HaberPodium- 27-August 2015

64
www.haberpodium.com / 15 Ağustos 2015 / Yıl 3 / Sayı 27 Türkiye Kökenli Adaylar İsviçre'de Federal Meclis Seçimleri

description

HaberPodium ist eine Monatliche Zeitschrift, das Schweizerische Nachrichten auf Türkisch anbietet. HaberPodium okuyucularına İsviçre merkezli haberler aktaran aylık bir dergidir.

Transcript of HaberPodium- 27-August 2015

Page 1: HaberPodium- 27-August 2015

www.haberpodium.com / 15 Ağustos 2015 / Yıl 3 / Sayı 27

Türkiye Kökenli Adaylarİsviçre'de Federal Meclis Seçimleri

Page 2: HaberPodium- 27-August 2015
Page 3: HaberPodium- 27-August 2015

Anadolu mutfağının

eşsiz lezzetleri

O’Yes Grillhaus’da!

O’Yes GrillhausRechengasse 2

5620 Bremgarten-AG

Page 4: HaberPodium- 27-August 2015

İsim:

Soyisim:

Firma:

Faaliyet alanı:

Dergi teslim Adresi:

Posta Kodu/ Şehir:

Telefon:

E-Mail:

Meslek:

Doğum tarihi:

İmza

75 Sfr. ödeyerek 1 yıllık abone olmak istiyorum. Gerekli bedeli ödemem için bana makbuz yollayın.

BANKA HESAP NUMARAMIZ: KONTO 60-648799-5

IBAN: CH59 0900 0000 6064 8799 5

ArgeMedia-HaberPodiumBollstrasse 15Postfach 4588405 Winterthur-CH+41 (0) 52 514 11 00+41 (0) 76 343 80 74 /haber.podium

/haberpodium

İ s v i ç r e g ü n d e m i n i

b i z i m l e t a k i p e d i n !ABONE OL,

DERGiN HER AY

ADRESiNE GELSiN!

1 yıllık Abonelik ücreti

sadece 75 Sfr.

Dergimize web sitesinden de abone olabilirsiniz. www.haberpodium.com

Page 5: HaberPodium- 27-August 2015

18 Ekim Pazar günü Federal Meclis ile Senato Meclisi seçimleri yapılacak. Seçimler için gerekli hazırlıklar sürerken, Federal ve Senato meclislerinde bulunan sandalyelerde yerlerini almak isteyen adaylar seçim kampanyalarına başladılar.

İsviçre’de seçimler her 4 yılda bir yapılıyor. Her iki meclisin yapısını yeniden şekillendirecek olan bu seçimlerde adaylar, 200 Federal Meclis ile 46 Senato Meclisi sandalyesi için kıyasıya çekişecekler.

Seçimler, göçmenlerin Federal Meclis’te söz sahibi olmaları açısından büyük önem arz ederken, seçimlerde yarışacak olan politikacılar arasından göçmen kökenli birçok aday da çıktı. Partileri tarafından aday gösterilenler arasında Türkiye kökenliler de var.

İsviçre genelinde son dönemlerde; şehir ve kanton meclisi üyeliği gibi görevlerde etkilerini arttıran Türkiyeli politikacılar, Federal Meclis adaylıkları ile temsiliyet düzeylerini üst boyutlara eriştirebilirler. Partileri tarafından üst sıralarda aday gösterilen bu politikacıların seçimle şanslarının yüksek olduğu ifade ediliyor.

18 Ekim seçimlerinde aday gösterilen Türkiye kökenli bazı politikacılarla görüşüp, seçim çalışmaları ve aday gösterildikleri partilerin politikalarıyla ilgili özel bir dosya hazırladık. İçerikte adaylarımızla yaptığımız röportajları okuyabilirsiniz.

Seçimlerde ele alınacak olası konular

Seçimlerde işlenecek temel konuların daha çok İsviçre’nin kimliği ile ilgili olma ihtimali yüksek. İsviçre’nin Avrupa Birliği ile ilgili temel sorunları göz önünde bulundurulduğunda, işlenecek olan belli başlı konuların; İsviçre’de referandumlar ve doğrudan demokrasi, halk iradesi ve halkın kararlardaki rolü, uluslararası hukuk uygulamaları, göçmenler, mülteciler ve İsviçre ekonomisi olacağını tahmin etmek hiç de zor değil.

Seçim konusunu gelecek sayımızda da ele almaya devam edeceğiz.

Gurbette yaşlanmak

Bu ayki sayımıza, gurbette yaşlanan ve burada kalan ilk kuşağımızı da konu ettik. Gurbete çıkan ilk kuşağın çocuklarını ne zorluklarla büyütüklerini ve ne tür zorluklar yaşadıklarını buradan aktarmaya gerek yok.

Burada yaşlanan ilk kuşak bu kez de, “huzur ve bakım evleri“ ile ilgili üstlendiği ya da üstleneceği öncü bir görevle gündemde şimdi de.

İsviçre’de 50 yılını dolduran insanlarımızın sayısı gün geçtikçe artıyor. Toplumumuz açısından tabu olan “huzur ve bakım evleri“ konusuna biraz daha gerçekçi yaklaşıp konuyu tartışmaya açmak istedik.

İç sayfalarımızda yazarlarımızın konuyla ilgili değerlendirmelerini okuyabilirsiniz.

Sevgiyle.

Künye / Impressium

HaberPodium ist eine Monatliche Zeitschrift, das Schweizerische Nachrichten auf Türkisch anbietet und für die türkischsprachige Bevölkerung der Schweiz zur Verfügung stellt.

Zielsetzung ist die Förderung und die soziale Integration der türkischsprachigen Bevölkerung in ihre Umgebung und ein besseres gegenseitiges Verständnis.

ArgeMediaHaberPodiumBollstrasse 15Postfach 4588405 Winterthur-CH

Tel +41 (0) 52 514 11 00Tel +41 (0) 76 343 80 74E-Mail [email protected] Web www.haberpodium.com

Inserate [email protected] Bankverbindung KONTO 60-648799-5 IBAN CH59 0900 0000 6064 8799 5

Sahibi / HerausgeberArgeMedia

Genel Yayın Yönetmeni / ChefredaktorAydın Yıldırım

Haber Müdürü / NachrichtenchefSadık Bagadur

Yazı İşleri / RedakteurinGülter Locher

Fransız kantonları sorumlusu / Leiter französischen KantoneSavas Kulug

Hukuk Danışmanı / RechtsberaterinDerya Özgül LL.M

Yazarlar / AutorenBerna ÇOBANB. Nazan Walpoth Can DündarDeniz YükselDerya ÖzgülEdibe GölgeliElif ŞafakMehmet MeralMeral Acar Savaş ŞengülŞener Arslan

Baskı / DruckArgeMedia

Türkiye SorumlusuKurtuluş Karaşın

Online / InternetGünay Zenderlioglu

Yayın Periyodu / PeriodeYılda 12 Adet, her ayın 15'i 12 Mal Jährlich, jeder 15. des MonatsDie Verwendung von Texten, Fotos und Inhalten von haberpodium.com ist nur mit Quellenangabe (www.haberpodium.com) gestattet. Jede Verwendung oder Reproduktion ohne Genehmigung von haberpodium.com ist untersagt und verletzt die Autorenrechte. Die Redaktion behält sich das Recht vor, erhaltene Artikel, Fotos oder andere Arten von Dokumenten nicht zu publizieren.

Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlara aittir ve reklamların içeriğinden reklam verenler sorumludur. Doğacak hukuki sorumluluk hiçbir şekilde dergimizi ve sitemizi bağlamaz. Dergi ve sitemizde yer alan yazı, resim, ilan ve reklamlar ismimiz belirtilmek suretiyle ya da izin alınarak kullanılabilir.

HaberPodium basın yayın ilkelerine uymayı taahhüt eder.

Redaksiyon kapanış: Her ayın 3`ü. Dergimizde yayınlanmasını istediğiniz haber, duyuru ve reklamlarınızı her ayın 3`üne kadar göndermeniz gerekmektedir.

Verdikleri ilanlarla sponsor desteği sunan firmalarımıza teşekkür ediyoruz.

Aydın [email protected]

Page 6: HaberPodium- 27-August 2015

8

28 Can DÜNDAR: Bir kırk yılımız daha yok...

34 Berna ÇOBAN: Çığ gibi artan insülin direnci

14 Elif ŞAFAK: Yaratıcılığı nasıl yok ederiz?

12

15

16

30

32

36 Mehmet Meral: Gerontoloji

35

Page 7: HaberPodium- 27-August 2015

42 Haşim Sancar: Engelliler ya da engellileştirilenler

40

50

56 Gezi Rehberi: Stein am Rhein

58 Keloğlan ve Sihirli Taş

59 Bulmaca & Eğlence

60 Yemek Tarifi

61 Ayın Kitapları

Yurtdışını yurt edindiler!

44

48

52

54

Page 8: HaberPodium- 27-August 2015

8

Eğitim

itibaren, İsviçre’de zorunlu anaoku-luna yeni başlayan her çocuk için referans tarihi olarak 31 Temmuz göz önünde bulundurulacak.

Doğum tarihi etkisi eğitimin her aşama-sında önemli

İsviçre’de her yıl binlerce çocuk “do-ğum tarihi etkisi” nedeniyle yanlış ortaokula gidiyor. İstatistiklere göre; Mayıs, Haziran ve Temmuz ayların-da doğan çocukların Gymnasium’a

2020 yılından itibaren çocukların anoku-luna başlama tarihi 31 Temmuz olacak

İsviçre’de çocukların anaokuluna başlama tarihleri kantonlara göre farklılık gösteriyor. Bu farklılık-ların ortadan kaldırılması ve tüm kantonların kabul edebileceği genel bir tarih uygulamasına geçmek için yoğun çabalar harcandı. Bu konuda harcanan çabalar nihayet meyvesi-ni verdi. Buna göre 2020 yılından

İsviçre’de geçen yıla kadar birçok Kanton’da 1 Mayıs çocukların okul yaşamına adım atmaları açısından önemli bir tarihti. 1 Mayıs’ta doğan çocuklar 4 yaşına girdiklerinde,

o yılın yaz aylarında zorunlu anaokuluna başlayabiliyorlardı. 1 Mayıs sonrasında doğan çocuklar ise, anaokuluna ancak 4 yaşına girdikleri yılın bir sonraki yaz mevsiminde adım atabiliyorlardı. 2020 yılından itibaren çocukların anokuluna başlama tarihi 31 Temmuz olacak.

HaberPodium ekibi olarak, bu yaş etkisinin eğitime nasıl yansıdığını araştırdık.

Page 9: HaberPodium- 27-August 2015

Bu da çocuğun sınavlarında daha başarılı olmasına yol açıyor. Burada asıl etken, çocuğun yeteneğinden çok, yaşının büyük olması.

Küçük yaşta okula başlamanın deza-vantajı

Okula erken başlayan küçük ço-cuklar çoğu zaman mağdur olur-ken, notları genellikle daha düşük oluyor. Bu durumda sınıfta kalma oranları daha da yüksek oluyor. Okul döneminde yapılan seviye tes-piti, tüm yaşamları boyunca devam edecektir. Bunun asıl sebebi ise te-

gitme olasılıkları daha yüksek iken, Şubat, Mart ve Nisan aylarında doğan çocuklar daha çok Sek B’ye gidiyorlar. Doğum tarihinden kay-naklanan bu etki çocukların bütün hayatları boyunca devam ediyor.

Aynı yaş grubu çocuklar aynı sınıfta olmalı

Eğitmenlere göre, aynı yaş grubu çocukların aynı sınıfta olmaları hem adil hem de çok pratik. Okula başlama referans tarihinden (1 Ma-yıs) hemen sonra doğan çocuklar ile referanz tarihinden kısa bir süre önce doğan çocukların arasında 11 ay gibi bir fark oluşuyor. Bu fark

ilkokul sınavları için çok büyük bir yaş farkı anlamına geliyor.

Büyük yaşta okula başlamanın avantajı

Büyük olan çocuk için bu du-rum her zaman olumlu denebilir. Bu durumda çocuk verilen dersi daha olgun ve daha iyi bir şeklide anlarken, sınıf arkadaşlarına karşı da kendini koruyabiliyor. Ayrıca öğrenmekten zevk alıyor ve bundan dolayı daha çok öğrenmek istiyor.

sadüffen 1 Mayıs’tan önce doğmuş olmaları. 1 Mayıs’tan sonra doğan ve eğitime erken başlayan çocukla-rın çabuk sıkılacakları, böylelikle de gelişimlerinde gerileme olabileceği düşünülüyor. Buna rağmen bu ço-cukların bir an önce ilkokula başla-maları için bir dizi eğitim politikası uygulanıyor. Bu politikalar sorunu çözmezken, sadece sorunun biraz ertelenmesine sebep oluyor.

İstatistiklere göre; Mayıs, Haziran ve

Temmuz aylarında doğan çocukların Gymnasium’a

gitme olasılıkları daha yüksek iken, Şubat, Mart ve Nisan aylarında doğan

çocuklar daha çok Sek B’ye gidiyorlar.

Okula erken başlayan küçük

çocuklar çoğu zaman mağdur olurlarken,

notları genellikle daha düşük oluyor.

9

Page 10: HaberPodium- 27-August 2015

10

kalıyorlar. Japon ekonomist Hitoshi Shigeoka bir araştırmasında; “aile-lerin bu konuyu tesadüfe bırakmak istemediklerini, hamilelikleri ve böylelikle de çocuğun doğum tarihi-ni bilinçli olarak referans tarihinin hemen sonrasına planladıklarını” ortaya koyuyor.

Uzun süreli etki

Kanada, ABD, İngiltere, Belçika, Hollanda, İsveç ve Şili’ de yapılan araştırmalar sonucunda; sınıftaki en küçük çocukların dezavantaj etkisinin uzun vadeli olduğu ortaya konuluyor. Bu araştırmalara göre, sınıfın en küçüklerinin üniversiteye gitme şansları diğerlerine göre, yüz-de 5 ile yüzde 15 arasında değişen oranlarla daha az oluyor. Olumlu yani ise, sınıfın en küçüğü düşük bir eğitim seviyesini bitirdikten son-ra daha yükseğine de geçebiliyor. Ancak bu kez de 2 yıl gibi kayıp bir zaman da ortaya çıkabiliyor.

Birçok kez sınıfın en küçüğüne, olmadığı halde ya ADHS gibi farklı tanılar konuluyor ya da öğrenme sorunlarını gidermek için özel okul-lara gönderiliyor.

yeteneği (motorik) ve zihinsel ola-rak okuma ve yazmayı öğrenmeye hazır olduğunda, anaokulundan sonra ilkokula daha sağlıklı bir şekilde başlayabilir. Yani eğer çocuk 6 yaşında ise ve halen olgun değilse, bu durumda anaokulunda bir yıl daha kalabilir. 5 yaşındaki bir çocuk olgunsa ve eğitime hazırsa ilkokula başlayabilir.

Burada gözönünde bulundurulma-sı gereken şey; doğduğu ay değil, çocuğun olgunluğu olmalıdır.

Çocuklara dair değerlendirmeleri bu şekilde yapan okulların sayısı oldukça az. Durumdan rahatsız olan ailelerin başvurusu üzerine çocuğun olgunluğu ile ilgili testler yapılırken, bu testler çocuk için çok yoğun olabilir.

Konu başka ülkelerde de tartışılıyor

Amerika Birleşik Devletleri’nde aileler bilinçli olarak çocuklarını okula geç gönderiyorlar. Burada amaç, çocuğun sınıfın en büyüğü ve böylelikle de en iyisi olması.

Japonya’da ise çocuklar çok küçük yaşlarda sınavlara ve testlere maruz

Uzmanların fikirleri

Eğitime başlamada doğum tarihinin etkisi; birçok bilim insanı, okul yö-neticisi ve siyasetçi tarafından uzun zamandır bilinen ve konuşulan bir konu. Hollandalı eğitim bilimcisi Klaas Doornbos bu alanda yürütü-len çalışmaların (1971) öncülerin-den biriydi. Daha sonra Fabrizio, Bernardi gibi onlarca sosyolog, psikolog (Beatrijs De Fraine) ve ekonomist yaptıkları araştırmalarla bu etkinin değişik yönlerini ortaya koydular. Ekonomist olan Kelly Bedard ve Elizabeth Dhuey’ in bu konudaki en önemli araştırmala-rından, Malcolm Gladwells’in en çok satılan kitabı olan Outliers’da bahsediliyor.

Elizabeth Dhuey: ”…Bu çok saçma. Bizim keyfi referans tarihi seçimimi-zin bu kadar etki yaratması çok ga-rip ve bu durum kimsenin tuhafına gitmiyor.” diyor.

Bu etki hala devam ediyor. Peki bu etki neden hala devam ediyor? Ne-den eğitmenlere bildiğimiz hataları tekrar tekrar yaptırıyoruz?

Eğitim sosyologları bu konuda yaptıkları açıklamalarda bunun nedenini anaokul öğretmenlerine duyulan aşırı güvene bağlıyorlar.

Anaokulu öğretmenleri birçok kez mükemmel uzman olarak görülüyor ve tüm öğrenciler hakkında tam olarak ne yapacaklarını bildikleri zannediliyor. Bu ifadelerin ardından da şunu ekliyor sosyologlar: “Üzü-lerek belirtmemiz gerekir ki, bun-ların hepsini öğretmenler bilemez. Zaten küçük bir çocuğun daha az şey yapabiliyor olmasının, yaşından ya da yatkınlığından dolayı olup olmadığı çok zor ortaya konacak bir şey.”

Doğum tarihini bir kriter olarak kullan-mamak çözüm olabilir

Sınıflar yaşa göre belirlenmezse, yaş ayrımı da olmaz. Böylelikle çocuk-ların eğitimsel değerlendirilmeleri olgunlukları temelinde ele alınabilir. Bu anlamda çocuk; sosyal, hareket

Eğer çocuk 6 yaşında ise ve halen olgun değilse, bu durum-da anaokulunda bir yıl daha kalabilir. 5 yaşındaki bir çocuk olgunsa ve eğitime hazırsa ilkokula başlayabilir.

Page 11: HaberPodium- 27-August 2015

11

Güncel

Page 12: HaberPodium- 27-August 2015

Saat denince akla ilk olarak İsviçre’nin geldiğini söylemeye gerek yok artık. Toplamda 40 milyar doları aşan global saat endüstrisinin yüzde 50’den fazlasını kontrol eden İsviçre’nin bu potansiyelinin kökleri 16. yüzyıla kadar uzanıyor. İsviçre saat endüstrisi, teknolojik ve tasarımsal yeniliklerle, var olan potansiyelini

arttırmaya devam ediyor.

12

Selim

Aka

lın

Page 13: HaberPodium- 27-August 2015

İsviçre’de, bu sektörel potansiyelde yetişmiş, saat endüstrisinin ve yeni-liklerinin yakın takipçilerinden olan bir isim var. Selim Akalın...

Girilmesi oldukça zor olan bir alana başarıyla giren, bu başarıla-rını yeniliklerle taçlandıran Selim Akalın 1998 yılında bu yana saat ve mücevher sektöründe yer alıyor.

Zürich’te mücevher alanında bir ilke imza atan Akalın işe ilk olarak Atasay’ın bayiliğini alarak başlı-yor. Bir süre sonra mağaza sayısını 3’e çıkarıp daha sonra otomotiv ve inşaat gibi farklı sektörlere de giriyor. Şu an ağırılıklı olarak saat ve mücevher branşına yönelmiş olan Akalın, çalışmalarına Zürich Central’de bulunan Central Watch & Jewellery isimli işletmeyle devam ediyor.

Eski ismi Central Jewellery olan bu işletme hiç de yeni değil aslında. Yeni olan, bu işletmenin geleneksel servis ve müşterisine hizmet kültü-

rünü farklı bir dizayn ve konsept ile, eski yerinin hemen yan tarafına taşımış olması... Şu an ki kapasitesi daha büyük olan bu yeni alanda, daha seçkin ve kapsamlı saat ve mücevher çeşitleri görülebilir.

Yaklaşık 3 aydır yenilikleri ve her bütçeye hitap eden çeşitleriyle hizmet sunan Central Watch & Jewellery’de; Rado, Omega, Tis-sot, Gucci, Frederique Constant,

müşterisi de var. Bunda her bütçeye uygun saatlerin olmasının etkili olduğunu söyleyen Akalın, "Müşteri portföyümüz daha çok orta ve üst gelir guruplarından oluşmakla bera-ber,istek üzerine farklı kesimlerden müşterilerimize en lüks saatler de temin edebiliyoruz." diyor.

Her ne kadar dışardan zevkli ve göz kamaştırıcı görünse de bu işi yapmanın zorluklarından da bahse-diyor Akalın;

Saat ve mücevher konusunda Tür-kiye pazarından da teklifler aldığını ifade eden Selim Akalın, hedefinin İsviçre’de müşterilerine daha iyi kalitede hizmetler sunup buradaki potansiyellerini daha da geliştirmek olduğunu söylüyor.

Son olarak, saat ve mücevher meraklıları için Central Watch & Jewellery’nin doğru bir adres oldu-ğunu söylemeden geçmeyelim.

Swatch, Alpina gibi tanınmış saat markalarının zengin çeşitlerini bulmak mümkün. 20 ayrı saat mar-kasının bayiliklerini üstlendiklerini aktaran Selim Akalın, işletmelerinde sadece İsviçre saatlerinin satıldığını söylüyor. Daha çok turistlere hitap eden Central Watch & Jewellery’nin azımsanmayacak kadar İsviçreli

"...Markaların bayiliklerini almak zorlu bir süreç. Bunun için firmala-rın şartları çok ağır. Bayilikler belir-lenmiş mağazalar dışında kimseye verilmiyor pek. Örneğin Rado’nun Zürich’te sadece 10 temsilcisi var. 11. İşletmeye satış hakkı verilmiyor. Satıyıcıyı koruyan bir politikası var üretici firmanın."

Zürich Central’de bulunan Central Watch & Jewellery merkezi

konumunun yanısıra, vitrinlerinde sergilediği saat ve

müchevher çeşitleriyle de dikkat çekiyor.

13

Central Watch & JewelleryLimmatquai 140, 8001 Zürich / Tel. +41 (0) 44 320 01 01

Page 14: HaberPodium- 27-August 2015

Güncel

Nedense şöyle bir ön kabulü-müz var. Bazı insanların bazı insanlardan "meslek icabı"

daha yaratıcı olduklarına inanıyo-ruz. Buna göre sanatçıların, rek-lamcıların, yazar taifesinin yaratıcı olması gayet doğal. Bu beklenen bir şey. Öte yandan bankacıların, bürokratların, muhasebecilerin yahut devlet adamlarının / kadın-larının zinhar yaratıcı olmalarını beklemiyor, tam tersine ayakları yere bassın, katiyyen uçmasınlar, hayalperest, rüyaperver olmasınlar istiyoruz.

İlk okul yıllarınıza dair neler hatırlarsınız? Benim hiç aklımdan çıkmayan bir görsel ayrıntı var: Pencereleri yarıya kadar griye boyanmış sınıflarda ders yapmak. Sıralarında oturan çocukların kafa hizalarına yetişecek yükseklikte kül rengine boyanırdı camlar. Maksat öğrenciler dışarı bakmasın, başka bir şeyle ilgilenmesin; sadece öğret-meni dinlesinler! Hani bir sergi dü-zenlense, "Yaratıcılığı Yok Etmenin Yolları" olsa ismi, hepimizden birer anı-fotoğrafla katılmamız istense, ben herhalde bu resmi seçerim. O pencerelerin fotoğrafını duvara asmak isterim. Dışarıya, semaya, sonsuzluğa, maviliğe, buradan öteye bakmayalım diye önümüze boya-nan grilik, tekdüzelik...

Düşler, hayaller...

Ve sonra... Bir ilkokul öğrencisi düşünün, sessiz sedasız kendi halin-de ama aslında bir parça yaramaz. Oturur pencere kenarına; tırnakla-rıyla minicik bir çizik çizer o kül-

mak, özlerinden uzaklaştırmak değil mi yaptığımız? Üstelik klasik anlamda üniversite diplomasının gi-derek önemini yitirdiği, çok sayıda eğitimli işsizin olduğu bir dünyada, herkesi sistematik olarak aynılaştır-maktaki ısrarımız neden?

IQ seviyelerine bakıyoruz çocukla-rımızın. Yemek sofralarında bunu konuşuyoruz. Hatta karşılaştırı-yoruz içimizden. Oysa beyin hâlâ muamma. Duygusal zekâyı ölçen bir metod geliştirilmedi daha. Ve bi-liniyor ki zekânın tek bir tarzı yok. Birbirinden farklı "akıllar" taşıyo-ruz. Elimizdeki ölçüm yöntemleri beynin bu muazzam karmaşasını anlamaktan o kadar aciz ki.

Tepkileşmeye karşı...

Nedense şöyle bir ön kabulümüz var. Bazı insanların bazı insanlardan "meslek icabı" daha yaratıcı olduk-larına inanıyoruz. Buna göre sanat-çıların, reklamcıların, yazar taifesi-nin yaratıcı olması gayet doğal. Bu beklenen bir şey. Öte yandan ban-kacıların, bürokratların, muhase-becilerin yahut devlet adamlarının/kadınlarının zinhar yaratıcı olmala-rını beklemiyor, tam tersine ayakları yere bassın, katiyyen uçmasınlar, hayalperest, rüyaperver olmasınlar istiyoruz. Aynılaşmış toplumlardan, cemaatlerden, yapılardan ürkerim ben oldum olası. Bireysel farklılık-ları hoşgörmeyen, çoğulluğu teşvik etmeyen ortamlardan ne sanat çıkar ne felsefe ne demokrasi. Pencereleri açık sınıflar, zihinleri açık hocalar, gelecekleri açık öğrenciler.... Budur bize yakışan.

rengi camlarda. Bir çentik atar. Azı-cık kazıyıverir boyayı. Merak eder çünkü ne var buradan ötede acaba? Tırnaklarının çizdiği yollar boyunca gökyüzü görünür. Özgürlük. Son-suzluk. Renkler. Bakar dünyaya. O minicik delikten. Bulutları seyreder. Bulutların tüm dünyayı dolaştıkla-rını düşünür. Bugün burada, yarın bir başka diyardalar. Göçebeler, gez-ginler; gıpta eder bulutların hare-ketliliğine. Ve düş kurar, hayal eder, bir kulağıyla öğretmeni dinler, bir kulağıyla kendi içindeki sesleri.

Hepimiz doğuştan nice yetenekler-le geliyoruz. Aynı evde yan yana büyüyen iki kardeş bile birbirin-den alabildiğine farklı özelliklerle donatılmış olabiliyor. Sonra aile, mahalle, okul, toplum derken bir devasa silgiyle peyderpey siliyorlar kabiliyetlerimizi, farklılıklarımızı, en çok da cesaretimizi. Pısıyor, susu-yoruz. Sesimizi yitiriyoruz. Giderek birbirimize benzemeye başlıyor, tıpatıp aynılaşıyoruz. Eğitim sistemi yaratıcılığı teşvik etmekten, birey-sel meziyetleri ortaya çıkarmaktan ziyade köreltiyor.

Zekânın tarzları

Apaçık bir hiyerarşi var her zaman. En tepeye matematik, fen bilimleri-ni koyuyoruz. Sonra sırasıyla diğer dersler. Kimya yahut fizik dersine zerre kadar alaka duymayan ve mü-ziğe veya dansa son derece yetenekli öğrenciler varken biz onları illa ki aynı tarafa yönlendiriyoruz. Kimi çocuk matematik ağırlıklı okuya-cak elbette, o yana meyyal. Ama ya resme, şiire, sanata kabiliyeti olanlar? Onları azar azar caydır-

Yaratıcılığı nasıl yok ederiz?

Elif Ş[email protected]

14

Page 15: HaberPodium- 27-August 2015

Çocuk Gelişim

3 yaşındaki bir çocuk, artık yavaş yavaş çevresin-

deki diğer çocuklarla arkadaşlık kurmaya başlamak ister. Ancak bu yaşta, çocuk için çok da önemli olmayan bu durumda, birlikte oynamanın yanısıra birbirlerinin yanında tek başına oynamaları da ağır basabilir.

edinmeden önce, birlikte oynamak, adil paylaşım gibi bazı bazı sosyal becerilerini geliştirmesi gerekiyor. Bu konuda ona yardım edebilirsiniz. Oyun oynadığınızda sürekli o ka-zanmamalıdır. Parkta kaydırağa ilk siz binin, elindeki çikolatayı elinden alıp yiyin mesela. O zaman arkadaşı bunları kendisine yaptığında olanla-rı çok da yadırgamıyacaktır.

Çocuğunuz arkadaşlık kuramıyor-sa köprü rolünü üstlenin. Örneğin resim yapıyorsa arkadaşını da bu çalışmaya dahil edin. Arkadaşı ile birlike bir yerlere gidin. Yani aynı ortamlarda olmalarını sağlamaya çalışın.

Arkadaşlık kurmak adım adım olur. Çocuk için çok yorucu olduğu için, yavaş ve sakin başlamanız onun açısından faydalı. İşe çok büyük bir arkadaş grubu ile başlamayın. Bu-nun için bir çocuk bile yeterlidir. Siz birlikte oynayabilecekleri bir ortam yarattığınızda, çocuklar kendiliğin-den birbirleriyle kaynaşacaklardır.

Çocuklar paylaşmayı oyun içinde birlikte oynamak zorunda kalıp öğrenmeye başlarlar. Bu dönemde çocuğunuz komşunun çocuğuna ya da yuvadan birine özel bir ilgi duymaya başlarken, bir tek onunla oynamak isteyebilir.

Küçük yaşta, sık sık başka çocuklar-la ilişki kuran çocuklar daha erken ve sıkça arkadaşlıklar kurabiliyorlar. Ancak her türlü arkadaşlık kurmak oldukça zor tabii. Başka biri ile arkadaşlık ilişkisi kurmak hem za-man hem de enerji tüketimi demek. Üstelik bu yaşta çocuklar birbirine karşı çok acımasız olabiliyorlar.

Çocuğunuz, arkadaşlıklara ihtiyacı olup olmadığını birçok kez ken-disi size belli eder. Siz buna karar veremezsiniz. Ancak tek başına oynamak onun daha çok hoşuna gi-diyorsa, diğer çocuklarla arkadaşlık kurmak konusunda onu zorlamayın. En iyisi zamana bırakmanız. Ancak arkadaşa ihtiyacı varsa da şu öne-rilerimizi dikkate almanızda fayda var; Çocuğunuzun, iyi bir arkadaş

15

Page 16: HaberPodium- 27-August 2015

16

Seçim Özel

İsviç

re’de Tü

rkiye k

ökenli

siyaset

çilerin etk

ileri

gün geçtikçe

daha da

artıyor.

İsviçre

’de doğup

büyüyenler

ya da s

onradan

buraya gelen

ler, büyük

çabalar so

nucunda, kanton

ya da ş

ehir mecli

si üye-

likleri g

ibi önem

li göre

vler

için se

çildiler.

Gelinen so

n

aşamada a

rtık bu ça

lışma-

lar Fed

eral düzeye e

rişmiş

durumda. 18 Ekim

’de

yapılacak

olan Fe

deral

Parlamento s

eçimleri

nde

birçok Tü

rkiye k

ökenli

politikac

ı, parti

leri tar

afın-

dan milletvek

illiği içi

n aday

gösteril

di.

Page 17: HaberPodium- 27-August 2015

17

Güncel

17

18 Ekim’de yapılacak olan Federal Parlamento

seçimlerinde; Basel’den Mustafa Atıcı ve Sibel

Arslan, Thurgau’dan Aliye Gül, Solothurn’dan

Yabgu R. Balkaç ve Soner Yaprak, Vaduz’dan Ali

Korkmaz, Zug’dan Deniz Şimşek ve Şehriban

Sönmez, Bern’den Haşim Sancar, Zürich’ten Ali

Uzdiyen Federal Parlamento için aday gösterilen

isimlerden bazıları.

Önümüzdeki günlerde milletvekili adaylarımızı

yoğun ve uzun soluklu bir çalışma dönemi

bekliyor. Bir oyun bile önem taşıdığı bu süreçte,

oy kullanma hakkı olanların oylarını kullanmaları,

burada yaşayan gelecek nesiller açısından hayati

önem taşıyor. HaberPodium ekibi olarak biz de

adaylarımıza gereken desteği vermek adına

üzerimize düşen görevi yerine getirmek iste

dik ve

adaylarımızdan bazıları ile görüşüp, çalışm

aları

hakkında konuştuk.

Page 18: HaberPodium- 27-August 2015

18

sıkıntıları ile en fazla ilgilenen parti olması SP`yi seçmemde etkili oldu. SP’nin; adaletli, eşitlikçi ve emekten yana bir dünya için mücadele ettiğini düşünüyorum.

Parlamento milletvekilliği adaylığı aşamasına nasıl geldiniz? Buna karar vermeniz nasıl oldu?

2011 seçimlerinde çok iyi bir sonuç alarak Federal Parlamento için ilk yedek sırasındaydım. Bu sene de SP’nin aday belirleme kongresinde delegelerden en iyi ikinci sonucu aldım. İsviçre gibi bir ülkede siyasette ve toplumda bir şeyleri değiştirmek için ısrarlı ve uzun vadeli bir mücadele vermeniz gerekiyor. Bu ülkedeki göçmenlerin siyasette temsili için benim konumumda olan bireylerin kendi seçilme şanslarından çok toplumsal değişim için, gerekirse defalarca aday olmaları gerekiyor. Göçmenlerin siyasette seslerini yükseltmeleri için ısrarcı olmaları çok önemli. Yoksa herşey yerinde sayar.

Bir göçmen olarak İsviçre politikasında yer almanız size nasıl bir avantaj - dezavantaj sağlıyor.

Benim için İsviçre Politikasında olmak bir avantaj. Topluma yakın bir birey olarak, içinde yaşadıkları toplumla daha fazla şeyler paylaşmaları ve ciddiye alınmaları için çaba harcıyorum. Bunun karşılığında küçük de olsa göçmenlerin lehine birşeylerin değiştiğini görüyorum. Bu beni mutlu ediyor ve politik alanda daha fazla çalışmalar yürütmem için beni motive ediyor.

İsviçre vatandaşı olanlar dahil, burada yaşayan göçmenler İsviçre toplumunun yaklaşık yüzde 45`ini oluşturuyor. Ancak bu kesimler hayatın birçok alanında hakettikleri karşılığı bulamıyorlar. Yerli toplum ve kurumlar göçmenleri çok da ciddiye almıyor. Dolayısı ile bir göçmen politikacı olarak bu olumsuz durumdan ben de payımı alıyorum. Ancak bu durum bana göre çok da vahim değil. İsviçre’nin gerçeği bu maalesef.

Önemli olan benim bu duruma karşı olan mücadelem. Ancak bu şekilde birşeyleri değiştirebilir ve istediğimiz noktaya getirebiliriz.

1992 yılında öğrenci olarak İsviçre’ye gelen Mustafa Atıcı, Türkiye’de aldığı ekonomi eğitiminden sonra Basel Üniversitesi’nde Avrupa Birliği üzerine master eğitimini tamamladı. Evli ve iki çocuk babası olan Atıcı, gıda ve gastronomi alanında faaliyet gösteren bir aile işletmesinin yöneticisi.

2001 yılında İsviçre vatandaşı olduktan sonra İsviçre Sosyal Demokrat Partisi SP’ye üye olan Atıcı, 2004 yılında Basel Şehir Kanton Parlamentosu’na seçildi. Üç dönemdir Kanton Parmalentosu’nda aktif olarak çalışmalar yürüten Mustafa Atıcı aynı zamanda SP Kanton Başkan Yardımcılığı görevinde de bulunuyor.

SP’nin hemen hemen bütün organlarında görev alan Atıcı, 2012 yılından bu yana, kurucusu olduğu SP Göçmenler Komisyonu’nun başkanlığını yapıyor. Mustafa Atıcı, özellikle göçmenlerle ilgili çalışmalar yapan bir çok sosyal kurumda da gönüllü olarak görev alıyor. Atıcı, 18 Ekim’de yapılacak olan milletvekilliği seçimlerinde, Basel Kantonu’ndan 5. listenin 2. sırasından aday gösterildi.

İsviçre’de politika içinde yoğrulmuş bir isimsiniz. Politik mücadelenizde sizi motive eden şeyler nelerdir?

Politikaya girmiş olmam benim için farklı veya yeni bir durum değil. Çocukluğumdan bu yana çevremde bir şeyler olduğunda seyirci kalmayıp hep sorumluluk almışımdır. Bu benim yaşayış tarzım. İnsanların sıkıntılarında yanlarında olmak, içinde yaşadığım toplumda bir şeyler iyi gitmezken elini taşın altına koymak veya bizden sonraki nesile yaşanılacak daha iyi bir dünya bırakmak... Sanırım biraz duyarlıysanız, politikanın dışında kalamıyorsunuz. Birçok Batı Avrupa ülkesinde olduğu gibi İsviçre`de de göçmenlerin ve göçmen çocuklarının bir sürü sorunları var. Bu sorunlarla mücadele etmek ve burada doğan gençlere sahip olduğumuz şartlardan daha iyi bir yaşam kalitesi sunmak için mücadele etmek, benim motivasyonlarımdan bazıları.

Neden SP?

SP`nin göçmenlere açık olması ve İsviçre`deki diğer siyasi partiler içerisinde göçmenlerin

Mustafa AtıcıKanton Basel Stadt SP Adayı

Daha fazla bilgi için: www.mustafaatici.ch

SP`nin göçmenlere açık olması ve İsviçre`deki

diğer siyasi partiler içerisinde göçmenlerin

sıkıntıları ile en fazla ilgilenen parti olması SP`yi

seçmemde etkili oldu.

Page 19: HaberPodium- 27-August 2015

19

Güncel

19

ortamlardan geldiler. Bu insanların İsviçre politikasına büyük katkılar sunacaklarına inanıyorum. Göçmen gruplarının temsiliyeti önemli bir özgüven sağlayacaktır.

Seçmenlerinizden oy isteyeceksiniz. Neden size oy versin seçmenler? Seçildiğinizde neler yapabilirsiniz?

Benim Basel Kanton Parlamentosu’nda ve İsviçre gelenlinde`de SP Partisinin göçmenler Komisyonu başkanı olarak bir pratiğim var. İyi günde de kötü günde de her zaman toplumun yanında olan bir bireyim ve yılmadan mücadele ediyorum. Seçmenlerde bunu bildiği için Basel`deki Kanton seçimlerinde Partimin en iyi oy alan vekillerinden birisiyim. Göçmen çocukların anaokulu, ilkokul ve mesleki dönemlerde daha fazla desteklenmelerini önemsiyorum ve bu alanda çalışmalar yapmak istiyorum. Gençlerin daha iyi meslekler yapabilmeleri için destekleyici programların hazırlanması şart. Ayrıca çocukların üç yaşından itibaren tam gün anaokuluna gitmeleri için Basel Kantonu’nda verdiğim mücadeleyi İsviçre geneli için vereceğim. Bu şekilde, göçmen çocukların da yerli çocuklarla eşit eğitim şartlarına sahip olacaklarına inanıyorum. Burada doğan göçmen çocukların iyi bir eğitim alma imkanlarının kısıtlı olması, gençlerin bu ülkede hayata adımlarını çok gerilerden atmalarina sebep oluyor. Anne-baba hangi sebeple buraya gelmiş olursa olsun, eğer çocuk bu ülkede bir mesleğe sahip olursa kendisinin de ailesinin de mutlu olacağını düşünüyorum. Mücadelem bu temelde olacak.

Oy kullanma hakkı bulunan seçmenlerden beklentileriniz nelerdir?

18 Ekim`de İsviçre genelinde yapılacak olan Federal Parlamento seçimleri isviçre`de yaşayan göçmenler için çok önemli. Çünkü ekonomik krizleri bahana eden sağ partiler ve işverenler, birçok insanın iş ve sosyal güvence gibi haklarını adım adım yok ediyorlar. Bu neo-liberal ve haksız politikalara dur demek için oy kullanma hakkı olan herkesin sandığa gidip sol partileri seçmeleri gerekiyor. Aksi taktirde çocuklarımız da bizim gibi bu ülkede ikinci sınıf vatandaş olarak yaşamak zorunda kalacaklar. Buna izin vermeye hakkımız yok.

olduklarını söylemek mümkün değil. İsviçre genelinde yapılan araştırma sonuçlarına göre; oy kullanma hakkı olan göçmenlerin sandığa gitme oranı isviçrelilerin 3’te 1’i kadar.

Çözüm ne olabilir sizce?

Göçmenlere seçme- seçilme hakkının yanısıra, burada doğan çocuklara otomatik olarak vatandaşlık vermek lazım. Eminim ki o zaman siyasi partiler kendi çıkarları gereği de olsa, göçmenlerin politikada aktif olmaları için daha fazla imkan sağlayacaklardır. Halkının neredeyse yarısının oy kullanmadığı bir ülkede demokrasi ya da katılımcılıktan bahsedebilir miyiz?

Türkiye kökenli bir milletvekilinin Parlamento’da yer alması da göçmenlerin İsviçre poltikasına olan ilgilerini uyandırabilir mi sizce?

İsviçre Parlamentosu’nda sadece Türkiyeli değil, bütün göçmenlerin temsilcilerinin olması uyumu hızlandırır ve birçok kişinin kendini bu ülkeye ait hissetmesini sağlar. İsviçre`ye gelen Türkiye kökenli insanların bir çoğu politik

Partinizin göçmenlerin sorunlarını çözme konusunda yeterince çaba harcadığını düşünüyor musunuz?

SP`nin göçmenlerin sorunlarını çözmek için yeterince çaba harcadığını söylemem zor. Ancak buna, “SP göçmeleriin sorunlarını çözmek istemiyor, SP isterse göçmenlerin sorunları çözülür“ gibi bakmamak lazım. Son 20 yıldır İsviçre`de yükselen yabancı düşmanlığına karşı, İsviçre Federal Parlamentosu’ndaki yüzde 70`lik sağ bloka karşı mücedele eden tek partidir SP. Ben bir göçmen olarak SP`nin açıklarını arayacağıma, SP ile birlikte göçmenlerin hakları için daha güçlü bir şekilde mücadele etmeyi yeğliyorum. SP’nin bu yılki Federal Parlamento adaylarının yüzde 30’u göçmen kökenli. SP`nin bu kadar göçmen kökenli adayı göstermiş olması ve bu adaylardan bazılarının seçilip, Parlamento’da göçmen sorunları ve hakları için mücadele etmeleri göçmenler açısından büyük bir başarı olacaktır.

Kendi bakış açınızı ve fikirlerinizi partinize ne kadar yansıtabiliyorsunuz?

SP Göçmenler Komisyonu Başkanı olarak,bulunduğum her alanda SP’nin göçmenlerin çıkarları doğrultusunda politikalar belirlemesinde katkılarım oluyor. 2004 yılından bu yana SP’nin içerisinde göçmenler lobisinin gücünü arttırmak için mücadele ediyorum. Partinin kendi içersinde bulunan birçok organda göçmenlere yer verilmiş olmasını bu mücadelenin bir ürünü olarak görüyorum. Parti içerisinde oturmuş, güçlü gruplar var tabii. Bunları kazanmak ya da bunlarla çalışmak kolay olmuyor, ancak yılmadan devam ederseniz, sizi görmemezlikten gelemiyorlar.

Göçmenlerin İsviçre politikasına olan ilgilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İsviçre nüfusunun yüzde 4’ünü çiftçiler oluştururken, çiftçilerin Parlamento’daki temsil oranı yüzde 23. Göçmen kökenli İsviçre vatandaşıların İsviçre nüfusunun yüzde 45`ini oluşturduğunu söylemiştim. Bu rakama rağmen, göçmenlerin Parlamento’daki temsili yüzde 3 bile değil. Burada tabii ki partilerin de görevlerini yapamadıklarını görüyoruz. Göçmenlerin buradaki siyasete çok ilgili

Page 20: HaberPodium- 27-August 2015

20

politikacılarından biri olmamda büyük rolü vardır BastA!`nın.

Federal Parlamento milletvekilliği adaylı-ğı süreciniz nasıl gelişti?

Senelerdir partimde, yerel parlemento adayları arasında en çok oyla seçilen parlamenterim ve çok oy aldığım biliniyor. Geçen seçimlerde çok az oy farkı ile Federal Parlamento’ya seçi-lemedim. Bu, partim tarafından bu seçimlerde real olarak en fazla oyu alabileceğim yönünde değerlendirildi ve partimin yetkili organlarında en çok oyu alarak aday gösterildim. Geçen seçimden sonra, partimin yaptığı analizler sonucunda, 1500 kişinin daha listesinde be-nim adımı iki kez yazdıklarında takdirde ulusal parlamentoya seçilebileceğim tespit edildi. Bu durum benim Federal Parlamento’da ilk Türkiyeli milletvekili olma şansımı arttırıyor.

Partinizin öncelikli olarak ele aldığı konulardan bahsedebilir misiniz?

Hem partim BastA!`da, hem de Yeşiller Partisi’nde önemli politik konuların başında; insan hakları, göçmenlerin seçme ve seçilme hakları, tüm dinlerin, dillerin ve ırkların eşitliliğini, eşit işe-eşit ücret, kadın ve çocuk haklarının geliştirilmesi, sosyal sistemin ko-runması ve sağcı partiler tarafından tehlikeye atılmaması, mülteciler siyaseti, çevre ve çevre sorunlarına bağlı olarak gelişen sosyal sorunların çözümü gibi konular geliyor. Sol partiler arasında en samimi politikayı partimin yaptığını söyleyebilirim. Demokratik sistemin gerçekten uygulanması için azınlıkların da söz hakkına sahip olmasını savunan BastA!/Yeşil Birlik, seneler önce göçmenlerin seçme ve seçilme hakkı için yerel bir insiyatif başlattı. Sosyal Demokrat Partisi SP’nin de katıldığı bu insiyatifi halk oylamasında maalesef kaybettik. Bizlerin oylarını alan partiler, bu sürecin henüz gelmediğini savunarak bu insiyatife yeterince destek vermediler.

Bir kadın ve göçmen olarak partiniz içerisindeki ağırlığınız nedir?

BastA! özellikle gençlerin, göçmenlerin ve kadınların siyasette yer almaları konusunda samimi bir politika yürütüyor. Partim içindeki duruşumda yıllardır hep aynı kararlılık ve sü-reklilik içinde kaldım. Bakış açım oldukça net. Bu durum arkadaşlarım tarafından da kabul görmüş durumda ve takdir edilmekte. Gelmiş olduğum yer, cinsiyetim, mesleğim, dilim ve

1991 yılından bu yana İsviçre’de yaşa-yan Sibel Arslan, İngilizce, Fransızca ve İspanyolca dillerinde eğitim aldı. Basel Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olan Arslan, 2015 yılının Mart ayından bu yana Kanton Basel-Landschaft Güvenlik Dairesi’nde hukukçu olarak çalışıyor. İsviçre vatandaşlığını 2004 yılında edinen Arslan, İsviçre politikasına ilgi duymaya başlı-yor. Burada yaşayan göçmenlere sık sık tercümanlık yaptığını ve yardım ettiğini ifade eden Arslan, “Bu çalışmalarım, göçmenlerin karşılaştıkları sorunların farkına varmama sebep oldu. Dile hakim olmayan insanların karşılaştıkları muameleler, bazı alanlarda haklarının olmamaları, hakların oluşumunda yer alamamaları, haklarını bildikleri halde yeterli özgüvene sahip olmamaları beni etkiledi. Bir şeyi değiştirmenin en iyi yolu içinde yer almaktır. Buna inandığım için hu-kuk okumaya ve siyasetle uğraşmaya karar verdim“ diyor ve 2004 yılında Basel Stadt Parlamentosu’na seçildiğini ifade ediyor. Kanton Basel-Stadt Parlamentosu’nda şu an, Hukuk, Spor ve Güvenlik Komisyonu’nda milletvekili sıfatıyla yer alan Arslan, yapılan ya da yapılacak olan yasal değişikliklerde de söz sahibi iken, 2013 yılından bu yana Af Komisyonu üyeliği de yapıyor ve af talepleri ile ilgili kararları değerlendiriyor.

Sibel Arslan, 2015 yılı Federal Meclis seçimleri için, İsviçre Yeşiller Partisi ile birlikte olan BastA! Partisi’nden, 8. listenin 1. sırasından aday gösterildi.

BastA!’dan aday olmanızın sebepleri nelerdir?

Öncelikle “Hangi parti bana daha yakın?“ın cevabını aradım ve bir analiz yaptım. Sonuçta da BastA!’dan yana karar verdim. Yaklaşık 16 yıl önce, daha bizler göçmenlerle ilgili konuları konuşmazken, Türkiyeli göçmenleri Kanton Parlamentosu’na seçtiren ilk ve tek partiydi BastA!. Bu durum bana BastA!’nın göçmenler konusunda dürüst ve samimi bir parti olduğunu göstermişti. Solda duran, insan haklarını büyük harflerle yazan, eşitlik taraftarı, birlikte yaşamın tüm halkların ve düşüncelerin katkısıyla daha güzel olacağına inanan bir partidir BastA!. Ben bu partide samimiyet, eşitlik ve birlikteliği görüyor, yaşıyorum. Diğer partilerle karşılaştırıldığında; yerel ve küçük bir parti olmasına rağmen, Basel`in en tanınmış

Sibel ArslanKanton Basel Stadt-BastA!

(Yeşil Birlik) Adayı

Yaklaşık 16 yıl önce, daha bizler göçmenlerle ilgili konuları konuşmazken,

Türkiyeli göçmenleri Kanton Parlamentosu’na

seçtiren ilk ve tek partiydi BastA!. Bu durum bana

BastA!’nın göçmenler konusunda dürüst ve

samimi bir parti olduğunu göstermişti.

Daha fazla bilgi için: www.sibel-arslan.ch

Page 21: HaberPodium- 27-August 2015

21

Güncel

21

olmalı demiyorum kesinlikle, ancak kolaylık-larının da farkında olmalıyız. Vatandaş olanlar, kimsenin özel daveti olmadan politik haklarını kullanmalıdırlar. Böylece sadece yaşlı, tutucu, disiplinli İsviçrelilerin değil, genel çoğunluğun ortak fikri de demokratik bir şekilde siya-sete yansıyabilir. Elimizdeki oyun farkında olmamak, elimizdeki imkanları kullanmamak anlamına gelir ki, bu da yaşadığımız alanın kurallarını belirleme işini başkalarına bırakmak demektir.

Son olarak buradan seçmenlerinize nasıl bir çağrıda bulunmak istersiniz?

Damlaya damlaya göl olur. O yüzden her damla, bu seçimlerde bizler için büyük bir göle dönüşebilir. Seçmenlerden beklentim ve ricam; oylarını kullanmaları, listelerine göçmen kökenli adayları ikişer defa yazmaları ve çevre-lerindeki herkesi harekete geçirmeleridir. Ben senelerdir siyasette elimden gelini yapıyorum. Seçmenlerin de desteklerinin devamını rica ediyorum. Zorluklar çıksa da karşıma, bana verilen güvenin hakkını vermeye çalışıyorum. Seçme hakkına sahip olmayan haklımız da destek verebilir. Kendi çevrelerindeki insanları hassaslaştırarak, düzenlediğimiz seçim çalış-malarına katılarak, sosyal medyada paylaşım-lar yaparak ya da bizlere fikirlerini bildirerek desteklerini sunabililer. 18. Ekim`de Bern bizi bekliyor. Hepimizin başarısı için desteklerinizi bekliyorum.

göçmenlerin temel sorunlarından bazıları.Bu zorlukları hem kendimiz çözmeliyiz, hem de yaşadığımız ülkenin halkına kendi dilleri ile (yani kültürel perspektifte de) anlatmalıyız. Aynı zamanda da bu ülkenin yasaları içinde oluşacak bir çözüm yolunu zorlamalıyız.

200 kişilik Federal Parlamento’da çok az göçmen kökenli parlamenter var. Bunların ya anneleri ya da babaları göçmen. Fakat ikinci kuşak göçmenler bir veya iki tane. Bana sorulan soruların başında şu geliyor: “İsviç-re`de yaşayan o kadar çok Türkiyeli var fakat Federal Parlamento’ya seçilmiş hiç kimse yok. Neden?“ Bu çok yerinde bir soru. Bizlerin artık Federal Parlamento’da temsil edilmesi gerekiyor.

Oy kullanma hakkı olan tüm seçmemlerin aktif bir şekilde oy kullanmaları şart. Yaşadığımız bu ülkede göçmenler hakkında sadece olumsuz haberler ya da örnekler değil de, olumlu ha-berler ve örneklerin de aktarılmasını istiyorum. Sorunlarımızı kısmen de olsa çözme adına, Fe-deral Meclis üyeliği için seçmenler tarafından verilecek olan bu göreve talip oldum.

Milletvekilliğini elde ettiğinizde öncelik-leriniz neler olacak?

Şimdiye kadar ki politik yaşamımda soru öner-geleri olarak hazırladığım bir listem var. Buna göre, göçmen çocukların eğitimde eşit şartlara sahip olmaları, senelerdir burada yaşayan ve bu ülkenin parçası olmuş insanların seçme ve seçilme hakkına sahip olmaları, vatandaşlık için başvuru kriterlerinin hukuksal ve maddi anlamda kolaylaştırılması, meslek, iş ve ev aramada göçmenlerin yaşadıkları zorlukların giderilmesi, eğitim ücretlerinin düşürülmesi, bireyler hakkında devlet tarafından gizli bil-gilerin toplanmasının önüne geçilmesi, temel hakların ihlal edilmesinin önüne geçilmesi gibi konular listemde bulunan belli başlı konular.

Seçimlerde oy kullanmanın önemini nasıl ifade edersiniz?

Son senelerde İsviçre`de özellikle göçmenler üzerinden siyaset yapılıyor. Yapılan istatistik-lere göre göçmenler bu konularla ya çok az ilgileniyorlar ya da hiç ilgilenmiyorlar. Uzun va-deli bakıldığında, az olan bu ilginin hayatımızın farklı alanlarında olumsuz etkileriyle karşımıza çıktığını görüyoruz. Vatandaş olmak, yaşanılan ülkeye kendini ait hissetmek demektir. Ait olmak, sahip çıkmak ise, üstüne düşen görevi yerine getirmek demektir. Herkes vatandaş

tecrübemden partim her zaman yararlanıyor ve bunu bir zenginlik olarak kabul ediyor. Gösterdiğim bu kararlı duruş, seçmenlerin bana verdiği güveni ve sorumluluğu yerine getirmemle destekleniyor.

Göçmen politikacıların İsviçre Parla-mantosu’nda yer almaları nasıl bir etki yaratır sizce?

Almanya`da hem göçmenlere hem de Alman-lara örnek olacak birçok politikacı var. İsviçre maalesef bu konuda oldukça geride hala. Ulu-sal Parlamento’da yer almakla burada doğan, büyüyen, yaşayan insanlara örnek olunurken, yerli halka da biz göçmenlerin de bu ülkenin bir parçası olduğumuzu göstermiş olacağız. İsviçrelileri ilgilendirdiğini düşündüğümüz konular aslında sadece onları ilgilendirmiyor. Eğitim, sağlık, ekonomi, kültür, sanat gibi tüm konular bu ülkede yaşayan herkesi ilgilen-diriyor. Bu anlamda bizlerin de söz hakkını istememiz, öneriler sunmamız, birlikte çözüm arama çabalarımız er geç kabul edilecektir. Unutmayalım ki burası artık bizim ülkemiz ve gençlerimiz bu ülkenin bir parçası. Bundan dolayı, buradaki hayatın her alanında olduğu gibi Federal Parlameto’da da yer almamız oldukça önemli ve artık doğal olmalı.

Partniz BastA! göçmenlerin temel sorun-larını nasıl değerlendiriyor?

Göçmenlerin ne yazık ki güçlü bir lobi çalış-ması henüz yok. Bu da şu anlama geliyor; taleplerimizi yeterince güçlü dile getiremiyor ve politik gücü bu yönde bir çözüme yönlendi-remiyoruz. Bunun için biraz süreye, kararlığa ve birbirimizi desteklemeye ihtiyacımız var.

Eşit haklara sahip değil göçmenler. Bu doğru analiz edildiğinde normal bir durum gibi görü-nebilir. Fakat daha iyi bakıldığında görülmek-tedir ki, bu haklara sahip olmak için yeterince çaba sarf edilmemekte. Göçmenler İsviçre’de-ki eğitim sistemini detaylı olarak bilmemekte-dirler mesela. Eğitim programlarında pedagoji eğitimi alan öğretmenlerin hassaslaştırılması gerekmektedir. Fakat bu henüz gerçekleşme-diği için, dile tam hakim olmayan çocuklar, adeta yeterli kapasiteye sahip değillermiş gibi bir muamele görüyorlar ve böylece erken yaşlarda, eğitim yollarının önü kapanıyor. Yok-sulluk daha çok göçmenlerin başına geliyor. İşsizlik, aileye yardım etme sorumluluğu, az bir ücret karşılığında zor işler yapma zorunluluğu ve bunun birlikte getirdiği sağlık sorunları

Page 22: HaberPodium- 27-August 2015

22

dışarıya açık çok kültürlü bir toplum anlayışını savunur. Örneğin engellilerin toplumla kaynaşması, engellerin kaldırılması ile sağlanabilir. Göçmenlere seçme, seçilme ve oy hakkı da savunduğumuz konular arasında. Aynı zamanda eğitime yatırım ve eğitimde fırsat eşitliği ve iyi işleyen bir toplu taşımacılık da buna tabidir. Barışcıl ve askersiz bir İsviçre, silah satımının durdurulması da temel istemlerimiz arasında.

Diğer taraftan doğayı koruma, doğanın sunduklarını saygılı bir şekilde kullanma ve ona kullanılanı dönüştürebileceği şekilde geri vermek de sosyal sorumluluk anlayışını gerektiriyor. Sosyal adalet anlayışı olmadan, doğa daha fazla kâr istemine kurban edilir. Doğa bize tüm insanlara yetecek kadar kaynak sunuyor. Sorun bu kaynakların eşitsiz dağıtımında ve aşırı kâr hırsı ile hunharca kullanılmasında. Yeşiller bu amaçla ekolojik bir İsviçre için mücadele eder.

Ekolojik olarak İsviçre’de yasayan insanları bekleyen tehlike nedir sizce?

Ekolojik alanda en büyük sorunlardan biri İsviçre’de insanlar ve doğa için en büyük tehlikeyi oluşturan beş atom santralinin bulunmasıdır (Mühleberg, Beznau 1, Beznau 2, Gösgen und Leibstadt). Atom santrallerinin saçtıkları radyasyon, insan sağlığı için son derece zararlı ve tehlikeli.

Santraldeki ufak bir sızıntı, milyonlarca canlının radyasyona maruz kalmasına sebep olacaktır. Buna Çernobil ve Fukushima faciaları örnektir. Bu teknolojide kullanılan ve işi bitmiş atom artıkları da ayrı bir sorun kaynağı. Bu artıkların yüz milyonlarca yıl radyasyon üretmelerinden dolayı, çok iyi korunmaları ve saklanmaları gerekiyor. Bu nedenlerden dolayı İsviçre’deki atom santrallerinin kapatılması için mücadele ediyoruz.

Partinizin göçmenlerin sorunlarını çözme konusunda yeterince çaba harcadığını düşünüyor musunuz? Kendi fikirlerinizi partinize ne kadar yansıtabiliyorsunuz?

Kanımca Yeşiller göçmenlerle ilgili konulara ve sorunlara belki de en yoğun ve kararlı bir seklide yaklaşan partidir. Düşünce ve bakış açımı, parti içersinde aldığım sorumluluk oranında yansıtabiliyorum tabii. Meslek

1982 yılından beri İsviçre’de yaşayan Haşim Sancar Yabancı Diller Yüksekokulu, Fransızca Bölümü mezunu. Bern Sosyal Hizmetler Uzmanlığı Yüksekokulu diplomasına sahip olan Sancar, Aile Terapisi ve Sosyal Güvenlik alanlarında da eğitim aldı.

Şu an engellileri bilgilendirme ve yardım kurumu olan Pro Infirmis’in Bern şubesi yöneticiliğini yürüten Sancar; Kürtçe, Türkçe, Almanca, Fransızca ve İngilizce biliyor. 2005-2012 yılları arasında Grünes Bündnis’den Bern Şehir Parlamentosu’na seçilen Sancar, Yeşiller Partisi’nin ve Genç Alternatif’lerin Grup Eş Başkanlığı görevini üstlendi. 10 yıl boyunca İsviçre Yeşiller Partisi’nin Merkez Yönetim Kurulu’nda da bulunan Haşim Sancar, 2013‘ten bu yana Yeşiller Partisi’nden, Bern Kanton Parlamentosu Milletvekilliği görevinde bulunuyor.

Neden Yeşiller Partisi?

Yeşiller Partisi, ekolojik ve sosyal konuları birleştirerek, sosyal adaleti savunup, demokratik ve dayanışmacı bir İsviçre için mücadele etmektedir. Göçmenlerle ilgili en temel ve sosyal haklar konularında da en tutarlı tavrı sergilemektedir. Bütün bunlardan dolayı kendimi en iyi şekilde Yeşiller Partisi’nde ifade edebildiğimi düşünüyorum

Parlamento milletvekilliği adaylığı aşamasına nasıl geldiniz?

Uzun süreden beri bu partinin üyesiyim. Gerek şehir, gerekse de kanton parlamentolarında bir çok defa başarılı bir sonuçla seçildim. Bizdeki liste sıralamasında, öncelikle şu anda Federal Parlamento’da bulunan yer alır. Daha sonra da alfabetik olarak yeni adayların isimleri sıralanırlar.

Partinizin öncelikli ve en önemli politikalarından bahsedebilir misiniz bize?

Sosyal adaletin temel taşlarını sosyal ve temel haklar oluşturur. Yeşiller temel hakların korunması ve hukukun adaletli uygulanmasının yanında, demokratik ve

Haşim SancarKanton Bern Yeşiller Partisi Adayı

Daha fazla bilgi için: www.hasimsancar.ch

Yeşiller Partisi, ekolojik ve sosyal konuları bir-

leştirerek, sosyal adaleti savunup, demokratik ve dayanışmacı bir İsviçre için mücadele etmekte-

dir. Göçmenlerle ilgili en temel ve sosyal haklar

konularında da en tutarlı tavrı sergilemektedir.

Page 23: HaberPodium- 27-August 2015

23

Güncel

23

Seçmenlerden beklentileriniz nelerdir? Buradan nasıl bir çağrı yapmak istersiniz?

İnsanlarımızın kendi sorunlarına sahip çıkmalarını; göçmenler ve iltica yasalarının durmadan kötüleştirilmesi, sosyal haklara saldırılar gibi konulara duyarlı davranmalarını bekliyorum. Bunlar gelişen birer tehlike durumuna geldi artık. Herkesin siyasi partilerde aktifleşerek, oylarını kullanarak seslerini yükseltmeleri gerekiyor. Tanıdıklarınızı, arkadaşlarınızı ve dostlarınızı oylarını kullanmaya davet edin. Kendilerini bilgilendirip, oylarını kullanmalarında bilmeyenlere yardımcı olun. Unutulmasın ki, bir seçim bölgesindeki seçim sonucunu tek tek oylar belirler. Ulusal Parlamento’daki çoğunluğu ise kantonlardan seçilen parlamenterler belirler. Onun için her oyun büyük bir anlamı ve değeri bulunuyor. İsviçre’de tercihli oy kullanma sistemi bulunuyor ve bir kişiyi oy listesine toplamda iki defa alabiliyorsunuz. Oylarınızı çöpe atmayın, tanıdığınız, güvendiğiniz ve size en yakın bulduğunuz adaylara veriniz.

olarak göçmen olmalarından kaynaklanan ayırımcılık, ırkçılık gibi sorunlar ile karşı karşıya gelmelerini ve bu nedenle de bazı haklardan mahrum bırakılmalarını (sosyal sigortalarda, konut ve iş aramada vs.) temel sorular olarak görüyorum.

Benim bu sorunlara yaklaşımım, sosyal adelet temelleri üzerine oturmuş, dayanışmacı, barışcıl ve eklojik bir İsviçre temeline dayanıyor. Bu temeller etrafında mücadele edeceğim ben. Şimdiye kadar ki politik çalışmalarım da bunun bir kanıtıdır. Ayrıca, yabancılar ve ilticacılar yasalarının iyileştirilmesi ve kağıtsızlara eğitim ve sigorta, oturum gibi bazı hakların verilmesi yönünde çaba sarfedeceğim. Henüz vatandaşlığa geçmemiş olanların ve engelli gençlerin devlet dairelerinde staj (Lehrstelle) yapabilmeleri oldukça sınırlı. Bunların sayıca daha fazla olması yönünde girişimlerim olacak. İkinci ve üçüncü nesilin vatandaşlığa geçme şartlarının basitleştirilmesi konuları, bir başka çalışmam olabilir. Sosyal sigortalar alanı ve adaletli vergi sistemleri konularında da mücadele verliecek bir sürü konu bulunmakta.

alanında da çok yoğun olmamızdan dolayı, partide her konuya her zaman gereken ağırlığı veremiyoruz ne yazık ki.

Göçmenlerin İsviçre politikasına ilgilerinin az olmasının sebepleri nelerdir sizce?

Vatandaşlığını alan göçmen kökenli kesimin oy kullanma oranın genel olarak düşük olduğu doğru. Bunda seçim ve oy kullanma sisteminin karışık olmasının payı var. Oyunu kullanmak isteyenler, tanıdıklarına ya da bize sorabilirler ve böylece oyun nasıl kullandığını öğrenebilirler. Duyarlılığın yeterli derecede olmamasında politikaya olan güvenin zedelenmiş olması da etkili tabii. Unutulmaması gereken, bizleri ilgilendiren kararların politika ve politikacılar tarafından belirleniyor olmasıdır.

Parlamentoda yer almanız göçmenler üzerinde bir etki yaratabilir mi?

Elbette, insanlar kendilerinden birisinin parlamentoda olmasına hem sevinir hem de politik konulara daha fazla eğilir. Kendi sorunlarının da parlamentoda tartışılabileceği beklentisine giren insanlar mümkün olduğunca seçilen kişi ile dialog içersinde olmak ister ve kendisini ilk elden bilgilendirmiş olur.

İsviçre’de yaşayan göçmenlerin temel sorunları nelerdir sizce? Bu sorunlara yaklaşımınız nasıl olacak?

Göçmen kökenli insanlarımız daha çok ekonomik olarak dezavantajlı bir durumda oldukları için, dar gelirli yerli toplum kesimi ile bir çok konuda aynı sorunları paylaşıyor. Düşük ücretler (buna bağlı olarak birden fazla işte çalışmak zorunda kalması), daha çok gürültülü caddelerdeki konutlarda ev bulabilme, çoçuklarını eğitim konusunda yeterli destekleyememesi vs. Bunlara ek

facebook/haber.podium

Page 24: HaberPodium- 27-August 2015

24

Göçmenler açısından ne tür avantajlar sağladığınızı düşünüyorsunuz?

Göçmen uyruklu olan vatandaşlarımız için birçok avantaj sağladığımı düşünüyorum. Haklarımızı savunuyorum, azınlık olarak sesi-mizi duyuruyorum, örf ve adetlerimizi temsil edip tanıtıyorum. Bu şekilde karşılıklı anlayış sağladığıma inanıyorum. Politik çalışmalarda kendinize zaman ayıramıyorsunuz pek ve yo-ğun bir uğraşım içindesiniz. Burada dil, eğitim, meslek gibi birçok değişken sorunlarımız var. Bunların dillendirilmesi çok önemli.

Seçildiğiniz takdirde ele alacağınız ilk konular neler olur?

Parlamento’da iki önemli çalışmam olacak. Bunlardan ilki daha önce uzun süre burada yaşamış ve kesin dönüş yapmış olan göçmen-ler için “süresiz ziyaret vizesi“nin verilmesi, ikincisi ise, burada doğmuş çocuklara isviçre vatandaşlığında kolaylık sağlanması olacak.

Seçmenlerinize yönelik son mesajınız ne olur?

Sandığa gitsinler ve oylarını mutlaka kullansın-lar! Burada yaşayan insanlarımızın daha çok duyarlı olmaları gerekiyor. Siyasete katılmalı ve oylarını kullanmalıdırlar. Burada doğrudan işleyen bir demokrasi var. Bu çok önemli, herkesin söz hakkı var burada. Özellikle yeni kuşak gençler siyasete atılmalıdırlar. Gençlerin dil sorunları yok, kendilerini daha iyi ifade edebilirler. Mutlaka birşeyler yapıp etkilerini yansıtmaları, seslerini duyurmaları lazım.

Ailesiyle birlikte 70’li yıllarda İsviçre’ye ge-len Aliye Gül 10 yaşından bu yana İsviçre’de yaşıyor. Romanshorn Sosyal Demokrasi Partisi (SP) Başkanlığı görevini yürüten Aliye Gül, 2012 yılından bu yana Kanton Thurgau Milletvekilliği yapıyor. 1 Haziran 2015 yılından bu yana da Romanshorn Belediye Meclis Üyeliği görevinde olan Aliye Gül, 18 Ekim’de yapılacak olan seçimlerde partisi SP’den, 1. listenin 5. sırasından aday gösterildi.

İsviçre politikası ile tanışmanız nasıl oldu?

İsviçre politikasına SP ile atıldım. SP ile tanış-mam 1998’de oldu. İsviçre’ye çifte vatandaş-lık uygulaması 1991’de geldi. Daha öncesinde tek vatandaşlık vardı. Ben hemen başvurdum ve 1992’de isviçre vatandaşı oldum. Daha sonra toplantılara yoğun bir şeklide katılmaya başladım ve partiye üye oldum. 1999 yılında okul encümenlik seçimlerinde SP adına oraya adaylığımı koydum ve 4 kişi içinden seçildim. Bu görevi 12 yıl boyunca yürüttüm ve aktif siyasete de böylece girmiş oldum.

Thurgau Kantonu gibi sağ eğilimlerin güçlü olduğu bir yerden aday oldunuz. Burada politika yapmak zor değil mi?

Burada politika yapmak zor evet. Özellikle de bir göçmen ve kadın olarak... Daha öncesin-den burada birçok ilki başardığımı söylebilirim. Buradaki insanlarla çok şeyler yaptım. Ro-manshorn Belediyesi bünyesinde, Vatandaşlık Komisyonu’nun ve Entegrasyon Dairesi’nin oluşturulmasında da birebir yer aldım.Çoğu kişi beni daha çok buralardan tanıyor. Kendimi her kesime kabul ettirdim diyebilirim.

Thurgau Kantonu’nda yaşayan göçmenlerin oranı yüzde 30 civarında. Bu kesimin yanısıra yerli İsviçrelilere de hitap ediyorum.

SP’nin göçmenlerin sorunlarına yaklaşımını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

SP her zaman işçinin, azınlığın, kadın hak-larının ve mağdurların yanında oldu. Sosyal çalışmalar konusundaki sistem ve uygulama-ları benim görüşlerime çok yakın.

Aliye GülKanton Tuhrgau, SP Adayı

SP her zaman işçinin, azınlığın,

kadın haklarının ve mağdurların yanında

oldu. Sosyal çalışmalar konusundaki istem ve

uygulamaları benim görüşlerime çok yakın.

Page 25: HaberPodium- 27-August 2015

25

Güncel

25

“Birarada yaşama kültürünün karşılıklı

saygıya ve birbirini anlamaya dayalı olarak geliştirilmesi gerekiyor.

Bunun yolu da toplumsal eğitimden, aktif olarak siyasete girmekten ve belirli

kademelere gelmekten geçiyor.“

25 yıldır yerel ve kantonal düzeylerde çalışmalar yürüten Yabgu, bu deneyimlerini Federal Parlamento’ya taşırmak isterken, eğitim ve sosyal hayatı kolaylaştırmak adına çalışmalar yürüteceğini aktarıyor. Yabgu, seçimleri kazanması halinde bunun kendisine büyük sorumluluklar yükleyeceğinin ancak bu sorumlulukların bilincinde olduğunu dile getiriyor.

Evli ve iki çocuk babası olan Yabgu Ramazan Balkaç, 1981 yılından bu yana İsviçre’de yaşıyor. İlk, orta ve lise eğitimini Olten’de tamamlayan Balkaç, Bern Uygulamalı Bilimler Üniversitesi (Berner Fachhochschule) Mimarlık Bölümü’nden mezun oldu.

Meslek hayatına Mimar olarak devam eden ve çalışmalarını kendine ait olan bir mimarlık bürosunda sürüdüren Balkaç, İsviçre’de çok sayıda dernek, federasyon ve çatı kuruluşlarında görev alırken, bir kısmının da kurucu üyesidir. Bağlama çalan ve aynı zamanda bağlama kursları veren Balkaç, zaman zaman konserler verirken, uluslararası müzik festivallerine de katılıyor.

Başarılı bir güreşçi olan Yabgu R. Balkaç’ın 68 kg ve 74 kg kategorilerinde İsviçre şampiyonlukları bulunuyor. İsviçre Güreş Federasyonu’nda teknik direktörlük görevi üstlenen Balkaç, bugün hala Olten Güreş Kulübü’nde yönetici olarak güreş sporuna yönelik katkılarını sürdürmektedir. Balkaç sosyo-kültürel çalışmalarından dolayı 2013 yılında Solothurn Kanton’u tarafından ödüllendirilmiş bir isim.

1986 yılından itibaren SP aracılığı ile aktif siyasetle ilgilenmeye başlayan ve 1989 yılından bu yana da partisinin çeşitli katagorilerinde görevler üstlenmeye başlayan Balkaç, 2009 ve 2013 yıllarında yapılan yerel seçimlerde ardı ardına Olten Belediye Encümen Üyeliği görevine (Gemeinderat) seçildi. Yabgu R. Balkaç, 18 Ekim’de yapılacak olan Federal Parlamento seçimlerinde partisi SP tarafından Milletvekili adayı olarak gösterildi.

Göçmen kökenli İsviçre vatandaşlarından kendisine oy vererek desteklemelerini isteyen Balkaç, verilecek her bir oyun büyük önem arzettiğini dile getiriyor ve şöyle devam ediyor;

“Birarada yaşama kültürünün karşılıklı saygıya ve birbirini anlamaya dayalı olarak geliştirilmesi gerekiyor. Bunun yolu da toplumsal eğitimden, aktif olarak siyasete girmekten ve belirli kademelere gelmekten geçiyor.“

Daha fazla bilgi için: www.hasimsancar.ch

Yabgu R. BakaçKanton Solothurn, SP Adayı

Deniz ŞimşekKanton Zug, SP Adayı

Evli 2 çocuk babası olan Deniz Şimşek 1992 yılından bu yana İsviçre’ye yaşıyor. İsviçre’deki politik hayatına SP ile atılan Şimşek, göçmenlerin ve mültecilerin sosyal-siyasal ve ekonomik alanlarda haklarına kavuşmaları için mücadele veriyor.

Bu çalışmalarını Federal Parlamentoya’da taşımak isteyen Deniz Şimşek, Zug Kantonu’nda oy kullanma hakkı olanların kendisine oy verip desteklemelerini istiyor.

Page 26: HaberPodium- 27-August 2015

26

birbirlerine sorarak, deneme yanılma yolu ile gidermeye çalışıyorlar. Ben, kendim ve partim adına göçmenleri en iyi şeklide temsil edebi-leğimi söylebilirim. Partimden karışma başka bir aday çıkarılmamış olması benim seçilme şansımı arttırıyor.

Seçmenlere nasıl bir mesaj vermek istersiniz?

Oylarını mutlaka kullanmalarını ve bu konuda duyarlı olmalarını istiyorum. Seçimler konusunda duyarlı değiliz pek. Geçen sefer Kantonal düzeyde seçimler oldu. Orada da Kanton Milletvekilliği için adaylığımı koymuş-tum. Hiç kimse gelip bana ne yaptığımı, neden yaptığımı, kim olduğumu sormadı bile. Umarım bu duyarsızlık 18 Ekim seçimlerinde değişir. Burada yaşadığımızı, buraya ait olduğumuzu kabul etmemiz gerekiyor artık.Bizleri temsil edecek olan insanların her yerde bulunmaları ve yer edinmeleri şart. Oy kullanmayı bilme-yenlere oyun nasıl kullanılacağına dair bilgiler de verebiliriz.

Ankara üniversitesi İktisat Bölümü mezu-nu olan Uzdiyen 1990 yılından bu yana İsviçre’de yaşıyor. İki çocuk babası olan Uzdiyen’in İsviçre politikasına olan ilgisi iki yıl öncesine uzanıyor.

“Politikaya girmemin nedeni daha çok kendi yaşadığım olaylar ve gözlemlerim. Yapılan haksızlıklar ve bize hala gurbetçi denmesi, geri dönecekmişiz gibi görmeleri beni çok üzüyor. Burada artık üçüncü kuşak büyüyor ve bizler artık göçmen İsviçrelileriz.“

Neden Piraten Partei?

Aslında bir göçmen olarak İsviçre’de politikaya atılmak çok zor.

Burada göçmenler konusuna en duyarlı olan partidir Piraten Partei. Partim kişilere politika-ya dahil olma olanakları sağlıyor. Bizler insanı seviyoruz. Rengi, dili, dini ne olursa olsun. İnsanların özel hayatlarına girilmesin istiyoruz ve eşitliğe inanıyoruz. Bu partiyi seçmemde bu etkenler önemliydi.

Kanton Zürich Piraten Partei Yönetim Ku-rulu’nda olan Uzdiyen, partisi tarafından 5. sıradan aday gösterildi. Uzdiyen tercihli aday seçme yönetmiyle seçilme şansının yüksek olduğunu ifade ediyor.

Seçildiğinizde üzerinde duracağınız konular ne olacak?

İlk olarak herkese eşit eğitim konusuna el atmak istiyorum. İnsanların özel hayatlarının gözlenmemesi, göçmenlere seçim haklarının verilmesi, eşit işe eşit ücret gibi konular diğer önceliklerim olacak. İsviçre’de göçmenlerin sorunlarını çözecek bir mekanizma pek yok, varsa da çok zayıf. Göçmenler sorunlarını

Ali UzdiyenKanton Zürich Piraten Partei Adayı

Bizler insanı seviyoruz. Rengi, dili, dini ne

olursa olsun. İnsanların özel hayatlarına

girilmesin istiyoruz ve eşitliğe inanıyoruz. Bu

partiyi seçmemde bu etkenler önemliydi.

NOT: 18 Ekim’de yapılacak olan seçimlerde, Parlamento milletvekilliği için yarışan adaylarımızın tümünün sesini yansıtmaya çalıştık. Ancak bazı adaylarımızdan sorularımıza yanıt alamadık. İlerleyen sürede gelecek olan yanıtları okuyucularımıza iletmeye çalışacağız.

O halde bize yazın, haberlerinizi sizin imzanızla yayınlayalım.

İsviçre gündemine dair önemli gördüğünüz gelişmeleri ve çevrenizde olup bitenleri geniş okuyucu kitlesine aktarmak, insanları haberdar etmek istemez misiniz?

BİZE YAZIN!

Page 27: HaberPodium- 27-August 2015

Empfangsschein / Récépissé / Ricevuta

Einzahlung für/Versement pour/Versamento per

Royal Döner Stiftung8404 Winterthur

Royal Döner Stiftung8404 Winterthur

CH65 0900 0000 6155 9657 5 CH65 0900 0000 6155 9657 5

Einzahlung für/Versement pour/Versamento per Zahlungszweck/Motif versement/Motivo versamento

Enzahlung Giro Versement Virement Versamento Girata

61-559657-5CHFKonto/Compte/Conto

Einbezahlt von/Versé par/Versato da

Die AnnahmestelleL’office de dépôtL’ufficio d’accettazione

185000006 0560/1002

61-559657-5

105

615596575>

615596575>

CHFKonto/Compte/Conto

Einbezahlt von/Versé par/Versato da

Einbezahlt von/Versé par/Versato da

BL 0

8.20

1460

1944

(151

206)

(441

.02.

1) P

F

Page 28: HaberPodium- 27-August 2015

28

Güncel

Uzun bir yolculuktu. Yan koltuktaki yolcu, tozlu bir aile albümünü karıştırarak sanki, kulağımıza tanıdık şarkılar söyledi. Albümde, acılarımız, kahırlarımız, sevdalarımız, coşkularımız vardı. Yan koltuktaki ablamızdı, annemiz, hasmımız, hısmımız, sevdalımız, yârimiz… Anlattıkça anlattı; bizi… bize…

Yıldızlardan baktık, dünyadaki resmimize… Sanki şehre bir film gelmişti; yazılarda bir güzel orman olmuştu, iklim Akdeniz’e dönmüştü.

Ufalana ufalana kaç kuşak, erimiştik bu yollarda; kimimiz yerle yeksan, kimimiz zor ayakta…

Çıktı sahneye dedi ki: “Beraber, ülkenin bir sürü haline tanıklık ettik. İyi günde kötü günde… Dostluk böyle bir şeydir işte: Mükemmel olmayı beklemeden, kredi vererek, yol arkadaşlığı yapmaktır.”

‘Damar’larla başladı.

Ülkenin bir sürü halinde yanı başımızdaydı Sezen Aksu… Her halini hatırlattı Açıkhava’daki “40. Yıl Gecesi”nde: Hem kendinin, hem memleketin… İlkin, ağırbaşlı, siyah-beyaz bir elbiseyle geldi sahneye; Siyah-beyaz ekranda, “ş”leri ıslayarak konuşan, kocaman dudaklı, kocaman yürekli, dilbaz kız oluverdi. Ömrümüzün renksiz devrinden hüzün şarkıları söyledi.

Kaybolan yıllarımızda, bir küçük iz bırakmak için didinmesini, oyuncak, küçük zaferlerini anlattı. “Sen ağlama” dedi, “Geri dön” dedi. “Firuze” diye inledi.

İçini çeke çeke, burnunu sile sile kayıplarına ağıt yaktı, selam çaktı;

Onno’ya, Aysel’e, Meral’e, Uzay’a…

Düğüne döndü

Sonra bir an durdu; “Yeter kavrulduk” dedi… Attı gözyaşlarını sildiği mendili, üstündeki siyah beyaz elbiseyi; cümbüşlerini giyindi. Cenaze bitti. Düğünün fitili ateşlendi.

Mahzun Sezen, o malum işveli kadın oldu aniden… 40. yılının kına gecesini yaptı sahnede; göbek attı, oğlan oynattı. Ada Vapuru’nda, “Oh oh suyundan da koy” diye kalçasını çalkalayan çapkın, muzır, hayta bir kadına dönüştü. Bizi hüzünlerden alıp kahkahalara saldı.

Hoyrat bir makasla

“Son tufan”, hepimizi öyle vurdu, öyle savurdu ki, kolay harcadık birbirimizi, kıydık birbirimize… Bir referandum oyundan, bir demeçten, bir fotoğraftan, müebbet verdik sevdiklerimize…

Dar günümüzde elimizden tutmalarını, her çıplağa battaniye kapıp koşmalarını unuttuk.

Sezen de aldı nasibini tufandan… Bir çağ yangınında, onu da hoyrat bir makasla, eski bir fotoğraftan oydular.

Bizde kaldı yanağının yarısı… Ne kavgası bitti; ne sevdası…

Değer mi hiç?

Oysa, 40. yıl konserinin mükemmelen hatırlattığı gibi, her yangında su taşıyanımız oydu. Çocuk gelinler mi? “Ünzile”yi daha 1986’da söylemişti.

Cumartesi Anneleri mi? 1996’da bestelemişti. Kürt meselesi mi? Kemal Burkay’dan önce “Gülümse”mesini getirmişti.

Erdal Eren’e şarkı yazmış, Sivas’a ağıt yakmış, Hrant için “Gitti cancağızım” diye yanmıştı.

Bir kırk yılımız daha yok...

Kredisi çoktu yani bizde… Bir oyla ismini sildiler sokak tabelalarından… Değer miydi hiç?

Masum değiliz

“Kendini kimsesiz hissettiğinde/ içindeki çocuğa sarıl/sana insanı anlatır” diyordu ya bir şarkısında…

Biz, içimizdeki o çocuğu aldırdık, seneler önce…

Bize insanı anlatacak kimsemiz kalmadı.

Sezen Aksu, o anlatıcıların en hası…

Keyfimizin, hüznümüzün kâhyası…

Gözyaşlarımızın, kahkahalarımızın mahyası…

Anlata anlata, kendisiyle birlikte bizi de büyüttü:

Elinden tuttuklarını, taklitlerini, orkestrasını, korosunu, âşıklarını, kocalarını, sevenlerini…

Onlar yaşlandı; ama onlara yazılan şarkılar genç kaldı.

Biz giderken, geride sadece, “İyi bilirdik” diyen bir cemaatin sesi kalacak; yol boyu kulağımıza fısıldanan şarkılarsa yıllar yılı kulaklarda çınlayacak.

40 yılımız

Kırık ayağı üstünde dans ederek tamamladığı konseri, “Bir 40 yılımız daha yok” diyerek noktaladı Sezen...

“Mükemmel olmayı beklemeden, kredi vererek, yol arkadaşlığı yapmak”sa dostluk…

Biz dün gece onunla en iyisini yaptık.

40 yıllık hatrı var bizde…

Sağ olsun!

Page 29: HaberPodium- 27-August 2015

29

Güncel

Hemen arayın

052 238 07 07Royal Sana GmbH - Sefkan Tosunim Hölderli 10, 8405 Winterthur+41 (0) 52 238 07 07 www.royal-sana.ch [email protected]

Güvenilir Sigortanız

Page 30: HaberPodium- 27-August 2015

30

Ekonomi

Bu yazımızda daha çok altının bir yatırım aracı olarak kullanılmasını ve değerini ele alacağız.

Altın değeri, borsalarda genellikle “ons” olarak belirlenir. Bu ölçü eski Latin dilinden “uncia” dan gelmedir ve “on ikinci parça” demektir. Bir onsu grama çevirirsek 31.10 gram elde ederiz. Bu vesi-leyle; televizyonlardan, gazetelerden ve internetten gördüğümüz altın fiyatı, bize genellikle bir ons altının değerini gösterir.

Ekonomi, altın ve para denilince ilk akla gelen ülkelerden biri de İsviçre olur. Altın konusunda önemli rezervlere sahip olan İsviçre, altınla ilgili konularda son olarak Kasım 2014 ayında yapılan bir Altın Referandumu ile gündeme gelmişti. Refe-randumun amacı, İsviçre Merkez Bankası’nın altın rezervini her zaman yüzde 20 seviyesinde tutması idi. Bu referandum halk tarafından reddedilirken, insanların bu konuya olan ilgileri hala devam ediyor.

Ocak 20101000

1200

1400

1600

1800

2000

Ocak 2012 Ocak 2014

ALTIN

Şener Arslan

Ekonomi ve Yatırım UzmanıWirtschafts und Anlagespezialist

[email protected]

Altın... Parlak sarı rengi ve işlenebilir özelliği ile ilk-çağlardan bu yana insanların ilgisini çeken değerli bir maden olmuştur Altın. Eski çağdan bu yana

hem takı malzemesi, hem de yatırım aracı olarak kullanı-lır. Ekonomik amaçlı kullanım hakkı daha çok hükümet-lerin ve merkez bankalarının elinde olan altın, dünyadaki ekonomik istikrar için önemli bir materyal.

Page 31: HaberPodium- 27-August 2015

Yunanistan'daki ekonomik kriz, Ortadoğu'daki huzursuzluklar ve Çin’deki borsasın batması, altın fiyatlarında çıkışa yol açmadı. Bu koşullar muhtemelen altın fiyatlarının soğumasını yavaşlattı. Yukarıda bahsedilen sorunlar çözüldüğü anda, altın fiyatlarında düzelmeler olacaktır.

olan yatırımcılar negatif performans ile karşı karşıya kalmışlardır.

Altında şu sıralar fiziksel talep düşüşü de yaşanmaktadır. Çin Merkez Ban-kası'nın altın rezervleri bu durumu açıklamak için iyi bir örnektir. Tem-muz’un ortasında Çin Merkez Banka-sı'nın altın rezervleriyle ilgili bilgiler yayınlandı. Çin Merkez Bankası’nın, son altı yıl içerinde sadece 600 ton al-tın satın aldığı açıklanırken, bununla birlikte rezervlerinde 1’658 ton altın tuttukları ifade edildi.

Bu veriler daha piyasalara duyurul-madan önce, piyasalar Çin Merkez Bankası’nın daha önemli ölçüde altın alımları yapacağını bekliyordu. Bu rezervleri ABD Merkez Bankası ile karşılaştırırsak, ABD Merkez Bankası son olarak rezervlerinde 8100 ton altın tuttuğunu belirtmişti.

Küresel olarak bakarsak, altına yatırım yapan borsa fonlarında zayıf bir yatırımcı talebi görülürken,

para birimlerine karşı, Dolar endeksi üzerinden belirlenir. Dolar endeksi, yani Dolar, diğer önemli para birimle-ri karşısında son dönemde çok değer kazandı. Bunu yukarıdaki grafikte de görebiliriz.

Bu gelişme, Dolar dışında altın alanlar için, altının değerinin artma-sına yol açtı. Dolar bazından alınan herhangi bir ürünün, son aylarda pahalılaşmıştır. Örneğin, ücreti 1’200 Dolar olan bir ürünü ele alırsak; bundan üç ay önce İsviçre’de yaşayan biri bu ürün için 1’100 İsviçre Frankı öderken, şu an aynı ürün için ödemesi gereken miktar 1’160 Frank.

Altın fiyatının soğumasının ikinci bir nedeniyse, ABD Merkez Banka-sı’nın bu yıl faiz oranlarını yükseltme olasılığının ortaya çıkmasıdır. ABD faizlerinin çok büyük olasılıkla, Eylül ya da Aralık aylarında yükselmesi bekleniyor. Altını yatırım olarak, hisse

Son haftalarda altın fiyatı 1’240 Dolar’dan 1’083 Dolar’a düşerken, şu an altın fiyatı son beş yılın en düşük seviyesine geriledi. Sadece bu ay, yüz-de 7.06 değer kaybetti altın.

Bunun nedenlerini daha net açık-layalım. Bu düşüş temel ve teknik faktörler tarafından tahrik edilir. Birinci neden, altın fiyatlarının ABD doları üzerinde işlem görmesidir. Do-lar; CHF, EURO, GBP diğer önemli

senetleri veya tahville karşılaştırırsak, pek faiz getirmez. Faizlerin çıktığı zamanlarda altın negatif performans sergiler.

Altın enflasyona karşı önemli bir koruma rolünü de oynar. Küresel ekonominin yavaşlaması ve petrol fiyatlarının yüzde 50’ye düşmesi gibi sebeplerle bu aralar herhangi bir enf-lasyon durumu beklenmiyor. Böylesi bir ortamda altına yatırım yapmış

2009 yılından bu yana paranın en az yönetildiği bir tabloyla karşılaşırız. Bu durumun önümüzdeki günlerde de devam etmesi muhtemel görünüyor. Gelişmeler altın fiyatlarının daha da düzelmesine yol açabilir.

Altın genelde yatırımcılar için güvenli bir liman olarak kabul edilirken, savaş olmaması ya da ekonominin soğuması durumlarında, altın fiyatla-rında genellikle yükselişler görülür.

Ocak 2012 Ocak 2014

AMERIKAN DOLARI100

95

85

75

75

90

80

O halde bize yazın, haberlerinizi sizin imzanızla yayınlayalım.

İsviçre gündemine dair önemli gördüğünüz gelişmeleri ve çevrenizde olup bitenleri geniş okuyucu kitlesine aktarmak, insanları haberdar etmek istemez misiniz?

BİZE YAZIN!

31

Page 32: HaberPodium- 27-August 2015

32

Sağlık

Güzel bir rüya…

Yaşlanma hızımızı, dolayısıyla ona zemin hazırlayan hastalıklara yakalanma olasılı-ğımızı kontrol edebilir miyiz? 38 yaşında birinin biyolojik olarak 61 yaşında oldu-ğunu farketmesi ona çok iyi bir his vermez mutlaka. Fakat kaçımız bunun farkındayız acaba? Farkında olabilseydik eğer, bu sürecin hızını kesmek için elimizden geleni mutlaka yapardık diye düşünüyorum.

Biyolojik yaşlanmanınyüzde 20‘si genetik,

geri kalanı ise yaşam stili ve çevre faktörlerine bağlıdır.

Oscar Wilde‘in roman kahramanı Dorian Gray,

ayna görüntüsünde yaşlanan, gerçek hayatta ise

yaşlanmayan biriydi.

Doç. Dr. B. Nazan WalpothBern Üniversitesi Tıp Fakültesi HastanesiKardiyoloji Bölümü Öğretim Üyesi [email protected]

Page 33: HaberPodium- 27-August 2015

Kontroller ara ara yıllarca yapılmış. Bu Bio-faktörlerden deneklerin tek tek biyolojik yaşı hesaplanmış. En son denekler, 38 yaşındayken kont-rolleri yapılmış (yani araştırmacıla-ra göre genç erişkin olduklarında).

Sonuçlar şaşırtıcı...

Denekler, kronolojik olarak 38 yaşındalarken, biyolojik olarak 30-61 yaş arası sonuçlar vermişler. Biyolojik olarak çok daha yaşlı çı-kan denekler; koordinasyon, güçlü el sıkışma, alışılmadık durumlarla başa çıkma gibi testlerde de daha başarısız olmuşlar. Yaşlanma hızı yüksek deneklerde demans ve inme gibi hastalıklar daha sık görülür-ken, motor fonksiyonlarda ve IQ seviyelerindeki azalmaların da sık olduğu farkedilmiş.

Araştırmacılara göre biyolojik yaş-lanmanın sadece yüzde 20‘si genetik (ikiz araştırmasından biliniyor) iken geriye kalanı yaşam stili ve çevre faktörlerine bağlıdır. Bu da bizler için umut verici. Demek ki, basit yöntemlerle yaşlanmamızın hızını kısmen de olsa kesebiliriz.

Daniel Belsky’e göre yaşlanma dış görünüş değil, asıl organ sistemleri-nin erken yaşlanması açısından (ki bu daha erken gelebilir) ve neticede oluşan kronik ilerleyici hastalıklar açısından çok önemli bir süreç.

Tek tek hastalıklara çare aramak yerine temeldeki bu kırılgan nok-taya daha çok önem verilmelidir. Oscar Wilde‘ìn Dorian Gray‘ìnin aksine, yaşlı çıkan deneklerin fotoğ-rafları körlemesine bir grup öğren-ciye gösterildiğinde, orada da daha yaşlı tahmin edilmişler.

WHO (Dünya Sağlık Örgütü) sa-yılarının ışığında gelecekte yaslan-maya bağlı sağlık sorunları dünya sağlık sistemlerini zorlayıp büyük önem kazanacak. Bu bakımdan, şimdiden gereken koruyucu hekim-lik çalışmalarına hız verilmelidir.

WHO (Dünya Sağlık Örgütü) bizleri uzun zamandır gelecekteki yaşlılık hastalıkları ile birlikte do-ğacak sağlık sorunları konusunda uyarmakta. 2020 yılında Dünya`da ilk kez 60 yaş üzeri insan sayısı, 5 yaş altı insan sayısından daha fazla olacak. 2050 yılında ise 2 milyar yaşlı insanın olması bekleniyor. Bu rakam bugün için 841 milyon düzeyinde.

İnsanların farklı özelliklerde yaşlan-dıklarını hepimiz biliyoruz. Bazı-ları 70 yaşında maraton koşarken bazıları da 50 yaşında merdiven bile çıkamaz. Kimilerinin görüntü olarak da daha çabuk yaşlandığını

şaşırarak mutlaka gözlemle-mişsinizdir. Aradaki bu fark, en bariz şekliyle 20. ya da 30. yıl mezuniyet kutlamalarında göze çarpar. 20.yıl fotoğrafla-

rında bazı yaşıtlarımın ne kadar yaşlandığını, bazılarının ise aynı

kaldığını gözlemleyerek epey şaşırmıştım.

PNAS (Proceedingsof national acadamy of sciences) dergisinde geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir makalede yaşlılık bilimcileri (ge-rontologlar), yaşlanmanın hızının altında yatan farkların nedenlerini araştırmak için yola çıkmışlar. Araştırmacılara göre yaşlanma hızının temeli, çok genç yaşlarda bile farklılıklar göstermekte. Bazı genç insanlar bir yıl içinde biyolojik olarak hiç yaşlanmazken, bazıları ise 1 yıl içinde 3 yıl kadar yaşlana-bilmektedir.

Duke Üniversitesi’nden Baniel Bel-sky ve ekibinin yaptıkları Dunedin araştırmasında (Yeni Zelanda`nın Dunedin şehrinde yapıldığından do-layı bu isim veriliyor), 1972-1973 yılları arasında doğan 1037 insanı ara ara düzenli olarak tıbbi, 38 yaşına kadar ise psikolojik olarak kontrol etmişler.

Araştırmacılar söz konusu biyolojik yaşlanma için 18 ayrı bio-faktör belirlemişler. Dış görünüş olarak yaşlanma göstergesi olan göz, saç, diş, eklem, deri durumu yanın-da dikkatlerini özelikle de organ sağlığına yöneltmişler. Denekler; kalp-damar, akciğer, karaciğer, böb-rek, bağışıklık sistemi, diş sağlığı, kolesterol yüksekliği ve telomer uzunluğu (kromozom üç noktaları, yaşlılıkta kısalır), göz dibi damar durumu gibi bio –faktörler esas alınarak incelenmiş.

33

Page 34: HaberPodium- 27-August 2015

34

Güncel

Çığ gibi artan insülin direnci

Dyt. Berna Çoban

[email protected]

İnsülin direnci, tüm dünyada gün geçtikçe yaygınlaşan bir sağlık sorunudur. Bu ay sizlere özellikle kilolu insanlarda sıklıkla karşılaştığımız insülin direncine değinmek istiyorum. Dünya Sağlık Örgütü’nün metabolik sendrom kriterlerinin başında gelen insülin direnci artık sağlıklı popülasyonun bile % 25’ini tehdit etmektedir. Kan şekeri bozukluğu yaşayanların % 60'ı, diyabeti olanların ise % 75'inde insülin direnci gelişebilir.

İnsülin, kan şekerini kullanan dokulara şekerin alınması ve kullanılmasını sağlayan, pankreastan salınan bir hormondur. İnsülin salgılanması kan şekeri seviyesine göre ayarlanır. Pankreasdan insülin salgılanması ile besin tüketimiyle kanda artan kan şekeri seviyesi düşürülür.

İnsülin direnci

İnsülin direnci; kalıtım, hareketsiz yaşam tarzı, sağlıksız beslenme sonucu vücutta insülin hormonunun yeterince etkili olamamasıdır. İnsülin direnci kandaki glikozun kas ve yağ hücresine girmesini önlemektedir. insülin direnci arttıkça kan şekerinin hücreye girmesi için daha fazla insülin salgılanması gerekir. Vücutta fazla salgılanan insülinin yağ depolanmasını arttırdığı da unutulmamalıdır.İnsülin direnci son zamanlarda insanların daha hareketsiz bir yaşam sürmesi, endüstriyel gıdaların tüketiminin artışı ve "fast food" tarzı beslenmenin yaygınlaşmasıyla artış göstermiştir. İnsülin direnci olan bireylerde; yorgunluk halsizlik, hızlı ağırlık artışı , sık sık acıkma, tatlı krizleri, zor kilo kaybı, abdominal (göbek çevresinde) yağlanma, sürekli uyku hali ve unutkanlık başlıca belirtilerdir.

İnsülin direnci gelişmiş bireylerde kilo vermek başlıca tedavi şeklidir. Uzman

Omega 3

Günlük alınan enerjinin % 12-15’inin proteinlerden, % 30’unun ise yağlardan gelecek şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. İnsülin direnci olan bireylerin beslenmesinde omega 3 yağ asidi içeren hayvansal ve bitkisel kaynaklı besinleri tüketilmesi çok önemlidir. Özellikle bir tanesi somon olmak üzere haftada en az kaç defa balık tüketilmesi, ceviz, keten tohumu, semizotu gibi omega 3 yönünden zengin besinler tercih edilmelidir. İnsülin direnci olan bireylerde koroner kalp hastalığı oluşum riski yüksek olduğundan aşırı yağlı yiyeceklerden uzak durulmalıdır.

Öğün atlamak bir sonraki öğünde daha fazla besin tüketmenize, böylece daha fazla enerji almanıza ve de kan şekerinizin daha fazla yükselmesine neden olur. Kan glikoz düzeyinin normal sınırlarda tutulması için öğün sıklığı ve sayısı önemlidir. Besinlerin 3 ana 3 ara öğünde tüketilmesi en uygun olanıdır. Böylelikle insüline veya ilaca olan gereksinim azalacaktır.

İnsülin direncinde her gün orta tempoda en az 30 dakikalık yürüyüş yapılması ile vücudunuzdaki kaslar ortamda olan şekeri kolayca kullanacak ve insüline olan ihtiyaç azalacaktır. Egzersizle desteklenen sağlıklı kilo kaybı da insülin direncinin tedavisinde oldukça etkindir.

İnsülin direncini arttıran tereyağı margarin gibi trans yağ içeriği yüksek besinlerin, rafine gıdaların, şarküteri ve kızartılmış ürünlerin hayatınızdan uzaklaştırılmasıyla çok daha başarılı sonuçlar elde edilebilmektedir.

Sağlıklı olmak isteyen, bedenini, ruhunu ve geleceğini önemseyen her bireyin sağlıklı beslenme yolculuğunda başarılar diliyorum…

desteği alarak sağlıklı bir kilo verme süreci yaşayan kişilerde kan şekeri regüle olacağından insülin seviyeleri de normale dönecektir. Özellikle göbek çevresinde yağ kaybını sağlanması ile insülin direnci belirgin bir şekilde düzelecektir.

Beslenme programında karbonhidratların önemi

Beslenme programında sağlıklı karbonhidratlara mutlaka yer verilmelidir. Günlük kalorinin yaklaşık % 50-60’ı karbonhidratlardan sağlanmalıdır. Lif oranı yüksek, rafine olmamış kepekli ekmek, kepekli pirinç, kepekli makarna, kuru baklagiller gibi kompleks karbonhidratlar tercih edilmelidir. Kabuğu ile yenebilen meyvelerin soyulmadan yenilmesi, kan şekerinin hızlı yükselmesini engeller. Aynı şekilde daha fazla lif alınabilmesi için meyvenin suyu değil meyvenin kendisi tüketilmelidir.

Zengin karbonhidrat kaynağı olan çay şekeri, şeker ve şekerlemeler, reçel, pekmez, bal, çikolata, dondurma, helva çeşitleri, hazır meyve suları, şekerli kurabiyeler, tatlılar gibi yiyecek ve içeceklerin içindeki şekerler vücudunuzda hızlı bir şekilde glikoza çevrilerek kana geçerler ve kan şekerinizde ani yükselmeler meydana getirirler. Karbonhidrat tüketiminde dikkat edilmesi gereken diğer bir nokta da glisemik indeksi düşük besinlerin seçilmesi gerektiğidir.

Besinlerin kan şekerini yükseltme hızına glisemik indeks denir. Yüksek glisemik indeksli besinler tüketildiğinde daha fazla insülin salgılanır. Kişide açlık hissi daha çabuk gelişeceğinden takip eden öğünlerde daha fazla besin tüketimi söz konusu olur. Yüksek miktarlardaki insüline bağlı olarak vücutta biriken yağ miktarı artış gösterir.

Page 35: HaberPodium- 27-August 2015

veriyorlardı, şimdi ise aylık vermeye

başladılar.“

Burda zorunlu bir temizlik sistemi

olduğunu da aktaran D. K. ,hafta-

nın bir günü sokak temizlemek için

kamp dışına götürüldüklerini ve

zorla çalıştırıldıklarını dile getiriyor.

“Temizliğe katılmamanın cezası 80

franklık bir kesinti. Böylece ücret-

siz iş gücü oluyoruz. Uzun süredir

burada olmasam da kendime Basel

Stadt’da bir çevre oluşturdum. Biraz

nefes almak için ve bu sıkıntılardan

biraz olsun sıyrılmak için zamanı-

mın çoğunu Basel’de geçiriyorum.

Bunun için kendime bir abonoment

bilet aldım. Paramın önemli bir

kısmı biletime gidiyor.“

D.K.’nın mültecilik başvurusu ile

ilgili prosedürlerinin ne kadar

süreceği belirsizliğini korurken,

anlatılanlar, kamplarda barındırılan

mültecilerin uygulamalardan dolayı

psikolojik olarak nasıl etkilendikle-

rini gözler önüne seriyor.

şünün ki o sıralar “Ebola“ salgını gündemde ve bu kampa Afrika’dan yüzlerce insan geliyor. Orada kalan hiçbirimiz kampa alınırken sağ-lık kontrolünden geçirilmedik ve hepimiz böylesi bir ortamda teker teker hastalandık. Temizlik görevlisi olarak çalışan kişiler eczane olarak hizmet sunulan bir yerden insanlara ilaç dağıtıyorlardı. Ben oradayken kampa hiç doktor gelmedi ve bu şartlarda 50 Numara’da 82 gün yaşadım.“

D.K., 82 gün sonra Basel Land Kan-tonu’nda bulunan Gelterkingen’e transfer oluyor. Şu an hala aynı yerde yaşayan D. K., yeni kamp yerinde de daha önce karşılaştığı sorunlarla karşılaşıyor.

“Sağlık koşuları burada da sıkıntılı. 5 kişi bir odada kalıyoruz ve 15 kişinin birlikte kullandığı iki tuva-leti, iki de banyosu var buranın.Şu sıralar geceleri malum sıcaklardan dolayı yatamıyoruz. Kamp yöne-timinden vantilatör istedik ancak bize bu isteğimizi karşılayamaya-caklarını söylediler. Burada haftanın 2 günü imza vermek zorundayız. Daha önce parayı bize haftalık

Türkiye’de yaşadığı sorunlar nedeniyle, su an İsviçre’de yaşayan politik bir sığınmacı

D.K.*. Bir tır kasasında 4 gün süren tehlikeli bir yolculuktan sonra İsviçre’ye ulaşıyor. 4 gün boyunca; oksijensizlik, açlık, susuzluk, tuvalet ihtiyacını giderememe ve karanlıkta kalma gibi etkilerden dolayı ölümü adeta ensesinde hissettiğini söyleyen D. K., bu şekilde geldiği İsviçre’de, Basel’de bulunan ve “50 Numara“ olarak bilinen iltica başvuru merke-zinin kapısını çalıyor.

“12 kişilik bir odada, 300 -400 kişi ile aynı tuvaletleri kullandığımız, sa-bah kahvaltılarımızı küçük bir reçel ve iki dilim ekmek ile yaptığımız, mikrobun bol ,sağlık koşullarının ise olmadığı bir yerdi burası. Dü-

Hazırlayan: Cavit Akbuğa

Umuda(!) Yolculuk“Sürgün hayatımız, 1989-1994 yılları arasında boşaltılan 5 bin’in üzerinde olan köylerden birinin bizim köy olması ile başladı. Ailem Adana'ya göç ettiğinde ben henüz 3 yaşındaydım. Hiç tanımadığımız bir coğrafyada yaşamak hepimiz için zor oldu. Sokakta oynarken tutun da okula başladığım zamana kadar Türkçe’yi bozuk konuştuğum için birçok sıkıntıyla karşılaştım. Bu durumdan kurtulmak için 1996’da istanbul’a göç ettik. Burada da büyük yokluklar ve baskılar içinde geçen bir hayat sürdürdük.“

* İsim değiştirilerek yayınlanmıştır.

35

Page 36: HaberPodium- 27-August 2015

36

Psikoloji

Mehmet Meral

lic. phil. Psychologe FSPSystemischer [email protected]

de eklenince mesele daha da ilgi çekici bir hale gelmiştir.

Gerontoloji, genelde sağlık ve sosyal alanlar-da hizmet verenlerin yanı sıra ekonomistler ve sosyologların da ciddi bir katılımıyla, son yıllarda oldukça önemli bir araştıma konusu haline gelmiştir. Bu alanda yaşanılan olguları irdeleyecek heyecanlı araştırmacılara yeni ve değişik imkanlar sunan Gerontoloji, yeni bir iş sahası olarak, bünyesinde büyük bir potan-siyel barındırmaktadır.

Avrupa’da göç ve göçmen olgusunun geçirdiği evreler

İkinci dünya savaşından sonra yıkılan Almanya’nın ülkeyi yeniden inşa ederken

Öncelikle gerontoloji kavramını açarak başlayalım konuya. Yunanca bir kavram olan Gerontoloji, Latince’de

"yaşlılık bilimi" olarak ifade edilirken, ana konusu yaşlanma ve yaşlılık hayatını incele-mektir.. Bu kavramı ilk olarak 1903 yılında Nobel tıp dalında ödül almış Rus asıllı bilim adamı İlja Metschnikow kullanılırken, birinci dünya savaşından bu yana ABD ve Avru-pa’nın çeşitli ülkelerinde bulunan üniversite-lerde okutulmakta ve üzerinde araştırmalar yapılmaktadır.

Avrupa’da gerontolojiye olan ilgi, insan ömrünün uzamasıyla beraber sosyal bir olgu olarak her geçen gün artmaktadır. Günü-müzde buna, özellikle de toplumun ciddi bir nüfusunu teşkil eden yaşlı göçmen kökenliler

Page 37: HaberPodium- 27-August 2015

rakamlardaki bu birinci nesil artık bakıma muhtaç yaş sınırında gezinmektedir. Bu neslin sosyal hizmetlerden faydalanırken diğer yerli yaşlılardan temel farklılığı, büyük çoğunluğunun burada çalışıp, yaşadıkları bu ülkenin diline hala hakim olmamalarıdır. Bu nesil kültürel olarak da farklılıklarını korumuş olup kendi kültürlerinde bakım hizmetlerinin sunulmasını istemekte ya da beklemektedirler.

2000’li yılların ortalarında ilk defa Berlin’de Türkiyeli yaşlı göçmenlere yönelik bir huzur-bakım evi açıldı. Burada çalışan personelin büyük bir çoğunluğu, gelinen ülkenin dilini

hizmetlerinin evlerinde verilmesidir. Burada da yine bu kültürü ve dili iyi bilen kalifiye elemanlara ihitiyaç duyulmaktaydı. Buna benzer bir durumun İsviçre’de de sağlık çalışanlarının konusu olması kaçınılmaz olacaktı. Özellikle dilini ve kültürünü, değer yargılarını bilmedikleri bu gurupla çalışanlar yıllar sonra onlarla ilk defa bu kadar yakın temasa geçmişlerdi. Bu mesele sadece mağdur olan yaşlılar için değil, bu sektörde çalışan yerli kalifiye elemanlar, sosyal hizmetlerde çalışan yerliler için de bir sıkıntı olarak kendini göstermektedir.

ve kültürünü iyi bilen kalife ele-manlardan seçildi. Bundan sonraki aşamada talep o kadar büyük oldu ki ardı ardına huzur evleri açılmaya başlandı. Bu huzur evlerinin açıl-masına en çok da sosyal hizmetler alanında çalışan Almanlar sevindi. Çünkü günlük iş dünyalarında göçmen kökenli yaşlıların bakımla-rında zorlanıyorlardı.

Göçmen kökenli yaşlılara verilen bir diğer hizmet ise, belli başlı sağlık

Birinci nesil göçmenlere yöne-lik huzur-bakım evleri

Birinci göç dalgasını temsil eden nesil günümüzde artık emeklilik yaşına girmiş ve yaşlanmış insanlar olarak yaşadığımız ülkenin ve toplumun bir gerçekliği olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Özellikle yıllarca Almanya ve İsviçre’de yaşamış, çalışmış ve vergisini ödemiş, bu ülkelerin kalkınmasında büyük rol oynamış çok ciddi

taze iş gücüne ihtiyaç duymasıyla beraber Batı Avrupa’ya yoğun bir göç başlar. O yıllarda, ucuz işgücü olarak Anadolu’dan yol bilmez dil bilmez insanların gelmesine bu ülkenin ‘sahipleri’ hiçbir zaman kalıcı olarak bakmadılar. O yıllarda ünlü İsviçreli Yazar Max Frisch durumu şu cümle ile özetlemişti: "Biz işgücü istedik, ama insanlar geldi." Evet gelen bu insanların bir hayatları oldukları hiçbir zaman devlet politikası olarak algılanmadı. Ne Alman devleti bunu böyle algıladı ne de göçü veren devlet olarak Türkiye...

Özellikle 70’li yıllarda Türkiyeli göçmen işçilerin ailelerini de yoğun bir şekilde Almanya’ya getirmele-riyle birlikte toplum mühendisleri gerçek manasıyla göç meselesiyle ilgilenmek zorunda kaldılar. 80’li yıllara gelindiğinde ise Almanya’nın bir göç ülkesi olduğunu inkar eden siyasal paradigma iflas etti. Alman-ya artık göç alan bir ülke olarak kabul görürken, İsviçre, Fransa, Hollanda, Belçika ve Avusturya gibi ülkeler bu tartışmalara daha yeni yeni başlamışlardı.

Almanya “entegrasyon mu?, asimilasyon mu?” gibi meselerle uğraşırken, 90’lı yıllarda İsviçre’de, özellikle mülteciler konusu üzerin-den gündemi meşgul eden siyasi bir hava vardı.

1989 yılında Berlin Duvarı’nın çökmesiyle beraber Doğu Avrupa ve Balkanlardan yeni bir göç dalga-sı İsviçre’ye ulaştı. Daha önceki yıllarda ekonomik karakterli olan göç hareketi, yerini bu yıllarda daha çok siyasi mültecilere bıraktı. Son 15 yılda ise, AB’nin İsviçre ile karşılıklı serbest dolaşım anlaşma-ları doğrultusunda, İsviçre’ye daha çok kalifiye/eğitimli AB vatandaşları rağbet etmeye basladı.Bu dönemde İsviçre’deki göçmenlerin nitelikleri daha farklı bir hal aldı.

Göç olgusunun gecirdiği evreleri kısaca özetledikten sonra yaşlıları-mızın bugünkü durumunu irdeleyen bölüme geçiyorum.

37

Page 38: HaberPodium- 27-August 2015

38

Birçok göçmen, yaşlandıkça sağlık sorunlarının arttığından, bakım hizmetleri yoğunluğunun yaşlılıkta önemli olduğundan, her şeyden önce de, burada bulunan çocuk-larından ve torunlarında uzakta kalmak istmediklerinden bahsedi-yordu.

İnsanoğlunun yaşlanan filler gibi ol-duğunu düşünüyordum. Filler yaş-lanınca kendi soylarının bulunduğu mezarlığa giderek orada ölümü beklerler. Doğdukları toprakların, burada yaşlanan bu insanları ken-disine çektiğine inanırdım. Ancak modernleşen bu hayatın ve değişen üretim ilişkilerinin, insanlarda var olan tüm içgüdüsel duyguları alt üst ettiğini görüyorum. Köylerde insanlar eskisi gibi İMC usülü ya-şamıyor artık. Oralarda da herkes “kendi bacağında asılmış koyun” gibi hareket ediyor. Kimse ekmeği-ni artık kendisi pişirmiyor, herkes kasabadan sipariş veriyor. Ortak yanan ocaklar olmayınca ortak pişirilen ekmekler de olmuyor. Ocaktan yayılan odun ve pişmiş ekmek kokusu artık tek tük evler-den geliyor. Kısacası köylüler bile meseleye nostaljik kalmışlar. Hayatı bu kadar farklılaştıran üretim iliş-kileri, burada yaşlanmış göçmenleri peşinde koştukları özlemlerinden ve hayallerinden uzaklaştırmış durum-da artık.

Son söz

Yaşlılık meselesi İsviçre’de yeni boyutlarıyla ele alınıp herkesi kapsayan ve kucaklayan bir proje olarak düşünülmelidir. Sivil toplum örgütleri bu meseleye emek ve para kaynağı yaratarak yaşanabilecek sıkıntıların giderilmesine öncü bir rol üstlenmelidirler.

sele ‘benim ülkem’, ‘benim köyüm’ olmaktan öte, birçok göçmen için dağılmış aile bireylerinin trajik hikayesine dönüşmüş durumdadır. Emekliliğini edinmiş birçok yaşlı ülkesine ve köyüne gitse bile, aklı ve gönlünün bir kısmı gurbette bırak-tığı çocuklarında ve torunlarında kalıyor.

Sorun bitmeyen bir gidiş-geliş hikayesine dönüşmüş durum-da.

Bazı emekli yaşlılar oturumlarının ölmemesi için altı ayda bir giriş-çı-kış yaparak buradaki sevdikleriyle olan bağlarının kopmaması için çaba sarf ederken, bazıları da artık köyünde eski ilişkilerini bulamadığı için tekrar gurbete, çocuklarının bulunduğu yere gelerek ömrünün geri kalan kısmını çocukları ve torunlarıyla geçirmek istemektedir. İsviçre’de bunun ilk belirtileri belli başlı kentlerde oluşturulan müs-lüman mezarlıklarıyla kendisini göstermektedir. Bu insanlar artık defnedildikleri yerin doğdukları ülke değil, geldikleri, çocuklarının ve torunlarının yaşadıkları ülke olmasını istiyorlar.

Bundan yıllar önce, Zürih Üni-versitesi’nde bitirme lisans tezimi göçmenlerin kesin dönüş kararlarını etkileyen faktörler üzerine yazmış-tım. Bu araştırmamda göçmenlerin kesin dönüş kararlarının zihinlerin-de yaşattıkları bir olgu olduğunu, ancak bunun bir arzu olarak kal-dığını, pratikte hem duygusal, hem yapısal hem de ekonomik engellerin olduğunu açığa çıkarmıştım.

İsviçre’de durum nasıl?

İsviçre’de Gerontoloji bilimi bu meselelerle cılız da olsa henüz yeni yeni ilgilenmektedir. Bu ilginin cılız kalmasında, bu sahada faaliyet gösteren akademisyenlerin çoğunun İsviçrelilerden oluşması bir etken olarak gösterilebilir. Burada ayrıca göçmen topluluklarla temas kurma-da köprü vazifesi gören medyator-lara da ihtiyaç duyulmaktadır.

Gerontoloji, spesifik bir konu olarak İsviçre’de yaşayan yaşlı göçmen nüfusundan yola çıkarak çok kültürlüğün getirdiği soruları ele almalı ve bu konuda çok ge-cikmeden mutlaka çözüm önerileri üretmelidir. İsviçre’de çok kültürlü bir huzur evinin yaratılması ilerisi için kaçınılmaz bir durum olacaktır. Daha şimdiden konunun uzmanları bir araya gelerek buranın diline ve kültürüne hakim olamamış bu yaşlı insanlara nerelerde zorlanıldığını, nerelerde sıkıntıların yaşanıldığını tespit etmelidirler.

Gitmek mi zor kalmak mı?

Değişen koşullarda, göçmenlerin ço-cukları ve torunları da ister istemez geldikleri ülkenin bir ürünü olarak, buradaki hayatı sürdüren yerli İs-viçrelilere ayak uydururak onlardan daha farklı davranmamaktadırlar. Kendi anne ve babasına bakan ev-latlar imgesi artık moderniteyle be-raber geçmişte kalmış nostaljik bir olgudur. Hatta bugün Anadolu’da bile anne ve babalarına bakmayan evlatlar var. Komşularının eline düşmüş, komşu dayanışmasıyla bakımı yapılan yaşlılar o kadar çok ki, mesele kültürel izahtan öte, daha çok üretim ilişkilerinin değişmesiyle ilgilidir. Yani ekonomiktir.

Birinci nesili temsil eden birçok göçmen bu ülkede uzun yıllar kalacağını hesap etmezken, emekli olduğunda ülkesine geri döneceğini hayal etti. Ancak yaşlılıkla beraber geri dönüş kararının hiç de öyle kolay olmadığı tecrübe ettiler. Me-

Page 39: HaberPodium- 27-August 2015

39

Güncel

Page 40: HaberPodium- 27-August 2015

4040

babayı daha az sorar oldular. Yaşlı anne-babalar hatıralarla dolu bir evde bir başlarına kalırken, kapılarını çalanlar azaldı.

İlk kuşak yeniden öncü bir görev üstleniyor

Gurbete çıkan ilk kuşağın çocuklarını ne zorluklarla büyütüklerini, ne zorluklar yaşadıklarını anlatmaya gerek yok. İlk kuşak yeniden öncü bir görev üstlenir hale geldi şimdi. Huzur ve bakım evleri… Henüz yeni tercübe edeceğimiz bu konuya kayıtsız kalmamız mümkün değil artık.

Tabu olarak huzur ve bakım evleri

Çalışma ve aile sorumluluklarının önceki zamanlara göre daha da yoğun olduğu bu dönemde, birçoğumuz yaşlı anne-babalarımıza

Amaçları biraz çalışıp para biriktirdikten sonra tekrar memleketlerine geri dönmek olan, ancak özel koşullardan dolayı

dönemeyip “İkinci memlekette” 50. yılını dolduran insanlarımızın sayısı gün geçtikçe artıyor. Kesin dönüş yapanların oranı oldukça düşük düzeylerde iken, burada torun sahibi olan bu kuşağın, çocuklarını ve torunlarını geride bırakıp gitmesi oldukça zor artık. Çok farklı yaşam koşuları ve sosyal bağları olan bu insanlar için bu yaştan sonra başka bir yere göç, “farklı bir iletişim ve bakım sistemi olan bir başka ülkenin koşulları ile karşı karşıya kalmak“ anlamına geliyor. Diğer yandan; burada doğan, büyüyen, okuyan, çalışan, evlenen çocuklar da anne-baba evlerinden tek tek ayrıldılar ve kendi yaşamlarını kurdular. Günlük koşuşturmacalar ve yaşam şartları gereği anne-

Güncel

Derya Özgül LL.MHukukçu [email protected]

Yurtdışını yurt edindiler!

Page 41: HaberPodium- 27-August 2015

41

Güncel

41

mutlu bir yaşam sürdüreceklerine inanıyorum.

Konu oldukça zor! Aile bireylerinin bu konuyu tabu yapmayıp, birlikte karar vermeleri gerekiyor.

Konuya son olarak bir de ekonomik açıdan bakalım.

Buraya gelen ilk kuşak, genellikle ileri yaşlara sahip işçilerden oluşuyordu. Bu nedenle de emeklilik sigortası

gitmeli, çocukları istiyor diye değil. Bu durum, kişi tercih yapamayacak kadar hasta, yaşlı veya engelli ise değişir tabii ki.

Destek şart

Yaşlılarımızın büyük bir çoğunluğu kaldığı ülke diline hakim değil. Bundan dolayı da kendilerine yakın hissedebilecekleri birilerinin yanlarında olmaları, onlara yardımcı olmaları çok önemli. Unutmayın ki,

sizin ihtiyacınız olduğu zamanlarda onlar gecelerini gündüzlerine katıp size baktılar. Gurbete gelen ilk kuşağın çocuklarını ne zorluklarla büyüttüklerini unutmamalıyız.

Çocukların desteği ve yardımı olmadan, 50 yıldır entegre olamadığı, diline hakim olamadığı bir ülkenin vatandaşları ile aynı bakım evinde çok zorlanacaklardır. Burada; dil, kültür, yemek gibi ilk akla gelen temel farklılıklar da çok önemli. Yaşlılar, küçük çocuklar gibi bazen acımasız olabiliyorlar. 50 yıl sonra, yaşlılarımızdan entegre prosedürünü bu koşullarda başlatmalarını beklemek gerçekçi olmaz. Burada önemli olan ve göz önünde bulundurulması gereken 3 temel konu var; din, dil ve kültür. Bu üç temel unsurdan koparılmadıkları sürece, yaşlılarımızın huzur evlerinde

primleri de geç ödenmeye başlandı. Emeklilik sigortası primleri geç ödenmeye başlanan çalışanların emeklilik ödenekleri de oldukça düşük oldu.

Çalışanların büyük bir kısmı çalıştıkları sürece biriktirdikleri paraları; “yaşlanırsak kullanırız“ değil de, günün birinde döneriz umuduyla, daha çok Türkiye’ye yatırım yaparak kullandılar. Burada herhangi bir yatırımı ve birikintisi olmayan yaşlılarımız, bakım ve huzur evleri ücretleri ödenekleri oldukça yüksek olduğu için, bu hizmetlerden yararlanma konusunda bir adım gerideler maalesef. İyi olan ise, belediye kurumlarının, bütçeyi tamamlama adına ekonomik destek sunabiliyor olmaları.

bakamaz durumda artık. Hayat ve iş şartları yaşlılarımız-büyüklerimiz için bakım ya da huzur evleri konusunu ister istemez gündeme getirmekte.

Her ne kadar burada yaşayan Türkiye kökenlilerin büyük bir çoğunluğu kendi anne-babalarının bakımını üstlense de, tabu bir konu olan bakım-huzur evi gerçeği zamanla önemini kabul ettirecektir.

“El-alem ne der” ya da “Onca yıl bana baktılar ben de onlara bakmalıyım” gibi sosyal ve vicdani duygular anne-babanın bakımını üstlenmede belirli sebepler olabiliyor. Ancak belli bir zaman sonra, “bakım evinde onlara daha iyi bakılacakları” fikri oluşmaya başlayacaktır ve muhtemelen bakım evinde yaşamayı anne ya da babanın kendisi isteyecektir.

Bu konuda atılan adımlar

Almanya’da Türkiyeli yaşlı göçmenlere yönelik bir dizi bakım ve huzur evleri inşa edildi. Orada kalanların birçoğunun hallerinden memnun olduğu ifade ediliyor. Çalışan personel da “ev halkı“ gibi Türkiyeli olunca, durum daha çok farklı oluyor. 80-90 yaşına kadar Türkçe konuşan biri, hayatının bu evresinde de derdini Türkçe anlatmak ister tabii ki.

İsviçre’de bu tarz projeler yeni yeni hazırlanmaya başlandı. Bu alanda çalışacak yetkili personel bulma konusunda sıkıntılar yaşanmasına rağmen, yaşlılarımızın huzur-bakım evlerinde kalıp kalmamalarıyla ilgili tartışmalar aileler içinde hala sürüyor.

Benim bu konudaki fikrim, anne-babaların kendi evlerinde kalmaları yönünde. Bu durumda çocuklar ve torunlar onları daha sık ziyaret edebilirler. Bakıma ihtiyaç duyulduğunda ise, günlük bakımları ya çocukları ya da Spitex ve benzeri kurumlara bağlı hemşireler tarafından yapılabilir. Ancak anne-baba kendi isteğiyle bakım evine gitmek istiyorsa

Page 42: HaberPodium- 27-August 2015

42

Güncel

genellikle “çok masraflı olduğu” öne sürülmektedir.

Çalışma olanaklarının Engelliler için gün geçtikçe daha da daraldığını görmekteyiz. Bu durumda, günümüzde makineleşmenin de rol oynadığı bir gerçek. Ancak politik olarak işverenlere maalesef Engellileri işe alma zorunluluğu getirilmedi. Bu konuda Pozitif ayrımcılık olmalıdır.

Bu yıl ki Uluslararası Psikolojik Engelliler Günü için (10 Kasım), iş alanlarına dair düzenlemeler vaat edilirken, bu konu yoğun bir şekilde işlenecek. Maalesef aşırı kar hırsı, bir çok işvereni sosyal sorumluluğunu almada geri tutuyor.

Çalışmak isteyen Engelli birçok insan bulunmasına karşın, iş bulma bu insanlar için adeta aslanın ağzından ekmek koparmak durumuna geldi. Bunlar yetmiyormuş gibi, malulen emekli olup tek tük istisnai kaçak çalışan kişilerin durumu (kuşkusuz takip edilmesi gereken), politik tartışmalarda Engelliler‘e karşı genel bir kampanyanın yürütülmesine yol açtı.

Bu insanlar da bu toplumun bir parçası ve onların da Engelsizler kadar toplumsal olanaklardan yararlanma hakları vardır. Burada asıl sorun; siyasetçilerin, yöneticilerin, işverenlerin ve toplumun henüz bu insanları içselleştirememesidir. Geçmişle karşılaştırıldığında konuyla ilgili ileri adımların atıldığını görüyoruz. Ancak hedefe ulaşmada hayli bir uzun yolun olduğunu da kaydetmek gerekiyor.

Engellilerin Eşitliliği Yasası’nın 2. maddesi engelliliği şöyle tanımlar; “Kişinin, fiziksel, zihinsel veya psikolojik engellerden dolayı ve muhtemelen sürekli olarak, günlük yaşamını zorlukla organize etme veya organize edememesi, sosyal ilişkiler geliştirmede zorluklarla karşılanması, hareket kabiliyetinin sınırlı olması, kendisini bilgilendirme ve mesleki eğitiminde veya iş hayatında güçlüklerle karşılaşması, bir engellilik anlamına gelir.” (Art. 2 BegiG, Behindertengleichstellungsgesetz)

İsviçre, geçen yıl Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’ne imza atarken, ülkesindeki Engellilerin Eşitliliği Yasası’nın onuncu yılını kutluyordu. İsviçre‘de şimdiye kadar “Engellilerin önündeki engellerin

kaldırılması” alanında hayli bir adım atılmasına karşın, maalesef bu alanda halen giderilmesi gereken birçok eksiklik mevcut. Bunlara bir iki örnek vermek gerekirse şunlar sıralanabilir;

Bugün toplu taşımacılık alanında Engelliler araçlara inip binmede halen birçok sıkıntı yasamaktadırlar. Kaldırımların çoğu 3 cm. yüksekliğinin çok üstünde. Bu durum tekerlekli sandalyelilerin kaldırımları rahatça kullanmalarında sorunlar doğurmaktadır. Tren hattının değiştiğinin anons edildiği bir istasyonda duyma engelli birisinin durumunu düşünün. İsviçre’de bu tür sorunları pratik olarak olarak giderme olanakları bulunmaktadır. Ancak bu eksikliklerin giderilmeyişine gerekçe olarak

Engelliler ya da engellileştirilenlerEngelli olan insanlar da toplumun birer parçasıdır

Haşim Sancar

Pro Infirmis Yöneticisi

Bern Engelliler Konferansı Yönetim Kurulu Üyesi

Page 43: HaberPodium- 27-August 2015

Engellileri bilgilendirme ve Engellilere yardım kurumu olan Pro Infirmis,

Engellilerin sorunlarının tanınması ve giderilmesi için birçok farklı kurumla birlikte çalışmalar yürütüyor.

Amacı fiziksel, zihinsel veya psikokolojik engellileri olan insanların topluma entegre olmaları ve toplumla kaynaşmaları olan Pro İnfirmis, sosyal danışman diplomalı profesyonel kadrosu ile Engellilere (65 yaşına kadar) ve ailelerine ücretsiz hizmetler sunmaktadır. Engellikten kaynaklanan ekonomik sorunlar ve ihtiyaç duyulan araçlar (tekerlekli sandalye gibi) için Pro Infirmis destekler sunabilmektedir. Ayrıca, bakmakla yükümlü olduğunuz Engelli akrabalarınızı birkaç saatliğine bakımını Pro Infirmis’in organize ettiği kişilere bırakabilir, boş zamanlarınızı değerlendirmek ya da ziyaretlere gitmek için ucuzlamış taksi tarifelerinden yararlanabilirsiniz.

İsviçre‘de 1.2 Milyon insanın herhangi bir engelliliğinin olduğu tahmin ediliyor.

Bu rakamlara göçmen topluluklara ait olan birçok birey, hukuksal nedenlerden dolayı dahil değil maalesef. Daha tehlikeli ve ağır işlerde çalışan göçmenlerde Engellilik sorunu düşünüldüğünde bu rakamın daha fazla olduğunu söylemek mümkün. Dil sorunu ile karşı karşıya kalan Engelli göçmenler bilgi edinmek ve yardım almak için Pro Infirmis’e başvurabilirler. Pro Infirmis bu gibi durumlarda, masraflarını üstlendiği bir tercümanlık organize etmektedir.

Tüm hizmetleri ile, İsviçre‘de yaşayan Engellilerin kendi yaşamlarını kendilerinin belirlemelerinde ve biçimlendirmelerinde karar hakkına sahip olmalarını amaçlayan Pro Infirmis, malulen emeklilik yasası, sosyal sigortalar konuları ile ilgili bilgiler de aktarmaktadır. Bu başlıklarla ilgili tüm pratik bilgileri de bulunduğunuz bölgenin Pro Infimis bürolarından edinebilirsiniz.

Pro Infirmis, Sosyal sigortalardan ve kantonlardan ekonomik destek alırken, kurum için yapılan bağışlar da, hizmetlerin sağlıklı bir şekilde sunulabilmesinde önemli bir etken teşkil ediyor.

Pro Infirmis hizmetleri hakkında daha fazla bilgi edinmek ve bulunduğunuz bölgenin büro adresleri için www.proinfirmis.ch adresinden yararlanabilirsiniz.

Dipl. Kosmetikerin,Tuba ÖztürkKempttalstrasse 44 / 8320 Fehraltorf

Tel. 079 932 79 [email protected] / www.flawless.ch

Laser Epilasyon Soğuk Lipoliz Kavitasyon Selülit ve Vücutta Sıkılaşma Tedavileri Cilt ve Vücut Bakımı Kırışık Giderme (Anti - Aging) Nem Dengesi Bakımı Vitamin KürüPeeling Uygulamaları Microdermabrasyon Rejevünasyon Laseri İğnesiz Mezoterapi Sivilce / Akne Tedavisi Laser ile Dövme Silme Laser ile Catlak Tedavisi Laser ile Kılcaldamar Tedavisi Cilt ve Yaşlılık Lekelenmesi TedavisiPigment Tedavisi Burun ve Elmacık Çevresinde Kızarıklık Giderme Rozase / Gül Hastalığı Tedavisi Laser ile Varis Tedavisi Protez (Gel) Tırnak Uygulaması

Page 44: HaberPodium- 27-August 2015

44

Röportaj

Geçtiğimiz günlerde İsviçre ve Türkiye gibi ülkelerin de içinde

bulunduğu toplam 38 ülke-nin entegrasyon politikalarını karşılaştıran uluslararası bir çalışmanın sonuçları açıklandı. Bu sonuçlara göre İsviçre’nin entegrasyon alanındaki çabaları yetersiz. Mipex isimli karşılaş-tırmalı bir ölçü tabanı ile orta-ya konan bu tespit İsviçre’nin entegrasyon cabalarının hiç de parlak olmadığını gözler önüne seriyor. Konu ile ilgili araştır-maların içerisinde olan Bülent Kaya, İsviçre’de vatandaşlık verme ve ayrımcılıkla mücadele alanlarında gösterilen çabala-rın son derece düşük düzeyde olduğunu söylüyor.

Göç ve entegrasyon alanında araştırmalar yapan Bülent Kaya aynı zamanda İsviçre Kızıl Haç bünyesinde Bilimsel Araştırma Projeleri Sorumlusu olarak çalı-şıyor. Bülent Kaya ile entegras-yon politikaları araştırmasının sonuçları üzerine konuştuk.

Bülent Kaya:

“Vatandaşlık yasasına sık sık vatandaşlığa geçişi zorlaştıran maddelerin eklenmesi ve ayrımcılıkla mücadele alanında ulusal düzeyde halâ ciddi bir yasanın olmayışı, İsviçre’nin bu alanlardaki entegrasyon çabalarının neden yetersiz kaldığını anla-mamızı sağlıyor.”

Page 45: HaberPodium- 27-August 2015

pa Konseyi ve Avrupa Birliği gibi kurumların önerileri temel alınarak, özel indikatör dediğimiz bileşkenler ve her bileşkene denk düşen “en iyi pratik” belirleniyor.

Mipex araştırmasında her ülke için toplam 167 temel indikatör kullanıldı. Ülke araştırmacıları da ülkelerin durumunu bu bileşkenler çerçevesinde analiz ettiler. Burada her bir bileşkenin içeriği, ülkenin somut durumuna göre, 0-100 arasında değişen bir puana denk gelecek şekilde belirleniyor. Sonra

bu puanlar belli bir bilimsel yöntemle he-saplanarak her alt-alan ve daha sonra da her ülke için 100 üzerin-den bir puanlama oluş-turuluyor. 100 burada en iyi skoru temsil ediyor. Daha anlaşılır kılmak için politik katılım alanından bir örnek alalım. Avrupa Konseyi göçmenlere seçme ve seçilme hak-kının en azından yerel düzeyde tanınmasını öneriyor. Örneğin seç-me hakkını makul bir

şartla (örneğin 5 yıl gibi bir süreden sonra) tanıyan ülkeler bu alt-indi-katör için 100 puan alıyor. Ancak seçilme hakkını tanımıyorsa eğer bu alt-indikatör için 0 puan alıyor. Bütün alt-indikatörlerin puanları bu şekilde belirlenip hesaplandıktan sonra bu alt-alanın genel puanı da belirlenmiş oluyor.

İsviçre acısından sonuçlar neye işaret ediyor? Nerede başarılı, nerede başarısız sizce?

Genel ortalamaya bakılırsa, İsviç-re’nin yasal çerçevedeki entegras-yon çabalarının maalesef yetersiz kaldığını, entegrasyon manzarasının

Oysa ki, her ülkenin entegrasyon için ne kadar çaba gösterdiğini, entegrasyon teşvik yasaları ve yönetmeliklerinin olup olmadığını, varsa içeriklerinin neler olduğunu ölçebilmek pekâlâ mümkün. İşte Mipex çalışması bu amaçla doğdu ve ilki 2007 yılında gerçekleşti. Bu çalışma her 4 yılda bir de güncelle-niyor. Böylece herhangi bir ülkede entegrasyonu teşvik eden yasal çerçevenin zaman içeresinde nasıl bir evrim izlediğine ilişkin bir fikir edinebiliyoruz.

Sosyal, politik ve göç tarihi açışından birbirlerinden çok farklı özelliklere sahip ülkelerin durumlarını karşılaştırmak zor olmadı mı? Bunu hangi yöntemle başardınız?

Bu konuda yaptığımız ilk şey enteg-rasyon alanını kapsayacak politik alt-alanları belirlemek oluyor. Mipex araştırması; iş piyasası, va-tandaşlığa geçiş, eğitim, uzun süreli yerleşim hakkı, aile birleşimi, poli-tik haklar, ayırımcılıkla mücadele ve sağlık alt alanı olmak üzere sekiz alandan oluşmaktadır. Her alan için, uluslararası sözleşmeler, Avru-

Mipex ismiyle yapılan bir çalışmaya siz de katıldınız. İlk olarak Mipex’ten bahsedebilir misiniz? Nedir Mipex?

Mipex, İngilizce Migration Po-licy Index ‘in kısaltılmış şeklidir. Bu indeks karşılaştırmalı bir ölçü enstrümanı olarak tasarlanmıştır. Bir göç ülkesinin entegrasyonu ne kadar teşvik edip etmediğini ölçen bir enstrüman.

Nasıl doğdu Mipex fikri?

90’lı yılların sonuna doğru enteg-rasyonun bireysel düzeyde ölçümü konusunda ciddi bir tartış-ma yaşandı. Bu tartışma özellikle entegrasyon ko-nusuyla meşgul olan kurum ve yetkililer tarafın-dan başlatıldı. Bu çevreler, bilimsel yöntemle bir göçmenin birey olarak entegre olup olmadığını belirleyecek poli-tik bir enstrü-mana ihtiyaçla-rı olduğunu ve entegrasyonun nasıl ölçüleceğine ilgi duyuyorlardı. İşte tam da bu dönemde Brüksel’de Migration Po-licy Group ismiyle faaliyet gösteren bir sivil toplum örgütü etrafında toplanan ve göç alanında çalışmalar yapan araştırmacılarda şöyle bir görüş oluştu; “Bireyler düzeyinde entegrasyonu ölçebilmek bilim-sel olarak mümkün değildir, zira entegrasyon statik bir durum değil, tam tersine dinamik bir süreçtir. Bu yüzden bir anın fotoğrafını çekmek gibi bir yöntemle bireylerin entegre olup olmadıklarını okuyabilecek bir bilimsel enstrüman geliştirilemez.”

45

Page 46: HaberPodium- 27-August 2015

46

Bülent Kaya:

“İsviçre’nin entegrasyon çabalarının yasal düzlemde yetersiz olmasından, İsviçre’nin göçmenlerinin entegrasyonunu başaramadığı yada İsviçre’deki göçmenlerin diğer ülkedeki göçmenlere göre daha az entegre oldukları gibi bir sonuç çıkararak, tartışmaya bu noktadan girdiler."

Bülent Kaya:

“İsviçre 100 üzerinden 49 gibi puanla en iyi pratikle en kötü pratiğin ortasın-da bir yerde duruyor. İsviçre 38 ülke arasında, genel sıralamada 21. sırada yer ediniyor."

İsviçreli yetkili kurumların bu çalışma sonucuna tepkisi ne oldu?

Konfederasyon ya da kanton yetki-lilerinden her hangi resmi bir görüş ifade edilmedi. Ne var ki basın sınırlı bir şekilde de olsa sonuçla-rı tartıştı. Olumlu olduğu kadar olumsuz tepkiler de oldu. Örneğin Tages Anzeiger gazetesinin editör-lerinden biri bu çalışmayı ciddiye bile almamak gerek gibi bir tavır sergiledi. Olumsuz tepki verenlerin büyük bir çoğunluğu araştırmanın sonuçlarını başka bir yere çekerek tartıştılar. İsviçre’nin entegrasyon çabalarının yasal düzlemde yetersiz olmasından, İsviçre’nin göçmenle-rinin entegrasyonunu başaramadığı ya da İsviçre’deki göçmenlerin diğer ülkedeki göçmenlere göre daha az entegre oldukları gibi bir sonuç çıkararak, tartışmaya bu noktadan girdiler. Böyle olunca, İsviçre’de göçmenlerin entegrasyon olgusu-nun Fransa’dakinin çok gerisinde olduğu gibi bir algı oluşturup, bu tespitin gerçeğe uymadığı ve bu yüzden de ciddiye alınır bir tarafı-nın olmadığını ileri sürdüler.

alanda ileriye doğru herhangi bir değişiklik, bir gelişme gözlemlemek maalesef mümkün değil.

Bu çalışma sonucunun yaptırımı nedir? İsviçre bu rapor üzerine harekete geçip entegrasyon alanında yeni adımlar atabilir mi?

Bu çalışmanın her hangi bir yap-tırımı yok tabii. Ülkeler kendi toplumsal ve politik koşullarına göre entegrasyon alanında ne tür adımlar atıp atmayacaklarına karar vermekte özgürdürler.

Ne var ki, bilimsel veri bazlı, farklı ülkelerin olumlu deneyimlerinden yararlanma anlayışından hareket eden bir idare kültürü bu tür çalış-maların sonuçlarını kendi pra-tiklerini daha da iyileştirmek için ciddiye alıp kullanabilir. Tabi ki bu o kadar da kolay değil, hele göç ve entegrasyon alanı gibi aşırı derecede politikleştirilmiş bir kamu alanının bazı alt alanları için çok daha zor. İsviçre’de idarenin vatandaşlığa geçişi sürekli zorlaştıran popülist politik baskı durumunu dikkate almadan, uluslararası bir çalışmada “bizim puanımız bu alanda az-dır bu yüzden vatandaşlığa geçişi kolaylaştıracak önlemler alarak bir iyileştirmeye gidelim” gibi bir girişimde bulunabileceğini sanmak büyük bir saflık olur. Zira bu yasal önlemlerin parlamentodan geçmesi gerekir ki, bu da belli bir konsensüs üzerinden olabilir ancak. Aksi halde referanduma takılır. Fakat daha az politikleşmiş, örneğin eğitim ve iş piyasasında devingenlik gibi alt alanlarda bazı sessiz değişiklikler ileride mümkün olabilir.

hiç de öyle parlak olmadığını söyle-yebiliriz.

İsviçre 100 üzerinden 49 gibi puan-la en iyi pratikle en kötü pratiğin ortasında bir yerde duruyor. İsviçre 38 ülke arasında, genel sıralamada 21. sırada yer ediniyor. Bu genel sonuç elbette sevinilecek ve öğünü-lecek bir tablo ortaya çıkartmıyor.

Ne var ki, tek tek alt alan sonuç-larına bakarsak, politik haklar (58 puan) ve iş piyasasına giriş (59 puan) gibi bazı alt alanlarda İsviç-re'nin çabalarının genel ortalama-nın biraz üzerinde seyir gösterdiğini görebiliyoruz. Sağlık alt alanında ise 70 puan ile Avrupa’da çabaları en iyi pratiğe yakın ülkelerin başın-da geliyor İsviçre. 38 ülke arasında ise Yeni Zelanda'dan sonra ikinci sırada.

Vatandaşlığa geçiş ve ayrımcılıkla mücadele alt alanlarında gösterilen çabalar ise 31 puanla, son derece düşük bir düzeyde kalıyor. “Vatan-daşlık yasasına sık sık vatandaş-lığa geçişi zorlaştıran maddelerin eklenmesi, ayrımcılıkla mücadele alanında ulusal düzeyde hâlâ ciddi bir yasanın olmayışı, İsviçre’nin bu alanlardaki entegrasyon çabalarının neden yetersiz kaldığını anlamamızı sağlıyor. Üstelik 2007’den beri bu

Page 47: HaberPodium- 27-August 2015

47 47

ram, entegrasyonun diğer hiçbir alt alanında yok. Bu programın sağlık alanında görülen bu başarıya büyük bir katkı sunduğunu düşünüyorum. Zira hizmetlere erişim ve onlardan yararlanma esnasında pratikte ya-şanılan ve ortaya çıkan güçlükleri, örneğin; dil sorunundan, personelin transkültürel yeti eksikliğinden, göçmenlerin sağlık sistemi konu-sunda ki bilgi eksikliğinden, vb. kaynaklanan güçlükleri, ortadan kaldırmada veya aza indirmede son derce önemli bir rol oynadı.

Ayrıca şunu da belirtmek isterim ki, bu program çerçevesinde 6 kanton hastanesinde “Migrant Friendly Hospitals” adı altında kurumsal bir oluşum, bir işbirliği mekaniz-ması ile desteklendi. Sadece bir duyarlılık geliştirmeden öteye asıl amaç, göçmen toplulukların özel ihtiyaçlarına cevap verebilecek hizmetlerin geliştirilmesi için gerekli bir kapasite merkezi oluşturmak ve diğer kantonların da esinlenebile-ceği iyi pratikler geliştirmekti. Bu konuda genelde bir duyarlılık var, belli olumlu çabalar da yok değil ama, buna rağmen her şey güllük gülistanlıkta değil tabii. Özellikle iletişim sorunundan kaynaklanan engelleri ciddi bir şekilde aza indi-rebilecek, ana dilden çevirmenlerin finansmanı hâlâ ciddi bir sorundur.

Göçmenler acısından iyi olan şeyler de yok mu çalışmanızda?

Var tabii ki. Örneğin eğitim alanın-da... 2012 yılında kantonlar arasın-da HarmoS Antlaşması imzalandı. Mecburi eğitimin uyumunu öngö-ren HarmoS Antlaşması ana okulu ve meslek eğitim alanında göçmen çocukların belli özel ihtiyaçlarını dikkate alması açısından yapıldı ve oldukça da olumlu sonuçlar verdi. Bu çalışma ile İsviçre eğitim alanın-daki puanını 38’den 42’ye çıkardı.

Araştırmanız İsviçre’nin sağlık ala-nındaki çabalarının diğer alanlardakine göre daha başarılı olduğunu gösteriyor. Bu alanla ilgili çalışmayı bizzat ger-çekleştiren birisi olarak bu farkı nasıl açıklıyorsunuz?

Evet, bu çok önemli bir fark. Bence bu durumu iki önemli neden ile açıklayabiliriz. Birincisi sağlık sistemine erişiminin bireysel sağlık sigortası üzerinden yapılıyor olması. Yasa gereği İsviçre’de 3 aydan fazla kalan her şahsın, sadece bir adres göstererek, sağlık sigortası yaptırma hakkı ve yükümlülüğü var. Böylece yasal statüsü ne olursa olsun her göçmenin, (sığınmacı, “Sans-Pa-piers” vb.) sağlık sigortası yaptırma hakkı bulunuyor. Bir kez bu sigorta yapıldı mı, sağlık sistemlerinden formel açıdan yararlanma konusun-da herkese belli bir eşitlik durumu ortaya çıkıyor. Tabi burada pratik-teki güçlüklerden söz etmiyoruz.

İkinci neden ise, 2002’den bu yana Federal Sağlık Bakanlığı’nın idaresinde yürütülen “Göç ve Sağlık Programı“ isimli ulusal bir eylem planının olması. Böyle bir prog-

Ayrıca ırksal ayrımcılık ve önyargı-lar, belli göçmen gruplarının sağlık hizmetlerinden daha eşit bir şekilde yararlanmasının önünde hâlâ ciddi engel oluşturmaktadır.

İyileştirilmesi gereken diğer bir konu da göçmen toplulukların sağlık alanındaki karar alma meka-nizmalarına katılmaları sorunudur. İsviçre bu alanda Avrupa pratiği-nin çok gerisinde kalıyor. Sağlık sorunun sadece sağlık kurumlarının sorumluluk alanına hapsedileme-yeceği, diğer kurumların da kendi pratiklerinin göçmen sağlığına nasıl etki edeceğini dikkate alan genel bir göçmen sağlık politikasının yokluğu da önemli bir eksiklik.

Son olarak şöyle bir hipotez de ileri sürebiliriz; sağlık alanı İsviçrelilerin yabancıları kendilerine rakip olarak görmedikleri nadir alanlardan biri-sidir. Bundan dolayı bu alan diğer alanlara göre daha az politize edildi ve dolayısıyla da daha entegratif bir gelişme izleme fırsatını yakaladı.

Bülent Kaya:

“Yasa gereği İsviçre’de 3 aydan fazla kalan her şahsın, sadece bir adres göstererek, sağlık sigortası yaptırma hakkı ve yükümlülüğü var."

Bülent Kaya:

“İyileştirilmesi gereken diğer bir konu da göçmen toplulukların sağlık alanındaki karar alma mekanizmalarına katılmaları sorunudur.”

Mipex araştırması İsviçre’de yasayan göç-menler ve entegrasyon ile ilgili tartışma-lara yeni bir boyut getirirken, bu alanlara yönelik ne tür düzenlemelerin yapılacağı merakla bekleniyor.

Page 48: HaberPodium- 27-August 2015

48

Güncel

48

Röportaj

Klasik müzik sanatlarında genel olarak, “bir enstrüman ne kadar eski ise o derece iyi ses çıkarır ve kıymetlidir“ fikri hakimdir. Özellikle de viyola gibi enstrumanlarda...

Yaylı çalgılar içerisinde farklı tınısal özellikleriyle önemli bir yere sahip olan viyola, klasik müzik konserlerinin olmazsa olmazı adeta. Derinden gelen sesiyle acıyı, hüznü ve sevdayı anlatmakta etkili bir enstrüman olan viyola, orkestranın tam ortasında yer alırken, kimi zaman sertliğe varabilen ince seslerle ürkütücü çığlıklar duyurur, kimi zaman da tatlı bir öğütçülüğe yönelir.

Düşünün ki bir viyola sanatçısı olarak 1763 yılında imal edilmiş bir viyola çalacaksınız. Bir viyola sanatçısı için bundan daha güzel bir mutluluk olmasa gerek!

Günümüzde böylesi bir enstrümana sahip olma mutluluğu viyola sanatçısı Elçim Özdemir’e nasip oldu. Viyolanın tarihinin 16. yüzyıla dayandığı düşünüldüğünde, Özdemir’in çalgısının üretilen ilk enstrümanlardan biri olabileceğini söylemek hiç de abartı olmaz.

Elçim Özdemir 1999 yılından bu yana Cenevre’de yaşıyor ve şu an Suisse Romande Orkestrası'nın viyola grup şefliğini yapıyor. Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuarı Viyola Bölümü’nden mezunu olan Özdemir yüksek lisans eğitimini Fransa’da tamamlıyor. Daha sonra Lyon National Orkestrası'na girmeye hak kazanan sanatçı Lyon Ulusal Yüksek Müzik Okulu, Cenevre ve Lozan konservatuarlarında viyola eğitmenlikleri de yapıyor.

Viyola sanatçısı Elçim Özdemir ile çalışmaları üzerine konuştuk.

Foto

ğrafl

ar: P

hilip

pe C

hris

tin

Page 49: HaberPodium- 27-August 2015

49

Güncel

yıllar yaşadığım Lyon'u terketmek hiç de kolay olmadı. En büyük şansım tuttuğum evdeki İsviçreli yan komşumun az biraz Türkçe de bilebilecek kadar Türkiye hayranı olmasıydı. Çok büyük bir kültü-rü olan bu bey sayesinde hemen mükemmel bir arkadaş grubunun içinde buldum kendimi.

İsviçre’de müzik yapmak nasıl? Zor-luklar yaşadınız mı?

Önceleri beni zorlayan şey viyola grubun-daki liderlik pozisyonum oldu. Kendim-den yaşça büyük viyolacıların önünde oturup gerektiği yerde uyarıda bulunmaya henüz hazır hissetmiyordum kendimi. Ancak viyola grubunda ve orkestrada çok güzel bir ortam var. Beni hemen aralarına aldılar. Zaten profesyonel açıdan bakarsak bu konuların yaşla ilgisi yok pek.

1763 yılında imal edilmiş bir viyola çalıyorsunuz. Böylesi bir enstrümanla konserlerde yer almak nasıl bir duygu?

Viyolama hayranım. Her zaman aradığım ve beklediğim viyola bu viyolaydı sanki. Çalarken kendimi hem şanslı hem de sorumlu hisse-diyorum. Umarım benden sonra çalacak olan kişi de benim kadar zevk alır bundan. O zamana kadar en iyi şekilde bakmalıyım ona.

Son olarak hangi klasik müzik yorum-cularından etkilendiğinizi soralım size.

İlk olarak viyolacı Kim Kashkashi-an'dan çok etkilendiğimi hatırlıyo-rum. Mükemmel bir Amati'si vardı ve 20. yy Alman viyolacısı ve beste-cisi Hindemith'in viyola için yazdığı sonatları çok güzel tınlatıyordu. Tam da viyolanın o sıcacık ve derin tınısı! Etkilendiğim diğer müzisyen-ler arasında; Janin Jansen, Leonidas Kavakos gibi kemanın sesindebile o derinliği arayan sanatçılar geliyor.

getirdiği disiplin ile benzer şeyler sergiliyor. Biz müzisyenlerin şansı, bu tutkuyu aktif bir şekilde çok daha uzun yıllar yaşayabiliyoruz. Vücut doğasına aykırı pozisyonu-muz ile kendimize dikkat etmezsek biz de sakatlanabiliyoruz ama yine de bir profesyonel sporcu kadar değil tabii ki.

Aldığınız müzikal eğitiminde dönüm noktalarınız mutlaka olmuştur...

Evet oldu. Örneğin Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Kon-servatuarı'nda değerli viyolacı Betil Başeğmezler ve Atilla Nagy ile birlik-te çalıştım. Daha sonra Lyon Ulusal Yüksek Müzik Okulu'nda Tasso Adamopoulos'un eşsiz tecrübele-rinden yararlanma şansım da oldu. Kendisi hem solistlik, hem oda müzi-ği hem de orkestracılık konularında gözlerimi dünyaya açan kişidir.

İsviçre’ye gelişiniz nasıl oldu?

“Orchestre de la Suisse Roman-de“in açmış olduğu viyola grup şefliği sınavını kazandım ve 1999 yılında Cenevre'ye yerleştim.

İsviçre dışından gelen bir müzisyen olarak herhangi bir sorun yaşadınız mı?

Fransızcam olduğu için herhangi bir sorun yaşamadım. Ancak uzun

49

Müzikle ilk tanışmanızı soralım size...

Müziğe küçük yaşlarda başladım diyebilirim. İlk olarak piyano ile başladığım eğitimime, daha sonra da Akşit Yücelen’den keman ders-leri alarak devam ettim. Rahmetli Yücelen hocam sağolsun o sıralar: "kolların uzun, gel seni viyolacı yapalım" dedi. O günden beridir de viyolacıyım ve mutluyum.

Ailenizde müzikle uğraşan başka bireyler var mı?

Ailemde başka müzisyen yok. Ama ablam eski milli basketbolculardan biri... Bence spor ve müzik ancak tutkuyla yapılabilen ve hayatınıza

Page 50: HaberPodium- 27-August 2015

50

Der immer wieder in unterschiedlic-hen Zusammenhängen auftauchen-de Begriff "Integration" ist manc-hen Menschen vielleicht noch nicht geläufig. Gerade beispielsweise in der Türkei spielte Integration in der Politik bisher eine weniger bedeu-tende Rolle, da die Einwandererzahl verhältnismässig niedrig war. Rück-kehrende aus europäischen Län-dern, vor allem aus Deutschland, Migranten aus Nachbarstaaten aber auch die aktuelle und brisante Flüchtlingsthematik könnten dies schon bald ändern.

In der Schweiz gehört das Thema Integration seit geraumer Zeit zu den zentralen Elementen der Innenpolitik. Ein interessierter und kritischer Blick auf die Thematik kann daher nicht schaden. Oft wird Migranten mit einer Erwartungs-

haben, gesetzliche Vorkehrungen treffen etc. Menschen, die einwan-dern sollten bereit sein, sich ein Stück weit auf die gesellschaftlichen Bedingungen einzulassen, und ihren Teil der Gesellschaft beizutragen.

Für die Schweiz wurde vom Bund und Kantonen festgelegt, dass "Integration" ein Prozess ist, an dem mehrere Beteiligte teilhaben: "Integration" ist laut Schweizerisc-her Eidgenossenschaft "ein gegen-seitiger Prozess, an dem sowohl die schweizerische als auch die auslän-dische Bevölkerung beteiligt sind." (www.bfm.admin.ch) Dabei wird die Offenheit der Mehrheitsgesell-schaft, ein Klima der Anerkennung und der Abbau von diskriminieren-den Schranken vorausgesetzt.

Von einwandernden Menschen wird

haltung oder gar mit Vorwurf be-gegnet: "Integrier dich mal!" oder "Wenn sie in unser Land kommen, müssen sie sich uns anpassen."

Was bedeutet also Integration? Bildlich kann man sich dazu eine sich bewegende Masse vorstellen, zu der einige einzelne oder mehrere Elemente hinzukommen. Damit die neu hinzu kommenden Elemente aufgenommen werden können, muss innerhalb der Masse eine entsprechende empfangsbereite "Atmosphäre" herrschen. Gleichze-itig müssen diese Elemente Bere-itschaft zeigen, sich in die Masse zu integrieren. Diese Idee ist leicht auf eine Gesellschaft übertragbar: Die Mehrheitsgesellschaft muss in vielerlei Hinsicht offen gegenüber Einwandernden sein, also Wohn- und Arbeitsplätze zur Verfügung

Psikoloji

Deniz Yüksel

Zürich Üniversitesi Araştırma Gö[email protected]

Page 51: HaberPodium- 27-August 2015

beit, 3. Verständigung und gesellsc-haftliche Integration, 4. Gesundheit, 5. Wohnen, öffentlicher Raum und Sicherheit.

Dieses Vorhaben klingt in jedem Fall sinnvoll. Vor allem der Mite-inbezug von Organisationen und Vereinen nicht-schweizer Herkunft tritt immer wieder auftauchenden Vorwürfen entgegen, dass Integra-tion "nur" von der Mehrheitsge-sellschaft und vielleicht sogar noch "von oben herab" definiert werde.

gemeint: Was als normal gilt, ändert sich fortlaufend und kann deswegen nicht fixiert werden. Vor 30 Jahren war beispielsweise das Rauchen von Zigaretten noch fast "in" und galt als "normal", während heute das Rauchen strikt reglementiert und als gar nicht mehr "normal" gilt. An dieser angenommenen Normalität orientiert sich allerdings Integration. Das heisst: Menschen, die dieser Normalität nahe kom-men, gelten als integriert. Aufgrund der Unklarheit des Begriffs muss

die "Respektierung der Grundwerte der Bundesverfassung", die "Ein-haltung der öffentlichen Sicherheit und Ordnung", der "Wille zur Teilhabe am Wirtschaftsleben und zum Erwerb von Bildung" und die "Kenntnis einer Landesprache" (Deutsch, Französisch oder Italie-nisch) erwartet.

Dabei werden zur Durchführung dieser Ziele alle staatlichen Ebenen in Zusammenarbeit mit Sozialpart-nern, Nichtregierungs- und Auslän-

derorganisationen in die Pflicht ge-nommen. Man kann also von einer aktiven Einbeziehung bestimmter Menschen oder Gruppen in die Ge-samtgesellschaft sprechen. Andere Menschen gelten zwar auch als "integrationsbedürftig", wie zum Beispiel Menschen mit Behinderun-gen, psychischen Problemen oder Arbeitslose. Ich bleibe in meinem Beitrag aber bei der Einbeziehung von Menschen mit unterschiedlic-her Migrationsgeschichte.

So weit, so gut. Um bei dem Bild von vorher zu bleiben: Innerhalb der sich bewegenden Masse herrs-cht ein Zustand, der als "normal" bezeichnet wird. Das Problem ist nun, dass der Zustand der Norma-lität, der angeblich innerhalb einer Gesellschaft herrscht in Realität eigentlich nicht existiert. Damit ist

kritisch geschaut werden, was unter Integration jeweils genau verstan-den wird.

Die Schweiz legt beispielsweise fest, dass Integration "wirtschaftliche, soziale und kulturelle Einbindung aller Gesellschaftsmitglieder" ist "mit dem Ziel der Herstellung von Chancengleichheit." (KIP - Kanto-nales Integrations Programm des Kantons Zürich). Der Kanton Zü-rich hat in dem Zusammenhang im Auftrag des Bundes ein Programm erarbeitet, das in Kooperation mit Gemeinden und weiteren Institu-tionen ebendiese Ziele verfolgt. Es wird festgelegt, dass Chancenglei-chheit durch die Förderung bestim-mter Themenbereiche auf unter-schiedliche Weise erzielt werden kann: Diese sind 1. Information und Beratung, 2. Bildung und Ar-

Zumindest wird dadurch das laten-te Gefühl der sozialen Platzanwe-isung geschwächt. Hingegen wird das Gefühl der Teilhabe und vor allem der Möglichkeit zur Teilhabe gestärkt.

Die Welt und die Menschen darauf bewegen sich immer weiter. Daher sind Integrationsprozesse Prozes-se, die niemals abgeschlossen sein werden. Gleichzeitig sind sie aber in Pluralen Gesellschaften unab-dingbar. Die aktive Beteiligung der Mitglieder einer Gesellschaft und vor allem auch der Menschen mit Migrationsgeschichte ist eine hinre-ichende Voraussetzung dafür, dass diese Prozesse zur Zufriedenheit der Mehrheit verlaufen.

51

Page 52: HaberPodium- 27-August 2015

52

Yazlık veya Sonbaharlık ceketler...

Omuza atılanlar ve pelerinlerden sonra

moda dünyası yeni bir fenomen keşfetti. Ara ceket ya da hırkaları

unutun, artık ceketler revaçta, ancak kolsuz

olanlar...

Moda

Page 53: HaberPodium- 27-August 2015

53

Güncel

53

Bu sezon kolsuz ceketleri her yerde görmek mümkün. Üstelik çok büyük paralar vermenize de gerek yok. Primark, New Look ve River Island gibi markalar kolsuz ceketleri 2015 kolleksiyonlarına dahil ettiler bile.

Farklı giysilerle birçok kombine yapabileceğiniz bu ceketleri mutlaka gardrobunuzda bulundurun. Yaz elbisenizin üzerine, sandaletlerinizle kombine edin mesela. Ya da kazak giyip, kısa kot pantalonunun üzerine...Akşam

saatlerinde, topuklu ayakkabı ve ince bir kemer ile birlikte

giymeye ne dersiniz?

Kolsuz ceket/ yelekler bütün

mevsimlerde giyilebilir. Zarif olduğunda dolayi

istediğiniz kombinasyonlarda da kullanabilirsiniz hem. Üstelik ne

giyeceğinizi bilmediğiniz anlarda bile, yedek olarak giyebileceğiniz;

t-shirt üstü, kazak üstü ya da

kışın ceket altında giyebileceğiniz bir

moda ürünü.

53

Page 54: HaberPodium- 27-August 2015

54

Otomobil

Nissan Juke-R, yeni 2.0 versiyonu ile ortaya çıktı. Dünyanın ilk süper cross-over’ı, kaputunun altında GT-R NISMO’nun 3.8-litre hacimli çift turbo V6 motorunu barındırıyor ve bu motor, maksimum 600 bg güç ve 652 Nm tork

üretiyor. Orijinal Juke-R’ın 492 bg’lik gücünden 108 bg daha fazla güç üreten süper crossover’ın performans verileri açıklanmamış olsa da, aracın 0-100 km/s sprinti-ni selefinin 3.7 saniyelik süresinden daha kısa bir sürede tamamlayacağına kesin gözüyle bakılıyor. Benzer bir şekilde, ilk jenerasyon Juke-R’ın 257 km/s’lik maksi-mum hızından daha yüksek bir maksimum hıza sahip olacağına inanılan Juke-R 2.0, güçlü motorun daha iyi soğutulması amacıyla daha büyük hava girişleri bulu-nan karbon fiber ön tampona sahip. Crossover’ın arka tamponu da karbon fiberden üretilirken, bu tampon ayrıca karbon difüzörüyle de dikkat çekiyor. Otomobil far ve stoplarının yanı sıra ön çamurluklarını da standart otomobille paylaşıyor. Nissan, Juke-R 2.0’ın şu an için bir konsept olduğunun altını çizerken, otomobilin üretimi konusunda herhangi bir bilgi vermiyor.

Page 55: HaberPodium- 27-August 2015

55

Güncel

55

Aston Martin DB9 GT modelinin üzerindeki örtüyü kaldırdı. Goodwood Hız Festivali’nde tanıtılan otomobil siyah renkte boyanmış

splitter ve difüzörü, elden geçirilmiş far ve stopları ve yeni 20 inçlik alaşım jantları ile dikkat çekiyor. Siyah renkte anodize kaliperlere ve yakıt deposu kapağında GT işlemesine sahip olan otomobil bu farkları ile standart DB9’dan ayrılıyor.

2+2’lik düzene sahip olan otomobilin iç mekanı alkantara kaplı direksiyon ile birlikte gelirken,

orta konsol Buzlu Mocha veya Bakır Kuprum rekte detaylara sahip olabiliyor.

Aston Martin tarafından “şimdiye kadar üretilen en çetin DB” sözleri ile betimlenen yeni otomobil 6.750 d/d’de 547 bg güç ve 5.500 d/d’de 620 Nm tork üreten 6-litre V12 motora sahip. Ürettiği güç ve torku Touchtronic II 6-ileri şanzıman üzerinden arka tekerleklerine gönderen DB9 GT 0-100 km/s sprintini 4.5 sn’de tamamlarken, maksimum 295 km/s hıza ulaşabiliyor.

Volvo geçtiğimiz aylarda tanıttığı Lounge Konso-

lu’nun ardından yeni geliştirdiği “Üstün Çocuk

Koltuğu” konseptini otomotiv dünyasının beğenis-

ine sundu. Seyahat sırasında çocuğunun güven-

liğini en önemli konu olarak gören aileler için

tasarlanan bu yeni koltuk, saat yönünün tersine

dönerek arkayı görecek bir şekilde kilitlenebiliyor.

Yan kısmında küçük, altında ise büyük bir depola-

ma alanı barındıran bu koltuk ailelerin çocuk be-zleri, örtüler ve büyük bir el çantası gibi eşyalarını rahat bir şekilde taşımalarını sağlıyor.

Volvo, küçük çocukların orantısız kafa büyüklük ve ağırlıkları ile yeterince güçlü olmayan boyun kasları nedeniyle en az üç veya dört yaşına kadar olabildiğince arkaya bakacak şekilde seyahat etmelerini tavsiye ediyor.

Volvo Konsept ve İnceleme Merkezi’nin İç Mekan Tasarım Şefi Tisha Johnson bu alternatif otur-ma düzenlerinin önümüzdeki yıllarda otonom araçların daha da gelişmesi ile otomotiv endüs-trisindeki yerinin sağlamlaşacağının altını çiziyor. Volvo ilk geriye doğru dönük çocuk koltuk prototi-pine 1964 yılında bir PV544’te yer vermişti.

Page 56: HaberPodium- 27-August 2015

56

Gezi Rehberi

Schaffhausen Kantonu’na bağlı bulunan tarihi Stein am Rhein şehrinin geçmişi Ortaçağ dönemine kadar uzanıyor.

Tarihi dokusunun çok iyi ve özenle korunduğu Stein am Rhein; ön cepheleri çıkma pencereleri, fresklerle süslü ahşap evleri ve antik

sokakları ile ünlüdür. Şehrin tarihsel mekanları araç trafiğine kapalı iken, burada yaya olarak gezilip görülecek çok güzel sokaklar bulunuyor. Surlarla ve kulelerle çevrili olan şehrin kale kapısı iyi korunurken, surların dokusunu bozan modern yapılar da göze çarpıyor.

Şehrin tarihi

Ren Nehri üzerinde bulunan Stein am Rhein her zaman stratejik bir öneme sahip oldu. Roma İmparatoru 2. Heinrich 1007 yılında Singen

bölgesinde bulunan bir manastırı, o zamanlar küçük bir balıkçı köyü olan Stein am Rhein'a taşır. İmparator’un amacı birçok ana yolun ve nehir yolunun geçtiği bu stratejik mevkiyi tutarak bölgedeki varlığını sağlamlaştırmaktır. Bu nedenle başrahiplere olağanüstü yetkiler vererek bölgede ticaretin gelişmesini teşvik eder. Köy kısa zamanda hızlıca gelişir ve 15. Yüzyıla gelindiğinde "imparatorluk şehri" (Reichfrei) statüsü alır. Finansiyel ve

Page 57: HaberPodium- 27-August 2015

57

Güncel

57

resimleri olduğu ifade ediliyor.

Schwarzes Horn (Kara Boynuz) isimli yapı, yine güzel fresklerle süslenmiş 1515 tarihli bir evdir. Bu ev 1629-1643 yılları arasında Osmanlı Sultanlığı’nda imparatorluk elçiliği yapan Johann Rudolf Schmid'in doğduğu evdir.

Evlerin ön duvarlarında bulunan bu figürlerde halk hikayeleri ve önemli tarihsel olaylar resmedilmiş.

Ortaçağ’dan bu yana çok iyi derecede korunmuş manastırlarından biri olan St.George Manastırı, 1225 yılında inşa edilmiş olan Hohenklingen Kalesi, 1548'den beri var olduğu ifade edilen Schiffsländi'deki Cadı Kulesi ve 19. yüzyıl tarımını konu alan Lindwurm Müzesi burada ziyaret edilebileceğiniz mekanlardan bazılarıdır.

politik olarak Zürich’in koruyuculuğuna verilen şehir, 1798’de kurulan Helvetia Cumhuryeti tarafından Schaffhausen'e bağlanır.

Görülecek belli başlı mekanlar

Tarihi şehir merkezinde bulunan ve 1300’lü yıllara kadar uzanan evlerin duvarlarında yer alan renkli figürlerin değişik dönemlere ait olduğu söyleniyor.

Örneğin "Weisser Adler" (Beyaz Kartal) isimli bir evin ön yüzündeki fresklerin 1520’li yıllardan kalma ve İsviçre'deki en eski duvar

Page 58: HaberPodium- 27-August 2015

Bir varmış, bir yokmuş. Develer tellal iken, pireler berber iken, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, evvel zaman içinde bir Keloğlan varmış. İhtiyar ve yoksul annesi, bu biricik oğlunu "Kel oğlum,keleş oğlum" diye severmiş.

Günlerden bir gün Keloğlan annesinden izin alıp balık tutmaya gitmiş. Belki bir kaç balık yaka-larım. Anacığımla pişirir, yeriz. Aç karnımızı doyururuz" diye düşünüyormuş.

Irmağın kenarına gelip oltasını salmış. Öğle-ye doğru kocaman bir balık tutmuş. Pulları gü-müş gibi parlak, gözleri cam gibi aydınlık, güzel mi güzel bir balıkmış bu...

Keloğlan balığın pulları-nı kazımış, karnını yarıp temizlemek istemiş. Bir de ne görsün! Balığın karnı içinde kocaman bir tas durmuyor mu? Keloğlan bir sevinmiş, bir se-vinmiş ki sormayın. "Hem balığı götürürüm anama, hem tası" demiş.

Tası su ile doldurup balığı yıka-mak istemiş. Birden inanılmayacak bir şey olmuş. Tastan boşalttığı sular altın olarak akıyormuş yere. Keloğlan çok şaşırmış. Bir kaç kere denemiş, hep altın akıyormuş tastan. "Bu, sihirli bir tas galiba. Hemen anama haber vereyim" demiş. Evlerine koşmuş.

Sihirli tasa küpler dolusu suyu doldurup doldurup boşaltmış. Suyu boşalan küplere de altınları biriktirmiş. Artık ülke hükümdarı bile onun yanında fakir sayılırmış...

Keloğlan günler sonra büyük bir saray yaptırıp oraya taşınmış. Kendisine hizmetçiler tutmuş. Sevdiği ve istediği her şeyi alıyor, en güzel yemekleri yiyor-muş. Sonunda altınlarının çokluğu onu şımartmaya başlamış.

Gereksiz masraflara, lüzumsuz harcamalara girişmiş.

"Oğlum bu işin sonu kötü olabilir" diye öğüt vermeye çalışan anasını bile dinlememiş.

"Sihirli tas elimde, ne istersem yapabilirim..." diyor-muş.

Keloğlan'ın böyle kendini beğenmesi, şı-marması ve hırsa kapılması, insanların ona duyduğu sevgiyi azaltmış.

Herkes "Eski hali bundan daha iyiydi. Gözünü hırs bürüdü Keloğlan'ın" demeye başlamış.

Keloğlan bir gün daha çok altın elde etmek için, sihirli

tasını eline alıp ırmağın kenarına

gelmiş. "Suyu tükenecek değil ya, bir saray da buraya yaptı-rayım. " demiş. Gurur ve kibirle tasını suya daldır-

mış. Kıyıda biriken altınlar hırsını artırıyormuş. Daha hızlı daha hızlı daldırmaya başlamış tası. Artık

altınlardan başka bir şey düşünmüyormuş. Birden tas elinden kayıp suya düşmüş. Keloğlan onu tutmak için eğilince kendisi

de ırmağa yuvarlanmış. Yüzme bilmediği için hızla akan ırmakta nerdeyse boğulacakmış.

Binbir güçlükle kenara çıkmış. Kendisi suda çırpınıp dururken,biriktirdiği altınları da hır-

sızlar çalıp götürmüşler.

Artık tası bulmanın da imkanı kalmadığından ağlaya ağlaya annesinin yanına dönmüş. Başına

gelenleri anlatmış. Yaşlı kadın:

- Üzülme yavrum, demiş. Hay'dan gelen Hû'ya gider. Zaten, sen o tası alnının teri, elinin emeği ile kazanmamıştın. Üstelik

zenginlik seni iyice şımartmıştı. Böylesi daha iyi oldu. Hiç olmazsa kendini başkalarından üstün görme hastalığından kurtulursun."

Keloğlan bu sözlerle teselli bulmuş. Anasına hak vermiş. O günden sonra da Sihirli Tası bir daha hiç anmamış.

58

Masal

Page 59: HaberPodium- 27-August 2015

59

Güncel

Yapılacak olan çekilişte anahtar sözcüğünü bulan 3 abonemize Özgür Kitapevi’nden Ayın Kitapları sayfasında tanıtımları yapılan kitaplardan hediye edilecektir. Çekilişe katılmak için anahtar kelime ile kendi adres bilgilerinizi [email protected] adresine yollayin.

Geçen ayki bulmacamızın anahtar kelimesi: ÖZGÜR MEDYA / Geçen Ayın Kazananları: Levent Yılmaz, Büşra Akça, Veli Yıldız

1 32 54 6 987 10 11ANAHTAR SÖZCÜK

Resimdekioyuncu

Yorgunluk, bitkinlik Deneyim,

tecrübe

FermentTanrı

tanımaz

Tasvip

Özellikle Yeterince aydınlık olmayan

El yıkarken kulla-nılan madde İsim

Bedir Davranış

Arka Toz bulutu

Cehennem bekçisi Aslanın

boynundaki uzun kıllarAçlık duygusunu

giderme

Havayla doldurulmuş

oyuncak

Duyum,hasse

Bir kıta

Anonim

Düşündürücü ve şakalı söz, espri

Akciğere giden iki koldan her biri

Şaşmaanlatan söz

Avrupa’dayarımada

Liberyaplaka kodu

Baş heykeli

Bir araya getirme

Besin

İlham Eski dildeyardım

Orta oyununda

aptaluşak

Güney Amerika

ülkesiÜn, şöhret

Kayaparçası

İmkanBirinin

karşısındaolma

DahiAyrı tutma,

yalıtımMasontöreni

İklimlendirme cihazı Yelkenli

Gösterişli gecekiyafeti

Eril kişi

Emile Zola’nınromanı

Vilayet Yalnız kendinidüşünen

kimse

Yassı demirçelik ürünü

Acele

Sanatçı

Kısaca yüzyıl Eski

olmayanBrezilya’da

sıradağİçeriği yapılançekirdek

Akkuş

1

2

3

4

5

6

7

8

9

10

11

Page 60: HaberPodium- 27-August 2015

Fırında MusakkaMalzemeler: Yaklaşık 300gr kıyma, 1 soğan, 1 yeşilbiber, 3 domates, 2 orta boy patlıcan, sıvı yağ, yarımşar kaşık domates ve biber salçası, tuz, pulbiber, karabiber

Hazırlanışı: Patlıcanlarınızı alacalı soyup yuvarlak şekilde doğrayın ve tuzlu suda acısı çıkıncaya kadar bekletin. Tavaya az sıvı yağ döküp kıymanızı ağzı kapalı şeklide pişirin. Kıyma sulanınca, küçük küçük doğradığınız soğanları atın ve kapağı 3-5 dakika tekrar kapatın. Ardından, rendelediğiniz 2 adet domatesi de atıp 3 dakika da öyle pişirin. Yarım kaşık domates, biber salçası ve baharatları atıp güzelce yedirdikten sonra kıvamınızı bir kenara koyun.

Daha sonra patlicanları tavada kızartın. Kızaran patlıcanların 1 halkasına kıyma malzemesi koyup üstüne diğer patlıcan halkasını koyun. Onun üstüne de domates ve biber koyun.

Kıyma malzemesi biten tavaya, yarım kaşıktan az salça ve 1 su bardağı kadar suyla sos yapın. Sosu patlicanların üzerine gezdirip yaklaşık 200 derecede 30-35 dakika pişirip servis edin.

60

Yemek Tarifleri

Tahinli Kurabiye Malzemeler: 1 su bardağı tahin, 1 su bardağı sıvı yağ, 1 su bardağı pudra şekeri, 1 paket kabartma tozu, 1 paket vanilya, alabildiği kadar un. Üzeri için; Ceviz (veya tüm fındık).

Hazırlanışı: Kurabiye için gerekli bütün malzemeleri karıştırıp kulak memesi kıvamında bir hamur elde edin. Hamurdan ceviz büyüklüğünde parçaları koparıp yağlı kağıt serili tepsiye dizin ve üzerlerine ceviz ya da fındık batırın.

Kıvamınızı 180 derecede, üzeri çatlayana kadar yaklaşık 25 dakika kadar pişirin ve soğumaya bırakın.

Afiyet olsun

Page 61: HaberPodium- 27-August 2015

PUŞKİN EVİAndrey BitovYapı Kredi Yayınları

Andrey Bitov’un başyapıtı Puşkin Evi, yazılmasından 43 yıl sonra nihayet dilimize çevrildi. Roman yasaklar yüzünden Sovyetler Birliği’nde yıllarca yayımlanmamış, okurlar arasında gizlice elden ele dolaşmıştı.

Andrey Bitov, çağdaş Rus edebiyatının dönüm noktalarından biri olan Puşkin Evi romanında, klasik Rus edebiyatının temel eserlerinden yola çıkarak "Puşkin'in yarattığı Rus edebiyatı nedir?" fikrinin özünü sorguluyor. Roman Rusya'da postmodern romanın ilk örneği olarak biliniyor.

Genç filolog Leva Odoyevtsev'in, Puşkin Evi adıyla anılan Rus Edebiyat Enstitüsü'nde görevli olarak nöbete kaldığı bir Ekim Devrimi kutlaması gününü merkeze alan roman, onun yaşamöyküsüyle birlikte polisiye bir 20. Yüzyıl Rusya Tarihi gibi gelişir. Votka, düello, tütün ve edebiyattan aşka, bürokrasiden antisemitizme dek bolca entelektüel tartışma...

"Puşkin Evi parlak, dizginsiz, cesur bir roman... Leningrad denen şehri canlı ve simge yüklü bir varlığa dönüştürüyor ve yaşanan olayları başdöndürücü metaforlarla yerle bir ediyor... Neresinden bakarsanız bakın; küçük sürprizler kristal gibi çoğalıyor."

-John Updike, New Yorker-

"Bitov'un romanı anlatım ve deneyimler açısından Pasternak'ın romanı kadar zengin ve yüksek bir sanatsal başarı."

-Washington Post-

Rüya Dağıtan ÇocukLuca Di FulvioPegasus yayınları

Apayrı dünyalara ait iki genç insanın umutsuz aşk hikâyesi… Christmas, İtalya'dan Amerika'ya göçtükten sonra fahişelik yaparak geçinen genç bir kadının gayrimeşru oğludur. Anne oğul, kendi ülkelerindeki toprak sahiplerinin zulmünden kaçtıktan sonra New York'ta çetelerin hüküm sürdüğü yoksul bir göçmen mahallesinde yaşam mücadelesi vermektedir. Ruth, şehirdeki zengin bir Yahudi ailenin kızıdır. Bir gün korkunç bir şekilde tecavüze uğramış ve ağır yaralanmış halde Christmas tarafından bulunur.

Aralarındaki farklılıklar nedeniyle birlikte olmaları imkânsız görünse de Christmas, Ruth'a olan tutkusundan vazgeçmeyecektir. Her türlü tehlikeyi göze almaya hazırdır. Hayat şartları Ruth'u ondan kopardığında ise onu bulmak için elinden geleni yapacaktır. Acaba Christmas, bir yandan radyonun ve Broadway tiyatrosunun büyülü dünyasında şöhret olma hayalini kovalarken, diğer yandan hâlâ kalbinde taşıdığı Ruth'a kavuşabilecek midir? Peki Ruth, aldığı büyük yaralara rağmen hayata tutunup genç adamın aşkına karşılık verebilecek midir?

Rüya Dağıtan Çocuk, şiddetin, acımasızlığın ve yoksulluğun içinde yeşeren umudun ve hayallerin öyküsü…

Bizim Dünyamız(Bir Zen Rahibinin Barış ve Ekoloji Hakkındaki Düşünceleri)Thich Nhat HanhSinek Sekiz Yayınevi

"Gezegenimizi korumak ve ona iyi bakmak için her birimizin yapabileceği bir şey var. Çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceğini mümkün kılacak bir yaşam sürmeliyiz. Yaşamımız, verdiğimiz söz, aktarmak istediğimiz mesaj olmalı" diyen Vietnamlı Zen üstadı, Nobel Barış Ödülü adayı Thich Nhath Hanh, bizi yaşayan her şeyle daha şefkatli ve dürüst ilişkiler kurabileceğimiz bir yolculuğa davet ediyor.

Kendimizle, başkalarıyla ve doğayla çatışmayı bırakmak için sevecenliğin, nezaketin, peşin hükümlerin ötesine geçmenin ve özen göstermenin bilgisi... Biraz da ruhumuzun toprağını beslemeyi öğrenelim!

Feldbergstrasse 334057 Basel

061 691 24 [email protected]

61

Kültür&Sanat

Page 62: HaberPodium- 27-August 2015
Page 63: HaberPodium- 27-August 2015

Bollstr.15 Postfach 458 8405 Winterthur-CH +41(0) 76 343 80 74 +41 (0) 52 514 11 00

[email protected]

Page 64: HaberPodium- 27-August 2015

Dimes Suisse AG’den yenilikAdrese teslim uygulama!

Online satış sitemizden ya da telefon numaramızdan siparişinizi verin Erikli sularınız ayağınıza kadar gelsin! www.erikli.ch 044 371 00 00

1 Koli Yedigün

Kutu Mandalina

1 Koli KızılayMaden Suyu

veya

veyaveya

Online satış sitemizden ya da telefon numaramızdan

veya

BEDAVA

10 Koli 1,5 litrelik Erikli Suyu sipariş edenlere

15 Koli 1,5 litrelik Erikli Suyu sipariş edenlere

1 Koli Uludağ Kutu

Portakal

1 Koli Dimes Meyve Suyu

1 Koli Yedigün

Şişe Mandalina

1 Koli KızılayMaden Suyu Mandalina

1 Koli Dimes Meyve Suyu

1 Koli Yedigün

Mandalina Mandalina

1 Koli Uludağ