HİKMET YURDU - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03434/2014_14/2014_14_CIFCIMF.pdf ·...
Transcript of HİKMET YURDU - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/D03434/2014_14/2014_14_CIFCIMF.pdf ·...
HİKMET YURDU Düşünce – Yorum Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi
ISSN: 1308-6944
www.hikmetyurdu.com
Hikmet Yurdu, Yıl: 7, C: 7, Sayı: 14, Temmuz – Aralık, 2014/2, ss. 141 - 172
Yapı ve Mana İlişkileri Açısından Arap Dilinde Üç Hareke
Yrd. Doç. Dr. M. Faruk Çifçi
Abant İzzet Baysal Üniv. İlahiyat Fak.
Özet
Yerküre üzerinde konuşulan en eski dillerden biri olan Arap dili kelime
yapısı ve gramerinde barındırdığı birçok nükte ile bilinmektedir. Bu nükteler Arap
dilinin Kurʼân-ı Kerîm’in dili olmasının ardından daha da ilgi çekmeye başlamış ve
bu durum dilcilerin araştırmalarının bu nükteler üzerinde yoğunlaşmasına sebep
olmuştur. Bu anlamda kelimelerin okunmasında ve bunların cümle içerisinde üst-
lendiği görevin tespitinde önemli rol oynayan harekeler hakkında da bir takım in-
celiklerin ve nüktelerin var olduğunu dilciler yeri geldikçe ifade etmişlerdir. Hare-
kelerin kullanımıyla alakalı bu incelikler başta harekenin telaffuzunu sağlayan
mahreç olmak üzere birkaç unsurun bir araya gelmesinden neşet etmiştir. Öte
yandan kelimenin cümle içerisinde üstlendiği görevin ağırlığı ve kelimenin yapı-
sında meydana gelen değişiklikler de bu harekelerin tercih edilmesindeki detayla-
ra ışık tutmaktadır. Elimizdeki bu çalışmada harekelerin yapılarıyla, bu yapıların
harekenin kullanıldığı yere ne gibi tesirleri olduğu, diğer yandan kelimenin üst-
lendiği görevle bu yapısal özelliklerin nasıl bir etkileşim içinde bulundukları üze-
rinde durulmuştur. Ulaşılan sonuçlara kısaca işaret etmek gerekirse harekelerin
Arap dilinde sadece kelimenin okunması ve iʽrâbının tespit edilmesini sağlamakla
kalmayıp bunların yanında kelimenin telaffuzunda yumuşaklık ve hafifliği sağla-
ma, kelimelerin görevlerinin ayrılması, kelimelerin üstlendikleri görevlere itibarla
zorluk ve kolaylık dengesinin sağlanması, düşen harfe işaret etme ve güçsüz du-
ruma düşen kelimenin manasını güçlendirme gibi daha birçok farklı amaç için kul-
lanıldığı görülmüştür.
Anahtar Kelimeler: Arap dili, damme, fetha, kesra, hareke, iʽrâb, harekele-
rin yapısal özellikleri
Abstract
From The Perspecrife of Building and Meaning There Short Vovels
The Arabic language, which is one of the oldest languages spoken on the
earth, is known as having too many refinements include in its vocabulary and
grammar. After the Arabic language had become the language of the Quran, these
refinements attracted more interest and this case made the works of linguistics fo-
cus on these refinements. In this sense, the linguistics stated that there was some
refinements about short vowels (marks) that had a big role on pronunciation of the
words and determination of the function of them within the sentence. These refi-
nements concerning the using of vowels have arisen from that some elements like
sound outlet have come together. Whereas, the weight of mission which the mark
performs within the sentence and changes that occur in the structure of word put
light on the details about why these marks were chosen. This paper deals with the
structure of vowels (marks), what kind of effects these vowels have in places where
they used in, what kind of a relation exist between the function of word and these
142 Yapı ve Mana İlişkileri Açısından Arap Dilinde Üç Hareke
www.hikmetyurdu.com www.hikmetyurdu.net www.hikmetyurdu.org
structural features. To put it briefly, the vowels (marks) in Arabic language not
only provide pronunciation of words and determination of their “irab”s, but also
they are used to provide softness and easiness in pronunciation of the words, to
distinguish the functions of the words, to stabilize the balance of difficulty and ea-
siness with respect the functions of words, to point out the omitted letter, and to
strenghten the word that failed its power etc.
Key Words: Arabic language, damme, fetha, kesra, vowels (marks), iʽrâb, structu-
ral properties of vowels
Giriş
Arap dili, insanlık tarihinin başladığı topraklar dikkate alındığında dünyanın en
eski ve köklü dillerinden birisidir. Öte yandan Arap halklarının ve İslam medeniyetinin
yayıldığı coğrafyaya bakıldığında bu dilin yerküre üzerinde oldukça geniş bir coğrafya-
da konuşulduğu görülmektedir.
Fransız filozof Jean-Jacques Rousseau (ö. 1712-1778) bu tip köklü dillerin özellik-
lerini sayarken onlarda birçok istisna ve kural dışılığın bulunabileceğine, bu dillerde
daha ziyade seslerin akış, ölçü ve uyumuna dikkat edildiğine vurgu yapmıştır1. Nitekim
Arap dili gramerinde karşılaşılan birçok istisnai kuralın dilin bu yönüyle ilişkilendiril-
mesi akla hiç de uzak görünmemektedir. Ancak bu kural dışılıkların yanında harflerin
ahenginin, sertlik ve yumuşaklıkta uyumunun, telaffuzdaki kolaylık ve dengenin gerek
kelimelerin yapısında ve gerekse bu kelimelerin cümle içerisinde aldıkları pozisyonlarda
her zaman gözetildiğinin bariz örnekleri yine bu dilde açıkça müşahede edilmektedir.
Arap dilinde, bahsi geçen bu uyum ve akıcılığın sağlanmasında harekelerin ve
bu harekelerin asılları olan üç med harfinin şüphesiz büyük rolü vardır. Biraz daha ile-
riye gidildiğinde bu rolün sadece telaffuzda yumuşaklığı ve dengeyi sağlamakla kalma-
dığı, kelimelerin cümle içinde aldıkları rolün ağırlığı ya da kolaylığıyla da çok yakından
ilgili olduğu görülecektir. Çünkü Arap diline mahsus bir özellik olan iʻrâb her ne kadar
lafızda kendini gösterse de onun asıl işlevi manaları tanzim etmektir. İʻrâbın asli göster-
gelerinin de bu harekeler olduğu göz önüne alındığında Arap dilinin ahenk ve mana-
sında harekelerin ne kadar mühim bir yerde durduklarını tahmin etmek zor olmasa ge-
rektir.
Harekelerin, manaya işaret etmek üzere getirilmeleri temelde “muʻrab” olarak
tabir edilen ve son harekeleri değişmeye müsait olan kelimelerde söz konusudur. Ancak
1 Rousseau, Jean-Jacques, Dillerin Kökeni Üstüne Deneme, çev: Ömer Albayrak, 4. baskı, Türkiye İş Ban-
kası Kültür Yay, İstanbul, 2013, s. 15.
Yrd. Doç. Dr. M. Faruk Çifçi 143
bu ilişkinin farklı şekillerde mebnî kelimelerde de görülüyor olması ilginçtir. Çünkü bu
kelimeler cümlede ne konumda gelirse gelsin şekilleri aynı olmaktadır. Şu halde hareke-
lere ait bazı özelliklerin sadece iʻrâbda değil kelimelerin ilk inşasında da dikkate alındı-
ğını söylemek mümkündür.
Elinizdeki bu çalışma yukarıda bahsi geçen iddiaları ispatlamak ve dilcilerin ko-
nuya dair görüşleriyle bunları desteklemek üzere kaleme alınmıştır.
Çalışmada öncelikle harekelerin ortaya çıkış süreci anlatılmış ve bunların mana
ile münasebetinin gösterilmesi adına iʻrâb konusuna ve harekelerin iʻrâbın asli alametle-
ri olduğuna değinilmiştir. Daha sonra harekelerin yapıları hakkında bilgi verilerek ilk
bölüm tamamlanmıştır.
Çalışmanın ikinci kısmında ise harekelerin yapılarından kaynaklanan özellikleri-
nin kullanıldıkları konumlara olan etkisinden bahsedilmiş ve bunları en açık şekilde
gösterdiği düşünülen örneklere yer verilmiştir. Her ne kadar hareke ve mana ilişkisi
mebnî kelimelerle doğrudan ilişkili olmasa da bu noktada bize ışık tutacak örneklerle
karşılaşıldığından mebnî kelimelerden de misaller getirilmiştir.
Çalışmanın teorik tartışmalara boğulmaması için ihtilaf noktalarında Basra dil
ekolünün görüşleri dikkate alınmış, diğer dil ekollerinin görüşlerine yer verilmemiştir.
Özellikle çalışmanın ikinci kısmında harekelerin yapısal özelliklerinin, üstlendik-
leri görevlere etkisi hakkında getirilen örnekler bazı öğelerle sınırlı tutulmuştur. Çünkü
bu harekelerin kullanıldıkları tüm yerlere işaret etmek ve bunların illetlerini tespit et-
mek bu çalışmanın sınırlarını aşacaktır.
Üç Hareke Ve Özellikleri
Harekenin Ortaya Çıkış Süreci
Bilindiği gibi Kur’ân-ı Kerîm ve ondan önce yazıya geçirilmiş olan az sayıdaki
Arapça vesikada harflerin noktaları da harekeleri de mevcut değildi. Her ne kadar nokta
ve harekelerin daha önce kullanıldığına dair görüşler varsa da2 bunların sistemli bir ça-
lışmanın eseri olmadığı, sadece ihtiyaç anında başvurulan bir yöntem olduğu düşünül-
mektedir3.
2 ed-Dânî, Ebu Amr Osman b. Saʻîd, el-Muhkem fî nakdi’l-mesâhif, nşr: İzzet Hasan, I-III, 2. baskı, Dâru’l-
Fikri’l-muâsır, Beyrut, 1997, s. 2. 3 Çetin, Nihad M., , “Arap”, DİA, İstanbul, 1991, III/279.
144 Yapı ve Mana İlişkileri Açısından Arap Dilinde Üç Hareke
www.hikmetyurdu.com www.hikmetyurdu.net www.hikmetyurdu.org
Harekenin ilk ve sistematik olarak ne zaman kullanıldığına dair birçok kaynak
Ebu’l-Esved ed-Düelî’ye (ö. 69/688-89) işaret etmektedir.
Rivayete göre Muâviye (ö. 60/680), oğlu Ubeydullah b. Ziyâd’ı (ö. 67/685-686)
kendisine göndermesi için Ziyâd b. Ebîh’e (ö. 53/673) haber gönderir. Ubeydullah,
Muâviye’nin yanına gelip konuşmaya başladıklarında onun konuşurken lahn yaptığını,
hatalı konuştuğunu farkeden Muâviye, Ubeydullah’ın babası Ziyâd’a kızar ve ona
“Ubeydullah gibisi böyle zayi edilir mi”? şeklinde azarlayan bir mektup yollar. Bu olay
üzerine Ziyâd Ebu’l-Esved’i çağırır ve şöyle der: “Acemler çoğaldı ve Arab’ın dilini ifsat
ettiler. Keşke onların dillerini ıslâh etmelerini sağlayacak ve Kur‘ân’ı hatasız okumaları-
na yardımcı olacak bir çalışma yapsan!” Ebu’l-Esved’in bu teklifi kabul etmemesi üzeri-
ne Ziyâd bir adam tutup ona Ebu’l-Esved’in geçtiği yolun kenarına oturup sesini ona
duyuracak şekilde yükselterek Kur‘ân okumasını ve bu okuyuşta kasten hata yapmasını
emreder. Adam, aldığı bu emre istinaden Ebu’l-Esved yanından geçerken:
4 أن هللا بريء من المشركين و رسوله
şeklinde - رسوله- kelimesini kesra ile -âyetin manasını bozup itikadi bir probleme
sebep olacak şekilde- okuyarak onun dikkatini çeker. Durumun vahametini sezen Ebu’l-
Esved derhal Ziyâd’a giderek teklifi kabul ettiğini, Kur‘ânı iʻrâb etmeye karar verdiğini
söyleyerek ondan otuz adam ister. Muhtemelen bunları deneyerek önce sayılarını ona
düşürür. En sonunda bunların içinden Benî Abdülkays’a mensup olan zeki ve bu işe ehil
bir adamı5 seçerek yanında tutar. Ondan, eline bir mushaf ve farklı renkte bir mürekkep
almasını ister ve der ki: “Kur‘ân harflerini okurken dudaklarımı açtığımda ( إذا فتحت) o
harfin üzerine, dudaklarımı birleştirdiğimde ( ضممت إذا ) o harfin yanına, dudaklarımı kır-
dığımda ( إذا كسرت) ise o harfin altına bir nokta koy. Eğer o harfin üzerinde gunne yapar-
sam (yani tenvin ile okursam) iki nokta koy.” Böylece Kurʼân’ı baştan sona iʻrâb ederler6.
Bu ve benzeri rivayetler farklı şekilleriyle kaynaklarda geçmektedir. Burada ko-
numuz açısından önemli olan nokta Ebu’l-Esved’in yaptığı iştir. Çünkü o kullandığı
ifadelerle bir nevi üç harekeye isim vermiş gibi görünmektedir.
Ebu’l-Esved’in öğrencileri olan Nasr b. ʻÂsım (ö. 89/707) ve Yahyâ b. Yaʻmer (ö.
129/746) bu harekeleme usulünü ondan öğrenerek Basra’da devam ettirmişlerdir. Daha
4 et-Tevbe 9/3 5 Dayf, Şevkî, el-Medârisü’n-Nahviyye, 9. baskı, Kâhire: Dâru’l-Meârif, 2005, s. 16. 6 el-Enbârî, Ebu Bekr Muhammed b. el-Kâsım b. Beşşâr, Îdâhu’l-vakf ve’l-ibtidâ, nşr: Muhyiddîn Abdur-
rahmân Ramazân, I-II, Dimaşk, 1390/1971, I/41.
Yrd. Doç. Dr. M. Faruk Çifçi 145
sonra meşhur dilci el-Halîl b. Ahmed (ö. 175/791) “nakd” diye tabir edilen bu ameliyeyi
daha da ileri götürmüş, Ebu’l-Esved’in hareke yerine koyduğu noktaları bu gün kullanı-
lan ve küçük vâv, yatık elif ve küçük yâ şeklinde sembolize ederek harekelere son şeklini
vermiştir7. el-Halil b. Ahmed’in bu harekelere son şeklini verdiğine dair en büyük delil
ona nisbet edilen ama bugün elimizde bulunmayan Kitâbü’n-nakd ve’ş-şekl adlı eserdir8.
Harekenin banisi sayılan Ebu’l-Esved’in nakd esnasında katibine verdiği direktif-
lerden yola çıkarak üç harekenin isimlendirilmesinde dudak hareketlerinin rol oynadı-
ğını söylemek mümkündür. Fakat bu isimlendirmeler Ebu’l-Esved tarafından değil daha
sonra gelecek olan dilciler tarafından yapılmıştır. Nitekim onun damme, fetha gibi özel
isimler bir kenara, hareke ismini dahi telaffuz edip etmediği bilinmemektedir. Fakat
harekelere son şeklini verdiği bilinen el-Halil b. Ahmed’in Kitâbu’l-ʻAyn adlı sözlüğünde
ve el-Cümel adlı kitabında bu terimlerin hepsini kullandığı görülmektedir9.
Harekenin Aslı ve Tesmiyesi
Arap dili nahvine dair en eski kaynak olan el-Kitab adlı eserinde Sîbeveyh (ö.
180/796) harekeler için mecârî (مجاري) tabirini kullanmış ve üç harekeye bir de sükûnu
eklemiştir10. Onun, harekeleri “yol, kanal, akış yeri” vb. anlamlara gelen mastar kalıbın-
daki mecrâ (مجرى) kelimesinin çoğulu olan “مجاري” ile tabir etmesinin sebebi, kelime son-
larının bu üç hareke üzerinde yürümesidir. İkinci bir ihtimal de bu kelimeyle Sîbe-
veyh’in doğrudan akış ve hareketi kastetmiş olmasıdır11. Çünkü bu harekeler eklendik-
leri kelimelere uygun olarak sürekli bir akış ve değişim içerisinde bulunmaktadırlar.
Konuya farklı yaklaşan Lisânu’l-ʻArab müellifi, “مجاري” kelimesinin şiirde kâfiye
harfinin üç harekesine işaret ettiğinden yola çıkarak Sîbeveyh’in sükûnu bu kelimenin
zımnında zikretmesine şaşıranları gabavetle (akıl noksanlığıyla) suçlayan ifadelere yer
vermiş, burada Sîbeveyh’in kelime sonlarında cereyan eden tüm halleri kastettiğine dik-
kat çekmiştir12.
7 ed-Dânî, el-Muhkem, s. 7. ; Şevkî Dayf, el-Medârisü’n-Nahviyye, s. 33. 8 Çetin, “Arap” , DİA, İstanbul, III/280. 9 Misal olarak bkz: el-Halil b. Ahmed el-Ferâhidî, el-Cümel fi’n-nahv, nşr: Fahrüddin Kabâve, Müessese-
tü’r-Risâle, Beyrut, 1405/1985, s. 117, 172. 10 Sîbeveyh, Ebu Bişr Amr b. Osman, el-Kitâb, nşr: Abdusselâm Muhammed Hârûn, I-V, 3. baskı, Mektebe-
tü’l-Hâncî, Kâhire, 1408/1988, I/13. 11 es-Sîrâfî, Şerhu Kitâbı Sîbeveyh, nşr: Ahmed Hasan, Ali Seyyid Alî, I-V, Dâru’l-Kütübi’l-ʽilmiyye, Bey-
rut, 2008, s. 20. 12 Bkz: İbn Manzûr, Lisânü’l-ʻArab, Daru’l-Maârif, Kâhire, ts, «جرا».
146 Yapı ve Mana İlişkileri Açısından Arap Dilinde Üç Hareke
www.hikmetyurdu.com www.hikmetyurdu.net www.hikmetyurdu.org
Bir Arap dili filozofu olan İbn Cinnî (ö. 392/1002) ise damme ( ـ) , fetha( ــ ) ve kes-
ranın ( ــ)vâv (و), yâ (ي), ve elif (الف) harflerinin birer parçası olduklarını13 ve onlara hareke
denmesinin sebebinin de birleştikleri harfi, parçası oldukları harfe doğru hareket ettir-
meleri olduğunu ifade etmiştir. Nitekim eğer bu harekeler birleştikleri harfi tamamıyla
parçası oldukları harfe çevirselerdi onlara hareke değil harf denmesi gerekirdi14.
İbn Cinnî (ö. 392/1002) harekelerin bu harflerin parçası oldukları tezini şu argü-
manla desteklemektedir: “Sen bu harflerden birini uzatarak (med ile) okuduğunda çıkan
ses bu harekenin parçası olduğu harfin sesidir. Mesela ) عمر( kelimesinin ilk harfini uzat-
tığında ortaya bir elif (الف) harfi çıkacak ve kelime (عامر) haline dönüşecektir. Aynı şekil-
de (عنب) ve ) عمر( kelimelerinin ilk harflerini uzatarak okuduğunda ortaya yâ ( ي) ve vâv
harfleri yani bu harekelerin kendilerinden bir parça olduğu harfler çıkacak ve bu ) و (
kelimeler (عينب) ve (عومر) hâlini alacaklardır15.
Modern Arap dili filozoflarından İbrâhim Mustafa da fetha harekenin küçük elif,
damme harekenin küçük vâv ve kesra harekenin de küçük yâ olduğu konusunda nahiv-
cilerin birleştiklerini beyan ederek yukarıda işaret edilen görüşleri desteklemiştir16.
Bu bilgilere istinaden harekelerin aslında illetli üç harfin birer cüzü olduklarını,
birleştikleri harfi bu üç harfin sesine yaklaştıracak şekilde okuttuklarını ve “hareke” is-
mini almalarının altında yatan sebebin, birleştikleri harflere bir nevi hareket ve akış ka-
zandırmaları olduğunu söylemek mümkündür.
Peki, bu harekeler kelime sonlarında ne gibi fonksiyon icra ederler? Onların ke-
lime sonlarında üstlendikleri görev başka unsurlar tarafından da icra edilmekte midir,
yoksa harekeler bu noktada asli unsurlar olarak mı kabul edilmektedirler? Bu soruların
cevapları Arap dilindeki iʻrâb konusunu ilgilendirdiği için çalışmanın bu kısmında iʻrâb
ve hareke münasebetine değinilecektir.
İʻrâb ve Göstergeleri (Alametleri)
İʻrâb:17 “Amillerin değişmesiyle kelime sonlarında lafız itibariyle görünecek şe-
kilde ya da takdîrî olarak ortaya çıkan değişiklikler”18, “Kelime sonlarının19 âmillerin
13 İbn Cinnî, Sırru sınâati’l-îʽrâb, nşr: Hasan Hindâvi, 2. Baskı, I-II, Dârü'l-Kalem, Dımaşk,1413/1993, s. 18. 14 İbn Cinnî, Sırru sınâati’l-îʽrâb, s. 26-27. 15 İbn Cinnî, Sırru sınâati’l-îʽrâb, s. 18. 16 Mustafa İbrâhim, İhyâü’n-nahv, Lecnetü’t-te’lîf ve’t-terceme, Kâhire, 1937, s. 81. 17 Arap dilinde iʻrâb konusuyla ilgili geniş tafsilat için bkz: Yakup Civelek, Arap Dilinde İʻrâb Olgusu,
Araştırma Yayınları, Ankara, 2003.
Yrd. Doç. Dr. M. Faruk Çifçi 147
değişmesiyle lafzen veya takdîren değişmesi”20 şeklinde tarif edilen Arap diline özgü bir
olgudur21. Araplar bu olgu sayesinde lafızları aynı olan ifadelerin manalarını birbirinden
ayırabilmektedirler22.
ez-Zeccâcî, (ö. 337/948) nahiv âlimlerinin, isim ve fiillerin sonunda, manaya işaret
eden ve manayı beyan eden harekeleri gördüklerinde bu harekeleri “iʻrâb” olarak isim-
lendirdiklerini söylemiştir23.
Eğer Arap dilinde iʻrâb olmasaydı kelimeler arasında bağlantılar kurulamaz, do-
layısıyla hiç kimse bu dille meramını anlatamazdı. Örneğin cümle içinde kullanılan bir
kelimenin son harekesinin merfû ya da mansûb olduğu bilinmediği takdirde işi yapan
ile işten etkilenen unsurun hangisi olduğu tesbit edilemez ve bu, anlamın bulanıklaşma-
sına yol açardı24. Dilcilerin çoğu bu şekilde düşünmekle birlikte Kutrub (ö. 206/821) gibi
iʻrâbın Araplar tarafından sadece konuşmada akıcılığı sağlamak maksadıyla kelime son-
larında kullanıldığını, manaya bir etkisinin olmadığını söyleyenler de çıkmıştır25. Ancak
genel kabul cumhurun görüşüdür26.
Arap dilinde asli iʻrâb alameti olarak görülen üç harekeden başka ferî alametler
de bulunmaktadır. Bunlar vâv (و), yâ (ي), elif (ألف) ve nûn (ن) harfleri ve fiillere mahsus
18 el-ʽUkberî, Ebu’l-Bekâ, el-Lubâb fî ʽileli’l-binâ ve’l-iʻrâb, nşr. Gâzî Muhtâr, Dârü'l-Fikri'l-muâsır, Beyrut,
1416/1995, I/52; el-Cürcânî, es-Seyyid eş-Şerif, et-Taʻrîfât, nşr: Muhammed Abdurrahmân el-Merʻasli,
Dâru’n-Nefâis, Beyrut, s. 88. 19 İʻrâbın son harf üzerinde gerçekleşmesinin sebebi ilk harflerin zaten harekeli olmak zorunda olması, orta
harflerin ise kelimelerin üç, dört, beş, altı ve yedi harfli olması sebebiyle üzerinde iʻrâbın cereyan etmesi-
ne uygun olmamasıdır. (es-Suyûtî, el-Eşbâh ve’n-nezâir fi’n-nahv, nşr: Abdulʻâlî Sâlim, I-IX, Müessese-
tü’r-Risâle, Beyrut, I/196.) 20 el-Enbârî, Kemâlüddin Ebu’l-Berakât, Esrâru’n-Nahv, nşr: Berekât Yûsuf, Dâru’l-Erkam, Beyrut,
1420/1999, s. 45. 21 İʻrâbın Arap diline özgü bir olgu olduğu hususunda neredeyse dilcilerin icmâsı olduğunu söyleyebiliriz.
(Sâlih, Subhî, Dirâsât fî Fıkhi’l-luğa, Dâru’l-ʻİlim liʼl-melâyîn, Beyrut, 2009, s. 125). İbrâhim Enis Arap di-
linin mensub olduğu Sâmî dil ailesinin diğer unsurları olan İbrânice gibi dillerde iʻrâbın bulunduğuna
dair yapılan çalışmalardan bahsetmekte, araştırmacıların kadîm Sâmî dilinde mevcut olan iʻrâb olgusu-
nun zamanla kaybolduğu Arapça’nın ise bu özelliğini çöl hayatı sayesinde koruyabildiği neticesine ulaş-
tıklarını –her ne kadar bu görüşü çeşitli açılardan eleştirse de- ifade eder. Bkz: İbrâhim Enîs, Min esrâri’l-
luğa, 6. Baskı, Mektebetü Anglo, Kâhire, 1978, s. 212-215. 22 İbn Fâris, Ebu’l-Hasen Ahmed, es-Sâhibî fî fıkhi’l-luğa, nşr: Ahmed Hasan Besec, Dâru’l-Kütübi’l-
ilmiyye, Beyrut, 1418/1997, s. 43. 23 ez-Zeccâcî, Ebu’l-Kâsım, el-Îzâh fî ileli’n-nahv, nşr: Mâzin el-Mubârek, 3. baskı, Dâru’n-Nefâis, Beyrut,
1399/1979, s. 91. 24 İbn Cinnî, Ebu’l-Feth Osman, el-Hasâis, nşr: Muhammed Ali en-Neccâr, I-III, Dâru’l-Kütübi’l-Mısriyye,
Kâhire, 1957, I/35. 25 Çağdaş dilcilerden İbrâhîm Enis’in de buna benzer bir teoriyi savunduğu görülmektedir. bkz: İbrâhim
Enîs, Min esrâri’l-luğa, s. 220-237. 26 es-Suyûtî, el-Eşbâh, I/184, 185,186.
148 Yapı ve Mana İlişkileri Açısından Arap Dilinde Üç Hareke
www.hikmetyurdu.com www.hikmetyurdu.net www.hikmetyurdu.org
olan son harfin hazfi, sonda gelen ن (nûn) harfinin hazfi ve son harfin harekesinin haz-
fedilmesi şeklinde cereyan eden alametlerdir27. Ancak ilk üç harf bunlar içerisinde ayrı
bir yere sahiptir.
Bu üç harfin üç hareke yerine iʻrâb alameti olarak gelmesinin sebebi, sakin olma-
ları ve seslerinin uzaması yönüyle hafiflik açısından harekelere benziyor olmalarıdır.
Nitekim sözün bu harfler ya da bu harflerin birer parçası olan harekeler olmaksızın te-
laffuzu mümkün değildir. Hâl böyle olunca kelimeye bunların dışındaki harflerin ek-
lenmesinin o harflerin kelimenin aslından oldukları vehmini doğurması muhtemeldir.
Bu yüzden kelimenin aslından olduğu vehmini doğurmayan bu üç harf tercih edilmiş-
tir28.
Bu noktada iʻrâb alametleri olan harekelerin nasıl tabir edildiğine dair bir ayrın-
tıya değinmek uygun olacaktır. Şöyle ki: Sîbeveyh’ten (ö. 180/796) başlamak üzere Basra
dil ekolüne mensup dilciler, başına gelen bir etken sebebiyle son harekesi değişen
(muʻrab) kelimelerin iʻrâblarını gösterirken bunlar hakkında “merfû”, “mansûb”,
“mecrûr” ve “meczûm” tabirlerini, ancak son harekesi başına gelen âmilden etkilenme-
yen mebnî kelimeler hakkında doğrudan “damme”, “fetha”, “kesra” ve “sükûn” ifadele-
rini kullanmışlardır29.
es-Suyûtî’nin (ö. 911/1505) ifade ettiği gibi bunlar lafzî bir faklılıktan öte bir
önem taşımamakta, neticede “merfû” da denilse “damme” de denilse kastedilen mana
değişmemektedir30. Şu kadar var ki es-Sîrâfî (ö. 368/979) bu tür bir ayrımın çok büyük
fayda sağladığına dikkat çekmiştir. Çünkü son harekesi değişmeye müsait bir kelimenin
iʻrâbını yaparken “bu merfûdur” (ref kılınmıştır) demek bizi: “Bu, başına gelen bir etken
sebebiyle harekesi damme olmuş bir kelimedir. Fakat başına gelen etken değişebilir. O
takdirde bunun dammesi kalıcı değil geçicidir.” şeklinde uzun bir beyanattan kurtar-
maktadır31.
Buraya kadar verilen bilgiden anlaşıldığı üzere iʻrâb alametleri üç harekeden iba-
ret değildir. Ancak bu üç hareke dilciler tarafından asli alamet kabul edilmişlerdir. Bu
27 Bunlarla ilgili bkz: İmam Birgivi, Avâmil (Kafiye ve İzhar ile), Fazilet Neşriyat, İstanbul, ts, s. 207. 28 el-ʽUkberî, el-Lubâb, I/99. 29 Sîbeveyh, el-Kitâb, I/13. 30 es-Suyûtî, Celâlüddîn, Hemʻu’l-hevâmîʻ, nşr: Abdusselâm Muhammed Hârûn, Abdulʽâl Sâlim, I/VII,
Müessesetü’r-Risâle, Beyrut, 1413/1992, I/61 31 Sîrâfî, Şerhu Kitâbı Sîbeveyh, s. 22.
Yrd. Doç. Dr. M. Faruk Çifçi 149
noktada meseleye açıklık kazandırmak adına dilcilerin asli alamet hakkındaki görüşleri-
ne değinmekte fayda vardır.
İʻrâbda Harekenin Asliliği Meselesi
Dilciler arasında harflerin de asli iʻrâb alametleri olup olmadığı noktasında cere-
yan eden bir tartışma söz konusudur. Nitekim Sîbeveyh’in (ö. 180/796) harflerin de iʻrâb
alameti olduğuna dair ifadeleri bulunmaktadır32.
Bu meyanda fikir beyan eden ez-Zeccâcî (ö. 337/948) damme, fetha ve kesradan
oluşan üç işaretin iʻrâbın üç temel alameti olduğunu söylemiştir33. Sîbeveyh (ö. 180/796)
ve arkadaşlarının harflerin de iʻrâb alameti olduğu şeklindeki görüşlerine ise her ilimde
istisnaların bulanabileceğini, Arapçada da muzârî fiillerin tesniye ve cemîleri gibi iʻrâbı
harflerle ve bunların hazfiyle gösterilen hallerin bulunmasının genel kuralı bozmayan
istisnai haller olduğunu söyleyerek karşılık vermiştir34.
Onu, iʻrâbın temel alametinin hareke olduğuna götüren mantık kurgusu “Eğer
iʻrâb alameti harf ise bu, isim ve muzârî fiillerde görüldüğü üzere son harf olacaktır. Bu
son harfler de hareke aldıklarında iki iʻrâb alameti üst üste gelecektir ki bu imkânsızdır.
Dolayısıyla iʻrâb alameti harf değil harekedir”35 şeklindedir. Bu görüşünde mensubu
olduğu Basra dil ekolünün de etkisi olduğu görülmektedir. Zira Kûfe dil ekolüne göre
hareke gibi harf de bir iʻrâb alametidir36.
Nahiv ilminin illetleriyle ilgilenen bir diğer dilci olan Ebu’l-Bekâ el-ʻUkberî (ö.
616/1219) de iʻrâb alametinin kesinlikle harf olamayacağını söylemiştir. Çünkü kelime-
nin i’râbı ârızî (geçici) bir haldir. Harf ise kelimenin bir parçası konumundadır. Kelime-
nin lâzımı yani bir parçası durumunda olan bir unsurun aynı anda ikinci bir görevi üst-
lenmesi söz konusu olamaz. Şu kadar var ki üç hareke ve sükûn ârızî oldukları ve keli-
menin aslından olmadıkları için iʻrâb alameti olmaya elverişlidirler. Ancak el-ʻUkberî
harekenin iʻrâb alameti olmaya elverişli olmadığı muzârî fiilin ikil ve çoğul hali gibi du-
rumlarda harfin bu işlevi üstlenebileceğini söyler37. Bu konuda İmam es-Suyûtî (ö.
911/1505) hareke ile iʻrâbın harfle iʻrâba asıl teşkil ettiğini, hareke ile iʻrâbın mümkün
32 Bkz: Sîbeveyh, el-Kitâb, I/13,14. 33 ez-Zeccâcî, el-Îzâh fî ʽileli’n-nahv, s.71. 34 ez-Zeccâcî, el-Îzâh fî ʽileli’n-nahv, s.72. 35 ez-Zeccâcî, el-Îzâh fî ʽileli’n-nahv, s.72. 36 es-Suyûtî, el-Eşbâh, I/189. 37 el-ʽUkberî, el-Lübâb, I/ 54-55.
150 Yapı ve Mana İlişkileri Açısından Arap Dilinde Üç Hareke
www.hikmetyurdu.com www.hikmetyurdu.net www.hikmetyurdu.org
olmadığı bazı hâllerde harfin hareke yerine geçebildiğini söyleyerek asıl olanın hareke
olduğu görüşünü desteklemiştir38.
Çağdaş dil felsefecilerinden biri olan Süleymân el-ʻÂnî de Arap dilinde kesra fet-
ha ve damme olmak üzere üç kısa hareke bulunduğunu ve bunların yâü’l-med, vâvü’l-
med ve elifü’l-med olmak üzere harfler içerisinde uzun versiyonlarının bulunduğunu
ifade ederek harekeleri harflere öncelemiştir39.
İʻrâbın asli unsurları meselesinde yine çağdaş bir dilci olan Abbas Hasan’ın ko-
nuyu özetleyen ifadelerine yer verilerek bu bölüm tamamlanacaktır40:
İʻrâbın dört çeşidi vardır: Ref, nasb, cer ve cezm. Bu dört çeşidin dört asli alameti
vardır ve bunlara niyabeten gelen alametler vardır. Asli olan dört alamet damme, fetha,
kesra ve sükûndur. Bu dört asli alamete niyabeten ferî alametlerin geldiği yedi yer şu
şekildedir:
1. Altı İsim: Bu altı isimde damme yerine vâv, fetha yerine elif ve kesra yerine yâ
harfi gelir41.
2. Müsennâ: Bunlarda ref halinde damme yerine elif, nasb ve cer halinde fetha
yerine yâ harfi gelir42.
3. Cem-i Müzekker Sâlim: Bunlarda ref halinde damme yerine vâv, nasb ve cer
halinde fetha ve kesra yerine yâ harfi gelir43.
4. Cem-i Müennes Sâlim: Bunlarda nasb halinde fetha yerine kesra gelir44.
5. Gayrimunsarif İsim: Bunlarda cer halinde kesra yerine fetha gelir45.
6. Beş Sîga (Efâl-i Hamse): Bunlarda ref halinde damme yerine nûn harfi gelir;
nasb ve cezm durumunda fetha ve sükûn yerine nûn harfinin hazfi gerçekleşir46.
38 es-Suyûtî, Hemʻu’l-hevâmîʻ, I/66. 39 el-ʻÂnî, Süleyman, et-Teşkîlü’s-savtî, Arapça’ʽ çev. ve nşr: Yâsir el-Mellâh, Muhammed Mahmûd Ğâlî,
en-Nâdi’l-edebî es-sekâfî, Cidde, 1403/1983, s. 38. 40 Bkz: Abbas Hasan, en-Nahvu'l-vâfî, 3. baskı, I-IV, Dâru'l-Meʻârif, Mısır, 1974, I/104,105. 41 Burada kastedilen altı illetli isim olup bunlar حم, أب, أخ, هن, فو, ذو isimleridir. Bunlarla ilgili geniş bilgi için
bkz: İmam Birgivî, Avâmil (İzhâr ve Kâfiye ile aynı cilt içerisinde), Fazilet Neşriyat, İstanbul, ts, s. 202. ...örneklerinde olduğu gibi طالبان, طالبين 42 ...örneklerinde olduğu gibi طالبون, طالبين 43 ....örneğinde olduğu gibi طالبات 44 مررت بأحمد 4546 Bu beş sîga: تفعلين\تفعلون\تفعالن\يفعلون\يفعالن sîgalarıdır.
Yrd. Doç. Dr. M. Faruk Çifçi 151
7. Sonu İlletli Muzârî Fiil: Bunlarda cezm halinde sükûn yerine illet harfinin
düşmesi söz konusudur47.
Harekelerin Yapısal Özellikleri
Asıl konumuz olan hareke iʻrâb münasebetine geçmeden evvel harekelerin yapı-
sından kısaca bahsetmek yerinde olacaktır. Çünkü harekelerin yapısal özellikleri, sertlik
ve yumuşaklıkları, telaffuzda sağladığı kolaylık ve zorluklar onların Arap dilinde kulla-
nıldıkları yer ve üstlendikleri göreve tesir eden temel unsurlar olarak karşımıza çıkmak-
tadır.
Öncelikle bu harekelerin bir parçası konumunda bulundukları üç harfin mahreç
bölgelerini incelemekte fayda vardır. Çünkü daha önce ifade edildiği gibi bunlara hare-
ke denmesinin sebebi harflerin seslerini parçası bulundukları harflere yakınlaştırmala-
rıydı. Dolayısıyla bu harflerin mahreçleri ile bu üç harekenin irtibatı konumuz açısından
kayda değer görülmektedir.
Bilindiği gibi mahreçler beş ana bölgeye (küllî mahreç bölgelerine) ayrılmıştır.
Bunlar cevf, boğaz, dil, dudak ve hayşum (geniz) bölgeleridir48. Bu ana mahreç bölgeleri
de kendi içerisinde bölgelere ayrılırlar. Bu alt bölgelerin sayısında ihtilaf bulunmaktadır.
Ancak nahivcilerin çoğunluğuna göre bunların sayısı on altıdır. Nahivciler med harfle-
rinin çıktığı cevf bölgesini, bu harflerin harekeli vâv, yâ ve elif harfleriyle aynı mahreç-
ten çıktıklarını söyleyerek sayıya dâhil etmemişlerdir49.
Bu tertibe göre damme harekenin aslı olan vâv harfinin çıkış yeri dudak bölgesi
içerisindeki on altıncı mahreçtir. Vâv harfi iki dudağın arasının biraz aralık kalması ve
iki yanlarının ileri uzatılarak bir miktar yumulması ile çıkartılır.
Kesra harekenin aslı olan yâ harfinin çıkış yeri ağız bölgesindeki yedinci mahreç-
tir. Yani dilin ortası ile üst damağın ortasıdır.
Fetha harekenin çıkış yeri ise ihtilaflı olmakla beraber Sîbeveyh’e (ö. 180/796) gö-
re hemzenin mahreciyle aynıdır. Yani aksa’l-halk denilen boğazın ağza en uzak kısmı,
boğazın bittiği yerdir50.
...örneğinde olduğu gibi لم يرم 4748 Karaçam, İsmâil, Kur’ân-ı Kerîm’in Fazîletleri ve Okuma Kaideleri, 19. baskı, İFAV, İstanbul, 2011, s.
190; Kurt, M. Ali, Kur’ân-ı Kerîm’i Okuma Kaideleri Tecvid, Lazer Ofset, Ankara, 2006, s. 24. 49 Karaçam, İsmâil, Kur’ân-ı Kerîm’in Fazîletleri ve Okuma Kaideleri, s. 191. 50 Mahreç bölgeleri hakkında daha detaylı bilgi için İsmail Karaçam ve Mehmet Ali Kurt’un kitaplarına
bakılabilir.
152 Yapı ve Mana İlişkileri Açısından Arap Dilinde Üç Hareke
www.hikmetyurdu.com www.hikmetyurdu.net www.hikmetyurdu.org
Mahreç bölgeleriyle alakalı bu bilgilerden sonra, harflerin yapısal özellikleri hak-
kında nahivcilerin aşağıda gelecek olan değerlendirmeleri daha iyi anlaşılacaktır kanaa-
tindeyiz.
Üç hareke içerisinde telaffuzu en zor olan şüphesiz ki dammedir. Onun telaffuzu
esnasında dudaklar ileriye uzatılmakta, genişlemekte ve yuvarlanmaktadır. Çünkü daha
önce beyan edildiği üzere damme vâv harfinin bir cüzüdür. Mesela ( قل , صم , صوموا ) gibi
kelimelerin telaffuzunda yaşanılan sıkıntı açıkça görülmektedir51.
Damme, diğer iki harekeye göre daha üstündür. Çünkü o, Arap dilinde cümlenin
temel öğesi kabul edilen “umdeler”in harekesidir, diğer iki hareke ise ikincil öğeler olan
“fudlalar”ın harekesidir52.
el-Halîl b. Ahmed (ö. 175/791) harekelerin ilkinin damme olduğunu söylemiştir.
Çünkü çıkış yeri itibariye en önde olan mahreç vâv harfine, dolayısıyla da damme hare-
keye aittir53.
Yine el-Halîl b. Ahmed’e bir adam gelip harekeler arasında bir fark göremediğini
söyler. Bunun üzerine ona der ki: “Yaptığı işleri ayırt edebilen insan ne kadar da az! Me-
sela sana en kolay gelen iş duymaktır. Çünkü sen duymak için bir organını zorlamazsın.
Ses kendiliğinden sana gelir. Ama dammeyi telaffuz ederken gırtlağından ses çıkarmaya
çalışıp aynı zamanda iki dudağını hareket ettirmek için kendini zorlarsın. Lakin fetha
harekeyi çıkartırken sadece sesle beraber ağzının içini hareket ettirmeye çalışırsın. Dola-
yısıyla iki organı hareket ettirerek yaptığın iş tek organı kullanarak yaptığın işten daha
zordur”54.
Damme harekenin mahrecinin diğer iki harekeye göre dar olması onun sesinin
daha güçlü olmasını sağlamıştır55. Bu güç dolayısıyla damme hareke iʻrâbda daha ağır
unsurları karşılar hale gelmiştir.
Kesra, dammeden sonra ikinci derecede bir zorluğa sahiptir56. Fethadan daha zor
ama dammeden daha kolay bir harekedir. Zorluğu telaffuzu esnasında dudakların ve
51 İbrâhim Mustafa, İhyâü’n-nahv, s. 79. 52 es-Sabbân, Muhammed b. Alî, Hâşiyetü’s-Sabbân ʻalâ şerhi’l-Eşmûnî ʻalâ Elfiyeti İbn Mâlik, nşr: Tâhâ
Abdurraûf Saîd, I/IV, Mektebetü’t-Tevfîkiyye, Kâhire, ts, I/125. 53 es-Suyûtî, el-Eşbâh, II/45. 54 es-Suyûtî, el-Eşbâh, II/43. 55 İbn Yaʽîş, Muvaffaküddîn Yaîş b. Alî, Şerhu’l-Mufassal, I-X, İdâretü’t-Tibâʻati’l-münîriyye, Mısır, ts., I/75. 56 es-Suyûtî, el-Eşbâh, II/43.
Yrd. Doç. Dr. M. Faruk Çifçi 153
ağızdan çıkan havanın kırılmasından kaynaklanır. Aynı zamanda kesradan beklenen yâ
sesine ulaşmak için dili kıvırmak gerekmektedir57.
Kesra harekenin bir diğer özelliği de mahreç itibariyle diğer iki harekenin orta-
sında bulunmasıdır. Çünkü damme dudaklardan fetha ise boğazın en gerisinden çık-
maktadır. Buna mukabil kesranın mahreci dilin ortasıdır58. Onun bu orta pozisyonu fiil
ile isim ya da isim ile isim arasında gerçekleşen izafetlerde kullanılmasını sağlamıştır.
Harekelerin en kolay telaffuz edileni şüphesiz fethadır. Bu nedenle Arapların en
çok bu harekeyi kullandıkları görülmektedir. Çünkü fethanın telaffuzunda yapılması
gereken tek şey havanın ağızdan çıkışına mânî olmayıp nefesi salıvermektir. Ancak
onun bu hafifliği sesinin zayıf olmasının da sebebidir. Çünkü harfin ya da harekenin
mahrece dayanması zayıfladıkça ondan çıkan ses de zayıf olacaktır59.
Diğer yandan sanılanın aksine fetha, sükûndan daha kolay bir harekedir. Çünkü
sükûn nefesin hapsedilmesini gerektirir. Bu da özellikle kalkale harflerinde insanı aşırı
derecede zorlamaktadır60.
Fethanın başka bir özelliği parçası bulunduğu elif harfinin med harfi olma husu-
sundaki asaletinin ona diğer iki harekenin aslı olma hususiyetini vermiş olmasıdır61. Elif
harfi vâv ve yâ harflerine nisbetle sesin uzaması noktasında diğerlerinden daha avantajlı
olduğu için bu özelliği onu diğerlerinden daha önde olan bir med harfi haline getirir. Bu
da bazı noktalarda fetha harekenin tercih edilme sebebi olmuştur.
Öte yandan fetha harekenin aslı olan “elif” harfi mahreç itibariyle diğer iki hare-
keden daha geridedir. Bu da bazı hallerde onun diğer iki harekeye sebkat etmesine, yani
onların önüne geçmesine sebep olacaktır.
Buraya kadar verilen bilgilerden anlaşıldığı üzere Arap dilinde çok önemli bir rol
oynayan iʻrab konusu harekelerle doğrudan ilişkilidir. Hatta ez-Zeccâcî’nin (ö. 337/948)
tabiriyle “îrâb harekedir”62. Öte yandan iʻrâb, “kelimelerle manaları açıklamak”63 ise
harekelerin ve harekelerin yapısal özelliklerinin bu manalarla bir şekilde irtibatının bu-
57 İbrâhim Mustafa, İhyâü’n-nahv, s. 80. 58 el-Verrâk, Ebu’l-Hasen Muhammed b. Abdullah, ʻİlelü’n-nahv, nşr: Mahmud Câsim Muhammed ed-
Dervîş, Mektebetü’r-Rüşd, Riyâd, 1420/1999, s. 206. 59 İbn Yaʽîş, Şerhu’l-Mufassal, I/75. 60 İbrâhim Mustafa, İhyâü’n-nahv, s. 83. 61 İbn Cinnî, el-Hasâis, 3/127; el-ʻUkberî, el-Lübâb, I/ 100. 62 ez-Zeccâcî, el-Îzâh, s. 93. 63 İbn Cinnî, el-Hasâis, I/35.
154 Yapı ve Mana İlişkileri Açısından Arap Dilinde Üç Hareke
www.hikmetyurdu.com www.hikmetyurdu.net www.hikmetyurdu.org
lunuyor olması ihtimali akla çok uzak gelmemelidir. Çalışmanın bundan sonraki aşama-
sında bu irtibat üzerinde durulacaktır.
Hareke Yapılarının İʻrâb ve Binâda Yansımaları
Arap dilinde genel kabul iʻrâbın isimlerde binânın ise fiillerde asıl oluşudur.
Muzârî fiilin muʽrab oluşu da onun bazı cihetlerden isme benzerliği ile izah edilir64. Ha-
rekelerin manaya etki edecek şekilde kullanıldıkları yerler kelime sonları olduğu için
onların yapısal özelliklerinin yansımaları daha çok muʻrab kelimelerde görülmektedir.
Harekelerin yapısal özelliklerinin yansımaları derken kastedilen, çalışmanın bi-
rinci bölümünde ele alınan, harekelerin zayıflık ya da güçlülükleri, mahreç bölgelerinin
önde ya da geride oluşu, seslerinin zayıf ya da güçlü olması gibi özelliklerinin cümle
içerisinde kullanıldıkları yere olan tesirleridir. Daha açık bir tabirle ifade edilecek olursa
bir unsur cümle içerisinde eğer güçlü ise bu gücüne istinaden harekelerden güçlü olanı-
nı almakta, güçlü olan hareke de aynı şekilde bu gücüne istinaden cümlede güçlü bir
öğeye hareket vermektedir.
Burada üzerinde durulan konu fâilin neden merfû, mefʻûlün neden mansûb ol-
duğu meselesi değildir. Asıl dikkatlerin çekilmek istendiği nokta bu unsurların ref ya da
nasb hallerine işaret ederken Arapların neden başka işaretler kullanmak yerine bu üç
harekeyi tercih ettikleri, bu tercihte harekelerin hangi özelliklerinin etkili olduğudur.
Ayrıca maksat, mebnî olmalarına rağmen bazı kelimelerin neden damme ve fetha du-
rurken kesra üzerine mebnî kılındığının, bazılarında ise binâ için dammenin tercih
edilmiş olduğunun cevaplarına ulaşmaktır.
Hiç şüphe yok ki Araplar, kullanımları dillerine yerleştirirken aynı cinsten olan,
ya da aralarında farklı açılardan benzerlik bulunan şeyleri birbirine kıyas etmişlerdir.
Bundan sonraki kısımda görüleceği üzere cümle içerisinde bazı özelliklere sahip olan
unsurlara bu özellikleri taşıyan harekeyi vermiş olmalarının altında yatan temel faktör
de Arapların bu kıyas anlayışlarıdır65.
1. Dammenin ( ـ) Kullanıldığı Yerler ve Nedenleri:
Damme, daha önce de ifade edildiği gibi vâv harfinin bir cüzü olup mahreç böl-
gesi en dar, dudakların öne uzatılması sebebiyle de telaffuzu esnasında en fazla gücün
64 Bkz: el-Müberred, Ebu’l-ʽAbbâs Muhammed b. Yezîd, el-Muktedab, nşr: Muhammed Abdulhâlık Uday-
ma, I-IV, Kâhire, 1410/1994, II/1; el-Enbârî, Esrârü’l-ʽArabiyye, s. 48. 65 İbn Cinnî, el-Hasâis, I/111.
Yrd. Doç. Dr. M. Faruk Çifçi 155
sarf edildiği harekedir. Mahreç yerinin darlığı sebebiyle bu harekenin telaffuzu esnasın-
da çıkan ses daha kuvvetli olmaktadır. Öte yandan telaffuzundaki zorluk sebebiyle
iʽrâbda en az kullanılan ve cümlenin umdesi kabul edilen yani herhangi bir lafzî âmil
bulunmaksızın hazfi mümkün olmayan temel unsurların harekesi olma özelliğine sahip
olmuştur. Dammenin kullanıldığı öğeler ve bunlarda dammenin kullanılma sebepleri
şöyledir:
a. Fâil: Fâil fiilin kendisine isnâd edildiği öğedir. Damme harekenin bu öğeye ve-
rilmesinin birkaç sebebi vardır. Bunlardan ilki dili vazedenin bir tasarrufu olup fâili
mefʻûlden ayırmaktır. Eğer ikisine de aynı hareke verilmiş olsaydı ifadede karışıklık
ortaya çıkardı.
İkinci sebep fâilin kuvvetli oluşudur. Fâilin kuvveti, fiilin fâilsiz düşünülememe-
sinden mütevellittir. Ortada bir fiil varsa fâil olmak zorundadır. İşte bu gücü sebebiyle
harekelerin en güçlüsü olan damme fâile verilmiştir. Dammenin aslının vâv olması ve
vâvın mahrecinin dar olması onun sesinin daha güçlü çıkmasını sağlamaktadır. Çünkü
bir harfin mahreci daraldıkça sesi güçlenir, genişledikçe zayıflar. İşte bu güç ilişkisi se-
bebiyle fâil dammeyi alabilmiştir.
Diğer bir sebep ise bir fiilin sadece bir fâili olurken birçok mefʻûle sahip olabildi-
ği gerçeğidir. Nitekim bir fiil, iki hatta üç mefʽûle müteaddî olabilir. Öte yandan el-
mefʻûlu leh, el-mefʻûlu meʻah, zaman ve mekân zarfları da düşünüldüğünde fâil
mefʽûllere göre azınlıkta kalmaktadır. Dolayısıyla az olana ağır olan hareke yani damme
verilmiştir.
Böyle bir münasebet kurarak aslında iki hedefe ulaşmak istemişlerdir. Birincisi az
olana, sakil yani ağır olanı vererek dillerinde ağır olan ifadeleri azaltmışlardır. Örneğin
mefʻûle damme harekeyi vermiş olsalardı sayısı çok olan bu mefʻûller sebebiyle telaffu-
zu ağır olan damme harekeyi sıkça kullanmak zorunda kalacaklardı.
Bu münasebetin ikinci hedefi ise ağır olanı ağır olana, hafif olanı da hafif olana
vererek âdeta eşit bir görev dağılımı sağlamaktır. Meselâ bir adama taşıması için biri beş
kiloluk, diğeri de on kiloluk iki taş verilmiş olsun. Bu adama denir ki “İstersen on sefer
hafif olanı, istersen beş sefer ağır olanı kaldır!” Bu durumda ağır olan iş az, hafif olan iş
156 Yapı ve Mana İlişkileri Açısından Arap Dilinde Üç Hareke
www.hikmetyurdu.com www.hikmetyurdu.net www.hikmetyurdu.org
ise çok yaptırılarak bu işler arasında bir adalet sağlanmıştır. Cümlede daha az varit olan
fâile, ağır olan bu harekenin verilmesinin hikmeti budur66.
b. Mübtedâ-Haber: Mübtedâ, isim cümlesinde haberin kendisine isnat edildiği
öğedir. Cümlenin bu öğesine damme harekenin verilmesinin sebeplerinden biri mübte-
dânın başta gelmesi sebebiyle cümle içerisinde en kuvvetli pozisyonda bulunmasıdır. Bu
kuvvetli öğeye en kuvvetli hareke olması sebebiyle damme verilmiştir. Diğer bir sebep
mübtedânın cümlede ilk sırada gelmesiyle dammenin mahreç itibariyle en önde bulun-
ması arasındaki evveliyet münasebetidir67.
Damme ve mübtedâ arasında bir diğer bağlantı da ‘fâil’ üzerinden kurulmuştur.
Şöyle ki fiil cümlesinde fâil, fiilin kendisine isnat edildiği yani kendisinden haber verilen
öğedir. İsim cümlesinde de mübtedâ kendisinden haber verilen öğedir. Fâilin harekesi
damme olduğundan aradaki benzerlik dikkate alınarak mübtedâya da damme hareke
verilmiştir68.
Haberin damme harekeyi alması da yine fâil ile haber arasında kurulan bir ben-
zerliğe dayanmaktadır. Nasıl ki cümle içinde bir fiil, fâile ihtiyaç duyuyorsa mübtedâ da
haber olmadan anlamsız kalmaktadır. Bu durumda haberin mübtedâ ile olan ilişkisi
fâilin fiille olan ilişkisine benzemektedir. Fâilin harekesi yukarıda bahsedilen sebeplerle
damme olmuştu. O halde aralarındaki benzerlik sebebiyle haber de damme harekeyi
almıştır69.
c. Nâibü’l-fâil: Bir cümlede fiil varsa kesinlikle o fiilin bir fâili olmalıdır. Her-
hangi bir sebepten bu fâil hazfedilirse niyabeten cümledeki mefʽûl onun yerine geçer ve
onun harekesini alır. Dolayısıyla nâibü’l-fâilin damme harekeyi alma sebebi onun fâil
konumunda bulunmasıdır70.
Modern dil felsefecilerinden İbrâhim Mustafa ise damme harekenin kendisine bir
şey isnat edilen tüm unsurlara verildiğine, dolayısıyla bu noktada mübtedânın da, fâilin
de, onun nâibinin de bu harekeyi alma sebebinin isnat olduğuna dikkat çekmiştir71.
66 İbn Yaʻîş, Şerhu’l-Mufassal, I/75. Yukarıdaki örneklemede geçen "رطل" kelimesi bir ağırlık birimi olup
bunun gram olarak karşılığı beldelere göre değişiklik göstermektedir. Bu ayrıntıların meseleye bir katkısı
olmayacağı düşünüldüğü için kelime, tarafımızdan “kilo” olarak tercüme edilerek doğrudan örneğin an-
laşılması hedeflenmiştir. 67 el-Verrâk, ʻİlelü’n-nahv, s. 263. 68 el-Enbârî, Esrâru’n-nahv, s. 73. 69 el-Verrâk, ʻİlelü’n-nahv, s. 264. 70 el-Enbârî, Esrâru’n-nahv, s. 85. 71 İbrâhim Mustafa, İhyâü’n-nahv, s. 53.
Yrd. Doç. Dr. M. Faruk Çifçi 157
Konumuzla doğrudan bağlantısı olmasa da meçhul fiilin ilk harfine damme ve-
rilmesinin hazfedilen fâil ile ilişkilendirildiğini söylemek istiyoruz72. Çünkü damme, fâil
olmanın alametlerindendir. Dolayısıyla hazfedilen dammeye bu şekilde fiil üzerinde
işaret edilmiş olmaktadır73.
d. Kâne’nin (كان) İsmi ve İnne’nin ( إن) Haberi: Kâne ve kardeşleri olarak bilinen
nâkıs fiillerin isimlerinin damme harekeyi alma sebebi, bu nâkıs fiillerin amel etme nok-
tasında tam fiillere benzetilmesi ve buna istinaden merfû olan ismin o fiilin fâili gibi dü-
şünülmesidir74.
Kâne ve kardeşleri, bir fiilin hem zamana hem de hadese yani bir olaya işaret et-
me özelliğinden yoksun oldukları için nâkıs fiiller adı altında incelenmişlerdir. Ancak bu
fiiller sadece zamana delalet ederlerken bir mübtedâ ve haberin başına geldiklerinde
ikinci isim olan haber sayesinde bir hadese yani olaya da işaret etmiş olmaktadırlar. Bu
şekilde hem zamana hem de hadese işaret eder hale geldiklerinde bir fiilin özelliklerine
sahip olmaktadırlar. İşte bu noktada fiilin amelinde olduğu gibi birinci isim onlar için
bir fâil, ikinci isim de bir mefʻûl konumuna gelmektedir. Dolayısıyla bunların isimleri
fâile benzetilerek en güçlü hareke olan dammeyi almaktadırlar75.
Aynı durum amel yönünden “Leyse )ليس( ye benzeyen harfler”76 olarak bilinen
.harflerinin isimleri için de geçerlidir (إن ) ve (الت),(ال),(ما)
İnne ve kardeşleri olarak bilinen harflerin bir diğer ismi “fiile benzeyen harf-
ler”dir. Bu harflerin fiile benzetilme sebeplerinin başında mâzî fiiller gibi fetha üzere
mebnî olmaları, mâzî fiiller gibi üç harfli olmaları ve fiiller gibi isimlerin önüne dâhil
olmaları gelmektedir. Bu benzerliklere anlam noktasındaki benzerliği de ekleyebiliriz.
Çünkü söz gelimi ) ”harfinin cümleye katkısı “gerçekten inandım, kanaat getirdim )إن
şeklinde bir fiilin cümleye katacağı anlamla aynıdır77.
Bu harflerin haberlerine damme verilmesinin sebebi de onların fiil gibi amel et-
meleri, buna binaen haberlerinin fâil gibi değerlendirilmesidir. Ancak burada dikkati
72 Bkz: el-Enbârî, Esrâru’n-nahv, s. 87. 73 Bkz: Esrâru’n-nahv, s. 87. 74 es-Suyûtî, Hemʻu’l-hevâmîʻ, II/74. 75 Bununla ilgili geniş bilgi için bkz: İbn Yaʻîş, Şerhu’l-Mufassal, VII/89-90. 76 el-Ğalâyînî, Mustafa, Câmiʻu’d-dürûsi’l-ʻArabiyye, I-III, Dâru’l-Kütübi’l-ʻilmiyye, Beyrût, 1426/2005,
II/209. 77 Bu harfler ve cümleye kattıkları anlamlarla ilgili bkz: İmam Birgivî, İzhâru’l-Esrâr, haz: Nevzat Yanık,
Sâdi Çöğenli, Erzurum, 1998, s. 23-24.
158 Yapı ve Mana İlişkileri Açısından Arap Dilinde Üç Hareke
www.hikmetyurdu.com www.hikmetyurdu.net www.hikmetyurdu.org
çeken nokta bu harflerin “kâne ve kardeşleri”nin aksine isimlerini değil haberlerini ref
etmeleridir. Bunun sebebi, bu harflerin lafız ve mana itibariyle fiillere benzemesi sebe-
biyle isimlerinin merfû olarak okunmasının karışıklığa yol açması ihtimalinin ortadan
kaldırılması şeklinde ifade edilmektedir. Çünkü isimleri merfû okunursa bu harflerin fiil
gibi algılanması söz konusu olabilecektir. İkinci bir izah ise bu harflerin fiile benzerlikle-
rinin onları asıl değil fer (yan unsur) durumuna getirmiş olmasıdır. Asıl olan fiil olup,
bu harfler fiillerin feri haline gelince mefʽûlün fâile tekaddümü şeklinde cereyan eden
durum bu harfler için söz konusu olmuştur. Çünkü cümlede asıl olan fâilin mefʽûlünden
önce gelmesidir. Hâl böyle olunca fer konumunda olan harflerin ameli yine ferî bir du-
rum olan mefʽûlün fâiline tekaddümü şeklinde cereyan etmiştir78.
e. Müzekker Sâlim Cemîler: Bu cemîlerde iʻrâb hareke ile değil med harfleri ile
yapılmaktadır. Çünkü cem-i müzekker sâlimler müfred kelimenin feridirler. Asıl olan
müfrettir. Zaten cemîler birçok müfredi tek tek saymak yerine bunları îcaz ve ihtisar
yoluyla tek bir kelime kullanarak ifade etmeye yaramaktadırlar79.
Bu cemîler aslın feri pozisyonunda oldukları için iʻrâblarında da harekenin feri
konumunda olan harfler kullanılmıştır. Eğer bu med harfleri yerine başka harfler kulla-
nılmış olsaydı kullanılan bu harfler kelimenin aslından oldukları izlenimini verebilirler-
di ve bu da karışıklığa neden olurdu. O yüzden harekelerin birer parçası konumunda
olan bu harfler tercih edilmiştir80.
Müzekker sâlim cemilerde vâv harfinin irâb alameti olarak kullanılmasının altın-
da yatan sebep bu harfin en güçlü hareke olan dammeyi temsil ediyor olmasıdır. Dam-
me güçlü bir hareke olması sebebiyle daha önce de ifade edildiği gibi sadece cümlenin
temel öğeleri konumunda olan az sayıdaki öğeye verilmiştir. Cemîler de tesniyelere göre
sayı itibariyle daha azdır. Çünkü cem-i müzekker sâlim sîgası bilindiği gibi gayriâkıl
varlıklar için kullanılmaz. Ayrıca her müfred kelimenin cemîsi bu sîga ile gelmez. Ama
tesniye sîgası böyle değildir. “İki adam” (رجالن) derken de “iki ev” (بيتان) derken de bu
sîga kullanıldığı gibi tüm müfred kelimelerin tesniyesi getirilebilir. Hâl böyle olunca
cem-i müzekker sâlim sîgası Arap dilinde tesniye sîgasından daha az kullanılır olmuş-
tur. İşte bu yüzden az kullanılan harekeyi temsil eden harfi az kullanılan sîgaya uygun
görmüşlerdir81.
78 Bkz: el-Enbârî, Esrâru’n-nahv, s. 123; İbn Yaʻîş, Şerhu’l-Mufassal, I/102. 79 İbn Yaʽîş, Şerhu’l-Mufassal, V/2. Yani جاء زيد و زيد و زيد demektense جاء الزيدون şeklinde ihtisar yapılmıştır. 80 el-ʽUkberî, el-Lübâb, I/99. 81 el-Enbârî, Esrâru’n-nahv, s. 62; İbn Yaʻîş, Şerhu’l-Mufassal, V/3.
Yrd. Doç. Dr. M. Faruk Çifçi 159
Burada ref halinde olmasına rağmen tesniyelerde neden vâv harfi yerine (الزيدان)
şeklinde iʽrâbın elif harfiyle gösterildiği hususuna da değinilmesi yerinde olacaktır. Bu-
nunla ilgili farklı kaynaklarda farklı bilgiler olmakla birlikte bunların en açık ve anlaşılır
bir şekilde el-ʻUkberî (ö. 616/1219) tarafından ifade edildiği görülmektedir. el-ʻUkberî
bunu dört vecihle açıklamaktadır:
- Vâv cemîlere, yâ ise onu gerektiren manaya (kesraya) mahsus kılındığı için
‘elif’e tesniyeden başka bir şey kalmamıştır.
- Elif diğer iki harfe göre daha hafiftir. Tesniye de cemîye göre daha fazla kulla-
nılmaktadır. Bu yüzden çok kullanılanda hafif olan harf tercih edilmiştir. Tesniyenin
cemiden daha çok kullanılma sebebi hemen yukarıda izah edilmişti.
- Elif, mahreç itibariye boğazdan çıktığı için diğer iki harfin önündedir. Tesniye
de (birden fazla olanı, yani ikiyi göstermesi açısından) cem hususunda öncü kabul edilir.
Dolayısıyla önde olana önde olan uygun görülmüştür.
- Elif (قاما) örneğinde olduğu gibi fiillerde ikinin zamîri olmuştur. İsimlerde de bu
aynı şekilde gerçekleşmiştir82.
f. Muzârî Fiil: Bilindiği gibi fiillerde asıl olan mebnilik, isimlerde ise
muʽrablıktır. Eğer bir fiilde iʽrâb söz konusu ise burada isimle bu fiil arasında benzerlik
var demektir.
Muzârî fiil bu anlamda iki yönden isme benzer. Birincisi onun cümlede ismin ye-
rinde geliyor olmasıdır. Mesela زيد يقوم() cümlesinde fiil aynen (زيد قائم) cümlesindeki (قائم)
gibi kullanılmıştır. Ref halindeki bu benzerlik aynen
( كان زيد يقوم ) ve (كان زيد قائما - مررت برجل قائم -مررت برجل يقوم )
cümlelerinde olduğu gibi nasb ve cer hallerinde de görülmektedir83.
İkinci benzerlik ise muzârî fiilin cümle içinde geliş halleriyle ilgilidir. Bunların il-
ki ve konuyla bağlantılı olanı, isme başka hiçbir unsura ihtiyaç duymadan benzediği
halidir. Mesela (زيد يقوم) örneğinde fiil, ismin damme harekeyi aldığı (زيد قائم) cümlesindeki
gibi kullanılmıştır. Burada muzâri fiil 1. İsme benzer bir halde, 2. İsmin umde konu-
munda ve en güçlü şekliyle geldiği konuma benzer halde tek başına bulunduğu için
harekelerin en güçlüsü olan dammeyi almıştır. Daha açık bir ifadeyle söyleyecek olursak
82 el-ʽUkberî, el-Lübâb, I/100. Bu konuyla ilgili farklı vecihler için bkz: ez-Zeccâcî, el-İzâh, s. 123. 83 Bu benzerlik hakkında geniş bilgi için bkz: el-Müberred, el-Muktedab, II/1-2.
160 Yapı ve Mana İlişkileri Açısından Arap Dilinde Üç Hareke
www.hikmetyurdu.com www.hikmetyurdu.net www.hikmetyurdu.org
muzâri fiilin burada damme harekeyi alması onun ismin damme harekeyi aldığı ko-
numda ve başına nasb halinde olduğu üzere (أن,لن) gibi bir destek almadan gelmesinden
kaynaklanmıştır84.
Muzârî fiilin mansûb olarak geldiği diğer hâl “fetha harekenin kullanıldığı yer-
ler” başlığı altında ileride gelecektir.
g. Mütekellim Sîgasında Gelen Muttasıl “Tâ”(ت) Zamîri:
Fâil tâ”sı olarak bilinen ve merfû muttasıl zamîrlerden biri olan bu“ )تاء الفاعل(
harfin neden mütekellim için damme ile geldiğine dair Ebu’l-ʽAlâ el-Maʻarrî’nin (ö.
449/1057-1058) iki yorumu bulunmaktadır. Bunlardan birincisi şöyledir: İnsan çoğunluk-
la kendisinden bahseder. Bu yüzden en güçlü hareke, konuşanın kendisine işaret eden
zamîre verilmiştir85.
el-Mâʻarrî’nin kaynak vermeden getirdiği bu yorum kanaatimizce mefhûm açı-
sından kapalı olduğu gibi genel kıyasa da aykırı görünmektedir. İlk olarak kişinin ken-
disinden çok bahsetmesi neden en güçlü harekenin bu zamîre verilme sebebi olmuştur?
sorusunun cevabı bu izahtan çıkartılamamaktadır. Müellif bu sözüyle insanın en iyi
kendi yaptığı şeyleri bilebileceği ve onlardan bahsederken gerçek bir bilgi üzerine konu-
şacağını kastetmiş olabilir. Bu durumda kişinin doğruluğu açısından en kuvvetli ifadele-
rine en kuvvetli harekenin eşlik etmesi makul bir izah olarak kabul edilebilir.
Diğer yandan bir öğenin çokça kullanılıyor olması müellifin beyan ettiğinin tam
tersine onun hafif olan harekeyi almasına neden olmalıdır. Nitekim bu, fâil ve mübtedâ
örneklerinde müşahede edilmiştir. Çünkü çok kullanılan bir öğeye dile en zor gelen ha-
rekenin verilmesi konuşmayı kolaylaştırmak yerine zorlaştıracaktır. Bu açıdan bakıldı-
ğında el-Maʻarrî’nin bu yorumunun tutarlı olmadığı görülecektir. Burada çok kullanıl-
maktan kastımız cümle içinde gelme imkânının çokluğu şeklinde anlaşılmalıdır. Nite-
kim bir cümlede fâil, mübtedâ ve haber gibi öğeler bir tane olabilirken mefʻûller çeşit
itibariyle ve kullanım itibariyle daha fazladırlar.
el-Maʻarrî’nin ikinci yorumu ise kanaatimizce daha tutarlıdır. Bu yorum şu şe-
kildedir: Damme dudaklardan çıkması yönüyle diğer harekelere göre evveldir. Kişinin
kendisinden haber vermesi, kendi yaptığı işlerden bahsetmesi de diğer varlıklardan
84 el-Verrâk, ʻİlelü’n-nahv, s. 187-188. 85 el-Maarrî, Ebu’l-ʽAlâ, el-Fusûl ve’l-ğâye, nşr: Muhammed Hasan Zenâtî, Matbaatu Hicâzî, Kâhire,
1356/1938, I/73.
Yrd. Doç. Dr. M. Faruk Çifçi 161
bahsetmesinden daha evveldir. İşte bu münasebetle evvel olan hareke evvel olandan
bahseden zamîre verilmiştir86.
Bu zamîre damme hareke verilmesine dair bir başka izah ise “mütekellim
tâ”sının “muhâtab tâ”sına nisbetle daha çok bilinmesi (mârifelikte ondan daha önde
olması) yani daha özel olmasıdır. Bu hususiyet sebebiyle ona en güçlü hareke verilmiş-
tir87.
Bu zamîrin, mütekellim (konuşan), muhâtabdan rütbe olarak daha üstün olduğu
ve üstünlüğünün en şerefli hareke ile gösterilmesi açısından dammelendiği de söylen-
miştir88.
İbn Yaʻîş (ö. 643/1245) ise bu zamîrleri fâil ile mefʽûle benzetmiş ve mütekellimin
fâile benzerliği sebebiyle dammeyi, muhâtabın ise mefʽûle benzerliği sebebiyle fethayı
aldığını ifade etmiştir89.
ğ. ( نحن) Zamîri: Hem tesniye hem de cemî için kullanılan bu mütekellim zamîri-
nin son harfi olan “nûn” iki sakinin bir araya gelmemesi için harekelenmiştir. Bu hareke-
lemenin dammeyle oluşu hakkında üç yorum bulunmaktadır90:
1. Bu sîga cemî içindir. Vâv harfi de (قاموا) ve (زيدون) örneklerinde olduğu gibi ce-
me delalet eder. Damme de vâv cinsinden olduğu için bu zamîre verilmiştir.
2. Cemî, müfretten daha güçlüdür. Bu yüzden en güçlü hareke olan damme ile
harekelenmiştir.
3. Bu zamîr merfû makamındadır. Dolayısıyla merfûların harekesi olan dammeyi
almıştır.
Kanaatimizce bu yorumlardan ikincisi problemlidir. Çünkü müfred cemîye göre
asıldır. Asıl da ferden her zaman güçlüdür. Nitekim sâlim cemîlerin iʻrâbında asıl olan
hareke yerine fer olan harfin kullanılması cemîlerin müfrede göre fer olmalarına bağ-
lanmıştır.
86 el-Maʻarrî, el-Fusûl ve’l-ğâye, I/73. 87 el-Cevcerî, Muhammed b. Abdulmunʻim, Şerhu Şüzûru’z-zeheb, nşr: Nevvâf b. Cezâ el-Hârisî, I-II, Me-
dine, 1424/2004, I/272. 88 Bkz: es-Sabbân, Hâşiyetü’s-Sabbân, I/188. 89 İbn Yaʽîş, Şerhu’l-Mufassal, III/86. 90 el-ʽUkberî, el-Lübâb, I/476.
162 Yapı ve Mana İlişkileri Açısından Arap Dilinde Üç Hareke
www.hikmetyurdu.com www.hikmetyurdu.net www.hikmetyurdu.org
h. Lafız ve Mana Olarak İzâfetten Kesilen Mübhem Zarflar ve Yön İsimleri:
Bunlar ( قبل) ve ( بعد) gibi bir isme muzâf olarak kullanılan, ancak izâfetten kesildikleri za-
man da muzâf oldukları kelimelerin ne olduğu tahmin edilebilen zarflardır. Bu zarflar
( قبلكجئت ) örneğindeki gibi muzâf oldukları kelime ile izâfet halinde tek bir kelime haline
gelmişken bu kelimenin hazfedilmesiyle kelimenin bir parçası konumuna düşerler ve bu
durumda kural gereği mebnî bir kelime hâline gelirler. Çünkü kelimenin bir parçası
muʻrab olmayı haketmez.
İşte bu şekilde mebnî hâle gelen bu zarfların damme hareke üzerine mebnî kı-
lınmalarının sebebi muzâfun ileyhlerinin hazfedilmesinden mütevellid bu zarflarda or-
taya çıkan zayıflığın en güçlü hareke ile takviye edilmesidir91. ( قط) ve ( عوض) kelimeleri-
nin damme üzere mebnî olmalarının sebebi de aynıdır92.
ı. ) منذ(: Bu kelimenin damme üzere mebnî kılınmasına getirilen izahlardan biri
şöyledir: Bunun aslı )من إذ( idi. Hemze hazfedilince iki sakin yan yana geldi. Bu yüzden
) harfinin harekelenmesi gerekti. Bu kelime )الذال( ى اآلنما رأيته منذ يومين, أي: من أول هذا الوقت إل )
örneğinde görüldüğü gibi iki cer harfinin, yani (من) ve (إلى) nın yerini tuttuğu için güç-
lenmiş ve bu yüzden ona bu ağırlığı kaldırabilecek olan en güçlü hareke verilmiştir. An-
cak es-Suyûtî, bu kelimenin damme üzere mebnî oluşunun da ( قبل) ve ( بعد) gibi zarflara
hamledilmesinin daha uygun olduğunu söylemiştir93.
i. Müfred ve Mârife Olan Münâdâ: Burada kastedilen muzâf ya da terkip olma-
yan ve nida eden tarafından bilinen isimlerdir. ( يا زيد و يا رجل) örneklerinde olduğu gibi…
Bunlara damme harekenin verilmesi şu şekilde izah edilmiştir: Bu kelimeler as-
lında muʻrab kelimelerdir ve bunların mebnî olması münâdâ olarak gelmeleri ve bu hal-
leriyle zamîri andırmalarından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla münâdâ olmazdan önce
bu kelimeler iʻrâb alametlerini almaktaydılar. İşte onların bu yönüne dikkat çekilmek ve
onların asıl durumlarında muʻrab olmaları nedeniyle cümle içerisinde bulundukları
güçlü konumlarına işaret edilmek için onlara damme hareke verilmiştir94.
2. Kesranın ( ــ)Kullanıldığı Yerler ve Nedenleri:
a. Muzâfun İleyh ve Cer Harfi ile Mecrûr Olan Kelimeler: Daha önce de ifade
edildiği gibi kesra yâ harfinin bir cüzü olup telaffuzdaki zorluk açısından dammeden
91 el-Cevcerî, Şerhu Şüzûru’z-zeheb, I/259. 92 İbn Yaʽîş, Şerhu’l-Mufassal, IV/108. 93 es-Suyûtî, Hemʽu’l-hevâmiʽ, III/221. 94 el-Cevcerî, Şerhu Şüzûru’z-zeheb, I/266.
Yrd. Doç. Dr. M. Faruk Çifçi 163
sonra ikinci harekedir. Mahreç itibariyle ise dilin ortasından çıktığı için dudaktan çıkan
damme ile boğazdan çıkan fetha arasında kalmaktadır. Yani orta harekedir denilebilir.
Kesra, muʽrab kelimelerde hangi şekilde geliyor olursa olsun bunun sebebi orada
bir izâfetin bulunuyor olmasıdır. İzâfet bazen ( مطر السماء) şeklinde vasıtasız olarak ya da
örneğinde olduğu gibi bir vasıtayla gerçekleşir. Bu açıdan bakıldığında (مطر من السماء )
kesra için izâfetin harekesidir denebilir95.
İsimler arasında gerçekleşen izâfetlerde muzâfun ileyhin neden kesra harekeyi
aldığına dair ihtilaf bulunmaktadır. Bir görüşe göre bunun sebebi muzâf olan isimdir.
Diğer bir görüşe göre ise muzâf ile muzâfun ileyh arasında hazfedilmiş bir cer harfi bu-
lunmakta, dolayısıyla burada muzâf hazfedilen cer harfine niyabeten gelmiş olmakta-
dır96.
Kesra harekenin ya da bu harekeden bedel olarak gelen yâ (ي) harfinin iʽrâb ala-
meti olarak kullanılmasına sebep olan unsurlar cer harfleridir. Bu harfler kendilerinden
önce gelen fiillerin ya da fiil manasındaki kelimelerin manalarını kendilerinden sonra
gelen isimlere izafe ettikleri için izâfet harfleri adını almışlardır. Bunlara cer harfi den-
mesinin sebebi ise bu harflerin mecrûr yapması ve bunun gereği olarak kesra harekenin
telaffuzunda âdeta bir şeyin yere doğru çekilmesi gibi dilin aşağı çekilmesidir97.
Bazı fiiller zayıflıkları nedeniyle mefʽûllerini vasıtasız alamazlar. Bu nedenle ma-
nalarını mefʽûl olarak gelecek olan kelimeye aktarabilmek için harf-i cere ihtiyaç duyar-
lar. İşte bu noktada mefʽûlünü doğrudan alabilen fiilin gücüyle, mefʽûlünü vasıta ile
alan fiilin zayıflığını birbirinden ayırt etmek için bunlara farklı harekeler verilmesi ge-
rekmiştir. Bu sebeple mefʽûlünü doğrudan alabilen fiillerin mefʽûllerine fetha hareke
verilmişken harf-i cer vasıtasıyla alanlar hususunda cere meyletmişlerdir. Çünkü kesra
‘yâ’ harfinden, fetha da ‘elif’ harfinden geldiği için bunların mahreçleri birbirine daha
yakın bulunmuştur. Ayrıca fâil damme harekeyi tabiri yerindeyse tekeline aldığı için
geriye sadece cer, yani kesra kalmıştır98.
Cer harfinden sonra gelen kelimenin kesra harekeyi almasının bir diğer sebebi de
şöyledir: İsimlerde iʽrâb ya ref, ya nasb ya da cer olur. Bunlardan damme, mübtedâ ve
95 İbrâhim Mustafa, İhyâü’n-nahv, s. 73-74. 96 el-Enbârî, Esrâru’n-nahv, s. 206,; es-Suyûtî, Hemʽu’l-hevâmiʽ, IV/266. 97 el-ʽUkberî, el-Lübâb, I/352. 98 İbn Yaʽîş, Şerhu’l-Mufassal, VIII/8-9.
164 Yapı ve Mana İlişkileri Açısından Arap Dilinde Üç Hareke
www.hikmetyurdu.com www.hikmetyurdu.net www.hikmetyurdu.org
fâile verilmişti. Nasb da mefʽûllere verilince bu harflerin ameline verilebilecek bir tek
kesra kalmıştır.
Bundan daha tutarlı olan başka bir illet ise, cerin fiil ile isim arasında amel etme-
sine isnat edilmiştir. Şöyle ki cer, ref ile nasb arasında bulunmaktadır99. Dolayısıyla or-
tada olan ortada olana uygun görülmüştür100.
b. Munfasıl Muhâtaba Zamîri ( أنت) : Bu zamîrin aslı mütekellim zamîri olan )أن)
dir. )أنا) nin sonundaki elif ise nûn harfinin harekesini göstermek adına buraya getiril-
miştir. Bu zamîre, muhâtaba işaret olmak üzere bir harf yani (ت) getirilmiştir. Aslında
sakin olarak gelen bu harf, öncesinde gelen nûn harfinin de sükunla gelmesi sebebiyle
iki sakinin yan yana gelmesi kuralına binaen harekelenmiştir. Bu hareke de atıf vâvında
ve benzeri diğer harflerde olduğu gibi hafifliği sebebiyle fetha olmuştur. Müzekkere
hitab eden bu zamîrle müennese hitab edecek olanı birbirinden ayırmak için de müen-
nesin zamîri kesra ile harekelenmiştir. Burada farkı göstermek için kesra harekenin ter-
cih edilmesi iki sebebe bağlanmıştır.
- Kesranın dammeden daha hafif olması, kesranın ( تفعلين) de olduğu gibi te’nis
alameti olarak gelen yâ harfine benziyor olmasıdır101.
c. Feʻâli ( فعال) Vezni: Bu vezinde gelen ve fiil manasını içeren )نزال, تراك( gibi isim
fiiller emir manasını içerdikleri ve dolayısıyla “lâmü’l-emr” denilen harfe benzedikleri
için mebnî kılınmışlardır. Mebnilikte asıl olan sükûn olmakla beraber bu isimlerin kesra
hareke üzerine mebnî olmalarıyla alakalı iki görüş bulunmaktadır.
1. Bu isimlerin sîgaları müennes sîgasıdır. Mesela )نزال( kelimesi )منازلة(den gel-
mektedir. Bu yüzden ( قمت, ضربك) örneklerinde görüldüğü gibi müenneslik alameti olan
kesra bu “isim fiil”e uygun görülmüştür.
2. Bu “isim fiil”in kesra üzerine damme olmasının sebebi iki sakinin yan yana
gelmesi sebebiyle ikinci harfin (kaide gereği) kesra almasıdır102.
99 Zannımızca burada kastedilen ortada olma iki şekilde izah edilebilir. 1. Cer alemeti olan kesranın yâ har-
finin bir cüzü olması nedeniyle mahreç olarak damme ve fethanın arasında kalması 2. Teleffuzdaki zor-
luk açısından dammeden daha hafif ama fethadan daha ağır olması. 100 el-Enbârî, Esrâru’n-nahv, s. 189; el-ʻUkberî, el-Lübâb, I/352. 101 el-ʽUkberî, el-Lübâb, I/476. 102 Burada İbn Yaʻîş açıkça ifade etmese de maksadının “Sâkin harf harekelendiği zaman kesra ile harekele-
nir” kaidesi olduğu anlaşılmaktadır. Bu iki vecihle alakalı bkz: İbn Yaʽîş, Şerhu’l-Mufassal, IV/49-50.
Yrd. Doç. Dr. M. Faruk Çifçi 165
d. Muhâtaba Sîgasında Gelen Muttasıl ) ت( Zamîri: Müennes muhâtaba sîgasın-
da gelen bu zamîrin merfû muttasıl zamîri olarak neden ( ت) şeklinde geldiği daha önce
aktarılmıştı. İşte damme harekeyle gelen bu zamîrden muhâtab sîgasında gelecek olan
zamîri tefrik etmek için müzekker muhâtab sîgasında ( ت) şeklinde fetha hareke kulla-
nılmış, müennes muhâtaba sîgasına da ( ت) şeklinde kesra hareke verilmiştir. Çünkü kes-
ra müennese daha uygundur103. Bir diğer görüş ise damme ve fetha mütekellim ve
muhâtab zamîrlerine verildiği için muhâtaba zamîrine sadece kesranın kalmış olması-
dır104.
3. Fethanın ( ــ )Kullanıldığı Yerler ve Nedenleri:
Şüphesiz ki fetha üç hareke arasında en hafif olanıdır. Onun hafif olmasının en
önemli nedeni telaffuzu esnasında en az gücün sarf ediliyor olmasıdır. Çünkü med harf-
lerinde mahrecinin genişliği ve sesinin uzunluğu sebebiyle asıl olan ‘elif’tir105. Fetha ha-
reke de elif harfinin bir cüzüdür. İşte bu hafifliği sebebiyle fetha, Arap dilinde muʻrab
kelimelerde olduğu gibi mebnî olan kelimeler ve harflerde de en çok kullanılan hareke
olmuştur. Çünkü dilde asıl olan tahfîftir, telaffuzun kolay olmasıdır. Hatta bu hafifliği
sebebiyle fetha harekenin bir iʻrâb alameti değil Arapların dillerine kolay geldiği için
sıkça kullandıkları bir harekeden ibaret olduğunu söyleyenler de mevcuttur106.
a. Mefʽûller: Mefʻûller mansûb olma hususunda asıl teşkil ederler. Diğer
mansûblar, merfûlukta tüm merfûların fâile hamledildikleri gibi, mefʻûle hamledilir-
ler107. Çünkü fâille karışma ihtimali en yüksek olan öğeler mefʻûllerdir. Nitekim fâile
damme verilmesinin temel nedeni onu mefʻûlden ayırt edebilmektir.
Bu iki öğenin ayırt edilmesi noktasında neden mefʻûl için fethanın tercih edildi-
ğine dair el-Enbârî dört vecih zikretmiştir. Bu vecihler şöyledir:
1. Bir fiilin bir fâili olabilirken birçok mefʽûlu bulunmaktadır. Çünkü fiillerden
bir, iki hatta üç mefʽûle müteaddî olanlar bulunduğu gibi fiil, mastar (el-mefʻûlü’l-
mutlak), zaman ve mekân zarfı ve hâl gibi birçok unsur üzerinde amel etmektedir. Bu
103 el-Maʻarrî, el-Fusûl ve’l-ğâye, I/73. 104 es-Sabbân, Haşiyetü’s-Sabbân, I/188. 105 İbn Cinnî, el-Hasâis, III/127; Ukberî, el-Lübâb, I/ 100. 106 Bu iddianın sahibi çağdaş Arap dili felsefecisi İbrâhim Mustafa’dır. Ona göre fetha, hafifliği sebebiyle
Arapların kelimeleri birbirine vaslederken kullandıkları bir hareke olup bu gün konuşulan ammîcede
kullanılan sükûna benzemektedir. İbrâhim Mustafa bu iddiasını kuvvetlendirmek amacıyla İhyâü’n-nahv
adlı eserinin büyük bir kısmını bu konuya ayırmıştır. 107 el-Cevcerî, Şerhu Şüzûru’z-zeheb, II/405.
166 Yapı ve Mana İlişkileri Açısından Arap Dilinde Üç Hareke
www.hikmetyurdu.com www.hikmetyurdu.net www.hikmetyurdu.org
yüzden mefʻûlün sayısı fazladır. Durum böyle olunca çok kullanılana hafif olan hareke-
yi vermişlerdir.
2. Fâil cümlenin umdesi olması sebebiyle güçlü, mefʻûl ise fudla kabilinden ol-
duğu için zayıftır. Dolayısıyla zayıf olan fetha mefʻûle verilmiştir.
3. Fâil cümlede mefʽûle göre evveldir. Ref de nasba göre evveldir. Dolayısıyla
cümlede sonra gelene sonra gelen hareke olan fetha verilmiştir.
4. Mefʽûle nasbın uygun görülmesi onu fâilden ayırmak içindir. Bu maksat hâsıl
olmuştur. Bunun aksine, yani fâile nasb, mefʽûle ref verilmesine dair sorulacak bir soru
gereksiz bir kısır döngüyü beraberinde getirecektir. Bu yüzden bu soru gereksizdir108.
Görüldüğü üzere mefʽûllere neden fethanın uygun görüldüğü meselesi
mefʻûllerden çok fâilin konumuyla ve fiilin ameli ile ilişkilendirilmektedir. Netice itiba-
riyle telaffuzunun kolaylığı ve mahrece itimadının zayıflığı sebebiyle fetha, fâile göre
cümlede üstlendiği rol açısından zayıf ve kullanımı çok olan mefʽûllere verilmiştir de-
nebilir.
b. İnne’nin ) Haberi: Damme harekenin kullanıldığı )كان( İsmi ve Kâne’nin )إن
yerler ile alakalı kısımda da değinildiği gibi ( إن) ve benzerlerinin amel etmelerinin en
başta gelen sebebi fiile benzemeleriydi. Bu benzerlik sebebiyle bu harflerin isimleri, fiilin
mefʻûlü üzerindeki ameline benzetilerek fetha kılınmış, normal şartlarda fiillerin
mefʻûlleri fâillerinden sonra gelmesine rağmen bu harflerin fiil mi harf mi oldukları hu-
susunda bir iltibas, bir karışıklık olmaması için isimleri önce getirilmiştir109. Yani bu
harflerin isimlerinin fetha ile harekenlenme sebebi mefʻûllerinki ile aynıdır.
ve kardeşlerinin haberlerinin fetha harekeyi alma sebebi de yine mefʻûle )كان(
benzetilmeleri olup aynı durum amel yönünden “)ليس( ye benzeyen harfler” olarak bili-
nen (ما),(ال),(الت) ve ( إن) harflerinin haberleri için de geçerlidir.
c. Mâzî Fiiller: Basra dil okulunun mensupları tarafından benimsenen görüş fiil-
lerin mebnî olmalarıdır. Bu anlamda mâzî fiiller de mebnidirler. Ancak mebnilikte asıl
olan sükûn olmasına rağmen mâzî fiiller fetha üzerine mebnî kılınmışlardır. Bu da mâzî
fiilin cümle içerisinde haber, sıfat, sıla ve hâl gibi pozisyonlarda yer alması sebebiyle
isme benzemesinden kaynaklanmaktadır. Bu illet muzârî fiilin damme harekeyi almasıy-
la alakalı bölümde de geçmişti.
108 el-Enbârî, Esrâru’n-nahv, s. 78. 109 el-Enbârî, Esrâru’n-nahv, s. 189.
Yrd. Doç. Dr. M. Faruk Çifçi 167
İşte bu benzerlik mâzî fiillerin hareke üzerine mebnî kılınmasını gerektirmiştir.
Ancak bilindiği gibi fiiller isimlere nisbetle daha ağır unsurlardır. Çünkü isimler söylen-
dikleri anda zihinde soru işareti bırakmaksızın bir şeye delalet ederler. Yine isimler fiile
ihtiyaç duymadan iki ismin bir araya gelmesiyle anlamlı cümleler oluşturabilirler. An-
cak fiiller böyle değildir. Hep bir fâil isterler. Onun dışında bazen bir, bazen iki ya da üç
mefʻûle, zarflara, mastarlara ve hâle delalet ederler110. Yani bunlar olmadan manaları
tam olmaz. Dolayısıyla fiiller ağır unsurlardır. Fiillerin bu ağırlığı mâzî fiillerin mebnîli-
ğine tesir etmiş, yukarıda bahsettiğimiz ağırlıklarını dengelemek maksadıyla en hafif
hareke olan fethayı almalarına sebep olmuştur111.
d. Muzârî Fiilin Nasb Hâlî: Muzârî fiilin cümlede isme benzer şekilde yer alması
sebebiyle muʻrab olduğuna damme hareke ile ilgili bölümde değinilmişti. Muzârî fiilin
bu benzerlikte, fetha harekeyi alması ( أريد أن تذهب) örneğinde olduğu gibi başka bir keli-
me ile ismin yerini tutmasındandır. Çünkü bu ibarenin manası (أريد ذهابك) şeklindedir.
Daha önce ifade edildiği gibi muzârî fiil tek başına ismin yerini tuttuğunda en güçlü
hareke olan dammeyi alıyordu. Buradaki misalde ise fiil başka bir kelime yardımı ile
muzârî fiilin yerini tuttuğu için rütbe itibariyle aşağı düşmüş, bu yüzden damme hare-
keye göre daha aşağı rütbede bulunan fetha harekeyi almıştır112.
e. Tek Harfli Kelimeler: Tek harften oluşan bütün kelimeler mebnidir. Ancak bu
mebnî kelimelerin okunabilmeleri için hareke ile takviye edilmeleri gerekmiştir. Bu ha-
rekeler de hafifliği sağlamak için fetha olarak takdir edilmiştir. Eğer fetha olması gere-
ken bu harfler (غالمي) kelimesindeki (ي) harfi gibi sakin kılınıyor ise bunun maksadı da
yine hafifliği sağlamaktır113.
f. Terkip Halindeki Sayılar: Bunlar 11’den (أحد عشر) 19’a (تسعة عشر) kadar olan sa-
yılardır. Aslında bu sayıları birbirine bağlayan )أحد و عشر( örneğinde görüldüğü gibi atıf
harfidir. “On” ve “on”un altında kalan sayılar birbirine yakınlıkları sebebiyle müfred
hale dönüştürülmek üzere birbirine bağlanmak istenmiş ve atıf harfi atılmıştır. İşte atı-
lan bu atıf harfini mana olarak zımnında bulundurduğu için her iki sayı da mebnî kı-
lınmıştır. Ancak binâda asıl olan sükûn olmasına rağmen bu sayıların daha önce muʻrab
110 ez-Zeccâcî, el-Îzâh, s. 100-101. 111 İbn ʽAkîl, Bahâüddin Abdullah, Şerhu İbn ʻAkîl ( Muhammed Muhyiddin Abdulhamid’in Minhatü’l-
Celîl bitahkîki Şerhi İbnʻ Akîl adlı eseriyle beraber), 2. baskı, el-Mektebetü’l-Asriyye, Beyrut, ts., s. 40,
dipnot 1. 112 el-Verrâk, ʻİlelü’n-nahv, s. 188. 113 es-Suyûtî, el-Eşbâh, III/50.
168 Yapı ve Mana İlişkileri Açısından Arap Dilinde Üç Hareke
www.hikmetyurdu.com www.hikmetyurdu.net www.hikmetyurdu.org
oldukları dikkate alınarak bunların mebnîliği fetha üzerine olmuştur. Bunun sebebi de
yine bu harekenin diğerlerine göre hafif olmasıdır.
Burada da harekenin Arap dilinde düşen harfin yerine kullanıldığını görmüş
oluyoruz114.
g. ( هو) ve ( هي) Zamîrleri: Bilindiği gibi zamîrler ismin yerini tutmak için getiril-
miştir. Bundan beklenen fayda kelamda ihtisarı sağlamak ve (زيد فعل زيد جاز) gibi cümle-
lerde birinci fâilin ikinci fâille aynı mı, yoksa ondan başka bir fâil mi olduğuna dair or-
taya çıkacak karmaşıklığı ortadan kaldırmaktır.
İki harfli olan bu iki zamîr, zâhir ismin yerini aldıkları ve zâhir isimde en az üç
harfli olduğu için ismi karşılamada güçsüz kalmışlardır. İşte bu zayıflığı takviye etmek
maksadıyla bu zamîrlere hareke getirilmiş ve hafifliği sebebiyle bu hareke fetha olarak
takdir edilmiştir115.
Burada dikkati çeken unsur harekelerin ayrıca bir takviye unsuru olarak değer-
lendirilmiş olmasıdır.
h. )كيف( : Bu kelime istifham hemzesi olan (أ) harfinin manasını içinde barındırdı-
ğı için harfe benzerliği sebebiyle mebnî kılınmıştır. Çünkü )كيف أنت( sorusunun aslı ( أ
şeklindedir. Bu yüzden mebnî kılınmış ancak mebnilikte asıl olan sükûn (صحيح أنت أم سقيم
olmasına rağmen sondaki iki sakin harfin yan yana gelmesi dile ağır geleceğinden son
harfin harekelenmesi gerekmiştir. Bir önceki harf “yâ” olduğu, son harfin de kesra ile
harekelenmesi kolaylık değil zorluk getireceği için kaide dışına çıkılarak son harfe telaf-
fuzdaki kolaylık açısından fetha verilmiştir116.
Sonuç
Bu çalışmada Arap dilinde harekelerin gerek muʻrab ve gerekse mebnî kelimele-
re verilirken hangi özelliklerinin dikkate alındığı üzerinde durulmuştur. Ulaşılan netice-
ler itibariyle harekelerin kelimelerin okunmasını sağlamaktan öte çok daha derin bağ-
lantılar içinde bulunduğunu söylemek mümkündür. Buna göre Arap dilinde harekelerin
üstlendikleri görevler şöyledir:
114 el-Enbârî, Esrâru’l-ʻArabiyye, s. 168. 115 İbn Yaʽîş, Şerhu’l-Mufassal, III/97. 116 İbn Yaʽîş, Şerhu’l-Mufassal, IV/109.
Yrd. Doç. Dr. M. Faruk Çifçi 169
- Bir öğeyi diğerinden ayırmak (Tefrik): Bu kullanımın en bariz örneği mefʻûlü
fâilden ayırmak için ona fetha harekenin verilmesidir.
- Cümlenin öğeleri arasında denge sağlamak (Muvazene): Bu kullanıma da yine
fâil ve mefʻûl örnek gösterilebilir. Çünkü bir fiilin tek fâili olurken birçok
mefʻûlü olmaktadır. Dolayısıyla az kullanılana kuvvetli hareke, çok kullanıla-
na hafif hareke verilerek öğeler arasında bir denge sağlanmaya çalışılmıştır.
- Hazfedilen öğeye işaret etmek: Mechûl fiilde hazfedilen fâile işaret etmek
maksadıyla ilk harfin damme yapılması bunun en açık örneğidir.
- Ağır kelimeyi hafifletmek (Tahfif): Mâzî fiiller hem zaman hem de olaya işaret
ettikleri için isme göre ağır unsurlardır. Onlara, bu ağırlığı hafifletmek için en
hafif hareke olan fetha verilmiştir.
- Zayıf olan zamîri güçlendirmek (Takviye): Zamîrler zahir isimlerin yerini tu-
tarlar. Zahir isimler en az üç harf oldukları için bunların yerine getirilen iki
harfli zamîrler zayıf kalmaktadırlar. Zayıflığı takviye maksadıyla bu zamîrle-
rin son harfleri harekelenmiştir.
- Hazf sebebiyle zayıflayan muzâfı takviye etmek: ( قبل) ve ( بعد) gibi izâfetten ke-
silen zarflar kelimenin yarısı şeklinde kaldıkları için zayıflamışlar ve bu zayıf-
lık en güçlü hareke olan damme ile takviye edilmiştir.
- İki sâkinin bir araya gelmesine mani olmak: Bu illet belki de harekeye en çok
başvurma nedenlerinden biridir.
Harekelerin bu görevleri üstlenmesinde etkili olan şey onların yapısal özellikle-
ridir. Bu özellikleri şöyle sıralayabiliriz:
- Dammenin mahrecinin dar olması sebebiyle sesinin güçlü olması, çıkış yeri
itibariyle önde bulunması ve telaffuzunun zor olması: Dammenin bu özellik-
leri onun cümlenin en ağır öğelerine verilmesine ve hazifler sebebiyle zayıf-
layan kelimeleri takviye için kullanılmasına sebep olmuştur.
- Kesra, mahreç yeri itibariyle iki hareke arasında bulunmaktadır. Onun bu
vasat pozisyonu fiil ile isim arasında manayı intikal için getirilen cer harfle-
rinin pozisyonuna benzetilerek cer harflerinin ameline kesra hareke eşlik
etmiştir.
170 Yapı ve Mana İlişkileri Açısından Arap Dilinde Üç Hareke
www.hikmetyurdu.com www.hikmetyurdu.net www.hikmetyurdu.org
- Fetha, telaffuzu en kolay olan hareke olduğu için Arap dilinde en çok kulla-
nılan hareke olmuştur. Özellikle mefʻûl ve ona mülhak olan öğelerde fetha-
nın kullanılması dilde büyük bir rahatlık sağlamıştır. Ayrıca mebnî kelime-
lerde de yine en çok kullanılan hareke hafifliği sebebiyle fetha olmuştur.
Onun bu hafifliği zaman zaman ağır kelimeleri hafifletmek için kullanılma-
sının da nedenidir.
Görüldüğü üzere Arap dilinde kelimenin cümle içerisinde aldığı konumdan dev-
şirdiği güç, ya da mebnî bir kelimenin mebnî olmadan önceki durumundan kaynakla-
nan güç ya da zayıflık bir şekilde lafza yansıtılmıştır. Ve bu yansıtma, harekeler vasıta-
sıyla gerçekleştirilmiştir. Fâil güç gösterisini damme ile yapmış, mâzî fiil, manasındaki
ağırlıktan kurtulmak için fetha harekeden yardım almış, izâfetten kesilen zarflar güçsüz-
lüklerini damme hareke ile takviye etmişlerdir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Burada dilcilerin tespit ettikleri bu illetlerin (مناسبات تذكر بعد الوقوع) yani sonradan
kurulan bağlantılar kabilinden düşünülerek değersiz bulunması pekâlâ mümkündür.
Ancak her ne kadar bunlar sonradan tespit edilmiş olsalar bile aralarındaki tutarlılık
onların çok da yabana atılacak cinsten değerlendirmeler olmadığını ihsas ettirmektedir.
Bizim de zaman zaman eleştirdiğimiz ve çelişkili bulduğumuz bazı münasebetler elbette
olmuştur ancak bu istisnalar, bahsi geçen illetlerin hepsinin butlanını gerektirecek nice-
lik ve nitelikte değildir.
Sonuç olarak şunu açıkça söylemek gerekir ki Arap dilinde harekelerin yeri bir
iʻrâb alameti olmanın çok daha ötesindedir.
Kaynakça
HASAN Abbas, en-Nahvu'l-vâfî, 3. baskı, I-IV, Dâru'l-Meʼârif, Mısır, 1974.
el-ʽÂNÎ, Süleyman, et-Teşkîlü’s-Savtî, Arapça’ya çev. ve nşr: Yâsir el-Mellâh, Muhammed
Mahmûd Ğâlî, en-Nâdi’l-Edebî es-sekâfî, Cidde, 1403/1983.
BİRGİVÎ, Mehmed, İzhâru’l-Esrâr, haz: Nevzat Yanık, Sâdi Çöğenli, Erzurum, 1998.
-----------, ʻAvâmil (Kafiye ve İzhar ile aynı cilt içerisinde), Fazilet Neşriyat, İstanbul, ts.
el-CEVCERÎ, Muhammed b. Abdulmunʻim, Şerhu Şüzûru’z-zeheb, nşr: Nevvâf b. Cezâ el-Hârisî,
I-II, Medine, 1424/2004.
CİVELEK, Yakup, Arap Dilinde İʻrâb Olgusu, Araştırma Yayınları, Ankara, 2003.
el-CÜRCÂNÎ, es-Seyyid eş-Şerif, et-Taʻrîfât, nşr: Muhammed Abdurrahmân el-Merʻaslî, Dâru’n-
Nefâis, Beyrut, 1424/2003.
ÇETİN, Nihad M., “Arap”, DİA, İstanbul, 1991, ss. 272-324.
ed-DÂNÎ, Ebu Amr Osman b. Sâîd, el-Muhkem fî nakdi’l-mesâhif, nşr: İzzet Hasan, I-III, 2.
baskı, Dâru’l-Fikri’l-muâsır, Beyrut, 1997.
DAYF, Şevkî, el-Medârisü’n-Nahviyye, 9. baskı, Dâru’l-Maârif, Kâhire, 2005.
Yrd. Doç. Dr. M. Faruk Çifçi 171
el-ENBÂRÎ, Ebu Bekr Muhammed b. el-Kâsım b. Beşşâr, Îdâhu’l-vakf ve’l-ibtidâ, nşr: Muh-
yiddîn Abdurrahmân Ramazân, I-II, Dimaşk, 1390/1971.
el-ENBÂRÎ, Kemalüddin Ebuˈl-Berakât, Esrâru’n-nahv, nşr: Berekât Yûsuf, Dâru’l-Erkam, Bey-
rut, 1420/1999.
el-ĞALÂYÎNÎ, Mustafa, Câmiʻu’d-dürûsi’l-ʻArabiyye, I-III, Dâru’l-Kütübi’l-ʻilmiyye, Beyrut,
1426 /2005.
el-HALİL B. AHMED, Ebû Abdirrahmân, el-Cümel fi’n-nahv, nşr: Fahrüddin Kabâve, Müessese-
tü’r-Risâle, Beyrut, 1405/1985.
İBN ʽAKÎL, Bahâüddin Abdullah, Şerhu İbn ʻAkîl – Muhammed Muhyiddin Abdulhamid’in
Minhatü’l-Celîl bitahkîki Şerhi İbn Akîl adlı eseriyle beraber, 2. baskı, el-Mektebetü’l-
Asriyye, Beyrut, ts.
İBN CİNNÎ, Sırru sınâati’l-îrâb, nşr: Hasan Hindâvi, 2. baskı, I-II, Dârü'l-Kalem, Dımaşk,
1993/1413.
İBN CİNNÎ, Ebu’l-Feth Osman, el-Hasâis, nşr: Muhammed Ali en-Neccâr, I-III, Dâru’l-Kütübi’l-
Mısriyye, Kâhire, 1957.
İBN FÂRİS, Ebu’l-Hasen Ahmed, es-Sâhibî fî fıkhi’l-luğa, nşr: Ahmed Hasan Besec, Dâru’l-
Kütübi’l-ʻilmiyye, Beyrut, 1418/1997.
İBN MANZÛR, Lisânü’l-ʻArab, Dâru’l-Maârif, Kâhire, ts.
İBN YAʽÎŞ, Muvaffaküddîn Yaîş b. Alî, Şerhu’l-Mufassal, I-X, İdâretü’t-Tibâʻati’l-münîriyye,
Mısır, ts.
ENÎS, İbrâhim, Min esrâri’l-luğa, 6. baskı, Mektebetü Anglo, Kâhire, 1978.
MUSTAFA, İbrâhim, İhyâü’n-Nahv, Lecnetü’t-te’lîf ve’t-terceme, Kâhire, 1937.
KARAÇAM, İsmâil, Kur’ân-ı Kerîm’in Fazîletleri ve Okuma Kaideleri, 19. baskı, İFAV, İstan-
bul, 2011.
KURT, M. Ali, Kur’ân-ı Kerîm’i Okuma Kaideleri Tecvid, Lazer Ofset, Ankara, 2006.
el-MAʻARRÎ, Ebu’l-ʽAlâ, el-Fusûl ve’l-ğâye, nşr: Muhammed Hasan Zenâtî, Matbaatu Hicâzî,
Kâhire, 1356/1938.
el-MÜBERRED, Ebu’l-ʽAbbâs Muhammed b. Yezîd, el-Muktedab, nşr: Muhammed Abdulhâlık
Udayma, I-IV , Kâhire, 1410/1994.
ROUSSEAU, Jean-Jacques, Dillerin Kökeni Üstüne Deneme, çev: Ömer Albayrak, 4. baskı, Tür-
kiye İş Bankası Kültür Yay, İstanbul, 2013.
es-SABBÂN, Muhammed b. Alî, Hâşiyetü’s-Sabbân ʻalâ şerhi’l-Eşmûnî ʻalâ Elfiyeti İbn Mâlik,
nşr: Tâhâ Abdurraûf Saîd, I/IV, Mektebetü’t-Tevfîkiyye, Kâhire, ts.
SÎBEVEYH, Ebu Bişr Amr b. Osman, el-Kitâb, nşr: Abdusselâm Muhammed Hârûn, I-V, 3. baskı,
Mektebetü’l-Hâncî, Kâhire, 1408/1988.
es-SÎRÂFÎ, Şerhu Kitâbı Sîbeveyh, nşr: Ahmed Hasan, Ali Seyyid Alî, I-V, Dâru’l-Kütübi’l-
ilmiyye, Beyrut, 2008.
SUBHÎ, Sâlih, Dirâsât fî fıkhi’l-luğa, Dâru’l-ʻilm liʼl-melâyîn, Beyrut, 2009.
es-SUYÛTÎ, el-Eşbâh ve’n-nezâir fi’n-nahv, nşr: Abdu’l-âlî Sâlim, I-IX, Müessesetü’r-Risâle, Bey-
rut, ts.
-----------,Hemʻu’l-hevâmîʻ, nşr: Abdusselâm Muhammed Hârûn, Abdulʻâl Sâlim, I/VII, Müesse-
setü’r-Risâle, Beyrut, 1413/1992.
el-ʽUKBERÎ, Ebu’l-Bekâ, el-Lubâb fîʻ ileli’l-binâ ve’l-iʻrâb, nşr: Gâzî Muhtâr, Dârü'l-Fikri'l-
muâsır, Beyrut, 1416/1995.
el-VERRÂK, Ebu’l-Hasen Muhammed b. Abdullah, ʻİlelü’n-nahv, nşr: Mahmud Câsim Mu-
hammed ed-Dervîş, Mektebetü’r-Rüşd, Riyâd, 1420/1999.
172 Yapı ve Mana İlişkileri Açısından Arap Dilinde Üç Hareke
www.hikmetyurdu.com www.hikmetyurdu.net www.hikmetyurdu.org
ez-ZECCÂCÎ, Ebu’l-Kâsım, el-Îzâh fî ileli’n-Nahv, nşr: Mâzin el-Mubârek, 3. baskı, Dâru’n-
Nefâis, Beyrut, 1399/1979.