SELÇUKÎLER ZAMANINDA ANADOLU’DA TÜRK MEDENYET Fuat … · Selçukîler Zamannda Anadolu’da...

34
Tarih ncelemeleri Dergisi Cilt/Volume XXVI, Say/Number 1 Temmuz/ July 2011, 201-233 SELÇUKÎLER ZAMANINDA ANADOLU’DA TÜRK MEDENYET Fuat KÖPRÜLÜ Aktaran: Tülay METN ** (s. 193) Osmanl saltanatnn tesisinden evvel Anadolu Türklerinin geçirdikleri safhalar, bugüne kadar yalnz siyasî ve askerî bir nokta-i nazardan tedkik edilebilmi, ictimaî hayatn lisan, edebiyat, snai-yi nefise, iktisadiyat, din, adat ve ahlâk, hukuk gibi muhtelif tecellileri, hülasa bir kelime ile garb Türklerinin ebda’ ettikleri medeniyetin ekil ve rengi tamamyla meçhul kalmtr. Tarihi yalnz siyasî ve askerî hadiselerin ma’kesi addeden eski tarihçilerimizin bize lazm gelen vesaiki brakmamalar bu meçhuliyette ksmen medhaldar olsa bile asl mesuliyet tarih medlûlini anlamayan bugünki müverrihlerimize racidir: Osmanl tarihini kendisine takdim eden safhalardan tamamyla ayrarak mevhum ve mücerred bir surette tedkike çalan o gibi müdekkikler için sekizinci asrdan evvelki zamann hiçbir kymeti yoktur; lisann, edebiyatn, (s. 194) tarz- maietin, ahlak ve adatn Osmanllardaki tecellilerini anlamaya çalrken, yalnz “Söüt” ve havalisinden bahsederler ve yalnz “kay” aireti nazar- dikkatlerini celb eder. Orta Asya’dan gelen ufak bir airet halknn az müddette müesses ve kavi bir hükümet tekil edebilmesini ancak harikulade rüyalarla tefsir eden eski müverrihler gibi, bugünki müdekkikler de, Anadolu’daki Türk lisan ve edebiyatn dört yüz çadr halknda aramaktan hala fari olmuyorlar. Hâlbuki ilmî bir surette düünülürse derhal Anadolu’da inkiaf eden Türk edebiyatnn yedinci ve sekizinci asrlarda nasl bir ekil ve mahiyette bulunduu bu meseleyi nisbeten en iyi tedkik etmi olan “Gibb” de dâhil olduu halde bütün müverrihlerce meçhul kalmtr. Yukardaki makale, Anadolu’daki Türk edebiyatnn ilk safhalar hakknda peydeypey ner etmek ümidinde bulunduumuz silsile-i tedkikate medhal omak üzere, bundan üç sene evvel yazlm ve 1330-1331 sene-i dersiyesinde daru’l-fünunda takrir edilmiti. Bu defa onu tab’ ve ner ederken birçok yerlerini -heman kâmilen denecek derecede- tebdil ve tevsi’ lüzumu his ettikse de, bal bana uzun bir tetebbua muhtaç olmak itibaryla bu cihette ileriye ta’lik imdilik birkaç ufak haiye ilâvesiyle iktifa eyledik. Bu makale, Milli Tetebbular Mecmuas, Cild II, Say 5, 1331, 193-232’de yaynlanmtr. ** Dr., Abant zzet Baysal Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Bolu.

Transcript of SELÇUKÎLER ZAMANINDA ANADOLU’DA TÜRK MEDENYET Fuat … · Selçukîler Zamannda Anadolu’da...

  • Tarih �ncelemeleri Dergisi Cilt/Volume XXVI, Say�/Number 1 Temmuz/ July 2011, 201-233

    SELÇUKÎLER ZAMANINDA ANADOLU’DA TÜRK MEDEN�YET��

    Fuat KÖPRÜLÜ

    Aktaran: Tülay MET�N**

    (s. 193) Osmanl� saltanat�n�n tesisinden evvel Anadolu Türklerinin geçirdikleri safhalar, bugüne kadar yaln�z siyasî ve askerî bir nokta-i nazardan tedkik edilebilmi�, ictimaî hayat�n lisan, edebiyat, s�nai-yi nefise, iktisadiyat, din, adat ve ahlâk, hukuk gibi muhtelif tecellileri, hülasa bir kelime ile garb Türklerinin ebda’ ettikleri medeniyetin �ekil ve rengi tamam�yla meçhul kalm��t�r. Tarihi yaln�z siyasî ve askerî hadiselerin ma’kesi addeden eski tarihçilerimizin bize laz�m gelen vesaiki b�rakmamalar� bu meçhuliyette k�smen medhaldar olsa bile as�l mesuliyet tarih medlûlini anlamayan bugünki müverrihlerimize racidir: Osmanl� tarihini kendisine takdim eden safhalardan tamam�yla ay�rarak mevhum ve mücerred bir surette tedkike çal��an o gibi müdekkikler için sekizinci as�rdan evvelki zaman�n hiçbir k�ymeti yoktur; lisan�n, edebiyat�n, (s. 194) tarz-� mai�etin, ahlak ve adat�n Osmanl�lardaki tecellilerini anlamaya çal���rken, yaln�z “Sö�üt” ve havalisinden bahsederler ve yaln�z “kay�” a�ireti nazar-� dikkatlerini celb eder. Orta Asya’dan gelen ufak bir a�iret halk�n�n az müddette müesses ve kavi bir hükümet te�kil edebilmesini ancak harikulade rüyalarla tefsir eden eski müverrihler gibi, bugünki müdekkikler de, Anadolu’daki Türk lisan ve edebiyat�n� dört yüz çad�r halk�nda aramaktan hala fari� olmuyorlar. Hâlbuki ilmî bir surette dü�ünülürse derhal

    � Anadolu’da inki�af eden Türk edebiyat�n�n yedinci ve sekizinci as�rlarda nas�l bir �ekil ve

    mahiyette bulundu�u bu meseleyi nisbeten en iyi tedkik etmi� olan “Gibb” de dâhil oldu�u halde bütün müverrihlerce meçhul kalm��t�r. Yukar�daki makale, Anadolu’daki Türk edebiyat�n�n ilk safhalar� hakk�nda peydeypey ne�r etmek ümidinde bulundu�umuz silsile-i tedkikate medhal omak üzere, bundan üç sene evvel yaz�lm�� ve 1330-1331 sene-i dersiyesinde daru’l-fünunda takrir edilmi�ti. Bu defa onu tab’ ve ne�r ederken birçok yerlerini -heman kâmilen denecek derecede- tebdil ve tevsi’ lüzumu his ettikse de, ba�l� ba��na uzun bir tetebbua muhtaç olmak itibar�yla bu cihette ileriye ta’lik �imdilik birkaç ufak ha�iye ilâvesiyle iktifa eyledik. Bu makale, Milli Tetebbular Mecmuas�, Cild II, Say� 5, 1331, 193-232’de yay�nlanm��t�r.

    ** Dr., Abant �zzet Baysal Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü, Bolu.

  • Fuat Köprülü

    202

    anla��l�r ki Osmanl� lisan�, Osmanl� edebiyat� demek, bilumum garb Türklerinin lisan ve edebiyat� demektir; millî bir medeniyeti, siyasî hâkimiyetlerden maada ehemmiyet ve tesirleri olmayan muhtelif sülalelere isnad etmek tam manas�yla bir garibedir; her hangi bir �ehir veya vilayet Selçukîlerden Osmanl�lara yahut Karamanl�lara geçmekle millî rengini de�i�tirmi� olmuyordu.

    Esasen Osmanl�lardan evvel Anadolu’nun iyice Türkle�mi� oldu�u kabul edilmezse, ufak bir a�iretin o kadar vâsi bir sahada kavi bir hükümet ve oldukça kuvvetle temsil eden bir medeniyet vücuda getirmesi, nihayet bir muamma halinde kal�r. Millî tarihimizin �imdiye kadar en meçhul kalan ve en yanl�� anla��lan bu noktas�n� tenvir için, garb Türklerinin medeniyetini müteselsil gayri münkat�’ bir surette izaha çal��aca��z.

    Siyasî Hayat Büyük Türk hakan� “Melik�ah”�n vefat�yla muazzam Selçukî

    �mparatorlu�u parçaland��� esnada Küçük Asya’da meydana ç�kan müstakil Rum Hükümet-i Selçukîyesi oldukça kavi esaslar üzerine istinad ediyordu; ana vatandan nihayetsiz bir sel �eklinde ç�kan Türkler Acem ve Arap medeniyetleriyle iyice temas ettikten sonra, bilhassa “Malazgirt” muzafferiyetini müteakib Anadolu’da tamam�yla istikrar etmi�ler ve lisanlar�n�, dinlerini âdetlerini lay�k�yla tamim ederek Ermeni hâkimleriyle Bizans hükümdarlar�n� daimi bir tehdit alt�nda b�rakm��lard�.

    H�ristiyan âleminin �arka do�ru mütemadi hücumlar�na mukabil, �slâm âlemi yani ana vatandan kesif kitlelerle gelen Türkler garbe ilerliyor, Türk cengaverlerinin Ak ve Kara Deniz k�y�lar�nda yükselen tevhid nidalar�, Bizans’�n bütün mukabelelerine ra�men, daimi bir yürüyü�le Marmara kenarlar�na yakla��yordu. Türk, Kürt, (s. 195) Arap, Acem, Ermeni hatta Rum unsurlar�ndan mürekkeb gayri mütecanis ordusunun kuvveti, Anadolu Hükümet-i Selçukîyesini uzun müddet kom�ular�na mütefevvik bulundurarak etraftaki �slâm ve H�ristiyan hükümetlerine deh�et bah� olmu�tu; Fakat alt�nc� asr�n nihayetlerine do�ru “K�l�ç Arslan”�n, Selçukîlerin eski âdetlerine imtisalen memleketi o�ullar� aras�nda taksim etmesi, bu muazzam imparatorlu�un kuvvetini yekdi�erine mütear�z on bir k�sma ay�rarak dâhili muharebelerin zuhuruna sebebiyet verdi. Nihayet “Sultan Rükneddin Kâhir” vahdet-i siyasiyeyi temin için bütün hayat�n� sarf ettiyse de usul-� idarenin icabat� ve veraset-i kanuninin gayri muayyen �ekli Anadolu Türklerinin payidar bir refah ve saadet devresi idrak etmelerine daima mani oldu: veraset kavgalar�, istiklal gürültüleri aras�nda Rum ve Ermeniler f�rsat buldukça ba� kald�r�yorlar, civardaki Türk ahaliyi yerlerinden kaç�r�yorlar, fakat biraz sonra hem civarlar�

  • Selçukîler Zaman�nda Anadolu’da Türk Medeniyeti

    203

    üzerinde nüfuzunu tesis eden bir Türk hükümdar� kar��s�nda ma�lup ve peri�an olarak a��r �artlarla akd-i sulh ediyorlard�.

    Hülasa, bütün dâhili tefrikalara ra�men Anadolu’da Türk hâkimiyeti her �eyde kendini göstermekte idi. Anadolu Selçukîlerinin parlak devri addedilen “Birinci Alâeddin Keykubâd” zaman�nda, Selçukîlere tâbi küçük emaretler kâmilen daire-i itaate irca’ olundular; fakat o esnada �arktan dehha� bir kas�rga gibi gelen Mo�ol kuvveti kar��s�nda mukavemet kabil olamayaca��n� anlayan hükümdar, �lhan-� Azama tabiyetten sonra, dâhil �ore�leri ve “Celâleddin Harezm�ah”�n hücumlar�n� def’ ile me�gul oldu. Bütün Anadolu’yu kendi idaresine alarak harici muhacimleri def’ ettikten maada hakan-� azama tabiiyetle Mo�ol istilas� tehlikesini de bertaraf eyleyen bu müdebbir hükümdar zaman�nda garb Türkleri mesud ve müreffeh bir hayat geçiriyorlard�. “Konya”, “Sivas”, “Erzincan” gibi büyük medeniyet merkezleri etraf�na metin surlar çekilmi�, Anadolu’nun her taraf�nda camiler, türbeler, medreseler, hanlar, çe�meler yap�lm��t�. O devre kadar dâhili gürültülerden kurtulamayan, muhacim ordular taraf�ndan ba� ve ba�çesinin pay-i mal edildi�ini ve hayat ve servetinin daima tehlikede bulundu�unu bilen halk, “Alâeddin”in hekimâne siyaseti sayesinde, memlekette asayi�, refah, saadet görüyorlard�. Büyük �ehirlerde hayat incele�mi�, ay� u ��ret, sefahat, s�nayi-i nefise terakki etmi�ti. “Tevârih- Âli Selçuk” müterciminin pek iyi söyledi�i vecihle, mü�arileyh (s. 196) “Selçukîler hanedan�n�n siracu vehhac ve ayet muhkim idi. O�uz hanlar�ndan ve O�uz neslinden �slâm sancaklar�n� ve alemlerini an�n gibi yüceltici sultan gelmedi. Ve an�n gibi ki�verdar ve din perver, �ehriyar-� dadgoster ve sultan-� �eytan-suz ve cihanban bina enduz Türkistan’dan Acem iklimlerine ve Rum’a inmedi. Uc azamette ve devre-i r�faatde ol mertebeye eri�mi�ti ki mûlûk-� emsar ve cebabire-i ruzgar mümin ve zunnardar-� Hicaz diyar�ndan Gürcistan ve Abhaz hududuna de�in ve Rus vilayetinden Tarsus hududuna de�in ve Antalya hududundan Antakya aksas�na de�in ve Su�dak ve K�pçak yaz�lar�ndan �am ve Irak beriyyelerine de�in ve Rum ve Frenk ve Ermen vilayetinin bidayetinden Medain ve Yemen vilayetinin nihayetine de�in cümle an�n ferman�na muti‘ ve munkad olmu�lard�. Ekser ekâlimde hutbe ve sikke an�n ad�yla mü�erref ve müzeyyendi”.

    Fi’l-hakika “Keykubâd-� evvel” memleketinde adil, kavi ve muntazam bir idare vücuda getirmekle kalmayarak ulema ve udebay� da etraf�na toplam��, zeki, müdebbir, sanatkâr, sanatperest bir hükümdard�. Rum saltanat�n�n küçük karde�ine verilece�ini anlayarak ondan evvel babas�n� öldüren “G�yâseddin Keyhüsrev” tahta geçince, Anadolu’nun refah ve saadeti birden bire gaib oldu: “Alâeddin”in katlini tecviz etmeyen �lhan-� Azam “Baycu Noyin”i Anadolu vilayetlerine nezaret maksad�yla ve kutlu bir ordu ile gönderdi. Dâhilen i�ler

  • Fuat Köprülü

    204

    kar���yor, veraset kavgas�, “Baba �shak”�n huruci “Saadettin Köpek” isminde bir nedimin rezaletleri, M�s�rl�lar�n agavati yeti�miyor gibi Mo�ollar “Erzurum”u, “Tokat”�, “Kayseriye”yi zabt ve “G�yâseddin”in ordular�n� ma�lup ediyorlard�. Bu daimi harekât-� askeriye ahalinin huzur ve istirahat�n� mahv ediyor, refah ve servet yerine zulm ve sefalet hükmferma oluyordu. Duçar oldu�u felaketlerden müteessiren “Sis”e çekilerek orada ay�u i�retle mahv olup giden bu hükümdardan sonra, Anadolu’nun hayat� çok tahammülsüz bir �ekil ald�: “G�yâseddin”in üç o�lu kâh münferiden kâh ikisi üçü birlikte icra-y� saltanat ediyorlar, Mo�ollar�n, Bizansl�lar�n müdahaleleri ve dâhilî igti�a�lar aras�nda memleket mahv ve peri�an olup gidiyordu. Ahali zalim ve gaddar memurlar elinde inliyor, �lhan-� Azama verilen vergiyi tahsil için her �ey me�ru ve tabii görülüyordu. Nihayet “Üçüncü Alâeddin Keykubâd”�n “Gazan Han”�n emriyle idam�ndan sonra, Anadolu’nun (s. 197) siyasî vahdeti art�k kat’i olarak bozuldu; “470”den “707”ye kadar devam eden Selçukî devleti enkaz� üzerinde yükselen on tane küçük beylikten bir tanesi yani Osmanl� emareti az müddet zarf�nda garb Türklerini toplay�ncaya kadar, Anadolu’da kat’i bir sükun ve saadet devresi aç�lamad�.

    Mamafih, bütün o dâhili ve harici kar���kl�klara ra�men, Anadolu mütemadiyen Türkle�tirilmi�, �slâm dini ve Türk lisan� her taraf� istila etmi�, �ayan-� dikkat bir medeniyet ibda’ edilmi�tir; binaenaleyh, Osmanl� hükümeti tesis etti�i zaman, Anadolu Türkleri fikir ve medeniyet itibar�yla bizim müverrihlerimizin zann�ndan çok fazla ilerlemi�, göçebe hayat�ndan ve a�iret �eklinden -bilhassa büyük �ehir ve kasabalarda- tamam�yla kurtulmu�tu1.

    �dare Te�kilât� Hâricî ve dâhilî bütün dü�manlara ra�men Küçük Asya’da Türk ruh ve

    irfan�n� ne�re muvaffak olan Selçukî devleti, idare ve ordu te�kilat�n� az çok kavi esaslar üzerine istinad ettirmi� ve oldukça payidar bir idare tesis etmi�ti2.

    1 Müneccimba�� Tarihi – Hayrullah Efendi Tarihi – Künhü’l-Ahbar – Tenkih et-Tevârih –

    Miratü’l-�ber – el-Araze – Selçuknâme-i �bn Bîbî “Türkçe” – �bn Esir – Hammer Tercümesi – Takvim-i Meskûkât-� Selçukîye – Meskûkât-� �slâmiye Katalo�u “Dördüncü Cild” – Halil Edhem ve Ahmed Tevhid beyler taraf�ndan Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuas�nda ne�r edilen muhtelif makaleler.

    2 �slâmiyeti kabul etmi� Türkler taraf�ndan tesis olunan hükümetlerin hemen hepsinde meselen Selçukîlerde birçok müessesat-� idare Abbasilerden iktibas olunmu�tur. Abbasilerin bu husustaki te�kilât�na gelince, onlar Sasanilerden -medeniyetin sair hususat�nda oldu�u gibi bu sahada da- birçok �eyler iktibas eylemi�lerdir. “Müverrih Barthold”, sair bilumum müverrihlerle hemfikir olarak, �ranl�lara meyal olan Abbasilerin Sasanilerden usul-� idarece birçok �eyler ald�klar�n�, vezaretin s�rf Sasanilerden me’huz oldu�unu, hatta Horasan’a Sasanilerin zaman�nda oldu�u gibi Abbasilerin zaman�nda da iki kere hükümdar�n o�lunun vali

  • Selçukîler Zaman�nda Anadolu’da Türk Medeniyeti

    205

    tayin edildi�ini söylüyor [Barthold, Mo�ol �stilas� Zaman�nda Türkistan, Rusça] Abbasilerin te�kilât� hakk�nda “Corci Zeydan”�n “Medeniyet-i �slâmiye Tarihi”nde birçok tafsilat vard�r. Anadolu’daki Selçukî hükümeti, sair mahallerdeki Selçukî hükümetlerinden daha ziyade millî ananelere sad�k kalm��, meselen “�ilan, segir” gibi millî ve umumî müesseseleri, yirmi dört boy te�kilât�n�, hatta kurultay� muhafaza etmi�tir. [Bunlar hakk�nda fazla malumat almak için mecmuam�z�n geçen say�s�ndaki makalemize müracaat ediniz]. Bunun sebebi, öyle görülüyor ki, Türklerin Anadolu’ya kesif kitleler halinde gelmeleri ve bu büyük kitlelerin ananelerini, müesseselerini de kendileriyle beraber getirmeleridir. Anadolu daha “Alp Arslan”�n, hatta “Tu�rul Bey”in zamanlar�nda bir daru’l-cihad idi; yaln�z büyük kitleler de�il, birçok serguze�tci efrad da oraya ko�up giderlerdi [Nizamülmülk, Siyasetnâme]. Selçukî te�kilât�nda Gaznevîlerin ve binnetice Samanilerin tesiri oldu�u da daima nazar-� itibara al�nmal�d�r. Binaenaleyh “Barthold”un Samaniler hakk�nda “Siyasetnâme ile “Ner�ahi”den iktibas etti�i izahat� hülasen nakl ediyoruz: Hükümetin ba��nda yaln�z Cenab-� Hakka kar�� mesul bir hükümdar vard�; büyük bir tesiri olmamakla beraber hükümdar Ba�dad halifesinden bir ferman al�rd�. Hükümdar�n mesai-yi umumiyeyi tanzim edecek bir veziri olurdu. O as�rlarda �ark Müslüman Hükümetlerinde idare ikiye ayr�l�rd�: Saray, divan. Samanilerden evvel �ark Müslüman hükümetlerinde Abbasîlerde oldu�u gibi kölelerden ve bilhassa Türk kölelerden mürekkeb bir hassa askeri bulundu�unu biliyoruz; Fakat “�smail” ve halifeleri zaman�nda böyle bir asker mevcuttu. Bu kölelerin o zaman büyük bir nüfuzu olmad��� gibi, büyük memuriyetlerde bunlara munhas�r de�ildi; büyük ailelerden bir tak�m adamlar da o memuriyetlere geçebilirlerdi. Orduda “dihkanlar”da vard�; ve esasen o as�rda bütün Maveraünnehir ahalisi silah ta��rlard�. “Nizamülmülk” bir Türk gulam�n�n Samanî Devleti zaman�nda nas�l meratib-i kat’i etti�ini anlat�yor [Siyasetnâme 17. mebhas]. Mamafih bu âdet daha “Nizamülmülk” zaman�nda art�k mer’i de�ildi. O tafsilata göre, nefer, s�ras�yla “Yasak ba��, hayl ba��, hacib” ve nihayet “Hacibu’l-Hüccab” olabilirdi ki bu son derece devletin en yüksek mevkilerinden idi. Sarayda bundan ba�ka, hassa kumandan�, kap�c�lar, avc�lar; mirahurlar, ila ahiri vard� ki, Siyasetnâmede birer birer mezkûrdur. Askerî büyük makamlar ve bilhassa valilik, baz� istisnalardan sarf-� nazar, eski büyük ailelere mahsus gibiydi. Devletin en yüksek makam� Horasan valili�i olup buran�n valisine “Sipehsalar” derlerdi; hükümdar birisini vezir tayin etmek isterse onun reyini istimzac ederdi. “Hacibu’l-Hüccab”l�k valilik makam�ndan çok yüksekti. Saray�n ia�esini “vekil” idare ederdi ki vüzera ve sair ümera ile hemrütbe idi. “Ner�ahi”, “Tarih-i Buhara”s�nda devletin on resmi dairesi bulundu�unu söylüyor ki �unlardan ibarettir: “1” Divan-� Vezir “2” Divan- Müstevfi “3” Divan-� Amidülmülk “4” Divan-� Sahib-i �ura “5” Divan-� Sahib-i Berid “6” Divan-� Mü�rif “7” Divan-� Melik Hükümdar “8” Divan-� Muhtesib “9” Divan-� Vakf “10” Divan-� Kad�. Vezir, bütün kâtiplerin reisi olup, alameti, yan�nda bir hokka bulunmas�d�r. “Müstevfi” yahud “Hazine” dairesi Abbasîlerin “Divan-� Harac”�na muadil gibidir. “Amidülmülk” dairesi “Divan-� �n�a” vazifesini ifa eder. “Divan-� Sahib-i �ura” Abbasîlerin Türk askerî divan�”na muadildir; bu dairede mülkiye memurlar�ndan “Âr�z”�n bulunmas� icab eder ki, bunun vazifesi, askere maa� tevziinden ve hesabata bakmaktan ibarettir. Samanîler senede dört kere maa� verirlerdi. “Sahib-i Berid” posta nâz�r� demek olup merkezin emirlerini vilayata tebli�e ve vilayetlerden olup biteni merkeze ahbare memurdu. Merkezî idare Samanîlerde o kadar kutlu idi ki vilayetlerden valiler aleyhine haberler verilse bile merkeze vas�l olurdu; fakat Gaznevîlerin zaman�nda vilayatta bu vazife ile mükellef olanlar valilerin emrine tabidiler. “Divan-� Mü�rif” saray masraf�n� tefti� ile mükellefti. “Divan-� Melik Hükümdar” hükümdar�n emlâk�n� idare eden bir “vekil”in idaresinde idi. Muhtesibler çar�� ve soka��n intizam ve asayi�ine, belediye i�lerine bakarlard�; bu vazifeye mutemed had�m a�alar�, bitarafl�kla me�hur kibarlar, ihtiyar Türkler,

  • Fuat Köprülü

    206

    Son inkisam safhas�na kadar (s. 198) az çok farklarla devam eden bu te�kilât�n esas�n� millî ve dinî ananelerde aramak icab eder. �slâm dinine ve ehl-i sünnet mezhebine bütün vicdanlar�yla sad�k kalan sair Türkler gibi, Rum Selçukîleri de �eriat�n ahkâm�na tamam�yla riayet etmekte idiler. Her yerde kad� ve müftüler ahkâm-� �er’iyeye taben infaz-� hükm eylerler, adaletin ihlaline müsaade etmezlerdi. Sultan�n daire-i hükümeti dâhilinde birinin mal� çal�nsa derhal hazineden tazmin edilirdi. “Zira kadim-i �slâm padi�ahlar�n�n âdeti bu idi ki hükmü eri�ti�i yerlerde u�ru ve harami (s.199) halk�n mal�n� alsa öderlerdi ve sonra haramiyi bulup siyaset ederlerdi. Ve mal�n hezaneye teslim ederlerdi. Ve �ehirlerde ve vilayetlerde al�nsa ol �ehrin ve ilin suba��s� ve naibi eksiksiz öderlerdi. Ondan sonra haramiyi talep edip bulurlard�. Zira �er’i bunun üzerine mebnidir ki halk�n mal�na ve can�na beyler ve hâkimler pay�ndand�r”3

    Yedinci asr�n son senesinde Konya taht�na cülus eden ve pek garip ber ser-i guze�t sahibi olan “G�yâseddin Keyhüsrev b. K�l�ç Arslan” ilm ü fazl� nisbetinde adil oldu�u cihetle, her gün tevzî-i adaletle i�tigal ederdi: “Selaml�k sofas�nda serir-i memlekete oturup kad� ve müftü huzurunda mazlumlar �ikâyetini ve deavi ve kazaya dinleyip kat’i deavi ve fasl-� hususata kad� ve eimme huzurunda hükmedip faysala yetirirdi. Bunun zaman�ndan (s. 200) Sultan Alâeddin zaman�n�n âherine dek Rum padi�ahlar�n�n âdeti böyle olurdu ki penc�enbe ve du�enbe günlerinde elbette oruç tutup ordugâhda haz�r olurlard� ve ol iki gün ikindiye de�in mazluma adl ü dad ederlerdi. �er’i kazayay� kad�ya havale k�l�yorlard�; divan� ve örfî muamelat� sahib-i divan ve küttab bitirirlerdi. Ve sultan y�lda bir kere �eriat mahkemesine haz�r gelirdi, e�er bir müddei olsa ki sultanla davas� ve suzi olayd�, evvel müddei ile kad� kat�nda beraber dururdu. Ta ki kad� evvel kad�ya da her ne ki emir k�l�yorsa �er’i muktezas�nca nafiz olurdu. Ve sultana evvel halette hiç hürmet ve ha�met, �eriat-� namus riayeti için, olunmazd�. Çok deavî âher olurdu, ve sultan saltanat saray�na nüzul k�l�yordu, kaide öyle idi ki evvel gün kad�ya vazife ciheti için k�ymetli te�rif ve hil’ât eyü e�kün kat�r gönderirlerdi. Bu mana Sultan Alâeddin devri âherine de�in mukarrerdi”4. Bu, �eriat�n esaslar�na son derece kavi bir (s. 201) riayet ve

    hatta âlimler tayin olunurdu. Vak�f idaresi muahharen lagv olunmu�, ve miladi on ikinci as�r fermanlar�ndan bu vazifenin kad�ya havale edildi�i anla��lm��t�r. “Divan-� Kad�” yani adliye nezareti “Kad�’l-Kudat” taraf�ndan idare edilirdi. Fakat memurlar aleyhindeki �ikâyetleri bizzat hükümdar yahud haneden azas�ndan mürekkeb bir heyet tedkik ederdi. Vilayetlerdeki memurlar da payitahttakinin ayn� idi; yaln�z, oradaki vüzeraya “hâkim” yahud “kethuda” derlerdi. Samanîler ve Gaznevîler’de vilayet memurlar�n� bizzat hükümdar tayin ederdi. Küçük memurlar, takaudlar� için hükümdara istid’a verirlerdi. Sonralar�, bu te�kilat tevsi ve tekemmül ettikçe, memurlar� mensup olduklar� daire-i merkeziye tayin etmeye ba�lam��t�r.

    3 “Hotsma” taraf�ndan ne�r edilen “�bn Bîbî Tercümesi”nden. 4 �bn Bîbî Tercümesi, “s 79”. Senede bir kere huzur-� hâkime gidip kendisinden �ikâyeti olanlarla

    muhakeme edilmek, Sasaniler taraf�ndan kabul edilmi� bir usul idi. “Nizâmülmülk”

  • Selçukîler Zaman�nda Anadolu’da Türk Medeniyeti

    207

    merbutiyet neticesi olmaktan ziyade, esasen Sasanîlerden me’huz bir anane idi5. Mamafif, Sasanîlerde dinî bir mahiyeti haiz olan bu ananenin Selçukîlerde daha ziyade resmî ve �ekli oldu�unu, “G�yâseddin Keyhüsrev” gibi faz�l ve mülayim bir padi�ah�n bile bigünah kan� dökmekten ihtiraz etmedi�ini unutmamal�y�z.

    Selçukîlerin idare te�kilât�nda �eriat ahkâm� ve �ran ananeleri kadar mühim bir mevki i�gal eden di�er bir esas da, ana yurttan getirilen millî müesseselerdir. “O�uz töresi” denilen Millî Türk Kanunnamesi âdeta mukaddes bir mahiyeti haizdi; cenklerde, ziyafetlerde, me�veret meclislerinde, hatta padi�ah intihab�nda onun ahkâm�na �iddetle riayet olunuyordu. Esasen memleketin ruhunu, kuvvetini, hayat�n� te�kil eden s�rf Türklerdi: Sultan Rükneddin Kahir”in “Nuh Alp, Ayd�n Alp, Gündüz Alp” gibi ileri gelen ricali, hatta �ran perestlik tesiriyle muhte�em bir tak�m acem ismi alm�� adamlar hep

    Siyasetnâmesinin yedinci bab�nda bu meseleyi tafsilen anlat�yor. Eski �ran hükümdarlar� “Mihrigan” ve “Nevruz” günlerinde bütün efrad�n haz�r bulunduklar� umumi büyük bir ictimai akd ederlerdi. O gün hükümdar bütün �ikâyetleri dinlerdi. E�er kendisi aleyhinde bir �ikâyet vâki olmu�sa, onun hakk�nda bir hüküm i‘tas�n� “Kâd�’l-kudât” demek olan “mubed-i mubedan”a havale eder, ve kendi hakk�nda lütufkâr davranmay�p adaletten ay�lmamas�n� tenbih eylerdi. O vakt münadi, hükümdar aleyhinde her kimlerin �ikâyeti varsa bir tarafa ayr�lmalar�n� söylerdi. Hükümdar tekrar mubede tevcih hitab ederek: “�ndi ilahide hükümdarlar taraf�ndan irtikab edilen günahlar kadar büyük günah olamayaca��n�, hükümdar�n tebas�n�n iyili�ine çal��makla mükellef oldu�unu, e�er hükümdarlar adaletsizlik ederlerse askerler de Allah’� unutarak adaletsizli�e koyulacaklar�n�, o zaman memleket ve aile-i hükümdari üzerine gazab-� ilahi davet edilece�ini, binaenaleyh bu hususta asla adaletten ayr�lmamak vazifesinin �imdi mubede teveccüh etti�ini” söylerdi. E�er hükümdar aleyhindeki ithamat bi-asl ve esas ise, müddei a��r cezalara çarp�l�rd�. Aksi takdirde, hükmen i‘tas�n� müteakib hükümdar tekrar taht�na ç�kar, ve tac-� hükümdari ba��nda oldu�u halde ümeras�na: “ihkak-� hakka en evvel kendisinden ba�lad���n�, binaenaleyh herkesin de kendi hakk�ndaki �ikâyetlerden dolay� muvacehe-i hâkime ç�kmalar� icab etti�ini” söylerdi. Alelade zamanlarda hükümdara en karib ve en sahib-i nüfuz olanlar, bu ictimai gününde en uzak ve en nüfuzsuz kal�rlard�. Nizamülmülk’e nazaran bu âdet “Erde�ir” zaman�ndan “Yezdicerd” zaman�na kadar devam etmi�tir. [Siyasetnâme, yedinci bab, �efer taraf�ndan bast�r�lan nüsha]. Sasanîlerin bu adedi hakk�nda tafsilat, “Gazali”nin “Sultan Sencer” nam�na telif etti�i “Nasiha el-Mulûk”de de aynen mündericdir.

    5 �lk defa Emevîlerden “Abdulmelik b. Mervan” halk�n �ikâyetini dinlemek için bir yevm-i mahsus tayin etmi�ti. Fakat hali mü�kil ve hükme muhtaç bir �eye tesadüf edince kad�s�na tevdi’ ederdi. Halk�n �ikâyetini dinlemeye tahsis-i nefs eden ilk zat “Ömer b. Abdülaziz” idi. Ondan sonra halk�n �ikâyat�n� dinlemek meselesi Abbasîler devrine kadar terk edildi. Evvela “Mehdi”den ba�layarak “Muhtedi billah, Muhammed b. El-Vâs�k”a kadar bütün halifeler ahalinin �ikâyat�n� bizzat dinlerlerdi. “Melik Adil Nureddin Zengî” �am’da, sonra “Eyyubîler” M�s�r’da bir “daru’l-adl” tesis ederek bizzat halk�n �ikâyetlerini dinlerlerdi. Daha sonraki Kölemenler de ayn� yolda hareket ettiler. Eyyubîler buna fevkalade riayet ederler, ve ruyet-i mesalih esnas�nda tahta oturmazlard�. �ikâyetler okundukça, sultan, kad�lara yahut asker kumandanlar�na müteallik olan hususat� kendilerinden sorduktan sonra, muvaf�k gördü�ü hükmü verirdi. [Medeniyet-i �slâmiye Tarihi Tercümesi, C. 1, S. 222-224].

  • Fuat Köprülü

    208

    O�uzlardan, Türkmenlerdendi. Padi�ahlar�n en k�r�lmaz ve sad�k kuvvetini Türk a�iretleri te�kil ederdi: her ne zaman devletin hayat�na müteallik mühim bir mesele meydana ç�ksa sultan, -velev �eklî bile olsa- kendi ba��na karar vermeyerek O�uz töresince beyleri ça��r�r, onlarla mü�avere ederdi.

    Dü�men her ne zaman hududlar� çi�neyecek olsa, “sa� kol”, “sol kol” beyleri, “kay�”, “bay�ndur”, “bayat”, “salur” ulular� ve alpleri ça��r�l�r, onlar da bütün kuvvetleriyle emre icabet ederlerdi. Bu “yirmi dört büyük beyleri” hakk�nda icra edilecek te�rifat ve onlar�n padi�aha kar�� mevkileri O�uz töresiyle tayin edilmi�ti; te�rifat itibar�yla ibtida en celilü’n-neseb addedilen “kay�” boyu sa� kola gelirdi, ondan sonra tertib (s. 202) �u suretle idi: bayat, alkaevli, karaevli, yaz�r, döger, dodurga, yaparl�, af�ar, k�z�k, beydili, kark�n. Sol kolun ba��nda ise “bay�ndur” bulunur ve ondan sonra ise �u s�ra takib edilirdi: peçine, çavuldur, çepni, salur, eymür, alayuntlu, üregir, i�dir, y�va [ava], K�n�k6. Sultan�n mü�avere meclisinde beyler kemal-i serbesti ile reylerini söylerler, fakat ekseriya onun amaline muhalif etmezlerdi. Sultan da buna mukabil onlara hürmet eder, ganimetler, yurtluklar verir, O�uz töresine tâben onlarla “top ve çevgan” oynard�. “kay�” ve “bay�ndur” a�iretlerinden olan sa� ve sol kol beylerine bazen “melikü’l-ümera”l�k verilir, o zaman onlar�n azamet ve ihti�am� sultana karib olurdu; bütün beyler bargâh-� sultaniye geldikleri zaman, kudretlerine göre hediyeler getirirlerdi. Bilhassa cülus hediyeleri pek mühim olurdu7.

    6 �bn Bîbî tercümesinde bu te�rifat silsilesini gösteren k�s�m, manzum olarak yaz�lm��t�r. [204-

    205]. Hâlbuki sa� kol boylar�ndan iki danesi yani “bayat”dan sonra gelen “alkaevli” ve “karaevli” boylar� bu manzumede lay�k�yla zikr edilmiyor: manzum metinde “kim kay� otura ondan son bayat * sonra halka oldukda ulu ba sebat” beyiti bu iki boyun ismini do�ru ve vaz�h surette gösterememektedir. Anla��l�yor ki “Hotsma”n�n tab�na esas olan nüshada ikinci m�sra’ “sonra alka evlü kara evlü ba sebat” olacak yerde, yukar�da zikr edilen �ekilde yanl�� yaz�lm�� vav surette yanl�� olarak tab’ edilmi�dir. Bu sa� kol boylar� dörder dörder “Günhan, Ayhan, Y�ld�zhan” evladlar�, sol kolda “Gökhan, Da�han, Denizhan” çocuklar�d�r. Bu alt� han�n babas� “O�uz Han”d�r. Bu hususta daha mufassal malumat almak isteyenler “Re�idüddin”in Camiü’t-Tevârih”ine, ”�ecere-i Türkiye”ye, “Divanü’l-Lügati’t-Türk”e, yahud “Camiü’t-Tevârih”den muktebis muhtelif Farsî tarihlere müracaat edebilirler. Ziya Gökalp Beyin mecmuam�z�n üçüncü say�s�ndaki makalesinde de buna dair tafsilat vard�r.

    7 Sultan Alâeddin Keykubad-� evvele verilen hediyeler hakk�nda “�bn Bîbî Tercümesi”nde �u malumat mesturdur: [Melikü’l-Ümera Hüsameddin Çoban Bey ve Melikü’l-Ümera Seyfeddin K�z�l Bey ki Kay� ve Bay�ndur boyundan kadim ulu beyler ve sa� kol ve sol kol beylerbeyi idiler, tuhaf (tuhfeler) ve hedaya ve niam bipayan birle geldiler. Direm ve dinar ve o�lan ve halay�k getirdiler. Ve kalan uc beyleri dahi o�lan ve halay�k ve âdet-i meluf üzerine ulufle koyunlar ve at, deve arz ettiler. Mahal-i kabulde vaki olup ihma ve arzaya mekrun ve her birisi porse� ve nevaze�e mahsus olup bezm ü hande ve avda ve meydanda h�rfet ve mükalemet-i rütbeten ve menzileten bulurlard�. Ve gönül murad� ve fera�-� hat�r birle müracaat k�lub illerine getirdiler “208”].

  • Selçukîler Zaman�nda Anadolu’da Türk Medeniyeti

    209

    (s. 203) Mamafih beylerin as�l ehemmiyeti iclas meselelerinde meydana ç�kard�: Varisler içinden biri di�erlerine k�l�ç kuvvetiyle saltanat�n� tasdik ettirmezse, beyler ve ulular kurultay kurarlar, ve O�uz töresine göre en lay�k kim ise onu tahta geçirirlerdi. Tahta ç�kan padi�ah alelusul tutulan üç günlük yas müddetinden sonra, büyük bir ziyafet verir, beylere mertebelerine göre hilatler, yurtluklar ihsan ederek yas donunu (giysisini) ç�kart�rd�.8 O�uz beyleri nail olduklar� bütün hürmet ve itibara ra�men, padi�ah�n fermanberi idiler; “Sultan �zzeddin” bey de vaz�h olmayan bir tak�m sebeplerle onlar�n bir k�sm�n� katl ve idamdan çekinmemi�ti.

    Mamafih idare-i merkeziye kutlu olmad��� zamanlar beylerin ehemmiyeti bir kat daha art�yor; hatta merkezdeki rical, melikü’l-ümeralar ça�nigirler, emir-i ahurlar, emir-i ar�zlar onlara ikram ve iltifat� siyaset levaz�m�ndan addediyorlard�. Baz� zamanlar ise idare-i merkeziye ricalinden bir veya bir kaç� büyük bir nüfuz ve kudret, namütenahi bir itibar ve servet (s. 204) kazanarak âdeta saltanat�n �a�as�n� ihlal ediyorlar, ve bunu çekemeyen padi�ahlar türlü türlü vesileler bularak bu yükselen �ahsiyetleri iknaya çal���yorlard�. Ekseriyetle kom�u hükümetlerin, Bizans ve M�s�r’�n ifsadat�ndan, veraset kavgalar�ndan ileri gelen bu gibi hareketlerden “Alâeddin Keykubâd” bile kendini kurtaramam��t�. Selçukî saltanat�n�n en parlak devrelerinde bile, memleket civar devletlerin casuslar�ndan temizlenemiyordu.

    8 Eski Türklerde oldu�u gibi Selçukîlerde de kurultay�n bu hususta büyük bir nüfuzu vard�;

    mamafih kurultay O�uz töresine riayete mecburdu. Tevârih-i Âli Selçuk”dan nakl edilen �u f�kra bu hususta pek manidard�r: G�yâseddin Keyhüsrev vefat�ndan sonra [devlet eyvan� müdebbirleri ve memleket bostan� muhaf�zlar� me�veret ve tan���k k�lmak için cemiyet ve kurultay ettiler. Sa� kol ve sol kol beyleri kay� ve bayat ve bay�ndur ve salur ulular� deyrilüb tan���k ettiler ki �zzeddin Keykavus ve Alâeddin Keykubâd ve Celâleddin Keyferidun bu üçünden hangisini ihtiyar edeler ve bu üç �ehzadeden taht� hangisine teslim k�lalar. Nagah tedbir mesalih-i mütaleandan tulu’ k�ld� ve sevap gayb-i hicab�ndan çehre gösterdi. Nusreteddin Melik Hasan b. �brahim Mara� meliki ki hatem-i zikri tomar� onun sahaveti zaman�nda tayy olmu�tu ve mekarim-i ahlak� nefehati arsa-i afaki atar kulübesi belki nevbahar nesimi gibi muattar ve mutayyeb k�lm��t�, etti. �zzeddin Keykavus ulu o�uldur, hem âkil ve kâmil ve bahad�rd�r, hem O�uz töresinde dahi a�a varken iniye serverlik denmez. Padi�ahl�k Sultan �zzeddin’e lay�kt�r, dedi. Mecmu-i ekâbir ve beyler ve ulular ol suze tahsin ettiler “97”]. “Osmangazi”nin kurultay taraf�ndan tahta ilcas� hakk�nda “Lütfi Pa�a” tarihinde mevcut rivayet ve ilk padi�ahlar�m�z�n tarz-� idaresi, Selçukîlerden kalan eski ananelerin epeyce bir müddet payidar oldu�unu gösteriyor. Mamafih Osmanl�lar boy beyliklerini ve Selçukîlerden müntekil daha bir tak�m eski müesseseleri az zamanda ortadan kald�rarak –bugünki manas�yla- oldukça müterakki bir devlet te�kilât� vücuda getirebilmi�lerdir. Yas meselesine gelince, bu âdeti di�er Türk sülalelerinde de görüyoruz: Harezmîlerden “�l Arslan” metbuu “Sencer”in vefat�nda üç gün yas tutulmas�n� emretmi�ti [Bartold, Mo�ol istilas� zaman�nda Türkistan]. Bu yas meselesi hakk�nda daha fazla malumat için mecmuam�z�n geçen say�s�ndaki makalemize bak�n�z.

  • Fuat Köprülü

    210

    Selçukî devletinin idare te�kilât� tabii en ziyade merkezde oldukça müterakki ve muntazam idi: pervaneci9 ça�nigir, sahib-i divan, emval deftercisi, mün�i-i has, emir-i ahur, beylerbeyi merkezin en büyük memurlar�, sultan�n kuvve-i icraiyesi demekti; �ran taklidi parlak unvanl� rütbelerle tecil ve taltif edilen bu ricalden pervaneci umur-� umumiyeye nezaret eder; ça�nigir rütbesini haiz olan beylerbeyiler ordu kumandan� vazifesiyle mükellef olur, sahib-i divan maiyetindeki on iki divan vezaret kâtibiyle emval-i memâliki zabt eder, emval deftercisi maliye naz�rl��� ve mün�i-i has ba� kitabet ve hariciye nezareti vazifesini ifa eylerdi10. Bunlardan (s. 205) maada on iki divan arz kâtibi harbiye nezareti vazifesini ifa ederek askerin mevacibini, t�marlar�n� muntazaman kayd u zabt eylerlerdi.

    Harac kâtibleri karhane, matbah, cebehane, ta�thane, rakibhane, �ikarhane, anbar, camedarhane gibi mühim memuriyetler mensubiyeti idare mü�kilat�n�n pek mühim birer uzvu demekti. Bu memurlardan hepsinin muayyen miktar irad-� senevî temin eden t�marlar� vard� ki sultan isterse tezyid ve isterse tenzil ederdi. Ulema ve sâdâta, me�ayih ve mukarribine dahi t�marlar verildi�i vakidi; fakat Konya sultanlar� Anadolu’nun bilhassa hududlara yak�n t�marlar�n� gazilere, alplere vermek siyasetini takip ederlerdi11.Hat ve belagatte,

    9 “pervane” yahud “pervaneci” kelimesi hakk�nda Halil Edhem Beyin “Anadolu’da �slâmî

    Kitabeler” makalesine bak�n�z [Tarih Encümeni Mecmuas�, 35, s. 653] Pervanecilik mans�b�n�n Timuriler zaman�nda mevcut ve “serkurenal�k (�����)” demek oldu�unu biliyoruz [Devlet�ah Tezkiresi; burunduk (����) kelimesine bak�n�z].

    10 Abbasî te�kilât�nda “divan-� in�a”n�n büyük bir ehemmiyeti vard�. Abbasîlerin ilk devrinde divan-� in�a kâtipleri hulefa nam�na istedikleri gibi emr ü nehyde bulunurlard�. Muahharen kitabet vazifesi vezirlere intikal etti. Bazen divan tahrirat�n�n müstakil bir vezir uhdesinde bulundu�u da vakidi. Abbasîlerin son zamanlar�nda kâtiplik vazifesi müstakil bir memuriyet yap�larak vüzeran�n gayrine tevdi’ edildi. Ba�dad’da divan-� in�a kâtiplerine “in�a kâtipleri” büyüklerine “divan-� in�a reisi” veya “divan-� in�a sahibi” yahud “kâtip-i s�r” nam� verilirdi. Vezirin maiyetinde bulunan bu divana “divanü’l-aziz” dahi derlerdi. Ecnebi hükümdarlar�yla hulefan�n muhaberesi yani hariciye nezareti vazifesi de bu divan taraf�ndan ifa olunurdu [Corci Zeydan, Medeniyet-i �slâmiye Tarihi Tercümesi, C. 1, s. 228]. Menbai tasrih edilmemekle beraber, bu malumat�n hülasaten “Makrîzî’den al�nd��� sarahatle anla��l�yor; “Makrîzî bu malumat� verdikten sonra, bunun M�s�r’daki Eyyubîler ve Türklerde de mevcut oldu�unu söylüyor; ve Selçukîlerde “divan-� in�a” yerine “divan-� tu�ra” denildi�ini “Müeyyeddin Tu�raî” gibi bir tak�m zevat�n ona nisbetle bu unvan� ald�klar�n� ve “tu�ra”n�n mahiyetini anlat�yor [Makrîzî, Kitâbü’l-H�tat ve’l-Asar, C. 2, s. 226]. Fi’l-hakika, bütün Selçukîler zaman�ndaki �airlerden bâhis �uara tezkirelerinde “tu�raî”lere kesretle tesadüf olunabilir.

    11 �slâmiyette mukataa usulü eskiden beri cari idi. Emeviler ve Abbasîler kendi baz� akraba ve havaslar�na araziyi �kta ederlerdi. Fakat bunlardan harac almazd�. Bunlar zaman�nda asker maa�at� ve sair mesarif her yerde harac varidat�ndan tediye olunurdu. Mukataat arazisi ise ashab� elinde kal�r, andan bir �ey al�nmazd�. �lk defa “Nizamülmülk” bu usulü de�i�tirdi: Selçukî devletinin tevsiini görünce, araziyi mukataalara tahvil ve askere tefviz etti. Mü�arülileyh bu suretle arazinin bir kat daha mamur olaca��n� dü�ünmü�tü. Çünkü arazi böyle

  • Selçukîler Zaman�nda Anadolu’da Türk Medeniyeti

    211

    in�a ve siyakatte maharet gösteren kâtiplerin mevacibi art�r�l�r, adaletsizli�i ve su-istimali görülen memurlar �iddetle tecziye edilirdi.

    Memuriyetlerin tevcihinde gözetilen usul Türklerde ekseriyetle tesadüf olunan bir usul idi: babas�n�n mevkiini tutabilecek bir çocuk varken hiç kimse oraya tayin olunamazd�; bu suretle yaln�z idare-i askeriyede de�il (s. 206) idare-i mülkiyede de bir nevi zadegânl�k te�kil etmi�ti12 Umur-� adliye münhas�ran kad� ve müftülere, her �ehrin naibine aitti; onlar Hanefi mezhebinin esasat�na ittibaen icra-i adalet ederler ve suba��lar, �ahneler, yahud boy beyleri vas�tas�yla hükümlerini icra ettirirlerdi: ahkâm-� �eriyye bütün �iddetiyle cariydi: birisini öldüren idam olunur, emvali çal�nan�n zarar� tazmin edilir, zina eden recm olunurdu. �ehirler, eyaletler sultan taraf�ndan mansub memurlar taraf�ndan idare edilir, zabt edilen mahallere derhal memurlar i’zam ve tayin ve muhaf�z-� asker tahsis olunarak hükmü �er’i mucibince tekâlif tarh edilirdi. “Penc yek: Hams �er’i” toplamak için bu vazife ile mükellef hususi memurlar vard�. Sultana do�rudan do�ruya merbut olmayan nim-müstakil eyalet ve emaretler muntazaman vergilerini vermeye ve harp zuhurunda bütün kuvve-i askeriyeleriyle emr edilecek yerde bulunmaya mecburdular. Mamafih idare-i merkeziye zay�flad�kça bu gibi emaretler tabiiyet rab�tas�n� k�rmaktan hiç geri durmuyordular.

    �dare te�kilât� “Birinci Alâeddin Keykubâd”�n saltanat� zaman�nda en son derece-i mükemmeliyete vas�l olmu�tu; sükûn ve asayi� bütün manas�yla

    birçok ellerde bulunursa, bu eller kendi menfaatleri icab� olarak onun imar�na gayret ediyorlard�. Fi’l-hakika bu te�ebbüs iyi neticeler verdi; memleket epey mamur oldu, has�lat artt�. Ondan sonra gelenler de bu usul üzere hareket ettiler. Mesela “Selahaddin Eyyubî” bütün memleketini ve bilhassa M�s�r’� maiyetindeki umera ve zabitan ve asakire mukataa suretiyle verdi. Muahharen mukataatda bir tak�m tadilat vuku bularak arazi k�smen mukataat, k�smen sat�l�k, k�smen vakf oldu. “Makrîzî dokuzuncu asr-� hicride M�s�r arazisinin ahvali hakk�nda malumat-� mufassala vermektedir [Medeniyet-i �slâmiye Tarihi Tercümesi, C. 1, s. 151 ve 212]. “Nizamülmülk”ün “Siyasetname”de izah ve müdafaa etti�i bu usul mucibince, kendilerine arazi tevcih edilen kimseler ahaliden yaln�z muayyen miktarda vergi almaya salahiyetdar olup yoksa ba�ka bir hakka malik de�ildiler. Bu taksim neticesinde hükümdara mahsus olan arazi pek ziyade azalm��t� [Siyasetname “�efer” taraf�ndan bast�r�lan nüsha]. Nizamülmülk’ün “Siyasetname”deki ifadat�ndan, askere ayr�ca maa� verildi�i de anla��lmaktad�r. “Bartold”un ifadesine nazaran, Harezmilerde askere maa�tan ba�ka arazi de verilirdi [Bartold, Mo�ol �stilas� Zaman�nda Türkistan, Rusça]

    12 Hatta vak�flarda bile, mütevellili�in, babas�n�n yerini tutabilecek bir çocu�u oldu�u halde ba�kas�na verilmemesi �art-� ittihaz edilirdi. [Necib As�m Bey’in “Keleti Semle”de ne�r etti�i “814” tarihli “Kütahya’da Yakub Çelebi Medresesi” kitabesine bak�n�z, 1905, C. 6, s. 351]. Bunun müsahhih bir �eklini Halil Edhem Bey “Âl-i Germiyan Kitabeleri” unvanl� silsile-i tedkikat�nda ne�r etmi�tir [Tarih Encümeni Mecmuas�, C. 1, s. 116]. Biz ayn� �eyi, yani babas�n�n yerine geçebilecek bir çocu�u varken münhal t�mar�n ba�kas�na verilemedi�ini Osmanl�larda da görüyoruz. Bütün kanunnameler bu hususta sarihtir.

  • Fuat Köprülü

    212

    takarrür etmi�, idare makinesi her türlü sars�nt�lardan azade bir halde, intizamla i�lemi�ti. Harekât�ndaki adalet ve intizamla sultan bütün memurlar�na bir numune gösteriyordu: sabah namaz�n� “�mam �afii” mezhebi üzere k�ld�ktan sonra [selaml�k sofas�na ç�k�p otururdu. Ve sultan ku�luk vaktine de�in müftü ve kad� huzurunda kendisi hüküm edip mazlumlara dad verirdi. �er’i ve divani i�leri kendi görürdü. �er’i i�ini ehli �er’ me�veretiyle faysala yetirirdi. Ve divaniye kendisi cevap verirdi. Ondan sonra han ve �ilan dökülürdü, ber sadr kendi önünde ve iki tarafta iki kolda simat ve destar-� hanlar dö�enirdi. Âlim ve seyyidler ve müftü ve kad� ve ulu ve �ehzadeler kendi böyle yerlerdi. Kalan beyler ve ulular iki kolda mertebeli mertebesince simata otururlard�. Hassa sökü� ve sökülme ve bir yandan O�uz resmince her han�n ve mülkün söküklü sökü�ün korlard�. Kalan a�lar� hansalarlar ve ça�nigirler dane (s. 207) ve zerde ve nardenk ek�ileri ve masto börekler dökülürdü. �öyleki oturanda ve duranda kimse mahrum kalmazd�. �ilan13 yenip kalkt�ktan sonra ki çavu�lar dua ve alk�� edip giderlerdi, kendisi halvetsaray ve haremine girip vüzera ve sahib-i divan ve yaz�c�lar emval zabt�na ve ahkâm ve defatir hesab�na me�gul olurlard�. Andan anlar dahi giderlerdi, ikindin geri gelirlerdi. Zikr olan mucibince ayin ve erkânla 13 Eski Türk hayat�nda büyük bir ehemmiyeti olan ve dinî bir ayinin bakiyesi oldu�u anla��lan bu

    “�ilan”lar hakk�nda malumat-� mufassala almak için mecmuam�z�n geçen say�s�ndaki makalemize bak�n�z [s. 27-34]. “Nizamülmülk” kitab�n�n otuz be�inci bab�n� tamam�yla bu meseleye hasr ediyor. Ona göre hükümdar�n sofras� daima mükemmelen müstahzer ve aç�k olmal�d�r; vazifelerini ifa için saraya gelenler yemeklerini orada yemelidirler; e�er hükümdar�n hizmet-i hususiyesinde bulunanlar sofraya gelemezlerse onlar�n pay�n� istedikleri zaman kendilerine vermelidir. “Sultan Tu�rul” her sabah yeme�inde sofras�n� herkese aç�k bulundurur ve birçok nefis yemekler ihzar ettirirdi. Hatta ba�teten ava gitmek veya gezmeye ç�kmak istedi�i zaman sofras� k�rda haz�rlan�r, Türk ümeras�, maiyet zabitan�, ahali oradaki mebzuliyetten mütehayyir kal�rlard�. Türkistan hanlar�n�n usul-i idaresi, kendi sülalelerinin avn-� ilahiye mazhariyeti için, matbahlar�nda daima tebaalar� için mebzul miktarda yemek pi�irtmektir [Siyasetname]. Nizamülmülk bunu müteakib “Melik�ah” ile beraber “Semerkand” ve “Özkend”e gittikleri zaman, sultan�n bu âdete riayet etmemesinden dolay� “Cavlaki”lerle Maveraünnehir ahalisinin sultan�n sofras�ndan mütenaim olmad�klar�ndan dolay� �ikâyet ettiklerini yaz�yor ve diyor ki: “Herkes semahat ve meziyeti oyunu tarz-� idaresinden anla��l�r. Bizim padi�ah�m�z aile-i âlemin babas� demektir. Asr�n sair hükümdarlar� onun tabileridir. Binaenaleyh laz�md�r ki i�fak ve ataya-� pederanesi, sofras� semahat� derecesiyle mütenasib olsun”. Fi’l-hakika, elimizdeki bilumum vesaik-i tarihiye, Melik�ah�n Semerkand’dan Horasan’a avdetini müteakib Karahanîler ordusunun esas�n� te�kil eden “Cavlaki” nam�ndaki ahali ve asakirin sultan kendilerine riayet etmeyip ziyafet vermedi�inden dolay� isyan ettiklerini gösteriyor. [�bnü’l-Esir, C. 10]. Türklerin hükümet ve hükümdar hakk�ndaki telakkilerinden yani “vilayet-i pederane” telakkisinden do�an bu âdete, daha “Orhun” kitabelerinde tesadüf ediliyor: Hakan Türk milletini ç�plakken giydirdi�ini, açken doyurdu�unu, fakir iken zenginle�tirdi�ini söylüyor [Tomsen, Orhun Kitabeleri]. Hükümdar�n tebaas�n� �ölene ça��rmamas�n�n onlar� isyana sevk edecek kadar mühim oldu�unu O�uz efsanesinde de görüyoruz: Salur Kazan yapt��� bir “Han-� ya�ma”ya yaln�z �ç O�uzlar� davet etti�i için, D�� O�uzlar bundan münfail olarak isyan etmi�lerdi [Kitab-� Dede Korkut].

  • Selçukîler Zaman�nda Anadolu’da Türk Medeniyeti

    213

    i�li i�ine me�gul olurdu. Mecmu-� umur �öyle müretteb ve mazbut olmu�tu ki her birkaç türlü maslahat ki birine mufavvaz idi, biri birinin i�ine niza’ etmezdi. Evvel sebepten Müslümanlar�n mesalihi günden güne tehir olup kalmazd�. (s. 208) Her maslahat söylendi�i gün ya ertesi biterdi”14.

    Anadolu’nun refah ve saadetini, servetini temin ile birçok müessesat-� medeniye vücuda gelmesini intaç eden bu muayyen ve muntazam �ekl-i idare, merkez zay�flad�kça yava� yava� bozuldu. Bilhassa Mo�ollar�n istilas�ndan sonra “Gazan Han”�n �slâmiyeti kabulüne kadar Anadolu Türkleri Rum ve Ermenilerin birçok tezvirat�na duçar oldular. Asayi� bitmi�, hudutlar�n emniyeti kalmam��, memurlar�n mezalimi sebebiyle tekâlif tahammül edilemeyecek derecede artm��t�.

    Selçukî hükümdarlar� O�uz töresine merbutiyetleri nisbetinde �slâmiyetin ahkâm�na fart-� riayetten de geri durmam��lard�. Binaenaleyh müstakil sultan�n saltanat�n fevkinde Ba�dad’daki �slâm hilafetinin manevi hâkimiyetini, o zamana kadar te�ekkül etmi� olan sair bütün Türk hükümetleri gibi, kabul ediyorlar, sikke ve hutbede Halife-i �slâm�n nam�n� zikrediyorlard�. Her padi�ah tahta cülus edince Ba�dad’a bir heyet-i mahsusa göndererek halifeden saltanat men�urunu al�yor ve kendini ancak bu suretle hâkim-i me�ru’ addediyordu15. 14 �bn Bîbî Tercümesi “214-215”. Sultan “Alâeddin”, t�pk� “G�yâseddin Keyhüsrev-i evvel” gibi,

    memleketin dâhili asayi�ine fevkalade ehemmiyet verirdi. Memleketin birinde asayi�i ihlal edecek en ufak bir hadise olsa, mesela bir e�k�ya çetesi zuhur etse onu derhal haber al�r, ve her türlü tedbirlere müracaat ederek az zamanda o gayri tabii hali izale ettirirdi. Sükûn ve asayi�in ihlaline kar�� lüzumu kadar �iddetle hareket etmeyen memurlar� vazifelerini suiistimal etmi� addederek �iddetle cezaland�r�rd�.

    15 Anadolu Selçukîlerinin hilafete kar�� olan bu vaziyetlerinin esbab�n� lay�k�yla anlamak için Maveraünnehir ve Horasanda te�ekkül eden ve idari müesseseleri Selçukîler taraf�ndan ekseriyetle ahz ve taklid olunan muhtelif devletlerin hilafetle olan münasebetleri umumi ve muhtasar bir tarzda göstermek laz�md�r: Samanîlerde yeni ç�kan hükümdar� halife tasdik eder, ferman ve sancak gönderirdi. Fakat bunun ehemmiyeti s�rf �eklî idi; halife bazen her hangi bir tesir alt�nda mesela bir vilayetin ferman�n� istedi�ine verir, fakat ferman� alan e�er silah kuvvetiyle o vilayeti elde etmeye muktedir de�ilse o ferman�n hiç tesiri olmazd�. “Mahmud Gaznevî” de tahta ç�kt��� zaman halifeden Horasan vilayeti için ferman ve “Yeminü’d-devle ve eminü’l-memleke” unvan�n� alm�� ve hutbeyi halife nam�na okutmu�tu. “Karahanîler”de Maveraünnehirde kendilerine “Mevla-y� Emirülmüminin” nam�n� vermi�ler ve sikkelerinde halife nam�n� zikretmi�lerdi. Mahmud’un zaman�ndan halifeden gelen sefirlerin yeni feth olunan memleketlerin berat ve fermanlar�n� getirdiklerini görüyoruz. “Karahanîler” ve “Gaznevîler” gibi Sünnilik cereyan�n� �iddetle müdafaa eden Selçukîler, “Tu�rul Bey” zaman�nda ba�layarak hilafete kar�� büyük bir merbutiyet göstermi�ler, fakat ayn� zamanda kendi istiklal-i siyasilerini –sair hükümetlerde tesadüf edilmeyen bir kuvvetle– muhafaza etmi�lerdi. Selçukîler halifenin manevi nüfuzunu teyid ederken ayn� zamanda kendi siyasi nüfuzlar�n� tevzi ve tezyid etmi� oluyorlard�. “Besasiri” vakas�, sonra, “Tu�rul Bey”in, “Alp Arslan”�n, “Melik�ah”�n Ba�dad halifeleriyle olan münasebet mütekabileleri bunu vaz�hen göstermektedir [Bartold, Mo�ol �stilas� Zaman�nda Türkistan – Nizamülmülk, Siyasetname –

  • Fuat Köprülü

    214

    (s. 209) Mesela “Birinci Alâeddin Keykubâd” Rum ve Ermen ve Diyarbekir saltanat�na cülusunu halife “Nâs�rinillah”a bildirmi�, o da irsali mutad olan “saltanat men�uriyle padi�ahl�k te�rifini ve k�l�çla yüzü�ü” �mam Sühreverdi vesatetiyle göndermi�ti. Bu merasimin Konya’da ne suretle icra edildi�i hakk�nda “�bn Bîbî”de epeyce tafsilat vard�r: “�mam Sühreverdi” sultan�n saray�na giderek hilafet hilatini bizzat giydirdikten ve Ba�dad’dan sar�l�p gönderilen tülbenti ba��na koyduktan sonra “adl edesin, �eriattan tecavüz etmeyesin” diye arkas�na üç defa hafifçe vurmu�, ve sultana taht�na oturmak için destur vermi�ti; fakat merasim bununla bitmi� olmazd�: “erkan tamam olmak için atlanmak istediler. Murassa oyanlu ve irili nall� kat�r�–ki darü’l-hilafeden sultana gönderilmi�ti- önüne çektiler; sultan kafe-i enam huzurunda imam gönderdi�i yede�in toyna��n öptü; tûlâ-y� nessar tabaklar�n� ki darü’l-hilafeden göndermi�lerdi, saç� saçt�lar. Ondan sonra Sultan �eyh sohbetinde çetr ve sancak ve nevbetlerle seyrana bindi. Sultan� mecmu-� halk ol heyette mü�ahede k�ld�lar”16 Nim-i dini mahiyeti haiz ananelere tabiat�yla (s. 210) merbut ve ayn� zamanda Harezm�ahîlere rakip bulunan “Sultan Alâeddin”in Harezm�ahîlere �iddetle dü�man olan Abbasî halifesiyle münasebat-� dostane perverde etmesi pek tabii idi. Ba�dad hilafeti büyük taarruzlara maruz kald��� zaman, mesela Mo�ollar�n tecavüzat�na kar�� derhal “Alâeddin Keykubâd”a müracaat etmi�, ve “Alâeddin” bu müracaat� hemen is’âf ederek - müsellah mukavemetin imkâns�zl���na kail oldu�u halde – bir f�rka-i askeriye yollam��t�.

    �bnü’l-Esir – Ravzatu’s-Safa – el-Iraze fi’l-Hikâye es-Selçukîye – Medeniyet-i �slâmiye Tarihi Tercümesi]. �btida Selçukîlerin tâbii oldu�u halde “Sancar”�n vefat�n� müteakib tamam�yla kesb-i istiklal eden Harezm Devleti, bilhassa “Alâeddin Keykubâd”�n saltanat� esanas�nda, Anadolu Selçukî Devletine bir rakip te�kil ediyordu. Hâlbuki Ba�dad hilafetinin Harezm�ahîlerle münasebat� gayet fena bir �ekilde idi; ibtida “Teki�” onu müteakib “Alâeddin Muhammed” hutbenin kendi namlar�na okunmas�n�, halifenin yaln�z umur-� diniye ile i�tigal edip umur-� dünyeviyeyi kendilerine b�rakmas�n� talep etmi�lerdi; Ba�dad hükümeti “�ehabeddin Sühreverdi”yi sefaretle Alâeddin’in nezdine i’zam ederek onu bu metalibden vazgeçmek için iknaa çal��t�ysa da muvaffak olamad�. Müverrih “Cüveynî” ile “Nesevî”nin verdi�i malumata bak�l�rsa, hükümdar, halifenin sefirine pek az hürmet göstermi�, kabul günü onu bekletmi�, hatta esna-� kabulde aya�a kalkmam�� ve oturmas�n� teklif etmemi�tir. [Bartold – Nesevî, Sireti Celâleddin Mengüberti – Cüveynî, Tarihi Cihangü�a – �bnü’l-Esir – Ravzatü’s-Safa]

    16 �bn Bîbî Tercümesi “223-224”. “Alâeddin Keykubâd”�n hilafete kar�� besledi�i hiss-i hürmet zahiren pek büyük idi. �bn Bîbî tercümesine nazaran “Hicaz ve Medine sultanlar�na ve Ba�dad halifelerine gayette izzet edip ne hükümleri ve sözleri olsa kabul ederdi. Darü’l-hilafeden hüküm ve mektup gelse gere�i gibi ihtiramla okurdu; ve öpüp ba��na koyup semi’na ve taât derdi. Ve e�er mün�i ve yaz�c�ya okutsa okununca izzet edip örütururdu, geri semi’na ve taât deyip otururdu” [218]. Mo�ol istilas�na kar�� muavenet-i askeriyede bulunulmas� için Ba�dad’dan irsal edilen sefiri suret-i kabul ve bu suretle hilafete gösterdi�i merbutiyet bu eserden tafsilen anla��labilir [360-371]. Bu hususta malumat almak için bu makalemizin 224 ve müteakib sahifelerine bak�n�z.

  • Selçukîler Zaman�nda Anadolu’da Türk Medeniyeti

    215

    Hilafete kar�� hissedilen manevi merbutiyet �eklen o kadar kuvvetli idi ki, 656’da Ba�dad hilafeti sükut ettikten sonra bile onun hat�ras�na riayet edilmi�, ve “Dördüncü K�l�ç Arslan” ile “Üçüncü Keyhüsrev”in sikkelerinde “Musta’s�m billah” nam� “el-�mam el-Ma’sum” �ekline kalb edilerek ibka olunmu�tur17.

    Anadolu Selçukîlerinin idare te�kilât�nda ne gibi esaslar�n hâkim oldu�u verilen tafsilattan oldukça vuzuh ile anla��labilir. Bu tafsilat bize gösteriyor ki Anadolu Selçukîlerinden “devlet” telakkisi, o zamana kadar gelen Türk sülalelerinden daha ba�ka ve daha müterakki bir �ekil alm��t�r. “Tu-kiyu” devletinin te�kilât� hakk�nda Orhun sütunlar�nda mevcut malumat, o zamanki Türk devletinin “il”lerden müte�ekkil bir heyet-i müttehide halinde bulunup hükümdar�n “vilayet-i pederane”yi haiz oldu�unu gösteriyor. Samanî saltanat�n� istihlaf eden “Karahanîlerde” memleket yaln�z bir hükümdar�n de�il bütün bir aile-i saltanat�n mal� addediliyor, ve bundan dolay� bir çok kesimlere tefrik edilerek ayr� ayr� idare olunuyordu; hatta bunlardan baz�lar� merkez hükümete bile tabi de�ildiler18. Ayn� hale Selçukîlerin mebâdî-i zuhurunda da tesadüf edilmektedir: Devleti yaln�z hükümdar temsil etmedi�inden, baz� Horasan (s. 211) �ehirlerinde “Tu�rul Bey” nam�na hutbe okundu�u halde, di�er baz� �ehirlerde de “Davud’un nam�na okunuyordu19. Tu�rul Beyden sonraki hükümdarlar zaman�nda oldu�u gibi Anadolu Selçukîlerinde de devlet medluli daha terakki etti�i için saltanat�n icabat�ndan olan hutbe ve sikke gibi �eylerde katiyen müsamaha edilmiyor, hatta Selçukîlere tabi olan civar devletler bile sikkelerinde metbular� olan Selçukî sultan�n�n nam�n� zikre mecbur tutuluyordu20. Mamafih bunlarda da hükümdar�n memleketi çocuklar� aras�nda taksim etmesi caiz oldu�undan saltanat�n na-kabil teczî oldu�u telakkisi, anla��l�yor ki, Anadolu Selçukîlerine de girememi�ti21.

    Eski �ranîlerde oldu�u gibi as�l Selçukîlerde ve Anadolu Selçukîlerinde de mühim vilayetlerin valili�i hanedan-� hükümdariye mensup zevata tevdi’ ediliyor, ve onlar�n maiyetinde âdeta merkez hükümette oldu�u gibi –fakat tabii daha küçük mikyasta– divan te�kilât� bulunuyordu. “Sencer” kendisine isyan

    17 �smail Galib, Takvim-i Meskûkât-� Selçukiye – Ahmed Tevhid, Meskûkât-� Kadime-i �slâmiye

    Katalo�u [C. 4]. 18 Bartold, Mo�ol �stilas� Zaman�nda Türkistan-. Hatta bundan dolay� bu hanlar�n tarihi gayet

    kar���k ve gayri mazbuttur; Yaln�z tarihi eserler de�il, ele geçen meskûkât dahi bu cihetin haline yard�m edememektedir [Ahmed Tevhid, Meskûkât-� Kadime-i �slâmiye Katalo�u, C. 4].

    19 �bnü’l-Esir, Dokuzuncu Cild. 20 Bu mü�terek sikkeler hakk�nda malumat almak için Ahmed Tevhid Beyin “Meskûkât-�

    Kadime-i �slâmiye Katalo�u”nda Rum Selçukîleri fasl�na bak�n�z. 21 �kinci K�l�ç Arslan’�n “551-588” memleketi o�ullar� aras�nda taksim etmesinden tevellüd eden

    dâhili muharebeler hakk�nda yukar�da zikretti�imiz mehazlara müracaat ediniz.

  • Fuat Köprülü

    216

    eden “Ats�z”� ma�lup ettikten sonra, Harezm valili�ine hem�irezadesini tayin etmi� ve yan�na vezir, atabey, hacib gibi memurlar vermi�ti22.

    Anadolu Selçukîleri metbular� olan nim-müstakil hükümetlere kar��, bir hükümdar�n tebas�na kar�� muamelesi nas�lsa o suretle muamele ediyorlard�. Harezm hâkimi “Ats�z” nas�l kendisini “Sencer”in en sad�k bendesi olmak üzere gösteriyorsa, civardaki nim-müstakil hükümdarlar�n baz�s� da Anadolu Selçukîlerine kar�� ayn� vaziyet-i bendegânede bulunmakta. Ve –�eklen- onlar�n fermanlar�yla azl ve nasb olunmakta idiler23. Mamafih hanedan-� hükümdariye mensup prensler, yahud, dâhili istiklallerini daha kuvvetle muhafaza eden baz� hükümdarlar, sultan�n (s. 212) o�lu mesabesinde farz ediliyordu24. ��te bütün bu izahatten anla��l�yor ki Anadolu Selçukîlerinde hükümdar�n “vilayet-i pederane”den ba�ka di�er bir �ekil vilayeti daha vard�; ve Anadolu Selçukî Devleti “bir ilhanl�k” yani hükümdar�n vilayet-i pederaneyi haiz bulundu�u bir heyet-i müttehide halinden ç�karak, bir saltanat haline girmi�ti. Mamafih bu saltanat �eklinin her itibar ile tamam ve mükemmel addedilemeyece�ini, ve eski ilhanl��� devresinden kalma yirmi dört boy, �ölen, arazinin aile efrad�na taksimi gibi bir tak�m müesseselere Anadolu Selçukîlerinin en son zamanlar�na kadar tesadüf edilece�ini unutmamal�d�r.

    22 Bartold, Mo�ol �stilas� Zaman�nda Türkistan. 23 Bartold, Mo�ol �stilas� Zaman�nda Türkistan-. Selçukî hükümdarlar� önünde tabilerin yer

    öpmesi teamül iktizas�ndand�; hatta “Ats�z”, “Sencer”le Seyhun kenar�ndaki bir mülakat�nda hilaf-� usul olarak at�ndan inmemi� ve yeri öpmemi�ti. Mamafih “Ats�z”�n o�lu “�l Aslan”a Harezm�ahl�k” ferman�n� “Sencer” vermi�ti. “Sencer”in vefat� münasebetiyle yazd��� muharrerâtta “�l Arslan” kendisini sultan�n “dost-� muhallesi” olarak gösteriyor ki, bu, art�k Selçukî Devletini metbu’ olarak tan�mad���na delildir. Bu yer öpmek âdetinin ba�ka bir �ekline, o zamanki Avrupa seyyahlar�yla �ran müverrihlerinin anlatt�klar� vecihle, “Cengizîler”de de tesadüf olunuyor ki “Dosson”un rivayetine nazaran, eski Çin merasim te�rifaniyesinden muktebestir: Çin �mparatoru “Song-Tay-Tesong”un miladi “981”de “Be�bal�k”daki Uygur hükümdar�na sefaretle gönderdi�i “Wang-Yen-Te”nin verdi�i malumata göre, bu sefir maiyetiyle beraber huzur-� hükümdariye girdi�i esnada, hükümdar bütün aile ve saray erkân�yla muhat oldu�u halde, hep birden yüzlerini �arka çevirdiler, diz çöktüler; hükümdar yaln�z ba��na üç defada dokuz kere aln�yla yere vurdu. Musiki aletleri bu esnada her türlü merasimin zaman�n� tayin ediyordu. Hükümdar bunu müteakib imparatorun kendisine gönderdi�i �eyleri ald�. Hükümdar�n erkek ve k�z çocuklar� da bu merasimi ifadan sonra kendilerine mahsus �eyleri ald�lar [D’hosson, Histoire des Mongols, II, p. 11].

    24 Biz bu âdeti sair Türk sülalelerinde de görüyoruz. Harezm hükümdar� “Teki�”, “Guri” hükümdar�na ilk zamanlarda “birader” diye hitap ederken, kendisini kuvvetli hissettikten sonra evrak-� resmiyesinde ona “Harezm�ah�n o�lu” diye hitap etmeye yani ona kar�� vilayet-i pederanesini göstermeye ba�lam��t�r [Bartold, Mo�ol �stilas� Zaman�nda Türkistan]. “Cengiz” ile “Timur”un, hatta daha sair birçok Türk ve Osmanl� hükümdarlar�n�n muharrerat-� siyasiyelerinde buna mü�abih birçok misaller gösterilebilir.

  • Selçukîler Zaman�nda Anadolu’da Türk Medeniyeti

    217

    Ordu ve Askerlik Türkün en büyük vasf-� fark� olan askerlik hissi, cengâverlik kabiliyeti,

    garb Türklerinde hiçbir vecihle eksilmemi�ti. Akdeniz k�y�lar�nda, Bizans serhatlar�nda ya�ayan Türk, Asya bozk�rlar�nda f�rt�nalar koparan ecdad� gibi, at s�rt�nda do�uyor, (s. 213) cenk meydan�nda ölüyordu. Hudutlardan uzak müterakki �ehirlerde, �ran ve biraz da Bizans tesiriyle eski ruhlar�n� gaib eden, bozulan ufak bir kitle müstesna olmak üzere, bütün Anadolu Türkleri hakiki birer askerdiler. Eski ictimai te�kilât�n tesiri nisbetinde Anadoludaki mevki-i siyasi ve co�rafinin de bunda müdhildar oldu�u muhakkakt�r: memleketlerini muhafaza için, dört tarafta daima müteyakk�z H�ristiyan kitlelerini ezmek lüzumunu hisseden bir millet, ecdad� ne kadar sükûnetperver olursa olsun, cengâverlik havâss�n� iktisab eder. ��te Anadolu Türkleri, bilhassa Rumlarla çarp��a çarp��a, cenk ve cidali bir i’tiyad haline getirmi�lerdi. Hele hudut boylar�nda oturan uc a�iretleri, hayat ve mai�et ve anane itibar�yla, eski seyyar Türk ordular�n�n cengâver ve ha�in ruhunu ta��yordular.

    Selçuk hükümetinin esas te�kilat�, sair bütün Türk hükümetleri gibi, askeri bir mahiyeti haizdi. Arazi ufak parçalara ayr�larak sipahilere verilir, büyük ve zengin t�marlara malik rical kanunen muayyen miktarda asker beslerdi25. Bunlar�n hesabat�n� idare-i merkeziyedeki divan kâtipleri tutar, kahramanl�klar� ve hizmetleri görülenlerin t�mar ve mevacibi art�r�l�rd�. “Birinci Alâeddin Keykubâd”: “Rum ve Ermen ikliminin t�marlar� ve mevacibleri gazilerin hakk�d�r; hakk�n� ehline vermeyecek yar�n k�yamet gününde �slam hakk�nda taksir ettik diye me’huz oluruz” der, yararl��� görülen ümera ve asakire ihsanlar, atlar, hil’atler verirdi. Sipahilik babadan o�ula intikal eden bir nevi ocak hükmünde idi: fakat o�ul babas�n�n mevkiini i�gal etmek için evvela ehliyetini isbata mecburdur. At se�irtmesini, k�l�ç kullanmas�n�, çomak oyununu, hülasa iyi ve muallim bir sipahi olmak için ne laz�msa onlar�n hepsini bilmek mecburidir; idarenin intizaml� zamanlar�nda buna fevkalade dikkat ediliyordu.

    Esasen, bütün âdetler ve ananeler cengâverane idi: “âdet ve töre �öyle olagelmi�ti ki her alper ki alay bassa ve bahad�rl�k edip dü�man bahad�rlar�n ak�d�rsa at� boynuna alt�nl� kotas (����) takarlard�. Bahad�r ve alperenler kotasla belli olurlard�. (s. 214) Ve her ki avda okla kaplan tepelese bile�ine

    25 “Nizamülmülk” kitab�n�n otuz ikinci mebhasinde, devletten büyük tahsisat alan eâz�m-�

    memuriyetin, maiyetlerinde her türlü levaz�m-� harbiyeleri mükemmel ve muhte�em bir kuvvet bulundurmalar� laz�m geldi�ini, paralar�yla daima köleler almalar�n�, ve mevki ve itibarlar�n�n hayat-� hususiyelerindeki ihti�am ve servetle de�il maiyetlerindeki kuvvetle mütenasib olaca��n�, ve gerek hükümdar, gerek ordu, gerek sair rical aras�nda ancak bu suretle temeyyüz edebileceklerini anlat�yor [Siyasetname].

  • Fuat Köprülü

    218

    kaplan kuyru�un asarlard�. Ve her ki bir at�mda okla ku� vursa sorguç götürürdü ki at�c� idü�ü malum ola”26. Bütün bu gibi cengâverane âdetler, ana vatandan getirilmi� ananelerdi ki Türkün asliyetini te�kil ediyor, ve onu di�er bir tak�m kavimlere kar��maktan kurtar�yordu. Acem maneviyetinin tesiri alt�nda bulunmakla beraber O�uz töresine sadakat ve merbutiyetten ayr�lmayan padi�ahlar bile, saraylar�nda eski Türk âdetlerine cengâverlik ananelerine itba‘dan vazgeçmiyorlard�: Selçukî sultanlar�n�n beyler ve hasekilerle “top ve çevgan” oynamas�27, silah�örlük ve okçuluk talimleri yapmas� O�uz töresi icabat�ndand�. Selçukîlerin ordusunda Türk, Kürt, Arap, Ermeni, Rum ve daha sair enas�r muhtelit bir halde bulunurdu28; fakat ordunun ruhu, hakiki merkez sikleti Türk cengâverleriydi; büyük zaferler daima onlar�n kahramanl���, (s. 215) fedakârl��� sayesinde kazan�l�rd�. H�ristiyan unsurlar bazen fedakârane harp etmekle beraber, Anadolu Selçukîlerinin ordusunda her halde pek büyük bir kemiyet te�kil etmezlerdi. Her halde, idarede oldu�u gibi ordu te�kilât�nda

    26 �bn Bîbî Tercümesi, “s. 211”. “Kotas” kelimesi hakk�nda Süleyman Efendi “Ça�atay

    Lügati”nde �u tafsilat� veriyor: “Bir nevi da� öküzüdür. Kaburu�undan tu�, bayrak, sancak yaparlar. Bir alem ve i�arettir. At ve beygirin boyun ve gerdan�na as�lan alamet ve tomara dahi kotas derler. Hotuz, bayrak, sancak”. Verilen �u tafsilat, garb Türkleri aras�ndaki “kotas takmak” âdetinin �ark Türklerinde de cari ve pek eski oldu�unu gösteriyor. Bu kelime hakk�nda bütün onuncu ve daha muahhar as�rlara ait Ça�atay lügatlerinin ve onlardan naklen “Pavedokurtey”in “�ark Türkçesi Lügati”nde verdi�i malumatta bunu müeyyeddir.

    27 Türklerin sair bir tak�m müessesat�nda oldu�u gibi burada da eski �ran saraylar�n�n tesiri göze çarpmamak kabil de�ildir. Sasanî müessesat�n�n Türkler üzerindeki tesirat�na dair haz�rlamakta oldu�umuz tetebbunamede bu hususta tavzihat-� lâz�mede bulunabilmek ümidindeyiz.

    28 Eski �ran esasat-� idaresinin müdafi olan “Nizamülmülk” Siyasetnamesinin dördüncü bab�nda enas�r-� muhtelifeden mürekkeb bir orduya malikiyetin lüzumunu anlat�yor: “E�er ordu unsur-� vahidden te�ekkül edecek olursa, efrad daima bir tak�m kar���kl�k ç�karabilirler, ve arzu-y� hükümdari dâhilinde hizmet etmeyebilirler. Binaenaleyh, saltanat�n bütün enas�r�ndan al�nan askerlerle orduyu te�kil etmelidir. Sarayda iki bin Horasanl� ve iki bin Deylemli asker bulunmal�d�r. E�er bir miktar Gürcü ile bir miktar Farsi de bulunursa, daha iyi olur; çünkü bunlar cesur adamlard�r. Mahmud Gaznevî’nin bu hususta ittihaz etti�i usul böyle idi: onun ordusu Türkler, Horasanl�lar, Araplar, Hintliler, Deylemliler, Gurîlerden mürekkebdi. Muharebe zaman�nda hepsi yerli yerinde kesif bir kitle halinde bulunur, ve filan muharebede filan millet iyi harp edemedi dedirmemek için bütün gayretini sarf ederdi” [Siyasetname]. Mamafih “Nizamülmülk” Türkmenlerin, Selçukî saltanat� için ne kadar kavi bir istinadgâh oldu�unu da inkâr edemiyor: “Türkmenler her ne kadar devlete bir tak�m mü�kilat ika’ etmi�lerse de, yine Selçukî sülalesinin teveccühüne lay�kt�rlar. Çünkü bu devletin ibtidai tesisinde çok hizmetleri sebak etti�i gibi bu gaye için birçok me�ak ve mesaibe de katlanm��lard�r. Bundan ba�ka, aile-i hükümdariye karabet rab�tas�yla merbutturlar. Binaenaleyh onlar�n çocuklar�ndan bin tanesini alarak t�pk� gulamlar gibi hususi bir yerde terbiye etmeli, silah kullanmay� ve saray hizmetlerini ö�retmeli, daimi surette saraya rab�ta etmelidir. Bu suretle onlar hükümdara sad�kane hizmet edecekleri gibi, kalplerinde aile-i hükümdariye kar�� besledikleri adem-i ho�nidide zail olacakt�r” [Siyasetname, yirmi alt�nc� mebhas].

  • Selçukîler Zaman�nda Anadolu’da Türk Medeniyeti

    219

    da Türklük pek aç�k bir surette göze çarp�yor, Selçukî saltanat�n�n hakiki istinadgâh�n� te�kil ediyordu29.

    Selçukî hükümdarlar�n�n kuvve-i askeriyesi, idare itibar�yla, üç muhtelif k�sma ayr�lm��t�: do�rudan do�ruya sultan�n maiyetinde bulunan hassa kuvveti, uç beylerinin ve sair boy beylerinin kuvveti, sultana tabi nim-müstakil civar hükümetlerin irsal etti�i muavin kuvvet. Ordunun en kavi ve intizaml� devri olan “Alâeddin Keykubâd-� evvel” zaman�nda bu üç k�sm�n mecmuu –“�bn Bîbî”ye göre- be� yüz bin ki�ilik büyük bir kuvvet te�kil ediyordu. “�bn Bîbî” bu kuvveti �u suretle taksim eder: “ve nice ki çerisin O�uzun yirmi dört boyu adedince yirmi dört tümen ki iki yüz k�rk bin er olur, her birinden bir tümen er durmu�tu; ve kendi boyu dört tümen. Mecmu’ Rumen ve Ermenin ve Diyarbekrin çerileri cem olsa be� yüz bin miktar� er cem olurdu. Kendi boyundan gayri yirmi dört hanlar ve melikler vard�. Kimi kendi boyundan K�n�ktan Selçukîlerdi; ve kimi kalan O�uz beylerinden. Ve kullar�ndan dahi beyler vard�”30.

    Sultan�n merkezdeki kuvve-i asliyesi, k�sm-� a‘zam� sarayda (s. 216) müstahdem olmak üzere sipahiler ve hasekîlerden, kullardan mürekkebti; onlar aras�nda birçok çavu�lar, silahdarlar, yasavullar, kap�c�lar, serhenkler, müstahf�zlar, camedarlar bulunurdu31. Bu hassa kuvvetini harbe haz�rlamak için

    29 Alâeddin Keykubâd babas�n�n vefat� haberini al�nca tahta geçmek için bir tak�m te�ebbüslerde

    bulunuyor ve o meyanda Türk a�iretlerini kendi taraf�na celbe çal���yor. “Tevârih-i Âl-i Selçuk” mütercimi bu münasebetle Türklerin ehemmiyetini �u sözlerle anlatmaktad�r: “Çün Rum çerilerinin varl��� O�uz ve Türk tevaifidir; ve her vakitte ki çeriler bas�l�p iklimler feth olmu�tur, O�uz taifesi birle olmu�tur” [99].

    30 “�bn Bîbî” Tercümesindeki bu tarz taksim çok vaz�h olmad��� gibi, gösterdi�i netice itibar�yla da mübala�al� addolunabilir: Selçukîlerin en zinüfuz bir devri addedebilece�imiz “Melik�ah” zaman�nda, Selçukî ordusunun mevcud daimisi dört yüz bin ki�i idi. Bu miktar� istiksar ederek mevcud haz�r�n�n yetmi� bine tenzili hakk�nda “Melik�ah”a nesayihde bulunanlara kar��, “Nizamülmülk” bilakis bu miktar�n tezyinini, devletin ordu üzerine istinad etti�ini, ordu efrad�n�n azalt�lmas�yla sultan�n yüz binlerce dü�man kazanaca��n� söylüyor [Siyasetname].

    31 Selçukîlerde hükümdar�n hassa askeri demek olan gulamlardan yani kap� kullar�ndan ba�ka “müfrez”ler bulunmas�n�, “Nizamülmülk” Siyasetnamede bilhassa iltizam ediyor: Onun fikrine göre “sarayda daima bulunmak üzere �eci‘, mücerreb, uzun boylu ve güzel yüzlü iki yüz nefer seçmeli ve onlara müfrez nam� vermelidir; bunlardan yüzü Horasanl�, yüzü de Deylemli olmal�d�r. Bunlar�n sarayda daimi ikametgâhlar� olmal�, ve gerek sulh zaman�nda gerek harp zaman�nda oradan ayr�lmamal�d�rlar. Bunlara güzel libaslar ve daima temiz silahlar verilmelidir. Fakat bu silahlar� lüzum görüldü�ü takdirde ellerine vermeli, ve sonra tekrar almal�d�r” [Siyasetname]. Nizamülmülk bunu müteakib bunlara verilecek silahlar ve maa� hakk�nda baz� tafsilat verdikten sonra, bu suretle mütemadi bit surette muhtelif unsurlardan dört bin ki�i almak, ve bunlardan bin tanesini bizzat hükümdar�n maiyetine, di�er üç bin tanesini de mühim bir i�te kullan�lmalar� icap edinceye kadar, emirlerin ve kumandanlar�n maiyetine vermek lüzumunu anlat�yor [Siyasetname, 19uncu mebhas].

  • Fuat Köprülü

    220

    vasi talimhaneler vücuda getirilmi�, ok, ve daha sair silah talimlerine ve binicili�e fevkalade ehemmiyet verilmi�ti. Askerlikte mahareti ve dirayeti görülenler her türlü iltifata nail olurlard�. Mamafih bu talimler yaln�z merkezdeki kuvve-i askeriyeye has de�ildi; memlekette bilumum sipahiler haftada iki gün meydanlara ç�k�p ok ve silah idmanlar� yapmaya mecburdular. O�uz boylar�na gelince, onlar�n tarz-� hayat�, âdetleri, ananeleri daimi ve serbest bir k��la hayat�na me�abihti; kemiyet ve keyfiyetçe ordunun sair aksam�na çok faik olan bu bozulmam�� Türk kuvveti, Anadolu Türklerinin en k�r�lmaz istinadgâh�yd�. Selçukî ordusu efrad�na yaln�z arazi de�il, ayn� zamanda maa� da verildi�ini gösteren deliller mevcuttur32.

    32 Eski Selçukîlerde gulamlara arazi verilmeyip yaln�z maa� verildi�ini “Nizamülmülk” zikrediyor

    [Siyasetname, 23üncü mebhas]. Nizamülmülk’ün yine ayn� mebhasda, askerin maa��n� muntazaman vermek için laz�m gelen mebali�in hazinede daima haz�r bulundurulmas� ve bu suretle efrad�n hükümdara daha çok merbut olacaklar� hakk�ndaki ifadesi, askere o zaman araziden maada maa� da verildi�ini gösteriyor. Anadolu Selçukîlerinde de bunun böyle oldu�unu gösteren muhtelif deliller vard�r [�bn Bîbî Tercümesi]. “Nizamülmülk”e göre eski zaman hükümdarlar� askere arazi vermezler, senede dört defa efrad�n derecesine göre muhtelif miktarda maa� verirlerdi. Maliye memurlar� vergileri tahsil ederek hazineye tevdi ederler ve sonra her üç ayda bir kere maa� tevzi eylerler idi ki buna “pi�kani” derlerdi. Gaznevîler de bu usulü takip etmi�lerdi. Bu usul sayesinde, ordunun her hangi bir k�sm�ndan bir nefer -ölüm veya di�er bir sebeple- eksilse, derhal haber al�nmak kabil olurdu. Alelicab bunlar hemen cem edilirlerdi. E�er birinin mazereti varsa, derhal bildirmeliydi: kaç�p saklananlar duçar-� mücazat olurlar ve maa�lar�ndan mahrum edilirlerdi [Siyasetname]. Bu tafsilat, askere maa� tevzii tarz�n�n Samanîlerden Gaznevîlere ve onlardan da Selçukîlere geçti�ini gösteriyor. “Saffarîler”in bu husustaki usulleri hakk�nda tarihlerde mevcut malumattan anla��ld���na göre, Samanîler bu hususta onlar� taklit etmi�lerdir. “�bn Hallikan” Saffarîlerin idare-i askeriyeleri ve askere maa� tevziinin �ekli hakk�nda �u mühim malumat� vermektedir: “Ve zekere es-Sülemi fi Kitab Ahbar� Horasan �ey’en kesiren min kifayetihi ve nehzatihi ve k�yamihi bi-kavaidi’l-memleke ve’l-vilaye feterektuhu taleben li-lihtisar ve zekera ennehu kane yenfiku fi’l-cünd fi külli selase e�hur merra ve yahzuru bi nefsihi alâ zalik ve inne âridu’l-cey� yekudu ve’l-emvâl beyne yedeyhi ve’l-cünd biesrihim hâzirun ve yunadi’l-munadi evvelen bi-ismi Amr bin el-Leys fetekkaddeme dabbetehu ila’l-âriz bi-cemi’ âleti’-l-fâris feyefettekaduha ye’muru bi-vezn selasemie dirhem bi-ismi Amr ve fetahammele ileyhi fi s�ratin fe-ye’huzu es-s�ratu feyukabbiluha ve yekulu elhamdülillah ellezi veffakani li-taatie Emirü’l-mü’minin hatta istevcebet minhu er-r�zk sümme yedauha fi huffetihi fe-tekun limen yanziu huffihi sümme yud’a bade zalik bi-eshabi’r-rusum alâ meratibihim feyetearradu l-ialâtihim tamme ve leddu bihim el-ferra ve yatlubune bi-cemi’ ma yehtacu ileyhi’l-Fâris ve’r-râcil min sa�ir ale ve kebiruha fe-men ahalle bi-ihdar �ey minha harramuhu rizkahu ve fe-atarada yevmen Fâris kanet lehu dabbe fi gayeti’l-hizal fe-kale lehu Amr ve ya haza te’huz maluna tenafakkudu ala imraatek fe-tesemmenha ve tehazzel dabbetek elleti aleyha teharib ve biha tecid el-erzâk emda fe-leyse leke indi �ey fekale lehu el-cundi cealtü leke’l-fida lev itaradte imraati le-estesmente dabbeti fe-dahika Amr ve emera bi-atihi ve gala istebdel bi-dabbetek [�bn Hallikan, 1275 M�s�r tab�, C. 2, s. 475]. “�bn Hallikan” bu tafsilat� müteakib “�bnü’l-Adim el-Hanbeli” nam�yla maruf “Kad� Kemaleddin”in “Tarihi Haleb”inden naklen bu âdetin “Anu�irvan b. Kubâd” zaman�nda �ranl�larda mevcut oldu�unu tafsilat�yla zikrediyor [s. 476]. “Corci Zeydan” da

  • Selçukîler Zaman�nda Anadolu’da Türk Medeniyeti

    221

    (s. 217) K���n, Anadolu’nun da� ve ovalar�n� örten karlar eriyinceye kadar, bütün muhas�m hükümetler aras�nda zaruri bir mütareke hüküm sürerdi. Fakat fidanlar ye�ermeye ve ovalardan bahar kokular� gelmeye ba�lay�nca, bütün kalplerde derin bir cenkçilik hissi uyan�r, uç beyleri ak�nlara ba�lar, yaylalara ç�kan a�iretler sultan�n davetine hararetle intizar ederdi. Konya sultanlar� için –kuvveti müsait oldu�u takdirde- bir harp vesilesi bulmak (s. 218) hiç de mü�kil bir i� de�ildi: civar eyaletlerde hükümran aile azas�ndan birinin isyan�n� bahane etmek, yahut harac�n� vaktinde vermeyen bir hisar�n zabt�na te�ebbüs eylemek çok kolayd�. E�er mesele ehemmiyetsiz ise, sultan o civardaki emirden birini bu i�e memur etmekle iktifa ederdi. Fakat mühim bir kuvve-i askeriyeye ihtiyaç görülürse, dergâh-� sultani mün�ilerine derhal emir verilir, ve böylece bütün boy beylerine, serhat ümeras�na sultana tabi nim-müstakil hâkimlere yaz�lan “mükellefnâmeler kussad ve müserri‘ler vas�tas�yla” süratle gönderilirdi.

    Sultan nerede ictima‘ edilmesini emretmi�se kendi kuvve-i asliyesiyle oraya gidip ordugâh kurar, ve bütün levaz�m ve mühimmat�n� deve ve kat�rlara yükleterek gelen beylere orada intizar eder idi. Bu suretle kuvvet topland�ktan ve beylerle ümera sultan�n lütuf ve iltifat�na mazhar olduktan sonra, sultan hareket emrini verir ve çavu�lar “atlan! atlan!” nidas�yla k�sm-� külliyesi süvariden mürekkeb olan orduyu bu emirden haberdar ederlerdi. O zaman nekkareler, kösler, surnalar, borular çal�n�r, yüzlerce tab�llar dö�ülür, sancaklar heybetle dalgalan�rd�. Selçukî ordusu levaz�m-� harbiye itibar�yla muas�r ordulardan farkl� de�ildi: ok ve yay, k�l�ç, hançer, cebe ve cev�en, sükü -yani süngü- gürz, kûpâl, çomak, nacak, balta gibi o zaman�n bütün harp aletleriyle mücehhez olan Selçukî ordusu, kale muhasaras� için manc�n�k gibi vas�talara da malikti.

    Muhasara edilen kaleler –veraset kavgalar�nda oldu�u gibi- �slâm �ehirleri olursa büyük tahribata, katliamlara, ya�malara maruz kalmazd�; ahali

    Abbasîlerde geçit resminin �ranl�lardan me‘huz oldu�unu “Medeniyeti �slâmiye Tarihi” tercümesinde zikrederek bu geçit resmine misal olmak üzere yukar�da “�bn Hallikan”dan nakletti�imiz f�kray� –me‘huz tasrih etmeksizin- naklediyor. [Medeniyeti �slâmiye Tarihi Tercümesi, C. 1, s. 155]. Türklere Sasanîlerden geçen müesseseler hakk�ndaki tetebbunamemizde bu meseleyi de mevzuu bahs edece�iz. “Bartold”un verdi�i malumata nazaran, Harezm�ahîler para ile tutulmu� gönüllü askerlerden mürekkeb bir orduya maliktiler; Hâlbuki onlarla muas�r olan “Gurîler”in kendilerine mahsus ve Türklerden mürekkeb bir hassa askeri vard�; Gurîlerde, ordunun ba��nda daima hükümdar�n karde�i bulunurdu; yine “Bartold”un verdi�i malumattan, Harezm�ahîler de askere maa�tan ba�ka arazi de verildi�ini hatta “�l Arslan”�n cülusunda asker maa�lar�na zamaim icra edildi�ini de anl�yoruz [Bartold, Mo�ol �stilas� Zaman�nda Türkistan]. ��te bu tafsilat, gerek Anadolu Selçukîlerinde gerek Osmanl�lardaki müessesat-� askeriyenin ne gibi muhtelif amillerin tesiri alt�nda te�ekkül etti�ini oldukça tenvir edebilir. Yaln�z Anadolu Selçukîlerinde –yukar�da izah edildi�i vecihle- Anadolu’ya kesif kitleler halinde gelmenin neticesi olarak boy te�kilât� mevcut oldu�unu unutmamal�d�r.

  • Fuat Köprülü

    222

    büyük mü�kilat içinde kald�klar�n� ve galebe mümkün olmad���n� anlay�nca, �ehri kendiliklerinden teslim ederlerdi; baz� vakit kale ahalisinin vas�ta-i mai�etini te�kil eden sur haricindeki ba� ve bahçeleri mahvetmek tehdidi bir kalenin iskat�na kâfi gelirdi. Lakin böyle olmay�p da muhasara edilen kale H�ristiyanlara ait olursa, ibtidaden teslim olmad��� halde, pek müthi� ak�betlere maruz kal�rd�. Emir-i Âr�z (s. 219) (harbiye naz�r�) ordunun sa� ve sol kollar�yla karavul ve ça�davullar�n� –domdar ve pi�darlar�n�- tertip ettikten sonra, kös ve nefir gürültüleri aras�nda kale pi�gâh�na muvasalat edilir ve derhal muhasara tertibat� al�n�rd�: Manc�n�klar kurulup i�lemeye, tirendazlar ok ya�d�rmaya, la��mc�lar la��m vurmaya ba�lay�nca, sair asker de merdivenlerle kale bedenlerine hücum ederlerdi. Bir kalenin zabt� ne kadar uzun ve mü�kil olursa zabt�ndan sonra görece�i tahribat da o derece büyük olurdu: “Sultan G�yâseddin Keyhüsrev” Antalya’y� zabt etti�i zaman, bir gün katliama ve be� gün iktitâf-� ganaime ruhsat vermi�, ondan sonra sükûn ve intizam� tesis etmi�ti33.

    Kendisine göre bir usul-� harb sahibi olan Selçukî ordusu her hangi bir kaleyi zabt edince, muhasaran�n hisarlar� tamir ve telafi edilerek �ehre –�ehrin ehemmiyetiyle mütenasib- bir suba�� ve kad� nasb olunur, zahire anbarlar� ile habbehanelere habbe ve zahire doldurulur, kiliselerin baz�s� camiye tahvil edilerek hatip, imam ve müezzin tayin edilirdi. Kalelerin muhafazas�na memur olan neft at�c�lar, zenberekciler, topcular âdeta bir istihkâm s�n�f� te�kil ediyorlard�. Fi’l-hakika kalecilik hususunda Selçukîler epey terakki etmi�lerdi. “Sultan Alâeddin Keykubâd” ahvâl-� siyasiyenin te�vi�ini nazar� itibara alarak Konya ve Sivas kalelerini yeniden tamir ve ihyaya karar verdi�i zaman, “divan�n çabukdest muhasibleri ve mühendisleri ve binalar� ve �ahne ve imaret ve üstad mimarlar ve hâz�k ressamlar haz�r olurlar. Ve sultan atland� ve beyler ve ulular ve serverler ve mimarlarla �ehrin çevre yan�n� devretti; ve buyurdu, burçlar ve bedenler (s. 220) mevâz�n� muayyen ettiler. Ve kap�lar� resmedip saltanat hazretine arz ettiler. Sultan eman-� tamam ve fikr u endi�e birle mutalaa k�ld� ve �slah ve tagayyür buyurdu. Çün kap�lar ve buruc ve ebdan i‘dadi 33 Bazen �slâm �ehirleri bile Müslüman hükümdarlar�n katliam�na maruz kal�rd�. Binaenaleyh, o

    as�rlarda has olan bu gibi ahvâli, Müslümanlar�n s�rf H�ristiyanlara besledikleri bir hiss-i husumetten münbais-i zan etmemelidir. “Harezm�ah Muhammed”e tabi olan Semerkand, eski metbuu “Gürhan”a tabi olmak için isyan etti�i zaman, halk oradaki Harezmlilerin vücutlar�n� ikiye ay�rarak kesilmi� parçalar� sokaklara asm��lard�. Harezm�ah bu harekât�n cezas�n� vermek için Semerkand’� muhasara etmi�, zabt edildikten sonra üç gün ya�ma olunmas�n� ve katliam icras�n� emreylemi�tir. “�bnü’l-Esir”in rivayetine göre burada mahvolan ahalinin miktar� iki yüz bini mütecaviz imi� [�bnü’l-Esir, C. 10]. Mamafih “Cüveyni” telef olanlar�n on binden fazla olmad���n�, ve Harezm�ah�n ulema ve me�ayihin ricalar� üzerine, k�tale çabuk nihayet verdirdi�ini yaz�yor ki, daha do�ru addolunabilir [Bartold, Mo�ol �stilas� Zaman�nda Türkistan]. Daha sonralar�, hakiki bir �slâm hükümdar� olan “Timurlenk”in kezalik baz� Safevî hükümdarlar�n�n �slâm �ehirlerinde icra ettikleri vasi katliamlarda yukar�ki müddeam�za bir delil te�kil edebilir.

  • Selçukîler Zaman�nda Anadolu’da Türk Medeniyeti

    223

    muayyen oldu ve ar��n hesab�yla tul ve arz� ölçüldü, çabukdest muhasibler ve yaz�c�lar ki hesapla çoklukta denizi hesap ederlerdi ve azl�kta nakiri k�tmirden ve zerreyi heba-i �aîrden temyiz ederlerdi, yap�lmadan ar��n hesab�yla darb ve k�smet ettiler, filcümle ne harc olaca��n bilip �aha arz ettiler. Binalar ve �ahne-i imaret ve kitap mültezim olup boyunlar�na ald�lar ki rüzgârla say edip itmam�na eri�tireler”34. Fi’l-hakika Konya ve Sivas surlar�, Anadolu Türklerinin kalecilikteki terakkilerine numune addedilecek derecede güzel ve rasin idi.

    Anadolu Türklerinin muharebede gözettikleri mühim gayelerden biri de –o zaman�n bütün milletlerinde oldu�u vecihle- ganimet meselesi idi. Her hangi bir kaleyi harben zabt eden bir ordu için o �ehrin bütün servet ve saman� mubah idi. Ok ve k�l�çtan korkmayarak kale bedenlerini a�an cengâverlerin kalbinde yaln�z �eref ve hizmet hisleri de�il, o manevi hislerle müterâf�k bir de servet ümidi vard�; ve bu onlar için gayet tabiiydi: Türkün ald��� terbiyeye nazaran, k�l�ç kuvvetiyle kazan�lan servet, servetlerin en me�ruu müstahsenidir. Fi’l-hakika, icra edilen muharebelere ekseriyetle mühim ganimetler elde ediliyor ve bundan yaln�z hazine de�il, kumandanlar, beyler, alpler, neferler de müteneffi‘ oluyordu: “Emir Mübarezeddin” Ermen kalelerini zabt etti�i zaman “birçok güzel Frenk o�lanlar�, taz� atlar, keselerle filoriler, mallar, davudi z�rhlar, alt�n kapl� kalkanlar” elde etmi�ti. Kazan�lan ganimetler her sene maktuan al�nan bac ve haraclar sayesinde birçok müessesat-� ilmiye ve hayriye vücuda getiriliyor, medreseler, camiler, çe�meler, türbeler yap�l�yordu.

    Bütün �slâm devletlerinde oldu�u gibi, Anadolu Selçukîlerinde de muntazam bir askeri muzikas� vard�. Bu muzika onlara di�er Selçukîlerden, Selçukîlere de Abbasîlerden yahut sair devletlerden geçmi�ti. Bu muzika yüzlerce davul ve borudan ibaretti. “�bn Bîbî”nin verdi�i malumata nazaran, Anadolu Selçukîlerinin muzikas� günde be� vakit yani namaz vakitlerinde nevbet vururdu ki bilumum Selçukîler aras�nda “Sencer” (s. 221) zaman�ndan beri bu adet cariydi, ve buna “nevbet-i Senceri” derlerdi. Harp meydanlar�nda, askeri te�vik ve te�ci‘ için de nevbet vururlard�35. Sair bir tak�m Türk devletlerinde mesela M�s�r Kölemenlerinde, Osmanl�larda görüldü�ü vecihle, valilere ve ümeraya askeri muzikas� verildi�ini Anadolu Selçukîlerinde sarih bir delile müstenid olarak bilmiyorsak da, sair Türk devletlerinde görülen bu âdetin

    34 �bn Bîbî Tercümesi, “253”. 35 Medeniyet-i �slâmiye Tarihi Tercümesi, C. 1, s. 162. Sair Türk devletlerindeki askeri muzikas�

    hakk�nda malumat almak için müracaat ediniz: [Milli Tetebbular, Dördüncü say�, s. 65-67]. Daha, eski Uygur devletinde, merasim esnas�nda icra-y� terennüm eden bir askeri muzikas� mevcut oldu�unu Çin sefiri “Vang-Yen-Te”nin ifadesinden anl�yoruz. [Visdelou, Supplément