Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı...

64
Orman ve Av Yıl: 2018 / Sanat Özel Sayısı

Transcript of Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı...

Page 1: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av

Yıl:

201

8 / S

anat

Öze

l Say

ısı

Page 2: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Editörden 1Prof. Dr. Aytuğ AKESEN 4Prof. Dr. Devlet TOKSOY 8Hayriye ERTUĞRUL 9Hilmi GÜRDAL 12İsmet YÜCEL 17Kamil MASARACI 19Prof. Dr. Melih BOYDAK 21Dr. Nurettin ELBİR 26Oğuz OĞUZ 27Prof. Dr. Oktay ÖZKAZANÇ 28Prof. Dr. Osman GÖKÇE 32Özcan ÇELTİK 41Songül YEL 47Dr. Süleyman ALKAN 48Süleyman DİNGİL 51Sultan POLAT 54Tarık Barbaros PİLEVNE 55Dr. Yalçın YEŞİLKAYA 60

TÜRKIYE ORMANCILAR DERNEGI TARAFINDAN YAYIMLANIR.

Yıl: 2018 I Sanat Özel Sayısı I Cilt: 96 IISSN 1302-040X

TÜRKIYE ORMANCILAR DERNEGI ADINASAHIBI

GENEL BAŞKANHüseyin ÇETIN

SORUMLU YAZI IŞLERI MÜDÜRÜNihat ÖZ

EDITÖRProf. Dr. Sezgin ÖZDEN [email protected]

YAYIN KURULU Prof. Dr. Ismet DAŞDEMIR

Prof. Dr. Oktay YILDIZDoç. Dr. Cihan ERDÖNMEZ

Dr. Ufuk ÇOŞGUNDr. Erdal ÖZÜDOGRU

Tarık Barbaros PILEVNEHayriye ERTUGRUL

Bilgilendirmek amacıyla üyelerimizeücretsiz dağıtılır.

YÖNETIM YERI:TÜRKIYE ORMANCILAR DERNEGI

TUNA CAD. NO: 5 06410 KIZILAY/ANKARA

TEL-FAKS0312 433 84 13

www.ormancilardernegi.org

[email protected]

BASKIDÖNMEZ OFSET

GRAFIK TASARIMGüngör GENÇ

KAPAK FOTOGRAFLARIDr. Süleyman ALKAN

Içindekiler

Fotoğraf: Bülent BOZ

Page 3: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

EditördenProf. Dr. Sezgin ÖZDEN

Ormancılar sanatla yakından ilişkilidir. Bu önerme çoğu kez doğrudur. Aslında belki “kıdemli ormancılar” sanatla yakından ilişkilidir demek daha doğru bir önerme olacaktır. Çünkü orman fakültesi hocası olarak genç neslin sanata uzak durduğunu gözlemliyorum. Bu durumun nedeni ne olabilir? Tek orman fakültesi olduğu zamanlarda ormancılık eğitimi ülkenin sanat başkenti olan İstanbul’da yapılıyordu. Bu ortamın havasını soluyan ormancılık yükseköğretimi yapan gençler de bu durumdan etkileniyordu. Bu nedenledir ki kıdemli meslektaşlarımız içinde, bir enstrüman çalan, şiir, öykü yazan, resim yapan çok sayıda meslektaş tanıyorum. Hele hele tanıdıklarımın çoğu şairdir. Plastik sanatlardan çok edebiyata ve özellikle şiire yönelmenin mesleğimizle ilgisi olduğu muhakkak. Yapılan bilimsel araştırmalar da gösteriyor ki orman mühendisleri sosyolojik olarak kırsal kesimden gelmektedir. O zamanlar İstanbul’un kırsal kesimi sayılan Bahçeköy’de okuyup yine Anadolu’nun kuş uçmaz kervan geçmez yörelerinde çalışmaktaydılar. Bu yüzden şiirler hasret kokar, özlem haykırır, dağ imgelemi ayrılık anlatır. Duyguları imgelemle süsleyip ifade eder bizim meslektaşlarımız. Kimisinin adı hiç duyulmamıştır; kimisi bu işte ustalaşmışlardır. Örneğin Osman Gökçe okuduğum ve tanıdığım en iyi şairlerden birisidir.

Bu özel sayıda birçok meslektaşımızın sanat eserlerini sizlerle buluşturmayı amaçladık. Birçoğu amatör olan sanatçılarımızın eserlerinin kendi dar çevrelerinden çıkarılıp ormancılık tarihinde yer edecek bu tip özel sayılarla gelecek kuşaklara aktarmak bir amacımızken; yeni neslin sanata olan ilgisini artırmak ve onları sanatla uğraşır bireyler olmaya motive etmek diğer bir amacımız. Bu özel sayıda, az da olsa genç meslektaşlarımız da var. Sanatçı meslektaşlarımız arasında deneyimli olanlar da var, deneyimsiz olanlar da. Sanatları arasında bir ayrım yapmak istemediğimizden özel sayımızda sanatçı meslektaşlarımızı, isimlerine göre alfabetik olarak yer verdik.

İlk sırada emekli öğretim üyelerinden Prof. Dr. Aytuğ Akesen var. Sayın Akesen benim de hocalığımı yapmış, yüksek lisans eğitimim sırasında kendisinden ders aldığım, yüksek lisans ve doktora tezlerimin savunmalarında jüri üyesi olarak görev almış bir akademisyen. Kendisinin 25 yıldır tanımama rağmen sanatla ilgisi olduğunu bilmiyordum. Geçen sene bu tip bir özel sayı hazırlıkları yaptığımız duyulunca haberim oldu sanatından. Çok da başarılı olduğunu sizler de müşahede edeceksiniz. Sayın Akesen tuval üzerine yağlı boya tekniği ile yaptığı üç eseri ile özel sayımızda yer alıyor.

İkinci sırada yine bir akademisyen var. Fakülteden dönemdaşım ve şimdilerde meslektaşım Prof. Dr. Devlet TOKSOY. Sayın TOKSOY iki şiiri ile katılıyor özel sayımıza. Özellikle, bir fidanla şairin ilişkisini anlattığı Hikayemiz isimli şiiri dikkate değer.

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 1-

Page 4: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 2 -

ucu ile nakış gibi işlenmiş, şiirleri imbikten süzülmüş gibi; duru, saf, temiz. Şu dizeleri zaman ve mekân tanımadan, evrensel bir dille orman kıyımını anlatmıyor mu?

“Ne tek ağacı kaldı Nazım’ın“tek ve hür”Ne ormanı kaldı“kardeşçesine”Ortada boylu boyunca kupkuru bir hüzünKalleşçesine!”

Meslektaşımız İsmet YÜCEL’in sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada var olan objeleri sanat eserine dönüştürmesiyle ünlü Sayın Yücel. Sanat da biraz böyle bir şey değil mi? Herkesin göremediğini görmek!

Meslektaşımız Kamil MASARACI’yı uzun yıllardır Cumhuriyet’te çizdiği karikatürlerden hepimiz tanıyoruz. Özgeçmişini okuyunca sadece ulusal değil uluslararası bir sanatçı olduğunu da öğreniyoruz. Sayın MASARACI iki karikatürü ile özel sayımızı onurlandırdı.

Prof. Dr. Melih BOYDAK bilimsel olarak ünü sınırlarımızı aşmış bir

bilim insanıdır.

Uluslararası projeleri, uluslararası ödüllerinin yanı sıra sanatla da uzun bir geçmişe sahip bağlantısı var. Sanatın farklı alanlarıyla ilgilense de özel sayımızda Sayın BOYDAK’ın şiirleriyle sizleri buluşturuyoruz.

Başta da dediğim gibi, ormancılar içinde şair çoktur. Onlardan birisi de en kıdemli üyelerimizden Dr. Nurettin ELBİR. Sayın ERBİL’i yaşını belli etmeyen dinamizmi ile Derneğimizin her etkinliğinde görebilirsiniz. Orman ve Av dergimizde daha önce de birkaç şiirini yayınladığımız Sayın ERBİL özel sayımıza da bir şiiri ile renk katıyor.

Oğuz OĞUZ ismini belli bir yaşın üstünde olan her ormancı bilir. İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan sıfatlarının yanında çok iyi bir şair olarak da bilinir meslek kamuoyunda. Sayın OĞUZ şiirde laf kalabalığını sevmez. Özü anlatmaya yönelir. Vurucu imgeler kullanır. Onu farklı iyi bir şair yapan da bu özellikleridir. Genç ormancıların ve sanata ilgi duyanların Sayın OĞUZ’dan öğreneceği çok şey var. İstanbul için “mavi bellim” imgelemini ancak iyi bir şair kullanabilir.

Prof. Dr. Oktay ÖZKAZANÇ Türk Müziğinde önemli çalışmalar yapmış bir meslektaşımız. Uzun yıllar keman sanatçısı olarak sanatını devam ettirmiş işin mutfağına da inerek Türk Müziği enstrümanlarını üreten bir sanatçıya evrilmiştir. Aynı zamanda Türk Müziği besteleri yapmış; korolar kurmuş ve çalıştırmıştır. Zaman zaman Derneğimizde

Meslektaşımız Hayriye ERTUĞRUL yeni dönemde Yayın Kurulu üyesi olarak görev yapacak. Sayın ERTUĞRUL’un karakalem resim çalışmaları çok özgün ve gelişime açık. İleriki yıllarda Sayın ERTUĞRUL’un sanatından çok bahsedilecek gibi…

Hilmi GÜRDAL ağabeyimiz muhteşem karakalem

resimleri ve en az resimleri kadar değerli şiirleriyle

bu sayımızda müstesna bir yer alıyor.

Resimleri kalemin

Page 5: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 3 -

verdiği konserleri izleyemeyenlere tavsiyem bir sonraki konserine mutlaka gitmeleridir.

Prof. Dr. Osman GÖKÇE öğrencisi olmaktan onur duyduğum, geç tanıdığım için hayıflandığım bir bilim ve sanat insanı. Her İzmir’e gidişimde, iki tek atıp şiir konuşmak için fırsat yaratmaya çalışırız. Karacaoğlan’ın genlerini taşır şiirleri, öyküleri. Buram buram Anadolu kokar hem bilimsel hem sanatsal üretimleri. Çok yaşa Osman Hocam!

Ressam ve öykücü olan Özcan ÇELTİK de bu ilk özel sayımızda yer vermekten mutluluk duyduğumuz bir meslektaşımız. Sayın ÖZCAN aynı zamanda fotoğrafçılık sanatıyla da ilgileniyor. Şiirleri ve resimleriyle özel sayımızda yer alan sanatçının bir de yaşanmışlıklara dayanan bir öyküsünü sunuyoruz siz meslektaşlarımıza.

Nadir de olsa özel sayımızda yer alan genç meslektaşlarımızdan birisi Songül YEL. Sayın YEL bir kaligrafi sanatçısı olma yolunda. Çalışmalarından birisini özel sayımıza alarak kendisini teşvik etmek istedik.

Dr. Süleyman ALKAN her ne kadar kendisi öyle düşünmese de bir fotoğraf sanatçısı meslektaşımız. Günümüzde herkesin elinde fotoğraf makinesi özellikli telefonların olduğunu düşünürsek Sayın ALKAN’ın sanatı daha bir önem kazanıyor. Fotoğraf sanatı, deklanşöre basmak değildir tek başına. Işığı, gölgeyi, diyafram açıklığını sanatçı bakışıyla planlayıp, yansıtmak istediği objeyi etkileyici bir görünümle izleyenlere sunmaktır. Sayın ALKAN bu işi ustalıkla yaptığını özel sayımıza aldığımız eserleri ile gösteriyor.

Süleyman DİNGİL ağabeyimiz çok yönlü bir meslektaşımız. Turizm rehberi, araştırmacı-yazar, gitarist kimlikleri olan Sayın DİNGİL özel sayımıza ilginç bir anı eseri ile katılıyor.

Bu özel sayıda yer verdiğimiz diğer bir genç meslektaşımız Sultan POLAT. Sayın POLAT farklı bir tarzı olan bir ressam. Farklı boya maddeleri kullanarak spritüal bir yaklaşımla sanatını geliştiriyor. Henüz çok genç olan sanatçının ileride kendini kanıtlamış bir sanatçı olması bizi şaşırtmayacak. Takipteyiz sanatçıyı ve sanatını.

Yıllar önce Dernekte bir kitap görmüştüm. Tarık Barbaros PİLEVNE isimli bir meslektaşımızın kitabıydı. Kitabın üslubunu Yaşar KEMAL’e çok benzetmiştim. Tek farkı ormancı bakışıyla yazılmasıydı. Sayın PİLEVNE ile tanıştığımda bu fikrimi ona söyledim ve üstünde durursa ülkemizin çok önemli pastoral yazarlarından olacağını iddia ettim. Sanırım ondan sonra eser üretmede daha da hızlandı. Neredeyse Orman ve Av’ın her sayısında Sayın PİLEVNE’nin bir öyküsünü ya da anısını sizlerle paylaşıyorum. Müthiş bir kalemi var, mutlaka daha çok insanın tanıması gerek. Son öyküsünü ulusal yayınevlerinin değerlendirmesine sunması konusunda ikna ettim. Güçlü kalem meslektaşımızı ülkemizin sanatseverlerinin de tanıması zamanı geldi. Özel sayımızda yeni bir öyküsüyle yer alıyor Sayın PİLEVNE.

Dr. Yalçın YEŞİLKAYA bir heykeltıraş. Mesleğimizde fazla olmayan bir sanatı icra ediyor. Eserlerini daha çok büst olarak üreten sayın YEŞİLKAYA’nın

yüzlerce heykeli var. Gerçekçi bir anlayışla sanatını icra etmektedir. Derneğimiz Yönetimine önerim Sayın YEŞİLKAYA gibi görsel sanatlarda eser üreten sanatçı meslektaşlarımızın eserlerini sergilemeleri için imkan oluşturmalıyız. Genel Merkezimizde veya sanatçıların yaşadıkları şehirlerdeki şubelerimizde bu tür etkinlikler yapılabilir.

Özel sayımızda yer alan sanatçı meslektaşlarımızın büyük bir çoğunluğu “kıdemli ormancı” kuşağından. Ne yapıp edip genç kuşakları sanatla buluşturmalıyız. Sanat ruhu rafine eder. Ruhu rafine olmuş insan olaylara daha geniş açıdan bakabilir ve yorumlayabilir. 

Bu özel sayımızla bir ilki başlatmış oluyoruz. Biliyorum ki meslektaşlarımız içinde daha onlarca sanatçı ve sanatçı adayı var. Hepsine bu sayıda yer veremedik. Öykü, şiir, resim, fotoğraf gibi sanat eserlerinizi siz de gönderin. Tarihe iz bırakacak sanat özel sayıları bırakalım gelecek kuşaklara. Derneğimizin sanatçıları desteklemek, onların eserlerini önce meslek sonra ülke kamuoyuna tanıtmak için sanatçı meslektaşlarımızdan oluşan Sanat Kurulu’nu da oluşturmuş bulunuyoruz. Kurulun görevi Derneğimize yayınlanmak üzere gönderilen eserleri sanatsal açıdan değerlendirmek ve Yönetim Kuruluna yayınlanması ve yayınlanmaması konusunda öneride bulunmak olacak. Bu Kurulun çalışmaları sonucunda daha nitelikli sanat eserlerinin ortaya çıkacağına inanıyoruz. Sevgiyle, bilimle ve sanatla kalınız.

Fotoğraf: Hayriye ERTUĞRUL

Page 6: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 4 -

Prof. Dr. Aytuğ AKESEN

ÖZGEÇMİŞ

tarihinde emekli oldu. İstanbul ve Ayvalık’ta yaşıyor. İlkokul 1.sınıf öğretmeni Ayla Salman’ın ilgisiyle resmi sevdi. Lise sonda Yağlıboya çalışmaya başladı. Emekli olunca daha çok zaman ayırabiliyor. Genelde realizm akımı peyzaj temalı resimler yapar. Sevdiği sanatçılar arasında Van Gogh başta olmak üzere Monet, Pisarro ve diğer yerli ve yabancı sanatçılar vardır.

1946 yılında Balıkesir’de doğdu. 1968’de İ.Ü. Orman Fakültesi, Orman Mühendisliği Bölümünden Yüksek mühendis olarak mezun oldu. 1977’de doktor unvanını aldı. 1979’da İ.Ü. İktisat Fakültesi İşletme-Maliye bölümünü de bitirdi. İ.Ü. Orman Fakültesi, Orman Mühendisliği Bölümünde 1982’de doçent ve 1988’de profesör unvanlarını aldı. 6 Ağustos 2013

Page 7: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 5 -

Page 8: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 6 -

Page 9: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 7 -

Page 10: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 8 -

ONDAN MI BİLMEM

Geride kaldı tam yarım asırYorgunum, kırgınım, yaralıyımGeçmeyen baş ağrılarım, ondan mı bilmem.

Bırak aynı mekânıAynı şehirde olduğum zamanDinmeyen heyecanım, ondan mı bilmem.

Hayalin gözlerimin önündeHer yastığa baş koyduğumda Tutmayan uykularım, ondan mı bilmem.

Kısık sesine, hasta halineBulamadım çareKalmayan huzurum, ondan mı bilmem.

Bazen hayat dolu, genelde bitkinBir başka âlemi bekler gibisinBitmeyen hasretim, ondan mı bilmem.

Kaldır kafanı etrafına bakGüzel şeyler var keyfini çıkartNe yapsam olmuyor Aşk denilen şey, ondan mı bilmem.

Trabzon – 2017

Prof. Dr. Devlet TOKSOYÖZGEÇMİŞ

1967 yılında Trabzon’un Çaykara ilçesinde doğdu. KTÜ Orman Fakültesi Orman Mühendisliği Bölümünden 1988’te, 2004 yılında da Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümünden mezun oldu. 1989 Yardımcı Doçent, 2006 yılında Doçent, 2011 yılında Profesör unvanını aldı. Çeşitli dönemlerde TMMOB Orman Mühendisleri Odası Doğu Karadeniz Şube Başkanlığı ve Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyeliği yaptı. Halen KTÜ Orman Fakültesinde görev yapmaktadır.

HİKÂYEMİZ

Küçük bir fidan iken, taşımış dedem seniEvinin yakınında bir yamaca bırakmışSevgi ile kollamış, büyümeni beklemişBölüşürken mirası, seni kimse fark etmemişİşte böyle başladı, seninle hikâyemiz.

Yol hep sağlamdı, destek alarak sendenYoldan geçenler için şemsiyeydin, gölge oldun güneştenKarıncalar gövdende, kuşlarla sincapların yuvasıydı bedeninGeçerken fırtınalı günlerden, altında huzur bulduğum yerdin.

Yolu genişletmek için kesiverdiler seniSon kez yanına geldim, görmek için cüsseniGövdesinde iki büyük yarasıBiri karşı yamaçtaki gürültü ve tozdandıDiğeri daha yukardaki maden sahasındandı.Ordaki ağaçlardan çoktandır habersizdiNe rüzgâr ne de kuşlar onlardan bahsederdi.Bizim ağaç şanslıydıO bir madeni bir de ocağı bildiBaşka başka yerlerde ne kıyımlar yaşandı.

Onun da son sözü var; anlaşmıştık bir zamanYaprak, kabuk, ince dal bırak kendi yerimde,Topraktan aldığımı koyacağım yerine.Dallarımı al götür kış günü ısınırsın,İnsanoğlu doymuyor aşını pişirirsin.Gövdemin büyüğünü gönder yakın tesise,Ekmek olarak dönsün fakirin sinisine.Birkaç parça tahtayı, götür merekte saklaSenin de bir sonun var beraberiz orada.

O son günde tahtını ahşaptan yapacaklar,Mezarda bedenini benimle saracaklar.

Trabzon - 2017

Page 11: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 9 -

Hayriye ERTUĞRULÖZGEÇMİŞ

1967 Bor doğumlu. İlkokul, ortaokul ve liseyi Bor’da tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesinden 1990 yılında mezun oldu. İÜ Fen Bilimler Enstitüsünde, Ormancılık Ekonomisi Ana Bilim Dalından yüksek lisans derecesi aldı. 1995-1997 yıllarında Yusufeli Doğa Koruma ve Milli Park Mühendisliğinde, 1997-1998 yıllarında Orman Harita ve Fotogrametri Müdürlüğünde, 1998-2014 yıllarında İzmir Kadastro ve Mülkiyet Şube

Müdürlüğü ile İzin ve İrtifak Şube Müdürlüğünde mühendis olarak görev yaptı. Orman Genel Müdürlüğü Personelinin Atama ve Yer Değiştirme Esaslarına İlişkin Yönetmeliğin 2014 yılında yürürlüğe girmesi ile rotasyona tabi tutularak 2014 yılında Çal Orman İşletme Müdürlüğü Kadastro ve Mülkiyet Şefi olarak atandı. Halen bu görevin yanında Çal Ağaçlandırma ve Toprak Muhafaza Şefliği görevini de vekaleten yürütmekte. Bu çalışmaları sırasında Orkam-Sen ve Tarım Orkam-Sen İzmir Şubesinde 5 dönem, Orman Mühendisleri

Odası İzmir Şubesinde 3 dönem Yönetim Kurullarında sendikal ve mesleki örgütlülüğümüze aktif katılım sağladı.

Yaşamın vazgeçilmezi olan doğanın; oldukça zengin ve kendine özgü dokusunu kendi gerçekliğinde irdeleyebilmek ve doğayı daha iyi kavrayabilmek çabası çizim yapmaya yöneltti. Meslek yaşamında da çok yakından gözlemlediği, insanın çevresine ve doğaya hakim olma arzusunun beslediği tükenişi çizimlerine yansıtmaya çalışıyor.

Hiçbir Düş Yarım

Kalmayacak

Page 12: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 10 -

Yaşamı Aşılamak

Arkanı dönme! Neyin varsa sen de fırlat!

Ağaç Büyüyor Duvardan Duvara

Page 13: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 11 -

Arkanı dönme! Neyin varsa sen de fırlat!

Ağaç Büyüyor Duvardan Duvara

Yüzleşme Vicdanı

Page 14: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 12 -

Hilmi GÜRDALOrm. Yük. Müh. (Emekli)

ÖZGEÇMİŞ

1943 yılında Senirkent’te doğdu. 1961 yılında Kabataş Erkek Lisesini, 1967 yılı Şubat döneminde de İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesini bitirdi.

Keçiborlu, Araç (İğdir ve Dorukyayla) ve Eğirdir Bölge Şefliklerinden sonra iki yıl Isparta Orman İşletme Müdürlüğü ve 1978-1979 yıllarında da Şarkikaraağaç Orman İşletme Müdürlüğü yaptı.

1981 Termessos Milli Parkı ve 9 yıl da Başkomutanlık Tarihi Milli Park Müdürlüğü’nden sonra Antalya Milli Park Müdürlüğü’nden 27 yıllık hizmetle emekli oldu.

Halen Antalya’da ikamet eden Hilmi Gürdal’ın bir kızı ve bir oğlu üstelik bir de torunu var.

Page 15: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 13 -

YALNIZ ÇEŞME

Daha dün beraberdik,Dorukyayla bitişiğindeki Dedeçam’ın dibinde.Yedik, içtik, güldük, eğlendik, Eskisi gibi.Bir ben, İki arkadaş,

İki çam, bir ardıç;Ma-aile.

Nerden bilirdik,Birbirimizi bir daha hiç göremeyeceğimizi…Su filan dökerdik ardımızdan,“Allahaısmarlardık” derdik en azındanKurt düşerdi de içimize zaman zaman,“Avuç içi kadar bu ormanBildik bu ellerle kim bilir, hangi badirelerleErebildi ki bu günlere!”

Diye…Daha çıkmadan ağzımdan,Isırırım dilimi, “Deliye daş anmak” olan

Bu suratsız fikrimi…

Atlıya kovalatırdım ardından,Ya gizli bir el alırdı aklımdan,Ya yel alırdı ağzımdan.

Masal gibi işte… Bir varmış bir yokmuş………Gel zaman git zaman düne gizlenmiş o melun an,Hemen ardımızdan.Pusudaki üç düzenbaz;Kibrit,

Diğer adı “insan” olan ifrit,Ve de “poyraz”, tutuşturuvermişler elbirlik,

Eteğinden saçına;

Benim elden ayaktan kesikcanı olup dili olmayan

yüzlerce senelikhatırnaz sevgilimi.

Kar etmemiş geçmişteki onca iyilik;ne soran olmuş son arzusunu

ne bakan olmuş göz yaşınaiçine akmış onca feryat avaz avaz

Fırsat vermemişler kurdun kuşun kaçmasınaHa de benim yakıp yıkmaya yeminli soyum belli

Ateşse; şeytanın temeliKibriti dersen sapı içerden

Brütüsvari…

Ya poyraza ne demeli!Ortadayken Her yeri kasıp kavuranYerden alıp gökte savuran Dünkü hüneri deli deli haliHala orada burada yalanıyorken alev alev yılan dilleriKatmışta önüne bulut bulut

Duman dumanAteşi üstündeki ölüm kokan külleri

Islık çala çalaDolandırıp duruyor felaket tarlasında

İleri geri.Son kez tavaf ettiriyor ruhlarına

Kömürleşmiş bedenleri

Yalnızlığa akacak Çataloluk bundan böyle.Kör bakacak kaşı kirpiği yanık kül dolu gözleriyleYetmez de bizim ömrümüzO yerdeki benzer güzelliklereO hep ağıt yakacak eski günlereÖmrü yettiğinceİki gözü iki çeşmeArtık hayallerde kaldı “o” dünNe gecesi gece o yerinNe dünü gün

Güneşi kızgınAyı üzgün

Ne tek ağacı kaldı Nazım’ın“tek ve hür”

Ne ormanı kaldı “kardeşçesine”

Ortada boylu boyunca kupkuru bir hüzünKalleşçesine!

Ateş sadece “düştüğü yeri” Yakmaz ormanda

Suyu yakarHavayı yakar

Biriktirilmiş güneşi yakar bilhassaGeçmişi yakar

Geleceği yakar Ümitleri söndürür bir anda…

Page 16: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 14 -

Page 17: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

SON ÇIĞLIK

Yangını hatırlatan her kelimeAteş atıp geçer benim de yüreğimeİçim çekilir, elim ayağım kesilir birdenİçinde hissederim kendimiKar etmez ne desemDumanı tıkar nefesimiSıra sıra yangın şehitleri perdelenir gözlerimeHer yangın başka bir cehennem kurar da kendinePek dilim varmıyordu birini “diğerinden iyidir” demeyeYine de hepsinden başkadır “orman yangını”DünyadırVatandırGeçmiştirGelecektir yaktığıBir başlamaya görsün yemeyeAzla da doyurmaz ki karnınıÇok iyi bilir her meslektaşım bunuÇok iyi bilir neyi koruduğunuOnun için; her “orman yangını”Yeni bir SakaryaYeni bir DumlupınarYeni bir Gelibolu

Başkaları yangından tüttürürken çubuğunuO iki çamı için memleketin Karısını “dul”Yetim bırakır çorunu çocuğunuHele bir yangınlarda görün siz onuFidanlarla birFidanlar gibiBirerli, ikişerliÜçerli, beşerliAvuçlarında son tutam yaprakYapraklar gibiDereli tepeli kavrulup savrularakGöklere nasıl taht kurduğunu

Aslında diken üstündeki komutan gibiAylar öncedenSeferlere hazırdır da herşeyiKapısının önünde savaş boyalı kırmızı atıDeğneğine dayalıYüzü gözü taşla dikenle yaralıBoynu bükük burnu havalı postalıSağlığında gözü kapalı kaç kez geçmişti de sıratıBir kocaman yüreğiBir de yangına inadıKışla önündeki Yemen redifinin ki gibiFesi eksik Çantası Bir gözünde Meşçere haritasıPusulasıCep feneri ve şapkasıVe olmazsa olmazıYatak odasının üçüncü kişisi telsiz telefonuKarısının şom ağızlı kumasıDiğer gözü sanki demirbaşSoğuk nevale hepsiYa hiç el sürülemezYa karın ağrıtır ya başBir tam kuru ekmekBirer yumrukluk kuru soğan iki başZeytinPeynir veya çökelekZulada da;Bir hin parmağıBir namussuz kör şeytanBir de kahpe felekBöylede mesleği “ormancılık”Sevdası “orman” olanFarklı mı?!...Ömür boyuRenk renkİlmik ilmikEkmek ekmek

Oya gibi dokunanEl emeği göz nuruTelli duvaklı bohçasıylaElma hırsızlığından cennete kovulanİç güveyi aç gözlü Adem’in koynunaKimsiz kimsesizEl pençe divanBir gelin olarak sokulan“orman”

Bir de onu görsen yangınlarda saçı başı tutuşmuş o masumiyetinKızgın suya atılmış ıstakozlar gibiÇığrına çğrınaVura vura başını taşlara kayalaraAlev alevDuman dumanArşa yükselişiniVede bir duysanO güne kadar hiç sesi duyulmayanTeker tekerVede ortakKitabımda yeri lügatım da tarifi olmayan aynı andaki canhıraş son çığlığınıAğlamak mı? desemYalvarmak mı?Sitemi mi?Dua mı?Allahaısmarladık mı?

Bir canavardır/devdir orman yangınıYerken acıkanBir alevdir ipini koparanYa dönmezse rüzgar tersineYa yağmazsa yağmur tepesine tepesineYa bitirip te tamamını dikmezse bayrağını tepelerin tepesineKafesine sokulamayan

- 15 -

Page 18: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 16 -

Page 19: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

ÖZGEÇMİŞ

Giresun Şebinkarahisar İlçesinde 1955 yılında doğdu. İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesinden Orman Yüksek Mühendisi olarak 1978 yılında mezun oldu. 1978 yılından itibaren, Kastamonu, Adapazarı, Muğla, Giresun, İç Anadolu Orman Bölge Müdürlüklerinde İşletme Şefliğinden, Bölge Müdür Yardımcılığına kadar farklı görevlerde bulundu. Şubat 2017 tarihinde emekli oldu.

1995 yılında Sera’larda orman fidanı yetiştirme teknikleri konusunda Finlandiya, 1997 yılında Türkiye’de kayakçılığın geliştirilmesi projesi kapsamında ve yine 2000 yılında Milli Parkların yönetimi konularında İtalya’da eğitim programlarına katılmıştır.

Merkezi Fransa’da bulunan Akdeniz Ormanları Derneği ile yaptığım ormancılıkla ilgili söyleşi, derneğin Avrupa’da yayın yapan “Forét Méditerranéenne” dergisinin Ocak 1996 yılı sayısında yayınlandı ve bu konuda teşekkür mektubu aldı.

Afyon Gündem 21’de gönüllü olarak çalıştı ve mesleği ile ilgili özel günlerde, yerel televizyonlara konuşmacı olarak katıldı. Afyon

Valiliği öncülüğünde,1996 yılında İzmir Yerel Gündem 21 kapsamında yürütülen Kentleşme, Çevre ve Göç Sorunları ile ilgili çalışmalara katıldı.

Çekül Vakfı Başkanı Sayın Prof. Dr. Metin SÖZEN başkanlığındaki ekibin Kastamonu ve Safranbolu’da ki çalışmalarına 1993 yılında gönüllü olarak katıldı.

Görev yaptığı yörelerde, 30 yılı aşkın zamanda hobi olarak doğadan keşfederek topladığı ve doğada yok oluşunu bekleyen,

İsmet YÜCELOrman Yük. Müh.Rekreasyon Sanatçısı Gsm: 0505 312 [email protected]: ismetyucelrekreasyonkolleksiyonu

kimsenin dikkatini çekmeyen objelerden bir sanatçı ruhu ile insanların hayal kurmalarını, yorumlama yapmalarını zorlayan objelere ufak çaplı müdahalelerle onları anlaşılır, görünür ve sunulur hale getiriyor.

Doğadaki canlı ve cansız her varlığın mutlaka bir değeri ve anlamı olduğu, doğaya bu açıdan bakılması ve doğa ile dost olunması, yaşadığımız çevrenin ve kültürün korunması, geliştirilmesi ve gelecek nesillere miras olarak bırakılmasının gerekliliğine inanıyor.

- 17 -

Fotoğraflar: Dr. Süleyman ALKAN

Page 20: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

Şu ana kadar “DOĞADAN SANATA” teması ile açılmış sergiler;

1. sergi; 03 Haziran 2013 tarihinde AKM (Atatürk kültür Merkezi)’de dünya çevre haftasında,

2. sergi; 31 Mayıs 2014 tarihinde Döşemealtı / Düzlerçamı mesire alanında, Orman Mühendisleri Odası Antalya şubesinin “Ormancılık Anı ve Kültür Günü” etkinliğinde,

3. sergi; 11Haziran 2014 tarihinde Muratpaşa Belediyesi fuayesinde Dünya Çevre haftasında,

4. sergi; 02 Haziran 2015 tarihinde Isparta SDÜ (Süleyman Demirel Üniversitesi) Orman fakültesi salonunda “Biyo Kaçakçılık Sempozyumu” etkinliğinde,

5. sergi; 01 Ekim 2016 tarihinde Antalya Arkeolojik Müzesi sergi salonunda,

6. sergi; 21 Mart Dünya Orman Haftası etkinliği kapsamında TOD (Türkiye Ormancılar Derneği) işbirliği ile Muratpaşa Belediyesi açık alan sahasında sanatçılar, peyzaj ve çiçek üreticileri ile birlikte açılmıştır.

Bu anlamda “DOĞA İLE DOST OLALIM” diyor.

- 18 -

Page 21: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

Kamil MASARACIÖZGEÇMİŞ

1950 yılında Antakya'da dünya nüfusuna katkı olsun diye doğdu. Bir süre matematik ve fizik okuduktan sonra İ.Ü. Orman Fakültesi'ni bitirdi. Ani sayılabilecek bi kararla karikatüre başladı.

Birçok dergi ve gazetede çizdi. Almanya'ya gitti. Die Tageszeitung ve Der Kassenarzt'da çizdi.

Yurtiçi ve yurtdışında 100’e yakın kişisel sergi açtı. Çocuklar için Bocuk ve Keyfibol tiplerini yarattı. Bu işler olurken ulusal ve uluslararası ödüller almayı ihmal etmedi. Bunlar arasında Çağdaş Gazeteciler Derneği'nce dokuz kez, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'nce üç kez “Yılın Karikatürcüsü” ödülleri, tüm dünya basınında çıkan karikatürler arasında “Birincilik Ödülü ( Jezz Dergisi-Yugoslavya 1989), 3.Youmiuri Karikatür Yarışması “The Winner” ödülü ( Japonya 1981)bulunuyor.

TRT'nin kültür programlarına “Yürüyen Çizgiyle” karikatürler çizdi. Metin yazarlığı yaptı.

Karikatürcüler Derneği başkanlığına seçildi.(1996)

Animasyon çalışmalarında bulundu.

1985'ten bu yana Cumhuriyet'te Çizgilik adlı bant-karikatürü çiziyor. Bunun dışında Kültür-Çizik, Toporite, Çizlenimler, Kitaplık ve Lezzetli Hadiseler adlı köşeleri hazırladı.

Üç albümü var.

Defne-Hatay (2015), Seferihisar (2016), Kırkpınar-Sapanca (2017) Karikatürlü Ev'lerin yapılmasına öncülük etti. Bu çalışmaları, Mizah Üretenler Derneği ve Anadolu Karikatürcüler Derneği'nce ödüllendirildi (2012).

TGC Yönetim Kurulu’nda görev aldı. TGC Onur Kurulu’na seçildi. FECO (Karikatürcü Kuruluşları Federasyonu), IFJ (Uluslararası Gazeteciler Federasyonu) ve AIPS (Uluslararası Spor Yazarları Birliği) üyesidir.

Sergilerin gerçekleştiği ülkeler: Almanya, Azerbaycan, Bulgaristan, Fransa, Hollanda, İngiltere, İskoçya, Japonya, KKTC ve Polonyadır.

Çamurla oynamaya başladı (Milattan Sonra-1999). Espri'nin yüksek ateşe dayandığını kanıtladı. Seramiklerini (Seramiki) Ankara'da sergiledi (M.S.2000). Eczacıbaşı Vitra Seramik Sanat Atölyesi'nde karikatür tiplerinin seramik heykelleri yapıldı ve İstanbul'da Sergilendi (2003). Evrim konulu karikatürleri, Prof.Dr. Berna Alpagut'un “İnsan Evrimi” isimli sunumlarında yer aldı. (2003, 2004, 2011, 2012)

“Karikatürlü Ev” projesiyle Türkiye'de bir ilke imza atarak Karaburun (2008), Milas (2010), İskenderun (2011), Küçükkuyu (2012) Tepebaşı-Eskişehir (2012) Ayvalık (2014), Avanos (2014),

- 19 -

Page 22: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 20 -

Page 23: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

Prof. Dr. Melih BOYDAK

ATAM**

Sen bir güneşsin Atam,Evrenin odağında,Işıksın insanlığa özünle,Ve de gönenç,Aydınlığın güneş ömrünce.

Yapıtların deha yüklü,Bin yılların dâhisi Atam,Gizemli bir görev yüklenmişti varlığına;İnsanlık,Özgürlük adına,Ve de hayal ötesi ulaşabilmek sana.

Savaşların barış,Tutsaklığa karşı,Devrimlerin düşünce hızıyla peş peşe aktı,Şaştı yedi düvel,Gözler kamaştı.

Asker oldunDeha timsali,Bilim oldunUygarlığa yönelten,Köylü olduntarlalara bereket,Halk oldunAnadolu’ya umut saçan;Yaşıyorsak Türkiye’de özgür ve laikSenin varlığınla Atam.

ÖZGEÇMİŞ (Mart 2018)

Elazığ’ın Akmezra (Kavakpınarı) köyünde doğdu. Şiir yazmaya ilkokul sıralarında başladı. Lise yıllarında yazdığı bir şiiri ödüle layık görüldü. Şiirimizdeki gelişmeleri izledi. Üniversite yıllarında ve meslek yaşamı içinde şiir yazmaya devam etti. Anadolu’nun kırsal yapısını yakından tanıyan Boydak, şiirlerinde çoğunlukla Anadolu insanı, toplumsal sorunlar, özgürlük, ezilen halklar, küreselleşmenin yoksul ülkeler üzerindeki olumsuz etkileri, doğa ve sevgi konularını işledi. İçindeki engin insan ve doğa sevgisi şiirlerine yansıdı.

“Anadolu Kadını’’ (2. Baskı; 2016) ve “Bir dünya özlüyorum” (2016) adlı iki şiir kitabı yayınlandı. Yeni bir şiir kitabının hazırlıkları içindedir.

Melih Boydak genç yaşlarda halk bilimi (folklor) konularına da ilgi duydu. Türkiye’nin birçok yöresinin halk oyunlarını, özellikle Elazığ halk oyunlarını ve müziğini icra etmektedir. Elazığ yöresi halk bilimi; halk oyunları ve müziği konularında bir kitabı ve bazı makaleleri yayınlandı. Birçok sosyal ve sanat içerikli dernek ve vakfın çalışmalarına katıldı, yönetsel görevler aldı.

Melih Boydak ilk, orta ve lise öğrenimini Elazığ’da tamamladı. İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi’nden birincilikle mezun oldu. Aynı fakültede bilimsel çalışmalara başladı ve Profesör unvanını aldı. Çoğu araştırma kökenli 12’si kitap (4’ü İngilizce) 140’ı aşkın ulusal ve uluslararası yayını bulunmaktadır. Bilimsel yaşamı süresince ormancılık konusunda birçok yenilikleri ortaya koydu. Yale, Washington, Maine, Helsinki üniversitelerinde konferanslar verdi. Birleşmiş Milletler Çevre Onur Ödülü, TÜBİTAK teşvik, İstanbul üniversitesi Bilim Ödüllerini ve Orman Bakanlığı Plaketini aldı. İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcılığı, İ. Ü. Orman Fakültesi Dekanlığı, Işık Üniversitesi Rektör Vekili, Işık üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanlığı görevlerinde bulundu. Evli olup bir kız çocuğu ve bir torunu vardır.

- 21 -

Page 24: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

Ağrı Dağı’ndan sesleniyorum;Dağlar!Yücelerden, Hey dağlar!Yanıt verin sesime, Başı dumanlı dağlar,Duman benim başımda.

Ben Anadolu kadını;Görkemliyim,Dertliyim…Pir Sultan kadar yürekli,Veysel kadar içliyim.

Göz yaşlarım kilimlerde desen,Sevinçlerim renk,İçim ağıtlarıma yansır, gönlüm dizelere,Dalga dalga doruklarda yankılanır sesim,Duyan kim?Ses veren kim?Yine derdim size açam dost Eren Dağlar,

Daha dokuz yaşımda,Omuzlarımda bacım,Omuzlarımda dünya,Çobanım Yüksekova’da,Ayaz iliklerime işler,Bir ömür Kuzova’da.

Sacda ekmek yaparım Engizek Yaylası’nda,Ataş yüzüme vurur,Zemheri alın yazıma.

Çukurova uzar gider,Bitmez çapalamakla,Güneş beynimde yanar,Yüreğimde yar,Buna kader diyemem, oy Kara Dağlar.

Yüreğimde yara,Yüreğimde yar;Süphan Dağı’na yalvardım,

Aşıklar Dağı’na seslendim,Zalım felek,Tez gele…Onüçümde verdiler,En çok başlık verene.Ondördümde kucağımda çağam ağlar,Daha ben çocuktum, oy Koca Dağlar.

Kuma üstüne kuma,Kocamı paylaştım suskunluğumda,Yürek bu nasıl dayana;İçimi ağu sarar,İçimde fırtınalar,Kimden yardım dileyim Medetsiz Dağlar?

Dünyam yayla, dam, bahçe…Çile Dağlar’ında ağıt yakarım,Gönlüm Dünya’dan geniş,Tüm doruklar çiçek açar içimde,Kalem bilmem ki yazam,Taşan içimi dökem,Akdağlar’da yas tutarım halime,Öğrenmek haram mı? Oy Gavur Dağlar.

Güneş tunç alnımda söner,Yüz hatlarımda diner acılar,Yine de iyimserim,Yine de gülümserim,Ilgaz’da türkü söylerim,Munzur’da halay çekerim,Gül saçarım Güleç Dağ’da,Yıldız Dağı’ndan parlarım,Işık Dağı’nda doğarım,Umudum sizdedir Okumuş Dağlar.

Ben Anadolu kadını;Ak ederim karanlığı,Görkemliyim,Güçlüyüm…Yunus kadar aşk dolu,Pir Sultan kadar yürekli,Veysel kadar içliyim.

ANADOLU KADINI*

- 22 -

Page 25: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

ZAMANLA YARIŞ**

Zamanla yarıştık,Akan zaman içinde,Hep koştuk,Doludizgin; Gençliğe,Olgunluğa,Yaşlılığa koştuk.

Yeterince fark etmedik,Sayısız güzelliği,Kör bir tutku içimizde,Gözü kapalı koştuk.

Ya zaman sabırsızdı,Ya da biz telaşlı,Bilinçsiz koştuk…Çoğu mutluluğuYarım yaşadık koşarken,Oysa ne biz zamandan,Ne de zaman bizden hızlı.

Yarış birgün bitecek,Gençliğe koşmak hayal artık,Zamansa yol alacak sonsuza,Biz hala içinde olacağız zamanın,Ama sessiz…Bitkiler yarışacak üstümüzde,Akan zaman içinde.

MEHTABIN SOFRASI**

Batan güneşIlık bir bahar gecesine uzandı.Aldı kadehimi mehtap sessiz.İçti,İçtikçe yandı.

Sardı denizi serinlemek için,Huzur indi gönlümüze,Susayan kadehlerKutsanmaya hazır,Hep birlikte doyasıya içtik,Mehtabın sofrasında,Aya yükseldik.

ZAMAN**

Evreni kucaklamış,Sonsuzdan sonsuza akıyor zaman.Zaman ömrünce sürer yaşamımız,Zaman sonsuz bir an.Birlikte yol almaktayız,Geçmiş ve gelecekle aynı an.

BİR DÜNYA ÖZLÜYORUM**

Yağmasın varsıl bombalar,Yoksul ülkeler üstüne,Ölmesin yoksul bebekler,Aymaz varsıllar keyfine.

Bir dünya özlüyorum,Zenginin yoksula kurşun sıkmadığı.Bir dünya özlüyorum,Yoksulun ağıt yakmadığı.

Bir dünya,Kaynakları hakça paylaşılan,Bir dünya,Kaygılardan arınmış,Dostça yaşayan.

Bir dünya özlüyorum,Munzur suyu kadar berrak,Çoban kızı kadar saf,Ak Dağlar kadar ak.

Bir dünya özlüyorum,Ormanlar kadar huzurlu,Yaylalar kadar temiz,Çocuklar kadar mutlu.

Bu dünyayı gençlik kuracak,Direnecek,Bu dünyayı sevgi kuracak,Yoksulluk yazgı değil,Gönenç paylaşılacak.

ANADOLU**

Bir şiirdir Anadolu;Genç kızı kır çiçeği,Yiğidi yiğit,İnsanı can,İnsanı ozan.

Bir müziktir Anadolu;Türküleri sevda,Türküleri yanık,İnsanı dost,İnsanı aşık.

Bir alaşım Anadolu;Hoşgörüye beşik,Hoşgörü harman,İnsanı bilge,İnsanı destan.

Bir bereket Anadolu;Ovası altın,Yaylası yeşil,Toprağı doğurgan,Toprağı tarih saçan.

Köylüsü engin,Gönlü zengin,Yürekli analar yurdu,Eli öpülesi…Bir cennettir Anadolu,“Cennet Yücesi.”

BİR ÇOCUK AÇSA**

Bir çocuk açsa ülkemin bir köşesinde,Ekmek boğazımda düğümlenir.Bir çocuk açsa vatanından olmuş,Ya da Suriye’de, Irak’ta,Bombaların altında,Su boğazımdan geçmez.

- 23 -

Page 26: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

KAN DAVASI*

Kasabanın meydanında olay var!Bir kabus çökmüş sessizliğin üstüne,Hasan’ı vurmuşlar!Bir Perşembe akşamı,Beş kurşunun insafına kalmış yaşamı.

Yüzünde bir tebessüm,Yatıyor yerde sessiz,Toplum vurulan bin kurşunla,Kanayan yaradan habersiz.

Korku sarmış acıyı yüreklerde,Ürkek adımlarla yaklaştı meraklılar,Kendi günahlarına,Ürpertiyle baktılar.

Suskun gelinlerin boğazlarında düğüm,Dizini dövmekte analar,Eller açılmış Tanrı’ya,Yalvarmakta bacılar,Dualar… Beddualar…Saçılan yanlış tohum yakılan ağıtlarda,Toplum günahkar.

Pişman, bin pişman Hasan’ı vurduğuna,Kara yazgısına yanmakta Ali;On yaşında işlendi körpe dimağ,Ali onbeş yaşında.

Yara kanar,Toplum ağlar,Ağlayanlar günahkar.

YAŞAM*

Bu yıl zemheri yine zor çıktı;Kimi dostları yitirdik,Kimi gönlünce kucakladı yaşamı,Bir burukluk ki içimizde,Sevinç acı ile harman.

Çok şükür bereketle geldi bahar,Yitirdiklerimiz olmasa!Tomurcuk sayısınca umut filizlendi acıların üstüne,Çimen oldu, çiğdem açtı, binbir renk…Sığmaz doğanın içi içine,Akıp gider acı tatlı bir ahenk.

Heyhat!Sağalan yaralar yine dağlandı birden,Hüzün çöktü renklerine doğanın,Bir yıldız kaydı sessiz,Bu kez göçen bir Çiğdem;Şarkılar yara almış,Sözler yetim ve öksüz,Gözyaşları ırmak ırmak kırların,Çiğdemler karda susuz.

Yaşam bu;Kimi her yıl bir bahar yaşadı,Kimi ömrünce,Kimine bir bahar bile çok görüldü yaşam içinde.

ÖLÜMSÜZLER*

Yıldızlar sessiz kaysa da,Işık yüklü bir acı saplanır yüreğe.O yıldızlar ki,Aydınlığı güneş ömrünce.

KÜRESELLEŞEN DÜNYA*

Özgürlüğe susamış,Yağmur bekliyordu Irak.Heyhat…Bombalar yağdı,Şaşkındı toprak.

Yine vurdu yoksulu küresel dünya;Hayaller bitik,Umutlar yitik,Güneş ırak,Petrolün pınarında karanlık Irak.

Sevdalar ağıt,Sevinçler tasa.Bugün Orta Doğu’da,Yarın daha yakında.Giriyor kanına insanlığın,Tek kutuplu kahpe dünya.

Varsılların afyonu,Ahtapot gibi kollar,Emiyor doğasını yoksulun,Doymuyor ÇUŞ’lar…Değerler kayboldu,Yok oluyor uluslar.

Yalan be yalan!Çirkin demokrasi dayatılan.Kara bulutlar sardı dünyayı…Çekin elinizi Orta Doğu’dan.Gönenç de sizin olsun,Alın başınıza çalın,Çekin çirkin elinizi yoksul dünyadan.

- 24 -

Page 27: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

YİTİRİLEN ORMANLAR*

Bozkırda susuz pınarlar,Damla damla ağlar Anadolu’m…Ormanlar doruklara kovulur ellerimizle,Ufuklarda kaybolur,Yanar öksüzlüğüne ağaçlar.

Ova ova taşar dereler baharda,Ağlamaya zaman yok!Dağlar yıkılır başına insanımın.

Hey kırları yorgun,Doğası bitkin ülkem hey!..Hey umutları denize akan halkım,Duy titreyen yaprakların yakarışınıVe yanan dalların haykırışını.Görkemli direnişine bak bin yıllık sedirin,Terk etmemek için köklerini.

Seni sensizliğinde de bekleyecek onlar,Geçmişe uzanan çınarlar.

Dağlar gölgeye hasret,Salkım söğüt suya,Bak torunların yağmur duasında.Bulutlar boşalamaz artık gönlünce,Çorak topraklar bile yalvarsa.Kıymayın yaşama,Tanrı aşkına.

GÜNEŞİN GİZİ*

Öylesine cömert ki güneş;Zengine fukaraya,İnsanlığa gönlünce…En cömert varlık evrende,Tanrı’dan sonra.

Biliyormuşçasına gizini doğanın,Uzayda almış yerini,Ne yakın ne ırak Dünya’dan,Yaşamı kucaklıyor.

ANADOLU KÖYLÜSÜ VE KARA YAZILAR*

Sen kara yazıları bilir misin ağam!Bire bir veren toprak,Her yılı iki yıl götüren ömürden,Taş, diken ve pıtrak.Yağmuru dua ile beklenen,Alın terinin suladığı toprak,Kahır çekilip sabır derilen yazılar,Kimi kıraç, kimi çorak.

Tok gözlü,Engin yürekli,Güneşi alnında söndüren tunç yüzlü köylüm,Acıları yüz hatlarında dindiren bacım,Asırlardır kara sabanla sürer,Asırlardır dişle tırnakla derer,Topuklarında derin çatlaklar,Çorak topraklar kadar.

Yazgısıyla baş başa köylüm kara yazıda,Tohum eker,Dert biçer.

**Melih BOYDAKBir Dünya Özlüyorum. 2016, Sis Yayınları.

*Melih BOYDAKAnadolu Kadını. 2016 (2. Bası), Sis Yayınları.

- 25 -

Page 28: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

ORMANDA SABAH OLUYOR!

Ormanda sabah oluyor

Yeni bir gün doğuyor!

Börtü karınca telaşlı

Selamlamaya,

İnka mabetlerindeki cennet kelebeklerine

Mutluluk dilemeğe

YENİ GÜNE!!!

Kardeşi,

Sarı-siyah çizgilerle bezeli

Termitlere;

Tül kanatlarında

Güneşin altın pırıltılarını,

Yeni bir günü,

Huzuru,

Sevgiyi,

Dünyanın dönencesinde raks eden

Meleklerin

Huşu esenlerini,

Gün ışımadan iletmeğe

ANT dağlarına,

LAMA’lara!!!

Heyecandan unutmuştu selamlamayı

Yanında toprağı eşeleyen

Solucan dostunu!...

Neden öncelikledi

İlk selamlamayı,

Amazon’un

Herdem Yeşil Ormanlarını,

Kaliforniya’yı

MAMUT SEKOYA’yı?

Düşlemiyordu

Dostu, komşu PUHU’yu!

Ormanda sabah oluyor

Yeni bir gün doğuyordu

Pırlanta ışıklarıyla Güneşin!

Paylaşıyordu sevgiyi

Tüm alemle

ORMANDA

Börtü karınca

Uyanışında sabahın!!!

Dr. Nurettin ELBİROrman Mühendisi

Fotoğraf: Güngör GENÇ

- 26 -

Page 29: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

MAVİ BELLİM

Görene şiirdin İstanbul duyana şarkı Mavi bellim!... Şefkatine küçük gelmiş ellerin

Hani içilesi denizlerin kırların tafran!..

Hani (!) baharı bastıran kahkahan

Kadınca bir sorusun İstanbul

Oğuz OĞUZ

ÖZGEÇMİŞ

1942 yılında Anamur’da doğdu. İlkokulu ve ortaokulu Anamur’da liseyi Mersinde okudu.İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesini bitirdi. Orman yüksek mühendisi oldu.Orman Genel Müdürlüğü’nün değişik birimlerinde ve yurdumuzun değişik yerlerinde, (orman işletme şefliği, orman işletme müdür yardımcılığı, orman işletme müdürlüğü ve Orman Genel Müdürlüğünde Şube Müdürlüğü gibi) görevlerde bulundu.Orman Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Üyeliği ve Genel Başkanlığını yaptı.Türk Mimar Mühendis Odaları Birliği’nin çalışma komitelerinde görevler yapıtı.Memur sendikasında (Orkam-Sen) disiplin kurulu başkanlığı yaptı. Değişik derneklerde, dernek üyeliklerinde bulundu.Halen, Türkiye Ormancılar Derneği ve Edebiyatçılar Derneği’nin üyesidir.Doğanın güzel ve sağlıklı kalması için her görevi yapmaya hazırdır.Güzel sanatların ve barışın tutkunu olan Oğuz OĞUZ;Yeni yayınlar, kültürel etkinlikler, öykü ve şiirle ilgilenmektedir. Bir oğlu ve bir kızı olan Oğuz OĞUZ, sevgili eşi ile Anamur’da yaşamaktadır.

KAYGI

AyışığındaÇiçek çiçeğe dedi ki-Nasıl da alımlısın güzelsin incesin

Susss dedi ötekisi-Duymasın insanoğlu bilmesin…

Susss dendiSusalım dendiSustu vadi…

ÇİÇEK OLSUN GÜNAHLARIM

Öldüğümde derine gömün beni! Sarsın ağaçların kökleri (!) Çiçek olsun günahlarım

Günahım büyük benim Tövbesiz sevdim…

BENCE

Dünyamıza en yakışanıSevinç işlemeli çocuk gülüşmeleri

ÖZLEMİN ÖZETİ

Susamışım sana Alkımın* olayım yağ dünyamaEn çok sen biliyorsun Hayatımın çatısı yok

Fahri Görgülü Cad. 6/27 /AnamurGSM: 0537 623 84 42

*alkım=gökkuşağı

ÇOCUKLUĞUM

Dört mevsime sığmazdım Kıskandığım olurdu gökyüzünü Gündüzümü sererdim gecemin içine Yaz yağmuru idi günlerim

En çok çocukluğumu severdim Sen doğmadan dünyama

Fotoğraf: Güngör GENÇ

- 27 -

Page 30: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

arkadaşlarından) bazılarının da karikatürlerini çizmiştir.

Özkazanç, halen Ankara’da oğlu Volkan Özkazanç ile birlikte kurmuş oldukları Müzik Aletleri Atölyesinde keman, viyola, viyolonsel, klasik kemençe, ud, tambur, lavta santur ve benzeri müzik aletlerini yapmaktadırlar.

Prof. Dr. Oktay ÖZKAZANÇÖZGEÇMİŞ

1937 yılında Kahramanmaraş’ta doğdu, Artvin Arhavi nüfusuna kayıt edildi. İlk, orta ve lise eğitimini sırası ile Balıkesir, Erzurum ve Trabzon’da tamamladıktan sonra 1963 Şubat döneminde İ.Ü. Orman Fakültesinden Orman Yüksek Mühendisi olarak mezun oldu. Orman Genel Müdürlüğündeki çalışmaları sırasında doktora ve doçentlik çalışmalarını aynı fakülte denetiminde tamamladı. Bartın Orman Fakültesine öğretim üyesi olarak atandıktan sonra bu fakültede Profesör oldu.

Keman eğitimine 1951 yılında Bestekâr Burhaneddin Deran denetiminde Doğan Deran’dan ders alarak başladı. 1954-57 yıllarında Ayşe Çakıroğlu ile Batı Müziği çalıştı. Türk Müziği Çalışmalarını keman sanatçısı Temel Şükrü Doğru, Prof. Dr. Nevzat Atlığ’n kurduğu İ.Ü. Talebe Birliği Korosu’nda Dr. Abidin Gerçeker, udi Sadi Erden ve özellikle Cahit Gözkan ile sürdürdü.

1968 yılında Antalya Musiki Derneğini kurdu ve bu dernekte keman, kanun ve ud dersleri vererek yetişen elemanlarla Antalya Bölge Radyosunda programlar yaptı. 1973-74 yıllarında Mersin Ataş Rafinerisi korosunu çalıştırdı ve bu koro ile konserler verdi. 1987-95 yılları arasında Kültür

Bakanlığı İzmir Devlet Klasik Türk Müziği Korosunda keman sanatçısı olarak çalıştı. Yine aynı yıllarda İzmir Amatör Oda Orkestrasında Batı Müziği çalışmaları ve konserlerine keman olarak iştirak etti. 1995 yılından emekli olduğu 2004 yılına kadar kurmuş olduğu Bartın Orman Fakültesi Talebe Birliği Korosu ve Bartın İl Kültür Müdürlüğü Türk Müziği Araştırma ve Uygulama Topluluğunu çalıştırarak konserler verdi.

Beş yıldır Arhavililer Vakfı Klasik Türk Müziği Topluluğun başkanlığını yapmakta ve bu topluluğun konserlerine kemanı ile katılmaktadır.

Son iki yıl içinde Türkiye Ormancılar Derneği’nde kemanı ile Saz eserleri konserleri vermekte ve 2018 yılında Dernek bünyesinde bir Saz Eserleri Topluluğu kurmuş ve bu topluluğu çalıştırmaktadır.

2018 yılında bu topluluğa ek olarak Türkiye Ormancılar Derneği Bünyesinde, ağırlıklı olarak Ormancı meslektaşları ve onların aile fertlerinden oluşan bir Klasik Türk Müziği Topluluğunu kurmayı Dernek Başkanlığına önermiştir.

İ. Ü. Orman Fakültesindeki öğrencilik yıllarında karikatür de çizen Özkazanç 1962 yılı Yeşil Gece albümüne meslektaşlarımızdan (sınıf

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 28 -

Page 31: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 29 -

Page 32: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 30 -

Page 33: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 31 -

Page 34: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

ÖZGEÇMİŞ

Karacaoğlan’ı kendi soylarından sayan, her evde bir Karacaoğlan kitabı bulunan, her yeniyetmesi türküler ve her yaşlısı ağıtlar yakan, her ninesi ve her akbaşlısı bir söz ustası olan Ericek Köyü’nde doğdu (1940). İ.Ü.Orman Fakültesi’ni bitirdi (1964). E. Ü. Ziraat Fakültesi’nden emekli oldu. Soyu gibi, köylüleri gibi türküler, ağıtlar yakarak ve ağıtlar derleyerek şiire başladı. Öğrencilik yılları ve meslek yaşamında dil derlemeciliği ve halkbilim derlemecilikleri yaptı, çeşitli dergi ve gazetelerde şiir, öykü ve güncel yazılar yazdı. İlk şiir kitabı Beritten Beri’dir (+1DRC Yapım-Yayın 2008, İstanbul). Daha çok öğrencilik yıllarında yazdığı şiirleri içerir. Bunu arka arkaya yayınladığı Esendere Akardı (+1DRC Yapım-Yayın, 2009, İstanbul), Döndü Kızlar (Etki Yayınları, 2012, İzmir) ve Sabah Gülü (Zeus Kitabevi, 2014, İzmir)

Prof. Dr. Osman GÖKÇE

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

adlarındaki şiir kitapları izledi. Öyküleri ile birlikte derlediği ağıtları, halkbilim birikimlerini ve bu çerçevedeki anılarını Berit’in Gözyaşları adlı kitapta yayınladı (Zeus Kitabevi, 2010, İzmir). Anılarının ikinci bölümünü de Bir Uzun Yol-Gözlemler Görüşler (Zeus Kitabevi, 2016, İzmir) adı ile kitaplaştırdı. Sanatsal ve yazın yaşamını şiir, öykü ve toplumsal içerikli makaleler yazarak , yazdıklarını çeşitli dergilerde ve kendi web sayfasında (www.osmangokce.com) yayınlayarak sürdürmektedir.

- 32 -

Page 35: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Öykü

SERÇELER1

Topal Süllü, sağ yanı yeri öperek, şalvarı yolları süpürerek yürürdü. Sağdan topaldı. Evi ile Ceceli’nin bakkal dükkânı arasındaki bir nefeslik yolu yüz nefeste alırdı dura dura. Hava kışsa, soğuksa dükkanın içine bir iskemleye oturur akşama kadar Ceceli ile, dükkana girip çıkan insanlarla lâf çakıştırırdı. Hava iyi ise, dışarı oturulabiliyorsa dükkânın önündeki kütüklerden birisine, toprağa ya da bir taşa oturur, gelen geçenlerle yine lâf çakıştırarak akşam ederdi.

Bizim köyde ne oluyor da onu Topal Süllü bilmemiş olsun? Bu olası değildi. Köyün canlı gazetesiydi. İstihbaratçısı, gizliden saklıdan haber vericisi, olacakların falcısıydı. Kimin kimle ne sorunu var; kadın ya da erkek olmak üzere, kimin kimle ne ilişkisi var; kimler kimlerin aleyhine ne söyledi;

kimler tavuk, yumurta, yağ hırsızı; kimler camiye gidiyor kimler gitmiyor; daha aklınıza ne geliyorsa gizli açık hepsini o bilirdi.

Dik bir yamacın içine gömülü iki gözlü bir evi vardı. Biri evlik yani horanta odası diğeri de hayvan ahırıydı. Hasta bir avrat, dördü erkek biri kız beş çocuk, yaşlı bir ana ve baba bu biricik odada yaşarlardı. Avradı Hacce’nin belden aşağısı yağmurda yaşta, ayazda kışta sızım sızım sızılardı, yel olmuştu. Kızı Hürü, havanın ve sızıların azdığı böylesi günlerde, anasını kuşaktan aşağı ahırda hayvanların akmılına gömerdi. Akmıl, sızıya iyi geliyor diye bir söylenti duymuşlar ve bu söylentiye umut bağlamışlardı. Hergün üç beş saat süre ile bunu uyguluyorlardı.

Fotoğraf: Güngör GENÇ

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 33 -

Page 36: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

Çoluk çocuk yazın onun bunun kazmasına yolmasına, keçisini kuzusunu gütmeye giderler, dağdan yakacak odun, mallar için keven getirirler, yarı aç yarı çıplak yaşarlardı. Kenger toplarlar, çeçik toplarlar, velhen tarlalardan yemlik toplarlar yufka ekmeğe dürüp yerlerdi. Su Gediği’nde 3-5 dönümlük pur bir tarlaları vardı. Oraya her sene buğday ekerler; un, bulgur ve dövmelerini yaparlardı. Tarlanın damaklarında da kışlık soğan, patates yetiştirilirdi. Bütün yiyecek kalemleri de zaten bunlardan ibaretti.

Kışın ham çarıkla yazın yalınayak gezilirdi. Hiç birisi ceket yüzü görmemişti. İç çamaşırı bilmezler, tek katlı giyinirlerdi. Yalınkat şayak şalvar, yalınkat dimi (Pamuklu bir bez) gömlek, el örmesi kıl çorap, baş kabak kıç açık.

İlk çocuk Mehmet’ti. Mehmet eğitmende üç sene okumuş ve sonra da o yıl gelen Rıfat öğretmenle dördüncü sınıfa başlamıştı. Köylümüz olan ve Akçadağ’da kurs görerek okulumuza gelen Abdi Eğitmen Mehmet’i yere göğe sığdıramaz ve çok överdi. Köylünün dili ile Irıfat Öğretmen de Mehmet’i öve öve bitiremezdi. Mehmet Tebliğler Dergisi’nin karınca gibi yazılarını su gibi okurdu. Tarihi ezbere bilirdi. Müfettişler geldiği zaman Rıfat öğretmen Mehmet’i kaldırırdı tahtaya “Anlat bakalım Atatürk’ün hayatını” derdi. Mehmet o yılların bir Kurtuluş Savaşı subayı gibi yüksek sesle, heyecanla nutuk çeker gibi noktasına virgülüne kadar kitapta yazılanları gözünü tavana dikerek hazır ol duruşunda anlatırdı. Çünkü öğretmeni de Atatürk’ü öyle anlatıyordu. Rıfat Öğretmen Atatürk diye başlarsa söze heyecanlanır ve belki bugünküler

inanmayacak ama gözleri dolardı, ağlardı.

Daha önce de söyledim ya Topal Süllü köyün canlı gazetesiydi. Her şeyi yazar, her şeyi bilirdi. Kendi diliyle Irıfat Öğretmen’in de ıcığını cıcığını öğrenmişti. Atatürk deyince gözlerinin yaşarmasının öyküsünü ve daha ilerisini de biliyordu.

Rıfat Öğretmen komşu Çeçen köyündendi. Hani şu Doksanüç Harbi vardı ya? Padişahımız Ulu Hakanımız İkinci Abdülhamit Han Hazretleri, Rus Çarı İkinci Alexander ile  savaştı da Ruslar’a yenilmişti ve Ruslar da İstanbul-Yeşilköy’e kadar gelmişlerdi ya? Balkanlar’dan, Kafkaslar’dan yüzbinlerce insan yerinden yurdundan göç etmiş ve Anadolu’nun çeşitli yörelerine bölük pörçük yerleştirilmişlerdi ya? İşte Rıfat Öğretmen de o kaçkın ya da sürgün ailelerden birisinin çocuğu, bir dul avrat oğluydu.

Babası koyun çobanıymış. Çeçen köyünün varlıklı ailelerinden Sadettinler’in koyunlarını güdermiş. Saadettinler’in Abuzert Bey’i, özel olarak kendi dillerini bilmeyen bizim köylüklerden bir Türk’ü çoban tutmuş. Konuşulanları anlamasın, ailenin içine karışmasın, sırlarımızı bir çoban bilmesin, kimselere demesin diye. Anası da yetim bir Çeçen kızıymış. Kısa etekli, açık tenli, sarı saçlı yetim Çeçen kızı kendisine vurulan yoksul, yağız Türkmen delikanlısı ile kaçmış, çobana eş olmuş. Rıfat gelmiş dünyaya. Rıfat daha 3-4 yaşlarında bir çocuk iken babası bir songüz sabahı sürüsü ile gittiği Parpi Dağı’ndan dönmemiş. Sürüsünü kendi yaylalarında otlatmasına kızan Sülüklügöl Kürtleri tarafından öldürülmüş. Yetim Çeçen kızının yetim Türk-

Çeçen melezi oğlu Rıfat da yetim kalmış, yetim büyümüş.

Rıfat Öğretmen’in annesi öldürülen kocasının çoban durduğu sürü sahibinin evini ve hizmetini terk etmemiş. Gidecek yeri de yokmuş zaten. Kendisine verilen bir kulübede beyin ve evinin üzerine düşen her türlü hizmetlerini yaparak yoksulluk ve darlıklar içinde yaşamışlar. Rıfat Öğretmen bu dul anne-yetim oğul yaşamlarının anılarını kimseciklerle paylaşmaz, paylaşamazmış. Kimseciklerle paylaşılamayacak kadar acılarla ve belki de söylenemeyecek kadar kirli aşağılanmalarla dolu imiş.

Üst tarafı kız çocukları gibi alaca bezden bir fistan, alt tarafı donsuz, ayağı çıplak, kıvırcık kara saçlı bu çocuk, düğünlerde eteklerine yemek toplayarak suları bacaklarına aka aka annesine getirdiği o günleri ne unutmak ne de anlatmak isterdi. Onca yoksulluğun içinde genç ve güzel bir dul annenin elin piçlerinden çektiklerine tanık olan çaresiz ve güçsüz yetim Rıfat Çocuk kim bilir hangi depremleri, hangi volkanları yaşıyordu ruhunun derinliklerinde?

Kör kuyuya düşmüş birisine bir Tanrısal el gibi uzanan ve onu oradan çıkaran okulu olmasaydı ana-oğul boğulup gideceklerdi o kör kuyuda. Rıfat Öğretmen gittiği okulu böylesi bir gönül borcu ile seviyordu. Okuluna yalnızca bir okul olarak değil bir kurtarıcı kurumsal güç gözü ile bakıyor ve bağlılık duyuyordu. Ayrıca okulunun Atatürk’ün eseri olduğunu düşünüyor, ona Atatürk Okulu diyor ve Atatürk’ü kucağında büyüyemediği babası gibi görüyordu. Anasını ve kendisini o kör kuyudan çıkaran bir kurtarıcı yerine koyuyordu.

- 34 -

Page 37: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

Bütün bu nedenlerle Atatürk deyince gözleri dolardı Rıfat Öğretmen’in.

Ancak, Rıfat Öğretmen’in okuluna ve Atatürk’e bağlılığı yalnızca derin bir sevgi ve minnet duygusundan ibaret değildi. O kendisini okuluna ve Atatürk’e bundan daha da derin bir görev ve sorumluluk bilinci ile bağlı görüyordu. Bu ilk öğretmenlik görevine de bu bilinçle sarılmıştı.

İlk büyük uğraşı da bir okul binası içindi. Köyün bir okul binası yoktu. Memiş Emmi’nin toprak damlı kerpiç evinde üzerlerine sular damlaya damlaya, dam akmasın diye öğrenciler tarafından nöbetleşe olarak loğlaya loğlaya yapılıyordu dersler. Memiş Emmi Çukurovacı’ydı. Güz gelince tarla taban, mal melel olmadığı için Çukurova’ya iner kışı orada geçirirdi hendek kazarak, yevmiyelere giderek. İki gözlü evini de muhtarlık okul olarak kullanırdı. Bu nedenle Rıfat Öğretmen’in ilk işi bir okul yapmaktı. Yaptı, bunu başardı. Başardı ama bu işin ayrıntıları anlatılsa bir koca destan olur. Kağnıya nasıl taş yüklediğini, köylülerle nasıl kerpiç kestiğini, eli mala görmemiş köylülere duvar örmesi ve sıva yapmasını nasıl öğrettiğini, ağ toprak bularak yukarı yakalardan binayı nasıl apak boyadığını Topal Süllü’ye sorun. O bile sabahtan akşama kadar anlatsa bu destanı bitiremez.

Rıfat Öğretmen’in inşaatçılığı bununla da kalmaz. Okul yapımında ustalaşınca, köylülerin güvenini kazanıp üstelik onlardan da inşaat ustası yetiştirince işi geliştirir, büyütür.

Köy imamının kerpiçten de olsa iki gözlü bir evi vardı köylülerin imece ile yaptığı. İsmail Hoca o

evde otururdu. Hasat döneminde odasının birini dolduracak kadar köylülerden ürün toplar, satar ve bir eşi, bir oğlu ve bir de esrarkeş üvey oğlu ile, üçbeş kişiye günde bir iki kez namaz kıldırır, senede bir kaç kez ölü yıkar gül gibi geçinip giderdi. Eğitmen de bu köydendi, kendi evinde oturuyordu. Ama öğretmenin üzerine gerecek bir çadırı, başını sokacak bir kulübesi bile yoktu.

Rıfat Öğretmen de okul binası yapmakla yetinmedi, okula bir de öğretmenevi yaptı ki köylüler neredeyse onu ilçedeki ünlü Ulu Cami’nin ustası gibi görmeye başladılar. Hem de köylülere bir evde ayakyolu nerede, mutfak nerede, hamam nerede olur onu gösterdi, örnek oldu.

Bununla da yetinmedi. Evinin bir odasını kendisinden sonra köye gelen ve kalacak yeri olmayan Mahmut Öğretmen ve eşi ile bir kış boyunca paylaştı, gıkı çıkmadan, kimseciklere bir dedikodusu duyulmadan. Kıdemli öğretmen genç öğretmene başöğretmenlik, müdürlük, amirlik vb davranışlar taslamadan babalık etti, abilik etti, arkadaşlık etti ve belki de en önemlisi öğretmenlik etti. Mahmut Öğretmen de bu örneği yaşamının örneği bildi, yol göstericisi bildi. Topal Süllü’nün anlatımı ile okulun horantasına Mahmut Öğretmen de katıldı. Katıldı da seneye bu ilk öğretmenevine bitişik bir ek konut daha yapıldı.

Topal Süllü, kendi deyişi ile Irıfat Öğretmen’i anlatırken okul yapımı, öğretmenevi yapımı, okul bahçesinin düzenlenmesi, sınıflara soba, yakacak odun, kara tahta ve sıra temini gibi işleri onun ikinci sınıf hizmetleri olarak görürdü. Erkek çocukların bile kuzu, koyun, inek, öküz güdüyorlar diye, bazı

ailelerinse bu okulu lâdinî yani dinsiz okul olarak görmeleri nedeniyle okula gönderilmediği bir ortamda, ev ev dolaşarak yaşı gelmiş ve hatta geçmekte olan kız çocuklarını okula nasıl kaydettiğini ve devamını nasıl sağladığını anlatırken heyecanlanır ve yekinmeye yeltenirdi.

Kızını okula göndermek istemeyen Muhtar Danabaş Yusuf ’u nasıl dövdüğünü, kızını okula göndermeyen Kara Mustafa’yı nasıl karakolda sabahlattığını, tatil günlerinde erkenden gelip en yoksul köylülerin evlerinde eşi ile birlikte nasıl tarhana çorbası içtiğini, köylünün düğünlerinde nasıl halay çektiğini, kahvesinde kumar oynatan Helli’yi jandarmalara nasıl dövdürdüğünü ve kahvede kumar oynatma işini nasıl bıraktırdığını büyük bir hayranlıkla ballandıra ballandıra anlatırdı.

“Bu işler öyle kolayca yapılır işler değil” diyordu Topal Süllü. “Arkasında köyün delisi Omar Ağa vardı. Omar Ağa bildiğiniz gibi bir ağa değildi. Sözü keskin, yiğit bir adamdı ama belinde silah, elinde kırbaç yoktu. Yemez yedirir, giymez giydirir türünden bir gönlübol adamdı. Okuma yazmaya önem veren aydınlık bir kişiydi. Irıfat Öğretmen, Ağa ile işbirliği yaparak başardı bütün bu işleri ” diye de ekliyordu.

Rıfat Öğretmen kendi okuduğu okulu çok övermiş. Okulunun adı Enüstün Okul’muş. Topal Süllü böyle diyor. Rıfat Öğretmen’in övgüsü ile kendisinin Enstitü demekteki beceriksizliği birleşmiş o da böyle bir ad yakıştırmış. Enstitü yerine Enüstün Okul diyor. Bu okulda tarımdan hayvancılığa, inşaatçılığa kadar herşey anlatılıyor, herşey öğretiliyormuş. Devlet,

- 35 -

Page 38: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

burada okuyan öğrencileri köylere yalnız çocuk okutmak için değil köyün her işi ile ilgilensin, köylüye önder olsun diye okutuyor ve köylere gönderiyormuş.

Sözün burasına gelince Topal Süllü duraksıyor, sesinin tonu düşüyor, ikide bir yutkunuyor ve diyecekleri avurdunda yuvarlanıyor. Sonra ağzından kaçırmış gibi “Irıfat Öğretmen Memmed’i istiyor” diyor yavaşça. Dinleyenler meraklanıyor. “Irıfat Öğretmen Memmed’i kendinin okuduğu Enüstün Okul’a gönderecekmiş” diye ekliyor. Şaşkın şaşkın “Ee?” diyor oradakiler. Bazılarının da kıskandığı yüzlerinden anlaşılıyor.

Topal Süllü öğretmenin bu teklifine olumlu bakmıyor, ikircikli davranıyor. Kendisinin mağdur olduğunu, çocukların hepsinin henüz küçük olduklarını, fazla bir iş yapıp para getiremediklerini, Mehmet’in evin orta direği olduğunu vb şeyler söylüyor, öğretmene karşı çıkıyordu. Ama Rıfat Öğretmen ısrarcı idi, Topal Süllü’yü ikna etti. Mehmet Haruniye’deki Enüstün Okul’a yani Düziçi Eğitim Enstitüsü’ne kaydoldu.

Mehmet yaz tatillerinde köye geldiğinde yine kazmayı, küreği ele alır kardeşleriyle birlikte eskiden olduğu gibi çalışırdı. İşe gitmediği zamanlarda okulun verdiği siyah takım elbiseyi giyer, halakaya yani köyün içine çıkar bütün köylüyü, köylü çocuklarını imrendirirdi.

Mehmet okulu bitirdi, öğretmen oldu, Çukurova’da Ceyhan’nın bir köyüne atandı. Okuyup öğretmen olunca kapısına çoban bile duramayacağı Omar Ağa’nın kızı ile de evlendi. Büyük bir heyecanla Rıfat Öğretmen’in izinde çalışmalara koyuldu. Rıfat

Öğretmen’in arkasında olduğu gibi Mehmet Öğretmen’in de arkasında bir ağa yoktu. Fakat bu çok varsıl topraklar üzerinde çoğu hularda, sazlık ve kerpiç evlerde yaşayan, dağdan bayırdan kopup gelmiş ve buraya sığınmış çok yoksul insanlar vardı. Bu çok yoksul insanlar bazen kendilerinden çoğu kez hiç beklenmedik bir biçimde çok sağlıklı düşünebiliyor, yeniliklere açık olabiliyorlardı. Kendilerine, çıkar gözetmeksizin gerçekten yardım etmek isteyen, doğruları doğru bir biçimde anlatan ve halk sevdalı yürekleri olan insanları anlayabiliyorlardı. Burada da böyle oldu. Bu çok yoksul insanlar Mehmet Öğretmen’e arka çıktılar, destek oldular, ne dediyse, ne yaptıysa sözünden çıkmadılar.

Bir de kendisi Adana’da oturan ve bu köyde uçsuz bucaksız arazisi olan bir ağanın bir çiftçibaşısı vardı. Adı Durmuş Durmuşoğlu. Durmuş, Mersin Alata’dan Tarım Tatbikat Okulu mezunuydu. Bu okul biraz da Mehmet Öğretmen’in okulunun mantığı ile eğitim veren bir okuldu. Amacı eğitimli çiftçi yetiştirmekti. Köylü çocukları burada tarımsal uygulamalarla ilgili bilgiler alacak ve çiftçiliği bu bilgilerle yapacaktı. Yani diplomalı çiftçi olacaklardı. Durmuş da bu okula gitmiş, eğitimli çiftçi olmuştu ama eğitimli çiftçilik yapacak arazileri olmadığı için bu ağanın çiftliğinde işe girmiş ve çiftçibaşı olmuştu.

Mehmet Öğretmen’le Durmuş kafa kafaya vermişti. Hularda, sazlık ve kerpiç evlerde yaşayan köylülerle gönül ve işbirliğine girmişler üstüste yenilikler ve güzellikler gerçekleştiriyorlardı. Örneğin yaşı gelmiş olup da okula gitmeyen tek bir kız ya da erkek çocuk kalmamıştı. Okul yaşını geçiren ve okuma yazma bilmeyen

kadın ve erkekler için akşamları okuma yazma ve ergin yaştakiler için de ayrıca tarım kursları düzenlenmişti. Muhtarlıkta ve okulda birer duvar gazetesi çıkarıyorlardı. Hem Mehmet ve hem de Durmuş günlük, olmasa da birikerek gelen, birer günlük gazete okuyorlardı. Okudukları gazeteleri köyün tek sosyal yeri olan kahvehaneye götürüp bir masanın üzerine bırakıyorlardı. Köyde bir çok insan gazete okuyucusu olmuştu. Kahvede eskiden oynanan kumar da yasaklanmıştı ağız birliği ile.

Herkes çok memnun ve çok mutluydu. Durmuş’un ağası bile görünürde, çalışanları kışkırtıyorsunuz diye ses çıkarmıyordu. Ancak ilçe partilileri tehlikeyi (!) görmüşler ve işin peşine düşmüşlerdi. Bunlar bazı geniş toprak sahipleri, bir kısım esnaf, din adamları vb kişilerle işbirliği yaparak Mehmet Öğretmen’i ve Çiftçibaşı Durmuş’u nişan tahtasına dikmişlerdi. Onlara göre, bu ikisi de dinsiz, imansız ve komünisttiler. Köylülere de dinsizliği ve komünistliği aşılıyorlardı. Okulda küçücük çocukların beyinlerini yıkıyorlar, onları din, devlet ve millet düşmanı olarak yetiştiriyorlardı.

Mehmet Öğretmen’le çiftçibaşı Durmuş Durmuşoğlu’nun sazlık evlerde yaşayan köylülerle kurduğu işbirliği uzun sürmedi, tez yıkıldı. Ama onları nişan tahtasına dikenlerin işbirliği istenilen sonuca ulaştı.

Ora köylülerinin dilinde adı Cahan olan Ceyhan Nehri kaynaklandığı Berit Dağı, Binboğa Dağı, Şar Dağı gibi yücelerden hırsla, öfke ile yola çıkıp Çukurova düzlüğüne inince iki yanı söğütler, ılgınlar, karaağaçlar ve

- 36 -

Page 39: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

dallarını suyun yüzüne sarkıtan daha bir çok ağaçlarla dolmuş, donanmış bir yolda ve bir kuş sesleri orkestrası eşliğinde nazlı nazlı akardı. Bir benzersiz doğal sanat eseri zerafetinde ve bir bilge kişi ağırbaşlılığında süzülür giderdi. Kız kuşları, saz tavukları, batağanlar, balıkçıllar, örümcek kuşları, kukumavlar, sığırcıklar, ishak kuşları, turaçlar, yaban ördekleri gibi yüzlerce, binlerce kuş türlerinin onbinlercesi bir düğün yeri havasında, bir gelin gibi uğurlarlardı Ceyhan Suyu’nu Akdeniz’e doğru yani kendi sonuna doğru. Bu görünüm hüzünle karışık çok derin bir duygu verirdi insana.

Mehmet boş zamanlarında anılarını yazdığı defterini, okuduğu bir kitabı ve okunmamış gazeteleri koltuğunun altına alır bu uzak yol yolcusu Ceyhan Suyu’nun kenarına gider ve özellikle doğup büyüdüğü yerlerin ağacı olan bir söğüt ağacının dibine oturur, belini gövdesine yaslayarak okur, yazar ve düşünürdü.

O yıllarda cumartesileri de yarım gün ders yapılırdı. Bir cumartesi günü öğrencileri dağıtıp evine döndükten bir süre sonra yine koltuğunun altını doldurarak Ceyhan kenarına gitti. Güneş battı Mehmet gelmedi. Karanlık bastı Mehmet gelmedi. Hiç bu kadar gecikmezdi. Eşi telaşlandı, köylüleri ayağa kaldırdı. Neredeyse bütün köylüler yerini biliyorlar gibi aynı yöne yöneldiler. Onlarca kişi Mehmet Hocaa, Mehmet Hocaa diye seslenerek onlarca el feneri aydınlığında elleriyle koymuş gibi bir söğüt ağacının dibinde Mehmet’i buldular. Hiç bir olağandışılık yoktu. Mehmet’in elinde yine bir defter, bir kalem, sağ yanı yerde üzerine yelde uçmasın diye küçük bir taş konmuş kitap

ve gazeteler vardı. Mehmet hafif sola eğilmiş ve bir de sol göğsü kanamıştı yalnızca. Mehmet artık yaşamıyordu.

Bir tür faili meçhul oldu. Gerçi, tetiği çeken bulundu. İtiraf etti. Köylülerden birisiydi. Hanımına Mehmet’in hanımının dikiş öğrettiği bir tarım işçisi, yoksul bir emekçiydi. Kiralık katil olmuştu. Bir bölük tarla parçası için kıymıştı öğretmenin canına. Gerekçeyi ağababaları iyi öğretmişti. Mehmet Öğretmen dinsizdi, imansızdı, komünistti, çocukları dinsiz, imansız ve devlet, millet düşmanı olarak yetiştiriyordu. Katli vacipti. Dinimiz böyle emrediyordu. Bunun için öldürmüştü. “Bin kurşun yedik bağrımızdan-Hepsi bizden-Şikâyetimiz yok savcı bey-Öperiz ellerinizden”.

Tetiği çeken bulundu ama çektirenler mebus oldu. Ne savcı beyin gücü yetiyordu onlara ne de hakim beyin.

Cenazeyi köyüne götürdüler. Rıfat Öğretmene de haber verildi. Eski öğrencilerinin kolunda geldi Bilbilcik’e. Topal Süllü ile sarıldılar birbirlerine.

Ağlamadılar, donup kaldılar. Onları gören ve bilen dağlar, taşlar dondu. Otlar, ağaçlar dondu. Kuşlar, böcekler, bütün hayvanlar sustu, donup kaldılar. Cenaze cemaati taş oldu sanki. Sinek uçmuyor, yaprak kıpırdamıyordu.

Aradan yıllar geçti. Mehmet vurulmadan üç ay önce dünyaya gelen oğlu dul anası ile büyüdü, doktor oldu, devlet hizmetine girdi. Ülkede sağ-sol çatışmaları yoğundu. Dul anası oğlunu evlendirme telaşındaydı. Bir sabah namazında evden aldılar onu. Solcu öğrencilere rapor vermek, terör örgütüne yardım yataklık etmek vb

kalıplaşmış iddialarla içeri attılar.

Durmuş Durmuşoğlu Mehmet Öğretmen’in vurulmasından sonra çiftçibaşılığını bıraktı, canını kurtardı. Eğitimine devam etti ve ziraat mühendisi oldu. Devlet iş vermedi. O da bir biçimde yaşamını sürdürdü. Gazetelerden okudu tutuklananların adlarını. Mehmet Öğretmen’in oğlunun adını görünce oturduğu yere yığıldı kaldı. Bir süre kendine gelemedi. Toparlanınca kendi kendine “Nurlu Ufuklar, Büyük Türkiye, Kalkınan Türkiye” vb politik kalıp sözleri düşündü. “Büyük gelişme. Elli yıl önce öldürüyorlardı, şimdi hapse atıyorlar. Öldürmüyorlar hiç değilse” dedi dişlerini sıkarak. Evine gitti, kitaplığından tozlu bir paket çıkardı, masanın üzerine koydu.

Durmuş, Mehmet’in vurulduğu yere ilk varanlardandı. Onun not defterini, kalemini, kitabını ve gazetesini toplayıp almış ve yıllarca kutsal bir emanet olarak saklamıştı. Emaneti teslim etmenin zamanı geldi diye düşündü. Ertesi günü yola çıktı. Hapishaneye vardı. Mehmet’in oğlunu ziyaret etti ve elindeki paketi ona verdi. Neredeyse hiç konuşmadan ziyaret süresince göz göze bakıştılar, yutkundular ve ayrıldılar. Doğunca, Mehmet’in öğretmeninin adını verdiği oğlu Dr. Rifat çıkını açtı. Defteri açtı. Babasının en son el yazısını gördü. Vurulmadan, ölmeden belki üç beş saniye, belki üç beş dakika önce yazdığı şiiri gördü. Köyüne yazılmıştı. Şiir “Serçeler oralarda mısınız şimdi?” diye başlıyordu...

- 37 -

Page 40: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

ADIN DÖNDÜ2

Samanlıkta sap üstünde doğmuştunAdın Döndü alınyazın dönmediHer çileyi çekmiş boyun eğmiştinAdın Döndü alınyazın dönmedi

Kız doğunca küçümsendin horlandınÖmür boyu her konuda zorlandınHep yutkundun dert yanmadın arlandınAdın Döndü alınyazın dönmedi

Anan Yeter gibi oldu kaderinKız çocuksan evlatlıkta yok yerinYaşam boyu yoldaş oldu kederinAdın Döndü alınyazın dönmedi

Gelin oldun ondördüne varmadanİster miydin istemez mi sormadanSenede bir döl doğurdun durmadan Adın Döndü alınyazın dönmedi

Döndü kızlar Döne kızlar YeterlerKaderleri birbirinden beterlerEksik etek diye öte iterlerAdın Döndü alınyazın dönmedi

Tarla taban çoçuk çoluk az geldiHergün kötek hergün azar söz geldiBaharın yok yaz görmedin güz geldiAdın Döndü alınyazın dönmedi

Yıllar yılı yaşadığın aynı şey Ne insansın ne yurttaşsın ne bireyTanrı suskun devlet millet sağır heyAdın Döndü alınyazın dönmedi

İki gözün iki kara ummandıHasretliğin kemiğime dayandıÇektiğini kim anladı kim yandı Adın Döndü alınyazın dönmedi

YAŞAMAK3

YaşamakTükene tükene değilYaşamakKatlanarak Yaşamak çoğalarak

YaşamakTükete tükete değil Yaşamak Türete türeteSevgiyi sevdayıKocaman açmak kollarıKucaklamak dünyayı

Yaşamak Ürete üreteYaşamakBölüşe bölüşeEkmeği aşıSırtlanarak davayıVerip omuz omuza Doyurmak Yolcuyu yoldaşı

YaşamakTek yürekYaşamakTek bilek olmak evrendeYoketmek yokluğuKendi çocuğun saymakTaa SomalidekiTaa Haiti’dekiKara derili çocuğu

Yaşamak Korkmadan ömrün biteceğindenDoya doyaYaşamak Bir cimrinin serveti gibi Saklanarak değilYaşamakAşkın şehveti gibi ŞahlanarakCömertçe doludizgin ve boydan boyaYaşamak

Özgürce özbenliğiEsir olmadan bencilliğeYaşamakBoyun eğmedenHiç bir haksız güceBaştan sonaBoşluk bırakmadanBir uçtan bir ucaYaşamakYaşar gibi

- 38 -

Page 41: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

AYLAN BEBEKLER4

Ana toprak Anadolu kıyılarına Bir sigara içimlik yoldur Yunan AdalarıKolunu uzatsan köprü olurBeri kıyıdan kalkan vapurlarKuyruğundaki köpükler sönmeden Varır öte yakalara

Yanaşır Hios’a Kos’a Yanaşır Lesvos’a Samos’aMidilli’ye Meis’eMutlu turislerBuğulu barlarCoşkulu tavernalarGrek müzik ve elbette uzo

Adalar kendini yaşıyorAdalar ilgisizBakıyorDenizinde kara kara yüzen Sayısız araba lastiklerine Kıyılarına vuranSayısız yırtık sarı can yeleklerineHerbiri kaç sığınmacı cana mal olan

Mavi gözlerine Kara lekeler dolanSarı lekeler dolanBaşı geyikli Ege Dağları Geceleri denizden gelen İnsan çığlıkları ile uyuyamıyorDili tutulmuş dinliyorDurgun ve sessizYa çok şey biliyorYa da herşeyden habersiz

Sözbirliği etmişler Paylaşımcı devletlerEfendi devletlerAmerikaAlmanya İngiltereFransa Rusya VesaireBirbirlerine göstererek dişlerini Bombalıyorlar Suriye Dağları’nıDağlar inliyorYer yarılıyorTaş toprak savruluyor

Kaçışıyor bebek gözlü ceylanlarEge Dağları’ndaki geyikler bundan habersiz

Kentler KöylerEvler yanıyor yıkılıyorKurşuna diziliyor insanlarBoğazlanıyorKaçışıyorlar Sırtlarında mitiliKucaklarında Aylan Bebekleri Bilmedikleri bir denizdeKaranlık çökünce mavi sularaDoluşuyorlar itiş kakışFındık kabuğu gibi teknelereLastik botlara

Bir kolboyu uzunluğundaki denizOkyanus oluyor AşılamıyorTekneler devriliyor Botlar patlıyor Sönüyor umutlarSönüyor hayatlarYurdundan sürülmüş sığınmacılarSaçılıyor dalgalaraDalgalar taşıyorlar sahile Aylan bebekleri Sonra sırtlarından atıyorlar kumlara Nefessiz

Duyun Ezo GelinlerDuyun bebek gözlü ceylanlarAşkların Adalar Denizi’ndeBitez yalısına varmadan kıyametler kopuyorSiz de çıkın Suriye dağları’nın başınaNen eyleyin nen eyleyinGel kara yazılım gel eyleyinAylan Bebeklere el eyleyin

BİZİM ORALARDA5

Bizim oralarda kuşlar uçardıKanatları da kuşSeherde sabaha Gün batarken yuvaya hasretKuşlar öterdiSesleri de kuş

Bizim oralarda çiçekler açardıHepsi de çiçekDağların ovalarınTaşı toprağıAğacı otu çiçeklenirdiKokusu da çiçek

Sevgililer vardı bizim oralardaTepeden tırnağa sevgili Sevdaları gerçek Aşka akardı sularAşka eserdi rüzgarBaharlarda Aşka yürürdü börtü böcekMevsimler de aşka dönerdi

Kocalar çalışmaya giderdiOğullar askereÖznesiz yatardı gelinlerIslak yastıklara uyanırlardı TekilYaşlılarsa SessizMütevekkilTesbih çekerlerDualar okurlardıDuaları da ıslak

Bir kız vardı bizim oralardaGiyinir kuşanırSaçına gül takardıDuvar sıvasına gömülü Kırık aynanın önünde dururAşka umutlanırAşka bakardıGözü yollardaOkul tatillerini beklerGünleri ayları sayardıYıllar da yetmediHasret en çok bizim oralarda yaşanırBilemezsinizHasreti de hasret

- 39 -

Page 42: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

BÖLÜK BÖLÜK6

Çok çiçek vardı yaylamda çokToplar toplar saçlarına takardımSen bütün çiçeklerin toplamıydınOnlarca tomurcuk yüzlerce goncaydınGözlerin çiçek bakardıBaharlar seninle gelirÇiçekler seni kokardı

KardelendinKarı delip bahara açanÇiğdemdin en narininden Mor sümbülÇiçekleri ışıltılı navruzPembe menevşeydinDağlara kokular saçan

Yiyecek içeçek dedilerYoldularİlaçtır şifadır dedilerYoldularTarlaydı otlaktı dediler Yağmaladılar yokettiler çiçeklerimizi Köklerini söktülerSattılar yaban ellereKuruttular dağlarımızıTalancı beyinlerParagöz beyinlerMiyop beyinler

Çok orman vardı yaylamda çokDağımın mezdasıMezdaların7 hasıydıÖyle eğri büğrü değilDimdik yükselirDosdoğru yürürdü gökyüzüneBir genç kızın kolları kadar daYumuşak ve esnekti dallarıSen sallandıkça o dallarda Yerinden fırlardı kalbim Seni tutmak için havalarda

Saklambaç oynardık Ağaçların arasındaSıkı saklanırdınBulamam diye korkardımNefesim kesilirdiBulunca bir dal arkasında seni

Yakalardım saçlarındanSaçların ıpıslak sevda kokardıEllerin ardıç

Keven aralarında eşlerini çağıran Aşık keklikleri vurdularCoğrafyam aşksız kaldı Salepleri söktüler Orkide oldu salonlara sığındıSevgi köksüz kaldıReçine kokulu ormanları kestilerToprak çıplak Toprak öksüz kaldıÇaylar kuruduDereler sel yatağı oldu

Doğa bölük bölükBen bölük bölüğümVurgun yedikYağmalandık bölük bölükYüreğimdeZamansızlığa sakladım sizleriSeni ve her şeyi Yüreğim bölük bölük

AŞKA SÖZÜM YOK8

Ruhun kaç mevsimi var bilir misinKaç döngüsü bir yıl içinde bir gün içindeSabahtan akşama dekKaç kez değişir havası Dumanlanır dağlarıBir göz kırpmalık zamandaKaç kez açar Kaç kez solar sevdası

Ruhun kaç hâli var bilir misinYalın hâli örneğinKaça ayrılır Vurgun yiyince Hangi rengin kaç tonuna boyanır üst üsteKaç kez kesilir soluğuKalabalıklar içinde yalnızlaşıncaTek başınalığı sevdanınKaç türlü yaşanırKaça katlanır hasret

Ruhun kaç çeşiti var bilir misinMilyarlarca bedendeMilyarlarca mı dersin Biri diğerinden farklıHer biri tek örnek Belki de bu nedenleİnsan eşleşmezÖzdeş değildirSözdeş olur sadeceAşka sözüm yok

1_ Osman Gökçe. Bornova, 20.01.20162_ Osman Gökçe. Döndü Kızlar, Etki Yayınları, 2012, İzmir http://www.osmangokce.com/siirler/57-adin-dondu3_ Osman Gökçe. Bornova, 27.04.2013Sabah Gülü, Zeus Kitabevi, 2014, İzmirhttp://www.osmangokce.com/siirler/354-yaamak4_ Osman Gökçe. Bornova, 18.12.2015http://www.osmangokce.com/siirler/547-aylan-bebekler5_ Osman Gökçe. Gerence Koyu, 16.08.2015Yanımda Durun Hatıralar’danhttp://www.osmangokce.com/siirler/545-bzm-oralarda6_ Osman Gökçe. Bornova, 09.04.2017http://www.osmangokce.com/siirler/625-2017-04-23-15-15-517_ Mezda: Göknar8_ Osman Gökçe. Bornova, 12.10.2015http://www.osmangokce.com/siirler/541-2015-10-22-16-19-39

- 40 -

Page 43: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

ÖZGEÇMİŞ

Orman Yüksek Mühendisi, Ressam, Öykücü

1949 yılında Antalya’da doğup, lise ortalarına dek orada okuduktan sonra, İstanbul Pendik Lisesini ve ardından İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesini bitirdi.

Kamu görevlisi olarak Anadolu’nun birçok köy, belde ve illerinde 36 yıl çalıştı, Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Mustafa AKAYDIN’ın başkan olması ve kendisine ihtiyaç duyması üzerine emekli oldu, 5 yıl danışmanlığını yaptı.

Bu sırada KAKTÜS MEDYA Genel Koordinatörlüğü, Kaktüs Dergisi’nde yazı dizisi yazarlığı ve Gazete KAKTÜS’te köşe yazısı yazarlığına başladı. Halen yazarlığı sürdürmektedir.

Evli ve iki çocuk babası, üç minik torun dedesidir, Antalya’da yaşamaktadır.

Sanatsal Çalışmaları:

A) RESİM SANATI

1995 yılına dek yaptığı resimlerini yok etmiştir. Bu tarihten sonra şantiyelerde orman arazilerinin haritalanması çalışmaları yaparken grafik çizime yöneldi, tablolarını sıra numarasıyla adlandırarak korumaya ve arşivlemeye başladı.

1996 yılından sonra çizimlerine renk vermeye, boyutlarını büyütmeye başladı. Ancak geçimine yeten bürokrat gelirine yük olduğundan, kendi boyasını üretme arayışına girdi, yıllarca boyar maddeler ve tutkallar içinde

Özcan ÇELTİKdebelendi. Birçok tablosu atıldı gitti. Bu çalışmaların ardından özgünlüğü oluştu.

Tabloları herkesten ayrı olarak;1) Polyester tabanlı çizim kâğıdı üzerine,2) Halı ve kilim iplerinin halk tarafından renklendirilmesinde kullanılan bitkisel kökenli boyar maddelerle ürettiği özel boyalarla,3) Mesleğinin etkisi sonucu; insan bedeni ya da tablo konusu objeye düşen ışığın, kaynaştırılmadan, tek renk kullanılarak haritalaştırılmasıdır ve4) Yapılış sırasına göre sayı verilerek üretilmiştir.

ANSAN (Antalya Sanatçılar Birliği Derneği) üyesidir.1) ANSAN karma sergilerine,2) ANTÇEV karma sergilerine,3) Altın Portakal karma resim sergilerine katıldı.4) Antalya 1 ve 2. Uluslararası Resim Festivalinde stant açtı, tablosu en çok alıcı bulan ressamdı.5) Antalya Silence Beach Tatil Köyü açılışında ve Antalya Titanic Tatil Köyü’nde konusu nü olan kişisel sergilerini açtı, bu sergileri sırasında kamu görevlisi olduğu için, hiçbir tablosunu satmadı.6) Nü konulu resim yapmaya ara verip, hayranı olduğu ATATÜRK’ün bir dizi tablosunu yaptı. Görevinde sürgünler başladığı ve Antalya ile ilgisi kalmadığı için, bu tabloları satışa açık şekilde Antalya Tenis İhtisas Kulübünde sergiledi, tablolarının tamamı alındı.

Çoğunluğu alıcıların elinde, arşivinde fotoğrafları ve özellikleri korunan 642 tablosu bulunmaktadır.

B) YAZIN SANATI

Çoğu insanın yaşadığı ‘’ilk gençlik şairliği‘’ dönemini ıskalarsak;

Hemen herkes, gördüğü, izlediği pek çok şeyi anlatma gereksinimi duyumsar, paylaşabileceği insan olursa anlatır, sonra da belleğinden siler atar. Bazıları ise bulunduğu ortamı daha ayrıntılı gözler, gözlediklerine yorumlar ekler, değiştirir, ‘’ Şöyle olsaydılaştırır, ortamı ya da olayı, ya da ondan esinlenerek düşün dünyasında öyküleştirdiğini hemen silemez, hepsini de seslendiremez, paylaşamaz…

Özcan ÇELTİK de onlardan biridir; yazmayı seviyordu, yazarak rahatlıyor ama resimlerine yaptığı gibi, onları da yok ediyordu.

Artık yazılarını da koruyor, öykü, deneme ve köşe yazıları olarak arşivliyor. İnternette blog yazarlığı yaparak meraklılarıyla paylaşıyor.

Özellikle öyküleri dikkatle izleniyor.

C) FOTOĞRAF SANATI

Fotoğraf çekmeyi, fotoğrafa bakmayı, bir fotoğrafa bakarken, çekildiği zamana ilişkin çekenin duygu ve düşüncelerini kestirmeye çalışmayı, fotoğraftaki ortamı yaşamaya, duyumsamaya çalışmayı seviyor.

[email protected]: 0 532 354 26 00Konyaaltı / ANTALYA

- 41 -

Page 44: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 42 -

Page 45: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

KISMEN YAŞANMIŞ, BİR HÜZÜN ÖYKÜSÜ

HİÇ KİMSEYLE KONUŞMAYAN ADAM

- YARIN YENİ BİR YAŞAMA BAŞLA… HER YENİ GÜNÜ YENİ BİR YAŞAM BAŞLANGICI SAY… BİR DE BÖYLE DENE BAKALIM…

___________________

SÖYLEDİKLERİ ASLINDA KADINA DEĞİL, KENDİSİNEYDİ DE KADINI ETKİLEMİŞ AMA KENDİNİ İNANDIRAMAMIŞ MIYDI?

KİM BİLİR…

El ayak çekilince, kıyı boyunca uzanan bulvarın deniz kenarındaki kaldırımına elli metre arayla yerleştirilmiş olan banklarda, sıkı sıkıya sarılışıp, fısıldaşarak oturan, zaman zaman boyunlarını içeri çekip, yandan yandan, gelip geçenlere göstermemeye çalışarak öpüşüveren, en çok da birbirinin nefesini koklamakla yetinmek zorunda kalan sevgililer, birer ikişer kalkıp ayrılığa doğru uzaklaşırlardı.

Boşalan banklar, kısa bir süre sonra gececilere hizmet vermeye başlardı; üstleri başları dökülen, kiminin koltuk altında, kiminin yan cebinde, gazeteye sarılı ucuz içki şişesi olan, elleri kara, yüzleri kara, arkasına basılmış ayakkabılarından taşan topukları kara gececilere… Yanlarında getirdikleri okunmuş gazete tomarını yalpalaya yalpalaya da olsa, düşe kalka da olsa, kendilerince özen içinde açar, banka serer, sonra, kendi meskenlerinde olmanın dinginliğine uzanıverirlerdi.

Bu kesimde sokak lambaları genellikle yanmazdı. Yanmasını isteyen de pek yoktu zaten.

Belediye arada bir patlamış ampulleri değiştirirdi ama üç beş gün sonra yine eskisi gibi kararırdı ortalık. Onlar da bıkmıştı yenilemekten.

* * *

Bu gece daha karanlıktı… Kapkaranlık… Uzaklardan geçen teknelerden uzayıp gelen cılız yakamozlar, düzenli aralıklarla kayalara çarpan dalgaların sesi olmasa, yerin - göğün olmadığı sınırsız bir boşluktaki tek nesneydi sanki bankta oturan kadın. Çok seyrek de olsa geçen araçların far ışığı siluetini belirginleştiriverdiğinde, sol tarafındaki tacıyla dev bir kitleye dönüşen ağacın yaprakları üzerindeki yağmur damlacıklarından şavkıyan ışıklar, havai fişek saçılışına benzer bir ışıltı oluşturuyordu.

Yağmurun çiselemesi durmuştu bir süre sonra. Sihirli bir değnek, sanki yalnızca siyah kullanılarak yapılmış bu tabloya uzanmış, griliklerle görüntüler işlemişti; rüzgâra dönüşen esintinin itelediği

- 43 -

Page 46: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

zifir rengi bulutların yerine, yere daha yakın beyaz bulutlar gelmiş, o beyazlıktan yansıyan kent ışıkları kara - sarı desenleri yaratmıştı. Belli belirsiz de olsa, bankların hepsinin dolduğu gececilerin üzerlerine çektikleri sera naylonlarındaki yansımalardan seçilebiliyordu.

* * *

Kadın hala kıpırtısız oturuyordu. Omuzları yükselmiş, ıslanan uzun saçları yapıştığı için başı küçülmüştü. Onca büzüşmüşlüğünden, üşümekte olduğu anlaşılıyordu.

Beklenmedik bir çabuklukla doğruldu, paltosunun ceplerinden ellerini çıkarmadan kaldırımın kıyısına ilerledi, altı-yedi adım sonra, çok da yüksek olmayan ahşap korkuluğa dayandı, öylece kaldı.

Rüzgârın artmasıyla dalgalar büyümüş, kayalara çarpma sesi gürültüye dönüşmüştü. Gri köpükler ürkütücüydü. Doğanın uysal durağanlığı gitmiş, korku filmlerindekine benzer, uğursuz bir karmaşa başlamıştı.

Rüzgârın hızı, dalgaların kayalara vurma aralığı, o şekliyle süregidiyordu… Uzun boylu, dal gibi kadın, gidişindeki evecenliğin tersine, koşmaktan yorulup ta tükenmişçesine bir yavaşlık, bir bükülmüşlükle banka geri döndü, ortaladı, aynı yere oturdu.

Derin bir nefes aldı, bir süre tuttu, ansızın bıraktı… İçinde iğrenç bir koku kaldı. Sanki kokuyla birlikte bir şeyler dolmuştu içine de genzine sıvanıp kalmıştı.

- Bu mevsimde böyle kokar… Berbat değil mi?

Öylesine etkiliydi ki ses, içinde

olduğu tüm ortamdan, tüm duygulardan kurtuluvermiş, daha ilk hecesinde boş bulunup sıçramış olmasına karşın, sonrasında derin bir dostluk, yakınlık, anlatılması mümkün olmayan bir eskiden beri güvenirlilikle dönüp arkasına baktı. Sanki sıradan yaşamındaki çok yorucu bir günün gece uykusunda kötü bir düş görmüş de uyanıvermişti ve yine olağan yaşamındaydı.

Gözlerini kısarak görmeye çalıştı ama yalnızca karaltısını seçilebildi.

- Lütfen görmeye çalışma. Haydi… Dön önüne, yalnızca bir ses olduğumu düşün…

- Tamam…

- Üşüyor musun?

- Çok değil…

Uyuyan birisini uyandırmaktan korkarcasına bir özen seziliyordu dalga patlamaları arasında yaklaşan ayak sesinde. Bir hışırtı duydu, omzuna konan naylon parçasının yerleştirilişine öne doğru eğilerek yardımcı oldu, iyice sarınıp sırtına yaslandığında, adamın nefes sesinin uzaklaşmadığını algıladı… Tam arkasında dikiliyor olmalıydı. ‘’Korkmalı mıyım?‘’ diye düşündü, ürperdi…

- Haydi, şimdi tekrar derin nefes al…

Bu güne dek böyle bir sesle hiç karşılaşmadığını düşündü, içini nemli, pis kokan havayla doldururken. Öksürerek boşaltmak zorunda kaldı… Bu ani püskürüş genzindeki kokuyu biraz temizlemiş gibiydi.

- Bu mevsimde böyle kokar. Yosun kokusunu da, ıslak asfalt kokusunu da, içkiliysen, içki kokusunu da bastırır. Doğada bir

tek o vardır sanki… İşin garibi, solunumun olağanken ayırdında olmazsın, alışır gidersin de, derince soluyuverirsen içine dışına sıvanır…

- . . .

- Boynuz ağacı… Yanımızdaki muhteşem ağaç… Her kış sonu narin, minicik çiçeklerini böylesine ağır kokusuyla göstermeye çalışır. Kokusu olmasa, etli, parlak, koyu yeşil yapraklarının parıltısı arasında çiçeklerini fark etmezsin bile…

- Benden ne istiyorsunuz?

- Bir şey istiyor gibi miyim?

Kalkıp gitmek istiyordu. Gece yarısının çoktan geçildiği bir saatte, ıpıssız bir yerde, karanlıkların içinden çıkagelen, henüz yüzünü bile görmediği bu adamdan korkmalıydı ama sesinden ayrılamıyordu.

- Bir şey istemiyorum. Bana konuk olan sensin.

- Nasıl?

- İnsanlar evlerine gittikten, sahil boşaldıktan sonra bu bankların gececileri gelir. Ben de bu bankın gececisiyim. Herkes yerleşti yerine, uyudu… Benim hüzünlü bir konuğum var… Ve kendisinden ne istediğimi soruyor… Yooo! Kalkma lütfen...

Sağ omzuna konan el kalkmasını uysalca önledi. Sol tarafından uzanan diğer elde ezilmiş, bükülmüş bir sigara paketi vardı. Bir süre kararsızlıkla baktı, sarındığı naylonu aralayıp, paketten kıvrılarak çıkabilmiş sigarayı çekti, dudaklarının arasına yerleştirdi, parlayan ateşe uzattı. Çakmak ışığında, uçları kesik yün eldivenden fışkırmışçasına çıkmış, ince, narin parmakları, o parmaklara hiç yakışmayan uzun,

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 44 -

Page 47: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

kirli tırnakları gördü.

Bu bank onunmuş… Evsiz barksız bir sokak serserisiydi arkasındaki adam… Bu bankta geceleyen bir ayyaş, bir tinerci, bir gaspçı belki… Böylesine bir ses, böylesine düzgün bir dil ve böylesine şiirsel bir vurgulama sıradan bir serseride olabilir miydi peki?

Sigaranın dumanını derin derin solurken düşüncelerini yine o büyülü ses böldü…

- Az önce kötü şeyler düşündün, kötü bir şey yapacaktın, vazgeçip döndün banka. Belki de içindeki tartıyı tamamlayamamıştın. Bir daha düşünmeyi yeğledin…

Yeniden gerçek yaşamına sıçrayıvermişti bu anımsatmayla.

- Konuşmak ister misin?

- Hayır.

- Bekledin, gelmedi…

- …

- Ve bu ona tanıdığın son fırsattı, kullanmadı… Sevdasını son sınamandı…

- Mutlu olmak benim de hakkım değil mi?

- Mutluluk göreceli bir kavram; bu kentin en zengin adamı, falan şirketi de holdingine alamadığı için kendini mutsuz hissederken, çalışanlarından biri, taksitle bir motosiklet aldığı ve işine artık bisikletle gidip gelmeyeceği için çok mutludur…

- Nesin sen? Filozof mu?

- Yarın yeni bir yaşama başla… Her yeni günü yeni bir yaşam başlangıcı say… Bir de böyle dene bakalım…

- Kolay mı sanki…

- Sana bağlı… Bu anı, bu dinginliği yaşayabilecek miydin o gelseydi? Dün böyle bir gece yaşayabileceğini söyleseler inanır mıydın? Bak, bir anda yepyeni bir süreç başlayabiliyor insanın yaşamında…

‘’Bu sesi duyabilecek miydim ya da?’’

Bir dinginlik mi yaşıyordu gerçekten? Yeni bir süreç mi başlamıştı? Adam yönlendiriyor, öyle olduğunu sandırmaya mı çalışıyordu yoksa?

Bir süre suskunluk oldu. Omzundaki elin artık olmadığını, rüzgâr ve dalga sesleri arasından süzülüp gelen nefes sesinin artık duyulmadığını ayırt edip kalktı, sırtından kayıp, ayaklarına dolanan sera naylonundan çırpınırcasına kurtuldu, çılgınca dönendi bulunduğu yerde, üç adım bir yana, beş adım öbür yana koştu…

- Nerdesiin?

- …

- Lütfeen, nerdesiin?

- Kes zırlamayı be kadın!

- Burada da rahat yok yahu…

- İnanmıyorum yaa!

Diğer bankların sakinlerini uyandıran çığlığı boğazında düğümlenmiş, bulunduğu yerde kalakalmıştı. Sonra, öylesine yürüdü yolun kenarında…

* * *

Arkasından gelen bir aracın far ışığı çoğaldı, çoğaldı, maviler, kırmızılar karıştı, gölgesi iyice belirginleştiğinde duran araçtan inen adamın yaklaşan ayak seslerini önemsemedi ama koluna yapışan güçlü el yürümesini önledi.

Yüzüne tutulan el fenerine bakamadı, başını eğdi.

- Kimliğini göster!

Fener ışığı yüzünden indirilince mavi ve kırmızı ışığı sırayla yanıp sönen polis aracını algıladı. Gelen ikinci memur da el fenerini yüzüne tutmuştu ama hemen indirdi…

- Aaaa! Öğretmen hanım! Ne arıyorsunuz buralarda, bu saatte? Islanmışsınız da…

- Tanıyor musun?

- Evet… Aynı sokakta oturuyoruz…

Kendisini tanıdığını söyleyen polise baktı aracın arka koltuğuna oturunca. Hiç anımsamıyordu yüzünü.

- O banklardaki insanlar…

- Size bir şey mi yaptılar yoksa? Dönelim hemen!

- Yoo… Tanır mısınız onları?

- Hemen hemen hepsini… Suç işlemezler. Kendi halinde evsiz barksızlar… Bazen toplarız, koyacak yerimiz olmaz, ‘’gidin!’’ desek gidecek yerleri yok… Yapacak bir şey yok yani… Kendilerince paylaşmışlar bankları…

- Boynuz ağacının yanındaki bankta kalanı tanıyor musunuz?

- Haa… O en tuhaflarıdır. Ortaya çıkalı çok olmadı. Kimliği yok, adını bilmiyoruz, hiç de konuşturamadık… Hiç kimseyle konuşmayan adam… Belki de samut…

Sustu… HİÇ KİMSEYLE KONUŞMAYAN ADAM kendisiyle konuşmuştu, o unutulmaz ses tonuyla içine dışına sıvanmıştı.

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 45 -

Page 48: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Kapısının önüne kadar götürdü polisler.

- Sizin için yapabileceğimiz bir şey var mı?

- Hayır. Teşekkür ederim. Ben iyiyim.

İçlerindeki sorulamamışlar bakışlarına yüklenmişti polislerin, ama selam verdiler, ışıklar saçan arabaya binip, uzaklaştılar.

* * *

Ertesi gün yeni bir yaşam başlamıştı onun için; kendini dipdiri buldu geç saatte uyandığında. Cumartesiydi, okul yoktu… ‘’Tam avarelik yapılacak gün…’’ diye düşündü.

Duş aldı, saçlarını bile kurutmadı, eşofmanlarını giyip dışarı çıktı, magazini az gazetelerden aldı, denizi de gören pastanenin cam kenarındaki masasına yerleşti, kendine bir kahvaltı istedi, çayından ilk yudumu alırken çalan cep telefonunu el çantasından biraz da yabancılayarak çıkardı, arayanın kim olduğunu merak bile etmedi, bir daha açmamak üzere kapadı.

Dönüşte, köşedeki taksi durağındaki yaşlı sürücüyle konuştu bir süre, anlaşmış olmanın keyfiyle evinin yolunu tuttu.

* * *

Tam gece yarısı olduğunda apartmanın önünde kendisini beklemekte olan taksiye bindi. Üzerinde aynı, ince, siyah paltosu vardı. Dün geceki…

Boynuz ağacına yaklaşınca durdurdu taksiciyi, dönüşüne dek bekleyeceği köşeyi gösterdi, o banka gitti, tam orta yerine oturdu.

Bugün yağmur yoktu. Gökyüzü

yıldız yıldız, deniz sessiz, kıpırtısızdı. Boynuz ağacı coşmuş, denizin kokusunu bastıran kötü kokusunu koyuvermişti yine. Dudaklarının arasına kıstırdığı sigarayı yakmadı, arkasından yaklaşacak ayak sesini, o, tırnakları kirli ama zarif elin uzatacağı ateşi bekledi…

Diğer bankların gececileri birer ikişer geldi ama o bankınki gelmedi…

Ertesi gün de gelmedi…

Ertesi gün de…

* * *

Yeni yaşamına başladığı sabah magazini bol gazetelerden alsaydı, Akdeniz ilavelerinin sağ alt köşesinde ‘’SAHİLİN HİÇ KİMSEYLE KONUŞMAYAN ADAMI ÖLÜ BULUNDU‘’ haberini belki görmüş olacak, beklemeyecekti.

Cesedini balıkçılar bulmuştu deniz kenarında.

O da bir tartıdaydı da bitirmiş miydi? Onun sesi yeni bir yaşam başlatmıştı; söyledikleri aslında kadına değil, kendisineydi de kadını etkilemiş ama kendini inandıramamış mıydı? Kim bilir…

06.11.2006, Antalya

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 46 -

Page 49: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Songül YEL

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 47 -

ÖZGEÇMİŞ

1991 Tarsus’ta doğdu. İlk ve orta öğrenimini Tarsus Lütfiye Benli İlköğretim Okulunda tamamladı. 2010’da Tarsus Cumhuriyet Lisesinden mezun oldu. 2011’de Çankırı Karatekin Üniversitesi Orman Fakültesi Orman

Sanata olan düşüncelerini, duygularını şu şekilde dile getiriyor;

Kaligrafi; yani güzel yazı yazmanın ön şartlarından biri kaligrafi alfabesinin yapısını detaylı bir şekilde bilip yansıtmaktır. Bunun bilincinde olarak yazmaya başlarken çok yazı yazmak değil yazının farklı tekniklerini kullanmaktır. Farklı yazı tarzlarının, farklı kültürlerle yansıtılması kaligrafi sanatının duygularla iç içe olduğunu göstermektedir. Herkesin uğraştığı bir hobisi olduğu gibi ben de kaligrafiye başlarken ince teknikleri öğrenip uygulayarak başladım. Güzel bir yazının ortaya çıkması için yazılarımda oran-orantı, zarafet, ahenk ve teknik malzemeler (kalem, fırça, mürekkep ve kâğıt) gibi sanatımı icra edecek görselliği, ön plana katacak yöntemler kullandım. Bunların yanı sıra hayal gücümde canlandırdığım şekilleri, ahenkleri yazılarıma yansıttım. Yaptığım bu çalışmaları paylaşmak ve insanlara yararlı bir kaligrafi öğretmeni olarak ilerlemek, gelecek kuşaklara bir şeyler bırakmak benim için büyük bir onur olacağını düşünüyorum.

Mühendisliği Bölümünü kazandı ve 2015’de mezun oldu. 2015’de bu bölümde yüksek lisans eğitimine başladı ve halen devam etmektedir. 2016’da Çankırı Kenbağ fidanlığında orman mühendisi olarak çalışmaya başladı.

Page 50: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

1960 Trabzon doğumlu. 1980, Fatih Eğitim Enstitüsü, 1992, K.T.Ü. Orman Fakültesi mezunu. Aynı fakültede yüksek lisans ve doktora eğitimlerini tamamladı. Yurdun çeşitli yerlerinde öğretmenlik ve idarecilik yaptı. Kurum değiştirdikten sonra orman kadastro komisyonlarının her aşamasında görev aldı. 2001 yılından bu yana ormancılık araştırma enstitülerinde çalışmakta.

Dağ ve göl sevdalısı. Fotoğraf çekmek için mi dağlara çıkıyor, yoksa hazır oralara kadar çıkmışken mi fotoğraf çektiği konusunda kararsız. Ama her ikisi de onun için vazgeçilmez.

Fotoğrafları çeşitli ulusal yarışmalarda dereceler aldı, dergilerde yayınlandı. Karma fotoğraf sergilerine katıldı.

Dr. Süleyman ALKAN

- 48 -

Page 51: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

Dr. Süleyman ALKAN

- 49 -

Page 52: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 50 -

Page 53: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

Süleyman DİNGİLÖZGEÇMİŞ

Isparta’nın Keçiborlu İlçesinde 1937 yılında doğdu. İlkokul ve ortaokulu Keçiborlu’da, liseyi Burdur’da okudu. İstanbul da Orman Fakültesinde okurken yaz aylarında Uluslararası Öğrenci Değişimi Örgütü kanalı (IASTE) ile birkaç kez Avusturya ve Almanya’ya staj için gitti. Çorum’un Kargı İlçesi Köprübaşı köyünde askerliğini yedek subay adayı öğretmen olarak yaparken tüm ülkeye ve tüm insanlara okuyarak, yazarak yaklaşmanın önemini anladı. Daha sonra ormancılık mesleğinde de Antalya Ormancılık Araştırma Kurumunda okumanın yazmanın içinde buldu kendini. Orada beş araştırma

sonuçlandırarak yayımlandı. Ayrıca meslek yayın organlarında makaleler yazdı. İstemeden Antalya’dan uzaklaştırılınca sevdiği ormancılık mesleğini bırakarak yeni bir mesleğe başladı: Turizm Rehberliği. Okuma-yazma uğraşısını yeni mesleğinin yanı sıra sürdürüyor. Rehberler arasında “Bitkilerle Anadolu” adlı kitabı ile tanınmaktadır. Kitapları ve yayımladığı makaleleri her iki mesleği de birleştiren yazılardan oluşmaktadır. Antalya’da rehberlikle ilgili konferans ve söyleşileri yanı sıra 2008 yılı Antalya-Nürnberg 10. Yıl kardeş kent kutlamaları davetlisi olarak, “Bitkiler ve Mitoloji” adı altında Nürnberg’de iki ayrı konferans

“TANRILARIN ARABALARI” KİTABININ YAZARI ERİCH VON DAENİKEN KAPADOKYA’DA *

vermiştir. 2008 yılında; Olympos Rotary Kulübü tarafından turizm dalında “Meslek Hizmet Ödülü” ne layık görüldü.

Yayımlanmış bazı yayınları;

· Bitkilerle Anadolu (1990),· Frigya’dan Pamfilya’ya (1994),· Die Türkei auf den ersten Blick

und Antalya (1993),· Yirminci Yüzyılımız Aydınlanma

Şafağında Türkiye (1998),· Ormanın ve Ormancının

Romanı (2006),· Pan ve Panik (Bir Rehberin

Anıları) (2012),· Ormancı ve Turizmci

(Makaleler) (2014).

Erich Von Daeniken adını duymayan hemen hemen yoktur dünyada. Eğer insanlar okuyorlarsa. Okumuyorlarsa nereden duysunlar ki!

Elimde tuttuğum ve “Tanrıların Arabaları” adını taşıyan kitap, 1990 yılı baskısı ve üzerinde 56. baskı diye yazıyor. Erich Von Daeniken, biz rehberler için ilginç bir kişilik. Arkeologlar için ise, bir “şarlatan”. Neden derseniz, tüm arkeoloji şaheserlerini, Piramitlerden

tutunda, Aztek eserlerine, Sümer eserlerine kadar her şeyi, “Gökten tanrılar geldi, onlar yaptı bütün bunları.” diye açıklıyor da ondan.

Arkeologlar, haliyle Erich Von Daeniken’e “Şarlatan” diyecekler. Bu İsviçre’nin ilginç adamı tüm arkeolojik buluntuları, tüm tarihi öylesine iyi incelemiş ki, her şeyi öyle iyi tanıyor ki, tüm detayları, “Tanrıların Arabaları” adlı kitabında açıklıyor, yazıyor ve bu eserleri gökten gelen tanrılar yaptı diyerek, işi bileni bilmeyeni bütünüyle şaşırtıyor.

Ksanthos’ta Harpyler Anıtı

- 51 -

Page 54: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

“Bu kitabı yazmak cesaret isteyen bir işti; okumak da aynı şekilde cesaret isteyecektir. Kapsadığı kuramlar ve kanıtlar, geleneksel arkeolojinin özenle kurulmuş mozaik yapısına uymadığı için, belki bilginlerimizce, “sözü edilmemesi gereken kitaplar” sınıfına sokulacaktır. Geçmişimizi araştırmanın, geleceğimizi araştırmaktan çok daha çekici ve serüvenli olabileceği gerçeği karşısında halk, belki kabuğuna çekilip, orada kurduğu dünyada yaşamayı seçecektir.” (Tanrıların Arabaları, sayfa 7)

Erich Von Daeniken hakkında çok yazıldı, çizildi. Gerhard Gadow, “Tanrıların Arabaları Yok.” adlı kitabında, “İsviçreli Erich Von Daeniken, ‘Tanrıların Arabaları’ adlı kitabında atalarımızın uzaylılar tarafından ziyaret edildiklerini söylüyor. Okuyucular ve eleştirmenlerin bu öneriye seve seve inanmaları sonucu, kitap kısa zamanda 500 bin baskı yaptığı gibi, birçok olumlu yorumlara da hedef oldu. (Örneğin, ünlü “Stern” dergisi, Schliemann ile Daeniken arasında ortak yanlar aradı.)” diye kitabına giriş yapıyor. (Tanrıların Arabaları Yok, sayfa 11)

Yine aynı kitabın 110. sayfasında, Gerhard Gadow, “Bütün söylediklerinin aksi ispatlanmış olsa bile, yazar, dilediği kadar dünya çapında bir arkeolog rolü oynayabilir. Tanrıların Arabaları’nda henüz adını bile doğru dürüst aktaramadığı ‘Tiahuanaco’ hakkında birçok eser okumakla övünebilir. Bütün bunlar doğru değerlendirmelerin ve ehil kimselerin çalışmaları ile kıyaslandığında kaybolmaya mahkumdur!” diyor.

Yıl 1996 Mayıs’ın 23. günü. Kapadokya’da Kaymaklı yer altı

şehrindeyiz. Küçük bir Avusturyalı grupla kapıdayız. Aşağıya ineceğiz. Giriş kapısının önünde birçok makine ve birçok genç çalışan var. “Ne yapıyorsunuz ne bu gereçler, bu makinalar?” diyorum. “Burada Erich Von Daeniken için film çeviriyoruz.” diyorlar. “Erich Von Daeniken burada mı?” diyorum. “Yok, o Kayseri’de.” diyorlar. Biz Kaymaklı yer altı şehrine iniyoruz. Yarım saatlik bir gezi. Gezi sonrası yer altı şehrinden çıkıyoruz. Dışarda biraz aşağıda sağlı sollu dükkanlar var. Orada yürüyoruz. Benim gruptan birkaç müşteri, “Erich Von Daeniken. Erich Von Daeniken.” diye bağırıyorlar. Önümüzde sağda bir dükkân, önünde dükkân sahibi, onun yanında tipik bir adam. Tıknazca, bir başkası da onların yanında. Otomatikman ben ortadaki adama doğru gidiyorum. Direkt Almanca olarak, “Siz Erich Von Daeniken misiniz?” diye soruyorum. Onlar o arada aralarında İngilizce konuşuyorlar. O hemen bana dönüp, Almanca “Evet.” diyor. “Siz kimsiniz?” “Aa Tourism Ministerium Guide” boynumda asılı kokartımı okuyor. Almanca, “Siz burada rehber misiniz?” diye soruyor. “Hayır, ben Antalya’dan geldim.” diyorum. “Bakın, “diyor. “Ben burada bir film çeviriyorum. Filmi çeşitli televizyon kanallarına vereceğim. Ondan sonra buralara o kadar çok turist gelecek ki, siz rehberler başınızı kaşıyacak zaman bulamayacaksınız.” diyerek esprili bir konuşmaya giriyor. Çok neşeli, matrak bir adam.

Bu arada benim grubumda bulunan Avusturyalı müşterilerimden bazıları bizim resmimizi çekiyorlar. Daha sonra veda edip oradan ayrılıyoruz. Müşterilerim, ilerdeki günlerde çektikleri resimleri bana gönderiyorlar.

Erich Von Daeniken ile Kaymaklı’ da

Ben orada görüyorum ki resimlerde Erich Von Daeniken, dükkân sahibi ve bir kişi daha var. O, röportaj yapan bir kişi. Benim araya girmemle röportaj kesildiği için, röportajcı bana kızgınca bakıyor. Ama ben orada bütün bunların farkında değilim. Ancak resim elime geçtikten sonra bunları fark edebiliyorum.

Erich Von Daeniken’in Kapadokya’da çektiği bu filme ne oldu, hangi televizyonlar aldı, nerede ve nasıl gösterildi bilmiyorum. Kapadokya’da yer altı şehirlerini Erich Von Daeniken’e göre tanrılar nasıl yaptılar, ne şekilde kurdular, bunları bugüne değin görmek bana kısmet olmadı. Matrak bir masal da olsa çekilen filmi görmek isterdim, doğrusu...

(*) Süleyman Dingil, Rehberant Dergisi, Ekim, Sayfa: 31-33, Antalya, 2008.1. Daeniken, Erich Von. Tanrıların

Arabaları. Cep Kitaplar, İstanbul, 1992.

2. Gadovv, Gerhard. Tanrıların Arabaları Yok. Koza Yayıncılık, İstanbul, 1974.

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 52 -

Page 55: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

PAN GÖLÜ

“On kilometre uzunluğunda bir gölün, -İncesu Gölü de denir- doğusundan, Göktepe eteklerinden doğan Menderes, on kilometre ötede Akdağ’ın doğusundan batar, batısından, Dinar’ın kuzeyinden yeniden yeryüzüne çıkar. Ege denizine doğru yüzlerce kilometrelik bir akışla, kendi adıyla anılan kıvrımları yaparak, Halikarnas Balıkçısının özellikle vurguladığı gibi, Anadolu uygarlıklarını batıya doğru sürükler, götürür. Binlerce yıl, tapmak süslemelerinde, tiyatrolarda, resimlerde, mozaiklerde baş süsleme motif olarak, tüm sözlüklere de aynı adla “Menderes” (Meander) sözcüğü ile girmiş, üzerine söylenceler düzülmüş bir ırmaktır Menderes Irmağı.

Keçiborlu-Sandıklı yeni asfalt yolu üzerinde suyun çıktığı yere, bugün “Eldere” denir. Birkaç basit köy lokantası, suyun çıktığı yerde, biraz yukarılarda, balık lokantası olarak çalışır. Göl, bir göl olarak görünmez buradan. Çünkü sazlar, kamışlar tüm gölü kapatmıştır. Yukarılardan bakılınca, sazların arasında bir küçük ırmak kıvrıla kıvrıla batıya doru uzanır gider. Sazlar arasında çeşitli su kuşlarının sesleri duyulur. Meke, ördek ve adları ne ise öbürleri, sazların dışında, lokantaların yakınlarında ara sıra görünür, birbirlerini kovalarlar da... Acaba binlerce yıl gerilerden bunlar mı kalmıştır günümüze. Ama gölün içinde bugün de bir el değmemişlik sezilir, duyulur gibidir. Karşı dağlar, tepeler sık ormanlarla örtülüyken, flütün yapımcısı, müziğin ustası, keçi ayaklı Pan buralarda yaşarmış.

Aniden insanların karşısına çıkınca, insan paniğe kapılırmış. Küçükken Göktepe’nin büyük bir bölümünün ormanlarla kaplı olduğunu ben de anımsarım. Küçüklüğüm oralarda geçti.

Çocukluğumda bir yaşlı nine, Kral Midas’ı anlatırdı. Tabii adına Kral Midas demezdi. “Bir kral varmış, gece gündüz paralarını sayarmış. Tanrıya yalvarır yakarırmış bana çok para ver, çok altın ver diye. Günün birinde isteği gerçekleşmiş: Çatalı tutmuş altın olmuş, kaşığı tutmuş altın olmuş. Ekmeği tutmuş ekmek altın olmuş, ısıramamış, yiyememiş. Kızını sevmek istemiş, eli değince kızı altın olmuş. Tanrıya, tanrılara tekrar yalvarmış, yakarmış, kurtarın beni diye. Tanrısı, tanrıları affedici, bağışlayıcı imiş; affetmişler, bir daha böyle açgözlülük etmemiş”.

Böyle anlatılırdı. Benim anılarımda bir başka olay canlılığını hiç yitirmez. İbiş Dayın vardı bir zamanlar, derler. Ben onu hayal meyal anımsıyorum. Ucu Sivri Tepesi’ne çıkar, kavalını öttürmeye başladı mi, tüm Keçiborlu halkı sessiz sedasız olur, onun kavalını dinlerdi, derler. Ucu Sivri Tepesi, Keçiborlu ile İncesu Gölü arasında. Gerçi daha ötede göle yakın Akdağ var. Bu Akdağ’ın doğusunda küçük bir ovanın içinde bu göl, Strabon’un, Cevat Şakir’in sözünü ettikleri göl, İbiş Dayı öyküleri hep Pan’ın öykülerine benziyor. Birinci Dünya Savaşında hep savaştan kaçmış, yedi kardeşi, Yanya’da, Yemen’de, Sina Çölü’nde, Çanakkale’de ölmüş, O ise hep kaçmış.”

Bugün Pan Gölü’nde pırıl pırıl, şırıl şırıl bir su akar kayalıkların, taşların arasından. Su, batıya doğru, ok gibi fırlar, Pan Gölü’nü oluşturur. Turna balıkları, ok gibi, batıya doğru, doğuya doğru sazların arasında yüzer. Göldeki kamışların hepsi Pan’ın servi boylu sevgilileri Sirinkslerdir. Sirinks, Pan’ın sevgilisi, su perisidir mitolojide. Gölde yüzerken Pan’dan korkmuş, tanrılara yalvarmış, beni kamışlara çevirin diye. Oysa o zamanlar Olimpos’un tek tanrısı Dionisos yaşarmış Akdağ’ın doruklarında. Zeus falan yokmuş daha. Dionisos, aşağıdaki ovada, Keçiborlu tarafında, daha ötelerdeki Senirkent ovalarında, en güzel üzümlerden en güzel şarapları yaparmış. Daha ötelerde Burdur dimnitlerinden kırmızı şarabı, Senirkent üzümlerinden Senirkent şarabını yaparmış. Satirlerle, bakhalarla, su perileriyle içerler, Frigya dağlarında, Lydya bağlarında sabahlara kadar eğlenerek, coşarak dağları, taşları inletirlermiş.

- 53 -

Page 56: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

ÖZGEÇMİŞ

1993 Mut (Mersin’de) doğdu. İlk ve orta öğrenimini Mut Gazi İlköğretim Okulunda tamamladı. Öğrenimine devam ederken resim kursuna başladı. Yarışmalara ve sergilere katıldı. 2012’de Mut Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi Veritabanı Programcılığı bölümünden mezun oldu. 2016’da İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Orman Mühendisliği Bölümünden mezun oldu. 2017’de İstanbul Çobançeşme Fidanlığında orman mühendisi olarak çalıştı.

2017’de özel sektörde iş sağlığı ve güvenliği uzmanı olarak çalıştı. Şu anda Mersin Orman Bölge Müdürlüğünde orman mühendisi olarak çalışmaya devam ediyor. Kendini ve sanata bakışını şöyle tanımlıyor:

Çalışmalarımda spritüal oluşumları seviyorum birebir yansıtmasa da alt metni buna dayalı denebilir. Spritüal olgu insanın kendi mistik yolculuğu, kendini keşfetme yolculuğu. Bir yandan tek başına, diğer yandan sarılarak ve el ele. Bu yönde atılan her adım aslında kendi iç dünyamıza attığımız adım.

Ayırt etmeden sevdiğim bütün renklendiricileri kullanıyorum. Bu sprey boya da olabilir, oje de. Karakalem çalışması da olabilir, pastel boya da. Bu zamana kadar yaptığım kara kalem, yağlı boya, karalama çalışmalarımdan satışlarım oldu. Hayattan isteklerimiz hayatın bize verdiklerine ve aldıklarına göre değişip yeniden şekilleniyor. Şu noktada ise satmak değil yarına biriktirmek, anılarıma sahip çıkmak istiyorum. Belki küçük bir sergi gelebilir yakında. Kim bilir? İnsanlara ulaşalım, hayatlara dokunalım; kısaca sevdiklerimiz ve isteklerimizle var olalım yeter. Var olun!

Sultan POLAT

- 54 -

Page 57: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

Tarık Barbaros PİLEVNE

Kitapları:Yılı Adı Konusu 1997 KAOS Şiirler2001 ÇEVREMİZ Çevre Araştırma 2004 BİR YAPRAK DÜŞTÜ USULCA Öykü – Makale2013 YAŞAMA DAİR Kültürel Deneme2014 DENİZLİ BEŞLİSİ 3. YAYIN Tarih – Makale2014 DENİZLİ BEŞLİSİ 4. YAYIN Öykü – Anı2015 BİZDEN ANILAR Ortak Anı Kitabı2016 GÜNDÖNÜMÜ Şiirler

Bildirileri: Yılı Adı Yeri 1996 Dünya Ormancılık Kongresi Antalya1999 Sanayileşme ve Kentleşme Sempozyumu Denizli2002 Dünya Katı Atık Birliği Zirvesi İstanbul 2003 1. Ulusal Ormancılık Kongresi Ankara 2008 TMMOB Kent Sempozyumu Denizli2017 4. Ulusal Ormancılık Kongresi Antalya

Ödülleri:Yılı Ödülü Veren Kuruluş Konusu 2001 Delikliçınar Rotary Kulübü Meslek Ödülü2002 Türkiye Ormancılar Derneği Yılın Ormancısı2014 Delikliçınar Rotary Kulübü Başarı Ödülü

ÖZGEÇMİŞ

1952 yılında Denizli İli, Sarayköy İlçesi’nde dünyaya geldi. Babasının iş yaşamı nedeniyle Ankara, Artvin ve Karadeniz Ereğlisi’nde bulundu. Düzce Orman Tekniker Okulu ve Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunudur. Orman Genel Müdürlüğü’ndeki görev süresini 1997 yılı sonunda tamamlayarak emekli oldu. Bu tarihten itibaren DOÇEV’in 15 yıl boyunca idareciliğini yaptı. Denizli Sanatsevenler Derneği ve Denizli Doğa Derneği Başkanlığı, Pamukkale Arama Kurtarma ve Doğa Sporları Derneği ve Denizli Hayvanları Koruma Derneği yönetimlerinde bulundu. Gazete, dergi ve TV’lerde doğa ve çevre konulu yazıları ve programları; şiir, öykü, anı, kültürel deneme, doğa ve çevre alanlarında yayınlanmış sekiz eseri; ulusal ve uluslararası alanlarda bildirileri, araştırma ve incelemeleri vardır. Denizli’de yayınlanan DEHA gazetesinde yirmi yıldır köşe yazısı yazmaktadır. Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Atatürkçü Düşünce Derneği Denizli Şubelerinde eğitimci ve danışman, CHP Denizli İl Disiplin Kurulu ve Türkiye Ormancılar Derneği yayın komitesi üyesidir. Öğretmen Huriye Pilevne ile evlidir.

- 55 -

Page 58: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

GÖK ÇAKŞIR

Savaş dönemlerinden geriye, orduların bıraktıklarının yanında, insanların izleri de kalır. Öykümde bu izlerin peşinde yürüdüm ve bu yol üzerinde unutulmuş kişileri ve onların maceralarını aradım. T. B. P. Denizli – Temmuz 2017

Dere tabanından aniden yükselen çopur yüzlü yamaçların bitiminde kara gölgeli çalılar vardı. Bu yorgun ve yanık kayalıkların kasvetini artıran, vadiye yuvarlanan taşlardan kalan çiçek bozuğu yüzeyleriydi. Bu izler binlerce yıllık tarihin unutulmuş, okunmamış sayfalarıydı sanki. Tepelerdeki koyu ardıçlar, şekilsiz kızılçamların arasından boy göstermeye çabalıyordu. Kayalara tutunmaya çalışan pırnalların, ahlatların arasındaki pembe çiçekli bademler, mor çiçekli taş kekikleri, bu yoksul toprağın gülen yüzüydüler sanki. Balarıları da en çok onlara rağbet ediyordu zaten. Karşılardan keklik alayının şakırtısı geliyordu. Günün erken saatleriydi. Loş karanlık bir türlü terk etmiyordu vadiyi, gün ışığına kavuşmak için saatler vardı daha. Kuzeyden serin esen yel ise köyün yaşlılarını, çocuklarını üşütüyordu. Mehmet, taş duvarları çamurla örülmüş, toprak damlı evinin önündeki dibek taşına oturmuş Emirali’yi bekliyordu. Ondokuz yaşın zindeliğiyle; basık, dört köşe bedeniyle; gücü, kuvveti ve sabırsızlığıyla. Bugün Buldan’ın dokuma pazarıydı, az sonra yola çıkacaklardı…

Kuzeyden dar bir kanyon halinde Diribollu köyünü kucaklayan Narlıdere, aşağı yamaçlarında mağaralar oluşturuyor, genişliyor ve Yenice kasabasına kavuşuyordu. Buradan sonra yolları batıya yönelmiş, Oğuz köyün altından Güney – Buldan şosesine ulaşınca yokuşa sarmışlardı. Yol boyunca sıralanan çekirdeksiz bağları beygir çiftiyle sürülmüştü. Bu havalanmış, kesekli, kırmızı toprak; binlerce yıldır usanmadan insanlığa bereketini sunuyordu. Asmaların tomurcukları kabarmıştı. Yakında budamaya girilirdi. Yürümece üç saat çekiyordu kaza merkezi; konuşarak, gülüşerek yol aldılar. Arada, arkadaşına belli etmeden kısa ve kalın parmaklarıyla cebindeki gümüş mecidiyeleri yokluyor, sayıyordu; her seferinde denkti, ne güzel! Bunlar için ne çok çalışmıştı! Nar suyu satmış, çobanlık yapmış, yevmiyeye gitmişti. Bir türkü tutturdu, sesi yanık ve içtendi: “Yücedağ başında bir top kar idim / Yağmur yağdı ılgıt ılgıt eridim…” Boz renkli bir erkek tavşan önündeki çalıdan kalkıp, dere içindeki böğürtlenin altına sığındı, görünmez oldu. Gülümsedi, önemli işi olmasa uğraşırdı onunla, koşarak çok tavşan yakalamıştı böyle; kendine güvenirdi, çevikti. Gün kuşluğa varmadan menzile ulaştılar. Ahşabın sıcaklığı ve kibarlığı ile yamaçlara sıralanmış kırmızı kiremitli evleri, küçük alanlıkları, mescitleri ve çeşmeleriyle huzurlu bir yerdi Buldan. Erken saatte dualarla açılan pazaryeri, canlı ve kalabalıktı. Satıcıların önünde el tezgâhlarında dokunmuş ipek peştamallar, işlemeli üstlükler, alacalar; çarşaflar, mendiller, sofra örtüleri, havlular; Buldan bükülüsü/bürümcükler, kökboyalı ham bezler kır çiçekleri gibi renkli ve desenli alıcı bekliyordu. Var olan değerin, ürünlerin çoğu kadınların emeği ve hüneriydi ama onlar ortalarda görülmüyordu. Siması yabancı

olmayan birine Arabacı Yahya’yı sordular; en güzel çuha kumaşları onun dokuduğunu; şalvar, cepken ve camadan için ne kadar kumaş gerektiğini, hepsini biliyordu. Sormuş, öğrenmişti önceden; alta giyilen yünden dokunmuş gök rengi çuhadona “Çakşır Menevrek” deniyordu. Şalvarın boyu diz üstünde kalmalı, cepken ve camadanla aynı kumaştan olmalı, bel kısmına ayrıca uçkurluk dikilmeliydi. Kara kaytan ipekle baldırları ve göğüslüğü sık işlenecekti. Bu işlemeli kapamalar gök rengi efe kıyafetinin üzerinde ağır bir hava yaratıyordu. Çakşırın ağ kısmı düz ve oldukça geniş olacaktı, malzemeden kaçmayacaktı, usta ağını üç metre bile tutsa olurdu, efeye rahatlık verirdi. Kısa geniş paçaları diz kapağında büzülecekti. Uçkurluk, kırmızı ketenden olacaktı. Örgülü uçkur ise bağlandıktan sonra belden bir karış daha sarkacaktı işlemesiyle. Gün ikindiye varmadan efe kıyafetinin malzemesini, ölçüsünü terziye vermiş, kalan parayla lokantada kavurma yemişlerdi…

Boğaziçi yamaçlarında erguvanların çiçeklendiği, çırpıntılı sularının bahar rüzgârlarıyla kucaklaştığı İstanbul’un büyülü sabahlarındandı. Bir haftadır kentin altını üstüne getiren isyancılar; kendilerine katılan mollalar ve softalardan oluşan kızgın bir kalabalıkla evlerde ve sokaklarda mektepli subay arıyorlardı. İstanbul’a asayişi sağlamak için Rumeli’nden getirilen ve Taşkışla’ya yerleştirilen avcı taburları seçkin birliklerdi. Subayları ise çete savaşlarında pişmiş genç ve yiğit insanlardı. 1909 yılının, eski takvime göre 31 Mart’a denk gelen 13 Nisan gecesi, başlarındaki çavuşları ile Beyoğlu gecelerinin yorgunu subaylarını etkisiz hale getirerek, “Şeriat İsteriz!” naralarıyla Sultanahmet’e yürümüşlerdi. Karşılarına çıkan

- 56 -

Page 59: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

bazı bakan, milletvekili ve subayları linç eden kalabalık, henüz dört ay önce açılan Mebusan Meclisine yönelmişti. Otuz bin mevcutlu muhafız alayının kumandasındaki isteksizlik ve etkisizlik, bu birliklerin de isyancılara katılmalarına neden olmuş, sayıları çoğalmıştı. Genç hükümetin istifa etmesine ve kurulan yeni kabinenin tavizlerine rağmen bu başsız ve ayaksız kitle ile anlaşmak mümkün değildi. Akıldışı isteklerin sonu gelmiyordu. İstanbul, basılan ve yakılan paşa konakları, katledilen insanlar ve geceler boyu açılan yaylım ateşleri ile ağır bir tehdit altındaydı. Ellerindeki listelere göre kelle avcılığını sürdürenlerin baş destekçisi olan Derviş Vahdeti, Volkan Gazetesi’nde halkın ve askerin dinî duygularını kışkırtarak isyanı körüklüyordu. Sultan, sarayında kımıldayamaz haldeydi. Payitaht, kâbus gibi geçen bu zor günlerde kurtarıcısını bekliyordu. Konumu ve varlığıyla bu isyanı bastırabilecek yegâne askeri birlik; Mahmut Şevket Paşa komutasındaki Selanik merkezli 3. Orduydu. Bu bünyede oluşturulacak bir kuvvetle derhal harekete geçilmeli, bu gerici isyanın önü alınmalıydı. Rumeli’ndeki yerel güçler ve azınlıklarla da takviye edilen birliğin başına Selanik Redif Alayı Kumandanı Hüseyin Hüsnü Paşa; Kurmay başkanlığına ise zeki, bilgili, cevval, güzel konuşan, sarışın ve mavi gözlü bir adam; Kolağası Mustafa Kemal Bey getirildi. Bu ordunun isim babalığını da yine bu genç subay yapacaktı: Hareket Ordusu…

Birkaç günlük hazırlıktan sonra Selanik’ten trenle yola çıkıp Hadımköy’e ulaşan Hareket Ordusunun karargâhında, kumandan dışında bütün subaylar umutluydu. Yaşlı ve yorgun Hüsnü Paşa, İstanbul’a yaklaştıkça vesveseleniyordu. Mustafa Kemal, başarıya olan inancıyla onu

sakinleştirmekte, bir yandan da isyancılara ve halka yönelik emirler ve bildiriler hazırlamaktaydı. Hareket Ordusu’nun hızlı ve kararlı ilerleyişi, İstanbul halkına büyük moral ve güven aşıladı. Yol boyunca gönüllüler, bir köşede üzüntüyle olanı biteni izleyen aydınlar, subaylar Hareket Ordusuna katılmaya, Milletvekilleri ve Ayan üyeleri ise Yeşilköy’de toplanmaya başladılar. Hadımköy ve Halkalı bölgelerindekiler, Mustafa Kemal’in detaylarıyla hazırladığı planlar kapsamında karma kollar halinde İstanbul üzerine yürüdüler. Kentin önemli noktalarının ele geçirildiği, isyancıların maneviyatının bozulduğu ve halkın kurtarıcılarını sabırsızlıkla beklediği haberleri geliyordu. Harekâtı Selanik’ten dikkatle izleyen Mahmut Şevket Paşa hemen yola çıktı ve birlik Yeşilköy’e ulaştığında komutasını devraldı. Hareket Ordusunun Kurmay Başkanlığını da Binbaşı Enver Bey üstlendi. Oysa Mustafa Kemal’in aldığı önlemlerle bu uğursuz yangın söndürülmüş, İstanbul’un kurtuluşu sağlanmış; geriye yönetsel sorunların çözümlenmesi ve asilerin cezalandırılması gibi hususlar kalmıştı. Kazanılmış bu zaferin şerefini üstlenmek ise Mahmut Şevket Paşa’ya ve Enver Bey’e düşmüştü. Birkaç gün sonra yeniden toplanan Mebusan Meclisi; II. Abdülhamit’i bu ayaklanmadan sorumlu tutarak tahttan inmesine ve yerine V. Mehmet Reşat’ın geçmesine karar verdi. Bundan sonra kurulan hükümetler, İttihat ve Terakki’nin mutlak yönetimine geçti. Devlet artık İttihat önderleri; Enver, Talat ve Cemal Paşaların devletiydi. Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Balkanlardaki Osmanlı toprakları ise Fransız İhtilalinin düşünsel sonuçlarından olan milliyetçilik akımlarının etkisiyle kaynayan kazanlara dönmüştü...

Denizli’den Alaşehir – Uşak yönüne giden kervanların yolu üzerindeydi Diribollu köyü. Moğol baskısıyla Batıya akan ve yüzyıllar öncesinde buralarda yurt tutan Türkmen Beyleri; havası suyu sağlam, meşesi gür, toprağı verimli yeri iyi tanırdı. Yol, nehir, orman ve tarım alanlarının kesiştiği bu yerler, tarih boyunca da önemli uygarlıkların merkezi olmuştu. Adını, yakınındaki antik kent Tripolis’in Türkçeye evrilmesinden alan Diribollu köyü de, yerleşim alanının darlığına rağmen verimli toprakları, nar bahçeleri, geniş otlakları, üretken ve çalışkan halkıyla yaşamını sürdürebilen bir yapıya sahipti. Narlıdere’nin yatağının genişlediği yerlerdeki taban araziler ve Büyük Menderes kıyısındaki dolgu topraklar köydeki herkese yetiyordu. Başkentteki saltanat mücadeleleri, fırka-parti çekişmeleri, saray entrikaları bu dağların özgür ve temiz havasında soluklanan Anadolu insanını hiç mi hiç ilgilendirmiyordu. Yurdun bu yalın ve yalnız köşesinde yaşam, yerle gök arasındaki tüm canlılar için saygın, sürekli, alçakgönüllü ve olması gerektiği gibi sürüyordu. Diribollulu Mehmet ise gök rengi efe kıyafetini tamamlayacak olan tozluk, uçkur, şal kuşak, içlik, üstlük, mintan, oyalı mendil ve kozalı fesin hayallerini; yeni giysileriyle bayram sabahı köy meydanına çıkacağı günlerin düşlerini kuruyordu. Oysa İstanbul’un gündemi farklıydı. İmparatorluğun varlığını sürdürebilmesi ve bu geniş topraklarda türlü çeşitli ırka, dine, mezhebe mensup insanları zapturapt altında tutabilmesi için askere; Anadolu’nun insan kaynağına, köylü genç erkeklere, yani Diribollulu Mehmet oğlu Mehmetlere ihtiyacı vardı…

Sultan Hamit’in tahttan indiğini, Sultan Reşat’ın tahta çıktığını kasabadakiler, şehirdekiler

- 57 -

Page 60: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

biliyordu. Buradakiler ise bir yerlerde işlerin kötü gittiğini, kendi gençlerinin bu nedenle bir yerlere gönderileceğini hissedebiliyordu yalnızca. Nitekim Arnavutluk ve Yemen isyanları sürerken, Trablus ve Balkan savaşları kapıda iken hükümet Anadolu’da yeni bir askere alma eylemine başladı. Rumeli’ndeki bazı sancaklardan, Arap tebaadan, Lazlardan, Kürt ve Türkmen göçer aşiretlerinden asker alamayan Osmanlı; Anadolu’nun bağrındaki evladı Mehmet’i beş yıl nizamiye, yedi yıl redif olmak üzere on iki yıllığına vatan hizmetine çağırıyordu. Kanuna göre Mekke, Medine ve İstanbul halkından olanlar, sakatlar, din adamları/mollalar ve gayrimüslimler askere alınmıyordu ama Kaza Müftüsünün elindeki bez torbadan “asker oldum” kurasını çeken Mehmet, Müslüman’dı; sağlıklıydı ve bedel ödemeye gücü yoktu; yani hazır askerdi. Yirmi gün izinli olduğu bildirilip, görevden kaçmaması yolunda nasihat edilerek diğerleriyle birlikte köyüne yollandı Mehmet…

Buldan’da terzi ustasından teslim aldığı, heybesine koyup evine döndüğü akşam giyindi kıyafetini; beğendi. Soyundu, özenle katladı, çıkınladı tekrar. Hükümetin işi belli olmazdı, bir sabah kapıya dayanan zaptiye çavuşu “hadi gidiyoz” deyiverirdi. Anası tutup kollayabilir miydi ki bu kıymetli emaneti! Birden aklına geldi; bitişikteki halasına koştu. Babasının ölümünden sonra kendisine en yakın davranan insandı. Hörü Kadın da yaşlı bir duldu ama yamandı ha! Sözünün eri, erkekleşmiş bir Anadolu kadınıydı. Gözünün önünde oymalı ceviz sandığın en dibine koydu bohçaladığı efe giysisini. “Mübarek olsun. Düşmana müsaade etme! Tez git, tez gel.” diyerek…

Balkanlarda Arnavutluk ve

Makedonya dışında toprağı kalmayan Osmanlı, Mustafa Kemal Bey, Enver Bey gibi gönüllü subaylarının, yerli aşiretler ile birlikte sürdürdüğü umutsuz Trablusgarp savaşı yanında, Arnavut isyanları ile de uğraşıyordu. İsyancıların Karadağ’a sığınması üzerine buraya asker sevk edilmesi ile Balkan savaşları başlamış oldu. Türk ordularını apansız çökerten, anlaşılmaz bir uyuşukluk ve basiretsizlikti. Bozgun havası karabasan gibi ordu üzerinden milletin tepesine çöktü. Kendisinden vatan savunması beklenen ordu, şaşkın ve çaresizdi. Sırp, Yunan ve Bulgar ittifakına karşı alınan ağır yenilgiler, teslimiyet ve ihanetler, bozgunlar ve göçler, göçler… “İstanbul’un yangını, Rumeli’nin bozgunu, Anadolu’nun salgını” günleriydi. Milyonlarca Türk - Müslüman unsur, evlerini köylerini, ata topraklarını boşaltarak; kağnılarla, öküz arabalarıyla doğuya, daha doğuya yürüyordu. Önlerinde artlarında ise garip ve bozulmuş bir ordu; hayvan ve insan ölüleri, karda çamurda tren istasyonlarına, köprü ayaklarına, kasabaların giriş çıkışlarına, ta İstanbul kapılarına kadar yığılan perişan bir kalabalık…

“Bu hengâmenin ortasında kalan Mehmet, Bosna savunmasında Sırplara esir düşer. Çalışma kamplarında eziyetlerle geçen iki yıllık esaret hayatı, Osmanlı’nın elindeki tutsaklarla takas edildiği güne kadar sürer. Bu acı günlerden kalan ise bir Sırp’ın saldırısında gözlerinden birinin görme yetisini kaybetmesidir. Bu arada büyük dünya savaşı ve Osmanlı topraklarında “seferberlik” başlar. Yeşil atlas kumaşlı Sancak-ı Şerif, 24 Kasım 1914’te Hazine-i Miri’deki yerinden çıkarılır ve Cihad-ı Ekber ilan edilir. Boğaziçi’nin egemenleri, Alaman dostlarının yanında küresel bir paylaşım senaryosunda rol üstlenirler.

Ortaklığa koydukları değer ise Anadolu çocuklarının kanı ve canıdır. Nitekim savaşın sürdüğü dört yıl boyunca, yedi cephede milyonlarca şehit ve kayıp verildi. Balkan’dan dönen trenlerin Sirkeci’de indirdiği Mehmetler, önce Selimiye kışlasına getirildiler. Birkaç gün sonra da Çanakkale Savaşının en kanlı sahnelerinin yaşandığı Anafartalar cephesine gönderildiler. 10 Ağustos 1915’de Saat: 4.30 da Albay Mustafa Kemal’in emriyle düşman siperlerine süngüyle dalan ve 20000 şehit vererek Conkbayırı’nı ele geçiren kahramanların içinde o da vardı. Aynı muharebelerde düşman zayiatı 25000’di. Havadaki çürümüş et kokusundan nefes almak güçleşiyor, kara bulut gibi çöken karasineğin ıstırabı, sol bacağındaki şarapnelin ağrısını bastırıyordu. Kısacık düşlerinde ise bürümcüklü içliğiyle, mor ipekli mintanıyla, mavi çakşırlı ve mavi cepkenli zeybek kıyafetiyle görüyordu kendini; köyünün camisinde, çeşmesinde, meydanında…”

Cephede hasmına yenilmeyenler, mütareke masasında emperyalizme teslim oldular. Fakat aşağılanma belgesini, Sevr’i reddeden bir avuç kalpaklı işgale karşı duracak, Anadolu’da milli mücadeleyi başlatacaktı. Ordunun yarısının terhis ve kaçak olduğu günlerde Diribollulu vatan görevini aksatmadı. O, Kurtuluş Savaşı’nda Fahrettin Altay’ın süvarilerindendi. Kılıç, ucuz bir demir parçasıydı ama onu değerli kılan, sağlam bir bilek ve akıttığı kanda titremeyen namuslu bir yürekti. Onda her ikisi de fazlasıyla vardı. Bu bilek ve yürek Sakarya’da savaştı. Emirdağı’nda ay ışıksız bir gecede, yalınkılıç düşman çadırlarının arasına daldı, can aldı. Kaynar suya bir avuç un katıp papara yaptı, teneke üzerinde buğday kavurdu kavurga yedi. Yaralandı, yaralandılar… Aşılmaz dağları aştılar, geçilmez vadileri geçtiler. Ahırdağı zirvelerini

- 58 -

Page 61: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

atlarının nallarına çaputlar sarıp sessizce dolandılar. Dar geçitlerden, patikalardan inip gün doğarken Sincanlı Ovası’nda Yunan’ın ardına düştüler. Panikle dağılan beş tümen talihsiz insan, Dumlupınar’da çevrildi, imha edildi. Sonra, Akdeniz’e doğru zaferin ışıklı yoluna, düşmanın kanlı izine terli ve köpüklü atlarını sürdüler. Yakılan, yıkılan köylerde süngülenen gelinleri çocukları gördükçe daha çok kinlendiler, esir almadılar. Kordon Boyuna varınca atlarından indiler. İçlerinde ilk kez denizi görenler vardı. Diz çöktüler, çelikten zırhlılara yumruk sıktılar, mermi yaktılar. İzmir’in dağlarında çiçekler açarken, şehir yanıyordu. Yağmaya, talana kalkışmadılar…

Alaşehir yönündeki kervan yolundan gelen adamın üzerinde toprak rengi tozlu asker giysisi, omzunda kirli bir torba asılıydı. Hafiften aksamasına rağmen, köye yaklaştıkça hızlanıyordu sanki. O gece dolunaydı. Ay, yoksul damların üzerinde gümüş bir tepsi gibi asılıydı. Kendini gecenin yorgun kollarına bırakan köy halkı uyuyordu. Evlerde ışık ve hareket yoktu. Sazlıklardaki kurbağaların bağırtısı, Ağustos böceklerinin vadi boyunca hiç dinmeyen uğultusuna karışıyordu. Bütün bu sesler bazen bir gece kuşunun kayalık yamaçlardan yükselen çığlığıyla duruyor, donuyor, bir zaman sonra yeniden başlıyordu. Yabancı yaklaştıkça sokak aralarındaki köpek havlamaları arttı. Hörü Kadın’ın evinin önüne gelince durdu, kocakapının demir tokmağını vurdu. Bir gaz lambasının sarı/solgun ışığı, sıvası dökük kerpiç duvara yapışmış gibi duran üstü mertekli pencereyi aydınlattı. Yazmalı bir kadın başı gölgesi camda belirdi durdu, seslendi:

“Kim o?” “Benim Hala, Mehmet...”

Yabancı gelmeyen bu sese yöneldi yaşlı kadın, araladığı kapının ardından yine baktı, yine baktı… Bu yanık yüzlü kocaadam, Mehmet olamazdı ki! Bir hışır oğlandı askere gittiğinde, hem ölmemiş miydi o? Severdi yetim yiğenini; şehitliğini kasabalıdan duymuş, üzülmüş, hayrını/duasını yapmıştı ardından…

Alçak tavanlı odaya hanidir bir giren oturan olmamıştı, bakır maşrapayla su uzattı. Tahta sedire kendini bırakan yorgun adamın ayaklarının ucuna çöktü; dizlerini döve döve anlattı: Yüzündeki derin çizgiler, gözyaşlarına pınar oldu, yol oldu. Anasını, bacısını, köyde ölen kalanları, seferberlik yıllarını, kendi gibi bilinmez yerlere gidip dönmeyenleri… Sonra, dağlarını karakol tutan Efsun zulmünü; köylerinin yakılışını, sürgünleri, katliamları acılı bir ezgi gibi, ağıt gibi anlattı ağladı, ağladı anlattı. Millici bilinenlere katı düşmandı, en çok da kaçarken bozguna uğramışken can almış, kan dökmüştü kahpe cavır; Buldan’da, Güney’de, Yenice’de asmış, kesmiş, soymuş, süngülemişti. Yüzlerce ocak söndürmüş, evleri, köyleri, mescitleri yakmış, yıkmıştı...

Çocukken de böyle suskun muydu, yoksa bir hal mi olmuştu buna? Neden konuşmuyordu? Biri kapalı gibi duran gözlerini önüne dikmiş, öyle susuyordu. Yürürken de aksıyordu zaten. Neler görmüş geçirmişti kim bilir? Bunca ırak yerlerden, uzun zamanlardan sonra çıkıp gelmiş, kendi kapısına dayanmıştı. Sanki söyleyeceği var da, diyemiyordu:

“Eee Mehmet! Hade, sen anlat bakem…” “Emanet…” “Ne diyon?” “Goca Hala, efe kıyafetimi ver.”

Yaşlı kadının yüzündeki çizgiler kasıldı, çıngır mavi gözbebekleri ufaldı, donuklaştı: Yıllar öncesinde bir kış günüydü; avlusuna eşek yüküyle odun boşaltan köyün garibi, çıplağı Gımıcık Hasan’ı anımsadı. Tozlan Tepesi’nden esen serin yelin eli ayağı bıçak gibi kestiği o karlı günde eline birkaç kuruş tutuşturmuş, uzaklaşırken ardından bakmış, canı acımıştı. Üstü başı lime limeydi, çuha donu, kirli göyneği yama tutmaz olmuştu; ardından seslendi: “Üle Hasan! Eğleşive biyol…”

Evine girdi, çıktığında elindeki pazen bohçada Mehmet’in zeybek giysileri vardı…

Tek odalı evin tabanına serili hasırın üstünde küçük esmer kafalar sıralanmıştı. Üzerlerinde ince bir yorgan örtülüydü. Kapıya yakın yerde çocukların anası yatıyor, kerpiç duvarın oyuğunda küçük yağ kandili yanıyordu. Uçkurunu toplayarak paytak adımlarla ayakyolundan dönen Hasan’ın üzerinde sakil ve eğreti duran o giysi vardı; zaten başkası yoktu ki, gece günüz giydiği buydu. Dar sokaktan kararlı adımlarla eve doğru geleni görünce korktu, şaşırdı, kısacık adam iyice ufaldı. Yabancı yaklaşıyordu; önünde durdu, kabardı, mintanının yakasından tuttu: “Soyun ülen!”

O sabah ellerinde bakraçlarla suya gelen kadınlar, kızlar çeşmeye yaklaşamadı. Bazıları söylenerek evlerine kaçıştı. Sonraları köyün yalınayak çocukları çoğaldılar birer birer; çevreleyip, çömelip merakla izlediler, bacağını çelip çeşmenin yalağına oturan sakallı, tuhaf adamı. Üzerinde solmuş, eskimiş, kirli ve garip bir kıyafet vardı, gök rengiydi…

- 59 -

Page 62: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı

Dr. Yalçın YEŞİLKAYA

ÖZGEÇMİŞ

1949 yılında Erzincan’da doğdu. İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesinden 1971 yılında mezun olduktan sonra mesleğe başladı. 1979 yılında Edinburgh Üniversitesinde Havza Amenajmanı ve Hidroloji dalında doktora çalışmalarını tamamladı. Uzman araştırmacı olarak çalıştığı T.C Orman ve Su İşleri Bakanlığından 1998 yılında emekli oldu. Evli ve bir kız evlat ve bir kız torun sahibidir. 33 yıldır heykel çalışmalarını sürdürmektedir. Heykelde klasik anlamda gerçekçi çalışmalar arasında büste ağırlık vermektedir. Boy heykellerde sporcu veya emekçiler gibi dinamik figürleri tercih etmiştir. Rölyef çalışmalarında da aynı temaları işlemektedir. Son yıllarda 8 cm kadar küçük boyutlu büst çalışmalarına bulunmaktadır. Realizmin yanı sıra abstrak heykelin ifade gücüne inanmıştır. Ülkemizde başta heykel olmak üzere güzel sanatların tüm dallarını geliştiren Mustafa Kemal Atatürk’e minnettardır.

- 60 -

Fotoğraflar: Dr. Süleyman ALKAN

Page 63: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

Orman ve Av / Sanat Özel Sayısı - 61 -

Page 64: Sanat Özel Sayısı ve Av · sanatı da kendisi gibi özgün. Kendisini rekreasyon sanatçısı olarak tanımlıyor. Doğada ... İyi bir ormancı, iyi bir demokrat, iyi bir insan

TOD - Türkiye Ormancılar DerneğiTuna Caddesi No:5/8 Kızılay-ANKARA Tel: 0312.433 84 13 Faks: 433 26 64 www.ormancilardernegi.org

ÜYELİK AİDATLARI için;   Türkiye Ormancılar Derneği Ziraat Bankası Yenişehir Şubesi (Şube Kodu: 471)   IBAN TR250001000471397751395002  (TL Hesabı)   Hesaplarımıza yapacağınız üyelik aidatı ve diğer ödemeleriniz için Türkiye'nin tüm Ziraat Bankası şubelerinden kesinlikle herhangi bir masraf alınmayacaktır.

Derneğimizin yıllık üyelik aidatı 60 TL’dir.