Herodotos · 2018. 6. 2. · HERODOT TARİHİ BÜYÜK FİKİR KİTAPLARI DİZİSİ, 19 Birinci...

797

Transcript of Herodotos · 2018. 6. 2. · HERODOT TARİHİ BÜYÜK FİKİR KİTAPLARI DİZİSİ, 19 Birinci...

  • Herodotos

    HERODOT

    TARİHİ

    Türkçesi:

    MÜNTEKİM ÖKMEN

    Yunanca Asliyle Karşılaştıran

    ve Sunan:

    AZRA ERHAT

    REMZI KITABEVI

    Ankara Caddesi, 93 — istanbul

  • HERODOT

    TARİHİ

    BÜYÜK FİKİR KİTAPLARI DİZİSİ, 19

    Birinci Basım - Aralık 1973

    REMZİ KİTABEVI Yayınları

    Dizgi, baskı, cilt, kapak ve kitap düzeni:

    Yükselen Matbaacılık Limited Şirketi, Cağaloğlu – istanbul

  • AKDENİZ'İN İNSANI

    1956 sularındaydı, Halikarnas Balıkçısı, bana Ege'yi gezdiriyordu. Geziyeçıkmadan önce, onun bir kitabında basılmış bir cetveli incelemiştim düşünedüşüne: Sayfa ikiye bölünmüş, bir yana Anadolu, öbür yana Yunanistan diyebaşlık atılmış, altına da kara zeminde ak yazılarla ne kadar şair, düşünür,tarihçi ve daha başka türden yaratıcı varsa, adları alt alta dizilmişti.Bakıyordunuz, sayfanın sol yanında, yani Anadolu bölümünde adlar uzayıpgidiyor, sağ yanı ise kara, boşluklarla dolu, hele en eski çağlar için. Kimleriyetiştirmemiş ki Anadolu! Homeros'tan başlayarak, Alkman, Arkhilokhos,Sappho, Allcaios, Mimnermos, Anakreon, şairlerin hepsi ya Ege kıyılarından,ya da Ege adalarından. Thales, Anaximandros, Anaximenes, Herakleitos,Pythagoras, Xenophanes, Anaxagoras... insan düşüncesinin bir ışık seli gibifışkırıp çağlamasına öncü olan büyük adamlar Miletos'ta, Ephesos'ta, Samos,Kolophon ya da Klazomenai'da, yani hep izmir yöresinde doğmuşlar. Düzyazıderseniz öyle: Hekataios, Kad-mos ve de tarihin babası Herodotos, Egekıyılarına inci gibi dizilmiş lonia şehirlerinde gelmişler dünyaya. Güneş nasıldoğudan doğarsa, uygarlık da öyle doğmuş Akdeniz'in doğu kıyılarında,Halikarnas Balıkçısının sonraları, "Aydeniz Uygarlığı" diye adlandıracağıaydınlık, bizim bu topraklardan yayılmış dünyaya.

    Kara zemin üstündeki adlar bilinen adlardı, her birini kitaplarda izlemiş, iyikötü okumuş, anlamıştım dile getirdiklerini, yerlerini yurtlarını da bilmemgerekiyordu, nitekim bir Fransız dergisinin Herodotos' tan söz ederken,Halikarnassos'u Yunanistan'a yerleştirmesine içerlediğim olmuştu, ama yine deo güne dek cansız adlar, kitapta kalan soyut kişilerdi bunlar benim gözümde.İklimlerinin içinde yaşamamıştım hiç birini. Halikarnas Balıkçısı yaman biryaşatıcıdır, her adım atışında canlanıveriyordu bir toprak parçası, binyıllaröncesine uzanan kökenleriyle ayaklarının altında. Bergama, Ephesos, Miletos,Priene, o mermer caddeler, o taş üstüne taş tapınaklar, o sıraları yamaçlaratırmanan tiyatrolar, o pazar meydanları, o hamamlar, o beden eğitimi alanları,kapılar, taklar, kemerler, otlarla, dikenlerle, çiçeklerle sarmaş dolaş olmuşörenler, doğanın ölümsüz karmaşıklığı içinde insandan da izler taşıyordu. Bir

  • tür insan yaşıyordu bugün de oralarda, bizim gibi etten kemikten, ak dokulu, dilkonuşan, dert döken, insanın mutluluğu şu ki, ölümlülüğün en karası içinde ışılışıl bir ölümsüzlüğe erişebilir, eğer bir taş diker, bir yapıt bırakırsa kendindengeri. Nice yapıtlar yapmış da bırakmış bu Ege insanları! Dev tapınaklar, dağgibi tiyatrolar, bu ne akıl düzenidir ki kurmuş bunca sağlam yapıları?Hippodamos diye bir usta, şehir dediğimiz yerleşme yerinin evler vesokaklardan oluşacağını, sokakların ise birbirini dikine kesen düz yollardankurulacağını düşünmüş de gerçekleştirmiş bugüne dek en ufak bir değişiklikyapmadan uyguladığımız şehircilik bilimini. İlk maddeyi arayan fizikçibilginler, doğadaki akış ve değişim sürecini düşünebilen öncüler, atom çağınınmüjdecileri hep bu yörenin insanları. Doğanın cıvıl cıvıl uykusuna dalmış bucanlar nasıl oldu da yapabildi bunları? Ne biçim kafalardı kafaları ki, binlerceyıl önce kavrayıp tasarladılar bizim güç belâ, türlü araçlar, gereçler vebirbirini kovalayan deneylerle sökebildiğimiz sorunları, çözebildiğimizsırları... Balıkçı yürüyor, koca bedeniyle salına salına, ellerini, kollarını,bacaklarını yerine ve sözüne göre kıpırdata kımıldata anlatıyordu bunları vedaha nice nice konuyu, gerçeği. Ben de var gözümle bakıyor, kafamda tek sorubiçiminde kabaran yüzlerce soruya onun dilinden ve devineğinden cevapalacağıma inanıyordum. Evet, öyle de oldu, Ege'nin sırrını Balıkçı'yı derinineanlamakla çözebildim kendimce.

    Halikarnas Balıkçısı kimdir, nedir ve beni gezdirdiği o 1950 yıllarında neyapıyordu? Hemen söyleyeyim ki, şu birkaç sözden sonra sayfalar dolusueserini okuyacağınız Halikarnas'lı Herodot'un günümüzde yaşayan birtıpkısıdır da, ondan giriştim size birini öbürü ile anlatmaya.

    Bodrum'da otuz yıllık sürgün hayatı ile Harikarnas Balıkçısı, Türk yazınındadaha denenmemiş bir girişimi sonuca bağlamış bulunuyordu: Bir çevreninyaşamını ayrıntılı gerçeklerinin tümü ile paylaştıktan sonra onu dile getirmeyibaşarmıştı. Balıkçı ile balıkçılığı, süngerci ile süngerciliği, denizci iledenizciliği yaşamış, toprak, güneş, su ve hava ile karşı karşıya gelerek insanaklının madde ile sıkı fıkı alışverişinden neler çıkartılabilir, yaratılabilirsehepsini deney süzgecinden geçirmiş ve bu teke tek karşılaşmadan, doğa ileinsan arasında, her iki varlığın da tüm yetilerini ortaya koydukları bu yaman

  • kaynaşmadan insan düşüncesi ve dili gereği olan ürünü vermiştir. Esin kaynağıyalnız ve yalnız yaşantısıydı Halikarnas Balıkçısı'nın. Cevat Şakir denilenadamın tüm öğeleri, içinde yaşadığı doğal çevrenin tüm verileriyle birlikteyoğurulunca, Halikarnas Balıkçısı'nın bildiğimiz romanları, öyküleri, resimlerive kendine özgü, tadına doyulmaz o sözlü yaratıcılığı, yazıya dökülemeyen,teype bile alınamayan o eşi benzeri bulunmaz "dil"i doğup gelişti. Bu dil,biriciktir ve karşımıza diktiği düşünce ve imge yontularından çok, akışı,devinişi, sürekli gelişimi, değişimi ile değerli, önemlidir. Balıkçı ne dersedesin, sözlerinin yerine ve anına göre kanatlanıp uçmasıdır bizi büyüleyen.Hep aynı şeyleri söyler sanırsınız, oysa Herakleitos'un dediği gibi, iki kezdalamazsınız onun düşünce ırmağının sularına, onu her dinleyişte bir şeylerdeğişmiştir, konuşan o konuşan değildir, dinleyen de başka başka izlenimlerleetkilenmektedir. Herakleitos'un da geleneğini yaşatmaktadır HalikarnasBalıkçısı. Bu nasıl olmakta, yirminci yüzyılın bir insanı ne hikmet ve kerametlebinyıllar ötesindeki bir düşünürü de, bir anlatıcıyı da öz ve kökenlerinevarıncaya dek kendi kişiliğinde canlandırabilmektedir?

    Bu soruya gene Halikarnas Balıkçısı'nın bir buluşu ile yanıt verilebilir:Herakleitos, Herodotos, Cevat Şakir... Üçü de Akdeniz uygarlığının ürettiğibirer insandır. Coğrafya, bize dünyamızda beş kıta olduğunu bildirir, oysayanlış, uygarlık düzeyinde beş değil, altı kıtaya bölünmelidir yeryüzü. Çünkütarihin en bulanık çağlarından günümüze dek başka türlü bir insanlık, başkatürden bir yaratımla çıkmaktadır karşımıza Akdeniz denilen bu çevrede. Yanedir bu insanın özü, özelliği? Gözü vardır açık ve gözle algıladığı,damarlarından dümdüz, şıp diye varır beyninin merkezlerine, oralarda dadolaşır dolanır da sanki birer soru işareti ile yansır gene karşımıza. Akdenizinsanı gördüğünü düşünür, düşündüğünü dile getirir, dile getirdiğini başkainsanlarla tartışır, ne kendi görüşünün, ne de başka görüşlerin tam ve songerçek olduğuna inanmaz, uğraşır didinir somut gerçeğe ulaşmak için, kulakkabartır, kim ne verirse ondan alır, alır ama hemen aktarır, aktardıkça düzeltir,sundukça atar, temizler, arındırır; katı, donuk, yerleşmiş hiç bir kanıya, inançya da sanıya kapılmaz, dışardan bakar çeşitli törelere, gelenek ve göreneklere,kafasının eleğinden geçirip eleştirir onları. Kimi zaman şaşar, kimi zaman

  • beğenir, kimi zaman yerer, kimi zaman da doğruyu bulacağım diye yanlışıbenimser, yanılır, yalan söyler, aldanır, yutturur. Ama hep kafası işler, gözüdört açılmıştır, koşar koşturur. Sonsuz bir merak kemirmektedir beynininkıvrımlarını, durmak dinlenmek bilmez, susmak dinlemek bilmez. Özgürkafadır, özgür insandır, doğa içinde yaşamı bitmez tükenmez bir savaştır. Nedemiş Herakleitos hemşerimiz: "Polemos panton pater" savaş her şeyinbabasıdır. Akdeniz insanı işte bu savaşı sürdürür, meydana çıkardığı,çıkarmaya uğraştığı "her şey" de aydınlıktır, insan aydınlığı.

    O anlattığım yıllarda beni gezdirirken Halikarnas Balıkçısı ne yapıyordu?Rehberliği meslek edinmişti İzmir yöresinde. Çocukları büyümüş, liseyegitmeleri gerekti, İkinci Dünya Savaşı bitmiş, Bodrum'da bile geçimzorlaşmıştı. Balıkçı, mavi yaratıcılığa boyadığı sürgünü bırakır, gelir İzmir'eyerleşir. Gönlünün yurdunu, Eski Deniz'in şarap gibi köpüren dalgalarıarasında mermer adaların yükseldiği, tanrıların balıklarla oynaştığı, gözünsonsuzluğa dek uzandığı gök ovaları, Balıkçı, değişen koşullar yüzünden mibıraktı da geldi büyük kente yerleşti dersiniz? Değil. Balıkçı, Yatağan sandahiçinde engini dolaşa dolaşa tattığı mutlu yalnızlığa bir son vermek zorundaydı.Aktarmak bundan böyle onun ödevi ve alın yazısıydı. Yaymak gerekiyordumavi mutluluğu ak denizden kara topraklara. Bugün Knidos'ta bulunan birparmak, ufacık bir mermer parçası, Praxiteles'in ünlü şanlı Aphrodite heykelibulundu bulunacak diye yüzlerce arkeologu dünyanın dört bucağındanTürkiye'ye, İzmir'e koşturuyorsa, bunu Halikarnas Balıkçısı'na borçluduryurdumuz. Bodrum'u, Knidos'u, Gökova'yı o yarattı, Ege kıyılarını o tanıttı,bilime, turizme o açtı. Merhaba'sını çınlattı aşılmaz engellerin, kapalıkapıların ötesine. Rehberlik yaptı ve yapmaktadır. Kökleşmiş çarpık görüşleridüzelterek o yerleştirdi Akdeniz uygarlığının Anadolu'da kaynak bulduğubilincini. Gerçeklere ışık tuttu. Işık doğar ama, güç sızar yığınla toprak altınagömülü mezarlara, bilimin yanlış samlar ve kanılarla örülmüş tozlu ağlarınızor yırtar gerçek sevgisi. Bu merak, bu aydın göz, yurdumuzun maviliği vemutluluğu uğruna bin bir aşamayı aştı ve Akdeniz uygarlığının başarısınısağladı. Işığın yayılmasına bundan böyle hiç bir karanlık engel olmayacaktır.İşte Halikarnas Balıkçısı bunu yaptı.

  • İki bin beş yüz kadar yıl önce bir başka yurttaşı aynı başarıyı sağlamıştı:Halikarnassos'lu Herodotos. Yaşamından ne biliyorsak, sözlerinden nekalmışsa bundan sonraki sayfalarda okuyacaksınız. Bir gezgindi Herodotos,röportaj yazarlarının pîri, şu ya da bu nedenden ötürü o da ayrılmıştı Egekıyılarından, dolaşmış dolaşmış, nerelere dek gitmemişti! Akıllara durgunlukverir bu kadar yer gezmesi, bu kadar bilgi toplayıp, hepsini aklında tutması veo canım lonia diliyle açık açık, herkese anlaşılır bir anlatıyla aktarması.Tarihin babası derler ona. Ama tarih nedir? Bugün bile bu yaratıcının ardındanbinlerce yıl geçtiği halde, biliyor muyuz uygar dillerin çoğunda HİSTORİAdiye geçen sözcüğün tam ne anlama geldiğini?

    Açınız eski Yunanca sözlüğü: "historein" diye bir fiil bulursunuz, anlamlarışu: "Öğrenmeye çalışmak, araştırmak, incelemek, keşfe çıkmak, gezerektanımak (bir ülke, bir kent için), sormak, soruşturmak, sorarak bilgi edinmek",sonra da "bilmek, tanımak" ve sonunda, "sözle, ya da yazı ile bildiğiniaktarmak". Bu fiilden türeme "historia" sözcüğü de ilk anlamda araştırma,bilgi edinme ve keşif, onun sonucunda elde edilen bilgilerin dile getirilmesi,anlatılması demektir. Herodotos'un da bu anlamdakullandığı "historia" sözcüğünün koca bir bilim dalı haline gelmesi elbette kiyüzlerce yıllık bir gelişme sonucunda olmuştur. Tarihin babası denilen adam:"Bu, Halikarnassos'lu Herodotos'un kamuya sunduğu araştırmadır" derken, neböyle büyük bir unvan kazanacağını, ne de bugün bile tartışmalı bir kavramolarak yaşayan tarih bilimine yol açacağını aklından geçirmiştir. Nitekimkendisinin Atina'da anlatımını dinleyen geleceğin tarihçileri, tuttuğu yolun hiçde yol olmadığı kanısına varmışlar, Herodotos eleştirileri o gün bugünsüregelmiştir. Herodotos' un anlattıkları ne dereceye dek doğru, ne dereceyedek yanlış, anlatırken konudan konuya sapması, duyduklarını, gördüklerinikişisel izlenimlere göre değerlendirmesi, nesnel olamayışı, bütün bunlar vedaha bir sürü eleştiri büyük yurttaşımızın kafasına, sözümona tarihçilercebugüne dek kakılagelmiştir. Çokluk unutulur ki, Herodotos evrensel bir merakakapılıp bu kadar yer gezmek, bu kadar şey görmek, duymak ve kaydetmeksevdasına kapılmasaydı, tarihin doğması şöyle dursun, ilkçağ üstüne hiçdenecek kadar az bilgimiz olur, bilgi edinmek için de günümüzün arkeoloji

  • kazılarından çıkan tek tük çanak çömlek parçalarını beklemek zorunda kalırdık.Hele Akdeniz çevresi, Anadolu, Girit, Mısır, Mezopotamya, Fenikye, İran,Hindistan, Asya ve Avrupa, doğu ve batı ve de coğrafya, etnoloji, antropoloji,mitoloji, filoloji ve aklıma gelen gelmeyen daha bir sürü bilim dalı ve konusu,onun girişimi, atılımı ile var olmuştur. Herodotos'suz bir insan ve uygarlıkbilimi düşünülemez. Herodotos, sözünü ettiği Homeros gibi, büyük sanatçıdır,düzyazının yaratıcısıdır. Böyle bir yaratıcı da ancak Ege kıyılarındançıkabilirdi. Zamanla değerden düşmesi, bunca bilim dalı onun ilk ortayaçıkarıp açıkladığı verilerden beslenerek yaşarlarken, onun daha çok bilimkitaplarındaki dipnotlarda anılması, kamuya sunduğu eserinin her çağdagereğince yayılmaması, yeni zamanların affedilmez bir hatasıdır.

    Yıllardır Herodotos'un iyi bir Türkçe çevirisini özler dururum. Bunu kendimyapmaya ne vakit bulabildim, ne de olanaklarımı yeterli gördüm. İçimdeözlemin en ateşli olduğu bir anda dostum Müntekim Ökmen gitti Bodrum'ayerleşti. Uzun bir çeviri yapmaya istekliydi. Müntekim Ökmen, HalikarnasBalıkçısı'nın hayranlarından ve vefalı dostlarındandır. Gökova'nın karşısında,Herodotos'un yurdunda, Halikarnas Balıkçısından aldığı esinlerle bu çeviriyiherkesten iyi yapabileceği kanısına vardım. Çeviri bir iklim ister, coşku veçaba olduktan sonra, başarı insan elindedir. Nitekim öyle oldu. MüntekimÖkmen'in çevirisi tam anlamıyle bir başarıdır. Bir roman kadar sürükleyiciolduğu gibi, Herodotos' un üslubunu ve eserinin içeriğini kusursuzcayansıtmaktadır.

    Bu çeviriyi okurlara candan salık veririm. Eminim ki okuyup öğrenecekleribunca konu dışında, yurdumuzda doğmuş bir yazarın o insana özgü ateşle neereklere kadar ulaşabileceğini görerek, onu kendilerine örnek, coşkusunukendilerine ülkü edinebileceklerdir.

    AZRA ERHAT Eylül 1973

    Bu yazı, Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı)nın ölümünden pek az önce yazılmıştı. Biz, buyazıyı kendisinin de okumuş olduğu bu şekliyle bırakmayı uygun gördük.

  • ÖnsözHerodotos'un hayatı üzerine bilinenler azdır. Suidas'ın kısa tanıtma yazısı ve

    Byzans'lı Stephanos'un sakladığı mezar taşı yazıtı, Eusebios'un bir yazısı vedağınık birkaç belge. Eski çağlardan kalanlar bunlardan ibarettir. Bunlarınüzerinde çalışan bilginlerin çıkardıkları sonuçlar, bize kendinden başka herşeyi anlatmaya çalışmış olan tarihin babası için tasarlanan hayat hikâyesinekaynak olmuşlardır. Kitabına kendisini bu kadar çok ve bu kadar az koyan biryazar daha yoktur. Bu kadar çok, çünkü sevimli saflığı ve anlattığı konuyakendini kaptı-rışı, onun zevklerini, kişiliğini ve düşünce yolunu dayansıtmaktadır; bu kadar az, çünkü konusu araya kendisini de katmasına yerbırakmaz, zaten eski çağların yazarları kendi özel gizlilerini açmaya alışkındeğillerdir. Kendisinden kendisi için zaman zaman öğrendiklerimiz, nereleregittiği, hangi kentlerde bulunduğu ve kimlerle görüştüğünden ibarettir; amabunlar azdır ve hangi tarihlerde olduğunu da yazmadığından, yolculuklarınınsırası da bilinmez. Çağının töresine uyarak kitabını "Halikarnassos'luHerodotos araştırmasını, kamuya sunar"diye imzalamıştır. Ve adını veyurdunu açıkladıktan sonra aradan çekilmiştir. Bundan ötürü kitabında onunyalnız aydın ve manevî kişiliğini görebilmekteyiz.

    Suidas'ın tanıtma yazısı bir sözlük maddesidir: "Herodotos, Lyxes ve Dryo'nun oğlu, Halikarnassos'ta yüksek tabakadan doğma; Theodoras adında birerkek kardeşi vardı. Artemisia'nın ikinci halefi Lygdamis yüzündenHalikarnassos' tan kaçıp Samos'a yerleşti. Samos'ta loncasını ilerletti, Perskralı Kyros ve Lydia kralı Kandaules çağlarıyle başlayan dokuz kitaplık birtarih yazdı. Halikarnassos'a döndüğü zaman tyran'ı devirdi, ama politikaçekememezlikleri karşısında kendi isteğiyle çıktı ve o sırada Atinalılarınkurmakta oldukları Thurium'da yerleşti. Orada öldü. Mezarı orada, agoradadır.Pella'da öldüğünü söyleyenler de vardır. Eserinin kitapları Musa'ların adlarınıtaşır". (Kitaplara Musa adlarını koyanlar İskenderiyeli eleştiricilerdir. Buşiirli sunuşu onlara borçludur). Herodotos'un Panyasis adında Halikarnassos'lubir şairin yeğeni olduğunu da gene Suidas'ın bir başka yazısından öğreniyoruz.

  • Byzans'lı Stephanos, sözlüğünün Thurium maddesinde tarihçinin mezar taşıiçin yazılan bir yazıtı almıştır. "Bu toprak Lyxes oğlu Herodotos'un kemikleriniörtmektedir; eski İon tarihçilerinin prensi Dor topraklarında doğmuştu.Yurttaşlarının saldırılarına dayanamayarak kaçmış ve Thurium'u ikinci yurduyapmıştır".

    Eusebios da, "Tarihçi Herodotos'un İ.Ö. 468-467 yıllarında tanınmayabaşladığını" bildirir ki, bundan da yaklaşık olarak doğum yılına varılabilir.

    Bu metinler üzerine açılan uzun tartışmalara dokunmadan, araştırıcılarınvardıkları, doğruya yakın sonuçları özetleyeceğiz. Herodotos, Karia kentiHalikarnassos'ta, İ.Ö. 490 yıllarında dünyaya gelmiştir. Sitenin gözdeailelerinden birindendir, seçkin bir çevrede yaşamıştır. Amcası Panyasis, çokgerilemiş olan şiiri diriltebilecek kadar güçlü bir şairdi (Suidas, Panyasismaddesi). Herakles üzerine bir destan yazmıştı; eski lejand'lar, myth'ler veYunan anlatıları konusunda yeğeninin yetişmesine yardımcı olduğudüşünülebilir.

    Şimdi bu kadarını bildikten sonra, biraz da belleğimizi işleterek konuyudaha da genişletmek mümkündür.

    Dor'lar Halikarnassos'u kolonize etmişlerdi, ama o çağda her yerde Ion dilikonuşuluyordu. Herodotos'un Samos'a gitmeden önce de ve hattaçocukluğundan beri, Yunanistan'ın edebiyat dili olan bu zengin ve kıvrak dilibildiği ve konuştuğu düşünülebilir, zaten yazdığı tarih de bu dilin en güzelanıtlarından biri olarak kalmıştır. Nerelere ve ne zaman gittiğini çıkarmakzorsa da çok yer gezdiği bellidir. Soyu sopu varlıklı olduğuna göre,gençliğinde öğrenimini öbür İon kentlerinde tamamlamış ve Önasya'nın bellibaşlı yerlerine gitmiş olduğu şüphesizdir. Sonradan kendi yurduna dönmüş,ama tyran Lygdamis'e karşı kopan başarısız bir ayaklanmada amcası Panyasisölmüş, kendisi de yurdundan çıkarılmış, Samos'a gitmiştir. Eğer Eusebios'unvermiş olduğu tarih gerçekten Herodotos'un tanınmaya başladığı yıl olarakkabul edilirse, bu olayın İ.Ö. 468-467 yıllarına rastladığı düşünülebilir.Böylece belki Herodotos da, küçük Yunan kentlerinde adları daha önceedebiyata geçmiş bulunan Harmodios ve Aristogeiton'un anılarını yücelten ve

  • çoğu zaman geçici kalan bir bağımsızlık uğruna, zorbalığa baş kaldıranyurtseverlerden birisi olmuştur. Politik özgürlük konusunda Atinalılara güzelbir övgü yaptırır (Kitap V, bölüm 78), ve kral Kserkses'i öven bir Pers'e karşı,iki Spartalı'ya şu cevabı verdirir: "Sen köleliğin ne olduğunu biliyorsun, amaözgürlük, onun tatlı mı acı mı olduğunu bilmiyorsun; eğer onun tadını almışolsaydın, onu bize mızraklarla değil, baltalarla savunmayı öğütlerdin". (KitapVII, bölüm 135).

    Büyük keşif yolculuklarına Samos'tan çıkmıştır. Belki ilk olarak Kyrene'yegitmiş, ikinci olarak da Karadeniz bölgelerini dolaşmıştır. Sonra, Persmakamlarının sağladıkları büyük kolaylıklardan da yararlanarak, bu büyükimparatorluğun birçok yerlerini, Lydia, Media, İran'ı ve uygarlığın beşiği,sphinx'leri kadar esrarlı Mısır'ı, dünyanın en uzak yerlerine, tâ Heraklesdireklerinin ötelerine kadar mal götürüp getiren denizci tüccarlar ülkesiFenike'yi gezmiştir. Gittiği yerlerde halk ağzından anlatılar topluyordu; ilerigelen kişilerle buluşup görüşüyordu; bilginlerle ilişki kuruyordu; resmîyazıları inceliyordu; Kserkses ordusu birliklerinin sayısını (Kitap VII, bölüm184), ya da Plataia savaşlarındaki Yunan ordusu mevcudunu (Kitap IX, bölüm28) bu belgelerden çıkarmıştır. Ülkenin gelenek ve göreneklerini ve töreleriniaraştırıyor, bir anıtın sırrını çözmek için yolunu değiştiriyor, araştıran,inceleyen ve anlayan uyanık bir gözle olaylara, insanlara, anlatılara bakıyor,Odysseus gibi "çok insanların sitelerini görerek ve karakterlerini tanıyarak(Odysseia I, 3)" ama fazla olarak, gördüklerini tabletlerine dikkatle not ederekdeğerli ve çeşitli bilgiler topluyordu. İnsanoğlunun elinden çıkan ilk büyüktarih kitabının dayanakları böyle toplanmıştır. Eser, arkeoloji, folklor ve tarihihep birden kapsamakta ve olayları içinden gören duygulu bir gazete yazarınıntaze izlenimlerini vermektedir.

    Yunanistan'da da yaşadı; V. yüzyılın göz kamaştırıcı Atina'sını tanıdı,Sophokles'le dostluk etti; Plataia savaşlarından önceki destan günleriniyaşamış olan Orkhomenos'lu Thersandros ile konuştu (Kitap IX, bölüm 16).Yunan anlatıları, ki eleştirisiz güvenilemez, onu bize birçok yerde ve özellikleOlympia' da ve Atina'da, eserinin en güzel parçalarını okurken göstermektedir.Çocuk Thukydides'te tarih merakı Herodotos'u dinlerken uyanmış olmalıdır. Bu

  • çeşit seanslara tanık olmak üzere elimizde gene Thukydides'in bir eleştirisivardır. Bu tarihleri, belki de Herodotos'u kastetmeyerek küçümser, bunların"gerçeği aramak zahmetine katlanan bir düşünürün, gelecek yüzyıllara yararlıbilgiler bırakmak isteğiyle değil, kalabalık karşısında okuyup çabuk başarılarsağlamak" amacıyle yazılmış olduklarını söyler (Thukydides I, 22).

    Herodotos uzun yolculuklardan sonra yurduna döndü. Anlaşıldığına göre,tyran Lygdamis yurttaşlarına, sonradan İ.Ö. 454'te devrilmesine yol açacakolan bir çeşit anayasa tanımıştı; Halikarnassos'ta politika olanakları yenidendoğmuş oluyordu. Ama Herodotos, yurdunda uzun süre kalamadı. Yunansitelerinde sivrilmiş kişilerin durumları oynaktı. İhtiras ve kıskançlık süreklididişmelere yol açıyordu. Az çok tanınmış kişilerin bir ayaklanma sonucuyurtlarından ayrılma zorunda kalmaları çeşidinden olaylara Herodotos'unanlattıkları arasında çokça rastlanır. Herodotos'un daha o tarihte bir geçmişivardı, büyük bir işe başlamıştı, vazgeçemezdi, bu iş onu yurdundan çıkmayazorluyordu. Yeniden yola çıktı. Birkaç yıl sonra (İ.Ö. 444'e doğru) BüyükYunanistan'da Thurium'u kurmak üzere yola çıkan Atinalılar arasına karıştı.Bundan yararlanıp Güney İtalya'yı ve Sicilya'yı da tanıdı. Sonra yaşlanmış veartık Thurium'dan ayrılmamıştır, mezarı da oradadır. Bıraktığı anı songünlerinin yurduna o kadar bağlıdır ki, eski çağların editörleri onu Thurium'luolarak gösterebilmişlerdir. Aristoteles, Halikarnassos'lu Herodotos demez,Thurium'lu Herodotos der (Rhetorika, III, 9). Peloponez savaşları başladıktansonra ölmüştür. Kitabının bir yerinde bu savaşa değinmesinden çıkan sonuçbudur (Kitap IX, bölüm 73). Gözlerini dünyaya İ.Ö. 425'e doğru kapadığıkabul edilmektedir.

    Eserinin hemen bütünü elimizdedir. Bu tarihten başka bir eseri bilinmiyor.Kendisi iki yerde Asur hikâyeleri'nden söz eder (Kitap I, bölüm 106 ve 184),ama bunlar yoktur, belki hiç yazılmamıştır. Bir de Homeros'un hayatı var,Herodotos imzasını taşır, ama hiç bir eleştirici bunu onun yazmış olacağınıkabul etmez.

    Herodotos tarihinden çıkan sorunları bu yazıda ele almak mümkün değildir.Biz çağımız editörlerinin ve bilginlerinin dokundukları belli başlı sorunlara

  • değinmekle yetineceğiz.

    Eserin bir belge olarak değeri nedir? Eskilerden birçoğu ve bu aradaKtesias ve Plutarkhos, Herodotos'u çok hırpalamışlardır, hatta yalancılık vekalleşlikle suçlamaya kadar gitmişlerdir. Haklı olarak Plutarkhos'a maledilen "Herodotos' un Kötülüğü Üzerine" başlıklı kitabın adı önemlidir. Bueleştirilere yeniler de katılmışlardır. Büyük İngiliz editörü Sayce, bir tarihyazarı için temel nitelik olan bilimsel doğruluğu Herodotos için kabuletmemektedir; Herodotos'u kendinden öncekilerin verdikleri bilgileri, adlarınıanmadan aşırmakla ve kendini onlardan daha bilgiliymiş gibi göstermeyeçalışmış olmakla suçlamıştır. Eğer Fransız eleştiriciler ve bu arada Hauvetteve Alfred Croiset gibi, tarihçinin iyi niyetinden şüphe etmiyorsak, o zaman şusorulara cevap bulmamız gerekecektir: Anlattıklarının bir değeri var mıdır,görmesini ve sonuç çıkarmasını bilen bir gözlemci midir, doğruyu söylemekistese bile, neyin doğru olduğunu görebilmiş midir?

    Bu soruların cevabı için koskoca bir program ya da son derece karmaşık birinceleme gerekir. Meraklı bir okuyucu, Amedee Hauvette'in "HerodoteHistorien des Guerres Mediques" kitabından daha iyi bir kılavuz. bulamaz(Paris, Hachette, 1894). Bunda bütün bu sorular inceden inceye işlenmiştir.Çeşitli metinler ele alınmış, tartışılmıştır. M. Croiset de "Histoire de laLitterature Grecque" (Paris, Fontemoing) inin ikinci cildinde aynı sorularadeğinir.

    Herodotos'tan önce Logograph (Logos Graphein, düzyazı ile yazan yazar)lar vardı. Miletos'lu Kadmos, Mitylene'li Hellanikos, Lampsakos (Lapseki)'luKharon, Miletos'lu Hekataios ve daha başkaları insanların geçmişleriyleilgilenmişlerdir. Kentlerin kuruluşlarını anlatıyorlardı; bir siteyi ya da büyükbir aileyi doğru olmaktan çok, göz kamaştırıcı bir soy zinciriyle ünlükahramanlara bağlıyor, övüyorlardı. Soyu ile övünen birçok hanedan,soyluluklarını onlara borçludur. Doğu dünyasını ve Akdeniz'i anlatıyorlardı.Samos'un anakara Yunanlılarına Herakles direkleri kadar uzak geldiği birzamanda (Kitap VIII, bölüm 132), çağdaşlarına hangi soydan geldiklerini veiçinde yaşadıkları dünyayı tanıtıyorlardı. Ama bunlarda masal, tarihten daha

  • çok yer tutuyordu, sanat hemen hiç yoktu. Zaten bunlar, bir yanlarıyle az çokmythos'a dayanan olayları tek tek ve kuru kuru anlatmaktan öteyegeçmiyorlardı. Felsefe ve moralin ışığında daha bir canlı olarak ve bir aradaele alınmıyorlardı. Ama hoşa gidiyorlardı. Sayılarının çok oluşu da bunudoğrulamaktadır.

    Bu yazarlardan Miletos'lu Hekataios hepsinden üstündür. Bütün dünyayı (ozaman ne kadarı biliniyorsa) kapsayan geniş bir tarih düşüncesi, Herodotos'tan önce onundur. "Dünyanın Tasviri" adiyle yazdıkları, zamanında çokbeğenilmiştir, bugün de adını o yaşatmaktadır, oysa öbürlerini yalnız uzmanbilginler bilirler.

    Herodotos'u aralarına katmamız gereken yazarlar bunlardır. Birinci isteği,çocukluğunu aydınlatan anlatıları söyleyenlerin katına yükselmekti. Sonraonların yetersizliklerini gördü; üstten bakmaya başladı; adlarını vermekgereğini bile duymadan onlardan, "Ionia'lılar", "Grek'ler" diye söz eder oldu(Kitap II, bölüm 16). Kısır coğrafya bilgilerini alaya aldı, hatta dörde kadarsaymasını bile bilmiyorlar diyecek kadar aşağı gördü. Başlangıçta kendisineörnek tuttuklarının da bunlardan aşağı kalır yanları yoktu. Kitabının bazıyerleri logograph'ların tutumunu bize göstermeye yetmektedir. Kyrene'ninkuruluşu hikâyesi bunlardan biridir (Kitap IV, bölüm 145). Mısırlıların âdetleriüzerine verilen ayrıntılar da böyledir (Kitap II, bölüm 35), en gönlü genişokuyucuyu bile usandıracak kadar uzundur. Bir Leonidas ya da birLeotykhidas'ın soyunu sopunu tâ Sparta krallarının atası sayılan Herakles'ekadar sayıp dökmesi de bunun örneğidir (Kitap VII, bölüm 204; Kitap VIII,bölüm 131).

    Ama Herodotos'u, belki Hekataios dışında, logograph'lardan ayıran ve dahabaşka bir yayılım alanına sokan şey, kitabında yansıyan kavrayış üstünlüğüdür.Eser şiirsel ve yücedir. Halklar arasındaki gizli ilişkilere, aralarındakiberaberliğe indiği ölçüde ve zamanla kavrayış gücü daha da gelişmiştir. Eskiimparatorlukların yıkıntıları üzerinde yenilerinin kurulduğunu görüyor vedünyada olup bitenlere Dionysos tiyatrolarında oynanan trilojilerde olduğugibi, olayların birbirine bağlandığı bir dram seyreder gibi bakıyordu.

  • Bu kavrayış üstünlüğü dramın iki baş oyuncusunu, Grek'lerle Barbarlarıkarşı karşıya getirebildiği zamanlar daha da aydınlıktır (Kitap I, bölüm 1-4).Io, Medeia ve Helene lejandlarının yaşattıkları ilk kavgalardan beri tarih Doğuile Avrupa arasındaki çatışmadır. Anlatana düşen iş, bu devler düellosunugözler önünde canlandırabilmekten ibarettir. Tarih labirentine girebilmek içinelinde Ariadne ipliği de vardır. İçinde kaybolduğu sanılan karışık yolların onunereye çıkaracağını bilir. Bize hep Doğunun, en son Med savaşlarında Hellenkalkanına çarpıp parçalanıncaya kadar, yaptığı sataşmaları, haksız isteklerianlatmıştır.

    Yaptığı iş, olayları yanyana dizmekten ibaret değildir, Herodotos'takompozisyon ve düzen vardır; çağdaşı Anaxagoras'in deyimiyle, "Kral zekâ"olayları kavranılır hale getirir. Yalnız ne var ki Herodotos, eskiden birlogograph olduğunu sıkça hatırlamaktadır; uzun yolculukların ve sabırlıaraştırmaların sonuçlarını fedaya razı olamaz. Ondan kısaltmak, daraltmak,ayıklamak istenemez. Bu ona Herodotos olma demek olur. Bize, "büyük,görülmemiş" diye anlattığı şeylerin içinde çok çocukça şeyler de vardır. Amabunu parmağına dolayıp onu çekiştirmek de iyi niyetle bağdaşamaz. Biz dekızıl Gustave Planche gibi yapmalıyız. Sainte-Beuve'e göre Planche, GeorgeSand'ın romanlarını okur, güzelliğine dokunmadan, Fransızca yanlışlarınıdüzeltirmiş. Herodotos da, Mme. G. Sand gibi lacta ubertas’a sahiptir. Bu,sütü gür memeleri kurutmamalıyız.

  • İÇİNDEKİLER

  • · Birinci Kitap: KLIO

    · İkinci Kitap: EUTERPE

    · Üçüncü Kitap: THALİA

    · Dördüncü Kitap: MELPOMENE

    · Beşinci Kitap: TERPSİKHORE

    · Altıncı Kitap: ERATO

    · Yedinci Kitap: POLYMNİA

    · Sekizinci Kitap: URANİA

    · Dokuzuncu Kitap: KALLİOPE

    · NOTLAR : Birinci Kitap

    İkinci Kitap

    Üçüncü Kitap

    Dördüncü Kitap

    Beşinci Kitap

    Altıncı Kitap

    Yedinci Kitap

    Sekizinci Kitap

    Dokuzuncu Kitap

    · Herodotos’ta Ölçüler

    · Soy Çizelgeleri

  • · Kronoloji

    · Dareios Döneminin Başlıca Olayları

    · Dizin

  • HALİKARNASSOS'LU HERODOTOS TARİHİ

    ya da

    HER BİRİ BİR MUSA ADI TAŞIYAN DOKUZ KİTABI

  • Birinci Kitap

  • KLİO

    Bu, Halikarnassoslu Herodotos'un kamuya sunduğu araştırmadır.İnsanoğlunun yaptıkları zamanla unutulmasın ve gerek Yunanlıların, gereksebarbarların meydana getirdikleri harikalar bir gün adsız kalmasın, tek amacıbudur; bir de bunlar birbirleriyle neden dövüşürlerdi diye merakta kalınmasın.

    1. İranlı anlatıcılar derler ki, kavgayı Fenikeliler çıkardılar, bunlarErythreia denilen denizden kalkıp bizim kıyılarımıza geldiler[1], bugün deüzerinde oturdukları ülkeye yerleştiler ve hemen denize açılıp uzunyolculuklara giriştiler; Mısır'dan, Asurya'dan mal toplayıp, bunları bütünbölgelere, en çok da Argos ülkesine götürdüler. –Bugün Yunanistan denilenülkede Argos, o zamanlar her bakımdan önde giderdi.– Böylece Argos'a gelenFenikeliler, diye anlatıyorlar, mallarını sergilemişler. Beşinci ya da altıncıgünü pek çoğunu elden çıkarmışlardır ki, bir küme kadın deniz kıyısınaçıkagelmiş, kralın kızı da aralarındaymış. Adı, Yunanlıların da dedikleri gibiİo idi ve İnakhos'un kızıydı. Bu kadınlar, gemilerin kıç yönünde ve oldukçayakınında durup beğendikleri şeyleri satın almaya koyulmuşlar, derkenFenikeliler hep birden üzerlerine atılmışlar, çoğu kaçıp kurtulmuş, ama İoyakalananlar arasındaymış, sonra gemilerine atlayıp Mısır'a doğru dümentutmuşlar ve gözden kaybolmuşlar.

    2. İşte İo, Perslere göre ve Yunanlıların dediklerinin tersine, Mısır'a böylegelmiş ve çarpışmalar böyle başlamış, çünkü Yunanlılar ki, ille de onlardırdenemez, bence belki de Giritliydiler, daha sonra Fenike'deki Tyr'a yanaşmışve kral kızı Europe'yi kaçırmışlardır. Böylece iki taraf ödeşmiş oluyordu; amasonraki ikinci saldırı Yunanlılara yüklenmelidir diyor bizimkiler. Uzun birgemiye atlayıp Kolkhis'deki Aia kentine ve Phasis'e kadar kürek çekmişler vekendilerini buralara kadar getiren isteklerinin hepsini elde ettikten sonradönerken, kralın kızı Medeia'yı da kaldırmışlar. Kolkhis kralı peşlerine adamsalmış, hakkını aramış, "Kızımı geri verin" demiş, ama onlar da karşılık olarakdemişler ki, "Siz de Argoslu İo'yu kaçırmıştınız ve karşılığında hoşnutluk davermemiştiniz, biz de size daha fazlasını verecek değiliz."

  • 3. Bu olayların üzerinden iki nesil geçmiş, gene Perslere göre, bunları bilenAlexandros, Priamos'un oğlu, Yunanistan'dan bir kadın kaçırmak istemiş, buyüzden bir cezaya çarpılmayacağına güveniyormuş, nasıl ki, o ilk kadınkaçırıcılar da ceza görmemişlerdi. Ve Helene'yi kaçırmış. Yunanlılar önceadamlar gönderip Helene'yi geri istemişler, özür dileyin demişler. Bunakarşılık Medeia'nın kaldırılışı öne sürülerek, "Şimdi bizden istediklerinizi, ozaman da siz vermemiştiniz," denilmiş.

    4. O zamana kadar olan şey, karşılıklı kız kaçırmaktan ibaretti. Ama bu seferYunanlılar, Perslere göre, açıkça suçludurlar – zira onların Asya'ya karşıaçtıkları sefer, Perslerin Avrupa'ya karşı açtıkları seferden öncedir. Hem kadınkaçırmayı Persler de hoş görmezler, ama bu çeşit çapkınlıkların öcünüsürdürmek, onlara göre akıl işi değildir ve aklı başında kimselerin böyleşeylere pek aldırış etmemeleri gerekir, zira belli bir şey, bu kadınlar kendileride razı olmasalar, zorla kaçırılamazlardı. Onlar, Asyalılar, kendilerinden kadınkaçırılmasını pek umursamamışlardı, ama Yunanlılar Spartalı bir kadın uğrunakoca bir donanma toplamışlar, Asya'nın üstüne yürümüşler, Priamos'unülkesini yerle bir etmişlerdi, o günden bu yana Yunanlı onlar için artıkdüşmandır. – Biliyoruz ki, Asya'yı ve orada oturan barbarları, Perslerkendilerinin sayarlar. Avrupa, özellikle Yunan dünyası, onlar içinyabancıdır[2].

    5. Persler, olayları böyle anlatırlar ve İlyon'un düşüşüyle başlar Yunanlılarakarşı öfkeleri. – İo konusunda Perslerin ve Fenikelilerin söyledikleri birbirinitutmaz, Fenikeliler derler ki, o Mısır'a götürülmüştür, ama zorla değil.Argos'ta gemi sahibiyle ilişkisi olmuş, gebe olduğunu anlayınca ana babasınınyüzüne çıkamamış, kusurunu örtmek için, kendi isteğiyle açılmıştır denizeFenikelilerin peşinden. – Pers ve Fenike anlatımı böyle. Bana sorarsanız, benşöyle oldu ya da böyle oldu diyemem, ama Yunanlılara karşı ilk haksızlığıyapan işte şudur diye gösterdikten sonra hikâyeme devam edeceğim ve küçükkentlerden de büyüklerinden daha az söz etmeyeceğim. Zira o zamanlar büyükolan kentlerin hemen hepsi sonradan küçülmüşlerdir ve benim gördüğümbüyükleri o zamanlar küçüktüler. Böylece insanoğlunun mal mülk bakımındanhep aynı düzeyde kalmadığını göz önünde tutarak, birilerini olduğu kadar

  • öbürlerini de anlatacağım.

    Lydia – Kroisos

    6. Kroisos doğuştan Lydia'lıydı[3], güneyden girip Syria ve Paphlagoniaarasında akan ve Karadeniz denilen denizdeki Boreas rüzgârı yöresinde sonbulan Halys ırmağının beri yakasındaki ulusların tyranı olan Alyattes'inoğluydu. İşte kimi Yunanlıları haraca bağlarken, kimilerini de dost edinen ilkbarbar, bizim bildiğimiz bu Kroisos'tur. İonları, Aiolia'lıları, Asya Dorlarınıharaca bağlamış, Lakedaimonlularla dost olmuştur. Kroisos'un ortayaçıkışından önce bütün Yunanlılar özgürdüler, çünkü Kimmerlerin açtıklarısefer ki, İonia üzerine yapılmıştır ve daha eskidir, kentleri boyunduruk altınaalamamış ve bir çapulcu akınından öteye geçememişti.

    7. Heraklesoğullarının elinde bulunan devlet, Mermnadlar denilen Kroisossoyunun eline geçmiş zamanla ve bakınız bu nasıl olmuş: YunanlılarınMyrsilos dedikleri Kandaules adında bir kral vardı. Sardes kralıydı veHeraklesoğlu Alkaios soyundan geliyordu (zira Alkaios'un oğlu Belos, onunoğlu Ninos, onun oğlu Argon, Sardes'te hüküm süren Herakleslerinbirincisiydi, Myrsos oğlu Kandaules de sonuncusu oluyordu. BuralardaArgon'dan önce hüküm sürmüş olanlar, eskiden Maionialılar denilen Lydiahalkına kendi adını vermiş olan Atys oğlu Lydos'un soyundan üremişlerdir.Herakles ile İardanos'un bir kölesinden üreyerek Myrsos oğlu Kandaules'ekadar, yirmi iki nesil, beş yüz beş yıl babadan oğula hüküm sürmüş olanHeraklesoğullarına egemenliğini, tanrısal yanıta uyarak bunlar bırakmışlardır).

    8. İşte bu Kandaules karısına sevdalıydı ve sevdası çıldırasıya olduğundan,dünyanın en güzel yaratığının kendi karısı olduğunu sanıyordu. Bu sanı ile –buarada şunu da söylemek gerekiyor ki, askerleri arasında en çok hoşlandığı birDaskylos oğlu Gyges vardı[4]– önemli işlerini yaptırdığı bu Gyges'e, karısınınölçüsüz güzelliği ile övünmekten de geri kalmazdı. Sonunda bir gün Gyges'eşunları söyledi –zira başına bir bela gelmesi gerekiyordu– "Gyges, karımın nekadar güzel olduğunu söylediğim zaman pek inanır gibi görünmüyorsun (çünkükulak göz kadar öğretemez doğruyu insana). O halde onu bir de çırılçıplak

  • gör." – Öbürü karşı koydu: "Efendim," dedi, "ne yakışıksız bir şey yapmamıistiyorsun. Efendimin karısını çırılçıplak seyretmek olur mu? Bir kadın üstünüçıkardı mı, utancından da soyunmuş olur. İnsanoğlunun namus kurallarınıbulmasından bu yana çok zaman geçmiştir, bunlardan öğrenilmesi gereken birtanesi de şu: Yalnız senin olana bak. Bütün kadınlar arasında en güzel olanınınseninki olduğuna inanıyorum ve yalvarırım benden bu kadar ağır bir suçişlememi isteme."

    9. Bu sözlerle işi atlatmak istiyordu, sonradan başına bir iş açılmasındançekiniyordu çünkü. Ama Kandaules şöyle cevap verdi: "Korkma Gyges vebunları seni denemek için söylediğimi sanma, karımın sana fenalığı dokunsundiye de değil; öyle yaparız ki, o senin kendisini gördüğünün farkına bilevarmaz. Yattığımız odanın kapısının arkasına gizlerim seni, benden sonra o dagelir yatmak için. Kapının yanında bir koltuk vardır, üstündekileri birer birerçıkarıp oraya koyar, sen de onu kolayca görürsün. O, koltuktan yatağa doğruyürürken arkasını sana dönmüş olacaktır, ötesi sana kalmış bir şey. Yalnızdikkat et, kapıdan çıkarken seni görmesin."

    10. Öbürü baktı ki, kurtuluş yok. "Olur" dedi. Kandaules yatma zamanıgeldiğine hükmedince Gyges'i odaya götürdü, hemen arkadan kadın da geldi,içeri girdi, soyundu. Gyges hayran seyrediyordu. Yatağa yatmak için sırtınıdöndüğü zaman, gizlendiği yerden çıktı ve usulcacık kaçtı. Ama kadın gördüonu çıkarken. Bu işin kocasının başının altından çıktığını sezinlediği için hiçses etmedi, utancında açılan yaranın farkına varmamış göründü, ama bunuKandaules'e ödetmeyi koydu aklına. Zira Lydia'lılarda, hemen bütünbarbarlarda olduğu gibi, çıplak görünmek büyük ayıp sayılır, hatta erkekleriçin bile.

    11. Bir şey belli etmiyor, sesini çıkarmıyordu. Ama sabah olunca engüvendiği adamlarını ayırdı, onlara görevler verdi ve birisini gönderipGyges'i çağırttı. O da bir şey bildiğini pek sanmadığı için, emre uyup gitti, ilkdefa olan bir şey değildi, kraliçe her zaman yanına çağırırdı onu. Karşısınaçıkınca kadın ona şunları söyledi: "Senin için iki yol var Gyges, birinden biriniseçebilirsin, hangisini istersen onu yap. Ya Kandaules'i öldür, beni de Lydia

  • krallığını da al ya da Kandaules'e hoş görüneyim diye görmemen gerekenşeylere bir daha gözlerini kaldırmaman için, hemen şimdi ölmeye hazır ol.Evet, ikinizden biriniz geberecek, ya seni bu suçu işlemeye zorlamış olan o yada beni çıplak görmekle edep dışına çıkmış olan sen." Gyges, önce kulaklarınainanamadı, sonra böyle bir seçime zorlanmaması için yalvardı, ama razıedemedi ve baktı ki durum kötü, ya efendisini öldürecek ya da kendisibaşkalarının eliyle ölecek, kendi canını kurtarmayı yeğ buldu. O zaman şöylededi: "Mademki istemediğim halde beni efendimi öldürmeye zorluyorsun, öyleolsun. Ama izin ver de bu işi nasıl yapacağım onu da bileyim." Kadın cevapverdi: "Beni sana çıplak gösterdiği yerden saldırırsın, uyku onu senin elininaltında tutar."

    12. Karar verildi ve gece olunca (Gyges'i bırakmamıştı, hiçbir çaresi yoktusavuşmanın, ya kendisi canından olacaktı ya da Kandaules), kadının peşinedüştü odasına kadar. Kadın eline bir hançer tutuşturdu, gene o kapının arkasınagizlendi ve Kandaules uyuyunca, ses çıkarmadan yanaştı ve vurdu. –Kadın vekrallık Gyges'in oldu.– Aşağı yukarı o zamanlarda yaşamış olan ParosluArkhilokhos da onun adını bir üçlüsünde yazmıştır.

    13. Krallık ona geçti ve Delphoi orakli[5] de bunu saptadı. Lydia'lılararasında Kandaules'in öldürülmesini canavarca bir iş sayanlar oldu, bunlarsilaha sarıldılar, sonunda Gyges'ten yana olanlarla bir anlaşma yaptılar, bunagöre eğer orakl Lydia krallığını ona verirse, kral o olacak vermezse, krallıkHeraklesoğullarına geri verilecekti. Orakl, krallığı ona verdi ve Gyges işteböylece başa geçmiş oldu. Aslında, Pythia'nın cevabı şöyleydi,Heraklesoğulları öçlerini alacaklar ve Gyges'in dördüncü kuşak torununuvuracaklardır[6]. Lydia'lılar da, kralları da bu öngörüye, gerçekleşeceği günekadar kulak asmadılar.

    14. Devlet, böylece Heraklesoğullarının elinden çıkmış, Mermnadlarageçmiş oluyordu. Gyges başa geçince Delphoi'ye sunular yolladı, pek çokarmağan: Delphoi'deki gümüşlerden başka, sayısız altın, mücevher ve bu aradaadı anılmaya değer olarak altı tane iki kulplu som altın krateros vardır ki,bunları tapınağın içine koydurmuştu. Bugün bunlar Korinthos hazinesi içinde

  • boy gösteriyorlar ve ağırlıkları otuz talantondur. Korinthos hazinesi diyorum,ama aslında bu hazine devletin malı değildir, Eetion oğlu Kypselos'undur.Phrygia kralı Gordias oğlu Midas'tan sonra Delphoi'ye sunular gönderen ilkbarbar, bizim bildiğimiz, işte bu Gyges'tir. Midas da üzerinde oturup alenenadalet dağıttığı krallık tahtını ki, görülmeye değer bir şeydir, sunu olarakvermişti, bu da tam Gyges'in krateroslarının durduğu yerdedir. Gyges'insunuları olan bütün bu altın ve gümüş parçalara Delphoi'de, sunanın adınauyularak "Gygeantlar" denilir. – Bu Gyges tahta çıktıktan sonra, Miletos veİzmir üzerine bir ordu gönderdi, hatta Kolophon kentini de aldı. Ama otuzsekiz yıllık saltanatı süresince, hatıralarda yaşayacak başka hiçbir şey olmadıve biz de artık onu bırakacak ve sözü yeni gelene getireceğiz.

    15. Gyges'in yerine geçen oğlu Ardys için tek şey söyleyeceğim. Priene'yialdı ve Miletos üzerine asker yolladı. Göçebe Skythlerin yurtlarındankovdukları Kimmerler, Asya'ya geldikleri ve akropol hariç, Sardes kentinialdıkları zaman burada hüküm süren oydu.

    16. Ardys kırk dokuz yıl başta kaldı, yerine geçen oğlu Sadyattes on iki yılkaldı ve ondan sonra Alyattes geldi. Bu, Med'lerden Deiokes soyundanKyaxares'e karşı savaş açtı. Kimmerleri, Asya'dan sürdü; İzmir'i ki, Kolophonoraya bir koloni göndermişti, ele geçirdi. Klazomenaililere karşı asker yolladı.Ama uğradığı ağır bir bozgun yüzünden, onlardan tatsız bir hatıra kaldıkendisine. Onun hüküm sürdüğü zamanlarda anılmaya değer şu olaylar geçti:

    17. Miletoslulara karşı açılan savaş, ona babasından miras kalmıştı. Bundanötürü sefere çıkıyordu ve kenti kuşatmak için şöyle yaptı: Toprağa emanetedilmiş olan ekin olgunlaşınca yola çıktı. Ordu syrinx, harp ve flüt, hem kadın,hem erkek flütü sesleriyle yürüyordu[7]. Miletos topraklarına varıldığında,kırlık yerlerde çiftlikleri bozmak, yakıp yıkmak bir yana, kapılarına bile elsürmediler, her şeyi yerli yerinde bıraktılar; yalnız ağaçları kesiyor, ekinikaldırıyor ve geri dönüyorlardı. Miletoslular denizlere hâkimdiler, kentikuşatmak düşünülemezdi, ama Lydia'lı, çiftlikleri bozmaktan kaçınıyordu;şunun için ki, Miletoslular gene çalışsınlar, toprağı eksinler, iyice yorgundüşsünler, o zaman o kendisi, gelecek akında yağma edecek bir şey bulabilsin.

  • 18. Bu savaş böylece on bir yıl sürdü, Miletoslular iki ağır yenilgiyeuğradılar; biri Limeneion'da, kendi topraklarında dövüşürlerken, öbürüMaiandros Ovası'nda. Bu on bir yılın ilk altı ayında, gene Ardys'in oğluSadyattes hüküm sürüyordu Lydia üzerinde, zaten Miletos topraklarına askersalan da oydu, savaşa tutuşan da oydu, sonradan gelen beş yılda askeri harekâtıyöneten ise Sadyattes'in oğlu Alyattes'tir. Ona bu iş babasından kalmıştı,yukarıda da belirtmiştim, o da peşini bırakmamıştı. Bu çatışmalar süresinceMiletoslular, İonialılardan Khios dışında bir yardım görmemişlerdir. Khios,Miletosluları tutmakla buna benzer bir hizmetin karşılığını ödemiş oluyordu.Zira Miletoslular da onların Erythrai'ye karşı verdikleri savaşın yükünüpaylaşmışlardı.

    19. On ikinci yıl, ordu ekini ateşe verdiği sırada bir şey oldu: Buğdaytutuştuktan sonra şiddetli rüzgârın önüne katılan alev Assesia Athene denilenAthene tapınağına kadar uzandı, tapınak alev aldı, yandı. O an için buna aldırışeden olmadı, ama ordu Sardes'e döndükten sonra Alyettes yatağa düştü. Birtürlü iyileşemiyordu, belki yakınlarından birinin sözüne uyarak, belki dekendiliğinden Delphoi'ye elçiler gönderdi, hastalığı için tanrısal kehanetedanışmakta hayır umuyordu. Elçiler Pythia'nın yanına vardıklarında, o önceMiletos topraklarında Assesia kentinde yakmış olduğunuz Athene tapınağınıyeniden yapınız, ondan önce bir şey söylemem, cevabını verdi.

    20. Bunu Delphoililer anlatmışlardır bana böylece. Ama Miletoslular dabirkaç ayrıntı eklediler: Kypselos oğlu Periandros, o sırada Miletos tyranıolan Thrasybulos'un değerli konuğu bulunuyordu. Alyattes'in oraklebaşvurduğu kulağına çalınınca, hemen Thrasybulos'a haber uçuran vedurumdan yararlanmasını salık veren o olmuş. İşte Miletos'ta da böyleanlatılır.

    21. Durumu öğrenen Alyattes, hemen Miletos'a bir adam gönderdi,Thrasybulos ve Miletoslularla bir ara verme anlaşması yapmak için, tapınakyeniden kuruluncaya kadar. Haberci, Miletos'a geldi, bu arada Alyattes'in asılniyetini öğrenmiş olan kurnaz Thrasybulos, şöyle bir şey düşündü: Emir verdi,ne kadar buğday varsa, ister kendisinin ister başkalarının, hepsi agoraya

  • yığıldı; herkese duyurdu ki, içkili bir şenlik düzenlenecek, kendisi haydi derdemez, herkes sevinç gösterileri içerisinde birbirine şölenler verecek.

    22. Thrasybulos'un böyle yapması, Sardes elçisi meydana yığılan buğdaytepelerini ve sevinç içinde yüzen insanları görsün, gidip Alyattes'e anlatsındiyeydi, bu emri onun için vermişti. Böyle de oldu. Elçi şenliği gördü veLydia'lıların sözlerini Thrasybulos'a iletip de Sardes'e döndüğü zaman, barışısağlayan biricik neden, bana dediklerine göre bu oldu. Alyattes, kendisineMiletos'ta şiddetli bir kıtlık olduğu ve halkın dayanacak hali kalmadığıhaberinin getirilmesini bekliyordu; elçi, Miletos dönüşü ona beklediğinin tamtersini söyledi. Bunu, iki düşmanı bağdaştıran bir anlaşma izledi; dahasıAlyattes, Assesia Athene'nin yerinde bir değil, iki tapınak yaptırttı ve sağlığıdüzeldi. İşte böyle oldu Alyattes'in Miletoslulara ve Thrasybulos'a karşı açmışolduğu savaşın sonu.

    23. Periandros, Kypselos'un oğluydu (gene bu Periandros'a geliyorum,Thrasybulos'a orakli salık veren adama). Korinthos tyranıydı. Korinthos'ta –Lesbosluların da doğruladıkları gibi– anlatırlar ki, hayatı görülmemiş birmucizeye karışmıştır, Methymnalı Arion, bir zamanlar bir yunusbalığınınsırtında Tainaron'a gelmiş. Arion kitara çalardı ve kimsenin kendisinden biradım öne geçmesine dayanamazdı[8] ve dithyrambos adlı dinsel havayı, bizimbildiğimiz, ilk olarak düzenleyen ve Korinthos'ta çaldıran odur, bu adı dakendisi koymuştur.

    24. Bu Arion diyor bizimkiler, ömrünün büyük bölümünü Periandros'unyanında geçirdikten sonra, günün birinde aklına esti, İtalya ve Sicilya'ya doğrudenize açıldı, sanatı sayesinde oralarda zengin oldu ve artık Korinthos'adönmek istedi ve Taranto'da gemiye bindi ve Korinthoslu gemiciler aldıyanına. Çünkü Korinthoslular kadar kimseye güvenemiyordu, oysa bunlar açıkdenizde Arion'u denize atıp varına yoğuna konmayı tasarlamışlardı ve obunların niyetlerini anlayınca, yalvarıp yakardı, nesi varsa verip canınıkurtarmak istedi, yakarışlarına sağır kaldılar gemiciler, ya ölmek, eğer toprağagömülmek istiyorsa; ya da kısa yoldan denize atlamak dediler, bu ikisindenbiri. Söyleyecek söz bulamayan Arion, mademki kararları öyleydi, sırtına en

  • gösterişli şeylerini giyip, geminin arkasında türküler söylemesine izinversinler diye yalvardı, kendini ondan sonra öldürecekti. Yüzyılın en iyitürkücüsüydü, adamlar onu dinlemek zevkini tatmak istediler. Kıç tarafı onabırakıp geminin ortasında toplandılar ve o en görkemli giysilerini giyindi,kitarasını aldı ve ayakta, arkada bütün Orthios'u söyledi[9], bitirince kendiniöyle olduğu gibi, gösterişli giysileriyle denize attı. Gemi Korinthos'a doğruyoluna devam etti ve sözünü etmiş olduğum yunusbalığı, Arion'u sırtına alıptaşıdı deniliyor, Tainaron'a kadar. Kıyıya çıkınca o üst başla doğru Korinthos'agitti ve olanı biteni anlattı, Periandros pek inanmadı, onu sıkıca gözaltına altıve gemicileri bekledi. Bunlar limana varır varmaz hemen hepsini getirtipArion'la yüzleştirdi. Tam "Onu İtalya'da, daha doğrusu Taranto'da, işiningücünün başında ve sağ salim bıraktık," dedikleri anda, Arion dalgaların içineatıldığı giysileriyle ortaya çıkıverdi. Neye uğradıklarını bilemediler, inkârasapacak takatleri kalmadı. Korinthosluların ve Lesbosluların anlattıkları budurve gerçekten Tainaron'da Arion adına konulmuş bir adak vardır tunçtan ve pekde büyük değil, yunusbalığı sırtına binmiş bir adamı gösterir.

    25. Lydia'lı Alyattes, Miletos savaşına son verdikten çok sonra, elli yılsaltanat sürdükten sonra ölmüştür. Sağlığına kavuştuğu zaman o da armağanlarsunmuştu, soyunda bilinen ikinci kişi olarak Delphoi'ye, kocaman gümüş birkrateros ve parçaları kaynakla tutturulmuş, demir kaynağını bulmuş olanKhioslu Glaukos'un elinden çıkma demir bir krateros tepsisi ki, Delphoi'dekibütün sunular arasında en göz alıcı olanı budur.

    26. Alyattes ölünce krallık, o zaman otuz beş yaşında olan oğlu Kroisos'ageçti. Ephesoslulardan başladı Yunanlılara karşı saldırılarına, çevresikuşatılan Ephesosluların Artemis tapınağına kadar bir ip uzatıp tapınağı kalebedenine bağlamaları, bu suretle kentleri tapınağa adanmış ve onun bir parçasıhaline gelmiş saymaları o zaman olmuştur. Düşününüz ki eski kent ile, kikuşatılan oydu, tapınak arası yedi stadion çekiyordu. İşte Kroisos'un ilk olaraksaldırdığı bunlardı, sonra öbür İon ve Aiol halklarına geldi sıra, bunların herbirine bir çeşit suçlama yöneltiyordu, ciddisini bulduğu zaman ciddi,bulamadığı zaman önemsiz bahaneler.

  • 27. Asya Yunanlılarını haraca bağladıktan sonra, şimdi de adaları vurmakiçin gemiler yaptırma çarelerini düşlemeye koyulmuştu. Hazırlıklar böyle birsilahlanmaya göre yapılıyordu ki, Prieneli Bias diyorlar, Sardes'e çıkageldi(belki de Mytileneli Pittakos) ve Kroisos'un Yunanistan'da ne var ne yoksorusuna, silahlanma hesaplarını altüst eden şu cevabı verdi: "Kral," dedi,"bütün adalılar kendilerine birer at tedarik ediyorlar, gelip Sardes'i vurmayıkoymuşlar kafalarına." Kroisos onun sahi söylediğini sandı, dedi ki: "Ben depek isterdim doğrusu, tanrılar adalarda oturanların kafalarına, ata binip Lydiaçocuklarının yanına gelmeyi soksunlar diye." Öbürü sözü aldı: "Kral, öyleanlıyorum ki, adalıların anakaraya çıkıp at sürmelerini gerçekten istiyorsun,çünkü böylesi gelir senin işine. Ama ya adalılar, onlar da senin kendilerinekarşı gemiler yaptırmaya kalktığını işittikleri zaman ne diyecekler, amanLydia'lılar denize açılıp kendilerini tehlikeye atsalar, demeyecekler mi? Vesenden köle haline getirdiğin anakara Yunanlılarının öcünü almayıkurmayacaklar mı?" Bu dobra dobra karşılık Kroisos'un pek hoşuna gitti.Yunanlıya inandı, sözlerini sağduyuya uygun buldu, silahlanmayı bıraktı veadalarda oturan İonialılara iyi ilişkilerle bağlandı.

    28. Günler günlere katıldı. Halys ırmağının beri yakasındaki ulusların,Kilikia ve Lykia'dan gayri hepsi boyun eğmiş, Kroisos'un egemenliğinitanımışlardı. Bunlar; Lydia'lılar, Phrygialılar, Mysia'lılar, Mariandynler,Khalybler, Paphlagonialılar, Thraklar, Thynler, Bithynialılar ve Karlar, İonlar,Dorlar, Aiollar, Pamphylialılardı.

    29. Bu uluslar baş eğmişler ve Kroisos'un Lydia imparatorluğunakatılmışlardı ki, o zamanlar işe yarar diye bilinen ne kadar adam varsaYunanistan'da, ki böyleleri hep oraya koşarlardı, zenginliğin en üst noktasınavarmış olan Sardes'e üşüştüler, Solon da bu arada Sardes'e gelen Atinalılararasındaydı. Atinalılar onun kendilerine yasalar yapmasını istemişler, o da buyasaları yayımlamış, sonra dünyayı göreceğim diyerek, on yıllık bir yolculukiçin denize açılmıştı. Aslında kendisini, koyduğu yasalardan herhangi birinikaldırmaya zorlamasınlar diye gidiyordu, çünkü Atina halkı bunu kendiliğindenyapamazdı, Solon'un yasalarını on yıl uygulamak için büyük yemin vermişti.

  • Solon

    30. İşte bu önemli nedene başka yerleri görme isteği de katılmış. Solonyurdundan ayrılmış, Mısır'a, Amasis'in yanına gitmişti ve en son Sardes'e,Kroisos'un yanına geliyordu. Orada, kralın konuğu oldu sarayda, üçüncü ya dadördüncü gün, Kroisos'un buyruğunu alan adamları Solon'a hazinelerigezdirdiler. Kroisos ona şunu sordu: "Atinalı," dedi, "benim konuğum, birfilozof olarak sana bunca ülkeyi gezdirten meraklı yaradılışının ve bilgeliğininününü birçok kez biz de duyduk, bundan ötürü sana şunu sormak isteği uyandıbende, acaba mutlulukta başka herkesi geride bırakan bir kimseye rastladınmı?" Böyle soruyordu, çünkü kendisi bu adam olmakla övünürdü bütün talihliinsanlar arasında, ama Solon, ona yaranmayı aklına bile getirmeden ve yalnızgerçeği düşünerek, "Atinalı Tellos'u gördüm," dedi. Bu cevaba şaşıran Kroisosbir soru daha sordu: "Tellos'u niçin bu kadar talihli sayıyorsun?" – "Tellos,"dedi Solon, "zengin bir ülkede yaşıyordu, güzel ve erdemli çocukları vardı veevinde başka çocukların da doğduklarını ve hepsinin de yaşadıklarını gördü,üstelik bizde talih bakımından gerekli olan geniş ve maddi rahatlığı da vardı,ama asıl şu ki, ömrü parlak bir sonla taçlandı, Atinalıların komşu kente karşıverdikleri bir savaşta, Eleusis'te yurdunu savunurken ve düşmanı önüne katıpkovalarken buldu ölümlerin en güzelini ve Atinalılar ulusal tören yaptılar onuniçin, düşmüş olduğu yerde ve onu çok ululadılar."

    31. Solon'dan Tellos'un mutluluğunu dinlemekten usanan Kroisos[10], "Ondansonra kim gelir senin bildiğin?" diye sordu, çünkü hiç olmazsa ikinciliğinkendisine geleceğinden hiç şüphesi yoktu. "Onlar," dedi Atinalı, "Kleobis veBiton'dur. Argos soyundan olurlar, namuslarıyla yaşayacak kadarvarlıklıydılar, kolları da güçlüydü, işte bak büyük yarışmalarda kazandıklarıödüllerden başka, bir de şunu anlatırlar onlar için: Argoslular Here onurunabir bayram kutluyorlardı; analarının bir arabayla tapınağa kadar getirilmesigerekiyordu ve öküzler istenildiği saatte tarladan dönmemişlerdi; geçkalmaktan korkan geçler, kendileri girdiler boyunduruğa ve arabayı çektiler;arabanın üzerinde anaları vardı ve gık demeden kırk beş stadion boyunca onutaşıdılar ve tapınağa getirdiler. Orada bulunan bütün inanç sahibi kişiler bunugözleriyle gördüler, bundan başka bu davranışları ölümlerin en tatlısıyla

  • taçlandırıldı, Tanrı onlara insan için ölümün yaşamaktan daha iyi olduğu yerigösterdi. Argoslular sarmışlardı çevrelerini ve bu genç adamların maddimanevi güçlerine imreniyorlardı; böylece soylu çocukları olan anayıkutluyorlardı. Ana mutluluk içindeydi, oğullarının başarısıyla başı dik,tanrıçanın heykeli karşısında ayakta duruyor, ona, kendisine bunca onurkazandırmış olan oğulları Kleobis ve Biton'a insanoğlunun elde edebileceği eniyi şeyi bağışlaması için dua ediyordu. Bu duadan sonra kurban kesildi, kutsalşölenler verildi; sonra delikanlılar tapınağın içinde yatıp uyudular veuyanmadılar, bu son uykuda kaldılar. Argoslular onların heykelleriniyaptırdılar, üstün ve yüce kişiler sayarak Delphoi'ye sundular."

    32. Solon, böylece, ikinci sırayı da bu genç adamlara vermiş oluyordu.Kroisos öfkelendi: "Atinalı yabancı," dedi, "ya biz, bizim mutluluğumuzu senhiçe mi sayıyorsun ki, bu basit insanları koyuyorsun ikinci sıraya?" –"Kroisos," dedi Solon, "sen tanrının insanlara karşı ne kadar kıskanç olduğunuve ona hiçbir zaman güvenilemeyeceğini bilen bir kişiyi sorguya çekiyorsun.İnsan bir ömür boyunca, görmek istemeyeceği çok şeyi görebilir, çok eziyetçekebilir. Ben aşağı yukarı yetmiş yıl sayıyorum insan ömrünü. Bu yetmiş yıl,artık ayları saymazsak, yirmi beş bin iki yüz gün yapar[11], ama aylarlamevsimlerin denk düşmesi için yıla iki yılda bir, bir ay eklersek, yetmiş yıldanbaşka, bu artıklı aylardan otuz beş ay daha eder ve bu ayların gün sayısı binellidir. Ve bütün bu günler de, ki hepsi yirmi altı bin iki yüz ellidir ve yetmişyıla denk gelir, kesin olarak bir tek olay yoktur ki, bugünkü yarınkinebenzesin[12]. Şu halde ey Kroisos, insan için yalnız talih ve talihsizlik vardır.Evet, görüyorum, sen çok zenginsin, çok insana hükmediyorsun, ama bendenistediğin şeye gene de cevap veremem; çünkü önce ömrünün güzel bir sonabağlandığını öğrenmem gerekir[13]. Zira çok zengin insan vardır ki, kıt kanaatyaşayan insandan hiç de daha mutlu değildir, eğer talih, zenginlik içinde geçenömrünün sonuna kadar ona yâr olmazsa. Nice insan vardır ki, masallardakikadar zengindir, ama mutsuzdur; niceleri de vardır ki, şöyle böyle geçinirler,ama talihlidirler. Çok zengin olanın, eğer mutlu değilse, talihli olandan yalnıziki ayrıcalığı vardır; ama talihli olanın mutlu olmayan zengine bakarak pek çokayrıcalıkları vardır; birisi için her dilediğini yapmak ve büyük bir para

  • kaybını karşılamak çok kolaydır; ama bir de öbürünün üstünlüklerine bakalım:Elbette büyük bir kaybı ve aşırı istemleri öbürü gibi karşılayamaz; ama talihionu bundan korur; üstelik sağlam yapılıdır, hastalık bilmez, üzüntü tanımaz,görmelere layık çocukları arasında mutludur. Bırak bir de bütün bunlara taçolarak ömrünü mutlu bitirsin ve işte mutlu adam sözüne layık kişi, seninaradığın kişi budur. Ama ölmeden önce, dilini tut, mutludur demek için aceleetme, yalnız talihli de, o kadar. Elbette her üstünlüğü elde etmek bir ölümlüiçin olacak şey değildir; hiçbir toprak yoktur ki, kendi kendisine yetsin ve herürünü versin; şu ürünü verir, ama kendisinde yetişmeyen öbürünü başka yerdenalır; en çoğuna sahip olan en iyisidir. İnsanoğlu için de böyledir; hiç kimse tekbaşına her şeyi elde edemez; filanı elde eder, falandan yoksun kalır. O ki ömrüboyunca her zenginliğe erişir ve en son dünyadan hoşnut ayrılır; işte o, banagöre, ey kral, mutlu insan adını hak eder. Her şeyin sonuna bakmalıdır; tanrıçok insana mutluluğu yem olarak sunar, sonra da çeker alır elinden."

    33. Bence bunlar, zaten Atinalıya pek değer vermeyen Kroisos'un hoşunagidecek sözler değildi ve bu, eldeki şeyleri hor görüp, her şeyin sonunabakmayı öğütleyen dar kafalı adamı kapı dışarı etti.

    34. Solon gitti, ama tanrıların kıskançlığı sert çarptı Kroisos'u, şüphesizkendisini insanların en mutlusu saydığı için. Solon gider gitmez bir rüya girdiuykusuna, oğlunun başına gelecek belayı gösterdi ona. İki oğlu vardı: BiriYaradan'ın gadrine uğramıştı, dilsizdi[14]; öbürü her bakımdan yaşıtlarının çokönünde gidiyordu; Adı Atys'ti. Rüyanın Kroisos'a gösterdiği oydu, ucu demirlibir kargı ile vuruluyordu. Uyandıktan sonra bu gördüğü rüya üzerine derindüşüncelere daldı, korkmuştu, ilk iş olarak oğlunu nişanladı; Lydia ordularınakomuta etmeye alışmış olan genç adamın elinden bu görevi aldı; savaştakullanılan kargının ve benzeri silahların kısa, uzun her çeşidini, nerede olursaolsun toplattırdı; ne olur ne olmaz, asıldığı yerden kopar, oğlunun başına düşerdiye korkuyordu ve hepsini depolara yığdırdı.

    35. Oğlu evlenme törenleriyle uğraşırken, bir adam geldi Sardes'e, kaderinkurbanı olmuş, eli kana boyanmıştı. Doğuştan Phrygialıydı, kral soyundandı.Kroisos'un sarayına geldi ve oranın töresince arınma dileğinde bulundu. (Bu

  • tören, Lydia'lılarda da aşağı yukarı Yunanlılarda olduğu gibidir.) Törendensonra Kroisos, nereden geldiğini ve kim olduğunu sordu adama: "Kimsin,"dedi, "Phrygia'nın neresinden geliyorsun benim çatımın altına? Öldürdüğünadam ya da kadın kimdir?" – "Ey kral," dedi Phrygialı, "adım Adrastos,Midas'ın oğlu Gordias babam olur; kardeşlerimden birini öldürdümistemeyerek ve işte babam her şeyimi elimden alıp beni kovdu." Kroisos onadedi: "Hatırını saydığım kişilerin oğlu, dostlar arasına geldin; bizim yanımızdakalırsan hiçbir eksiğin olmaz. Uğradığın felakete katlan, sabret, senin için eniyisi budur."

    36. Bu adam böylece Kroisos sarayına yerleşti. O sıralarda Mysia'nınOlympos Dağı yörelerinde azman bir yabandomuzu türemişti; dağ yönündengeliyor, Mysia köylülerinin ekinini silip süpürüyordu, köylüler hayvanıyakalamaya gidiyorlar, ama bir şey yapamıyorlar, kendileri onun kurbanıoluyorlardı. Sonunda Mysia elçileri gelip Kroisos'a başvurdular ve dediler:"Kral, bir yabandomuzu azmanı türedi bizim oralarda; ekinimizi bozuyor, çokuğraştık, yakalayamadık. Şimdi senden dilediğimiz, oğluna ve yiğitlerinebuyur, köpeklerini alıp gelsinler, bizi kurtarsınlar." Dilekleri buydu. Kroisos'unrüyasında gördüğü şeyler ve işittiği sözler geldi aklına ve cevap verdi:"Oğlum için ısrar etmeyiniz; onu göndermem; yeni evlendi, şimdilik o işleuğraşıyor. Ama yiğit Lydia'lıları ve bütün av köpeklerini isterseniz can–ıgönülden veririm; ülkenizi bu beladan kurtarmaları için size candan yardımcıolmalarını söylerim göndereceğim adamlarıma."

    37. Cevabı böyle oldu, Mysia'lılar çok sevindiler. Ama Kroisos'un oğlugeldi üstlerine, dileklerini işitmişti; öbürleriyle beraber kendisinin degitmesini istemeyen babasına: "Baba," dedi, "benim en büyük iki işim av vesavaş, bana değer sağlayan işlerim bunlar, işte şimdi bunları bana yasakediyorsun; oysa bende ne alçaklık gördün, ne gevşeklik. Şimdi ben kentin kıyıkucağında dolanırken, agoraya gidip gelirken, yurttaşlarım benim için nediyecekler? Ya genç karım, evinde nasıl bir kocaya vardım diyecek? Bırak bende katılayım bu ava ya da dediğini yapmamın niçin gerekli olduğuna inandırbeni."

  • 38. Kroisos şöyle cevap verdi: "Yok oğlum, sende alçaklığın izi yok vecanımı sıkacak bir şey de yapmadın. Böyle davranmamın nedeni şu ki, uykudabiri göründü gözüme, bana senin günlerinin azaldığını söyledi; kargı demiriyleöleceksin. Bundan ötürü evlendirdim seni çarçabuk ve bizi çağırdıkları seferede bundan ötürü bırakmıyorum[15]. Hiç olmazsa, ben sağ kaldığım sürece senialnının yazısında korumak için her çareye başvuruyorum. Zira senden başkaoğlum yok; öbürü sakat, onu saymıyorum."

    39. Genç adam, hemen: "Haklısın baba" dedi, "böyle bir rüyadan sonra benikorumakta; ama seni şaşırtan ve yanlışlığa düşüren bir nokta var, bak sanaanlatayım. Bu rüya diyorsun, benim bir kargı demiriyle öleceğimi haberveriyor; peki yabandomuzunun, seni korkutan demir uçlu kargıyı tutacak eli varmı? Evet, rüya sana yabandomuzu dişi, ya da ona benzer bir şey deseydi böyleyapmakta haklı olacaktın; ama kargı diyorsun. Mademki insanladövüşmeyeceğiz, bırak beni gideyim."

    40. "Oğlum," dedi Kroisos, "bu rüya için söylediklerin doğru. Bunun içinkararımdan cayıyorum ve sana bu ava katılman için izin veriyorum."

    41. Bu sözleri söyledikten sonra Phrygialı Adrastos'u çağırttı ve huzurunagetirilince: "Adrastos," dedi, "kötü bir iş gelmişti başına, seni bundanarındırdım, yanıma aldım, geçimini sağladım; pekâlâ... Sen nasıl en önce banabaşvurdunsa, benim de önce sana başvurmamı fena karşılamazsın. Oğlum avagidiyor, yolda kötü kişilerle karşılaşabilirsiniz, size saldırmak isteyebilirler, ozaman oğluma göz kulak olacağına söz ver. Zaten sen kendin de, eline kendinigösterecek bir fırsat geçmesini istersin; bu senin kanında vardır, üstelikgüçlüsün de."

    42. "Kral," diye cevap verdi Adrastos, "aslında böyle av partilerinekatılmam. Başına benimki gibi bir felaket gelmiş olan bir kimsenin, gönlü rahatyoldaşlar arasına katılması yakışık almaz; zaten insanın yüreği orada olmaz vebundan geri durmak için elimden geleni yapardım. Ama mademki senistiyorsun ve ben de seni kırmamak zorundayım (çünkü iyiliğini gördüm) iştehazırım: Bana emanet ettiğin oğlun, koruyucusunun elinden geldiği kadar,kazasız belasız dönüp gelecektir, bana güvenebilirsin."

  • 43. Böyle söz verdi Kroisos'a, sonra yiğit yoldaşlar ve av köpekleriyle yolakoyuldular. Olympos Dağı'na vardıklarında bir sürek avı yaptılar; hayvanyerinden uğratıldı, avcılar çevresini sardılar, kısa kargılarını üstüne fırlatmayabaşladılar. İşte o arada bu yabancı da, işlediği cinayetten elleri arınmış olanadam, kaderin hışmına uğramış olan Adrastos[16], o da attı kısa kargısını,domuza rast getiremedi ve Kroisos'un oğlunu vurdu; kargının ucu saplandı verüya böylece gerçekleşmiş oldu. Birisi koştu haber vermek için olanlarıKroisos'a; Sardes'e varıp, savaşı ve oğlunun başına geleni anlattı.

    44. Bu ölüm Kroisos'u altüst etti; ama onu asıl sarsan, ellerini işlediğicinayetten kendisinin arındırmış olduğu adamın yapmış olmasıydı bu işi. Böylebir rastlantıyı aklı almıyordu, gücenmişti, arındırıcı Zeus'e sesleniyor, onukonuğu olan adamın yaptıklarına tanık tutuyordu; ocak tanrısına sesleniyordu,dostluk tanrısına (yani gene hep Zeus, öbür adlarıyla), ocak tanrısına, çünküsarayına kabul etmiş olduğu, bilmeden karnını doyurduğu bu yabancı, oğlununkatili olmuştu; dostluk tanrısına, çünkü oğluna koruyucu olarak verdiği adam,onun kanlı düşmanı olmuştu.

    45. Lydia'lılar ölüyü getirdiler; katil arkalarından geliyordu. Ölünün önündedurdu ve Kroisos'a teslim oldu, ellerini uzatıp yalvardı, bu ölünün üstündekurban edilmesini istiyordu, başına gelen ilk felaket, bugün kurtarıcının celladıolarak daha da ağırlaşmıştı, bunu hatırlattı, artık yaşayamayacağını söyledi.Kroisos, ocağını söndüren felakete rağmen, bu acı sözler karşısında Adrastos'aacıdı ve ona: "Konuğum," dedi, "senin kendi ölümünü istemen benim öcümiçin yeter. Hayır, bu ölüm için seni suçlamıyorum; hiç değilse senin iradenleolmadı bu. Bir tanrıdır şüphesiz suçlamam gereken; o tanrı ki, bir zamanlarneler olacağını daha önceden bildirmişti." – Kroisos oğlunu törelere göregömdürdü. Gordias'ın oğlu, Midas'ın torunu, önce kardeşini, sonra da elindekilekeyi temizleyen adamın oğlunu öldürmüş olan Adrastos, ölüm anıtınınçevresinden el ayak çekince, kendisini dünyadaki insanların en mutsuzu saydığıiçin, mezarın üstünde vurdu kendisini, öldürdü.

    46. Kroisos iki yıl acısının üstüne kapandı, oğlunun ölümüyle açılanboşluğun acısını çekiyordu. Sonra Kambyses oğlu Kyros'un Kyaksares oğlu

  • Astyages'i bozguna uğratması ve Pers ulusunun kalabalıklaşması ona yasınıunutturdu ve Persleri, devletleri gelişip büyük bir güç olmadan önce durdurmadüşüncesine bağlandı. Bir kez bunu kafasına koyunca, Yunanistan ve Libyaorakllerini yoklamaya girişti; Delphoi'ye, Phokis'teki Abai'ye ve Dodona'ya:Amphiaraos ve Trophonios orakllerine ve Miletos topraklarındakiBrankhosoğullarına, yani her yere adamlar yolladı[17]. Kroisos'un danıştığıYunan oraklleri bunlardır; ayrıca Libya'daki Ammon tapınağına da başkalarınıyolladı. Ama bu çeşitli danışmanlardan beklediği şey, sadece kehanet bilimiüzerine bir fikir edinmekti, eğer doğruyu bildiklerine kanaat getirirse, o zamanPersler üzerine sefer açarsa, sonuç ne olur, onu soracaktı.

    47. Oraklleri sınamak için yolladığı Lydia'lılara verdiği yönerge şöyleydi:Sardes'ten yola çıktıkları günden başlayarak gün sayacaklar, yüzüncü günorakle varıp soracaklar, Lydia'lıların kralı Alyattes oğlu Kroisos şu anda neyapıyor diye, – orakllerden her birinin cevabını yazıp kendisine getireceklerdi.Delphoi'ninki dışında, bütün bu kutsal tanıklıklardan bir iz kalmamıştır;Delphoi'de Lydia'lılar tanrıya danışmak üzere tapınağa girip soruyuyönelttikleri zaman Pythia şu altılıyı (hexametron) söyledi:

    Kumsaldaki kum tanelerini sayarım, denizi ölçerim.

    Dilsizin sözünü anlarım; konuşmayanı dinlerim.

    Bir koku geliyor burnuma; kaplumbağa

    Tunçta pişirilmiş, kuzu ile beraber ve sarılmış

    Kalın bir deriye; tunçtan bir örtü var üstünde,

    Ve tunç bir yatak serilmiş altına.

    48. Pythia oraklini söyledi, Lydia'lılar yazdılar ve yeniden Sardes yolunadüştüler. Sağa sola gönderilmiş olan öbür haberciler de cevapları alıpdöndükten sonra, Kroisos bunları alıp açtı, gözden geçirdi. Delphoi'dengetirilen orakle kadar hiçbirisini önemsemedi; ama ne zaman ki bunu okudu,hemen bunun önünde eğildi ve onu yeğ tuttu, artık önceden bilme (kehanet)

  • yeteneğinin yalnız Delphoi'de olduğuna kanaat getirmişti, zira vaktini nasılgeçirmiş olduğunu bilen oydu. Sahiden, habercilerini tapınaklara doğru yolaçıkardıktan sonra, belli günü beklemeye koyulmuş; sonra kimsenin aklınagelmeyecek şey ne olabilir diye düşünmüş ve bir kaplumbağa ile bir kuzuyudilim dilim kesip bir arada pişirmeyi kurmuştu, kendi eliyle ve tunç birkapakla kapalı, üstten kulplu tunç bir tencere içinde.

    49. İşte Delphoi'nin Kroisos'a verdiği cevap budur. Amphiaraos oraklinincevabına gelince, bunun için bir şey söyleyemem; –zira anlatanlar bu konudadilsizdirler– Lydia'lılar tapınağın çevresinde âdet olan dinsel törenleritamamladıkları zaman onlara ne demiş bilmiyorum, ama şunu biliyorum ki,Kroisos onu da gerçek bir kehanet olarak tutmuştur.

    50. Kroisos, Delphoi tanrısına yaranmak için peşi peşine büyük kurbanlarkestirdi; çeşitli kurbanlık hayvanlardan üç bin tane; sonra altın ve gümüşişlemeli yataklar, altın kupalar, erguvan kumaşlar ve gömlekler toplattı,kocaman bir yığın yaptı, bu sunularla tanrıya daha çok yaranmayı umuyordu.Ayrıca her Lydia'lının da kesesine göre bir şeyler sunmasını emretti. Sonratoplanan sunulardan kurulan altın yığınlarını erittirdi, altı palme uzunluğunda,üç palme genişliğinde ve bir palme yüksekliğinde külçeler halindedöktürdü[18], yüz on yedi külçe oldu, dört tanesi som altındı ve her biri ikibuçuk talanton çekiyordu, öbürleri altın ve gümüş karışımıydılar ve bir tanesiiki talanton çekiyordu. Gene som altından ve on talanton ağırlığında bir deaslan heykeli yaptırttı. Bu aslan, Delphoi tapınağı yandığı zaman, altındaayaklık olarak duran bu külçelerin üzerinden düşmüştür ve şimdi konulmuşolduğu Korinthos hazinesinde altı buçuk talanton çekmektedir. Zira üç buçuktalantonu erimiştir.

    51. Bunlar tamamlanınca Kroisos, başka sunular da ekleyerek hepsini birdenDelphoi'ye gönderdi. Sunular arasında önce iki büyük krateros; biri altın, birigümüş; altın olanı tapınağa girince sağda dururdu, öbürü solda. Onları dayangından az sonra başka yerlere götürdüler, birincisi şimdi Klazomenaihazinesindedir; ağırlığı sekiz buçuk talantonu on iki mana geçer; ikincisi iseavlunun köşesinde durur; altı yüz amphora dolusu alacak büyüklüktedir,

  • Delphoililer Theophanialarda[19] şarabı sulandırırken görmüşler. Delphoi'debunun Samoslu Theodoros'un elinden çıkma bir iş olduğu söylenir ve doğrusuben de buna inanırım, çünkü herkesin yapabileceği bir iş değildir. Kroisosbunlardan başka, şimdi Korinthos hazinesinde duran dört gümüş fıçı ve kutsalsu için bir altın, bir de gümüş iki güğüm gönderdi; altın güğümün üzerindebunu Lakedaimonluların verdiklerini belirten bir sunuş yazısı vardır; bu yazıuydurmadır; bu güğüm de öbürleri gibi Kroisos'un bir sunusudur ve yazıSpartalılara yaranmak isteyen bir Delphoi'nin marifetidir. Bu adamın adınıbiliyorum, ama açıklamayacağım; doğrusu şudur ki, Lakedaimonlularınverdikleri armağan, elinden su akan çocuktur; ama o iki güğümü onlar vermişdeğildirler. Kroisos, öbür sunular arasında, ki hiçbirinde sunuş yazısı yoktur,gümüşten leğenler de gönderdi, şarap saçısı için ve üç dirsek boyunda altındanbir kadın heykeli, kendisine ekmek yoğuran kadının heykeliymiş, Delphoi'deöyle söylerler. Daha başka, karısının gerdanlıklarını ve kemerlerini degönderdi.

    52. İşte bunlardı Delphoi'ye sunduğu şeyler. Erdemini ve başına gelenleriöğrenmiş olduğu Amphiaraos'a[20] da som altından bir kalkan ile gene somaltından bir kargı yolladı; altın sapın ucuna takılı olan sivri uç da aynımadenden yapılmıştı; bunların ikisi de, ben Thebai'den geçerken, İsmeniosApollon tapınağında duruyordu.

    53. Kroisos, bu sunuları tapınağa götürecek olan Lydia'lılara orakllerdenşunu sormalarını buyurdu: "Kroisos Perslerle savaşsın mı; savaşacaksa, dostbir ulustan da birkaç bölük alsın mı?" Lydia'lılar gönderildikleri oraklinyanına vardılar, armağanları sundular ve sorularını şöylece sordular:"Lydia'nın ve daha başka yerlerin kralı olan Kroisos," dediler, "sizleriyeryüzünün tek güvenilir orakli sayıyor; sizin bilgeliğinize layık olan busunuları gönderdi ve bu sefer sizden Perslerle savaşalım mı ve savaşırsa eğer,dost bir ulustan yardım almalı mı, bunu soruyor." İstekleri buydu. İki oraklingörüşü birbirine uyuyordu; Kroisos'a şunu bildirdiler, eğer Perslerle savaşagirerse, büyük bir imparatorluğu devirecektir; ayrıca Yunanlıların engüçlülerine başvurup dostluklarını sağlaması gerektiğinde de birleşiyorlardı.

  • 54. Kroisos kendisine getirilen oraklleri öğrenince kâhinleri kutladı, Kyroskrallığını devireceğinden şüphesi kalmamıştı, adamlarını yeniden Delphoi'yegönderdi, Delphoi'nin nüfusunu daha önce öğrenmişti, bütün halka adam başınaiki stater altın dağıttırdı. Bu cömertlik karşısında Delphoililer de Lydia'lılarabazı ayrıcalıklar verdiler, Kroisos ve Lydia'lılar oraklin yanına sırabeklemeden girebilecekler, kendilerinden ikamet harcı istenmeyecek, büyükoyunlarda başköşede oturabileceklerdi, bütün Lydia'lılar istedikleri zamanDelphoi yurttaşı olabileceklerdi.

    55. Kroisos, Delphoililerin gözlerini iyice doyurduktan sonra, orakleüçüncü kez olarak danıştı. Onun doğruyu bildiğini anladığından beri güvenciartmıştı. Bu sefer de "Saltanatı uzun olacak mı?" diye sordurttu. Pythia, ona şuuyarıyı yaptı:

    Günün birinde katır Med'lere kral olacak,

    O zaman, ey yumuşak ayaklı Lydia'lı kaç,

    Çakıllı Hermos boyunca, tabanları yağla,

    Utanma, yüzün kızarmasın kaçtığın için.

    56. Kendisine bildirilen bu sözlere Kroisos ötekilerden daha da çoksevindi, zira bir katırın Lydia tahtında bir adamın yerine geçmesi olamaz diyeavunuyordu ve bir de demek ki kendisi de, çocukları da iktidardandüşmeyeceklerdi. Bunun üzerine Yunanlılardan en güçlü olanları hangileridirdiye bilgi toplamaya başladı. Aldığı bilgilere göre, bunlar LakedaimonlularlaAtinalılardı, biri Dorların başında geliyordu, öbürü İonia'lıların. Yunanistan'ınüstün ırkları bunlardı, İonialılar Pelasglardan iniyorlardı. Dorlar iseHellenlerden. Pelasglar topraklarından hiç ayrılmamışlardı, Hellenler iseboyuna oradan oraya göçmüşlerdi. Kral Deukalion zamanında Phtiotis'teyaşıyorlardı, Hellen oğlu Doros zamanında Ossa ve Olympos eteklerindekiHistiaia denilen bölgedeydiler. Kadmoslular gelip onları Histiaia'dankovmuşlar, onlar da Pindos'a gitmek zorunda kalmışlar ki, oranın adıMakednon idi. Bu sefer oradan da Dryopis'e göçmüşler ve bütün bu göçlerdensonra Peloponez'e varıp Dorlar adını almışlardı.

  • 57. Dile gelince, Pelasglar ne dili konuşuyorlardı, kesin bir şey diyemem.Eğer bugün yaşamakta olan Pelasgların diline bakarak düşünmek doğru olursa,ki bunlar Tyrsenlerden daha ötede, Kreston denilen kentte oturanlardır veeskiden bizim Thessalia dediğimiz ülkede otururlardı ve o zamanlar bugünküDorlarla sınır komşusuydular – bir de çok eskilerde Atinalılarla komşu olanlarvar, bunlar da Hellespontos kıyılarındaki Plakia ve Skylake'de yerleşmişlerdir–ve bir de öbür bütün siteler ki, adları değişmiş olmakla beraber Pelasgsiteleridir– eğer diyorum, bu halklara bakarak bir sonuca varmak istersek,Pelasglar yabancı bir dil konuşuyorlardı. Şu halde bütün Pelasglar aynı dilikonuşuyorlardı ise, bu ırktan olan Attika halkı da Yunanistan'a göçerken kendidilini bırakmış, başka bir dil almıştır. Gerçekten Kreston ve Plaika'daoturanlar, bugünkü komşularının dilini konuşmazlar, kendilerine özgü birdilleri vardır; bu da gösterir ki, bu bölgelere göçerken hangi dilikonuşuyorlardıysa, bugün de aynı dili konuşmaktadırlar.

    Hippokrates – Peisistratos

    58. Hellenlere gelince, bence bunlar baştan beri hep aynı dilikonuşmaktadırlar; aslında Pelasglardan ayrıldıklarında güçlü değildiler, ilkzamanlar azlıktılar, ama başta Pelasglar olmak üzere, öbür barbar uluslarınetkin yardımlarıyla pek çok ulusu kapsadılar. Buna karşılık Pelasglar ki, onlarda barbardılar, eskiden büyük ölçüde çoğalmışlardır, ben bu sonucavarıyorum[21].

    59. Bu iki ulustan, Lakedaimonlular ile Atinalılardan sonuncusu, Kroisos'unda öğrendiği gibi, bu yıllarda Hippokrates oğlu Peisistratos'un[22] buyruğualtındaydı ve tyranlığı pek de iyi yürümüyordu. Bu Hippokrates sıradan biryurttaştı, Olympia oyunları sırasında bir gün büyük bir mucizeyle karşılaştı:Kurban kesmişti; yanında su ve kurban etleriyle dolu leğenler duruyordu;altında ateş yanmadığı halde su kaynamaya ve taşmaya başladı. LakedaimonluKhilon da oradaydı, durumu gördü ve Hippokrates'e öğüt verdi: "Evine çocukyapabilecek kadın sokma," dedi, "eğer evli isen karıyı boşa, eğer oğlun varsaonu da kovala." Böyle salık verdi. Khilon'un bu sözleri Hippokrates'in hoşuna

  • gitmedi ve sonradan bizim Peisistratos dünyaya geldi derler. Deniz kıyısındayaşayan Atinalılarla içerideki köylerde yaşayan Atinalılar arasında bir içsavaş patlak vermişti, –birincilerin başında Alkmaion oğlu Megakles,köylülerin başında Aristolaides oğlu Lykurgos vardı– Peisistratos bu aradaiktidarı ele geçirmek istedi ve üçüncü bir parti kurdu; başına adam topladı,dağ adamlarının koruyucusu olarak ortaya çıktı ve şöyle bir şey yaptı:Kendisinde bir yara açtı, katırlarını da yaraladı; sonra katırları agoraya sürdü,sanki yurduna dönerken düşmanlarıyla karşılaşmış, onu öldürmek istemişlergibi. Halktan kendisine koruyucular verilmesini istiyordu. Magera'ya karşıyapılan savaşta gösterdiği yararlıkları sayıp döküyor, Nisaia'yı alışını ilerisürüyor, bunu hak etmiş olduğunu söylüyordu. Atina halkı ona kandı ve kenthalkı arasından bir birlik topladı, bunlara mızraklı diyemem, daha çok topuzludemeli, çünkü Peisistratos'un peşinden ellerinde ağaç topuzlarla yürüyorlardı.Bunlar, ona uyarak ayaklandılar, akropolü ele geçirdiler. Peisistratos böyleceAtina'ya hâkim oldu, ama devlet yönetimine ilişmedi, yasaları değiştirmedi;kenti yürürlükteki yasalara göre yönetiyor ve bunları bilgiyle, incelikleuyguluyordu.

    60. Ama az zaman sonra, Megakles ile Lykurgos'u tutanlar, kendi aralarındaanlaştılar ve onu düşürdüler. İşte Peisistratos, Atina'ya ilk kez böyle hâkimolmuş ve tyranlığını iyice yerleştiremeden kaybetmiştir. Onu düşürenler isesonra yeniden birbirlerine girdiler. Dört yandan ayaklanmalarla çevrilenMegakles, bir adam gösterdi Peisistratos'a, "Çeyiz olarak tyranlığı onaverirsem kızımı alır mı?" diye sordurdu. Peisistratos pek hoşlandı bu öneriden,kabul etti, anlaştılar. Ve yeniden başa geçmesi için bir plan kurdular ki, ben buplanı gene de pek çocukça bulurum; – Yunanlıların barbarlardan öteden beriçok daha ince düşünceli olmakla ayrıldıkları ve onlar kadar bön olmadıklarıgöz önünde tutulursa – Yunanlıların da en açıkgözü olmakla övünen Atinalılarakarşı böyle bir planla çıkılamazdı. Paiania demosunda Phya adında bir kadınvardı; iri bir kadındı, boyu dört dirsekten üç parmak eksik ve çok güzeldi.Sırtına bu kadının, bütün bir zırh geçirdiler, bir arabaya bindirdiler, görkemligörünmek için nasıl davranması gerektiğini öğrettiler; sonra Atina'yagötürdüler; önlerinde koşan adamları, kente girdikleri zaman bağırmaya

  • başladılar: "Atinalılar, Peisistratos'u bağrınıza basınız, Athene kendisigetiriyor onu akropolüne; çünkü bütün insanlar arasında en beğendiği odur!"Dört yana dağılmışlar, bu sözleri yayıyorlardı; Athene'nin Peisistratos'ugetirdiği hemen her demosta yayılıyordu ve kent halkı bu kadının sahidentanrıça olup olmadığından hiç kuşkulanmadan, bu ölümlüye tapıyor vePeisistratos'u karşılamaya koşuyordu.

    61. Tyranlığı işte böyle ele geçiren Peisistratos, aradaki anlaşmaya uyarakMegakles'in kızıyla evlendi. Ama yetişkin oğulları vardı, bir deAlkmaionoğulları zaten tanrı lanetine uğramış sayılırlardı, bu yüzden yenikarısından da çocuk olsun istemiyordu; bundan ötürü karısını tersindenkullanmaya başladı. Genç kadın önceleri kimseye bir şey söylemedi; sonradananasının zorlamasıyla belki, anasına söyledi, o da babaya haber verdi.Megakles'in çok gücüne gitti bu durum. Peisistratos'u namusuna el uzatmışolmakla suçladı; o öfkeyle politik düşmanlarına yaklaştı. Kendisine karşı birdolap döndürüldüğünü öğrenen Peisistratos, ülkesinden ayrıldı ve Eretria'yaçekildi, orada durumu oğullarıyla birlikte düşünmeye başladı. Kendisiyleberaber gelenlerden Hippias'ın düşüncesi tyranlığı yeniden ele geçirmekti.Eretria'da, eskiden kendilerine boyun borcu olan bütün illerden paratopladılar. Çoğu büyük paralar verdiler, en cömert davrananları da Thebailileroldular. Ama işe başlayıncaya kadar yıllar yıllara katıldı ve dönüş içinhazırlandılar. Peloponez'den para ile tutulmuş askerler geldiler, bir de Naxoslubirisi geldi gönüllü olarak, adı Lygdamis'ti, pek ateşli görünüyordu, para veasker de getirmişti.

    62. Ve işte on bir yıl sonra Eretria'dan yola çıktılar. Önce Attika'daMarathon'u aldılar. Bu yörelerde konakladılar, o arada kendisinden yanaolanlar da gelmeye başlamışlardı; tyranlığını özgürlükten daha güzelbuldukları adama koşmak için yerlerini yurtlarını bırakıyorlardı. İşte böylecegüçleniyorlardı; ama kentli Atinalılar, Peisistratos'un güç kazanmasını ve hattaMarathon'u almış olmasını önemsemiyorlardı; ne zaman ki Marathon'dan Atinaüzerine yürüdüğünü öğrendiler, o zaman onlar da savaş için yola çıktılar.Saldırıcıya karşı bütün güçlerini seferber etmişlerdi. Öbür yanda,Peisistratidler Marathon'dan çıkıp kente doğru yönelmişlerdi, Pallene Athenesi

  • tapınağının orada karşılaştılar ve karşılıklı konakladılar. Orada Akarnanialıbilici Amphilytos, tanrısal bir esine uyarak geldi, Peisistratos'u buldu, onadoğru yürüyerek hexametron dizeler halinde şu orakli söyledi:

    Ağlar atıldı, ayaydın gecede

    Balıklar gergin ağlara takılacaklar.

    63. Böyle konuştu tanrısal bilici. Peisistratos, oraklin anlamını kavradı veona göre davrandı, ordusunu yürüttü. Kentli Atinalılar yemek yemişlerdi,yemeğini bitirenlerin kimi zarın başına oturmuş, kimi yatıp uyumuştu.Peisistratos'un adamları onları bastırdı ve kaçırdılar. Bunların kaçtıklarınıgören Peisistratos, toparlanmalarına fırsat vermemek için başka, daha ustalıklıbir şey düşündü. Oğullarını atlandırdı ve önden gönderdi. Bunlar kaçanlarayetişiyorlar, korkacak bir şey olmadığını, herkesin kendi işinin gücünün başınagitmesini, Peisistratos'un buyruğunun