KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak...

26
Aydınlık BU SAYIDA 35 KİTAP TANITILIYOR 6 Nisan 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 6 Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir KITAP . Toplam: 203 Ömer Serim’den “Son Kale Fenerbahçe” / Bir Linç Belgeseli Kedi nerede beşik nerede? Margaret Meserve’nin araştırmalarıyla “TÜRK” Başkaldırıyorum öyleyse varım! Şanslı Aile “Ben özgürlük kahramanlarının yaşam öykülerini yazıyorum”

Transcript of KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak...

Page 1: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak Türkiye’de en çok okura ulaşan haftalık kitap eki olduğunu belirtmiştik geçen

AydınlıkBU SAYIDA

35KİTAP

TANITILIYOR

6 Nisan 2012 Cuma / Yıl: 1 / Sayı: 6

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidirKITAP.

Toplam: 203

Ömer Serim’den “Son Kale Fenerbahçe”

/ Bir Linç Belgeseli

Kedi neredebeşik nerede?

Margaret Meserve’ninaraştırmalarıyla

“TÜRK”

Başkaldırıyorumöyleysevarım!

ŞanslıAile

“Ben özgürlük kahramanlarının

yaşam öykülerini yazıyorum”

Page 2: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak Türkiye’de en çok okura ulaşan haftalık kitap eki olduğunu belirtmiştik geçen
Page 3: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak Türkiye’de en çok okura ulaşan haftalık kitap eki olduğunu belirtmiştik geçen

Altıncı sayımızda, tüm okurlarımıza, tüm kitapseverlere bir kez daha mer-haba derken, gerçekleştirmek üzere olduğumuz önemli bir atılımdan da sözetmek istiyoruz...

Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak Türkiye’de ençok okura ulaşan haftalık kitap eki olduğunu belirtmiştik geçen sayılarımızda.Şimdi bir adım daha... 16 Mart’tan itibaren Aydınlık gazetesi bir ilki gerçek-leştirerek, kitap ekimizi Avrupa’daki okurlarına da ulaştıracak. Yani AydınlıkKitap Eki, yurtdışında da dağıtılan ilk ve tek kitap eki olma özelliğinekavuşacak.

Milyonlarca vatandaşımızın yaşadığı, Türkiye’de yayımlanan binlercekitabın okur bulduğu Avrupa ülkeleri bugüne dek yayınevlerimizin gündem-ine yalnızca, başta Frankfurt olmak üzere uluslararası kitap fuarları nedeniylegirmişken, bundan sonra Aydınlık Kitap Eki de önemli bir tanıtım köprüsüişlevi görecek.

Bunun tersi de geçerli olacak kuşkusuz ki... Almanya, Fransa, Hollanda,Belçika, İsviçre, İngiltere, Danimarka, Norveç, İsveç... Tüm bu ülkeler, çokiyi biliyoruz ki Türkiye’de yayınevlerinin, dergilerin, kitap eklerinin gündem-ine girme olanağı ne yazık ki çok kısıtlı olan yazarlar ve kitaplar da demek.Zorlu süreçler sonucunda yayımlattıkları kitaplarının sesini Türkiye’de deduyurmak isteyen “gurbetçi yazarlarımız”, 16 Mart’tan itibaren AydınlıkKitap sayfalarında kendilerine daha geniş bir yer bulabilecekler.

Aydınlık Kitap’ın sayfaları, bundan böyle Avrupa’da yaşayanyazarlarımızın ürünlerine yönelik tanıtımlarla daha da zenginleşecek...

***Yurtdışına dair birkaç satır daha... Aydınlık Kitap’ın editörü Pınar Akkoç 21-27 Mart tarihleri arasında Mexi-

co’daydı... Panço Villa’nın, Emiliano Zapata’nın, Carlos Fuentes’in ülkesininbaşkentinde düzenlenen uluslararası bir toplantıya katılan Akkoç, zaman bul-duğu ölçüde bol bol da kitabevi gezdi. 20 Mart’ta Meksika’nın güneyindeyaşanan 7.9 şiddetindeki deprem, başkentte de hissedilmiş. Pınar Akkoç’untanıştığı kitapçıların çoğu, Türkiye’den gelen konuklarını, deprem nedeniyledevrilen kitap raflarını göstererek, “Biraz dağınık durumdayız, özür dileriz...”diyerek karşılaşasa da, açıkçası ed-itörümüzün çektiği fotoğraflar bizdeMeksikalı kitabevi ve sahaflarınhayli düzenli tertipli oldukları gibibir izlenim bıraktı!

Büyük bir depremle karşılaşan Mek-sika halkına geçmiş olsun dileklerimizive Meksika’daki tüm kitabevlerinesevgilerimizi gönderiyoruz.

Avrupa’ya ulaşan tekkitap eki oluyoruz

6 N�SAN 2012 CUMA 3Aydınlık KİTAPİÇİNDEKİLER SUNU

[email protected]

Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Yalçın Koreş Cad. No: 12/A Bodrum Kat

Bağcılar / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Yönetim Yeriİstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbulTel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04

Faks: 0212 252 51 22

Editör: Pınar AkkoçYazıişleri: Damla YazıcıReklam Müdürü: Saynur OkuroğluSayfa Sekreteri: Egemen Yamandağ

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.

adına sahibi:Mehmet Sabuncu

Genel Yayın Yönetmeni:Serhan Bolluk

Sorumlu Müdür:Mehmet Bozkurt

Aydınlık

KITAP.

Haftanın Portresi: Ümit Kaftancıoğlu s. 4

Başkaldırıyorum öyleyse varım s. 4

Ömer Serim’den “Son Kale Fenerbahçe”

/ Bir Linç Belgeseli s. 6

Margaret Meserve’in

araştırmalarıyla “Türk” s. 7

Mecit Ünal: Gülden Terazi s. 9

Seyyit Nezir: Ara Kablo s. 10

KAPAK:: Hıfzı Topuz’la son kitabı “Elbet

Sabah Olacaktır” üzerine... s. 11-14

Arthur Asa Berger’den “Kültür Eleştirisi” s. 15

Cafer Yıldırım, Arkadaş Z. Özger’i yazdı s. 16

Bir kitap bir film s. 17

Yeni Çıkanlar s. 18-19

Çocuklar için s. 20

Sahaf ve Anadolu’dan Kitabevi s. 21

Alıntı test ve Bulmaca s. 22

Erdem, Her Dem s. 5

Kurt Vonnegut ve

“Kedi nerede

beşik nerede? s. 8

ÖneriYorumSon okudğum kitapları söyle sıralıyorum:

1) SU / Buket Uzuner

2) AŞKIN CEP DEFTERİ / Murathan Mungan

3) ELDEBRAB’A GİDEYİM Mİ? / Selçuk Erez

4) OD / İskender Pala

5) LEVANT / Philip Mansel

İlk dört kitap ters sıralamayla son altı ayın kitapları. Ya-zarların hepsi benim dostlarım. Onların yayımlanan her ki-taplarını önce mesleki bir merakla sonra da arkadaşlarımoldukları için okurum. Her birinin kitabından değişik bir tatalırım. İskender Pala’nın kitaplarının benim için ayrıca öğ-retici bir yanı da vardır her zaman. Tarihi ayrıntıları roman-larda yakalamak keyiflidir.

5. sıradaki Levant’ı ise, yakın tarihl ve benim ülkemin yeraldığı coğrafyayı anlattığı için ilgiyle okudum.

1)2)

3)

4)

5)Ayşe Kulin

Page 4: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak Türkiye’de en çok okura ulaşan haftalık kitap eki olduğunu belirtmiştik geçen

6 N�SAN 2012 CUMA4 Aydınlık KİTAP

ÜmitKaftancıoğlu

(1935-1980)

Asıl adı Garip Tatar olan ÜmitKaftancıoğlu 1935 yılında Arda-han'ın Hanak ilçesinin Koyunpı-narı (Saskara) köyünde dünyayageldi. Çocukluğu Dede Korkutboylarının zengin anlatım gele-neği içerisinde, halk âşıklarının,söz sohbet bilenlerin dizinin di-binde destan, masal, türkü, ef-sane dinleyerek, okuyarak geçti.Köyündeki ilkokula gittiğindediploma alacak durumdaydı. İlk-okulu bitirdikten sonra köy ço-cuklarına açık tek kapı olan KöyEnstitüsü’ne girmek için yıllarcauğraştı, yollara düştü, CılavuzKöy Enstitüsü’ne girdi. Kaftancı-oğlu, Cılavuz Köy Enstitüsü’nübitirdikten sonra Mardin’inDerik ilçesinde ilkokul öğret-meni olarak görevine başladı.Daha sonra Balıkesir Necati BeyEğitim Enstitüsü Edebiyat Bölü-münü bitirip bir süre Rize’nınPazar ilçesinde Türkçe öğret-menliği yaptı.

Yedeksubay olarak görev yap-tığı askerlik dönüşü, TRT'nin aç-tığı sınavı kazanarak, KöyYayınları bölümünde göreve baş-ladı. TRT İstanbul Radyosu'nda“Av Bizim Avlak Bizim”, “Dil-den Dile” ve “Yurdun Dört Bu-

cağından” gibi programlarla halkkültürünü, halk âşıklarını, halkıneksiğini ve sıkıntılarını mikro-fona taşıdı. “Gerçek edebiyatınhalkın ağzında, dilinde olduğunubilmeliyiz. Halkın sözlü edebiya-tını yazıya geçirecek, değerlendi-recek olanlar da halkçocuklarıdır” demişti. Bu göz-lemlerini doğrularcasına, Ana-dolu'yu gezerek derlemelerlehalkın sözlü yazınını ve halk tür-külerini yazıya döktü. Günü-müzde bile sevilerek dinlenen“Evreşe Yolları Dar” ve “YüksekYüksek Tepeler Ev Kurmasın-lar” türküleri Kaftancıoğlu'nunderlemeleri arasındadır.

Radyo programcılığı yanındaedebiyat dünyasında da adını du-yuran Kaftancıoğlu, “Döne-meç”le (Öykü) TRT BüyükÖdülü birincilik (1970), “Hakul-lah”la (Röportaj) Milliyet Gaze-tesi Karacan Ödülü birinciliği(1972) aldı.

11 Nisan 1980’de görev yaptığıTRT İstanbul Radyosu’na git-mek için çıktığı evinin önünde,kültürün ve aydınlığın düşmanla-rınca katledildi.

Ümit Kaftancıoğlu’nu ölümü-nün 32. yılında saygıyla anıyoruz.

“Gerçek edebiyatın halkın ağzında, dilindeolduğunu bilmeliyiz. Halkın sözlü

edebiyatını yazıya geçirecek,değerlendirecek olanlar da halk

çocuklarıdır”

HAFTANIN PORTRES�

CEREN ADALETSEVERSel Yayıncılık’tan çıkan “Lilith” ya-zarın ilk romanı olma özelliğiyleönemini benim açımdan artıran birkitap oldu. Yazarın başka insanlarındünyalarına kendi hikayesiyle girdiğiilk roman, ilk heyecanı paylaşıyormuşgibi bir duygu hissediyorum hep ilk ki-tapları okurken. Beni sarsacak yeni biryazarla mı tanışıyorum duygusunu his-sediyorum kitabın kapağını açmadanönce. Esra Pekin beni hayal kırıklığınauğratmayan yazarlardan oldu diyebili-rim.

Yazar ilk romanında fi tarihindenbugüne taşıyor bizi. “Dün olmasaydıbugün olmazdı. Bugün dünün devamı,bugün düne bağımlı, oysa dün bugünekayıtsızdı” diyor yazar ve yaratılmış ef-saneleri Lamia’nın hikayesiyle sunuyorbize. Bir başkaldırının sembolü olanLilith aynı zamanda feminizmin desembolü olarak kabul görüyor. Pekikim bu Lilith? Yazar kendi diliyleşöyle tanımlıyor Lilith’i:“İsmim Lilith. Tanrı’nın Adem’le aynıanda yarattığını unutmak için adınıutanmasızca tüm kutsal kitaplardansildiği ve cennetinden kovduğu, bunakarşılık ölümsüzlükle ödüllendirdiği veyalnızlıkla cezalandırdığı, yalnızlığışeytanla düşüp kalkarak gideren, şey-tandan olma bebekleri Tanrı tarafın-dan katledilen, Adem’in ilk karısıLilith’im. Tanrıya başkaldıran ilk kadı-nım.” Kitabın ileri sayfalarındaysayazar gözkapaklarımızı açıyor, bizi uy-kumuzdan uyandırıp Lilith’in gerçekhikayesini anlatıyor.Lamia’nın hikayesinde ise; var olma-nın tüketimle bir olduğu dünyada insa-nın kendine yabancılaşmasını, hayatınsıradanlığını ölümü ve acının hayatı-mızdaki yerini işliyor yazar. Bu eşitsizdüzenin içinde Lamia; tüm gücüyle,güçsüzlüğüyle, suçuyla cezasıyla eşit-liği sağlamaya çalışarak başkaldırıyorvar olan düzene. Günümüzün tüketimtoplumunda geçerlilik kazanan “Tüke-tiyorum, o halde varım”a cevabı ‘Baş-kaldırıyorum o halde varım’ oluyorLamia’nın. Başkaldırıyor alışkanlık-lara, başkaldırıyor ölüme ve başkaldı-rıyor acıya. Lamia; Fadiş Hanım’danöğrendiği tahnit sanatıyla kitaplığınataşıyor ölülerini.Ve kitaplığında biri-ken gri Afrika papağanı, kınalı keklik,muhabbetkuşlarıyla ölüme meydanokuyor adeta ve acılarıyla birlikte ya-

şamayı tercih ediyor. “Baktıkça hatır-lamak, hatırladıkça acılanmak, acılan-dıkça nefes almak için.”

Yazara göre; ölüm kaçınılmaz birşeydi, bir yergezendi. Sinsi, haris,selis... Belli bir istikameti yoktu ölü-mün ve sınır tanımıyordu. Tüm diğer-leri, ölümden köşe bucak kaçadursun;Lamia’ nın hikayesinde bir alıp bir ver-diği nefes kadar yeri vardı ölümün.Otıpkı Lilith’in Tanrı’dan intikamını al-dığı gibi ölümü kullanıyordu öcünüalmak için.

Yazar, Lamia’nın modern kültüre veinsanların çılgınlıklarına karşı sade gö-rünen ama bir o kadar da hırçın vegüçlü mücadelesi üzerinden, Habil ileKabil, Tanrı ile Lilith gibi mitolojikkahramanlara göndermeler yapıyor. Omitolojik kahramanları Lamia’nın hi-kayesine aşılıyor. Bu karşılaştırmalarmodern hayatın mitoloji üzerindekigölgesini gözle görünür hale getiriyor.Aynı anda hem gerçek ve basit, hemde efsanevi.“Islakkarga; çok korkan, çekingen,ürkek demektir. Halbuki karga, ötücükuşlar takımı içindeki en şaklaban, encevval, en şakacı ve en zeki kuştur.Karga insanoğlunun canını öyle çokacıtmıştır ki insanoğlu da karganın su-retinden öcünü alamayınca k-a-r-g-a’nın harflerini ıslatmıştır.”

Lilith’in yani Lamia’nın hikayesinetanıklık ederken sizler de birer “ıslak-karga”ya dönüşebilirsiniz.

(Lilith, Esra Pekin ,Sel Yay., 120 s.)

Modern kültüre veinsanların çılgınlıklarına karşı sade görünen ama bir o kadar dahırçın ve güçlümücadele üzerinden,Habil ile Kabil, Tanrıile Lilith gibi mitolojikkahramanlaragöndermeler...

Başkaldırıyorumöyleyse varım!

“Kendini tanrı zanneden insan,

bir hayvan oldugunu unutmak

için doğasını unutmaya yemin

etti. Ve bu yemini tutmak için ne

gerekiyorsa yapmaktan sakın-

madı. Kendi koyduğu yasaların

bir örümcek ağı gibi kendini ha-

reketsizleştirdiğini anladığında,

şimdiden sonra yapılabilecek bir

şey olmadığını biliyordu. Bazıları

için yapılabilecek tek bir şey kal-

mıştı: Bireysel başkaldırılarla ya-

şamaya çalışmak.”

K�TAPTAN

Page 5: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak Türkiye’de en çok okura ulaşan haftalık kitap eki olduğunu belirtmiştik geçen

Altıncı sayımızda, tüm okurlarımıza, tüm kitapseverlere bir kez daha mer-haba derken, gerçekleştirmek üzere olduğumuz önemli bir atılımdan da sözetmek istiyoruz...

Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak Türkiye’de ençok okura ulaşan haftalık kitap eki olduğunu belirtmiştik geçen sayılarımızda.Şimdi bir adım daha... 16 Mart’tan itibaren Aydınlık gazetesi bir ilki gerçek-leştirerek, kitap ekimizi Avrupa’daki okurlarına da ulaştıracak. Yani AydınlıkKitap Eki, yurtdışında da dağıtılan ilk ve tek kitap eki olma özelliğinekavuşacak.

Milyonlarca vatandaşımızın yaşadığı, Türkiye’de yayımlanan binlercekitabın okur bulduğu Avrupa ülkeleri bugüne dek yayınevlerimizin gündem-ine yalnızca, başta Frankfurt olmak üzere uluslararası kitap fuarları nedeniylegirmişken, bundan sonra Aydınlık Kitap Eki de önemli bir tanıtım köprüsüişlevi görecek.

Bunun tersi de geçerli olacak kuşkusuz ki... Almanya, Fransa, Hollanda,Belçika, İsviçre, İngiltere, Danimarka, Norveç, İsveç... Tüm bu ülkeler, çokiyi biliyoruz ki Türkiye’de yayınevlerinin, dergilerin, kitap eklerinin gündem-ine girme olanağı ne yazık ki çok kısıtlı olan yazarlar ve kitaplar da demek.Zorlu süreçler sonucunda yayımlattıkları kitaplarının sesini Türkiye’de deduyurmak isteyen “gurbetçi yazarlarımız”, 16 Mart’tan itibaren AydınlıkKitap sayfalarında kendilerine daha geniş bir yer bulabilecekler.

Aydınlık Kitap’ın sayfaları, bundan böyle Avrupa’da yaşayanyazarlarımızın ürünlerine yönelik tanıtımlarla daha da zenginleşecek...

***Yurtdışına dair birkaç satır daha... Aydınlık Kitap’ın editörü Pınar Akkoç 21-27 Mart tarihleri arasında Mexi-

co’daydı... Panço Villa’nın, Emiliano Zapata’nın, Carlos Fuentes’in ülkesininbaşkentinde düzenlenen uluslararası bir toplantıya katılan Akkoç, zaman bul-duğu ölçüde bol bol da kitabevi gezdi. 20 Mart’ta Meksika’nın güneyindeyaşanan 7.9 şiddetindeki deprem, başkentte de hissedilmiş. Pınar Akkoç’untanıştığı kitapçıların çoğu, Türkiye’den gelen konuklarını, deprem nedeniyledevrilen kitap raflarını göstererek, “Biraz dağınık durumdayız, özür dileriz...”diyerek karşılaşasa da, açıkçası ed-itörümüzün çektiği fotoğraflar bizdeMeksikalı kitabevi ve sahaflarınhayli düzenli tertipli oldukları gibibir izlenim bıraktı!

Büyük bir depremle karşılaşan Mek-sika halkına geçmiş olsun dileklerimizive Meksika’daki tüm kitabevlerinesevgilerimizi gönderiyoruz.

Avrupa’ya ulaşan tekkitap eki oluyoruz

6 N�SAN 2012 CUMA 3Aydınlık KİTAPİÇİNDEKİLER SUNU

[email protected]

Baskı: Toros Yay. Mat. Tur. Org. San. Tic. Ltd. Şti.Yalçın Koreş Cad. No: 12/A Bodrum Kat

Bağcılar / İstanbul Tel: 0212 655 44 34

Yönetim Yeriİstiklal Cad. Deva Çıkmazı No:3/3 Beyoğlu / İstanbulTel: 0212 251 21 14 / 251 21 15 / 251 55 04

Faks: 0212 252 51 22

Editör: Pınar AkkoçYazıişleri: Damla YazıcıReklam Müdürü: Saynur OkuroğluSayfa Sekreteri: Egemen Yamandağ

Aydınlık Gazetesi’nin ücretsiz ekidir

Anadolum Gazetecilik Basım Yayın San. ve Tic. A.Ş.

adına sahibi:Mehmet Sabuncu

Genel Yayın Yönetmeni:Serhan Bolluk

Sorumlu Müdür:Mehmet Bozkurt

Aydınlık

KITAP.

Haftanın Portresi: Ümit Kaftancıoğlu s. 4

Başkaldırıyorum öyleyse varım s. 4

Ömer Serim’den “Son Kale Fenerbahçe”

/ Bir Linç Belgeseli s. 6

Margaret Meserve’in

araştırmalarıyla “Türk” s. 7

Mecit Ünal: Gülden Terazi s. 9

Seyyit Nezir: Ara Kablo s. 10

KAPAK:: Hıfzı Topuz’la son kitabı “Elbet

Sabah Olacaktır” üzerine... s. 11-14

Arthur Asa Berger’den “Kültür Eleştirisi” s. 15

Cafer Yıldırım, Arkadaş Z. Özger’i yazdı s. 16

Bir kitap bir film s. 17

Yeni Çıkanlar s. 18-19

Çocuklar için s. 20

Sahaf ve Anadolu’dan Kitabevi s. 21

Alıntı test ve Bulmaca s. 22

Erdem, Her Dem s. 5

Kurt Vonnegut ve

“Kedi nerede

beşik nerede? s. 8

ÖneriYorumSon okudğum kitapları söyle sıralıyorum:

1) SU / Buket Uzuner

2) AŞKIN CEP DEFTERİ / Murathan Mungan

3) ELDEBRAB’A GİDEYİM Mİ? / Selçuk Erez

4) OD / İskender Pala

5) LEVANT / Philip Mansel

İlk dört kitap ters sıralamayla son altı ayın kitapları. Ya-zarların hepsi benim dostlarım. Onların yayımlanan her ki-taplarını önce mesleki bir merakla sonra da arkadaşlarımoldukları için okurum. Her birinin kitabından değişik bir tatalırım. İskender Pala’nın kitaplarının benim için ayrıca öğ-retici bir yanı da vardır her zaman. Tarihi ayrıntıları roman-larda yakalamak keyiflidir.

5. sıradaki Levant’ı ise, yakın tarihl ve benim ülkemin yeraldığı coğrafyayı anlattığı için ilgiyle okudum.

1)2)

3)

4)

5)Ayşe Kulin

Page 6: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak Türkiye’de en çok okura ulaşan haftalık kitap eki olduğunu belirtmiştik geçen

6 N�SAN 2012 CUMA4 Aydınlık KİTAP

ÜmitKaftancıoğlu

(1935-1980)

Asıl adı Garip Tatar olan ÜmitKaftancıoğlu 1935 yılında Arda-han'ın Hanak ilçesinin Koyunpı-narı (Saskara) köyünde dünyayageldi. Çocukluğu Dede Korkutboylarının zengin anlatım gele-neği içerisinde, halk âşıklarının,söz sohbet bilenlerin dizinin di-binde destan, masal, türkü, ef-sane dinleyerek, okuyarak geçti.Köyündeki ilkokula gittiğindediploma alacak durumdaydı. İlk-okulu bitirdikten sonra köy ço-cuklarına açık tek kapı olan KöyEnstitüsü’ne girmek için yıllarcauğraştı, yollara düştü, CılavuzKöy Enstitüsü’ne girdi. Kaftancı-oğlu, Cılavuz Köy Enstitüsü’nübitirdikten sonra Mardin’inDerik ilçesinde ilkokul öğret-meni olarak görevine başladı.Daha sonra Balıkesir Necati BeyEğitim Enstitüsü Edebiyat Bölü-münü bitirip bir süre Rize’nınPazar ilçesinde Türkçe öğret-menliği yaptı.

Yedeksubay olarak görev yap-tığı askerlik dönüşü, TRT'nin aç-tığı sınavı kazanarak, KöyYayınları bölümünde göreve baş-ladı. TRT İstanbul Radyosu'nda“Av Bizim Avlak Bizim”, “Dil-den Dile” ve “Yurdun Dört Bu-

cağından” gibi programlarla halkkültürünü, halk âşıklarını, halkıneksiğini ve sıkıntılarını mikro-fona taşıdı. “Gerçek edebiyatınhalkın ağzında, dilinde olduğunubilmeliyiz. Halkın sözlü edebiya-tını yazıya geçirecek, değerlendi-recek olanlar da halkçocuklarıdır” demişti. Bu göz-lemlerini doğrularcasına, Ana-dolu'yu gezerek derlemelerlehalkın sözlü yazınını ve halk tür-külerini yazıya döktü. Günü-müzde bile sevilerek dinlenen“Evreşe Yolları Dar” ve “YüksekYüksek Tepeler Ev Kurmasın-lar” türküleri Kaftancıoğlu'nunderlemeleri arasındadır.

Radyo programcılığı yanındaedebiyat dünyasında da adını du-yuran Kaftancıoğlu, “Döne-meç”le (Öykü) TRT BüyükÖdülü birincilik (1970), “Hakul-lah”la (Röportaj) Milliyet Gaze-tesi Karacan Ödülü birinciliği(1972) aldı.

11 Nisan 1980’de görev yaptığıTRT İstanbul Radyosu’na git-mek için çıktığı evinin önünde,kültürün ve aydınlığın düşmanla-rınca katledildi.

Ümit Kaftancıoğlu’nu ölümü-nün 32. yılında saygıyla anıyoruz.

“Gerçek edebiyatın halkın ağzında, dilindeolduğunu bilmeliyiz. Halkın sözlü

edebiyatını yazıya geçirecek,değerlendirecek olanlar da halk

çocuklarıdır”

HAFTANIN PORTRES�

CEREN ADALETSEVERSel Yayıncılık’tan çıkan “Lilith” ya-zarın ilk romanı olma özelliğiyleönemini benim açımdan artıran birkitap oldu. Yazarın başka insanlarındünyalarına kendi hikayesiyle girdiğiilk roman, ilk heyecanı paylaşıyormuşgibi bir duygu hissediyorum hep ilk ki-tapları okurken. Beni sarsacak yeni biryazarla mı tanışıyorum duygusunu his-sediyorum kitabın kapağını açmadanönce. Esra Pekin beni hayal kırıklığınauğratmayan yazarlardan oldu diyebili-rim.

Yazar ilk romanında fi tarihindenbugüne taşıyor bizi. “Dün olmasaydıbugün olmazdı. Bugün dünün devamı,bugün düne bağımlı, oysa dün bugünekayıtsızdı” diyor yazar ve yaratılmış ef-saneleri Lamia’nın hikayesiyle sunuyorbize. Bir başkaldırının sembolü olanLilith aynı zamanda feminizmin desembolü olarak kabul görüyor. Pekikim bu Lilith? Yazar kendi diliyleşöyle tanımlıyor Lilith’i:“İsmim Lilith. Tanrı’nın Adem’le aynıanda yarattığını unutmak için adınıutanmasızca tüm kutsal kitaplardansildiği ve cennetinden kovduğu, bunakarşılık ölümsüzlükle ödüllendirdiği veyalnızlıkla cezalandırdığı, yalnızlığışeytanla düşüp kalkarak gideren, şey-tandan olma bebekleri Tanrı tarafın-dan katledilen, Adem’in ilk karısıLilith’im. Tanrıya başkaldıran ilk kadı-nım.” Kitabın ileri sayfalarındaysayazar gözkapaklarımızı açıyor, bizi uy-kumuzdan uyandırıp Lilith’in gerçekhikayesini anlatıyor.Lamia’nın hikayesinde ise; var olma-nın tüketimle bir olduğu dünyada insa-nın kendine yabancılaşmasını, hayatınsıradanlığını ölümü ve acının hayatı-mızdaki yerini işliyor yazar. Bu eşitsizdüzenin içinde Lamia; tüm gücüyle,güçsüzlüğüyle, suçuyla cezasıyla eşit-liği sağlamaya çalışarak başkaldırıyorvar olan düzene. Günümüzün tüketimtoplumunda geçerlilik kazanan “Tüke-tiyorum, o halde varım”a cevabı ‘Baş-kaldırıyorum o halde varım’ oluyorLamia’nın. Başkaldırıyor alışkanlık-lara, başkaldırıyor ölüme ve başkaldı-rıyor acıya. Lamia; Fadiş Hanım’danöğrendiği tahnit sanatıyla kitaplığınataşıyor ölülerini.Ve kitaplığında biri-ken gri Afrika papağanı, kınalı keklik,muhabbetkuşlarıyla ölüme meydanokuyor adeta ve acılarıyla birlikte ya-

şamayı tercih ediyor. “Baktıkça hatır-lamak, hatırladıkça acılanmak, acılan-dıkça nefes almak için.”

Yazara göre; ölüm kaçınılmaz birşeydi, bir yergezendi. Sinsi, haris,selis... Belli bir istikameti yoktu ölü-mün ve sınır tanımıyordu. Tüm diğer-leri, ölümden köşe bucak kaçadursun;Lamia’ nın hikayesinde bir alıp bir ver-diği nefes kadar yeri vardı ölümün.Otıpkı Lilith’in Tanrı’dan intikamını al-dığı gibi ölümü kullanıyordu öcünüalmak için.

Yazar, Lamia’nın modern kültüre veinsanların çılgınlıklarına karşı sade gö-rünen ama bir o kadar da hırçın vegüçlü mücadelesi üzerinden, Habil ileKabil, Tanrı ile Lilith gibi mitolojikkahramanlara göndermeler yapıyor. Omitolojik kahramanları Lamia’nın hi-kayesine aşılıyor. Bu karşılaştırmalarmodern hayatın mitoloji üzerindekigölgesini gözle görünür hale getiriyor.Aynı anda hem gerçek ve basit, hemde efsanevi.“Islakkarga; çok korkan, çekingen,ürkek demektir. Halbuki karga, ötücükuşlar takımı içindeki en şaklaban, encevval, en şakacı ve en zeki kuştur.Karga insanoğlunun canını öyle çokacıtmıştır ki insanoğlu da karganın su-retinden öcünü alamayınca k-a-r-g-a’nın harflerini ıslatmıştır.”

Lilith’in yani Lamia’nın hikayesinetanıklık ederken sizler de birer “ıslak-karga”ya dönüşebilirsiniz.

(Lilith, Esra Pekin ,Sel Yay., 120 s.)

Modern kültüre veinsanların çılgınlıklarına karşı sade görünen ama bir o kadar dahırçın ve güçlümücadele üzerinden,Habil ile Kabil, Tanrıile Lilith gibi mitolojikkahramanlaragöndermeler...

Başkaldırıyorumöyleyse varım!

“Kendini tanrı zanneden insan,

bir hayvan oldugunu unutmak

için doğasını unutmaya yemin

etti. Ve bu yemini tutmak için ne

gerekiyorsa yapmaktan sakın-

madı. Kendi koyduğu yasaların

bir örümcek ağı gibi kendini ha-

reketsizleştirdiğini anladığında,

şimdiden sonra yapılabilecek bir

şey olmadığını biliyordu. Bazıları

için yapılabilecek tek bir şey kal-

mıştı: Bireysel başkaldırılarla ya-

şamaya çalışmak.”

K�TAPTAN

Page 7: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak Türkiye’de en çok okura ulaşan haftalık kitap eki olduğunu belirtmiştik geçen

6 N�SAN 2012 CUMA 5Aydınlık KİTAP

MURAT HATUNOĞLUZordur, herkese lazım olan bazı şeyle-rin tanıtımını yapmak. Mesela bir takvi-min reklamını yapamazsınız kolay kolayya da bir terazinin. Terazidir, takvimdirişte ve herkese lazım gelir. Ömrün sonyaprağı kopana kadar bakılandır tak-vim; yaprağın komşusu yemişi, göveriyiağırlayandır terazi. Diyemez ki insan,benim takvimim daha doğru, dahagüzel diye; ancak bakar, öğrenir, geçer.Antik Yunan filozofları da böyledir,âdeta attığımız her adımda, konuştuğu-muz her konuda ve hatta beyin kıvrım-larımızdan çıkan her fısıltıda vardırnefesleri.

Kimin söylediğini biliriz ya da bilme-yiz, “Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir” cümle-sini söyleriz örneğin. “İnsan önce kendini tanımalı,kendini bilmeli”, vazgeçilmez öğütleridir ninelerin. Hâl-buki bu sözler milattan dört yüz elli yıl evvel yaşamış Sokrates’in. Nereden biliyoruz? Onun mirasını bin yıl-larca sildirmeyen öğrencisi Platon’dan, onun Sokratesadıyla yazdığı diyaloglarından. Malumdur, Platon, Dev-let’inde de, “Şölen”inde nice eserinde de hocasını sor-durur, konuşturur. Yazılı hiçbir eser bırakmayanhocasının binlerce yıllık taşıyıcısı olur. Böylece, PlatonSokrates’le, Sokrates Platon’da var olmuş olur.

Felsefe ve matematiğin 20. yüzyıldaki ileri gelenle-rinden Alfred North Whitehead, “Tüm Batı felsefe ta-rihi Platon’a düşülen dipnotlardan ibarettir” der. Acabaona bunları söyleten şey nedir? Platon’un erdemi midir?Eğer öyleyse ondaki erdem nereden gelmektedir?

Acaba erdem öğrenilebilir bir şey midir?Sahi, erdem tam olarak nedir?

Bu sorulara –büyük ölçüde- yanıt veren“Menon”u okumadan ve konuşmadanönce Platon’a ve onun hayatındaki uğraknoktalarına göz atmak gerekir. FurkanAkderin’in Eski Yunancadan çevirdiğiMenon’u yayıma hazırlayan Ahmet Ce-vizci, kitabın ilk bölümünde bu uğraklar-dan gayet doyurucu bir şekilde bahseder,böylece bu kıymetli çalışmayı “önsözüokunmadan atlanan kitap” olmaktan kur-tarır.

Bilindiği üzere, Platon’un Sokrates’letanışması, politik kariyerinden, tragedyayazarlığından ve doğa felsefesi araştırma-larından kopuşuna ve Sokrates’in yaşa-dıklarına en yakından şahit oluşuna vesile

olur. Bu sayede “gelmiş geçmiş en adil insan” olan ho-casına reva görülen haksızlıkları ve düzenin bozuklu-ğunu gözlemler ve Sokrates’in idamı Platon’a Devlet’iyazdıran itici erki verir. Bu arada da Mısır’a, oradan daİtalya’ya uzanan ve yıllar yılı sürecek bir görüm ve öğre-nim seyahatine çıkar. Seyahatin sonunda –korsanlarıneline düşüp köle olmaktan son anda kurtulup- meşhurAkademi’yi, Avrupa’nın ilk büyük eğitim ve araştırmamerkezini kurar. Akademi’de bilim ve felsefe temelli birpolitika eğitimi verilir. Platon’un yaklaşık otuz yapıtı sa-yesinde de Akademi dışındaki insanlar da aydınlanmışolur.

Menon, Platon’un diyalogları arasında en çok gözeçarpan diyaloglardandır. Matematikle alakası olmayanbir köleye geometri problemi çözdürmeye çalışmak gibiilginç bir deneyimi de içeren metin, Menon isimli bir

gencin, “Sokrates sence erdem öğretilebilir midir?Yoksa erdem eylemlerle mi anlaşılır? Belki de bir insanıerdemli yapan şey eğitim ya da eylemler değil doğal biryetenek ya da başka bir şeydir” demesiyle başlar, erdemiişler, anımsama kuramına dokunur. Ve Platon’un ede-biyatla felsefeyi birleştirdiği muhteşem papirüsünü önü-müze serer. Bizler de terazimize bakar, anlattıkları ikibin beş yüz yıllık takvim yapraklarından ağır gelen Pla-ton’a şaşarız.

(Menon Platon (Eflatun)Say Yayınları

Çev. Furkan Akderin, 96 s.)

Erdem, her dem

Page 8: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak Türkiye’de en çok okura ulaşan haftalık kitap eki olduğunu belirtmiştik geçen

6 N�SAN 2012 CUMA6 Aydınlık KİTAP

TUNCA ARSLANAydınlık yazarı Hikmet Çiçek,“Futbolun İmamı Kim?” başlıklıyazısında futbol dünyamızdayürütülen “şike” soruş-turmaları ve operas-yonla ilgili olarak,Fenerbahçe veErgenekon bağ-lantısı kurmayaçalışanlar ol-duğunu ilerisürmüş, “Fe-nerbahçe tari-katların nüfuzedemediğiender kulüpleri-mizden biridir.Galatasaray, Beşik-taş, Trabzonspor, Bur-saspor ve daha birçokkulüpte tarikatlar hem yöneticihem de futbolcu düzeyinde finkatarken Fenerbahçe bunlara kapı-sını sıkıca örttü. Kuşkusuz bundaAziz Yıldırım’ın rolü büyüktü” de-mişti.

Yalnızca, Galatasaray taraftarıolduğu yakın çevresi tarafından iyibilinen Çiçek değil, olayları ve Tür-kiye’yi iyi izleyen başka yazar ve yo-rumcular tarafından da dilegetirilen bu gerçek, çok farklı birodak tarafından, Taraf gazetesi ara-cılığıyla da “Futbol ca-miasında da BirinciCumhuriyet’in so-nuna gelindiği”şeklinde “müj-deleniyordu”.

Fenerbah-çe’ye karşıBaşkan AzizYıldırımüzerindenyürütülenoperasyon vegri propagandakampanyası, Fe-nerbahçe YüksekDivan Kurulu BaşkanıYüksel Günay’a göre ancakbir “polis devleti”nde görülebilirdi.

Fenerbahçe taraftarları ise olanbitene teşhisi şöyle koymuştu: “Ce-

maat Fener’le başa çıkamaz…”

ATILMAK �STENEN ÇAMURUN BELGESEL�

Aslında Taraf ya da yan-daş medyanın diğer nu-

munelerininyayınlarına bakmak

bile “şike operas-yonu” adı altındaaslında ne gerçek-leştirilmek isten-diğini anlamayayetecekken, birde kitap yazıldı ve

iyi ki de yazıldı. 1969’da çalış-

maya başladığıTRT’de pek çok

önemli program ve “Yor-gun Savaşçı” gibi dizilerin

yapımcılığını üstlenen ve bu dizi-nin 12 Eylülcülerce yakılmasıhakkında “Devlet Yapar, DevletYakar-Yorgun Savaşçı Olayı”(2002) başlıklı bir kitap yayımla-yan, 2006’da “Türk TelevizyonTarihi”, 2010’da “Ver Bi TV BolKüfürlü Olsun” adlı iki kitabadaha imza atan Ömer Serim, bukez “Son Kale Fenerbahçe-BirLinç Belgeseli” adlı çalışmasıylaokurlara sesleniyor. Hemen be-lirtelim, İstanbul Gazeteciler

Cemiyeti ve Türkiye Spor Ya-zarları Derneği men-

subu olan Serim,Fenerbahçe’nin

de kongreüyesi.

“Medyadediğimiz,benim demensubuolduğumve sürekli

basın kar-tını taşıdı-

ğım camiadakibazılarının hak-

sızca ve art niyetlidavranışını gün yüzüne çı-

karmak için yazıldı bu kitap.Bu kitap Fenerbahçe’ye atıl-mak istenen kir ve çamurun,

vurulmak istenen kara lekenin bel-geselidir. Bu kitap ona yapılan hak-sız ve dayanaksız linçinbelgeselidir” diyen yazar, ilginç birkurguyla tarihteki belli başlı fizik-sel-sosyal linç olaylarını ve gözdendüşürme-karalama kampanyalarınıda çalışmasına dahil etmiş.

Çalışmasına Fenerbahçe’nin an-lamını ve kulüp tarihinden bazıunutulmaz olayları anlatarak başla-yan Ömer Serim, Cumhuriyetin ka-zanımlarının birer birer yokedildiğini, Ergenekon adıyla ne ol-duğu belli olmayan bir kavram ya-ratılarak gazetecilerin,siyasetçilerin, bilim adamlarının ya-zarların cezaevlerine tıkıldığını, ya-zılmayan kitapların yasaklandığını,

Atatürk’ün kurduğuCumhuriyetin

“hasta” halinegetirildiğini, Fe-nerbahçe’ye sal-dırının dabunun bir par-çası olduğunuvurguluyor.

GÜNÜMÜZDE “LYNCHKÜLTÜRÜ”

“Son Kale Fenerbahçe 3 Mayıs1918 günü Mustafa Kemal Paşa’nınarkadaşlarıyla birlikte oturduğu sı-rada o günün oynanan Fenerbahçe-Galatasaray maçının 3-3 bittiğiniöğrenmesi üzerine Galatasaraylı ol-duklarını bildiği Necati Bey, RuşenEşref Ünaydın Bey, NecmettinSadak Bey’e dönerek, Vasıf ÇınarBey ve Sabri Toprak Bey’i işaret et-tikten sonra ‘Biz de burada üçeüçüz; çünkü ben de Fenerbahçeli-yim’ dediği kulüptür” diyen Serim,sonrasında 3 Temmuz 2011’de AzizYıldırım’ın gözaltına alınmasıylabaşlayan süreci gün gün izliyor,bölüm aralarında da, yukarıda be-lirttiğimiz gibi “linç kültürü”ndenörnekler veriyor. Örneğin kavramaadını veren, Amerikan BağımsızlıkSavaşı sırasında astığı astık kestiğikestik bir mahkeme başkanı olanCharles Lynch’in, sonradan “LynchKanunları” olarak adlandırılacakkeyfi ve işkenceli yargılamalarınıvurgulayan Ömer Serim, Fener-bahçe’nin de tıpkı Türkiye’de sonbeş yılda yaşanan keyfi yargılama-lar gibi bir “linç kanununa” kur-ban edilmek istendiğinivurguluyor.

Operasyonla, “Ben herkesedokunurum” mesajının verilmekistendiğini belirten yazar Serim,dileriz ki yakın gelecekte elimiz-

deki kitabın belgesel filmini çek-meye de fırsat bulsun.

(Son Kale Fenerbahçe, ÖmerSerim, Nokta Kitap, 304 s.)

ÖMER SER�M’DEN “SON KALE FENERBAHÇE / B�R L�NÇ BELGESEL�”

Asl�nda “Futbol’da da Birinci Cumhuriyet’insonuna gelindi” diye “müjde” veren Taraf ya

da yanda� medyan�n di�er numunelerininyay�nlar�na bakmak bile “�ike operasyonu” ad�

alt�nda asl�nda ne gerçekle�tirilmekistendi�ini anlamaya yetecekken, bir de kitap

yaz�ld� ve iyi ki de yaz�ld�

Tarafgazetesinin

“Futbolcamias�nda da

Birinci Cumhuriyet’in

sonuna gelindi�i”demesi bile her �eyi tümç�plakl���yla

anlat�yor

ÖmerSerim, 3Temmuz

2011’de AzizY�ld�r�m’�n

gözalt�na al�nmas�ylaba�layan süreci

gün gün izliyor, bölümaralar�nda da “linç

kültürü”ndenörnekler veriyor

Fenerbahçe’yle başa çıkamazlar!

Aziz Y�ld�r�m

Page 9: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak Türkiye’de en çok okura ulaşan haftalık kitap eki olduğunu belirtmiştik geçen

Aydınlık KİTAP

REHA GÖNENÇLatince bir atasözü, “No es facileser turco” der, yani “Türk olmakzordur!”... Bundan daha zorolanı ise hiç kuşku yok kiTürk’ün tanımını yapmak, köke-nini bulmaktır. Özellikle Avrupa-lılar bu konuda çeşitli teorilergeliştirmişler, Türklerin kökenikonusunda da en az “TürlerinKökeni” kadar kafa yormuşlar.Birisi, “İri yapılı, beyaz tenli,güzel Osmanlı”nın Türk oldu-ğuna dair fikir yürütürken, bir di-ğeri “Küçük Asya kanı ileTatar-Moğol ve sarı ırk kanınınbirleşiminden” ortaya çıkartmışTürkleri...

Avrupa tarihi üzerine çalışma-larıyla tanınan ve halen NotreDam Üniversitesi’nde öğretimüyeliği yapan Margaret Meservede “Türk” adlı çalışmasında ben-zer bir çalışmanın içine girmiş,Batı-Doğu, Hıristiyanlık-İslamiyeteksenleri üzerinden Türk kimliği-nin peşine düşmüş. Elbette ki Batıbakış açısından ve Batılıların me-raklarını gidermek üzere kalemealınmış bir kitap elimizdeki veönemli vurgularda bulunmaklabirlikte ortaya attığı sorularayüzde 100 net yanıtlar verdiğinisöylemek zor. “Türkleri araştır-mak da zordur” gerçeğinin üstün-den gelmek için ciddi ve oldukçabir titiz bir çalışma gerçekleştirenMeserve, ilk kez gün ışığına çıkar-

tılan belgelere de yer veriyor. Ünlü tarihçi Cemal Kafadar’ın

“Özenli bir araştırma ve zenginkaynak kullanımı sonucu ortayaçıkmış özgün ve etkileyici bir ça-lışma. Rönesans, Ortaçağ, Os-manlı, Türk ve İslam üzerinearaştırmalar yapanlar ile birlikteAvrupa’nın kendisi dışındaki top-lumlara dair bakışını öğrenmekisteyen okurlar için eşi bulunmazbir kitap” dediği “Türk”, 552 yı-lına ait Çin vakayınamelerinde,Moğolistan’da efendilerine karşıisyan eden ve bağımsızlık ila-nında bulunan bir klana “Türk-ler” denilmesinden Bizansbelgelerine, Osmanlı döneminde“Türk” kavramının aşağılayıcıanlamından Truva Türklerininkroniklerine kadar geniş biralanda at sürüyor bir bakıma...

Avrupa’nın Türkleri tanımaçabasının, Türk korkusunun veTürklere karşı önlem alma arzu-sunun ilginç yansımalarından biride ortaya çıkıyor Meserve’nin ki-tabında... Yazar tarafından bizzatvurgulanmasa da anlıyoruz kiTürk, Avrupalı için “öteki”dir vetarihte olduğu gibi bugün debüyük bir “ötekileştirme”yemaruz kalmıştır. Bunu da çayaçorbaya “ötekileştirmeme” ekse-ninden yaklaşan liberallerimizindikkatine sunmuş olalım.

(Türk, April Yay., Çev: Mehmet Tanju Akad, 552 s.)

MARGARET MESERVE’IN ARA�TIRMALARIYLA “TÜRK”

Avrupa’nın“öteki”si...

Avrupa’nın Türkleri tanıma çabasının,Türk korkusunun ve Türklere karşıönlem alma arzusunun ilginçyansımalarından biri de ortaya çıkıyorMeserve’nin kitabında...

Page 10: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak Türkiye’de en çok okura ulaşan haftalık kitap eki olduğunu belirtmiştik geçen

Aydınlık KİTAP

MELİS YALÇINAmerikan yazın tarihinin en büyükhiciv ustalarından Kurt Vonnegut’ın1963 yılında yayımlandığında olay ya-ratan gezegenin sonuna dair kitabı“Kedi Beşiği” yeni çevirisiyle AprilYayıncılık’tan çıktı. Yazar, “Kedi Be-şiği”nde diğer kitaplarında da olduğugibi bilimkurguyu savaşı lanet-lemenin ve Amerikanrüyasını topa tutmanınbir aracı olarak kulla-nıyor. Öte yandan Bo-kononculuk diye sahtebir din inşa edip dinicat etmenin ne kadarkolay olduğunu okuyu-cuya göstererek bir an-lamda Tanrı’ylahesaplaşıyor. “Dahagenç bir adam olsay-dım, insanın aptallığınıntarihini yazardım;McCabe Dağı’nın zirve-sine tırmanır, tarihçemiyastık yapıp sırtüstü uza-nırdım; sonra da insanları heykele çe-viren mavi-beyaz zehirden bir parçaalırdım yerden; yüzünde korkunç birsırıtmayla sırtüstü uzanmış bir heykeleçevirirdim kendimi, yukarıya doğrunanik yaparken, İsmi Lazım Değil’e.”

Mizah ve ironiyle yoğrulmuşhikâyemiz, John’un ilkatom bombasının Ja-ponya’daki Hiro-şima’ya atıldığı gün,bu işle ilgili insan-ların neler yaptı-ğıyla ilgili birkitap yazmayabaşlaması veatom bombasınınmimarlarındanFenix Hoenikker’inçocuklarına ulaşma-sıyla başlıyor. Saf bi-limle uğraşan, ne ailesi, neinsanlığı ne de icatlarının sonuç-larını umursamayan Hoenikker dahaönce atom bombası yüzünden ikikentte hayatın sonunu getirmiş ol-makla yetinmeyecek ve ölümündensonra buz-dokuz gibi bir icadı perva-sızca ortalığa bırakarak tüm dünyanınsonunu getirecektir. John ise“Dünya’nın Sona Erdiği Gün” adınıvermeyi planladığı kitabı yazarken, ki-tabın sonunda kitabı okuyacak kimse-nin kalmayacağı gerçeğiyle yüz yüzekalacaktır. Ve bu ona insanlığın kendikendini yok eden aptallığını düşünmefırsatı verecektir. “Bir de aklıma ön-ceki gece

okuduğum Bokonon’un On Dör-düncü Kitabı geldi. On Dördüncü Ki-tap’ın başlığı şöyledir: ‘Son Bir MilyonYılın Deneyimleri Göz Önüne Alındı-ğında Düşünceli Bir İnsan İnsanlıkİçin Ne Kadar Umut Besleyebilir?’On Dördüncü Kitap’ı okumak pekuzun sürmez. Yalnızca bir kelime ve

bir noktadan ibarettir.Şöyle yazar: ‘Hiç.’”

20. yüzyıl Amerikanpost-modern bilim-kurgu yazarı KurtVonnegut’un romanla-rında genel olarak sa-vaşınanlamsızlığından vemodern insanın deli-liklerinden dem vur-masında kuşkusuzİkinci Dünya Sava-şı’nda Avrupa’da as-kerlik yapmasının vesavaştan çok etkilen-mesinin payı vardır.

Yüz yirmi bin kişinin öldüğü DresdenBombardımanı’nda hayatta kalan ve1945’te Almanlar tarafından savaştutsağı yapılan yazar, savaştan sonraantropoloji eğitimi alıp, gazeteci vereklam yazarı olarak çalışmıştır. Baş-

langıçta bilimkurgu üzerinde yo-ğunlaşan yazarın ilk

romanı “Player Piano”(Otomatik Piyano)

bu dalda yazarabüyük övgü ka-zandırmıştır.Sonraki eserle-rinde bilimkur-gudanuzaklaştığınıbelirtse de yaz-

dığı kitaplardaetkisi hâlâ görüle-

bilir. “On iki yaşım-dan beri filtresiz Pall

Mall’dan başka sigara iç-medim. Ve yıllar var ki Brown &

Williamson, hem de paketin üstüneyazarak, beni öldürmeyi vaat ediyor.Ama artık seksen iki yaşına geldim.Eksik olmayın sizi pislikler” diyerekpaketin üstündeki taahhüdüne uyma-dığı gerekçesiyle, sigara şirketine mil-yon dolarlık dava açacağı şeklinde birespri yapan Vonnegut, 11 Nisan2007’de seksen dört yaşında hayataveda etmiştir.

(Kedi Beşiği Kurt VonnegutApril Yay. çev. Serkan Göktaş

256 s.)

Kedi neredebeşik nerede?

“Dr. Hoenikker ile konuşur muydu-

nuz?” diye sordum Bayan Faust’a.

“Aaa, tabii ki. Onunla pek sık ko-

nuşurdum.”

“Aklınızda kalan herhangi bir

sohbetiniz var mı?”

“Bir defasında kendisine kesin-

likle doğru olan bir şey söyleyeme-

yeceğime dair benimle bahse

girmişti. Ben de ona ‘Tanrı sevgidir’

dedim.”

“O ne dedi?”

“Şöyle: ‘Tanrı nedir? Sevgi

nedir?’”

“Hımm.”

“Fakat Tanrı gerçekten sevgidir,

bilirsiniz,” dedi Bayan Faust, “Dr.

Hoenikker ne derse desin öyledir.”

Ağzı bira bardağına sulanan kurbağa

Page 11: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak Türkiye’de en çok okura ulaşan haftalık kitap eki olduğunu belirtmiştik geçen

6 N�SAN 2012 CUMA 9Aydınlık KİTAP

Ayaklarını bir leğen dolusu suya sokmadan başla-yamayanlar… Yatağa girip başına bir buz torbasıoturtmadan kendilerine gelemeyenler… Birkaçsaat kestirmeden, bir bardak su, bir kadeh içki iç-meden, bir lokma bir şey yemeden, her günkü alış-kın olduğu yer ve zamanı, kağıt ve kalemi, daktiloveya bilgisayar olmadan tek sözcük yazamayan-

lar…Yazarların nasıl yazdıkları öteden beri

merak edilen, zaman zaman dergilerin so-ruşturma yaptıkları konulardan biridir. Anı-lar, inceleme yazıları, konuyu enine boyunaele alan tezler, kitaplar var. Bunlardan biride Ahmet Köklügiller’in IQ Kültür SanatYayıncılık’tan çıkan “Nasıl Yazıyorlar” adlıkitabı. Kitap, ortalama okurun merak ede-ceği soruların cevaplarını verme amacı dı-şında öğretmenler ve öğrenciler için de birkaynak durumunda. Yazarlar yazmayanasıl hazırlanıyorlar, nasıl, hangi ruhsal vefiziksel ortamda yazıyorlar, yazmak için

günün belirli bir saatini mi seçiyorlar? Ko-nuyu nasıl buluyorlar? Yazarken duydukları din-sel, siyasal bir endişe var mı; kendilerini özgürhissederek mi yazıyorlar? Okuru düşündükleri olu-yor mu gibi soruların yanıtları aranarak hazırlanankitap Türkiye’den 150’yi aşkın şair ve yazarın hangiortamda ve nasıl yazdıklarına yer vermiş.

���RLER�N� TIRNAKLARININ ÜSTÜNE YAZAN �A�R

Yakup Kadri, bir sayfada aynı kelimenin ikidefa tekrarlanmasına razı olamayıp gece uykusun-dan uyanır, onu siler, yerine başkasını yazarmış ör-neğin. Uzun yıllar bir çalışma masasına sahipolamayan Haldun Taner, vapurda, dolmuşta, yü-rürken, ayakta veya evdeyse ya ütü masasında yada yemek masasında yazarmış. Aziz Nesin, odanınkapısını, penceresini sımsıkı kapatanlardanmış.Cahit Sıtkı ise, nasıl yazdığını bilmeyenlerden…Yemek yerken veya yolda giderken ansızın bir di-zenin gelivermesiyle dünyası birdenbire aydınla-nırmış şairin.

Kendisi değişik saatlerde, değişik durumlarda,yavaş ilerleyerek, sıkıntısını yaşayarak, yanlışıyladoğrusuyla artık ortaya bir şey çıkmalı sabırsızlı-ğıyla esinin bir birikim olduğunu söylemişse de;Cemal Süreya, Behçet Necatigil’in daha çok ne-reye yazdığını araştırmıştır “Behçet Necatigil Şiir-lerini Nereye Yazardı” başlıklı şiirde. Şairinşiirlerini “bir şey çıkmamış biletlerin arkasına”,“İlaç kutularının üstüne”, “kâğıt peçetelere”,“plastikten oyuncakların üstüne” yazmış olduğukanısındadır Cemal Süreya.

Cemal Süreya’nın ustaya küçük bir çalışmaodası istediği şiirin son kısmı şöyle:

“Koca Barbaros’a karşınBeşiktaş biraz odur artık,Küçük bir oda versinlerKehribar yüzü öylece kalsın

- Nereye mi yazardı dizeleriniTırnaklarının üstüne yazardı”

MÜSTEAR ADLA YAYIMLANAN DERG�Benzer bir soruşturmaya verilen bir yanıt da

taa 86 yıl önceden: “Sayın Yazar Hanım,İstekli olarak çalıştığım, yazı yazdığım zaman-

lar beş altı saatlik deliksiz denilen uykulardan

sonradır. Uyandığım zaman gece olmalıdır.Güneş doğmuşsa hemen tembellik basar. Aradaöğleden sonra da çalışır, yazarım. Ama her haldesabaha bir iki saat kala çalıştığımın, yazdığımıntadını, zevkini öğleden sonraki çalışmalarımdabulamam.” (Anılar ve Söyleşiler, Çağdaş Yayın-ları, 1983, sf. 13).

“Sevimli Ay” dergisinin “Muharrir ve edipleri-miz nasıl yazarlar” başlıklı soruşturmasına verdiğiyanıtlara Ahmet Rasim, bu sözlerle başlıyor. Hi-taptaki “Sayın Yazar Hanım”, Sabiha Sertel’denbaşkası değil. “Sevimli Ay” ise, basın yayın veedebiyat tarihimizde önemli bir yeri olan, yayı-nını bir süre de böyle sürdürmesi zorunluluğu or-taya çıkmış bulunan “Resimli Ay” dergisinin,denilebilirse, “müstear” adlarından biri. Bugünde pek çok örneğini görüp yaşadığımız, doğrudanya da dolaylı yollardan gelen hükümet baskısıylayayınından alıkonulan dergi ve gazetelerin ne ilkine de sonuncusu “Resimli Ay”. 1 Şubat 1924’teyayın hayatına başlayan derginin hedefi de, butürlü baskıları mukadder kılacak nitelikte zaten ozamanlar. Sorumlu müdür Zekeriya Sertel’in he-deflediği şey son derece mutevazı oysa: Okuyu-cuların okuma ihtiyaçlarının doyurmak vememleketimizde gerçek bir halk dergisi kurmak!

Tevazu tersinden alınınca, daha yayınının ba-şında Cevat Şakir’in “Asker Kaçakları Nasıl Ası-lır?” başlıklı yazısı Zekeriya Sertel’in de yazarlabirlikte İstiklal Mahkemesi’nce 3 yıl Sinop’ta ka-lebentliğe mahkûm edilmesine neden olur. Yöne-timini Sabiha Sertel’in üstleneceği dergi, bundansonraki yayınını, önce “Sevimli Ay” daha sonrada “Resimli Perşembe” adlarıyla sürdürecektir.

NÂZIM H�KMET VE PUTLARI YIKMA KAMPANYASI

“Resimli Ay”ın 1924-28 ile 1928-30 yıllarınıkapsayan iki dönemi var. İlk dönemdeki kadro-sunda Ahmet Rasim, Mehmet Rauf, Yakup Kadri,Reşat Nuri, Yusuf Ziya Ortaç, Hakkı Sûha, Ercü-ment Ekrem Talu, Hıfzı Tevfik, Sadri Ertem,Ahmet Nuri, Selim Sırrı Tarcan, Mahmut Yesari,İbn-ül Refik gibi yazarları toplayan “Resimli Ay”,dergi yayıncılığına biçim ve içerikte de yenilik ge-tirecektir.

İkinci döneminde toplumcu-gerçekçi bir çizgiyeyönelen dergi, kadrosunu Nâzım Hikmet, Saba-hattin Ali, Suat Derviş, VâlâNureddin gibi yazarlarlabirlikte ilerici ve sosyalistgörüşlere açar. Derginin budönemdeki en önemli ya-yını, “Putları Yıkıyoruz”kampanyasıdır. “ResimliAy”ın, kısa zamanda sol ya-zarların toplandığı bir dergihaline gelmesi ve polis tara-fından izlenmesi, dergininZekeriya Sertel dışındakiortaklarını tedirgin eder. Buortaklar, Nâzım Hikmet başta olmak üzere ilerici-sosyalist yazarların kadrodan çıkarılmasını ister-lerse de Sertel’ler buna karşı dururlar. Bu daderginin sonu olur.

HAF�YELER�N GÖZET�M� ALTINDA YAZMAK

Ahmet Rasim’in, “Sevimli Ay”ın “nasıl yazı-yorlar” soruşturmasına verdiği yanıt, derginin Ha-

ziran 1926 tarihli 4. sayısında yayımlanmıştır. “Re-simli Ay”ın birinci döneminin sürekli yazarların-dan olan Ahmet Rasim’in ölümünün 50. yılı içinNuri Erten’in hazırladığı, ancak 51. yılında yayım-lanabilen “Anılar ve Söyleşiler”de yer alan yazıla-rın büyük çoğunluğu “Resimli Ay”, “Sevimli Ay”ve “Resimli Perşembe”de yayımlanan yazılardanoluşmaktadır.

Ahmet Rasim’in kitapta yer alan, Abdülhamitdöneminde yazarlık yüzünden neler çektiğini an-lattığı, Vedat Günyol’un deyişiyle “birbirini bütün-leyen on dört nefis yazı”sının her biri yazarınsoruşturmaya verdiği yanıtların açılımı olarak daalgılanabilir. Nitekim on dört yazının, yanıtınhemen ardından sıralanması da bu görüşü doğru-lar nitelikte. “Yazarlık Yüzünden Neler Çek-tim/Ekmekçi de Veresiye Vermeyeceğini Söyledi”,“Eşim Doğurmak Üzereydi, Cebimde On ParaYoktu”, “İlk Tutuklanmamdı, Ama TutukevindeKimse Yoktu”, “Avrupa’dan Para Alıyorum DiyeNasıl Jurnal Edilmiş, Sonra Nasıl Kurtulmuş-tum?”, “Evim Basılarak Cephane Araması Yapıl-mıştı”, “İki İmparator Arasında Aç Susuz”,“Muhabirliğe mi Geldik, Dilenciliğe mi” başlıklı,konusunu hemen daha başlığında veren yazılar, ya-zarın Abdülhamit’in “gölge hafiye”lerinin sürekligözetim ve denetimi altında nasıl yazı yazıldığınıgösteren birer tanığı durumunda.

GERÇE��N D�LE GET�R�LMES�N�N BEDEL�

İstibdat sona ereli yüz yıl olmasına karşın AhmetRasim’in bir yazar olarak yaşadıklarının sanki bugünyaşanıyormuş gibi zihnimizde taptaze canlanması,anlattıklarının bize çok bildik ve tanıdık gelmesi ya-nında yazarın kıvrak, alaycı ama hoşgörülü ve seve-cen, kara mizahla yüklü olmasına karşın kırıpdökmeyen o kendine özgü, Türkçenin balını tattıratattıra gelişen üslubundan. Gazetecilikte başına ge-lenleri –bir tarihte hovardalıkta baskına uğramasınıbile- başkasının başından geçmiş gibi anlatması, “hergerçek güzeldir” diyen Ahmet Rasim’i bugün de gün-cel ve okunur kılan özelliklerin başında geliyor. Hergerçek güzeldir ancak, gerçeğin dile getirilmesinin debir bedeli vardır. Bu bedel de çoğu kez işsizlik, yok-sulluk, açlık ya da hapislikle ödenir.

“Nasıl yazıyorlar” türünden soruşturmalardabiçimsel şeyler değil ilgi çe-kici, özgün ve önemli olan;yazarın içinde var olduğu –bireysel, toplumsal, siyasal,ekonomik ve kültürel- bü-tünlüklü yaratıcı ortam el-bette. Bu bir “fildişi kule”de konforlu ve geniş bir ça-lışma masası da olabilir,yoksul bir evde bir dikişmakinesinin üstü de, bir

hapishane hücresinde kar-ton kutulardan yapılma dizüstü tahtası

da. Bir sarayda gecekondudaki gibi yazılmaz. Neyaşıyorsa onu yazar insan, nasıl yaşıyorsa öyleyazar. Zaman akar, her şey geçer, yazı kalır so-nuçta.

Son sözü Ahmet Rasim söylesin o halde:“Bence, istediğim gibi yazılmış bir makalenin,

bir kitap bölümünün verdiği hazzı anlatacak hiçbirdeyim yoktur. Sıkıntı ve üzüntümü bile bunlarınkarşısında unuttuğum pek çoktur”.

Ahmet Rasim ve gözetimaltında muharrir olmak…

MEC�T ÜNAL

[email protected]

GÜLDEN TERAZİ

İstibdat sona ereli yüz yıl olmasına karşın Ahmet Rasim’in bir yazar olarak yaşadıklarının sankibugün yaşanıyormuş gibi zihnimizde taptaze canlanması, anlattıklarının bize çok bildik ve tanıdık

gelmesi yanında, yazarın kıvrak, alaycı ama hoşgörülü ve sevecen, kara mizahla yüklü olmasınakarşın kırıp dökmeyen o kendine özgü, Türkçenin balını tattıra tattıra gelişen üslubundan

Page 12: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak Türkiye’de en çok okura ulaşan haftalık kitap eki olduğunu belirtmiştik geçen

6 N�SAN 2012 CUMA Aydınlık KİTAP10 ARA KABLO

Şiirin geçen ayki zaman tünelinde (Mart 2012) ilginçayrıntılara yakalandıkça es geçemiyor ve değinmekzorunda kalıyorum. Umarım şiirseverleri sıkmıyo-rumdur. Türkiye’nin onca yoğun gündeminde şiirebu kadar kafayı takmak da ne ayak? sorusunu sözcükbaşı işitir gibiyim. Yenişehirli Avnî’nin beyitiyse ku-laklarımda çınlıyor: “Kimse idrâk etmedi mânâsınıdâvâmızın / Biz dahi hayranıyız dâvâ-yı bî-manâmı-zın”. Kaldığımız yerden devam:

“Baykuş”, çok gösterişli ama umulanı 2. sayısındabile vermekten halâ uzak bir dergi. Sanki yazılarokunmasın diye tasarlanmış karanlık görsellik bay-kuşun doğasına uygun olabilir ama insanın değil. Ra-mazan Bayat’ın “Üçüncü Şahsın Şiiri” üzerinedeğerlendirmesi de, tıpkı Kafka ve Neyzen Tevfik üs-tüne yazılanlar gibi güme gitmiş... Dergide GökbörüMete, Doğacan Onaran, Oğuz Tutal, Anıl Akbulut,Figen Çelik, Tülay Karahasan’ın şiirleri var.

“BerfinBahar”da, Mehmet Genç, Atatürk’ünYahya Kemal’e verdiği dersi anımsatıyor (S:

169): “Hiçbir şair divan edebiyatına yeni ke-limelerle nefes veremez... Ölü, ölüdür şair!”Yenişehirli Avnî, 50 yıl sonra bu sözlerinedileceğini bilmiş gibidir: “Alimallah ga-razım bir yola hâk olmaktır / Âlemindevlet ü ikbaline mâil değilim”... HasanHüseyin Yalvaç ve Semih Poroy, 18 Şu-bat’ta yitirdiğimiz Nebi Dadaloğlu’nuanlatıyorlar. Poroy, “yaşamındaki acı-larla yürümesini bilmiş bir ozan evliya”diyor... Hakan Bilge’nin “ÖlümdeAşk” yazısı, hem felsefe hem sanat açı-sından önemli bir temayı irdeliyor:“Arzunun nesnesi ulaşılmaz mıdır?Öteki imkânsız mıdır?” Dergide, Sa-natçılar Girişimi bildirisi, Aydınlık’ın ha-

beri (01.03.12) ve Seyyit Nezir’in“Sanatçılar Girişimi Umut Veriyor mu?”

başlıklı, sessiz ama yaygın tartışılan yazısı(04.03.12) da yer alıyor... Vecihi Timuroğlu,

“Kürşat’a” adlı anma şiirini, “Devrim bahçe-sinde gezer gibi / Girerler dünyama tekmil / Gü-

zelliğin seher kapısından” dizeleriyle bitiriyor...“Çarmıhtaki Yeni Mehmet” şiirlerini bugün dahada etkilenerek okuduğumuz Yılmaz Gruda, “JosefFuşe”yi şöyle anlatıyor şiirinde: “Bir insan kıymı-ğıydı o: / Üç murç vuruşuyla yontulmuş / Küften,pastan, hırstan /…/ Halâ sürüyor kalıtı: / Yok gerekşimdi / Dökmeye tek tek / Hileyi, desiseyi / Yetiyor/ Yetiyor işte / ‘Fuşe!’ demek”... İbrahim Eroğlu;Metin Göktepe, Uğur Mumcu, Onat Kutlar, TuranDursun ve Ceylan Önkol’u da anarak, “Uyanış”açağırıyor okurunu: “Kaldır başını magazinden Tür-kiye / Biraz da yarım metrelik bir duvardaki ölümöyküsünü dinle”... Güngör Gençay, gülsuyu içen-lerle ülkenin nöbetçilerini şiirinde aynı zamirde bu-luşturmakla iyi mi ediyor: “Nöbeti sürdürenleröylesine mutlu ki / Gülsuyu içiyorlar maşrapa-larla”... Evin Okçuoğlu, “devrim şarkısı dudakları-mızda” diye bitiriyor şiirini; oysa alanlar dudaktandaha çok yakışır devrim şarkısına... Cihan Barış Bu-dak’ın şiiri nefes darlığına girdi bu aralar: “Dağınık,darmadağınık sol dünyam”... Alpaslan Akdağ, adıbir garip şiirinde, ülkenin bugünlerine uyan bir imgeve söylem yakalamış: “bir cinayet mahallinde suç-üstüyüm sevgili!” Ne ki yakaladığı anda kaçırmış;tıpkı şiirinde söz ettiği düş gibi...

Süleyman Unutmaz’ın çok incelikli eleştirilerleyüklü “Zamanımızın Bir Kahramanı” şiiri “Der-gâh”ın kapısında karşılıyor bizi (S: 265): “Tanrının

dizi dibinden ayrılmayansın / Kelimelerimizi boşaçıkaran”... Selçuk Küpçük, ülkenin şiir birikiminisöylem olarak çok iyi içselleştirdiği izlenimi uyan-dırıyor: “bir resul mutlak geçmiş olmalı buradan ge-celeyin konuşarak / yoksa nerden bileceğiz bizkitabı, inciri ve zeytini”...Hakan Özçelik, aruzu günü-müz Türkçesine uygulama-nın imrendirici bir örneğiniveriyor; ne ki içeriği tazelik-ten yoksun: “Vakit biter vegüneş, ben uyandığımdauyur. / İçimde eski hüzünlerkıpırdanır yeniden”... KübraNur Duran’ın, “sen teneffüsegeç kalmama telaşıyla bahçeye fırlayan çocuklargibi şen” dizesiyle başlayıp, “peygamber ehemmi-yeti gibiydi / sesinin âyetlere dokunuşu. / alllahuekber” diye biten şiiri biçim ve içerik olarak ilginçtartışmaları kışkırtıyor... M. Ertuğrul Fındık, “OrtaSayfa” sorularını yanıtlarken çok önemli bir sapta-mada bulunuyor: “Tarih, matbaayı ülkeye geç geti-ren yöneticileri yargıladığıgibi, bugün de sosyal payla-şımda Amerika’nın dümensuyunsa ilerleyip, sadece kul-lanıcı olup, kendi kuralları-mızı ve mecralarımızıoluşturmadığımız için hesapsoracak bizden.”... NazireErbay, Edirneli Şâhidî’ninönemini belirttiği yazısındaFuzûlî’nin ona naziresini de anımsatır: “Hâli etmiş-tir beni benden muhabbet dostlar / Ayb kılman gör-seniz âlemde bi-pervâ beni”...

“Düşkent”, Tanseli Polikar’ın çıkardığı bu “uçarıkentlilerin fanzini”, 35. sayısına ulaşmış. Emine Er-baş’ın “Soğukta ‘Öğleden Sonra Aşk’ ” şiirini Me-lahat Babalık, Ümit Öztürk, Hüseyin Kocatürk,Hale Oyal, Mürsel Üstün, Kenan Yalçın, SevimYazar, Esin Üçüncüoğlu, Cihat Kemal’in şiirleri iz-liyor... C. Kemal, ayrıca, Erbaş’ın toplu şiirler kitabı“Korku’ya Doğru Yürüdüm”ü (Broy Y., 2011) ta-nıtıyor. Son cümlesi şöyle: “Evet evet, yapamaya-caklar şiir yazan bir bilgisayarı içine Emine Erbaş’ıkoymadıkça...”

“Hayal” (S: 40), “Şiir ve Ütopik Aşk” adlı dosyakonusuyla bir belgelik oluşturmayı başarmış...Ahmet Ada, ödül alan kitabı üstüne ayın sorusunuyanıtlarken şöyle bitiriyor: “Yoktur Belki AhmetAda Diye Birisi de kendinden emin adımlarla iler-leyen bir kitap”... Veysel Çolak, 1950-95 arasında şi-irle toplumsal ve tarihsel koşullar ilişkisinibelirlemeye yönelik bir giriş izlenimi veren yazı-sında, dipnotla da olsa İkinci Yeni şiirinin köklerinide işaret ediyor... Ertan Mısırlı, “Dağlarca Gün-lüğü”; Aslıhan Tüylüoğlu ve Atalay Saraç ise MetinEloğlu üstüne yazılarıyla dergiye katkıda bulunu-yorlar... Çolak’ın “İçkanama” şiiriyle de göründüğüdergide, Nihat Ziyalan, Ahmet Ada, Nalan Çelik’inde şiirleri ilgi topluyor. Hilmi Tezgör, “Sincap”tayalın, atak ve oldukça süzülmüş bir şiiri kovalıyor.

“İnsancıl”da (S: 260) Sennur Sezer’in atölye ko-nuşması yer alıyor. Sezer, sözü Necatî ve Mihrî’denalıp Pir Sultan’a, Yunus’a taşır: “Yediği insan eti /İçtiği kan olısar”. En sonda gençlere şu öğüdü veri-yor: “Hepiniz ne yazarsanız yazın, ‘Ben kimim?’ so-rusunu kendinize sorun”... Asım Öztürk,“Değersizleştirilemeyendir Şiir” yazısının ana dü-şüncesini şu cümlede buluyoruz: “Şiir yazma oylu-

munun dışından gelen tüm seslendirmelerin asıl de-ğerler olduğu yanılgısına düşmeden, şiirin gerçek-liklerinden yola çıkarak üretmeliyiz”... 2012 İnsancılDünya Şiir Günü Bildirisi’ni kaleme alan DenizSaraç, “Kuru aklın estetize edilmesidir aşk” dedik-

ten sonra, Brecht ve Neruda’yayaslanarak, şöyle belirliyor tav-rını: “Bizim şiirimiz geleceğingüzelliğine inananların düşü-dür. Bir ütopyanın peşindenkoşar gece gündüz.”

Elime geçen her dergi içinbirer cümle ettiğimde bir de ba-kıyorum üç bin vuruş olmuş.Sayfanın sınırıysa altı bin... “Ka-

ragöz”de kaldık. Üstelik ayın şiirini öneremedenNisan’a da girdik. Anlaşılıyor ki, vuruş sayısında çokdaha eli sıkı davranmak gerekecek...

Sanatçılar Girişimi’nin çağrısına uyarak, günü-birlik ulaşım mesafesindeki dostlara bugün (6 NisanCuma) duruşmayı izlemek üzere Silivri Cezaeviönünde, elimizde Mart ayının dergilerde yayımlan-

mış en güzel şiiri, RefikDurbaş’ın “Makine”siylebuluşmayı öneriyorum.

[ARAKABLO’da deği-nilmesini istediğiniz yayın-ları (Cağaloğlu, AnkaraCd., Pamir Han, 22/14, Sir-keci-İST.) adresine gönde-rebilirsiniz.]

Refik DurbaşMAKİNE

Alüminyum tencereyağdan kararmış tavatutacağı kırık çaydanlık

Yatak yorgan kilime sarılı

Annesinin kucağındaKundakta çocuk

Anne kağnıdaBaba öküzlerin önünde

Sabahın köyden çıktılarbirazdan köprüyü geçerler

Köprünün ötesi kasaba yolu

Baba sigara sarıyoranne ağzına kilit vurmuş

Akşama doğru“makine”, yani kamyon geliryatağı yorganı, acılarınıhüzünlerini, sevinçlerinisevdalarını yüklerler

Gurbet yolun bittiği yerdeuzakta, çok uzaktayolun ufukla kesiştiğiyerde bir toz bulutu

Gurbet bulutun içindebulutun içinde çocuğunkundağa sarılı sesi...

(Sincan İstasyonu, Mart 2012)

Şair sesleniyor: “Kaldırbaşını magazinden Türkiye”

SEYY�T NEZ�R

[email protected]

Deniz Saraç, “Kuru aklın estetize edilmesidir aşk” dedikten sonra, Brecht veNeruda’ya yaslanarak, şöyle belirliyor tavrını: “Bizim şiirimiz geleceğin

güzelliğine inananların düşüdür. Bir ütopyanın peşinden koşar gece gündüz.”

Page 13: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak Türkiye’de en çok okura ulaşan haftalık kitap eki olduğunu belirtmiştik geçen

6 N�SAN 2012 CUMAAydınlık KİTAPKAPAK

PINAR AKKOÇ“..siz ey, gelecek günlerin küçük güneşleri,birer birer uyanmanın vakti geldi işte,ufuklar aydınlığa öyle susadı, öyle susadı ki!aydınlık tek özlediğimiz şey çağımızda,haydi silin bulutları, uğursuz gölgeleri atın,ışıklar içinde koşun mutlu özgürlüğe doğru..”

Tevfik Fikret bir aydınlanma savaşçısı.Bir Hümanist. Bilimin yol göstericiliğinihiçbir zaman elden bırakmayan bir aydın.Hem yaşadığı dönemde hem de ölümün-den sonra birçok insanı derinden etkileyenTevfik Fikret’i bu kez Hıfzı Topuz anlatı-yor. Tevfik Fikret’in “Sabah Olursa” şiirin-den dizeler aklımızda, tutuyoruz HıfzıTopuz’un evinin yolunu. Bardaktan boşa-lırcasına yağmur yağıyor. İçeri girmeden sı-rılsıklam olmuş üstümüzü başımızı şöylebir toparlarız diye düşünürken bir de bakı-yoruz, evinin kapısında bekliyor bizi HıfzıTopuz. Haliyle herhangi bir düzeltme yap-maya vakit kalmıyor. “Ne kadar gençsiniz,ben de sizin yaşlarda başlamıştım bu iş-lere” diye kucaklaşıyor bizimle. Ve başlıyoryeni çıkacak kitabını anlatmaya...

Mithat Paşa, Sabahattin Ali, NazımHikmet ve şimdi de Tevfik Fikret, yaşamla-

rını romanlaştırdığınız isimler... Bu isim-leri tercih etmenizin sebebi nedir?

Ben niye bu insanları seçiyorum?Niye Fikret’i seçtim? Ben özgürlük kah-ramanlarını romanıma kahraman olarakseçiyorum. Önce Mithat Paşa ile başla-dım. Mithat Paşa özgürlük kahrama-nıydı. Onun için savaştı. Ödün vermedive bunun bedelini hayatıyla ödedi. Dahasonra Atatürk’ü ele aldım. Atatürk hak-kında üç kitabım var biliyorsunuz. Biri“Devrim Yılları”, biri “Gazi ve Fikriye”,diğeri de “Bana Atatürk’ü Anlattılar”.Ben Atatürk hayranıydım. Çocuklu-ğumda Atatürk’ü tanıyan insanların ara-sında büyüdüm. Akrabalarım,yakınlarım... Evde onun hikayeleri anla-tılırdı ve o zaman zaten o dönemdeokulda, bizim sınıfta Atatürkçü olmayanyoktu. Bazı arkadaşlarımın babası mil-letvekiliydi. Yani hepsi Atatürk’ün arka-daşlarıydı. Öyle bir havada büyüdük.Atatürk’ün bir gün tartışılacağı aklımızabile gelmezdi. Şimdi Atatürk hayranlığışu; bir defa ben kendimi her zamanAtatürkçü olarak tanıyorum, biliyorum.Atatürk’ü çok beğeniyorum. Ama Ata-türk kendi koşulları içinde bir şeyleryaptı. Bugün aynı şeyler yapılır mı?Bugün koşullar değişti ama Atatürkhala canlı. Sonra Sabahattin Ali’yialdım. O da benim gözümde bir kahra-

mandı. Sabahattin’i tanıdım. Dostlukettik. Çok sevdiğim bir insandı Sabahat-tin. Ve hayatıyla ilgilendim sonra. Saba-hattin çok güç şartlar altında yaşammücadelesi verdi. Sabahattin’in fikirleribugün gizlenecek fikirler değil. Açıkaçık söylenen, yazılan şeyler. KomünistParti üyesi değildi. Komünist değildi.Moskova’ya gitmeyi de düşünmedi. Bu-radan kaçarken niyeti Fransa’ya, İtal-ya’ya yahut İngiltere’ye gitmekti. Veeğilimleriyle sosyalistti. Bırakmayı hiçdüşünmüyordu. Solcu, aydın bir insandı.Ama ödün vermedi. İşte benim bunahayranlığım vardı. Onu yazdım. SonraNazım’ı ele aldım.

NAZIM’LA TANI�MADAN ÖNCE… Nazım Hikmet’i anlatır mısınız

biraz… Tanışıklığınız da var ayrıca… Nazım, benim çocukluğumdan beri

şiirlerini okuduğum, duyduğum bir şa-irdi. Ben Nazım’ın şiirlerini ilk kez ilk-okuldayken ağabeylerimden dinledim.Şiirleri elden ele dolaşırdı. Daha sonraNazım yasaklandı. Bir daha Nazım’la te-masımız olmadı. Şiirlerini, yazılarınıokuyamadık. 1947’de, Nazım Mosko-va’ya gittikten sonra ben gazeteciliğebaşladım. Nazım hapisteydi. GazetedeVala Nureddin vardı o zaman. Bir deonun karısı vardır, Müzehher Hanım.

Bunlar Nazım’ın çok yakın arkadaşla-rıydı. Hapishaneye gidip geliyorlardı.Hapishaneden döndükten sonra bizeNazım’ı anlatırlardı. Nazım’ın şiirlerinigetirirlerdi, okurlardı. “Aman çocuklar,sakın kimseye vermeyin. Nazım’ın başıderde girer. Başına iş açılır” derlerdi.Ama biz yine de aramızda dağıtırdık şi-irleri. Vala’ların evinde toplanırdık.Orada kimler olurdu? Mehmet AliAybar olurdu, Melih Cevdet olurdu,Oktay Rıfat olurdu. Bazen Ruhi olurdu.Şevket Süreya katılırdı bazen. Yaniböyle bir topluluktu ve hep Nazım’ıseven insanlardı. 1952’de Fransa’ya git-tim. Nazım o zaman Moskova’daydı veFransa’da bir kitabı çıkmıştı, “LesPoem” diye. Ben Paris’teyken haberaldım. Nazım telif ücretinin karısına,Münevver Hanım’a verilmesini istiyor-muş. Benden telif ücretini editörden is-tememi rica ettiler. Paris’te, St.Germain’de bir apartmanda yaşıyordueditör. Konuştum, anlattım. Aldım telifücretini. Ertesi gün gidip Vala’lara yol-ladım. Böyle de bir ilişkim oldu Na-zım’la, henüz onu tanımadan evvel.

İlk ne zaman tanıştınız?1959’da UNESCO’da çalışmaya baş-

ladım. O zaman UNESCO’da göreve gi-derken Nazım’ı görürsün demişlerdi.Hatta Orhan Kemal demişti ki, “Görür-

“Çocukluğumda Atatürk’ü tanıyan insanların arasında büyüdüm.Akrabalarım, yakınlarım... Evde onun hikayeleri anlatılırdı ve o zaman

zaten o dönemde okulda, bizim sınıfta Atatürkçü olmayan yoktu. Bugünkoşullar değişti ama Atatürk hâlâ canlı.”

H�fz� Topuz’la son kitab� “Elbet Sabah Olacakt�r” üzerine...

“Ben özgürlükkahramanlarının yaşam öykülerini

yazıyorum”

11

Page 14: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak Türkiye’de en çok okura ulaşan haftalık kitap eki olduğunu belirtmiştik geçen

6 N�SAN 2012 CUMA KAPAKAydınlık KİTAPsen Nazım’a söyle. Beni o yetiştirdi.Nazım olmasaydı ben Orhan Kemal ola-mazdım. Kendisine şükranlarımı söyle.”Ben göreceğimi zannetmiyordum. Haki-katen ertesi yıl Nazım Paris’e geldi. Abi-din Dino, Nazım’a benden bahsetmiş. Oda beni görmek istemiş. Aman, nemutlu bana. Ertesi gün buluştuk. Nazımbir otelde kalıyordu. Gittiğimde Na-zım’la Abidin lobide beni bekiyor-lardı. Beni güleryüzlekarşıladı. Kucaklaştık Na-zım’la. Ondan sonra ay-rıntılarınagirmeyeyim ama sıksık beraber olduk.Bir gün hep bir-likte yemeğe git-tik. Avni Arbaş,karısı Henriette,Nazım, karısıVera, ben ve karımNezihe beraber birlokantada yemekyedik. Bir Kafkas lo-kantasıydı. Orada Na-zım’ı Rus zannettiler.Hatta Rus asilzadesi zannet-tiler. Nazım dedi ki bana: “Be-ğendin mi yaptığın işi, beni bunlarınarasına soktun. Ben bunlardan kurtul-mak için buraya geldim.” Böyle şakala-şıyordu benimle. Derken biz kalkalımdedik, hesap istedik. Şef garson geldi.“Grandük ailesinden birini çağırdım, bi-razdan gelecek, gitmeyin sizin için gele-cek” dedi. Epeyi güldük. Böyle birhikayem var Nazım’la.

Bir gün Nazım’la yine buluştuk.Nazım, Abidin, Avni ve ben. Arabaylabir toplantıya gidiyoruz. Arabayı benkullanıyorum. Nazım’ın sesini kaydaalmak istedim. Kabul etti. Anlatmayabaşladı. Fakat bittikten sonra baktık, sesbozuk çıkmış. Ama orada anlattığı bazışeyler çok önemli anılar oldu benimiçin. Onları daha sonra kullandım. Birseferinde yine Nazım’ın oteline gittim.Birkaç şiirini saklamak istiyordum.Bana yaklaşık bir saat şiir okudu. Onunkopyaları var. İşte böyle ahbaplıklarımızvar Nazım’la. Nazım vatan haini falandeğildi. Vatan aşkıyla yaşadı. Vatanınaçok bağlıydı. Özgürlükçüydü Nazım.Özgürlüğünden ödün vermedi. Herzaman bağımsız kalmayı bildi. Düşünce-lerini bar bar bağıran, haykıran birinsan... Hiçbir zaman uşak olmadıNazım. Moskova uşağı hiç olmadı. BenNazım’ı çok sevdim. Bilinmeyen yönle-rini yazmaya çalıştım hep. Çok ortakdostumuz vardı Nazım’la. Bütün bu kişi-ler önemli kişiler. Ben Nazım’ı onlardanda dinledim. Hayranlıkla yazdımNazım’ı.

“ANNEM �LER�C� B�R KADINDI”Nazım’dan sonra yeni bir kitap yaz-

mak bana güç geliyordu. Ben sevmedi-ğim insanın hayatını yazamam.Abdülmecit’i yazdım ama hayranlığım-dan değil. Acıyarak yazdım. Bir de Ab-dülmecit’in kim olduğu bilinsin diye…Tevfik Fikret’i daha önce de düşünmüş-tüm. Fikret hakkında üç beş konuşmayapmıştım çeşitli tarihlerde. Yenidenüzerine eğildim. Ben çocukken, okumayazma bilmeden daha, annem bana Şer-min’den şiirler okurdu. Ben 5-6 yaşındaşiirleri ezbere bilirdim. Annem ilericibir kadındı. Odasında Tevfik Fikret’inresmi vardı. İçerde hâlâ durur. Ölü-müne kadar odasında durdu o. Şer-min’den sonra Sis’i okuduk. Bu sayedeFikret’i daha iyi tanıdık. Böyle, ötedenberi bir Fikret hayranlığı vardı. Anne-min de anneannemin de büyük etkisi

oldu bunda sanırım. Anneannem de çokroman okuyan bir kadındı. Fransızca bi-lirdi. Evde Servet-i Fünun koleksiyonuvardı. Dedemin de Fikret’e büyük birhayranlığı vardı. Ailemin tamamınınvardı. Bir dayımın adı Fikret olmuş.Benim bir teyzem – Meyyale’de bahsetti-ğim kadın benim aslında büyükannem -onun kızı Reviye Hanım’ın kızı Mak-

bule Hanım. Makbule HanımEsad Paşa’yla evli. Esad

Paşa, Fikret’in arkadaşı...Esad Paşa oğluna

Fikret adını veriyor.Yani ben böyle biraileden geldim,böyle bir çevredebüyüdüm. E tabii,bir de Galatasa-raylıyım (gülü-yor). Düşünün…Fikret Galatasa-

ray’da okumuş, za-manında

öğretmenlik yapmış,müdürlük yapmış.

Böyle bir Tevfik Fikrethayranlığı var. Yazmaya kal-

kınca Tevfik Fikret hakkında20’den fazla kitap yazılmış olduğunugördüm. Hepsi burada (eliyle kitaplığınıgösteriyor). Onlara baktım. Ben başkabir şey yazacağım dedim. Nazım’da daöyleydi. Nazım hakkında 110 kitap yazıl-mıştı. Ben başka bir şey yazacağımdedim ve yazdım. Fikret’te de öyle oldu.Ben başka türlü yazacağım dedim, yaz-dım.

TEVF�K F�KRET: BA�IRAN B�R ADAMBu çalışmaları yaparken, kitabı

yazma sürecinde Tevfik Fikret’i yenidenkeşfetttiniz kuşkusuz. Nedir Tevfik Fikret’i farklı kılan?

Fikret bugün çok güncel adam. Yanibir defa o önemli. Fikret özgürlük şairi.Fikret, istibdada başkaldıran bir adam.Abdülhamit döneminde, 1908’den önce,kafa tutan bir adam. Sis’i yazmış. Sis’tehaykırıyor: “Ey mahkemelerden müte-mâdî sürülen hak; ey mimlenme korku-suyla kilitlenmiş ağızlar”… Böyle şeyleryazıyor. Bugün Sis çok güncel. Arkasın-dan gene o dönemde Tarih-i Kadim’i

yazmış. Hem savaş karşıtı hem de dü-şünceye önem veriyor. “Artık yeter ege-menliğiniz” diyor. Yönetimin düşünceyeel koymasına, denetim altına almasınakarşı koyuyor. “En gerçek özgürlük dü-şümüzdeki gelecek çağlarda: Ne savaş,ne savaşan, ne salgın, ne saltanat, neyoksulluk, ne ezen ne ezilen” diye barbar bağırıyor, değil mi. Arkasından Mil-let Şarkısı’nı yazmış. Bütün bunlar Ab-dülhamit dönemi. Abdülhamityıkıldıktan sonra 1908’de İttihatçılarTevfik Fikret’e yaklaşıyorlar. Fikret, İtti-hatçılara güvenmiyor. Onu aralarınaalmak istiyorlar. Milli Eğitim Bakanlığıteklif ediyorlar. Kitapta var. Kabul etmi-yor. Bir süre sonra Doksan Beşe Doğ-ru’yu yazıyor. Doksan Beşe Doğruİttihatçılara bir başkaldırı. “Bir devr-işeamet, yine çiğnendi yeminler; Çiğ-nendi, yazık, milletin ümmid-i bülendi!Kanun diye topraklara sürtündü cebin-ler; Kanun diye, kanun diye kanun tepe-lendi... Sussun diye vicdanınayumruklar inerse…” Böylebar bar bağıran bir adam.O zaman İttihatçılarınhatalarını görüyor.Ve İttihatçılar bunadüşman oluyorlartabii. “Kanun di-yoruz; nerde omuhayyel? Düş-man diyoruznerde bu. Ha-riçte mi biz mi?”diye bağıranadam. “Hürriyeti-miz var diyoruznerde?” diye bağırı-yor. İttihatçıları karşı-sına alıyor. Uyarıyoronları. Ve sonra İttihatçılarınbizi sürüklediği Birinci Dünya Sa-vaşı… Ondan sonra yazıyor. İttihatçılarakarşı “Harb-i Mukaddes“ şiirini yazıyor.Yine İttihatçılara karşı Han-ı Yağma,“Yiyin efendiler yiyin” dediği şiir. Gün-cel yani, değil mi… O zaman Türkiye’yisavaşa sürükleme heveslileri var. Bugüngüncel. Yine bugün yolsuzluklar çokşükür o zamankinden az değil. Özgür-lük meselesi yine gündemde. Demek kibir özgürlük kahramanıyla karşı karşıya-

yız. Aynı şekilde savaş karşıtı, yani bu-günün deyimiyle barışsever. O zamanöyle denmiyor ama tam bir barışsever.Bütün bunlardan sonra Fikret, Aşiyan’akapanıyor. Orada da ilginç bir şey var.Fikret, zamanında Fransız şairlerinehayran. 18. yüzyıl, 19. yüzyıl şairlerine,yazarlara hayran. Rousseau’ya hayran,Victor Hugo’ya hayran, Montaigne,Montesquieu... Bütün aydınlanma eko-lüne hayran. Orada özgürlüğü bağıraninsanlar var. Özellikle Rousseau’dançok etkilenmiş Fikret. Mesela epeyi biruğraş ve mücadeleden sonra Rousseauçekip gidiyor, uzaklaşıyor. Paris dışındabir yerlere yerleşiyor. “İnsanlar beni an-lasalar da anlamasalar da ben bunlarıyazmaya devam edeceğim” diyor. Birbakıyorsun, Fikret Aşiyan’a gitmiş, yazı-yor. Ben burada Rousseau’nun çok etki-sini görüyorum. Fikret’in hayatında birtaraftan böyle başkaldırı şiirleri var, birtaraftan da böyle inzivaya çekilmek var.Küsmek var. Çok alıngan bir insan. Da-

rılıyor gidiyor kimi zaman. Fikret’in önemli bir diğer

yönü: Kadın haklarını sa-vunuyor. Türkiye’de

basında kadın hakla-rını ilk savunaninsan bence Fikret.Bu, pek kimseninüzerinde durduğubir şey değildir.Pek bilinmeyen birşey galiba. Şiirle-rinde yazıyor.

“Kadın ezilirse alça-lır beşer” diyor.

Kadın haklarına saygılıbiri olarak çıkıyor karşı-

mıza. Bu da çok önemli birşey. Ayrıca geleceğe güveni var.

Sabah olursa… Elbet sabah olacaktır…“Sabah olur gençler”.. Ve hep gençliğegüveniyor. Kendisinden artık ümidi kes-miş. “Ben görmeyeceğim belki” diyorama Haluk’a hep “Sen göreceksin”diyor. Bütün bunlar güncel şeyler. Bun-ları bilmekte çok yarar olduğu kanısın-dayım. Ben bundan yola çıktım. Enönemlisi akılcı olması. Akılcı olması, bi-lime inanması… Fikret, “Yaşamak dinibenim dinimdir. Müminim. Varlığa ima-

Naz�m’dansonra yeni bir

kitap yazmak banagüç geliyordu. Bensevmedi�im insan�nhayat�n� yazamam.

Abdülmecit’i yazd�m amahayranl���mdan de�il.

Ac�yarak yazd�m. Bir deAbdülmecit’in kim

oldu�u bilinsindiye… Fikret

bugün çokgüncel adam. Yanibir defa o önemli.

Fikret özgürlük �airi.Fikret, istibdada

ba�kald�ran bir adam.Abdülhamit döneminde,

1908’den önce, kafatutan bir adam. Sis‘i

yazm��. Sis‘tehayk�r�yor

12

Ayd�nl�k Kitap EditörüP�nar Akkoç, H�fz� Topuz’la...

Page 15: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak Türkiye’de en çok okura ulaşan haftalık kitap eki olduğunu belirtmiştik geçen

6 N�SAN 2012 CUMAAydınlık KİTAPKAPAK 13nım var” diyor. Bunun üzerine dinsiz di-yorlar. Herkesin bir inancı var, oysa me-sele bu değil. Ama bugün bunusöylemek kolay değil. Dönemine göreçok ilerici bir insan. Aydınlanmacı ol-ması, bilime inanması. Mesela bunlar-dan Atatürk çok esinleniyor. “Maalesefsohbetlerinde bulunamadım” diyor Ata-türk. Çok söylüyor. Yaveri Şükrü Te-zer’in yayımladığı anılardan öğreniyoruzbunları. Atatürk’ü tanımak için müthişbir fırsat. Orada görüyoruz, cepheye gi-derken yanında kitap taşıyan insan. VeFikret’i okuyor orada. Namık Kemal’ibeğeniyor. Fikret’i beğeniyor. Bunları dao anılarda okuyoruz. Atatürk cephedenİstanbul’a döndüğünde Aşiyan’a gidiyor.Tevfik Fikret’i ziyaret ediyor Aşiyan’da.Böyle bir hayranlığı var Atatürk’ün Fikret’e. Fikret’in, Atatürk’ün Atatürkolmasında önemli rolü var. Atatürkbunu kendisi de söylüyor. Onları oku-masaydı böyle olamayacağını biliyor.

Ben Atatük’ün bu kitap hayranlığınıbiliyordum biraz. 1949’da Ankara’da ga-zeteci olarak Çankaya’ya gittim. Ozaman Atatürk’ün kitap odasına baktım.Neler okuduğuna baktım. Hepsinin al-tını çize çize okumuş. Böyle bir adamınFikret’ten de esinlenmesi çok doğalbence. Demek ki dürüstlük, ödün ver-meme bakımından müthiş bir hayranlığıvar. Kitapta onu belirtmeye çalıştım.

“BEN S�Z�N METRES�N�Z OLAMAM”Kitabınızda Tevfik Fikret’in hayatından

kesitler var. Birçok yaşanmışlık var. Bunlarpek bilinmiyor. Bu yaşanmışlıklardan bi-rini paylaşır mısınız okurlarımızla…

Fikret’in önemli bir yönü güçlü ailebağları. Karısına bağlı. Başka kadınabakmak istemiyor. Başka kadın görmekistemiyor. Yani kendisini çok kontrol al-tında tutuyor. Ama bazı şeyler olmuyoryine de arada. Ne kadar inat ederseetsin. Kitapta orijinal olarak bir hikayeanlattım. Okurlarımızla paylaşalım. Fikret’in bilinmeyen bir özelliği. Halukdoğmuş, dört yaşında. Bir yere gidiyor-lar. Çocuğa bakması için birini arıyorlar.Aynı zamanda dil öğretmesi için tabii.Bunlar genelde levantenlerden oluyor.Rum, Fransız, İtalyan yahut Alman.“Mademoiselle”ler var eski ailelerde.Bütün eski ailelerde böyle kadınlar var-dır. Hatta bir arkadaşımın ailesine böylebir kadın gelmişti. Ben tanıdığım zaman80 yaşındaydı matmazel. Büyükanneolmuş, hâlâ o evdeydi. Kim olduğunu dasöyleyeyim. Rasih Nuri İleri’nin evin-deydi bu matmazel. İsviçreliydi. O evdeyaşlanmıştı. Neyse, bir matmazel bulu-nuyor. Levantenlerden yine. Hıristiyan,Katolik genelde. Yirmili yaşlarda gençbir kadın… Kitapta var bunlar uzunuzun. Matmazel eve geliyor. NazimeHanım kabul ediyor kendisini. Fikret detanıyor. Evde başlaması üzere anlaşıyor-lar. Orada kalmaya başlıyor. Kız Fikret’in çok hoşuna gidiyor. Bir de ba-kıyor ki Fransızcayı anadili gibi bilen,Fransız edebiyatını gayet iyi bilen birkadın. Fikret’in bildiği şairleri o da bili-yor. Yazarları biliyor. Büyüleniyor. Karı-sına sadık evet ama karşısında da böylebir kız var. Yirmi yaşında güzel bir kızvar. Kendisi de o zaman 28 civarı. Gençbir adam yani. Ama kendine hakim.Yüz vermiyor. Bir ara yalnız kalıyorlar.Sabahleyin Nazime Hanım bir yere git-miş. Kahvaltıda oturuyorlar. Laf açılı-yor, konuşuyorlar. Aslında kız daFikret’ten çok hoşlanıyor. Daha önceeve gitmiş, annesine söylemiş. Bildiği-

miz Osmanlılardan olmadığını anlatmış.Fransızca, Fransız edebiyatını gayet iyibilen bir adam oldu-ğundan bahsediyor an-nesine. O da çoketkilenmiş. Sonra bir-den Fikret sofrada“Ben size aşığım”diyor. Duygusal bir ko-nuşma yapıyor. Kadınfena halde bozuluyor.“Ben sizin metresinizolmam” diyor. “İkincikarınız da olmam”,diyor… Karakteri olanbir kadın. Bavulunutoplayıp gidiyor. Fikretetkileniyor herhaldebundan. Aradan birsüre geçiyor. Fikret ileHalid Ziya beraberBeyoğlu’nda bir mağa-zaya gidiyorlar. Galatasaray’ın karşı-sında bir pasaja gidiyorlar. Bir debakıyorlar, uzaktan bir kız geliyor. Satıcıolduğunu anlıyorlar. Bir de bakıyorlar,Matmazel! Fikret çarpılıyor. Ama kızgözlerini kaçırıyor. Yakalamaya çalışı-yorlar ama kız hiç yüz vermiyor. Öyle

görevini yapıyor. Fikret pelerin bile ala-mıyor. Halid Ziya alıyor galiba. Çıkıp gi-diyorlar. Ve üç şiir yazıyor. Tesadüfdeğil. En meşhur şiirleri yazılıyor. E sev-meden, aşık olmadan bu şiirler yazıl-maz. Sonra aradan bir sene geçiyor. Birgün Boğaz’da dolaşırken bir de bakıyorki, kız karşıdan geliyor. Kolunda sevgili-siyle beraber. Yine çarpılıyor Fikret. Birşiir daha yazıyor. Bunlar Fikret’in iç sa-vaşını anlatıyor. Kendisiyle mücadelesinianlatıyor. Bir taraftan da duyguları var,tutkuları var. Böyle bunalımlar geçiriyor.İkinci bir olay daha anlatayım. Artık Fikret ölüm döşeğinde. Şeker hastası.Durumu kötü. Vücudunun her tarafıfena, kolunu kesiyorlar. Kötü durumdayani. O yıkıntı döneminde bir kadın ge-liyor. Nazime Hanım kapıyı açıyor. Hey-keltıraş olduğunu söylüyor. Fikret’inresmini yapmak istediğini söylüyor. Ya-nına çıkıyor. Fikret bir de bakıyor ki birkadın. O an çarpılıyor. Alışık olmadığıbir Türk kadını. Dünya güzeli bir kadın.Bunu anlata anlata bitiremiyorlar. Ki-tapta resmi var. Fikret, o halde bile vu-rulabiliyor, bir güzelliğe hayrankalabiliyor. Tutkulu olmasından kaynak-

lanıyor. Aile bağları, sağlık sorunları vs.Bunlar Fikret’in çok bilinmeyen yanları.

Bunları da mümkün ol-duğu kadar belirtmeyeçalıştım.

Evet, işte böyle birkitap çıktı ortaya. Ben bukitabı çok seviyorum.Çünkü Fikret’i çok sevi-yorum. Ve Fikret çokgüncel. O açıdan yansıt-maya çalıştım. Güncel-liği, direnişi, özgürlüksavaşımı, ödün verme-mesi… Bu gibi çok dersalacağımız yanları var Fikret’in.

“TAR�HE BA�LIKALIYORUM”

Siz de bahsettiniz. Hak-kında daha önce çok fazla

yazılıp çizilen isimleri anlatıyorsunuz.Yine de kitaplarınızda bilinmedik şeylererastlayabiliyoruz bu insanlara dair. Nasılbir araştırma süreci gerçekleşiyor kitapoluşana dek? Bu tür “bilinmeyenlere”nasıl ulaşıyorsunuz?

Genel olarak söyleyeyim. Benim bir ar-

şivim vardır. Yıllardan beri bana gelenbütün mektupları saklarım. Çocukluğum-dan beri biriktiririm. Dosya dosya bütünmektuplar vardır. Bazı şeyleri kesit olaraksaklamışımdır. İlginç olanları “yarın bubana lazım olur” diye saklamışım. Belgetoplarım. Bir konuyu ele almadan önce okonuda yazılmış bütün kitapları okumayaçalışırım. Benim için bir şey yazmak biraraştırma konusu. Ben araştırmacı olarakyazıyorum. Kitaplarım biyografik roman.Tarihsel roman da denebilir. Ben tarihitahrif etmiyorum. Tarihe çok bağlı kalıyo-rum. Ama bazı boşluklara da kurmacalarekliyorum. Gerçek kişilerle pek ilgili değilbunlar. Kurmacalar tarihi değiştirmez.“Fiction” dediğimiz öğeleri çok az orandakullanıyorum. Ben kitabıma biyografi de-miyorum, roman diyorum. Ben bir yapıttabir kişinin bütün yaşamını anlatmıyorum.Beni en çok ilgilendiren, en güzel olan ta-raflarını seçiyorum. Bu yüzden de tam bi-yografi sayılmaz. Birçok şeyi atlıyorummesela. Kişinin yaşamından kesitleri seçi-yorum. Onları anlatmaya çalışıyorum.Bunu yapabilmek için de ikincil insanlarkoyuyorum. Bütün romanlarımda böyleikincil insanlar var. Fakat bu kitapta ikin-

cil bir insan da yaratmadım. Fikret’in ha-yatı o kadar zengin ki. Mesela Rıza Tev-fik’in anlattıkları o kadar zengin ki,romanı çok süslüyor. Fikret’in hayatı okadar zengin ki, kurmaca ilave etmedim.Yani bu kadar ilginç şeyleri ben yaşam-larda buluyorum. Bir kurgu içinde toplu-yorum. Bir de ben insanların anlayacağıdili kullanıyorum. Fikret mesela bugünanlaşılır değil. Birçok kimse anlamaz Fikret’i. Ben onları mümkün olduğukadar anlatmaya çalışıyorum. Bütün ro-manlarımda okuyucunun anlayacağı söz-cükler kullanmaya çalışıyorum. Benimokurum lise ve üniversite mezunlarındanoluşuyor daha çok. Bunu göz önünde tu-tuyorum. Yabancı sözcük kullanmıyorum.Okuyucuya sadık kalıyorum. Böyleceimza günlerinde onlarla karşılaşmaktanzevk alıyorum. Yazdıklarımı bir iletişimsüreci içinde görüyorum. O da şu demek;Ben bir mesaj oluşturuyorum. Okudukla-rımdan, yazdıklarımdan bir mesaj oluştu-ruyorum. Bu mesaj benim yaşadıklarımın,okuduklarımın, kültürümün, bilgimin mu-hasebesi sonucu ortaya çıkıyor. O mesajıiletiyorum. Bu sırada verici durumunda-yım. O, birilerine ulaşıyor. Algılanmasınıistiyorum. Okuyucu bunu algılarsa mesa-jım yerine ulaşmış oluyor. O algılama so-nucu okuyucu bir tepki gösterir. Yainsanlar arasında konuşulur, ya bir yazıyazılır, ya bana bir telefon gelir ya da benbir konuşmada karşılaşırım. Yani bu ileti-şim çok yönlü oluyor, karşılıklı oluyor. Birtür demokrasi bu aslında. İletiyorum vekarşıdan tepki bekliyorum. O tepkininbana ulaşmasını bekliyorum. Yeni bir şeyyazarken ondan esinleniyorum. Daha ki-tabımı yazarken konuşuyorum insanlarla,özellikle gençlerle. Onlarla fikir alışveri-şinde bulunuyorum. Ben iletişimciyimaynı zamanda. Bütün bu yazdıklarımı biriletişim süreci olarak görüyorum. Sanırımbu da okuyucuyla daha iyi anlaşmayaneden oluyor. Ben bunu her zaman yap-maya çalışıyorum. Geçen gün Kabataş Li-sesi’ne çağırdılar. Gençler aydın,öğretmenler aydın. Onlarla çok rahat ko-nuştum. Sansür etmedim kendimi hiç,Geçenlerde yine Ataşehir’deydim. Çocu-ğun imzalatmak için kitap alacak parasıyok. Kolunu açıyor. İmza atmamı istiyor.İşte benim telif ücretim bunlar!

“BASIN TAR�H�, MÜCADELELER TAR�H�”

Sizin bir de gazeteci yönünüz var. Gü-nümüz Türkiye’sinde gazeteciliğin geldiğinoktayı nasıl görüyorsunuz? Yüzlerce ga-zeteci cezaevlerinde. Bu süreci nasıl değer-lendiriyorsunuz?

Gazetecilik, basın tarihi… Baskınıntarihine bakıyorsunuz. Gazetelere karşıdaima önlem alınmış. Gazeteler toplatıl-mış, gazeteciler içeri alınmış. 1908’de ga-zetecilerin öldürülmesi başlıyor. HasanFehmi, Ahmet Samim, Hasan Tahsin…Şehit vermeye başlıyoruz. Basın şehitleri!Daha sonra Sabahattin Ali basın şehidioluyor. Bazen tutuklayarak bazen de öl-dürerek susturulmaya çalışılmış gazeteci-ler hep. Devlet terörüyle olmuş bunlar.Ya öldürülüyorlar ya hapse atılıyorlar.Nazım neden gidiyor? Sabahattin’i öl-dürmüşler. Sabahatin neden kaçıyor?Burada yaşama imkanı bırakmamışlarartık. Basın tarihi bütün bu mücadelelertarihi… Gazetecilere yapılan bütün buişkencelerin tarihi. Bütün kitaplarımda,özellikle basın tarihi üzerine yazdığım ki-tabımda da bu olayları vurgulamaya ça-lıştım.

“Fikret’in önemli bir yönü güçlü aile ba�lar�.”

Page 16: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak Türkiye’de en çok okura ulaşan haftalık kitap eki olduğunu belirtmiştik geçen

6 N�SAN 2012 CUMA Aydınlık KİTAP14 KAPAK

AYDIN ERGİL

[email protected] Hıfzı Topuz bir süredir bir kişinin yaşam öykü-sünden hareket ederek onun çevresini ve o dö-nemde yaşanan toplumsal olayları işliyor. “İşliyor”yerine “derliyor” ya da “sıralıyor” da diyebilirdim,üstüne basa basa “işliyor” diyorum, çünkü HıfzıTopuz, tüm bu bilgileri özenle kendi kurgusununiçine oturtuyor, sonuçlarını da okura keşfettiriyor.

“Elbet Sabah Olacaktır”, Türkiye’deki aydın-lanma hareketinin öncülerinden Tevfik Fikret’inyaşam öyküsünü ve yaşadığı dönemin toplumsalgelişmelerini anlatmakla kalmıyor, Tevfik Fikret’in kişiliğinden hareketle “aydın” kavramınıirdeliyor.

Hıfzı Topuz’un yazım dilinin ne denli yalın nedenli doğrudan olduğunu biliyoruz. Sözünü do-landırmadan söylüyor, amacı, süslemelerle konudışına çıkmak değil, “biçim değil özdür önemliolan” düşüncesiyle Tevfik Fikret’in yaşam öykü-sünü ön plana çıkarıyor.

Yazın derslerinde bir şiiriyleanılan (belki de şimdi anıl-mıyordur) ama yaşam öy-küsünden hiç sözedilmeyen Tevfik Fi-kret, “aydın” niteleme-sine tam olarak uyanbir kişi. Kimdir“aydın insan”? “Mu-haliflik” aydın olmakiçin yeterli mi? Aydıninsan neye muhaliftir?

“Aydın” insan olma-nın ilk koşulu “haksızlık-lara karşı olmak”tır. İkincikoşulu ise toplumun çıkarla-rını kendi çıkarlarının önüne ta-şımak, yaşanan tüm olaylarısorgulamaktır.

İşte, Tevfik Fikret, adını koymadan, kendine“aydın” demeden, bütün yaşamında bu iki kuralıgerçekleştiriyor tam olarak. Tevfik Fikret’in nere-deyse tüm şiirleri toplumdaki haksızlıkları sergili-yor, içinde yer aldığı topluluklar haksızlık yapmayaya da kişisel çıkarlara araç olmaya başladığında dao topluluklardan ayrılmasını biliyor.

Romanın neredeyse tümü konuşmalar ya da ya-zışmalar şeklinde kurgulanmış, bu nedenle didak-tik olma savını da taşımıyor. Keşke bu romandanhareketle Tevfik Fikret’in yaşam öyküsü sinemayaya da tiyatroya da uyarlansa.

İttihat ve Terakki Cemiyeti günümüzde az bili-nen kurumlardan biri. Önceleri Atatürk de bu ce-miyetin üyesi olmuş, sonradan ayrılmış. Bilgileryüzeysel olduğundan bu konudaki fikirler de yü-zeysel. İnsanlar ya o cemiyeti yurtsever buluyorlarya da tam tersi, ikisinin ortası yok. Hıfzı Topuz, ki-tabında, bu cemiyetin eleştirisini, değerlendirme-

sini yapmıyor, ama Fikret’in yaşamındanhareketle övmeden ve yermeden bu konuya

da değiniyor.Hıfzı Topuz, Tevfik Fikret’in yazınsal yaşamı-

nın ayrıntılarına inmiyor, onun değerlendirmesiniyapmadığını belirtiyor, ancak bazı şiirlerin de ya-zılma öykülerini kitabına eklemiş. Bu öyküler iseFikret’in yaşamını daha iyi anlamamızda önemlibirer ipucu oluyorlar, kitaba alınmalarınınnedeni bu.

Hıfzı Topuz konuşmalarında TevfikFikret’in aydın kişiliğinin yanındadünyadaki gelişmeleri yeterince iz-lememesinin de altını çiziyor. Fikrethâlâ birkaç büyük Fransız şairinindizelerine takılıp kalmış. Oysa odönemde Avrupa kaynıyor, Rusya1905 devrimini yaşıyor, Fikret on-lara karşı ilgisiz kalmış. Ama buolgu kitapta yer almıyor, ancak okurdüşündüğünde ortaya çıkabiliyor.

Kitapta Tevfik Fikret’in yaşamınınyanında onun çevresinde ve dönemindeyaşanan toplumsal olaylar da bir o kadar

yer almış. Nedir bu olaylar? Kısaca sıralayayım:1822 Nisan’ında Sakız Adası’nda yaşanan başkal-

dırı ve kırım (Tevfik Fikret’in dedesinden hareketle)93 Savaşı31 Mart OlayıMilli Eğitim’de dönen oyunlarFikret’in yaşadığı dönemde basın, gazeteler, ga-

zetecilerFikret’in yaşadığı dönemde yazınakımları (Servetifünun), yazarlar

Hıfzı Topuz, araştırmacı kişili-ğiyle aydınlığını harmanlamış, bu kez Tevfik Fi-kret’ten hareket ederek yinegünümüze ışık tutmuş. İşte gü-nümüz aydınının sorumluluk-larından biri de bu, yaniyaşadığı topluma ışık tutmak,Hıfzı Topuz da tam bunu yap-mış “Elbet Sabah Olacaktır”

romanında. Not: Hıfzı Topuz 18 Nisan Çarşamba

günü saat: 14.00’da İzmir Tüyap KitapFuarı’nda okurlarıyla buluşuyor.

“Elbet Sabah Olacaktır” üzerine birkaç söz

Roman�nneredeyse tümü

konu�malar ya dayaz��malar �eklinde

kurgulanm��, bu nedenledidaktik olma sav�n� da

ta��m�yor. Ke�ke buromandan hareketle Tevfik

Fikret’in ya�am öyküsüsinemaya ya da

tiyatroya dauyarlansa

Fikret’inneredeyse tüm

�iirleri toplumdakihaks�zl�klar� sergiliyor,

içinde yer ald���topluluklar haks�zl�k

yapmaya ba�lad���nda da o

topluluklardanayr�lmas�n�

biliyor

Hıfzı Topuz’un yazım dilinin ne denli yalın nedenli doğrudan olduğunu biliyoruz. Sözünü

dolandırmadan söylüyor, amacı, süslemelerle konudışına çıkmak değil, “biçim değil özdür önemli

olan” düşüncesiyle Tevfik Fikret’in yaşamöyküsünü ön plana çıkarıyor

Tevfik Fikret

Page 17: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak Türkiye’de en çok okura ulaşan haftalık kitap eki olduğunu belirtmiştik geçen

6 N�SAN 2012 CUMA 15Aydınlık KİTAP

Bizi sarmalayan hayat ne kadar bizim?

“Kültür Eleştirisi, sadece sanat ve edebiyatta değil, hem estetik hem deantropolojik anlamlarda da kültürün şeylerin düzeninde oynadığı rolle ilgilidir.

Şimdi bu rolün, sadece bizim toplumsal, ekonomik ve siyasal kurumlarımızhakkında açığa vurduğu şeyler değil, aynı zamanda bu kurumları ve zihniyet

yapımızı nasıl şekillendirdiği için de gitgide önem kazandığını görüyoruz.Anlıyoruz ki, kültürün sonuçları vardır’’

ARTHUR ASA BERGER’DEN “KÜLTÜR ELE�T�R�S�”

CENK ÖZDAĞ“Büyük bir konu hakkında küçük birkitap yazmak epey zor bir iş’’. ArthurAsa Berger, Özgür Emir tarafındanTürkçe’ye Pinhan Yayıncılık aracılığıylakazandırılan “Kültür Eleştirisi” (Kültü-rel Kavramlara Giriş) adlı kitabına bucümleyle başlıyor. Yapmaya çalıştığıişin zorluğunu en başta öne sürerekbelki de en haklı eleştirilerin üzerindenatlamış ve bilincinde olduğu eksiklik dı-şında hedefine layıkıyla ulaşmış bulu-nuyor.

YEN� B�R “G�ZEM D�N�”Kültürel Çalışmalar, özel-

likle II. Dünya Savaşı son-rasında kendi başınabir disiplin halinegelmiş bir akade-mik çalışma alanı.Türkiye’nin seç-kin üniversitele-rinin yükseklisans programla-rına dahil oluyorve gitgide yaygın-laşıyor. KültürelÇalışmalar, insan,daha doğrusu top-lum, yaratısı olanbütün kültür nesneleriniele alarak (ya da en azındanele almaya çalışarak) topluma veinsana ilişkin daha hayatın içinden birkavrayışa ulaşmaya çalışır. Kendinearaştırma alanı olarak edindiği nesne-nin (hayatın) yalınlığının ötesinde darbir entelektüel çevreye seslenen bualan halkın (hatta doğrudan kültürelçalışmalar alanının dışındaki tüm in-sanların) dilinden ve gündeminden bi-lerek ya da bilmeyerek uzakdurmaktadır. Burada herhangi bir niyetsorgusuna girişmeden bunun en büyüknedeninin bir adlandırma sorunu oldu-ğunu ve bu alanda yapılan çalışmalarınüstü örtülü (dahası mistifiye edilmiş-gi-zemlileştirilmiş) bir dil kullanan kişilertarafından yapılmasından kaynaklandı-ğını söyleyebiliriz. Bu mistik konumdaha öncelerde Dante’nin “İlahi Ko-medya”sı için de söylendiği gibi, “İlahiKomedya’nın ünü her geçen gün artı-yor, çünkü onu kimse okumuyor!” Kül-türel Çalışmalar’ın ününün ona ilişkincehaletle paralellik göstermesini sağlı-yor. Bu yönüyle yeni bir gizem dini gibibeliren bu “kutsal metinler” halkın yü-

reğine ve aklına kapalı birhal alıyor.

Bu bağlamda, Ber-ger’in eseri önemli bir iş-leve sahip. KültürelÇalışmalar’ın dilini, termi-nolojisini, gönderme yapı-lan metinleri (bumetinlerden can alıcı alın-tılar yaparak) bu disiplindışındaki insanların hiz-metine sunuyor.

MAHÇUPELE�T�RMEN

Arthur Asa Berger,eserde, kültürel ürünlere (me-

tinlere) ilişkin eleştirinin da-yandığı farklı kuramsal

yaklaşımları bütüncülbir bakış açısıyla yalınbir dille sunuyor. Bu-rada aldığı riski ken-disi en baştabelirtiyor. Bu yakla-şımların her biri içinciltler dolusu yazıla-bilecekken kuramcıla-

rın özgünmetinlerinden can alıcı

alıntılarla alan dışı oku-yucu

için sonderece soyut

olan kuramsalyaklaşımları etekemiğe bürün-dürüyor.

Kitaba ilişkin(içeriğine yöne-lik) belki de enbelirleyici eleştiriMarksist Eleş-tiri’yi konu edin-diği bölümdebaşvurulan anla-tım biçimi. Sü-rekli olarakSSCB ve benzerisosyalizm deney-lerinin MarksistEleştiri’yi kenaraatmamız gerekti-ğini (daha doğ-rusu Amerikalı okuyucuya yönelikolarak atmaması gerektiğini), bu de-neyleri yerin dibine geçirerek anlat-maya çalışması kitabın niteliğine zararvermiş.

ÖZGÜRLÜ�EYÖNEL�� OLARAK ELE�T�R�

Kitle davranışlarının,beğenisinin, dahası elit-lerin davranış ve düşüncekalıplarının ardındaişleyen meka-nizmaları sor-gulayankuramlaraözel ola-rak yak-laşanBerger,okuyu-

cuyu bu mekanizma-ları deşifre etmeyeyöneltiyor. George La-koff ve Mark John-son’dan şunları aktarıyor:‘’Kavramlarımız neyi algıla-yacağımızı, dünyada nasıl yaşa-yacağımızı ve diğer insanlarla nasılilişki kuracağımızı belirler. Kavramsaldizgemiz böylelikle günlük gerçeklikle-rimizi tanımlayarak merkezi bir roloynar’’. Bu yalın ifadelerden Grams-ci’nin “Hegemonya” kavramına, Mark-sist anlamda ve Leninist anlamda“ideoloji” kavramına ilerleyen Berger,

Kültür Emper-yalizmi, kitleiletişim araç-ları yoluylatahrip edilenve dahası bi-çimlendirenestetik algıüzerine özlü venet bir betim-leme işine giri-şiyor. KültürelÇalışmalar içe-risinde yeralan kişileringöstergebilim,Marksistkuram, psika-nalitik kuramve anlambilim-den nasıl ya-rarlandıklarını

ve bunların her-hangi birinin böylesi bir çalışma için ye-terli olamayacağını halka açık bir dilleanlatıyor. Berger mutlak anlamda pozi-tivist nesnellik anlayışından ayrılarak

eleştirinin özünü ve göreli ilerleyişinişöyle özetliyor: ‘’Eleştiri daima birbakış açısından doğar. Çoğu eleştirme-nin ilgilendikleri metne en iyi uyanperspektifin kendilerininki olduğunainanmasına rağmen eleştiri objektif de-

ğildir’’. Burada bir ölçütsüzlük sa-vunulmuyor. Öznel

eleştiriler türlülüğüneteslim olmayı salık

vermek bir yana butür bir ölçütsüz-lük ve ölçüsüz-lük eleştiriliyorve ölçüt yalınolarak şöyle su-nuluyor: ‘’…Akla gelen soruhangi yorumun

en açıklayıcı, enanlamlı olduğu-

dur. Kimin yorumumetnin daha çok un-

suruna değiniyor, anlatı-lan karakterlerin pek çoğunu

açıklıyor ve metnin toplumu ve kültürüyansıtışına en fazla ışık tutuyor?’’

ZEVKLER VE RENKLERTARTI�ILIR

Yunan sofisti Protagoras ‘’insan her-şeyin ölçüsüdür’’ demiş ve postmoder-nist ölçütsüzlüğünün, öznelciliğin belkide ilk nüvelerinden biri olmuştur.Bugün etrafımızı sarmalayan bu beyliklafın ardındaki gerçekleri bize aralayankültürel çalışmaları hepimiz tarafındananlaşılabilecek bir yolda önümüzeseren bu eser, savunduğu apaçık bir tezolmasa da çok önemli bir işlevi yerinegetiriyor: Kültürel çalışmalar alanınıkültürün öznelerine, halka açıyor. Akıltutulmasının yaşandığı çağımızda görü-nenin ardında yatan aklı yeniden yaka-lama olanağını bizlere sunan bu eser,bununla kalmıyor yazarının ve yayınevi-nin de katkılarıyla bu konuda derinleş-mek isteyenler için büyük bir özveriyleseçilmiş ileri okumalar listesi de sunu-yor. Kültürü deşecek yeni kuşaklaragüzel bir başlangıç denemesi olan kitaptüm kültür-düşün meraklılarının me-raklarını artıracak.

(Kültür eleştirisi, Arthur Asa Berger, Pinhan Yayıncılık,

Çev: Özgür Emir, s.208)

Berger’ineseri önemli bir

i�leve sahip.Kültürel Çal��malar’�ndilini, terminolojisini,

gönderme yap�lanmetinleri bu disiplind���ndaki insanlar�n

hizmetine sunuyor

“Ele�tiridaima bir bak��aç�s�ndan do�ar.

Ço�u ele�tirmeninilgilendikleri metne eniyi uyan perspektifin

kendilerininki oldu�unainanmas�na

ra�men ele�tiriobjektif de�ildir’’

A. A. Berger

Page 18: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak Türkiye’de en çok okura ulaşan haftalık kitap eki olduğunu belirtmiştik geçen

6 N�SAN 2012 CUMA16 Aydınlık KİTAP

CAFER YILDIRIMBir iç savaş içinde Türkiye yaralı kanatlarıyla çır-pına çırpına geleceğini ararken, onun şiirleri,ölümü gül ile simgeliyor, gülün isyanla bütünleştiğibir estetiği dokuyordu.

O estetik, acıyı lafızda değil, gerçekten umudataşıyor, kalpleri cesaretle yoğuruyor, özgür ve ay-dınlık bir Türkiye idealiyle mücadele edenlerin az-mini yükseltiyordu.

Bu nedenle kesif kalabalıkların dirençli adım-larla yürüdüğü bulvarlarda, bütün miting meydan-larında, tuzağa düşürülmüş, kalleşçe katledilmişdevrimcilerin cenaze törenlerinde onun bir şiirivardı ki mutlaka okunuyordu. Okunuyordu demekde aslında yanlış bir ifadedir, ezberden söyleni-yordu:

“alnını dağ ateşiyle ısıtan yüzünükanla yıkayan dostum seninuyurken dudağında gülümseyen bordo gülbenim kalbimi harmanlayan isyan olsun”

Şiirlerinin altına attığı imzasıyla Arkadaş Z.Özger, gerçek adıyla Zekai Özger’den söz ediyo-rum.

Arkadaş’ın bir bölümünü aktardığım “AşklaSana” şiiri 1972 yılında yayımlanmış. Bu tarihte oyirmi dört yaşındadır. Zaten bir yıl sonra da yirmibeş yaşının gençliği, şüphelerle dolu o trajik birolay sonucu ölümün geri dönülmez ülkesince tes-lim alınacaktır.

HÜZÜN, ÇOCUKSULUK, �RON�Adli Tıp ölüm nedenini beyin kanaması olarak

belirliyor. Başta Sina Akyol olmak üzere birçok ar-kadaşı ve akrabası bu kanamayı SBF yurdunun ba-sılması sonrasında polislerin işkence düzeyinevaran dayağına bağlıyorlar

TRT’ye yaptığı bir programı televizyon olan biryerde izlemek için bir akşam evinden çıkıyor, gecedönerken yolda düşüyor. Düşüş o düşüş, bir dahaayağa kalkamıyor. Düştüğü yerde sabaha karşı gö-rülüyor. Onu merak edip arayanlar ise NumuneHastanesi’nde henüz buğusu üzerinde cesediylekarşılaşıyorlar..

Arkadaş’ın 1967’de yayımlanan ilk şiiri “Sakal-sız Oğlanın Tragedyası”ndan 1973’ün Mayısı’ndakiölümüne kadar beş yıllık bir zaman dilimindenkalan şiirler toplamı ise bizim tesellimiz oluyor.“Sakalsız Oğlanın Tragedyası”ndan “AşklaSana”ya, yani anlamın gizeme kurban edildiği birşiir anlayışından şiirin toplumun hizmetine sunul-duğu bir tarza uzanan yolu çabuk adımlarla kat et-tiği için de onu kutlamalıyız. Ne kadar minnetduysak az olduğunu bilmeliyiz.

Arkadaş’ın şiiriyle eleştirel anlamda ilgilenmişolanlar “hüzün, çocuksuluk” ve “ironi”nin onun şii-rinin en belirgin çizgiler olduğunu söylüyorlar. Ger-çekten de çocuksu bir duyarlık onun şiirtoplamında yer yer ama bir süreklilik arz ederekgülümsüyor. İroni de öyle, canınızın tam acıdığıanda size el veriyor, sızı kuyusundan çekip çıkarı-yor, ruhunuza şenlik katıyor. “O Eski Bir”de ol-duğu gibi kimi zamansa ironi çocuksu bir duyarlıkve söylemle birlikte gösteriyor yüzünü.

“bir gün bençocuk olucam. olucamkanıma güller takıcameskitip yüreğimi çarşılarda pazarlardatanrıya şeker alıcamYalnızlık ise onun şiirinde gerçek bir hal ve halin

sonucu hissedilen bir duygu değil. İçten besleniyor,

sürekli bir sızı olarak var oluyor ve ta-mamen varoluş algısı üzerinden yan-sımasını buluyor.

“kendime kendimden başka ken-dim yok

ne utancımı kuşanan bir sevgine çirkinliğimi öpen bir kız”*“hep kurşunlamışlar yalnızlığı çok-

lar sokağındaherkesler var olmuşbir sen ben ölmüşüm”Yalnızlığın türevi olarak Arkadaş

şiirinde izleksel belirginlik kazananhüzün ve umutsuzluğun da gündelikhayat içindeki nedensel kaynaklarıaçıkça görülemiyor. Bu duygularadaha çok iç yaşantıların davranışsalyansımaları olarak bakmak gerekiyor.

YOKSULLUKLA YARALIArkadaş’ın, imgelerin gerçek hayatta hiçbir kar-

şılığına kavuşmadığı, sözcüklerin sırasının gelişigü-zel değiştirilerek bir artistik zevk yaratılmayaçabalandığı, bütün bunlarla yetinilmeyerek şifresibir türlü çözülemeyen anlam düğümlerinin oluştu-rulduğu ilk şiirlerinin kapalı dünyasından çıkma-sında dönemin sert politik ortamının etkili olduğuaşikârdır. Bunun yanında içinden geldiği hayatınşekillendirdiği kişiliği de böylesi bir şiirin yükünüuzun süre taşıyabilecek ruh köküne ve kültürelkimliğe sahip değildir.

Göçmen bir ailedendir; babası işçi, annesi ise evhanımıdır. Arkadaş, yaşayanlar içinde yedi kardeş-ten beşincisidir. Çocukluğu ve ilk gençliği Bur-sa’nın arka sokaklarındaki iki göz bir evdegeçmiştir.

O her şeyden önce yoksullukla yaralanmıştır.Daha sonra bir bacağının kısa kalmasına nedenolan kemik hastalığının tıbbi ve sosyal sonuçlarını“cenin zayıflığı”ndaki bedeni ve çocuk ruhuyla ta-şımak zorunda kalmıştır.

Uzak olmayan bu geçmişin politik ortamla dabütünleşen çağrısının onda yankısını bulmamasıimkânsızdı. Çünkü o bir şairdi.

Çocukluğunu ve gençliğini şekillendirmiş olantoplumsal gerçekliğe sanatçı sezgisinin özgüveniyleyönünü döndü. Orada ise ilk olarak kendi bireyseltarihiyle karşılaştı ve onunla kucaklaşmakta hiçzorluk çekmedi.

Onun 1969’da yayımlanan “Tamirat” şiiri bu dö-nüşün ve buluşmanın ürünüdür:

“benim bir abim iki abim varmışaçlık ve yoksulluk kötü bir şefin dönemindeikisini de almış

çünkü dönem o dönemmişablalarım kalıntı toplarmış pazardanağabeylerim buz satarmış

babamsa memur ayakkabılarının tamiratınanefretini yamarmış

ben işte eksik bir birikimin tortusuyumgeçmişlerde yoğrularak çocukluğumbana hep acıyı ve hüznü öğretti”

Yanılsamaların evreninden çıkıp gerçekliğindünyasına dönme yolunda kararlı olduğunu ise“Aygın” şiirinde konuşan kişi söylüyor:

“ey bana titrek kırallığımdan miras kalan yüre-ğimle

isyancı askerlerine şefkat dağıtan sevdalı tekli-ğim, artık

çöz salgınının iplerini ve kavrukbir çarpıntı olan bireyci

gizemini dünyaya bırak, senin yır-tıcı kuşlar ve

güvercinler arasından ustalıklageçirdiğin ışıltısız

kargın elbet saplanacak ilençli birbulut bulur gökyüzü

arenasında.”

Tevazu ile “ışıltısız” olarak nite-lediği kargısını sonunda eline almış,yüreğini kuşanmış ve cephesini seç-miştir. Bu yeni durumu:

“yangına körükle giden erlerekörük yapan ellerle geldim.

ben yalnız körük yapmasını bili-rim. körük kullanmasını

bilmem” diye ifade eder bir hesaplaşma şiiriolan “Müfreze” de.

Arkadaş’ın şiir serüveninde ben hem öz hembiçim bakımında daima arayış içinde olan, her yeniyazdığı şiirde kendine ait olmayan yüklerden birazdaha kurtulan, öz kimliğine doğru yol alma çaba-sından asla vazgeçmeyen bir şairin suretini ve o şai-rin yükselişini görmüşümdür. İlk şiirinden bir iki yılsonra sadece İkinci Yeni’ninkinden değil diğer et-kilerden de sıyrılarak toplumcu gerçekçi şiir ala-nında kendi sesini taşıyan bir şair olarak yerinialması güzel olmaktan da öte muhteşemdir.

Türkiye, şiddeti ve kanı giderek artan bir iç savaşiçinde geleceğini ararken yüz binlerce devrimcininkalbini cesaret ve umutla ısıtan, acısını yoldaşlıkduygusuyla hafifleten “Aşkla Sana”nın ardında işteböyle bir şiir serüveni var.

Sağdan yana ayrılmış hafif dalgalı, bir bölümüalnına düşmüş sarı saçları, incecik bedenini saranyatay şeritli tişörtü, her an kırılacak bir dal, düşe-cek yaprak hissi veren duruşu ile Arkadaş Z. Özgerbana nedense güzü değil de daima baharı çağrış-tırmıştır.

Arkadaş, benim duygu dünyamda bahara en çokyakışan şair olmuştur.

***Arkadaş Z. Özger 1948 yılında Bursa’da doğ-

muştur.Babası düşük ücretli bir işçi, annesi ise ev ha-

nımıdır.Sağ kalan yedi kardeşten beşincisidir Arkadaş.Bursa’nın arka sokaklarında iki katlı bir evde bü-

yümüştür.Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi

Basın Yayın Yüksek Okulu’ndan mezun olmuştur.TRT Ankara Televizyonu’nda kurgucu olarak

çalışmıştır.TRT’deki programını izlemek için çıktığı bir

günün akşamından evine dönememiştir.Evine dönerken Meşrutiyet Caddesi’nde bir

yerde düşmüştür.Sabaha doğru fark edilmiş ve Ankara Numune

Hastanesine kaldırılmıştır.Yakınlarının ve arkadaşlarının söylediğine göre

o hastanede 5 Mayıs 1973’te yaşamını yitirmiştir.Arkadaş, 9 Mayıs 1973’te toprağa verilmiştir.

Bunu yakın arkadaşı Sina Akyol söylüyor.Şiirleri, Nadas Yayınları’nca “Şiirler” adıyla

1974’te toplu olarak basılmıştır.Arkadaş Z. Özgerin şiirlerinin ikinci basımını ise

Mayıs Yayınları tam 10 yıl sonra, 1984’te gerçek-leştirmiştir.

Bu tarihten itibaren de Mayıs Yayınları şairimizadına genç şairlere bir ödül vermektedir.

Herkese armağan: “Aşkla Sana”ARKADA� Z. ÖZGER VE KALPLER� HARMANLAYAN �SYAN

ARKADA� Z. ÖZGER

Page 19: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak Türkiye’de en çok okura ulaşan haftalık kitap eki olduğunu belirtmiştik geçen

TUNCA ARSLAN1930’ların ekonomik ve insani çöküntüiçindeki ABD’sini en iyi anlatan ro-manlardan biridir Horace McCoy’un(1897-1955) kısacık ama efsane romanı“Atları da Vururlar” (They Shoot Hor-ses, Don’t They?). Sidney Pollack’ın1935’te yayımlanan bu romandan1969’da uyarladığı, sinemalarımızdaözgün adı değiştirilerek “Son Gerçek”başlığıyla gösterilen aynı adlı film de si-nema klasiklerinden biridir.

En uzun süre dayanan çiftin 1500dolar kazanacağı insanlık dışı bir dansyarışmasını anla-tan “Atları daVururlar”1970’de HasanAslan’ın çeviri-siyle E Yayın-ları’nca dilimizekazandırılmıştı.Pollack, öykününbarındırdığı dra-matik boyutu vekeskin toplumsaleleştiriyi olduğugibi yansıtmayıbaşarmış ve bufilmle ustalıkmertebesine yük-selmişti.

Öykünün baş-langıcında, çoksevdiği atının,ayağı kırıldığı içinvurularak öldü-rülmesine tanıkolan küçük bir çocukla tanışırız. Yaralıat, daha fazla acı çekmemesi ama aynızamanda da artık hiçbir işe yaramaya-cağı için vurulmuştur. Küçük Robertdaha sonra, Hollywood’un kenarla-rında gezinen, yönetmen olma hayallerikuran işsiz bir yetişkin olarak çıkar kar-şımıza. Yolu tesadüfen bir dans mara-tonunun düzenlendiği salona düşer veGloria’yla tanışır. Birkaç filmde figü-ranlık yapmış, gözü yıldızlarda, depre-sif, umutsuz, sürekli ölümden ve hattahiç doğmamış olmaktan söz eden,yaşam sevincini yitirmiş, dünyadan bez-miş genç bir kadındır Gloria. Ülkeninyaşadığı “Büyük Depresyon”a tutulmuşbir ayna gibidir. Elindeki mikrofondansürekli cafcaflı laflar eden çığırtkan vefırsatçı organizatör Rocky tarafındaneşleştirilen “iki kaybeden”, 150’ye yakınçiftin piste çıkıp yüzlerce saat dans ede-cekleri acımasız bir yarışta bulurlarkendilerini. Kanun kaçaklarının ve ha-mile kadınların da “bir avuç dolar için”dans edeceği bu akıl almaz rekabet,dönem ABD’sinin tokat gibi gerçekle-rini ve çarpıcı insan portrelerini adetagözümüze sokar.

Başta Gloria ve Robert olmak üzeretüm karakterleri aracılığıyla okuru veseyirciyi de bu sinir bozucu yarışın içinesokan, zaman zaman gerçekten başdöndürücü bir dil tutturan “Atları da

Vururlar”ın neredeyse tamamına ya-kını tek mekânda geçer. Horace McCoyve Pollack, adeta bir ölüm-kalım arena-sına dönüşen dans salonunu, yarışma-cıların 10 dakikalık dinlenme anlarını,bilet parası ödeyerek dans edenleri gör-meye gelen ve kendilerini “güvende his-seden” seyircileri, Rocky veyardımcılarını, yere yığılanları, ayaktazor duranları, kısacası eşi benzeri gö-rülmedik sömürü panayırını, unutul-maz anlar, akıldan çıkmayacakkarelerle betimlerler.

BATAKLI�IN D�B�Günümüzde tel-

evizyon ekranların-daki “yarışmaları”izlediğimizde, roma-nın yazılmasından vefilmin çekilmesindenbu yana Türkiye vedünyaya izdüşümle-rinde herhangi de-ğişme olmadığı ısrarlasöylenebilecek bu sertöykünün ana hatları,kuşkusuz ki her şey-den önce Gloria ka-rakteri üzerindençizilir. Robert’ın“Senin kadar kasvetlibirine rastlamadım”dediği, herkesten nef-ret eden, ölmek iste-yen ama intiharedecek gücü de olma-yan Gloria, tüm yarış-macılar arasında

içinde bulunduğu durumun bilincinevaran, yaşadıklarının farkında olan tekkişidir aslında. Çaresizliğinin farkında-dır… Çare bulmak için daldığı bataklı-ğın en dibinde olduğunun da…

Kariyerinin en parlak performansla-rından birini sergileyen Jane Fonda’nın,Gloria rolüne eldiven gibi uyduğufilmde oyunculuk yaşamının en akıldakalıcı rolünde izlediğimiz Michael Sar-razin ve en iyi yardımcı erkek oyuncudalında filme tek Oscar’ını kazandıranGig Young mükemmeldirler.

Edebiyat ve sinema tarihindeki enkaramsar yapıtlardan biridir “Atları daVururlar”. Başından sonuna dek bir içsızısı eşlik eder okura ve seyirciye. Ro-bert, “Onu neden öldürdün?” diyesoran polise “İstedi de ondan” diye kar-şılık verir. Bir soru daha gelir: “Tek ge-rekçen bu muydu evlat?”. Robert’ınyanıtı hâlâ yankılanmaktadır: “Atları davururlar, değil mi?”

Yankılanan bir şey daha var elbette,Rocky’nin sesi: “Maratonumuz sür-dükçe sürüyor… Evet efendim, işteyine piste çıktılar. Ne kadar dayanabi-lecekler… Alkışlarınızı duyalım…Haydi, alkışlarınızı duyalım…”

(Atları da Vururlar, Horace McCoy,E Yay., çev: Hasan Aslan, 155 s.)

HORACE MCCOY’UN ROMANINDAN,SIDNEY POLLACK’IN

F�LM�NE: “ATLARI DA VURURLAR”

Aydınlık KİTAP

Bir avuç dolar içinölümüne dans

Page 20: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak Türkiye’de en çok okura ulaşan haftalık kitap eki olduğunu belirtmiştik geçen

6 N�SAN 2012 CUMA18 Aydınlık KİTAP YENİ ÇIKANLAR

Dört isimden oluşmuş bir kişi o: Gün-gör Uras, Ali Rıza Kardüz, TevfikGüngör ve Ayşe Hanım Teyze. Türki-ye’nin ekonomik-gastronomik tarihi-nin önde gelen izleyicisi. Tahran’danWashington’a, Londra’dan Mekke’ye,adımını attığı her toprak parçasından,siyasetten iktisada, yemekten müziğeanlatılacak bir şeyler çıkartıp okurla-rıyla paylaşmaya can atan bir yazı ma-kinesi. “Konuya yabancı olanlarınyazıyı sıkılmadan okuyabilmelerinitemin etmek, konuya ilgi duymalarınısağlamak gerekiyor. Arada sıradaolayları hafife almak, okuyucunun ta-nıdığı kişileri, yazının içine oturtmakilgi çekiyor. Nasıl ki ‘Saf ve BakirAnadolu Çocuğu’ olarak kendi üze-rimden, başkalarının sorunlarını anla-tıyorsam, aynı şekilde halkımızınçoğunluğunun temsilcisi olan AyşeHanım Teyzem, Ali Rıza BeyAmcam ve İşçi Memed üzerinden dehalkın sorunlarını tartışmaya açıyor,halka bilgi veriyorum.”

Saf ve BakirAnadolu Çocuğu

Atilla Dorsay, bunca kitaptansonra ilk kez hikâyeyi deniyor.Ana tema olarak “tuhaf aşkları”seçiyor ve biraz gözlemlerinden,biraz da hayal gücünden çıkıpgelen garip, aykırı, kimi zamanölümcül tutkuları yazıyor.

“Dünyanın Öyküsü dergisininilk sayısı geldi ve orada “MüzeMemuru Mithat’la ŞişmanAyten” çıktı karşıma: Yazan,Atilla Dorsay. İlgiyle okudum okahramanları; İstanbul’un, güze-lim Samatya’nın kokusunu solu-yarak, gülümseyerek kendinibana hemen sevdiren Ayten veMithat’la tanışmış oldum. Bubinlerce yıllık kentin kalabalıkla-rında, dikkat etme çabası bilegöstermediğimiz o kavgasız, sı-cacık aşk öyküsünü bize yaklaştı-ran yazarını da yanımdaduyumsayarak...” (Füruzan.)

Hepsi Senin İçin

Muhammed Buazizi’nin kendiniateşe vermesiyle Tunus’ta başlayanArap devrimci süreci, “devrim” ke-limesini “bölgede” ve dünyadagündelik kullanıma sokmuştu.Sonra, başta İspanya ve Yunanis-tan bir dizi Avrupa ülkesindekikitle eylemleri, “öfkeliler” (indig-nados) hareketi geldi, daha sonrada özellikle ABD’de “işgal et” (oc-cupy) hareketleri. Bu kez bir İs-panyol devriminden, Avrupa ya daAmerikan devriminden bahsediliroldu.

Şili’deki devasa öğrenci muhale-fetine “penguen devrimi” dendi.Benlisoy’un kitabı devrimin ansızınve “vakitsizce” yeniden siyasal ta-hayyül dünyamıza dahil oluşuna dairsorular soruyor ve bu sorulara uçarıolmayan, teori ve gerçekle aynı andabağını koruyan cevaplar veriyor…

21. Yüzyılın İlkDevrimci Dalgası

Bu kitapta Türkiyede ve dün-yada iktidar değişimi süreçle-rinde yaşanan insanlık dramızincirlerinin yalnızca bir halka-sını, Köy Enstitülü Hamdiİlker ve arkadaşlarının başınagelenleri okuyacaksınız.Gerçekte var olmayan bir der-nek ve gerçekte var olmayanüyelerinin başına gelenlere du-ruşma tutanaklarıyla tanık ola-caksınız.

Bu kitap sonraki kuşak ay-dınlarına not düşen bir belge-dir. Ayrıca aydınların adalet,demokrasi ve bilimselliğin ha-yata geçirilmesi konularındakitalepleri sürdürmelerinde on-lara güç verecek ve yol göstere-cek rehberdir. (Prof. Dr. GülerYalçın)

Suçumuz KöyEnstitülü Olmak

Gitmek daima aşina olanın (bir)parçasını; yabancı olan, aşina olma-yan ve önceden kesinlikle bilmedi-ğimiz bir parça için, bir yer için,yaşamın bir parçası için terk etmek-tir. Gitmek söz konusu olduğuzaman bizi bekleyenin ne olduğunuasla bilemeyiz. Bizler insanız çünkügitmekteyiz, hiçbir nihai varışınmümkün ya da vaat edilmiş olma-dığını bilebileceğimiz, bilmek zo-runda olduğumuz bir gidişe/yolaçıkışa ayarlıyız. Yaşamaya değer birhayatı, ancak böyle bir atılımiçinde, gidişin zorunluluğu içinde -zira başka türlüsü elimizden gel-mez- ve bu risk alış içinde, gidişinbahsi içinde yaşayabiliriz. Bu aynıanda hem çok zor, hem çok tedir-gin edici hem de çok heyecan veri-cidir. Ölüyoruz ve eski bir özdeyişder ki: “gitmek, biraz ölmektir; öl-mekse tamamen gitmektir”.

Gitmek – YolaÇıkış

Fin edebiyatının kurucuların-dan, yazar ve kadın hakları savu-nucusu Minna Canth ilk kezTürkçede!

“Sığlıklar”, Minna Canth’ınZola’nın etkisi altında kalarakdoğalcı bir üslupla kaleme aldığı,kadının toplumsal konumunu sor-gulayan romanlarından biri.Daha Finlandiya diye bir ülkeyokken Fince yazan MinnaCanth, Fin edebiyatının kurucu-ları arasında yer alan ilk kadın ya-zarlarından ve kuşkusuz,dönemine en çok damga vuran,yaşadığı toplumu en çok dönüştü-renlerden biriydi.

Kadınların toplum içindeki ko-numunu sorgulayan, doğalcı üs-lupla yazdığı kitapların yanı sıra,yorulmaksızın verdiği kadın hak-ları mücadelesiyle de saygın birkonuma erişti Canth. “Sığlıklar”,toplumun görünmeyen zincirle-riyle eli kolu bağlanmış, hayatdolu bir kadının, Alma’nın hazinhikâyesi.

Sığlıklar Özgürlüğün İcadı veAklın Amblemleri

Underhill çocukluk arkadaşıJohn Ransom tarafından memle-keti Millhaven’a, eskiden kor-kunç olaylara sahne olmuş veşimdi yeni iblislerin cirit attığışehre çağrılmıştır. Görünüşegöre Mavi Gül katili onyıllarsüren sessizliğinden sonra tekrarharekete geçmiş ve Ransom’ınkarısını acımasızca öldürmüştür.İnzivaya çekilmiş amatör dedek-tif arkadaşı Tom Pasmore’un yar-dımıyla gerçeğin peşine düşenTim Underhill, kendini yalanlar-dan ve hilelerden oluşan karanlıkbir labirentin içinde buluverir;her köşenin ardında bekleyensarsıcı şoklar, Underhill’i kendigeçmişindeki korkunçluklara, Vi-etnam ormanlarında yaşadığıtüyler ürpertici olaylara, dokuzyaşındaki ablasının öldürülme-sine tanık olduğu güne ve ardın-dan şehri sarsan bir dizi cinayetegeri götürür.

Boğaz

Peter Straub, �thaki Yay.Çev. Dost Körpe, 784 s.

Hamdi �lker, E Yay�nlar�, 336 s.

Atilla DorsayAlt�n Kitaplar, 128 s.

Jean Starobinski, Metis Yay.Çev. Haldun Bayr�, 400 s.

Jean – Luc Nancy, MonoKL Çev. Murat Er�en, 67 s.

Sanatın, felsefenin, siyasetin ayrıayrı kıtalar olduğunu varsaymıştırtarih uzun süre. Ayrı olsalar daaynı dünyanın kıtaları olduklarını,aralarında onca yolculuk, alışveriş,iletişim ve etkileşim olduğunu çe-şitli nedenlerle görmezden gelmeyitercih etmiştir. İşte Jean Starobins-ki’nin 18. yüzyıl üstüne yaptığı buçalışmanın başlıca hedefi, sözünüettiğimiz bu bölümlemeyi aşmak,en azından onun dışında kalmak.Resim, mimari, müzik gibi sanatlarile 18. yüzyılın Aydınlanma felse-fesi ve Fransız Devrimi’ni dünyayagetiren sosyal, siyasi gelişmelerarasındaki ilişkileri araştırmış, sa-natı sosyal bağlamına yerleştirir-ken, bir yandan da hayatın başkayollarla belki kolay öğrenilemeye-cek birtakım önemli yanlarını sa-nata sormuş. Ortaya da sanattarihi ile sosyal tarihi iç içe geçi-ren zengin bir düşünce tarihi tab-losu çıkmış.

Minna Canth, Kanat KitapÇev. Ritta Cankoçak, 112 s.

Foti BenlisoyAgora Kitapl���, 368 s.

Ha�im Akman �� Bankas� Kültür Yay., 684 s.

Page 21: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak Türkiye’de en çok okura ulaşan haftalık kitap eki olduğunu belirtmiştik geçen

6 N�SAN 2012 CUMA 19Aydınlık KİTAPYENİ ÇIKANLAR

İsmet İnönü’nünDış Politikası(1938- 1950)

Duygusal, zeki, düş gücü kuv-

vetli ama içedönük ve yalnızlığı

seven on dört yaşında bir genç.

Roma’nın zengin bir semtinde

bir apartmanın bodrum dairesi.

Safça söylenmiş ama çığ gibi

büyüyen bir yalan.Aileden,

okul arkadaşlarından, gösterişi

seven, yapmacık davranan her-

kesten uzaklaşma isteği ve ha-

yalî bir kayak tatili bahanesiyle

tek başına kalma, korkusuz,

kaygısız bir hafta geçirme di-

leği.Ve beklenmedik bir konuk.

Gerçek dünyayla karşılaşma.

Ammaniti bir avuç malzemeyle

en akıl ermez sırlardan biri

üzerine –insanın nasıl büyü-

düğü konusunda– okurun içine

işleyen kusursuz bir öykü kur-

guluyor.

Sen ve Ben

Küçük bir Anadolu kasabasın-dan İstanbul’un ışıklı gecelerineuzanan bir yolculuğun hikâyesi.Sevginin değil, mecburiyetin bir-likte tuttuğu bir ailede büyüyenNarin ilk kez âşık olduğunda yol-ların nihayet daha büyük yollarabağlandığını, o büyük yolların dabaşka şehirlere, ülkelere kavuştu-ğunu anlar. Ve biri gittiğinde ar-kasında bir yol bıraktığını. Ama oyolların nefrete, ihanete de açıldı-ğını anlaması için aradan yıllarıngeçmesi, dostlukların sınanması,kaybedilenlerin bulunması gere-kecektir.

“Aşka Şeytan Karışır” ve“Maraz” adlı romanları yayımlan-dığı yıllarda en çok satanlar liste-sinden aylarca inmeyen HandeAltaylı’dan yaşamın içinden, sa-mimi ve sarsıcı yeni bir roman.

Kahperengi

İlkokulu bitirdikten sonra “oku-maya” devam edebilmek için evin-den ve annesinden ayrılan Kenan,zor günler geçirse de annesinin sev-gisi, yurt arkadaşlıklarının desteğive paylaşımıyla hedefine ulaşır, öğ-retmen olur. Ancak bu arada hasta-lanan ve yoğun bakıma alınanannesinin başucundan bir an olsunayrılmayan Kenan, daha doğmadankaybettiği babasının da yoklu-ğunda, annesinin onun için yaptığıfedakârlıkları, pek çok sıkıntıyagöğüs gererek paylaştıkları yıllarıve acı-tatlı anları tek tek hatırlar. Yusuf Çopur, ilk romanı “DahaVakit Var” ile kırsalda doğup büyü-yen bir çocuğun tüm güçlüklere veengellere rağmen annesinin sevgisive desteğiyle, umudunu ve iyimser-liğini yitirmeden kendisine bir gele-cek kurma çabasını içtenlikleanlatıyor.

Daha Vakit Var

Romalı hatip ve düşünür Cice-ro’nun tanrıların varlığı, do-ğası ve dünya işlerine karışıpkarışmadıklarının sorgulandığı“De Natura Deorum” adlıeseri, filozoflardan oluşan ha-yali bir tartışma meclisinde,eski Yunan dünyasının üçönemli felsefe okulunun (Epi-curus, Stoa, Academia) ko-nuya ilişkin yaklaşımlarınıtoplu halde sunan bir eserdir.Ama bunun ötesinde yapıtlarıgünümüze ulaşmamış pek çokfilozofun tanrı kavrayışıyla il-gili öğretilerini bize tanıt-makla da düşünce tarihindeCicero’nun bile tahmin ede-meyeceği nitelikte evrensel birgöreve hizmet eder.

Tanrıların Doğası

Pek çok öykünün toplandığı kitapadını güçlü öyküsü “Nabız”dan alı-yor. “Nabız”da, meslek seçimi veözel yaşamında sorunları olan veannesiyle babasına fazla bağlı biryaşam sürdüren birinin dokunaklıolduğu kadar matrak hikâyesi anla-tılıyor.

Hiç kuşku yok ki, öteki kitapla-rına olduğu gibi “Nabız”a da dam-gasını vuran şey, Julian Barnes’ınpsikolojik gerçekçiliğine çok iyi en-tegre ettiği, kahramanlarını asla gü-dükleştirmeyen, onları tekboyutluluğa indirgemeyen benzersizironisi. Nabız aynı zamanda, farklıöyküler arasındaki içmetinselliğiylede dikkat çekiyor; bir öyküde yeralan bir ayrıntı, bir başka öyküdeson derece değişik bir kılıkta karşı-mıza çıkıyor. Son romanı “SonVerme Duygusu” ile 2011 BookerÖdülü’ne layık görülmüş olan Ju-lian Barnes’tan, her biri ayrı bir ya-zınsal tat veren öyküler…

Nabız

Bu kitabın ele aldığı ana soru gittikçebana bir modern çağ tarihçisinin or-taya atabileceği en ilginç soru gibi gö-rünüyor. Avrasya kara kütlesinin batıucundaki birkaç küçük siyasal yapı,1500 dolaylarından itibaren Doğu Av-rasya’nın daha kalabalık ve birçok ba-kımdan daha gelişkin toplumlarını dakapsamak üzere dünyanın geri kalankesimine egemen olma yoluna tamolarak niçin girdi? Buna bağlı ikincisorum şu: Batı’nın geçmişteki üstün-lüğüne ilişkin iyi bir açıklama bulabi-lirsek, geleceği konusunda bir öngörüortaya koyabilir miyiz? Bu gerçektenBatı dünyasının sonu ve yeni bir Doğuçağına geçiş mi demektir? Başka birifadeyle, insanlığın daha büyük kısmı-nın Batı Avrupa’da Rönesans’ın veReform hareketinin ardından ortayaçıkan uygarlığa – bilim devrimiyle veAydınlanma süreciyle harekete geçen,Atlantik’in öteki yakasına ve ta Avus-tralezya’ya kadar yayılan, devrim, sa-nayi ve imparatorluk çağlarındadoruğuna ulaşan uygarlığa – az çokbağlı olduğu bir çağın sönüşüne mitanık olmaktayız?

Uygarlık

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daXIX. Yüzyılın ilk yarısından itibarenortaya çıkan aşiret isyanlarına geç-meden önce Batılı emperyalist dev-letlerin doğu politikalarının temeltaşlarından birini oluşturan “ŞarkMeselesi” terimi üzerinde durmakgereklidir. İlk defa 1815 Viyana Kongresi’nde Rus delegasyonu tara-fından kullanılan terim, çeşitli mana-larda tarif edilmiştir. Genel olarakise Şark Meselesi, XIX. Yüzyılın ilkyarısında -özellikle İngiltere için- Os-manlı İmparatorluğu’nun toprak bü-tünlüğünü koruma, değişen dünyakonjonktürüne göre yüzyılın ikinciyarısında Türkler’in Avrupa’dakitopraklarının paylaşılması ve XX.Yüzyılda ise, imparatorluğun bütüntopraklarının paylaşılması anlamla-rında kullanılmıştır. Hangi tanımesas alınırsa alınsın, Osmanlı Dev-leti’nin XIX. ve XX. yüzyılın başla-rında yaşadığı çoğu olumsuzgelişmelerin temelinde “Şark Mese-lesi” politikası yatmaktadır.

Doğu İsyanları

Julian Barnes, Ayr�nt� Yay.Çev. Serhat Rifat K�rko�lu, 240 s.Hüner Tuncer

Kaynak Yay., 224 s.

Doç, Dr. Hüner Tuncer, bu kita-bında, İkinci Dünya Savaşı yıllarıolan 1938-1945 döneminde ve 1950yılına değin geçen sürede, TürkiyeCumhuriyeti’nin İkinci Cumhurbaş-kanı İsmet İnönü’nün izlediği dış po-litikayı genel hatlarıyla anlatmaktave bu politikaya ilişkin kişisel yorum-larını dile getirmektedir. İkinci Dünya Savaşı yılları, savaşınizlediği genel seyir ve Türkiye’nin sa-vaşan devletlerle ilişkileri olmaküzere, ayrı bölümler halinde irdelen-mektedir. Tarihimizde Büyük Ata-türk’ten sonra “İkinci Adam”konumunu hak etmiş olan İsmetİnönü, Türkiye Cumhuriyeti’ni, Av-rupa’nın büyük devletlerinin baskıla-rına karşın, savaş dışında tutabilmeyibaşarmış olan bir devlet adamıdır.Hüner Tuncer’in bu kitabında, İnö-nü’nün bu amaçla uyguladığı hünerlidiplomasiyi izleyebilmeniz mümkünolabilecektir.

Hande Altayl�Do�an Kitap, 324 s.

Ayhan Ayd�nTogan Yay., 224 s.

Niccolo Ammaniti, Can Yay.Çev. �emsa Gezgin, 120 s.

Yusuf ÇopurK�rm�z� Kedi Yay., 120 s.

Marcus Tullius CiceroKabalc� Yay.

Çev. Çi�dem Menzilcio�lu,492 s.

Niall Ferguson, YKYÇev. Nurettin Elhüseyni, 392 s.

Page 22: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak Türkiye’de en çok okura ulaşan haftalık kitap eki olduğunu belirtmiştik geçen

İREM HALIÇÇağdaş Alman Edebiyatının sevilenyazarı Kirsten Boie’nin Türkçeyeçevrilen ilk kitabı “Arkana Bakma”isimli gençlik romanıydı. Şimdi de1985’te yayımlanan, birçok ödüleaday gösterilen ve yazarın ilk kitabıolan “Şanslı Aile”Suzan Geridönmez’inçevirisiyle GünışığıKitaplığı’nda çocukla-rınızı bekliyor. Kitabın çocuk kahra-manı Paule Afrikalıbir ailenin çocuğuolarak dünyaya gel-miş, fakat ailesininPaule’ye bakacakgücü olmadığı içinAlman bir aile onuevlatlık edinmiş. Pau-le’nin maddi olarakdaha iyi bir hayatıolacağı kesin, ancaksiyah teni beyaz arka-daşlarının arasındakendini hep belli edecek ve dolayı-sıyla Paule neden arkadaşları gibibeyaz olmadığını, ya da onlarınneden kendisi gibi siyah olmadığınısorgulamaya başlayacak.Alışveriş merkezlerinde, sokaklarda,gittiği her yerde kendisini gören diğerçocukların, siyah teni hakkında fısırfısır konuştuklarını duyan Paule onlar-dan gerçekten nefret ediyor. Ancakbabasının öğrettiği üzere fazla umur-samamaya çalışıyor. Ama bir gün sı-nıfta, müsamerede oynanacak birtiyatrodaki rollerin dağıtılması sıra-sında, Paule bu renk meselesine cid-den bozuluyor. Çünkü İsa’nın konuedildiği tiyatroda Paule, melekolan Cebrail’i oynamak isti-yor. Ancak arkadaşlarımeleklerin siyah ola-mayacağı gerekçe-siyle buna karşıçıkıyorlar. Pau-le’nin sadece üçbilge kraldansiyah olan Gas-par’ı canlandırabi-leceğinisöylüyorlar. BuPaule’yi gerçektençok sinirlendiriyor vesınıfı terk ediyor. Evegittiğinde annesi onu te-selli etmek için siyah melek-lerin de olabileceğini söylüyor amabu konuda ısrar etmemesi gerektiğini,mecbur kalırsa Gaspar’ı oynaması ge-rektiğini söylüyor. Bu Paule’nin hiçişine gelmiyor, ya Cebrail’i oynamalıya da hiç oynamamalı. Ama öğretmenPaule’nin daha fazla üzülmemesi içinrolü ona veriyor ve Paule müsameregünü geldiğinde melek olmak için

beyaz olmak gerekmediğini şahaneoyunculuğuyla kanıtlıyor ve şimdilikişler yoluna giriyor.Paule’nin siyah teninden başka başetmesi gereken bir konu daha var:Evlatlık edinilmesi. Arkadaşlarınınevinde sadece doğum günleri kutla-

nırken, Paule’lerinevinde ayrıca “gelişgünü” de kutlanıyor,yani anne babasınınonu yurttan aldıklarıgün. Doğum günüylearasında az zamanolduğundan ikisi içintek bir hediye alıyorPaule. Ek hediye ka-zancı da olmadığınagöre Paule’nin bu“geliş günü” mesele-sini bir an önce anne-sinden öğrenmesilazım. Paule akıllı birçocuk olduğu içinnasıl evlatlık edinildi-ğini anlaması zor

değil. Ancak sorular hep ardı ardınageliyor: Evlatlıksa şimdiki anne ba-bası onun üvey anne babası mı olur?Diyelim ki üveyler, öyleyse masallar-daki üvey anneler gibi Paule’ye kötüdavranırlar mı? Mesela Paule çokkötü bir yalan söylese onu kolaycaevden atabilirler mi? Paule bu soru-lara cevap bulabilmek için evdenkaçmayı bile deniyor. Ancak tümmaceralarının sonunda anlıyor ki;anne ve babası onu gerçekten kendiçocuklarıymışçasına çok seviyorlar. İnsanlar arasındaki fiziksel farklılık-ları, bu farklılıkların ilişkilere nasılyansıdığını, toplum içinde yalnızlaş-mayı ve aile ilişkilerini bir çocuğun

gözünden komik bir dille an-latan “Şanslı Aile”, ren-

garenk resimleri vecanlı baskısıyla ço-

cuklarınızınokuma isteğiniarttıracak, ayrıcasıklıkla karşılaş-tığımız toplum-sal sorunlarınbireylere ve ço-cuklara nasıl

yansıdığıyla ilgilifikir edinmelerini

sağlayacak. Belki dekendilerinden farklı

olduğunu düşündükleriarkadaşlarıyla olan ilişkileri

için önemli ipuçları da yakalayabilir-ler. Çocuklarınıza eğlenceli okumalar di-liyoruz.

(Şanslı Aile, Kırsten BoieÇeviren: Suzan Geridönmez

Resimleyen: Silke BriksGünışığı Kitaplığı, 2012,

152 s. (8.12 yaş))

Şanslı Aile Okul sana göre değil mi? Ödevlerçok, çalışıyorsun olmuyor, öğretmensana kafayı taktı ve dahası okuldakiçete senin peşinde... Gerçekten öyleolduğuna emin misin? Hayatınınçoğu okulda geçiyor. Bu kitapta okulhayatını daha çekilir kılacak birbirin-den güzel ipuçları bulacaksın.Haydi bakalım, oyun sırası sende!

Okulla Nasıl Baş Etsem?Eskimeyen bir yazardan çocuklara birsürpriz: “Korkak Kumandan”. Pinok-yo’nun yaratıcısı Carlo Collodi’nin Türk-çede ilk kez yayımlanan bir hikâyesi.Tatil için amcasının yazlık köşküne gidenLeoncino, beş haylaz kuzeninden oluşanbir ordu kurup başına geçer. Hayali düş-manlarla savaşırken çok eğlenirler. Der-ken bir gün, karşısına çıkan birkaplumbağacık, Leoncino’nun bütünzafer başarılarını tersine çevirir. Col-lodi’nin eğlenceli dilinden bir hayatdersi: İçi boş ve göstermelik duygular, in-sanı değil kumandan, olsa olsa rezil eder.

Korkak Kumandan

CARLO COLLODI, Çev: Filiz Özdem,

Resimleyen: Emine Bora, Yap�Kredi Yay�nlar�, 120 s. (6-8 ya�)

6 N�SAN 2012 CUMA20 Aydınlık KİTAP ÇOCUKLAR İÇİN

ROLAND BELLER, Can Çocuk Yay�nlar�, Çev: Saadet Özen, 176 s. (8-12 ya�)

Ödüllü şair-yazar Mehmet Atilla,büyük beğeni kazanan Tansel TozanSerüvenleri dizisinin üçüncü kitabı“Havlayan Harfler” ile raflardakiyerini alıyor. Günlerden bir gün,Oktay Bey köpeklerini sabah yürü-yüşüne çıkardığı sırada bir ayınınsaldırısına uğrar ve el parmakları kı-rılır. Hemen akabinde, Laika adlıköpeği de ortadan kaybolur. Olaylarilerledikçe, Oktay Dağdere’nin uz-manlık alanının köpeklerle insanlararasında iletişim kurmak olduğu vehatta bunun için “Havdikon” adındabir de aygıt geliştirdiği öğrenilir.

Peki, ama bir insan köpeğiyle nasıliletişim kurabilir? “Havdikon” adlıbu cihaz ne işe yarayabilir? Anidenortadan kaybolan Laika nerelerde-dir? Birileri köpeği kaçırmış olabilirmi? Profesör Oktay Dağdere ve Kı-vırcık Ender’le Laika’nın izini sürenTansel ve Kayra’yı son derece kar-maşık bir kördüğüm beklemektedir.Mehmet Atilla, “Havlayan Harfler”adını verdiği yeni kitabında esraren-giz bir kayboluş hikâyesine ayna tu-tarken, köpekleri anlamak üzereonların iç dünyalarına doğru ilginçbir yolculuğa çıkarıyor okurlarını.

Havlayan Harfler

MEHMET AT�LLA, Tudem Yay�nlar�, 2011, 204 s. (10-12 ya�)

Arkada�lar�n�nevinde sadecedo�um günleri

kutlan�rken, Paule’lerin evinde

ayr�ca “geli� günü” dekutlan�yor, yani anne babas�n�n

onu yurttanald�klar� gün

Kitabın çocuk kahramanı Paule Afrikalı bir aileninçocuğu olarak dünyaya gelmiş, fakat ailesinin

Paule’ye bakacak gücü olmadığı için Alman bir aileonu evlatlık edinmiş. Paule’nin maddi olarak daha

iyi bir hayatı olacağı kesin, ancak...

Page 23: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak Türkiye’de en çok okura ulaşan haftalık kitap eki olduğunu belirtmiştik geçen

6 N�SAN 2012 CUMA 21Aydınlık KİTAPSAHAF

Ülkemiz okurlarının Mao Zedung’un yaşamıve Çin Devrimi’ni anlatan iki ciltlik dev eseri“Sabah Tufanı”ndan hatırlayacakları yazarHan Suyin, 1917’de Çin’de Belçikalı anne veÇinli babanın kızı olarak doğdu. Genç yaş-larda yazmaya başladı, Doğu ile Batı’nın kül-türel farkları ile sömürgecilik üzerineyoğunlaştı. Elimizdeki romanı “Aşk GüzelŞeydir” (Love is Many Splendored Thing),adını popüler bir şarkıdan alır ve Han Su-yin’in yaşamından izler taşır.

“Aşk Güzel Şeydir”in ilk basımı 1956’da,ikinci basım ise 1958 Şubat ayında yapılmış.Yayınevi, Altın Kitaplar; çeviren Leyla Ya-zıcıoğlu. 256 sayfa... Kitabın arka kapağındaşöyle denmiş: “... biyografisini naklederkenbirçok münasebetlerle tekrarladığı gibi,Çin’de herhangi bir insanın aşkından baş-kalarına bahsetmesi ve mahrumiyetini or-taya dökmesi ayıp değildir. Çünkü Çinliler,o diller destan nezaketlerinin yanı sıra sonderece açık sözlü insanlardır. Han Suyin’inşahane romanı, yaşadığı hareketli harp son-rası devrini en mükemmel fotoğraf objekti-finden de daha mükemmel bir şekildeaksettiren ve ancak harika kelimesi ile va-sıflandırılabilecek tabolarla süslüdür.”

Arka kapakta, yazarın bir de fotoğrafınayer verilmiş ve şu not düşülmüş: “HanSuyin, yukarıdaki fotoğrafından anlaşıldığıgibi güzel bir kadındır. Fakat ne yazık ki

talih genç kadına yar olmamış ve yaşadığı oharikulade aşk macerasından kendineancak birkaç hatıra kalmıştır.”

Bir sahafın tozlu raflarındaki uzun süre-dir el değmemiş kitaplar arasında rastladı-ğımız “Aşk Güzel Şeydir”in kadınkahramanı melez bir doktordur ve duldur.Hayatında aşka yer yoktur. Derken Avrupalıgazeteci Mark Elliott’la tanışır. Mark evli-dir ancak karıyla ayrı yaşamaktadır. İkiliHong Kong’da büyük bir aşk yaşamaya baş-larlar. Mark’ın karısı boşanmayı reddederancak bu bile aşıklarımızı durduramaz. So-nunda Mark Kore’de ölür ve Suyin perişanolur.

1955 yılında yönetmen Henry King tara-fından beyazperdeye aktarılmış olan “AşkGüzel Şeydir”le ilgili bir de Yeşilçam notudüşelim: Orhan Aksoy’un 1966’da çektiği,başrollerini Filiz Akın ile Cüneyt Arkın’ınüstlendiği “Çıtkırıldım” adlı filmin ortala-rına doğru, öğretmen Orhan ile ders verdiğizengin ve şımarık kız Filiz bir kitapçıda kar-şılaşırlar. İkisinin de eli farkında olmadanbir kitaba, Han Suyin’in “Aşk Güzel Şey-dir”ine uzanır...

1950’lerin Çin ve Hong Kong gerçekle-rini, romantizm dozu yüksek bir aşk öyküsüaracılığıyla öğrenmek isterseniz, “AşkGüzel Şeydir”i sahaflarda ya da internet si-telerinde ısrarla arayınız.

“Han Suyin, foto�raf�ndan anla��ld��� gibi güzel bir kad�nd�r. Fakat ne yaz�k ki talihgenç kad�na yar olmam�� veya�ad��� o harikulade a�k maceras�ndan kendine ancakbirkaç hat�ra kalm��t�r.”

ANADOLU’DAN KİTABEVİ

KEREM ÇOLAKOĞLU Elbette kitapla ilgili söylenecek çok şeyvar; bunula birlikte pek çok ülkeyeoranla -matbaanın da geç gelmesiyle-toplumumuzun kitaba henüz yeterinceısınamadığı da bir gerçek. Şu da bir ger-çektir ki, Türkiye’de kitapla ilgili bir geç-miş araştırması yapıldığında, geçmişeoranla bugün, hem okuyucunun hem ya-zarın yaşamımızda daha çok yer aldığınıbariz gözlemlemekteyiz. Bu gelişim vedönüşüm evresine katkıda bulunmak,ülkemizde kitap duygusuyla henüz ta-nışmamış insanlara kitabı sevdirme ça-basında faaliyet göstermekteyiz. Tabiibununla birlikte okuyucu ve yazar kitlesiiçerisinde olmak, onlarla sürekli bir ile-tişim ve paylaşım halinde olmak bize ol-dukça gurur veriyor. Dünyanın nadidekentlerinden biri olan Antalya şehrindebu hizmeti vermek, bizi bir o kadar damutlu ediyor. Ayrıca kitabevimizi diğerkitabevlerinden veya kitapçılardan ayı-ran özellik aynı zamanda bir sahaf ol-ması. Antalya’da yaşayan kitapseverler,dilediklerinde satın aldıkları kitapları

ikinci el kitaplarla değiştirebilmektedir-ler. Böylece ekonomik anlamda kitabaulaşmakta güçlük yaşayan okuyuculararasındada bir denge unsuru oluşturdu-ğumuza inanmaktayız. Kelepir Kitabeviolarak, kitabı salt ticari yada ideolojikanlamda bir malzeme olarak görülmesi-nin sanatı, sanatçıyı ve eserlerini itibar-sızlaştırdığını üzülerek belirtmek isteriz.Son olarak, pozitif, akılcı, bilinçli insan-ların bir arada sağlıklı bir iletişimle barışiçinde yaşamalarının tek yolunun “oku-mak” olduğu düşüncesindeyiz.

Kelepir, kişisel veya kurumsal kütüp-hane oluşturabileceğiniz bir kitabevi. İn-sanların ellerinde mevcut olan eski(antika) ve yeni kitap, dergi, kaset, plak,efemera vb. objeleri getirdikleri, bunla-rın alımının, satımının ve değişiminin ya-pıldığı bu dükkan, Antalyalılarınellerindekini paylaşarak bilgi dönüşümüsağladıkları sıcak bir mekan oluşturmakamacına hizmet etmekte. Halkın kitapvb. eserleri bulmasını kolaylaştırmak,hızlandırmak için de üç yıldır internetüzerinden de hizmet vermekte.

ANTALYA-KELEP�R K�TABEV�

Aynı zamandasahaf da...

Hong Kong’da aşk HAN SUY�N VE “A�K GÜZEL �EYD�R”

Page 24: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak Türkiye’de en çok okura ulaşan haftalık kitap eki olduğunu belirtmiştik geçen

Soldan sağa1. Resimdeki yazar�m�z - H�rvatistan’da bir liman kenti2. Gezegenimizin uydusu - Bir say� - C�va’n�n simgesi - Hak ve

hukuka uygunluk, hakk� gözetme, do�ruluk, e�itlik, türe3. Bir gemiye veya k�y�ya göre aç�k deniz taraf� - �ki yan�

a�açl�, do�rusal, geni� yaya caddesi - Seciye, karakter4. Çe�it - Ürdün Bat� �eria’da 1967’den beri �srai i�gali

alt�nda olan kent - Evren pulu5. Yabanc� - Eski Türklerde “totem”e verilen ad - Bir i�i

yapmak için verilen söz - Kilometre (k�sa)6. Güre�te bir oyun - Ha�in, kaba - Belli bir anlam� olan iz, i�aret7. Daha çok radyo için haz�rlanm��, genellikle güldürü

niteli�inde k�sa oyun - Sat��larda arac�l�k yapan kimse8. Saman rengi - “... Güler” (foto�rafç�) - Köpek

9. �öhret - Hem�ire ba�l��� - Bizmut’un simgesi - Kekli�inboynundaki siyah halka

10. Kara ta��tlar�nda yolu ayd�nlatan çok ���kl� fener -Berilyum’un simgesi - Bir i�te bilgisi olan, erbap

11. Petrol türevlerinden elde edilen, temizleme özelli�ibulunan, toz, s�v� veya krem durumunda olabilenkimyasal bir madde - Tayin etme

12. Hz Muhammed’in hayat�n� anlatan kitap - BedeviAraplar’�n ba�l��� olan kefiyeyi tutturmakta kullan�landü�ümlü kordon - Aç�klama

13. Bir seslenme sözü - Stanislaw Lem’in bir eseri - Soru -Bir nota

14. Gerçek - Bir tiyatro edebiyat� türü - Baz� hayvanlar�yakalamak için kullan�lan tuzak

15. Son, sona erme - Kan�n kolayca p�ht�la�mamas� hastal���

Yukarıdan aşağıya1. “Ne yaz�k ki” anlam�nda bir sözcük - H�zl�2. �lk psikolojik roman�m�z - Üstten cepli, astars�z, bol ve

geni� dikimli bir ceket türü3. Bir yüzölçümü birimi - Kötü, fena - Oy - M�s�r’�n plakas�4. �nci Aral’�n “Orhan Kemal Roman Ödülü”ne lay�k görülmü�

kitab� - “Yüksek” kar��t� - Yücelme, yüksek bir dereceye ula�ma5. Deprem, rügar, sel, vb. iç ve d�� güçlerin etkisiyle olu�an,

yayla, ova, koyak, çukur, da�, vb. biçimlerin bütünü,yüzey �ekilleri - Sava�, mücadele

6. “... Güler” (foto�rafç�) - Genellikle bir traktörün arkas�namonte edilen ve zemini derince kazmaya yarayan bir alet- Tav�r, davran��

7. Rodyum’un simgesi - Yapma, meydana getirme - Avruparesim sanat�nda günlük ya�am�, ev ya�am�n�, festivalleri yada içki sahnelerin betimleyen yap�tlara verilen ad

8. Bilgili, haberli - Gümü�’ün simgesi - Bir ac� ünlemi9. Bir resmi suland�r�lm�� renklerle boyama ya da gölgeleme

biçimi - Nefes, ruh10. Gelece�i ö�renmek, �ans ve k�smetini anlamak amac�yla

oyun ka��d�, kahve telvesi, avuç içi, vb.’ye bakarakanlam ç�kartma, bak� - Güne� biçiminde yap�lanmücevher - Lütesyum’un simgesi

11. Bir damla gözya�� - Ürdün Bat� �eria’da 1967’den beri�srai i�gali alt�nda olan kent - Bir Afrika a�ac�

12. Radyum’un simgesi - Bulundu�u yerden yukar�ya do�ruç�kma, yükselme, yücelme - Uyu�ma, anla�ma

13. Ak�ls�z, sersem, budala, ebleh - Mililitre (k�sa) - Alev,yalaz - Matematikte 3.14 say�s�

14. Buzuldan kopmu� buz parças� - Ailesinin geçimini sa�layan- Halk�n hayal gücü ile meydana gelip ku�aktan ku�a�ageçen ve ço�unlukla ola�anüstü olaylar�n anlat�ld��� hikaye

15. Cet - Ba�rolünde “egzantrik özel dedektif”i oynayanHumphrey Bogart’�n yer ald��� 1941 tarihli bir JohnHuston filmi

6 N�SAN 2012 CUMA22 Aydınlık KİTAP

BULMACA

ALINTI-TEST

Okuyaca��n�z bölümler hangi yazar�n hangi kitab�ndan al�nt�lanm��t�r?

Unutulmuş olmak düşüncesi beni zehirli-yordu. Düşünün bir kere: Unutulmuşsu-nuz, üzerinize bir karanlık çökmüş,kimsenin haberi yok varlığınızdan, herkesölmüş olduğunuzu biliyor, ya da bir geziyeçıktığınızı, gitmeyi arzuladığınız yere gitti-ğinizi, orada mutlu olduğunuzu düşünüyor,belki de sizi kıskanıyorlardır; oysa siz boşuboşuna bekliyorsunuzdur.

Zeus yeryüzünün göbeğini belirlemek istediğizaman, birbirine en uzak iki noktadan iki kartalı sa-lıvermiş ve uçarken izledikleri yolun hangi noktadabirleştiğini saptamış. Delphoi imiş bu nokta, böyleceYunanistan, Doğu’nun Batı’dan, Kuzey’in Gü-ney’den ayrıldığı nokta olmuş, birbirini reddedenkültürlerin buluşma yeri, dünyanın yağmacı ve gezginordularının geçiş yolu haline gelmiş.

Evinizin hiç paparazziler tarafından kuşa-tıldığı oldu mu? Bunun olmasını sağlamakkolaydır. Eski günlerde, doğru kişilere söy-lenen birkaç kelime, insanları linç etmeyehazırlanan kalabalıkların toplanmasını sağ-lamaya yeterdi. O kalabalıklarla kıyaslandı-ğında, birkaç gazeteciyi heyecanlandırmakne ki?

1 2 3

Do�ru yan�tlar gelecek hafta bu sayfada… Geçen haftan�n do�ru yan�tlar�: 1-(d) 2-(e) 3-(c)

GEÇEN HAFTANIN ÇÖZÜMÜ

a) Adele Geras / İthaka

b) Konsatantin Kavafis / Barbarları Beklerken

c) Dominique Eudes / Kapetanios

d) Odisseus Elitis / Çılgın Nar Ağacı

e) Louis de Bernieres / Yüzbaşı Corelli’nin

Mandolini

a) Paul Nizan / Fesat

b) Maeve Binchy / Leylak Zamanı

c) Henning Mankell / Pekin’den Gelen

Adam

d) Nermin Bezmen / Sırça Tuzak

e) Zülfü Livaneli / Engereğin Gözü

a) Feodor Dostoyevski / Yeraltından Notlar

b) Selimoviç / Derviş ve Ölüm

c) Albert Camus / Yabancı

d) Demir Özlü / Sürgünde 10 Yıl

e) J. P. Sartre / Bulantı

Page 25: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak Türkiye’de en çok okura ulaşan haftalık kitap eki olduğunu belirtmiştik geçen
Page 26: KITAP Aydınlık · Aydınlık Kitap’ın, Aydınlık gazetesinin tirajına bağlı olarak Türkiye’de en çok okura ulaşan haftalık kitap eki olduğunu belirtmiştik geçen