iSLAM ve KADlN - isamveri.orgisamveri.org › pdfdrg › D00033 › 1994_c30 › 1994_c30_3 ›...
Transcript of iSLAM ve KADlN - isamveri.orgisamveri.org › pdfdrg › D00033 › 1994_c30 › 1994_c30_3 ›...
iSLAM ve KADlN
Dr. Fahri DEMİR
Din Işleri Yüksek Kurulu Üyesi
adının sosyal konumu, ötedenberi tartışılagelrniştir. Görünen odur ki bu tartışmalarda, 11 din 11
daima ön planda görülmüş, gösterilmiştir. Halbuki konuya yakından bakıldığında, kadının sosyal hayatta erkekten farklı olan konumunun, din faktöründen çok başka faktörlerden kaynaklanmakta olduğu görülür. Özellikle İslam dini açısından bakıldığında görülür ki kadının durumu din açısından bir farklılık göstermez. Çünkü din, 11 İn
san11a yol göstermek için vardır. Ve kendilerine yol gösterilen insanlar arasında bir, kadın-erkek ayıiırnı sözkonusu değildir.
Hal böyle iken, değişik sosyal çevrelerde az çok mahiyet farklılığı gösterse de tarih boyunca kadın daima farklı mutalaa edilegelrniş; bu farklılık da çoğu zaman 11dİn 111ere mal edilıniştir. Üstelik bu mal ediliş o kadar kabullenilrniştir ki, elde Kur'an gibi değişmez bir Tanrı
Buyruğu kaynağa rağmen, pek çok müslüman kadın bile bu yanlış telakkiyi kabullenrniş görünmekte ve ikinci sınıf insan gibi hareket etınektedir.
(
Biz bu yazımızda, kadınla ilgili sözkonusu anlayışın, din açısından yanlışlığını ortaya koymaya; dinlere, özellikle İslam Dini'ne göre kadının erkekten farklı görülmediğini aniatınağa çalışaca
ğız.
Hemen kaydetıneliyiz ki konumuz cins ayrılığı, fizik yapısı değildir. Elbetteki fizik olarak kadın kadındır; erkek .erkektir. Kadın anadır; erkek babadır. Ve bu husus konumuzun dışındadır. Bi·zim üzerinde duracağırnız ve esasen problem olarak görülen konu, kadının fiziki değil manevi ve hukuki, başka bir ifade ile, sosyal konumu olacaktır.
Öncelikle şunu belirtınekte fayda vardır ki, konuya negatif açıdan bakanlar dahil hemen herkesin kabul ettiği bir gerçek vardır ve o gerçek şöylece özetlenebilir:
"İslamiyetten önce Araplar, ilk doğan çocukları kız olursa hemen diri diri toprağa gömüp öldiiriirlerdi. İslam dini bu korkımç adete son vermiştir.
"İslamiyetten önce Araplar pek çok
3
DR. FAHRi DEMiR • iSLAM ve KADlN
kadmla evlenebiliyorlardı. islam Dini sayıyı azami 4'e indirmiş ve /ıer birine iyi muamele edilmesi şartılll koymuştur.
"Bımlar tarihi çerçeve içinde kadınlarm lıaymıa gelişmeler oldu. 7 nci yüzyılda islamiyerin kadmlara ilişkin yeni ve olıınılu anlayış getirdiğini o11aya koydu." (1)
Şimdi, diğer bazı tesbitleri sunalım:
I. Kadınlar di nin özü ve esası olan itikad, ibadet ve ahlak konularında dinen hem ehil hem muhataptır. Her şeyden önce Kur'an-ı Kerim'de, "iman edenler", "güzel amel işleyenler"
umumi ifdesine kadınlar da dahildir. Ayrıca kadınlar pek çok ayette açıkça zikredilir. Örnek olarak, 9:71 ve 33:35 ayetlerini görelim:
"Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar biribirlerinin velileridir. iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar; zekat verirler; Allah ve Peygamberine itaat ederler. İşte Allah bunlara rahmet edecektir. Şüphesiz Allah güçlüdür. Hakimdir." (9:71)
"Doğrusu erkek ve kadın müslümanlar, erkek ve kadın mü'minler, boyun eğen erkekler ve boyun eğen kadınlar, doğru sözlü erkekler ve doğru sözlü kadınlar, sabırlı erkekler ve sabırlı kadınlar, gönülden bağlanan erkekler ve gönülden bağlanan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, iffetlerini koruyan erkekler ve iffetlerini koruyan kadınlar, Allah'ı çok anan erkekler ve Allah'ı çok anan kadınlar... İşte Allah, bunların hepsine mağfiret ve büyük ecir hazırlamıştır." (33:35)
2. Allaha adanmış, Günahsız Bakire Hz. Meryem'in kıssası Kur'an-ı Kerim'in
4
pek çok yerinde gayetle tafsilatiıdır. Ve Hz. İsa gibi büyük bir peygamber, Kur'an-ı Kerim'de "Meryem Oğlu İsa" olarak anılır. Misal olarak 3:33-63; 19:16-38 ve 66:12 ayetlerine bakılabilir. Ayrıca Kur'an-ı Kerim'de "Nisa" (Kadınlar) ve "Meryem" adıyla müstakil birer silre mevcuttur (4. ve 19. silreler).
3. Kur'an-ı Kerim'de kötü kadınlara misal olmak üzere Hz. Nuh ile Hz. Lut'un karıları; iyi kadınlara misal olmak üzere Fir'avun'un karısı zikredilir:
"Allah inkar edenlere, Nuh'un kansı ile Lut'un kansını misal gösterir: Onlar kullanınızdan iki iyi kulun nikahında iken onlara karşı hainlik edip inkarlannı gizlemişlerdi de bu iki Peygamber, Allah'tan gelen azabı onlardan savamamıştı. O iki kadına: Cehenneme girenlerle beraber siz de girin, denildi." (66:12)
"Allah insanlara Fir'avun'un karısını misal gösterir: O, Rabbim! Katından bana Cennette bir ev kur; beni Fir'avun'dan ve onun işlediklerinden ırak eyle! demişti."
(66:11)
4. Kur'an-ı Kerim'de kötü kadınlardan ve kötü erkeklerden, iyi kadınlardan ve iyi erkeklerden; terniz kadınlardan ve temiz erkeklerden birlikte söz edilir:
"Kötü kadınlar kötü erkeklere; kötü erkekler kötü kadınlara yakışırlar. İyi kadınlar iyi erkeklere; iyi erkekler iyi kadınlara yakışırlar.
Bunlar, onların söylediklerinden uzaktırlar. İşte bunlara mağfiret ve cömertçe verilmiş nzık vardır."
(71:26)
(1) Talat Halman'ın, Milliyet Gazetesinin 15 Şubat 1988 tarihli nüshasında yayınlanan köşe yazısından.
DiY ANET iLMi DERGi • TEMMUZ - AGUSTOS - EYLÜL 1994 • Ci LT: 30 • SAYI : 3
5. İslamiyetten önce araplarda, evli kadın, kocasının malı sayılırdı. Öyle ki, kocası ölünce, değil ona varis olmak; kocasının diğer eşyası ile birlikte, mirasçılara mal olarak intikal ederdi. İslamiyet kadını, ölen kocasına varis kılmıştır:
"Eşlerinizin, eğer çocuklan yoksa, yapacakları vasiyetten ve borçtan sonra, bıraktıklarının yarısı sizindir. Çocukları varsa bıraktıklannın dörtte biri sizindir. Çocuğunuz
yoksa, sizin de, yapacağınız vasiyetten ve borçtan sonra, bıraktığınızin dörtte biri onlarındır (karılarınızındır). Çocuğunuz varsa, bı
raktığınızın sekizde biri onların
dır ... " (4:12)
Kadın, eş olarak da ( 4: 12), evlat olarak da (4:11), ana olarak da (4:11), kardeş olarak da ( 4: ı 2 ve ı 76) varistir.
6. Kadın, anne olarak, çocuğunu emzirmede söz sahibidir. Çocuğun babası koca, çocuğun annesi ile karşılıklı rıza çerçevesinde anlaşacaktır. Bu anlaşmada anne, baba karşısında, hukuken "ta- . raf" hakiki bir şahsiyettir:
" ... Eğer ana ve baba biribiriyle görüşerek ve karşılıklı anlaşarak çocuğu memeden kesmek isterlerse, kendilerine günah yoktur ... " (2:233)
7. İslamiyette. kadın, kendisine evlenme teklif edilen veya kendisi evlenme teklif eden hakiki bir taraf şahsiyettir:
"(İddet beklemekte olan) kadınlarla evlenme hususundaki tekiitinizi açmanızda veya onu içinizde saklı tutmanızda size bir günah yoktur .. " (2:235)
"... kendisini peygambere hibe eden mümin kadın .. " (33:50)
8. Geçimsizlik dunnunda, yuvayı yürütüp yürütmemeye dair verilecek karar, karı-koca'nın ortak iradesine bağlıdır ve kadın burada da kocası karşısında taraf hakiki şahsiyettir:
"Karılarınızdan boşandığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri zaman, aralannda iyilikle anlaştıkları takdirde, onların
(eski) kocalarıyıa evlenmelerine engel olmayın ... " (2:232)
"Eğer bir kadın kocasının serkeşliğniden yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, aralannda bir sulh yapmalarında onlara günah yoktur. Sulh (daima) hayırlıdır ... " (4: 128)
9. İftiraya uğrayan kadın, kocasına tanınan "ispat hakkı"na karşı "red hakkı"na sahiptir. Şöyle ki: Bir koca karısına zina isnad eder ve kendisinden başka şahit bulamazsa, hakimin huzurunda, 4 kere: "Allah şahit, doğru söylüyorum." diye yemin eder. Beşicisinde: "Yalan söylüyorsam, Allah'ın laneti üzerime olsun!" demek suretiyle, onu, ispat edebilir. Buna karşılık kadın
. da şayet bunun iftira olduğunu iddia eder de 4 kere: "Allah şahit, o yalan söylüyor" dedikten sonra beşincide:
"Eğer kocam doğru söylüyorsa, Allah'ın laneti üzerime olsun!" demek suretiyle bu ıspatı redded~bilir: (24:6-9)
I O. Kadın oy hakkına sahiptir:
"Ey peygamber, inanmış kadınlar Allah'a hiçbir ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, iftira etmemek ve uygun olanı (maruf) işlemekle sana karşı gelmemek şartıyla sana "bi'at" etmek üzere geldiklerinde, onları kabul et..." (60:12)
5
DR. FAHRi DEMiR • iSLAM ve KADlN
Bilindiai gibi "bi'at" bağlılık sözü vermektir ~e modern uygulamadaki oylamalarda gördüğümüz "kabul" anlamına gelmektedir.
Kadınlann, İslamiyetle birlikte, oy hakkına sahip kılındığıru görmek, herkes için, hele bugün, çok "orijinal" olsa gerek!
ı ı. Hz. Muhammed (Selam O'na), ilk vahyi, bir Ramazan gecesinde inzivada bulunduğu sırada almıştı. Vahyin geliş şekli çok ilginçti: Hz. Peygam~er, yaşı 40'ına yaklaştığı sırada adet haline getirmişti. Sıcak yaz günlerinde, Mekke vadisinden 5-10 km. uzaktaki yüksekçe bir dağa çıkar; sonradan Nur adını alacak bu dağın tepesine yakın ve Ka'beye bakan yamacındaki "Hıra" mağarasında inzivaya çekilirdi. Hz. Muhammed'in içinde doğup büyüdüğü Mekke halkı
putperestti. Ka'be putlarla doldurulmuştu. Mekkede puta tapmayan tek tük kimseler vardı. Onlara "Hanif" denilirdi. Hanif, puttan ve her türlü batıldan yüz çeviren; halka yönelen, anlamına geliyordu. Hz. Muhammed de o Haniflerdendi. İşte, yaz mevsimine rastlayan bir Ramazan gecesinde, Hira mağarasında, uyku ile uyanıklık arası bir halde O'nun ifadesi ile "Beyne'n-Nevm ve'I-Yakaza", iken Hz. Muhammed'i bir kuvvet sıkımş. Hz. Muhamed bunu tarif ederken: "Kaburgalarım birbirine geçti sandım" demiştir. O kuvvet sıkımş ve "Oku!" demiştir. Hz. Muhammed, bu oku emrine karşı: "Ben okuma bilmem", demiş. O kuvvet, yine aynı şekilde sıkımş ve yine "Oku!" demiş; Hz. Muhammed aynı cevabı vermiş: "Ne okuyayım?" demiş. Derken, üçüncü defa yine aynı şekilde sıktıktan sonra o sıkan kuvvet: "Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insam alaka'dan yarattı. Oku! Kalemle öğreten, insana bilmediğini belleten Rabbin, en büyük kerem sahibidir." (9611-5) diye
6
devam etmiş. Ondan sonra da kendisini sıkan kuvvet ondan aynlmış. Hz. Muhammed (selam ona), bu olayın peşinden maaara dışına çıkıp çevreye bakrnış. Bir de ~e aörsün! Ufukta, heybetli bir şey Ona şByle seslenmiyor mu? "-Ya Muhammed, Ben Cebrail'im; Sen Allah'ın elçisisin!" Bu olay Hz. Muham-
. med'i endişeye düşürmüştür. O derecedeki, ona ürperme gelıniş; bir titreme tutmuştur. Hatta bir ölçüde paniğe k~p.ıl~ mıştır: Acaba kendisine gelen, kendı~ı~ı
. sıkan, bir şeyler söyleyen, sonra kendısıne gorunup ona Peygamber olduğunu bildiren ne idi, kim idi? Hasta mı olmuştu, hasta mı olacaktı? Sonra, o sırada Mekke'de "gaip"ten haber veren bir sürü insan dolaşıyordu. O da başına geleni anlatır ise, alaya· mı alınacaktı? .. Hz. Muhammed, yaşadığı olayı, bütün bu endişe ve düşüncelerini, çok saygı ve güven duyduğu sevgili eşi Hz. Hatice'ye anlattı. Hatice derhal: "Bana sorarsan hiç korkma!. Allah'tan sana bir zarar ilişmez. Çünkü sen iyi bir insansın: y etimleri, yoksulları, düşkünleri korur hic kimseyı' incitmezsin. Allah se-' . ni kötü ruhlardan korur". şeklinde te-sesli ettikten sonra, O'nu daha çok rahatlatmak için: "Amcazadem Varaka var. Doksanlık ama bir ihtiyardır. Çok okumuştur ve bu konuları iyi bilir. Gidip ona damşalım." der. Birlikte giderler. Hz. Muhammed, olanlan bir bir anlatır. Bunun üzerine Varaka: "İbrahim'e, Musa'ya, İsa'ya gelen sana da gelmiş. Tebrik ederim. Seni halkın Mekke'den çıkardığında sağ olsam da sawwyım? demesi üzerine de: "Hiç bir Peygamber, kendi çevresinde vazife yapamaı:nı,ştır" demiş. (Z)
(2) Hz. Peygamberin, özell!kle ilk vahiy _aldığından niçin korku ve endışeye kapıldıgı ~onusundaki açıklama için, Ingiliz Muhtedı Muhammed Marmaduke Pikthall'a ait The Meaining of The Glorious Doran adlı ingilizce Kur'an Tecümesinin mukaddime kısımından.
DiYANET iLMi DERGi • TEMMUZ- AGUSTOS- EYLÜL 1994 • ciLT: 30 • SAYI: 3
Uzunca anlattığımız bu olayda, Hz. Muhammed'in, hayatırnn en kritik konusunu, değerli eşi Hz. Hatice'ye ne büyük bir itimat ve bağlılıkla açtığını; Hz. Hatice'nin de değerli eşi Hz. Muhammed'in açtığı konuya nasıl bir sevgi ve bağlılık içinde yaklaştığırn açıkça görüyoruz. Nitekim Hz. Muhmmed (selam ona), 25 yaşında evlendiği, 48-49 yaşında iken 60 yaşlannda olarak kaybettiği bu muhterem eşini, daha sonra evlendiği eşlerini kıskandıracak ölçüde, daima, saygıyla ve sevgiyle anınaya devam etıniştir.
12. Hz. Muhammed (selam ona) kızı Fatıma ziyaretine gelince, yerinden kalkar onu karşılar; elinden tutar; onu öper; kendi yerine oturturdu. Fatıma da babası ziyaretine geldiğinde yerinden kalkar; elinden tutar; onu öper; kendi yerine oturturdu (3).
13. Hz. Muhammed, eşlerinin davranış ve isteklerine karşı daima anlayışlı ve saygılı olurdu. Bir gün, Hz. Ayşe, bir bayram münasebetiyle, dışarıda çalıp
oynayan grubu seyretmek istemiş; çenesini Hz. Muhanırned'in omuzuna koyarak uzun zun seyretınişti. Bir keresinde de Hz. Ayşe ile koşu yaprrnş; yarışı kazanrrnştı <4).
14. Hz. Peygamber, "Bir kadın iki kızını güzelce yetiştirir; sıraya katarsa, Cennette benimle beraber olur." buyurmak suretiyle anneye müjde verirken, kız çocuklarına iyi bir eğitm vermenin, üstün bir ülkü olduğun da ifade etıniştir. (5)
15. Yine Hz. Peygamber (selam O'na), "Kadınlara ancak iyi insanlar iyi davranır. Onlara ancak kötü İn· sanlar kötü davranır. Ben eşierime karşı en iyi davrananlardamm." buyurmuştıır. <6)
16. Buhari'nin Libas, .31 hadisinde konumuza daha fazla ışık tutacak bir bil-
gi ile karşılaşıyoruz. Burada kayıtlı hadiste bildirildiğine göre Hz. İbn-i Abbas şöyle demiştir:
"Ben hep, Tahrim suresinde (66'ncı süre, 4'ncü ayette) bildirilen, "Hz. Peygambere karşı dayarnşma içine girmiş" iki eşinin kimler olduğunu merak eder; onu Ömer'den sormak ister; çekinirdim. Bir gün fırsat doğdu ve sordumda Ömer:
-Ayşe ve Hafsa! dedi ve devamla:
"-Biz İslamdan önceki cahiliyye döneminde, kadınları hiç bir şeyden saymazdık. İslamiyet gelip Allah onlardan da söz edince anladık ki onların da bize karşı hakları varmış. Fakat, yine de işimize kanştırmıyorduk. Derken, bir gün eşirole aramızda geçen tartışmada eşim bana sert çıkınca ona:
"-Haddini bil" dedim. O da bana:
"-Sen bana böyle söylüyorsun ha? Senin kızın, Hz. Peygambere eziyet edip duruyor. Ne haber? dedi. Kalktım, Hafsa'ya gittim ve ona:
"-Hz. Peygambere karşı gelmekten seni menederim" dedim. Ondan sonra da Ümmü Selerne'ye gittim ve ona da söylendim. Bunun Uzerine 0:
"-Sana hayret ediyorum, Ömer! Biz kadınların işine hep bumunu soktuğun yetmemiş gibi şimdi de Hz. Peygamber ile eşleri arasına
girmeye yelteniyorsun, öyle mi?" dedi.
(3) Ebu Davud, Edeb, 155,5/391, H. No: 5217; Tirmizi, Menakıb, 61, H. No: 3872
{4) Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/35,36.
{5) Müslim, Birr, 149; Tirmizi, Birr, 34.
(6) İbn Mace, Sünen, Nikah, 50.
7
DR. FAHRi DEMiR • islAM ve KADlN
Bu da gösteriyor ki, Hz. Ömer gibi İslamiyeti en iyi anlayanlardan biri dahi, kadınlar konusuda, cahilliye anlayışından kolay kolay sıyrılamadığını itiraf etmektedir.
Hal böyle olunca, kadınlara karşı,
Cahiliye kalıntısı tutum ve davranışların, diğer şahıs ve toplumlarda, günümüze kadar, artarak devam etmesinde, hatta bu yönde, "hadis" diye sözler uydurulmasında, şaşılacak bir şey olmasa gerek.
17. Nihayet Hz. Muhammad (Selam O'na):
"-Cennet, anaların ayakları altındadır!" buyurmak suretiyle kadına, tarihte gelmiş geçmiş herkesten daha büyük ölçüde daha doğrusu layık olduğu ölçüde değer vermiştir.
Bütün bu tesbitlerden sonra, sosyal hayatta veya bazı dini kaynaklarda, bu tesbitiere uymayan bir anlayışa veya bilgiye rastlanırsa -ki üzülerek belirtmek gerekir ki az da değil- her halde yapılacak şey, görülen anlayışın başka tesirler altında oluştuğunu ve rastlanan bilgilerin kaynağından, yanı Allah ve Rasulünden, doğru bir şekilde nakledilmiş olmadığını yahut hatalı yorumundan kaynaklandığını düşünmektir. ilmi zihniyet, insaf ve akl-ı selim bunu gerektirir. Değil böyle kaynak itibariyle eşdeğerde olmayan iki bilginin karşılaşması, eşde
ğerde olan kaynaklardaki bilgiler de karşılaşsa, durup düşünmek, konuyu, mükellefiyetin sebebi olan akıl ölçüsüne vurmak gerekir. Nitekim İslamiyette bir kaide vardır: "Şayet akıl ile dini nass birbirine ters düşmüş görünürse, aklın gereği doğru olarak kabul edilir; nass tevil edilir yani nass, aklın gerektirdiği yönde yorumlanır."
8
Konu ile ilgilenenterin ortaya attıklarından üç konu, ciddiye alınarak değerlendirilmesi gereken konulardır:
- Şahitlik,
- Mirasta eşitsizlik ve
- Kadını Dövme.
Bu üç konuya ayrı ayrı. ve kısaca
açıklık getirmeye çalışalım.
a) Şahitlik meselesi
Kur'an-ı Kerim'de, şahitlerle ilgili emir ve tavsiye 3 yerde geçer:
2:282; 5:106, 107 ve 24:4, 13 ayetlerinde.
Bunlardan Bakara ayetinde (2:282), borç senedi ile; Maide ayetlerinden (5:106), ölüme bağlı vasiyyet ile; Nur ayetlerinde (24:4, 31) ise, zina iddiası
ile ilgili olarak geçmektedir.
Borç senedi ile ilgili Bakara ayetinde, şahitlerin sayısı 2 olarak bildirilirken şahitterin cinsiyetleri üzerinde de durulmakta; ölüme bağlı vasiyet ile ilgili Maide ayetinde, adaletli iki şahidin, ihtiyaca göre, gayri müslim bile olabileceği buyurulmakta; zina iddiasını ispat ile ilgili Nur ayetinde ise, sayıları 4 olarak bildirilen şahitlerin, nitelikleri de belirtilmektedir.
Kadınların "erkek" veya "kadın" olma niteliklerini belirten Ayet-i Kerime'yi yakından incelediğimizde şunları görürüz:
Bu 2:282 numaralı Bakara ayeti, birbirine vadeli borç alıp-veren şahısların bunu, borç senedine bağlamalarını tavsiye ve emretmekte; bu borç senedinin noter tarafından düzenlenmesini ve senet
DiYANET iLMi DERGi • TEMMUZ- AGUSTOS- EYLÜL1994 • Ci LT: 30 • SAYI: 3
düzenienirken iki de şahit tutulmasını ve bu iki şahidin erkeklerden olmasını; şayet iki erkek şahit bulunamazsa, bir erkek ve iki kadının şahit tutulmasını istemektedir. Buna gerekçe olarak da, "Kadın şahitlerden biri unutur veya yanılır ve konuyu yanlış hatırlarsa, diğeri ona hatıriatsın için" buyurulmaktadır.
Burada hemen şu soru akla geliyor: Acaba niçin kadın unutur ve yanlış hatırlar? Cevabı gayet basit: Her zaman meşgul olduğu bir iş olmadığı için!
Konuyu böyle anlamak gerektir. Zira bilinmektedir ki, kendi meşguliyet (ihtisas) sahasındaki bir konuda, bir tek kadının, -çok enteresandır, bir tek kadınınşahitliği muteberdir ve ispata yeter delil olarak kabul edilmektedir. Mesela bir çocuğun kime ait olduğu konusunda bir karışıklık ve anlaşmazlık çıksa, tek başına bir "ebe" nin şahitliği, aksine bir delil bulunmadıkça, nesebin ve mirasın ispatı için yeterli görülmektedir. Bu konu, İslam Hukukunun pratik kaynakları demek olan Fıkıh kitaplarının "Şehadet" bahislerinde, az-çok ihtilaflarla, böylece anlatılır.
Bundan kolayca anlaşılır ki, 2:282 ayetinde sözkonusu olan bir erkek ve iki kadının şahitliği durumu, şahitliğe konu olan muamelenin özelliğind.en kaynaklanan özel bir durumdur. Sebep ise, ayette belirtildiği gibi, en azından o günkü şartlarda olmak üzere, genelde kadınların bu gibi muamelelerde tecrübe ve ihtisas sahibi olmamaları sebebiyle, "yanılma ihtimali" dir.
Buna göre, burada görünen ve genel manada sözkonusu olan eşitsizliği çok iyi değerlendirmek gerekir. Eşitlik
eşitsizlik, haklarda ve hukuk karşısında sözkonusu olmak gerektir. Nitekim İslamiyette, yazımızın başında işaret edildi-
ği gibi, kişisel haklarda ve hukuk karşısında, kadın-erkek arasında bir eşitsizlik örneğine rastlamak mümkün değildir.
b) Miras Meselesi
Kur'an-ı Kerim, miras taksimi konusunda da mü'minlere yol gösterir. Bu arada, varis olması muhtemel bütün hısım ve akrabaların paylarını da bildirir.
incelendiğinde görülür ki, eşit yakınlıktaki varisierden evlat ve kardeşler
arasında, erkek kardeşler lehine 112 nisbetinde pay vermenin dışında bütün paylar, bugün medeni dünyanın uyguladığı paylarla hemen hemen aynı olup bazen eşit, bazan ( 4: ll ayetinde bildirildiği gibi, kız evladın tek evlat olarak varis olması durumunda, mirasın yarısını tek başına alırken ölenin ana ve babasını sadece 1/6 şar hisse alması örneğinde olduğu gibi), kadınlar lehine olmak üzere eşitsizlik sözkonusu olmaktadır.
Esasen ve öncelikle, miras ile ilgili ayetlerin iniş sebebini göz önüne getirmek, konuyu daha iyi görmemize yardımcı olacaktır.
Ashaptan Sa'd b. Rebi' Uhud'da şehit öüşmüştü.
Bir gün bu şehit sahabinin eşi iki kızıyla Rasulullah'a başvurur:
-Ya Rasullah, der, biliyorsunuz Sa'd şehid oldu. Bütün malını kardeşi aldı.
Ben ve bu iki kızına hiç bir şey kalmadı.
Rasulullah, bu yeni durum karşısında, muhtemelen bu konuda vahiy geleceğine işaretle biraz beklemelerini tavsiye eder ve kısa zaman sonra miras ayetlerinin gelmesi üzerine Rasulullah Şehit Sa'd'ın kardeşini çağırır ve mirastan üçte ikisi kızlara, sekizde birini şehidin eşine vermesi ve kalanını kendisinin alması
talimatını verir. Buna göre, miras, 24
9
DR. FAHRi DEMiR • iSLAM ve KADlN
24 hisse itibar edildiğinde 16 hisse kızlann, 3 hisse eşin, kalan 5 hisse de kardeşin olmuştur.
Dikkat edilirse, mevcut toplumun geleneklerine göre, kadınlar lehine "reform" niteliğinde çok ciddi bir düzenleme ve uygulama ile karşılamaktayız.
Eşit yakınlıktaki evlat ve kardeşlerin birlikte varis olması halinde erkeklere kızlannkinin iki katı pay bildirilmiş olması, çok iyi değerlendirmek gerektir:
-Daha önceki durum ne idi, o gün ne hale getirildi?
Miras ayetinin "nüzô.l" sebebi olarak yukarıya kaydettiğimize ilaveten şunu belirtmeliyiz ki:
Daha önce kadın, en azından kocasına karşı, varis olmak şöyle dursun, miras malı gibi, erkek yakınlara kalıyordu. Kur'an-ı Kerim kadını, "eşya" gibi, varise intikal eden bir miras malı olmaktan çıkarmış; kocası dahi, ölen yakınlarına mirasçı kılmıştır. V aris kıldığı zaman da, az önce işaret ettğimiz gibi, çok yerde erkek ile eşit hatta bazan daha fazla pay sahibi kılmış; sadece evlat ve kardeşler olarak birlikte varis olduklannda, erkekler lehine 1/2 gibi farklı bir pay öngörmüştür.
Öyle olunca, buradaki "vetire"ye dikkat etmek gerek:
- Hiç yoktan, en azından yan yanya pay sahibi kılmak!
Ayetin iniş sebebi olayda ise, hiç yoktan 19/24 gibi, terikenin hemen hemen tamamına sahip kılmak!
Vetire bu olunca, içinde bulunulan sosyal şartlar sebebiyle, vetireye de aykırı düşmeyecek tarzda kardeşlere eşit
pay verilince, bu, Kur'an-ı Kerim'in getirdiği prensipiere aykırı düşer mi?
10
Birlikte varis olan evlat ve kardeşler için 112 nisbetinde farklı paylar öngörülmesini, bir de, "örfe bağlı maslahat"ın gereği açısından değerlendirme
nin yerinde olacağı açıktır: Mirastan erkek kardeşe, kız kardeşine göre iki misli pay tanınması, onlann mali yükümlülük durumları ile de ilgilidir. Sistem bütünlüğü içinde değerlendirildiğinde görülür ki erkek, "baba" ve/veya "koca" olarak "nafaka" mükellefidir. Öyle olunca, ona tanınan hak da taşıdığı malı yükümlülükle orantılı olmalıdır. Çünkü o sistem içinde, mala, kadından daha çok ihtiyacı vardır.
c) Kadın Dövme Mes'elesi
İslarniyete göre "kadın" konusu konuşulduğunda, akla gelen ilk meseleler arasında, kadının, kocası tarafından
"dövülmesi" (darb) mes'elesi karşımıza çıkar.
Konu, yanlış anlaşılması bir yana, Kur'an'da mevcut bir konu olduğu için, onu, doğru şekilde anlamak ve anlatmak, her müslümanın boynunun borcudur.
Önce Kur'an'daki ilgili Ayet-i Kerime'yi görelim:
"Allah, erkek ve kadınların her birini diğerine yaradılıştan üstün kıldığı ve erkekler, mallarından harcadıkları için, erkekler (kocalar), kadınlara (karılarına) karşı, koruyucudurlar. Onun için, iyi kadınlar Allaha itaat eder; kocalarına saygı gösterir. Allahın korumasını istediği iffetlerini kocalarının gıyabında da korurlar. Başkaldıran kadınlara gelince, önce kendilerine öğüt verin; sonra yataklarınızı ayırın;
bu da fayda verınezse, dövün. Söz dinledikleri halde ise, onları in c itmeye bahane aramayın. Bilin ki
DiYANET iLMi DERGi • TEMMUZ- AGUSTOS- EYLÜL1994 • CiLT: 30 • SAYI: 3
Allah çok yüksek, çok büyüktür." (4:34)
Önce, Ayet-i Kerime'de bildirilenleri yakından görmeye çalışalım:
(1) "Üstünlük" mes'elesi
Dikkat edilirse yaratılıştan gelen üstünlük, sadece erkeklere veya sadece kadınlara ait olarak bildirilmemiştir. Bu ise, Elmalılı merhumun bu ayetin tefsirinde isabetle kaydettiği gibi, erkeğin
kadında bulunmayan bir takım fıtrı meziyyetleri olduğu gibi, kadının da, erkekte bulunmayan bir takım fıtrı meziyyetleri olduğunu anlatmaktadır. Demektir ki, bu ayet, pek çoğumuzun yanlış anladığı gibi, erkeklerin mutlak üstünlüğünü bildiren bir ayet değil; erkeğin de kadının da yaratılıştan farklı üstünlükler taşıdıklarını anlatan bir ayettir.
Elbetteki bu arada, erkeğin, kadına
karşı koruyucu olmasını sağlayan "f"ıziki güç" üstünlüğüne de işaret edilmiş olmaktadır.
(2) "Harcama" mes'elesi.
Ayet-i Kerim'de, nisbet itibariyle yaygın bir gerçeğe işaret edilmiş olmaktadır: Ailenin mali yükü, erkeğin sınındadır.
Bu sosyal realitedir ki, dünyanın hemen her yerinde, aile reisi kocadır.
Bu ayetle bildirilen de, bu tabii ve sosyal gerçekten başkası değildir.
Nitekim, özellikle son zamanlarda, kadının sosyal fonksiyonunun gelişmesine paralel olarak, "nafaka" mükellefiyeti konusunun, kadınlar hakkında da sözkonusu olabilecek düzenlemelere gidildiği görülmektedir.
(3) "Nüşuz" mes'elesi.
Biz, nüşuz'u, "başkaldırma" olarak ifade ettik. Eskiler buna "serkeşlik" derlerdi ki, başına buyruk, söz dinleme-
yen, aklına eseni yapan kişiyi ifade eder.
Ortada, karı-koca ile başlayan bir aile birliği vardır. Bu birliğin, kaynağı itibariyle müşterek olan mallar başta olmak üzere, doğmuş bulunan ve/veya doğacak olan çocuklara kadar, çok önemli sorumlulukları vardır. Ve bu sorunıluluk karı koca arasında ortaktır.
Ortak sorumluluk taşıyan taraflardan biri olarak şayet kadın (eşkarı) "nüşuz" taritimizde geçtiği gibi sorumsuzluğa
saparsa, erkek (eşkoca) ne yapacaktır?
- Taşıdıkları sorunıluluk ortak olduğu için, elbetteki, "bana ne, ne yaparsa yapsın, ne hali varsa görsün!" diyemiyecektir.
İşte ayet, aile yuvası için, olmaması gereken istisnai durum olan böyle bir durumda, kocayı "irşad" etmekte; ona yol göstermekedir:
Önce "nasihat" (öğüt).
Nasihat'ın manasını biliyoruz: Muhatabının haynnı, iyiliğini dileyerek, onun iyiliğini candan isteyerek, kızmadan, öfkelenmeden ona yanlışını güzelce anlatma, doğruyu bulmasına ve seçmesine, "dostça" yardımcı olmaktır. "Dostça" yapmak, "nasihat"ın, onsuz olmaz şartıdır. Çünkü, dostça yapılmayan. "nasihat", bir kerre, öğüt olmaz. O, ya eleştirmedir, ya azarlama ve hesap sormadır yahut kavga! Nasihat ediyoruii1 diyen kimse, ne yaptığını çok iyi bilmeli; öğüt veriyorum derken "eleştirme" veya, "azarlama" veya "hesap sorma" veya "kavga" yapma yaniışına düşmemelidir. Zira, Allah'ın emri bunlardan biri değil; "nasihat" yani öğüt'tür.
Eşine nasihat eden unutmamalıdır ki, Allah eşlerin, birbirine çok samimi "dost" olmalarını istemektedir.
Yine unutmamalıdır ki, dostça yapı-
11
DR. FAHRi DEMiR • iSLAM ve KADlN
Yine unutmamalıdır ki, dostça yapılan nasihat, belki hemen tutulmasa da er veya geç yarar sağlama şansına sahiptir.
İnsanlık hali. Öyle olur ki, eş, "boşuna uğraşma, seni diniemiyorum dinlemek bir yana, senin konuşmalarmdan rahatsız oluyorum" diyebilir.
O takdirde koca, Allah'ın ikinci tavsiyesine başvurur:
Üzüldüğünü ve kırıldığını etkili bir şekilde ifade etmek üzere, yatağını ayırır.
Bunda da yine dikkat edilecek husus, seven dost'un, dostundan, istemiyerek uzak durması tavrı içinde olunacak, öfkeli ve kaba bir tavır içinde olunmayacaktır.
Yine insanlık hali. Öyle olur ki, bu da yarar sağlamayabilir; sonuç vermeyebilir.
Bu durumda, koca, ayette bildirilen üçüncü tavsiyeye başvurur:
Dövmek!
Dövmekten ne anlaşılıyor, onu çok iyi anlamak gerekir.
- Candan dost, dostunu döver mi, dövebilir mi?
- Dövemez!
Öyle ise ayette geçen "dövünüz" ne demektir?
-Nasihat ve küsme'nin işe yaramadığı durumlarda, candan dostun, dostuna:
-Sen ne yapıyorsun, bu güzelim yuvayı yıkmak mı istiyorsun! anlamında, daha ku vv ~tlice sarsmak suretiyle uyarmak üzere, oınuzu başlarına, acıtmayacak ve ineitmeyecek şekilde "darbetmek" yani vurmaktır.
Dikkat edilmesi gereken, düşmanı
döver gibi değil; çok sevdiği dostu ile il-
12
gilenmek ve onun ilgisini, daha etkili şekilde konuya çekmek üzere, acıtmadan ve incitmeden, omuzu başlarına, dost elle dokunmaktır.
Hele, sanıldığı gibi ayette, kocamn, durup duruken ve mecbur değilken, "iş olsun" diye veya "kocalığını, erkekliğini, reisliğini" göstermesi için bir şeyler yapması isteniyor, değildir.
Ayetteki "dövünüz" emrini, başka türlü anlamaya, başka ayetler ve Hz. Peygamberin uyanları engeldir:
Bakın Allah, bir başka ayette ne buyuruyor:
"Size, kendinizden eşler yaratıver
mesi ve eşierinizle aranıza derin dostluk ve acıma duygusu yerleştirmesi, O'nun ayetlerindendir yani O'nun hikmet ve kudretine işaret ve delalet eden alametlerdendir."
Hz. Peygamber de, karısını döven birini görünce şu sözlerle kınamıştır:
"-Adama bak! Karısını, kölesini döver gibi dövüyor. Akşam olunca, utanmadan aynı yatakta yatacaktır!" <7>
Demek ki, ayette geçen dövme, bildiğimiz ve kelimenin akla getirdiği dövme değildir.
Esasen, "dayak atma" anlamında
dövme, gerek Kur'an-ı Kerim'de gerek Hadis-i Şeriflerde, "darb" kökünden gelen kelimelerle değil; "celd-celde" kökünden gelen kelimelerle ifade edilir. (S)
Bu, işin bir yönü!
İşin, çoğumuzun gözünden kaçan öbür yönünü de görelim:
(7) Buharı, Nikah, 93. ve 91. SGrenin Tefsirinde; Müslim, Cennet, 49; Tirmizi, 91. SGrenin Tefsirinde.
(8) Bkz. Kur'an-ı Kerim için, 24:2 ve 31; Hadis için, 8 numaralı dipnotta zikredilen kaynaklar.
DiYANET iLMi DERGi • TEMMUZ- AGUSTOS- EYLÜL1994 • CiLT: 30 • SAYI: 3
Bu ayette geçen "nüşuz", zannedildiği gibi, sadece "kadın" (eş-karı) hakkında kullanılmamış; erkek (eş-koca)
hakkında da kullanılmıştır. Yani sorumsuzluğu sadece kadın sergilemez; bu, erkek'te de görülebilir."
O takdirde, Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de, kadına (eşe-karıya) da "irşad"da bulunmakta; yol göstermektedir:
"Eğer bir kadın, kocasının "nüşuz" undan yahut kendisinden yüz çevirmesinden endişe ederse, bir sulh ile aralarını düzeltmelerinde bir günah yoktur. Sulh daima hayırlıdır. Esasen nefisler, dediğim dedik, demeye hazır yaratılıştadır. Eğer iyi geçinir ve Allah'tan korkarsanız. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır. (4:128)
Dikkat edilirse, bu ayette, tıpkı öteki ayette, kadınlar hakkında geçtiği gibi, "nüşuz" ifadesi geçmektedir. Gariptir ki, aynı silrenin iki ayrı ayetinde geçen bu aynı ifade, pek çok Türkçe tercümede, kadınlar hakkında "başkaldırma"
olarak ifade edilirken, erkekler hakkında "geçimsizlik" olarak tercüme edilmiş
ve Türk okuyucunun, Kur'an'daki bu "eşit" yaklaşımı görmesine engel olunmuştur.
Şimdi de bu ayetteki belli başlı noktaları görmeye çalışalım:
(1) "Nüşüz" mes'elesi
Aynen, 4:34 ayetinde geçtiği gibidir ki yukarıda izah edildi.
. (2) "I'raz" (yüzçevirme) mes'elesi
Kur'an gerçekçidir. Ve mevcut büyük çoğunluğun normal şartlar altındaki durumuna işaret etmektedir. Bir kraliçenin, kocasına karşı durumu, istisnadır.
Orada, "i'raz", sosyal konumu itibariyle, kadından gelebilir. Ama, istisnaları hesaba katmazsak, 'i'raz", erkekten (eş-
kocadan) gelebilir. Her iki halde de, ortada problem var demektir. Yuvanın sorumlularından kadın da, taşıdığı _ortak sorumluluk sebebiyle, sorumsuzluk yolunu seçen kocasına karşı bir şeyler yapmaladır.
Sosyal konumu itibariyle, kocasına "nasihat" edecek pozisyonda "kadın"
(eş-karı) yok mudur? Vardır, ama yine istisna. Öyle ise, onu hesaba katmazsak normalde kadınlar, kocalarına nasihat veya yatağını ayırma veya yukarıda kocaya tavsiye edilen manada "dövme" müeyyidelerini kullanma durumunda değildir. Onun için Allah, yuvanın kadın sorumlusuna, farklı bir yol tavsiye etmiştir:
(3) "Sulh"!
Bunun nasıl olacağı ise, bir sonraki ayette bildirilmektedir:
"Eğer kan-koca arasının açılmasından endişe ederseniz, bir hakem onun tarafından bir hakem de bunun tarafından gönderin (araya girsin). Bunlar, gerçekten barıştırmak isterlerse, Allah, aralarındaki dargınlık yerine geçim verir. Şüphesiz Allah her şeyi bilen ve her işinde hikmet bulunan bir Alim, bir hakim bulunuyor." (4:35)
Burada da dikkat edilirse, karı
kocanın aralarının açılmasından ve aralarında sulh'tan bahsedilirken, karı ve koca'dan, eşit olarak sözedilmektedir.
Burada da sonuç olarak diyeceğiz ki, Kur'an'ın, kutsal aile yuvasının, bir hiç uğruna bozulmaması için, tedbirlerden biri ve sonuncusu olarak tavsiye ettiği
"dövme" işinin, kelimenin zihnirnize getirdiği dövme ile uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Akla gelen manada dövmek, yukarıda izah edildiği gibi, gerek Kur'an'ın diğer ayetlerine, gerek Hz. Peygamberin uyarılarına uymaz.
13
DR. FAHRi DEMiR • iSLAM ve KADlN
Sonuç olarak diyeceğiz ki: Din açısından, özellikle İslam dini açısından; ferdi haklar bakımından da hukuk karşısında da, kadınlar erkeklerle eşit haklara sahiptir.
Uygularnada gördüğümüz, "dayak atma", "kafes arkası hayatı" ve "zorla evlendirme" gibi durumlar, dinden değil, tamamen örf ve adetlerden, görenek ve geleneklerden kaynaklanan, aykın bir durumdur.
Gözden uzak tutulmarnası gereken bir husus da şudur:
İslam Dininine göre "temel insan hakları"ndan "hayat", "hürriyet" ve "mülkiyet" hakianna hasip olan kadınların can ve mal dokunulmazlığı vardır. Kadınlar, "evlenme" ve "boşannıa"
kararları dahil, kendilerini ilgilendiren her konuda en az erkekler kadar hürdür. İradeleri dışında evlendirilmeleri, dinen geçerli değildir. Onlar, kendi mallannı, hatta kocalarının ve babalarının iznine bağlı olmaksızın işletebilirler. ilim tahsil edebilirler; hac dahil, üzerlerine farz olmuş veeibelerini yerine getirebilirler.
Hal böyle olunca, yukanda da ifade ettiğimiz gibi, ama yaşadığımız dünyada ama kitaplanmızda, kitabımız Kur'an'dan aktarmaya çalıştığımız bu durumdan farklı olarak, kadınlann aleyhine bir husus varsa, onun, dinimizden ve kitabımızdan değil, mahalli çevre şartlan ve göreneklerden kaynaklanmakta olduğunu anlarnarnız gerekmektedir.
14
Eski Türk geleneğinde kadının yeri, Kur'an-ı Kerim'in kadına verdiği yere çok yakındır. Ancak, Türkler müslüman olmadan önce oluşan anlayışın tesiri ile, Türkler arasında da kadınlara, bizzat İslarniyete de Türk gelenek ve göreneklerine de uymayan tarzda, farklı gözle bakılması anlayışı, yerleşebilmiştir.
Nasıl yerleşmesin ki,
Bir yandan, Hz. Ömer gibi, İslarniyeti çok iyi anlarnış bir otorite, kadın konusundaki cahiliye anlayışından kolay kolay sıynlamadıklannı itiraf etmekte;
Öbür yandan, kadını eşekle ve köpekle yan yana zikreden sözler, hadis kaynaklannda yer aldığı için, Hz. Ayşe ile birlikte, zahiriler hariç, bütün mezheplerin çok yerinde olarak red ve tashilıine rağmen, sözkonusu Cahiliye anlayışını destekleyen sözler, hala bugün bile, bazı kimselerce "hadis" diye savunulabilmektedir.
Açıkca görünen o ki: Dinimiz kadınları, sosyal konumları itibariyle prensip olarak erkeklerle eşit sayınakla kalmamış; Peygamberimizin diliyle:
"Cennet anaların ay'akıarı altındadır. ll
buyurmak suretiyle, kadına, erkekten farklı yer verrnişse, kadının lehine olarak pozitif (üstün) bir yer vermiştir.
Aksine anlayış, cahiliye anlayışının bir devarnı olup İslarniyetle hiç bir şekilde bağdaşmaz.