın ayaklandığını ilân ediyordu. Fakat ak saçlı kaptan, daha ilk

çığlıkta, mukadderatının kendisini çağıran sesini tanımıştı.”419

“Yukarıda Ateşoğlu, büyük Provezza’yla bir ölüm kalım düellosuna girişmişti.

Düşmanın gözüne bakıyor, onun gizli niyetini, nasıl ve nereden vuracağını tahmine

uğraşıyor, rüzgârı, denizi, karanlığı kolluyor, ayağının altındaki geminin sıkıntısını

duyuyordu.”420

Akdeniz fırtınalarının imparatoru olarak betimlenen Provezza ile balıkçıların

savaş hâlinde oluşu romanda canlı bir şekilde verilmiştir. Provezza, heybetli, güçlü ve

yüreklere korku salan bir tanrı olarak romana konu olmuştur. Balıkçılar her ne kadar

ona karşı savaşsalar da kaderlerinin Provezza’nın elinde olduğunu da içten içe bilirler.

III. 2. 1. 19. Selene

Ay’ın simgesi olan Selene, iki atın çektiği gümüş tekerlekli bir arabayla gökleri

dolaşan güzel bir kadındır. Pan ve Endymion ünlü aşklarıdır.421

Genellikle Selene,

“resimlerde, vazolarda başı sisler içinde, alnında yarım ay, elinde bir meşale, yürüyen

bir at veya inek üstünde tasvir edilir.”422

Halikarnas Balıkçısı’nın eserlerinde doğa betimlemesi yaparken çoğunlukla aya

ya da ay ışığına yer vermektedir. Bu tasvirler okuyucuya Ay tanrıçası Selene’yi işaret

eder. Ötelerin Çocuğu’nda roman kahramanı Emine, ıssız bir yerde buğday tarlalarının

arasına dalar ve şöyle bir manzara ile karşılaşır:

“Önündeki dere pembe bir sisin duvağı ile örtülü idi. Ay ışığı ortalığı

apaydınlık ağarttı. Ta uzaklardan çobanların yaktığı ışıklar, mavimtırak ay ışığında,

pembe pembe tellenip süzülüyordu. Etrafta çıt yoktu. Çocuk ürkmiye başladı. Ilık

bir batı rüzgârının esintileri pek aralıklı olarak tarlayı kararta kararta başakların

üzerinden bir gölge gibi geçerken onları fısıldatıyordu. Birdenbire Emine ağlamıya

koyuldu.”423

419

Age, s. 266. 420

Age, s. 268-269. 421

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 269. 422

Behçet Necatigil, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969, s. 119. 423

Halikarnas Balıkçısı, Ötelerin Çocuğu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1955, s. 117.

Page 151: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

136

Dereye adeta Ay tanrıçası Selene uğramıştır. Tasvirde sis ve ay ışığının yanı sıra

çobanların yaktığı ışıkların bahsi, fısıltılar, karanlık ve korku da dikkati çekmektedir.

Bu da okuyucuya Pan’ı hatırlatır. Pan keçi kafalı, keçi ayaklı bir çoban tanrısıdır.

Ortalığa korku saçması ve bir panik ortamı yaratmasıyla ünlüdür. Mitosa göre seferde

olan gemiciler Paksos adasından gelen bir sesin Pan’ın ölüm haberini verdiğini söyler.

Dümenci karaya doğru bu haberi seslenince karadan korkunç bir inilti gelir ve bu ölüm

nedeniyle tabiatın yas tutmaya başladığı söylenir.424

Halikarnas Balıkçısı Ay’ın ortaya çıkışını betimlerken sessizlik dikkati çeker.

Ötelerin Çocuğu adlı romanda rüzgârlar, Ay’ı büyük bir sessizlikle beklemektedirler:

“Ne var ki, yeryüzünün sanki duraklayan rüzgârları solumaktan korkuyor,

deniz ufkundan doğacak ayı bekliyorlardı. Çok geçmeden koskoca bir ay

doğdu.”425

Aynı romanda Ay tanrıçası Selene’nin gökte seyahat etmesine bir gönderme

yapılmaktadır:

“Kararan surlardan tostoparlak, koskocaman bir ay göründü. Selim’e göre

gümüş bir kalyondu o. Dolu yelken orsa alabanda ederek yıldızlar arası rotasında

hızla yükseliyordu. Bütün kâinat yekpare nur kesilmişti. Hoşbulduk Kaptan, aya:

«Sana da, bana da hayırlı yolculuklar» diye bağırdı.”426

Ötelerin Çocuğu’nda gümüş bir kalyona benzetilen Ay’ın doğuşu keçi çanlarının

sesiyle birlikte de ele alınmaktadır:

“Tam o sırada kulağına keçi çanlarının çıngırtısı geldi. Sevincinden, acaba

yıldızlar mı çınlıyor, diye göğe baktı. Bu ding…g…g edişte bir müjde hali vardı.

Sanki ay’ı müjdeliyorlardı. Nitekim birdenbire ay kalktı, gökteki sessiz seyahatine

başladı. Bazan rüyalar engininde yüzen gümüş bir kalyon, bazan da ağaçların

altında kendisini bekliyen karanlığa, ak duvağını, tellerini sürükliyerek gelen bir

gelindi.”427

Ay’ın doğuşunun Selene ile birlikte ele alınması okura Selene’nin sevgilisi, keçi

tanrı Pan’ı hatırlatır. Pan sanki sevgilisinin gelişini kutlamakta, müjdelemektedir.

424

Behçet Necatigil, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969, s. 48. 425

Halikarnas Balıkçısı, Ötelerin Çocuğu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1955, s. 35. 426

Age, s. 75. 427

Age, s. 163.

Page 152: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

137

III. 2. 1. 20. Semiramis

Ünlü Babil kraliçesi olan Semiramis’in annesi Derketo, balık gövdeli, kadın

yüzlü bir tanrıçadır. Suriye’de Askalon yöresinde bir gölde yaşamıştır. Mitosa göre

Aphrodite bir gün Derketo’ya kızar ve onu bir çobana âşık eder. Bu birliktelikten

Semiramis doğar. Derketo çobanı öldürdükten sonra kızını da terk ederek göle dalmıştır.

Semiramis’i güvercinler süt ve peynirle besler. Adının anlamının da “güvercinlerden

gelme” olduğu iddia edilir.428

Semiramis güzel olduğu kadar zeki bir kadındır. Babil kralı olan Ninos’un

kâhyasıyla evlenir. Bir gün kral Ninos, Baktrina ülkesine karşı savaş açar ancak

başkenti ele geçiremediği için savaş uzar. Semiramis’in zekâsı sayesinde bu şehri ele

geçirirler. Kral Ninos, Semiramis’e hayran kalır ve kâhyasından eşini ona vermesini

ister. Kahyası bu duruma dayanamayıp kendini öldürür. Kralla evlenen Semiramis,

kralın ölümünden sonra Babil’in kraliçesi olur. Kocasının adına bir anıt mezar yaptırıp

ünlü, dünyanın yedi harikası olarak da bilinen asma bahçelerinin yapımına girişir. Fırat

ve Dicle ovalarındaki bayındırlık işlerini tamamlayıp dış seferlere de çıkar. Bu asma

bahçeleri yeryüzündeki cenneti temsil etmektedir.429

Yakup Kadri Karaosmanoğlu Panorama adlı romanında bu asma bahçelerinden

söz etmektedir:

“Dicle, dünyanın en kocaman karpuzlarını yetiştiren ucu bucağı yok bir uzun

bulanık ırmaktan ibarettir. Hayır; Asur ve Gildan efsanelerinde bunun bir şeref

hissesi olamaz; hayır, Semiramis’in asma bahçelerini sulayan sularda bunlardan bir

damla bulunamaz. Dicle’yi Dicle yapan, efsanecilerin, tarihçilerin, şairlerin

muhayyilesidir.”430

Semiramis’in asma bahçelerini sulayan, Asur ve Gildan efsanelerine konu olan

Dicle aslında boz bulanık bir sudur. Dicle’yi özel ve efsanevî yapan efsanecilerin,

tarihçilerin, şairlerin muhayyilesidir. Bu hayal gücü ya da mitik düşünme, Dicle’yi

hayat veren, efsanevî bir su yapmıştır.

428

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 269. 429

Age, s. 270. 430

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Panorama, İletişim Yayınları, İstanbul 1987, s. 108.

Page 153: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

138

III. 2. 1. 21. Themis

Themis, Uranos’la Gaia’nın kızıdır, yani ikinci tanrı kuşağından ve dişi

Titanlardandır. Zeus her kuşaktan tanrıçalarla birleşme ve üretme yoluna gider. İlk

evliliği Metis’ledir. İkinci evliliği Titan kızı Themis’ledir.431

“Themis, kanundur, kuraldır, yasanın ta kendisidir. Ama gelip geçici yasa

değil, tanrılar dünyasında da, insanlar dünyasında da değişmez, evrensel ve

ölümsüz doğa yasasıdır. Tanrısal yasadır, onun karşıtı insansal yasa ise Nomos’tur.

Themis Olympos’ta yaşar. Tanrıların toplantılarına başkanlık eder,

Olympos’taki düzeni de o korur.”432

Themis’in adı Orhan Hançerlioğlu’nun Oyun adlı romanında geçmektedir.

Roman kahramanı Halim, erdemli yaşamanın peşindedir. Yarımlığını tamamlamak yani

kusursuz olmak ister. Zeus ise insanların kusursuz olamayacağını savunur ve Halim’i

kendisine kafa tutmakla suçlar. Bunun üzerine Halim’i uyarmak üzere Themis’i

gönderir:

“ –Adım Themis… Akıl tanrısıyım. Kocam, Tanrılar Tanrısı Zeus’un

kanunlarına baş kaldırdığın için seni doğru yola çevirmeye geldim.

Halim göz ucuyla ablasına baktı. Halime hanım ocağın başına dönmüş, olup

bitenden habersiz, tencereyi karıştırıyordu.

Gümüş saçlı Themis devam etti:

–Yaşadığın dünyayı beğenmiyor, onun kurallarını hiçe sayıyorsun. Bu yol,

sonunda, seni kendi kendinden hoşnut olmamanın acısına sürükleyecek. Düşündün

mü bunu?

Halim homurdandı:

–Kendimden hoşnudum.

–Bugün için öyle ama yarın için ne olacağını düşün. Prometheus’u hatırla. O

da senin gibi değişmez kanunlara baş kaldırmak istemişti.

(…)

Halim hiddetinden mosmor kesildi:

–Kaltak… diye bağırdı.

Themis soğukkanlılıkla:

431

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 282. 432

Age, s. 282.

Page 154: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

139

–Böyle söyleme, dedi, ne yapsan beni küçültemezsin. Düzen Tanrıları

Hora’larla Kader Tanrıları Parka’ların anasıyım ben.”433

Romanda geçen bu diyalogda Themis’in kim olduğu ve sahip olduğu özellikler

verilmiştir. Halim, Zeus soyundan hiç kimseye önem vermediğini göstermek için

Themis’i aşağılamaktan çekinmez. İnsan gücünün ve aklının her şeyden üstün olduğunu

savunur.

III. 2. 1. 22. Umay

Türk mitolojisinde özellikle de Altay Şamanları’na göre Umay, insanlar

yeryüzünde türerken gökten iki kayın ağacıyla birlikte inen bir ilahedir. Kayın Şaman

Türkler için kutsal bir ağaçtır:

“Yakut Türklerine göre yalnız ilk insan, yani Âdem ile Havva değil; bütün

diğer mahlûklar da bu ağaçtan besleniyorlardı. Büyük Tanrılardan biri olan

‘Doğum Tanrıçası’ Kübey Hatun da bu ağacın içinde bulunuyordu. Tıpkı

Altaylıların ‘Doğum Tanrıçası’ Omay Hatun’u gibi. O da gökten yere Tanrı

tarafından iki kayın ağacı ile birlikte indirilmişti.”434

Türk mitolojisinde Gök Tanrı inancı bulunmaktadır ve bu tanrı da Ülgen’dir.

Şamanistlerin panteonunda Ülgen’in oğulları ve kızları vardır. Her birinin görevi

farklıdır. Kızlarının haricinde birkaç iyi dişi ruh da bulunmaktadır. Bunlardan biri de

Umay’dır. Altaylılara göre Umay, kadınları, çocukları ve hayvan yavrularını koruyan

dişi bir tanrıdır. Gök Türk yazıtlarında Bilge Hakan annesini Umay’a benzeterek kardeşi

Kül-Tegin’in onun sayesinde er-kahraman adını aldığını dile getirmektedir. Bunun yanı

sıra “Tonyukuk yazıtının batı tarafındaki 38. satırında, ‘Tanrı, Umay ve Mukaddes

yer-su’ ruhlarının Türklere yardım ettiklerinden bahsetmektedir.”435

Divan-ü Lügati’t-Türk’ün yazarı olan Mahmut Kaşgarî ise aynı eserinde Umay

kelimesini “kadın doğurduktan sonra çıkan son” olarak açıklamaktadır. Ayrıca yaygın

bir deyim olan “Umay’a tapılırsa oğul olur”dan da bahsetmektedir.436

433

Orhan Hançerlioğlu, Başka Dünyalar-Oyun, Remzi Kitabevi, İstanbul 1962, s. 249-250. 434

Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi I, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 2010, s. 96. 435

Abdülkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1976, s. 24. 436

Age, s.24.

Page 155: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

140

Moğollarda da Uma Hatun kültü yer almaktadır. Moğollar savaşa hazırlanırken

Umay’a kurban sunarlarmış. Yakutlara göre ise Ogo Imıta adında bir ruh vardır.

Umay’a karşılık gelen bu ruh yani Imı, bir kuş şeklinde yeni doğmuş bebeğin başında

öterek çocuğun neslinin bereketli olacağını haber verirmiş.

Yakut Türklerinde Umay’ın yerini zamanla Ayısıt almıştır. Ayısıt yaratıcı,

bereket ve refah sağlayan dişi ruhlar zümresine denmektedir. Bunlardan bazıları

kadınları bazıları bebekleri bazıları ise dişi hayvanları ve onların yavrularını korurlar.

Dağınık hâlde bulunan hayat unsurlarını bir araya toplayarak kut yaparlar. Bu kutu anne

karnındaki bebeğe üfleyerek onlara can verirler. Ayısıtların timsali olan kuşlar ise kutsal

sayıldığından bu kuşlara dokunulmamaktadır.437

Nihal Atsız’ın Bozkurtlar Diriliyor adlı romanında Bilge Tonyukuk ve Taçam

arasında Ay Hanım hakkında bir konuşma geçmektedir. Bilge Tonyukuk, Taçam’dan

Ay Hanım hakkında bilgi almak ister. Onun bir Türk teginine gönül verip vermediğini

sorar:

“Bilge Tonyukuk onun başından geçenleri, dilinin tutulmuş olduğunu

biliyordu. Onun için tahtadan levhalarla bir Çin fırçası ve boya hazırlatmıştı.

- «Taçam» dedi, «Sen Ay Hanım’ın yanında epey kaldın. Onun bir Gök Türk

teginine gönül verdiği hakkında bir şey işittin mi?»

Taçam, fırçayı boyaya batırarak tahtaya yazdı:

-İşitmedim.

-Ay Hanım, dedikleri kadar güzel mi?

-Umay kadar, Ayzıt kadar.”438

Ay Hanım’ın yanında zaman geçiren Taçam, kendisine Ay Hanım’ın güzelliği

sorulunca “Umay kadar, Ayısıt kadar” cevabını vererek Ay Hanım’ı Umay’a

benzetmektedir.

III. 2. 1. 23. Wodan (Odin)

Germen mitolojisinin ünlü baş tanrısıdır. İskandinav mitolojisinde Odin ile bir

tutulmaktadır. Tüm tanrıların başı olmakla birlikte savaş ve bilgelik tanrısıdır.439

437

Age, s. 24-27. 438

H. Nihal Atsız, Bozkurtlar Diriliyor, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1962, s.155. 439

“Odin” https://tr.wikipedia.org/wiki/Odin (04.11.2015).

Page 156: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

141

Germen mitolojisinde üzerine kurbanlar sunulan üç önemli tanrı bulunmaktadır.

Bunlar Thor (Roma mitolojisinde Herkül), Wodan (Roma mitolojisinde Merkür) ve Tiu

(Roma mitolojisinde Mars)’tır. Bu üç büyük tanrı aynı zamanda İngilizce Thursday

(Thor’s Day) Perşembe, Wednesday (Wodan’s Day) Çarşamba ve Tuesday (Tiu’s Day)

Salı günlerine isimlerini vermiştir.440

“Wagner’in güçlü kadrosunu oluşturduğu parlak İslanda Eddaları ile ortaçağ

Alman Nibelungenlied edebiyatında bunlar en önde gelen erkek ilahlardır. Ve

Tacitus’un döneminde olduğu gibi Edda döneminde de tam bin yıl sonra, Wodan-

Merkür figürü hepsinin üstünde bir yere sahiptir.441

“Wodan özenle kurulmuş,

derinlemesine anlaşılmış bir kozmolojinin babasıdır, öğrendiğimiz bütün büyük

düzenler gibi, esinini eski Sümer’in kâhin anlayışında bulmuştur ve Zerdüştçü,

Helenist ve muhtemelen Hıristiyan düşüncesinin etkileri altında gelişmiştir. (…)

Wodan’ın cennet gibi savaşçılar salonunda 432.000 savaşçının kal”442

dığı

anlatılmaktadır.

Nibelungen efsanesinde Tanrı Wodan’ın evlilik dışı oğlu olarak bilinen

Siegfried, ateş püsküren ejderhayı öldürmek için yola çıkar.443

Yakup Kadri Panorama

adlı romanında bu efsaneden parçalara yer vermektedir. Siegfried’ın ejderhayı

öldürememesi üzerine Savaş Batur’ların (Balder444

) ebedi mekânına yani Wodan’ın

savaşçılar salonuna gider. Tanrı Wodan’dan ölümsüzlük talebinde bulunacaktır çünkü

Wodan ölüleri diriltme gücüne sahiptir:

Yakup Kadri’nin Panorama adlı romanında bu olay şu şekilde yer almaktadır:

“Siegfried, bu sefer, ateş püsküren ejderhayı haklayamadı. Elinde, Farner

ustanın dövdüğü çelik kılıçtan yalnız bir tahta sap kalarak ve her yanından şerha

şerha kanlar akarak Savaş Batur’ların bu ebedi mekanında can verip can almaya

440

Joseph Campbell, Batı Mitolojisi Tanrının Maskeleri, Çev. Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi, Ankara

2003, s. 433. 441

Age, s. 434. 442

Age, s. 440. 443

İhsan Özcan, “Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Romanlarında Sanat ve Mitoloji”, Marmara

Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı ABD Yeni Türk Edebiyatı Bilim

Dalı, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 2002, s. 268. 444

“Balder İskandinav mitlerinde Aesir soyunda yer almaktadır. Odin (Wodan) ile Frigg’in oğulları

olarak gösterilmektedir. Işık, neşe, saflık, barış ve masumiyetin tanrısıdır. Tanrılar ve insanlar

tarafından çok sevilirdi. Balder’in Salonu’nun adı Breidablik’tir.” https://tr.wikipedia.org/wiki/Balder

(04.11.2015).

Page 157: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

142

geldi. Çünkü Tanrı Wotan’ın huzurunda ölüler bile diridir. Fakat ne etmeli ki,

Wotan da, bir gün içinde bin yıl kocadı.”445

Aynı romanda Siegfried’in ölüm sahnesine yer verilirken Tanrı Wodan’ın

durumu şu şekilde anlatılmaktadır:

“Bir geniş tabutu andıran bu ıssız karanlık mağarada, artık, Wotan’ı bile bir

cenazeden ayırdetmek mümkün değil. O, Siegfried’le beraber can çekişiyor.

Neredeyse Farner’in cesedi üstüne, kaskatı, yığılıp kalacaktır.” 446

“Ama yarın, yeryüzünün artakalan insanları, bu mitolojik trajediden, bir adi

zabıta vakası gibi bahsedeceklerdir.”447

Nibelungen efsanesinden alıntılamalarda bulunan Yakup Kadri, gelecekte

insanların bu mitoslarla örülü trajediden hiçbir anlam çıkaramayacaklarını ve efsanede

yer alan kahramanları ise sıradan, basit insanlar olarak nitelendireceklerini dile getirir.

III. 2. 1. 24. Zeus

Yunan mitolojisinin baş tanrısı olan Zeus’un doğumu bazı mitoslarda şöyle

anlatılmaktadır: Kronos iktidarlığının kendi çocukları tarafından sona erdirileceği

düşüncesiyle Rheia’nın doğurduğu çocukları yutmaktadır. Rheia buna bir çare bulur ve

Zeus’u doğurunca Kronos’a kaya parçası yutturur ve Zeus’u Girit’e kaçırır. Gizlice

orada büyütülen Zeus daha sonra Kronos’u tahtından indirir. Dünyanın egemenliğini

kardeşleriyle paylaşır. Denizlerin idaresini Poseidon’a, yer altı dünyasının idaresini

Hades’e vererek göklerin ve yerin idaresini de kendi üstlenir.448

İsmail Gezgin, Sanatın Mitolojisi adlı eserinde Zeus’un kaderinin yutma eylemi

ile ilgili olduğunu dile getirmektedir. Kronos tarafından yutulmaktan kurtulmuştur. İlk

eşi Metis’ten doğacak olan çocuğun da onu tahttan indireceğini öğrenince de Metis’i

yutmaya karar vermiştir. Böylece tanrısal kaderden kurtulmuş, iktidarda kalabilmeyi

başarabilmiştir. Athena’ya hamile olan Metis’i yutunca Athena’yı kendi kafasından

doğurmuştur. İnsan-tanrı ilişkisi de insan-tanrı kavgası da Zeus’la başlamıştır. 449

445

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Panorama, İletişim Yayınları, İstanbul 1987, s. 475. 446

Age, s. 476. 447

Age, s. 476. 448

Behçet Necatigil, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969, s. 16. 449

İsmail Gezgin, Sanatın Mitolojisi, Sel Yayıncılık, İstanbul 2008, s. 83-84.

Page 158: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

143

“Yunan mitolojisinde hem antik hem de modern sanatta en çok sevilen

sahneler Zeus’un çapkınlıklarıyla ilgili sahnelerdir. (…) Burada önemli bir nokta

Zeus’un bu ilişkileri, insanlar arasında yaşanan aşk ilişkileri gibi algılanmamalıdır.

(…) Bunların birer yaratılış öyküsü olduğunu unutmamak gerekir. (…) Zeus’un

Leda ile ilişkisi aşkın kadınla bütünleştirilmesi veya Doğu ile Batı arasındaki

savaşın ortaya çıkması içindir. Persephone-Zeus ilişkisinde Zeus bir yılan kılığına

girmiş ve Dionysos’un dünyaya getirilmesini sağlamıştı. Zeus dünyada yaşamın

tüm elemanları ile oluşturulması için yaratıma devam etmek zorundaydı.”450

Zeus’un Hera’dan korunmak için boğa kılığına girerek Europe ile ilişkiye

girmesi de Asya ile Avrupa’nın ayrılığının miti olarak değerlendirilebilmektedir. Bu iki

kara parçası ikinci tanrılar kuşağından Okeanus ve Thetys’in kızları olarak

anılmaktadır.451

Orhan Hançerlioğlu Oyun adlı romanında kendisini Argos kralı ilan eden

Halim’in hayal dünyasına yer vermektedir. Sıkıntılı anlarında kendini aniden bu hayal

dünyasında bulan Halim, Elektra’yla buluşur ve Elektra’nın ağzından mitoslar dinler.

Yeğeni Rahmi’nin bir genelev kadınını sevmesi üzerine çıkmaza girer ve bu sorunu

nasıl çözeceği üzerine düşünmeye başlar. O sırada kendini Argos ülkesinde bulur.

Argos ülkesinin kızları şarkılar söylemeye başlar. O sırada Elektra görünür ve Halim’e

Zeus ile Europe’nin hikâyesini anlatır:

“ –Sabah oluyor. Kuş sesleri neredeyse kızların şarkılarını bastıracak.

Çimenler nemlendi… Yatmayacak mısınız?

–Hayır Elektra, uykum yok.

Elektra içini çekti:

–Haklısınız efendimiz. Argos’ta kimse uyumak istemiyor. Bütün şehir, Girit

adasındaki çınar ağacı gibi, daima yemyeşil. Sâhi, siz o çınar ağacının hikâyesini

bilir misiniz efendimiz?

–Hayır Elektra.

–O ağaç Zeus’tur.

Halim kendi kendine «Zeus. Zeus. Her yerde o.» diye mırıldandı.

Elektra anlatmaya başlamıştı:

450

Age, s. 84-85. 451

Age, s. 85.

Page 159: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

144

–Bir zaman geldi ki, Tanrılar Tanrısı Zeus, Fenike Kıralı Agenor’un kızı

Europa’ya âşık oldu. Yemiyor, içmiyor, gece gündüz onu düşünüyordu. Genç

kızın güzelliği onu öylesine büyülemişti. Sonunda, Europa’yı kaçırmaya karar

verdi. Alnı, boynu benekli, süt kadar ak bir boğa biçimine girdi. Dinliyor musunuz

efendimiz?

–Dinliyorum Elektra.

–Güzeller güzeli Europa arkadaşlarıyla beraber deniz kıyısına inmiş, şarkılar

söyleyerek çiçek topluyordu. Uzaktan kendilerine doğru gelen ak boğayı gördükleri

zaman ellerini çırptılar. Kızlar oynak boğanın çevresini sarmışlardı. Kimi sağrısını

okşuyor, kimi boynuzlarına güllerden yapılmış çelenkler asıyor, kimi tutam tutam

yeşil ot yedirmeye çalışıyordu. Ak boğa gözlerini Europa’nın gözlerine dikmiş,

önünde diz çökmüştü. Genç kız uzun boylu düşünmedi, boğanın üstüne binmek

için yenilmez bir istek duyuyordu. Arkadaşları yardım ettiler. Europa, bulutları

kıskandıran ipek bacaklarından birini boğanın üstünden geçirdi. Zeus, genç kızın o

pek hafif ağırlığını sırtında duyar duymaz, sanki dize gelen o değilmiş [ gibi

koş]maya başladı. Kıyıya varınca birdenbire katılaşan dalgaların üstünden aynı

hızla yoluna devam etti. (…) O zamanın kızları bahtsızdılar efendimiz… Çünkü

tanrılar binbir kılık değiştiriyor, çeşitli biçimlere giriyorlardı. Genç bir kız,

karşısındaki Tanrı mı, hayvan mı nasıl anlayabilirdi? Karşıda Girit adası

görünüyordu. Tanrılar tanrısı Zeus bir içim su Europa’yı oraya götürecekti. Kıyıya

varınca dayanamadı. Europa’yı Tanrılığının bütün gücüyle sevdi. Öylesine bir

sevgi duymuştu ki, hemen oracıkta, o günden beri yaprakları hâlâ yemyeşil duran

bir çınar ağacı oluverdi. Bugün de o sevgi ağacı Girit kıyısındaki yerindedir,

yaprakları yaz kış yemyeşildir.”452

Romanda bu mitosa yer verilmesinin sebebi, Argos ülkesinin kapılarının her

zaman aşka açık olduğunu vurgulamaktır. Sosyal hayatta uygun görülmeyen aşk,

Halim’in kafasını kurcalamakta ve Halim’i çaresizliğe sürüklemektedir. Mitosta Zeus,

aşk için her şeyi yapan ve aşka inanan bir yapıda yer almaktadır. Bu durumda Argos

ülkesinin vezirleri, Argos’un kapılarının her zaman aşka açık olduğunu söyler. Bu

mitostan sonra Halim’in Rahmi’ye yardımcı olduğu görülür. Rahmi’ye âşık olduğu

kadınla beraber yaşayabilmesi için bir iş bulur ve onları sık sık ziyaret ederek destekler.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Sodom ve Gomore adlı romanında İstanbul’da

işgalci kuvvet olarak bulunan Captain Read, yakışıklılığıyla ve kültürlü oluşuyla kitapta

452

Orhan Hançerlioğlu, Başka Dünyalar-Oyun, Remzi Kitabevi, İstanbul 1962, s. 224-225.

Page 160: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

145

birkaç kez Apollon’a benzetilmiştir. Bu bölümle ilgili alıntılara Apollon maddesinde yer

verilmiştir. Ancak Captain Read, Apollon’a benzetilse de onun birbirinden çok farklı

kişilerle sık sık gönül ilişkileri yaşaması ve çapkın oluşu okura Zeus’u hatırlatmaktadır.

“Hem hangi birine lâf anlatacak? Etrafını saran bu sıkışık kuşatma kolu Büyük

Britanya ordusundan daha karman çormandır. Bunun içinde yalnız Türk değil,

Rumu var, Ermenisi var, Yahudisi var; dulu, evlisi, genci, geçkini var; kumralı,

esmeri, tombulu, narini var; bunun içinde Juliette gibi hassası, Ophelia gibi

hayalperesti; bunun içinde Kleopatra gibi işvelisi, Katerina’dan ihtiraslısı var.

Zavallı Gerald Jackson Read bir eski Romalı sofrasına davet edilmiş gibi hangi

yemekten yiyeceğini şaşırıp kalmıştı. Henüz otuzuna girmeden yavaş yavaş

kanıksamış hovardalara mahsus bir vakitsiz bezginliğe düşüyordu.”453

Zeus, Orhan Hançerlioğlu’nun Oyun adlı romanına yaşadığı aşk ilişkilerinin yanı

sıra insanları cezalandıran güç olarak konu olmuştur. Eserde kendini Argos ülkesinin

aşk ve erdem temsilcisi olarak ilan eden Halim’i tanrılığa özenmek ve tanrılarla boy

ölçüşmekle suçlar. Onu uyarmak için Themis’i gönderir. Themis ile yaptığı konuşmada

tanrılardan korkmadığını, aradığı sonsuz aşkı ve erdemi tek başına bulabileceğini dile

getirir:

“ –Kocan olacak ihtiyar zampara bana vız gelir. Benimle uğraşacağına kız

kardeşleriyle sevişmekten, genç Nympha’ların peşinde dolaşmaktan vazgeçsin.

Aradığımı, kimsenin yardımı olmaksızın, kendi kendime bulabilirim. Çünkü ne

aradığımı biliyorum. Aradığım, evrende, her şeye rağmen varolması gereken

sonsuz insan sevgisidir.”454

Halim’in iş yerinde müdür muavini olan Rıza Bey ölmüştür. Bu ölümle

Halim’in içini üzüntüden çok bir sevinç kaplamaktadır. Çünkü bu ölüm Halim’in terfisi

ve daha iyi hayat standartları anlamına gelmektedir. Ancak Halim bu denli mutlu

olmanın erdemli olmaktan çok uzak olduğunu bildiğinden vicdan azabı çekmektedir. Bu

azap sırasında kendini yine Argos ülkesinde buluverir.

“Fildişinden yapılmış ak bir taht üstünde, sık saçları, kıvırcık sakaliyle dehşet

verici bir Dev oturuyordu. Arslanlarınkine benzeyen başında bir dağ büyüklüğü

vardı. Kocaman gövdesiyle kalın kolları çıplaktı. Belinden aşağı geniş saçaklı bir

453

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, Bilgi Yayınevi, Ankara 1966, s.9. 454

Orhan Hançerlioğlu, Başka Dünyalar-Oyun, Remzi Kitabevi, İstanbul 1962, s. 250.

Page 161: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

146

örtü sarkıyor, vücudunun bütün adeleleri teker teker görünüyordu. Sağ elinde bir

yıldırım, sol elinde bir değnek tutuyordu. Ayaklarının dibinde yatan kara bir kartal,

gözlerini hayranlıkla onun yüzüne dikmişti.

İkinci bir kahkaha Halim’i iliklerine kadar titretti.

İhtiyar Dev:

–Erdem ve aşk temsilcisi ha? (…) Bir de utanmadan Tanrılığa özeniyorsun.

İhtarımın üstünden daha yirmi dört saat geçmeden seni nasıl da yakaladım? İşte,

şimdi bütün küçüklüğünle avuçlarımın içindesin. Sana Themis’i değil kardeşim

Pluton’u göndermeliydim. O senin dilinden daha iyi anlardı. Yanılmışım.

Görüyorsun ya, bacaksız, Tanrılar bile yanılırlar.

Halim doğruldu. Kendisinin de işitmediği bir sesle:

–Benden ne istiyorsun? Diye inledi.

–Sen bir alçaksın.

–Ben bir insanım.

Dev yeniden kahkahalar attı.

–Benim için aynı şey, dedi.

(…)

Sakallı devam etti:

–İhtiyarın ölümü seni sevindirdi.

Halim kıvrandı, direnmeye çalıştı:

–Hayır, hayır, yalan.

–Ben Tanrılar Tanrısıyım, yalan söylemem. Hiçbir duygunu benden

gizleyemezsin. Yerini alacağın adamın ölümünü duyduğun zaman, büyük sevincin,

gözbebeklerinde parlıyordu. Kirpiklerinin arasında, hemcinslerine has, kahbece bir

ışık vardı. Sonsuz insan tutkusu çirkin yüzünü kaplamıştı. Bunları başka bir yaratığın

yüzünde görseydim belki acırdım. Ötekilerde zavallılığın belirtisi olan bu insancalık,

Tanrılığa özenen sende ne kadar gülünç oluyordu bir bilsen.

Kahkahalar, gök boşluğunu sarıyordu.

Halim dikildi. Cesaretle onun yüzüne baktı. Birden kendine gelmiş, bütün

gücünü toplamıştı. Kafa tutarcasına:

–Ben, tanrılığa değil, insanlığa özeniyorum, dedi.

–Öyleyse ötekiler gibi kusurlu ol, kötü kal, kendi kendine yenil. İstersen bana

diren ama kendine direnme. Dilersen bütün evreni yargıla, ama kendi duygularını

yargılamaya kalkma. Bir taş gibi, bir bitki gibi, bir hayvan gibi nasıl yaratıldıysan öyle

Page 162: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

147

kal, kendini onarma. O zaman sana başımı bile çevirmem. Emrimdeki Tanrılar bir

Kartalın nefes alışı kadar kısa olan ömrünü bitirmen için yeter de artar sana.

Halim dişlerini gıcırdattı.

–İhtiyar zampara, diye haykırdı, miskin cezaların, değersiz armağanlarınla işin

içinden sıyrılacağını mı sanıyorsun?

–Küstahlık etme… Küçümsediğin o ölçüler bunca yıldır hemcinslerine

mutluluk getirdi.

–Eksikliklerden faydalandın. Tamamlanmalar seni her zaman ürküttü.

Korkaksın. Benimle uğraşman da bunu ispat eder.

Zeus sinirlenmeye başlamıştı. Artık gülmüyordu:

–Sersem… diye bağırdı, göğe doğru yükselmeye çalışırken yerdekilerden de

olacaksın. (…) Senden önce bu yolu sınayanların nasıl yenildiklerini bilmiyor musun?

–Beni yenemeyeceksin.

–Görürüz.”455

Alıntılanan diyalogda Halim, Yunan mitolojisinde Zeus’a başkaldırmasıyla ünlü

Prometheus’u simgelemektedir. Diğer insanlardan farklı olarak erdem ve sonsuz, temiz

aşkın peşinde değerleri ve kendini sorgulamaktadır. Yarım oluşu ona acı vermektedir ve

tamamlanmaya çalışırken Zeus’a kafa tutmaktadır. Romanın sonunda Halim, Zeus

tarafından cezalandırılır. Onun da sonu Prometheus’a benzer. Rıza Bey’in yerine

kendinin geleceğini düşünürken Sabiha Hanım’ın getirildiğini öğrenir. Bunun yanı sıra

sonsuz aşkı bulduğunu düşündüğü kadın olan Hülya’nın da evli ve çocuklu olduğunu

öğrenir. İntihar etmeye karar verir.

“Borunun ağzından fışkıran gaz, coşkun bir fısıltıyla havayı dalgalandırdı.

Koltuğa oturmuş, bir ayağnı öbürünün üstüne atmıştı. Bir sevgiliyi bekler

gibiydi.

Gözlerinin önünde pembe kelebekler uçuşuyorlardı.

–Hülyâm benim, diye mırıldandı, beni sevemeyeceğin kadar sev.

Allahaısmarladık.

On üçüncü yüzyıl kuyusunun içindeydi.

Kuyunun başına bütün tanıdıkları üşüşmüşlerdi. (…) Bulutların arasından

görünen Zeus sevinç nâraları atıyordu. Kuyunun dibinde ikinci bir kuyu daha vardı.

Halim bütün gücüyle çıkrığı çeviriyordu. Zorlanmadan gerilen adaleleri kopacak

455

Age, s. 254-256.

Page 163: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

148

gibiydi. Vücudu ter içinde kalmıştı. Boyun damarları şişiyor, yüzü morarıyordu.

Saatlerce çevirdiği çıkrıktan eline bomboş bir kova geçiyordu. Kovayı tekrar

kuyuya atıyor, aynı delice çalışmayla çıkrığı yeniden çevirmeye başlıyordu.

Bomboş kovalar yukarı çıktıkça yukarıdaki seyirciler gülmekten katılıyorlardı. O

zaman, kovayı yere fırlatıp duvarlara saldırmaya başlıyordu. Kafasını çarptığı

duvarların birinden yasak, öbüründen günah, üçüncüsünden ayıp diye sesler

geliyordu. (…) Dördüncü duvar karşılık vermiyordu. Halim kanlar içinde, tekrar

kuyunun başına dönüyor, yeniden kovayı suya fılatıyor, aynı delice güçle çıkrığı

çevirmeğe başlıyordu. (…) yasak, günah, ayıp; yasak, günah, ayıp sesleri daracık

kuyunun içinde curcunalar yaratıyordu. Boş kovaların çakırtıları bu seslere, bu

sesler kahkahalara, kahkahalar Zeus’un nâralarına nâralar tekrar çakırtılara,

kahkahalara, seslere karışıyor; bu hercümercin ortasında Halim’in, boşanan bir

zemberek gibi, çılgınca didindiği, uğraştığı, başını duvardan duvara çarptığı

görülüyordu. (…)

Ölürken, havagazında, Argos güllerinin kokusu vardı.”456

Halim’in Prometheus’tan farkı kaderine boyun eğip pes etmesidir. Romanın son

sayfalarına kadar insan aklının, sevgisinin ve erdemli olmanın sözcülüğünü yapan

Halim, gerçek hayatta karşılaştığı olumsuzluklar karşısında yenilip intihar etmeye karar

verir ve kendini Zeus’a teslim etmiş olur.

III. 2. 2. Mitolojik Kahramanlar

III. 2. 2. 1. Adonis

Adonis, ensest bir ilişkiden doğmuştur. Doğumu şu şekilde anlatılmaktadır:

“Suriye kralı Theias ya da Kıbrıs kralı Kinyras’ın Myrrha ya da Smyrna

adında bir kızı varmış, tanrıça Aphrodite’in lanetine uğrayan bu kız babasına

tutulmuş, onunla sevişmek istemiş. Dadısının kurduğu bir düzenle babasının

yatağına girmiş ve on iki gece onunla sevişmiş, son gecesi de gebe kalmış. O gece

babası yanında yatan kadının kendi kızı olduğunu anlamış ve bu korkunç günahı

temizlemek için kılıcıyla kızının üstüne yürüyüp onu öldürmek istemiş. Ama

tanrılar Myrrha’ya acımışlar ve onu babasının elinden kurtarmak için bir mersin

456

Age, s. 287-288.

Page 164: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

149

ağacına çevirmişler. On ay kadar sonra ağacın kabuğu çatlamış, gövdesinden dünya

güzeli bir bebek çıkmış.”457

Bu bebek Adonis’tir. Bebeğe âşık olan Aphrodite onu yeraltına kaçırır. Ancak

Persephone de ondan hoşlanır. Aphrodite ve Persophone arasında bir anlaşmazlık çıkar

ve Zeus, Adonis’in altı ay Aphrodite’de ve diğer altı ay Persophone’de kalmasına karar

verir. Yakışıklı delikanlı ilkbahar ve yazı Aphrodite’le birlikte geçirecektir. Adonis ava

çok meraklıdır. Aphrodite onu her türlü tehlikeden korumaya çalışsa da bir gün Adonis

ormanda yalnızken karşısına bir yaban domuzu çıkar ve bu domuzu yaralar. Canı yanan

domuz Adonis’e saldırır. Adonis’in kanayan vücudu kırmızı bir çiçeğe dönüşür.458

Behçet Necatigil ve Azra Erhat bu çiçeğin Manisa lalesi olduğunu söylemektedir.

Behçet Necatigil Mitologya adlı eserinde Aphrodite’nin Adonis’i ararken

ayağına diken battığını ve damlayan kanlardan güller saçıldığını yazmaktadır. Adonis’in

kızgın yaz sıcaklarında doğanın aniden sararıp solmasının sembolü olduğunu söyler.

Yazın en sıcak zamanlarında kadınların içinde solmuş çiçeklerin bulunduğu saksılarını

alarak temsili Adonis heykelinin etrafına dizdiğini ve ağıtlar yaktığını dile

getirmektedir.459

Adonis’in Sümer mitolojisindeki karşılığı Tammuz, Aphrodite’nin ise

İnanna’dır. İnanna da sevgilisi için yer altına inmektedir. Frigya’da ise Adonis’in

karşılığı Attis ve ona âşık olan ana tanrıça da Kybele’dir.460

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Sodom ve Gomore adlı romanında Azize

Hanım bir tanrıçaya benzetilirken genç Fransız sevgilisi de Adonis’e benzetilmektedir.

Bu betimleme şu şekildedir:

“Koyu ve geniş sürmeleri zaten koyu ve iri olan gözlerine asırların ötesinden

bakan Asyalı bir Tanrıçanın heybetli güzelliğini vermişti.

Bu muhteşem Mısır melikesinin yanında genç Fransız Bahriyelisinin bir

kumral Adonis’ten farkı yoktu. Ona her bakışında sanki içten bir rüyaya dalmış

gibi gözleri süzülüp süzülüp gidiyordu.”461

457

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 11. 458

Edith Hamilton, Mitologya, Çev. Ülkü Tamer, Varlık Yayınları, İstanbul 2011, s. 63. 459

Behçet Necatigil, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969, s. 29. 460

Halikarnas Balıkçısı, Anadolu Efsaneleri, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1974, s. 87. 461

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, Bilgi Yayınevi, Ankara 1966, s. 308.

Page 165: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

150

Azize Hanım, evli olmasına rağmen bu genç Fransız bahriyelisinde aradığı aşkı

bulduğunu zannetmektedir. Bu sebeple onu bir an olsun yanından ayırmamaktadır. Genç

sevgilisi şarklı yaşam tarzına meraklıdır. Bu sebeple Azize Hanım, bir davette kendisini

bir Mısır melikesine benzetmeye çalışmıştır.

III. 2. 2. 2. Akhilleus ve Hektor

Akhilleus Troya (Truva) Savaşı’nın en önemli kahramanıdır. Myrmidon’lar kralı

Peleus ile Nereid Thetis’in oğludur.

Menelaos’un karısı Helena, Troyalı Paris tarafından kaçırılır. Bu olay üzerine

Yunanlılar Troya’ya savaş açarlar. Efsaneye göre Troya Savaşı patlak verince Thetis

Akhilleus’a kız elbiseleri giydirip kadınların arasına göndererek onu bu savaştan uzak

tutmak ister. Troya’ya doğru yola çıkmayı bekleyen komutanlar Akhilleus’u bulması

için Odysseus’u görevlendirirler. Odysseus bir kurnazlık yapar. Çarşıda satıcı kılığına

girip önüne kumaşların, mücevherlerin ve silahların bulunduğu eşyalar koyar. Aniden

savaş borularını çaldırır. Diğer kızlar kaçışırken Akhilleus hemen Odysseus’un

önündeki silahlara uzanır. Böylece kimliğini belli eder. Akhilleus, dostu Patroklos, silah

hocası ve ustası olan Phoiniks, Mrymidonlar elli gemiye binerek Troya’ya doğru yola

çıkarlar.462

Troyalıların başında da Hektor bulunmaktadır. Hektor, Kral Priamos ve

Hekabe’nin oğludur.

Dokuz yılın sonunda hala sonuç vermeyen Troya Savaşı’na tanrılar da katılır.

Akhilleus ve Agamemnon arasında çıkan bir anlaşmazlık yüzünden Akhilleus küser ve

savaşa katılmaz. Bu sebeple Yunan ordusu motivasyonunu yitirir. Akhilleus’un en

yakın arkadaşı Patraklos onu savaşmaya ikna edemez ve sonunda onun zırhını giymeyi

teklif eder. Akhilleus kabul eder. Yunan ordusu savaşma arzusunu tekrar kazansa da

Patraklos, Hektor tarafından öldürülür. Bunun üzerine Akhilleus intikam almak için

yemin eder. Thetis oğlu için Hephaistos’a zırh yaptırır. Hektor’la çarpışan Akhilleus

arkadaşının intikamını alır ve Hektor’un ölüsünü arabasına bağlar, yerlerde

sürükleyerek Troya’nın çevresinde dolaştırır.463

462

Behçet Necatigil, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969, s. 41. 463

Edith Hamilton, Mitologya, Çev. Ülkü Tamer, Varlık Yayınları, İstanbul 2011, s. 139-146.

Page 166: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

151

Hektor’un öldükten sonra arabanın arkasına bağlanarak yerlerde dolaştırılması

olayına Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Sodom ve Gomore adlı romanında şu şekilde

yer verilir:

“Necdet’in, bulunduğu yüce yerden artık böyle süfli şeyleri görmeğe

tahammülü kalmamıştı. Başının üstü gibi ayaklarının altı da bir an önce

temizlenmek istiyordu. Hıyanetin, zulmün yarı ezilmiş bir yılan haline girip

topraklarda sürünüşü onun hıncını yatıştıracağı yerde büsbütün artırıyordu. Genç

adam, Truva Kalesi’nin etrafında galip Akiles’in hiç sönmiyen bir kin ile mağlup

düşmanı Hektor’un cesedini zafer arabasına bağlayıp niçin yerden yere

sürükleyerek dolaştığını ve nihayet bununla da öfkesini alamıyarak bir kayanın

üstünden neye yumruklarını ısırdığını şimdi her vakitten daha iyi anlıyordu.”464

Roman kahramanı Necdet, İstanbul’daki işgal kuvvetlerine karşı kin ve nefret

duymaktadır. Kin ve nefretin her şeye sebep olabileceğini düşünür. Akhilleus’un

Hektor’u neden yerde sürüklediğini böylece daha iyi anlar.

III. 2. 2. 3. Amazonlar

Amazonlar savaşçı kadın kahramanlardır. Atlarla savaşırlar. Mitolojiye göre

savaş tanrısı Ares ve Harmonia’nın kızlarıdır. Daha iyi ok kullanabilmek için sağ

memelerini kestikleri ya da özel bir operasyonla yaktıkları, bu sebeple de A-mazon

kelimesinin memesiz anlamına geldiği söylenmektedir. Halikarnas Balıkçısı tarihi

kalıntılarda ya da sanatsal eserlerde Amazonların memesiz olarak görülmediğine dikkat

çeker. Başka bilginlere göre ise A’nın şiddet ve kuvvet anlamlarına geldiğini

söylemektedir. Erkek gibi savaşan bu kadınların aldığı bu ismin güçlü kuvvetli göğüslü

ve memeli anlamına geldiği söylenir. Bu kelimenin anlamı hakkında pek çok iddia

vardır.465

Amazonlara ait efsaneler İsa’dan önce 20. yüzyıldan 12. yüzyıla kadar

dayanmaktadır. Başkenti Themiskyra kenti (Terme Çayı civarında olduğu tahmin

edilmektedir.) olmakla birlikte Kuzeydoğu Anadolu coğrafyasında yaşamışlardır.

Hititler de bu coğrafyada yaşamış olup bu merkez sonraları Hellenik ve Pontos olarak

adlandırıldı. Amazonlar daha sonraları Anadolu’nun batısına gelerek İzmir, Efes gibi

464

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, Bilgi Yayınevi, Ankara 1966, s. 355. 465

Halikarnas Balıkçısı, Anadolu Efsaneleri, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1974, s. 20-21.

Page 167: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

152

şehirleri kurmuşlardır. Bu şehirlerin adlarının Amazonların adları olduğu ileri

sürülmektedir. Bunun yanı sıra Yunanistan, Trakya, İskit, Suriye, Arabistan ve Mısır’a

akınlarda bulunmuşlardır.466

Amazonlarla ilgili efsaneler çoktur. Aslında bunlar hayal ürünü efsaneler

değildir. Çünkü Hitit ve Grek kabartmalarında Amazonlar gerek kullandıkları savaş

aletleri gerekse görünüşleri bakımından birbirine benzer bir şekilde gösterilmiştir.

Amazonlarla ilgili en çok bilinen efsane içinde bulundukları toplumu sadece kadınların

yönetmesi ve erkeklerle sadece üremek için ilişki kurmalarıdır. Her ilkbaharda ekmiş

oldukları tarlalar verimli olsun diye komşu kabiledeki erkeklerle saban izleri üzerinde

çiftleşmişlerdir. Doğan kız çocukları aralarına katıp erkek çocukları ise sakatlayarak

kendilerine hizmet amacıyla kullanmış ya da öldürmüşlerdir. Erkeklerin egemenlik

kurmak istediği, onlara karşı başkaldırdığı toplumlarda ise ergenliğe girmiş olan

erkeklerin üreme organlarını kesip ana tanrıçaya (Kybele ya da ondan gelişen on sekiz

memeli Artemis) sundukları söylenir.467

Verimin artması için toprak üzerinde ilişkiye girme motifi Yaşar Kemal’in

Ortadirek adlı romanında görülür. Çukurova’ya göç ederken türlü aksiliklerden dolayı

köylünün ardında kalan Ali, köylüye yetişip en verimli pamuk tarlasını kapmanın

hayalini kurmaktadır. Bu hayalini gerçekleştirmeye çalışsa da pek çok engelle karşılaşır.

Buna rağmen hayalinde Çukurova’ya varınca Döndülü Gelin’le tarlada beraber olmayı

kurar:

“Sıcak bir gecede. Sıcak değil, ılık. Garbi yeli efil efil ederken. Denizin

üstündeki ak, yelken bulutları gönderir o yeli. Şafağa karşı, hava soğur azıcık.

Ülker yıldızı, pervazlanıp ışık saçar dönerken. Yatırmalı Döndülü gelini sıcak,

yumuşacık pamuk tarlasının toprağına. Kalçaları toprağa gömülür. Ilık tadına

doyulmaz. İnsanın başı döner. Bedeni yeyniler, uçar. Böylesi insanoğlunun başına

bir ömürde ancak bir kere gelir. Döndülü gelin bu işi iki kere yapmaz.”468

Bu hayal, sadece cinsel birliktelik arzusu anlamı taşımamaktadır. Toprağın

üzerinde birlikte olunarak yıllardır hasreti çekilen bolluğa da kavuşalacaktır.

Amazonlarla ilgili başka bir anlatı da Akhilleus’un Amazon kraliçesi

Penthesilleia’ya âşık olmasıdır. Troya Savaşı’nda Akha adına savaşan Akhilleus,

466

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 32-33. 467

Halikarnas Balıkçısı, Anadolu Efsaneleri, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1974, s. 21-22. 468

Yaşar Kemal, Ortadirek, Remzi Kitabevi, İstanbul 1960, s. 166.

Page 168: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

153

Troyalılara yardım eden Amazonların kraliçesi Penthesilleia’yı erkek sanmış ve onu

öldürmüştür. Yüzünü açtığında ise genç ve güzel bir kadın olduğunu görmüş ve ona

âşık olmuştur. Yas tutmuştur.469

Amazonların yaşam biçimi anaerkil bir toplum düzeninin varlığını işaret

etmektedir. Amazonlar sadece kadınların üstün olduğu, erkeklerin sadece ihtiyaç olarak

kullanıldığı bir toplum yapısına sahiptir. Eş odaklı bir yaşamdan ziyade çocuk, üreme,

soyu devam ettirmenin önemli olduğu gözlemlenir. Erkeklerin sosyal yaşamda

üstlendiği savaşma, toplumu yönetme gibi rolleri Amazonların da üstlendiği görülür.

Halikarnas Balıkçısı’nın eserlerinde ataerkil bir düzenin hâkim olduğu yaşama

alanlarında kadın kahramanların biri erkek gibi yaşadığı için yüceltilmiş, özgürleşmiş

hatta bireyselliğini kazanmış şekilde okurun karşısına çıkarken diğer kadınlar genellikle

edilgen ve teslimiyetçidir. Erkeklerin buyruğundan çıkmazlar. Bu eserlerde erkeklerin

bakış açısıyla kadınlar genellikle cinsel nesne olarak yer alırlar.

İdealize edilen kadın kahramanlardan biri Aganta! Burina! Burinata! adlı

romandaki Fatma’dır. Fatma’nın annesi küçük yaşta öldüğü için babası Ateşoğlu’yla

büyümüştür. Babasıyla birlikte balığa çıkıp kürek bile çekmektedir. Savaşçı bir ruhu

vardır. Kıza “Erkek Fatma” lakabı takılmıştır. Bunun sebebi Fatma çıplak bir şekilde

denize girmişken İbrahim’in Fatma’nın elbiselerini alıp kaçmasıdır:

“Fatma da İbrahim’in maksadını hemen çaktı ki denizden fırlayınca

elbiseleriyle kaçmakta olan İbrahimin peşine düştü. Ben uzakta idim, fakat Fatma

İbrahime yetişerek elbiselerini aldı ve onu tokatladı. (…) İbrahim, Fatmanın saçlarını

kavramış onu sürüklemeğe çalışıyordu. Fakat Fatma dişi bir pars gibi üzerine atıldı

ve onu devirdi.”470

Bu olayı duyan halası Fatma’nın büyüdüğünü bu sebeple de kapanması, bir daha

denize girmemesi ve erkeklerden kaçması gerektiğini söyler. Zorla kapatılan Fatma,

fıtasını fırlatarak bu düzene başkaldırır. Romanın başkahramanı ve anlatıcısı Mahmut

bir süreliğine bir gemiyle sefere çıkar. Seferden döndükten sonra Fatma’yı aramaya

koyulur. Fatma’yı gördüğünde fıtasıyla iyice kapandığını görür. Yaklaşınca bunun

nedenini anlar. Fatma’nın yüzü dağıtılmıştır. Bu olay şu şekilde anlatılır:

469

Halikarnas Balıkçısı, Anadolu Efsaneleri, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1974, s. 19-29. 470

Halikarnas Balıkçısı, Aganta! Burina! Burinata!, Akba Kitabevi, İstanbul 1946, s. 74.

Page 169: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

154

“Gerenkuyudaki Ballı çiftliğe Fatma babasiyle her balığa gittiği zaman Ballı

çiftlik sahibi İsmail Çavuş mutlaka kıza sulanırmış. Bir gün daha ileri giderek

muhafızı diye getirdiği Ahmet ağaya Fatmayı yakalatmağa kalkışmış. Ahmet ağa

Fatmayı yaka paça sürükliyemiyeceğini anlayınca bıçak çekmiş. Fatma bir taşla

çiftlik ağası muhafızını yere sermiş. Ondan sonra bir yaban kedisi gibi İsmail

çavuşun üstüne saldırarak birkaç sille ve tokatta onu da muhafızın yanına sermiş.

(…) Fakat bu dayak meselesinden sonra bir taraftan çiftlik sahibi, muhafızları ve

ortakçıları bir taraftan da Ateşoğlu ve kızı arasında merhametsiz ve amansız bir

mücadele başlamış. (…)Fatma dipte salınan birkaç iri balığı dalıp çıkarmak için

soyunmuş. Tam o sırada sık çalıların arasından keskin bir ıslık çalınmış, ve bir

tüfek patlamış. İşte o zaman Fatmanın bir gözü akmış. İri saçmalar, kıpkızıl şişeler

gibi Fatmanın yüzüne gözüne ve gerdanına batmışlar.”471

Bir kadının tüm bu acıya dayanması mümkün olmadığı hâlde Fatma’nın hiçbir

şey olmamış gibi kürek çekmeye devam etmesi ve mücadeleci bir ruha sahip olması

Amazonlara benzetilebilir. Mahmut Fatma’yla evlenmek ister ancak Fatma bir daha

dönmemek üzere uzaklara gider.

Okuyucuya Amazonları hatırlatan başka bir kadın kahraman da Ötelerin

Çocuğu’ndaki Elif, diğer adlarıyla Tiycan ya da Karakız’dır.

Kitap Elif’in bebeğini doğurduğu anla başlar. Doğum anı bir savaş anı gibi

yansıtılmıştır. Hayatta kalma savaşında Elif’in ne kadar cesur olduğu daha ilk sayfalarda

verilir:

“Ölümün yılan kılıcı, kelle uçurmıya hazırlanan cellât palası gibi kadının

başının üstünde çark ediyordu. Ölümle hayat karşılaşmış, çarpışıyorlardı. Kadın

elleriyle bomboş havaları pençeleyip tırnakladı. Düşmanının elle tutulur bir

gövdesi yoktu ki, gırtlağına sarılsın… Sancılar git gide daha keskin ve daha

öldürücü, birbirini kovalıyordu. Sonunda kadından öyle bir çığlık koptu ki,

bağırışın öylesini insan ölmeden iki kere haykıramaz, bir dinleyen de olursa,

çıldırmadan iki kere işitemez. İşte o zaman mert doğurucunun gövdesi, doğuma

yarıldı.”472

Kitapta geriye dönüş tekniği (flash back) kullanılarak Elif’in çocukluğuna

dönülür. Elif de Fatma gibi babası tarafından büyütülmüştür. Babası pars avındayken

471

Age, s.123-125. 472

Halikarnas Balıkçısı, Ötelerin Çocuğu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1955, s. 6.

Page 170: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

155

yaralandığı için çalışamaz hâle gelmiştir. Annesi çalışırken babası ona bakmıştır. Babası

da annesi de beş yaşındayken ölen Elif, ablalarıyla büyümüştür. Dört ablasıyla birlikte

yaşayan Elif, sünger avı için abisi Aliş’in yazdığı mektuplardaki dış âlemi hayal

dünyasında kurar, ataerkil düzeni anlayamaz ve “Neden erkekler istedikleri yere gidip

istedikleri gibi çalışıyorlar da bizler yerli yerimizde mıhlı kalıyoruz, anlamıyorum?”

diye sorardı. Ablalarının cevabı ise “Eskiden beri böyle de ondan!”473

olurdu. Bu soru

ataerkil düzene olan başkaldırıyı ve erkeklerin sahip olduğu yaşama duyulan özlemi

ifade eder.

Elif daha çocuk yaşındayken Şeytanderesi’nin ürkütücü kayalıklarının arasında

hiç korkmadan dolaşır. Tüm kadınların korktuğu ve köyde haydut olarak tanınan

Kerimoğlu’yla karşılaşır. Korkusuzca onunla konuşur. Kerimoğlu ona bir beşibirlik

verir. Köyün zenginlerinden olan Hacı Resul’ün aklı fikri kötülüktedir. Hacı Resul

neden Kerimoğlu’nun ona beşibirlik verdiğini öğrenmek için kıza bir tokat atar ve

küçük yaşına rağmen Elif de ona el kaldırır. Ablaları “«A şuna bak, Hacı Efendiye el

kaldırıyor.» diyerek üzerine davranırlar.”474

Hacı Resul bu olay üzerine Elif üzerinden

Kerimoğlu’na bir tuzak hazırlamaya kalkışır. Elif, bu tuzağa alet olmak istemez.

“Kız ocağın yanında asılı duran içi boş su kabağından evin koca bıçağını

kaptı, sapını parmaklarını ağartan bir şekilde sıktı. Damarlarında babası pars avcısı

Mazılı Şerif’in kanı mı kabarmıştı ne? Faltaşı gibi açılan gözleri öyle bir bakışla

baktı ki, Hacı Resul korkunç bir uçurumun kenarına gelmişmiş gibi bir iki adım

geriledi. (…) «Ak fıtanla gitmezsin ha? A kara iblis!» diye bağırdı, «Ver bana o

beşibirliği ver» diye uzattı. Karakız beşibirliği çıkarıp önüne, yere attı, sonra

kanayan dudakları arasından suratına kanlı bir tükürük tükürdü.”475

Bu olayın üzerinden yıllar geçmiş ve Elif yirmi sekiz yaşına gelmiştir. Hacı

Resul Elif’in güzelliğine kapılır ve ona sulanmaya hatta taciz etmeye kalkışır. Elif’in

teslim olmayışı, aksine müdahalede bulunuşu şu şekilde anlatılır:

“Karakız’ın dudaklarına doğru eğilince, burnuna öyle bir yumruk yedi ki,

gözünde güneşler, aylar patladı, yıldızlar şarıl şarıl yağdı. Yelpaze sallıyan, yahut

göz süzerek karanfil tutan bir elin, bülbül kanadı çırpışına benziyen tokadı değildi

473

Age, s. 97. 474

Age, s. 27. 475

Age, s. 28-29.

Page 171: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

156

bu. Kazma, çapa, orak kullanmış bir elin yumruğuydu! Hacı Resul’ün burnu

kırıldı.”476

Bu olaydan iki yıl sonra Elif İstanbul’dan bir görev için köye gönderilen Şefik

Ulvi Bey ile tanışır. Şefik Ulvi Bey, Elif’i çok romantik bulur ve evli olduğunu

gizleyerek Elif’e yaklaşır. Köydeki tüm iğrençliklerin karşısında Elif, tahsil görmüş

olması ve dış âlemi bilmesi belki de bu köyden onu kurtaracak tek kişinin o olması

sebebiyle Şefik Ulvi Bey’e hayranlık duyar ve âşık olur. Bir gece gizlice buluşurlar. Her

ikisinde de birlikte olmanın arzusu vardır ancak Şefik Ulvi Bey, İstanbul’daki evliliğini

riske atmak istemez ve kendini nefsine hâkim güçlü bir erkek olarak görür. Daha ileri

gitmek istemez ve geri dönmeyi teklif eder. Elif ise dünyaya bir çocuk getirme arzusu

duyar:

“Tiycan duyguyla, ağır davudî sesiyle gene «Hayır, dönemeyiz!» dedi. Bu anda o,

ölümü çarpmak için yaratılışın kınından çektiği parlak kılıcıydı. Kanun mu?

Tepesinden tırnağa kadar kanun kendisi idi. (…) Adam, Tiycan’ın soluğunu yüzünde

duydu. Tâ uzaktan çağıran bir çığlık gibi Karakız yavaşça: «Bu dakika seninim!»

dedi.”477

Alıntıdan da anlaşılacağı üzere Elif, birleşeceği ve kendisinden bir çocuk sahibi

olacağı adamı Amazonlar gibi kendisi seçmektedir. Şefik Ulvi Bey ise daha fazla karşı

koyamaz ve beraber olurlar. İstanbul’a geri dönen Şefik Ulvi Bey, bir süre sonra mektup

gönderir. Elif’i ne kadar sevdiğinden bahseden mektuba bir de hamile kaldıysa çocuğu

aldırtabileceğini ekler. Bunu duyan Elif öfkelenir:

“Ay, erkek diye tanıyıp bildiği bu kıtipyoz, bu ödlek duygulu ve düşünceli

herif miydi? Kendisini ayarttığını, baştan çıkarttığını sanıyordu. (…) Hayır!

Çocuğunun babası yoktu! Çocuk yalnız kendisinindi. Biricik anasının yavrusuydu,

babası mabası yoktu. Bu mektup, Karakız’a ne kadar yalnız kaldığını bildirdi.

Yalnız kalmış olmasından dolayı hiç de üzgün değildi. Tesadüf, bir an için bu

adamı koynuna atmıştı. Fakat kadınlığının ve analığının, bu adamdan ve bu adamın

inandıklarının topundan daha üstün olduğunu, daha büyük olduğunu

duyuyordu.”478

476

Age, s. 305. 477

Age, s. 334-335. 478

Age, s. 340-341.

Page 172: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

157

Adamı koynuna atmak, eşten çok kadınlığın ve analığın üstünlüğü, bireyselliğin

hissi tüm bunlar Elif’in bir Amazon ruhuna sahip olduğunu gösterir.

Hacı Resul Elif’e sahip olamamanın verdiği hırsla Elif’in çocuğunu tek başına

doğurduğunu ve büyüttüğünü bilmeyi hazmedemez ve ona bir tuzak hazırlar. Tuzak

karşısında Elif, bir Amazon gibi hemen baltayı kapar kendini ve çocuğunu savunur.

Elif’e saldıranlar kalabalık olduğu için saldırıya karşı koyamaz ve ölür.

Hüseyin Nihal Atsız’ın Bozkurtlar Diriliyor adlı romanında da Amazonların izi

görülmektedir. Orta Asya’da yaşayan Türklerin İslam’ı kabul ettikten sonra anaerkil

hayat düzenini terk etmemiş oldukları, kadınların erkeklerle savaşa gitmekle kalmayıp

yönetimde söz sahibi olmaları hatta boyu yönettikleri, eşlerini kendilerinin seçtikleri

görülür.

Amazonların savaşçı ruhu Urungu’nun çocukluk hatırası aracılığıyla annesinin

bir Çinli’yle dövüşünde görülmektedir:

“Bir de dövüş hatırlıyordu. Kendisi otların üzerinde yatıyordu. Birisi elinde

kılıçla kendisine saldırıyordu. Hayır, kendisine değil, orada başka birisine, hem de

bir kadına, hem de kendi anasına saldırıyordu. Bu bir Çinliydi. Hatta Çin çerisiydi.

Anasının elinde kılıç vardı. Vuruşuyorlardı.”479

Bu romanda daha çok Dokuz Oğuz boyunda Baz Kağan’ın kızı olan Ay Hanım

üzerinden Amazonlarla bir benzerlik kurulabilir. Ay Hanım, güzelliğiyle pek çok kişiyi

kendine hayran bırakır. Ona âşık olanlardan biri de Ersegün’dür. Ersegün aslında

babasının öcünü almak için Ay Hanım’ın karşısına çıkar. Yaptıkları karşılaşmada Ay

Hanım’a yenilir. Yara alan Ersegün Dokuz Oğuz boyunda iyileşene kadar kalır. Bu süre

içinde boyun yaşlı kadınlarından biri Ay Hanım’dan vazgeçmesi için Ersegün’e öğüt

verir. Bu öğütte Ay Hanım’ın Amazonlarla benzerlik gösteren yönleri şu şekilde yer

alır:

“Ay Hanım’ın yiğeni kamdı. Ona gizli bilgilerden çok şey öğretti. Ay Hanım

insanın yüreğinden geçenleri anlar, ne yapacağını sezer, düşündüğünü bilir. Ona

karşı durulmaz. Yirmi üç yaşında olduğu halde hâlâ evlenmedi. Çünkü kendisine eş

olabilecek eri bulamadı. (…) Ay Hanım’ın kendisi ne kadar güzelse yüreği de o

denli katıdır. Bileği güçlüdür. Uçan kuşu gözünden vurur. At yarışında onu kimse

geçemez. En özlü savaşçılarla kılıç oynar. Beş yıl önce Kadır Bağa ile vuruşup onu

479

H. Nihal Atsız, Bozkurtlar Diriliyor, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1962, s. 13.

Page 173: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

158

yere serdi. Koca yüzbaşı az kalsın ölüyordu. O günden beri kimse onunla

evlenmeğe kıyışamaz.”480

Alıntıda Ay Hanım’ın babasının ölümünden sonra Dokuz Oğuz boyunun başına

geçmesi ve boyu yönetmesi yer almaktadır. Ay Hanım boyu yönetmekle de kalmaz,

savaşlara katılır. Pek çok yiğidi kılıç karşılaşmasında yener. At yarışında onu geçebilen

yoktur. Onunla evlenebilmek cesaret işidir.

III. 2. 2. 4. Atalante

Atalante usta bir avcı olarak bilinmektedir. Atalante’nin babası bir oğlunun

olmasını istemektedir ancak çocuğunun kız olduğunu öğrenince kızını dağ başına

bırakır. Dişi bir ayı bu kızı yetiştirir. Usta bir avcı olan ve bir erkek gibi görünen bu

kızın talipleri çoktur. Atalante bir koşu düzenlenmesini ister. Bu koşuda kendisini geçen

erkekle evleneceğini söyler. Kıza âşık olan Meleagros, Aphrodite’nin yardımıyla kızı

geçer. Kızın önüne sırayla üç altın elma fırlatarak kızın ilgisini dağıtır ve yarışı

kazanır.481

Bu mitos Bozkurtların Ölümü adlı romanda Gök Türklere mensup, Işbara Alp’in

kızı Almıla’da görülür:

“Ötüken’in en güzel kızı olan Almıla birçok gönülleri kendisine bağlamıştı.

Hele Onbaşı Pars’la birlikte Çinlilerle çarpışarak bir Çinliyi öldürdüğü duyulalı

beri ünü artmış, gönüllüleri çoğalmıştı. (…) Almıla soylu bir aileden olmasa bile

onunla evlenmek için onu razı etmek gerekiyordu.”482

Kara Kağan’ın eşi Çinli prenses İçing Katun’un kardeşi Şen-king de güç sahibi

olmak amacıyla ve de Almıla’nın efsanevi güzelliği sebebiyle Almıla’yla evlenmek

isteyenler arasındadır. Tek başına Almıla’nın kalbini kazanamamış, onu evliliğe razı

edememiştir. Bunun üzerine İçing Katun devreye girer. Verdiği evlilik buyruğu üzerine

Almıla buyruğu tek bir şartla kabul edebileceğini söyler:

480

Age, s. 85. 481

Edith Hamilton, Mitologya, Çev. Ülkü Tamer, Varlık Yayınları, İstanbul 2011, s. 131-134. 482

H. Nihal Atsız, Bozkurtların Ölümü, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1955, s.135.

Page 174: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

159

“Buyruk senindir. Ama benim de bir şartım var. Ben benden oğlak kapan,

yarışta beni geçen bir erle evleneceğim. Türk türesine göre bir kız böyle bir şart

koşabilir.”483

İçing Katun’un emrine karşı gelmeyen Almıla, kendinden emin bir şekilde şart

koşar. İçing Katun’un kardeşinin onu geçebilecek güce sahip olmadığını bilmektedir.

III. 2. 2. 5. Bakkha’lar

Bakkha’lar Şarap Tanrısı Dionysos’un Thaisos şenliklerinde Dionysos’un

yanında yer alan, ormanlarda ve dağlarda çılgınca dans eden kadınlardır. Diğer adları

Bakkhant’lar, Mainad’lar, Thyiad’lar’dır.484

Şarap Tanrısı Dionysos’un bir diğer adı da Bakkhos (Latince Bacchus yahut

Liber)’tur.485

Bakkha adının da bu kelimeden türediği düşünülmektedir.

“Bakkha’lar, sonbaharda dağlara çıkarlar, geceleri meşalelerin ışığında,

coşmuş-azgın çalgı çalar, oyun oynar, bağrışırlardı. Elbiselerinin üstünde,

omuzlarından bir ceylân postu (Nebris) sarkar, ellerinde Thyrsos sopaları olurdu.

Öldürdükleri ceylânların üzerine atılır, etlerini dişleyip çiy çiy yerlerdi. Euripides,

«Bakkha’lar» tragedyasında Pentheus’un nasıl öldüğünü anlatır: Pentheus, bu

Dionysos bayramının yapılmasına engel olmak istemişti. Tanrı onu cezalandırdı:

Pentheus, erkeklerin alınmadığı bu şenlikte Bakkha’ları gizlice dinlemek isterken,

aralarında annesi Agaue de bulunan kudurmuş kadınlar tarafından parçalandı.”486

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Sodom ve Gomore adlı romanda Bakkha’lar

“Bacchanale” olarak yer almaktadır. Madam Jimson’un Bakkha’lara benzeyen

dizginlenemeyen arzuları ve grup olarak ilişkiye girmeleri şu şekilde anlatılmaktadır:

“Madam Jimson (…) gemisine genç ahbaplarını davet edip neşeli ve şenlikle

bir deniz gezintisine çıktı. Bu gezinti sırasında Madam Jimson kendisini her dakika

bir başkasına vermek istiyordu. Güneşten bal rengi almış güzel vücudu, hiç

dinmiyen bir şehvet ürperişiyle titriyordu. Ne Doktor Jean Prade’ın hünerli elleri,

ne genç bahriyelilerin çevik kolları, ne de İngiliz zabitinin doymak bilmiyen ağzı,

bu vücuttaki taşkın ihtirası yatıştırmıyordu. Yunan mitolojisindeki deniz

Bacchanale’ini andıran bu grup bazı geceler dalgaların arasından, ya büyük adanın

483

Age, s.137. 484

Behçet Necatigil, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969, s. 102. 485

Age, s.21. 486

Age, s. 102.

Page 175: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

160

Yat Kulübü’ne ya Tarabya’nın Tokatlıyan Oteli’ne çıktıkları vakit en “sinique”

İngilizlerle en gariplik düşkünü Amerikalılar bile başlarını döndürüp yüzlerine

bakmaktan utanıyordu.”487

Yakup Kadri’nin Bir Sürgün adlı romanında ise Provansa’daki hiçbir kadının

Dionysos’a alay kuran Bakkha’lar gibi olmadığından bahsedilmektedir:

“Şu şarap ve üzüm mıntıkası Provansa’da, şarapla üzüm tanrısı, Asyai

Diyonizos’a acaba hangi coşkun Bakanta’lar müvekkip (alay) kurmağa layıktır? Şu

misafir olduğun Oberj’de (Han) hizmet eden tombul, kızıl ve karnivor (etobur)

mahluk mu? Yoksa sabahtan akşama kadar kapının arkasındaki demir çekmeceye

her gün kazandığı paraları istif etmekten başka bir şey bilmeyen Oberjistin’in karısı

mı?”488

Bakkha’lar, Orhan Hançerlioğlu’nun Oyun adlı romanında da yer almaktadır.

Romanda Halim, sevdiği kadının adını öğrenince mitik dünyası olan Argos ülkesini bir

sevinç kaplar ve Bakkhalar dâhil pek çok mitolojik kahraman ve varlık meydanda

toplanır:

“ –Adı neymiş?

Sesi, güçlükle çıkıyordu.

Başvezir, yeniden eğildi:

–Hülya, efendimiz… dedi.

Meydan, mutlulukla uğuldadı.

Tüylü Satyr’ler, kardan daha ak nymphe’ler, pınar perileri Naiad’lar, kaplan

derisinden gocukları içinde dağınık saçlı Bakkha’lar, Helikon dağından inmiş

Musa’lar, raks ustaları Kureta’lar, ev Tanrıları Penat’lar, kaçırılmanın tadını tatmış

Leukippidler, at ayaklı insan gövdeli Kentaur’lar, dev yapılı Lapith’ler, şarkılarla

şenliklerin Tanrıçaları Kharit’ler, Vezüv dağı eteklerinin yiğit cengâverleri

gigant’lar, bereket Tanrıçaları Hora’lar Argos kızlarının arasına karışmışlardı.”489

Roman kahramanı Halim, sonsuz ve saf aşkı aramaktadır. Yıllar önce ailesi onu

bir kızla evlendirmiştir. Ancak bu evliliğin temeli saf aşka dayanmamaktadır. Halim,

her yerde saf aşkın peşindedir. Karşılaştığı her kadına dikkatlice bakarak bu aşkın

temsilcisi olup olmadığını analiz etmektedir. Halim, bir gün iş arkadaşı vefat ettiği için

487

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, Bilgi Yayınları, Ankara 1966, s. 315-316. 488

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Bir Sürgün, İletişim Yayınları, İstanbul 1983, s, 299. 489

Orhan Hançerlioğlu, Başka Dünyalar-Oyun, Remzi Kitabevi, İstanbul 1962, s. 274.

Page 176: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

161

onun evine taziyeye gider. Taziye evinde kahve dağıtan kadın Halim’i çok etkiler ve

yıllardır aradığı aşkının o olduğuna kanaat getirir. Adının ne olduğunu araştırmaya

koyulur. Argos ülkesinde vezirlerine onun adını sorar. Adını öğrendiği an Argos

ülkesini bir sevinç kaplar. Pek çok tanrı, tanrıça, mitolojik kahraman ve mitolojik varlık

bu ülkenin meydanına toplanır. Bunlar arasında Bakkha’lar da bulunmaktadır.

III. 2. 2. 6. Demokles

Demokles, Sirucusa tiranı yaşlı Dionysos’un nedimidir. Dionysos’un yanında

durmadan kral olmanın verdiği mutluluğu övdüğü için Dionysos’u bıktırır. Dionysos

ona bir ders vermek ister. Bir gün için tahta onun geçmesini ve bu duyguyu tatmasını

söyler. Bir günlüğüne tahta geçme fikri Demokles’i çok sevindirir. Tahta geçtiğinde

tahtın üzerinde ince bir sicime bağlı kılıç bulunmaktadır. Bundan tedirgin olan

Demokles aslında yöneticiliğin ne kadar zor, endişe verici ve tehlikeli bir iş olduğunu

anlar.490

Bu mitosa bağlı olarak Demokles’in Kılıcı pek çok dilde deyimleşmiştir.

Yakup Kadri Hüküm Gecesi adlı romanında bu deyime yer vermektedir:

“1908 inkılâpçıları artık, kendi keyiflerine boyun eğmeyen Millet Meclisi’ni

dağıtmak için padişahı bir sopa gibi kullanmak istiyorlardı. Kanuni Esasi’nin

35’inci maddesi değiştirilirse, padişah lüzum gördüğü vakit Meclisi Mebusan’ı

kapatabilecek ve böylece 35’inci madde Democles’in Kılıcı gibi daima Mebusan

Meclisi’nin başı üzerinde sallanacaktı. İşte 1908 inkılapçılarının muhalefeti

susturmak için buldukları silah, meşrutiyet rejimi için böylesine tehlikeli bir

silahtı.”491

Kanuni Esasi’nin 35. Maddesi Demokles’in kılıcına benzetilerek Mebusan

Meclisi için bir tehdit unsuru olarak ele alınmıştır.

490

İhsan Özcan, “Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Romanlarında Sanat ve Mitoloji”, Marmara

Üniversitesi Yeni Türk Edebiyatı Bilim Dalı, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 2002, s.

85. 491

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Hüküm Gecesi, İletişim Yayınları, İstanbul 1983, s. 146.

Page 177: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

162

III. 2. 2. 7. Ganymedes

Troya kralı Tros’un üç oğlundan biridir. Ölümlüler arasında en güzel delikanlı

olan Ganymedes, İda Dağı’nda sürülerini otlatırken Zeus’un kartalı tarafından

kaçırılmıştır. Olympos’a getirilerek Zeus’a şarap sunan bir hizmetli yapılmıştır.492

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur adlı romanında İhsan, okurun karşısına

Ganimed’in kartalı olarak çıkmaktadır.

“Daha ilk günden bütün sınıf ona hayran olmuştu. İhsan onlar için Ganimed’in

kartalı gibi bir şey olmuştu. Daha ilk günde yakalamış, vâkıa herhangi bir

Olympos’a çıkarmamış, fakat hiç olmazsa kendi kendilerine yürüyecekleri bir

yolun başına getirmişti.”493

İhsan, Ganymedes’i yakalayan kartal gibi öğrencileri ilk günden yakalayan ve

hayatlarında büyük etki yaratan bir tarih hocası olmuştur. O, öğrencileri Olympos’a

çıkarmak yerine kendi kendilerine yürümelerini sağlar.

III. 2. 2. 8. Gordius

Lydia Kralı Midas’ın babası olduğu söylenmektedir. Gordius basit bir çiftçiyken

şehir meydanına bir yük arabasıyla girmesiyle beraber Phrygia Kralı ilan edilir. Çünkü o

şehrin kâhini meydana bir yük arabasıyla gelecek olan kişi o şehrin kralı olacaktır, der.

Gordius yük arabasını tapınağa götürür. Efsaneye göre bu arabanın okunu boyunduruğa

bağlayan ip kördüğüm olmuştur. Bu düğümü çözecek olan kişinin tüm Asya’ya egemen

olacağıyla ilgili bir söylenti ortaya çıkmıştır. Büyük İskender de bu düğümü çözmek

için uğraşmış ancak çözemeyince kılıcıyla düğümü kesmiştir.494

Çok partili hayata geçişle birlikte Halk Partisi’nin önde gelen isimlerinden

Namık Ahmet, bağlı olduğu partiden ayrılarak Demokrat Parti’ye geçme kararı alır.

Yakın arkadaşı Halil Ramiz ise bu karara anlam verememektedir. Sebebini sorduğunda

ise Halk Partisi’nin inkılâplara sadık kalmadığından ve Cumhuriyet ilkelerini

gözetmediğinden bahseder. Halil Ramiz bu kararın gerçekten yanlış gidişatı düzeltmek

için mi olduğunu yoksa başka amaçları mı olduğunu düşünmektedir. İşte bu düşünce de

Gordius’un arabasındaki kördüğüm gibi olmuştur:

492

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 116. 493

Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, Dergâh Yayınları, İstanbul 2004, s. 39. 494

Halikarnas Balıkçısı, Anadolu Efsaneleri, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1974, s. 84-85.

Page 178: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

163

“İşte Halil Ramiz’in Namık Ahmet’ten ayrıldığı nokta bu “Yoksa?..”nın

kocaman düğümündeydi ve bunu çözmek hiç de kolay değildi. Zira, her biri bir

başka olayın, bir başka cereyanın, bir başka ruh halinin irili ufaklı yüzlerce

ilmiğinden hasıl olma bu kördüğüm, Gordios’u şaşkına çevirip İskender’in kılıcını

aciz bırakacak kadar dolaşık ve sıkışıktı.”495

Bu kördüğüm, daha sıkı, daha karışık bir düğüm hâline gelmiştir ki İskender’in

kılıcı bile bu düğüm karşısında aciz kalacaktır.

Hikmet Erhan Bener’in Gordium adlı bir romanı bulunmaktadır. Ancak bu

romanda mitik unsurlar yer almamaktadır. Romanda Dr. Nevzat ve karısı Macide’nin

ilişkisinin bir kördüğüme dönüşmesi konu edilir. Bu sebeple romana Gordium adı

verilmiş olabilir. Nevzat’ın bu çıkmaz ilişkiyi bir türlü çözememesi onu buhrana

sürükler.

III. 2. 2. 9. Herakles (Herkül)

Roma mitolojisinde Herkül olarak anılan Herakles Yunan mitolojisinin en

önemli kahramanlarından biridir. Annesi Alkmene babası da Amphitryon olarak bilinir.

Ancak babası Zeus’tur. Alkmene’ye âşık olan Zeus, Amphitryon savaştayken onun

kılığına girerek Alkmene’yi hamile bırakır ve Herakles doğar. Hera, bu olayı öğrenince

Herakles’e doğumundan itibaren büyük bir kin beslemeye başlar. Daha beşikteyken

Herakles’i öldürmesi için odasına iki büyük yılan gönderir. Herakles’in ikizi olan

İphikles yılanları görünce ağlamaya başlar. Alkmene odaya girdiğinde Herakles’in iki

yılanı elinde tuttuğunu görür.

Herakles’in maceraları bebeklikten başlar. Herakles gün geçtikçe güç kazanır

ancak bu güç çoğunlukla kontrolsüz bir güçtür. Üç çocuğu ve karısı Megara’yı farkına

varmadan öldürür. Sonra çok pişman olur Delphoi tapınağına gidip bu suçtan arınmak

için ne yapması gerektiğini sorar. Tapınak görevlisi Mykenai Kralı Eurystheus’un

buyuracağı görevleri yerine getirirse bu suçtan arınabileceğini söyler. Mykenai

Kralı’nın buyurduğu on iki iş mitolojide Herakles’in İşleri olarak bilinir. On iki görevi

de başarıyla yerine getirir. Mykenai Kralı onun bu gücünden çekinir. Herakles’in

Admetos’un eşini tekrar hayata döndürmek için ölümle bile güreştiği, ölümü yendiği

495

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Panorama, İletişim Yayınları, İstanbul 1987, s. 495.

Page 179: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

164

anlatılmaktadır. Kendi hayatına da kendi son verir. Tanrılar da onu Olympos’a çıkarıp

ölümsüz yaparlar. Hera’yla barıştırılıp onun kızı Hebe’yle evlendirilir.496

Yunan mitolojisinin en güçlü ölümlü kahramanı olarak bilinen Herakles, Yakup

Kadri’nin Hüküm Gecesi adlı romanında Roma mitolojisindeki adıyla okurun karşısına

çıkmaktadır:

“Ahmet Kerim bu tecavüzden ürkerek karşı kaldırıma geçti. İçinden:

‘Kuvvetli olmak ne iyi şey!’ dedi ve yan gözle bu devlerin iri gölgelerine baktı.

Ahmet Kerim de bu gece, bu devlerden biri olsaydı kendini daha güvenli bulacaktı.

Samiye ile görüşürken bir tecavüze uğradı mı, kendisini bir Herkül gibi müdafaa

etmesini bilecekti.”497

Bu alıntıda Herkül’ün sadece güçlü oluşuna bir göndermede bulunulmuştur.

Ahmet Kerim kendisini tehlikede hissettiği için o an için Herkül’e benzeme arzusu

taşımaktadır. Onun gibi güçlü olamamanın verdiği sıkıntı bu şekilde yanstılmıştır.

Panorama adlı romanda da Herkül’den şu şekilde bahsedilmektedir:

“Bugünkü günde halk yığınlarının içinden nice Prometeler, nice Herküller

çıkıp durmaktadır. Gökyüzü, gece-gündüz yüzlerce, binlerce ikrarla dolup dolup

boşalıyor. Ademoğlu yıldırımı çoktan eline aldı ve Zeus’u tahtından indirip

sakalından sürüyor.”498

Kurtuluş mücadelesinden sonra halk, yönetimi yani ateşi eline almış ve ülkesini

kendi kararlarıyla yönetir hâle gelmiştir. Bu mücadelenin kahramanları Prometheus ve

Herkül’e, padişah ise Zeus’a benzetilmiştir. Halk, padişahın saltanatını yerle bir

etmiştir.

III. 2. 2. 10. Hippolytos ve Phaidra

Atinalı kahraman Theseus, Amazonların ülkesine gidip oradan Antiope adlı

Amazon’u (Herakles bu Amazon’un adının Hıppolytae olduğunu söyler.) kaçırır.

Antiope’den Hippolytos adlı bir oğlu olur. Oğlunu küçük yaşta kendi büyüdüğü şehre

gönderir. Theseus hayatının son yıllarında Adriane’nin kız kardeşi Phaidra ile evlenir.

496

Edith Hamilton, Mitologya, Çev. Ülkü Tamer, Varlık Yayınları, İstanbul 2011, s. 119-129. 497

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Hüküm Gecesi, İletişim Yayınları, İstanbul 1983, s. 122. 498

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Panorama, İletişim Yayınları, İstanbul 1987, s. 444.

Page 180: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

165

Yıllar sonra Theseus oğlunu görmek için karısı Phaidra’yı da yanına alarak

büyüdüğü şehre gider. Oğlunu oldukça büyümüş, yakışıklı bir delikanlı olarak görür.

Bundan sonra ayrılmamaya karar verirler. Hippolytos hızlı bir koşucu ve usta bir

avcıdır. Aşka inanmaz bu sebeple de Aphrodite’ye saygı göstermez. Sadece Artemis’e

saygı gösterir. Aphrodite de bu duruma çok kızar ve üvey annesi Phaidra’yı

Hippolytos’a âşık eder. Phaidra, bu utanç verici durumu dadısından başka hiç kimseye

açamaz. Dadısı da Hippolytos’a üvey annesinin onu sevdiğini bu sevgiye karşılık

bulamazsa öleceğini söyler. Hippolytos, bu duruma çok sinirlenir ve bir daha o eve

babası yokken girmeyeceğini söyler. Hippolytos bahçeden çıkarken Phaidra ve dadısı

göz göze gelir. Phaidra’nın bakışı oldukça öfkelidir. Phaidra intikam almak için

ölmeden önce bir mektup yazar. Mektupta ise Hippolytos’un kendisine tecavüz ettiğini

söyler. Mektubu okuyan Theseus öfkelenir ve Poseidon’dan oğlu üzerine lanetler

yağdırmasını ister. Hippolytos babasını inandıramaz ve krallıktan sürülür. Hippolytos

arabasıyla deniz kenarından geçerken Poseidon Theseus’un dileğini gerçekleştirir ve

dalgalar arasından koca bir canavar fırlatır. Hippolytos’un atları ürker ve Hippolytos

arabadan düşer. Parçalanarak ölür. Theseus ise Artemis’ten oğlunun karısına tecavüz

etmediğini, karısını üvey oğluna âşık edenin Aphrodite olduğunu öğrenir ve derin bir

üzüntüye kapılır.499

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Sodom ve Gomore adlı romanında bu

trajediye bir gönderme yapılır. Bu gönderme şu şekilde yer almaktadır:

“Captain G. Jackson Read bir ormanda avcı tuzağına düşmüş bir geyik gibi

irkiliyor. Bu da onun samimi âşinalarından biriydi ve en tehlikelisi… Çünki, en

hayalperesti idi. (…)

Azize Hanım –bu onun adıdır– bu akşam her nasılsa sözü uzatmadı.

Birdenbire mahzun ve sessiz görünmeyi tercih etti. Tatlı ve mahmur bakışlı

gözlerini belirsiz bir noktaya dikti, daldı, kaldı. O kadar mahzun, o kadar mahzun

bir tavır ki bu sefer Captain G. Jackson Read ona sormak lüzumunu duydu:

–Ne oldunuz? Birden bire bir fenalık mı? Nedir?

Azize Hanım, Phedra’nın Hipplyte sah(ne)den ayrılıp çıkarken arkasından

bakışını andırır zehirli bir bakışla genç zabiti süzdükten sonra birdenbire arkasını

dön(d)ü:

499

Edith Hamilton, Mitologya, Çev. Ülkü Tamer, Varlık Yayınları, İstanbul 2011, s.113-116.

Page 181: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

166

–Ben bu akşam çok içeceğim, çok içeceğim. Bana viski verin, bana ne

isterseniz verin! dedi.”500

Eserin ana kahramanlarından Captain Jackson Read’in etrafı kadınlarla

çevrilidir. Bu İngiliz zabitinin âşıklarından biri de Atıf Bey’le evli olan Jackson

Read’den yaşça büyük Azize Hanım’dır. Daha önce pek çok kez yasak ilişki

yaşamışlardır. Ancak son zamanlarda Captain Read’in ilgisi Leyla’nın üzerindedir ve

Azize Hanım bundan büyük bir üzüntü duymaktadır. Bu üzüntüyle Jackson Read’in

ardından tıpkı Phaidra’nınki gibi bir bakışla bakakalır.

III. 2. 2. 11. Narkissos ve Ekho

Yunan mitolojisinin konu olarak en çok işlenen mitoslarından biri olan

Narkissos ve Ekho iki insanın aşk uğruna harcadığı boş çabayı dramatize eder.

Narkissos bir çiçek olan nergise dönüşürken Ekho ise dağlarda yankı olarak kalmıştır.501

Narkissos ve Ekho’nun dramatik hikâyesi, Orhan Hançerlioğlu’nun Oyun adlı

romanında tam olarak yer almış ve mitosla metin arasında metinlerarası bir ilişki

kurulmuştur. Halim’e Argos ülkesinde mitoslar anlatan Elektra’nın Halim’e anlattığı

son hikâye Ekho’nun hikâyesidir:

“ –Eko’nun hikâyesini bilir misiniz efendim?

–Hayır Elektra.

–Eko, Kefisos ırmağı kıyılarında oturan güzel bir periydi. Kendinden

başkasını sevmiyen Narkisos’a aşık olmuştu… Aşkına karşılık göremeyince uzak

vâdilere, ıssız ormanlara çekildi. Avunmak için binbir çareye başvurdu, olmadı.

Sonunda aşk acısından öldü.

(…)

Aşk acısından ölen Eko’nun vücudu kocaman bir kaya oldu. Çünkü aşk

acısından ölenlerin vücutları taşlaşır. O güzeller güzeli periyi taşlaşmış olarak

görenler bir türlü tanıyamazlar. Ama ne çıkar? O kayadan bugün bile, çağrıldığı

zaman, aşk feryatlarının aksettiği duyulur.

Halim silkindi, kendine gelmeye çalıştı:

–Ya Narkisos? Diye sordu.

500

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, Bilgi Yayınevi, Ankara 1966, s. 21-22. 501

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 211.

Page 182: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

167

–Zeus onu cezalandırdı efendimiz. Durgun bir suda gördüğü kendi yüzüne

aşık oldu. Bu umutsuz aşk içinde inleye inleye can verdi. Kendine erişemezdi

çünkü. Öldüğü yerde açılan çiçek hâlâ o su kıyısında duruyor. Bugünün insanları o

çiçeğe nergis diyorlar.502

Elektra’nın Halim’e anlattığı son mitosun karşılıksız aşkı konu alan bir mitos

oluşu anlamlıdır. Mitosta Ekho da Narkissos da aşklarına karşılık bulamamıştır.

Metinde ise Halim yıllardır aradığı saf aşkın timsali olan Hülya’nın evli ve iki çocuk

sahibi bir kadın olduğunu öğrenecektir. Sadece Argos ülkesinde beraber olabildiği bu

kadın, Halim’in gerçek dünyasında bulunamayacaktır. Bu karşılıksız aşk, gerçek

hayattaki haksızlıklar Halim’i intihara sürükleyecektir.

III. 2. 2. 12. Niobe

Tantalos’un kızı olarak bilinen Niobe Thebai kralı Amphion ile evlenmiştir. Bu

evlilikten yedi kız ve yedi erkek çocuk meydana gelmiştir. Bir Leto festivali gününde

Niobe, Leto’nun sadece Artemis ve Apollon’u doğurduğunu, kendisinin ise daha çok

çocuk doğurduğunu dile getirir ve Leto’yu küçümser. Bunun üzerine Leto çok sinirlenir

ve Apollon ile Artemis’e Niobe’nin çocuklarını öldürmelerini emreder. Apollon ile

Artemis oklarıyla bu on dört çocuğu öldürür. Niobe ise üzüntüden taş kesilir.

Üzüntünün simgesi hâline gelen Niobe’nin Manisa’daki Spil Dağı’nda bir kayaya

dönüştüğü anlatılır. Mitosa göre bu kayanın gözü olarak kabul edilen oyuklardan yaşlar

akmaktadır.503

Niobe’nin çok çocuklu oluşu pek çok anlatıya konu olmuştur. Ahmet Hamdi

Tanpınar Huzur adlı romanında Niobe’ye yer verirken onu kırk çocuklu olarak

betimlemektedir:

“Vapur bekliyenler, biraz sonra evlerine dağılacak semt insanları, plaj

dönüşünde arkadaşlarıyla bir çift laf etmeğe gelenler, her cinsten, her seviyeden bir

kalabalık, akasyaların arasından sızan akşam güneşine Niobé’nin kırk çocuğu gibi

göğüslerini germişler, vaziyet üzerinde konuşuyorlardı: “Hakikaten bu güneşte

kahramanca bir tahamülleri var! Âdeta Homerique.”504

502

Orhan Hançerlioğlu, Başka Dünyalar-Oyun, Remzi Kitabevi, İstanbul 1962, s. 276-277. 503

Halikarnas Balıkçısı, Anadolu Efsaneleri, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1974, s. 82. 504

Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, Dergâh Yayınları, İstanbul 2004, s. 346.

Page 183: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

168

Ahmet Hamdi Tanpınar, Mümtaz’ın bakış açısıyla iskeledeki insanları Niobe’nin

kırk çocuğuna benzetmektedir. Bu çocukların göğüslerini akşam güneşine germeleri ise

ülkenin içinde bulunduğu karışık durumdan ileri gelmektedir. Savaşa girmeye

hazırlanan ülkenin halkı bu duruma kahramanca tahammül göstermektedir.

III. 2. 2. 13. Odysseus ve Penelope

Penelope’nin adı Homeros destanlarında Penelopeia olarak geçer. Troya

Savaşı’nın sebeplerinden olan Helene’nin kuzeni, İkarios’un kızı ve Odysseus’un

karısıdır. Uzun yıllar Odysseus’tan ayrı kaldığı için evlilikte sadakati temsil eder.

Odysseus Troya savaşına gitmek zorunda kalınca İthake Adası’ndaki ve komşu

ülkelerdeki soylu kişiler Penelope’ye talip olurlar. Böylece Odysseus’un mal varlığına

da el koymak isterler. Penelope ise onları oyalamak için bir bez dokuduğunu, bu bez

bitince bir eş seçeceğini söyler. Bu kez Penelope’nin üzerinde tekrar baskı kurarlar ve

Penelope bir şart daha koşar. Bu şart Odysseus’un büyük yayıyla ok atmayı

başarmaktır. Bunu başaran kişiyle evlenecektir. Bu kararı Odysseus’a da haber verir.

Odysseus yetişerek bu taliplerden öcünü alır.505

Sodom ve Gomore adlı romanda Madam Jimson’un evi Penelope’nin evine

benzetilmektedir. Varlıklı bir kişi olan Madam Jimson eşini kaybetmiştir. Bu ölüm

haberinin üzerine tüm erkekler onun evinde toplanır. Yerlisinden yabancısına herkes

onun etrafında bulunarak onun varlığından yararlanmak istemektedirler. Madam Jimson

da bu durumdan oldukça hoşnuttur.

“Madam Jimson hiçbir vakit bu kadar kesif, bu kadar kalabalık bir erkek

hücumuna uğramamıştı. Taksim’deki evi bahtsız Ülis’in karısı Penelope’nin evi

gibi baştan başa tâlipler ve âşıklarla dolmuştu.”506

Alıntıda yer alan Ülis, Odysseus’un diğer adıdır. Sodom ve Gomore dışında

Yaban adlı romanda da bu hikâyeye yer veren ve benzetmelerde bulunan Yakup Kadri,

Penelope’nin sadakati karşısında Türk kadınlarının bu sadakatten yoksun olduğunu

vurgulamaktadır.

“Ben, gittikçe artan bir merak ve heyecanla bu acayip “Odise” kahramanına

bakıyorum. Ülis de, on yıl denizlerde kaybolduydu. Memleketine döndüğü gün bir

505

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 241-242. 506

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, Bilgi Yayınevi, Ankara 1966, s. 244.

Page 184: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

169

domuz çobanın ağılında delikanlı olmuş oğlu ile karşı karşıya geldiği zaman ne

oğlu onu ne o oğlunu tanıdı. Fakat iffetli ve sabırlı karısı Penolope, henüz hiç

kimseyle evlenmemiş onu evinde bekliyordu.

Bu Anadolu ‘Ülis’inin karısı ise çoktan bir başka adama varmıştır. İşte Şerif

Çavuş’un Odise’si burada düğümlenecek. Hem de, kör bir düğümle

düğümlenecek.”507

Yaban’daki kahramanlardan Şerif Çavuş’un karısı ve Sodom ve Gomore’deki

Madam Jimson sadakatsiz davranmıştır. Şerif Çavuş’un karısı, Şerif Çavuş’u

Penelope’nin Odise’yi beklediği gibi sadakatle beklememiştir.

III. 2. 2. 14. Oidipus

Oidipus Yunan mitolojisinin en ünlü ve en trajik kahramanlarından biridir. Onun

trajik hikâyesi, adının tıp gibi pek çok bilim dalında anılmasına sebep olmuştur.

Sigmund Freud bu mitostan esinlenerek Oidipus Kompleksi (Oedipus Complex) teorisini

ortaya atmıştır. Bu teori erkek çocuğun annesine karsı duydugu bilinçsiz yakınlık

nedeniyle babasını kıskanmasını ve bununla ilgili ruhsal bozuklukları nitelemek için

kullanılmaktadır. Freud’a göre 3-4 yaş arası fallik dönemde, erkek çocuklarda babayı

kendine rakip görme ve annenin gözdesi olma şeklinde bir davranış tarzı ortaya

çıkmaktadır. Kısaca, küçük çocuk annesine tümüyle sahip olmak, babasını ise öldürme

isteği duymaktadır.508

Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam adlı romanında bu kompleksin yer aldığı

görülmektedir. Bu eserdeki imgelere yer vermeden önce Oidipus mitosuna yer

verilecektir:

“Oidipus, Thebai kralı Laikos’un oğlu, Labdakos’un torunudur. Anası bazı

kaynaklarda Epikaste diye anılan İokaste’dir. İokaste gebe iken bir düş görür.

Teiresias bu düşü şöyle yorumlar: Kraliçenin karnında taşıdığı çocuk babasını

öldürecektir. Doğar doğmaz bebek dağa bırakılır. (…) Çocuğu bir çoban bulur,

götürür Korinthos kralı Polybos’a verir. (…) Oidipus delikanlılık çağına gelince bir

dedikodu işitir: Kralın oğlu değil de bulunmuş bir çocukmuş diye. Gerçeği tanrı

Apollon’dan öğrenmek üzere Delphoi tapınağına doğru yola koyulur. (…) Tanrı

507

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban, İletişim Yayınları, İstanbul 1983, s. 157. 508

Emet Gürel-Canan Muter, “Psikomitolojik Terimler: Psikoloji Literatüründe Mitolojinin Kullanılması”,

Sosyal Bilimler Dergisi, 2007/1, Ankara 2007, s. 556.

Page 185: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

170

bilicisi ona kendi babasını öldürüp anasıyla evleneceğini bildirmişti. Oidipus

sarsılmış, çileden çıkmıştı, Korinthos’a bir daha dönmemeye kararlıydı. O sırada

kavgaya tutuştuğu bir adamı öldürür.

Bu olaydan sonra Thebai’ye varır. Sphinks’in bilmecelerini doğru şekilde

yanıtlar. Sphinks kendini tünediği kayadan aşağı uçuruma atarak ölmüş. Thebai

halkı da rahat bir nefes almış ve kurtarıcısı bildiği Oidipus’a Laios’tan boş kalan

taçla birlikte karısı İokaste’yi vermiş. (…) Oidipus İokaste’yle birleşerek dört

çocuk üretmiş.

Yıllar geçer, Thebai şehrinde veba salgını baş gösterir. Salgının nedenini

öğrenmek için kaynı Kreon’u Delphoi’ye gönderir. Kral Laios’un katili bulunmalı

ve şehirden sürülmelidir. Bunun üzerine Oidipus katilin izini sürmeye çalışır. Bu

sırada Korinthos’tan bir ulak gelir. (…) Ulak kendisinin Polymos’la Periboia’nın

oğlu olmadığını, saraya bir çoban tarafından getirildiğini söyler. Çoban da getirilip

gerçeği açığa vurunca Oidipus’la İokaste’nin şüpheleri kalmaz. Kraliçe sarayın

içine sığınıp canına kıyar, Oidipus da anası ve karısı olan kadının iğnesiyle

gözlerini kör eder.”509

Aylak Adam’ın ana kahramanı olan C.’nin annesi çok küçük yaştayken ölmüştür.

Onu teyzesi Zehra büyütmüştür. Çocukluğunu babası ve teyzesiyle aynı evde

geçirmektedir. Kendisini teyzesine çok yakın hissetmekte ve babasının teyzesine olan

ilgisi sebebiyle babasına büyük bir öfke duymaktadır. Bu durum onun tüm hayatına etki

edecektir. Kalabalık arasında yürürken, bir film izlerken ya da sevişirken

çocukluğundan sahneler aklına gelecek ve onu halüsinasyonlar görmeye itecektir.

Babasıyla teyzesini beraber yakalayınca babasına saldırmıştır. Bu durumu Oidipus

kompleksiyle benzerlik göstermektedir. C. , babayı ortadan kaldırma duygusuna

sahiptir. Babası ise tam kulağının üzerine bir tokat atmıştır. Bu tokat, C.’nin ruh hâlinin

kötü olduğu zamanlarda sürekli kulağını kaşımasına sebep olmaktadır. Bu bir tik hâline

dönmüştür:

“Akşamüstü Fındıklı’da, önünde durduğu kunduracı vitrininin yarı-aynalaşan

camında, kendini böyle pırıl pırıl görünce irkildi. Tüm bu tıraşlar, bu yıkanmalar,

bu saç yatırma uğraşları salt bugün onunla konuşacağı için miydi? Bilinçsiz biri

olduğundan başka görünme isteği miydi bu? Başkalarında en çok iğrendiğini

509

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 226.

Page 186: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

171

yapmıştı. Elini yüzünde gezdirdi, kulağını kaşıdı. Belki bu da babadan

kalmaydı.”510

C. her zaman babasına benzemekten korkmaktadır. Babası çapkın bir adamdır.

Her fırsatta her kadınla beraber olmaktadır. Eskiden beri belki teyzesi yüzünden, hep

iğrenirdi babasından.511

Babasına benzemekten ne kadar korktuğu, gördüğü bir

halüsinasyon sayesinde öğrenilebilir. Bir gün sinema salonunda öpüşen bir çifti

gözlemlerken halüsinasyon görür ve zihninde evlerinde çalışan hizmetçiyle konuşmaya

başlar:

“ ‘Ah!’diyor. ‘Baban sandım seni. Sizin evde hizmetçiydim ben. Tıpkı baban

gibisin. Bir bıyıkların eksik.’ ‘Defol. Babama benzemem ben.’ ‘Niye kızıyorsun?

Babaya çekmek kötü bir şey mi? Yaman adamdı senin baban. İstesen de istemesen

de onun gibisin sen. Bak nasıl bakıyorsun bacaklarıma.’ Kadın gülüyor. Korkunç

bir öfke kabarıyor içinde. Üstüne yürüyor, ama kadın artık yok.”512

C. romanda Güler ve Ayşe olmak üzere iki kadınla ilişki kurar. Bir gün Ayşe’nin

sinemada neden hep bacaklarını öpüp okşadığı sorusu onu babasıyla yüz yüze getirir:

“ ‘ –Zehra, şu bacakların yok mu?’ Bıyıklarını buruyordu. Filmdeki kadının o

korkunç sesi kulaklarında yeniden çınladı: ‘Babanı öldürdün.’”513

“Babanı öldürdün.” Film repliğinin romanda yer alması tesadüf değildir.

Teyzesine hayranlıkla ve tutkuyla bağlı olan C., babası teyzesine sarktıkça onu öldürme

isteği duymaktadır. Bu durum da Freud’un ortaya attığı Oidipus kompleksiyle ilgilidir.

Fallus dönemin etkileri C.’nin üzerinden silinmemiş aksine her hareketinde her

ilişkisinde çağrışımlarla onu etkilemeye devam etmektedir.

Kadın bacaklarıyla ilgili korku ve arzu gibi duygularını Ayşe’ye anlatırken

bunun sebebinin babasıyla ilgili olduğunu söyler. Babasını ve teyzesini anlatarak bunu

açıklayabileceğini dile getirir. Şu alıntıda Oidipus kompleksinin tüm izlerini görmek

mümkündür:

“ Ben onu daha çok ‘çocuğu yatır’ sözüyle hatırlıyorum. Gündüzleri evde

olmazdı. Komisyonculuk yaptığını söylerlerdi. (…) Hemen her gece babam eve

510

Yusuf Atılgan, Aylak Adam, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2000, s.53. 511

Age, s. 12. 512

Age, s. 22. 513

Age, s. 120.

Page 187: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

172

girer girmez beni, teyzemle oynadığımız oyunlardan, masalların mutluluğundan

ayırırdı. ‘Çocuğu yatır!’ derdi. (…)

Beni Zehra teyzem büyüttü. Onu kıskanç, bencil bir sevgiyle severdim.

Olaylar onunla yalnızlığımızı bozup bozmadıklarına göre iyi ya da kötüydüler. (…)

Babamda korkunç bir kadın düşkünlüğü vardı. Onun gibi olmama kararını, bu

iğrençlikleri gördükçe vermiş olacağım. Salt onun rahatını kaçırmak için üstüne

giderdim. Tokatlardı beni. Nasıl istiyordum bu dayakları bir bilsen! Onlar beni

‘babayı sevmeme’ azabından kurtarıyorlardı. O zamanlar teyzemin kötü dediği bu

adamın metresi olduğunu bilmezdim. (…) İlkokulu bitirdiğim yaz, bir gün odada

dergi okurken kapı çalındı. Açılıp kapanınca babamın sesini duydum. ‘ –Hizmetçi

nerde?’ Teyzem ‘ –Dışarı çıktı.’ dedi. ‘ –Ya çocuk?’ ‘ –Ortalıkta yok.’ (…) Sonra

bir sessizlik… Eğilip aralık kapıdan baktım. Babam bir koluyla teyzemin etekliğini

kaldırıp sarmış, öteki eliyle çıplak bacaklarını okşuyordu. ‘ –Zehra, şu bacakların

yok mu?’ dedi. Çevrem kararır gibi oldu. Fırladım. Üstlerine atıldığımda bacaklar

hâlâ çıplaktılar. ‘ –Bırak onu, bırak!’ diye bağırdım. Elini ısırdım. Birden sol

kulağıma yapıştı. Pis, yakıcı bir acı duydum.”514

C.’nin davranışlarındaki bozukluğun sebebi çocukluğunda yaşadığı bu olaya

dayanmaktadır. Bu olaydan sonra kulağı yırtılmış olan C. , hayatı boyunca ne zaman bir

kadınla ilişki yaşayacak olsa kulağını kaşıma ihtiyacı hissedecektir.

Oidipus kompleksi genellikle cinsel dürtülerle ilişkilendirilmektedir.

“Erkek çocuğun annesine karşı duyduğu çekim ve bunun gerekçesi olan

Oedipus kompleksi, ancak bunların öyle yapılması gerektiği üzere imgeler olarak

değil de, oldukları gibi sunuldukları ölçüde çarpıcı olmaktadırlar. Çünkü gerçek

olan Anne’nin İmgesi’dir, yoksa Freud’un öyle anlaşılmasına izin verdiği gibi şu

veya bu anne değildir. Aynı anda hem kozmolojik, hem de antropolojik, hem de

psikolojik olan gerçekliğini ve işlevini açık eden Anne’nin İmge’sidir.”515

Mircea Eliade, bu kompleksin basit bir cinsellikle açıklanamayacağını

söylemektedir. Bu cinselliğin ilk ve en yüce kozmolojik işleve sahip olduğunu dile

getirir.

514

Age, 120-122. 515

Mircea Eliade, İmgeler Simgeler, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, Gece Yayınları, Ankara 1992, s. XXII.

Page 188: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

173

III. 2. 2. 15. Orion

Bir takımyıldızın adı olan Orion, mitolojide avcı olarak yer alır. Deniz tanrısı

Poseidon ile Girit kralı Minos’un kızı Euryale’nin oğludur. Poseidon ona deniz üstünde

yürüme yeteneği verir. Kadınlarla olan ilişkisi sebebiyle başına türlü belalar gelir.

Merope ile olan ilişkisi sonucu gözleri kör edilir. Homeros’a göre Eos’u kaçırdığı için

Zeus bunu iyi karşılamaz ve Artemis’e Orion’u öldürmesini söyler.516

Başka bir

efsaneye göre ise Artemis’e yanaşmaya çalıştığı için Artemis tarafından öldürülür.

Artemis Orion’un üzerine bir akrep gönderir ve Orion akrep sokması nedeniyle ölür.

Orion ve Scorpion (akrep) gökyüzünde birbirine zıt yönlerdedir ve biri batarken diğeri

doğmaktadır.517

Orion’un ölümüyle ilgili başka bir efsane daha vardır:

“Orion ve av tanrıçası Artemis evlenmek üzere nişanlanmışlardır. Ancak

Artemis’in erkek kardeşi Apollon bu evliliğe karşı çıkmaktadır. Apollon, Artemis’e

kötü bir oyun oynamıştır. Artemis çok iyi bir okçudur. Apollon bir gün Artemis’le

denizde çok uzakta görünen bir karaltıyı vurup vuramayağı konusunda iddiaya

girmiştir. Artemis, tek atışta hedefi kolaylıkla vurmuştur. Ancak, vurduğu hedefin

nişanlısı Orion olduğunu öğrenince acı içinde kalmıştır. Bu olaydan sonra Ay

tanrıçası Artemis yaşama olan bağlılığını kaybetmiş ve içindeki acıyı

dindirememiştir. Bu nedenle, Ay bu kadar soğuk ve hayat içermeyen cansız bir

yerdir. Artemis, Orion’un bedenini gümüşten yapılmış Ay arabasına koyarak kendi

elleriyle gökyüzüne taşımıştır. Artemis nişanlısı Orion’un yıldızlarının, bulunduğu

bölgedeki en parlak yıldızlar olması için özel olarak karanlık bir bölge

seçmiştir.”518

Halikarnas Balıkçısı’nın Aganta! Burina! Burinata! adlı romanında Mahmut,

denizciliğe başladıktan bir müddet sonra İstanbul’a gider. Delikanlılık zamanlarını

yaşayan Mahmut randevu evlerinden birine gider. Randevu evinden çıkınca önceki

yaşamıyla şimdiki yaşamını gözden geçirir.

516

Behçet Necatigil, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969, s. 119-120. 517

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 229. 518

Yasemin Örs, “Takımyıldızların Mitolojik Öyküleri”, Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve

Uzay Bilimleri, Özel Konu, Ankara 2001, s.92.

http://m.friendfeed-media.com/86127bf3fe9c406f6c46461226cb1e7a97d13738.

Page 189: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

174

“Hani denize açıldığım ilk gece direk başında gördüğüm Oriyon yıldızları

gökte pırıl pırıl parlıyorlardı. Başımın üstünde, kapının önündeki kırmızı fenerse

domates gibi sulu ve yılışık bir gözdü. Palamut bükünde Aliş ile konuşup

umduklarımız ne, dünyanın bize verdiği neydi?”519

Mahmut, tiksinti, utanç ve hayretle kendini sokağa attığında denizciliğe

başladığı ilk zamanlardaki saf hayallerle dünyadaki bazı gerçeklikleri karşılaştırırken

saf hayalleri Orion yıldızları kadar parlak bulmaktadır.

III. 2. 2. 16. Orpheus

Yunanlıların en eski şarkıcı-şairlerinden, ilk ozanlarındandır. Daha çok

Eurydike’ye olan aşkı sebebiyle Yeraltı Ülkesi’ne inişi mitosuyla bilinmektedir. Behçet

Necatigil, Orpheus hakkında şu şekilde bilgi vermektedir:

“Troya savaşından önce yaşadı. Çokluk, babasının Oigeros, annesinin de

Musa’lardan Kalliope olduğu söylenir. Thrakia’lı idi, Argonaut’lar seferine katıldı.

Apollon, ona bir Lyra vermişti. Lyra’yı çaldıkça bütün tabiat kendinden geçer,

vahşi hayvanlar kulak kesilir, ağaçlar kayalar çalgının büyüsüyle yürümeye

başlardı. Karısı Eurydike bir yılan sokmasından ölünce Orpheus Yeraltı ülkesi’ne

indi; sazının nağmeleri gölge ruhlara bile dokundu. Ölüler Ülkesi’nin merhametsiz

tanrıçası Persephone, şaire acıdı, Eurydike’yi geri vermeye razı oldu. Yalnız,

yeryüzüne çıkana kadar Orpheus, arkasına bakmayacaktı. Orpheus yolda

dayanamadı, Eurydike’nin sahiden gelip gelmediğini anlamak üzere arkasına baktı,

bakınca da karısı tekrar geri alındı. Yeryüzüne eli boş dönen Orpheus, bütün

kadınlardan nefret etti. Vahşi yaradılışlı Thrakia kadınları da onu parça parça

ederek cezalandırdılar; başını ve Lyra’sını denize attılar. Akıntılar, şarkılar

söyleyen, çalan baş ile Lyra’yı Lespos (Midilli) Adası’na götürdü. – Orpheus,

Thrakia’dan doğru altıncı yüzyılda Yunanistan’a ve İtalya’ya yayılan Orphik dinin

kurucusu sayılır.”520

Orpheus’un mitosunda iki unsur önemlidir. Birincisi müziğin gücü, ikincisi ise

Eurydike’yi kaybetme korkusu ve ona ulaşma arzusu. Banu Kıran Ahmet Hamdi

Tanpınar’ın Eserlerinde Mitoloji adlı yüksek lisans tezinde aynı unsurların Huzur adlı

romanında da bulunduğundan söz etmektedir:

519

Halikarnas Balıkçısı, Aganta! Burina! Burinata!, Akba Kitabevi, İstanbul 1946, s. 109. 520

Behçet Necatigil, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969, s. 100.

Page 190: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

175

“Mümtaz, -Orpheus’un ölen karısı Eurydike’yi ölüler diyarından lirinin

nağmeleriyle diriltmek isteyişi gibi- Şeyh Galip’i, Dede Efendi’yi, III. Selim’i, II.

Mahmud’u musıkînin nağmeleriyle diriltir. Nuran’ın “Bu kadar ölüyü birden

diriltmek doğru muydu?” sorusu, bu bağlamda önemlidir.”521

Huzur’da Nuran Eurydike’yi simgelemektedir. Eurydike Yeraltı Ülkesi’ne

kaçırılırken Nuran müziğin etkisiyle “imkânsızın kapılarına kadar gidiyor ve orada dal

dal, yaprak yaprak henüz sararmış bir sonbahar gibi savruluyordu.”522

“Kudûmün ağır ve çok derinden, âdeta toprağın altından, yüz binlerce ölümün

küllerini silerek gelen âhengi olmasa belki büsbütün uçacak, bütün maddesiyle

kaybolacaktı. Fakat o derin âhenk, artık hiç kendisi olmayan benliğine her an

değiştiği şeylerin arasından, artık bizim olmayan bir zamanın davetiyle yol

gösteriyor, mucizeli işaretleriyle derinliklerde birtakım perdeler açılıyor ve Nuran,

onun peşinde ikiz bir ruhun parçasıymış gibi bu sade özlerden dünyanın

değişikliğinde, kendisini, öbür yarımını, kim bilir belki de bütününü arıyordu.”523

Müzik büyülü etkisiyle Nuran’ı başka âlemlere davet etmekte ve Nuran bu

âleme doğru sürüklenmektedir.

“Nuran, orada dağlar başında büyük rüzgârların didiklediği kendi hayalini

iyice seçmeden, ebediyen kapanmış kapıların arkasından kâh Mümtaz’ın süzülmüş

yüzünü görüyor, kâh Fatma’nın “anne” diye yalvaran sesini işitiyordu.”524

Nuran, Eurydike’nin Yeraltı Ülkesi’nde Orpheus’tan uzak kalışı gibi kendisini

ebediyen kapanmış kapılar arkasında hissetmektedir. Bu kapının diğer tarafında ise

Mümtaz ile kızı Fatma yer almaktadır. Nuran’ın müzikle birlikte başka bir âleme

geçtiğini hisseden Mümtaz “hiç duymadığı cinsten bir kendinden geçişte bu güneşe ve

etrafa bakıyordu. İki adım ötesinde oturan Nuran’ı ebediyen kaybedecekmiş gibi

korkuyordu.”525

“Sanki genç kadının sesini çok uzaklardan, sisli bir sabahın arasından

dinliyordu. Alaturka musıkînin teganni edenlerin çehresine getirdiği o gergin

521

Banu Kıran, “Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Eserlerinde Mitoloji”, Marmara Üniversitesi Türkiyat

Araştırmaları Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı ABD Yeni Türk Edebiyatı Bilim Dalı,

(Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 2004, s. 84. 522

Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, Dergâh Yayınları, İstanbul 2004, s. 268. 523

Age, s. 268. 524

Age, s. 268. 525

Age, s. 268.

Page 191: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

176

değişikliği, sarfedilen gayretin değil, bir nevi ayrılığın, uzaklığın ifadesi gibi

duyuyordu. Sanki genç kadın çok uzaklardan kendisini imdadına çağırıyordu; ve

Mümtaz bir türlü ona gidemiyordu. Sanki Nuran, sultanîyegâhın, mahûr’un,

segâhın iklimlerinde mahpustu.”526

Nuran’ı ele geçiren müzik, onu Mümtaz’dan ayrı bırakmış ve Mümtaz da

Orpheus gibi sevgilisine ulaşamamanın verdiği trajediye batmıştır.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ankara adlı romanda da Orfe masalından

bahsetmektedir. Bu masalın kahramanı, Orpheus, olarak da Mustafa Kemal’i

görmektedir.

“Ankara, bütün manasıyla bir Orfe masalını yaşamaya başlamıştı ve bu

masalın kahramanının, saçlarındaki güneş, gözlerindeki gök gürültüsüyle daima

taze, daima coşkun bir ezeli gençlik kaynağı gibi yeşil Çankaya tepesinde çağladığı

ve onun varlığından bir seyyalenin daima aşağıya doğru aktığı hissolunuyordu.”527

Orfe masalında bir aşk mitosu ve Yeraltı Ülkesi’ne iniş söz konusudur. Her ne

kadar bu mitos trajediyle sonuçlansa da Mustafa Kemal bu eserde fiziksel

betimlemelerle idealize edilerek vatanı, Türkiye’yi, Yeraltı Ülkesi’nden tutup çıkarmış

bir kahraman olarak gösterilmektedir.

III. 2. 2. 17. Psykhe

Ruh anlamına gelen Psykhe Latin yazarı Apuleius’un “Dönüşümler” adlı

eserinde anlattığı “Eros ile Psykhe” masalının kahramanıdır.528

Eros ile Psykhe’nin yaşadığı aşk pek çok sanat eserine konu olmuştur.

Psykhe’nin güzelliğine âşık olan Eros, kimliğini bildirmeden Psykhe ile sonsuza dek

aşk yaşamayı amaçlamaktadır. Psykhe, merakına yenilerek Eros’un yüzünü görür. Eros,

aniden ortadan yok olur. Psykhe de Eros da acı çekerler. Bu acının yanı sıra Psykhe

Aphrodite tarafından cezalandırılır. Sonunda iki âşık birbirine kavuşur. Orhan

Hançerlioğlu Oyun adlı romanında bu aşk hikâyesini baştan sona aktarmıştır.529

Bu

alıntıya Tanrılar/Eros başlığı altında yer verildiğinden bu başlıkta tekrar

anlatılmayacaktır. 526

Age, s. 276. 527

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ankara, İletişim Yayınları, İstanbul 1983, s. 182. 528

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 258. 529

Orhan Hançerlioğlu, Başka Dünyalar-Oyun, Remzi Kitabevi, İstanbul 1962, s. 193-195.

Page 192: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

177

III. 2. 2. 18. Sibylla

Sibylla, babasının ölümlü annesinin ise nymphe olduğu düşünülen bir kadındır.

Vecd hâlinde gelecekten haberler verir. Bazı kaynaklara göre bir kişidir bazı

kaynaklarda ise Apollon kâhinlerine verilen ad olarak yer alır.

Mitosa göre Apollon Sibylla’ya âşık olur. Ona bir dilek dilemesini, bu dileği

hemen yerine getireceğini söyler. Sibylla da Apollon’dan uzun bir ömür ister. Genç

kalmayı istemeyi unutan Sibylla yaşlandıkça yaşlanır, buruşur ve en sonunda bir

ağustos böceği hâline gelir. Cumae’deki Apollon tapınağında bir kafeste yaşayan

Sibylla’ya çocuklar ne istediğini sorduğunda o her defasında ölmek istediğini söyler.530

Ağustos böceğine dönüşen Sibylla’nın isteği sürekli yaşlı olarak kalacağı bu

hayatta daha fazla yaşamamak, bu eziyete katlanmamaktır. Halikarnas Balıkçısı’nın

Ötelerin Çocuğu adlı romanında Elif, diğer adıyla Tiycan, ağustos böceklerinin sesinde

yaşama arzusu bulunduğunu düşünür. Eserde Sibylla’nın sonsuza dek yaşama arzusunu

ağustos böcekleri temsil etmektedir. Bir ağustos böceğine dönüşen Sibylla sonraları bu

yaşama arzusundan vazgeçer. Elif’in de Sibylla’ya benzer bir isteği vardır. Otuz yaşına

gelmiş olmasına rağmen cehenneme benzeyen köyünde aynı sıradanlıkla hayatını

devam ettirmek onun için bir azaptır. Varlığını güçlü kılmak için anne olmak arzusu

duymaktadır. Çünkü ancak bu şekilde hayatını ölümsüleştireceğine, varlığına bir anlam

katabileceğine inanmaktadır:

“Tiycan, hummalı bir dimağın nabzı gibi çıldırtıcı bir inat şiddetiyle ağustos

böceklerini vınglatan isteğin hayat olduğunu seziyor, duyuyordu. Hayat

emrediyordu, onlar da bağırıyordu. Ama Tiycan, nedense, ağustos böcekleri kadar

olamıyordu. Yaşı ilerledikçe kuvvetine bir kanat bulmak, varlığına bir şey katmak,

kendini can ve gönülden harcamak özleyişi, onda âdeta bir işkence haddini

buluyordu. Kendini dağlara, taşlara, keçilere verdi, kendini taştan taşa çaldı. Yeter

ki kendisi, kendi gözünde bir işe yaramış olsun! Bin kere ölmiye razıydı.”531

Köyde sadece Elif değil, Elif gibi ablaları da hayatını aynı sıradanlıkla

yaşayanlardan ve gün geçtikçe yaşlananlardandır. Anlatıcı bu kadın kahramanların

durumunu şu şekilde anlatmaktadır:

530

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 270-271. 531

Halikarnas Balıkçısı, Ötelerin Çocuğu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1955, s. 301-302.

Page 193: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

178

“En büyükleri Fatma, artık adam akıllı kocamış olduğu için, deniz penceresine

ne oturur ne de «Bir kayık geçiyor» dendiği zaman merak edip başını döndürür

bakardı. Evvelâ şişmiş şişkolaşmış, sonra da rüzgârı kesilen yelken gibi, her tarafı

sarkıvermişti. İşte o zaman her şeyi kara görmiye başlamıştı. Günleri cenaze alayı

gibi geçiyordu. Yaşamıyordu, mezarlığa taşınacağı günü bekliyerek ölmemekte

devam ediyordu.

Fatma’nın daha küçüğü Zehra ise, kayıklara aldırmamazlık etmezdi.

Duvardaki kırık ayna parçası günler geçtikçe, ihtiyarlığını suratına karşı

gösteriyordu. Ak saçları karaların arasında bir belirir, bir sallanırken, her biri

zehirli diken imiş gibi yüreğine acı acı batardı. Ak saç telini saatlerce arar,

kopardığı her teli intikam almak için ateşte cayır cayır yakardı.”532

Fatma, diri diri mezara girmiş bir kadın olarak ele alınırken Zehra ise gençliğinin

boşa geçmesinin intikamını beyaz saçlarından almaktadır.

III. 2. 2. 19. Siegfried

Germenlerin ünlü Nibelungen efsanesinin başkahramanıdır. Yaşam ağacının

kökleriyle beslenen gnome’lar arasında ya da küçük bir odada tek başına yetiştiği

anlatılmaktadır.533

Nibelungen efsanesi iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde Siegfried’in

mitik hikâyesi anlatılmaktadır. Diğer bölümde ise Doğu Alman krallığı olan

Burgundianların tarihi gerçekliğine yer verilmektedir. Siegfried efsanede Sigurd olarak

da geçmektedir. Tanrı Wodan (Odin) tarafından etrafı ateşlerle sarılı bir dağda sonsuz

bir uykuyla cezalandırılan olan Valkyrie Brynhild’i öperek uyandırır. (Valkyrie Yunan

mitolojisindeki nymphelere karşılık gelen mitolojik varlıktır.) Bir diğer mitos ise

ejderhayı öldürmesidir. Ejderhayı öldürmesi baharın gelişi mitiyle paraleldir. Ejderhayı

öldürerek yeryüzünü kışın zincirlerinden kurtarmış olur. 534

Siegfried, ejderhayı öldürdükten sonra akan pis kokulu kanında kendini yıkar.

Bu sırada iki omzunun arasına bir yaprak düşer. Omzunun arasındaki bölge dışında tüm

vücudu zırhla kaplanmış gibi sertleşir. Savaş sırasında tüm vücudu bu sayede korunmuş

532

Age, s. 99. 533

Joseph Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, Çev. Sabri Gürses, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2010,

s. 358. 534

George Henry Needler, The Nibelungenlied, Henry Holt And Company, New York 1904, s. viii-xv.

Page 194: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

179

olacaktır ancak tek zayıf noktası ejderhanın kanının bulaşmadığı iki omzunun arasıdır.

Ölümü de bu noktadan olacaktır.535

Yakup Kadri Panorama adlı romanında bu efsaneden parçalara yer vermektedir.

Siegfried ilk seferde ejderhayı öldüremez bunun üzerine Savaş Batur’ (Balder536

)ların

ebedi mekânına yani Wodan’ın savaşçılar salonuna gider. Bu durum eserde şu şekilde

yer alır:

“Siegfried, bu sefer, ateş püsküren ejderhayı haklayamadı. Elinde, Farner

ustanın dövdüğü çelik kılıçtan yalnız bir tahta sap kalarak ve her yanından şerha

şerha kanlar akarak Savaş Batur’ların bu ebedi mekanında can verip can almaya

geldi. Çünkü Tanrı Wotan’ın huzurunda ölüler bile diridir. Fakat ne etmeli ki,

Wotan da, bir gün içinde bin yıl kocadı.”537

Siegfried’in ölüm sahnesinde Tanrı Wodan’ın durumu ise şu şekilde

anlatılmaktadır:

“Bir geniş tabutu andıran bu ıssız karanlık mağarada, artık, Wotan’ı bile bir

cenazeden ayırdetmek mümkün değil. O, Siegfried’le beraber can çekişiyor.

Neredeyse Farner’in cesedi üstüne, kaskatı, yığılıp kalacaktır.” 538

Nibelungen efsanesinden alıntılamalarda bulunan Yakup Kadri, ilerleyen

satırlarda yeryüzünün artakalan insanlarını sert bir dille eleştirmektedir:

“Ama yarın, yeryüzünün artakalan insanları, bu mitolojik trajediden, bir adi

zabıta vakası gibi bahsedeceklerdir. (…) Siegfried’i binlerce S.S. şefinden biri

addedeceklerdir.”539

Gelecekte insanların bu mitoslarla örülü bu trajediden hiçbir anlam

çıkaramayacakları ve efsanede yer alan kahramanları ise sıradan, basit insanlar olarak

nitelendirecekleri eserde bu şekilde yer almaktadır.

535

Age, s. 134. 536

“Balder İskandinav mitlerinde Aesir soyunda yer almaktadır. Odin (Wodan) ile Frigg’in oğulları

olarak gösterilmektedir. Işık, neşe, saflık, barış ve masumiyetin tanrısıdır. Tanrılar ve insanlar

tarafından çok sevilirdi. Balder’in Salonu’nun adı Breidablik’tir.” “Balder”

https://tr.wikipedia.org/wiki/Balder (07.11.2015). 537

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Panorama, İletişim Yayınları, İstanbul 1987, s. 475. 538

Age, s. 476. 539

Age, s. 476.

Page 195: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

180

III. 2. 2. 20. Sisyphos

Yunan mitolojisinin en çok tanınan kahramanlarından biri de Sisyphos’tur.

Tanrılarla boy ölçüştüğü için cezaya çarptırılmıştır. Bu ceza bir kayayı sırtında taşıyarak

tepeye ulaştırmaktır. Ancak tepeye her ulaştığında bu kaya aşağıya yuvarlanmaktadır.

Bu eylem sonsuza dek sürecektir. Bu sebeple Sisyphos dünya edebiyatında absürdün

(anlamsızlığın) simgesi hâline gelmiştir.

“Yaptığı iş anlamsız ve yararsızdır ama bu işi sonsuzluğa dek görmekle

yükümlüdür Sisyphos. Bu korkunç işkencenin bir gün biteceğini bile umamaz.

Sisyphos umutsuz kahramandır ama insan kahramandır çünkü bilinçlidir. Camus

insan yaşamının anlamsızlığı içinde insan onurunun gene de, dış etkenlerin

anlamsızlığına, koşulların kaçınılmaz baskısına karşın zorunlu olan yükü bile bile

taşımak olduğunu belirtir ve Sisyphos’un bu korkunç işkenceden her şeye karşın

bir zevk duyduğunu, bilincin verdiği sevinçle bir çeşit mutluluğ, umutsuzluğun

mutluluğuna erişebileceğini ileri sürer. Sisyphos’u da böylece anlamsızlığı akıl ve

bilinç gücüyle yenen insan kahraman olarak karşımıza diker. Tanrı ne yaparsa

yapsın onu yenememiştir.”540

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur adlı romanında Mümtâz’ın cümlelerinde

Sisyphos’a göndermede bulunulur. İnsanın kâinatı sırtında taşıyabileceğini söylerken

Sisyphos’un kayayı sırtında taşıması akla gelmektedir. Tabiat ve kader karşısında zayıf

olan insanın bu zayıflığı bilmesine rağmen cesurca yaşamaya devam ettiğini, hayatla

savaştığını dile getirir. Bu cesaret Sisyphos’un cesaretine, bilincine ve zorluklarla

dövüşmekten aldığı hazza benzemektedir:

“– Ben insanı seviyorum. Onun şartlarıyla döğüşme kudretini seviyorum.

Kaderini bile bile hayatı yüklenmesini, o cesareti seviyorum. Hangimiz yıldızlı bir

gecede kâinatı bütün ağırlığıyle sırtımızda taşımayız. Hiçbir şey insanoğlunun

cesareti kadar güzel olamaz.”541

Romanın son sayfalarında halüsinasyon gören Mümtaz, Suat’ın hayaletiyle

konuşmaktadır. Suat onun taşıyamayacağı yüklerden kurtulacağını söyleyerek

Mümtaz’ı çağırmasına karşılık yine bir Sisyphos cesaretiyle şu cümleleri dile getirir:

540

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 272. 541

Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, Dergâh Yayınları, İstanbul 2004, s. 94.

Page 196: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

181

“- Hayır, dedi. Ben yükümün derecesine yükselebilirim. Yükselemezsem

altında ezilmeğe razıyım. Fakat seninle gelemem.”542

Orhan Hançerlioğlu, Oyun adlı romanında Sisyphos’tan bahsetmese de roman

kahramanı Halim’i Sisyphos gibi anlamsız bir eyleme mahkûm eder. Oyun’un sonunda

Halim2in içinde bulunduğu çıkmaz durum, “kuyu” sembolüyle anlatılır. (…) halim’in

kendini içinde hissettiği kuyunun içinde ikinci bir kuyu daha vardır. Halim bütün

gücünü harcayarak bu ikinci kuyudan çıkrığı çevirerek su çekmek ister ama her

defasında eline bomboş bir kova geçer. İkinci kuyu ile ilgili bu ayrıntılar Sisyphos

efsanesini hatırlatmaktadır.543

Sisyphos anlamsızlığı, saçmayı akıl gücüyle yenerken

Halim mücadele edemez ve intihar eder.

III. 2. 2. 21. Tantalos

Manisa dağı eteklerinde yaşamış bir kral olarak bilinir. Tanrılara yakın olan,

onların sofralarında yiyip içen bir kahramandır. Bir gün ölümsüzlük gıdaları olan

Ambrossia ve Nektarı çalarak tanrıların sohbetini ölümlülere anlatır. Buna duyan

tanrılar Tantalos’a kızarlar. Ona bir ceza verirler. 544

Tantalos işkencesi olarak bilinen

bu cezayı Homeros şu şekilde anlatır:

“Tantalos’u gördüm, korkunç işkenceler çekerken:

Duruyordu bir gölün içinde, ayakta

Yüksele yüksele çıkıyordu su çenesine kadar,

Ama içmek için davrandı mıydı, damlasını alamıyordu suyun,

İhtiyar adam eğiliyor, eğiliyor, eğiliyor, eğiliyordu,

Su da çekiliyor, çekiliyor, yok oluyordu ayaklarının dibinde, kapkara,

Ossaat bir tanrı kurutuveriyordu gölü.

Yemişler sarkıyordu başının önünde dallı budaklı ağaçlardan,

Armutlar, narlar, pırıl pırıl elmalar,

Ballı incirler, tombul zeytinler sarkıyordu,

Ama ihtiyar adam, koparayım diye ellerini uzattı mıydı

542

Age, s. 390. 543

Meral Demiryürek, Roman İncelemesinin Teorik Temelleri ve Uygulamaları Orhan Hançerlioğlu

Hikâyeden Öte Romandan Beri, Akademik Kitaplar, İstanbul 2010, s. 178-179. 544

Behçet Necatigil, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969, s. 47.

Page 197: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

182

Bir yel geliyor, savuruyordu onları kara bulutlara.”545

Yakup Kadri Tantalos işkencesi olarak bilinen bu efsaneye romanlarında

gönderme yapmıştır. Gönderme yaparken daha çok benzetme unsurlarından

faydalanmıştır. Bu romanlardan bir tanesi Hüküm Gecesi’dir. Eserde gönderme şu

şekilde yapılmıştır:

“Hasip Bey kıs kıs gülüyordu: “Ama efendim, hep zamanın gelmediğinden

bahis buyurursunuz” dedi. “Bunların zamanı ne vakit gelecek bilmem ki, devlet ve

memleketi büsbütün harap ve ‘türap’ etmeleri mi beklenecek?” Çünkü, bir an önce

iktidar mevkiine geçmek için can atıyordu. Artık daha fazla beklemeğe tahammülü

kalmamıştı. Borçları gırtlağını aşmıştı ve herkesi bugün yarın diye oyalamaktan

bıkmıştı. Onun içindir ki Ömer Beyefendi bu son darbelerden bahsettikçe telaştan

yüreği çarpıyordu: “Bu yaptığınız hepimize sanki bir ‘Suplice de

Tantale’dır.”dedi.”546

İhsan Özcan yapmış olduğu yüksek lisans tezinde bu durumu şu şekilde

yorumlamıştır: “Bu eserde iktidara karşı yürütülen muhalefet hareketinin içinde yer alan

isimlerinden olan Hasip Bey bir an önce yönetime geçerek iktidarın nimetlerinden

faydalanmak istemektedir. Muhalefetin önde gelen isimlerinden Ömer Bey’in sürekli

darbeden bahsettiği halde harekete geçmemesi Hasip Bey’e Tantalos eziyeti gibi

gelmektedir.”547

Tantalos işkencesi ile ilgili mitosa bir de Sodom ve Gomore adlı romanda

gönderme yapılır. Bu eserde ise iktidar nimetlerinden değil ruh açlığından bahsedilir.

Beden ihtirası içinde yanmakta olan roman kahramanının büyük bir ruh açlığı içinde

bulunması Tantalos’un yaşadığı açlık ve susuzluğa benzetilir. Roman kahramanlarından

Madam Jimson evli olmasına ve de kocasının ölüm yatağında yatmasına rağmen

sevgilisini tanıtmak için bir balo düzenler. Bu baloda Madam Jimson’un sevgilisi

Necdet’in gözünden Tantalos’a benzetilir:

“İşte, bu levend ve çıplak kadın ayıplanacak şeyler adına dikilmiş bir

mermerden heykeldir. İşte, şu adam hiç sönmiyen ihtirasını derisinin altında bir

545

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 278. 546

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Hüküm Gecesi, İletişim Yayınları, İstanbul 1983, s. 32. 547

İhsan Özcan, “Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Romanlarında Sanat ve Mitoloji”, Marmara

Üniversitesi Yeni Türk Edebiyatı Bilim Dalı, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), İstanbul 2002, s.

83.

Page 198: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

183

cüzamlının yarası gibi gizliyen bir pislik ve ikiyüzlülük sembolüdür. İşte, kor gibi

yanan gözlerini kadınların çıplak enselerinde dolaştıran şu genç, devamlı bir ruh

açlığı içinde kıvranır bir gerçek Tantalus’tur.”548

Madam Jimson’un genç sevgilisi Colonel de Rochepierre’in etrafı ahlaksızca ve

kolayca herkesle ilişkiye girebilen kadınlarla çevrilidir. Buna rağmen bu ruh açlığını

giderememenin verdiği işkenceyle yaşamaktadır. Ne yaparsa yapsın hiçbir şey onun

ruhunu doyurmayacaktır.

III. 2. 3. Mitolojik Varlıklar

III. 2. 3. 1. Devler, Canavarlar

Yunan mitolojisinde devler, Tanrılar Savaşı’nda yer almaktadır. Yunan

mitolojisinde devler ve canavarlara sık rastlanır. Bu varlıklar, insanlara fayda sağlayan

doğa varlıklarını ve aynı zamanda insanları tehdit eden varlıklardır. İnsanlar bu

varlıkları kontrol altına almakta güçlük çekmektedir.549

Halikarnas Balıkçısı’nın Ötelerin Çocuğu adlı romanında köylerinden kaçan

Emine ve Cafer’in yolculuğunda devlere benzetilen korkunç kayalıklara, ağaçlara

rastlanır:

“Dev cüssesinde kayalar korkunç bir kargaşalık halinde birbirinin üzerine

yığılarak dağlar teşkil etmişti. Bunların şekilleri de yeryüzünün kayalarının

alabilecekleri şekillerden bambaşkaydı. Burası bir devler kaosuydu, her taraf

mağaralar, inler, tüneller, lâbirentlerle delik deşikti. Bütün bunların yeryüzüne

yabancı bir halde olmalarına rağmen, hepsinde de somurtma, kaş çatma, işkence ile

ağız açıp bağırma, ağlama, dehşetten saçları diken diken olma, dik dik bakma gibi

insan yüzüne ait ifadeler vardı. Her delikten, her in ağzından, her kaya

dönemecinden uğursuz kuvvetler sanki insanı gözetliyordu. Sanki yaradılış

burasını yaratırken, bütün gayretine rağmen yaratma işini tamamlıyamamış, buraya

lanet okuyarak her şeyi karmakarışık bırakmıştı. (…) Burada bir çınar ağacı vardı.

Ama ona ağaç demek biraz tuhaf kaçardı. Sanki bir dev beline kadar topraklardan

kalkmıştı da başiyle koca bir ormanı göklere kaldırmıştı.”550

548

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, Bilgi Yayınevi, Ankara 1966, s. 231. 549

Andrew, W. White, “Yunan Mitolojisi”, (Peter Delius Verlag Kadrosu), Mitoloji, Çev. Nurettin

Elhüseyni, NTV Yayınları, İstanbul 2010, s.174. 550

Halikarnas Balıkçısı, Ötelerin Çocuğu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1955, s. 132-133.

Page 199: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

184

Bir dev ya da canavar oldukları sanılan Skylla ve Khraybdis Yunan mitolojisinde

gemi ya da denizci yiyen korkunç yaratıklar olarak bilinmektedir.551

Ötelerin

Çocuğu’nda Ateşoğlu ve tayfasının deniz seferlerinde karşılaştıkları fırtına anı devler ile

betimlenmektedir ve bu devler Skylla ve Khraybdis’i hatırlatmaktadır:

“Dünya zindan kesilmişti. Sanki sürü sürü devler, enginlerden ağır zincirleri

sürükleyip getiriyorlardı. Geminin yanı başlarından, birdenbire, uzun çığlıklar

savrulup geçti. Sanki korkunç bir facia tarafından kovalanan cinler, başlarının

saçları diken diken olmuş, gözleri patlamış, can havliyle alabildiklerine

kaçıyorlardı. (…) Artık göğün her tarafı, şimşeklerle çaprast biçilip, paramparça

ediliyordu. Denizin yüzü yırtılmış, darma dağın olmuştu.”552

“Uzaklarda öten milyarlarca trampet, çalınan davul ve kös, Ege’nin en büyük

kasırgası Provezza’nın ayaklandığını ilan ediyordu.”553

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Sodom ve Gomore adlı romanında işgal

altındaki İstanbul, zincirlere bağlı bir deve benzetilmiştir:

“16 Mart işgali günü Necdet’e gene böyle bir canlı mahlûk manzarası

göstermişti. O gün İstanbul kendisine zorla ve açıkça alçakça bir iş yapılmış ve

utançtan yüzü koyun yere yatmış bir adamı hatırlatıyordu. Bu adam aylarca başını

kaldırmaksızın hep aynı durumda sessiz ve hareketsiz kaldı. Lâkin Sakarya

zaferinden sonra ortadan siliniverdi ve yerine zincirlere bağlı bir dev geçti. Bu da

öbürü gibi hiç kımıldamıyor, fakat sağlam ve tehdit eder gibi durmasını biliyor ve

hiçbir tavrında yüz kızartıcı bir ayıp hissetmiyordu.”554

Aynı romanda kanatlı bir canavarın da bahsi geçmektedir. Major Will’in

arabasında Major Will ve İstanbul’un yerlilerinden Madam Jimson’un ilişkiye girmesi

anlatılırken gerek iki kişinin çıkardığı sesler gerekse arabanın çıkardığı sesler arasında

bir benzerlik kurulur ve araba mitolojinin kanatlı canavarlarından birine benzetilir:

“Bu tırnakların her saplanışında Major Will’de bir acayip homurtu!... Ve

otomobil, bu homurtularla durmadan kamçılanan şoförün elinde mitolojinin kanatlı

canavarlarından biri gibi öfkeli sarsıntılarla kâh birtakım bozuk kaldırımlara

551

Andrew, W. White, “Yunan Mitolojisi”, (Peter Delius Verlag Kadrosu), Mitoloji, Çev. Nurettin

Elhüseyni, NTV Yayınları, İstanbul 2010, s.174. 552

Halikarnas Balıkçısı, Ötelerin Çocuğu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1955, s. 265. 553

Age, s. 266. 554

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, Bilgi Yayınevi, Ankara 1966, s. 237.

Page 200: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

185

çarparak, kâh dik bir yokuşu tırmanarak, kâh bir tehlikeli dönemeçten kıvrılarak

Bebek-Arnavutköy tepelerine doğru yükseliyordu.”555

Bu kanatlı canavarlardan biri Griffonlar’dır. Griffonlar, altın bekçiliği yaptığına

inanılan kartal gagalı, kanatlı, aslan gövdeli köpekler olarak bilinirler.556

Kanatlı olan

başka bir yaratık da ejderlerdir.

Yunan mitolojisinde devler denilince akla ilk olarak Gigant’lar gelmektedir. Bu

devler, Titanlar’dan farklıdırlar. Gigant’lar dağları üst üste yığarak Olympos’a

saldırmışlardır. Olympos tanrıları da bu devlere karşı koymak zorunda kalmışlardır.

Ancak kehanete göre bu devleri ancak bir ölümlü yenebilecektir. Bu sebeple Herakles,

Athena ve diğer tanrıların yardımıyla Gigant’ları öldürmüştür.557

Gigant’lar, Orhan Hançerlioğlu’nun Oyun adlı romanında Vezüv dağı eteklerinin

yiğit cengâverleri olarak yer almaktadır.558

III. 2. 3. 2. Ejderler

Hemen hemen tüm mitolojilerde bahsi geçen ejderlere en sık Doğu

mitolojilerinde rastlanır. Ejderler genellikle yılan gibi uzun gövdeli, çok başlı, çok

ayaklı, bazı mitlerde kanatlı, ateş püskürten, bir hazineyi koruyan ya da güzel bir

kadının bekçiliğini yapan varlıklar olarak anlatılır. Hindistan’da “yılan krallar”

ölümsüzlük sularının ve dünya hazinelerinin bekçiliğini yaparlar.559

Buda efsanesi

“Kıpırtısız Nokta” ya da diğer bir ifadeyle “dünyanın göbek deliği”nden çıkar. Bu

noktanın altında dünyanın yaratıcısının tanrısal yaşam veren enerjisi, tözü bulunur ve

uçurumun sularını simgeleyen ejderhanın yani kozmik yılanın dünyaya destek olan başı

vardır.560

Halikarnas Balıkçısı’nın Aganta! Burina! Burinata! adlı romanında denizciler

hortumla karşılaşır. Bu hortum ejderhaya benzetilir:

555

Age, s.144. 556

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 119. 557

Age, s. 116-117. 558

Orhan Hançerlioğlu, Başka Dünyalar-Oyun, Remzi Kitabevi, İstanbul 1962, s. 274. 559

Joseph Campbell, Yaratıcı Mitoloji Tanrının Maskeleri, Çev. Kudret Eminoğlu, İmge Kitabevi,

Ankara 2003. s. 132-133. 560

Joseph Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, Çev. Sabri Gürses, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2010,

s. 52-53.

Page 201: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

186

“Hortumun bir tanesi, gökten denize devâsa bir tirbuşon sokuyormuş gibi

yılankavi hareketlerle yavaş yavaş kıvranıyordu. (…) Aşağı tarafı tuzla buz olarak

denize yıkıldı. Yukarıki kısmı ise, dili binlerce çatal bir yılan başı imiş gibi

bulutlardan tepe takla sarktı. Baş aşağı bir vaziyette boynunu uzatıyor, denizin

yüzünde sokacak bir şey arıyormuş gibi başını kâh bu tarafa kâh o tarafa

çeviriyordu. Birdenbire gövdesini bulutlara çekerek orada terskepçe çöreklendi.

(…) Kapkara bir dehşet kütlesiydi o.”561

Yine aynı romanda vapura giren yolcular ejderha deliğine giren bir yılana

benzetilmiştir:

“Vapurun bordası önümüzde kara bir duvar gibi yükseliyordu. Bu duvarda

simsiyah ve pis bir lumboz açıktı. Kafile halinde kısa kısa adımlarla yürüyerek

vapura giriyorduk. Sanki, yüzlerce ayaklı upuzun ve kapkara bir ejderha deliğine

giren bir yılan gibi vapurun gövdesine giriyorduk.”562

Yeni yapılmış bir teknenin de ejderhaya benzetilmesi dikkat çeker. Tekne sağlı

sollu dayanan destekleri sebebiyle çok ayaklı bir ejderhaya benzetilir. Gümüş

kumsallık da parıltısıyla okuyucuya hazine üzerinde uyuyan ejderhayı hatırlatır:

“Koca enginler aşırı seferler yapacak yakışıklı bir tekneydi. Hemen denize

atılacaktı, denize itilince kolay kaysın diye karinenin altına konulan kızakları

yağlamışlardı. Tekneye baştan kıçına, sağlı sollu dayadıkları iki sıra destek

dolayısiyle gemi gümüş kumsallık üzerinde uyuyan kırk ayaklı bir ejderhaya

benziyordu.”563

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Sodom ve Gomore adlı romanında ise ejder

kızları büyüleyerek elinde tutan bir varlık olarak okurun karşısına çıkar:

“Onun içindir ki, Leylâ ile İngilizlerin münasebeti bahis konusu olunca;

Necdet şöyle böyle bir kıskançlık duymuyordu; Leylâ’nın üzerinde bir İngilizin izi

genç adama müthiş ve garip bir hastalığın belirtisi tesiri yapıyordu; genç kız ona

masallardaki gibi ya bir ejder tarafından büyülenmiş yahut bir ayının inine

kaçırılmış bir zavallı mahluk şeklinde görünüyordu ve ona kızacağı yerde

acıyordu.”564

561

Halikarnas Balıkçısı, Aganta! Burina! Burinata!, Akba Kitabevi, İstanbul 1946, s. 86-87. 562

Age, s. 111. 563

Age, s. 160. 564

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, Bilgi Yayınevi, Ankara 1966, s. 100.

Page 202: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

187

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur adlı romanında da ejder betimlemesi

bulunmaktadır. Mümtaz sokağın başında türkü söyleyen bir çocuğun sesiyle tuhaf bir

hüzne kapılır. Bu hüzün yedi başlı ejder hüznü olarak betimlenmektedir.

“Mümtaz bu ikinci türkü ile küçücük ömrünün henüz mânasını dahi

kavramadığı kederlerin içinden çıkar, birdenbire çok ışıklı, taptaze; fakat bununla

beraber yine hasret ve ıstırap dolu başka bir dünyaya girerdi. Bu, bir ucu İzmir’in

Kordonboyu’nda başlayan, öbür ucu babasının hiç anlayamadığı ölümünde biten

dünya idi.

Orada da kendi çocuk muhayyilesine sığmayan bir yığın şey, orada da ölüm,

gurbet, kan, yalnızlık ve içinde çöreklenen o yedi başlı ejder hüznü vardı.”565

Bu alıntıda ejder sadece bir betimleme olarak yer almaktadır. Mitik bir işlevde

kullanılmamıştır.

III. 2. 3. 3. Hermaphroditos

Bu söz Hermes ve Aphrodite adlarının birleştirilmesinden ortaya çıkmıştır.

Hermaphroditos mitosu ise bir Naiad yani su perisi olan Salmakis’e dayanmaktadır.

Salmakis bugünkü adıyla Bodrum yakınlarındaki Bardakçı gölüdür. Bu gölün

perisi olan Salmakis Artemis’in perilerinden değildi, avcılıkla uğraşmazdı. Bir gün göl

kenarında çiçek toplarken çocukluktan yeni çıkmış güzel bir delikanlı görür ve ona âşık

olur. Utangaç gencin yanına sokularak onu Eros’a benzettiğini söyleyip övgülerde

bulunur. Aşkını ilan eder. Genç utanır ve Salmakis’e gitmesini söyler. Salmakis bundan

korkarak çalıların arkasına kaçıp saklanır. Genç onun gittiğini zannedip soyunur ve göle

girer. Salmakis onun gümüş çıplak vücudunu görünce kendini tutamaz ve elbiselerini

yırtarak göle atlar. Genci sımsıkı sararak durmadan gölün dibine çeker. Genç kendisini

kurtaramaz. Salmakis tanrılara yalvarır ikisini birbirine kavuşturmalarını diler. Tanrılar

da bu dileği gerçekleştirir. Onları bir bedene sokar. Bu beden hem erkek hem de

kadındır.566

Hermaphroditos bedeni yani hem erkek hem kadın bedenini andıran beden,

Yakup Kadri’nin Ankara adlı romanında yer almaktadır:

565

Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, Dergâh Yayınları, İstanbul 2004, s. 35. 566

Halikarnas Balıkçısı, Anadolu Efsaneleri, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1974, s.134- 137.

Page 203: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

188

“Selma Hanım, o küçük narin sporcu siluetinin Yıldız olduğunu, ona mahsus

bir baş ve gövde hareketinden anlamıştı. Yoksa, bunun, uzaktan bir oğlan

çocuğundan hiç farkı yoktu. Ne gögüs ne kalça… Öyle dümdüz, öyle fidan gibi bir

kız vücudu ki, eski Yunan fresklerindeki Hermaphrodita bedenlerin tam

örneğidir.”567

Yıldız’ın göğsünün ve kalçasının olmayışı uzaktan erkek çocuklarını

andırmaktadır. Bu sebeple Yıldız’ın bedeni Hermaphrodita’nın bedenine

benzetilmektedir.

III. 2. 3. 4. Hümâ Kuşu (Umay)

“ Farsça olan Hümâ kelimesi devlet kuşu, saadet ve kutluluk anlamlarına

gelir. Arapçası "Bulah"dır. Bazı Türk lehçelerinde Kumay, Umay şeklinde

kullanılan Hümâ, Farsçada Hümâ ve Hümây, Anadolu Türkçesinde ise Hümâ

biçiminde kullanılır. Devlet kuşu, cennet kuşu, talih kuşu adlarıyla bilinen

Hümâ'nın özellikleri, yaşadığı yer ve Hümâ ile ilgili inançlar çeşitlilik

göstermektedir. Bazı ortak özellikleri dolayısıyla Anka, Simurg, Garuda, Kaknus

ve Phoenix gibi diğer efsanevî kuşlarla karıştırılan Hümâ'nın sürekli karlarla örtülü

bir ülkede, Çin Cezayiri'nde, Hint Okyanusu adalarında, Kaf Dağı'nda,

Hindistan'da, Deşt-i Kıpçak'ta, Bahr-ı Muhitde, Hıta-Hoten bölgesinde yaşadığı

yolunda çeşitli rivayetler bulunmaktadır.”568

Türk inançları arasında “Hayat Ağacı” ve “Hayat Suyu” en yaygın olanlarıdır.

Bu motiflerin yanında üçüncü bir motif de Hümâ Kuşu’dur. “Onun yeri aklın

alamayacağı ve gözün göremeyeceği yüksekler”dir.569

Hümâ Kuşu, Türk mitolojisinde bir ilahe yani tanrıça olarak kabul görülen

Umay ile birlikte anılmaktadır. Hümâ Kuşu’nun uzun boynu Tanrıça Umay’a

benzetilmektedir. Tanrılar-Tanrıçalar bölümünde Umay hakkında daha detaylı

bilgi verilmiştir.

Moğollarda da Uma Hatun kültü yer almaktadır. Moğollarda zamanla Umay’ın

yerini Ayısıt almıştır. Ayısıt yaratıcı, bereket ve refah sağlayan dişi ruhlar zümresine

567

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ankara, İletişim Yayınları, İstanbul 1983, s. 215. 568

H.Dilek Batıislam, “Divan Şiirinin Mitolojik Kuşları: Hümâ, Anka ve Simurg”, Türk Kültürü

İncelemeleri Dergisi I, İstanbul 2002, s. 187. 569

Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi I, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 2010, s. 95.

Page 204: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

189

denmektedir. Bunlardan bazıları kadınları bazıları ise bebekleri, dişi hayvanları ve

onların yavrularını korurlar. Dağınık hâlde bulunan hayat unsurlarını bir araya

toplayarak kut yaparlar. Bu kutu anne karnındaki bebeğe üfleyerek onlara can verirler.

Ayısıtların timsali olan kuşlar ise kutsal sayıldığından bu kuşlara

dokunulmamaktadır.570

Literatürde Hümâ, devlet kuşu, talih kuşu olarak yer almaktadır. Sodom ve

Gomore’de Hümâ kuşu, talih kuşu olarak geçmektedir:

“Necdet her soluk alışında kendisini kahramanlar arasında bir kahraman,

kartallar içinde bir kartal hissediyordu. Nasıl hissetmesin ki, gök, başının üstünde

bir savaşçının tınlayan bir miğferi gibiydi ve ruhu bir sonsuz ufka doğru kanat

açmış bir hümaya benziyordu.”571

İzmir’deki 9 Eylül zaferinden sonra zafer sevinçleri İstanbul’a doğru

yayılmaktadır. Sokaklarda coşkulu kutlamalar yapılmaktadır ve roman kahramanı

Necdet kendisini bir kahraman gibi görmektedir. Ruhunu ise sonsuz ufka kanat açmış

Hümâ’ya benzetmektedir. Nitekim İstanbul’un işgalden kurtulması onlar için büyük bir

talihtir.

III. 2. 3. 5. Kentaur’lar

Kentaur’lar yarı insan yarı at görünümlü varlıklardır. Önden bakınca başları,

göğüsleri ve kolları, kimi zaman da ön bacakları insan gibidir, karınlarından arkası at

biçimindedir. Yeleleri, kuyrukları vardır. Dağlarda, ormanlarda yaşayan bu at adamlar

çiğ et yer, çokluk yabanıl ve azgındır.572

Kentaur’lar Orhan Hançerlioğlu’nun Oyun adlı romanında yer almaktadır.

Ancak bu yarı at yarı insan varlık, derin yapıda kullanılmamış olup romanda sadece

isim olarak geçmektedir. Roman kahramanı Halim, sonsuz ve saf aşkı aramaktadır.

Yıllar önce ailesi onu bir kızla evlendirmiştir. Ancak bu evliliğin temeli saf aşka

dayanmamaktadır. Halim, her yerde saf aşkın peşindedir. Karşılaştığı her kadına

dikkatlice bakarak bu aşkın temsilcisi olup olmadığını analiz etmektedir. Halim, bir gün

iş arkadaşı vefat ettiği için onun evine taziyeye gider. Taziye evinde kahve dağıtan

570

Abdülkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1976, s. 24-27. 571

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, Bilgi Yayınevi, Ankara 1966, s. 355. 572

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 170.

Page 205: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

190

kadın Halim’i çok etkiler ve yıllardır aradığı aşkının o olduğuna kanaat getirir. Adının

ne olduğunu araştırmaya koyulur. Adını öğrendiği an mitik dünyası olan Argos ülkesini

bir sevinç kaplar. Pek çok tanrı, tanrıça, mitolojik kahraman ve mitolojik varlık bu

ülkenin meydanına toplanır. Bu varlıklar arasında Kentaur’lar da bulunmaktadır.573

İlgili alıntı Bakkha’lar başlığı altında verilmiştir.

III. 2. 3. 6. Kureta’lar

Kureta’lar, yazın kaynaklarında Korybant’lar olarak da geçmektedir. Zeus

efsanesinde rol oynayan cinlerdir. Rhea, Zeus’u doğurduktan sonra Girit’te bir

mağarada onu saklamaya karar verir ve Zeus’u nymphe Amaltheia’ya emanet eder.

Amaltheia, Kronos Zeus’un ağlama seslerini duyup da bulmasın diye Kureta’ların

çocuğun çevresinde coşkun rakslarla tunç kalkanlarına vurarak gürültü yapmalarını

emreder. Yunan mitolojisinde cin olmanın yanı sıra Kybele’ye bağlı rahipler olarak da

yer almaktadırlar. Kybele ayinlerinde baş döndürücü rakslarla davul ve tef sesleri içinde

vecd hâlinde kendilerinden geçerler.574

Orhan Hançerlioğlu’nun Oyun adlı romanında raks ustaları olarak yer alırlar.

Roman kahramanı Halim, sonsuz ve saf aşkının adını öğrendiği zaman Argos ülkesi

meydanına toplanıp bu mutluluğu kutlayanlar arasında Kureta’lar da bulunmaktadır.575

İlgili alıntıya Bakkha’lar başlığında yer verilmiştir.

III. 2. 3. 7. Kykloplar

“Kyklops (kilos= daire, ops= göz) tek ve toparlak gözlü demektir. Güya Kyklop’

ların alınlarında bir tek göz varmış. Örneğin Homeros’un öteki büyük yapıtı Odysseia’

da Kyklop Polyphemos öyledir. Kyklop’lar belki Hitit kabartmalarındaki insan

yüzlerinde olduğu gibi toparlak yapılıdır.”576

Pek çok zorlu işte çalışmışlardır. “Olympos tanrılarına devler saldırınca

Kyklop’lar tanrılara yardım ettiler. Apollon’un oklarını hatta Zeus’un devlere fırlattığı

şimşekleri onlar yaptılar. Bu Kyklop’lar işçi tanrı topal Hephaistos’un emrinde

573

Orhan Hançerlioğlu, Başka Dünyalar-Oyun, Remzi Kitabevi, İstanbul 1962, s. 274. 574

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 180. 575

Orhan Hançerlioğlu, Başka Dünyalar-Oyun, İstanbul 1962, s. 274. 576

Halikarnas Balıkçısı, Anadolu Efsaneleri, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1974, s. 102.

Page 206: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

191

çalışırlardı. Yalnız tanrıların silâhlarını yapmakla kalmazlar, oturdukları tahtları, Kevser

şarabı içtikleri kupaları imal ederlerdi. Etna yanardağının altında çalışırlardı. Etna

dağından çıkan dumanlar onların demirhanelerinden çıkardı. Tanrılarla devler

arasındaki büyük savaşta bir aralık az kalsın alt olacaklardı. İşte o zaman Kyklop’lara

Apollon bile çabuk ok dövüp yetiştirmelerini yana yakıla yalvarıyordu.”577

Yakup Kadri, Panorama adlı romanında Kyklopların diğer adı olan Siklop’u

kullanmıştır:

“Yerin altındaki maden ocaklarında, yerin üstündeki fabrikalarda karıncalar

gibi kaynaşan ve hiç şüphesiz, Sikloplardan daha zorlu işler gören bugünün adsız

emekçilerine nispetle demir ve ateş tanrısı Vulkan, bir acemi işçidir.”578

Romanda Fuat, modern çağın insana pek çok imkân sağladığını, bu sebeple de

insanın doğa karşısında aciz kalmadığını dile getirir. İnsanların teknoloji sayesinde

Kykloplardan daha zorlu işlerde çalıştığı anlatılmaktadır.

III. 2. 3. 8. Mainadlar

Bakkha’ların diğer adıdır. Thiasos şenliklerinde Dionysos’un yanında

bulunurlar, Sonbaharda ise dağlara çıkıp doğaya karışırlar.579

Tanrı etkisiyle kendinden

geçen bu kadınlar diğer insanlara çıldırmış gibi görünürler.580

Halikarnas Balıkçısı’nın Aganta! Burina! Burinata! adlı romanında gerdek

gecesinde kocası tarafından dövülen, bu sebeple deliren Zehra bazı özellikleriyle

Mainad’lara benzemektedir. Delirdiği için âdet üzerine doğa ve hayvanlarla baş başa

bırakılmıştır:

“Bu Zehra gelin olacağı gece, kocası olacak adam çok sarhoşmuş. (…) Herif,

«Vay sen beni kılıbık sanıyor da ilk görüşünde bana meydan okuyup irkiliyorsun

ha?» diyerek olanca güciyle Zehranın alnına bir yumruk indirmiş. Kız yere

devrilmiş, ve delirmiş. Köylülerde bir âdet varmış. Birisi delirince onu dağlarda

serbest bırakırlarmış. Köylülerin fikrince kuzular, koyunlar, keçiler, hattâ karaca;

geyik; dağ keçisi, ve başka tadlı bakışlı hayvanlar deliye yavaş yavaş alışıyor, ona

sokulup etrafında toplanıyor, ve onunla sanki kardeşmişler gibi yaşıyorlarmış. O

577

Age, s. 102. 578

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Panorama, İletişim Yayınları, İstanbul 1987, s. 445. 579

Behçet Necatigil, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969, s. 102. 580

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 198.

Page 207: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

192

hayvanların tadlı bakışlarının deliler üzerinde sakinleştirici bir tesiri oluyormuş.

İşte bundan dolayı Zehrayı başıboş bırakmışlar. O da gece gündüz dere tepe gezer,

arasıra da bağırırmış.”581

Doğaya bırakılan Zehra acı çığlıklar, anlamsız kahkahalarla dağ tepe

gezmektedir:

“Yanıbaşımızdaki yaban sakızı çalıların arkasından yine deli Zehranın çığlığı:

- Kara bahtlı balıkçılar! Hah! Hah! Hah!

Diye sükûtu yırttı. Çalılar çatırdadı ve Zehra meydana çıktı. Kapkara çukur

gözlü bir kadındı. Simsiyah saçları birbirine yapışmış, başından omuzlarından

kuyruk kuyruk sarkıyorlardı. (…) Zehranın bacakları, ayakları, elleri, bir dağ keçisi

anlayışiyle yolunu ve basacağı yeri seçiyordu. Biraz sonra kayalardan saptı,

ormana doğru yürüdü. «Hah! Hah! Hah!» diye hırçın hırçın gülerek ağaçların

arasında kaybolup gitti.”582

Doğayla bütünleşen ve birlikte gezdiği hayvanlara benzeyen Zehra’nın deliliği

tanrı etkisiyle değildir ancak çığlıkları, kahkahaları ve görünüşü Mainad’ları

çağrıştırmaktadır.

III. 2. 3. 9. Musa’lar

Musa’lar, Yunan mitolojisinde ve ilk çağ yazınında yer alan tanrısal varlıklardır.

Azra Erhat, Musa’ların insan ve tanrı arası bir varlık olarak düşünülebileceğini dile

getirir. Ona göre Musa’lar, insanı tanrı, tanrıyı insan hâline getirirler. Hesiodos’un şair

oluşunda Musa’lar etkilidir. Azra Erhat, Hesiodos’un Theogania adlı eserinden alıntı

yaparak Musa’lar hakkında bilgi verir.583

Olympos’lu Musa’lar, koca kalkanlı Zeus’un kızları.

Eleutheros yamaçlarının kraliçesi Mnemosyne

Kronos oğluyla birleşip Pieria’da

getirdi onları dünyaya

belaları unutturmak ve kaygıları dindirmek için,

Dokuz gece buluştu onunla kutsal yatağında

engin akıllı Zeus ölümsüzlerden uzakta.

581

Halikarnas Balıkçısı, Aganta! Burina! Burinata!, Akba Kitabevi, İstanbul 1946, s. 62-63. 582

Age, s. 69. 583

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 208.

Page 208: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

193

Günler, aylar geçip bir yıl tamam olunca

dokuz kız getirdi dünyaya Mnemosyne.

Dokuz eş yürekli kızdır bunlar

ezgiler söylemektir işleri,

başka hiçbir kaygı yoktur yüreklerinde

Karlı Olympos’un en yüksek tepesinde,

oradadır koroları ve güzelim yurtları584

Musa’lar, Orhan Hançerlioğlu’nun Oyun adlı romanında adı geçen mitolojik

varlıklardandır. Romanda Halim’in Argos ülkesinde yaşadığı mutluluğu kutlamak için

toplanan mutluluk alayına katılanlar arasında Helikon dağından inmiş Musa’lar585

da

bulunmaktadır.

III. 2. 3. 10. Nympheler (Dryadlar, Naiadlar, Nereidler)

Kırların ve doğanın tanrıçaları Nymphe’lerdir. Homeros onları Zeus’un kızları

olarak gösterirken başka kaynaklarda ırmak tanrılarının kızları olduğu söylenir. Kaynak

ve pınar Nymphe’lerine Naiad, tepelerde yaşayanlara Oread, ormanlarda yaşayan ağaç

perilerine de Dryad adı verilir.586

“Ormanların, ağaçların ve bitkilerin perilerine Dryad, bazen de Hamadryad

denirdi. Bunlar ağaçların ruhları idi. Geceleri ağaçlardan ayrılıp el ele vererek

halka olurlar ve ay ışığında bir çelenk halinde dönerek dans ederlerdi.” 587

Halikarnas Balıkçısı’nın Aganta! Burina! Burinata! adlı romanında Mahmud ve

arkadaşı Aliş, çırılçıplak denize giren kızları seyretmek için bir gün kumsalın

kenarındaki yemiş ağacının arkasına saklanırlar. Ağaçların fısıldamaları okura

ormanlarda yaşayan, bazılarının ağaçlarla birlikte ortaya çıkıp onlarla birlikte öldüğüne,

bazılarınınsa ölümsüz588

olduğuna inanılan ağaç perileri Dryad’ları hatırlatmaktadır. O

an kahramanın bakış açısıyla şöyle anlatılır:

“(…) duyulmaktan korkarak, fısıltı ile konuşuyorduk. Halbuki ne görülmemiz

ne de duyulmamız ihtimali vardı. Çünkü ağacın o yapraklar deryası, birbirinin

584

Age, s. 208-209. 585

Orhan Hançerlioğlu, Başka Dünyalar-Oyun, Remzi Kitabevi, İstanbul 1962, s. 274. 586

Behçet Necatigil, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969, s. 59. 587

Halikarnas Balıkçısı, Anadolu Efsaneleri, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1974, s.128. 588

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 97.

Page 209: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

194

kulağına konuşan binlerce insanlar gibi fısıldıyordu. Hele dalgaların kumlar

üzerine diz çöküp devrilişi, bağıran yüz binlerce insanın sesi gibi uğulduyordu.

Bize o sesler hep kendi içimizde bağıran sesler gibi geliyordu da ürküyorduk.”589

Ötelerin Çocuğu adlı romanda da Dryad’lara yer verilir. Gece gizlice tuz

toplamaya giden kadınlara çam ormanındaki ağaçlar ve rüzgâr «Korkmayın kimsecikler

yok.» diye fısıldar.590

Şeytanderesi’nden geçen Elif’in ise güçlü ve cesur bir kız olduğunu anlatmak

için yapılan betimlemede Dryad’ların ürkütücülüğüne başvurulur:

“Derenin sağlı sollu kurşunî duvarları andıran sarp yamaçlarının ta tepedeki

kenarlarında çamlar bir dal kargaşalığı ve el kol sallıyan bir insan mahşeri halinde

uğulduyorlardı. Halbuki bir derenin cehennemi andıran dibinde, Elif hiç

söndürtmeden bir mum taşıyabilirdi.”591

Okuyucu, Hoşbulduk Selim Kaptan’ın gece yolculuğunda da ağaçların

konuşmalarına tanıklık etmektedir:

“Artık her rüzgâr yelpazelendikçe her yaprak bir söz olacak, bütün orman

konuşacaktı. Onları dinliye dinliye, artık pek yakın olan Dirmil’e varacaktı.

Selim’in nalı çling ding ederek geçerken, dev melengeç ağaçları koca dallarını

havada kara kara sallayıp savuşarak sanki yamaçlardan kopup geliyorlar, patikanın

kenarında birbirinin üzerine abanıp fışkırıyorlardı [fısıldıyorlardı] Ne söylediklerini

işitmesin diye, onun geçmesini mi bekliyorlardı ne? Denizci fiskoslarına kulak

misafiri olayım demişti. Fakat ne dediklerine akıl sır erdiremedi.”592

Yaşar Kemal’in Ortadirek adlı romanında da Meryemce yol kenarında gördüğü

otuz yıllık bir çam ağacını uçmaya hazırlanmış ulu bir kuşa benzetir ve ağaçların da bir

ruhu olduğunu şu şekilde dile getirir:

“ Kim bilir, belki de uçuyordur, dedi Meryemce. Ağaçların da insanlar

gibi tatlı canları var.”593

589

Halikarnas Balıkçısı, Aganta! Burina! Burinata!, Akba Kitabevi, İstanbul 1946, s. 106. 590

Halikarnas Balıkçısı, Ötelerin Çocuğu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1955, s. 12. 591

Age, s. 20. 592

Age, s. 75. 593

Yaşar Kemal, Ortadirek, Remzi Kitabevi, İstanbul 1960, s. 137.

Page 210: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

195

Naiad’lar Halikarnas Balıkçısı’nın eserlerinde sadece isim olarak yer almaktadır.

Halikarnas Balıkçısı, Ege bölgesinde yaşayan insanların doğayla ilişkili mitolojik

varlıklar uydurduklarını şu şekilde dile getirmektedir:

“İşte hayale, süse en elverişli muhit buralarıydı, insan dağda, yahut kıyıda

gezerken her an, ağaçların ardından sessizce çıkıverecek bir peri kızının koluna

dokunacağını, kulağına bir ey fısıldayacağını sanırdı. Bundan dolayı binlerce

yıldan beri buralarda yaşamış olanlar, hayalî süslerle, ormanlara orman perileri

driyadları, çağlayanlarla pınarlara su perileri nayadları, denizlere deniz kızları

nereidleri yakıştırıp yerleştirmişlerdi. Tanyeri ağarırken badisâbânın serin

soluğunun denizde koyu mavi bir ürperisi yürüttüğünü görmüşlerdi. Denizin

gülümsiyen yanağında sanki bir gamzeydi bu. Pek tabii olarak, bu köpüklerden

sabah yıldıziyle beraber Venüs doğacaktı.”594

Bazı kaynaklarda Naias olarak da geçen Naiad’ların sularını içen ya da sularına

dalan hastaları iyileştirme güçleri vardır. Tersine kimi inançlara göre Naiaslar

sularında yıkanan insanları çıldırtmış, ya da gizli bazı hastalıklara çarptırmıştır. Her

suyun kendine özgü bir Naias’ı vardır.595

Yukarıda Ötelerin Çocuğu’ndan yapılmış olunan alıntıda su altı perisi olan aynı

zamanda deniz kızı olarak da anılan Nereid’ler yer almaktadır. Nereid, Okeanos’un kızı

Doris ve Nereus’un elli kızına verilen addır.596

“Nereus Deniz İhtiyarlarından biridir. Toprak’ın Deniz’le birleşmesinden

doğmuştur. Nereus kızları, (Nereidler) babalarıyla birlikte denizin dibindeki bir

sarayda yaşarlar. (…) Su yüzüne pek çıkmazlarmış. Nereus kimi kez yüze

çıkarmış, beline kadar. İşte o zaman, elli deniz kızı, deniz yüzünde oynayan ve

koro halinde türkü söyleyen bir dans ve ezgi çemberi ya da çelengiyle sararlarmış

onu çepeçevre.”597

Aliş ve Elif köydeki insanların bezgin hayatları arasına sıkışmış deniz sevdalısı

iki kardeştir. Aliş süngerciliğe başlayarak kendini köy hayatından kurtarmıştır. Onların

geceleri coşkuyla denizde vakit geçirmeleri, herkes uyuduktan sonra ortaya çıkan su

perilerine benzetilir:

594

Halikarnas Balıkçısı, Ötelerin Çocuğu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1955, s.95-96. 595

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 211. 596

Behçet Necatigil, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969, s.36. 597

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 216.

Page 211: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

196

“Onları tanımayan biri, geceleyin deniz kenarında kumlar üzerinde çılgınca

koşuşup yarıştıklarını, bir kaya arkasında soyunup karanlık sulara daldıklarını,

yahut suları fışıldatarak ta açıklara kadar yüzdüklerini görseydi, mutlaka ortalıktan

el etek çekildikten, herkes uykuya vardıktan sonra, perilerin meydana çıktığını

sanırdı.”598

Orhan Hançerlioğlu’nun Oyun adlı romanında Nereus kızlarından biri olan

Galateia’ya yer verilmektedir. Eserde Galateia’nın adı Pygmalion’la beraber geçer.

Pygmalion, kadınlardan nefret eden, ömrü boyunca hiç evlenmeyeceğine ant

içen bir heykelcidir. Bir gün bir kadın heykeli yapmaya karar verir. Bu heykel o kadar

güzel olur ki onu giydirir, süsler, geceleri yatağına alır. Venüs bayramında aşk

tanrıçasının tapınağına giderek bu heykel kadar güzel bir kızı karşısına çıkarmasını

diler. Venüs de bu dileğini gerçekleştirerek heykeli canlandırır. Heykelin soğuk

bedeninin ılımaya ve canlanmaya başladığını görünce hayrete kapılır. Bu heykel

Galateia’dır. Galateia ve Pygmalion evlenirler, bir de çocukları olur.599

Oyun adlı romanda Halim’in Elektra’nın güzelliği karşısında ilgisiz kalışı,

onunla beraber olmak istemeyişi Elektra’yı hayrete düşürür. Kendi şaşkınlığını Galateia

karşısında şaşkın kalan Pygmalion’a benzetir:

“Elektra korkuyla dudaklarını çekti. Pişman eden, umutsuzluk veren

titreşimlerle ürpermişti. Galateia’nın karşısındaki Pygmalion kadar şaşkındı.”600

Aynı romanda Halim, bulmuş olduğu saf aşkının adını öğrendiği zaman bu

mutluluğu kutlamak için kardan daha ak nymphe’ler, pınar perileri Naiad’lar Argos

ülkesinin meydanında toplanırlar.601

Nympheler, Yakup Kadri Karaosmaoğlu’nun Sodom ve Gomore adlı romanında

da yer almaktadır. Major Will’in satın aldığı konaktaki mescit, batılı zevke göre dekore

edilmiş ve bir yatak odasına dönüştürülmüştür. Bu yatak odasında heykellerin yanı sıra

şehvetli resimler bulunmaktadır. Nymphe de bu odada yer alan objelerdendir:

“Biraz ötede tahtadan oyulmuş, boyalı bir “Satire”in omuzlarında bir

Nenfe’nin beyaz vücudu görünüyordu.”602

598

Halikarnas Balıkçısı, Ötelerin Çocuğu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1955, s. 111. 599

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 259. 600

Orhan Hançerlioğlu, Başka Dünyalar-Oyun, Remzi Kitabevi, İstanbul 1962, s. 192. 601

Age, s. 274.

Page 212: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

197

Yakup Kadri, Nymphe’lere romanlarında daha çok okunuşuyla yani Nenfe

adıyla yer vermektedir. Nymphe’lerden bahsettiği bir başka romanında Ankara’dır.

Romanın baş kahramanlarından Selma, Cumhuriyet’in yirminci yıl kutlamalarına

katılmıştır. Hayale dalan Selma kendini zafer kazanmış bir ordunun içinde yürürken

görür. Bu kutlamaya, yürüyüşe Nympe’ler de dans ederek eşlik etmektedir:

“Hayır, bu ordu, dev gibi insan dalgaları, Yehova’nın nice kavimlere vaat edip

de bir türlü vermediği cenneti onun elinden zorla almaya koşuyordu. Bu cennet,

Fırat’la Dicle’nin kolları arasında bir güzel maşuka gibi serilip yatan ve Akdeniz’in

tatlı tuzunu, bir yiğit bedenindeki teri emercesine, her aşk mevsimi uzaktan uzağa

sömüren ülkeler melikesidir. Belki, şimdi; belki, şu anda bastıkları toprak onun

topraklarıdır. İşte, yeşil başlı adaların oyuklarındaki kaynakların şırıltıları işitiliyor.

İşte, ak tenli ve ıslak tenli Nenfeler, gülen ve kaval çalan boynuzlu ilahların

etrafında raks ediyor. İşte, Truva’dan dönen çıplak pehlivanlar; işte, periler, işite

cinler… Hey, savulun; biz geliyoruz!

Selma Hanım, bu rüya öyle dalmıştı ki, az kalsın, içinden kopan bu nidayı

dışarıya salıverecekti.”603

Selma Hanım’ın hayalinde betimlenen bu cennette bulunan kaval çalan boynuzlu

ilahlar, dans eden nympheler ve periler bulunmaktadır. Bu tablo Dionysos şenliklerini

anımsatmaktadır. Kaval çalan boynuzlu ilahlardan kasıt ise keçi tanrı Pan’dır. Bu hayal

yeni bir hayatın kapılarını aralamaktadır.

III. 2. 3. 11. Phokos

Phokos, fok balığı anlamına gelmektedir. Faro adalarında fok balıklarıyla ilgili

şu inanış yaygındır:

“Faro adalarında fokların dokuz gecede bir, kürklerini çıkarıp insan şekline

bürünerek, kadınlar ve erkekler gibi şarkı söyleyip dans ettiklerine, daha sonra da

şafakla birlikte kürklerini giyip tekrar fok haline döndüklerine inanılır.”604

Fokların kılık değiştirme miti Halikarnas Balıkçısı’nın Ötelerin Çocuğu adlı

romanında Elif’in çocukluktan genç kadınlığa geçişini anımsatmaktadır. Elif denizde

602

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, Bilgi Yayınları, Ankara 1966, s. 123. 603

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ankara, İletişim Yayınları, İstanbul 1983, s. 237. 604

John Fiske, Mitler ve Mit Yapanlar, Çev. Utku Tuğlu, Öteki Matbaası, Ankara 2002, s.97-98.

Page 213: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

198

ana fok ve yavru foklarla karşılaşır. Foklar gibi denizde yavrularıyla yüzmenin arzusunu

duyar:

“«Ah, ne olurdu, ben de şu fok balığı gibi bir balık olsaydım, ben de şu

masmavi denizlerde yavrularımla beraber yüzseydim!» diye bir arzu duydu.

Sabırsız ellerle acele acele sırtındakilerden boşandı, çıplak olarak denize atıldı.”605

Ana foku gören Elif, kendinde analık duygusunu kuvvetli bir şekilde hisseder,

tıpkı fokların kılık değiştirdiği gibi giysilerini çıkarır ve denize girer. Denizden

çıktığında bir çocuk değil bir kadındır.

III. 2. 3. 12. Satyrler

“Satyrler ve Silenler doğayı simgeleyen cinlerdir. Dionysos alayında yer

alırlar. Gövdelerinin belden üstü insan, belden aşağısı ise at veya teke biçimindedir.

Uzun ve dolgun bir kuyrukları vardır, ayakları at tırnağı biçiminde, erkeklik

uzuvlarıysa dolgun ve kalkıktır. Kırlarda dolaşır ve Mainadların, nymphaların

peşine takılırlar. Hayvanca duygularının yankısı yüzlerinde de görülür. Satyrler

daha çok plastik sanatlarda ve resimlerde canlandırılmıştır.”606

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Sodom ve Gomore’sinde Satyrler, Major

Will’in yatak odasında bir obje olarak yer almaktadır:

“Biraz ötede tahtadan oyulmuş, boyalı bir “Satire”in omuzlarında bir

Nenfe’nin beyaz vücudu görünüyordu.”607

Yakup Kadri Karaosmanoğlu Bir Sürgün adlı romanında da Satyrler’den

bahsetmektedir. Bu alıntıda daha çok Satyr’lerin güzel nymphelerle birlikte olmak

isteyişi, sürekli cinsî bir arzu içinde oluşlarına gönderme yapılmıştır. Eserde Dr.

Hikmet, Germanie adlı bir genç kadınla birlikte olur. Germanie, Dr. Hikmet’e anlatırken

eski kocasını Satyr’lere benzetmektedir:

“Onu, bilmem. Satyre’ler bir kere bir kızoğlankızla yapmak istediklerini

yaptılar mı artık başka bir yenisini ararlarmış. Fakat ben, onu sevdim. Ona bütün

bir yıl bağlı kaldım. İlk günler gibi artık beni sabahları okşayarak uyandırmağa

gelmiyordu. Hatta yavaş yavaş o da beni annem gibi hırpalamağa başlamıştı. Gerçi,

605

Halikarnas Balıkçısı, Ötelerin Çocuğu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1955, s. 160. 606

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 268. 607

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, Bilgi Yayınları, Ankara 1966, s. 123.

Page 214: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

199

beni dövmüyordu. Hayır… Fakat ne bileyim ben… Keşke dövseydi. Bilmezsin;

biz, dişiler ne kadar karışık mahluklarızdır, yavrum…”608

Satyr’lerin adı, Orhan Hançerlioğlu’nun Oyun adlı romanında da geçmektedir.

Roman kahramanı Halim’in mutluluğunu kutlamak için Argos meydanına toplananlar

arasında tüylü Satyr’ler de bulunmaktadır.609

İlgili alıntıya Bakkha’lar başlığında yer

verilmiştir.

III. 2. 3. 13. Sirenler

Çoğunlukla eserlerde deniz kızı olarak gösterilen Sirenler, kayalıklarda ya da bir

adada yaşamaktadırlar. Denizciler için büyük bir tehlikedir. Çünkü sefere çıkan

denizciler, Siren’lerin tatlı sesleriyle söyledikleri şarkıyı duyar duymaz şarkıya kapılır,

büyülenir, istemeden gemilerini kayalıklara doğru sürerek Siren’lere yem olurlar.

Odyseus, arkadaşlarının kulaklarını balmumuyla tıkayıp kendini de gemi direğine

bağlatmıştır. Böylelikle onların şarkılarını dinlemiştir.610

Halikarnas Balıkçısı’nın Ötelerin Çocuğu adlı romanında sünger avına çıkan

Aliş denize dalmıştır. Denizden gelen seslere doğru ilerlemektedir. Bu ilerleyiş şu

şekilde anlatılmaktadır:

“Deniz, tıpkı güveyi girdiği gece gibi yeşil duvak ardından kara kirpikli yeşil

gözleriyle ona gülümseyen Çakırkız gibiydi. Büyüleyici, dindirip uyutucu bir ninni

söylüyordu. Onu: «Gel yavrum! Gel!» diye yüreğini paralarcasına kendine

çağırıyordu. Aliş adım adım, yavaş yavaş o yeşil bakışın içine dalıyordu.”611

Aynı romanda Davut, bir hayat kadınının etkisi altında kalmıştır. Bu kadını

deniz kızına benzetmektedir. Eserde Sirenler hakkındaki mitos Davut’un ağzından

aktarılmaktadır:

“Bâzı ihtiyar denizcilerin, deniz kızları hakkında söylemiş oldukları şeyler

hatırına geldi: Güney kıyıları açıklarında, denizin sonsuz sessizliği içinde, sıla

ateşiyle bağırları yanan gemiciler, bazan tâ uzaklardan, işitilir işitilmez birtakım

türküleri duyar gibi olurlarmış. İşte o, deniz kızlarının koro halindeki

608

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Bir Sürgün, İletişim Yayınları, İstanbul 1983, s. 205. 609

Orhan Hançerlioğlu, Başka Dünyalar-Oyun, Remzi Kitabevi, İstanbul 1962, s. 274. 610

Behçet Necatigil, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969, s. 97. 611

Halikarnas Balıkçısı, Ötelerin Çocuğu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1955, s. 204.

Page 215: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

200

türküleriymiş. O türküler, denizcilerin yüreklerine fena işlermiş. Ana koynunda

dinlemiş oldukları ninnileri hatırlarlarmış. Gûya, daha önce bu sesleri dinleyenler,

kürekleri, yelkenleri, dümen yekesini bırakır, kendilerinden geçkin, denize atılır,

onlara doğru yüzerlermiş. Onları artık bir daha gören olmazmış. Davut da, denizde

birkaç kere, o türküyü uzaktan duyar gibi olmuş, bilinmeyen yerlere yol alma

aşkının çıldırtıcı hasretini duymuştu. İhtiyarların söylediklerine göre, deniz kızının

gözleri, tıpkı deniz gibi olurmuş. Yani şimdi yeşil, şimdi mavi olur, renkler

birbirini kovalarmış. Davut Veda’nın amma da deniz kızına benzediğini düşünerek,

uykuya daldı. ”612

Hüseyin Nihal Atsız’ın Deli Kurt adlı romanında ise Deli Kurt, bir gece kaval

sesi duyar. Kendine hâkim olamayarak o sese doğru bilinçsizce yürümeye başlar. Deli

Kurt’un sese doğru gittiğini fark eden Satı Kadın bir şekilde Deli Kurt’u döndürür.

Roman mekânı bir pınar başıdır. Mekân deniz ya da deniz kenarı olmamasına rağmen

Gökçen üzerinden okura Sirenlerin hikâyesi hatırlatılmaktadır:

“Buraya Gökçen’in vakit geçirdiği yeri görmek için gelmişti. Şimdi kendisini

mi görecekti? Birden dün geceyi hatırladı. Onu görmek… O yeşil ışıklar… Deli

Kurt titredi.

Dönmeğe karar verdi. Döndü. Fakat yürüyemiyordu işte… Ne oluyordu?

Büyülenmiş miydi?

Kaval sesi yükseliyor ve güzelleşiyordu. Onu olduğu yere mıhlayan bir

kavaldı. Sanki kendisine sesleniyordu”.613

Gökçen’i tanımak isteyen Deli Kurt onun karşısına çıkar. Gökçen onun her bir

sorusuna esrarengiz cevaplar verir. Sonunda onun için bir Varsak koşması çalar. Deli

Kurt’u içine çeken bu koşma, Gökçen’in güzelliği şu şekilde yer alır:

“Yavaş yavaş ses yükselip durulaştı ve perde perde geniş çayırlığa yayılan

ses Deli Kurt’un gönlüne akmağa başladı. Şimdi o sevişip de kavuşamıyan

yavukluları görür gibi oluyordu. Kız, kavalı öyle dile getiriyordu ki onun

ezgilerinden taşan mânayı anlamamaya imkân yoktu. (…) Deli Kurt, artık

Gökçen’i de yeşil yamacı da koyunları da görmüyordu. Bir ses dünyasında, en

güzel âhenkler içinde sanki kaybolup gitmişti. Neredeyse tatlı bir uykuya dalıp

kendinden geçecekti ki birden yeni bir ürperişle Gökçen’e baktı. Şimdi kaval

612

Age, s. 245-246. 613

H. Nihal Atsız, Deli Kurt, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1958, s. 89.

Page 216: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

201

çalmıyor, en keskin şaraptan daha çok baş döndüren sesiyle, büyülü bir sesle türkü

söylüyordu.”614

“Obada geceleyin o kavalı periler çalar, onun sesine giden bir daha dönmez

diye bir inanç vardı. Gökçen’in kaval çaldığını herkes bildiği halde, geceleri

çalınan kavalın perilerin işi olduğuna inanılırdı.”615

Deli Kurt’ta Gökçen mitik bir kahramandır. Yaraları iyileştirme, geleceğin

bilgisine sahip olma gibi pek çok özelliğinden bahsedilmektedir. Oba halkı Gökçen’in

gözüne bakan kişilerin öleceğine inanmaktadır. Bununla ilgili ayrıntılı inceleme

Şamanizm ve Mitik Yapı adlı bölümde yapılmıştır.

Kemal Bilbaşar Denizlerin Çağırışı adlı eserinde bir iç monologa yer

vermektedir. Bu iç monologta romanın baş kahramanı olan öğretmen, kendisini denize

bırakarak intihar eden babasına hak vermektedir. Romanda denize deniz ilahesi diye

seslenir ve denizi tanrılaştırır. Bu deniz ilahesi öğretmeni kendisine çağırmaktadır ve bu

durum Sirenleri çağrıştırmaktadır:

“ – Denize… denize… Babanı da o çağırmıştı.

(…)

– Baban gibi sen de kollarımda rahat edeceksin! Ne bekliyorsun?

(…)

Anlıyorum, şimdi anlıyorum. Deniz ilahesi beni çağıran sensin. Ta uzaktan

mukavemet edilmez bir cazibe ile beni kendine çeken sensin. Hudut hissinden

kurtulmak iştiyakıyla yanan babamın kanı aynı ateşle benim damarlarımda da

köpürüyordu. Anlıyorum. Bu kanda sana karşı tahammül edilmez bir meyil var…

Beni çağıran sarı saçlı ilahe! Guruba karşı saçlarını yay ve beni bekle!.. Bütün

aydınlıklar, bütün mavilikler sende… Sana geliyorum.”616

İçinde bulunduğu topluma yabancılaşan öğretmen, babası gibi denizin kendini

çağırışına karşı koyamaz ve denize teslim olarak intihar eder.

Deniz kızına benzetilen başka bir roman kahramanı da Sodom ve Gomore’deki

Madam Jimson mitolojik bir varlık olarak betimlenir:

614

Age, s. 93. 615

Age, s. 100-101. 616

Kemal Bilbaşar, Denizin Çağırışı, Yurt ve Dünya Kültür Yayınları, Ankara 1943, s. 145-146.

Page 217: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

202

“–Bir Tanrıça mı? Yok canım, bir cadı, bir cadı… Genç bir cadı! Başının

üstünde saç yerine bir demet alev taşıyor. Ve gözleri kirpiklerinin altında durmadan

eriyen, durmadan eriyen zümrüt gibidir.

–Ya şu giydiği rob… Şu renk renk pullardan işlenmiş balık sırtı rob, ona

henüz denizden çıkmış, henüz deniz suyunun ıslaklığını taşıyan bir mitolojik

mahlûk manzarası vermiyor mu?”617

İstanbul’un yerli zenginlerinden olan Madam Jimson, eşinin rahatsızlığına

rağmen Taksim’de sahip olduğu bir salonda davet verir. Bu davette aşığını tüm

sosyeteye tanıtmayı amaçlamaktadır. Görünüşüyle, giydiği kıyafetle herkesin diline

dolanır. Madam Jimson giydiği kıyafet sebebiyle deniz kızlarına benzetilmektedir.

Bunun yanı sıra Madam Jimson ile deniz kızlarının ortak özelliği erkekler için tehlikeli

olmalarıdır.

III. 2. 3. 14. Sphinks

Mısır mitolojisinde Sfenks olarak bilinen kadın başlı, kadın göğüslü, aslan

gövdeli mitolojik varlıktır. Yunan mitolojisine sonradan geçmiştir. Thebai önlerinde

oturan bu canavar yoldan geçenlere bilmece sorarmış. Bilmeceyi bilemeyenleri

öldürürmüş. Bu bilmece şuymuş: «Önce dört, sonra iki, sonra da üç ayakla yürüyen

nedir?» Bu bilmeceyi Oidipus çözmüş. Bu varlık insanmış. Sphinks büyüsü bozulduğu

için uçuruma atlayarak kendini öldürmüş.618

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Sodom ve Gomore adlı romanında Leyla hem

nişanlısı ve kuzeni Necdet’le gönül ilişkisini devam ettirir hem de kadınların odak

noktası olan Captain Read ile bağını koparmaz. Tüm bunların farkında olan ve Leyla’ya

tutkuyla bağlanan Necdet her ne kadar Leyla’dan ayrılmak istese de bunu yapamaz.

Leyla’nın davranışlarını da bir türlü anlamlandıramaz ve bu büyüsüyle onu Sfenks’e

benzetir:

“Bütün bu işlerden hâlâ bir şey anlamıyan biri varsa o da Necdet’ti. Hadiselere

acı bir hayretle baktığı oluyor ve bunlar ortasında Leylâ ona bir Sfenks kadar

anlaşılmaz görünüyordu. Captain Jackson Read’le Şehnaz Sultan arasındaki ilgiyi

herkes gibi tabiî Leylâ da işitip öğrenmiştir. Buna rağmen hangi kuvvet ona hâlâ

617

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, Bilgi Yayınevi, Ankara 1966, s. 229. 618

Behçet Necatigil, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969, s. 97.

Page 218: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

203

Jackson Read’in gündelik ziyaretlerini kabul etmek, onunla tenha kırlarda uzun at

gezintilerine çıkmak arzusunu veriyordu?”619

Sfenks’in yer aldığı başka bir roman ise Huzur’dur. İhsan, Suat, Mümtaz, Nuran

ve Macide’nin bir arada olduğu bir sohbet esnasında Suat’ın çok içtiğini ve tuhaf

şekilde konuştuğunu gören İhsan, onu bilmeceler soran Sfenks’e benzetir:

“ – Amma da muammalı konuşuyorsun, Suat! diye çıkıştı. Nerede ise Sfenks

gibi bize kapalı sualler soracaksın.”620

Sahnenin Dışındakiler adlı romanda ise Muhlis Bey, köpeğinin duruşunu

Sfenks’e benzetmektedir:

“Busefalos, gazetelerin ortasına, hâdiselerin önünden akıp gitmesine alışmış

bir Sfenks sükûnetiyle oturmuş, çok munis, muamma yüzüyle efendisini ona

bakmadan dinliyordu.”621

Köpeğin Sfenks’e benzetilmesinin sebebi muamma bir yüz ifadesine sahip

olmasıdır. Köpeğin gazetelerin ortasına oturması, Sfenks sessizliğine sahip olmasıyla

ise dönemin olayları karşısında köpeğin bile kayıtsız kalışı vurgulanmak istenmiş

olabilir.

III. 2. 3. 15. Ülker (Pleiad’lar)

Yunan mitolojisinde Pleiad’lar olarak bilinen yedi kız kardeş yedi yıldıza

çevrilmiştir. Bu yıldız kümesine de “Ülker” ya da “Süreyya” adı verilmektedir.

“Efsaneye göre, Pleiad’lar, Atlas’la Pleione’nin kızlarıymış. Adları da şunlardır:

Alkyone, Merope, Kelaino, Elektra, Sterope, Taygete, Maia. Bu kızların dördü Zeus,

ikisi Poseidon biri Ares’le evlenir, yalnız Merope ölümlü bir erkeğe, Sisyphos’a eş

olur.”622

Azra Erhat yukarıdaki bilgileri verdikten sonra bu yedi kızın yıldıza

çevrilmesiyle ilgili farklı efsanelerin olduğunu söylemektedir. Ele alınan romanlarda bu

mitoslara göndermede bulunulmamakla beraber bu yıldız kümesi sadece betimlemelerde

619

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, Bilgi Yayınevi, Ankara 1966, s. 194. 620

Ahmet Hamdi Tanpınar, Huzur, Dergâh Yayınları, İstanbul 2004, s. 281. 621

Ahmet Hamdi Tanpınar, Sahnenin Dışındakiler, Dergâh Yayınları, İstanbul 1999, s.343. 622

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 248.

Page 219: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

204

kullanılmıştır. Bu eserlerden biri Halikarnas Balıkçıs’nın Ötelerin Çocuğu adlı

romanıdır:

“Göklerin varılmaz uzaklığını ancak kuzeyde yaşayan insanlar bilir. Burada

ise yedi Ülker’ler işte ince bellerini süze süze Madran ve Beşparmak tepelerinin

ardından sivrilmişler, el ele vererek Menderes vadisi üzerinde dansediyorlardı.” 623

Diğer roman ise Yaşar Kemal’in Orta Direk adlı romanıdır. Bu romanda

Çukurova’ya ulaşmak için grubun arkasında kalıp türlü zahmetler çeken Ali,

Çukurova’ya ulaşınca Döndülü gelinle beraber olmanın hayalini kurmaktadır:

“Sıcak bir gecede. Sıcak değil, ılık. Garbi yeli efil efil ederken. Denizin

üstündeki ak, yelken bulutları gönderir o yeli. Şafağa karşı, hava soğur azıcık.

Ülker yıldızı pervazlanıp ışık saçar dönerken. Yatırmalı Döndülü gelini sıcak,

yumuşacık pamuk tarlasının toprağına. Kalçaları toprağa gömülür. Ilık. Tadına

doyulmaz.”624

Bu hayaldeki betimlemede Ülker yıldızı tüm ışıltısıyla dönmektedir.

III. 2. 3. 16. Zümrüdü Anka

Dünya mitolojilerinde kahramanların yolculukları esnasında karşılaştıkları zorlu

sınavlarda onlara yardım eden kutsal kuş mitosları yaygındır. Masallara ve efsanelere

konu olan bu kuş milletlere göre benzerlikler ve farklılıklar taşımaktadır. Bu kuşlar tam

manasıyla aynı özelliklere sahip olmasa da kutsallık taşıması bakımından önemlidir.

Yunan mitolojisinde Phoenix, İran mitolojisinde Simurg, Arap mitolojisinde Anka,

Hint mitolojisinde Garuda ve Kaknüs, Çin mitolojisinde ise farklı türden efsanevi kuşlar

bulunmaktadır.

Türk mitolojisinde ise iki önemli kuş bulunmaktadır. Birincisi Zümrüdü Anka

ikincisi ise Hüma’dır. Hüma Kuşu hakkında daha önceki başlıklarda bahsedilmiştir.

Zümrüdü Anka ise Arap mitolojisinde yer alan Anka kuşudur. Masallara konu olan

rengi sebebiyle Farsça bir ad olan Zümrüd ile beraber kullanılarak Ön Asya mitolojisine

geçmiştir. Bu kuş İranlıların Simurg’u ile aynı kuştur. Mütercim Asım Efendi bu kuşun

İranlılardan Araplara geçtiğine dikkat çekmektedir.625

623

Halikarnas Balıkçısı, Ötelerin Çocuğu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1955, s. 220. 624

Yaşar Kemal, Ortadirek, Remzi Kitabevi, İstanbul 1960, s. 166. 625

Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, I. Cilt, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 2010, s. 108.

Page 220: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

205

Zümrüdü Anka’nın gerek tüyleri gerek kanadının büyüklüğü gerekse

kahramanlara tılsımlarıyla yardımda bulunuşuyla masal ve efsanelere konu olmuştur.

“Şahnâme’deki Rüstem’in babası Zâl, onun emrinde çalışmış ve onun

tarafından terbiye edilmiş imiş. Yine daha sonraki İran mitolojisinde bu kuşun Kaf

veya Elburz dağlarında oturduğu söyleniyordu. Bu kuşun tüyünü ele geçirenlerin

en büyük sırra ve ölümsüzlüğe erecekleri iddia ediliyor ve efsanelerde böyle

yazılıyordu. Bu kuşun Kaf dağında bulunduğunu, daha ziyade İslâmi an’anelerle

Arap mitolojisi söylüyordu. İranlıların kutsal dağı ise Elburz’du. (…) Bilindiği

üzere İran mitolojisinin en eski kaynaklarından biri de Zend-Avesta’dır. Her şeyin

üstünde bulunan bir ağaç ve bu ağacın üzerinde de bir kuş vardı. Yine aynı

kaynağın bazı bölümlerine göre bu efsanevî ve büyük kuş, Vouru-Kaşa, yani Hazar

denizinin ortasında otururdu. Tahmuraf ve Zâl’ın tılsımları da bu kuştan

gelirdi.”626

Olağanüstü özellikler taşıyan bu kuş Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban

adlı romanında sadece bir masal ismi olarak geçmektedir:

“Süleyman bütün manasıyla, Türk masallarındaki “Keloğlan” tipidir. İtaatli,

kılıbık ve biraz filozoftur, ruhunun sonsuz derinliği vardır. Yerine göre Aşık Garip,

yerine göre Yunus Emre’dir. Nasreddin Hoca bu döldendir. Zümrüdüanka masalı

bunun için çıkmıştır. ‘Çobanla peri padişahının kızı’ masalındaki kahraman da

odur. Onda bitmez tükenmez yolculukların yarattığı sabır, kurtlar ve kuşlarla düşüp

kalkmanın verdiği sadelik, bir yüksek yaşantı ilkesi haline gelmiştir.”627

Bu alıntıda Süleyman’a yüklenen pek çok özelliğin yanı sıra Zümrüdü Anka

masalının Süleyman için ortaya çıkması da yer almaktadır.

III. 2. 4. Şamanizm ve Mitik Yapı

Şamanizm, bir din midir yoksa inanışı merkeze alan bir inisiyasyon (erginlenme-

sırra er(dir)me) tekniği midir? Şamanizm’den Türklerin en eski dini olarak da

bahsedilmektedir. Bu konuda pek çok görüş vardır. Şamanizm hakkında çok tanrılı bir

inanç ve ideoloji sistemi, bir inisiyasyon tekniği olduğu da söylenebilir. Ancak bu başka

626

Age, s. 108. 627

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban, İletişim Yayınları, İstanbul 1983, s.69.

Page 221: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

206

bir araştırma konusudur. Bu sebeple bu bölümde sadece şamanizmin mitolojiyle olan

ilişkisi ve kesişen noktaları ele alınacaktır.

Şamanizm Orta Asya, Kuzey Asya ve Sibirya’ya egemen olmakla birlikte

Amerika, Afrika, Avustralya, Endonezya gibi yerlerde de görülür. Kutsal alana

erişebilen şamanlar, esrime deneyimleriyle “dinsel ideolojinin katmanlaşmasına,

mitolojiye ve törenler sistemine güçlü biçimde etkide bulunmuş ve bulunmakta”628

dır.

Her ne kadar mitik ögeler ve ritüeller Şamanizm’den önce var olsa da Şamanizm’de

kozmik mekânların önemi, çok tanrılı inanç sistemi, erginlenme teknikleri gibi bazı

ögeler arkaiktir. Bu bakımdan mitolojiyle kesişir. Ancak Şamanizm saf değildir “zira

‘tarih’ her yerden geçmiş; geçerken de dinsel tasarımları, mitolojik yaratıları, törenleri

ve esrime tekniklerini değiştirmiş, kaynaştırmış, zenginleştirmiş, yoksullaştırmıştır.”629

Şamanizmin Orta Asya, Sibirya ve Arktika bölgelerinde yoğun olarak görülmesi

Türk mitolojisine de etki etmiştir. Kozmik mekânlar, sırra erme, atalar kültü, kut

anlayışı, hastalıkları sağaltma gibi pek çok öge Nihal Atsız’ın eserlerine yansımıştır.

Kam, baksı, ata, baba, otacı gibi kutsal bağlamda adı geçen pek çok şahıs Şamanizm

sisteminde yer almaktadır.

Şamanlık iki yolla kazanılır. Bunlardan bir tanesi kalıtsal yollarla aktarılmasıdır.

Bir diğeri ise kendiliğinden gelen bir iç çağrı ya da seçilme ile olur. Bunlara rağmen bir

şaman iki yönlü bir eğitimden geçmektedir. Bu eğitimlerden biri esrime düzeyinde

diğeri ise gelenekler düzeyinde olmaktadır. Bu eğitim “yola giriş” veya “sırra

er(dir)me” (initiation) süreci niteliğindedir.630

Sırra ermek ancak dünyanın merkezinden (Evren Ağacı, Dünyanın Göbeği,

Kozmik Direk) yer altı, yeryüzü ve gökyüzü arasında yolculuk yaparak

gerçekleşmektedir. Bu sebeple sırra erme yoluna giren şaman, çeşitli ritüellerle (kozmik

ağaca ya da direğe tırmanma vb.) aslında kozmogoniyi sembolik olarak canlandırmış

olur. Eğitimini tamamlayan şaman hastalıkları sağaltma, şekil değiştirme, aynı anda

farklı yerlerde bulunma, hayvanlarla iletişim kurma ve bilicilik gibi özelliklere sahip

olmaktadır.

Türk romanında Geleceği bilme, gizli bilgilere sahip olma gibi özellikler

bulunmaktadır. Nihal Atsız’ın Deli Kurt adlı romanında daha ilk sayfalarda İsa Beğ’in

628

Mircea Eliade, Şamanizm, Çev. İsmet Birkan, İmge Kitabevi, Ankara 2014, s. 28. 629

Age, s. 33. 630

Age, s.35.

Page 222: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

207

sipahisi olan Çakır’ın karşısına çıkan Dervişlerin bilicilik özelliğine sahip olduğu

görülür:

“Bala Hatun’un oturduğu köye varmadan bir gün önce, tam öğle vakti bir

orman kıyısında üç dervişe rasladı… Acayip suratlı, acayip kılıklı adamlardı. Bu

soğukta göğüs bağır açık geziyorlardı. İkisinde saç sakal birbirine karışmıştı. Hele

bir tanesi iri yarı ve korkunç bir şeydi. Kalın sopasını kaldırarak:

– «Dur, Sipahi» diye bağırdı.

Çakır, durdu. Aynı zamanda:

– « Ben Sipahi değilim.» diye cevap verdi.

İri derviş, ormanda uğulduyan bir sesle:

– «Sipahisin» dedi. « Saklama! Bozlak Baba’dan sır saklanmaz.» 631

Nihal Atsız’ın bu romanında bilicilik özelliği bu dervişlerde, Gökçen ve

Gökçen’in annesi Esen Börü’de görülmektedir. Şamanlığa dair pek çok motif daha çok

ana kahramanlardan olan Gökçen’de toplanır. Ana kahramanlardan Gökçen’in şaman

olduğu açıkça belirtilmese de Gökçen şaman özellikleri taşımaktadır. Bilinmeyenden

haber veren, bakışlarıyla insanları öldürebilen, hastalıkları sağaltan Gökçen’e tüm bu

özellikler kalıtsal yollarla geçmiştir. Gökçen’e annesinden, annesine de babası Uçkara

Bahşı’dan geçtiği görülür.

Şamanizm sisteminde ata, baba, derviş, kam, baksı gibi farklı isimlerin yer aldığı

görülür. Bahşı, Kırgız ve Kazak Türklerinde şamanın yerini tutan, onun ödevini yerine

getiren kişidir.632

Baksı, bahşı, bakşı gibi ses değişimlerine uğramıştır. Türkmenlerde

ise bagşı, saz şairi anlamına gelmektedir. Abdülkadir İnan’ın ifadesine göre şaman ve

bahşı kelimeleri yabancı dillerden gelmiştir. Türkçede ise kam kelimesinin

kullanıldığını ifade etmektedir. Kadın kamlara da udagan adı verilmektedir. Kamlar

tanrılar ve ruhlarla insanlar arasında aracılık yapma kudretine malik olan kişidir.633

Deli Kurt adlı romanda Gökçen’in dedesi olan Uçkara Bahşı da elindeki “yada” taşıyla

yağmur yağdıran, gelecekten haber veren bir kamdır:

“Gökçen’in anası aslında Varsaklı değil, Çağataylı’dır. Çağatay’ın içinde

Uygur diye bir boy varmış. Bunlar Müslüman değillermiş ama çok bilgili

kişilermiş. Bu Uygurlardan biri kendi padişahından kaçarak Karaman Eline kadar

631

H. Nihal Atsız, Deli Kurt, İnkılap Yayınevi, İstanbul 1958, s.13. 632

Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1986, s. 74. 633

Age, s. 75.

Page 223: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

208

gelmiş. Karaman Beğlerinden dirlik alarak burada yaşar olmuş. Onun oğlu Uçkara

Bahşı’yı ben gördüm. Kayıptan haber verir, elindeki bir taşla yağmur yağdırırdı.

Uçkara Bahşı’nın kızı Esen Börü benim yengem ve Gökçen’in anasıdır…”634

Uçkara Bahşı’dan Esen Börü’ye kalıtsal olarak geçen kamlık kadını zor duruma

sokar. Müslüman olmadığı için bu kadına büyücü, cadı olarak bakılır. Babasından kalan

yada taşını kullanan Esen Börü tüm bunlara rağmen Varsak’ı kuraklıktan kurtarır:

“Bu kadına büyücü diye bakıyorlardı. Nerdeyse onu öldüreceklerdi. Fakat o

kimseden korkmuyor, peçeyle gezip duruyordu. Bir yaz, görülmemiş bir kuraklık

oldu. Pınarlar kurudu. Hayvanlar, arkasından insanlar ölmeğe başladı. İşte o zaman

Esen Börü, babasından kalan yada taşını çıkarıp yağmur yağdırdı. Varsağı kurtardı.

Arkasından da Varsak beğinin yaralanıp yarı ölü halde getirilen oğlunu iyileştirince

düşünceler değişti.”635

Yada taşı kutsal bir taştır. Türk şamanizminin en yaygın geleneklerinden biri de

bulutları efsunlama, yağmur yağdırma, fırtına çıkarma yahut bunları durdurmadır. Bu

olayları gerçekleştirme gücü gibi pek çok keramete sahip olan bu taş atalardan miras

kalan bir taştır. Yada, cada, yat isimleriyle anılmaktadır. Pek çok İslam âlimi bu taşı

İslam’la ilişkilendirmeye çalışmıştır. Bu taş her devirde kamların ya da büyük

komutanların elinde bulunmuştur. Savaşlarda da kullanılmıştır. Bu taş hakkındaki

bilgilere ilk kez Çin kaynaklarında rastlanır.636

Esen Börü’nün büyücülüğüne kocası bile inanır:

“Amcam, onun iyi olduğuna inanmıyordu. İyi olsa Allah, peygamber tanır

diyordu. Onun büyücü olduğunu söylüyordu. Bir gece koynundan koca bir engerek

yılanı çıkardığını babama söylemişti.”637

Deli Kurt’a göre Gökçen korkulacak biri değil aksine kutlu bir varlıktır. Deli

Kurt, Gökçen ve Gökçen’in annesi hakkındaki tüm iddiaları duysa bile işin aslını

öğrenmek ister ve Esen Börü’nün yanına gider. Esen Börü daha Deli Kurt hiçbir şey

söylemeden onun gönlünden geçenleri okur. Bu durum kamlığın bir göstergesidir:

634

H. Nihal Atsız, Deli Kurt, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1958, s. 120-121. 635

Age, s. 121. 636

Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1986, s. 160. 637

H. Nihal Atsız, Deli Kurt, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1958, s. 122.

Page 224: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

209

“─ «Gökçen’i seviyorsun ama evlisin» dedi ve Deli Kurt ürperdiğini hissetti.

Bu kadın her şeyi biliyordu. Bir an aklı karıştı. Şaşkınlık içinde ne yapacağını

bilemedi. Sonra kendini toplıyarak söze girişti:

─ «İyi bildin bacım» dedi. «Evliyim ve Gökçen’i seviyorum. Onunla da

evlenebilirim. Dinimiz buna izin veriyor. Fakat sizin bu gözlerinizdeki ışık nedir?

Niçin baktığınızı öldürüyorsunuz? Neden insanlardan kaçıyorsunuz? Gizli şeyleri

nasıl biliyorsunuz? Nasıl yağmur yağdırıyorsunuz? Büyücü müsünüz? Yılanları,

canavarları nasıl korkutuyorsunuz? Yoksa insan değil de peri misiniz? Ben

Gökçen’e bu kadar gönül verdikten sonra ona kavuşamıyacak mıyım? Evlenirsem

gözlerine bakamıyacak mıyım? Bakarsam ölecek miyim?»

Kadın cevap verdi:

─« Ölmezsin…»

─«Ölmez miyim? Ya başkaları nasıl öldü? Senin kocan niçin öldü?»

Esen Börü hâlâ put gibi duruyordu. Sakin bir sesle şöyle dedi:

─«Birbirinizi severseniz gözlerine bakarsın. Hiçbir şey olmaz. Sevgi

körleşmeye başlayınca gözler ağulanır…»”638

Roman kahramanı olan Esen Börü kendisi ve kocasıyla olan ilişkisini bunun

yanında da kocasının niye öldüğünü şu şekilde anlatır:

“Erimle önceleri sevişiyorduk. Benim yüzüme bakardı. Sonra bir gün

Karaman’dan bir fakı gelip kocamın aklını çeldi. Bu fakı benim kâfir olduğumu,

beni Müslüman etmezse günaha girip cehennemde yanacağını kocama iyice aşıladı.

Kocam beni namaz kılmağa zorladı. Kendi de kılmazdı ama benim kılmamı

istiyordu. Bu Varsaklar arasında namaz kılan pek olmadığı halde, benimki onlara

batıyordu. (…) Ben de içimden gelmediği için iki yüzlülük edip namaz kılmadım.

(…) Bunu kabul etmiyen kocam bir gün kızımızı da alarak kaçtı. Çok üzüldüm.

Tanrının yakın bir kulu olduğum halde beni bırakıp gitmesine çok ağladım. Onu

da, kızımı da çok özlüyordum. Yıllardan sonra gizli bilgi ile nerde bulunduğunu

öğrenip yollara düştüm: Türlü emeklerden sonra olduğu yere vardım. Başka

kadınla evlenmiş, çocuğu da olmuştu. Herkes bilmesin diye Gökçen’in teyzesi

imişim gibi konuk oldum. Beni sevmedin de mi kaçtın, diye sordum. Hayır

seviyorum, dinsizliğinden kaçtım, dedi. Sevgin doğru mu, dedim, doğru, dedi.

Peçemi açtım. Sevgisi olsaydı hiçbir şey olmıyacaktı. Meğer sevgisi bitmiş.

638

Age, s. 126.

Page 225: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

210

Bakışıma dayanamadı. Bana öyle bakma deyip hastalandı. Birkaç gün sonra da

ölmüş.”639

Deli Kurt bunları öğrendikten sonra Gökçen’le gelecekte kavuşup

kavuşamayacaklarını merak eder. Esen Börü bir kaburga kemiğinin üzerindeki yazılara

bakarak onun geleceğini okur.

“ ─ «Ya bu gizli bilgileri kimden öğrendin?»

─ «Bu bizim soyumuzun bilgisidir. Bize Irkılıoğlu derler. Yağmur yağdıran

taş da atalarımızdan kalmadır…»

(…)

─ « Bacım! Bana gösterdiğin bu yakınlıktan umutlanayım mı? Gökçen’i bana

verecek misin?

Esen Börü bu soruya cevap vermiyerek Deli Kurt’a «Yaklaş» diye işaret etti.

Onun bileğini kavramıştı ve yüreğinin atışlarını sayabiliyordu. Öteki elinde bir

kürek kemiği, kemiğin üzerinde acayip yazılar vardı. Kadın bu yazılara bakıyordu.

Deli Kurt’a çok uzun gelen bir zaman geçti ve çadırın ortasındaki ışık yavaş yavaş

söndü. (…) Bir ara Deli Kurt’un bileğini bıraktı. Sonra karanlık çadırın içinde şu

sözler duyuldu:

─ « Osmanlı! Gökçen’in de sende gönlü var. İleride sevginin azalmayacağını

bilsem bu iş şimdiden olsun derdim. Birbirinize denksiniz. (…) O, çoban kılığı

işinde yüce bir soydan geldiği gibi, sen de Sipahi kılığı içinde büyük bir beğ

soyundansın. Ama sonunuzu göremiyorum Sipahi.»640

Deli Kurt, bir beğ soyundan olmasına rağmen bunu bilmemektedir. Küçük yaşta

düşman tarafından öldürülmesinden korktukları için kimliği kendisine bildirilmemiş ve

herkesten saklanmıştır. Esen Börü, elindeki kürek kemiğine bakarak Deli Kurt’un falına

bakmıştır.

Şamanizmde fal önemli bir yer tutmaktadır. Fal bakmak, talih okumak ya da

ırklamak gibi adlarla da anılır. Bunlardan en yaygını kürek kemiğiyle bakılan faldır.

Abdülkadir İnan Kırgız, Kazak, Nogaylar ve Moğolların yanı sıra bu fal türünün

Japonlar, Araplar gibi farklı kavimlerde de kullanıldığını dile getirir. Halk edebiyatında

639

Age, s. 127. 640

Age, s 128-129.

Page 226: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

211

Müslüman ya da müşrik çoğu kahramanın kürek kemiği falına göre hareket ettiğinden

bahseder.641

Necati Cumalı’nın Tütün Zamanı adlı romanında fal bakma motifi yer

almaktadır. Ancak bu eylem şamanlarınki gibi kürek kemiğiyle değil kuru bakla, bozuk

para, mavi boncuk, kömür parçasıyla gerçekleştirilir. Fal bakma sırasında ritüele uygun

sözler söylendiği görülür:

“Sümbül kadın eteğinin altındaki bir torbadan bir avuç kuru bakla, bir gümüş

kırklık, bir mavi boncuk, bir de kömür parçası çıkardı. Baklaları saydı.

-Tamam on iki tane… Bu mavi boncuk murat, bu kömür parçası sıkıntı, bu

gümüş kırklıkta para… Öyleyse kısmet Zeliş için olsun… Tut bakayım kızcağızım

niyetini…

-Tuttum…

Sümbül kadın gözlerini kapadı:

-Bu falın onu yalansa beşi sahi olsun! Bu el benim elim değil Fatma

annemizin eli! Kısmetin ne ise falında görünsün!”642

“Fatma annemizin eli” sözü dikkate değerdir. El motifi aslında Mısır’dan

Hindistan’a uzanan bir coğrafyada kullanılmaktadır. Semavi dinlerin yanı sıra Mısır ve

Pagan dinlerinde de kullanılmıştır. Müslümanlarca Fatma’nın eli Musevilerce

Meryem’in eli ve Hamesh (İbranice’de 5 rakamı) olarak adlandırılmaktadır. Bu eli Hz.

Muhammed’in kızıyla sembolleştirilmesi Hz. Muhammed’in kızı için söylediği şu söze

dayanmaktadır: “Vücudumun bir parçası, gözümün nuru, kalbim, ruhum ve vicdanım.”

Fatma için beş ayrı benzetme yapmıştır. Fatma’nın eli, nazardan ve şeytandan

korunmayı, bereketi, şansı sembolize eder.643

Fal bakma Nihal Atsız’ın Bozkurtların Ölümü adlı romanda da görülmektedir.

Yüzbaşı Bögü Alp talihini ve de nasıl hareket edeceğini öğrenmek için Kıraç Ata’nın

yaşamakta olduğu mağaraya gider. Bu alıntıda Kıraç Ata kürek kemiğiyle fal bakmaz

ancak daha farklı kerametlere sahiptir. Bu kerametlerden biri vahşi hayvanlarla

konuşmak, onları hizmeti için kullanabilmektir.

641

Abdülkadir İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1986, s. 152-

153. 642

Necati Cumalı, Tütün Zamanı 1- Zeliş, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul 2006, s. 131-132. 643

Ayşin Pir, “Gördüğümüz Semboller Pek Bilmediğimiz Anlamlar 2- Fatma’nın Eli”

http://www.gazetebilkent.com/2015/04/04/gordugumuz-semboller-pek-bilmedigimiz-anlamlar-2-

fatmanin-eli/ (24.11.2015).

Page 227: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

212

“Yolcu epey tırmanıp yükseldikten sonra bir düzlüğe vardı. Burada nereye

gideceğini bilmeyerek durdu. Çünkü bu düzlüğün kenarında mağara gibi dört oyuk

bulunuyor ve oyuklardan bir tanesinin de içerde kule gibi yükseldiği görülüyordu.

Yolcu bir müddet oyuklara baktıktan sonra kendisine en yakın olan sağdakine

doğru ilerledi. (…) İçerde, yüksekçe bir yerde çok iri dört doğan atılmağa hazır bir

halde kendisine bakıyorlardı. (…) Bu sefer yine aynı yavaş adımlarla ikinci oyuğa

doğru ilerledi. Bu oyuk kapkaranlık bir delikti. Adımını içeri atıp biraz durdu.

Sessiz ve karanlıktı. Birdenbire ilerde iki kor peyda oldu. Sonra bunların yanına iki

kor daha geldi. (…) Bunlar iki kurttu. (…) Yolcunun karar vermeğe vakti

kalmamış, çünkü üçüncü kovuktan iri bir ayı çıkarak homurtularla kendisine doğru

yürümeğe başlamıştı. (…) Ayı, kendisinden umulmıyan bir hızla bu iki adımlık

yoldan yolcunun üzerine atıldı. Fakat atılmasıyla yaylanmış gibi itilerek geriye

fırlayıp yere düşmesi bir oldu. (…) Bu sırada, üstünde bir kule olan dördüncü

kovuktan ak saçlı, ak sakallı bir ihtiyar çıkarak ayıyı deviren yolcuya baktı. Sonra

ayağa kalkarak yine atılmak istiyen ayıya bağırdı:

─ Evine gir, sesini kes!

Yolcunun şaşkınlıktan açılan gözleri önünde koca ayı bu sözleri anlıyarak ve

homurtusunu keserek çıktığı kovuğa girince bahadır yolcu, ihtiyara döndü.

─ “Üç günlük yoldan geliyorum. Kıraç Ata sen misin?” diye sordu.”644

“─ Bana Yüzbaşı Bögü Alp derler. Kara Kağan ordusundanım. Senden

bahtımı okumanı dilemek için geldim. Okur musun? Yoksa şimdiye dek olduğu

gibi kendi bildiğim gibi mi iş göreyim?

(…)

─Yüzbaşı Bögü Alp! Otuz iki yaşındasın. Yüce birisini öldürmek istiyorsun.

Dokuz yıla kalmaz olan olur… Dokuz yıl daha geçer; katı kılıç kullanmak günü

gelir… Ondan ötesini Gök Tanrı bilir.”645

Kıraç Ata Bögü Alp’in talihini okur ancak kendisinin üstünde Gök Tanrı’nın

olduğunu ve sonu ancak onun bileceğini söyler. Bu durum, bu maddenin başında da söz

edildiği gibi kamın sadece Tanrıyla ruhlar ve de insanlar arasında bir haberci olduğunu

gösterir. Bögü Alp’in talihini okuduktan sonra ona ikramda bulunmak ister ve bunun

için hizmetindeki hayvanları kullanır:

644

H. Nihal Atsız, Bozkurtların Ölümü, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1955, s. 106-107. 645

Age, s. 108.

Page 228: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

213

“Kam, sol kolunu ufkî tutunca doğanlardan bir tanesi sıçradı. İhtiyar: a- –

‘Konuğa av kuşları getir’ diyerek onu uçurdu. Öteki üç doğanı da öyle yaptı. (…)

Buradaki her şeye şaşan yüzbaşı çamçaktaki kımızın da şimdiye değin tatmadığı

güzellikteki tadına şaşarak dikti. Yarısını içtikten sonra bakarak:

─ ‘Bu kımız Tanrı kısraklarının sütüyle yapılmış olmalı’ dedi.

Bu sırada kamın doğanları birer birer dönüyor, avladıkları kuşları kovuğun

önüne bırakarak çekiliyorlardı.”646

“Gün batarken Kıraç Ata kulenin en üstüne çıkıp Tanrıya yakarışını yapmış,

sonra doğanların getirdiği kuşları yaktığı ateşte kızartarak Bögü Alp’ı

ağırlamıştı.”647

Yemek yemeden önce Gök Tanrı’ya yakarışta bulunmak bir tür ritüeldir. Bögü

Alp bu hayvanların nasıl evcilleştiğini merak eder. Kıraç Ata’nın sonsuz ve gizli bilgiye

ancak Gök Tanrı’nın sahip olabileceğini şu şekilde belirtir:

“─ Kıraç Ata! Sen bu hayvanları nasıl alıştırıp adamcıl yaptın?

─ Tanrı sırrıdır oğul, sorulmaz.”648

Bozkurtlar Diriliyor adlı romanında da Uçar Kam’ın biliciğinden bahsedilir.

Daha önce baktığı bir falın gerçekleştiği dile getirilir:

“─ Orada Uçar Kam otururdu. Altmış yıl önce ben buradan geçerken una

uğramıştım. Altmış yıl sonra buraya yine gelirsin demişti. Dediği çıktı…

(…)

─ Uçar Kam falıma bakmış, on beş yıl sonra bütün yoldaşların yok olacaklar

demişti. Dedikleri oldu.: Kür Şad ihtilâlinde son arkadaşlarım da öldüler.”649

Nihal Atsız’ın dönem dâhilinde incelenen romanlarında Kıraç Ata’nın,

dervişlerin, Uçar Kam’ın Esen Börü’nün ve romanda özellikle mitik bir kahraman

olarak ele alınan Gökçen’in geleceği bilmesi bir şamanın özelliğidir. Bu durum sadece

şamanist sistemin bir parçası değildir. Bu özellik mitik yapıyla da kesişir. Bilicilik

sadece şamanizmde yer almaz. Yunan mitolojisinde de Apollon bilicilik yeteneğine

sahiptir. “Apollon Yunanlılar için daha çok gelecek ve geleceğin bilgisi anlamına

gelmektedir. Gelecekle ilgili her türlü önemli sorunu Apollon’a getirip onun

646

Age, s. 108. 647

Age, s. 108. 648

Age, s. 109. 649

H. Nihal Atsız, Bozkurtlar Diriliyor, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1962, s. 87.

Page 229: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

214

doğrultusunda harekete geçiyorlardı.”650

Bunun yanı sıra âşık olduğu Kassandra’yı

etkilemek için ona da bilicilik yeteneği verir. Ancak Kassandra kurnazlık yapmaya

kalkışınca Apollon Kassandra’nın ağzına tükürür. Bu olaydan sonra Kassandra geleceği

önceden bilecek ve söyleyecek ama ona hiç kimse inanmayacaktır.651

Deli Kurt’ta Gökçen’in kalıtsal olarak sahip olduğu birtakım özellikler annesi

Esen Börü’nün ağzından anlatılır. Gökçen’in gözyaşlarından bir pınarın kaynaması da

mitik bir öge olarak ele alınabilir. Bir zamanlar bir Şehzade Gökçen’e âşık olur, aynı

şekilde Gökçen de ona âşık olur. Gökçen onunla evlenecek erkeğin onu at yarışında

geçmesi gerektiğini söyler. Üç denemesinde de başarılı olamayan Şehzade ümitsizliğe

düşerek yurduna geri döner. Bunun üzerine Gökçen de gün geçtikçe dertlenir.

“O gidince kız da yaslanmış. Kederinden dağlara düşmüş. Kimseyle

konuşmaz, geceleyin çadırına gelir, gündüz kurtla kuşla söyleşirmiş. Bir gün Hızır

yine gelmiş. Bodur ağacın altında Gökçen’le konuşmuş. «Ağla da dertlerin erisin»

demiş. Kız «Ağlıyamıyorum» diye cevap vermiş. Hızır bodur ağacı göstererek: «Şu

narı kopar » demiş. Koparmış. Narı ikiye bölmüş. Yarısını kıza yedirmiş: «Ağla!

Göz yaşın her şeyi eritecek» diye söylemiş. «Bu yarısını da şehzadeye

yedireceğim. Dertleriniz bitecek, kavuşacaksınız.» diye müjdelemiş ama, narın

yarısını şehzadeye yedirmemiş. Çünkü Hızır Şehzadeye vardığı zaman şehzade

ölmüşmüş. Gökçen Kız yarım narı yedikten sonra göz pınarları açılmış. Öyle

ağlamış ki bu çorak tepenin taşları erimiş; her yer yeşerip şu gördüğün orman

olmuş. Gönüldeki derdini de eritmek üzere iken şehzadenin ölüm haberi gelmiş. O

gece şu pınarın olduğu yerde sabaha kadar ağlayıp kendisi de sırrolmuş. Bu her

şeyi eriten pınar onun gözyaşlarından kaynamış.”652

Gökçen bu olaydan sonra sır olur ve geceleri bu pınarın başında sadece ruhu

dolaşır. Anadolu’da pek çok pınar, ağaç, ermişlerin mezarlarının başında dilek dileme

ritüeli kutsal bir hikâyeye dayanır. Her ne kadar Gökçen ve Şehzade kavuşamamış olsa

da o obada yaşayan ve kavuşmayı dileyen pek çok genç o pınarın başında sabaha kadar

dua ederler. Ayrıca bu alıntıda yer alan nar motifi mitolojide önemli bir yere sahiptir.

Nar daha çok bereketi, verimliliği simgelese de evlilik bağının çözülmezliği anlamını da

taşımaktadır. Yunan mitolojisinde Hades’in Persephone’ye nar yedirmesi,

650

İsmail Gezgin, Sanatın Mitolojisi, Sel Yayıncılık, İstanbul 2011, s. 90. 651

Age, s. 90. 652

H. Nihal Atsız, Deli Kurt, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1958, s. 55.

Page 230: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

215

Persephone’yi kendisine bağlamak, onunla beraber olmak için kullandığı bir yoldur.653

Bu eserde Hızır da iki âşığa nar yedirerek onları sonsuza dek kavuşturmayı

amaçlamaktadır.

Gökçen için “kimi peri kızı kimi de insan kılığına girmiş cin”654

demektedir.

Bunun sebebi Gökçen’in ortadan kaybolduktan sonra ruhunun hala obada geziniyor

olmasıdır. Zaman zaman geceleri pınar başında bir nur olarak oba halkına

görünmektedir. Onun yürüyüşü bir hayalete benzetilir. Sanki gökte süzülür. Obada

Gökçen hakkında çok güzel bir kız olduğu dile getirilse de gözlerinin ağulu bir ışık

saçtığı ve insanları öldürebilecek kadar güçlü olduğu efsanesi yaygındır. Deli Kurt’un

manevi annesi Satı Kadın en çok da oğlunun Gökçen’e âşık olup bu sebeple hayatını

kaybetmesinden endişe duyar. Bir akşam pınarın başında yemek yerlerken Gökçen’le

karşılaşırlar. Deli Kurt ile Gökçen göz göze gelirler:

“On adım kala, ay ışığı altında yüzünü iyice görerek dili tutuldu. Düşüncesi

işlemez oldu.

Beş adım kala başını hafifçe çevirerek Deli Kurt’la göz göze geldi ve durdu.

Deli Kurt, yakın mesafeden göğsüne ok yemiş savaşçı gibi şöyle bir irkildi.

Sonra kamaşan gözleriyle bir anda çevresini göremiyerek dehşete kapıldı. Bir

eliyle gözlerini kapayarak elinde olmadan, yılan sokmuşçasına fırlayıp ayağa

kalktı. Göz göze geldikleri zaman kızın bakışlarından yeşil bir ışık çıktı gibi

görmüş, bu ışıkla kamaşan gözleri hiçbir şey görmez olunca kör oldum sanarak

fırlamıştı. Delirmiş miydi?”655

Göz göze geldiklerinden şüphe eden Satı Kadın hemen sessizliği bozmak için

araya girer:

“─«Onun kimseye kötülük ettiği yok ama o gözleri yok mu, gözleri?.. Onun

içinden ağulu bir ışık çıkıyor, kime değerse onda hayır bırakmıyor. Tanrı korusun!

Gözlerine bakmadınız ya?»”656

O andan itibaren Deli Kurt ile Gökçen arasında özel bir bağ oluşur. Gökçen sık

sık gerek ay ışığı gerekse gözlerindeki yeşil ışıkla anılır. Işığın mitik bilinçte önemli bir

653

Münir Cerrahoğlu, “Mitolojilerde ve Türkiyede Derlenen Masallarda Narın Yeri”, Turkish Studies

International Periodical Forthe Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 7/1

Winter 2012, s. 647. 654

H. Nihal Atsız, Deli Kurt, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1958, s. 85. 655

Age, s. 82. 656

Age, s. 83.

Page 231: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

216

anlamı vardır. “Işığın saygınlığı, tüm insanî varoluşa karışmıştır. ‘Işığa ulaşmak’

doğmak, ‘ışığı kaybetmek’ ölmektir. Homer destanında bile ışık kutsaldır ve

kurtuluştur.”657

Nitekim yaralanınca Gökçen tarafından bir çadırda büyülü bir kaval

sesiyle uykuya daldırılan Deli Kurt, “kaval sesi uzaklaşırken onun kaybolma ihtimalinin

yüreğine verdiği bir korku içinde kaldı. (…) Birden kendisini kapkara ve sonsuz bir

boşluğun içinde görerek acındı. Sonra ortalığın yeşil bir ışıkla dolduğunu anlıyarak

ferahladı. Yeşil, her yeri aydınlatmış, her şeyi göstermeğe başlamıştı. Yeşilin

aydınlattığı her şey de yeşildi.”658

Bu yeşil ışık da Deli Kurt’un kurtuluşuna sebep

olmuştur.

Romanda Gökçen, Deli Kurt’un kurtarıcısı olarak okurun karşısına çıkmaktadır.

“Çok sayıda mit ve söylence, kahramanların yaşadığı serüvenlerde bir cin, peri

ya da herhangi bir yarı-tanrısal kadının oynadığı role tanıklık eder: Kahramanları o

eğitir, geçirdikleri sınamalarda (ki çoğu zaman bunlar sırra-erme sınavlarıdır.)

kahramanlara o yardımcı olur, ölümsüzlük ya da uzun ömür simgelerini (sihirli

otlar, mucizeli elmalar, gençlik pınarı vb. ) ele geçirmenin yollarını o öğretir.

Kadın mitolojisi alanının önemli bir bölümü, sanki ölümsüzlüğü ele geçirmek veya

sırra-erme sınavlarından zaferle çıkmakta kahramana yardım edenin hep bir dişi

varlık olduğunu göstermek üzere oluşturulmuştur.”659

Deli Kurt ve Türkmen Beği’nin oğlu Gökçen için düelloya tutuşurlar sonuçta

ikisi de ağır yaralanır. Gökçen onların yaralarını sağaltarak Deli Kurt ve Türkmen

Beği’nin oğlunu ölümden kurtarır.

Gökçen Deli Kurt’a “Sana çadır getirdim Sipahi. Gün doğmadan içine girecek,

güneş batıncaya kadar çadırda kalacaksın. Gün ışığı sana iyi gelmez.”660

Der ve çadırı

kurup Deli Kurt’un yaralarına merhem sürer. Başını dizlerine koyarak “Gün doğarken

çadıra girip bütün gün uyuyacaksın. Akşam olunca kalkıp yürüyeceksin.”661

deyip kaval

çalmaya başlar. Deli Kurt kendisinde bir başkalık, tatlı bir uyuşukluk duymaya başlar.

657

Ernst Cassirer, Sembolik Formlar Felsefesi II-Mitik Düşünme, Çev. Milay Köktürk, Hece Yayınları,

Ankara 2005, s.154. 658

H. Nihal Atsız, Deli Kurt, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1958, s. 139-140. 659

Mircea Eliade, Şamanizm, Çev. İsmet Birkan, İmge Kitabevi, Ankara 2014, s. 116. 660

H. Nihal Atsız, Deli Kurt, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1958, s. 138. 661

Age, s. 139.

Page 232: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

217

Bu büyücü kız yine ne tılsım etmişti? Diye düşünürken gözleri kapanır, kendisini başka

bir âleme geçer gibi hissetmeye başlar.662

Bu durum Deli Kurt için bir tür erginlenme sürecidir. Kahraman için yeniden

doğum anlamına gelen bu durumda kahramanın eşiği geçmesi ve sınavlardan geçmesi

gerekmektedir. Çoğu kez bir balinanın karnı olarak yer alan rahim (anne karnı)

imgesi663

Deli Kurt adlı romanda çadır olarak görülmektedir. Rahim imgesi efsanelerde

bazen bir kuyu bazense mağara olarak okurun karşısına çıkar.

Rahim imgesinin yanı sıra uykuya dalma motifi de mitoslarda sık sık yer alır. Bu

motifin bir örneği de Pegasos ile Bellerophon mitosunda görülür. Pegasos’u

dizginlemeyi çok istemenin yanı sıra bunun ne kadar zor olacağını da bilmektedir.

Polydios bunun için Athena’nın tapınağında uykuya dalması gerektiğini, rüyasında

Athena’yı görürse Athena’nın ona yardım edebileceğini söyler. Polydios’un önerisini

dinleyen Bellerophon, uyandığında yanında dizginler bulur ve kolayca Pegasos’u

kolayca kontrol altına alır.664

Düş aracılığıyla Athena’nın yardımını alıp bu görevi

tamamlar. Bu mitosta da yardımcının bir tanrıça olduğu görülür.

Kahraman düşler ya da sırlar dünyasına girmeden önce doğaüstü yardımcının

önerileri, tılsımları ve gizli araçlarından yardım almaktadır. Ya da insanüstü yolculuğu

sırasında kendisini her yerde destekleyen iyi kalpli bir güç olduğunu ilk kez burada da

fark edebilir.665

Deli Kurt’ta da bu iyi kalpli güç Gökçen’dir. Kadın mitolojide önemli bir role

sahiptir. “Mitolojinin resim dilinde kadın bilinebilenin bütününü temsil eder ve

kahraman bilmeye gelen kişidir.”666

“Tanrıçayla karşılaşma, kahramanın, sonsuzluğun

örtüsü olarak kutlanan yaşamın kendisi olan aşk ödülünü (cömertlik: amor fati)

kazanmak için vereceği son sınavdır.”667

Deli Kurt’un yaralarını tedavi etmek için bir de tılsımlı suyun kullanıldığı

görülür. Pek çok mitosta “Gençlik pınarı”, “kutsal su” gibi motifler görülürken Deli

662

Age, s. 139. 663

Joseph Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, Çev. Sabri Gürses, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2010,

s. 107. 664

Edith Hamilton, Mitologya, Çev. Ülkü Tamer, Varlık Yayınları, İstanbul 2011, s. 96. 665

Joseph Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, Çev. Sabri Gürses, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2010,

s. 113. 666

Age, s. 133-134. 667

Age, s. 136.

Page 233: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

218

Kurt’ta da her derde deva olan kuyu suyu yer almaktadır. Gökçen bunu şu şekilde ifade

etmektedir:

“─« Bu kuyudan bir su kaynar Sipahi! Dertlere şifadır. Şimdi oluğu bu suyla

dolduracağım. İçinde yıkandıktan sonra bir defa daha merhem sürüp em

içireceğim; yarın sabaha kadar bir şeyin kalmıyacak»”668

Şamanizm sisteminde ruhlarla konuşma hadiselerine de rastlanmaktadır.

“Rüyada ya da uyanıkken bir ruh –veya cin– görmek bir anlamda manevi bir duruma

ulaşılmış, başka deyişle normal sıradan insan durumunun aşılmış olduğunun kesin

belirtisidir.”669

Deli Kurt’ta da ruhlarla konuşma olayına rastlanmaktadır:

“─« Anam! Yüzünü göreyim.»

Hayalet fısıldadı:

─« Olmaz…»

─« Neden olmasın? Oğlun değil miyim?»

─« İzinli değilim. Olmaz.»

Çakır ağlamaklı olmuştu. Üç hayalet birden kendisine biraz yaklaştılar. Bala

Hatun fısıldadı:

─«Olmaz! İnsanlar her şeyi bilmiyecektir.»

İsa Beğ devam etti:

─«Olmaz. İnsanlar ancak gördüklerini bilecek, bildiklerini görecektir.»

Anası tamamladı:

─«Olmaz. İnsanlar daima bir şeye hasret kalacaktır.»”670

Çakır, bir gece mezarlığa gider ve önce korumuş olduğu İsa Beğ’in karısı Bala

Hatun’un sonra İsa Beğ’in, anasının, sırasıyla babasının ve amcasının hayaletlerini

görüp onlarla konuşur. İnsanların bilginin her türlüsüne asla sahip olamayacaklarını, bir

şeylere hep hasret kalacaklarını söylerler.

668

H. Nihal Atsız, Deli Kurt, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1958, s. 142. 669

Mircea Eliade, Şamanizm, Çev. İsmet Birkan, İmge Kitabevi, Ankara 2014, s. 125. 670

H. Nihal Atsız, Deli Kurt, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1958, s. 35.

Page 234: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

219

SONUÇ

Türkçe Sözlük’te mit (Fr. mythe), “geleneksel olarak yayılan veya toplumun

hayal gücü etkisiyle biçim değiştiren, tanrı, tanrıça, evrenin doğuşu ile ilgili hayalî,

alegorik bir anlamı olan halk hikâyesi, mitos”671

olarak tanımlanırken “mythos” ve

“logos” kelimelerini bünyesinde barındıran mitoloji (Fr. mythologie) de “mitleri,

doğuşlarını, anlamlarını yorumlayan, inceleyen bilim; bir ulusa, bir dine, özellikle

Yunan, Lâtin, uygarlığına ait mitlerin, efsanelerin bütünü”672

şeklinde tanımlanır.

Osmanlı döneminde mit kelimesine karşılık olarak ustûre, esâtir sözcükleri

kullanılmıştır. Sanat Ansiklopedisi’nde mit için “Kahramanlık devirlerine aid destan ve

masallar”673

tanımı yapıldıktan sonra bu kelimenin bizde efsane olarak karşılandığı

belirtilir. Mitos ve logos kelimeleri de bir araya gelerek mitoloji terimini ortaya çıkarır.

Mitoloji de bu durumda efsanelerin bilgisi anlamına gelmektedir. Mitoloji, sözlükteki

anlamıyla sadece efsanelerin bilgisini sunmaz. Çeşitli toplumlara ait mitler hakkında

bilgi verdiği gibi mitlerin nasıl ortaya çıktığını, işlevini ve özelliklerini gösterir. Mitlerin

bilgisini sunar.

İnsan için “bilgi, hakim olmak, korunmak, korkmamak demektir. Bilinmeyen

şeyler insanı korkutur. İnsandaki bilme isteği mitojenik (mitos oluşturma) yeteneğinin

motivasyonudur. Bilmek isteği mitoslar yaratmaktır. Bilmek düşmanları kontrol

etmektir.”674

Bu durumda mitosların ortaya çıkışında bilme isteğinin yattığını söylemek

mümkündür.

Mitolojide her ne kadar hayale dayalı bir yapı söz konusu olsa da bu

muhayyilenin kaynağında insanın ve insan hayatının gerçekliği yatar. Mitin olağanüstü

olay ve kişilerden söz etmesi, onun “gerçeklerle ilişkisiz, uydurma, boş ve gülünç

masal”675

olarak tanımlanması için yeterli bir sebep değildir. Aslında mit sayesinde

gerçeğin farklı şekillerde ifade edilişiyle karşılaşılır. Bu gerçeklik de kutsal gerçekliktir.

Mitos konusunu ele almak demek aslında simgeci düşüncenin boyutlarında

dolaşmak anlamına gelmektedir. Mitos gerçekte insan zihninin simgeci işlevinin bir

sonucudur. İnsan yazgısını etkileyen olayların ve sembollerin çok eskilerden kalmasına

671

Türkçe Sözlük, 2. Cilt, TDK Yayınları, Ankara 1998, s. 1571. 672

Age, s. 1571. 673

Celâl Esad Arseven, Sanat Ansiklopedisi, MEB Maarif Matbaası, İstanbul 1943, s. 1428. 674

İsmail Gezgin, Sanatın Mitolojisi, Sel Yayıncılık, İstanbul 2008, s. 37. 675

Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010, s. 5.

Page 235: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

220

rağmen hâlâ geçerliliğinin devam etmesi “mitos öyküsünün, insanın derinlerde yatan

kaygılarını, korkularını, isteklerini dile getirmesi”676

yle açıklanabilir. İnsan zihninin

simgeci işlevi mitoslarda kurmaca bir yapı oluşturmaktadır. İnsan zihni korkularını,

kaygılarını sembollerle ortaya koyarken yani mitos yaratırken hikâyelerini kurmaca bir

yapıda oluşturur. Bu yapı edebî eserlerden farklı bir yapıdır. Edebî metinlerdeki

kurmaca yapı bilinçli bir şekilde oluşturulurken mitlerde bulunan kurmaca yapı kişisel

ve kolektif bilinç dışının bir yansıması olarak görülmektedir. Böylece mitoslar yaratılış,

doğum, evlilik, cinsellik, ölüm gibi -kişisel ve kolektif bilinç dışında harmanladığı- pek

çok kavrama dair ilk örneği sunar. İşte bu ‘ilk örnek’, Jung’un arketip dediği a priori677

her zaman için kutsal bir hikâyeye dayanır. Bu ilk örneğin tekrar edilmesi ritüelleri

meydana getirir. Ritüeller ise bu kutsal hikâyeye uygun bir şekilde kutsal bir zamanda

ve mekânda gerçekleştirilir. Mircea Eliade, Ebedi Dönüş Mitosu adlı eserinde mitsel

modellerin sadece ritüellerde değil her türden insanî eylemde var olduğunu söyler. Bu

eylemler başlangıçta bir tanrı ya da bir ata tarafından gerçekleştirilmiştir ve yinelendiği

takdirde geçerlilik kazanacaktır.678

Ritüeller ya da günlük yaşama ait eylemler,

başlangıç zamanında bir tanrı ya da ata tarafından gerçekleştirildiği ve ataları onlara

öyle öğrettiği için kutsal olarak algılanır. Ayrıca ritüellerin kökeninde yer alan mitlerin

sosyal yaşamı düzenleme gibi bir işlevi bulunmaktadır. Kültürlenme sürecine giren

insan, ilişkilerini ve içinde bulunduğu faaliyetleri düzene sokmak için mitlere başvurur

ve ritüellerin devamlılığını sağlar.

“Mitin, kozmosun sonu gelmez enerjilerini insanın kültürel yaratımına akıtan

gizli bir yarık olduğunu söylemek çok ileri gitmek olmayacaktır. Dinler, felsefeler,

sanatlar, ilkel ve tarihsel insanın sosyal biçimleri, bilim ve teknolojideki başlıca

buluşlar, uykuyu kaçırtan düşler, mitin temel, büyülü halkasında pişer.”679

Her alanda karşılaştığımız mitlerin ne olduğu, nasıl ortaya çıktığı, kültürle olan

ilişkisi, işleviyle ilgili ulaşılan sonuç kısaca bu şekildedir. Mitlerin sınıflandırılması ise

şu şekilde yapılmaktadır: Kozmogonik mitler, teogonik mitler, antropogonik mitler,

eskatoloji mitleri, kahramanlık mitleri ya da tarihî mitler ve ritüel mitleri.

676

Berna Moran, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları, İstanbul 2007, s.224. 677

Cafer Gariper –Yasemin Küçükcoşkun, Dionizyak Coşkunun İhtişam ve Sefaleti-Yakup Kadri’nin Nur

Baba Romanına Psikanalitik Bir Yaklaşım, Akademik Kitaplar, İstanbul 2009, s. 32. 678

Mircea Eliade, Ebedi Dönüş Mitosu, Çev. Ümit Altuğ, İmge Kitabevi, Ankara 1994, s. 36. 679

Joseph Campbell, Kahramanın Sonsuz Yolculuğu, Çev. Sabri Gürses, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000,

s. 13.

Page 236: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

221

Kozmogoni mitlerinde evrenin yaratılışıyla ilgili mitoslara yer verilmiş ve

kozmogoninin ne olduğu, nasıl bir işleve sahip olduğu ortaya konmuştur.

Kozmogoninin aslında diğer mit türlerinde de yer aldığı gözlemlenmiştir. Hemen hemen

her sembolün derin yapısında kozmogoniye rastlanmıştır. Teogoni mitlerinde tanrıların

ortaya çıkışıyla ilgili mitler ele alınmış, tanrıların birbirleriyle olan ilişkileri

anlatılmıştır. Antropogonik mitlerde farklı kültürlerin mitolojilerinde yer alan ilk

insanın yaratılışıyla ilgili mitoslara yer verilmiş, bunun yanında ilk günah ve cennetten

kovuluş hakkında mitlerin yanı sıra kutsal kitaplardan örnekler de sunulmuştur. Evrenin

sona ermesiyle ilgili mitler eskatoji mitleri başlığı altında incelenmiştir. Bu inceleme

sonucunda aslında bir sondan bahsetmenin mümkün olmadığı kanaatine varılmıştır.

Çünkü her bir eskatoloji mitinde evrende kalan biri erkek diğeri kadın bir çift insanın

yeni bir düzen kurdukları ve yeni bir dünya inşa ettikleri görülür. Bu konuda ebedî

dönüş ve kozmik çevrimden bahsedilmiştir. Kahramanlık mitleri açıklanırken daha çok

Joseph Campbell’in Kahramanın Sonsuz Yolculuğu adlı eserinden faydalanılmıştır. Bu

eserde mitos kahramanının üç ana evreden geçtiği görülmüştür. Bu evreler: yola çıkış,

erginlenme ve dönüştür. Kahraman maceradan döndüğünde üstün güçler elde etmiş,

sırra ermiş bir durumdadır. Ritüel mitosları ise daha çok doğum, tarımla ilgili

faaliyetler, cinsellik, evlilik ve ölümle ilgilidir. Bu mitoslarda yer alan arketiplerin ve

sembollerin derin yapısına bakıldığı zaman tekrar kozmogoniyle karşılaşılmıştır.

Ritüellerin temelinde yaratılış, üretim ve bereket, ölümden sonraki yeni hayat gibi

kozmogoniyle ilgisi olan kavramların olduğu söylenebilir.

1923-1960 yılları arası Türk romanında mitlerin nasıl bir yapıda yer aldığını dile

getirmek için öncelikle Türk edebiyatında mitle ilgili yapılan çalışmalara ve Yunan

mitolojisine olan yönelişlere yer vermekte fayda vardır. Tanzimat fermanının ilanına

kadar Türk edebiyatının kaynakları arasında İran ve Arap edebiyatı bulunmaktadır.

Mitolojik ögeler olarak ise eserlerde daha çok İran ve Hint mitolojilerine

rastlanmaktadır. Dursun Ali Tökel, Divan Şiirinde Mitolojik Unsurlar Şahıslar

Mitolojisi adlı eserinde Klasik Türk şiirinin mitolojik arka planında sadece İran ve Hint

mitolojilerinin yer almadığını Çin ve Yunan kültürlerinin de bulunduğunu dile

getirmektedir. Her ne kadar Klasik Türk edebiyatında Yunan kültürünün etkisi bulunsa

da Batı medeniyetinin ve sanatının kaynaklarına yöneliş Tanzimat yıllarında artmaya

başlamıştır. Bu dönemde Batı edebiyatının yeni türleri Türk edebiyatına girmeye

Page 237: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

222

başlamış olup Batı dillerinden Türkçeye pek çok çeviri yapılmıştır. Bu eserler genellikle

Fransızcadan çevrilen eserlerdir. Raif Necdet 1911’de Resimli Kitap’ta “Musahabe-i

Edebiye” adlı yazısını yayımlamıştır. Bu yazıda o tarihe kadar Fransız edebiyatının

örnek alındığından ancak Batı edebiyatının temelinde yer alan Yunan edebiyatına ve

mitolojisine yönelmek gerektiğinden bahsetmektedir.680

Ahmet Midhat Efendi ise Raif

Necdet’ten daha önce 1890’da Tercüman-ı Hakîkat gazetesinde “Mitoloji ve Şiir” ve

“Tekrar Mitoloji ve Şiir” başlıklı yazılarında Yunan ve Lâtin mitolojilerinden

bahsederek klasik kelimesinin üzerinde durur.681

Yunan mitolojisine yönelen bazı aydın

ve yazarlar, Yunan mitolojisini tanıtan çeviriler yapıp makaleler yayımlamaya başlarlar.

Böylece Türk edebiyatına yeni bir kimlik kazandırmak gerektiği ve bunu yaparken de

Yunan ve Lâtin mitolojilerinin kaynak alınması gerektiği fikri, aydınlar arasında

yaygınlık kazanır.

Bir dönem Fransa’da kalan ve Fransız edebiyatının kaynaklarında da Yunan

mitolojisinin ve kültürünün yer aldığını gözlemleyen Yahya Kemal, İstanbul’a

döndükten sonra Yakup Kadri’yle fikir birliği içinde olarak Nev-Yunanîlik yönelişi

hakkında makaleler yazmaya başlar. Rönesans’tan sonra Batı toplumlarının uyanışını

Yunan ve Lâtin medeniyetlerinin sağladığını öne sürer. Türklerin de Akdeniz

havzasında yer aldığını bu sebeple de Yunan ve Lâtin medeniyetlerinin Türk

medeniyetinin ve edebiyatının da uyanışına aracı olacağını iddia eder. Nev-Yunanîlik,

dönemi içerisinde çok etkili olamamıştır.

Yunan mitolojisine yönelmek gerektiğiyle ilgili düşünceler yaygınlık kazanmaya

başlarken Ziya Gökalp’ın da Türk mitolojisini canlı tutmaya çalıştığı görülmektedir.

Ziya Gökalp, Türk destanlarını araştırarak nazma çevirmeye başlar. Bu şekilde Türk

destanlarına ve dolayısıyla mitolojisine dikkat çeker. Bunun yanı sıra Millî Edebiyat

yönelişi içinde yer alan yazarlar da Divan-ı Lügati’t Türk ve Dede Korkut’u kaynak

alarak Türk destanları üzerinden Türk mitolojisini yeni metinlerle güncelleme yoluna

gitmişlerdir.

Yakup Kadri, Millî Mücadele dönemiyle birlikte İkdam gazetesinde yazdığı

yazılarını toplamış ve 1928’de Ergenekon adlı kitabı çıkarmıştır. Bu kitabın ön sözünde

680

Şevket Toker, “Edebiyatımızda Nev-Yunanîlik Akımı”, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi

Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Araştırmaları Dergisi 1, İzmir 1982, s. 135. 681

Mehmet Can Doğan, “Modern Türk Edebiyatında Mitoloji”, Türk Edebiyatının Mitolojik Kaynakları,

(Editörler: Ömür Ceylan-Adem Koç), Açıköğretim Fakültesi Yayını, Eskişehir 2013, s. 218.

Page 238: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

223

Millî Mücadele’nin bir Bozkurt Destanı olduğunu vurgular.682

Cumhuriyet’in

kuruluşuyla birlikte edebiyatta mitolojiye bağlı araştırmaların başladığı gözlenir. Türk

mitolojisi, destanlar, efsaneler, masallar, türküler derlenmeye başlanır. Bunun yanı sıra

hümanizmin etkisiyle Yunan ve Latin mitolojilerinin ön plana çıkarılması gerektiği fikri

benimsenir. Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte modernleşmek için Yunan mitolojisine

yönelmek gerektiği düşünülür. 1935’te Ankara Üniversitesinde Yunanca ve Latince

kürsüleri açılmış olup İstanbul Üniversitesinde de 1942-1943 yılında bu filolojilere yer

verilmiştir. 1940’lı yıllarda ise Hasan Âli Yücel’in çabalarıyla Tercüme Encümeni

kurulur ve Dünya Edebiyatından Tercümeler Serisi’nde 100’den fazla Yunan ve Latin

klasiği Türkçeye kazandırılmış olunur. Yunan kaynaklı hümanizm anlayışı, Mavi

Anadolu yönelişi etrafında toplanan yazarlar tarafından ele alınır. Sabahattin Eyüboğlu,

Halikarnas Balıkçısı adıyla Cevat Şakir Kabaağaçlı, Azra Erhat gibi yazarlar Mavi

Anadolu yönelişinin görüşlerini oluşturacak eserler kaleme almışlardır. Azra Erhat bu

konuda araştırma ve inceleme yazıları yazarken Halikarnas Balıkçısı deniz etrafında

şekillenen hikâyelerinde kaynak olarak Yunan mitolojisinden yararlanmıştır. 1950’li

yıllarda ise özellikle Türk şiirinde Yunan mitolojisine yönelişler artmıştır.683

1923-1960 yılları arasındaki Türk romanlarını kapsayan bu çalışmada,

Cumhuriyet devri Türk edebiyatıyla yoğunlaşan mitoloji ilgisinin, özellikle 1940’tan

sonra kaleme alınmış romanlarda kendini daha çok gösterdiği, eserlerin derin ve yüzey

yapısında çeşitli biçimlerde etki alanı bulduğu saptanmıştır. Eserlerde yer alan mitik

ögelerin daha çok Yunan, Türk, Roma ve Mısır mitolojilerine ait olduğu belirlenmiştir.

Hüseyin Nihal Atsız’ın Bozkurtların Ölümü, Bozkurtlar Diriliyor ve Deli Kurt

adlı romanlarında kaynak olarak Türk mitolojisinden yararlandığı görülmektedir. Bu

eserlerde bulunan mitik ögelerde daha çok Şamanizm ile mitlerin kesişen yönlerine

rastlanmıştır. Bu romanlarda bilicilik, kerametlere sahip olma, ışık motifi, hastalık

sağaltma, kürek kemiğiyle fal bakma, yada taşıyla yağmur yağdırma, göğe çıkarak sırra

erme, kozmik mekân (çadır/dağ/pınar) gibi unsurlara; Türk mitolojisinin ana tanrıçası

Umay ve onunla simgeleşmiş olan Hümâ kuşuna yer verilmiştir.

Halikarnas Balıkçısı’nın incelenen romanlarında ise daha çok Yunan

mitolojisine yer verildiği görülür. Bu eserlerdeki mitik yapı çoğunlukla doğa

682

Agm, s.228. 683

Agm, s.234-235.

Page 239: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

224

betimlemelerinde karşımıza çıkarken kahramanların özellikleriyle bazı tanrı ve

tanrıçaların özellikleri, yaşadıkları yerler arasında benzerlik kurulmuştur. Bu benzerlik

kurulurken çoğunlukla gönderme yapılan tanrı ve tanrıçaların isimleri açıkça dile

getirilmemiştir. Çalışmamızda, kullanılan imgelerden yola çıkılarak bu imgelerin hangi

tanrıyı işaret ettiği açıklanmıştır.

Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü adlı romanında mitik yapıya çok fazla

rastlanmaz. Bu romanda daha çok yılan motifi üzerinde durulmaktadır. Yılanı ateşte

yakma ritüelinden söz edilmektedir. Bu ritüelde kozmik yapılar bulunmaktadır.

Kemal Bilbaşar’ın Denizin Çağırışı adlı romanında sadece bir mitik unsurla

karşılaşılır. Bu unsur da kahramanı kendine çağıran denizdir. Deniz imgesi kullanılarak

aslında Sirenler’e gönderme yapılmıştır. Denizin büyüsüne karşı koyamayan kahraman,

deniz ilahesi olarak adlandırdığı bu varlığı sarı saçlı bir deniz ilahesine benzetir. İçinde

bulunduğu topluma yabancılaşan kahraman, kendini denizin kollarına bırakarak intihar

eder. Bu romanda mitik unsurlardan çok psikolojik unsurlar bulunmaktadır.

Kemal Tahir’in ele alınan romanlarında da ritüellerle karşılaşılır. Köy romanları

olarak nitelendirilen bu romanlarda, yaşamını toprağa bağlı olarak sürdüren insanın

bereket ve üretim imgeleri etrafında türlü ritüeller gerçekleştirdiği söylenebilir. Bunlar

ekin ekme, düğünlerde dibek dövme gibi ritüellerdir.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bu dönem içerisinde yer alan romanlarından

Huzur'daki mitik yapı diğer romanlarına göre daha belirgindir. Ahmet Hamdi Tanpınar,

Yunan mitolojisinin yanı sıra Mısır ve Roma mitolojilerini de kaynak olarak kullanır.

Örneğin, Aphrodite’in Roma mitolojisindeki karşılığı olan Venüs’e yer verir. Bazen

benzetme yoluyla mitik ögeleri kullanmış bazen de derin yapıda imgelerle mitlere

göndermelerde bulunmuştur.

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun romanlarında da Yunan mitolojisinin yanında

Germen ve Mısır mitolojilerine göndermelerde bulunulmaktadır. Yakup Kadri

Karaosmanoğlu’nun eserlerinde mitler daha çok benzetme ögesi olarak kullanılmıştır.

Tanrıların ve mitolojik varlıkların adları açıkça romanda yer almıştır. Romanlarda

Yunan ve Roma dönemini yansıtan plastik sanatlara da yer verilmiştir.

Necati Cumalı’nın Tütün Zamanı adlı romanında mitlerde yer alan büyü yapma,

büyü çözme ve fal bakma sembollerine yer verildiği görülür.

Page 240: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

225

Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam adlı romanında Oidipus’un trajik mitosundan yola

çıkarak Freud’un ortaya atmış olduğu Oidipus kompleksi yer almaktadır. Mitosa

gönderme yapılmamıştır ancak Oidipus kompleksi romanda baştan sona varlığını

gösterir.

Bütün romanlarını 1951 ile 1960 yılları arasında kitap olarak yayımlayan Orhan

Hançerlioğlu, Oyun adlı romanında Yunan mitolojisinden yoğun olarak yararlanmıştır.

Eserde iki ana mekân bulunmaktadır. Biri gerçek dünya diğeri ise roman kahramanı

Halim’in kurguladığı Argos ülkesidir. Bu ülkede tanrılar, tanrıçalar, mitolojik

kahramanlar ve varlıklar yer almaktadır. Halim, lise yıllarında Esâtiri Yunânîyân adlı

kitaptan edinmiş olduğu mitoloji bilgisiyle Argos ülkesini yaratmıştır. Gerçek hayatta

karşılaştığı sorun ve haksızlıkların karşısında güçsüz kalan Halim, Argos ülkesinde

kendi iktidarını ilan etmiş olup haksızlık yapan kişileri bu ülkenin divanında

yargılamakta ve cezalandırmaktadır. Argos ülkesinde Halim’in mutluluğunu sağlamakla

görevli olan Elektra, Halim’e mitoslar anlatmaktadır. Elektra’nın anlattığı her mitosla

metinlerarasılık kurulmuştur. Elektra Halim’e ilk olarak kozmogoniyi anlatır.

Kozmogoni mitleri evrenin yaratılışını konu almaktadır. Yunan kozmogonisinin eserde

yer alışı, Halim’in kendi evrenini yarattığını işaret eder. Halim, bu evrende yani Argos

ülkesinde aşkın ve erdemin temsilcisidir.

Elektra’nın anlattığı ikinci mitos Eros ile Psykhe’nin aşkıdır. Bu mitosun

anlatılmasının ardından yeğeni Rahmi’nin bir genel ev kadınına âşık olması esere konu

olur.

Elektra üçüncü olarak Zeus’un Europa’ya olan aşkını anlatır. Bu mitostan sonra

Halim, aşkın her şeyden üstün olduğunu kabullenir ve Argos ülkesinin kapılarının aşka

her zaman açık olduğunu düşünür. Bunun üzerine yeğeninin izini bulur ve âşık olduğu

kadınla yaşadığı eve gider. Toplumun onaylamadığı aşka Halim, saygı duyacak ve bu

aşkı onaylayarak gençlerin evlenmesine izin verecektir. Bu durum Zeus’u kızdırır ve

Halim’i kendisine kafa tutmakla suçlar. Onu uyarmak için Themis’i gönderir. Themis’in

uyarılarını dikkate almayan ve Zeus’a baş kaldıran Halim, tanrılara öfke duyduğunu bu

sebeple kendisinin bir tanrı değil erdemli bir insan olmaya çalıştığını dile getirir.

Halim roman boyunca saf aşkı sembolize eden kadını aramaktadır. Onu bulur ve

adının Hülya olduğunu öğrenir. Ancak bu aşk karşılıksız olacaktır. Çünkü Hülya evli ve

iki çocukludur. Bu sebeple eserde Elektra’nın ağzından Narkissos ve Ekho mitosuna yer

Page 241: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

226

verilir. Zeus’un işkencelerine uğrayan Halim, ulaşmayı arzuladığı terfiyi alamaması,

bulduğu aşkı gerçek hayatta yaşayamaması, ablasının ölmesi gibi sebeplerle intihar

etmeye karar verir. Bu intihar eylemi sırasında kendini kuyudan su çekmeye çalışırken

görür. Çektiği her kova boştur. Bu eylemi saçma bir şekilde tekrarlar. Sonunda pes eder

ve kendini ölüme teslim eder. Bu anlamda Halim, Sisyphos’u çağrıştırır ancak Sisyphos

kayayı defalarca tepeye yuvarlama eylemini ısrarla devam ettirirken Halim, Zeus’a

yenilmiş ve kendi yaşamına son vermiştir.

Oyun’da pek çok mitolojik unsurun yer alması, mitoloji ve felsefe kalabalığına

neden olmuştur. Bunda Orhan Hançerlioğlu’nun çalışma alanı olarak felsefe ve

mitolojiye yönelmiş olması önemli bir rol oynamaktadır. Bazen sadece mitolojik

unsurlardan bahsetmiş olmak için bu unsurları romanın olay örgüsüne sokmuştur. Kolaj

tekniği olarak kabul edilen metin içinde metin kullanılması ve bu metinler arasında

ilişki kurulması bakımından dikkate değer bir romandır. Ayrıca Orhan

Hançerlioğlu’nun Yedinci Gün adlı romanında Kutsal Kitap’ın “Tekvin” bölümünün

yedi parça halinde romana yerleştirildiği görülmektedir. Modern insanın içinde

bulunduğu saçma hayatın konu edildiği bu romanda Ömer’in yaşadığı yedi gün

anlatılmaktadır. Bu günlerle Tanrı’nın yeryüzünü yarattığı altı gün arasında paralellik

kurulmaya çalışılmıştır. Tanrı yedinci gün dinlenirken Ömer, yedinci günde kendine

eskisinden tamamen farklı bir hayat kurmuştur. Burada Tanrı’nın yerini insan almıştır.

Romana göre insanlığın kaderi Tanrı’nın elinde değil tamamen insanın kendi elindedir.

Romanda amaçlanan kozmik unsurlarla ilişki kurmak değil varoluşçuluğu romanın

merkezine almaktır. “Tekvin”den bölümlere yer veriliyor olması romanda mitolojik

unsurların bulunduğu anlamına gelmemektedir ve “Tekvin”deki kozmik unsurların

dışında herhangi bir mitolojik unsura rastlanamamıştır. Bu sebeple bu romana çalışmada

yer verilmemiştir.

Yaşar Kemal’in İnce Memed I adlı romanında Memed’in kahraman mitoslarına

uygun bir yapıda kahramanlaştırılması söz konusudur. Düzene baş kaldıran bir

kahraman olan Memed’in maceraya çağrılışı, erginlenme süreci ve halkını kurtarmak

üzere köye dönüşüne tanıklık edilir. Bu sırada da ışık, ateş ve dağ motifine yer verilir.

İnce Memed’in başlatmış olduğu çakır dikenliği yakma eyleminin köylüler tarafından

bir ritüele dönüştürüldüğü ve her yıl bu ritüelin tekrarlandığı görülür. Memed’e

Page 242: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

227

mitolojik ata işlevi yüklenmiştir. Yaşar Kemal'in Orta Direk adlı romanında ise kozmik

ağaç ve bu ağaca kurban verme arketipi yer alır.

Bu romanların yanı sıra Hikmet Erhan Bener’in Gordium adında bir romanı

bulunmaktadır. Roman içerisinde mitolojik ögelere rastlanmamıştır. Yalnızca, başlık

olarak kullanılan Gordium sözcüğüyle Gordius'a göndermede bulunulmuştur.

Ele alınan romanlarda daha çok Yunan mitolojisinin etkileri görülmektedir. Bazı

romanlarda tanrı ve tanrıçaların Roma mitolojisindeki karşılığı olan adlarına yer

verildiği gözlemlenmiştir. Bu dönemde eser vermiş olan yazarların, özellikle de Yakup

Kadri Karaosmanoğlu, Ahmet Hamdi Tanpınar, Halikarnas Balıkçısı, Yaşar Kemal ve

Orhan Hançerlioğlu’nun kozmogoni, kahramanlık, eskatoloji mitlerini kaynak olarak

kullandığı görülür. Ritüel mitlerine ise daha çok köy romanı diye adlandırılan

romanlarda rastlanmaktadır. Bu ritüellerde bereket imgesi ve kozmik yapı önemli bir

yer tutmaktadır. Nihal Atsız’ın kaleme aldığı romanlarda Şamanizmin mitolojiyle

kesişen bir yapıya sahip olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu romanlar incelenirken bu yapı

açıkça ortaya konmaya çalışılmıştır. Bazı romanlarda mitik unsurlara sadece benzetme

ve betimleme olarak yer verildiği gözlemlenmiştir. Orhan Hançerlioğlu’nun Oyun adlı

romanında mitosların olay örgüsüyle paralel olarak kullanılması, her bir mitosun bir

olay zincirine yön vermesi dikkate değerdir. Orhan Hançerlioğlu, yazı hayatında felsefe

ve mitolojiye yöneldiğinden dolayı mitik unsurları romanda bilinçli olarak kullanmıştır.

Bu durum bazen bir bilgi kalabalığına sebebiyet vermektedir. Bu dönemdeki

romanlarda Yunan ve Roma mitolojilerinin yanı sıra az da olsa Türk, Mısır ve Germen

mitolojilerinden unsurlarla da karşılaşılmıştır.

Page 243: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

228

KAYNAKÇA

a) Kitaplar

ALPTEKİN, Turan, Ahmet Hamdi Tanpınar Bir Kültür, Bir İnsan, İletişim

Yayınları, İstanbul 2001.

ATILGAN, Yusuf, Aylak Adam, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2000.

ATSIZ, H. Nihal, Bozkurtların Ölümü, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1955.

______________, Deli Kurt, İnkılâp Kitabevi, İstanbul 1958.

______________, Bozkurtlar Diriliyor, Türkiye Yayınevi, İstanbul 1962.

BAYKURT, Fakir, Yılanların Öcü, Literatür Yayınları, İstanbul 2012.

BENER, Hikmet Erhan, Gordium, Seçilmiş Hikayeler Dergisi Yayınları, Ankara

1956.

BİLBAŞAR, Kemal, Denizin Çağırışı, Yurt ve Dünya Kültür Yayınları, Ankara

1943.

CAMPBELL, Joseph, The Hero With A Thousand Faces, (Kahramanın Sonsuz

Yolculuğu), Çev. Sabri Gürses, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2000.

______________, The Masks of God Occidental Mythology, (Batı Mitolojisi

Tanrının Maskeleri), Çev. Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi, Ankara 2003.

______________, Oriantal Mythology, (Doğu Mitolojisi Tanrının Maskeleri),

Çev. Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi, Ankara 2003.

______________, The Masks of God: Creative Mythology, (Yaratıcı Mitoloji

Tanrının Maskeleri), Çev. Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi, Ankara 2003.

______________, The Masks of God: Primitive Mythology, (İlkel Mitoloji

Tanrının Maskeleri), Çev. Kudret Emiroğlu, İmge Kitabevi, Ankara 2006.

CASSİRER, Ernst, An Essay on Man, (İnsan Üstüne Bir Deneme), Çev. Nejla

Arat, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1997.

______________, Die Phlosophie der Symbolischen Formen II, Das Mythische

Denken, (Sembolik Formlar Felsefesi II- Mitik Düşünme), Çev. Milay Köktürk, Hece

Yayınları, Ankara 2005.

CUMALI, Necati, Tütün Zamanı 1- Zeliş, Cumhuriyet Kitapları, İstanbul 2006.

DEMİRYÜREK, Meral, Roman İncelemesinin Teorik Temelleri ve Uygulamarı

Orhan Hançerlioğlu Hikâyeden Öte Romandan Beri, Akademik Kitaplar, İstanbul 2010.

Page 244: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

229

ECO, Umberto, Sei Passegiate Nei Boschi Narrativi, (Anlatı Ormanlarında Altı

Gezinti), Çev. Kemal Atakay, Can Yayınları, İstanbul 1996.

ELİADE, Mircea, Images et Symboles, (İmgeler Simgeler), Çev. Mehmet Ali

Kılıçbay, Gece Yayınları, Ankara 1992.

______________, Le Mythe de L’éternel Retour: Archétypes et Répétition,

(Ebedi Dönüş Mitosu), Çev. Ümit Altuğ, İmge Kitabevi, Ankara 1994.

______________, Aspects du Mythe (Mitlerin Özellikleri), Çev. Sema Rıfat, Om

Yayınevi, İstanbul 2001.

______________, La Chamanisme, (Şamanizm), Çev. İsmet Birkan, İmge

Kitabevi, Ankara 2014.

FISKE, John, Myths And Myth Makers (Mitler ve Mit Yapanlar), Çev. Utku

Tuğlu, Öteki Matbaası, Ankara 2002.

FROMM, Erich, The Forgotten Language. An Introduction to the

Understanding of Dreams Fairy Tales and Myths, (Rüyalar Masallar Mitoslar),

Çevirenler: Aydın Arıtan – Kaan H. Ökten, Arıtan Yayınevi, İstanbul 1995.

FRYE, Northrop, The Great Code: The Bible and Literature, (Büyük Şifre

Kitab-ı Mukaddes ve Batı Edebiyatı), Çev. Selma Aygül Baş, İz Yayıncılık, İstanbul

2006.

GARİPER, Cafer; KÜÇÜKCOŞKUN Yasemin, Dionizyak Coşkunun İhtişam ve

Sefaleti-Yakup Kadri’nin Nur Baba Romanına Psikanalitik Bir Yaklaşım, Akademik

Kitaplar, İstanbul 2009.

GEZGİN, İsmail, Sanatın Mitolojisi, Sel Yayıncılık, İstanbul 2008.

GÜNDÜZ, Şinasi, Mitoloji ile İnanç Arasında, Etüt Yayınları, Samsun 1998.

HALİKARNAS BALIKÇISI, Aganta! Burina! Burinata!, Akba Kitabevi,

İstanbul 1946.

_______________, Ötelerin Çocuğu, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1955.

_______________, Anadolu Efsaneleri, Yeditepe Yayınları, İstanbul 1974.

HAMİLTON

, Edith, Mythology, (Mitologya), Çev. Ülkü Tamer, Varlık

Yayınları, İstanbul 2011.

HANÇERLİOĞLU, Orhan, Başka Dünyalar (Karanlık Dünya, Kutu Kutu

İçinde, Oyun), Remzi Kitabevi, İstanbul 1962.

Page 245: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

230

IBÀÑÉZ, Félix Martì, Tales of Philosophy, (Felsefe Öyküleri), Çev. Hamide

Koyukan, İmge Kitabevi, Ankara 1998.

İNAN, Abdülkadir, Eski Türk Dini Tarihi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1976.

______________, Tarihte ve Bugün Şamanizm, Türk Tarih Kurumu Basımevi,

Ankara 1986.

İŞLER, Ertuğrul Andre Gide’i Mitlerle Okumak, Anı Yayıncılık, Ankara 2004.

JUNG, Carl Gustav, L'homme a la Découverte de Son Ame, (İnsan Ruhuna

Yöneliş), Çev. Engin Büyükinal, Say Yayınları, İstanbul 2001.

______________, Analytical Psychology, (Analitik Psikoloji), Çev. Ender Gürol,

Payel Yayınevi, İstanbul 2006.

KARAOSMANOĞLU, Yakup Kadri, Sodom ve Gomore, Bilgi Yayınevi,

Ankara 1966.

_______________, Ankara, İletişim Yayınları, İstanbul 1983.

_______________, Bir Sürgün, İletişim Yayınları, İstanbul 1983.

_______________, Hüküm Gecesi, İletişim Yayınları, İstanbul 1983.

_______________, Yaban, İletişim Yayınları, İstanbul 1983.

_______________, Panorama, İletişim Yayınları, İstanbul 1987.

KEMAL, Yaşar, Ortadirek, Remzi Kitabevi, İstanbul 1960.

_______________, İnce Memed I, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2009.

KRAMER, Samuel Noah, Sumerian Mythology, (Sümer Mitolojisi), Çev.

Hamide Koyukan, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2001.

Kur’ân-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, Haz. Suat Yıldırım, Yayınlayan: Feza

Gazetecilik A.Ş. , İstanbul 1998.

Kutsal Kitap (Tevrat, Zebur, İncil), Yeni Yaşam Yayınları, İstanbul 2009.

LÈVY-BRUHL, Lucien, L'Experience Mystique et les Symboles ches les

Primitifs (İlkel Toplumlarda Mistik Deneyim ve Simgeler), Çev. Oğuz Adanır, Doğu

Batı Yayınları, Ankara 2006.

MALİNOWSKİ, Bronislaw, Magie, Wissenschaft und Religion und andere

Schriften, (Büyü, Bilim ve Din), Çev. Saadet Özkal, Kabalcı Yayınevi:5

Antropoloji/Arkeoloji/Mitoloji Dizisi:2, İstanbul 2000.

NECATİGİL, Behçet, 100 Soruda Mitologya, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1969.

Page 246: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

231

NEEDLER, George Henry, The Nibelungenlied, Henry Holt And Company,

New York 1904.

MORAN, Berna, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 2, İletişim Yayınları,

İstanbul 1996.

______________, Edebiyat Kuramları ve Eleştiri, İletişim Yayınları, İstanbul

2007.

ÖGEL, Bahaeddin, Türk Mitolojisi I, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara

2010.

ÖZDEN, Kemalettin, Tıp, Tarih, Mitoloji, Ayraç Yayınevi, Ankara 2003.

ROSENBERG, Donna, World Mythology (Dünya Mitolojisi Büyük Destan ve

Söylenceler Antolojisi), (Çev. Koray Akten vd.) , İmge Kitabevi, Ankara 2006.

SAMBUR, Bilal, Bireyselleşme Yolu Jung’un Psikoloji Teorisi, Elis Yayınları,

Ankara 2005.

STEVENS, Anthony, Jung, Çev. Ayda Çayır, Kaknüs Yayınları, İstanbul 1999.

TAHİR, Kemal, Körduman, Adam Yayınları, İstanbul 2004.

______________, Köyün Kamburu, İthaki Yayınları, İstanbul 2006.

______________, Sağırdere, İthaki Yayınları, İstanbul 2006.

TANPINAR, Ahmet Hamdi, Mahur Beste, Dergâh Yayınları, İstanbul 1999.

______________, Sahnenin Dışındakiler, Dergâh Yayınları, İstanbul 1999.

______________, Huzur, Dergâh Yayınları, İstanbul 2004.

TEKİN, Mehmet, Roman Sanatı, Ötüken Yayınları, İstanbul 2006.

TOKLU, Osman Mehmet, Dilbilime Giriş, Akçağ Yayınları, Ankara 2003.

TÖKEL Dursun Ali, Divan Şiirinde Mitolojik Unsurlar Şahıslar Mitolojisi,

Akçağ Yayınları, Ankara 2000.

ÜLKEN, Hilmi Ziya, Türk Tefekkürü Tarihi, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul

2004.

b) Sözlük, Makale, Deneme, Kitap Bölümü, Tez, vd.

ADIBELLİ, Ramazan, “Mircea Eliade ve Sürgün Hadisesinin

Anlamlandırılması”, Milel ve Nihal İnanç, Kültür ve Mitoloji Araştırmaları Dergisi,

Cilt: 5, Sayı: 3, İstanbul 2009, ss. 239-256.

ARSEVEN, Celâl Esad, Sanat Ansiklopedisi, MEB Maarif Matbaası, İstanbul

1943, s. 1428.

Page 247: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

232

BATIİSLAM, H.Dilek, “Divan Şiirinin Mitolojik Kuşları: Hümâ, Anka ve

Simurg”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi I, İstanbul 2002, , ss. 185-208.

BULTMANN, Rudolf, “The Message of Jesus and Problem of Mythology”,

(İsa’nın Mesajı ve Mitoloji Problemi), Çev. Cengiz Batuk, Dinbilimleri Akademik

Araştırma Dergisi, IV(2004), Sayı:3, ss.185-187.

. CERRAHOĞLU, Münir, “Mitolojilerde ve Türkiyede Derlenen Masallarda

Narın Yeri”, Turkish Studies International Periodical Forthe Languages, Literature and

History of Turkish or Turkic, Volume 7/1 Winter 2012, ss. 643-651.

ÇETİN (SİNOP), Aysun, “Tanzimattan Cumhuriyete Türk Aydınlarının

Mitolojiye Bakış Tarzı”, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve

Edebiyatı Anabilim Dalı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir 1993.

DOĞAN, Mehmet Can, “Modern Türk Edebiyatında Mitoloji”, Türk

Edebiyatının Mitolojik Kaynakları, (Editörler: Ömür Ceylan-Adem Koç), Açıköğretim

Fakültesi Yayını, Eskişehir 2013, ss. 216-245.

DOYLE, Noreen, “Mısır Mitolojisi”, Mitoloji, (Peter Delius Verlag Kadrosu)

Çev. Nurettin Elhüseyni, NTV Yayınları, İstanbul 2010, ss. 60-106.

DURMUŞ, Mitat, “İmge-Sembol Kavramlarını Yorumlama Projesi ve Melih

Cevdet Anday Şiirinde İmge”, Turkish Studies - International Periodical For The

Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, Volume 6/3 Summer 2011,

ss. 745-762.

ERHAT, Azra, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 2010.

ESKİGÜN, Kübra, “Klasik Türk Şiirinde Efsanevi Kuşlar”, Kahramanmaraş

Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim

Dalı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kahramanmaraş 2006.

GARİPER, Cafer, “Bir Medeniyet ve Sanat Projesi Olarak Yahya Kemal’in

Arayışlarının Yol Açtığı Yeni Bir Yöneliş: Nev-Yunanîlik”, Beyatlı –Ölümünün 50.

Yılı–, T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, İstanbul 2008, ss. 114-126.

GARİPER, Cafer -Yasemin KÜÇÜKCOŞKUN, “Mit ve Roman Üzerine Kısa

Bir Bakış”, Bizim Külliye, 51. Sayı (Mart-Nisan-Mayıs), Ankara 2012, ss. 34-39.

GASTER Theodor H. , “Myth and Story”, (“Mit ve Hikâye”), Çev. Aysun

İmirgi, Millî Folklor, Yıl 18, Sayı 69, Ankara 2006, ss. 90-110.

Page 248: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

233

GÜNDÜZ, Osman, “1923-1950 Arası Popüler Halk Romancılığı”, Yeni Türk

Edebiyatı El Kitabı (Editör: Ramazan Korkmaz), Grafiker Yayıncılık, Ankara 2005, ss.

377-509.

GÜREL Emet - MUTER Canan, “Psikomitolojik Terimler: Psikoloji

Literatüründe Mitolojinin Kullanılması”, Sosyal Bilimler Dergisi, 2007/1, Ankara 2007,

ss. 537-569.

KIRAN, Banu, “Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Eserlerinde Mitoloji”, Marmara

Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı ABD Yeni Türk

Edebiyatı Bilim Dalı YayımlanmamışYüksek Lisans Tezi, İstanbul 2004.

KÖKTÜRK, Milay, “Kültürün İlk Dili: Mitoloji”, Bizim Külliye, 51. Sayı (Mart-

Nisan-Mayıs), Ankara 2012, ss. 20-29.

OĞUZ, M. Öcal, “Türkiye’de Mit ve Masal Çalışmaları veya Bir Olumsuzlama

ve Tek-Tipleştirme Öyküsü”, Millî Folklor, Yıl: 22, Sayı: 85, Ankara 2010, ss. 37-45.

ÖNAL, Mehmet Naci, “Türk Mitinin Oluşumunda Işığın Rolü”, Journal of

Turkish Studies, Şinasi Tekin Hatıra Sayısı II, (Haz. Yücel Dağlı-Yosges Dades-Selim

S. Kuru), C. 31/II, 2007, ss. 145-158.

ÖRS, Yasemin, “Takımyıldızların Mitolojik Öyküleri”, Özel Konu, Ankara

Üniversitesi Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri, Ankara 2001.

ÖZCAN, İhsan, “Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Romanlarında Sanat ve

Mitoloji”, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Türk Dili ve

Edebiyatı ABD Yeni Türk Edebiyatı Bilim Dalı Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,

İstanbul 2002.

ÖZTÜRK Mustafa, “Âdem, Cennet ve Düşüş”, Milel ve Nihâl İnanç, Kültür ve

Mitoloji Araştırmaları Dergisi, Sayı: 2, İstanbul 2004, ss. 151-186.

PARLADIR Halil Saim, “Eski Ahit’teki Mitolojik Ögelerin Yapısal

Çözümlemesi”, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji Anabilim Dalı

Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir 2002.

SÂMÎ, Şemseddin, Kâmûs-ı Türkî, İkdam Matbaası, Dersaadet 1317.

SEGAL, Robert A. , “Joseph Campbell’s Theory of Myth”, (“Joseph

Campbell’in Mit Teorisi”), Çev. Kürşat Öncül, Millî Folklor, Ankara 2006, Yıl 18, Sayı

70, ss. 114-124.

Page 249: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

234

STRAUSS, C. Lévi, “The Structural Study of Myth”. (“Mitlerin Yapısı”), Çev.

Fatma Akerson, Felsefe Arkivi, Sayı: 19, İstanbul 1975, ss. 152-180.

TOKER, Şevket, “Edebiyatımızda Nev-Yunanîlik Akımı”, Ege Üniversitesi

Sosyal Bilimler Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Araştırmaları Dergisi 1, İzmir

1982, ss. 135-163.

TÖKEL, Dursun Ali, “Sanat ve Edebiyatın Kaynağı Olarak Mitler”, Bilig-16/Kış

2001, ss. 59-82.

Türkçe Sözlük, 2. Cilt, TDK Yayınları, Ankara 1998, s. 1571.

WHITE, Andrew W., “Yunan Mitolojisi”, Mitoloji (Peter Delius Verlag

Kadrosu), Çev. Nurettin Elhüseyni, NTV Yayınları, İstanbul 2010, ss.106-192.

c) Elektronik Ortamdaki Kaynaklar

“Balder” https://tr.wikipedia.org/wiki/Balder (04.11.2015).

“Mit”, “Mitoloji”, “Efsane”, “Destan” http://www.tdk.gov.tr, (03.11.2015).

“Odin” https://tr.wikipedia.org/wiki/Odin (04.11.2015).

“Gördüğümüz Semboller Pek Bilmediğimiz Anlamlar 2- Fatma’nın Eli”

http://www.gazetebilkent.com/2015/04/04/gordugumuz-semboller-pek-bilmedigimiz-

anlamlar-2-fatmanin-eli/ (24.11.2015).

Page 250: SÜLEYMAN DEMİREL ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER …

235

ÖZ GEÇMİŞ

Kişisel Bilgiler:

Adı ve Soyadı: Ebru VURAL ARSLAN

Doğum Yeri ve Yılı: Tire/İzmir – 1987

Medeni Hali: Evli

Eğitim Durumu:

Lisans Öğrenimi: Süleyman Demirel Üniversitesi (2009)

Yüksek Lisans Öğrenimi: Süleyman Demirel Üniversitesi (2016)

Yabancı Diller ve Düzeyi:

İngilizce – Orta Seviye

İş Deneyimi:

2013-(Halen) Ankara Üniversitesi TÖMER İzmir Şubesi, Sözleşmeli Türkçe

Öğretim Görevlisi

2011-2013 Ankara Üniversitesi TÖMER Taksim Şubesi, Sözleşmeli Türkçe

Öğretim Görevlisi

2010-2011 SDÜ Gelendost MYO ve SDÜ Şarkikaraağaç MYO, Ücretli Türk

Dili Okutmanı (Bahar Yarı Yılı)

2009-2010 SDÜ Fen-Edebiyat Fakültesi, SDÜ Isparta MYO ve SDÜ Teknik

Bilimler MYO, Ücretli Türk Dili Okutmanı