Felsebiyat Dergisi Tatil Final Sayısı
-
Upload
arda-oezgueven -
Category
Documents
-
view
232 -
download
3
description
Transcript of Felsebiyat Dergisi Tatil Final Sayısı
Mutlu Son!
Bundan üç ay önce
başladığımız
“Felsebiyat Tatil” ek
dergisinin son sayısına
gelmiş bulunmaktayız.
Bizi 15 günde bir okumak
istediğiniz için teşekkür eder,
her ayın 1’inde yeni sayılarla
görüşmeyi dileriz!
Esra TFTK @eesratiftik
#dostdedigin aynı dili konuşabildigin kisi-
dir@seZen aksu Dursun :))
berivanyılmaz @berryylmz
#dostdedigin sadece iyi gunde de-
gil kotu gununde de yaninda olma-
li
Bir Acayip Adam @yousufaraci
"Gece hırsızın, ışık hakikatin
dostudur." #dostdedigin
Binay muminoglu @BinayMuminoglu
#dostdedigin benin dostlarim gibi olmali
beahh
HAMDI ULUTAS © @hmdLTs
#dostdedigin saglam olmali kasarlasmis olmamali
yuregi sevebilmeli ve zor gunlerinde tek araya-
bilecegin olmali...
Nihal Hrskli @Nihal1903bjk
#dostdedigin sadece iyi günde degil asıl
kotu günde yanında olandir
EiE ynk @eieynk
görüşmesende konuşmasanda, düşün-
düğünde 'ben onu seviyorum' dedirten
olmalı #dostdedigin
@ugur_bozok
#DostDedigin halden anlar aga gözünün
içine bakınca yükünün yarısı alır götürür.
Beliz Çalışkan @Bellizzz
#DostDedigin hiç görüşmesen de iyiliğin için
dua edebilen; zaman, mekan ve mesafe ayırt
etmeksizin seninle gülüp ağlayabilendir.
berivanyılmaz @berryylmz
#dostdedigin sadece iyi gunde de-
gil kotu gununde de yaninda olma-
li
Bir Acayip Adam @yousufaraci
"Gece hırsızın, ışık hakikatin
dostudur." #dostdedigin
Nihal Hrskli @Nihal1903bjk
#dostdedigin sadece iyi günde degil asıl
kotu günde yanında olandir
Gökçe Kavi @gokcekavi
#dostdedigin ilk harf gibi olmalı,sonu
nereye giderse gitsin hep aynı kalmalı..
qwerty @mustafaozkesler
#dostdedigin ?! Error 212.. Kayit
bulunamadi...
EdipKeremYılmaz @yokkankasaol
Adam gulnane sevıyorum dıye takım aldı ya
adam lan #dostdedigin
Onur Nusret Koç @OnurNusretKoc
#dostdedigin matematiksel olmalı sevinci çarpmalı,
üzüntüyü bölmeli, geçmişi çıkarmalı, yarını toplamalı
SB Photographer @SedaBarannn
#dostdedigin ilk harf gibi olmalı,sonu nereye giderse
gitsin hep aynı kalmalı..
GizemKoca @GizemKoca
#dostdedigin seni iki günlük gerizekalı-
lara degismeyendir
MISRALAR AŞKA DÖKÜLÜRKEN
Aşkın bittiği yerde başlar şiir
Son harfte gidersin Bir anda karanlığa gömülür
Koca şehir, Gölgelenir deniz, yakamozlardan
Ay ışığından kaçar Şair ağlar acısını içine atar,
Kalemin ucunda saklı tutar seni Yeniden yazana kadar
Şiirin yarısına kadar bekler seni Son harfte anlar gelmeyeceğini
Silemediğim gibi kalbimden Aşk
Şiirin bittiği yerde başlar....
SENA SABCIOĞLU
Sizden Gelenler
Dünya üzerinde kız veya erkek olsun, gençlerin he-men hemen genelinde 'ay
18 yaşıma varsam' sendromu vardır. Bu sendrom ülkemiz için ergenlik dönemiyle birlikte başlıyor.
18 yaşında olmanın, 18 yaşına basamamışlara ne kadar cazip geldiğini tahmin edemezsiniz. Bir kere reşit olabileceksinizdir, '+18' olayı sizde 'upps' tar-zında tepkilere ve geri çekilmelere sebep olmaya-caktır, barlara girerken tedirgin olmayacaksınızdır, içki içerken kendinizi suçlu hissetmeyeceksinizdir. Sigara içiyorsanız ve aileniz bilmiyorsa belki bunu itiraf edecek cesareti bulabileceksinizdir. Cinsellik üzerine konuşmalar dönerken çevrenizde, kızarma-yacaksınızdır.
Eğer sorunlu bir aileniz varsa, bu dö-nemler sizin için de onlar için de san-cılı geçecektir. Bir kere sürekli isyan halinde olacak, hiçbir şeye cevapsız kalmamayı marifet sayacaksınız. Kendinizden ödün vermek istemeye-cek, karşınızdaki aileniz de olsa ağır-dan satacaksınız. Belki çok depresif belki sıradan takılacaksınız. Bazen sıradan olduğunuz anlardan utana-cak hep bir fark yaratma çabasına gireceksiniz. Bedeninizi, cildinizi sü-rekli kusurlu bulacak, bunalımlara gireceksiniz. Belki bu bir dönem ken-dinizi eve kapatmanıza mal olacak. Dövme yaptır-mak isteyeceksiniz, ünlü olmak isteyeceksiniz, illegal şeylere bulaşmak isteyeceksiniz. Kendinizi tanımak adına birçok deneme-yanılma süreci atlatacaksınız. Sürekli 'Artık 18 oldum zaten' diyerek her an gide-cekmiş gibi bir imaj çizeceksiniz ebeveynlerinizin gözünde. Ve bazen gerçekten gitmek isteyeceksiniz. Annesiz babasız kalabileceğinizi artık onlara çok da ihtiyaç duymadığınızı düşüneceksiniz, kendi ayakları-nız üzerinde durmak isteyeceksiniz, belki evlenmek
isteyeceksiniz. Ailenize karşı duyduğunuz bazı irili ufaklı öfkeler nedeniyle aynı şehre sığamadığınızı düşüneceksiniz. Ve insanlar bunların o yaşta normal olduğunu söyleyecek, ezik hissedeceksiniz. 'Ama bu farklı, ben gerçekten gitmek istiyorum.' diyecek bu-nu ispatlama yoluna gideceksiniz, belki hatalar ola-cağını göze alarak.
Ama bu farklı, ben gerçekten gitmek istiyorum. Ha-yır tekrar etmedim, tırnak koymadım, bak bu benim cümlem... Ne kadar hassas ve anne düşkünü olsam da burada kalırsam yerimde sayacağımı düşünen ben, 94 Eylül doğumluyum. Üniversite okumak için istiyorum gitmeyi, ya da gitmek için üniversiteyi ba-hane ediyorum bilmiyorum. Ama burada ruhsal an-
lamda güçlenemeyeceğimi ve kabu-ğumdan sıyrılamayacağımı hissedi-yorum. Adına ' 18 yaş sendromu.' diyenleri, 'Gençken benim de kanım kaynıyordu.' diyenleri kaale almıyo-rum. Başka insanlara gitmek, hatalar etsem, kötü insanlar tanısam da, ayakta kalmak istiyorum. Kimseden bir şey beklememek, çalışmak... Tek taşımı kendim almak istiyorum...
Tek taş diyince... Ergenlikten başla-yan bu dönemlerde kız veya erkek, çoğunun sevgilisine direkt 'evleneceğim insan' gözüyle bakması da çok yoğun karşılaştığım ve haz
duymadığım bir şey... Ve bir zaman sonra da bunları gülerek hatırlayıp kendinize kızmalarınız... Bu belki her yaşta oluyordur ama 18 yaşta duygusal ilişkiler daha yoğun, daha hızlı, daha acılı, böyle bol arabesk müzikli falan geçiyor.
Kavga etmenin, küfür etmenin marifet sayıldığı, ula-şılmaz tavırlar sergilemenin cool görünmek için araç olarak kullanıldığı 18 yaşa varma evresinde, daha
Yaş Sendromu
Sena Türkmen (Felsebiyat Blog)
sonra yaşayabileceği hayal kırıklıklarını hesaba kat-mayanlar olabiliyor.
18 yaşına erişince hayatının çok değişeceğini sanan yeni yetmeler, bazı şeylerin aynı kal-dığını görmekte gecikmiyor. Reşitlik sınırı olarak önümüze konulan bu yaşın, çoğu insanın daha tam anla-mıyla yaşlanmadan bile deli gibi özle-diği, dönmek istediği bir dönem ol-ması kaçınılmazdır. Teoman'dan 'Daha 17'yi dinlemenin çok bir anlam katmayacağı, özlem duyduracağı 18 yaşı kazanması zor, kaybetmesi ko-laydır diye edebi sözler söylemek yerinde olacaktır. Çünkü bu yaş he-nüz çok fazla insanın gerçek yüzünü ayırt etmediği-niz, eğlenceden geri kalmak istemediğiniz, çevreniz-
de sürekli çok fazla arkadaş olmasını isteyeceğiniz bir yaştır. Hızlı geçer, dolu dolu geçer ve mutlaka sizde kayda değer izler bırakır. Bu yaştan sonrasında bir üniversiteye kapak atma veya bir an önce çalış-maya başlamanın gerekli olduğunu ve asıl hayatın
asıl zorluğun bu yaştan sonra başla-yacağını farketmeniz erken gerçekle-şecektir. Umursamaz tavırlarınızın elinizden alınacağı, önünüze he-deflerin dizileceği bu yaşı mümkün olduğunca güzel anıyla doldurmak gerek.
Bu yaştan sonrası nasıl geçer, neler yaşanır bilinmez... Ama herkesin kendini tanırken ve yüceltmeye çalı-
şırken, zamanı durdurmak isteyeceği anlar yaşama-sını diliyorum...
Sena Türkmen (Felsebiyat Blog)
As hamlet said to ophelia, "God has given you one face and you make yourself another."
Nefes aldığımız her an hayata karşı direniyoruz as-lında. Düpedüz hayatta kalmak için savaş veriyoruz. Ciddiye al veya alma, bizler yaşamak için önce ken-dimizle savaşıyoruz. Sürekli kendimizle çatışmıyor muyuz? Aslında biz kendimizle barışmaya çalışıyo-ruz. Kimi duygularını koyuyor masaya, kimi aklının iplerine asılıyor sonuna kadar. Aslında her şey ko-runmak için. Her şey, kendimizi hayattan korumak için. Bu yüzden sürekli anlatıyoruz, dinliyoruz, sevi-yoruz, susuyoruz, itiraf ediyoruz. Peki, hiç mi yalan söylemiyoruz? Hiç mi bir şeylerin arkasına saklanıp inkâr etmiyoruz, kaçmıyoruz? Biz hayatta kalmaya çalışırken aslında, kendimize yeni bir hayat yaratıyo-ruz. Kendimize sakladığımız benliğimizin önüne bir başkasını yerleştiriyoruz. Peki, bunu yaparken aslı-mıza ne kadar sadık kalıyoruz? Aynaya baktığımızda gerçekten kimi görüyoruz?
Pandora, Zeus tarafından kendisine hediye edilen fakat kapalı kalması gereken kutuyu açtığından beri, hepimiz ortalığa saçılan kötü özelliklerden nasibimizi alıyoruz. Her sabah rüyalardan soyunup, egomuzu bir zırh gibi kuşanıp, atıyoruz eşikten adımımızı. Ta ki uyku üstümüzü örtene kadar… Her gün yeni di-kenler çıkartıyoruz başkalarına batırmak üzere. Ve her gece eve ellerimiz kan, üstümüz başımız toprak içinde dönüyoruz.
Çünkü anlatmıyoruz, dinlemiyoruz, sevmiyoruz, ya-lan söylüyoruz, inkâr ediyoruz. Aksini yaptığımız an kendimizi açık etmekten korkuyoruz. “Ya maskemiz düşerse?” diye ait olmadığımız hayatlar yaşıyoruz. Bizler, hayatta kalmak için aslında, birbirimize zarar vermekten başka hiçbir şey yapmıyoruz.
Gerçekten yapmıyor muyuz? Zaaflarımızı ve zayıflık-larımızı hiç mi deşifre etmiyoruz? Sabah aynaya bak-tığımızda gördüğümüz yüzü başka kimlere gösteri-yoruz? Kimlere içimizi göstermekten korkmuyoruz? Kimlere dokunduğumuzda ellerimiz kanamıyor? Ki-minle konuştuğumuzda üzerimiz temiz kalıyor?
Peki ya kelebek? Sandığın dibindeki tek iyi şey, ümit? Ona ne oluyor?
Kutudan saçılanları tek tek yerine koymaya başlayın-ca dağılıyor aslında bütün bulutlar. Zırhla değil, ola-ğanca zayıflığınla çıkıyorsun o kapıdan. Aklın ve duy-gularınla karşılıyorsun hayatı. İplerini gevşetip kart-larını tek tek açmaya başlıyorsun. Korksan da, insan-ların seni 'sen' olarak görmesine izin veriyorsun. Kız-san da, arkasında durmaya devam ediyorsun ağzın-dan ve kaleminden çıkanların. Üzülsen de, kaçmak yerine "İnanırsak olur bence." diyebiliyorsun.
Artık diyebiliyorsun. Ve işte o zaman bir ayna kadar net oluyorsun.
Söyleyemediklerimiz
Şerefine Zeynep Özar (Felsebiyat Blog)
Saat üçe gelirken,
radyonun cızırtısını
kestim. Çok gürültü
yapıyordu meret. Ev,
işte o zaman; yol arka-
daşı ölen bir insanın
evindeki sessizliğe bü-
ründü adeta. Hayal
meyal gülüşmeler, yer-
siz bel altı şakalar ve iki
aşığın mutluluğu geliyordu kulağıma. Kulaklarım ağ-
rıyordu.
Kanepeden kalktığımda, kulaklarıma elimle basarak
içerideki sesleri susturmaya çalıştım. Ben bastıkça
daha çok güldü kadın, kadın güldükçe ben daha çok
bastırdım. Kadının sesi çıkmıyordu. Ya öldürmüştüm
kadını ya da duymak istemediğimi anlayıp sesini kes-
mişti tekrar. Oysa duymak istiyordum o anları fakat
acı veriyordu sadece, şimdi radyo cızırtısıyla sesle-
nen ev.
Yine gece yarısı sızmıştım tekli koltukta. Hep orada
kıvrılıp yatmayı severdim. Oysa sevmesem ne deği-
şirdi? Kim kaldıracaktı ki ben uyumuşken? O mu?
Kim?
Bütün gece kalıbımın sığmayacağı bir koltuğa sığdır-
mıştım yaşananları. Koltuk tek kişiydi, acıları beş.
Koltuk daraldı, acılarım genişlerken. Koltuk sustu,
beynimin içi sustu. Koltuk da terk etti sonra ve ben
iki ayağımın üzerinde yatağımın yolunu tuttum.
Koridordan giderken, hayal meyal hatırlıyordum ya-
tağımı. Uzun zaman oldu orada yatmayalı. Kokusu
değişsin istemedim hiçbir şeyin. Kokusuydu çünkü
onları yaşanabilir yapan. Kokladıkça burnumda can-
lanıyordu sesin.
Yatağın sol tarafı yaşlı bir kadının yüzü gibi kırışıktı.
Bu bana seni hatırlatıyordu. Sen de yaşlanınca böyle
kırışacaktın. Bana böyle gereksiz anlarda kahve ve-
rip, fütursuzca benimle uğraşacaktın. Tabi yaşlan-
saydın. Biliyor musun, çok merak ediyordum senin
yaşlılığını? Sahi ya, yaşlanır mıydın acaba?
Ben yaşlandım. Yatağın kırışık tarafını düzeltemeye-
cek kadar elim titriyor, kulaklarım acıyordu. Yatağın
o tarafına hiç dokunmadım bu yüzden. Ne yapsay-
dım? Ben dokunsaydım da, yüzün silinse miydi her
sabah temizini serdiğin nevresimden?
Neyse, ben yatıyorum.
Fazla ses yapma, yatmadan biraz daha seni düşüne-
ceğim.
AR
DA
ÖZ
GÜ
VE
N (w
ww
.twitte
r.com
/A_O
zgu
ven
)
Bu yazı, Arda Özgüven’in 4 Ağustos 2012 tarihinde www.karavan-a.blogspot.com’da
yayınladığı blog yazısıdır.
DÜŞLER SOKAĞI
Neden çıktın ki karşıma Yanlış zaman, yanlış yerde Geceden kara gözlerinle
Niye baktın ki bana Düşler sokağında gezerken, Gözlerin düştü, gözlerime.
Güzel gülüşün ilham verdi, şiirlerime. Biliyorum, günlerim artık eskisi gibi olmayacak..
Kalbim eskisi gibi atmayacak. Düşler sokağı eskisi gibi loş kalmayacak.
Ama bir düş var ki, herşeyden daha uzak. Çok ayrı bir yerde bir yerde duruyor, öylece
Düşün içinde bir çift göz parlıyor. Beni yanına çağrıyor, yanına gittiğimde,
Kollarını iki yana açıyor ve: "Burası benim mekanım.
Senin yerinde hazır. Ellerini kalbinin üstüne koyuyor
Ve sözlerine devam ediyor: İşte burasıda senin yerin
İstediğin kadar kalabilirsin. Bu da anahtarın.
Bunu kaybetmeni istemem. İyi bir yere sakla" dedi. Anahtarı aldım, sarıldık.
Ayaklarımın yerden kesildiğini hissettim. O günden sonra ünümüz yayıldı.
Bir gün biz düşler sokağından ayrılsak bile Sevdamız dolaşacak dilden, dile
Aktarılacak nesilden, nesile Kitaplara geçmesede
Sokaktan her geçildiğinde Aşıkların kavuştuğu yer diye,
Parmakla gösterilecek mekanımız.
SELİN SABCIOĞLU
Sizden Gelenler
HEPİMİZ EĞLENİYORUZ!
“Deniz her saat sıcak, serinletmiyor”, “Bu gece şarap şişeleri votkalar elimizde sahilde dolanıyoruz, hayat bu!”, “Yarın arkadaşlarla şu beachteyiz”, “Dansçı kızla, insan mısınız?!” naraları atmanıza ge-rek yok bence. Elbet o denizden çıkacaksın, o tatil elbette bitecek.
Şu kocaman yaz tatilinde hepimiz bi’ zaman tüm günü televizyon ve internet karşısında geçireceğiz. O yüzden fazla gösterişe gerek yok.
Kışın yaşadığımız, yaşamak zorunda kaldığımız Tüm stresi unutmak için hatta yok etmek için yaz ayları var. Unutursak yine beynimizin bi’ kıvrımında kalır, hatırlamak zorunda kalırız. O yüzden yok ede-lim diyorum. Müzik dinleyip hiç gitmediğin bi’ yere yürümek, arkadaşından gelen aşırı kibar telefon ko-nuşması, tek başına gittiğin herhangi bi’ konser,
bunları yazman ve bu gibi ufak şeyler mutlu olmayı sağlamaz mı?! Bunlar yapmak istediklerimiz. Peki yaptıklarımız? İnternet karşısında bolca vakit geçirip The Big Bang Theory izlemek. Tamam, asosyalim! Bir ay sonra yaz da bitecek! O yüzden harekete geçip bi’ yerlere çıkalım, hemen en yakın arkadaşa müracaat edelim.
Yanlış anlaşılmasın ben şu an kendimden bahset-miyorum. Asosyallik ve ben hahah olur mu canım?! Ben hepimizden bahsediyorum. Hepimizin içindeki ses oluyorum yani ben.
Yine mi bi’ şey yapmadık?! Bu sıcakta dışarıda ne işimiz var değil mi zaten. O halde ufaktan felsebi-yat.com da takılıyoruz. Bi’ bakıyoruz neler var, tatili nasıl daha eğlenceli bi’ hale dönüştürebilirim diye. Yanlış anlaşılmasın ben değil, hepimiz!
Tuğçe Ay (Felsebiyat Blog)
Ö nce aptallık ev-resiyle başlıyor
bir çok başlangıç gibi. Ge-reksiz olduğu halde gü-lümsemeler, uyandığında yataktan kalkmak isteme-yip o mayışıklık ile gelece-ği hayal etmek, uykuya yenik düşmeden son da-kikalarda geleceğin gel-memesinden korkmakla başlıyor.
Daha sonra önceden de hep bahsettiğim gibi. "Kaybolmak" eylemi ve "kayıp" sıfatı giriyor dev-reye tüm cümlelerin son-larını getirmek için. Sami-miyetin kayboluyor, sonra düşüncelerin, sonra ha-yallerinin kaybolacağı korkusuyla bir kaç kulaç daha atıyorsun karaya. Orda belki gökyüzüne bakar da yeni hayaller kurarım diye. Ama kaybedeceksin çocuk. Mahkumsun buna. Sen de biliyorsun. Yıkılacak hayallerin, kaybo-lacak düşlerin.
Çok çabalayacaksın eminim. Koşmaktan ayak altların şişecek ve bundan önemlisi düşmek-
ten dizlerin parçalanacak. Ama hiç biri geri getirmeyecek. Çünkü hayallerin ipleri kısacık
balonlarla yükseliyor gökyüzüne. Asla yakala-yamayacağın, parmağın ucuna değip de tutama-yacağın ipler ardındaki. Son umutlarının gidişini izletecek olan sana. Ve ne olacak o hayallerin biliyor musun ? Her ay-rıntısını özenle kurgula-dığın, gülümseyerek se-ni uyandıran hayallerin. Başka birinin gökyüzün-de, başka birinin hava sahasında patlayacak. Hem de hiç tanımadığın.
Başlangıç evresini an-lattık. Hiç sonu gelme-yecek olan bitişlere de-ğinmeden olmaz. Önce bi kırıklık oluşacak kal-binde ve beyninde. Dü-
şünemeyeceksin bi süre. “Keşke”lerin, “ah”ların, “ne yazık ki”lerin olacak istemedi-ğin kadar. Ama sonra "derinden bir siktir çe-keceksin." Ve artık onlar bir problem değil her probleminde ayağına fazladan dolaşan bir bağ olarak seninle kalmaya devam ede-cekler. Unutma genç. Kaybetmek varsa başka hiç bir şey yoktur.
Sizden Gelenler
Ulaş Bora Aktaş
Yeterince içmiş, bir kadının karşısında ağlayabilecek
kıvama gelmişti artık. Sürekli reddedilen randevu
taleplerinden yorulmuş, çaresiz bir halde cebindeki
son parayla “Bir bira daha!” demişti, “Bir bira daha!”
Biranın anlamsızca yükselen
köpükleriyle konuşmaya çalı-
şıyordu yine. “Neden?” diyor-
du, “Neden?” Öylesine dal-
mıştı ki, telefona gelen mesa-
jın farkında bile değildi. Bakı-
şıyordu birayla cevapsız kalan
sorular eşliğinde. Ta ki bar-
men “Fıstık ister misin?” di-
yene kadar. Halen telefonu
görmemişti. İrkildi. Hayır di-
yemeyecek kadar yorgundu.
Hafif bir şekilde başını salla-
dıktan sonra hiç dokunmaya-
cağı fıstığın masanın üstüne
gelişini seyretti. Nasıl olduysa
birden telefona doğru bir
hamle yaptı ve yüzünde ba-
bası tarafından oyuncakla
ödüllendirilen küçük bir çocu-
ğun tebessümünü yaratacak o mesajı gördü.
“Buluşalım.” yazıyordu mesajda. Tüm yorgunluğunu
üzerinden atmış, birden birayı hiç olmadığı kadar
hızlı içmiş ve koşmaya başlamıştı buluşacakları yere
doğru. Yüzündeki aptal gülümseme halen duruyor-
du. Koşarken acımasızca yüzüne vuran soğuk ve rüz-
gar, bu gülümsemeyi engelleyememişti. Sonra...
Sonrası cümlenin sonuna konulan noktalar kadar
anlamsızdı ve adam “Devam edecek.” dercesine bir
acıyı sahiplenmişti. Sonuncu olacağından habersiz
buluşmaya koşarken yüzünden eksilmeyen tebes-
süm, yerini gözyaşlarına bırakmıştı. Ağlamak zor za-
naattı, biliyordu. Gözlerinden hafifçe düşen ve yüzü-
nü buruşturan şeylerin içinde tüm karanlığı yatıyor-
du, tüm yaşanmışlık. Gözyaşı değildi o, gözyaşı de-
ğil… İçtiği biranın köpükleri kadar yüksek, en az bir
göktaşı kadar ağırdı. Hissettikleriyse, “Benim tek aş-
kım.” diyen bir kız çocuğunun, babasının cansız vü-
cudu mezara konurken hissettikleriyle aynıydı. Acı
dolu ve karanlık. Kadının o narin dudaklarından çı-
kan sözler, adamın yüzünde kenar mahalle çocukla-
rının vücutlarına attıkları jiletin etkisini yaratıyordu.
Adam yorgun ve çaresizken, şimdi de sonsuza dek
sürecek bir acıyı kucaklıyordu.
Çaresizliği ikiye katlanmıştı. Ka-
dın gitmişti ardına dahi bakma-
dan. Adamsa yere çöktü aniden.
“Son defa” olduğunu anlamıştı
artık, hissetmişti. Onun çaresizli-
ğine büründü ve farkında olma-
dan yere çökmüş ya da düşmüş-
tü. Farkında değildi. Yalnız kal-
mıştı yine. Sadece gözlerinden
akan yaşanmışlık ve dudakların-
dan sessizce çıkan kelimelerle
baş başa kalmıştı. Sayıklıyordu;
“Ama halâ buradasın.” Kadın git-
mişti ya da gittiğini zannediyor-
du. Adam elleriyle sımsıkı sara-
masa ya da dudaklarından çıkan
“Gitme.” sözüne cevap bulamasa
dahi onu saklıyordu, saklamıştı
bir anda. Hiç kimsenin bulamaya-
cağı bir yere. Karanlığın ortasında yanan bir mum
gibi… Kadın ardında tüm yaşanmışlığı bırakarak git-
mişti. Sevinçleri, acılarıyla birlikte her şeyi tek başına
sahiplenen adam ağlamaya devam ederken halâ sa-
yıklıyordu; “Ama halâ buradasın.”
İkisinin arasında geçen konuşma o kadar şiddetli
olacaktı ki, adamın yüzündeki tebessüm içinde ya-
şanmışlıkları barındıran acı gözyaşlarına dönüşmüş-
tü. Kadın gitmişti her şeyi hiçe sayarak. Aralarında
“son defa” geçen konuşma da cümlenin sonuna ko-
nulan üç nokta kadar anlamsızdı artık ve adam hala
sayıklıyordu; “Ama halâ buradasın.”
Mustafa Yakışan
‘Gidiyordu kadın, sahiplenemiyordu bedenini artık.
Uzaklaşan hem bedeni, hem benliğiydi. Yalnız hisse-
diyor, yalnızlığını sahipleniyordu sadece. Çarpışan iki
yüz, birleşen iki beden, bunca zaman saklanan ger-
çeklerin bir anda açığa çıkması… Önce yaşananlar,
ufukta taka gibi görünen bir geminin yaklaştığında
göz alıcı bir vapur olması gibi şaşırtıcı, imrenilesiydi.
Zaman geçtikçe batmaya yüz tuttu ancak Titanic,
uzaklaşmaya başladı gözden. Suyun altında sakladığı
gizemi vardı. Her şey değişmişti, 1 gece de belki de
bir saatte. Aşk, şehvet, tutku, bağlılık, nefret… Birbi-
rine geçirilmiş halkalar gibiydi, ancak aşk bırakmıştı
hepsini. Salınıveriyordu kadın saçlarını savurarak,
kendi yalnızlığında kaybolarak ilerliyordu. Gerçek
görünürdü, ağızdan çıkmasa da sözler, gözler ser-
mişti ortaya gerçeği. Anlamıyordu kadın, anlamak
istemiyordu adamı. Savaşırcasına uzaklaştırıyordu
gerçeği. Söylenmeyen sözler incitmemeliydi, bilin-
miyordu nasıl olsa – daha-. Kalp atışlarında çaresizlik
tik takları, yalnız uyuduğu yatağında anlatıyordu
ona. ‘Başkası var artık senin yerine, başka bir beden.
Sen kaldın bir tek bu odada; kendi sıcaklığınla, yal-
nızlığınla iç içe.’ Yatağından kalkıyordu kadın, üç şa-
fak önceden kalma iki kadeh bardağa bakıyordu.
Dibinde tortusu çökmüş şarap, düşecek gibi duran
tabaklar ve kokmaya yüz tutmuş birkaç meze.’
3 gece önce olmuştu her şey. Geçen gece kendini
sokak ortasında bulmuştu, elinde sönmüş sigarasıyla
bankta otururken. Hatırladıklarının koca bir yalan,
hatta ona yapılan büyük bir şaka olduğunu varsay-
mıştı. Koşarak eve gelmişti kadın. Elindeki izmariti
bir tarafa savurup atmış ve yatak odalarına koştur-
muştu. Gitmişti adam, bomboştu oda. Uzandı yata-
ğına kadın, onu düşünmeye başladı. – Uzun boylu
biriydi adam. Elmacık kemikleri çıkıktı, hafif kalkık ve
kemerli bir burnu vardı. Kambur duruyordu, kadın
hiç sevmezdi bu duruşunu. Uzun bacakları kaslıydı
ve onu olağandan daha uzun gösteriyordu. Son za-
manlarda içtiği biralar yüzünden çıkan göbeği onun
yaşını belli ediyordu. Hep traşlı suratı yakışıklıydı.
Sert bir karakteri yoktu aslında adamın, ama dış gö-
Beyza Coşkuntürk
rünüşü yanıltıyordu.
O yüzden kadın onu
ilk gördüğünde,
‘Asla olmaz, böyle
biriyle yaşanmaz.’
demişti belki de.
Ama sonra aşık ol-
muşlardı işte, bir
anda; sanki hiç kop-
mayacakmış gibi. 5
sene olmuştu, dolu
dolu geçen 5 sene…
Gizemlerle dolu ol-
duğu 3 gece önce
anlaşılmıştı ama
işte. Bir anda dökül-
müştü her şey orta-
ya, adamın telefo-
nuna gelen kısa bir
mesajla. Adamın bir sevgilisi vardı, her seyahatinde
kapısını çaldığı işiydi o kadın. O kadar güvenmişti ki
ama adama, her şeyine, herkese rağmen. Sevmişti
onu. Kadının sevgisi kadar masum değildi ama
adam, yetmemişti ona tek bir kadın. Kadehler to-
kuşturulmuştu o gece, yavaşça dağılıyordu ikisi de.
Ama kadın mutfağa giderken açmıştı telefonu, ‘
Gel artık aşkım. Özledim.’ diyordu kadın, özledim
diyordu. Kadın sakindi yine de, adamın yanına gi-
derken de; adam onun yüzüne bakarak yalan söy-
lerken de. Ama anlamıştı kadın ve ‘Git’ demişti,
git... Adam ne olduğunu anlamamıştı önce, sonra
dökülmüştü sözler ağzından. Adam küfürler savur-
muş, kapıyı çarpıp gitmişti. Kadın öyle yalnız kal-
mıştı işte, gitmişti…
-Gitmesini istememişti aslında kadın, hiç isteme-
mişti. Kendine bakıyordu kadın, haline. Üzerine 3
gece önceden sinmiş ter kokusu, onun aitliğini his-
settiriyordu ona. Kokuyu duyamazsa, her şeyin
gittiğini anlayacak çıplak kalacaktı bedeni. Oysa
zaman geçmişti artık, saatler ilerlemiş; defalarca
ötmüştü guguklu saat. Adam gitmişti artık, ufukta
ona dair anılardan başka bir siluet bırakmamıştı.
Çalışma odasına yöneldi kadın, masadan aldığı bı-
çağı önce elbisesine götürdü. Adamın hediyesi,
şifon bir elbiseydi üzerindeki; onu kesti önce, son-
ra aynanın karşısına geçti. Yavaşça baktı, 3 gecede
solan yüzüne… Permalı saçlarına götürdü elini,
sonra saçlarını kesti. Makası şifonyerin üstüne bı-
raktı… Banyoya geldiğinde bütün kıyafetlerini çı-
karmıştı üzerinden. Suyu küvete doldurdu kadın,
bıraktı kendini suyu içine, kapadı gözlerini… Uyu-
yordu kadın, artık; ıslaktı ve ölüyordu.