Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve...

47
35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş Aktörü Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’e Dair Bilinmeyenler Muharrem VAROL* Özet Süleymaniyeli Şeyh Ahmed Efendi 1859’da Sultan Abdülmecid’e suikast dü- zenleyip yerine veliahd Abdülaziz’i tahta çıkarmaya çalışan ve tarihimizde “Kuleli Vak’ası” olarak anılan oluşumun en önemli önderidir. Nakşbendî-Hâlidî kimliğinin yanı sıra Kırım Savaşı’na katılarak cephede Ruslara karşı savaşmış- tır. Hüseyin Daim Paşa ve Cafer Dem Paşa gibi üst düzey askerlerle bu planı yapmasına rağmen yakalanmış ve ölüm cezası sürgüne çevrilmiştir. Abdülaziz padişah olduktan sonra bu kişileri affetmiştir. Bu makale Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’in 1875 yılına kadar geçirdiği safahata ışık tutmaktadır. Şeyh serbest bırakılmasına rağmen adeta potansiyel bir suçlu gibi kısa süre sonra yeniden yakalanarak önce Bağdat, sonra Trablusgarp ve nihâyetinde yeniden Magosa’ya sürgüne gönderilmiştir. Taşrada köklü ve varlıklı bir şeyh ailesine mensup bir kişinin Tanzimat sonrası Osmanlı toplumunda meydana gelen sosyal, idari ve kültürel dönüşümlerin bir sonucu olarak merkezle geliştirdiği ilginç hikâyenin ayrıntılarını Osmanlı arşiv evrakından takip etmek mümkündür. Anahtar kelimeler: Kuleli Vak’ası, Süleymaniyeli Şeyh Ahmed, Namık Paşa, Nakşbendî Halidî, Vambery, Namık Kemal. From Heroism to Confinement in a Fortress: Some Unknowns About Sile- mani Sheikh Ahmed as a Leader of Kuleli Incident Abstract Silemani Sheikh Ahmed Efendi was a pioneering actor of the secret organiza- tion that unsuccessfully attempted to assassinate Sultan Abdulmejid and to ascend Sultan Abdülaziz to the throne in September 1859, which is known in historical sources as Kuleli Incident (Kuleli Vak’asi). In addition to his identity as Naqshi-Khalidi sheikh, he also joined the Ottoman Army and fought against Russians in the Crimean War (1853-1856). Even though he had prepared his plots together with very important military officers like major general Huseyin Daim Pasha and Cafer Dem Pasha, he got caught and his capital punishment was turned into exile. After Sultan Abdülaziz ascended to the throne, he forga- ve them. is article examines the phases that Silemani Sheikh Ahmed Efendi

Transcript of Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve...

Page 1: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

35 [2015/1], s. 97-143

ilmî ve akademik araştırma dergisi

Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş Aktörü Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’e Dair

Bilinmeyenler

Muharrem VAROL*

Özet

Süleymaniyeli Şeyh Ahmed Efendi 1859’da Sultan Abdülmecid’e suikast dü-zenleyip yerine veliahd Abdülaziz’i tahta çıkarmaya çalışan ve tarihimizde “Kuleli Vak’ası” olarak anılan oluşumun en önemli önderidir. Nakşbendî-Hâlidî kimliğinin yanı sıra Kırım Savaşı’na katılarak cephede Ruslara karşı savaşmış-tır. Hüseyin Daim Paşa ve Cafer Dem Paşa gibi üst düzey askerlerle bu planı yapmasına rağmen yakalanmış ve ölüm cezası sürgüne çevrilmiştir. Abdülaziz padişah olduktan sonra bu kişileri affetmiştir. Bu makale Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’in 1875 yılına kadar geçirdiği safahata ışık tutmaktadır. Şeyh serbest bırakılmasına rağmen adeta potansiyel bir suçlu gibi kısa süre sonra yeniden yakalanarak önce Bağdat, sonra Trablusgarp ve nihâyetinde yeniden Magosa’ya sürgüne gönderilmiştir. Taşrada köklü ve varlıklı bir şeyh ailesine mensup bir kişinin Tanzimat sonrası Osmanlı toplumunda meydana gelen sosyal, idari ve kültürel dönüşümlerin bir sonucu olarak merkezle geliştirdiği ilginç hikâyenin ayrıntılarını Osmanlı arşiv evrakından takip etmek mümkündür. Anahtar kelimeler: Kuleli Vak’ası, Süleymaniyeli Şeyh Ahmed, Namık Paşa, Nakşbendî Halidî, Vambery, Namık Kemal.

From Heroism to Confinement in a Fortress: Some Unknowns About Sile-mani Sheikh Ahmed as a Leader of Kuleli Incident

Abstract

Silemani Sheikh Ahmed Efendi was a pioneering actor of the secret organiza-tion that unsuccessfully attempted to assassinate Sultan Abdulmejid and to ascend Sultan Abdülaziz to the throne in September 1859, which is known in historical sources as Kuleli Incident (Kuleli Vak’asi). In addition to his identity as Naqshi-Khalidi sheikh, he also joined the Ottoman Army and fought against Russians in the Crimean War (1853-1856). Even though he had prepared his plots together with very important military officers like major general Huseyin Daim Pasha and Cafer Dem Pasha, he got caught and his capital punishment was turned into exile. After Sultan Abdülaziz ascended to the throne, he forga-ve them. This article examines the phases that Silemani Sheikh Ahmed Efendi

Page 2: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

98

Muharrem VAROL

went through until 1875. Even though Sheikh was released, he was regarded as potential criminal and was captured after a short while, sent to exile in Bagh-dad, then to Tripoli, and finally to Famagusta. It is possible to find in the Ot-toman archive documents the details of interesting story of a sheikh who was be a member of a wealthy family of sheikhs in the suburbs and then influenced from the social, administrative, and cultural transformations that took place after Tanzimat Period.Key words: Kuleli Incident, Silemani Sheihk Ahmed, Namık Pasha, Vambery, Naqshbandi Khalidi Order, Namık Kemal.

1859 yılında Sultan Abdülmecid’e karşı bir ayaklanma girişimi henüz ta-savvur aşamasında iken tespit edilmiş ve şüpheliler peşi sıra tutuklanıp sorgulamaya alınmıştı. Tanzimat Fermanı’ndan neredeyse yirmi yıl, Isla-hat Fermanı’nın ise ilanından yaklaşık üç yıl sonra ortaya çıkan bu ha-reketin Tanzimat’ı kaldırmak, “şer’i kuralları” yeniden hâkim kılmak gibi bir amaç edindiği ve önde gelen mensuplarının da bilhassa saray harca-malarındaki israftan rahatsızlık duyduğu anlaşılmaktaydı. Bu teşebbüse sebebiyet veren ana saik ise Islahat Fermanıyla birlikte tahkim edilen ve garanti altına alınan Müslüman-Hristiyan eşitliği meselesidir.1 Bu tür ge-lişmelerin tetiklediği bahsi geçen olay hakkında Tanzimatın ilk “cürm-i siyasisi” şeklinde bir niteleme yapılır.2 Bundan başka, sorgulama sırasın-da bu oluşumun öncelikli hedeflerinden birisinin de o dönemde Osmanlı tahtında bulunan Sultan Abdülmecid’e suikast düzenlemek olduğu ortaya çıkarılmıştı.3 Osmanlı tarihinde Kuleli Vak’ası şeklinde tesmiye edilen bu

1 Roderic H. Davison, “Turkish Attitudes Concerning Christian-Muslim Equality in the Nine-teenth Century”, The Modern Middle East, ed. A. Hourani-P.S. Khoury-M.C. Wilson, London 1993, s. 75. Tanzimatla birlikte politik literatüre girerek, Islahat Fermanı sonrasında meşrui-yetini daha çok perçinleyen müsavat meselesinin Ziya Paşa ve Ali Suavi gibi Yeni Osmanlılar’ın sıkı muhalefetine rağmen Osmanlı siyasasında ilerlemesi çok ilginç bir seyir takip etmiştir. Bilhassa, bu kavramın II. Meşrutiyet sonrasında ulema nezdinde yeniden yorumlanış keyfi-yetinin dönemin siyasi gelişmeleri çerçevesinden mühim bir değerlendirmesi için bk. İsmail Kara, “Müsavat mı, Eşitsizlik mi?”, Mete Tunçay’a Armağan, Der. M. Ö. Alkan-T. Bora-M. Ko-raltürk, İstanbul: İletişim Yay., 2007, s. 163-189.

2 Abdurrahman Adil, “Tanzimatta İlk Cürm-i Siyâsî-Kuleli Vak’ası ve Ahmed Rasim Bey”, Hâdisât-ı Hukukiyye, İstanbul: İkdam Matbaası, 1340, XV/208-216. Ayrıca, Marksist bir ba-kış açısıyla ve hayli anakronik kavramsallaştırmalar ile süslediği (!) kitabında bu olayı incele-mesine ve orijinal bir bilgi takdim edilememesine rağmen, Tanzimata yönelik bir halk tepkisi ve bunun İslamcılık ile olan ilişkisi zaviyesinden bir siyaset bilimcisinin gözüyle vak’anın de-ğerlendirilmesi için bk. Çetin Yetkin, Türk Halk Hareketleri ve Devrimler, İstanbul: Say Yay., 1984, s. 315-320.

3 Burada son derece ilginç bir hadiseden bahsetmek icap eder. Sultana suikast tertibinde bulu-nan bu kişilerin cezalandırılma şekli hususunda o dönemde câri olan ceza kanunnâmesinde

Page 3: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

99

Kuleli Vak’asının Baş Aktörü Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’e Dair Bilinmeyenler

tarihsel olgu hakkında geçmişte çok sayıda çalışma yapıldığını söylemek mümkün değil ise de bugün daha nitelikli ve ayrıntılı bazı araştırmaların mevcudiyetinden bahsedilebilir. Bunun en önemli sebebi ise bugüne değin söz konusu zanlıların sorgulama tutanaklarına ulaşılamamış olunmasıy-dı; ancak yakın zamanda yapılan bir doktora çalışması vesilesiyle bu olay üzerindeki yoğun sis bulutunu kaldıracak tarihsel materyale ulaşılmıştır.4 Böylelikle neredeyse asırlık bir zaman dilimi içerisinde bu vakaya dair ön-ceki yaklaşım tarzlarını nakzedecek bazı yeni bilgi ve sonuçlara ulaşmak

somut bir hükmün bulunmadığı anlaşılır. Cevdet Paşa’ya göre, bu duruma hayli sinirlenen Âli Paşa’nın kanunu hazırlayanlara çıkışması karşısında aldığı cevap tam da devlet ricalinin saltanat ve padişahlık kurumuna nasıl baktıklarını ortaya koymaktadır. Kanun maddelerinin müzakeresi sırasında Şevket Paşa’nın padişah hakkında suikast fikrinin hatıra gelmemesi ge-rektiği yönündeki düşüncesi sonucunda ceza kanununa böyle bir fıkra eklenmemiştir. (Cev-det Paşa, Tezâkir, Ankara 1986, II, 83).

4 Kuleli Vak’ası hakkında günümüze kadar ulaşmış en önemli ve detaylı etüt 1937 yılında TTK tarafından basılan Uluğ İğdemir imzalı çalışmadır. Bu araştırmanın ehemmiyeti ise olaya ait mahkeme fezlekelerini ortaya çıkarmasıdır. (Uluğ İğdemir, Kuleli Vak’ası Hakkında Bir Araştırma, Ankara: TTK Yay., 2009). İğdemir, vak’a hakkında yapılan tartışmalara değinmiş-tir. Engelhartd, Vambery gibi yabancı müşahitlerle birlikte, Namık Kemal, Vakanüvis Lütfi Efendi, Ahmed Midhat Efendi, Memduh Paşa, Mahmud Celalettin Paşa, Ahmed Rasim, Ab-durrahman Şeref, Ebüzziya Tevfik ve Yusuf Akçura gibi çeşitli siyasetçi, tarihçi ve yazarların konu hakkındaki düşüncelerine yer vermiştir. Arşivde bulduğu ceza fezlekelerine dayanarak özellikle Kuleli Vak’ası’nı meşrutiyetçi bir çizgide gören bazı yorumcuları eleştirmiştir. Ona göre, bu olay kesinlikle bir ilerici hareket değildir. Aksine, liderliğini bir tarîkat şeyhinin yap-tığı gerici ve yobaz bir teşebbüstür. Dolayısıyla, yazar içerisinde bulunduğu siyasî atmosferin yadsınamayacak tesiri altında bu girişimin meşrutiyet yolunda hiçbir olumlu katkısı olmadı-ğını öne sürer (İğdemir, a.g.e, s. 9-38). İğdemir’in neşrinden tam yetmiş yıl sonra arşivde Ku-leli vak’asının istintaknâmelerine (sorgulama tutanaklarına) ulaşılması ise hadiseye yönelik ideolojik önyargılardan uzak ve daha sağlam sonuçlar çıkardı. Paris’te Ecole Des Hautes Etudes En Sciences Sociales’de doktora tezinin kısa bir makale versiyonunda ilim camiasına ilk defa söz konusu istintaknâme tanıtılmış ve literatürde konuya dair tartışmalara temas edilerek özellikle “tarih-yazımı” bağlamında İğdemir haklı bir surette eleştirilmiştir. Bu sorgulama tutanakları sayesinde metodolojik olarak pek çok farklı tarihsel metnin inşa edilebileceğini savunan yazar, Osmanlı tarihinin gizli kalmış gizemli bir olayını çok farklı açılardan aydınla-tarak 1859’da kurulan Fedai Cemiyeti’nin renkli “ittifakını” ortaya çıkarmıştır (Burak Ona-ran, “Kuleli Vak’ası Hakkında Başka Bir Araştırma”, Tarih ve Toplum Yeni Yaklaşımlar, (Bahar 2007), V, 9-39; a.mlf, A Bas Le Sultan La Conjuration de Kuleli (1859) et I’Organisation Meslek (1867) les Premiéres Tentatives de Détronement aprés I’Abolition des Janissaires, Ecole Des Ha-utes Etudes En Sciences Sociales, Basılmamış Doktora tezi, Paris 2009. Yine bu sorgulama tutanaklarına dayanılarak yapılmış diğer bir çalışmada ise ittifakın tarîkat boyutu incelene-rek cemiyet içerisindeki Nakşbendî-Halidî halkasının etkinliği tartışılmıştır (Muharrem Va-rol, Islahat Siyaset Tarikat Bektaşiliğin İlgası Sonrasında Osmanlı Devleti’nin Tarikat Politikaları (1826-1866), Dergâh Yay., İstanbul 2013, s. 228-238).

Page 4: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

100

Muharrem VAROL

mümkün olmuştur.

Kuleli Vak’ası aslında Şeyh Ahmed Efendi ve Hüseyin Daim Paşa önder-liğinde askerî ve sivil bürokrasiye mensup bazı memurlar ile sınırlı sayıda ilmiye ve tarîkat silkinden gelen hoca ve şeyhlerin destek verdiği, katılım-cılarına “fedai” adı verilen ve gerektiğinde şiddet kullanabilecek şahısların oluşturduğu bir ittifaktı. Şeyh Ahmed ise daha önceden Kırım Harbi’ne katılarak beraberindeki üç bin civarında aralarında müridânın da bulun-duğu silahlı bir topluluk ile Osmanlı ordusuna destek olmak amacıyla Kars cephesinde savaşmıştı.5 Savaş sırasında edindiği dostluklar vasıtasıyla, İstanbul’a gelince nüfuzu buna paralel bir şekilde artmıştı. Bu ittifakın oluşumunda en önemli görevi üstlenerek ısrarcı, gözü pek ve azimli liderli-ği ile başı çekmekteydi. Onun bu hususiyetlerine ilaveten, hareket içerisin-deki liderliğini pekiştiren bir diğer özelliği ise Nakşbendî-Hâlidî oluşudur.6

Biz burada bahsi geçen tarihsel olayın niteliği ve muhteviyatı hakkın-daki tartışmalara çok değinmemekle beraber “Fedailer Cemiyeti” şeklin-de tanımlanan bu hareketin baş aktörü konumunda bulunan ve idamla yargılanmasına rağmen padişahın affıyla müebbed kalebentlik cezası ile Kıbrıs’a sürgüne gönderilen Süleymaniyeli Şeyh Ahmed hakkında bugüne kadar bilinmeyen bazı hususları aydınlatmaya ve onun gerek 1859 önce-si gerekse bundan sonraki yirmi yılına ilişkin yaşadıklarını Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan bazı belgeler ve mektuplar üzerinden ortaya çıkartmaya çalışacağız.

Şeyh Ahmed, Kuzey Irak topraklarına bağlı Süleymaniye bölgesine mensup önde gelen ve varlıklı bir ailenin çocuğudur. Sorgulama tutanağın-da kendi geçmişine ve ailesine dair verdiği bilgilere göre; Süleymaniye’nin Servibeş (Serviçek ?) köyünde doğduğunu söylemiştir. O sırada 35 yaşında olduğunu söylediğine göre yaklaşık olarak 1824 tarihinde doğmuş olma-lıdır. Babasının ismi Şeyh Mevlana olup, ailesi o bölgenin kadim bir ha-nedanıdır ve üzerlerinde iki adet köy vardır. Ailesinin lakabı ise “taife-i Mevlana” şeklinde adlandırılmıştır. Kendisinin ve ailesinin intisap ettiği tarîkat ise Nakşbendîliktir.7 Bir abisi ve bir de ablası vardır. Abisinin ismi

5 Varol, age, s. 237. 6 Muharrem Varol, “Siyasi Bir Lider Olarak Süleymaniyeli Şeyh Ahmed Efendi”, Türk Tarihinde

Lider ve Liderlik Anlayışı, ed. Ali Arslan, Kitabevi, İstanbul 2014, s. 65-76. 7 Bu bölgelerde Nakşbendîlik denildiği zaman akla ilk gelen kol hiç şüphesiz Hâlidîlik’tir.

Nakşîbendîlik tarihi içerisinde çok müstesna ve müessir bir kol olarak kurucusuna nispet

Page 5: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

101

Kuleli Vak’asının Baş Aktörü Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’e Dair Bilinmeyenler

Şeyh Hüseyin olup, İran Devleti’nin kendisine vermiş olduğu bir kaç köyü idare etmek üzere oraya gitmiş ve bir tekke kurmuştur. Babasından kalan toprağa ise anlaşıldığı kadarıyla ablası bakmaktadır. Sorgulama zabıtların-da çocukluk ve gençlik safahatına dair ancak bu kadar bilgi verdiği görülür.

Kendisi köyünü terk etmesine sebep olarak seyahat gerekçesini öne sü-rer ve yaklaşık olarak 1846’da yola çıktığını belirtir. İstanbul’a gelir, üç gün burada kaldıktan sonra Edirne’ye geçer. Aaşağı yukarı bir sene kadar eski Yemen Valisi Abdullah Paşa’nın konağında oturur. Abdullah Paşa, bilin-diği üzere, meşhur Baban sülalesine mensup olup Van mutasarrıflığının yanı sıra, Erzurum, Halep ve Adana valiliklerinde de bulunan önemli bir şahıstır. Şeyh Ahmed’in Baban ailesi ile olan münasebetini hemşehrilik ve eski bir aile dostluğu şeklinde değerlendirmek mümkündür. Hatta, Mühendishâne yüzbaşısı Ali Bey ve Hasan Bey gibi aynı aile üyelerini yu-karıda bahsi geçen Fedai Cemiyeti’ne kattığına göre, bu aile ile irtibatını güçlü bir şekilde devam ettirdiği anlaşılır.8 Diğer bir ifadeyle, Şeyh Ahmed bölgesinin eşrafından olup kendileri gibi önemli aileler ile irtibat halinde-dir. Burada dikkat çeken bir ayrıntı ise Abdullah Paşa’nın orada sürgünde olduğudur. Şeyh Ahmed daha sonra Bursa’ya geçmiş; bir müddet burada oyalandıktan sonra İzmir, Manisa ve Kütahya taraflarında yaklaşık iki-üç yıl kadar seyahat etmiştir.

Yine verdiği ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla, Kırım Savaşı başlamadan bir iki yıl önce İstanbul’a yeniden gelmiş ve burada iki hafta kadar kalarak Mısır’a geçmiştir. Mısır’da Ezher Medresesi’ne gider ve altı ay kadar da orada kalır. Burada ne yaptığına dair bir bilgi vermese de onun ilimle işti-gal ettiği öne sürülebilir. Daha sonra, Dimyat ve Yafa yoluyla Şam’a gider.

edilen Hâlidîlik bölgede kısa süre içerisinde çok hızlı bir şekilde yayılmıştır. İslam aleminin değişik bölgelerinde de yayılımını sürdüren bu tarîkatın günümüz Türkiyesi’nde hala en et-kin tarîkatlardan biri olduğunu vurgulamak gerekir. Hâlidîliğin ortaya çıkışı, yayılışı ve tesir-leri için bk. Butrus Abu-Manneh, Studies on Islam and The Ottoman Empire in the 19th Century (1826-1876), İstanbul: Isis Yay., 2001. Mamafih, Türkiye’de bu tarîkat kolunun kuruluşun-dan itibaren önemini farkeden sosyologlardan biri olarak kabul edilen Şerif Mardin’in bu vadideki eserlerinin eleştirel bir değerlendirmesi için bk. Fatih M. Şeker, Cumhuriyet İdeoloji-sinin Nakşibendîlik Tasavvuru Şerif Mardin Örneği, İstanbul: Dergâh Yay., 2007.

8 Varol, agm, s. 67. Ayrıca, Baban ailesinin önemli fertleri ve Süleymaniye’deki siyasî pozisyo-nu için bk. Davut Hut, “İkinci Meşrutiyet Döneminde Bir Osmanlı Entellektüeli Babanzade İsmail Hakkı (1876-1913)”, Tarihimizden Portreler Osmanlı Kimliği, ed. Zekeriya Kurşun-Hay-dar Çoruh, İstanbul 2013, s. 102-103; Martin Van Bruinessen, Ağa, Şeyh, Devlet, trc. Banu Yakut, İstanbul: İletişim Yay., 2003, s. 261-265.

Page 6: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

102

Muharrem VAROL

Amacı hacca gitmek ise de muharebe zuhur ettiğinden “hac niyetinden rücu ederek cihat niyetiyle” İstanbul’a gelip buradan önce Trabzon’a sonra da Kars’a geçer.9 Kars’da 7 ay ikamet ederek Ardahan’a Sırrı Paşa’nın ya-nına gelir, daha sonra Batum’da Selim Paşa’ya iltihak eder. Serdar-ı Ekrem gelinceye kadar orada bekler ve artık barış oluncaya dek orduda bulunur. Savaşın sona ermesiyle, Batum’a döner ve oradan Tunus askeriyle beraber vapura binip Dersaadet’e gelir. Nuruosmaniye Medresesi’ne bitişik Hat-tat odasında tahminen bir buçuk sene kadar oturduğunu söyler. Şeyh, bu aşamadan sonra İstanbul’dan bir daha ayrılmadığını belirtir. Eğer bu ifadeleri doğruysa, savaşın bitiminden itibaren onun İstanbul’da yaklaşık üç yıl kadar kaldığı anlaşılmaktadır.

Bu süre zarfında yanına Mahmud Paşa Medresesi’nden Molla Osman isminde biri gelmekte ve hizmetini görmektedir. Şeyh Ahmed söz konusu odada yalnız kalmaktadır. Bir müddet sonra Bayezıd Medresesi’ne geçer ve orada ikamet etmeye başlar. Bu sırada, cerre çıkmak istemeyip ticaret yapmak arzusuyla Çorumlu Müftüzâde Mahmud isminde bir talebenin, yanına gelerek kendisinden para istediğini söyler. Bu teklif aslında bir çe-şit ortaklıktır. Kolağası Osman, Abdullah Paşa’nın kethüdası Süleyman ve Binbaşı Arif gibi zevattan onbeş bin kuruş kadar borç para temin edip Mahmud’a vererek onu Kırım’a gönderir. Ancak, işler beklendiği gibi git-mez ve Kırım’dan haber alamayınca Hariciye kanalıyla Mahmud’a ulaşma-ya çalışsa da bunda başarılı olamaz. Şeyh Ahmed bu söylediklerinde kesin ve net ifadeler kullanarak, borç olarak aldığı 15 bin kuruşun sahiplerinin tek tek medresedeki odasında bulunan bir defterde kayıtlı ve elde edilecek kârın yarısını bu insanlara vereceğini hedeflemiş olduğunu dile getirir.10

Şeyh Ahmed’in sorgulama sırasında bu söylediklerine ilave olarak geç-mişine dair daha fazla malumat vermediği görülmektedir. Bununla bera-ber, 1857 tarihinde İstanbul’a gelmiş ve bir süre burada kalarak Osmanlıca, Arapça ve Farsça’sını geliştirip İslam ve Osmanlı kültürüne adapte olmaya çalışmış çok önemli bir ismin, anılarında Şeyh Ahmed Efendi’den bahsetti-ği görülür.11 Bu kişi, uzun bir şark seyahati düzenleyen ve sonraları Sultan

9 Her ne kadar ifade tutanaklarında böyle söylese de şeyhin cepheye başka bir yolla ve çok sa-yıda asker ile geldiği resmi evrakta görülebilecek bir durumdur. Muhtemelen sorgu sırasında, yanlış anlaşılma ya da su-i tevile fırsat vermemek için bu şekilde konuşmuş olabilir.

10 Buraya kadar anlatılan hususlar için bk. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), İrade-i Dahiliye, (İ. DH), nr. 445-1/29437, lef 69, s. 1a-3b, 20 Eylül 1859-22 S 1276.

11 Onaran, agt, s. 115.

Page 7: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

103

Kuleli Vak’asının Baş Aktörü Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’e Dair Bilinmeyenler

II. Abdülhamid ile kurduğu yakın ilişkiden ötürü “çift taraflı casuslukla” it-ham edilen Arminius Vambery’dir.12 Vambery (ö. 1913), hemşehrisi İsmail Paşa (General Kmetty, ö. 1865)13 tavassutuyla özel hoca sıfatıyla Hüseyin Daim Paşa’nın Kabataş’taki konağına alınmış ve paşa tarafından kendi-sine “Reşid Efendi” ismi verilmişti.14 Hüseyin Daim Paşa’nın oğlu Hasan Bey’e Fransızca dersleri veren Vambery, bu konakta Şeyh Ahmed Efendi ile tanışma fırsatı bulmuştur. Fedai Cemiyeti’nin Şeyh Ahmed Efendi’den sonra en mühim figürü olan Hüseyin Daim Paşa’nın konağındaki bu kar-şılaşma neticesinde önceleri şeyhten korkan ve çekinen Vambery’nin son-raları ona yaklaştığı görülür. Hüseyin Daim Paşa’nın bilgilendirmesi neti-cesinde Şeyh Ahmed, bu genç Avrupalıya arkadaşça davranır. Bu dostane tavrın arkasında Vambery’e göre, şeyhin kendisini Müslüman yapmaya çalışması yatar. Bu ümidi kırmamaya özen gösteren kurnaz adam, şeyhten Farsça öğrenmek amacındaydı ve kısa süre içerisinde buna muvaffak olup onun medresedeki odasında “rahle-i tedrisine” diz çökmüştü. Onun Şeyh Ahmed hakkındaki gözlemleri son derece önemlidir. Sorgulama tutanak-larında da görüleceği gibi, şeyhin azimli, sebat ehli ve kararlı bir kişiliğe sahip olduğunu bu müşahedelerden istinbat etmek mümkündür.

Vambery, 1894 yılında bastırdığı ilk hatıratında şeyhin ve Hüseyin Daim Paşa’nın “Kuleli Suikastını” tasarladıkları sırada konağa yerleştiğin-den bahseder. Dolayısıyla, o sırada olaydan haberdar olmadığını ima eder. Şeyh Ahmed’in Allah vergisi “nadire-i fıtrat” bir zekâya sahip olduğunu söyleyerek, muazzam bir okuma, çileli bir hayat ve güçlü bir taassup ile adeta bu suikast tertibinin ruhu ve hayatı mesabesinde olduğunu belirtir. Şeyhin şecaat ve ilim gibi iki farklı yönüne ustalıkla vurgu yapan Vambery, gözlemlerinde mübalağalı bir üslup kullansa da isabetsiz değildir. Kırım Savaşı’na katılarak gazi olan şeyhin “başı açık yalın ayak” bir vaziyette ve asla kılıcını kınına sokmayarak güçlü bir şekilde savaştığını tasvir eder.

12 Aslen Macar yahudisi olan Arminius Vambery’nin ilmi-siyasi kişilikleri ve bilhassa Sultan II. Abdülhamid’in sarayındaki faaliyetleri için bk. Mim Kemal Öke, Saraydaki Casus Gizli Belge-lerle Abdülhamid Devri ve İngiliz Ajanı Yahudi Vambery, İstanbul: Hikmet Neşriyat, 1991.

13 Macar mültecisi olup ihtida eden İsmail Paşa (General Kmety) ve Arabistan ordusu tümen komutanı Çerkes Hüseyin Paşa’nın bu savaş sırasındaki “yiğitliklerinden” sitayişle bahsedil-ir. İki paşa da aynı cephede savaşmış olup yakın bir arkadaşlık kurmuşlardır. M. Fahrettin Kırzıoğlu, 100. Yıldönümü Dolayısıyla 1855 Kars Zaferi, İstanbul: Işıl Matbaası, 1955, s. 107.

14 Arminius Vambery, The Story of My Struggles Professor of Oriental Languages in the University of Budapest, New York 1904, I, 123.

Page 8: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

104

Muharrem VAROL

Bununla beraber, giyimindeki sadelik ve basitlikle o adeta İslam’ın ilk dö-nemlerini hatırlatmaktadır. Kuvvetli, hiç kimseye baş eğmeyen, sarsılmaz kişiliği ve ancak beş vakit namaz sırasında çıkarmış olduğu silahıyla şeyh, Vambery’yi çok derinden etkilemiştir.

Vambery’nin, Şeyh Ahmed’in ilmi yönüne dair müşahedeleri ise son derece ilginçtir. Herşeyden önce onun olağanüstü bir hafızaya malik ol-duğunu belirtir. Hakanî, Nizâmî, Câmî ve Spiegel’in15 derleme metinleri gibi klasik Farisî eserleri şeyhin sayesinde okuyarak öğrenmiştir. Ders sı-rasında şeyhin üslubunu ise başladığını fasılasız bir surette bitiren ve sa-atlerce heyecanını yitirmeden konuşabilen bir hitabet ustası olarak tasvir eder. Vambery’in şeyhe karşı duyduğu hayranlık herhalde şu cümlesinde tecessüm etmiş olsa gerektir; “Bu Ahmed Efendi herkesten daha çok beni Avrupalıdan Asyalıya dönüştüren adamdır!”. Bu ifadelerin hemen aka-binde şeyhin onun ruhuna tesir edemediğini ve Batı medeniyetine olan inancının zerre kadar sarsılmadığını belirtmek lüzumunu hisseder.16 İran üzerinden Maveraünnehir ve Orta Asya steplerinde uzun bir seyahate çı-karak kendisinin şarklı olduğu hususunda şüphe uyandırmayacak ölçüde Arapça ve Farsçaya vukufiyet göstermiş olan17 Vambery’nin bu özellikleri iktisap etmesinde Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’in çok önemli bir rolü ol-duğu bu vesileyle belirtilmelidir. Şeyh Ahmed ve casusluk yönüyle tanı-nan Vambery’nin bu tarz bir ilişkisi Kuleli Vak’ası’nın arkasında bu kişinin parmağının olup olmadığı sorusunu akıllara getirmektedir. Bu konuda şimdilik bir şey söylemek mümkün olmamakla beraber, bu karşılaşma ve

15 Friedrich von Spiegel (1820-1905), Almanların önde gelen şarkiyatçı, filolog ve İran uzma-nıdır. Hayatının büyük bir kısmını Fars dilini ve Mecusiliği araştırmaya vakfetmiştir. Hayatı için bk. (http://www.iranicaonline.org/articles/spiegel; Erişim Tarihi 28.02.2015).

16 Bu gibi maceraperest ve hiç şüphe yok ki casus seyyahların tehlikeli, gizemli ve uzun süreli geçen seyahatleri hakkında sonraları hatıra yazmak suretiyle ciddi paralar kazandıkları bilin-mekle beraber gerek Avrupa’da gerekse Amerika’da geniş bir okuyucu kitlesine ulaştıkları bir gerçektir. Dolayısıyla, bu tarz metinlerde sıklıkla geçtiği üzere Müslüman-Hristiyan, Doğu-Batı mukayeseleri ya da karşıtlıkları genelde geleneksel oryantalist kalıplarda ilerler. Filha-kika, Vambery’nin Hristiyanlık ve Batı’ya olan inancının sarsılmadığını sık sık vurgulaması da bu zaviyeden değerlendirildiği takdirde hiç te şaşırtıcı değildir. Yukarıda bahsedilen göz-lem ve müşahedeler için bk. Arminius Vambery, The Life and Adventures of Arminius Vambery, New York 1914, s. 23-25. Burada anlattıklarına yakın tasvir ve ifadelerinin olduğu bir başka çalışma için bk. Arminius Vambery, Bir Sahte Dervişin Orta Asya Gezisi, trc. Abdurrahman Samipaşazâde Abdülhalim, haz. N. Ahmet Özalp, İstanbul: Kitabevi Yay., 2012, s. 30-31.

17 Thierry Zarcone, Yasak Kent Buhara (1830-1888), trc. Ali Berktay, İstanbul: İletişim Yay., 2001, s. 48.

Page 9: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

105

Kuleli Vak’asının Baş Aktörü Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’e Dair Bilinmeyenler

tedrisat ilişkisi daha çok tesadüfi gibi görünmektedir.

Medrese-nişîn bir şeyh, tüccar bir gâzi

Yukarıda da söylenildiği gibi Şeyh Ahmed’in istintaknâmesinden alındığı için son kısım hariç buraya kadar verilen bilgi çok önemlidir ama yine ih-tiyatla yaklaşılmalıdır. Sorgulama altında verilen bu ifadelerin ne ölçüde sahih olup olmayacağı tabiatıyla tartışmaya açıktır. Ancak, yine de ailesi ve geçmişine dair bir takım bilgilerin doğru olduğuna hükmedilebilir. Bilhas-sa Bayezıd Medresesi’nde kaldığı sırada adı geçen Çorumlu Mahmud ile giriştiği ticarete dair arşivde bazı belgeler bulunmaktadır. Bir Nakşbendî-Hâlidî olarak medresede kalması ve ekonomik bağımsızlığına18 önem ver-mesi dikkat çekici iki özelliktir. Keza, şeyhin kurduğu ortaklık hususunda söyledikleri ile arşivdeki bazı belgelerin içeriğini mukayese etmek müm-kündür. Bununla beraber, sürgüne gönderildiği sırada medrese odasındaki eşyaları zapt edilerek kayda geçirilmiştir. Bu kayıtlar ise şeyhe dair çok önemli malumatın elde edilmesine yaradığı gibi, bilhassa okuduğu/incele-diği kitaplardan, yeme, içme ve giyim-kuşam gibi gündelik alışkanlıkları, tüketim tarzı ve sosyo-ekonomik yaşantısına dair bize önemli oranda fikir verebilir.

Şeyhin eşyaları arasında ticaret ortağı Mahmud’a ait olduğu söylenen bir madalyanın olduğu yazılıdır.19 Dolayısıyla, medrese öğrencisi Mahmud’un da şeyhin Kars cephesinde tanıdığı bir kişi olma ihtimali yüksektir. Yalnız, şeyhin bahsini ettiği bu ortaklık hakkında Çorumlu Mahmud Efendi çok daha farklı bir malumat verir. Mahmud’a göre bu ortaklık talebini ileten ve kendisini ticarete teşvik eden kişi Şeyh Ahmed Efendi’dir. Dolayısıyla, sor-gulama esnasında şeyhin, talebin öğrenciden geldiği yönündeki ifadesini doğal olarak ihtiyatla karşılamak icap eder. Bununla beraber, şeyhin fai-ziyle beraber Mahmud Efendi’den yirmibir bin kuruş civarında bir meblağ istediği anlaşılmaktadır. Mahmud Efendi ise şeyhin kendisine onbin bin kuruş bedelinde mal verdiği ve sonra Kırım’a giderek bu mal satışından ancak bin dokuzyüz kuruş civarında bir meblağ elde ettiği, bununla bera-ber ciddi zarar riskiyle karşılaşarak geri adım attığı ve yaklaşık dokuz bin

18 Hâlidîliğin bidâyette kurumsallaşmasını tam ikmal etmediği ölçüde devlet erkânından mad-di anlamda bir destek görmemeleri, hatta böyle bir beklenti sergilememeleri, onları misyon-larının yayılmasında başarılı ve daimi bir heyecanın oluşmasında etkili kılmıştır. (Fatih M. Şeker, age, s. 148).

19 BOA, Meclis-i Vâlâ, (MVL), nr. 837/35, 17 Mayıs 1860-26 Ş 1276.

Page 10: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

106

Muharrem VAROL

kuruşu emanete teslim ederek kendisinin “cer sadakalarıyla” ile zar zor geçinebildiğini ifade eder.20 Dolayısıyla, şeyhe olan borcunun yaklaşık iki bin kuruş olduğu ortaya çıktığı halde, iletişimsizlik ve irtibatsızlık yüzün-den Şeyh Ahmed, onun ticaret yapmış olma ihtimalini göz önünde tutarak böyle bir alacak hesap etmişe benzemektedir.

Görüldüğü gibi, Şeyh Ahmed para kazanmak ve maişetini temin etmek amacıyla etraftan borç bularak ve büyük ihtimalle kendisinin teşvikiyle yönlendirdiği bir medrese talebesini de ortak yaparak ticarete atılmıştır. 12 çeşit ve 354 adet olarak tespit edilen ticaret emtiasına bakıldığı zaman, akik gibi kıymetli taşın yanı sıra, yüzük ve bilhassa çeşitli tespih türü mallar olduğu görülür.21 Bu bilgiden hareketle, ticari ilginin ötesinde şeyhin tes-pih türlerine karşı özel bir alakasının olduğunu ileri sürmek mümkündür.

Burada konuyu dağıtmamaya özen göstermekle birlikte, istitradî ola-rak bir konuya değinmekte yarar var. Medresede kalan insanlar arasında cer mevsiminde, cer sadakası toplamak ve vaaz u nasihat etmek yerine ticaret yapan ve bu hususta Kırım gibi deniz aşırı bölgelere giden bir ilmiye mensubunun mevcudiyetinden hareketle, şimdilik sadece bunun gibi baş-ka talebelerinin var olup olmadığını sormakla iktifa edelim. Ayrıca, şâyet buna benzer örnekleri bulmak mümkün ise, bu tür ticaret yapan medre-selilerin cerre çıkmanın mühim amaçlarından biri olan Kur’an okumak, okutmak ve camilerde vaaz vermek gibi vecibeleri nasıl yaptıkları da ayrı bir sorunsal olarak karşımıza çıkmaktadır. Cer mollası denilerek asalak bir tipe benzetilen ve bu sebepten ötürü ciddi eleştirilen bir geleneğin22 içinde bu tipte sıradışı bir molla bulmak gerçekten ilginçtir. Ancak, ticari girişimin başarısızlıkla sonuçlanmasına rağmen yukarıda belirtildiği gibi Mahmud’un cer sadakasıyla geçinmek zorunda kalışı ise cerre çıkmanın geleneksel sonucunu değiştirmemiştir.

Şeyh Ahmed’in sermaye için borç temin ettiği şahıslara dönülecek olursa, bunlar arasında eski aile dostu ve ittifaka dâhil ettiği bir iki asker vardır. Sonuç olarak, İstanbul’da pek çok tarîkat şeyhinin vakıflardan ya da Maliye Hazinesi’nden beslendiği bir ortamda şeyhin bu şekilde ticarete atılmasını nasıl anlamak gerekir? Acaba o sırada devletten her hangi bir maaş almakta mıdır? Bu hususta şimdilik elde bir veri olmamasına rağ-

20 BOA, Sadaret Mektûbî (A.MKT.MHM), nr. 401/49, 19 Mayıs 1860-28 Ş 1276. 21 Bk. Ek I.22 Mehmet İpşirli, “Cer”, DİA, VII, 388.

Page 11: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

107

Kuleli Vak’asının Baş Aktörü Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’e Dair Bilinmeyenler

men şöyle bir fikir yürütmek mümkündür; o dönem üst düzey bir askeri bürokrat olan Hüseyin Daim Paşa’nın konağına girip çıkacak kadar yakın-laşmış bir kişinin bu bağlantılar sayesinde devlet hazinesinden maaş al-ması zor bir şey değildir. Buna rağmen, şeyhin iradi olarak ticaret yapmak istediği ve belki de ekonomik bağımsızlığını koruyarak devlet üzerinden böyle bir “kamburu” kabul etmemiş olduğu da düşünülebilir. Netice ola-rak, hangi sebepten ötürü olursa olsun ticarette başarılı olamadığı kesin-dir. Buna ilave olarak, önceden bu şekilde bir hassasiyeti olduğu varsayılsa bile, aşağıda daha ayrıntılı bir şekilde görüleceği gibi sonraki dönemlerde şeyhin devletten maaş aldığı ve bu maaşın azlığından müşteki olduğunu da hemen belirtmek gerekir.

Kıbrıs’a sürgüne gönderildiği 1859 yılının sonlarında Bayezıd Medresesi’nde bıraktığı eşya ve kitaplarını istetmiş olduğundan şeyhin ala-cak-verecek defteri de ortaya çıkmıştır. Defterdeki veriler sayesinde Şeyh Ahmed’in iktisadî durumu öğrenilebilir. Taşradan merkeze gelmiş ve burada tutunabilmiş bir şahsın hem ilmiye hem de tarîkat mensubu olarak geçimini ne şekilde temin ettiğini görmek mümkündür. Bahsi geçen ticaret girişimi-ne ilaveten, şeyhin bir takım alacak ve verecekleri vardır. Örneğin, medre-senin bevvabı olan Hasan Ağa’ya altı mecidiye altını borcu varken, kendi eşyaları arasında beşyüz altmış kuruş değerinde yirmilik ve onluk kaimeleri mevcuttur. Daha da ilginci, Tophane’de bulunan Yako isimli bir Yahudi’den bin beşyüz kuruş civarında alacağı vardır.23 Şeyhin elindeki nakit parayı bu banker vasıtasıyla işlettiğine hükmetmek mümkündür. Görüldüğü gibi, hem elinde kaime tutan hem de bir bankerde alacağı olan Şeyh Ahmed, o dö-nemin ekonomik ortamından ziyadesiyle etkilenmiştir. Modern ekonomik sistemin bankalar aracılığı ile günden güne tesirini icra ettiği bir ortamda, spekülasyon üzerinden para kazanma gibi nispeten yeni bir olguyla yüzle-şen Osmanlı toplumunda bankerlerin ve üst düzey Osmanlı bürokratlarının “kaime” üzerinden kazanç sağladıkları bilinmektedir. Müslüman-Türk hal-kının genelde zararlı çıktığı böylesi bir ekonomik düzene24 Şeyh Ahmed gibi

23 BOA, MVL, 837/35, 19 Mart 1860-26 Ş 1276.24 Haydar Kazgan, Galata Bankerleri, İstanbul: TEB, 1991, s. 23. Ayrıca, kaimenin ortaya çıkışı

ve XIX. yüzyıl boyunca Osmanlı ekonomik ve sosyal hayatı içerisindeki yeri için bk. Ali Ak-yıldız, “Kâime”, DİA, XXIV, 212-215. Kaime’nin ortaya çıktığı ve I. Dünya Savaşı’na kadarki süreçte Osmanlı malî ve finans sistemindeki etkilerinin daha geniş çapta bir çalışması için bk. Ali Akyıldız, Osmanlı Finans Sisteminde Dönüm Noktası Kâğıt Para ve Sosyo-ekonomik Etki-leri, İstanbul: Eren Yay., 1996.

Page 12: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

108

Muharrem VAROL

dava sahibi, iddialı bir kişinin dâhil olması gerçekten ilginç bir durumdur. Bununla beraber, yirmilik ve on kuruşluk faizsiz kaimelerin Kırım Savaşı sırasında bastırıldığı düşünülecek olursa, şeyhin elindeki kaimelerin bu tarz kaime olduğu da söylenebilir. Ancak, bu faizsiz kaimenin de 1857’de geri çe-kildiği bilindiğine göre25 ve o an için bankerde şeyhe ait alacağın bulunması, şeyhin spekülatif kazanç elde etmeye çalıştığını gösterebilir. Onun irtibatta olduğu yüksek askeri ve sivil devlet memurlarının yönlendirmesi ile böyle bir kâr kapısından yararlanmaya veyahut geçimini temin etmeye çalıştığını söylemek pekâlâ mümkündür.

Çevresindeki imkânları kullanarak ticarete yeltenen ama muvaffak ola-mayan Şeyh Ahmed’e ait eşya listesine şöyle bir göz gezdirildiği takdirde, onun gündelik yaşantısına dair ve kullandığı eşyanın niteliği hakkında bazı mütalaalar serdedilebilir. Gömlek, şalvar, entari, şal hırka, cübbe, mest ve şeytan bezinden mamûl entari gibi kıyafetlerin yanı sıra eski bir pantolo-nu olduğu görülmektedir. Biri örme akçe kesesi diğeri ise normal bir para kesesi vardır. Yüz yastığı ve yorganı, kandil ve mum makası gibi medrese-de genelde gece kullandığı eşyalar göze çarpar. Günlük yemeği için gerekli olan kaşık, tabak, tepsi, su tası ve çay bardağı gibi mutfak malzemelerine de değinmekte fayda var. Bir tanesi İngiliz şalından yapılma iki adet duhan kesesi olduğuna göre, kendisinin sigara tiryakisi olduğu öne sürülebilir. Dönemin yaygın bir eşyası olan enfiye kutusunun listede yer alması onun enfiye kullanıcısı olabileceğine işarettir.

Yukarıda sayılanlara ilaveten listede görüleceği üzere,26 şeyhin odasın-da kahve takımlarının niceliği göze çarpar. Onyedi adet kahve fincanının ve sekiz tane maden fincan zarfının bulunması bir bakıma şeyhin oda-da kendisini ziyarete gelen kimselere kahve ikram ettiği ve haliyle burayı önemli bir hareket alanı olarak kullandığını gösterir. Zira, Osmanlı günde-lik yaşantısında kahvenin işgal ettiği mevkiyi ve bilhassa sohbet ortamla-rının vazgeçilmez içeceği olduğunu27 hatırlamakta fayda var. Fakat daha da ilginci toplumsal muhalefetin odak noktalarından biri olan kahvehane-

25 Akyıldız, agm, s. 213. 26 Şeyhe ait olan bu eşyaların listesi için bk. Ek II. 27 Kahve’nin kültürel ve tarihi geçmişi için bk. Beşir Ayvazoğlu, Kahveniz Nasıl Olsun Türk Kah-

vesinin Kültür Tarihi, Kapı, İstanbul 2012. Ayrıca kahveye ait kültürel materyal ve ürünlerin görsel bir envanteri için bk. Türk Kahvesi Geçici Müzesi, 02-23 Eylül 2013, Türk Dünyası Kül-tür Başkenti Eskişehir 2013.

Page 13: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

109

Kuleli Vak’asının Baş Aktörü Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’e Dair Bilinmeyenler

lerin iktidarın sıkı denetimine maruz kalması28 bu içecek etrafında oluşan politik hassasiyeti çağrıştırır. Tam da bu bağlamda, şeyhin medrese oda-sını kahve içeceği eşliğinde muhalif bir mekana dönüştürdüğü söylenebi-lir. Nitekim, istintaknâmeye bakıldığı zaman, ittifak üyelerinin büyük bir kısmı bu odada şeyhi ziyaret etmiş ve burada darbe girişimine ait önemli meseleleri konuşmuşlardır.

Şeyhin üzerinde emanet olarak bulunan eşya listesinde dikkat çekici bir ayrıntı da saatlerdir. Her ne kadar başkasına ait olduğu belirtilse de Şeyh Ahmed’in uhdesinde birden fazla saat mevcuttur. Altın, gümüş sa-atlere ilaveten bir de maşalı bir saat mevcuttur. Kırım savaşına katılan bir gazi olması yönüyle, kama gibi kesici aletlerin yanı sıra bazı arkadaşlarının madalyalarının da kendisinde olduğu görülür.29 Eşya listesinin muhteviya-tı Vambery’nin yukarıdaki gözlemini doğrular niteliktedir; tekrar etmek gerekirse şeyhin sade bir yaşantıya sahip olduğu söylenebilir. Aslına bakı-lırsa, bir medrese odası için bu sadelik gâyet tabiidir.

Şeyh Ahmed’in eşyası arasında kendisine ait olan veya değişik yerler-den temin ettiği kitaplara da muhakkak değinmek iktiza eder. Zira, Şeyh Ahmed’in tasavvufî kimliğini pekiştiren en önemli özelliklerinden birisi de medrese formasyonu olsa gerektir. Emanet kitaplar arasında Kabartay müftüsüne ve Mekkeli Abdurrahman Efendi’ye ait olan İhya-i Ulûm ki-tapları şeyhin İmam Gazali’ye olan ilgisini gösterir. Haddizatında, onun Gazali’nin İhyâ isimli kitabı üzerine ayrı bir çalışma içerisinde olduğu ve Hüseyin Daim Paşa’nın konağında kendisine tahsis edilen bir odada bu çalışmayı sürdürdüğü ifade tutanaklarına yansımıştır.30 Bilindiği üzere, İslam dünyasında en yaygın kitaplardan biri olarak kabul edilen ve “dini yenileme hareketini” sembolize eden bu kitap avamdan havasa kadar her-kese hitap eden bir içeriğe sahiptir.31 Böylesi bir kitabın Şeyh Ahmed için çok önemli ve neredeyse hatt-ı hareketinde bir çeşit meşruiyet kaynağı ol-

28 Kahvehânelerin mekânsal performanslarını merkeze alarak Osmanlı bağlamındaki çok yön-lü yapısını inceleyen editoryal bir çalışma için bk. Osmanlı Kahvehâneleri Mekân, Sosyalleşme, İktidar, ed. Ahmet Yaşar, İstanbul: Kitap Yay., 2010.

29 BOA, MVL, nr. 837/35, lef 2. 30 BOA, İ. DH, nr. 445-1/29437, lef 72, s. 3, 30 Eylül 1859-3 Ra 1276. Ayrıca, yukarıda ismi

geçen Kabartay müftüsünün cemiyetin fedaileri arasında gösterilen Çerkes Şuayb’ın babası olduğu görülmektedir. Bk. Aynı belge, lef 70.

31 Sabri Orman, Gazâlî, Biyografisi, Hakikat Araştırması, Felsefe Eleştirisi, İhya Hareketi, Etkisi, İstanbul: İnsan Yay., 2013, s. 95-103.

Page 14: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

110

Muharrem VAROL

duğunu belirtmek gerekir. Bayezıd Medresesi Kütüphanesi’nden bir adet Makâmât-ı Harirî adlı eseri ödünç almıştır. Aslında, şeyhin uhdesinde dör-dü basma, ikisi yazma toplam altı tane daha Makâmât olduğu kayıtlı ise de bunların hepsinin Harirî’ye ait olduğu hususunda bir sarahat yoktur. Eğer aynı kitap ise bu eserler üzerine bir çalışma yaptığı veya talebeye bu kitap-ları okuttuğu düşünülebilir. Elli kısa hikâyeden oluşan bu eserin toplumsal hayatta görülen olumsuz davranışlara karşı yazıldığı32 hatırlanıldığı tak-dirde, şeyhin bu kitabı tercih sebebi daha rahat anlaşılabilir. Buna ilave-ten Arap dili ve edebiyatına dair bir takım temel eserlerin mevcut olduğu görülür. Bunlar; Cevherî’nin Sıhah’ı, Efkâr-ı Ceberût, Şerh-i Usûl şeklinde sıralanabilir. Bir dikkat çekici ayrıntı da ittifakın üyelerinden Tophane kâtiplerinden “Didon Arif ’e”33 ait olan İbn-i Haldun kitabı (muhtemelen Mukaddime), iki ciltlik ismi belirtilmeyen bir Osmanlı tarihi ve bir ciltlik Mesnevî mütalaa edildiği düşünülen kitaplar arasındadır. Şeyh, sadece dinî ve edebî literatürü değil aynı zamanda içtimaiyat, tarih ve tasavvuf gibi alanları da takip etmektedir. Elbette, bu özelliği ona çevresinde cereyan eden sosyal, siyasi ve kültürel olaylara yönelik mukayeseli/eleştirel bir bakış açısı kazandırmış olduğu düşünülebilir. Medresede kalan bir şeyh olarak Ahmed Efendi’nin, ilmi meselelerden uzaklaşmadığı ve daimi bir çalışma içinde olduğu hususunda şüphe duymamak gerekir. Bu bağlamda da Vambery’nin yukarıda belirtilen ve onun ilmine yönelik mülahazaları yerinde bir gözlem olarak kabul etmekte bir mahsur olmasa gerektir.

Bitmeyen Ceza

Şeyh Ahmed, Kuleli Vak’asının sonunda en ağır cezayı alanlardan biridir ve Sultan Abdülmecid “merhamet-i padişâhînin” bir eseri olarak onun idam cezasını müebbet kalebentliğe çevirmiştir.34 1861 tarihinde sultanın genç

32 Hulusi Kılıç, “el-Makâmât”, DİA, XXVII, 414-415. 33 Arif Bey, Fedai Cemiyeti’nin en renkli üyelerinden biri olup Fransızca bilmesinden ve Fran-

sızlara öykünmesinden mütevellit “Didon” lakabıyla anılmıştır. Malum olduğu üzere, bu lakap Kırım Savaşı sırasında İstanbul’da bulunan Fransız askerlerinin bıraktığı tesirin ürü-nüdür. Fransız askerlerinin sakal modeli daha sonra İstanbul halkı arasında “Didon sakalı” şeklinde anılmıştır. Didon ise Fransızca’da “o halde, söyle!” mânâsına gelen “Dis donc!” ter-kibinin Türkçe telaffuzudur (Erol Özbilgen, “II Abdülhamid’e Muhalefet”, II. Abdülhamid ve Dönemi Sempozyum Bildirileri, haz. Coşkun Yılmaz, İstanbul: Seha Neş., 1992, s. 175).

34 Jorga, padişah affının arkasında Fransız elçiliğinin ısrar ve baskısı olduğunu nakledereken, Kuleli suçlularının sıradan birer mahkum olarak Anadolu’ya gönderildiğini söylemektedir (Nicolae Jorga, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, trc. Nilüfer Epçeli-Kontrol. Kemal Beydilli, İs-

Page 15: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

111

Kuleli Vak’asının Baş Aktörü Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’e Dair Bilinmeyenler

bir yaşta terk-i hayat eylemesi üzerine tahta çıkan Sultan Abdülaziz bir yıl sonra bu olayın sorumlularını affetmiş ve sürgünden dönmelerine müsa-ade etmişti. Diğer bir ifadeyle, bir padişahın canına kastetmeyi tasarla-mış olan bu insanlar Abdülaziz’in cülusunun sene-i devriyesinden istifade ederek serbest bırakıldılar35. Aslına bakılırsa, padişahın şahsını hedef alan ve resmi evrakta geçen ifadesiyle “devlet aleyhine alenî ihânet cinâyeti”36 şeklinde tanımlanan böylesi bir cürmün normal şartlar altında affedilmesi neredeyse imkansızdı. Nitekim, dönemin sadrazamlarından Âli Paşa’nın bir takım tavassutları cevapsız bıraktığı ve toplu bir affın çıkmasına itiraz ettiği bilinmektedir. Ancak, geleneksel ve patronaj ilişki ağlarının etkinliği sayesinde bilhassa o sırada Valide Kethüdalığı gibi çok kilit bir görev üst-lenen Mustafa Mazlum Bey’in (Paşa) bu hususta müessir olduğu döneme dair bazı kayıtlardan anlaşılmaktadır37. Netice olarak, suçlular affedilirken bunun tek istisnası ise Şeyh Ahmed olmuştur. Zira, onun gibi birinci de-receden mahkum olmuş olan Hüseyin Daim Paşa bile afva mazhar olur-ken, şeyhin cezası hafifletilmiş ancak; Kıbrıs Adası’nda ikamet mecburi-yeti getirilmişti. Fakat, çok geçmeden onun da sürgünden kurtulması ya da kendisine maaş bağlanması şıklarından birinin uygulanması hususu Meclis-i Vâlâ’da gündeme getirilmişti38. Mecliste konu enine boyuna görü-şülmüş ve sonuç padişaha takdim edilmişti. Sultan Abdülaziz, 18 Temmuz

tanbul 2005, V, 431). Burada, bu mahkumların Jorga’nın ileri sürdüğü gibi sıradan insanlar olmadığını vurgulamak gerekir.

35 Vak’a-nüvis Ahmed Lûtfî Efendi Tarihi, haz. M. Münir Aktepe, Ankara: TTK, 1988, X, 26-27. 36 BOA, Cevdet Zaptiye, (C.ZB), nr. 2316. 37 Bu husustaki ilişki ağının (social network) birinci dereceden tarîkat kardeşliği olduğu anla-

şılır. Mustafa Mazlum Paşa, bilindiği gibi, II. Abdülhamid döneminin büyük devlet adamla-rından Mehmed Memduh Paşa’nın (ö. 1925) babasıdır. Bu ailenin Nakşbendî tarîkatına olan intisap ve muhabbetleri malum olup, bilhassa Kuleli Vak’asının üçüncü dereceden suçluları arasında gösterilen Hazergradlı Şeyh Feyzullah’ın Mustafa Mazlum Paşa’nın şeyhi olduğu öne sürülür (Muharrem Varol, age, s. 232n). Bununla beraber, bu oluşuma destek verdiği öne sürülen ilginç bir kişi vardır. Bu zat Harir Nazırı Azmi Bey olup, Mustafa Mazlum Paşa’nın kayınbiraderidir (Abdurrahman Adil, age, s. 210). Azmi Bey’in Fedai Cemiyeti üyesi sıfatıy-la sorgulananlar arasında olmadığını belirtelim. Buna rağmen dışarıdan destek vermiş ola-bileceği hesabıyla, Mustafa Mazlum Paşa Kuleli Vak’ası sorumlularını hem tarîkat hem de akrabalık bağlarından ötürü koruma altına almak istemiş olabilir. Fakat, bunlara ilaveten sorgulama tutanakları arasında itham altında tutulan heyetin Sultan Abdülaziz ile irtibatta oldukları yolundaki bir takım ifadelerden hareketle, sultanın bunları doğrudan doğruya af-fettiği de düşünülebilir.

38 BOA, MVL, nr. 788/34, 17 Haziran 1862-19 Z 1278.

Page 16: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

112

Muharrem VAROL

1862’de Şeyh Ahmed’in “bütün bütün kayd-ı takayyütten” kurtulması ve kendisine dört yüz kuruş aylık bağlanması iradesini vermişti.39 Bu aşama-dan itibaren, şeyh de hürriyetine kavuşmuş ve İstanbul’a gelmişti. Fakat, bütün bu ihsan ve imtiyaza rağmen şeyhin çektiği ceza bitmediği gibi, asıl çileli bir süreç yeni başlamış bulunmaktaydı.

Şeyh Ahmed, affedildikten sonraki on yıllık süreçte önce Bağdat, son-ra Tahran ve en sonunda ise Trablusgarp’a gittiği görülür. Bu bölge dahi onun nihai adresi değildi. Zira, o hürriyet haberini aldığı Magosa’ya geri dönecek ve fiilî kalebentlik cezasını kaldığı yerden çekmeye devam ede-cekti. Aşağıda da bahsedileceği gibi, şeyhin Magosa’daki son sürgününe Nâmık Kemâl de şahit olacak ve onun hakkında birbirinden ilginç yorum ve gözlemlerde bulunacaktır. Şurası muhakkak olarak belirtilmelidir ki Şeyh Ahmed her ne kadar padişahın affına mazhar olsa da teşebbüs ettiği suç gerçekten çok ağır olduğu için, bir bakıma Osmanlı devlet ricali peşini bırakmamıştı. Hatta, şeyh bundan sonra adeta potansiyel bir suçlu mua-melesi görmekten kurtulamamıştır. Bu hükmü aşağıda devlet adamlarının kendisi hakkında kaleme aldığı resmi evraktan çıkarmak mümkün olduğu gibi, şeyhin kendi kaleminden çıkan mektuplardan da anlaşılabilir

Özgürlüğüne kavuştuğu düşünülen Şeyh Ahmed birdenbire “mahpus” sıfatıyla yeniden sabıkalı durumuna düşmüştür. Hangi sebepten ötürü hapse girdiği noktasında arşiv evrakı sessizliğini korur. 1865 tarihine ait bir belgede Şeyh Ahmed’in Sadaret makamına gönderdiği bir arzuhalde altı aydan beri Bağdat’ta hapsedildiğinden ve maaşını alamamaktan müş-teki olduğu anlaşılmaktadır. Durumunu kısaca arz ettikten sonra Şeyh Ahmed, eski maaşının verilmesini veyahut başka bir memlekete gitmesi için izin istemiştir.40 Buna nasıl bir karşılık verildiği bilinmemekle bera-ber, bir müddet sonra 1868’de şeyhin İran’a firar ettiği ve sonra Tahran maslahatgüzârı tarafından Bağdat’a geri gönderildiği bilgisi verilmektey-di.41 Şeyh Ahmed, görüldüğü kadarıyla, izin çıkmamasına rağmen İran’a geçmiş ve oradan tekrar Bağdat’a gönderilmişti. Bağdat valisi Nâmık Paşa’nın (ö. 1892)42 sadarete gönderdiği tahriratta ise olay tamamen İran-

39 BOA, İrade-i Meclis-i Vâlâ (İ. MVL), nr. 469/21253, 18 Temmuz 1862-20 M 1279. 40 BOA, MVL, nr. 779/23, 13 Eylül 1865-21 R 1282. 41 BOA, Sadaret Mektub-i Mühimme (A.MKT.MHM), nr. 400/28, lef 1, 28 Ocak 1868-3 L 1284. 42 Tercüme Odası’ndan yetişip sefirlilk ve askerlik görevlerinin yanı sıra çeşitli valilikler,

nâzırlıklar yapmış ve “şeyhü’l-vüzerâ” lakabına layık görülen Nâmık Paşa’nın kısa bir biyog-rafisi için bk. Abdullah Saydam, “Nâmık Paşa”, DİA, XXXII, 379-380.

Page 17: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

113

Kuleli Vak’asının Baş Aktörü Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’e Dair Bilinmeyenler

lıların müdahil olduğu bir firar vak’ası şeklinde tasvir edilmişti. “Teşvikât-ı İraniyye” ile kaçtığı söylenen Şeyh Ahmed, valinin beyanına göre, Tahran sefirinin43 başarılı hamleleri ile ele geçirilmiş ve Bağdat’a gönderilmişti.44 Meşhur vali Nâmık Paşa sefaretten aldığını söylediği diğer bir tahriratın “suretini” de ilişiğe eklemişti. Sefarethâneden gelen yazı ise son derece il-ginç olup, Sultan Abdülmecid’e suikast töhmetiyle Bağdat’ta bulunan Şeyh Ahmed “şakî” şeklinde tanımlanmıştı. Şeyh, Tahran’a geldikten sonra ken-disinden haber alınmış ve irtibata geçilmesi için İran Devleti ile müteaddit yazışmalar yapılmıştı. İranlılar bir türlü şeyhin durumundan bahsetmemiş ve yerini de söylemekten kaçınmışlardı. Netice olarak, sefir kendi çabasıy-la şeyhe ulaşmış bazen teşvik bazen de korkutarak beş on gün içerisinde şeyhi sefarethâneye getirmeye muvaffak olmuştu. İranlı yetkililer ise ta-biatıyla bu durumdan hoşlanmamıştı. Ayrıca, Şeyh Ahmed’in Kirmanşah taraflarında bağlılarının olduğu anlaşılmıştı. Büyük güvenlik önlemleri eşliğinde ve her an kaçırılmasından endişe edilerek Tahran’dan memurlar eşliğinde şeyhin Bağdat’a gönderildiği söyleniyordu. Şeyhe teşvik sadedin-de kullanılan en önemli söylemin maaş ve maddi refah vaadi olduğu an-laşılmaktadır.45 Namık Paşa’ya ait olup bu şekilde özetlenen rapora itibar edildiği takdirde Şeyh Ahmed’in çok da masum bir karakterde olmadığı düşünülebilirdi.

Bağdat Vilâyet Meclisi bir sonraki aşamada şeyhin durumunu özetle-yen bir mazbata kaleme alarak, onun Şam taraflarına gönderilmesini talep etmişti. Zira, Şeyh Ahmed zaten Süleymaniyeli ve Bağdat ise İran’a sınır olduğu için burasının uygun bir sürgün mekânı olmadığı açıktı. Bu mazba-ta, Şûrâ-yı Devlet’in Mülkiye Dairesi’nde incelenmişti. Bürokratlar, onun “cinâyet-i cesîme ashâbından” olduğuna vurgu yaparak, yani işlediği su-çun büyüklüğünü dile getirmek suretiyle Bağdat’tan başka bir yere naklini onaylamıştı. Hatta, bu anlamda şeyhin o günkü durumuna değin geçmişte hakkında verilen resmi kararların birer suretinin Divân-ı Hümâyûn Kale-mi arşivinden çıkarılması da istenmişti. Teklif olarak önerilen Şam vilâyeti ise heyetçe uygun bulunmamış, fakat aldığı beşyüz kuruş maaşın mal sandığından verilmesi kaydıyla Tarblsugarb’a gönderilmesi kararlaştırıl-

43 Belgelerde maslahatgüzâr ve sefir ilginç bir şekilde eşanlamlı olarak kullanılmaktadır. An-cak, burada işi takip eden kişinin maslahatgüzâr olduğunu belirtmek gerekir.

44 BOA, A.MKT.MHM, nr. 400/28, lef 2, 22 N 1284. 45 BOA, A.MKT.MHM, nr. 400/28, lef 3.

Page 18: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

114

Muharrem VAROL

mıştı.46 Kısa süre içerisinde, Sadaret makamından Bağdat ve Trablusgarp vilâyetlerine ilaveten Maliye Nezareti’ne gönderilen buyurulduda, Şeyh Ahmed’in Trablusgarb’a sürgüne gönderilmesiyle birlikte maaşının da ora-dan ödenmesi emredilmekteydi. İlginçtir ki bu belgede de Kuleli Vak’ası’na dolaylı bir gönderme olup şeyhin işlediği suçların niteliği hakkında gerekli uyarının yapıldığı ve yukarıda da değinmiş olduğumuz potansiyel suçlu muamelesine devam edildiği görülebilir.47 Diğer bir ifadeyle, padişahın hayatına kastetmeye yönelik cüretkâr girişimin niteliği adeta şeyhin üze-rinde asılı kalmış ve bu yaftadan kurtulmak bir daha neredeyse mümkün olmamıştır.

Buraya kadar resmi evrakı takip eden bir tarihçi için görünüşte Şeyh Ahmed’in suç işlediği ve yerel otoriteye itaat etmeyerek İran’a firar et-tiği gibi bir takım çıkarımlarda bulunmak pekâlâ mümkündür. Lakin, Trablusgarp’ta bulunan Şeyh Ahmed’in Şûrâ-yı Devlet’e gönderdiği mek-tuba nazar edildiği takdirde, bu kez başka sonuçlar karşımıza çıkmaktadır. Şeyh Ahmed’in bir nevi savunması olarak kabul edilebilecek olan bu metin Bağdat valisinin ve meclisinin anlatımlarının tam tersi bir muhteviyata sahiptir. Açıkça söylemek gerekirse, bu iki anlatı arasındaki mutlak çelişki kimin haklı olduğu sorusunu beraberinde getirir. Bu bağlamda, aşağıda in-celeyeceğimiz şeyhin savunmasına kulak kabartmak elbette metodolojik yaklaşımın bir gereği olacaktır.

Şeyh Ahmed, 1862 tarihinde affedilerek İstanbul’a geldiğini, oradan da Bağdat’a gönderildiğini ifade ederek mektubuna başlar. Bağdat’a geldiği zaman, valinin kendisini Bağdat’ın merkezinde gözaltına aldığı ve hiç bir surette akrabaları ile görüştürmediğini beyan eder. Ayrıca, Osmanlı Dev-leti aleyhinde en ufak bir harekette bile bulunmadığını öne süren Ahmed Efendi, aksi ispatlandığı takdirde idam olmaya bile razı olacağını söyle-mekten çekinmez. Bağdat’ta tarassut altında iken akrabaları ile görüşeme-diği gibi, ciddi bir malî sıkıntı yaşadığını da dile getirir. Bu sebeple, İran’a doğru gizlice hareket eder, amacı oradaki akrabalarını ziyaret ve maişet durumunu düzeltmektir. Hatta, Tahran’a geldiğinden sefirin dahi haberi yoktur, tamamen kendi isteğiyle yanına gelerek durumunu arz eder. Sefir kendisini dinler ve ona teminat vererek hem Bağdat’a hem de Bâbıâli’ye izahat verdiğini söyleyerek onun sağ salim Bağdat’a geri dönmesini sağ-

46 BOA, A.MKT.ŞD, nr. 1/75, lef 2, 17 Haziran 1868-11 S 1285. 47 BOA, A.MKT.MHM, nr. 410/31, 10 Haziran 1868-18 S 1285.

Page 19: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

115

Kuleli Vak’asının Baş Aktörü Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’e Dair Bilinmeyenler

lar. Fakat, şeyh buraya döner dönmez “bilâ-sual” hapsedildiğini belirte-rek, kendisinin yetkili mercilere mektuplar göndermesine rağmen cevap alamadığından yakınır. Trablusgarb’a gönderilişini haksız bir muamele şeklinde değerlendirerek Şûrâ-yı Devleti’n adaletine sığındığını ifade eder. Kendisi hakkında adaletli ve kanuna uygun hüküm verilmesini isteyen Ahmed Efendi, çok net ve açık bir surette suçsuz olduğunu ifade eder. Katil ve hırsızlara bile suçları tebliğ edilirken, kendisine bu şekilde dav-ranılmasını hazmedemeyen şeyh, bu hususta idama razı olduğunu tekrar vurgular. Öncelikle, Trablus Meclisi’ne cürmünü izah eden bir mazbata gönderilmesini ister. Bu olmaz ise, kanunun herkes için geçerli olduğu hal-de kendi şahsının bundan istisna kılındığına yönelik resmi bir evrak talep eder. Bu mantık oyunları ile suçsuzluğunu ve mazlum oluşunu ispata ça-lışan Şeyh Ahmed, kendisi hakkında daha önce tebliğ edilen affın yeniden geçerli olması ve maaşını eksiksiz almak arzusundadır. Bir şeylerin ters gittiğini düşünen şeyh, iddialarında ısrar ederken, Bâbıâli, Vilâyet Mecli-si veya Sefarethânenin önceden kendisine söylediği ve emniyetini kefalet altına alan beyanlarına güvendiğini belirtir. Buna ilaveten, daha önce veri-len teminat ve sözlerin gerçek dışı olması durumunda ise “böyle bir durum Yunan devletinde bile görülmez” diyerek şaşkınlığını dile getirir.

Gerçekten, Şeyh Ahmed elinde bulunduğunu iddia ettiği Tahran Maslahatgüzârı Nazım Bey’in kefalet senedinin suretini de gönderir. Bağ-dat valisinin gönderdiği mektupla mukayese edildiğinde, bu belge bam-başka bir içeriğe sahiptir ve açıkçası Bağdat Valisi Nâmık Paşa’yı yalancı konumuna düşürmektedir. Şeyh, valiyi suçlamakta ve Bağdat’ı terk etmez-den kısa bir süre önce meclise emir vererek kendisini sürgüne göndertti-ğini iddia etmektedir. Bu mânâda kesinlikle suç işlememiştir. Yalnız, dört sene önce dönemin Seraskeri’ni eleştiren bir mektubunun valinin eline geçtiğini söyleyerek, buna karşılık üç ay yerine yedi ay ceza çekmesi apaçık bir zulümdür. Ahmed el-Fethî mührüyle bu uzun mektubuna son veren şeyh, bu iddialarını devletin araştırmasını istemektedir.48 Seraskerin eleş-tirilmesi meselesi hakkında ayrıntılı bir malumat vermese ve tam bir tarih belirtmese de aşağı yukarı o dönemin seraskerinin yukarıda vali olarak bahsi geçen Mehmed Nâmık Paşa olduğu49 düşünülebilir. Bu sonuç da ister

48 Şeyhin mühründe geçen el-Fethî ifadesi onun künyesi olsa gerektir. BOA, Şûrâ-yı Devlet (ŞD), nr. 2148/9, lef 2, 13 Şubat 1869-1 Za 1285.

49 Abdullah Saydam, “Namık Paşa”, s. 379.

Page 20: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

116

Muharrem VAROL

istemez problemin kişisel bir tarafı olduğunu ortaya koyar. O halde affe-dildikten sonra yeniden sürgüne gönderilmesinin gerçek sebeplerinden ya da bahanelerinden birisinin de kişisel bir husumet olduğu söylenebilir.

Yukarıda değinildiği üzere, Şeyh Ahmed bu mektuba ilaveten Tahran Sefiri Ahmed Nazım’a ait olduğunu öne sürdüğü bir belge sureti daha gön-derir. Burada Şeyh Ahmed’in maişet sıkıntısından ötürü Tahran’a geldiği ve sefarethâneye kendi isteğiyle uğradığı belirtilmektedir.50 Takdim ettiği bu belge sureti de Namık Paşa’yı tekzip edici bir içeriktedir. Dolayısıyla, burada şeyhin söylediklerinin doğru olma ihtimalinin bulunduğunu be-lirtmek gerekir. Şeyh Ahmed’in yaklaşık beş ay sonra aynı iddiaları dile getiren benzer bir mektubu Şûrâ-yı Devlet’e yeniden gönderdiği ve cevap alamamaktan yakındığı görülür. İhtiyaten önceki mektubun ulaşmamış ol-duğu ihtimalini öne sürerek, mektubu tekrar yolladığını belirtir. Bu defaki mektubuna ilaveten hem sefirin hem de Bâbıâli’nin gönderdiği telgrafların tarihleriyle birlikte suretleri konulmuştur. Bâbıâliye gönderilen telgrafın tarihi 27 Ekim 1867 iken, Bağdat vilâyetine iletilen telgrafın tarihi ise 2 Kasım 1867’dir.51 Bu tartışmaya şeyhin daha sonra yazdığı daha mufassal bir mektubu değerlendirirken yeniden döneceğimiz için burada daha fazla ayrıntı verilmeyecektir.

Bu arada Trablusgarp’ta sürgün hayatına devam eden şeyhin, orada da “rahat durmadığı” iddia edilmekte ve bölgesel yöneticiler ile sorun yaşadı-ğı görülmektedir. Nitekim, 11 Ağustos 1870 tarihli bir irade üzerine, Şeyh Ahmed’in bahsi geçen bölgede mahalli idareciler aleyhinde bulunduğu ge-rekçesiyle menfa mahalli değişivermiştir. Yeni mekanı aslında pek de yeni değildir, zira ilk sürgüne yollandığı yerdir; Kıbrıs Magosa.52

Magosa Kalesi’nden Yapılan Savunma ve Usandıran Çile

Şeyh Ahmed, yeniden sürgüne gönderildiği Magosa’da yaklaşık olarak beş yıl kadar sürgün hayatı yaşamıştır. 1875 tarihinde Bâbıâli’ye gönderdiği tafsilatlı bir mektupta cezalandırıldığı tarih olan 1859’dan itibaren yaşa-dıklarını aşağıda anlatacağımız veçhile daha detaylı bir şekilde izah etmiş-ti. Bu bağlamda, şeyh daha önce zikretmediği son derece önemli bir takım olaylardan bahsetmektedir. Bu yüzden daha önce zikretmediği bu olayları

50 BOA, ŞD, nr. 2148/9, lef 1.51 BOA, ŞD, nr. 2148/11, lef 1-lef 2-lef 3.52 BOA, İrade-i Şûrâ-yı Devlet (İ. ŞD), nr. 19/796, 11 Ağustos 1870-13 Ca 1287.

Page 21: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

117

Kuleli Vak’asının Baş Aktörü Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’e Dair Bilinmeyenler

söz konusu mektupta anlattığı için yeniden geçmişe dönerek gelişen olay-ları aşağıda ifade etmek bütünlük açısından elzemdir.

Şeyhin iddiasına göre, Osmanlı Devleti’nin en üst idarecileri kendisini bir çeşit istihbarat elemanı olarak Ruslara karşı direnişi örgütlemesi ama-cıyla Kafkasya’ya göndermek istemiştir. Şeyhin başından geçen bu olayları bundan önce devlet makamlarına ilettiğine dair elde bir malumat olma-makla beraber, ne ölçüde gerçeği yansıttığı da tartışmaya açıktır. Şâyet, şeyhin ifadelerine inanılacak olursa, neden bu kadar süre konu hakkın-da bir şey söylememiştir? Devletin menfaatlerinden ötürü sessiz durmak zorunda mı kalmıştır? Soruları farklı bir açıdan sormak da mümkündür; devletin gizli desteği ve telkinleriyle hareket etmesi teşvik edilen şeyh bu suretle oyalanmış mıdır? Kendi kafasına göre hareket etmeye alışmış ve padişah otoritesini dahi dinlemeyen kötü şöhretli bir şeyh olarak Ahmed Efendi’nin bu vesileyle payitahttan uzaklaşmasına mı çalışılmıştır? Bu soruların cevaplarını verebilmek güç olsa da mektup okunduğu zaman yukarıda tevcih edilen suallerin anlamı kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Burada mektubun içeriğini özetleyecek ve gerektiğinde eleştirel bir gözle değerlendireceğiz. Böylelikle, gizemli bir darbe girişiminin mimarı olarak gösterilen bir Nakşî şeyhinin siyaset ve sosyal hayat içerisindeki görece ağırlığını daha yakından görmek mümkün olacaktır.

Makalenin sonunda metnini neşredeceğimiz bu uzun mektupta Şeyh Ahmed, Sultan Abdülaziz’in kendisini affettiği tarih olan 1862’de İstanbul’a geldiğini ve burada bir iki ay kadar oyalandığını söyler. Ardından “tebdil-i hava” amacıyla Kütahya ve Tavşanlı taraflarına geçer. Süleymaniyeli Ah-med Efendi’nin bu bölgede yakın tanıdıkları olduğu anlaşılmaktadır. Çün-kü, yukarıda da bahsedildiği gibi buraya daha önce bir kaç kez daha gelmiş ve hatta medresede bıraktığı eşyalar arasında Tavşanlı’lı Hacı Ali Efendi isminde bir kişinin bulunduğu görülmekteydi. Orada misafir olarak kal-dığı sırada kendisine posta vasıtasıyla çok ilginç bir teklifin yapıldığından bahseder. Kütahya’nın ileri gelenlerinin de hazır olduğu bir mecliste, bazı vekil ve devlet ricalinin mektup vasıtasıyla kendisinden Çerkezistan’a git-mek üzere bir misyon yüklenmesini emrettiklerini iddia eder. Bunun üze-rine, “cihâd niyyet-i hâlisesiyle ve evâmire imtisâlen” İstanbul’a yeniden gelir. Burada Londra ve Paris’e gidip gelmiş bazı Çerkes aşiret reisleriyle görüşür ve bunları idare etmek görevini kabul eder. Tam yedi ay kadar gizli bir şekilde hem dâhilde hem de hariçte değişik yardımlar alarak büyük bir hazırlığa girişir.

Page 22: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

118

Muharrem VAROL

Bu kadar hazırlıktan sonra Fuad Paşa, kendisini çağırır ve bir başka teklifte daha bulunur. O sırada Erzurum’da görevli olan Hüseyin Daim Paşa’nın da şeyhe eşlik etmesini ve bu görevi onun da üstlenmesini şeyh-ten ister. Zaten, bu ikili adeta kader birliği ettikleri için şeyh bu öneri-yi hemen kabul eder. Burada şeyhin ifadelerinden Hüseyin Daim Paşa ve Fuad Paşa’nın akraba oldukları da anlaşılmaktadır. Teklife göre, Hüseyin Daim Paşa resmi vazifesinden istifa edecek ve şeyhin maiyetine girerek Çerkezistan’da askeri operasyonu yönlendirecekti. Bu ifadelere bakılırsa, Şeyh Ahmed ve Hüseyin Daim Paşa’dan Osmanlı Devleti bir çeşit istihbarî, tabir-i diğerle gizli bir operasyonu devlet adına yönetmelerini istemişti. Hüseyin Daim Paşa bunun üzerine İstanbul’a gelir. Tam sona doğru yakla-şılmış iken Hüseyin Daim Paşa ansızın şeyhin yanına varır ve operasyonun iptal edildiğini söyler. Rusya Sefarethânesi bu gizli tutulan plandan bir şe-kilde haberdar olmuş ve şüpheyle olayı takip etmektedir. Eğer bu ikilinin Kafkasya’ya geçecekleri tespit edilirse Rusya’nın Osmanlı Devleti’nden şi-kayetçi olacağı söylenir. Bir anda bütün hazırlıklar iptal ve her şey altüst olmuştur. Şeyh Ahmed, soğukkanlılıkla bu emri dinler ve şöyle söylediğini öne sürer; “bu yolda çektiğim meşakkat ve imtinân-ı nas ve sarf eylediğim nukûd ve ecnâs dünyada zayi olduysa da inşallah ahirette bulurum”. Yani, yaptığı fedakârlıkları başa kakmadan ve maddi bir beklenti içerisine gir-meden herşeyden vazgeçtiğini beyan eder.

Görevin feshedilmesinden sonra, Fuad Paşa dönemin Deavî Nâzırı Ziya Bey aracılığı şeyhin bugüne kadar çok sıkıntı ve mihnet çektiği için, bun-dan sonra ise her türlü masraflarının karşılanarak memleketine dönme-sinin ve orada hayatını devam ettirmesinin daha sağlıklı olacağı yönün-de bir teklif iletir. Şeyh Ahmed ise İstanbul’dan çıkmayı düşünmediğini söyleyerek, sunulan öneriyi reddeder. Ardından, Bandırma ve Aydıncık taraflarına hava değişimi için geçici bir süre gidip geleceğini paşaya ifade eder. Bunun üzerine, Abdülfettah Efendi isminde bir görevlinin imal et-tiği ve Çerkezistan görevini beyan eden mührü kendisinden geri isterler. Şeyh Ahmed, mektupta bu mührün bir örneğinin Nâmık Paşa’da da mev-cut olduğunu söylemekle beraber, mühürde “şeriatı ihya eden, düşmanı kahreden çerkes memleketlerinin reisi es-seyyid Ahmed Fethî” mânâsında Arapça bir ibarenin yazılı olduğunu belirtir.

Şeyh Ahmed, Fuad Paşa’ya dediği gibi, Aydıncık taraflarına doğru gi-der. Orada ikamet ettiği sırada, bir gece vakti Bandırma Müdürü, yanında tebdil-i kıyafet bir halde Zaptiye’den bir binbaşı ve çok sayıda zaptiye aske-

Page 23: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

119

Kuleli Vak’asının Baş Aktörü Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’e Dair Bilinmeyenler

ri bulunduğu halde, kaldığı evi basarak şeyhi yatağından kaldırıp, hatta hiç bir eşyasını almasına dahi fırsat vermeyip ivedi bir şekilde “kar ve buz içe-risinde” Bandırma’ya götürürler. Fesat çıkarmak için bazı askerleri baştan çıkarmaya çalıştığı suçlamasıyla şeyh, Fuad Paşa’nın emri doğrultusunda İstanbul’a getirilir. Burada, Zaptiye’de yirmi dört saat tutulduktan sonra, Zaptiye Meclisi İdare Reisi Mustafa Asım Paşa53 ve Başmustantık Hafız Bey54 tarafından on iki saat kadar sorguya alınır. Şeyh Ahmed, bu sorgula-ma sırasında çok enteresan bir hususun kendisine dayatılmak istendiğini belirtir. Çerkezistan meselesinde, şeyhe bu görevi vermek isteyen resmi zevatın olayla ilgisiz bir takım kişiler olduğu halde, onların teşvik ve terti-biyle bu göreve talip olduğunu zorla kabul ettirmeye çalışmışlardır. Fakat, şeyh bu cebir yöntemine itiraz edip bahsi geçen kişilerin olayla hiç ilgileri bulunmadığını ve kendisini bu işe sevk edenlerin başka kişiler olduğunu ifade eder. Bunun üzerine, bir vapurla önce Samsun’a, oradan da Bağdat’a gönderilir. Hatta, yanına yine hiç bir eşyasını almasına izin verilmez. Ay-dıncık’taki özel eşyalarının satılarak bir iki yıl sonra çok cüz’i bir bedelin kendisine ulaştırıldığını söyler.

İşte, Ahmed Efendi’nin Bağdat’a getiriliş öyküsü kendisine göre böy-ledir ve bu aşamadan sonra Bağdat’ta yaşadıklarını tafsilatıyla anlatmaya başlar. Şeyhin Bağdat’a getirilmesinin cebri olmadığı, kendi isteğiyle geldi-ği ve padişahın iradesiyle kendisine maaş bağlandığı yönünde bir söylem geliştirildiğini belirtir. Halbuki, böyle bir şey söz konusu olmadığı gibi bi-lakis şeyhin memleketine dönme fikrini reddettiği yukarıda ifade edilmiş-ti. Şeyh Ahmed, Bağdat’a vardığında bu kez daha başka bir sorunla karşı karşıya kalır. Vali Nâmık Paşa’nın kendisiyle hususi bir şekilde uğraştığını ve aleyhinde hareket ettiğini iddia eder. Hatta, Nâmık Paşa, şeyh oraya varır varmaz, bütün haklarını engelleyecek bir tarzda, aldığı maaşa dahi müdahale ederek şeyhe sıkıntı vermeye başlar. Şeyhe göre, Nâmık Paşa kendisini karşıladığı zaman tam altı saat kadar sorgulamıştır. Paşa, şey-he beşyüz kuruşluk bir maaşı yeterli görmüştür. Halbuki, bu miktarı kâfi bulmayan Şeyh Ahmed Efendi, mensup olduğu ailenin “kibâr-ı hanedân, sâdât ve meşâyihten” bulunduğunu, kendi vatanlarında miskin, fukara ve

53 Hakikatten o tarihlerde Zaptiye İdare Meclisi reisliğini Zaptiye Muâvini Mirlivâ Mustafa Asım Paşa deruhde etmektedir. Bu durumda şeyhin söylediklerinin doğru olma ihtimali güç-leniyor. Bk. Sâlnâme Sene 1282, Def’a 20, s. 32.

54 Bu isme ise ilgili sâlnâmelerde tesadüf edilemedi.

Page 24: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

120

Muharrem VAROL

yolcuyu doyuran asilzâde bir soydan geldiğini ifade ederek, maaşın artırıl-masını istiyordu. Netice olarak, tahsis edilen beşyüz kuruş maaşı almayı reddeder. Anlaşılan o ki yukarıda da temas ettiğimiz kişisel bir husumetin açığa çıktığı noktalardan biri de budur.

Nâmık Paşa elinden geldiği kadar şeyhin hareket alanını daralttığı halde, Şeyh Ahmed onun isteklerini yerine getirmez. Bağdat’a üç saatlik bir mesafede olan Zerdalikav isminde eski bir köye yerleşir. Bu sırada bir “hayırhâh” aracılığı ile kendisine paşanın teklif ettiği maaşı kabul etmesi halinde Bağdat’ın herhangi bir yerinde ikametine izin verileceği ve ailesi-ni görebileceği teklif edilir. Şartsız bir şekilde hemen bunu kabul eder ve hakkında bir izin çıkartılır. Ancak, beklenmedik bir şekilde yeniden tu-tuklanır. Zira, bir dostuna yazdığı mektupta Nâmık Paşa aleyhinde bazı ifadeler kullandığı için üç ay hapse atılır. Kefil göstermesi karşılığında serbest bırakılması gündeme gelir ancak, kefil göstermeyen şeyh dört ay daha hapiste kalır. Sadaret makamına yazmış olduğu bir arzuhal üzerine yeniden serbest bırakılır. Nâmık Paşa’dan dolayı Bağdat’ta oturmaya ta-hammül edemeyip İstanbul’a dönmeyi istese de kendisine Fuad Paşa’nın kesin kararı tebliğ edilir. Nedense Fuad Paşa’nın böyle bir karar vermiş olduğuna inanmak istemeyen Ahmed Efendi, fırsattan istifade bir anda Tahran’a gitmiş olduğunu aynı satırlara derç etmiştir.

Yukarıda da bir nebze beyan ettiğimiz bu hususta, Şeyh Ahmed kendi isteğiyle Tahran sefarethânesine gittiğini ve hiç bir şekilde kurum yetki-lilerinin kendisinden haberi olmadığını iddia etmektedir. Burada bulu-nan maslahatgüzâr Ahmed Nâzım Bey’in kefaletiyle ve yüksek bir maaş vaadiyle Bağdat’a dönmeyi kabul eder. Ancak, ne gariptir ki döner dön-mez yeniden tutuklanır ve verilen sözlerin hiç biri tutulmaz. Merkeze gönderdiği dört adet arzuhalinin ise dikkate alınmayarak cevaplanma-dığını söyler ki yukarıda bu hususa dair malumat verilmişti. Buradaki dokuz aylık mahkûmiyetinden sonra Trablusgarb’a sürgüne gönderilir. Ancak, yolda Diyarbakır üzerinden “sehven” Sivas’a yönlendirilir, çeki-len onca sıkıntının ardından yeniden Trablusgarb’a doğru hareket başlar. Yol güzergâhlarından biri olan Malta’da Osmaniye lokantasında misafir edildiği sırada, İngiliz hükümetinin kendisine yaklaşmaya çalıştığını açık yüreklilikle beyan eder. İngilizler şeyhin kim olduğunu bildiklerini ifade ederek ona yardım etmek istediklerini söylerler. Şeyh Ahmed bu hususta çok net bir şekilde öneriyi geri çevirir ve İslam memleketlerinin haricinde bir yerde yaşamak istemediğini bilhassa belirtir. Bu sırada, orada görev

Page 25: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

121

Kuleli Vak’asının Baş Aktörü Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’e Dair Bilinmeyenler

yapmakta olan Osmanlı Şehbenderi İmam Mustafa Efendi’nin bu olaya şahit olduğunu belirtir. Bu yolculukta şeyh, tek kuruşluk yol harçlığı dahi alamamıştır.

Trablusgarp’ta ise neredeyse iki yıla yakın kalır. Orada da bazı yöneti-ciler ile anlaşmazlık yaşar. Belde eski şeyhi ve önde gelenlerinden biri olan Ali Efendi ile aralarının açık olduğu anlaşılmaktadır. Bu anlaşmazlık üze-rine Ali Efendi, kardeşi aracılığı ile dönemin Dahiliye Nâzırı Şirvanîzâde Mehmed Rüşdü’den55 izin koparmayı başarır ve şeyh bu kez yeniden Kıbrıs’a sürülür. Aslında, beldenin eski şeyhi Ali’nin kardeşinin başkentte Şeyh Ahmed aleyhine iftiralarda bulunduğu ve nâzırdan izin kopardığına dair bir havadisi işittiğini söyler. Bunun doğru olup olmadığını vâli Ha-let Paşa’ya sorduğu halde, Halet Paşa böyle bir haberin doğru olmadığı ve sürgünü gerektirecek bir suçu işlemediğini şeyhe vicahen ifade eder. Fa-kat, buna rağmen kısa süre içerisinde şeyhin Kıbrıs’a gönderileceği emri vilâyete ulaşır. Şeyh Ahmed bunun üzerine bir iftiranın kurbanı olduğunu haykırsa da verilen emre uymaktan başka çaresi yoktur ve bir sonraki du-rak Kıbrıs olur.

Görüldüğü üzere, İstanbul, Kütahya, Bağdat ve Trablusgarp safahatı-nı bu şekilde fasilatıyla arz eden Ahmed Efendi resmi makamların hak-kındaki raporlarına kıyasla bambaşka bir hikaye anlatmış olur. Yaklaşık on üç yıllık “müsademe eden mesâib-i hâcimenin” üzerine artık yoruldu-ğu anlaşılan Şeyh Ahmed, Osmanlı Devleti’nin yüksek makamlarından üç sorusunu cevaplamalarını ister. İlki Nâmık Paşa’ya sorulan dolaylı bir sorudur ve Bağdat’ta dokuz aylık hapsinin sebebine dairdir. Buradan ha-reketle, Bâbıali ya da sefarethâne kayıtlarının arasında bir çelişki olama-yacağını ifade ederek, ya paşanın ya da Tahran maslahatgüzârının yalan beyan verdiğini söyleyerek her iki durumda da devlete nasıl güvenileceğini ima eder. Şeyhe göre böylesi bir güvensizlik durumu daha önce de temas ettiğimiz gibi “Yunan devletinden” bile beklenemez. Diğer bir soru ise, doğrudan doğruya Bağdat Meclisi’ne müteveccihtir. Beş yıl boyunca kanu-na aykırı ne tür bir hareket yaptığını soran şeyh, bu konuda tek delil bile bulunmadığını şüpheye ihtimal verdirmeyecek bir netlikte ve kararlılıkta beyan eder. Ayrıca, adı geçen meclisin vali tarafından baskı altında tutul-duğunu sarahaten söylemekten çekinmez. Meclisin kendisine ait bir suçu

55 Şirvânizâde’nin kısa bir biyografisi için bk. Mehmet Ali Beyhan, “Şirvanîzâde Mehmed Rüştü Paşa”, DİA, XXXIX, 210.

Page 26: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

122

Muharrem VAROL

tespit etmesi durumunda kendisini sürgüne gönderecek iken neden bir inha ile Bâbıâli’ye müracaat etmediklerini sorgular. Son sorusu ise Trablus Meclisi’ne olup, “şeytandan başka” bütün Trablus ahalisini tanık göstere-rek iki yıl boyunca hangi suçu işlediğini ve Magosa’ya gönderilmesine ne-den olan somut gerekçeyi merak eder.

Bütün bu olup bitenleri bu şekilde ortaya döken şeyh aslında suçu ol-madığı halde ve çok ciddi maddi imkânsızlıklar ile cedelleştiği bir zamanda kendisine suç isnat edilecek mevhum bir sebebin bile ibraz edilmesine razı olduğunu ve seve seve sürgünde kalmaya devam edeceğini beyan etmiş-tir56. Bu ifadelerden şeyhin yaşadıklarından ötürü ciddi bir yılgınlık içeri-sinde olduğu anlaşılabilir.

İşte yukarıda özetlemeye çalışılan bu arzuhaliyle savunma hakkını kullanan Ahmed Efendi’nin taleplerini değerlendiren Ahkâm-ı Adliyye Dairesi şu kararı verir; maaşının artırılmasından daha çok bu gibi husus-larda zanlıların “afv u ıtlakı” daha uygundur.57 Bu sırada, şeyhi sorguladı-ğı anlaşılan görevlinin Zaptiye Nâzırı’na yolladığı raporda ise şeyhe dair olumlu bir kanaatin olduğu görülür. Şeyhin ilim ve faziletine müspet an-lamda göndermede bulunarak artık “ıslah-ı nefs” etmiş olduğu vurgulanır ve İstanbul’a gelmesine müsaade istenir.58 Nitekim, Sultan Abdülaziz’in iradesi de şeyhin lehine çıkar ve 1875’de memleketine dönmesi şartıyla affedildiği bildirilir.59 Anlaşıldığı kadarıyla, şeyhin yeterince cezalandırıl-dığı düşünülmüş ve artık serbest bırakılmasının daha uygun olacağında hem fikir olunmuştur.

Yukarıda, şeyhin kaleminden çıkmış olup kendi görüşünü yansıtan dü-şüncelerini olduğu gibi yansıtmaya çalıştık. Bu açıdan anlatılan olayları eleştirel bir perspektifle ele almak ve tenkit etmek gerekirse şunları öne sürmek mümkündür. Her ne kadar padişahın affıyla serbest bırakılsa bile devlet aleyhine çok tehlikeli bir teşebbüse girişen bir kişiyi, hem de işlediği suçun üzerinden üç yıl bile geçmeden Rusya’ya karşı derin bir operasyonun başına geçirme düşüncesi Osmanlı Devlet geleneği söz konusu olduğunda çok mantıklı bir tercih olarak kabul edilmeyebilir. Şeyh bu ifadelerinde

56 BOA, İrade-i Divân-i Ahkâm-i Adliye (İ. DA), nr. 15/633, lef 3, 27 Şubat 1875-21 M 1292. (Belgenin tam transkripsiyonu için bk. EK III).

57 Aynı belge, lef 1, 14 Ocak 1875-6 Z 1291.58 Aynı belge, lef 2. 59 Aynı belge, lef 8, 27 Şubat 1875-21 M 1292.

Page 27: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

123

Kuleli Vak’asının Baş Aktörü Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’e Dair Bilinmeyenler

haklı olsa bile, devlet yönetiminde söz sahibi olan üst düzey bürokrasinin bu denli “tehlikeli” bir şeyhi, inisiyatif kullanabileceği son derece mühim harici bir mevzu için kolay kolay kendi haline bırakacakları düşünülemez. O halde, böyle bir “sözde vazife” ile kontrol altına alınan şeyhin Hüseyin Daim Paşa gibi bir yakınının da dâhil edildiği bu olay daha çok bir mizan-sen gibidir. Bu vesile ile şeyh muhataralı bir olayın içine itilmiş ve bir iki aşama sonrasında ise kolaylıkla yeniden başkentten uzaklaştırılacak bir gerekçenin oluşmasına zemin hazırlanmıştır. Nitekim, şeyhin Bağdat’a, Trablusgarb’a ve sonrasında yeniden Kıbrıs’a sürgüne gönderilmesinde zorlama sebeplerin mevcudiyeti, devlet ricalinin bu hususta bahane üret-tiklerinin göstergesi sayılabilir.

Şeyhin bütün bu safahatı anlatırken Fuad Paşa hakkında genelde olum-lu bir dil kullanması üzerinde ayrıca durmak gerekir. Bu yüksek olasılıkla Fuad Paşa’nın Hüseyin Daim Paşa ile akraba olmasından kaynaklanmış olabilir. Ancak, Fuad Paşa’nın doğrudan doğruya şeyhi pasifize etme-ye çalıştığını ileri sürmek de mümkündür. Bilindiği üzere, Kuleli Vak’ası sırasında Âli Paşa sadrazamdır. Fedai Cemiyeti’nin hedefini bilmekte ve şeyhi yakından tanımaktadır. Bu sebeple, Sultan Abdülaziz’in tahta cülus ettiği sırada bu cemiyetin mensuplarının affedilmesi çabalarını akim bı-raktığı yukarıda belirtilmişti. Fuad Paşa ise Âli Paşa’nın en yakınlarından olup aşağı yukarı aynı siyaseti takip eden bir tavra sahiptir. Dolayısıyla, padişahın iradesini de çiğnemeden güzel bir mizansen ile şeyhin etkisiz-leştirilmesi ve yeniden merkezden uzaklaştırılmaya çalışıldığı bizce makul görünmektedir. Neticeye bakıldığı zaman, adeta bıktırıcı ve usandırıcı bir ısrarla şeyhin mütemadi bir şekilde tecziye edilmesi, Bâbıâli bürokrasisi-nin devleti koruma reflekslerinden biri şeklinde değerlendirilebilir.

Bununla beraber, şeyhin gerçekten böylesi gizli bir görevle Kafkasya’ya gönderilme projesinin doğru olma ihtimali vardır. Hatta, Kırım Savaşı sıra-sında Rusya’ya karşı Çerkezlerle birlikte savaşmış ve onları çok iyi tanıyan gözü pek bir dini önderin oraya gönderilmesi bir dereceye kadar da makul görülebilir. Zira, bu vesile ile hem Osmanlı toprakları dışındaki Müslüman-lar ile hilafet arasında bir bağın oluşması hem de merkezde durması teh-likeli görülen bir kişinin bütün enerjisini devlet lehine sarfedebileceği bir coğrafyaya kaydırılması da sağlanmış olur. Açıkçası, bu iki açıklama tarzı-nın da şimdilik spekülatif olduklarını ve sadece yukarıda kullanılan belgeler dikkate alınarak bir yorum olduğunu yeniden belirtmemiz gerekir. İlaveten şunu da ifade etmek gerekir ki Şeyh Ahmed Efendi’nin karakteri anlaşıldığı

Page 28: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

124

Muharrem VAROL

kadarıyla ve aşağıda Nâmık Kemâl’in gözlemlerinden de çıkarılabileceği gibi mert ve dürüstlükten yana olup, mektubunda dile getirdiği iddiaların ger-çek olma ihtimalleri her daim mevcuttur. Zira, Kuleli Vak’ası sorgulamaları sırasında da sert mizacı, lafı eğip bükmeden konuşması ve geri adım atma-mış olması gibi özellikleri60 hatırlanacak olursa, onun bu konuda serdettiği fikirlerin gerçeklik payının bulunabileceğini düşünmemiz gerekir.

Şeyh Ahmed’in 1875 yılından sonraki durumu şu an için sessizliğini korumakla beraber, Ali Suavi Vak’ası’nın hemen öncesinde bir belgede is-minin geçtiği görülmektedir. Burada da şeyhin devlet yetkililerince hala potansiyel suçlu muamelesi gördüğünü söylemek mümkündür. Necip ve Ali Suavi’ye ek olarak, Şeyh Ahmed Efendi’nin Seraskerlik makamına çağ-rılması düşünüldüğü halde, sadrazamın emri üzerine bundan vazgeçildiği kayıtlıdır61. Buradaki şahsın, Süleymaniyeli Şeyh Ahmed Efendi olup ol-madığı net olmamakla beraber, yine bir ihtilal teşebbüsüne ismi karışmış olan Ali Suavi’yle birlikte aynı adın geçiyor oluşu devlet görevlileri tara-fından şeyhin yine yakından takip edildiğinin bir göstergesi olsa gerektir.

“İlmi diyânetine, diyâneti himâyetine muâdil” bir şeyh

Kronolojik sıraya riâyet etmemekle beraber, burada son olarak Şeyh Ahmed Efendi hakkında “Vatan şairi” Nâmık Kemâl Bey’in müşahede ve yorumla-rına muhakkak değinmek lazımdır. Zira, Nâmık Kemâl 9 Nisan 1873’de ka-lebent olarak Magosa’ya gönderilmiş ve burada otuz sekiz ay kadar sürgün hayatı yaşamıştır. Edebi anlamda çok verimli geçen bu senelerin62 büyük bir kısmında Şeyh Ahmed Efendi ile aynı mekânı paylaşmış ve pek çok ko-nuda görüş alış verişi yapmıştır. Aslında, Meşrutiyet idaresine giden yolda Şeyh Ahmed’in başını çektiği Kuleli Vak’ası’nın milat olarak görülmesin-de de bu etkileşimin payı olsa gerektir.63 Nitekim, Şeyh Ahmed’i “erbâb-ı

60 Burak Onaran, agm, s. 13. 61 Bu belge Ali Suavi vakasından yaklaşık olarak sekiz ay sonra, geçmişe dönük bir teftiş mahi-

yetinde olup, ekteki ilgili belgede vakanın öncesindeki bir yazışmanın sureti yazılıdır. BOA, Yıldız Esas Evrak (Y.EE), nr. 23/35, lef 2, 28 Ocak 1879-16 KS 1294.

62 Ömer Faruk Akün, “Namık Kemal”, DİA, XXXII, 368-369. 63 Nitekim, Ahmet Bedevi Kuran da hadd-i zatında hareketin bir meşrutiyet hedefi içerisinde

bulunmasının imkansızlığından bahsettiği halde, şeyhin Namık Kemal tarafından “Ebü’l-ahrar” şeklinde tarif edilmesi, Didon Arif ’in “revülüsyon” tabirini sık sık kullanması ve Şinasi gibi bir aydının hareketle olan irtibatı gibi vak’aları da göz önünde bulundurarak bu iddianın tamamen temelsiz olmadığını söylediği görülüyor. (Ahmet Bedevi Kuran, İnkılap Tarihimiz ve “Jön Türkler”, İstanbul: Tan Matbaası, 1945, s. 7).

Page 29: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

125

Kuleli Vak’asının Baş Aktörü Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’e Dair Bilinmeyenler

hürriyetin şeyhü’r-reisi”64 olarak niteleyen Nâmık Kemâl’in, bu algının olu-şumundaki katkısı reddedilemeyecek kadar sarihtir. Nâmık Kemâl, adaya geldikten sonra Şirvânizâde Hakkı Bey’e yazdığı mektupta Magosa’daki “menfilerden” bahsederken Şeyh Ahmed’e de değinir;

“Doğrusu şehrimiz menfâ hususunda dahi enmûzec-i âlem denmeye şayeste-dir. İlmi diyanetine, diyaneti himâyetine muâdil bulunan ve Kuleli Vak’ası’nda herkesçe malum bir sırrın ketmini fedâkârâne iltizâm ettiği için evvel-emirde katle mahkûm ve muahharan katilden şen’i bin türlü ta’zibât ve belâya giriftâr olan Şeyh Ahmed Efendi burada...”65

diyerek adeta şeyhin kemâl vasıflarını sıralayıverir. Aslında Nâmık Kemâl, şeyhin çektiği sıkıntıları kendisine has üslubuyla pek veciz bir halde tasvir etmiştir. Ona göre; Şeyh Ahmed ölümden daha beter bir vaziyette türlü mihnet ve belalara düçar olmuştur. İlerleyen satırlarda ise yukarıda da be-lirtildiği gibi şeyhin hangi sebepten ötürü sürgünde olduğunu bilmediğini yazarak, ironik bir şekilde kendisiyle kıyaslar ve hiç olmazsa itham edildiği suçu bildiğinden ötürü Allah’a şükreder.66

Nâmık Kemâl, zaman zaman yazdığı şiirleri şeyhe göstererek fikrini sormuştur. Ebüzziya Tevfik’e gönderdiği bir mektupta daha önce bahset-tiği bir şiiri “üstâd-ı muhterem” Şeyh Ahmed’e gösterdiğini söyler. Şey-hin şiir hakkındaki yorumu ise son derece ilginçtir; bu gibi edebi ürünleri “hâmâset-i siyâset” şeklinde tasvir ederek, milletin şuur kazanmasına hiz-met edeceği tespitinde bulunur.67

Şeyh Ahmed’in yaşadığı maddi sıkıntılardan ötürü tahsisatının artırıl-ması ve memleketine dönmesi için de müsaade verilmesi gibi hususlarda Nâmık Kemâl’e arzuhal yazdırdığı ifade edilmektedir.68 Zaman geçtikçe ikili arasındaki yakınlığın saygı ve muhabbet boyutlu bir nitelik kazandı-ğını söylemek mümkündür.69 Aslına bakılacak olursa, Nâmık Kemâl Şeyh Ahmed Efendi’ye kelimenin tam anlamıyla hayrandır. Midhat Paşa’ya 1874 yılının Ekim ayında yazdığı mektupta şeyhin çektiği sıkıntıların sona ermesi için tavassutta bulunmasını istemiştir. N. Kemâl, şeyhten si-

64 Mithat Cemal Kuntay, Namık Kemal Devrinin İnsanları ve Olayları Arasında, II. Cilt I. Kısım, İstanbul: MEB, 1949, s. 382.

65 Feyziye Abdullah Tansel, Namık Kemal’in Hususi Mektupları, Ankara: TTK, 1967, I, 240. 66 Age, s. 241. 67 Age, s. 256. 68 Mithat Cemal Kuntay, age, s. 364-366. 69 Mithat Cemal, Namık Kemal’in Şeyh Ahmed’i “hürmetle” sevdiğini belirtir. Kuntay, age, s. 387.

Page 30: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

126

Muharrem VAROL

tayişle bahsetmekte ve “erbâb-ı kemâlât içinde hiçbir mislini” daha önce görmediğini ifade etmektedir. Takva, diyanet, irfan ve fazilet gibi hususi-yetlerinin yanı sıra peygamber torunu olmanın bütün özelliklerini taşıyan bu kişinin Hz. Hüseyin misali belalara sabır ve tahammül ettiğini ustalıkla belirtir. Satırlarından anlaşıldığı kadarıyla, Şeyh Ahmed de içinde bulun-duğu durumu ve yaşadıklarını kaleme alarak Nâmık Kemâl aracılığı ile Midhat Paşa’ya ayrı bir mektupla göndermiştir. Hatta, Trablusgarp’ta ya-şadığı sıkıntıyı beyan sadedinde N. Kemâl’in kurduğu cümle edebi derinlik açısından fevkaladedir. “Garp Trablus’unda şeyhü’l-beled ve din-ü devlete hasm-ı eledd olan bir habîsin hâtırı için böyle mübarek bir zâtın” gönlü-nün kırılmasına razı olmadığını ifade ederken, şeyhe bu sürgünü reva gö-ren Şirvânîzâde Rüştü Paşa’nın “sefer-ber-i sekar” olduğundan, yani ölüp “cehenneme” gittiğinden kinayeli bir şekilde bahseder. Midhat Paşa’dan ikinci isteği ise şeyhin maddi ihtiyaçlarının karşılanması için Maliye Hazinesi’nden tahsisat çıkarılmasıdır. Bu hususta, şeyhin hiç kimseden yardım almak istemediğini dolaylı bir şekilde dile getiren Nâmık Kemâl’in çok samimi bir şekilde şeyhe yardım etmek istediği mektubun son satırın-da kendini belli eder. Burada Nâmık Kemâl’in şahsiyeti hakkında da ma-lumat sahibi olmakla beraber, cümlelerin sahihliğini koruma adına aynen iktibasta fayda vardır:

“Bendeniz Avrupa gördüğüm halde, diyânet-i İslamiyyenin şeref ve kadrini unutmamakla beraber, nefsimi fısktan dahi alamadım; o halde dervişliğe bi’t-tabi sülûk olunamaz. Şunu demek isterim ki, müşârünileyh hakkında yazdı-ğım sözler, müridâne bir sitâyişe hamlolunmasın. Rahimallahü imreen arefe kadrehü (Allah kendi değerini veya başkasının değerini bilen kimseye karşı merhametlidir) hakikatına ittiba ediyorum.”

Görüldüğü gibi, Nâmık Kemâl bu mektubunu bir derviş bağlılığı içerisin-de yazmadığını bilhassa belirterek iki noktaya işarette bulunur. Birincisi, sözlerinin mübalağalı olmadığı ve şeyhin karakterini olduğu gibi yansıt-tığı şeklindedir. İkincisi ise, Şeyh Ahmed’in tarîkat kimliğinin ön planda olduğu bu açıdan anlaşılabilir. Nitekim, Midhat Paşa’ya70 gönderilen bu mektuptan sonra şeyhe hitaben yazılmış başka bir pusuladaki ifadelerden Nâmık Kemâl gibi büyük bir kalem erbâbının şeyhi tasvir ederken göster-diği ihtirâm ve saygı şâyân-ı dikkattir. Dönemin havas dilinin bütün in-

70 Şeyh Ahmed’in sorunlarını çözmesi istenen Midhat Paşa’nın on beş sene evvel Kuleli Kışlası’nda onu sorgulayanlar arasında olması da kaderin garip bir cilvesi olsa gerektir. Bk. Uluğ İğdemir, age, s. 28.

Page 31: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

127

Kuleli Vak’asının Baş Aktörü Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’e Dair Bilinmeyenler

celiklerinin sergilendiği bir diğer mektubu da buraya aynen almak faydalı olacaktır:

“Şeyh Ahmed Efendiye, Sıddıkî-mizâc ve Fârükî-matlab, Osmanî-imtizâc-ü Alevî-neseb, Hasanî-minhâc ve Hüseynî-meşreb Efendimiz Hazretleri’nin ber-muktezâ-yi velâ tebellâ şanlarından olan zehr-i hançer-i te’sîr-hiyânet ve hançer-i zehr-pezîrâ-yi ihânet için, şimşîr-i duzebân-i intikâm, veya nağme-serâyân-ı Türk ü Arab’dan iki mersiye-hân-ı belîgu’l-merâm olan iki varaka ki nezd-i çâkerânemde mevdu idi; imtisâlen li-emri’l-âlî takdim-i huzûrü’l-bâhîrü’l-meâli kılındı... Bâkî... Bâkî ne-mâned her ki ne-hâhed bekâ-yi tu...”71

Yukarıda her biri birer edebi kıymeti haiz sıfatların ihtiva ettiği mânâlar bir bakıma Nâmık Kemâl’in nezdinde şeyhin şahsiyetinin ne mânâya geldi-ğini olanca berraklığıyla göstermektedir. Hz. Ebubekir’in dürüstlüğü, Hz. Ömer’in farukiyeti, Hz. Osman’ın insanlarla ülfetine ilaveten Hz. Ali’in nesebinden gelmeye kadar resmedilen bu vasıflar Şeyh Ahmed’e râcidir. Şeyh Ahmed’in bu özellikleri ne ölçüde yansıttığı elbette tartışmalıdır an-cak, bu satırların yazarı olan Nâmık Kemâl’in şahsiyetinin ve eleştirel kim-liğinin de unutulmaması icap eder.

Magosa’daki bu sürgün hayatı bu iki önemli şahsı buluşturup yakınlaş-tırmış ve bu vesileyle Şeyh Ahmed’in kişiliğini ortaya koyabilecek bir kaynak oluşmuştur. Yukarıda göstermeye çalıştığımız bu karabetin daha da ilerlediği görülür. Nitekim, Nâmık Kemâl’e iletilecek bazı mektupların tedbir amaç-lı önce Şeyh Ahmed’e gönderildiği anlaşılmaktadır.72 Keza, Nâmık Kemâl’in şeyh adına mektup kaleme aldığı da görülür.73 Bu arada, Nâmık Kemâl şey-he ait bazı meseleleri İstanbul’da belirli kişiler aracılığı ile takip ettirmiştir. Hatta, ona bir takım şeyler sipariş ettiği ancak; şeyhin bunların parasını ver-meden almak istemediğini belirtir74 ki bu da Şeyh Ahmed’in ilkeli yaşama hususunda gösterdiği gayreti anlamamıza yardımcı olur. Nitekim, yazılan bir arzuhalde şeyhin sahip olduğu beş-on cilt kitabı “haraç-mezat” satarak bede-liyle borcunun bir kısmını ödemek istemesi75 de bu anlamda Nâmık Kemâl’in gözünden kaçmayan önemli bir ayrıntıdır. Son olarak, bahsi geçen ikilinin aynı akibeti paylaşması, tabir-i diğerle Magosa’da sürgün oluşları ve tabiatıy-

71 Tansel, age, s. 310-312. Mektubun orijinal nüshası için bk. Mithat Cemal Kuntay, age, s. 385. 72 Tansel, age, s. 338; Kuntay, age, s. 552. 73 Kuntay, age, s. 692. 74 Tansel, age, s. 369. 75 Kuntay, age, s. 693.

Page 32: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

128

Muharrem VAROL

la devlet erkini elinde tutan bazı güçlü bürokratlara karşı aynı menfi hisleri taşımaları gibi ortak özellikleri onları birbirlerine daha çok yakınlaştırmıştır.

Değerlendirme veya Sonuç Yerine

Tanzimat süreci içerisinde sivil ve asker kaynaklı muhalif bir hareket olup Sultan Abdülmecid’i tahttan indirmeyi amaç edinen akim kalmış bir teşeb-büsün önderi mesabesinde bulunan Süleymaniyeli Şeyh Ahmed Efendi ağır bir cezaya çarptırıldığı halde bazı devlet adamlarının gayretleri veya doğru-dan doğruya yeni padişahın iradesiyle iki yıl içerisinde serbest bırakılmıştı. Nakşbendî-Hâlidî kimliği, Kırım Savaşı’nda gönüllü savaşması, medresede ilim faaliyetleri gibi farklı özellikleri ile temayüz eden bu şahsın son derece etkili bir kişiliğe sahip olduğundan şüphe duyulmaz. Zira, hem Vambery hem de Nâmık Kemâl gibi iki seçkin şahsiyet şeyhi yakından tanıma fırsatı bulmuş ve yukarıda detaylı bir surette belirtildiği gibi ondan sitayişle bah-setmişlerdi. İşte böylesine karizmatik bir figür olan şeyhin, serbest bırakıl-dığı halde cezasının sona ermediği; neredeyse 16 yıl boyunca devletin ya-kın kontrolü altında tutulduğu görülür. Hatta, bu hususta şeyhin daimi bir sürgün ve uzaklaştırmaya maruz kalması için suni gerekçeler üretildiğini söylemek mümkündür. Buna rağmen, azmini ve mücadelesini yitirmeyen Şeyh Ahmed Efendi Bağdat, Trablusgarp ve Magosa sürgünleri süresince devlet makamlarına suçsuzluğunu ifade eden arzuhaller göndererek hem şahsiyetine hem de yaşadıklarına dair önemli ipuçları bırakmıştır.

Biz bu kısa çalışmada şeyhin hayatına yönelik bir takım karanlık nok-taları aydınlatabilecek bazı taraflarını ortaya koymaya çalıştık. Psikolojik açıdan ve karakter özellikleri çerçevesinden şeyhin sıra dışı, önder, azimli, kararlı ve yolundan dönmeyen bir yapıda olduğu görülmektedir. Bununla beraber, Şeyh Ahmed Efendi’nin bu yönleriyle Osmanlı merkezinde sivril-mesini sonuç veren yapısal bazı olgulara da değinmekte fayda var.

Şeyh Ahmed’in gerek Kuleli Vak’ası’nın planlanmasında gerekse son-raki süreçlerde gösterdiği yoğun çaba ve gayretin arkasındaki en önemli âmil onun şahsiyetinin yanında kanaatimizce Nakşbendî-Hâlidî gele-neğidir. Zira, bu tasavvuf akımı 19. yüzyıla damgasını vuran en önemli hareketlerden biri olmakla beraber, bilhassa asrın ortalarından itibaren Anadolu’dan Kafkasya’ya kadar geniş bir coğrafyada sosyo-politik hayatın örgütlenmesine dolaylı şekillerde katkıda bulunmuştur.76 John O. Voll’un

76 Kemal Karpat, İslâm’ın Siyasallaşması, trc. Şiar Yalçın, İstanbul 2009, s. 201.

Page 33: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

129

Kuleli Vak’asının Baş Aktörü Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’e Dair Bilinmeyenler

deyimiyle Hâlidî şeyhler Osmanlı topraklarında meydana gelen bazı mu-halif hareketlerde anahtar figür olarak temayüz etmiştir.77 Nitekim, Tan-zimat sonrasında merkez bürokrasiyi hedef tahtası haline getirip sistemli bir muhalefet üreten Jön Türklerin bilhassa “şeriatı” öne çıkarmalarında Hâlidîliğin dolaylı bir etkisinin olduğu iddiası temelsiz değildir. Bu anlam-da Jön Türklerin önde gelen ideologlarından biri sayılan Nâmık Kemâl’in “manevî rehberi” sıfatıyla iştihar etmiş Leskofçalı Galip’in Kuleli Vak’ası suçlularından Şeyh Feyzullah Efendi’nin müridi olması önemli bir ayrın-tıdır.78 Nitekim, Nâmık Kemâl bu hususta Şeyh Feyzullah’a göre daha et-kili ve istekli olan Şeyh Ahmed’i Kıbrıs’ta tanıyınca bütün benliğiyle ona teveccüh etmekten çekinmemiştir. İslamcı bir siyasetin temelini atan bu görüşlerin sahipleri ile gerektiğinde79 militan bir takım uygulamalara sebebiyet veren bir tarîkat kolunun bu anlamda karşılıklı bir etkileşime girdikleri müşahede edilebilir. Netice olarak, dönemin en önemli tasavvuf hareketi sayılan Hâlidîliğin bu bağlamda Şeyh Ahmed Efendi gibi muhalif ve siyasete müdahale eden bir figürü üretmesi rastlantı değildir.

Süleymaniyeli Şeyh Ahmed Efendi’nin Osmanlı başkentinde siyaseti, şiddet kullanarak yönlendirmeye çalışmasının perde arkasında Tanzimat sonrasında Osmanlı taşrasındaki siyasî ve idarî dönüşümün payı olduğu hakikati unutul-mamalıdır. Zira, dikkat edileceği üzere Şeyh Ahmed Süleymaniye asıllı ve ocak-lık köylere sahip bir şeyh ailesine mensuptur. Tanzimat sonrasında Osmanlı taşrasında ve bilhassa Kuzey Irak ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde meyda-na gelen idarî dönüşüm bölgedeki aşiret reislerinin huzursuzluklarını artırdığı gibi, siyasi ve ekonomik güçlerini de nispeten azaltmaya başlamıştı. Yurtluk-ocaklık ve hükümet adı verilen imtiyazlı sancak yönetimlerinin80 tedrici bir şe-kilde dönüşümü bölge üzerinde sancılı bir dönem başlatmıştı. Pek çok kadim

77 John Obert Voll, İslam Süreklilik ve Değişim, trc. C. Aydın-C. Şişman-M. Demirhan, İstanbul: Yöneliş Yay., 1991, I, 83.

78 Butrus Abu-Manneh, “The Port and The Sunni-Orthodox Trend in the Later Tanzimat Peri-od”, Studies on Islam and The Ottoman Empire in the 19th Century (1826-1876),İstanbul: Isis Yay., 2001, s. 130.

79 Osmanlı topraklarındaki Hâlidîlik, başlangıç itibarıyla Osmanlı payitahtı ile sorunlu ilişki-ler kurmasına karşılık, bilhassa Sultan Abdülmecid döneminden itibaren devlet ile çok daha uyumlu ve itaatkâr bir çizgide hareket ettiklerini de bilhassa zikretmek lazımdır. Hâlidîlik serüveni için bk. Rüya Kılıç, Osmanlıdan Cumhuriyete Sufî Geleneğin Taşıyıcıları, İstanbul: Dergâh Yay., 2009; Muharrem Varol, Islahat Siyaset Tarikat, s. 80-89.

80 Bilhassa bahsi geçen bölgede uygulana gelen sistemin özellikleri için bk. Bayram Kodaman, Sultan II. Abdülhamid Devri Doğu Anadolu Politikası, Ankara 1987, s. 10-20.

Page 34: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

130

Muharrem VAROL

aile ve hanedanlık eski statü ve mülklerini yitirerek topraklarını terkettikleri gibi, bölgede ortaya çıkan kargaşa ve kavgalarda tarîkat şeyhlerinin gittikçe ara roller alarak siyasi bir etki kazanmış olması çok önemli bir sonuçtur.81 Dola-yısıyla, bahsi edilen bölgeden yetişmiş bir asilzâde ve elbette bir “şeyhzâde” olarak Şeyh Ahmed’in söz konusu politik rolü Osmanlı başkentinde de sürdür-meye çalışması manidar olmakla beraber, tekrar edelim şaşırtıcı değildir.

Sonuç olarak, bu iki yapısal şartın dolaylı tesiri altında memleketini terk ederek İstanbul’a gelen ve oradan cepheye koşturan bir şahıs olarak Şeyh Ahmed Efendi, Tanzimat uygulamalarına tepki gösteren ve şeriattan uzaklaşıldığını savunan bir anlayışı temsilen Osmanlı padişahını öldür-mek ya da tahttan indirmek isteyen bir oluşuma önderlik etmiştir. Os-manlı Devlet idaresi ise bu hareketi kısa süre içerisinde etkisizleştirerek heyetin önde gelen azalarını tecziye etmiş ve bir müddet sonra ise serbest bırakmıştır. Ancak, her ne kadar affedilmiş olsa da Şeyh Ahmed işlediği bu suçun kötü şöhretinden ve bazen de haksız bir surette cezalandırılmak-tan kurtulamamış gibidir. Tanzimat sonrası devlet bürokrasisinin bu gibi suçlulara yaklaşım tarzının görülebildiği bu makalede, sürgünden sürgüne gönderilen bir tarîkat şeyhinin taşra idaresindeki görevliler, bölge halkı ve merkez bürokratları ile bazen çatışma bazen ise uyumu esas alan davranış kalıpları çeşitli yönleriyle tespiti edilmiş ve hakkında pek somut bilgi bu-lunmayan bu zâtın hayatının belli bir dönemi aydınlanmıştır.

81 Martin van Bruinessen, age, s. 341-342.

Page 35: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

131

Kuleli Vak’asının Baş Aktörü Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’e Dair Bilinmeyenler

EK I: Şeyh Ahmed’in Çorumlu Mahmud’un ortaklaşa yaptığı ticarete dair emanete verilen malların cinsi, adeti ve değeri (BOA, MVL, nr. 837/35)

Derviş tası 3 adet 114 kuruş

Simli çubuk 15 adet 300 kuruş

Kundura furcası 2 adet 14 kuruş

Akik taşları 179 adet 1432 kuruş

Tarçın tesbih 13 adet 455 kuruş

Sandal tesbih 10 adet 45 kuruş

Yüzsürü (Yüsûrî) tesbih 2 adet 40 kuruş

Kelebek tesbih 19 adet 40 kuruş

Pirinç tesbih 3 adet 6 kuruş

Hurma çekirdeği tesbih 16 adet 48 kuruş

Akik taşı 37 adet 55 kuruş

Akik yüzük 55 adet 104 kuruş

EK II: Şeyh Ahmed’e ait eşya listesi (BOA, MVL, nr. 837/35)

Eşya Cinsi

Ade

t

Eşya Cinsi

Ade

t

Eşya Cinsi

Ade

tSim mühür 1 Pirinç mühür 1 Acemkâri kubûr 1

Kullanılmış şal hırka

1Sim saat kösteği parça

1 Köhne gömlek 1

Köhne pamuklu şalvar

1Şeytân bezinden boy entârisi

1 Köhne abâ entâri 1

Köhne kısa kumaş entâri

1 Köhne gömlek 1 Köhne bez don 3

Bayağı mendil 3 Örme akçe kesesi 1 Acem şâlı duhân kesesi 1

Köhne penbe yorgân

1 Köhne kuşâk 1 Köhne basma bohça 3

Duhân kesesi 1 Adi tesbih 2 Köhne boy abâsı 1

Köhne yüz yastığı 2 Beyaz tabak 2Küçük/büyük bayağı pûlad tepsi

3

Maden su tası 2 Maden fincân zarfı 8 Bayağı fincân 17

Page 36: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

132

Muharrem VAROL

Ustura 2 Kahve cezvesi 2 Kahve futası 2

Küçük tabak 7 Çay ibriği 2 Mum mikrası 1

Fincân 2 Maşa 2 Kama 1

Kandil 1 Asma kilit 2 Miftah (Anahtar) 4

Misvâk 2 Küçük maden kaşık 1 Kullanılmış çevre 1

Para kesesi 2Kullanılmış İngiliz şalı

1 Siyah köhne cübbe 1

Köhne pantolon 3 Köhne boy entârisi 1 Berât (?) 1

Mürekkep şişesi 1 Köhne lapçin 1 Köhne püskül 1

Köhne torba 2 Enfiye kutusu 1 Heybe 1

Bıçak 2 Mecidiye tezkiresi 2 Yorgân 1

Basma yüz yastığı 2 Siyah boy abâsı 1 Çay bardağı 6

EK III: Şeyh Ahmed Efendi’nin 1875 senesinde Bâbıâli’ye gönderdiği ve 1859 senesi sonrasında yaşadığı süreci anlatan mektup ve arzuhali (İ. DA 15/633, lef 3).

Arz ve beyâna hâcet olmadığı üzere bundan 16 sene mukaddem Kuleli keyfiyet-i meşhûresinden dolayı kâffe-i emvâlim hilaf-ı kânûn olarak nehb olunmakla berâber Asitane’den Kıbrıs cezîresinde vâki‘ Magosa’ya tağrîb ve orada haric-ez-tâkat şiddet ve riyâzet üzere iki buçuk sene mahbûsen ta‘zîb olunduktan sonra cülûs-i hümâyûn sırasında şâyân buyurulan evâmir-i adâlet iktizasınca rüfekâ-yı ‘acizânemin cümlesi bulundukları hüzn u hırmandan rehâyâb olarak Darü’l-Hilafeti’l-Aliyyeye me’zûn-i azîmet ve yalnız bu fakîr mahbesten halas ile beraber cezîre-i merkûmede tahte’l-hıfz me’mûr-i ikâmet olmuş olduğum halde dokuz mâhdan sonra dahi bi’l-külliye ıtlâkım hakkında mütemmim-i adl u ihsân olarak diğer bir fermân-ı âli sâdır olmuş ve imtisalü’l-emr buradan hareketle İstanbul’a bi’l-teveccüh orada dahi birkaç mâh ikâmet olunmuştu. Ba‘dehû tebdîl-i havâ için Kütahya ve Tavşanlı kasabalarına vukû‘ bulan azimette kalbime

Page 37: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

133

Kuleli Vak’asının Baş Aktörü Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’e Dair Bilinmeyenler

asla hutûr etmemiş zuhûrâttan olmak üzere bir günâ Kütahya’da misafir bulunduğum hânede ekser vücûh hâzır oldukları halde posta müdürü nezd-i da‘iyâneme gelerek bazı vükelâ ve ricâl hazerâtının Çerkezistan riyâsetine gitmekliğimi ve seri‘an Asitane’ye rücû‘um emr olunmuş oldu-ğunu mübeyyin bir çok mekâtib tevdi‘ eyledi. Ben de cihâd niyet-i hâlisesine binâen ve evâmire imtisâlen İstanbul’a avdet ettim. Gerek muvakkaten orada bulunan ve gerek yine Çerkezistan’a mesâlih için Londra ve Paris’e gidip ric‘at eden aşâir-i çerkese (Çerâkise) taraflarından uhde-i fakîrâneme tevdi‘-i emr-i riyaset ve ol babda şurût-i lâzımenin ifâsına tarafımdan muvâfakat olundu. Yedi mâh iktiza eden tedârikât-ı harbiyye ve seferiyye ile iştigâl ve dahilen ve haricen her taraftan bazı mu‘âvenât-ı hafiyyeyi pey-ender-pey istihsâl ile umûr-i me’mûre-i meşru‘aya münhemi-i isti‘mâl iken hengâm-ı hitâm-ı maslahatta Fuad Paşa nihâyet bu fakiri nihâyet cel-bedip o zamânlar dördüncü hümâyûna reis-i erkân olan ve Erzurum’da bulunan Ferik Çerkes Hüseyin Dâim Paşa zaten senin muhlisin olduğun-dan sûret-i zâhirede devlet-i aliyye hizmetinden isti‘fâ edip senin maiye-tinde olmak şartıyla Çerkezistan idare-i askeriyesine beraberce azîmet ey-lemesi münâsip görünür yollu zahiren celiî ve hakikaten emr u tertîb eyledi. Ben ise Hüseyin Paşa’yı an-samimi’l-kalb kabûl eyledim. Merhûm müşarûnileyh Fuad Paşa’nın akraba ve mahremlerinden bulunmağla haber-i dâiyânem olmaksızın Çerkezistan riyasete anın nasbı ve benim def‘imi tedbîr eylediğinden Hüseyin Paşa İstanbul’a geldi. Ve Fuad Paşa’nın tertib-i zahiresi üzere müşarûnileyh ile dahi mevâsik-i lâzimeyi kararlaş-tırdım. Bir hafta sonra Hüseyin Paşa nezd-i dâ‘iyâneme gelerek Fuad Paşa mahsûsen beni sana gönderdi ve dedi ki galiba Rusya sefâreti Çerkezistan maddesini sezmiş ve eğerçe sen ve Şeyh Ahmed Çerkezistan’a giderseniz şüphesiz Rusya Devleti devlet-i ‘aliyyeden da‘vâya kalkışır. Binaenaleyh bu kâr-ı hatarnâki terk ediniz deyü emr eyledi. Ben de maddenin ta‘tilini ve-yahut riyâsetin benden diğerine tahvîlini mademki Fuad Paşa münâsip görmüştür bu maslahattan ferâgat ve uzlet-i nefs an-riyâset müjdesiyle sizlere beşâret verdim. Benim o hizmeti kabûlüm Fuad Paşa ve sair bazı vükelâ ve ricâlin re’y u emirleriyle idi. Bu yolda çektiğim meşakkat ve imtinan-ı nas ve sarf eylediğim nukûd ve ecnâs dünyada zâyi‘ olduysa da inşallah ahirette bulurum diyerek kat‘i cevap eyledim. Bundan müteakip Fuad Paşa ol vakitte Deâvi Nâzırı bulunan saadetlü Ziya Bey efendi hazret-lerini celp edip benim tarafımdan Şeyh Ahmed’e söyle ki onbeş seneden beri vatanından dur olmuştur. Şimdi Hilla tarikiyle Irak’a gitmesini hak-

Page 38: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

134

Muharrem VAROL

kında her şeyden asleh görüyorum. Ve bakiyetü’l-hayat kendine kâfi maaş ve ihsân ve Bağdâd hazinesine ihâle olunur. Ve gerek hazine-i celîleden ve gerek vükelâ câniplerinden harc-ı râh nâmıyla vüs‘ümüz kadar umûmen i‘âne ederiz. Bu Irak seferi dahi emri ve cebri olmayıp belki muhayyeren ve muhabbeten mümâileyhe irâe-i tarîk demektir. Kendisinden seri‘an kat‘i cevap isterim demekle Ziya Bey efendi de macerayı bana nakletti. Ben de mecbûr olmadığım surette İstanbul’dan çıkmam fakat tebdîl-i havâ tarîkiyle bugünlerde Bandırma’ya ve Aydıncığa gidip bir müddetten sonra be-tekrâr buraya rücû‘ edeceğim işte kat‘i cevâbım budur dedim. Bu cevâbın akabinde senenin başı saadetlü Abdülfettah Efendi’nin hat ve hakkıyla mahkûk olup yanımda bulunan Çerkezistan Riyâset mührünü benden istirdâd ve ahz eylediler. O mührün bir aynı o zamân Irak vâlisi bulunan devletlü Nâmık Paşa hazretlerine gönderilmiştir. Mührün sec’i bu idi. Muhyii’ş-şeri‘a kâmii’l-bedi‘a re’is-i memalik-i çerâkise kâhiri’l-‘ada-i mertekese (?) es-seyid Ahmed Fethi. Ben de kasabateyn-i mezkûreteyne gidip ol havâlide sâkin bulunduğum bir gece saat dokuz raddelerinde Aydıncık’ta ikâmet ettiğim konağı Bandırma müdürü ile Bâb-ı Zaptiyeden tebdîlen ve me’mûren gelen bir binbaşı ve bir takım zap-tiye ve bir hayli nefer-i ‘âmm asker sarıp beni yatağımdan kaldırarak he-man o anda hatta cübbe ve çorabımı [2a] giymeye ve eşyâ ve kitaplarım-dan bir şey almağa meydân vermeksizin gece vakti bûz ve kâr içinden geçerek Bandırmaya indirdiler. Ve Şeyh Ahmed hafiyen tahrikât-i ifsadiy-yeye başlayıp bir tâkım erbâş ve sebükmagzân ekser evkâtta yanında bu-lundukları bazı zevât tarafından bu kullarına ihbar olunmuştur diyerek Fuad Paşa emriyle Bandırma müdürüne bir kıt‘a arîza-i masnu‘a ve ifti-ra’iyyede olundu. Asitaneye vârid ve Bâb-ı Zaptiye’de yirmi dört saat mahbûs oldum. Ol zamân Bâb-ı Zaptiye’de Meclis-i İdâre reisi bulunan Devletlü Mustafa Asım Paşa hazretleri ile bâş-mustantık müteveffâ Hafız Bey gece gelip on iki saat miktârı beni istintak ettiler. Müdür-i mümâileyhimin mektûbundan ve sâir suallerden üzerime bir şey tertîb (terettüb) etmeyip nihâyetinde mağdûb olan bir takım zevâtın isimlerini zikr ile Çerkezistan maslahatına seni bunlar sevk ve i‘âne ettiler. Sen de bunu itirâf eyle ve istintâk kâğıdını imzala ol vakit kabâhat sende kalmaz ve necât bulursun dediler. Ben de hâşâ şu zikrettiğiniz zevât bu maddede müşevvik ve mu‘în değildirler. Ancak bazı vükelâ ve ricâlin re’y u emirleriy-le ben bu maddeyi kabul ettim. Ve hakkaniyet üzere bundan bir cünha te-rettüp etmez dedim sabah vapura koyup izz-i şitâ ve kesret-I berf ü

Page 39: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

135

Kuleli Vak’asının Baş Aktörü Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’e Dair Bilinmeyenler

sermâda kâtil muhâfazasından eşedd bir halde olarak Samsun tarikiyle Bağdâd’a sürüldüm ve Aydıncık’a kalan veyahut gâret olunan eşyâm güyâ Bâb-ı Zaptiye’de mahfûzan fürûht olunmuştur denilerek bir seneden son-ra Bağdâd vâlisi vesâtâtıyla kıymetinden birkaç adet lira aldım ki deveden kulak değil filden kıl kabilinden idi. Her ne ise Bağdâd’a vüsûlumden evvel maaşın tahsîsine dair mazmûnu âtide bir kıt‘a emirnâme-i sâmi gitmiş idi. Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’in bu günlerde Irak’da ikâmeti münâsip görül-düğünden Irak’a i‘zam olundu ve kendiye kâfi maaş ihsânı hakkında irade-i aliyye sâdır olup nefs-i Bağdâd veyahut Süleymaniye’de re’y-i müşîrâneye ihâle olunmuştur. Müşarûnileyh evvel emirde emirnâmeyi Bağdat’ın meclis-i kebîrine havâle buyurdu. Mecliste miktâr-ı kifâyet maaş tensîb olunmuş ise de müşarûnileyh çoktur diye kabul etmeyip yalnız anın maa-şının miktârını kendim ta‘yin ederim diyerek nihâyet beşyüz kuruş maaş tahsîs ve beni ihzâr eyledi. Altı saat miktarı mükâleme ve münaza‘â olun-du. Hâsılı ifâde bu idi ki fakir ve ecdâdım kibar-ı hanedân ve mut‘imîn-i ebnâ-yı sebîl ve sâdât ve meşâyih-i Süleymaniyyeden bulunup birkaç sene evvele gelinceye iki karye ocaklık vechile taht-ı tasarrufumuzda idi. Ve Fuad Paşa’nın emirnâmesine nazaran padişah-ı ihsânpenâh hazretleri dahi miktâr-ı kâfi maaşın i‘tâsını irâde buyurmuşlardır. Masârıfım üzerine bu beşyüz kuruşu taksîm buyurunuz mukâbil gelirse kabul ederim dediy-sem de evvel ki karâr üzere musırr kaldı. Ben de o beş yüzü kabul etmeyip çıktım. Bağdat’ın Müfti ve Defterdârını kabul için müte‘akiben ricacı yollu getirmiş ise de anların ricalarını dahi reddettim. On mahdan sonra bir ha-yırhah, vâli paşa bu maaşın reddinden dolayı sana münfaildir. Şimdi senin ehemm metâlibin on beş seneden beri görmediğin vatan ve akraba ve ahibba ile mülakattır, gel bu maaşı kabul eyle, ol vakit Irak’ın hangi mahal-lini ihtiyâr eder isen orada ikâmetine vâli paşanın ruhsatını ben tahsil ede-rim dedi. Ben ise bu ruhsatın husulü için değil maaş-ı kalîl darb ve tenkîli kabul ederdim. Şu ruhsat şartıyla ma‘hûd maaşı kabul etmekliğimin üzeri-ne ruhsat buyuruldu. Bağdâd’a yedi ve Süleymaniye’ye iki menzil mesâfede vaki Zerdelikav nâm karyeye gittim orada imrâr-ı vakt ederken Nâmık Paşa’nın emriyle bir gün ansızın karyenin etrafını asker ihâta edip beni taht-ı tevkife alarak Süleymaniye ve Kerkük ve sair kasabâta teşhîren şe-hirden şehre Bağdat’a kadar vardık. Biz esnâ-yı râhda iken müşarûnileyh ol hengâmda Şehrizor mutasarrıfı olan devletlü Takıyüddin Paşa hazretle-rine bi’t-telgraf Kerkük’den üç merhale bu‘dunda kain Zerdelikav karyesi-ne gidip Şeyh Ahmed o diyarda bulunduğu müddette ne harekette bulun-

Page 40: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

136

Muharrem VAROL

muştur, tahkîk ve tedkîk edip bana bildir yollu bir emir getirdi. İtâ‘aten ol havâliye gidip ve cemi‘-i vücûh ve ulemâ ve meşâyihi toplayıp tahlîf ve tehdîd ile envâ‘-ı tahkikâtı icrâ etti. Bilmem Nâmık Paşa’nın benim hak-kımda olan su-i efkârını mı bilmezdi yoksa fıtratında hakkaniyet merkûz olduğundan mıdır her neden ise munsıfâne vâli paşaya Şeyh Ahmed Zerdalikav’da oturduğu müddet devlet-i aliyyenin rızâsına münâfi zerre kadar şüphe getirecek bir harekette bulunmamıştır cevabını verdi. Bu ci-hetle Nâmık Paşa’nın aradığı bahanenin mümesseki kalmadı. Fakat bir şahıs Hanekin nam kasabadan Bağdat’ta bulunan dostlar senin avdetini arzu ile ol harap köyde ne vakte kadar kalacaktır diyorlar yollu bana bir kağıt göndermekle ben de cevâbnâmesinde Nâmık Paşa’nın zatına doku-nur yalnız iki fıkra dercetmiş ve asker gelmezden bir gün evvel şahs-ı mezkûra irsal eylemiştim. [2b] Biz yolda iken her nasılsa cevâbnâme müşarûnileyh Nâmık Paşa’nın ellerine gider hatırımda kalan bir fıkrası bu-dur “ente muhayyer beyne’l-etkâ-i bi-tekiyyeti Hankin vela kâmeti bi-hankah-ı Bağdâd velatanzurni fe inni la efdalu ila emedin ba‘id badema ferartu min Mısri fir‘avne zu’l-evtad”82 bu mektûp üzerine müşarûnileyh hakkında itâle-i kalem bahanesiyle üç ay mahbûs oldum. Hitâmında kefâlet-i kaviyyeye rapt ile tahliye-i sebîlime emr eyledi. Kefîl vermeyip dört mâh daha mahbesde kaldım. Sonra makâm-ı sadârete tazallumen bir kıt‘a telgraf takdim edip bâ-emr-i sadâretpenâhi kefâlete rapt olunmaksı-zın ıtlâk olundum. Bir müddet daha Bağdat’ta sabredip ba‘dehü hanîn-i vatan ve sûz u şevk-i likâ-i akraba-yı serapamı büryân eyleyip tekrar Süley-maniye cânibine teveccühümü istirhassen müşarûnileyhin bir kıt‘a müzekkire-i müsterhimâne göndermiş isem de cevaben şakk-ı şefe makâmında müzekkireyi şak etmişti. Makâm-ı sadâret ile meclis-i vâlâya mirâren ifâde etmiş isem de bir cevap zuhur etmediği ve şikâyet-i hâl zım-nında Âsitâne’ye ilticâ etmekliğim Fuad Paşa tarafından kaviyyen memnû‘ olduğu ve şi‘âr-ı insâniyyete göre Nâmık Paşa’nın merhâmetinden bi’l-külliye me’yûsiyet gelerek tazyîk ve kahr u gadabına mazhar olmak havfı dahi mevcûd bulunduğu ve Bağdat’ta ikâmete tahammülüm kalmadığı halde âteş-i firâk-ı akrabâ ile iltihâb-ı derûn ve istiğrâk-ı düyûn ve zıyyık maaş dûnumdan nâşi nâçâr ve bi-tarîk-i ıztırâr Tahran’da vâki‘ saltanat-ı seniyye sefarethânesine hod-be-hod ilticâ etmek üzere ol avânda oranın maslahatgüzârı bulunan saadetlü Ahmed Nâzım efendinin sefârethâneye

82 Şeyhin Nâmık Paşa’yı Mısır Firavunlarına benzettiği anlaşılıyor.

Page 41: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

137

Kuleli Vak’asının Baş Aktörü Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’e Dair Bilinmeyenler

vürûduma kadar Tahran’a duhûlümden bile asla haberi olmaksızın sefârethâne-i mezkûreye gidip mahza Bağdat’da bilâ-sebep kal‘a-bendlik ve zıyyık maaşımdan bahisle hâlimi efendi-i ileyhe ifade eyledim. Ve ol dahi vukû‘-i hâli Bâbıali’ye bi’t-telgraf arz u inhâ ve iki günden sonra alı-nan cevâb-ı sâminin leffen takdim kılınan suretiyle beraber Nâmık Paşa’ya hitâben kendi tarafından dahi bir kıta şehâdetnâme tahrîr ederek yedime itâ edip te’mînât-ı kaviyye ile Irak’ın kangi mahallinde ikâmeti ihtiyâr eder isem kâfi maaşla ikâmet eylemek üzere müte‘ahhid olmuştu. El-hâsıl telgrafnâme-i ‘âli ahkâmına ve efendi-i mümaileyhin ahd ü kefâlet-i kaviy-yesine itimâden ihtiyarımla Bağdat’a rücû‘ ve vüsûlum anında bilâ-suâl hapsolundum. Derhal ba-telgraf makâm-ı sadârete ve efendi mümâileyhe ve mahbûsiyetim esnâlarında taahhüd-i sened ile İngiliz postasına tevdi‘an Meclis-i Vâlâ’ya ve Trablusgarp’da iken dört defa heyet-i celîle-i Şûrâ-yı Devlet’e mufassalan beyân-ı hakikat-ı hâl edip tazallum eylemiş isem de hiçbir taraftan cevap zuhûr etmedi. Ve Nâmık Paşa Bağdat’ta iken Âsitane’ye çıkmazdan üç gün evvel aher bir mahalle nefy olunmaklığıma dair Bağdat’ta Mülkiye ve Askeriye meclisleri taraflarından Bâbıali’ye bâ-mazbata arz u beyan olunmasını meclisinin reislerine şifâhen ve şedîden emr eyledi. Ve müşarunileyhin Irak’ta vâliliği hengâmında mecliseyn-i mezkûreyne her ne ki irâde buyurmuş ise havflerinden nâşi ser-I mû irade-sinden tahattiye kudretleri olmadığına Bâbıali’nin pek ra‘na malumâtı var-dır. Binaenaleyh fermân-vacibu’l-iz’anane itaaten hakkımda mazbata-i mezkûreyi Bâbıali’ye takdim kılmışlardır. Bu davama şahid olarak arz ede-rim ki mazbataya imrâr-ı nazarla zımnında nefyimi mûcîb bir mazmûn var mıdır, istiknâh buyurulsun. Hülasa Bağdat’da dokuz mâh mahbûs olup badehü Trablusgarp’a tağrîb olunmak üzere Diyarbekir’e i‘zâm ve hükü-metine teslim olundum. Sivas’a gideceksin deyü bana haber verildi. Trablus’un tarîki hâlidir diyerek her ne kadar dâd u figân etmiş isem de velakin la hayate limen tenadi fehvasınca isga olunmayıp vilâyet usûlü bu-dur ve Trablus’un caddesi Sivas’dır deyü Harput’a ve oradan da hısn-i Ha-lebiye kadar def‘ olundum. Oranın müdürü iki çiftçiyi bana terfîk etti ise de yolda geriye döndüler. Oradan yalnızca beş günde Sivas’a gidip ben menfîyim sizin de usûl-i vilâyetiniz her ne ise üzerime icrâ ediniz deyip macerâyı nakleyledim. Ol zamânda Sivas vâlisi bulunan devletlü İzzet Paşa hazretleri makam-ı sadârete ba-telgraf ifade-i keyfiyyet etmekle bâ-emri sadâretpenâhi rücû‘-i fikr ile Mamuretü’l-Aziz’e ve oradan da Haleb’e gön-derildim. Haleb hükümeti dahi hikmet-i hükümet Diyarbekir’e takayyu-

Page 42: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

138

Muharrem VAROL

den ve usûl-i vilâyete ri‘âyeten Masara’ya îsâlime himmet eylediler müc-melen Masara’dan Hama Humus Hısn ve Şam-ı Trablus ve Beyrut ve İskenderiye ve Malta’ya kadar atıldım. Orada Osmaniye lokantasında bir-kaç gün ikâmetten sonra her nasılsa İngiltere hükümeti haber alıp beni celp ile senin kim olduğunu biz haber aldık. Burada ikâmet ile kimse ceb-ren seni almaz ve cemî‘-i masârıfın bizden tesviye olunur ve her ne ki merâm eder isen İngiltere devleti matlûbunu is’af eder dediler ise de değil nefy-i Trablus’da beni idam ederlerse bile ikâmetim için diyar-ı İslâmdan ma‘adâ bir mahalli ihtiyar etmeyeceğimi muhakkak biliniz dedim. Hülasa hükümet-i mezkûre tarafından çok tergîb ve ısrâr olunmuş ise de asla ka-bul etmeyip lokantaya rücû‘ eyledim. Ol vakitte Malta’da mukim Devlet-i Aliyye şehbenderi ve İmam Mustafa Efendi’nin bu muhâvereye ıttıla‘ları var idi. Mâcerâ-yı tarîkim hâsılı eslâf-ı ‘ızâmım radiyallahü te‘alâ anhüm hazerâtı yani ehl-i beytin kadem-i şerifeleri üzere dört buçuk mâh müd-detle mu‘azzeben ve muhânen Bağdat’tan Malta’ya vardım. Fakat aramız-da bu kadar fark vardır ki evvel avânda Kûfe Vâlisi tarafından masârıfı tesviye olunmak üzere ehl-i beyt develere binip ve bir miktâr zâd-ı râh da aldılar cânibinden müzmin fer’i bir asıl veya tesâvi-i vücûh gelmemek için olmak gerektir ki Nâmık Paşa’nın [3a] emr u tenbîh-i şedîdine itâ‘aten harc-ı râh olarak bana bir dânik ve rükûbuma bir hayvân-ı nâhik bile veril-medi. Her ne ise Malta’dan Trabslus’a gidip yirmi iki mâh sâkin oldum. Oranın şeyhü’l-beled-i sâbıkı olan Ali Efendi bir günâ beyne’n-nas şöhret verir ki Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’in Trabslus’dan def‘i için ne kadar nukûd ve ecnâs feda ettim isem de şükürler olsun kâmyâb oldum. Âsitane’de mukim birederim Ömer postada bana tebşîren iş‘âr eder ki Da-hiliye Nâzırı Şirvanlızâde mahza Ali Efendi’nin hâtırı için karîben Şeyh Ahmed’i Trablus’dan def‘ ederim deyü va‘ad-i kat’i buyurdu. Bu haberi işit-tiğimde devletlü Halet Paşa hazetlerinden sual eyledim haber[in] aslı yok-tur. Böyle bir şey vukû‘ bulacak olsa evvela benden isti‘lâm olunur buyur-du. Lakin “Velekad saddeka aleyhim iblisü zannehu”83 âyet-i sâdıkasının mantûk-i şerîfi ve “inde cüheyna el-haberü’l-yakîn”84 darb-ı meselinin müeddâsınca iki postadan sonra fermân-ı mehâbet-‘unvân ile Şirvanlızâde’nin emirnâme-i zâhirü’z-zalimesi geldi. Hariçten gûş-zedim

83 “Şeytan onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı”. (Sebe: 20)84 Cüheyna adlı bir kabileden dolayı üretilmiş bir atasözü olup, bir hususta varid olan haberin

doğruluk derecesinin ancak Cüheynalıların katında yakînî olacağı mânâsı taşır. Beni bu ata-sözünden haberdar eden Yrd.Doç.Dr. Murat Öztürk’e teşekkür ederim.

Page 43: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

139

Kuleli Vak’asının Baş Aktörü Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’e Dair Bilinmeyenler

olduğuna göre emirnâmenin mefhûmu bu idi. Trablus’da ikâmete me’mûr Süleymaniyeli Şeyh Ahmed beyne’l-ahâli ifsâdâta kalkıştığı ve hükümet aleyhinde bulunduğu bazı zevât tarafından ihbâr olunmuştur. Ve bu haber her ne kadar sıdk u kizbe ihtimali var ise de merkûmun ahvâl-i sâbıkâsına nazaran sahîh olmalıdır. Binaenaleyh Kıbrıs’a tahvil-i menfâsına irâde-i aliyye ta‘alluk etmiştir. Ben de bu emrin infâzı için müşarûnileyh Halet Paşa’ya gittim. Buyurdu ki ben seni cebren Kıbrıs’a göndermem zira bu tahvil-i menfânın emri iftirâdan neşet etmiştir. Ben birkaç mâhdan beri selefimin vaktinde olan harekâtını celiyyen ve hafiyyen tahkik edip etvâr-ı hâzıra ki bi’l-müşâhede tedkîk ve ta‘mîk etmekteyim. Burada heyecân esnâlarında mükafât-ı ‘azîmeye kesb-i istihkâk edecek kadar Devlet-i aliy-yeye hizmet etmişsin ve el-hâletühü hazihi etmektesin vâcibe-i zimmetin-dir ki ber-vech-i hakkâniyyet bu maddeyi Dahiliye Nezaret-i celîlesine ifa-de edeyim. Ba‘dehü ne cevâb zuhûr ederse ana göre hareket olunur. Kezâlik meclis-i idâre hey’eti bu hususta munsıfâne bir kıt‘a mazbatanın tertibine kıyam ettiler. Ben de Şirvanlızâde Vâli Paşa’ya arzen ve Ali Efendi’nin berâtîl-i nâsiretü’l-bâtîne arzen bilâ-isti‘lâm vela tahkîk bu kizb ve bühtân-ı ‘azîmi tasdik ettiğinden değil inha ve mazbata belki bu hususta kâffe-i tebâ-yı Osmaniyyenin şehâdeti müşarûnileyhin indinde merdûd olur haşa vükelâ-yı zât-ı hazret-i padişahîyi böyle zulm-i zâhireden tebri’e ettiğim halde madem ki fermân-ı ‘âli zuhûr etmiş Trablus’da kalmam deyip ve va-pura binip Kıbrıs’a geldim. Hala dört senedir ki Magosa Kalasında mahsûrum Kuleli Vak’ası’ndan dolayı iki buçuk sene Magosa’da mahbûs olup ba‘dehü mazhar-ı afv-i padişah dâd-res olduktan sonra on üç buçuk senedir müsâdeme eden mesâib-i hâcimenin hikayâtı akabinde mücmelen muhâkemeye başlayıp şöylece arz-ı hâl olunur ki üç şeyin icrâsını recâ ede-rim. Birincisi inzâ-ı (?) beyân olmadığı gibi Nâmık Paşa’dan sual buyrulsun ki Şeyh Ahmed hod-be-hod sefârethâneye iltica edip Bâbıali’nin telgrafıyla mümaileyh Nazım Efendi’nin şehâdet-i tâmmesini alıp kendi ihtiyarıyla Bağdat’a rücu ettiği anda bilâ-sual dokuz ay ânı hapsetmeniz ve nefyine illet-i müstakille olmaksızın sebebi ne idi? Eğer mezkûr telgraf Bâbıali cânibinden ise muahharan ber aks-i me’mûl icrâ-yı mu‘âmele olunmak hâşâ Devlet-i aliyyeden değil Yunan devletinden ve belki kendini bilir ehâd-ı nâstan bile böyle hûlf-ı va‘adin sudûru gayr-i mutasavverdir. Bilhas-sa telgraf-ı mezkûr maslahatgüzâr-ı mümâileyh tarafından masnu‘ ise böyle hud‘a ve nakz-i ahd ü eymân-ı kâzibeye bütün bütün sefâretin hay-siyetine halel vereceğinden başka teminatının dahi indirâsına ve ta‘yîb-i

Page 44: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

140

Muharrem VAROL

hass u ‘amma bâdi olduğu derkârdır. Ve min-ba‘d Devlet-i aliyyenin sefârethânelerinden bi’l-külliye emniyet-i umumiye münselib ve mülteciyâna ye’s-i külli hasıl olur. İkinci reca Bağdâd’ın mecliseyn-i mezkûreyni Bâbıali’ye takdim ettikleri mazbataları cebren mi yapmışlar-dır. Yoksa hakikaten nefyimi mûcîb içinde bir şey sâdır olmuştur. Ba’de’l-mütalaa mecliseynden sual buyurulmasına ki Şeyh Ahmed Irak’ta beş sene ikâmetinde ve Tahran seferi esnâlarında nefyimi mûcîb andan bir şey sâdır olmuş mudur? Eğer ki benim hakkımda velev kuvveden fiile çıkmaz-dan evvel mevhûm bir şey bulurlar ise kuru iddia ile bilâ ispat makbulüm-dür. Ve müebbeden pranga-bendliğe hüsn-i rızâmla sened veririm veyahut mecliseynden mâ‘adâ bana müdde‘i olan zât her kim olursa olsun Şeyh Ahmed Irak’ta uygunsuz falan harekette bulunmuştur diyerek dahi zâlimâne bir iddia eder ise eyman ve insâfına ihale ederek be-tekrar bila-isbât makbulumdür. Şurası da mecliseynden istifsâr olunsun ki Şeyh Ah-med Tahran’a gitmezden evvel Irak’ta müddet-i ikâmetinde tağrîbine bâis bir tavr-ı nâ-marzîde bulunmuş ise inhâ ve bâ-mazbata ile niçün Bâbıali’ye iş‘âr olunmamıştır. Ve Tahran’dan Bağdat’a rücû‘u ânda mahbûs olup do-kuz mâhdan sonra mahbesden Trablus’a i‘zâmım olunduğu sırada nefyini müstelzim nasıl kâr-ı nâ-hemvârda bulunmuştur? Üçüncü reca benim tahvîl-i menfâm için hükümet-i semtten hücûm eden Şirvanlızâde’nin emirnâmesiyle Halet Paşa’nın cevâbı ve Trablus Meclis idâresinin mazba-tası mülâhaza ve tatbîk ve ahâli-i Trablus küllühüm ecmaîn illa iblisden benim oradaki olan harekâtım isti‘lâm olunsun. Ba‘dehü Devlet-i aliyyenin kanûnuyla hakkımda mu‘âmele buyurulmak müntehâ-yı emel ve niyâzımdır. Ve bu husûsta istirhâm etmeyip ancak sârik ve kâtil misillüle-rin muvâcehelerinde cünhâlarını kıraatle tefhîm edip ellerine jurnal veril-meyip ba‘dehü mücâzât olundukları gibi kânunen idama kadar mücâzâta talep ve şukûk-i erbaa-i atiyenin birisi hakk-ı mazlumânemde icrâ buyu-rulmasını mütemenniyim. Evvela bana ve tenezzül buyurulmadığı halde cezîre-i Kıbrıs mutasarrıflığına hitâben suçumu ve iknâ‘ edecek ahkâm-ı kanûniyyeyi mutazammın bir kıt‘a emirnâme-i âli ısdâr buyurulsun. Ol vakit envâ‘-ı mücazâta râzıyım. Saniyen kabahatim olmadığı halde [3b] Devlet-i aliyye herkesin hakkında kanûnuyla mu‘âmele buyurup fakat sen müstesnasın ve zulmen seni nefy etmişler denilsin buna dahi kâni‘ olu-rum. Sâlisen cezîre-i Kıbrıs’ta mukaddemâ müebbeden mahbûs olduğum halde irâde-i katı‘a-i hazret-i padişahîye imtisâlen ve muvakkaten seni ıt-lak edip irade-i seniyyenin tenfîzinden sonra be-tekrar beş sene müddetle

Page 45: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

141

Kuleli Vak’asının Baş Aktörü Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’e Dair Bilinmeyenler

seni şarka ve ba‘dehü iki seneye karib garba ve akabinde Kıbrıs’a atıp ve min-ba‘di bi-kaydi’l-hayat böyle tahvilât-ı elîme ve ta‘zîbat-ı müstedîmede baki kalacaksın ibaresiyle dahi muhatap olsam yine nefyimden hoşnudum ve ıtlâkımı istemem. Rabi‘an bu cevâptan istinkâf olunursa mukaddemâ Âsitane’den Irak’a i‘zâmım olunduğu hengâmda emirnâme-i sâmiye naza-ran bana kâfî maaş ihsânı mukaddema irâde-i kâtı’a-ı hazret-i padişahi sâdır olduğu misillü Bâbıâli cânibinden mümaileyh Nâzım Efendi’ye hafiy-yen tevsi‘-i esbâb-ı ma‘işetim hakkında ba-telgraf sâdır olan va‘ad-i ma‘lûm-i ihlâfın ve mümaileyhin dahi lisânen kefâlet ve teminât-ı kaviyye-sinin mukteziyâtı vechile beni ıtlâk edip sair ahali misillü hükümet tara-fından müdâhale edilmeksizin hangi mahalli ihtiyar eder isem ikâmete ruhsat ile kafi maaşın ihsân buyurulmaklığını istirham ederim. Buna da müsaade buyurulduğu halde 416 kuruştan ibaret olan cüz’i maaşla menfîyyen idâre-i hal edebilmekten aciz kalmak revâ-yı hakk olduktan mâ‘ada telgrafnâme-i alinin va‘dini ihlâf ile sefaretin kefâlet va‘dini boz-maklık ayn-ı gadr ve hilâf-ı adl ve adem-i mürüvetten ibarettir. Bu hususta mücâb olmaklığımı muntazır olduğum ve ümidinde kaldığım merhamet-i seniyyeden istirham ederim.

Ed-dâ‘i Süleymaniyeli Şeyh Ahmed (Mühür: Ed-dâ‘i Ahmed el-Fethi) [4a]

Kaynakça

Arşiv Evrakı

Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA)

Cevdet Zaptiye

İrade-i Dahiliye

İrade-i Divân-i Ahkâm-i Adliye

İrade-i Meclis-i Vâlâ

İrade-i Şurâ-yı Devlet

Meclis-i Vâlâ

Sadaret Mektûbî

Sadaret Mektub-i Mühimme

Şurâ-yı Devlet

Yıldız Esas Evrak

İnceleme-Araştırma

Abdurrahman Adil, “Tanzimatta İlk Cürm-i Siyâsî-Kuleli Vak’ası ve Ahmed Rasim Bey”, Hâdisât-ı Hukukiyye, XV, İstanbul: İkdam Matbaası, 1340.

Page 46: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

142

Muharrem VAROL

Abu-Manneh, Butrus, Studies on Islam and The Ottoman Empire in the 19th Century (1826-1876), İstanbul: Isis Yay., 2001.

Akyıldız, Ali, “Kâime”, DİA, XXIV, 212-215.

_____, Osmanlı Finans Sisteminde Dönüm Noktası Kâğıt Para ve Sosyo-ekonomik Etkileri, İs-tanbul, Eren Yay., 1996.

Akün, Ömer Faruk “Namık Kemal”, DİA, XXXII, 361-378.

Ayvazoğlu, Beşir, Kahveniz Nasıl Olsun Türk Kahvesinin Kültür Tarihi, İstanbul: Kapı Yay., 2012

Beyhan, Mehmet Ali, “Şirvanîzâde Mehmed Rüştü Paşa”, DİA, XXXIX, 209-210.

Bruinessen, Martin Van, Ağa, Şeyh, Devlet, trc. Banu Yakut, İstanbul: İletişim Yay., 2003.

Cevdet Paşa, Tezâkir, II. Cilt, Ankara: TTK, 1986.

Davison, Roderic H., “Turkish Attitudes Concerning Christian-Muslim Equality in the Ni-neteenth Century”, The Modern Middle East, ed. A. Hourani-P.S. Khoury-M.C. Wilson, London 1993.

Hut, Davut, “İkinci Meşrutiyet Döneminde Bir Osmanlı Entellektüeli Babanzade İsmail Hakkı (1876-1913)”, Tarihimizden Portreler Osmanlı Kimliği, ed. Zekeriya Kurşun-Haydar Çoruh, İstanbul 2013, s. 101-122.

İğdemir, Uluğ, Kuleli Vak’ası Hakkında Bir Araştırma, Ankara: TTK, 2009.

İpşirli, Mehmet, “Cer”, DİA, VII, 388-389.

Jorga, Nicolae, Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, trc. Nilüfer Epçeli-Kontrol. Kemal Beydilli, İstanbul 2005.

Kara, İsmail, “Müsavat mı, Eşitsizlik mi?”, Mete Tunçay’a Armağan, Der. M. Ö. Alkan-T. Bora-M. Koraltürk, İstanbul: İletişim Yay., 2007, s. 163-189.

Karpat, Kemal, İslâm’ın Siyasallaşması, trc. Şiar Yalçın, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yay., 2009.

Kazgan, Haydar, Galata Bankerleri, İstanbul: TEB, 1991.

Kodaman, Bayram, Sultan II. Abdülhamid Devri Doğu Anadolu Politikası, Ankara: Türk Kül-türünü Araştırma Enstitüsü Yay., 1987.

Kılıç, Hulusi, “el-Makâmât”, DİA, XXVII, 414-415.

Kılıç, Rüya, Osmanlıdan Cumhuriyete Sufî Geleneğin Taşıyıcıları, İstanbul: Dergâh Yay., 2009.

Kırzıoğlu, M. Fahrettin, 100. Yıldönümü dolayısıyla 1855 Kars Zaferi, İstanbul: Işıl Matbaası, 1955.

Kuran, Ahmet Bedevi İnkılap Tarihimiz ve “Jön Türkler”, İstanbul: Tan Matbaası, 1945.

Kuntay, Mithat Cemal Namık Kemal Devrinin İnsanları ve Olayları Arasında, II. Cilt I. Kısım, İstanbul: MEB, 1949.

Onaran, Burak, “Kuleli Vakası Hakkında Başka Bir Araştırma”, Tarih ve Toplum Yeni Yakla-şımlar, Bahar 2007, V, 9-39.

_____, A Bas Le Sultan La Conjuration de Kuleli (1859) et I’organisation Meslek (1867) les

Page 47: Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş …35 [2015/1], s. 97-143 ilmî ve akademik araştırma dergisi Kahramanlıktan Kalebendliğe: Kuleli Vak’asının Baş

143

Kuleli Vak’asının Baş Aktörü Süleymaniyeli Şeyh Ahmed’e Dair Bilinmeyenler

Premiéres tentatives de détronement aprés I’abolition des Janissaires, Ecole Des Hautes Etudes En Sciences Sociales, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Paris 2009.

Orman, Sabri, Gazâlî, Biyografisi, Hakikat Araştırması, Felsefe Eleştirisi, İhya Hareketi, Etkisi, İstanbul: İnsan Yay., 2013.

Öke, Mim Kemal, Saraydaki Casus Gizli Belgelerle Abdülhamid Devri ve İngiliz Ajanı Yahudi Vambery, İstanbul: Hikmet Neşriyat, 1991.

Özbilgen, Erol, “II Abdülhamid’e Muhalefet”, II. Abdülhamid ve Dönemi Sempozyum Bildirileri, haz. Coşkun Yılmaz, İstanbul: Seha Neşriyat, 1992.

Saydam, Abdullah “Namık Paşa”, DİA, XXXII, 379-380.

Şeker, Fatih M., Cumhuriyet İdeolojisinin Nakşibendîlik Tasavvuru Şerif Mardin Örneği, İstan-bul: Dergâh Yay., 2007.

Tansel, Feyziye Abdullah Namık Kemal’in Hususi Mektupları, I. Cilt, Ankara, TTK, 1967.

Vak’a-nüvis Ahmed Lûtfî Efendi Tarihi, haz. M. Münir Aktepe, X. Cilt, Ankara: TTK, 1988.

Vambery, Arminius, The Story of My Struggles Professor of Oriental Languages in the Univer-sity of Budapest, Volume I, New York 1904.

_____, The Life and Adventures of Arminius Vambery, New York 1914.

_____, Bir Sahte Dervişin Orta Asya Gezisi, çev. Abdurrahman Samipaşazâde Abdülhalim, haz. N. Ahmet Özalp, İstanbul: Kitabevi Yay., 2012.

Varol, Muharrem, Islahat Siyaset Tarikat Bektaşiliğin İlgası Sonrasında Osmanlı Devleti’nin Tarikat Politikaları (1826-1866), İstanbul: Dergâh Yay., 2013.

_____, “Siyasi Bir Lider Olarak Süleymaniyeli Şeyh Ahmed Efendi”, Türk Tarihinde Lider ve Liderlik Anlayışı, ed. Ali Arslan, İstanbul: Kitabevi Yay., 2014, s. 65-76.

Voll, John Obert, İslam Süreklilik ve Değişim, trc. C. Aydın-C. Şişman-M. Demirhan, I. Cilt, İstanbul: Yöneliş Yay., 1991.

Yetkin, Çetin, Türk Halk Hareketleri ve Devrimler, İstanbul: Say Yay., 1984.

Zarcone, Thierry, Yasak Kent Buhara (1830-1888), trc. Ali Berktay, İstanbul: İletişim Yay., 2001.

(http://www.iranicaonline.org/articles/spiegel; (Erişim Tarihi 28.02.2015)

Osmanlı Kahvehâneleri Mekân, Sosyalleşme, İktidar, ed. Ahmet Yaşar, İstanbul: Kitap Yay., 2010.

III. Süreli Yayın

Sâlnâme-i Devlet, Sene 1282, Def’a 20.