Moving forward or backwards? - YediHilalstatic.yedihilal.org/files/magazine/docs/1429019484... ·...
Transcript of Moving forward or backwards? - YediHilalstatic.yedihilal.org/files/magazine/docs/1429019484... ·...
HaziranI Sayı 10
/Yedihilal
/Yedihilal
Moving forward or backwards? We are experiencing a unique situation in this century. Communication and other various technologies
are in an advanced position. People consume these high tech industrial toys in every way. Reaching the
information is very easy however, information overload makes the knowledge polluted. Especially the
youth likes to play with these cutting edge technologies. No one thinks about the side effects of these
products. The young generation or so-called generation Y acts with no borders except the one placed for
them . The border is covered with the lines and the networks that were created by the tech companies.
When we observe the behavior of this generation, it is clear that they posses conformist and selfish
attitudes. The modern life should have given to the youth a more sharable and an ethical way of life.
However, instead of moving forward we are going backwards to the lonely way of life and people who
put forward their personal advantages are more important than that of the public interest.
When we look at the situation from a personal perspective compared to a global perspective, we see no
difference in between. We thought that modern life with open communication would bring us the
freedom in every way. Egypt was one of the places to test these so-called ultra high western values.
During the liberation of Egypt everyone was calling the success of open networking and freedom of
speech with virtual communication. Suddenly this open network created governments that certain
countries didn’t want created. Thus, they didn’t even say a word about the curial coup d’état in Egypt.
Same thing happened in Syria. Very high western human values in the western world chose to protect
their high valued interests. Thus, In order to protect Israel, none of these countries have tried to stop the
destruction that has been going on for the past three years now. Ukraine is not a different story. The cold
war is coming back. Elected government demolished for western interests hence Ukraine lost its land
for sake of energy disagreements. The supporters of the unrests in Ukraine didn’t even protect
Ukrainian land.
Everything is going back to the Middle ages in a modern way. We are loosing our dignity globally and
personally youth is loosing its purity and ethical values because of forced so called high-westernized
modern values. As Seven Crescents members, we would like to stop this brutal way of life by teaching
youth about our real values and roots that comes from our prophet Muhammad (pbuh) whose effects are
extended until the day of judgment. We believe that these values will create a youth who is willing to
share a loaf of bread with their sisters and brothers in faith.
İleriye mi gidiyoruz yoksa geriye mi? İçinde bulunduğumuz şu zamanda değişik bir tecrübe yaşıyoruz. Teknolojinin ve iletişimin had safhada
olduğu bir dönemdeyiz. İnsanlar bu gelişmiş teknolojileri sınırsızca tüketmekteler. Bu tüketim sınırsız
fakat kontrolsüz bilgiyi de beraberinde getirmektedir. Özellikle gençler bu gelişmiş oyuncakların yegane
kullanıcısıdırlar. Herkes fütursuzca bunların yan etkisini düşünmeden kullanmaktadır. Y Jenerasyonu
dediğimiz genç kitle bu teknolojileri kullanırken sınırsız hareket ediyor. Kendi içinde kablolardan,
hatlardan oluşan bir sınır çiziyor. Bu yaklaşım Y jenerasyonunda bencillik ve rahatlık oluşturmaktadır.
Artık gençler toplumsallık dediğimiz çoğulculuktan, çoğulcu bireyselliğe doğru gitmektedir.
Bunu genel manada dünya konjektüründe değerlendirdiğimizde, sosyolojik benzerlik yerini siyasi
benzerliğe bırakacaktır. Mısırdaki dijital bir eylem ile gelen özgürlüğün yerini tanklarla geri alınan eski
rejime bırakması, Ukraynada demokratik olarak seçilen bir seçilmişin, demokratik olmayan sokak
yöntemleri ile yıkılmaya çalışılması bu benzerliğin bir göstergesidir. Nasıl mı? Hepsi bir geriye gidişi
simgeliyor. Ortaçağdaki aslında kendi menfaati için bütün bir toplumu yakış metodunun, modernizm
denilen kendisini insanlığın en mükemmel olgunlaşma hali diye tanımlayan bu sistemde zuhur ettiğini
görürüz. Aslında tek farkları içerik, yani kullanılan materyaller ama kafalar aynı. Bu da özellikle gençler
üzerinde ahlaki değerlerin ortadan kaybolması ile sonuçlanan bir geriye gidişin simgesidir. Biz ne kadar
teknolojik olarak ileri gittiğimizi sansakta sosyolojik ve insani olarak geriye gidişin dijital halini
yaşıyoruz.
YediHilal olarak bizler bu geriye gidişi tekrardan köklerimize dönmeyi sağlayarak, kaynağımız olan
Kuran ve sünnet çerçevesinde digital sosyolojik gerilemeye dur demeye çalışacağız. Bunun sonunda
bireyselci gençlerden kardeşi ile ekmeğini bölüşen gençleri kazanacağımıza inanıyoruz.
Arafat Salih AYDINER
Iraq in the Ring of Fire Imat is a young kurdish maybe 29 or 30 years old. He’s our taxi driver who brings us to our
customers in northern Iraq. While we are discussing about everything, he says that his young brother
passed away last Ramadan during an accident when he was driving to Kerkuk.. I said sorry but he
was really calm and he replied “Don’t worry brother, i’m happy for him. He was a good muslim and
was not missing his prayers.. When he died it was Ramadan, he just made his prayer, he was fasting
and he died with his wudu.. Insha Allah i believe that he will be in a good place”. When i saw this
deep resignation suddenly i said to my self “How they made us against each other with this
people?”. Maybe sometimes we are not seeing this, but behind the northern Iraq perception that they
are giving us since longtime there is a nice muslim people who pray to same Allah(cc) with all the
respect and who lives Ramadan maybe even better than us right in the middle of a war.
Last week i was in northern Iraq during 3 days for business purpose and i was very close to Mosul. I
found a good opportunity to discuss actual ISIS attacks in Mousul and other Iraqi cities.. All groups
were thinking that ISIS is controlled by another power but at the same time every group has different
idea about who is controlling them.. One thing is sure for everybody, ISIS militants don’t have a real
military power and it’s unbelievable how 1000 ISIS militants were able to send away 15.000 iraqi
soldiers from Mosul without any real fight ? Moreover iraqi soldiers have an air force and heavy
weapons but ISIS militants have only cars and light weapons..
After all discussions, i thought that kurdish people has a huge energy source and we have the right
technology to convert it to the money. Why we are fighting each other instead of helping each other
? Actually the answer was simple. Sure there is another power who don’t want a real and longtime
peace between kurdish and turkish peoples. I don’t know who’s this power exactly but sure they are
trying everything to use every necessary man from kurds or turks.. The nationality is not important
at all for them, the most important point is to work for their sake..
I my opinion the only true that will bring peace in the region is to see that the people who we are
fighting with are the muslim brothers and we are their brothers as well. Our only and most strong
common side is our islamic brotherhood. Sometimes i don’t understand why we are not using this
sufficiently ?
Ateş Çemberinde Irak
İmat 29-30 yaşlarında bir kürt genci. Müşterileri ziyarete giderken bize eşlik eden bir taksi şöförü.
Geçen ramazan ayında çok sevdiği erkek kardeşini bir trafik kazasında kaybetmiş. Daha yeni aldığı
altı aylık arabası bozulunca müşterisini Kerkük’e erkek kardeşiyle göndermek zorunda kalmış.
Kardeşi 48 derecede niyetli şekilde abdestini almış, ikindi namazını müteakip yola çıkmış ve yarım
saat sonra karşı şeritten gelen bir araç aniden önüne çıkarak ahirete irtikaline sebep olmuş. İmat’a
üzgün bir sesle başın sağolsun dediğim de, o da beni teselli eder gibi “olsun abicim hem oruçlu hem
abdestliydi, namazını hiç aksatmazdı, güzel gitti, mekanı da güzel olsun inşallah” diyordu kırık
türkçesiyle. Kendi kendime sormadan edemedim, biz böyle bir milletle nasıl boğaz boğaza
getirilmiştik ? Bu topraklara ikinci gelişimdi ve yine aynı şeyi hissetmiştim. Bize verilen “Kuzey
Irak” algısının arkası ezan okunduğunda namaza duran, Ramazan ayında orucunu aksatmayan,
Muhammed (sav) ismi anıldığında salavat getiren güzel müslümanlarla doluydu. Bir türlü aklım
almıyordu, biz bu insanları nasıl kazanamamıştık ?
Bu düşüncelerle yol alırken, Işid saldırılarından kaçan Musulluların Erbil’e girmeye çalışmalarına
şahit olduk beraber. Geçtiğimiz kontrol noktasından herkes Erbil’e girmeye çalışırken biz ekmek
parası peşinde Musul’a doğru ilerliyorduk. İş güç sebebiyle özel harekat görevlileri de dahil 80
vatandaşımızın rehin alındığı Musul’a sadece yarım saat uzaklıktaydım. Bölgenin en sıcak zamanında
3 tam gün Kuzey Irak’ta kaldım ve bu sürede kürt, türk, türkmen, arap her kesimden insanla Işid’ı,
Barzani’yi, Maliki’yi, türkleri ve bölgeye ait daha birçok şeyi paylaşma ve sohbet etme imkanı
buldum. Daha önce duyduğum şeyler de oldu ilk defa işittiklerimde..
Belki de ilk önce son günlerin sıcak gündemi IŞİD üzerinde durmakta fayda var. İlk bakışta şu çok
net görünüyordu, herkesin IŞİD konusunda kafası karışıktı. Nereden çıktığını, nasıl geliştiğini ve bu
kadar etkiyi nasıl yakaladığını kimse anlamamıştı. Bunlar Maliki ile danışıklı dövüş içindeler,
Türkiye ile Barzani’nin arasını bozmaya çalışıyorlar diyen de vardı.. Tek amaçlarının Irak’ta sünni
ağırlık kurmak ve Maliki rejimini devirmek olduğunu söyleyen de.. Hatta Musul ve Kerkük’ü almak
için Işid’e Türkiye’nin lojistik destek sağladığını dillendireni bile duydum. Yani Işid öyle bir hereketti
ki Türkiye’nin yanına yakıştıran da vardı, Maliki’nin yanına da, başka kişilerin yanına da..
Erbil kontrol noktalarından birinden Musul’a doğru çıkarken …
Bugün bazı şeyler flu olsa da elbette zaman geçtikçe durumlar daha da netleşecek, çizgiler çok daha
belirginleşecektir. Işid meselesi bir iki hafta içinde sönebilir de, Bağdat’ta sıçrayıp yıllarca sürecek kıran
kırana bir iç savaş haline de gelebilir. Bunu gerçekten bilebilmek için ya üst düzey bir CIA, MOSSAD
elemanı olmak yada gaipten haberler alıyor olmak gerekir.. Diğer tüm söylenenlerin kuru sıkı
tahminlerden ibaret olduğuna kesinlikle emin olabilirsiniz. Fakat tüm bu toz dumanda dikkatimi
celbeden çok önemli bir nokta olmadı değil. Hangi grubun kontrolünde olursa olsun tüm Irak cadı kazanı
gibiydi. Erbil, Süleymaniye ve Dohok hariç.. Bu Amerikanın bölgeden ayrılışından beri hiç
değişmemişti. Irak tümden yanıyorken tek sağlam ve güvenli bölge bölgesel Irak yönetimine yani
Barzani’ye ait şehirler olmuş. Sanki birileri Irak’ta ortalığı sürekli karıştırmak, istikrarı bozmak için
çalışıyor fakat Barzani ve ahvali buna mümkün olduğu kadar karşı durmaya çalışıyordu. Aslında
Musul’da kürtlerin kontrolünde olan bir şehirdi, ama Talabani taraftarlarının yönetimindeydi ve bugünkü
durumu aşikardı. Erbil ve Musul iki aktif kürt bölgesi olmasına rağmen Barzani ve Talabani taraftarları
bugün çok farklı konumdalardı. Barzani ile Talabani’nin tek farkı ise birinin Bağdat yönetimiyle beraber
hareket ediyor olması, diğerinin ise kendi yolunu çizmiş olmasıydı. Bağdatla dans eden Talabani
taraftarları Işid karşısında Maliki’den tek bir mermi dahi savunma desteği alamadılar. Fakat Barzani hep
farklı hareket etmişti. Anlatılan bir olay şaşırtıcıydı, yıllar önce Erbil’in tüm çevresini Barzani
hendeklerle kazdırmaya başlamış ve bu nedenle Bağdat ile arası ciddi şekilde bozulmuş. Maliki karşı
çıkmış, engel olmaya çalışmış. Barzani de direnmiş, farklı siyasetler uygulamış. Ama hendeklerden hiç
vazgeçmemiş.
Kimse net bir şey söyleyemiyor olsa da, ilginç bir şekilde herkesin birleştiği tek bir nokta vardı. Işid
hepsi için sadece bir çapulcu topluluğuydu.. Sadece binlerle ifade edilen basit militanların, ellerinde
ağır silahlar ve hava kuvvetleri bulunan onbinlerce Irak askerine rağmen ilerleyişini nasıl
sürdürdüğünü bir türlü anlamıyorlardı. Maliki üzerine kurulan komplo teorilerinin bir sebebi de aslında
bu şaşkınlıktı. Herkes Işid’ın birileri tarafından kullanıldığına emindi, lakin arka planda kumandanın
kimin elinde olduğu konusunda herkesin fikri farklıydı.
Bugün o hendekler çok büyük bir işlev görüyor, Irak’ın her yerinde cirit atan bomba yüklü
kamyonlar Erbil’e giremiyor ve sadece kontrol noktalarından giriş çıkış yapılabildiği için sıkı
bir güvenlik ağı oluşmuş. Bir de şehir 50 bin donanımlı peşmerge tarafından korununca Erbil
Irak’ın en güvenli, peşpeşe yatırımların yapıldığı, fabrikaların açıldığı bir şehir haline gelmiş..
Erbil’i, Süleymaniye’yi, Dohok’u bugün Irak’ın diğer bölgelerinden ayıran işte Barzani’nin bu
öngörüsü ve Bağdat yönetimine güvenmeyişi olmuş. Zaten son aylarda Barzani’nin petrol
konusunda Maliki’ye sırtını dönüp Türkiye ile anlaşması da ipleri neredeyse kopma noktasına
getirmiş. Görünen o ki Türkiye bu bölgesel detayı iyi okumuş ve bilinçli olarak Barzani’nin
yanında olmayı tercih etmiş. Birkaç sene önce bir arkadaşımızın bilgilendirmesi ile
okuduğumuz Dünya Enerji Kurumunun hazırladığı 2035 enerji kaynakları öngörü raporunda
Kuzey Irak’ın dünyanın en çok petrol çıkarılacak bölgesi olacağını görmüştüm. Aynı rapora
göre ikinci büyük kaynak ise ABD olacaktı. Yani Kuzey Irak’ı eğer ABD kontrol ederse dolaylı
yada doğrudan dünyada çıkarılan petrolün yarısından fazlasının kontrolü tek bir güce geçecekti.
İşte tüm bu bilgiler yüzünden bugün yaşananların sadece basit çatışmalar ve çıkar kavgaları
olduğu fikrini kabul etmemiz güçleşiyor.
Görünen o ki, kürtlerin Türkiye ile var olan dini ve kültürel bağlarını koparmak için birileri
elinden geleni yapıyor. Bu akla hizmet edenler bazen Kürt, bazen Türk, bazen de bambaşka bir
milletten olabiliyor. Aslında önemli olan kişilerin milleti değil, bu toprakların asla kendi
kendine var olmasına izin vermek istemeyen akla hizmet edip etmediğidir. Ne var ki eğer
inancımızı, aklımızı ve şuurumuzu ön planda tutarsak Allah’ın bölgede yaşayan insanlara
bahşettiği bu zengin kaynaklardan yararlanmak için kırk kat uzak ecnebiye kıyasla çok daha
avantajlı konumda olduğumuz kesin.
Uzun lafın kısası, her islam ülkesine ziyaretimde gördüğüm ana fikri Kuzey Irak’ta da
gördüğümü söyleyebilirim... Görünen o ki bugün müslümanların tek bir ihtiyacı vardır , o da
ümmetin vahdetidir. Geri kalan herşey Allah(cc) tarafından hazırlanmış. Bu ümmet kürdüyle,
türküyle, lazıyla, arabıyla, zazasıyla, berberisiyle tek bir yumruk olur, kendisine gizli gizli
atılan görünmez yumrukların farkına varırsa silkinip ayağa kalkması için gerekli devasa kaynak
hemen ayaklarının altındadır. Mevlam bize destek olsun diye kafirin kullandığı tüm
teknolojinin yakıtını ayaklarımıza sermiştir. Bizden beklediği tek şey ise bir olup o desteği
gerektiği gibi kullanabilme şuuruna ermemiz. İşte bu şuurda bir kürt benim için öz kardeşimden
ötedir vesselam..
Zafer ÖZSATICI
EL-FETİH & HAMAS (‘’ We are all together’’) and To take a close look the issue of Palestineas a Ummah.
Lets start our essay a verse by Mehmet Akif;
Enemy cann’t enter before getting seperation on a nation
When hearts beat together, even artillary shooting can not quell
And hold firmly to the rope of Allah all together and do not become divided. And remember the favor of
Allah upon you - when you were enemies and He brought your hearts together and you became, by His
favor, brothers. And you were on the edge of a pit of the Fire, and He saved you from it. Thus does Allah
make clear to you His verses that you may be guided.
One Hadith; There is mercy on being together and chastisements on seperation.
This is one of well known saga(or menkıbe). Prince calls his children next to him before pass away, and
command one of them to break an arrow. Child breaks the arrow so easily, then Prince gives two arrows
and child breaks them as well, then He gives the child 3 arrows and child breaks them hardly. In the end
He gives more arrows to break and child is desperate.After all of this, prince says: If you are separated
from one another, you will be broken pieces like these arrows but if you are all together no one can break
you.
I dont want to repeat the issue of Palestine Before we revise their unity message under light of Ayah,
verse and mankıbe as we mention above. Now we can take a close look to El Fetih and Hamas,
Since 1948, Palestine people’s struggle for independence has created their own political structures and
actors against the Israel’s invasion.Palestine people establish the first goverment in 01/10/1948. After
that they didnt have expected support from international community and from Arap countries. Therefore
their organizational needs increase day by day and El Fetih was established under the leadership of
Yaser Arafat, to become as pioneer in the struggle of Palestine people.
Palestine Liberation Organization was established in 02/06/1964 then another importnant actor of
Palestine politics, Hamas was established in 1987 1st of usufruct.They brought compitition to struggle of
Palestine people.Palestinian politics entered the new phase with The Oslo Accords. In 1996, first election
was held which brought the Yaser Arafat to presidency. In 2006, second general election was held but
unfortunately it was a breakage. The process which started after the Hamas was elected and ousted from
power turns the issue not only between Israel-Palestine but also El Fetih - Hamas
Under light of Ayah, verse and mankıbe as I share at the begining, We need to look whole picture when
we speak about the challenges which Hamas or El Fetih. In this point, it doesnt look the right way to
choose one of them is right or other one is wrong.Undoubtedly, both of them sacrifice a lot for Palestine
people. The origin of problem is Israel’s occupation and Israel’s pursued massacre, destruction, arrest,
siege, starving the Palestine people and policy that try to make their land as a jewish land.Therefore,
Biggest issue is concern with method of how to get rid of the occupation.Because, enemy doesnt allowed
to get in the nation as long as separatism doesnt get in the nation. As long as the nation moves with
same mentality, no one can beat them or it s impossible to destroy them with the weapon etc...
In conclusion, we hope that unity message between Hamas and El Fetih turns the reality and doesnt stay
on the papers. We want to see more steps. As long as El Fetih and Hamas continue arm wrestling in
Palestine, bloodshed will continue in Gazze. It is a vital task to reach national reconciliation,an end of
conflict, re-establish the union,to reach the succes in all of them needs creation of control mechanism
during the increasing violation to Palestine people
Violations of the palestinian people has increased in the period, to reach national reconciliation, an end to
the conflicts of the union, and the provision of all of them essential to the success of the creation of
control mechanisms is a vital task.
El-Fetih ve Hamas: Filistin Meselesine Ümmetçe Bakabilmek
Merhum Akif’in bir beyti ile başlayalım: Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez/Toplu vurdukça
yürekler onu top sindiremez.
“Ve hepiniz, Allah'ın ipine sımsıkı tutunun, fırkalara ayrılmayın! Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki ni'metini
hatırlayın; siz (birbirinize) düşman olmuştunuz. Sonra sizin kalplerinizin arasını birleştirdi, böylece
O'nun (Allah'ın) nimeti ile kardeşler oldunuz. Ve siz ateşten bir çukurun kenarında iken sizi ondan
kurtardı. İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklıyor. Umulur ki böylece siz hidayete erersiniz.” (Al-i
İmran, 103)
“Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır” –Hadis
Yine çok bilinen bir menkıbe vardır: Hükümdar ölmeden önce çocuklarını yanına çağırır;
onlardan birine ok vererek kırmasını emreder. Çocuk onu kolayca kırar. İki ok verir, çocuk
onları da kırar. Üç ok verir, onları da biraz zorlanarak kırılır. Sonunda birçok oku vererek
kırmasını emreder. Çocuk âciz kalır. Bunun üzerine hükümdar der ki: ‘Siz birbirinizden
ayrılırsanız, hepinizi bu ok gibi birer birer kırıp parçalarlar; eğer birlik olursanız hiçbir kuvvet
sizi kıramaz.’
Yukarıda bahsettiğimiz ayet, hadis, şiir ve menkıbenin ışığında el-Fetih ve Hamas’ın birlik mesajını
değerlendirmeden önce detaylı Filistin sorununu tekrar etmek istemiyorum. Kısaca el-Fetih ve
Hamas’ı tanıyalım.
1948’den beri İsrail’in işgaline karşı Filistin halkının yürüttüğü bağımsızlık mücadelesi kendi siyasî
yapılarını ve aktörlerini yaratmıştır. 1 Ekim 1948’de ilk hükümetlerini kuran Filistinliler’in, bundan
sonraki süreçte uluslararası kamuoyundan ve Arap ülkelerinden bekledikleri desteği göremeyince
örgütlenme ihtiyaçları artmış ve Yaser Arafat önderliğinde Filistin halkının mücadelesinde öncü hâle
gelecek el-Fetih kurulmuştur.
2 Haziran 1964’te Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) kuruluşu ve 1987’de yaşanan 1. İntifada ile
birlikte Filistin siyasetinin diğer önemli aktörü Hamas’ın doğuşu Filistin mücadelesine rekabeti de
getirmiştir. Oslo Anlaşması ile birlikte Filistin siyasetinde yeni bir evreye girilir. Filistin Otoritesi’nin
kuruluşu ve 1996’da Yaser Arafat’ı başkanlığa getiren ilk seçimlerin yapılması Filistin’in siyasî
dinamiklerini daha önemli hâle getirmiştir. 2006 yılında gerçekleştirilen ikinci genel seçimler ise tam
bir kırılmayı ifade etmektedir. Seçimlerin galibinin Hamas olması ve iktidardan uzaklaştırılması ile
başlayan süreç, ‘Filistin Sorunu’nu İsrail-Filistin sorunu kadar el Fetih-Hamas sorunu hâline
getirmiştir.
Yazımın başında paylaştığım ayet, hadis, şiir ve menkıbe ışığında Hamas veya el-Fetih’in karşı
karşıya olduğu sorunlardan bahsederken konuyu gerçek çerçevesiyle ele almak gerekiyor. Bu
noktada şu yahut bu tarafı suçlamayla uğraşmak sağlıklı bir davranış değildir. Kuşkusuz her iki
hareket de Filistin davası ve Filistin halkı için çokça fedakârlıkta bulunmuştur. Sorunun aslı İsrail
işgali ve İsrail’in izlediği katliam, yıkım, tutuklama, kuşatma, Filistin halkını aç bırakma ve
topraklarını Yahudileştirme politikasıdır. Dolayısıyla en büyük sorun, işgalden kurtulma yöntemiyle
ilgilidir çünkü bir milletin arasına bölücülük girmediği müddetçe düşman giremez. Milletin fertleri
aynı fikirle hareket ettiği takdirde o milleti silahla sindirmek, yok etmek mümkün değildir.
Son tahlilde el-Fetih ve Hamas arasındaki birlik mesajının söylemde kalmamasını temenni ediyoruz.
Daha somut adımların atılmasını istiyoruz. El-Fetih ve Hamas bilek güreşine devam ettiği müddetçe
Filistin’de, Gazze’de kan akmaya devam edecektir. Filistin halkına yönelik ihlallerin arttığı
dönemde millî mutabakata varılması, anlaşmazlıklara son verilmesi, birliğin yeniden sağlanması ve
tüm bunların başarıya ulaşması için gerekli kontrol mekanizmasının oluşturulması hayatî bir
görevdir.
Osman AKKOZ
Suriye’den Kısa Fragmanlar
Yanımızda büyükçe bir doçkanın, tepemizdeki savaş jetine yaylım ateşinden on dakika sonra
rejim güçlerinin kontrolündeki İdlib’e kısa bir mesafede bulunan Binniş köyündeydik.
Görmüş biri olarak söyleyeyim: Şimdiye kadar haberlerde izleyip okuduğumuz ‘hayalet kent’
tanımlama ve yansıtmaları manipülatif birer medya oyunu değil. En azından Halep-İdlib yolu
üzerinde ve İdlib’e kadar olan birkaç köy özelinde söylemek gerekirse harap olmamış, bir
kalaşnikof şarjöründen fırlayan mermilerden veya roket atar tetiğinden nasibini almamış dükkân,
ev, yol veya eser bulmak gerçekten zor. Hele görgü şahitlerinin buraları ‘sağlam kalmış’ şeklinde
tavsif edip esas Azez, Hama, Humus ve Dımaşk köyleriyle büyük şehirlerin merkezlerinin taş taş
üstünde kalmamış birer çöle döndüklerine dair söylediklerine de inanmak için fazlasıyla ikna
oluyorsunuz.
Bununla birlikte buralarda hayat, garip ve ilk etapta gerçekten anlaşılamayacak derecede alışılmış
bir düzende ilerliyor. Ahrârü’ş-Şam komutanlarından Ebu Cafer, “bomba düşüyor, büyük bir
gürültüyle patlıyor, isabet alan yer yıkılıyor ve eğer yaralı/ölü varsa müdahale ediyoruz, yoksa
işimize gücümüze bakıyoruz.” diyor. “Hangi iş güç?” demeyin; ne zaman öleceklerine dair o
keyfiyet belirsizliğini korusa da yaşadıkları anı kurtarmanın telaşesini taşıyor Suriye halkı;
ama yalnızca o anın, ne bir gün sonrası ne de bir saat. Anlık bir ölümden uzaklık sevinci, onlara
yaşamak ve iş-güce devam etmek için sebep olarak yetiyor. Her ne kadar soğuk gelince yakacak
başka bir şeyleri olmadığı için kesip sobaya atmak zorunda kalsalar da zeytin ağaçlarını buduyor,
bakla tarlalarını ekiyorlar.
Bir süre önce birleştiklerini açıklayan Cephetü’l-İslamiye grubu altındaki muhalifler, her iki tarafın
son bir yıldan beri tamamıyla, elde olan cepheyi koruma stratejisini benimsemesinden sonra Halep
ve civarındaki mevzileri kaybetmemesinde etkili bir yöntem benimsemiş: İttifakın en önemli ve
gruba yön veren aktörü Ahrârü’ş-Şam, bir ‘gurfetü’l-ameliyye’ (operasyon odası) oluşturulması
yönünde teklif vermiş ve bunu finanse etmiş. Grup üyelerinin komuta kademeleri bu masada
birleşerek ellerindeki cepheleri kolektif olarak korumuşlar. Böyle olmasaydı şimdiye daha çok
cepheyi kaybetmiş olacaklarını söylüyor bir komutan.
Konuşmamız sırasında Ebu Abdullah, rejim güçlerinin bombardımanının özellikle şehirleşme ve
yapılaşmanın yoğun olduğu noktalara odaklandığından da bahsetti ki ilginçtir; “Esed, adeta ülkeyi
yok etmek istediğini belli edercesine binaları bombalıyor, evlerin olduğu yerleri yıkıyor. Hâlbuki
bizim şehir dışındaki köylerde toplandığımızı biliyor.” Bunun aynı zamanda daha büyük planda
bakıldığında başka bir stratejinin parçası olduğunu da görmenin mümkün olduğunu söylüyor; tecrit
ve tehcir politikası. Evlerini terk etmiş bir Suriye halkının rejimin işine geleceğini fakat halkın bu
noktada belli bir bilinç düzeyini yakaladığını öğreniyoruz. Bir süre önce ise Halep’teki aşırı yoğun
varil bombardımanından sonra üç ay içinde yarım milyondan fazla Suriyeli, evini terk etmeye
mecbur olmuş.
Bu arada ‘muhalif’ tanımlaması da Suriye’deki durumda taraflardan birini tam olarak belirtmek için
artık yeterli değil; önceleri radikal bir muhalif grubu şeklinde lanse edilen ancak şimdilerde bir idam
mangasına dönüşmüş olan IŞİD, her geçen gün ‘direniş’e daha fazla zarar vermeye devam ediyor.
Ne Arap medyası ne de bizim medyada (lafın gelişi söyledim işte; bizim medyada zaten haberin
‘h’si yok) görmediğim kadar fazla ve sık bir terörizmden bahsediliyor burada. Tekil infaz olaylara
rastlıyoruz haberlerde ancak Ahrârü’ş-Şam tugayına mensup 100 askerin tek seferde kurşuna
dizilmesi gibi vahamet üstünde vahim olayların olduğunu ilk kez duydum. Bunun yanında IŞİD
zaten muhaliflerle arasına geniş bir seti çoktan çekmiş durumda. Önce onların küfür içinde yüzen
bedenlerini temizlemek ve daha sonra Esed’le müthiş bir cihada girişmek niyetindeler; onlara
sorarsan. Ama bu yazı yazılmadan iki gün önce bir haberde daha IŞİD kuvvetlerinin Esed
askerlerine çarpışmadan köy teslim ettiğini okuduk ne hikmetse. Üstelik diğer muhaliflerin canını
altın tepside sunmak anlamına gelen bu teslim ediş, son derece kritik mevzilerin de yol üzeri.
Talal Derki’nin dediği gibi, “Suriye’de pek çok insan, bu savaşın sona ermesinden sonra ılımlılarla
radikaller arasında çok daha tehlikeli ikinci bir savaşın gerçekleşeceğini biliyor.” Bunun sinyalleri
ve belki de sinyalden çok daha fazlasını daha bugünden açıkça görmek mümkün.
Sadullah YILDIZ
Yedi Hilal Uluslararası İlişkiler birimi tarafından
çıkarılmış dijital dergidir.
Editör:Sadullah Yıldız/Ortadoğu Sorumlusu
Mizanpaj:Furkan Kaya/Asya-Pasifik Sorumlusu
İletişim:[email protected]