ENERJĐ GÜVENLĐĞĐ’NĐN EKONOMĐ POLĐTĐĞĐ VE … · security threats and international...
Transcript of ENERJĐ GÜVENLĐĞĐ’NĐN EKONOMĐ POLĐTĐĞĐ VE … · security threats and international...
Bu metin 23 – 24 Eylül 2014 tarihlerinde Kocaeli Üniversitesinde düzenlenen
“Uluslararası Enerji ve Güvenlik Kongresi” başlıklı konferansta sunulan tebliğdir.
This paper was presented in International Energy and Security Congress that
took place at Kocaeli University, Turkey on September 23‐24, 2014.
528
ENERJĐ GÜVENLĐĞĐ’NĐN EKONOMĐ POLĐTĐĞĐ VE ULUSLARARASI
ÇATIŞMALARA ETKĐSĐ
Mesut ŞÖHRET∗∗∗∗
Özet
Küreselleşmeyle birlikte güvenlik konusunun çok boyutlu bir hale geldiği ve sadece
ulusal güvenlikle sınırlandırılamayacağı ortaya çıkmıştır. Bu nedenle enerji güvenliği, temel
ve yeni güvenlik tehditleri kapsamında düşünüldüğünde, dış politikanın farklı yönleriyle olan
ilişkisi nedeniyle ayrı bir önem kazanmıştır. Buna göre yeni güvenlik tehditlerinin hem
uluslararası ilişkilere hem de küreselleşme sürecinde sosyal ve siyasi hareketlere etkisini
incelerken, dış politika analizinde enerji güvenliğini ele almamız gerekir. Zira günümüzde
enerji piyasalarını yönlendiren politikaların üst düzeyde siyasi olduğunu ve modern
ekonomilerin organizasyonunun merkezinde yer alan unsurlardan biri olduğu görülmektedir.
Çünkü sadece ekonomik veya teknolojik etkenler değil, siyasi güçler de petrol, doğal gaz ve
elektrik piyasasındaki sonuçları belirleme eğilimindedir. Ayrıca enerji kaynakları ve enerji
güvenliği sosyal, kültürel, politik, ekonomik ve askeri gibi tüm güvenlik konularıyla yakından
ilişkilidir. Enerji güvenliğinin ekonomi politik boyutunu ve uluslararası çatışmalara etkisini
inceleyen bu çalışma genel itibariyle iki bölümde oluşmaktadır. Đlk bölümde enerji
güvenliğinin Realist, Liberal, Đnşacı ve Eleştirel kuramlardaki yerini inceleyerek ekonomik ve
politik açıdan değerlendirmektedir. Đkinci bölümde ise enerji kaynaklarının geçmişte ve
günümüzde yaşanan çatışmalara etkisi analiz edilerek enerji güvenliğinin önemi ortaya
konulmaya çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Enerji Güvenliği, Ekonomi Politik Yaklaşımlar, Fosil Yakıtlar,
Uluslararası Çatışmalar
Absract
With the globalization, the issue of security has become a multi-dimensional and can
not be limited only to national security. Therefore, energy security has gained a special
importance when the considering scope of basic and new security threats, because of the
relationship with the different aspects of foreign policy. Accordingly, we need to address new
security threats and international relations in the globalization process as well as the impact of
∗ Gaziosmanpaşa Üniversitesi Öğretim Görevlisi, Kocaeli Üniversitesi Uluslararası Đlişkiler Bölümü Doktora Adayı E-mail: [email protected]
529
social and political movements, reviewing energy security, foreign policy analysis.
Nowadays, energy market policies seem to be one of the factors situated in the center that
direct high-level political organization of the modern economy. Because not only economic
and technological factors but also political forces in oil, natural gas and electricity markets
tend to determine the results. In addition, sources of energy and energy security are closely
related with all social, cultural, political, economic and military security issues etc. this study
aims to examine economic and political dimensions of energy security to international
conflicts in general terms and consisting to two parts. In the first part, the place of energy
security is being examined in the Realist, Liberal, Constructivist and Critical theory and also
assessing the economic and political terms. In the second part, the importance of energy
resources has tried to put forward by analyzing affects on the past and today’s conflicts.
Keywords: Energy Security, Political Economy Approaches, Fossil Fuels, International
Conflict
Giriş
Günümüzde enerji güvenliği siyasi, ekonomik, askeri ve sosyal boyutları olan oldukça
geniş bir kavrama karşılık gelmektedir. Soğuk Savaş sonrası dönemde ortaya çıkan yeni
güvenlik tehditleri bağlamında enerji güvenliği, uluslararası ilişkilerdeki dönüşüme paralel,
enerji pazarında gelişen yeni yapısal değişiklikler doğrultusunda devletlerin ve uluslararası
örgütlerin dış politika stratejileri içinde önemli bir yer tutmaktadır. Son yıllardaki çeşitli
gelişmeler Örneğin Avrupa’nın ithal petrol ve gaza olan bağımlılığının giderek artması, Çin
ve Hindistan gibi yükselen ekonomilerin giderek artan enerji ihtiyaçları, en somut
uygulamasını Rusya’nın enerji politikalarında anlam bulan kaynak milliyetçiliği, kritik enerji
altyapılarını hedef alan enerji terörizmi, özellikle tankerin geçiş yaptığı dar suyollarındaki
korsanlık faaliyetleri, fosil yakıtların bu yüzyılın ortasından itibaren tükeneceği veya
üretimlerinin zirve noktasına yönündeki beklentiler; iklim değişikliği konusundaki kaygılar
enerji güvenliğinin uluslararası güvenlik tartışmalarında önemli bir konu haline gelmesine
sebep olmuştur.1
Bu gelişmelerin temelinde Michael Klare’in tabiriyle “yeni enerji jeopolitiğinde” veya
yeni enerji düzeninde olduğumuz gerçeği yatmaktadır. Klare’e göre bu yeni dönemde,
devletleri iki kategoriye ayırmak mümkündür: enerji fazlası ve enerji açığı olanlar. Eski
düzende bir devletin küresel hiyerarşideki sıralaması nükleer savaş başlığı sayısı, deniz gücü 1 Emre Đşeri ve A. Oğuz Dilek, “Yeni Enerji Jeopolitiğinde NATO’nun Enerji Güvenliğinde Tamamlayıcı Rolü ve Türkiye’nin Potansiyel Katkıları”, Akademik Bakış Dergisi, Cilt 5, Sayı 10, 2012, s. 231
530
veya askeri personel sayısıyla belirlenmekteydi. Yeni düzende ise devletler arası güç
hiyerarşisinin tayininde sahip olunan petrol/doğal gaz rezerv miktarı ve/veya enerji
kaynaklarını satın alma (veya edinme) kabiliyeti gibi unsurlar gittikçe önem kazanmaktadır.2
Uluslararası ilişkilerde zenginlik ve güç devletler aracılığıyla yürütülen eylemlerle
birbirine bağlanmış konulardır. Dünya siyasetinde belirsizlik yaygındır, anlaşmaya varmak
güçtür ve hiçbir güvenlik önlemi ekonomik ilişkilerden doğacak askeri ve güvenlik
sorunlarını önleyemez. Ayrıca, karın (profit) dağılımı konusundaki anlaşmazlıklar aktörler
arasındaki ilişkilerin önüne geçebilir.3 Bu anlamda Uluslararası Ekonomi Politik, politikanın
merkezindeki ‘‘güç’’ ile ekonominin merkezindeki ‘‘refah’’ konularının kesişimi olarak
görülebilir. Ekonomik alanda bir aktör diğerine üstünlük kurduğunda bu ekonomik güç
siyasallaşır. Siyasallaşan bu güç diğer aktörlerin siyasi ve ekonomik politikalarını kendi
çıkarlarına uygun şekilde değiştirmeye çalışır. Dolayısıyla modern ekonominin politik
olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü tıpkı devletler gibi şirketler ve diğer
organizasyonlar aktörler üzerinde kontrol kurma amacındadır. Bu noktada hükümet ve piyasa
ekonomisi arasındaki ilişkinin uluslararası boyutu Uluslararası Ekonomi Politik’in merkezini
oluşturmaktadır.4 Bu kapsamda düşünüldüğünde enerji güvenliği konusunun da ekonomik
olduğu kadar politik bir konu olduğu açıktır.
Küreselleşmeyle birlikte güvenlik konusunun çok boyutlu bir hale geldiği ve sadece
ulusal güvenlikle sınırlandırılamayacağı, en genel tanımıyla güvenliğin “beşeri güvenlik”
kavramıyla ifade edildiği üzere insanların hayatındaki her alanla ilgili hale geldiği
görülmektedir.5 Enerji güvenliği, temel ve yeni güvenlik tehditleri kapsamında
düşünüldüğünde, dış politikanın farklı yönleriyle olan ilişkisi nedeniyle ayrı bir önem
kazanmaktadır. Örneğin, insan, çevre ve güvenlik ilişkisinde nüfus artışı, hızlı kentleşme ve
iklim değişikliği sonucu ortaya çıkan tarımsal alan ve su sıkıntısı, enerji güvenliğinde doğal
kaynakların önemini gündeme taşır. Bir başka örnek ekonomik yapılar ve insani güvenlik
ilişkisine baktığımızda, küreselleşme sürecinde kırılgan ekonomik büyüme ve gelişmekte olan
ülkeler ile özellikle Ortadoğu bölgesinde artan genç nüfus oranı doğrultusunda karşılaşılan
işsizlik ve yoksulluk sorunları, ekonomik büyüme ve insani kalkınmanın sürdürülebilirliği
için enerji güvenliğinin önemini vurgular. Dolayısıyla, yeni güvenlik tehditlerinin hem 2 Michael Klare, Rising Powers, Shrinking Planet: The New Geopolitics of Energy, New York, Metropolitan Books 2008, s. 14–31 3 Robert O. Keohane, After Hegemony: Cooperation and Discord In The World Political Economy, New Jersey, Princeton University Press, 1984, s.18-25 4 Roy Smith, Imad El-Anis, and Christopher Farrands, International Political Economy In The 21st Century: Contemporary Issues and Analyses, Essex, Pearson Education Limited, 2011, s.1–4 5 Davut Ateş, “Küresel Ekonomik Kriz, Devlet ve Dış Politika”, Uluslararası Đnsan Bilimleri Dergisi, Cilt 7, Sayı 1, 2010, s.929
531
uluslararası ilişkilere hem de küreselleşme sürecinde sosyal ve siyasi hareketlere etkisini
incelerken, dış politika analizinde enerji güvenliğini ele almamız gerekir.6
1. Enerji Güvenliği’nin Teorik Yaklaşımlarda Yeri Ekonomi Politik Boyutu
Enerji piyasalarını yönlendiren politikaların üst düzeyde siyasi olduğunu ve modern
ekonomilerin organizasyonunun merkezinde yer alan unsurlardan biri olduğu ifade edilebilir.
Çünkü sadece ekonomik veya teknolojik etkenler değil, siyasi güçler de petrol, doğal gaz ve
elektrik piyasasındaki sonuçları belirleme eğilimindedir.7 Enerji kaynakları ve enerji
güvenliği sosyal, kültürel, politik, ekonomik ve askeri gibi tüm güvenlik konularıyla yakından
ilişkilidir. Enerji güvenliğinin artan önemini anlamamız için dünya enerji pazarındaki
gelişmeleri, devamlılıklar ve yapısal değişiklikler olarak iki ana grupta tanımlayabiliriz.
Ancak bu iki ana grubun özelliklerine geçmeden önce enerji güvenliğinin tanımını yapmamız
gerekir. Enerji güvenliği, bu çalışmada, “öngörülebilen bir gelecek için ülkelerin, sanayilerin
ve tüketicilerin ihtiyacı olan enerji kaynaklarına makul fiyatlarla ve kesintide en az riskle
ulaşılabilirliğin devam etmesi durumu ve bu durumu sağlama yönünde yapılan politikalar”
olarak tanımlanmıştır.8
Bu çerçevede dünya enerji pazarındaki devamlılıkların en önemlisi, enerjide arz
çeşitliliğini arttırmaya olan ihtiyaçtır. Nitekim bu olgu, karşılıklı bağımlılık, enerjide
asimetrik güç dağılımı ve jeopolitik gibi farklı kavramlarla hem kuramsal önerilerde hem de
enerji güvenliğinin dış politikada algılanmasında ve amaç-araç ilişkisinin kurulmasında ele
alınmaktadır. Arz çeşitliliği ihtiyacı, kısa ve orta dönemde petrolün ana enerji kaynağı olarak
kalması nedeniyle önemlidir.
6 Pınar Đpek, “Enerji Güvenliğinin Ekonomi Politiği ve Türk Dış Politikası” Ertan Efegil ve Rıdvan Kalayci (der.) Dış Politika Teorileri Bağlamında Türk Diş Politikasının Analizi Cilt I,Ankara, Nobel Yayıncılık, 2012, s.225, ss. 225–249. 7 Davut Ateş ve Gülizar Samur Gökmen, “Bir Akademik Disiplin Olarak Uluslararası Politik Ekonominin Sınırları”, Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 15, Say 1, 2013, s.63, ss.45–71 8 Pınar Đpek, a.g.e, s.226
532
Tablo 1: Yıllara Göre Dünya’nın Artan Enerji Đhtiyacı (1990 – 2035)9
Nitekim petrol ithalatına bağımlılığı azaltmak için çevre kirliliği tehdidine rağmen
kömüre talep, birçok ülkede yerel bir enerji kaynağı olması nedeniyle devam etmektedir. Öte
yandan Avrupa Birliği (AB) ülkeleri doğal gaz talebinin önemli bir oranını mevcut durumda
sadece üç ülkeden (Rusya, Cezayir, Norveç) karşılamaktadır. Kısaca, arz çeşitliliğine olan
ihtiyaç, hem sanayileşmiş ülkeler, hem de kalkınmakta olan ülkeler tarafından artarak devam
etmektedir. Aşağıdaki grafikte görüldüğü gibi 2010 – 2035 döneminde neredeyse tüm enerji
kaynaklarına olan talepte artış görülürken göreceli olarak en yüksek artışın yenilenebilir enerji
ve doğal gazda olacağı görülmektedir.
Grafik 1: Enerji Kaynaklarına Göre Dünyadaki Öncelikli Enerji Talebi
9 World Energy Outlook 2012, s.43, http://www.iea.org/publications/freepublications/publication/WEO2012_free.pdf (Erişim 18 Eylül 2014)
533
Dünya enerji pazarındaki en önemli yapısal değişiklik, petrol arzında OECD ülkeleri
dışında yer alan ülkelerdeki devlet petrol şirketlerinin hem üretim hem de rezervler
bakımından üstünlüğü sağlamasıdır Dünyanın en büyük petrol şirketlerinden 27 tanesi devlet
şirketiyken, bu şirketler 2035 yılına doğru artan bir eğilimle dünya üretiminin % 66’sını
karşılayacaklardır. Ayrıca, petrol sektöründe üretim artışını, sadece bu şirketler
yapabilecektir. Böylece, OPEC dışı petrol üreten bölgelerde kaynakların hızla azalmaya
devam etmesi, bir yandan yeni alternatif enerji kaynakları devreye girene kadar petrole orta
dönemde olan bağımlılığı, diğer yandan Ortadoğu bölgesinin jeopolitik önemini
vurgulamaktadır.
Bu bağlamda Ortadoğu’nun jeopolitiği ve devlet şirketlerinin artan payı, enerji
güvenliğinin dış politika sürecinde analizi için karşılıklı bağımlılık olarak tanımlanan liberal
yaklaşıma ve liberal piyasa ekonomisinin öngörülerine karşı, hem “doğal kaynak
milliyetçiliği” (resource nationalism) olarak adlandırılan realist yaklaşımı, hem de yeni
güvenlik tehditleri kapsamında inşacı ve eleştirel yaklaşımları gerektirmektedir.10Buna göre
Kaynak milliyetçiliği esas itibariyle Kaynağa sahip devletin giderek ulusal enerji sektöründe
daha fazla otoriteye sahip olması ve enerji politikalarını devletçi bir bakış açısıyla
sürdürmesini ifade etmektedir. Bu konuda özellikle Rusya başta olmak üzere Đran, Çin ve
Venezuella gibi devletler son yıllarda milli çıkarları doğrultusunda enerji oyununun
kurallarını değiştirmekte ve enerji kaynaklarını bir manivela gibi dış politika hedeflerini
gerçekleştirmekte kullanmaktadır. “Örneğin Rusya, 2000’li yılların başından itibaren bir
“enerji süper gücü” biçiminde (yeniden) ortaya çıkarak, bu türden politikaların en ‘bariz’
örneklerini enerji fakiri Doğu Avrupa ülkeleri üzerinde tatbik etmiştir. Moskova lehine oluşan
bu asimetrik güç dengesi NATO’nun özellikle de Rus enerji kaynaklarına yüksek oranda
bağımlı üyelerini endişeye sevk etmektedir.”11
10 Pınar Đpek, a.g.e, s.227 – 228 11 Marshall I. Goldman, Petrostate: Putin, Power, and the New Russia, Oxford, Oxford University Press, 2010, s.12
534
Harita 1: Petrolün Dünyadaki Önemli Ticari Akış Hareketleri12
Tablo 2: 2013 Yılı Đtibariyle Bazı Bölge ve Ülkelerin Petrol Ticaret Miktarları13
Bir başka önemli değişim, enerji arz ve talep merkezlerindeki kaymadır. Rusya ve
Orta Asya ülkeleri, OPEC dışı yeni enerji arz bölgesi, Çin ve Hindistan ise enerji talebi en
hızlı artan bölge olarak ortaya çıkmışlardır. Yeni enerji arz ve talep bölgelerinin yanında
bölgeler arası enerji taşımacılığıyla önem kazanan transit ülkeler, boru hatları ve kritik
boğazlar, sadece enerji geçiş güvenliğini değil, küresel, bölgesel ve yerel düzeyde güvenlik
12 BP Statistical Review of World Energy 2014, s.19, http://www.bp.com/content/dam/bp/pdf/Energy-economics/statistical-review-2014/BP-statistical-review-of-world-energy-2014-full-report.pdf (Erişim 18 Eylül 2014) 13 BP Statistical Review of World Energy 2014, s.19,
535
yaklaşımının önemini arttırmıştır. Zira Dünya petrol taşımacılığının 2/3’ü tankerlerle
yapılmaktadır.14
Harita 2: Dünyadaki Önemli Dar Suyolları (choke points) Üzerinde Gerçekleştirilen Petrol ve
Doğalgaz Ticareti (2010- 2035)15
Yeni enerji jeopolitiğinde özellikle tüketici kanadında kaynak milliyetçiliği dışında
giderek artan ikinci kaygı ise kritik enerji altyapılarını (boru hatları, petrol ve LNG tankerleri,
enerji terminalleri, enerji santralleri, demir yolları, vs.) hedef alan “enerji terörizmi”
olgusudur. Rakamlar da enerji altyapılarına yönelik ilgili tehdit unsurunun giderek daha
önemli bir risk faktörü olarak ortaya çıktığını doğruluyor. 2003 yılında terör saldırılarının
yaklaşık % 25’i enerji sektörünü hedef almışken, bu oran 2003–2007 arası dönemde %30-
35’lere sıçramıştır. Dünya genelinde petrolün %35’i, doğalgazın ise %75’i - giderek uzamakta
ve çoğu zaman istikrarsız bölgelerden geçmekte olan boru hatları tarafından taşınmaktadır.
Enerji tankerleri ise okyanuslar kat ederek gerek terör gerekse de kazaya yönelik çeşitli
güvenlik riskleri bulunan Hürmüz, Süveyş, Malaga ve Türk Boğazları gibi dar suyollarından
(choke points) geçerek bir kıtadan diğerine enerji nakletmektedirler.16
14 Tanker deniz trafiği için önemli boğazlar şunlardır: Hürmüz Boğazı (Umman / Đran), Bab-el Mandab (Yemen / Eritre, Kızıl Deniz- Aden Körfezi- Arap Denizi), Türk Boğazları, Süveyş Kanalı (Mısır, Kızıl Deniz- Akdeniz), Malacca (Malezya/Singapore, Hint Okyanusu- Güney Çin Denizi- Pasifik) ve Panama Kanalı (Panama, Pasifik Okyanusu- Karayip Denizi- Atlantik Okyanusu) 15 World Energy Outlook 2012, s.79 16 Emre Đşeri ve A. Oğuz Dilek, a.g.e., s.232
536
Harita 3: Doğalgazın Dünyadaki Önemli Ticari Akış Hareketleri17
Esas itibariyle enerji güvenliği açısından gerek denizlerde görülen korsanlık
faaliyetleri ve karada bulunan mevcut enerji altyapıları terör örgütleri için son derece çekici
hedeflerdir. Bir boru hattının sadece belli bir kısmına yapılacak başarılı bir sabotaj eylemi,
enerji üstyapıları karşılıklı bağımlı şebekeler olduklarından, enerji akışını tamamen kesebilir,
enerjiye bağımlı bütün sanayi branşları otomatik olarak zarar görür, dahası bu ülkeye
yapılacak yabancı yatırımlar gecikebilir veya toptan iptal edilebilir.18 Bu durum kuşkusuz
enerji güvenliğinin ekonomik ve politik açıdan ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır.
1.1 Realist Kuram Açısından Enerji Güvenliği
Realist kurama göre karşılıklı bağımlılık eşitlik getirmez; aslında bağımlılık demektir
ve bağımlı taraf, özellikle üstün olan tarafın tercihlerine göre zaaf gösterebilir. Örneğin, petrol
ithalatına bağımlı bir ülke, petrol ihraç eden ülkelerin petrol ambargosuna veya fiyat artışına
karşı kırılgan bir durumdadır. Dolayısıyla, petrol ya da doğal gaz ithalatına bağımlı ülkelerle
bu enerji kaynaklarını ihraç eden ülkeler arasında asimetrik bir bağımlılık mevcuttur. Hatta
güç dengesini de bir çeşit karşılıklı bağımlılık olarak düşünen bazı eklektik realistler, enerji
piyasasındaki çokuluslu petrol şirketleri ve devlet petrol şirketlerini bu asimetrik bağımlılık
kapsamına alırlar.19 Diğer taraftan petrol ve doğalgaz ihraç eden devletler açısından ise söz
konusu ürünlerin pazarlanması ve satışı konusunda ithalatçı devletler açısından bir sorun
17 BP Statistical Review of World Energy 2014, s.29 18 Gal Luft ve Anne Corin, Energy Security Challenges for the 21th Century, California, Praeger 2009, s. 147, 159 19 Pınar Đpek, a.g.e, s.229
537
bulunmaktadır. Örneğin politik ve ekonomik sebeplerle ithalatçı devletlerin bu ürünleri başka
petrol ihraç eden devletlerden temini durumunda zarara uğrayabilmektedir. Bu konuda
verilebilecek en güncel örnek ABD ve AB ülkelerinin nükleer enerji konusundaki
çalışmalarından dolayı Đran’a uyguladıkları petrol ve doğalgaz ambargosu gösterilebilir. Bu
bağlamda enerji güvenliği, gerek ithalatçı gerekse ihracatçı devletler için ekonomik açıdan
değil, siyasi açıdan ele alınmalıdır ve ulusal güvenliğin temel unsurlarındandır.
Enerji güvenliği, realist yaklaşıma göre uluslararası sistemde devletler temel aktörler
olarak kabul edildiklerinden ve diğer aktörlerin etkileri olmadığından veya sınırlı olduğundan
devletler tarafından sağlanır. Bir başka deyişle Petrol Đhraç Eden Ülkeler (OPEC) gibi uluslar
arası örgütlerin etkileri kabul edilmemektedir. Ancak 1973’te yaşanan petrol krizinde de
görüldüğü gibi OPEC gibi uluslar arası örgütlerinde uluslar arası sisteme etkileri
olabilmektedir. Zira 1973 petrol krizinde dünya petrol ticaretinin sekteye uğraması, petrol
sektöründe güç dengesinin değişmesine neden olmuştur. Esas itibariyle ABD 1971’den sonra
en büyük petrol üreticisi konumunu yitirmiş ve petrol üretiminde üstünlük Suudi Arabistan ve
genel olarak OPEC ülkelerine geçmiştir. Bir başka deyişle 1960’ta kurulan OPEC’in petrol
ambargosunu 1973’te uygulayabilmesi, petrol sektöründe değişen güç dengesini ifade
etmektedir.
Enerji güvenliği bağlamında dış politika davranışlarını açıklamada kullanılan bir başka
kavram, “doğal kaynak milliyetçiliğidir”. Buna göre enerji güvenliği, söz konusu devletin
uluslararası sistemdeki yerine ve enerji arz ya da talep düzeyine göre hem amaç hem de araç
olabilir. Örneğin, enerji kaynaklarına sahip veya kaynaklardan yoksun olma durumu,
devletlerin uluslararası sistemde kontrolünü ya da gücünü arttırma amacı olabilir.
“Petrol/doğal kaynak çatışmaları” olarak da nitelenen uluslararası sistemde kontrolünü veya
gücünü arttırma amacıyla enerji kaynaklarına sahip ülkeler üzerinde kontrol sağlama ya da
askeri harekâtta bulunma, son yıllarda dış politika tartışmalarında ivme kazanmıştır.20
Örneğin Çin devlet enerji şirketinin (China Shenhua Energy Company) Ortadoğu dâhil Afrika
ve Latin Amerika gibi geniş bir coğrafyada enerji ve diğer ham madde kaynakları için
yatırımlar yapması göz önüne alındığında doğal kaynak milliyetçiliği ve Ortadoğu bölgesinin
jeopolitiği dış politika analizinde önemli değişkenler olabilirler.
Benzer şekilde enerji güvenliği, üretici ülkeler tarafından, çıkarlarını enerji ithal eden
ülkelere kabul ettirmede pazarlık aracı ya da tehdit aracı olabilir. Örneğin, Türkiye’nin Đran’a
doğalgaz olarak bağımlılığı bazı durumlarda Türkiye açısından tehdit olurken bazı
20 Pınar Đpek, a.g.e, s.230
538
durumlarda da kazanım olabilmektedir. Zira Türkiye her iki devletle olan ticaretinde zaman
zaman doğalgaz fiyatında indirim talep ederek daha ucuza gaz temin edebilmektedir.
Diğer taraftan petrol ve doğal gaz pazarının oligopolistik yapısından kaynaklanan
zorluklar, realist yaklaşımın devletler arasındaki asimetrik bağımlılık vurgusunu öne çıkarır.
Bu bağlamda dış politika sürecinin devlet merkezli olması öngörülür. Çünkü enerji pazarında
artan altyapı yatırım ihtiyacı karşısında özel sektörün ya da enerji ihracatı yapan ülkelerdeki
devlet petrol şirketlerinin fiyatları yüksek tutma amacıyla yatırım isteksizliği ve anarşik bir
uluslararası sistem nedeniyle, enerji güvenliğini sağlamada nihai sorumluluğun devletin
elinde olması gerektiği savunulur. Bu yaklaşıma parelel olarak Rusya Federasyonu’nun 2004
yılının başında izlediği enerji stratejisi çerçevesinde devletin merkezî rolünü ve monopol
konumunu sağlamlaştırıcı hamleler attığı söylenebilir. Zira bu sayede uluslararası arenadaki
güç dağılımında Rusya’nın yeniden “küresel aktör” pozisyonuna kavuşması için çaba
gösteren Putin’in kullandığı en önemli dış politika enstrümanlarının başında gelmiştir. 2000’li
yıllar boyunca devletin enerji sektöründeki “amir” konumunu önceleyen ve tahkim eden bu
strateji, Gazprom’un ülke ve dünya doğal gaz piyasasında devasa bir şirket haline gelmesine
yol açarken, şimdilerde de özellikle petrol üretimi ve ihracatı noktasında Rosneft’in rolünü ve
sektör üzerindeki hâkimiyetini perçinleyecek şekilde yeniden geliştiriliyor. Yeni dönemde
Rusya Federasyonu’nun üzerine önemli vazifeler yüklediği Rosneft, bu açıdan, Rusya’nın bir
“enerji süper gücüne” dönüşmesinin hayati sacayaklarından biri olacağa benziyor.21
Genel olarak bir değerlendirme yapıldığında Realist yaklaşımın savunduğu
argümanların enerji güvenliği kapsamında birçok sorunu ve olayı açıklamada yetersiz kaldığı
görülmektedir. Örneğin Realist yaklaşım şu soruları cevaplamada yetersiz kalmaktadır.22
� Küreselleşme sürecinde gücün ve zenginliğin yaratılması bağlamında enerji
güvenliğinde devlet dışı aktörlerin, özellikle çok uluslu enerji şirketlerinin (7 Sisters)
teknoloji üretmede devam eden üstünlüğü ile uluslararası sistemde hegemonik bir
istikrarın olmamasının dış politikada önemi nedir?
� Enerji talebinde orta dönemde petrole olan bağımlılık göz önüne alındığında, özellikle
Ortadoğu’da devam eden daha fazla demokrasi ve refah için yapılan yerel
mücadelelerin ya da iç çatışmaların enerji güvenliğine etkisi dış politikada nasıl ele
alınmalıdır?
21 Kerim Has, “Rus Enerji Sektöründe Parlayan Yıldız: Rosneft”, 17 Temmuz 2013, http://www.usakanalist.com/detail.php?id=646 (Erişim 18 Eylül 2014) 22 Pınar Đpek, a.g.e, s.231
539
� Enerji ithalatı yüksek sanayileşmiş ülkelerin, benzer asimetrik bağımlılıklarına
rağmen, enerji ihraç eden ülkelere yönelik dış politikalarında tehdit algılamaları neden
farklıdır?
� Hem enerji tüketen hem de enerji üreten ülkelerde enerji güvenliği, dış politikada
hangi şartlar altında amaç ve/veya araç olmaktadır?
Devletlerin ulusal çıkarları doğrultusunda davranmaları en iyi belki de “uluslararası
ilişkilerde kalıcı düşmanlıklar ve dostluklar yoktur çıkarlar vardır” sözüyle açıklanabilir.
Anarşik ortamda güvenlik en önemli sorun ve güvenliğin sağlanması sahip olunan güçle
doğru orantılı olduğundan ulusal çıkar güçle özdeşleştirilmiştir. Buradaki güç elbette birçok
değişkene sahip olsa da, gücün en önemli göstergesi diğer aktörlere emir verebilme kabiliyeti
ve bu emirlerin yerine getirilmesini sağlatabilmektir. Güç kavramı uluslararası ilişkilerin
analizinde merkezi bir konuma sahiptir ve uluslararası politika güç mücadelesi biçiminde
kavramlaştırılır. Buradaki güç elbette birçok değişkene sahip olsa da, gücün en önemli
göstergesi başkalarına emir verebilme kabiliyeti ve emirlerin yerine getirilmesidir. Örneğin
günümüzde Đran’ın nükleer programını sonlandırılmasına yönelik olarak başta ABD olmak
üzere diğer uluslararası toplumun aktörlerine karşı direnebilmesi nükleer programından
vazgeçmemesi güç ile ilgili bir durumu ifade eder.23
1.2 Liberal Kuram Açısından Enerji Güvenliği
Liberalizmin temel ilkeleri olarak; sınırlı minimal devlet, serbest girişim, bireycilik,
insan hakları, hukuka bağlı devlet, özgürlük, işbirliği gibi kavramlar sıralanabilir. Bu
kavramlardan devlet ve devletlerarası ilişkiler incelendiğinde bu yaklaşımın Realist
yaklaşımın tam tersi olduğu görülecektir. Buna göre;
1) Liberalizmin en önemli ilkelerinden biri sınırlı devlettir. Bu bağlamda, devletin
sınırlanması gerekmektedir. Çünkü devlet sınırlandırılmazsa bireye müdahale
edecektir ve birey arka plana itilecektir. Bu nedenle devlet hareket ederken toplumun
rızasını almak zorundadır ve anayasa ile sınırlandırılmalıdır. “Locke’a göre toplum
sözleşmesi ile kurulan devlet herkesin özgürlüğünü ve mallarını daha iyi korumak
amacıyla kurulur.”24 Bu bağlamda devletin amacı topluma en iyi şekilde hizmet
etmektir ve bireyin özgürlüğünü ve çıkarını korumaktır.
2) Uluslararası ilişkiler açısından liberalizmin temel varsayımları ve ilkelerine bakacak
olursak, öncelikle liberalizm “devletleri uluslararası ilişkilerdeki en önemli aktörler ve
23 Mesut Şöhret, “Realizm Çerçevesinde Avrupa Birliği’nin Bütünleşmesi” Đnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, Cilt 1, Sayı 4, 2012, s.302, ss. 288 – 330 24 Halis Çetin, “Liberalizmin Temel Đlkeleri”, Cumhuriyet Üniversitesi Đktisadi ve Đdari Bilimler Dergisi, Cilt 2, Sayı 1, 2001, s. 229, ss.217 – 235
540
incelenmesi gereken tek analiz birimi olarak görmemektedir.”25 Liberalizme göre
uluslararası sistem devlet, birey, baskı grupları, uluslararası örgütler gibi birçok
aktörden oluşmaktadır. “Bu aktörler rasyoneldir ve devletlerin tercihlerini ve
davranışlarını etkileyerek kendi çıkarlarını maksimize etmeye çalışırlar.”26
3) Liberalizme göre, uluslararası ilişkiler sadece güç ilişkileri açısından ele
alınmamalıdır. Uluslararası sistem, “karşılıklılık ve işbirliğine bağlı olarak
uluslararası normlar, örgütler ve hatta uluslararası hukuk tarafından” değiştirilebilir.
Bununla birlikte liberalizme göre, “devletler belli ve sabit bir dış politika tercihine
sahip değilirler.” Devletlerin davranışları bazı iç aktörler tarafından belirlenir. Son
olarak ise liberaller “uluslararası ilişkilerde askeri gücün kullanılmasının maliyetinin
giderek arttığını ve devletler için en son başvurulacak bir araç olduğunu
savunmaktadırlar.”27
Liberalizmde karşılıklı bağımlılık, basit anlamda uluslararası ilişkilerde ve uluslararası
ekonomi politiğinde devletler ve devlet dışı aktörler arasındaki karşılıklı etkileşimler olarak
tanımlanır. Bu etkileşimler, genelde malların, paranın, insanların ve bilginin ülkeler arasında
değişiminden kaynaklanır. Fakat ülkeler arası değişimler, karşılıklı bağımlılıkla birebir aynı
değildir. Karşılıklı bağımlılıktan söz edebilmek için, iki veya ikiden fazla taraf arasındaki
etkileşimden kaynaklanan maliyetler ve faydaları göz önüne almamız gerekir. Bir başka
deyişle karşılıklı bağımlılık, taraflar arası eşit bağımlılık demek değildir. Örneğin, petrol ihraç
eden ülkeler ve çok uluslu enerji şirketleri beraberce yüksek petrol fiyatlarından fayda
sağlarlar; ama ortaya çıkan kârın nasıl paylaşılacağı konusunda anlaşamayabilirler. Bir başka
deyişle artan faydaya rağmen, hangi tarafın ne kadar kazanacağı konusunda anlaşmazlık
olabilir.28
Karmaşık karşılıklı bağımlılığın (complex interdependence) temel özelliklerini enerji
güvenliği açısından ele aldığımızda şu 3 noktanın öne çıktığını söylemek mümkündür.
1) Enerji güvenliğine etki eden birçok unsurun olması: Yani enerji güvenliği
noktasında sadece devletler tek başlarına belirleyici değillerdir. Zira bu yaklaşım
uluslararası ilişkileri birim düzeyinde analiz etmektedir. Bunun nedeni yaklaşımın,
25 Gökhan Koçer vd., Uluslararası Đlişkiler: Giriş, Kavram ve Teoriler, Ed. Haydar Çakmak, Ankara, Platin Basın Yayın Dağıtım, 2007, s. 159 26 Gökhan Koçer vd., a.g.e, 159 27 Gökhan Akdoğan, “Liberalizm: Temel Đlkeleri ve Düşünürleri” 14 Kasım 2013, http://akademikperspektif.com/2013/11/14/liberalizm-temel-ilkeleri-ve-dusunurleri/ (Erişim 19 Eylül 2014) 28 Pınar Đpek, a.g.e, s.231 – 232
541
“birim düzeyindeki nedenlerin sistem düzeyindeki sonuçlarıyla ilgilenmektedirler.”29
Aynı zamanda neoliberalizme göre devletler rasyonel aktörlerdir. Ancak neoliberaller
“devletten başka aktörlerin de varlığını kabul etmektedirler.”Neoliberallere göre,
uluslararası ilişkilerde devletlerden başka birey, uluslararası örgütler, baskı grupları
gibi birçok aktör vardır. Ancak küreselleşme sürecine rağmen, enerji piyasasının
süregelen oligopolistik yapısı, enerji ihraç eden ülkelerde devlet şirketlerinin artan rolü
ve rejimlerin kısıtlı etkisi nedeniyle bu kanallarda bir daralma olduğu savunulabilir.
2) Sorunlar arasında hiyerarşik sıralamanın olmaması: Yani konuların yüksek
öncelikli ve düşük öncelikli olmaması ve ayrıca iç politika arasında bir ayrım
gözetilmemesi bunların birbiriyle yakın ilişki içinde oldukları söylenebilir. Đç
siyasetteki farklı sosyal grupların (sanayiciler, tüketiciler, çevreciler, özel enerji
firmaları, devlet enerji şirketleri ve hükümet, vb.) enerji ihraç/ithal eden ülkelere
yönelik farklı görüş ve çıkarlarının olduğunu, hatta enerji güvenliğinin bu bağlamda
sadece güvenlik boyutuyla değil, ekonomik ve çevre boyutlarıyla dış politikada diğer
ulusal güvenlik sorunlarıyla aynı düzeyde tutulduğunu düşünebiliriz. Bu durum enerji
güvenliğinin çok boyutlu olduğunu göstermektedir.
3) Askeri güç kullanımının en aza indirgenmesi: askeri gücün rolünün, özellikle
gelişmiş ülkeler arasında azaldığı vurgulanmaktadır. Fakat gelişmiş ve gelişmekte olan
ülkeler arasında da, temel güvenlik sorunları dışında kalan ekonomik ve siyasi
uyuşmazlıklarda askeri güç kullanımı ya da tehdidinin giderek azaldığı
belirtilmektedir. Genel olarak liberallere göre, liberal demokratik devletler arasında
işbirliği mümkündür. Bununla birlikte, “devletleri karşılıklı olarak işbirliğine razı
edecek çok sayıda faktör bulunmaktadır.”30Devletleri işbirliğine götüren nedenlerin
başında uluslararası örgütler, uluslararası hukuk, devletlerin rasyonel davranması
(devletlerin göreli kazançlar yerine mutlak kazançlar ile ilgilenmesi) gibi etkenler
vardır. Ancak Realistlere göre “Askeri yeteneğe sahip devletlerin anarşik ortamda
istedikleri siyasal sonuçları daha kolay elde ederek güvenliklerini sağlama konusunda
daha becerikli oldukları kabul edilir. Realizm dışındaki kuramlarda, dönüşen küresel
ilişkiler çerçevesinde artık bu ayırımın somut zemininin bulunmadığı ifade ediliyor
olsa da, iktisadi alandaki gelişmelerin hala devletlerin denetiminde yani devletler arası
29 Tayyar Arı, Uluslararası Đlişkiler Teorileri: Çatışma, Hegemonya, Đşbirliği, MKM Yayıncılık, Bursa, 2013, s. 305 30 Tayyar Arı, a.g.e. s.311
542
ikili veya çok taraflı anlaşma ya da örgütler yoluyla gelişiyor olması ve istendiğinde
müdahale edilebileceği teziyle realistler bu ayırımda hala ısrarcıdır.”31
Liberal Kuram’da Enerji güvenliği ve dış politika ilişkisinde çok taraflılığın önemini
vurgulayan en önemli örnek, 1973 petrol krizi öncesi ve sonrası petrol piyasasını düzenleyen
rejimdeki değişimdir. Liberal yaklaşımın parçası olan rejim kuramına göre petrol rejiminde
değişiklik, sadece OPEC ülkelerinin uyguladığı ambargo sonucu gerçekleşmemiştir. Bilakis
petrol rejimindeki değişim, çok uluslu petrol Şirketleri ile bunların hükümetleri, OPEC
ülkeleri ve Amerikan bağımsız petrol şirketlerinin farklı pazarlık gücü ve değişen pazarlık
dengesi doğrultusunda devlet ve devlet dışı aktörlerin dış politikaya ve uluslararası kurumlara
etkisiyle açıklanabilir.32
Enerji güvenliği dış politika ilişkisinde karşılıklı bağımlılık doğrultusunda, çatışma
olmasını ya da çatışma olasılığının kalkmasını analiz ederken önerilen ölçütlerin en zayıf
yönü, beklenen amacımızın değerinin farklı aktörlerce nasıl algılandığı ve dış politika
oluşumuna hangi aktörlerce aktarıldığıdır. Enerji güvenliği kapsamında dış politikayı
etkileyen devlet ve devlet dışı aktörlerin çıkarları ve stratejileri incelendiğinde, benzer fayda
ya da zarar hesabına rağmen farklı tercihlerde bulunmaları, liberal yaklaşımın öngörüleri
doğrultusunda açıklanamamaktadır. Bir başka deyişle farklı aktörler arasındaki stratejik
etkileşim, enerji ithalatında/ihracatında aynı tehdit/fırsat söz konusu olsa bile özgün yerel
kurumların etkisiyle beklenen rasyonel davranışlardan ayrı hem maddi hem düşünsel (fikirsel)
etkenlerle şekillenebilir.33 Örneğin Arap ülkelerinin büyük bir kısmı Đsrail devletini
tanımadıkları gibi bu ülkeye petrol ve doğalgaz satmak istememektedirler.
1.3 Đnşacı Kuram Açısından Enerji Güvenliği
Đnşacı Kuramda Enerji güvenliğinin analizini yapabilmek için enerji ithal/ihraç eden
devletler, bu devletlerdeki özel/devlet enerji şirketleri ve enerjiyle ilgili diğer çıkar grupları
(sanayici birlikleri, çevre ve tüketici haklarını savunan sivil toplum örgütleri, vb.) arasında
gelişen stratejik etkileşimin, yerel kapitalizme özgü şartlarda maddi ve düşünsel etkenlerle
nasıl oluştuğunu açıklamamız gereklidir. Bir başka deyişle inşacı yaklaşıma göre, sadece
enerji pazarındaki güç dağılımı ve aktörlerin rasyonel davranışlarıyla şekillenen bir stratejik
etkileşimi inceleyerek, enerji güvenliğinin dış politikaya etkisini açıklamak yetersizdir.
Kısaca, kapitalizm türlerinde yer alan özgün ulusal kurumlar, aktörlerin tercihlerini etkilerler.
31 Davut Ateş, “Uluslararası Đlişkiler Disiplininin Oluşumu: Đdealizm / Realizm Tartışması ve Disiplinin Özerkliği”, Doğuş Üniversitesi Dergisi, Cilt: 10, Sayı: 1, 2009, s.19 ss.11–25 32 Pınar Đpek, a.g.e, s.234 33 Pınar Đpek, a.g.e, s.234
543
Đnşacı kuram açısından yerel yapılar uluslararası ilişkiler etkileşimini kullanması
açısından önemlidir. Örneğin, AB’nin ortak bir enerji pazarı oluşturma çabalarına karşın üye
devletlerin enerji güvenlikleri doğrultusunda farklı dış politika tercihlerinde bulunmaları,
yerel yapıların farklı özellikleri ile açıklanabilir. AB’nin genelde artan bir enerji ihtiyacı
olmasına rağmen, üye devletler arasında enerji ihtiyacı ve tedariki bakımından farklılıklar
vardır. Üye devletlerin enerji bağımlılığı ile enerji ithalatını büyük oranda bir ülkeden yapma
düzeyi az veya fazla olabilir. Yani üye devletler farklı oranlarda olmakla beraber, enerji
piyasasında aynı tür maliyet (enerji bağımlılığı) ve tehditle (enerji ithalatının Rusya gibi bir
ülkeden yapılma oranı) karşı karşıyadırlar. Fakat benzer maliyet ve tehditlere maruz üye
devletlerin, ortak bir enerji pazarı oluşturmaya yönelik tercihleri beklenen rasyonel
tercihlerden farklıdır.34 Dolayısıyla üye devletler ve enerji şirketleri, mevcut maliyet ve
tehditleri gidermek için enerji ithal edilen devletler ve bunların özel/devlet enerji şirketleriyle,
tarihsel süreçte devlet-özel sektör ilişkisi sonucu gelişen liberal piyasa ekonomisi veya
koordine piyasa ekonomisi bağlamındaki ulusal kurumların etkisiyle stratejik bir etkileşime
girerler. Bir başka deyişle, stratejik etkileşim, devletlerin yerel enerji pazarının yapısını
(oligopolistik ya da liberal) ve enerji şirketlerinin uluslararası enerji pazarındaki faaliyetlerini
(stratejik ortaklık kurma ya da piyasa ekonomisine göre sözleşme yapma) şekillendiren liberal
ya da koordine piyasa ekonomisi sonucu oluşur.
Yerel yapıların dış politikaya etkisine bir başka örnek, 1973 petrol krizi sırasında
benzer maliyet ve tehditlere rağmen gelişmiş ülkelerin farklı dış politikalarıdır. şöyle ki
ABD’nin federal devlet yapısı kapsamında hükümet, farklı çıkar gruplarının baskısına karşı
daha açıktır. Bu yüzden ani gelişen bir krizi takiben dış politika yapımı zorlaşmaktadır. Diğer
yandan Fransa’nın merkezi devlet yapısı, benzer bir krizde daha etkin dış politikanın
belirlenmesini kolaylaştırmaktadır. Nitekim 1973 petrol krizi sonrasında Fransa, enerji arz
güvenliğini hızlı ve tutarlı bir politikayla, enerji firmalarını destekleyerek, petrol ihraç eden
eski kolonileriyle ilişkileri geliştirerek ve alternatif enerji kaynağı nükleer enerji yatırımlarıyla
arttırmaya çalışmıştır. ABD ise, aksine federal devlet yapısı içinde çıkarları birbirinden farklı
çevreci grupların, Amerikan petrol şirketlerinin, sanayicilerin ve diğer grupların baskıları
nedeniyle daha kararsız bir dış politika izlemiştir. Özet olarak, enerji pazarında benzer maliyet
ve tehditlere rağmen, enerji güvenliği kapsamında farklı dış politika tercihlerini, yerel
kapitalizm bağlamında ulusal kurumlar ile uluslararası ilişkilerin etkileşimi şekillendirebilir.
34 Pınar Đpek ve Paul A. Williams, “Firms’ Strategic Preferences, National Institutions and the European Union’s Internal Energy Market: a Challenge to European Integration”, European Integration online Papers (EIoP), 2010, c. 14, makale 15, http://eiop.or.at/eiop/texte/2010-015a.htm (Erişim 18 Eylül 2014)
544
1.4 Neo – Gramsci Eleştirel Kuram Açısından Enerji Güvenliği
Kapitalist üretim süreci, uluslar arası ilişkiler ve uluslararası ekonomi politiği
disiplinlerinde enerji güvenliğinin analizi için başlangıç noktasıdır. Enerji üretim sürecine
dâhil olan bilgi üretimi, bilginin yeniden oluşumu, kurumlar ve sosyal ilişkiler bu nedenle dış
politika analizinde ele alınmalıdır. Bu bağlamda dış politika analizinde en önemli aktör sosyal
güçlerdir. Dolayısıyla üretim ilişkilerini düzenleyen sosyal güçler, geniş anlamda sosyal
düzenin hem ulusal hem de uluslararası düzeyde yeniden üretiminde önemlidir.35Ayrıca,
enerji güvenliği ve dış politika analizinde incelediğimiz aktörler arası stratejik ilişki, Neo-
Gramsci yaklaşıma göre sosyal güçlerin sınıf mücadelesine dayalı ve ucu açık bir ilişki
şeklinde ele alınmalıdır. Bir başka deyişle dünya enerji pazarı ve üretiminin durumu, sosyal
güçlerin davranışlarını şekillendirirken, yine de bunları mutlak ölçüde belirlemez. sadece
enerji ihraç ya da ithal eden devletlerin enerji üretim sürecindeki konumlarına yoğunlaşmak
yanıltıcıdır. Çünkü sosyal güçlerin sınıf aidiyeti, otomatik olarak sınıf bilincini, ortak kimliği
ve çıkarları doğurmaz. Sınıf bilinci, daha çok tarihsellik içinde sosyal güçlerin üretimde
sömürüye karşı veya direniş için verdikleri sınıf mücadeleleriyle oluşur. Ayrıca, devletin
durumu “politik bir toplumu” içerir. Örneğin, devletin bakanlıklar ve diğer kamu kurumları
gibi zorlayıcı araçları ile siyasi partiler, sendikalar, iş dünyası birlikleri, dini kurumlar, vb.
oluşan sivil toplum, devletteki bu politik topluma dâhildir. Kısaca, devletin durumu, sosyal
güçlerin devlet içi ve devletler ötesi hareket ettiği bir yapıdır.36
Bu çerçevede sosyal güçlerin enerji güvenliği kapsamında dış politikaya etkisi, ulusal
ve/veya uluslararası düzeyde oluşturmaya çalıştıkları tarihsel blokla açıklanabilir. enerji
güvenliğinde nasıl bir hegemonik proje uygulanmaktadır ve bu hegemonik projede ekonomik
çıkarların ötesinde ne gibi siyasi ve sosyal fikirler bir bütün olarak dış politikayı
etkilemektedir sorularına cevap aranmalıdır. Nitekim geçmişte 1973 petrol krizi, 2003’te
başlayan Irak Savaşı ve 2011’de Ortadoğu devletlerinde başlayan ayaklanmaların kapitalist
üretim ve üretim ilişkilerine etkisine bakarak, tarihsel blokta yapısal bir değişiklik olup
olmayacağı incelenebilir. Enerji güvenliğinde bu tür krizler, mevcut hegemonik projede
sosyal güçlerin ulusal, uluslararası veya uluslarötesi düzeydeki konumlarında bir değişime
neden olabilir. Böyle olası bir yapısal değişim sonucu enerji ithal/ihraç eden devletlerin, bu
devletlerdeki özel/devlet enerji şirketlerinin ve diğer çıkar gruplarından (sanayici birlikleri,
çevre ve tüketici haklarını savunan sivil toplum örgütleri, vb.) hangisinin ulusal, uluslararası
35 Robert O. Cox, Production, Power, and World Order: Social Forces in the Making of History, New York: Columbia University Press, 1987, s.1 36 Andreas Bieler, “The Struggle over EU Enlargement: a Historical Materialist Analysis of European Integration”, Journal of European Public Policy, Ağustos 2002, Cilt 9, Sayı. 4, s.580–581, ss.575 – 597
545
veya uluslarötesi yeni bir hegemonik proje oluşturup kendi yararlarına nasıl bir pozisyon
alabileceği, enerji güvenliği dış politika ilişkisinde sorgulanmalıdır.37
Bu çerçevede sosyal güçlerin enerji güvenliği kapsamında dış politikaya etkisini analiz
ederken, ulusal ve/veya uluslararası düzeyde oluşturmaya çalıştıkları tarihsel blok önemli bir
değişken olabilir. Buna göre enerji güvenliğinde nasıl bir hegemonik proje uygulanmaktadır
ve bu hegemonik projede ekonomik çıkarların ötesinde ne gibi siyasi ve sosyal fikirler, bir
bütün olarak dış politikayı etkilemektedir sorularına cevap aranmalıdır.38
2. Enerji Güvenliğinin Çatışmalara Etkisi
Günümüzde giderek artan bir biçimde enerji politikaları ve bu politikaların ekonomik
etkileri üzerinde tartışmalar yapılmaktadır. Esas itibarıyla, istenilen miktarda enerji
kaynağının herhangi bir nedenle kesintiye uğramaması ve aynı zamanda, fiyat şokları benzeri
ciddi ekonomik krizlere yol açmaması “enerji arzının güvenliği” kavramı çerçevesinde ele
alınmaktadır. Enerji arzının güvenliği iki temel varsayım ile ilgilidir. Bunlardan birincisi,
gelecekte enerji şokları olma ihtimali ve ikincisi, enerji kaynaklarında dışa bağımlılığın
artmasıdır. Nitekim gelişmiş ülkelerin yönetim kademelerinde sıkça enerji arzının güvenliği
tartışılmakta ve bu bağlamda, yabancı petrole olan bağımlılığı azaltmanın yolları
aranmaktadır.39
Rezerv ve üretim artış oranları tahminleri yapılarak, dünya petrol üretiminin ne zaman
zirveye ulaşacağı ve tükeneceği tahmin edilebilir. Bu bağlamda, ortaya konulan 12 farklı
senaryodan en kötü olarak değerlendirilen senaryoda, üretimde zirve yılı 2021, rezervlerin
tükeneceği yıl ise 2075’dir. Buna karşılık en iyi senaryo itibarıyla, üretimde zirve yılı 2112’de
yaşanabilecektir. Üretimin zirveye ulaşacağı yılın önemi şuradadır: büyüyen ekonomiler
ile artan enerji ihtiyacının petrol ile karşılanamayacağı bu tarihten itibaren geri
dönülemez bir biçimde anlaşılacaktır. Zirve yılından sonra, enerji ihtiyacı artan her
ülke giderek azalan üretimden aldığı payı en azından korumak isteyecektir. Böyle bir
kırılma noktasından sonra, ülkeler için artık enerjinin arz güvenliği değil, enerji
kaynaklarının paylaşımı sorunu önemli hale gelecek ve dünya enerji tüketiminin büyük
bir kısmını gerçekleştiren ABD, AB ve geleceğin ekonomik devi olarak değerlendirilen
37 Pınar Đpek, a.g.e, s.235 38 Pınar Đpek, a.g.e, s.241 – 242 39 Joseph Mc Millan, “U.S. Interests and Objectives”, The United States and Persian Gulf: Reshaping Security Strategy for the Post-Containment Era, Richard D. Sokolsky, (Ed.),Washington, 2003, s.15
546
Çin Halk Cumhuriyeti, Hindistan, Rusya Federasyonu ve diğer gelişmekte olan ülkeler
arasındaki stratejik enerji mücadelesi şiddetlenecektir.40
Petrol rezervleri tükenişe doğru ilerlerken, enerji güvenliği yalnız belli bir yerde
üretimin olması ya da rezervin saptanmasını değil, bunların zamanında, ucuza, yeterli
düzeyde sisteme entegre edilip taşınabilmesi ve bunun sürekliliğinin sağlanmasını da kapsar.
Bu noktada enerji kaynaklarında yaşanan fiyat artışlarının arz güvenliğini önemli ölçüde
etkilemesi beklenmektedir. Diğer yandan enerji kaynağının sürekliliğinin sağlanmasında başta
petrol olmak üzere rekabet artarken, petrol üretimindeki zirve noktasının fiyatların çok arttığı
bir dönemi başlatacağı kuşkusuzdur.41 Olası fiyat şoklarından daha az etkilenmek için
sanayileşmiş ülkeler stratejik rezervlerinin düzeyini yükseltmekte ve kaynak sağlanan
bölgeler arasındaki çeşitliliği artırmaya çalışmaktadırlar. Söz konusu ülkelerde
istikrarsızlıklara neden olan diğer faktörler de şunlardır:42
1) Petrol üretiminin özel niteliği (petrol diğer madencilik türleri gibi yan sanayiler
kurulmasına yol açmamakta ve genelde hammadde olarak ihraç edilmektedir),
2) Petrol zenginliği üzerinde devlet kontrolü (zengin petrol kaynaklarına sahip ülkeler
bunları ekonomik olmayan biçimlerde ve politik egemenliği sürdürmek için
kullanmaktadırlar)
3) Politik hesap verilebilirliğin olmaması (bu ülkelerde genelde demokrasi yoktur ve
yönetimler bütçelerini petrol gelirleri ile denkleştirerek vergilendirmeye
başvurmamaktadırlar, dolayısıyla, hesap soran vergi mükellefinin ortaya çıkması
mümkün olmamaktadır)
4) Yüksek dış borçlar ( bazı petrol üretici ülkeler yüksek borçlara sahiptirler ve bunların
kolay ödenebilmesi için petrol fiyatlarının yükselmesini istemektedirler)
5) Ekonomik konjonktürde değişimler (dünya ekonomisindeki genişleme ve daralma
dönemleri petrol piyasasını etkilemekte ve uzun süren daralma dönemleri petrol
üreticisi ülkeleri sıkıntıya düşürmektedir)
Bu mücadelenin bir diğer boyutu da, söz konusu enerji kaynaklarının naklinin
denetiminin kimin elinde olacağı ile ilgilidir.
40 Ertuğrul Kızılkaya ve Cem Engin, “Enerjinin Jeopolitiği: Dünya Üzerindeki Jeo-Ekonomik Mücadele”, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 5, Sayı 9, 2004, s. 200, ss. 197–204. 41 Örgen Andaç Uğurlu, Çevresel Güvenlik ve Türkiye’de Enerji Politikaları, Örgün Yayınevi, Đstanbul, 2009, s.115 42 Sam Nunn, James R. Schlesinger, ve Robert E. Ebel, “The Geopolitical Outlook: 2000–2020, The Geopolitics of Energy into the 21st Century”, Centre for Strategic and International Studies Report, Washington, 2000, s. 51 – 54
547
2.1 Petrol ve Doğalgaz Taşımacılığının Stratejik Önemi
Dünyada üretici bölgeler ile tüketici bölgeler arasında gerçekleştirilmiş olan petrol ve
doğal gaz ticari hareketleri enerji alanının önemli unsurlarından biridir. Ancak, bu noktada
petrol ve doğal gaz arasındaki önemli bir farka değinmekte fayda vardır. Her ne kadar petrol
ve doğal gaz üretimi birbirleriyle çok yakından ilişkili olsa da, bunların taşınması konusu
teknik açıdan çok büyük farklılıklar arz etmektedir. Petrol nispeten düşük maliyetle deniz
yolu ile taşınabilirken, doğal gazın bu yöntemle (LNG) taşınabilmesi için önce sıvılaştırılması
ve tüketilmeden önce de tekrar gaz haline getirilmesi gerekmektedir. Bu işlem günümüzde
oldukça yüksek maliyetler ortaya çıkarmaktadır. Bu nedenle, doğal gazın boru hatları ile nakli
tercih edilmektedir. AB ülkeleri43, ABD ve Japonya ithal ettikleri petrolün büyük bir
bölümünü deniz yolu ile ithâl etmektedir.
Gelecekte, Basra Körfezinden deniz yoluyla ihraç edilen petrolün yılda 737 milyon
tondan, 2020 yılında 1.668,3 milyon tona yükseleceği tahmin edilmektedir. Bu verilere
dünyanın diğer önemli petrol üretim alanlarından deniz yoluyla taşınacak petrol miktarı da
eklendiğinde, dünya ekonomisinin can damarının denizlerde bulunduğu kuşkusuzdur. Bu
alanda kontrolü elinde tutan gücün hem bundan vazgeçmek istemeyeceği hem de bu gücün
başka bir güç ile paylaşmaya yanaşmayacağı değerlendirilebilir.44 Orta Doğu petrollerinin
çıkışı kapısı konumundaki Hürmüz Boğazı, günde yaklaşık 17 milyon varil düzeyinde bir
petrol akışı ile petrol taşımacılığında dünya üzerindeki en önemli noktadır. 2035 itibarıyla da
tüm dünyada gerçekleştirilecek petrol ihracatının % 50’si ve doğalgazın bu noktadan geçeceği
öngörülmektedir.45 Bu bölgeden halen ABD, Batı Avrupa ve Uzak Doğu’ya petrol
taşınmaktadır. Hürmüz Boğazı, Đran Körfezini Umman Körfezi ve Arap Denizine
bağlamaktadır. Hürmüz Boğazının ene dar noktaları arasındaki uzunluk 21 deniz milidir.
Hürmüz Boğazındaki günlük ortalama ham petrol hareketliliği 17 milyon varil civarındadır.
Günümüzde Hürmüz Boğazındaki ham petrol hareketliliğinin dağılımı Asya-Pasifik bölgesine
6,8 milyon varil, Japonya’ya 4 milyon varil, Avrupa’ya 3 milyon varil, ABD’ye 2,2 milyon
varil ve Çin’e 1,5 milyon varil şeklindedir.46 Buradan denize çıkan petrol, Akdeniz’e
ulaşmadan önce Bab - el Mendab Boğazı’ndan ve Süveyş Kanalı’ndan geçmektedir. Petrol
ihtiyaçlarının çok büyük bir bölümünü Orta Doğu’dan karşılayan ülkelere, ÇHC ve 43 Gelecekte AB’nin petrol boru hatları ile almayı tercih edeceği düşünülmektedir. Bunun için öne sürülebilecek iki önemli neden mevcuttur: enerjinin arz güvenliğinin sürdürülmesi ve çevrenin korunması. AB’nin petrolün taşınmasında kullanılan tankerlerin yarattığı çevre kirliliği ve muhtemel deniz kazalarından duyulan endişelerle boru hatlarının kullanımını artırmak isteği, 2001 yılında AB’nin resmi yayını olan Yeşil Kitap’ta açıkça ifade edilmiştir. Ayrıca son dönemde gündeme gelen boru hatları bu öngörüyü destekleyen gelişmelerdir. 44 Ertuğrul Kızılkaya ve Cem Engin, a.g.e., s.201 45 World Energy Outlook 2012, s.79 46 Cenk Sevim, Cenk Sevim, “Küresel Enerji Jeopolitiği ve Enerji Güvenliği”a.g.e, s.4388
548
Japonya’ya yönelen deniz trafiği de iki önemli noktadan geçmektedir. Bunlar sırasıyla
Malakka Boğazı ve Formoza Boğazı’dır. Orta Doğu’dan Çin, Japonya ve Güney Kore’ye
yönelen güzergâhın en kritik noktası olan Malakka Boğazı’ndan yılda 420.000’den fazla gemi
geçmektedir.47
Bununla birlikte Asya’nın ekonomik yönden yükselmesine paralel olarak küresel
enerji ticaretinin Atlantik bölgesinden Asya-Pasifik bölgesine doğru kayacağı
öngörülmektedir. Buna göre 2020’lerin başında Çin’in dünyanın en büyük petrol ithal eden
ülkesi ve Hindistan’ında en büyük kömür ithal eden ülkesi olması beklenmektedir.48
Grafik 2: Dünyadaki Mevcut Petrol Üretim ve Tüketiminin Bölgelere Göre Dağılımı49
Esasında Asya’nın hızlı biçimde gelişen ekonomileri için enerji arzının güvenliği biraz
daha farklı bir anlam ifade etmektedir. Zira, Asya ülkeleri, başta Japonya, Güney Kore ve Çin
olmak üzere petrol ihtiyaçlarını Orta Doğu ülkelerinden karşılamaktadırlar.50 Gelecekte doğal
gazın da sıvılaştırılmış halde ihracatının ekonomik rekabet gücüne kavuşması ile birlikte Asya
ülkelerinin yine Orta Doğu’dan doğal gaz alımlarını artıracakları tahmin edilmektedir. Tüm
bu enerji naklinin deniz yolu taşımacılığı ile gerçekleştirildiği düşünüldüğünde, Asya ülkeleri
açısından enerji arzının güvenliği iki noktada yoğunlaşmaktadır. Bunlar
47 Sam Nunn, James R. Schlesinger, ve Robert E. Ebel, a.g.e.,s.66 48 World Energy Outlook 2013 Factsheet, http://www.worldenergyoutlook.org/media/weowebsite/factsheets/WEO2013_Factsheets.pdf (Erişim 19 Eylül 2014) 49 BP Statistical Review of World Energy 2014, s.12 50 Ertuğrul Kızılkaya ve Cem Engin, a.g.e., s.202
549
1) Deniz yolu taşımacılığının güvenli bir şekilde yapılabilmesi: Hâlihazırda ve
görünür gelecekte söz konusu güvenlik ABD’nin rakipsiz deniz gücü tarafından
sağlanmaktadır. Bu nedenle acaba Asya ülkeleri kendi güvenliklerini kendileri
sağlayabilecek mi ? yada ABD ile ne tür bir ilişki kuracaklar?
2) Malakka Boğazı’nın önümüzdeki yıllarda tanker trafiği açısından güvenli olup
olmayacağı
Görüldüğü gibi Hem enerji kaynağına ulaşmada ABD deniz gücü şemsiyesine duyulan
gereksinim hem de çevresel ve ekonomik kaygılarla tanker trafiğine duyulan güvensizlik,
önümüzdeki yıllarda başta Çin olmak üzere Asya ülkelerini Orta Doğu dışındaki petrol ve
doğal gaz kaynak ülkelerine yönlendirebilecektir.51 Bu çerçevede söz konusu ülkeler, AB
benzeri bir politikayı seçerek, ihtiyaç duydukları petrol ve doğal gazı Orta Asya ülkeleri ile
RF’den (Sibirya ve Sahalin Adası vb.) boru hatları ile alma yoluna gidebileceklerdir.52
2.2 Dünya Petrol Rezervlerinde Tepe Noktası Ne Anlama Gelir?
1900’de dünyada yıllık 150 milyon varil petrol üretilirken, 2000’de bu rakam 28
milyar varile ve 2006 yılında ise 31 milyar varile yükselmiştir. Ancak 2006 yılında 9 milyar
varil civarında yeni petrol kaynağı bulunabilmiştir. Petrol üreten ülkelerin pek çoğunda yıllık
petrol üretim miktarları tepe noktasına ulaşmış durumdadır. Gelecekteki üretim eğilimlerini
öngörebilmek için rezerv/üretim ilişkisi kullanılmaktadır. 1956’da M.King Hubbert, petrol
üretiminin yapısını dikkate alarak, yeni rezerv keşiflerinin tepe noktası ile üretimin tepe
noktası arasında geçen zamanın öngörülebilir olduğu kuramını öne sürmüştür. Bu teoriye
Hubbert Zirve Teorisi, veya Petrolde Hubbert Zirvesi denilmektedir. Hubbert bu teori ile
enerji piyasalarında çığır açmış ve enerji araştırmalarına damgasını vurmuştur. Hubbert Zirve
Teorisi petrol yataklarında üretim miktarının istatistikte kullanılan çan eğrisi formunu
izlediğini söyler. Yani bir yatakta petrol keşfedildiği zaman üretim hızlı bir şekilde artar, daha
sonradan bir zirve yapar, ve en sonunda bu sahadan üretim hızlı bir şekilde düşecektir. Zira
petrol keşfedilen yatakta-(rezervuar veya petrol kapanı da diyebiliriz)-sınırlı bir miktarda
bulunmaktadır. Bu sınırlı rezerv hızla yeryüzüne pompalanmaya başlandıktan sonra zaman
içinde ilgili yataktan çıkarılan petrol miktarı hızla düşecektir.53 Bu kurama göre ABD’deki
rezerv keşiflerinin hemen hemen 1930 yılında tepe noktasına ulaştığı belirtilmiş olup,
ülkedeki petrol üretiminin 1970’te tepe noktasına ulaşacağı tahmin edilmiş ve öngörü tam
51 Kang Wu and Fereidun Fesharaki, “Managing Asia Pacific’s Energy Dependence on the Middle East: Is There a Role for Central Asia?”, Analysis from the East-West Center, No 60, s. 3, ss.1-8 52 Ertuğrul Kızılkaya ve Cem Engin, a.g.e., s.202 53 Hubbert Zirvesi-Olduvai Teorisi, http://finansalpusula.com/makale.aspx?id=511 (Erişim 19 Eylül 2014)
550
olarak gerçekleşmiştir.54 Ayrıca aynı kurama göre global kömür ve doğal gaz kaynaklarının
geleceği konusunda oluşturulan projeksiyon da tam olarak gerçekleşmiştir. Geçmişe dönük
olarak yapılan kömürün Hubbert eğrisi analizine göre zirveye 1910 yılında ulaşılmıştır ve
petrol savaşı bundan sadece 4 yıl sonra başlamıştır.55 Dünya geneli için yapılan tahminler
petrolde zirve noktasını genellikle 2005–2020 yılları arasına koymaktadırlar. Bu
projeksiyonlar zaman içerisinde bazı oynamalar göstermekle beraber yaklaşık bir değer ortaya
koymaktadır.56
Yapılan araştırmalar konvansiyonel petrol yataklarında yapılan keşiflerin dünyanın
hızlı petrol tüketimini karşılayamadığını ileri sürmektedir. Özellikle Çin ve Hindistan gibi
kalabalık nüfusa sahip ülkelerin kişi başına petrol tüketimi, gelişmiş ülkelerin çok
altındadır. Bu ülkelerde kişi başına gelir miktarı yükseldikçe, bu ülkelerin ihtiyaç
duyacağı petrol ve diğer enerji kaynakları oldukça fazla bir şekilde artacak, bu da
dünyada kısıtlı enerji kaynaklarına ulaşmak için rekabeti arttıracaktır. Petrol üretimi
zirve yaptıktan sonra hızla düşmeye başlayacağı için sistemin enerji darboğazına
girmemesi için gerekli tedbirler çok daha önce alınmalıdır. Bazı uzmanlar enerji
darboğazı yaşanmaması için zirve noktasına ulaşılmadan en az 20 yıl önce gerekli tedbirlerin
alınması gerektiğini söylemektedirler. Đşte bu nedenle zirve noktasının yaklaşık hangi yıllarda
oluşacağını önceden tahmin etmek önemlidir.
BP’nin 2014’te yayımladığı Dünya enerji raporuna göre 2013 sonunda dünyadaki
ispatlanmış petrol rezervlerinin miktarı 1687,9 milyar varil düzeyine ulaşmıştır. Aynı raporu
göre mevcut kullanım miktarı bu şekilde devam ettiği taktirde söz konusu petrolün ömrü
yaklaşık 53.3 yıl olarak öngörülmektedir. Aynı rapora göre 1993 – 2013 yılları arasındaki
dünyadaki ispatlanmış petrol rezervlerinin bölgelere göre dağılımı da yer almaktadır. Söz
konusu bu dağılıma göre petrol rezervlerinin Ortadoğu, Avrupa ve Avrasya, Afrika ve Asya
Pasifik bölgesinde göreceli olarak azaldığı görülürken genel itibariyle Amerika kıtasında
arttığı görülmektedir. Bu grafiğe göre yaklaşık 20 yıl içinde Ortadoğu’daki ispatlanmış petrol
rezervleri % 63,6’dan % 47,9 seviyelerine gerilemiştir. Aynı dönemde Orta ve Güney
Amerika bölgesinde ise rezervler %7,7’den % 19,5’ çıkmıştır.
54 Lester R. Brown, Plan B 3.0: Mobilizing to Save Civilization, Earth Polıcy Instıtute, W.W. Norton & Company, New York and London, 2008, s.29 55 Cenk Sevim, “Petrol Rezervlerinin Zirve Noktasının Enerji Güvenliği Açısından Büyük Enerji Pazarları (ABD, AB, Çin Ve Hindistan) Üzerindeki Etkileri”, Güvenlik Stratejileri Dergisi, Yıl 6, Sayı 11, s.56-57, ss.53 – 72 56 Hubbert Zirvesi-Olduvai Teorisi, a.g.m.
551
Grafik 3: 2013 Yılı Đtibariyle Dünyadaki Đspatlanmış Petrol Rezervi Oranı57
Grafik 4: 1993 – 2013 Yılları Arası Dünyadaki Đspatlanmış Petrol Rezervlerinin
Bölgelere Göre Dağılımındaki Değişim58
Petrol rezervlerinin tükenmeye başladığını gösteren bir diğer veri de, yeni keşfedilen
yatakların ve toplam rezerve olan petrol katkılarının sürekli azalmasıdır. Yaklaşık 40 yıl önce,
her yıl bulunan petrol yataklarının toplam rezerve olan ortalama katkısı 55 milyar varil/yıl
olurken, bu değerler 2004–2005 yıllarında 12 milyar varile düşmüştür. Ayrıca teknik verilerde
global petrol rezervlerinin tükendiğini göstermektedir. Petrol üreten ülkelerdeki petrol
yataklarının yıllık üretim kapasiteleri, kuyular tam kapasite ile çalıştığında dahi, düşmeye
57 BP Statistical Review of World Energy 2014, s.7 58 BP Statistical Review of World Energy 2014, s.7
552
başlamıştır. Bir petrol kuyusundaki mevcut basınç miktarı, o kuyudan üretilecek petrol
miktarını etkilemektedir. Buna göre bir petrol yatağında sondaj kuyu sayısı arttıkça üretim
miktarı önce artmaktadır fakat belli bir süre sonra üretim miktarı düşmeye başlamaktadır ve
bu eğilime göre her bir petrol yatağına ait çan eğrileri oluşturulabilmektedir. Günümüzde
petrol üreten pek çok ülkenin sahip olduğu petrol rezervlerine ait çan eğrilerinde düşüş
başlamıştır.59 Bir başka deyişle söz konusu ülkelerin petrol üretimleri önümüzdeki yıllarda
azalma eğilimine girerek başka yeni rezervler keşfedilmediği sürece tükenme eğilimine
girecektir. Elbette bu durumun gerek petrol ihraç eden gerekse petrol ithal eden ülkeler
açısından Ekonomi Politik birçok sonucu olacaktır.
Tablo 2: Petrol Üreten Ülkelerin Rezervlerinin Tepe Noktasına Ulaştığı/Ulaşacağı
Yıllar60
Ülke Yıl Ülke Yıl
Japonya 1932 Suriye 1996
Almanya 1966 Yeni Zelanda 1997
Libya 1970 Hindistan 1997
ABD 1970 Đngiltere 1999
Venezüella 1970 Norveç 2000
Đran 1974 Umman 2000
Nijerya 1979 Meksika 2003
Tobago 1981 Avustralya 2004
Mısır 1987 Kuveyt 2013
Rusya Federasyonu 1987 Suudi Arabistan 2014
Fransa 1988 Irak 2018
Endonezya 1991
Bunun yanında petrol kaynaklarının % 95’nin de keşfedilmiş olduğu ve petrol tüketim
değerinin hızla attığı ve mevcut arzın bunu karşılamakta zorlandığı dikkate alındığında petrol
çağının sonunun oldukça yakın olduğu öngörüsünde rahatlıkla bulunulabilinir. Sonuç olarak
petrol rezervleri tükenmektedir. 1900’lerin başından günümüze kadar ulusal/uluslararası
politikalar ve fiyatlar petrol üretim eğilimlerini etkiledi ancak artık azalan rezervlerle birlikte
59 Cenk Sevim, a.g.e, “Petrol Rezervlerinin Zirve Noktasının Enerji Güvenliği Açısından Büyük Enerji Pazarları…,s. 57 60 Doğan Aydal, Petrolsüz Dünya, Truva Yayınları, Đstanbul, 2008, s.39
553
üretim eğilimlerinin sadece ve sadece jeolojinin belirleyeceği bir döneme girmiş
bulunmaktayız.61 Bu nedenle Petrol üretiminde zirveye ulaşılmış olması ucuz petrol zamanın
sonuna gelindiğinin ve bu durumun dünya ekonomileri üzerindeki baskıyı artıracağı anlamına
gelmektedir. Aşağıdaki grafikte görüldüğü gibi petrol fiyatları belirli dönemleri dışarıda
tutarsak son yıllarda özellikle 1990’dan sonra genel bir artış eğiliminde olduğu görülmektedir.
Şüphesiz bu durum petrole bağlı tüm sektörlerde fiyatların artması anlamına gelmektedir.
Söz konusu zirve etkisinin petrol fiyatları üzerinde OPEC tarafından yapılan fiyat
dalgalanmalarından daha baskın şekilde özellikle gelişmiş ülkeleri etkileyeceği kuşkusuzdur.
Petrol üretiminde dünya genelinde zirve noktaların aşılmasının ardından enerjinin arz
güvenliği konusunun öneminin daha da artacağı söylenebilir. Orta Doğu ülkelerinin, dünyanın
geri kalan üretim alanlarına göre çok daha büyük bir kapasite ve maliyet avantajına sahip
oldukları değerlendirildiğinde, önümüzdeki 20–25 yıllık bir dönemden sonra, dünya petrol
üretiminde Orta Doğu’nun tekrar ağırlık kazanabileceği görülmektedir. Bundan sonraki
süreçte artık büyük ülkeler enerjinin arz güvenliği üzerinde değil, enerji kaynaklarının
paylaşımı alanında yoğunlaşacaklarını görmek mümkündür.
Grafik 5: 1861 – 2013 Yılları Arasındaki Ham Petrol Fiyatının Değişimi62
Diğer taraftan önemli fosil yakıtlardan biri olan doğalgaz konusunda da benzer bir
durum söz konusudur. Her ne kadar yapılan tahminlere göre doğalgazın ömrü petrole göre
61 Cenk Sevim, “Geçmişten Günümüze Enerji Güvenliği ve Paradigma Değişimleri”, Stratejik Araştırmalar Dergisi, Sayı 13, 2009, s.99, ss.93–105 62 BP Statistical Review of World Energy 2014, s.15
554
daha uzun olarak hesaplansa da rezervlerin azaldığı görülmektedir. Aşağıda yer alan grafikte
görüldüğü gibi dünyadaki ispatlanmış doğalgaz rezervlerinin miktarı 2013 sonu itibariyle
185,7 trilyon (tcm) cubic metres ve yaklaşık 55,1 yıl bir tükenme süresi bulunmaktadır.
Ayrıca tarihsel süreçte doğalgaz miktarının dramatik bir şekilde Ortadoğu bölgesinde azaldığı
görülmektedir. Buna karşılık günümüzde ispatlanmış petrol rezervlerinin en çok 33,8 trilyon
tcm Đran ile 31,3 tcm ile Rusya Federasyonunda olduğu görülmektedir. Şüphesiz bu durum bu
ülkeler açısında olumlu bir gelişme olsa da her iki ülkenin uluslararası toplum ile yaşadığı
sorunlar nedeniyle doğalgazın önümüzdeki dönemde ekonomi politik bir araç olarak bir dış
politika aracı olarak kullanılma potansiyeli olduğunu göstermektedir.
Grafik 6: 2013 Yılı Đtibariyle Dünyadaki Đspatlanmış Doğalgaz Rezervlerinin Oranı ve
Tarihsel Değişimi63
63 BP Statistical Review of World Energy 2014, s.21
555
Grafik 7: 1993 – 2013 Yılları Arası Dünyadaki Đspatlanmış Petrol Rezervlerinin
Bölgelere Göre Dağılımındaki Değişim64
2.3 Enerji Kaynaklarının Dünyadaki Çatışmalara Etkisi
Sanayi devriminden bu yana dünyada enerji kaynaklarına sahip olabilmek için
kıyasıya bir yarış başlamış ve bu yarış birçok savaşa da neden olmuştur. Esas itibariyle uluslar
arası sistemde dünya liderliği ile enerji kaynakları arasında doğrudan bir ilişki mevcuttur.
Bunun nedeni Ekonomik ve sosyal kalkınma için temel girdilerden olan enerjinin tüketimi,
artan nüfus, şehirleşme, sanayileşme ve teknolojinin yaygınlaşmasına paralel olarak sürekli
artış göstermektedir. Bir başka deyişle enerji ekonomik ve siyasi kalkınmanın temelini
oluşturmasıdır. Yani bir devletin uluslararası sistem içinde diğer devletlere göre gücünü
arttırması ve zenginleşmesi enerji kaynaklarını verimli olarak kullanmasına bağlıdır. Ancak
dünyamızda enerji üretmek için gerekli olan fosil yakıtların azalması buna karşılık dünya
nüfusunun da dramatik bir şekilde artması nedeniyle enerjiye ulaşım gittikçe zorlaşmaktadır.
Örneğin 1900 yılında dünya nüfusu 1,6 milyar, birincil enerji tüketimi 1.000 milyon ton petrol
eşdeğeri (Mtoe) iken, 2010 yılında dünya nüfusu 7 milyarı aşmış ve birincil enerji tüketimi de
12 milyar ton petrol eşdeğerine ulaşmıştır.65 Bu artışın en önemli nedeni kuşkusuz dünyadaki
sanayileşme nüfus oranındaki artıştır.
Đngiltere kömür çağı denilen 19. yüzyılın süper gücü iken, 1945 yılından sonra bu
liderlik petrole hâkim olan ABD’ye geçmiş, ancak geçişin gerçekleştiği 1914–1945 yılları
arasındaki dönem savaşları dünyaya çok pahalıya mal olmuştur. En kritik dönem olarak
64 BP Statistical Review of World Energy 2014, s.21 65 Türkiye’nin ve Dünya’nın Enerji Profili, http://www.yildiz.edu.tr/~okincay/dersnotu/EnerjiProfili.pdf (Erişim 20 Eylül 2014)
556
kömürün tepe noktasına ulaştığı 1913 yılında yaşanan gelişmeler oldukça önemlidir.66 Zira
son yüzyıl içinde yaşanan çatışmaya varan bazı önemli krizler, Birinci Dünya Savaşı, Đkinci
Dünya Savaşı, Kore Krizi, Küba Krizi, Vietnam Savaşı, Arap-Đsrail Savaşları, Süveyş Krizi,
Birinci Körfez Operasyonu, Đkinci Körfez Operasyonudur. Söz konusu krizlerin bazılarının
oluşumunda başrolde ve bazılarının oluşumunda da yan rollerde mutlaka enerji jeopolitiği ve
enerji güvenliği kavramları yer almıştır.67 Bu olayların dışında elbette farklı sebeplerle ulusal
veya uluslararası krizler meydana gelmektedir. Ancak söz konusu bu çatışmaların öncelikle
enerji paylaşımı sorunuyla ilgili olduğunu yani ekonomi politik yönlerinin olduğunu
söylemek mümkündür.
2.3.1 Enerji Kaynakları Açısından 1. Dünya Savaşı
Sanayi Devrimi ve Sömürgecilik sonucunda ekonomik pozisyonlarını güçlendiren
Đngiltere ve Fransa, karşı taraftaki Almanya ve Đtalya gibi ülkelerden ekonomik olarak çok
ilerideydi. Almanya ve Đtalya, siyasi birliklerini oluşturduktan sonra 1914'e kadar olan süreçte
aradaki farkı kapatmaya çalışmışlardır. Đngiltere ve Fransa'nın ekonomik hakimiyet alanlarını
koruma, Almanya'nın ise bu alanları ele geçirme niyeti savaşın başlıca ekonomik
nedenlerindendir. Bu nedenler; sömürgeler, deniz yollarının hâkimiyeti, uluslararası ticaret
imtiyazları gibi ana başlıklarda değerlendirilebilir. Öte yandan 19. yüzyıl sonlarından itibaren
kullanılmaya başlayan ve neredeyse 20. yüzyıla damgasını vuran petrol yataklarının mülkiyeti
de savaşın temel ekonomik nedenlerindendir. Osmanlı Đmparatorluğu'nun hakimiyeti altındaki
Orta Doğu petrol varlığı, 19. yy sonlarında özellikle Đngilizler tarafından, çeşitli gizli/açık
yöntemlerle tespit edilmiştir. Đngiltere, petrol siyasetini, 1900'lerde tüm stratejilerinin birinci
sırasına koymuştur.
Ancak petrolün öncesinde Đngiliz ekonomisinin gelişmesini sağlayan asıl fosil yakıt
kömür olmuştur. Đlk birincil enerji kaynağı olarak kabul edilen kömür önce, Büyük Britanya
daha sonra Fransa, Almanya ve ABD’de yoğun olarak üretilmeye başlanmış ve 18 ve 19.
yüzyılın temel enerji konumuna gelmiştir.68 Dünyanın en fazla kömür üreten ülkesi olan
Đngiltere’de, 1800 yılının başında 10 milyon ton olan maden kömürü üretimi 1850’lerde 5
misline, 50 milyon tona çıkmış ve 1900’da, 225 milyon tona ulaşmıştır. Dünyada ise 20.
yüzyıl başında büyük kömür üreticilerinin gerçekleştirdiği gelişmelerle ve yeni üreticilerin
ortaya çıkmasıyla maden kömürü üretimi 1 milyar tonu aşmıştır. Kömürün sanayide
66 Volkan Ş. Ediger, “Yeni Yüzyılın Enerji Güvenliğinde Karşılıklı Bağımlılık Bir Zaruret”, Doğal Gaz Dergisi, Sayı 131, 2007, s.32, ss.30 – 37 67 Cenk Sevim, “Küresel Enerji Jeopolitiği ve Enerji Güvenliği”, Yaşar Üniversitesi Dergisi, Cilt 26, Sayı 7, 2012, s.4378, ss. 4378 – 4391 68 Daniel Yergin, Petrol-Para ve Güç Çatışmasının Epik Öyküsü, Çev. Kamuran Tuncay, Ankara, Türkiye Đş Bankası Kültür Yayınları, 1995, s.625
557
kullanımının artmasıyla 1900-1914 yıllarında kömür üretimi ani bir yükseliş ile iki kat artmış
ve 750 milyon tondan 1500 milyon tona ulaşmıştır. Ortaya çıkan bu üretim artışı, 1870’li
yıllardan itibaren başta Đngiltere’de olmak üzere Avrupa’da görülen sanayileşmenin ihtiyaç
duyduğu enerjiyi karşılamak için gerçekleşmiş olduğu söylenebilir.69 Söz konusu yüksek
miktardaki kömürün paylaşım sorunu dünyaya 1914–1918 yılları arasında büyük bir felaket
yaşatmıştır.
Tablo 3: 1905 Yılı Dünya Kömür Üretimi70
Ülke Kömür Üretimi (Ton)
Đngiltere 236.128.936
Almanya (kömür) 121.298.167
Almanya (linyit) 52.498.507
Fransa 35.869.497
Belçika 21.775.280
Avusturya (linyit-kömür) 35.277.339
Macaristan (kömür) 1.031.501
Macaristan (linyit) 5.447.283
Đspanya 3.202.911
Rusya 19.318.000
Tablodan görüldüğü gibi Birinci Dünya Savaşı’ndan önce Almanya’nın tek başına
kömür üretimi 121.298.167 ton iken Fransa sadece 35.869.497 ton üretebilmektedir. Bunun
en önemli sebebi en zengin kömür yataklarına sahip Alsace-Loren bölgesinin 1871 Sedan
Savaşı’ndan sonra Almanya’nın eline geçmesidir. Bu üretim farkı Fransa’nın yeniden bu
bölgeyi Almanya’dan geri almak için her türlü mücadeleyi yapmak ihtiyacını hissettirmiştir.
Çünkü kömür o yıllarda sanayileşme için en fazla kullanılan birincil enerji maddesidir. Ayrıca
Almanya, Đngiltere’nin başta kömür ve kısmen petrol olmak üzere hammadde kaynaklarını ele
geçirip kendi hegemonyasını kurmak istemesi savaşın diğer temel sebeplerindendir.71
Bu dönemde enerji politikası, enerjinin başlıca kaynağı olan maden kömürü
yataklarına sahip olan Büyük Britanya, Fransa, Almanya ve ABD üzerine kurulmuştur. Fransa
69 Christopher Falvin, ve Nicholas Lenssen, Enerjide Arayışlar-Yaklaşan Enerji Devriminin El Kitabı, Đstanbul, TEMA Vakfı Yayınları, 1994, s.42 70 Kemal Olçar, “Uluslararası Çatışmaların Enerji Politik Analizi” Güvenlik Stratejileri Dergisi, Yıl 6, Sayı 11, s. 100, ss. 93–127 71 Kemal Olçar, a.g.e.,s.100
558
ve Almanya arasındaki başta zengin kömür yatakları ile Rusya ve Ortadoğu’daki yeni petrol
bölgeleri enerji politikaları açısından, Birinci Dünya Savaşı’nın enerji-politik nedenini
oluşturduğu değerlendirilmektedir. Bu noktada Berlin-Bağdat-Basra Demiryolu 1. Dünya
Savaşı’nın oluşumuna etki eden bir başka faktör olarak değerlendirilebilir. Zira Almanlar
tarafından inşa edilen bu hattın amacı burada çıkarılan petrolün batıya naklini
gerçekleştirmektir. Dolayısıyla demiryolunun ilk büyük enerji nakil hattı olduğu söylenebilir.
Ayrıca Bağdat Demiryolunun 20 km. sağında ve solunda her türlü maden arama yetkisi de
Almanlara, anlaşma gereği verilmiştir. Bu nedenle Đngiltere bu projeyi kendisi için büyük bir
tehdit olarak kabul etmiştir.72 Ayrıca o dönemde Sevr Antlaşması ile Đngiltere Kafkaslara
giden yolu sözde Kürdistan ve Ermenistan projeleri ile açmak ve Hazar petrollerine de
ulaşmak istiyordu.73 Bu sebepleri dikkate alarak 1914 yılında yaşanan Birinci Dünya
Savaşı’nın gerçek sebebinin enerji bölgelerinin ve nakil hatlarının paylaşımına dayandığını
ifade etmek mümkündür.
2.3.2 Enerji Kaynakları Açısından 2. Dünya Savaşı
Đkinci Dünya Savaşı’nı hazırlayan sebeplerin altında başta petrol olmak üzere enerji
kaynaklarına sahip olma fikri yatmaktadır. Zira Almanya’nın daha savaş başlar başlamaz
Birinci Dünya Savaşı’nda kaybettiği Alsace-Lorane’ni ele geçirdiği ve savaşın gerektirdiği
enerji ihtiyacını garantiye aldığı görülmektedir. Almanya ardından, yine savaşı sürdürebilmek
için gereken yakıtı Bakü’yü ele geçirerek sağlamayı planlamış ancak başarılı olamayınca
doğu muharebelerini, müteakiben tüm savaşı kaybetmiştir. Yani enerji kaynakları birçok
devletin kaderinde en etkili aktör konumuna dönüşmüştür.74 Çünkü özellikle Đkinci Dünya
Savaşı’ndan sonra, dünya petrol üretimi olağanüstü yükselerek, 1945’de yıllık 3.000 milyon
varile ulaşmıştır. Bu yükseliş, eski üreticilere ilaveten yeni yatakların işletmeye açılması ile
mümkün olmuştur. Petrol üretiminin bu gelişimine, doğal gaz ve nükleer enerji üretiminin ilk
ürünleri de eklenmiş ve böylelikle enerji kaynakları çeşitlenmiştir. Ancak petrol daha stratejik
bir unsur haline gelmiştir.75 Buna ek olarak Aşağıdaki grafikte de görüldüğü gibi 2. Dünya
Savaşından sonra teknoloji ve ulaşım vasıtalarında çeşitlilik arttıkça kişi başına düşen petrol
üretimi de artış göstermektedir. Özellikle Đkinci Dünya Savaşı’nın sonunda petrol bölgelerinin
büyük devletler tarafından paylaşılması ile üretim dramatik bir şekilde artmış ve bu artış önce
72 Hikmet Uluğbay, Đmparatorluktan Cumhuriyete-Petropolitik, Ankara, Turkish Daily News Yayınları, 1995, s.112 73 Mehmet Kocaoğlu, Petro-Strateji, Đstanbul, Harp Akademileri Basım Evi, 1996, s.91 74 Daniel Yergin, a.g.e, s.383 75 Mehmet Kocaoğlu, a.g.e, s.124
559
1973’de ardından 1979 yılında tepe noktasına (peak oil) ulaşmıştır. Bu yıllar arasında üretim
artış oranı sıfıra yakın meydana gelmiştir.
Grafik 8: 1920–2000 yılları arasında kişi başına düşen petrol Üretimi76
Bu verilerden hareketle Đkinci Dünya Savaşı’nın da petrol paylaşım savaşı olarak
nitelemek mümkündür. Kömür çıkarımı sorunları ile petrol kullanımının ve taşınmasının
kömüre göre kolaylığı, petrolü ön plana çıkarmaya başlamış ve bu durum, petrol kaynaklarına
sahip olmayan ülkeleri endişelendirerek petrol bölgelerine sahip olma eğilimini arttırmıştır.
Dolayısıyla petrol bölgelerinde hegemonya kurmak ana hedefi, Đkinci Dünya Savaşı’nın
enerji-politik yönünü oluşturmuştur. 77
2.3.3 Dünyada Meydana Gelen Diğer Önemli Çatışmalarda Enerji Kaynaklarının
Rolü
Đkinci Dünya Savaşından sonra dünyada şimdiye kadar küresel çapta büyük çatışmalar
görülmese de yerel ve bölgesel düzeyde birçok çatışma yaşanmış ve yaşanmaya devam
etmektedir. Bunların birçoğu kendi içinde etnik çatışmalara dayalı olmakla birlikte bir kısmı
da tüm dünyayı etkileyen türde olmuştur. Ayrıca bu çatışmaların bir kısmı da genellikle enerji
paylaşımı ve arz güvenliğine dayalı olan çatışmalar olduğunu söylemek mümkündür. Bu türde
çatışmalara örnek olarak şunlar verilebilir.
76 Richard C. Duncan, “The Peak Of World Oil Production and The Road To The Olduvai Gorge”, Pardee Keynote Symposia, Geological Society of America Summit 2000, Reno, Nevada, November 13, 2000, http://dieoff.org/page224.htm (Erişim 20 Eylül 2014) 77 Kemal Olçar, a.g.e.,s.106
560
1) Süveyş Krizi: Mısır Başkanı Cemal Abdül Nasır’ın 26 Temmuz 1956 yılında, Süveyş
Kanalı’nı kamulaştırma istediğinden, Đngiltere ve ABD’nin Aswan Barajı’nın
kurulmasını reddetmesinden ve Mısır’ın Nasır yönetiminde Sovyetler Birliği’ne ve
Çin’e dönmesinden dolayı gerçekleşmiştir. 75 yıl Đngiltere kontrolünde kaldıktan
sonra Mısır’a geçen Süveyş ile birlikte başta Đngiltere olmak üzere Batı, en önemli
petrol yolunu kaybetmiştir. Bu kriz Đngiltere’nin enerji temin maliyetlerinin artması ve
dış borçlarının ödenemez hale gelmesi ile sonuçlanmıştır.78 Krizden sonra Batı
Avrupalı devletler dünya egemenliklerini kesin olarak ABD’ye kaptırmış ve ABD’nin
desteği olmadan enerji bölgelerinde hareket edemeyeceklerini anlamışlardır.79 Yarım
yüzyıl öncesinde dünyaya mutlak egemen olan Birleşik Krallık ve Fransa'nın artık
ABD'nin askeri desteği olmadan hareket edemeyeceği ortaya çıkmıştı. Bu, dünya
hakimiyetinin Avrupa'dan ABD ve Sovyetler'e geçtiğinin ilanı olmuştur. Ayrıca
Süveyş Krizi, Birleşik Krallık'ın Falkland Adaları Savaşı'na kadar ABD'nin desteği
olmadan yaptığı son harekattır. Bu süre içinde Birleşik Krallık, askeri harekatlarında
hep ABD'nin desteğini aramıştır.80
2) Arap – Đsrail Savaşları: Đlki 1948 yılında yaşanan Arap-Đsrail Savaşı, müteakip
yıllarda 1967’de 6 Gün Savaşı, 1973’de Yom Kippur Savaşı, 2006 yılında Lübnan-
Đsrail Savaşı ve en son 2008 ve 2014’te Gazze Çatışmaları şeklinde tekrarlanmıştır. Bu
savaşların ortak özellikleri, ABD’nin Đsrail’e tam destek vermesi ve Arap
Devletleri’nin milli serveti olan petrolün büyük güçler tarafından kontrol edilmesinin
engellenme çabalarıdır.81 Bu savaşların en belirgin sonuçları, Đsrail’in sürekli Arap
topraklarını kendi ülkesine katmak şeklinde görülmüştür. Yine 1967 yılında yaşanan 6
Gün Savaşı sonucu Đsrail topraklarını dört katına çıkarmıştır. 1973 tarihindeki Arap-
Đsrail Savaşı ise petrolün silah olarak kullanıldığı savaş olarak tarihe geçmiştir. OPEC
üyesi ülkelerin ambargosu neticesinde petrol fiyatları yaklaşık %400 civarı artmış ve
bunun karşılığında Đsrail BM’in arabuluculuğunu kabul ederek geri adım atmak
zorunda kalmıştır.82
3) Đran-Irak Savaşı: Görünürde sınır anlaşmazlığı, yani Şatt-ül-Arab’ın paylaşımı gibi
sebeplerden kaynaklandığı ifade edilse de, enerji kaynağı bölgesi ülkelerin birbirleri
78 Daniel Yergin, a.g.e, s.559 79 Mehmet Kocaoğlu, a.g.e, s.44 80 Suez Crisis, http://en.wikipedia.org/wiki/Suez_Crisis (Erişim 20 Eylül 2014) 81 Mehmet Kocaoğlu, a.g.e, s.54 82 Kemal Olçar, a.g.e.,s.113
561
ile savaşması ve petrole yön vermede hegemonya mücadelesi olarak tanımlanabilir.83
Đslam Devriminden sonra ortaya çıkan karışıklık esnasında Irak 1980 yılında Đran’a
saldırmıştır. Çıkan savaş petrol üretimini %10 düşürerek günlük bir milyon varile
geriletmiş ve fiyatlar 14 $’dan 35 $’a yükselmiştir. Her iki ülke de petrole dayalı bir
kalkınma modeli benimsemiş ve fiyat dalgalanmalarından oldukça etkilenmişlerdir.
Irak, petrol ihracını genel olarak boru hatları ile yaparken, Đran daha ziyade Basra
Körfezi’nden tankerler vasıtası ile yapmaktaydı. Dolayısıyla savaşın Irak açısından en
stratejik hedefleri Đran’ın petrol tankerleri iken, Đran da Irak’ın nakil tesislerini hedef
almıştır. Savaş sonunda Savaşın sonucunda Đran-Irak sınırı değişmemiştir. Đki ülkenin
birbirlerinin petrol tesislerine saldırılar düzenlemesi sonucu petrol üretimi düştü,
petrol fiyatları arttı. Savaş boyunca Irak, kendisini destekleyen devletlerden borç
alarak silah satın almıştı. Bu borçları ödemekte zorlanması, 1990 yılında Kuveyt’e
saldırarak oradaki petrol kuyularını ele geçirmeye çalışmasına yol açtı. Bu tavrı da
Irak'ı uluslararası ilişkilerde yalnızlığa sürükledi ve desteksiz bırakmıştır.84
4) 1. Körfez Savaşı: 1988'de Đran-Irak Savaşı'nı bitiren ateşkes imzalandığında Irak borç
batağında, halkı da sosyal patlamanın eşiğindeydi. Irak'ın borçlarının büyük kısmı
Suudi Arabistan ve Kuveyt'eydi. Irak iki ülkeden de borçlarının silinmesini istedi,
ancak iki ülke de bunu reddetmiştir. Irak ayrıca Kuveyt'i OPEC'in petrol üretimi için
belirlediği kotayı aşmakla suçluyordu. Kendisi de bir petrol üreticisi olan Irak üyesi
olduğu OPEC'in 18$'lık fiyat politikasına uyulmasını istiyordu.85 Temmuz 1990'ın
başlarında Irak, şikayetçi olduğu Kuveyt'in kota politikası nedeniyle bu ülkeyi askeri
harekatla açık biçimde tehdit etti. 23 Temmuz'da CIA'in Irak'ın Kuveyt sınırına 30.000
asker kaydırdığını raporlaması üzerine Basra Körfezi'ndeki ABD filosu alarm
durumuna geçti. 15 Temmuz 1990'da Saddam hükümeti isteklerini açık biçimde Arap
Ligi’nden istedi; "Bazı Arap hükümdarlarının politikaları Amerikan yanlısı...Onlar
Arap çıkarlarının ve güvenliğinin zayıflatılması için Amerika tarafından teşvik
83 Mehmet Kocaoğlu, a.g.e, s.75 84 Iran–Iraq War, http://en.wikipedia.org/wiki/Iran-Iraq_War (Erişim 20 Eylül 2014) 85 Buna rağmen Kuveyt ile Birleşik Arap Emirlikleri sürekli olarak petrol üretimlerini artırıyordu, Irak ise en azından Đran-Irak Savaşı'ndan Đran saldırıları ve bir ekonomik skandal nedeniyle oluşan kayıplarının karşılanmasını istiyordu. Sonuç olarak petrol fiyatlarındaki gerileme -varil fiyatı 10$'a kadar geriledi- Irak için, 1989 yılındaki ödemeler dengesi açığına denk gelen 7 milyar $ kayba neden oldu. Bu nedenle Irak hükümeti savaş nedeniyle hasar gören altyapısını onarmasının ötesinde, temel harcamalarını bile yapamaz bir haldeydi. Irak'la birlikte Ürdün bu petrol üretim politikasına karşı mücadele etmelerine rağmen çok az başarılı olabildiler. Irak hükümeti mevcut durumu bir tür ekonomik savaş olarak tanımladı, Kuveyt'i yönlü sondaj yöntemiyle Irak sınırı içindeki Rumeyla petrol sahasından yararlanmakla suçlamıştır. Bkz. Birinci Körfez Savaşı, http://tr.wikipedia.org/wiki/Körfez_Savaşı (Erişim 20 Eylül 2014)
562
ediliyorlar"86 sözleriyle birlikte Kuveyt ve BAE'den tazminat telebinde bulunup aksi
takdirde askeri güç kullanma tehdidini savurdu. 31 Temmuz 1990'da Irak ile Kuveyt
heyetleri aralarındaki petrol anlaşmazlığı nedeniyle Suudi Arabistan'ın Cidde kentinde
bir araya geldi. Cidde görüşmelerinin sonunda Irak, Rumeyla nedeniyle uğradığı
kaybın telafisi için Kuveyt'ten 10 milyar $'lık tazminat talebine karşılık Kuveyt 9
milyar $ önerdi. Irak'ın buna cevabı ise Kuveyt'i işgal etmek oldu. 2 Ağustos 1990'da
Irak Kuveyt'in başkenti Kuveyt şehrini bombalayarak işgali başlattı.
2.4 Enerji Kaynaklarının ve Enerji Ticaret Yollarının Günümüz Çatışmalarına Etkisi
Đkinci Dünya Savaşı’nın ardından yaşanan bölgesel çatışma alanlarının çoğunlukla
günümüz dünyasında en fazla fosil yakıtlarının ticaretinin gerçekleştirildiği bölge olan
Ortadoğu bölgesinde yoğunlaştığı görülmektedir. Bu bölgelere sadece, nakil hatlarını kontrol
eden stratejik yerlerin eklendiği söylenebilir. Daha önceki kısımlarda yer alan Harita 1
görüldüğü gibi petrol günümüzde petrol ve doğalgaz ticaretinin büyük bir kısmı bu gölgeden
dünyaya yapılmaktadır. Buna karşılık aşağıda yer alan ve dünyadaki mevcut çatışma
alanlarını gösteren Harita 4 ile Harita 1 karşılaştırıldığında bu iki güzergahın neredeyse
birebir örtüştüğü görülmektedir. Buna göre dünyadaki enerji kaynaklarının bulunduğu ve
ticaretinin yapıldığı yerler ile dünyadaki mevcut çatışma alanları arasında büyük paralellikler
bulunduğu açıkça görülmektedir. Bir başka deyişle dünyada yaşanan çatışmalarla enerji
ticareti yapılan güzergâhları neredeyse birbiriyle örtüşmektedir. Bu nedenle mevcut
çatışmaların sebeplerinin başında enerji paylaşımı veya enerji kaynaklarından daha fazla pay
elde etmek olduğunu söylemek mümkündür.
86 Youssef M. Ibrahim, “Iraq Threatens Emirates And Kuwait on Oil Glut”, 18 Temmuz 1990, http://www.nytimes.com/1990/07/18/business/iraq-threatens-emirates-and-kuwait-on-oil-glut.html? (Erişim 20 Eylül 2014)
563
Harita 1: Petrol ve Doğalgaz Önemli Ticaret Hareketleri87
Harita 3: Doğalgazın Dünyadaki Önemli Ticari Akış Hareketleri88
87 BP Statistical Review of World Energy 2014, s.19 88 BP Statistical Review of World Energy 2014, s.29
564
Harita 5: Dünyadaki Mevcut Çatışma Bölgeleri (Eylül 2014)89
Enerji güvenliği kavramı altında deniz güvenliği konusunun önemli bir yeri vardır.
Ayrıca tarih boyunca deniz yolları ve enerji kavramları gerek küresel düzeyde ve gerekse
bölgesel düzeydeki ekonomik faaliyetlerinde merkezinde yer almıştır. Yeryüzünün %70’i
denizlerle kaplıdır. Yaklaşık 2,2 milyar insan dünya sahillerinin 100 km. içerisinde
yaşamaktadır. Birleşmiş milletlere üye ülkelerin de %81’nin denize kıyısı bulunmaktadır.
Dünya okyanus ve denizleri üzerinde küresel ticaretin yaklaşık %90’lık bölümü
gerçekleşmektedir. Deniz yollarıyla taşınan stratejik ürünlerden bir tanesi de petroldür.
Küresel ölçekte doğal gazın yaklaşık %95’i boru hatlarıyla taşınırken ham petrolün sadece
%35’i boru hatlarıyla taşınmakta kalan %65’lik bölümü taşınmasında deniz yolları
kullanılmaktadır.90
Enerji güvenliği ve deniz güvenliği arasındaki ilişkide ham petrolün yükleme ve
boşaltma terminal limanları ile terminaller arasındaki deniz ulaştırma rotalarının boğaz, geçit
ve kanallar ile düğüm noktalarının emniyeti ve güvenliği kritik rol oynamaktadır. Günümüz
deniz trafiğinde stratejik olarak kabul edilen ve herhangi bir nedenle kapanması halinde
uluslararası enerji güvenliğine büyük zarar verecek potansiyele sahip altı tane düğüm noktası
bulunmaktadır. Bu düğüm noktaları, Hürmüz Boğazı, Malakka Boğazı, Süveyş Kanalı, Bab
El Mendab Boğazı, Đstanbul-Çanakkale Boğazları ve Panama Kanalıdır.
89 Global Conflict Tracker 19 September 2014, Council of Foreign Relations, http://www.cfr.org/global/global-conflict-tracker/p32137#!/ (Erişim 20 Eylül 2014) 90 Cenk Sevim, Cenk Sevim, “Küresel Enerji Jeopolitiği ve Enerji Güvenliği”a.g.e, s.4387
565
Ayrıca Uluslar arası Enerji Ajansı’nın verilerine göre dünyadaki bölgeler arasında
enerji tüketimi konusunda çeşitli farklılıkların olduğu görülmektedir. Aşağıdaki grafikte
özetlendiği gibi dünyadaki enerji üretimi ile tüketimi arasında bölgelere göre göreceli olarak
orantısal bir zıtlık bulunmaktadır. Bu durum ister istemez enerji konusunda ülkeler arasında
çatışma olasılıklarını da beraberinde getirmektedir.
Gün geçtikçe artmakta olan global enerji ihtiyacının karşılanmasında, temel kaynaklar
arasında yerlerini koruyacak olan petrol ve doğalgazı temini konusunda arz bölgeleri, tüketim
bölgeleri, transit bölgeler daha büyük stratejik öneme sahip olacaklardır. Bugün için petrol
arzında en yüksek önem seviyesine sahip Basra Körfezi’nin azalan global petrol rezervleri ile
birlikte bundan 20 yıl sonra da jeopolitik önemini koruyacağı kuskusuzdur. Hazar, Sibirya ve
Alaska bölgelerindeki yeni petrol sahalarının bulunmasına rağmen Ortadoğu bölgesi halen
dünyadaki petrol rezervlerinin 2/3’ne sahiptir bu nedenle Ortadoğu bölgesi gelecekte de petrol
konusunda dısa bağımlı olan ülkelerin mücadele sahası olmaya devam edecektir ve
halihazırda global petrol arzının %50’sini karşılayan Körfez ülkeleri artan enerji talebi ve
global petrol rezervlerin azalmasıyla 2025 yılında global petrol arzının %75’ni karsılar
duruma gelecektir.91
Grafik 5: Dünyada Üretilen ve Tüketilen Enerji’nin Bölgelere Göre Dağılımı92
Diğer taraftan önümüzdeki dönemde enerji tüketiminin Atlantik havzasından Asya
Pasifik bölgesine doğru kayacağı görülmektedir. Bunun gerçekleşmesi durumunda dünyadaki
enerji dağılımının ve enerji ticareti kanallarının değişeceği görülmektedir. Aşağıdaki haritada
91 Cenk Sevim, “Petrol Rezervlerinin Zirve Noktasının Enerji Güvenliği Açısından Büyük Enerji Pazarları, a.g.e.,s.68 92 Dünyada ve Türkiye’de Enerji Görünümü, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Raporu, s.9 http://www.enerji.gov.tr/yayinlar_raporlar/Dunyada_ve_Turkiyede_Enerji_Gorunumu.pdf (Erişim 20 Eylül 2014)
566
görüldüğü gibi 2035 yılında enerjide talep artışının batı ülkelerinden Çin, Hindistan gibi
yükselen ekonomilerine kayacağı beklenmektedir. Bu durum hiç kuşkusuz enerji kaynaklı
çatışmaları arttıracak niteliktedir.
Harita 5: 2035 Yılı Öncelikli Enerji Talebi Öngörüsü93
Sonuç
Fosil yakıtlar (kömür, petrol ve doğalaz) ticari değer taşımaya başladığından itibaren
yaşanan ekonomik ve politik çatışmaların temel kaynağı haline gelmiştir. Bugün gelişmiş ülke
olarak gösterilen ülkelerin birçoğu bu kalkınmışlıklarını enerji bölgelerine yaptıkları
müdahalelere veya bu bölgelerden sorunsuz ve ucuza temin ettikleri enerji kaynaklarına
borçludurlar. Tarihsel süreç incelendiğinde büyük yıkımlara sebep olan çatışmaların büyük
çoğunluğunun enerji kaynaklarına ulaşım ve arz güvenliğinin sağlanması için yapıldığı
görülmektedir.
Ancak bazı çatışmalarda nedenler öyle iyi gizlenmiştir ki enerji politik sebeplere
ulaşmak oldukça zorlaşmıştır. Örneğin 1. ve 2. Dünya Savaşlarının asıl sebebi (başta kömür
ve petrol olmak üzere) enerji politiktir. Bunun dışında yaşanan yerel çatışmalar, diplomatik
baskılar, mikro milliyetçi ayrılıkçı hareketler ve bölücü terör olayları ya enerjinin üretildiği
yerlerde ya da enerji nakil hatlarının hemen yakınında bulunan yerlerde yaşanmış olması
tesadüf sayılmamalıdır. Bu varsayım ülkelerin enerji nakil hattı üzerinde bulunmasına veya
93 2013 Dünya Enerji Görünümü, http://www.elektrikport.com/teknik-kutuphane/2013-dunya-enerji-gorunumu-%5Bozel-dosya%5D/11294#ad-image-0 (Erişim 20 Eylül 2014)
567
enerji kaynağı olup olmadığına ve kaynağa komşu bulunup bulunmadığına göre dış baskı ve
müdahalelere maruz kalıp kalmayacağı hakkında bazı ipuçları verebilmektedir.94
Enerji güvenliğine politik açıdan baktığımızda, enerjide dışa bağımlı olan ülkelerin
özellikle dış politika ve enerji politikalarının arasında bağlar bulunduğuna görmek
mümkündür. Bundan dolayı enerjide dışarıya bağımlı ülkelerin dış politikalarında kimi zaman
yeteri kadar aktif olamadıklarını görülmektedir. Özellikle bazı enerji üreticilerinin enerjiyi bir
dış politika aracı olarak kullanmaya başlamaları kimi zaman bağımlı ülkelerin ulusal
egemenliklerini tehdide kadar gitmektedir.
Enerji güvenliğine ekonomik açıdan baktığımızda ise, özellikle sanayisi gelişmiş veya
gelişmekte aynı zamanda da enerjideki dışa bağımlılık problemini çözememiş ülkeler büyük
sıkıntılarla karşılaşma ihtimallerine sahiplerdir. Bu tarz ülkeler yaşanabilecek bölgesel veya
küresel enerji krizlerinden ciddi şekilde yaralar alabilirler. Örneğin bir yandan dış enerjiye
bağımlı sanayilerinde yaşanabilecek aksamalar direkt olarak ülke ekonomisine ve ülke içi
enflasyona etki edebilir. Bunun yanı sıra, bağımlı devletler uluslararası enerji piyasalarını
domine edemediklerinden yaşanabilecek olası fiyat hareketliliklerinden de ciddi anlamda
zararlar görebilirler. Bu tarz fiyat hareketlilikleri enerji ithalatının yüksek yüzdelere sahip
olduğu ülkelerde ithalat ihracat dengelerini bozarak uzun vade de etkisi kuvvetli dış ticaret
açıklıklarına sebep olabilir.
Bu nedenle Enerjinin ekonomi politik açıdan önemi dünyadaki fosil yakıtlar bittikten
sonra da artarak devam edeceğini söylemek mümkündür. Çünkü gelecekte ülkelerin
ekonomik sistemlerinin büyümesi ve muhafaza edilmesi yine enerji tedariki ile mümkün
olacağından enerji dünya üzerinde ekonomik ve politik olarak varlığının sürdürecektir.
Günümüzde enerji kaynakları açısından yaşanan yoğun rekabet, enerji kaynaklarının
yetersizliği ve tükenmekte olan fosil kaynaklara sağlıklı alternatiflerin geliştirilememesi tüm
ülkeleri derinden etkilemektedir. Çünkü Petrol ve doğalgaz kaynaklarının kısıtlı kullanım
sürelerinin olması ve söz konusu kaynakların dünya üzerindeki dengesiz dağılımı, küresel
politikaların belirlenmesinde enerji arz güvenliğinin başrolde olmasına neden olmaktadır.
1973 petrol krizi ve 2005–2006 doğal gaz krizi, enerji güvenliğini bir kavram olarak
hayatımıza yerleştirmeye başlamıştır. Ama bu, sadece enerji güvenliğinin arz güvenliği
boyutunu kapsayan ve korkulara cevap bulmaya çalışan bir başlangıç olarak değerlendirmek
mümkündür. Asıl sorun, yüksek talebin devam etmesi durumunda arzın ne kadar yetip
yetmeyeceği ve arzın üzerindeki fiyat baskısının, küresel ekonomik büyümeyi ne kadar
94 Kemal Olçar, a.g.e, s.121
568
etkileyip etkilemeyeceğidir. Elbette hiçbir devlet, diğer devletin ekonomik büyümesine katkı
sağlamak için kendi büyümesinden fedakârlıkta bulunmayacaktır. Ama küresel ekonomik
büyümenin yavaşlaması ve durgunluğa girmesi, her devleti bir biçimde etkileyecektir. Bu
yüzden enerji güvenliği, herkesin sorumluluğu olan yeni bir anlayışı gerektirmektedir.
Özellikle enerji tüketimleri yüksek olan gelişmiş ülkelerde fosil kaynakların kısıtlı olması,
buna karşılık az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerdeki kaynak yoğunluğu enerji alanında
geçmişte olduğu gibi günümüzde ve gelecekte de yeni mücadelelere neden olabilecek
potansiyele sahiptir.
Bu noktada enerji jeopolitiğinin, enerji politikaları ve enerji güvenliği kavramları
üzerinde bu kadar çok etkin olmasının en önemli nedeni günümüzdeki enerji paradigmasının
merkezinde fosil enerji kaynaklarının bulunmasıdır. Fosil enerji kaynaklarından özellikle
petrol ve doğal gazın üretim ve tüketim blokları arasında asimetrik dağılım göstermesi de bir
diğer önemli faktördür. Özellikle petrol ve doğalgaz gibi fosil yakıtlara olan talebin giderek
artması sonucu yeni jeopolitik gelişmeler ve uluslararası düzeyde yeni grupların oluşması söz
konusu olabilir. Bir başka deyişle enerji güvenliği gelecek dönemde ekonomik ve politik
açıdan dünyada yeni ittifakları veya yeni çatışmaları gündeme getirebilir. Bu nedenle enerji
güvenliği konusu günümüzde olduğu gibi ekonomi politik unsurları içeren bir kavram olarak
geçmişte olduğu gibi gelecekte de önemli olmaya devam edeceği görülmektedir.
KAYNAKÇA
2013 Dünya Enerji Görünümü, http://www.elektrikport.com/teknik-kutuphane/2013-
dunya-enerji-gorunumu-%5Bozel-dosya%5D/11294#ad-image-0 (Erişim 20 Eylül 2014)
Akdoğan, Gökhan, “Liberalizm: Temel Đlkeleri ve Düşünürleri” 14 Kasım 2013,
http://akademikperspektif.com/2013/11/14/liberalizm-temel-ilkeleri-ve-dusunurleri/ (Erişim
19 Eylül 2014)
Arı, Tayyar, Uluslararası Đlişkiler Teorileri: Çatışma, Hegemonya, Đşbirliği, MKM
Yayıncılık, Bursa, 2013
Ateş, Davut ve Gökmen, Gülizar Samur, Bir Akademik Disiplin Olarak Uluslararası
Politik Ekonominin Sınırları”, Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 15, Say 1, 2013, ss.45–71
Ateş, Davut, “Küresel Ekonomik Kriz, Devlet ve Dış Politika”, Uluslararası Đnsan
Bilimleri Dergisi, Cilt 7, Sayı 1, 2010, ss. 912 – 937
569
Ateş, Davut, “Uluslararası Đlişkiler Disiplininin Oluşumu: Đdealizm / Realizm
Tartışması ve Disiplinin Özerkliği”, Doğuş Üniversitesi Dergisi, Cilt: 10, Sayı: 1, 2009,
ss.11–25
Aydal, Doğan, Petrolsüz Dünya, Truva Yayınları, Đstanbul, 2008
Bieler, Andreas, “The Struggle over EU Enlargement: a Historical Materialist
Analysis of European Integration”, Journal of European Public Policy, Ağustos 2002, Cilt 9,
Sayı. 4, ss.575–597
Birinci Körfez Savaşı, http://tr.wikipedia.org/wiki/Körfez_Savaşı (Erişim 20 Eylül
2014)
BP Statistical Review of World Energy 2014,
Brown, Lester R., Plan B 3.0: Mobilizing to Save Civilization, Earth Polıcy Instıtute,
W.W. Norton & Company, New York and London, 2008
Cox, Robert O., Production, Power, and World Order: Social Forces in the Making of
History, New York: Columbia University Press, 1987
Çetin, Halis, “Liberalizmin Temel Đlkeleri”, Cumhuriyet Üniversitesi Đktisadi ve Đdari
Bilimler Dergisi, Cilt 2, Sayı 1, 2001, ss.217–235,
Duncan, Richard C., “The Peak Of World Oil Production and The Road To The
Olduvai Gorge”, Pardee Keynote Symposia, Geological Society of America Summit 2000,
Reno, Nevada, November 13, 2000, http://dieoff.org/page224.htm (Erişim 20 Eylül 2014)
Dünyada ve Türkiye’de Enerji Görünümü, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı
Raporu,
Ediger, Volkan Ş., “Yeni Yüzyılın Enerji Güvenliğinde Karşılıklı Bağımlılık Bir
Zaruret”, Doğal Gaz Dergisi, Sayı 131, 2007, ss.30 – 37
Falvin, Christopher and Lenssen, Nicholas, Enerjide Arayışlar-Yaklaşan Enerji
Devriminin El Kitabı, Đstanbul, TEMA Vakfı Yayınları, 1994
Global Conflict Tracker 19 September 2014, Council of Foreign Relations,
http://www.cfr.org/global/global-conflict-tracker/p32137#!/ (Erişim 20 Eylül 2014)
Goldman, Marshall I., Petrostate: Putin, Power, and the New Russia, Oxford, Oxford
University Press, 2010
Has, Kerim, “Rus Enerji Sektöründe Parlayan Yıldız: Rosneft”, 17 Temmuz 2013,
http://www.usakanalist.com/detail.php?id=646 (Erişim 18 Eylül 2014)
http://www.bp.com/content/dam/bp/pdf/Energy-economics/statistical-review-
2014/BP-statistical-review-of-world-energy-2014-full-report.pdf (Erişim 18 Eylül 2014)
570
http://www.enerji.gov.tr/yayinlar_raporlar/Dunyada_ve_Turkiyede_Enerji_Gorunumu
.pdf (Erişim 20 Eylül 2014)
http://www.iea.org/publications/freepublications/publication/WEO2012_free.pdf
(Erişim 18 Eylül 2014)
http://www.worldenergyoutlook.org/media/weowebsite/factsheets/WEO2013_Factshe
ets.pdf (Erişim 19 Eylül 2014)
http://www.yildiz.edu.tr/~okincay/dersnotu/EnerjiProfili.pdf (Erişim 20 Eylül 2014)
Hubbert Zirvesi-Olduvai Teorisi, http://finansalpusula.com/makale.aspx?id=511
(Erişim 19 Eylül 2014)
Ibrahim, Youssef M., “Iraq Threatens Emirates And Kuwait on Oil Glut”, 18 Temmuz
1990, http://www.nytimes.com/1990/07/18/business/iraq-threatens-emirates-and-kuwait-on-
oil-glut.html? (Erişim 20 Eylül 2014)
Iran–Iraq War, http://en.wikipedia.org/wiki/Iran-Iraq_War (Erişim 20 Eylül 2014)
Đpek, Pınar ve Williams, Paul A., “Firms’ Strategic Preferences, National Institutions
and the European Union’s Internal Energy Market: a Challenge to European Integration”,
European Integration online Papers (EIoP), 2010, Cilt 14, Makale 15,
http://eiop.or.at/eiop/texte/2010-015a.htm (Erişim 18 Eylül 2014)
Đpek, Pınar, “Enerji Güvenliğinin Ekonomi Politiği ve Türk Dış Politikası” Ertan
Efegil ve Rıdvan Kalayci (der.) Dış Politika Teorileri Bağlamında Türk Diş Politikasının
Analizi Cilt I,Ankara, Nobel Yayıncılık, 2012, ss. 225–249
Đşeri, Emre ve Dilek, A. Oğuz, “Yeni Enerji Jeopolitiğinde NATO’nun Enerji
Güvenliğinde Tamamlayıcı Rolü ve Türkiye’nin Potansiyel Katkıları”, Akademik Bakış
Dergisi, Cilt 5, Sayı 10, 2012, ss.229–248
Keohane, Robert O., After Hegemony: Cooperation and Discord In The World
Political Economy, New Jersey, Princeton University Press, 1984
Kızılkaya, Ertuğrul ve Engin, Cem, “Enerjinin Jeopolitiği: Dünya Üzerindeki Jeo-
Ekonomik Mücadele”, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt
5, Sayı 9, 2004, ss. 197–204
Klare, Michael, Rising Powers, Shrinking Planet: The New Geopolitics of Energy,
New York, Metropolitan Books 2008
Kocaoğlu, Mehmet, Petro-Strateji, Đstanbul, Harp Akademileri Basım Evi, 1996
Koçer, Gökhan vd, Uluslararası Đlişkiler: Giriş, Kavram ve Teoriler, Haydar Çakmak
(Ed.), Ankara, Platin Basın Yayın Dağıtım, 2007
571
Luft, Gal ve Corin, Anne, Energy Security Challenges for the 21th Century, California,
Praeger 2009
Mc Millan, Joseph, “U.S. Interests and Objectives”, The United States and Persian
Gulf: Reshaping Security Strategy for the Post-Containment Era, Richard D. Sokolsky,
(Ed.),Washington, 2003
Nunn, Sam, Schlesinger, James R. and Ebel, Robert E., “The Geopolitical Outlook:
2000–2020, The Geopolitics of Energy into the 21st Century”, Centre for Strategic and
International Studies Report, Washington, 2000
Olçar, Kemal, “Uluslararası Çatışmaların Enerji Politik Analizi” Güvenlik Stratejileri
Dergisi, Yıl 6, Sayı 11, ss. 93 – 127
Sevim, Cenk, “Geçmişten Günümüze Enerji Güvenliği ve Paradigma Değişimleri”,
Stratejik Araştırmalar Dergisi, Sayı 13, 2009,ss.93–105
Sevim, Cenk, “Küresel Enerji Jeopolitiği ve Enerji Güvenliği”, Yaşar Üniversitesi
Dergisi, Cilt 26, Sayı 7, 2012, ss. 4378 – 4391
Sevim, Cenk, “Petrol Rezervlerinin Zirve Noktasının Enerji Güvenliği Açısından
Büyük Enerji Pazarları (ABD, AB, Çin Ve Hindistan) Üzerindeki Etkileri”, Güvenlik
Stratejileri Dergisi, Yıl 6, Sayı 11, ss.53 – 72
Smith, Roy, El-Anis and Farrands, Christopher, International Political Economy In
The 21st Century: Contemporary Issues and Analyses, Essex, Pearson Education Limited,
2011, s.1–4
Suez Crisis, http://en.wikipedia.org/wiki/Suez_Crisis (Erişim 20 Eylül 2014)
Şöhret, Mesut, “Realizm Çerçevesinde Avrupa Birliği’nin Bütünleşmesi” Đnsan ve
Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, Cilt 1, Sayı 4, 2012, ss. 288 – 330
Türkiye’nin ve Dünya’nın Enerji Profili,
Uğurlu, Örgen Andaç, Çevresel Güvenlik ve Türkiye’de Enerji Politikaları, Örgün
Yayınevi, Đstanbul, 2009
Uluğbay, Hikmet, Đmparatorluktan Cumhuriyete-Petropolitik, Ankara, Turkish Daily
News Yayınları, 1995
World Energy Outlook 2012,
World Energy Outlook 2013 Factsheet,
Wu, Kang and Fesharaki, Fereidun, “Managing Asia Pacific’s Energy Dependence on
the Middle East: Is There a Role for Central Asia?”, Analysis from the East-West Center, No
60, ss.1–8
572
Yergin, Daniel, Petrol-Para ve Güç Çatışmasının Epik Öyküsü, Çev. Kamuran
Tuncay, Ankara, Türkiye Đş Bankası Kültür Yayınları, 1995