Bizbiriz dergisi 3 sayi

68
Bizbiriz Dergisi 1 MYANMAR UNUTTURULAN ARAKAN Sayı: 3 Nisan 2013 ISSN: 2147-642 Bizbiriz d e r g i s i “Ne oldu size ki (bugün) birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz? Aksine onlar bugün boyun eğip teslim olmuşlardır! Birbirlerini sorgulayıp suçlarlar!” Saffat diye meşhur süre-i celilenin 25-26-27. ayet-i kerimeleri

description

MYANMAR Unutturulan ARAKAN http://www.bizbiriz.org.tr

Transcript of Bizbiriz dergisi 3 sayi

Page 1: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi1

MYANMARUNUttURUlAN

ARAKANSayı: 3Nisan 2013ISSN: 2147-642

Biz

biri

zd

e r

g i

s i

“Ne oldu size ki (bugün) birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz?Aksine onlar bugün boyun eğip teslim olmuşlardır!

Birbirlerini sorgulayıp suçlarlar!”Saffat diye meşhur süre-i celilenin 25-26-27. ayet-i kerimeleri

Page 2: Bizbiriz dergisi 3 sayi
Page 3: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi3

Hz.Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz, “çocuk babanın sırrıdır” buyurur. Her çocuk, fiziksel ve/veya karakteristik olarak babasından bir iz taşır.

Yazılan bir kitap, hazırlanan bir dergi, pişiri-len bir yemek, çizilen bir proje, inşa edilen bir bina, vs.vs. yazarının, mimarının, aşçısının sır-rını taşır. Atılan her imza sahibinin karakterini ortaya koyar.

Bizbiriz Dergisi de, Bizbiriz Derneği’nin etsiz kemiksiz çoçuğudur. Şeklinde ve özünde, der-neğimizin hizmetkarlarının duygu ve düşünce-lerini yansıtır.

Üçüncü sayı ile huzurunuzdayız. Geçen gün-lerde kendimizi eleştirdik ve eleştirttik. Şekil yö-nünden hayli eleştiri aldık ve “yolun başındayız düzeltiyoruz” dedik.

“Eksiksiz bir Allah.Eksiğimizle beşeriz,

Haddimizi biliriz elhamdülillah.”1

Eskiklerimizin olduğunu biliyoruz. Düzelt-meye niyetli ve gayretliyiz. Ama biraz da alışıl-mışın dışında olalım istedik. Dergimizde ki alı-şılmamış şekiller elbette devam edecek.

Yazarlarımıza teşekkür ediyoruz. Gönül ve-rerek yazıyorlar. Konularında ehiller. Rasulullah (s.a.v) Efendimizin “işlerinizi ehil olanlara tes-lim edin” hadisi şerifini burada da yerine getir-miş olmanın mutluluğunu yaşatıyorlar bize. Ya-zılarını kaynaklara dayandırarak yazdıkları için okurlarımızdan güzel tepkiler alıyoruz. Bu da yayıncılıkta ayrı bir mutluluk.1 Sadırdan Satıra Damlalar, Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU, Bizbiriz Derneği Yay. KONYA-2013

Dergimizin hazırlanmasından dağıtımına kadar geçen süreçte emeklerini ortaya koyan derneğimiz gönüllülerine de teşekkür ediyo-ruz. Dergi hazırlamak kimilerine göre çok ba-sittir. Kimileri için ise ulaşılması ve uğraşılması mümkün olmayan bir süreçtir. Bizim için ise her saniyesi huzura doğru akan bir mutluluktur. Al-lah Rızası için başlanan hiç bir işin boşa gitmye-ceğine, Allah rızası için yola çıkan kervanın yol-da kalmayacağına inanıyoruz. Yani, işimiz kolay, elhamdülillah.

Bir teşekkür de okurlarımıza borçluyuz. Daha ikinci sayıda olmamıza rağmen oldukça müte-vazi ama bir hayli yürekten teşekkür aldık. Eleş-tiri ve beğenilerini sunan siz okurlarımıza mü-teşekkiriz. Sizler iyisine layıksınız ve bizler iyisini yapmakla mükellefiz. Lakin unutmadık ki, “en iyi, iyinin düşmanıdır” En iyiyi yakalayayacağız ama yola devam ederken yakalayacağız. En iyi-sini yapalım diye bekleyip, sizleri iyiden mah-rum etmeyeceğiz. Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocamızın ifadesi ile;

“Kuldan özür dilemeyen, Rabbimize tevbe ede-mez, kula teşekkür edemeyen Rabbimize Hamd edemez.”

Sözün özünü yazının sonunda ifade edelim ki, bütün bunlar “Rabbimizin bir fazlı”dır. Bize bu imkanları sunan Rabbimize hamd olsun. Ye-gane güç ve kuvvet sahibi odur. O, “OL” deme-yince hiç bir şey olmuyor. O’nun “OL” emrinin bir tezahürüdür, elimizde ki bu dergi.

Rabbim gücümüzü ve kuvvetimizi artırsın.Selam ve dua ile...

EDİtÖRDEN

Bizbiriz Dergisiİmtiyaz SahibiBizbiriz Derneği adına Yön.Krl.Bşk. M. Emin DoğanGenel Yayın KoordinatörüKadir AydınEditörDuran ToklucuGrafik – tasarım Yasin CandanFotoğraf Bahadır AktaşReklam KoordinatörüAhmet NavruzSamet Dünsöz

Yayın KuruluAli HaydarEslem ErcanFaruk KulEbubekir Onhan Selman BaharSafa AkAyşe TunçÜmmü HaramBaskı tarihiNisan 2013Baskı Erman Ofset Matbaacılık Sanayi Tic. Ltd. Şti.Yeni Matbaacılar Sit. Yayın Cad. 6. Blok No:14 KonyaTel : 0 332 342 01 55 Fax : 0332 342 21 63www.ermanofset.com

Bizbiriz Dergisinde yayınlanan yazı, şiir, söyleşi, fotoğraf, illüstrayon, infografik ve makalelerin elektronik ve basılı ortamlarda çoğaltılma hakkı Bizbiriz Derneği’ne aittir.Yayın türüAylık, yaygın süreli yayınBizbiriz Derneği Şeyh Sadrettin Mahallesi Turgutoğlu Sokak No:9 Meram / KONYATel : 0 (332) 353 27 000 (541) 248 65 28 - 0 (507) 577 22 25

Page 4: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Hizmet Eden Himmet Bulur

6

Zalimlerin Arasında

Kan Ağlayan Müslümanlar...

10

Hadis17

Siyer-i Nebi18

Necasetli taş33

Sahabe-i Güzin34

Surelerden14

Fıkıh16

tasavvuf22

Cennet De Cehennem De

Dünyada...29

Page 5: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Murad Efendim38

Müslüman Bilimadamları

39

ArapçaRabca’ya Götürür

51

Haydar54

“toprağı Kaybedilmiş

Kubbe: Gönül Dünyamız”

60

tarih’te Nisan62

İlm-ü Hal42

Şehrin Görünmeyen

Yüzü48

İlginç Bilgiler55

Matematiğin Gelişmesinde

Müslümanların Rolü

56

Page 6: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi6

Hizmet EdenHimmet Bulur

Varisün-NebiAbdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU

Muhabbetten Muhammed oldu hasıl,Muhammed’siz muhabbetten ne hasıl!Muhabbetin menbaı Rasulullah (sav)

şöyle buyurdu;

لا تدخلون الجنة حتى تؤمنوا ولا تؤمنوا حتى تحابوا

Lâ tedhulûne’l cennete hattâ tu’minû ve lâ tu’minû hattâ tehâbbû.

İman etmedikçe cennete giremezsi-niz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. (Müslim, Îmân, 93; Tirmizî, Sıfâtu’l-Kıyâme, 56)

Müminler imanları sebebiyle en büyük ortak paydaya sahiptirler. Kardeştirler. Bu sebeple din kardeşliği, karın kardeşliğin-den üstündür. Sevgi, ülfet ve kişinin din kardeşiyle uyuşması, ruhların kaynaşıp an-laşması sebebiyledir.Bir hadiste şöyle buy-rulmuştur.

“Mümin ülfet eder ve kendisiyle ülfet edi-lir.Ülfet etmeyen ve kendisiyle ülfet edilme-yen kimsede hayır yoktur.” (Acluni II,390)

Muhabbet en kuvvetli kardeşlik tutka-lıdır. Muhabbetten doğan itaat, korkudan kaynaklanan itaatten üstündür. Çünkü ita-at muhabbetten dolayı yapılırsa gönülden içten olur. Korkuyla olan itaat ise dıştan yapılmış bir itaattir. İhvanın bir Allah dos-tunun terbiyesinde birleşen müridlerin birbiriyle sohbet eder ve beraber olmala-rının etkili olması da işte bu sebeptendir. Çünkü onlar Allah için birbirini severler ve birbirlerine güzel huyları tavsiye ederler. Yaptıklarını muhabbetle yaptıkları için de sözleri kabul görür yine bu sebeple mürid şeyhten, ihvan ihvandan istifade eder. Ha-bibi Kibriya Muhammed (s.a.v) Efendimiz yine şöyle buyurmuştur:

’’Uyanık olun !Müminler birbirlerini sevmede ve birbirlerine acımada tek bir vucut gibidir.O bedenin bir uzvu rahat-sız olsa diğer uzuvlar da uykusunu kay-bedip ateşler içinde kalır.’’(Buhari Edeb 27;Müslim,Birr;Müsned,IV,270)

Müminlerin bir bütün olabilmeleri aradaki kardeşliğin tam olması, herkesin önce sen diyebilmesi ve kendini düşün-düğü kadar kardeşini de düşünmesine

Page 7: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi7

bağlıdır. Mümin kardeşi açken kendi nasıl tok yatamıyorsa kardeşinin herhangi bir sı-kıntısında maddi veyamanevi sürçmesinde de onun sıkıntısını yüreğinde ve dualarında taşımalıdır. Bu hale erebilmek ise kendi nef-sani huylarını tezkiye eden, gönül aynası-nı parlatabilen salih kimselerle ülfet etmek onlarla oturup kalkmak, onların meclisleri-ne dahil olmak ile olur.

Ülfet ve muhabbet salihlerle beraberliği güçlendirir. Salihlerle beraberlik is1e kişinin kendisini ıslahı konusunda oldukça müessir-dir. Salihlere sadece bakmak bile fayda verir.

Vaktiyle bir kimse, bir gül bahçesinden geçiyormuş. Bakmış ki, güllerin arasında dikenler, ayrık otları, yabancı otlar var. Dü-şünmüş, bu güllerin arasında bu otların, di-kenlerin ne işi var! Bunlar olmasaydı daha iyi olurdu derken, otlardan birisi dile gelmiş;

-Efendi efen-di, biz hâlimizden memnunuz, sen bize karışma, bi-zim ne otu oldu-ğumuz önemli değil, nerede ve nelerin arasında olduğumuz önem-li, bizim kıymetimiz bu güllerin yanında olmakladır, hiç kimseye sen kimsin de-mezler, sen kiminle idin derler demiş. Âhirette de nerede ve kimlerle beraber ol-mak istiyorsak, buna dünyâda karar verip tercihimizi yapmalıyız. Çünkü burada kim-lerle berabersek, kimleri seviyorsak, âhiret-te de onlarla beraber olacağımız kesindir.

Sadi Şirazi, Gülistan isimli kitabında şöy-le anlatır;

Vaktiyle birisi, bir çeşmede yüzünü yıkar-ken, çeşmeden su ile birlikte biraz çamur gelmiş. O kimse bakmış ki bu çamur çok güzel kokuyor. Çamura sormuş;

-Sendeki bu koku nedir diye. Çamur da demiş ki:

-Ben bir gül ağacının yanında kaldım, gülün yaprakları benim üzerime düştükçe, o yapraklarla bir müddet hemhâl oldum, onların kokusu bana da bulaştı.

Demek ki nerede ve kimlerle beraber isek muhakkak onlardan etkileniriz, onlar-dan bize bir koku geçer. Bu sebeple kim olduğumuz değil kiminle olduğumuz han-gi Gülün bahçesinde toprak olduğumuz önemlidir.

İhvanın kalpleri bir zincirin halkaları mi-sali birbirine bağlı olduğundan birinde-ki feyz diğerine birindeki sürur diğerine yansır. Kim Allahın boyasına boyanmış ise bu boya diğerine de bulaşır. Bu yüzden müminler müridler daima kalplerine dik-kat etmelidirler. Çünkü Allah (c.c) için kar-deşlik duru sudan daha safidir. Bir iş Allah

için olmuşsa Allah Teala onda safiyet ister ve te-miz olan her şey devam eder. Nefsaniyetin ol-duğu yerde samimiyet olmadığı gibi müridlik-ten, dervişlikten de söz edilemez. Çekişmenin olduğu yerde nefsani-yet vardır; nefsaniyetin olduğu yerden Allah rızası niyeti kalkmış-tır. Oysa mürid ve tale-

be Allahın rızasını kazanmak için bir yola girmiş, bir efendiye biat etmiştir.

Müridler başta imamesi olan bir tesbihe benzer. Nasıl tanenin biri kopsa artık tesbih görevini yerine getiremezse, ihvandan da bir müridin yolda kalması bütün müridanı yavaşlatır. Bu sebeple tasavvuf terbiyemiz-de ben yoktur, biz vardır.

İttifak içinde birbiriyle bütünleşmiş ve tek vücut haline gelmiş bir cemaatın ruh ve gönlüne Cenâb-ı Hakk’ın nusret ve yardım eli uzanacak ve onu hep müsbete, güzele ve doğru tarafa çevirecektir, dolayısıyle de cemaatın yanılma payı en asgariye inmiş olacaktır. Niyetleri halis olduğu için, belki

Ülfet ve muhabbet salih-lerle beraberliği güçlendirir. Salihlerle beraberlik ise ki-şinin kendisini ıslahı konu-sunda oldukça müessirdir. Salihlere sadece bakmak bile fayda verir.

Page 8: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi8

bu yanılmalar da onlara sevap kazandıracak, güzellikler doğuracaktır. Fakat birbirinden kopuk çizgide bulunanlarda, aynı çizgide olmalarına rağmen bu dediklerimizin tahak-kuku mümkün değildir. Velev ki ibadetlerini, tesbihatlerini eksiksiz dahi yapsa bir mürid, ihvanına ilgi göstermiyor, muhabbet etmi-yorsa cemaat olma şurundan mahrum kal-mış demektir.

Vaktiyle bir çiftçi varmış. Bahçesini eker, evinin az ötesindeki ırmaktan sularmış. Her-gün iki kovasını alır su çekermiş. Bir gün yine kovalarını almış, ırmaktan su getirirken, yo-lun sağ tarafının çiçeklerle bezenmiş oldu-ğunu, sol tarafında ise kuru otlar ve toprak olduğunu görür. O gün farkeder ki, sağ eline aldığı kovada delik vardır ve hergün farkın-da olmadan geçtiği yeri sulamaktadır. İşte ihvanın hataları da kovadaki deliğe ben-zer. Tasavvuf yolu-na daha önce girmiş müridlerin yeni giren kardeşlerine karşı muhabbetli, öğretici ve kusurlarına karşı müsamahakar olması gerekir. O zaman ku-surlar sevaba, hizmet-ler çiçeğe dönüşür. Derviş, toprak gibidir; herkesi üzerinde taşır. Toprağa bir pislik atıl-sa, toprak onu içine çeker temizler. Sonra gü-zel meyve ve çiçek olarak meydana çıkarırsa derviş te temizdir ve temizleyicidir.

Şah-ı Nakşibend Hz.leri, şöyle der:“Bizim usulümüz, halkın içinde Cenab-ı

Hak ile beraber olmaktır. Yolumuz sohbet ve halka hizmet yoludur. Halktan kaçmakta şöhret, şöhrette afet vardır. Hayır, halkın için-de bulunup herkese Allah rızası için hizmet etmektedir.”

Hizmet muhabbeti arttırır, kalpler arasın-da ülfet meydana getirir. Çünkü emek, sevgi doğurur. İhvan, kardeşlerini şeyhinden bir

emanet, ona muhabbeti, şeyhine muhabbet, ona hizmeti, şeyhine hizmet bilmelidir.

Kısaca maddeler halinde belirtmek ister-sek, ihvanın yolda ilerlemesi için şunlara dik-kat etmesi gerekir;

Kardeşlere yapılan hizmet, nafile ibadet-ten daha üstündür. Resûlullah (s.a.v) Efendi-miz bir müminin ihtiyacı için koşmanın fazi-letini ve şerefini şöyle belirtiyor:

“Bir mümin kardeşimin ihtiyacını görmek için yürümem bana, şu mescidde (Mescid-i Nebide) oturup bir ay itikafa girmekten daha sevimlidir.” (Tabarani, el-Kebir, 13646; İbnu Ebi’d-Dünya Kazau’l-Hace, No:36)

Mürşid, müridin olgunluk seviyesini insan-larla geçimi ve halka hizmeti ile ölçer. Güzel geçim ve hizmet kadar insanın cevherini or-taya koyan hiçbir şey yoktur. İmandan son-

ra her mümin güzel ahlakı ile ölçülür. Hak yolcusu farzların dışın-da hangi iş ve ibadeti yapacağını kendisi be-lirlemez. Tercihi mür-şidine bırakır. Mürşid ona hangi işi ve nafile ibadeti gerekli görü-yorsa onu emreder. İn-san için en hayırlısı ve emniyetlisi odur.

Hizmette sınır ol-maz, yer ve insan seçilmez, cemaat ve millet taassubuna düşülmez. Allahu Teala’nın yarat-tığı bütün mahlukat hizmette hedeftir.

Hizmette ben yoktur, biz vardır. Benlik bir-lik için feda edilmelidir ki güzel geçim olsun. Hizmetteki kardeşlerimiz ile doğruyu bul-mak için konuşuruz, tartışırız, araştırırız, fakat sonuçta bir noktada anlaşırız. Katiyyen fitne ve ayrılığa kapı açamayız. Birbirimize nefis için kızıp küsülü duramayız. İstişare eder, en doğruya ulaşırız.

Hizmet ehli nefsini değil hizmeti düşünür. Hizmet ayağa kalksın diye gerekirse nefsini ayaklar altına serer. Bu yolda Allah için te-

Hizmet muhabbeti arttırır, kalpler arasında ülfet meyda-na getirir. Çünkü emek, sevgi doğurur. İhvan, kardeşlerini şeyhinden bir emanet, ona muhabbeti, şeyhine muhab-bet, ona hizmeti, şeyhine hiz-met bilmelidir.

Page 9: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi9

vazu gösterip alçak gönüllü olan kimselerin başı Arş’a değer. O kimseyi Yüce Allah sever. Bu şeref de ona yeter. Kardeşler birbirleri-ne edep içinde şefkat ve merhametle dav-ranmalı, acı sözden, asık yüzden çekinmeli, hizmet arkadaşları için istiğfar ve hayır dua etmelidir. Bir mümin diğer mümin kardeşi için hayır dua ediyor ve Allah’tan onun affe-dilmesini istiyorsa Allah’ın rahmetini üzerine çekmiş demektir. Hizmette hedef nokta kalp-lerin kaynaşmasıdır.

Hizmette iş ve yer seçilmez, verilen hizmet çeşidi ne olursa olsun onu ihlas ve samimi-yetle güç yettiği kadar yerine getirmelidir. Önemli olan Allah rızası için hayırlı bir işin içinde olmaktır. Hayırlı işlerde başkan olmak bir maharet olmadığı gibi, geri hizmetlerde koşan birisi olmak da utanılacak bir şey de-ğildir.

Hz. Ebu Bekir (r.a), önceleri ticaretle uğ-raşıyor, çarşıya inip alış veriş yapıyordu. Ayrıca koyun sürüsü vardı ve zaman za-man onlarla meşgul oluyordu. Bazen ma-hallesindeki yardıma muhtaç kimselerin koyunlarını sağıyor-du. Halife olup kendisine beyat edildiği za-man, daha önce koyunlarını sağdığı bir aile-nin kızı:

-Artık bundan sonra koyunlarımız sağıl-maz!” diyerek hayıflandı. Kızın sesini işiten Hz. Ebu Bekir (r.a):

-Hayır, vallahi davarlarınızı sağmaya de-vam edeceğim. Üzerime aldığım bu işin daha önceki ahlakımı değiştirmeyeceğini ümit edi-yorum, diye kızı teselli etti ve halife iken de mahallenin koyunlarını sağmaya devam etti. Hatta bazen koyunlarını sağdığı kimselere:

-Nasıl istersiniz, sütü köpüklü mü sağayım, köpüksüz mü olsun? diye sorar, onlar nasıl

isterse öyle sağardı. Daha sonra bulunduğu mahalleden Medine’nin merkezine taşındı. Ticaret işiyle halifeliğin beraber yürümedi-ğini görünce, ticareti bıraktı, bütün vaktini Müslümanların hizmet ve idaresine ayırdı. Devlet hazinesinden kendisine ve ailesine yetecek miktar maaş bağladı. Vefat edeceği sırada, elinde biriken bütün malını devlet hazinesine geri teslim etti. Üzerimde Müs-lümanların mallarından hiçbir şey kalmasın dedi. Bu duruma şahit olan Hz. Ömer (r.a):

-Ebu Bekir peşinden gelenlerin işini zorlaş-tırdı, onun gibi kim yapabilir, Dedi. (İbnu Sad, Tabakat, III, 167-168; Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, II, 379)

Hizmet ehli hayra doymaz, yaptıklarım bana yeter diye dü-şünüp kendisini ke-nara çekemez. Her hizmetin sonunda sanki bir kusur işle-miş gibi üzülürler, Allah’tan kusurlarının affını isterler, devamlı günahlarına istiğfar ederler. Hiç kimse be-nim yaptıklarım bana yeter, başka hayır ve sevaba ihtiyacım yok diye düşünemez.

Hizmetlerin Hede-fi Nefsin Islahı, ahlakı

güzelleşmektir. Zikri çoğaldığı halde ahla-kı güzelleşmeyen, bir mürşide gidip geldiği halde tevazu ve edebi artmayan, devamlı nafile namaz ve oruçla meşgul olduğu halde kalbi genişlemeyen; eli hayır için açılmayan, merhameti çoğalmayan, mümin kardeşlerini vücudunun bir parçası gibi görmeyen kimse niyetini bir kere daha kontrol etmelidir. Ne-fisle hiçbir yere varılmaz.

Bu yol nefsini kapının eşiğinde bırakma yoludur.

“Kişinin nefsiyle hayrı, olmaz zulüm-den gayrı” sözümüz düsturumuzdur.

Hizmet ehli hayra doymaz, yaptıklarım bana yeter diye düşünüp kendisini kenara çe-kemez. Her hizmetin sonun-da sanki bir kusur işlemiş gibi üzülürler, Allah’tan kusurlarının affını isterler, devamlı günahla-rına istiğfar ederler. Hiç kimse benim yaptıklarım bana yeter, başka hayır ve sevaba ihtiyacım yok diye düşünemez.

Page 10: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi10

Zalimlerin ARAsında KAN ağlayan

Müslümanlar...SELMAN BAHAR

Myanmar Güneydoğu Asya’da Anda-man Denizi ve Bengal Körfezi kıyısında, iki küresel güç olan Çin ile Hindistan ara-sında yer alan bir ülkedir. Birçok etnik ve dinsel unsuru içinde barındırmakla sos-yo-kültürel anlamda bir zenginliğe sahip-tir. Myanmar’ın sınır komşuları Hindistan, Bangladeş, Çin, Laos ve Tayland’dır. Bu ül-kelerin ortasındaki Myanmar, bölgedeki enerji ulaşım hattı, uluslararası ticaretin transit geçiş noktası olması ve yeraltı kay-nakları zenginliği ile uluslararası sistemde stratejik olarak önemli bir noktada bulun-maktadır. Ancak Myanmar’ın sahip olduğu coğrafi konum ve yeraltı kaynakları zen-ginliği, Asya ve Afrika ülkelerinin çoğunun kaderi gibi uluslararası sistemdeki çıkar politikalarının bir parçası olmaktan kurtu-lamamıştır.

İkinci Dünya Savaşı sonrası 1948 yılında bağımsızlığını kazanmıştır. Ülke sınırları, etnik ve dinsel harita göz ardı edilerek ya-pay olarak kurgulanmış olması nedeniyle etnik ve dinsel manada çeşitlilik gösteren

çok sayıda toplumsal grup Myanmar resmi sınırları içinde yaşamak zorunda kalmıştır. Bu durumun tezahürü ise bağımsızlık son-rası ülkenin siyasal yönetim sürecinde söz hakkı olmak isteyen birçok etnik ve dinsel temalı grubun büyük çapta iç savaşlar ya-şamasıdır. İç savaş sürecinde yönetimi elde eden Myanmar Ordusu 1962’den 2011’e kadar kesintisiz olarak devam edecek, ol-dukça sert bir yönetim kurmuştur. Askeri yönetim süresince etnik, dinsel ve siyasal çatışmaların dozu azalmıştır. Fakat ülkenin geleceğini kendi ideolojileri çerçevesinde şekillendirmek isteyen gruplar arasında-ki çatışmalar tam manasıyla dinmemiştir. Uzun yıllar süren bu kaos ortamını kon-trol edebilmek adına katı bir teşkilatlanma gösteren askeri yönetim Myanmar’da ge-niş çaplı insan hakları ihlallerine sebep ol-muştur. İç karışıklıkların neredeyse hepsini şiddet yoluyla bastırmayı seçen askeriye demokratik yolları halka kapatarak karan-lık bir dönemin yaşanmasına zemin hazır-lamıştır. Halkın, fikirlerini meşru görüp be-

Page 11: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi11

nimsediği birçok siyasi lider, askeri yönetim tarafından halktan uzaklaştırılarak ev hap-sine alınmıştır. Mevcut yeraltı ve yerüstü kaynakları zenginliğine karşın dünyanın en fakir devletlerinden biri olmasının sebebi uzun yıllar süren baskı rejiminin ilerleme ve gelişmenin önüne set çekmesidir.

N ü f u s u n u n %68’ini Burmalıların (Bamarlar) oluştur-duğu Myanmar’da, diğer etnik unsurlar Shan, Karen Rakhine ve Mon etnik grup-larının yanı sıra az sayıda Çinli ve Hint-liden oluşmaktadır. Bu etnik grupların hepsinin kendisine özgü dili ve kültürü bulunmaktadır. Fakat askeri yönetimin başkent Rangoon merkezli ola-rak uygulanan baskı ve sindirme politikala-rı nedeniyle Burma dili ve kültürü topluma hâkim kılınmaya çalışıldı. Budizm dini ül-

kenin temel gerçekliği olarak yapılandırıl-maya çalışılarak diğer dinsel azınlıklar üze-rinde baskı kurulmaktadır. Myanmar, uzun süren askeri dikta yönetiminin sonucunda 2007 yılında bir “renkli devrim!” girişimine sahne olmuştur. Safran Devrimi adı veri-

len ve Budist rahip-lerin büyük bir rol oynadığı bu girişim başarısız olmasına karşın, ülkede 2008 yılında ilan edilen yeni anayasanın ar-dından 2010 yılında gerçekleştirilen se-çimler sonucunda cumhuriyet rejimine geçiş yapılmıştır. Bu

sonuca seçimlerde yolsuzluk yapıldığı id-diasıyla oldukça fazla tepki gelmiş olsa da sonuç değişmemiş aynen kabul edilmiştir. Yeni hükümetin liberal demokrasi, ekono-mik gelişim ve toplumsal gruplar arasında yakınlaşma yönünde yeni reformlar yapma

Ülfet ve muhabbet salihlerle beraberliği güçlendirir. Salih-lerle beraberlik ise kişinin ken-disini ıslahı konusunda olduk-ça müessirdir. Salihlere sadece bakmak bile fayda verir.

Page 12: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi12

sözü vermesiyle ve halk nezdinde siyasal kimliğine saygı duyulan siyasilerin ev hap-sinin ordu tarafından kaldırılmasıyla şim-dilik siyasal gerginliklerin dozu düşmüş görünmektedir.

Ama siyasal dinginliğin artmasına rağ-men, nüfusun ağırlıklı kesimini oluşturan Budistler Myanmar’da Müslüman Rohing-ya ırkının yaşadığı Arakan Bölgesi çok cid-di bir toplumsal ve siyasal baskı altındadır. Arakan Bölgesi, Burma Müslümanlarının büyük bir bölümünün yaşadığı yerdir. Ül-kenin batısında Bangladeş sınırında yer alan oldukça önemli bir coğrafya olan Ara-kan, 1748 yılında o zamanki adıyla Burma olan Myanmar’a bağlanmıştır. A ra k a n Bölgesi, sahip olduğu etnik ve dinsel farklı-lık nedeniyle Burma’ya bağlandığı günden bu yana büyük çaplı katliamlara, sürgünle-re ve toplumsal baskı girişimlerine sahne olmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’na yakın yıllarda, özellikle 1942 yılında Budistle-rin Müslümanlara saldırması sonucu 100 binden fazla Arakanlı Müslüman hayatını kaybetmiştir. Bunun yanı sıra 1962-2011 yılları arasında, yani iç savaşın şiddetinin azaldığı askeri yönetim döneminde dahi, 1,5 milyondan fazla Arakanlı Müslüman, Bangladeş’e göçmeye zorlanmıştır, 20 bin-den fazlası katledilmiştir.

Hatta BM tarafın-dan yapılan açıkla-maya göre, Arakanlı Müslümanlar dünya-nın en çok zulme uğ-rayan toplumsal gru-budur. Fakat ne yazık ki, başta BM olmak üzere kültür ve me-deniyet kıtası Avrupa! kökenli uluslararası örgütler bu tespitin gereği olan adımları atıp Arakan’daki vah-şete “Dur!” diyeme-mektedir. Ailelerin

topluca katledilmesi, tecavüzler, büyük çaplı göç hareketleri, ev ve işyerlerine dü-zenlenen yağma hareketleri Budistler ta-rafından “din adına” meşrulaştırıldığı için Müslümanlara yapılan zulüm bu bölgede normal olarak algılanmaktadır.

Müslümanlara karşı yapılan hak ihlalleri Budistler tarafından o kadar olağanlaştırıl-mış ki Myanmar’da düzenlenen son par-lamento seçimlerinde (2011 yılında) Ara-kan Müslümanları 46 sandalye ile temsil edilmeye hak kazanmışken, Myanmar Yö-netimi bu sandalyelerden yalnızca 3’ünü onlara vermiş ve 43 sandalye Budistler-ce kullanılmıştır. Arakan Müslümanları, Myanmar Yönetimi’nin gözetiminde hatta desteğiyle Budistler tarafından gerçekleş-tirilen ve soykırım tanımına moda mod uyan katliamlar ile yaşamaya zorlanıyor.

Haziran 2012’de yaşanan bir olay, Ara-kanlı Müslümanların içler acısı olan duru-munu uluslararası medya eliyle yeniden ortaya koymuştur. Myanmar Hükümeti yıl-lardan bu yana kendilerine ait kimlik kartı dahi olmayan Rohingya (Arakan) Müslü-manlarına kimlik vereceğini açıklamıştır. Arakan Bölgesi’nde azınlık durumunda ol-masına karşın siyasal kontrolü elde tutan ve siyasi gücünün azalmasından korkan

Page 13: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi13

Budistler şiddetin dozunu artırarak umre-den dönen otobüse saldırmış ve otobüsteki herkesi öldürmüşlerdir. İçerisinde Arakanlı din âlimlerinin de bulunduğu otobüse sal-dırmalarından dolayı bu olayın ardından, failleri cezalandırması beklenen Myanmar Hükümeti hiçbir adım atmamıştır. Hatta çok sayıda Müslüman’ı zanlı olarak tutukla-ması bölgede gerginliğin dozunun daha da artmasına neden olmuştur.

Myanmar Ordusu’nun camileri kuşat-ması ve Budistlerin ordunun da desteğiyle Müslümanların evlerini yakıp yıkmaya ve yağmalamaya başlaması gibi nedenlerle Arakan Bölgesi’nden Bangladeş’e Müslü-man göçü hızlanmıştır. Fakat Bangladeş de oldukça fakir bir ülke olduğundan ve Arakanlı Müslümanları kabul edebilecek gücü ve yeteneği olmadığından Myan-mar-Bangladeş sınırını kapatarak Arakanlı Müslümanları ölüme terk etmek zorunda kalmıştır. Bugün itibariyle Burma’da yaşa-yan Müslümanların nüfusunun 1,3 milyon olduğu belirtiliyor. Ayrıca 3 milyon kadarı da komşu ülkelere kaçarak yurdunu terk etmek zorunda kalmıştır. Arakanlı Müslü-manlar aşırı dindar olduklarını öne süren Budistlerce sefalet içinde yaşamak zorunda bırakılmıştır.

Çin’in enerji ihtiyacının karşılanması noktasında büyük önem verdiği Ortadoğu petrol ve gazının geçiş noktasında yer alan Myanmar, bu noktadan dolayı Çin’in en önemli partnerlerinden biridir. Hatırlana-cağı gibi, uzun yıllar süren askeri yönetimin de en önemli destekçisi Çin’di. Bu neden-le Çin’in Arakanlı Müslümanların geleceği noktasında Myanmar’a baskı yapması bek-lenmemelidir. Zaten Çin’in böyle bir bas-kı yapması abestir, zira kendisi de bu tarz sorunlar yaşamıştır ve yaşamaya da devam etmektedir. Uzun yıllar boyu Myanmar’a ambargo uygulayan ve Aralık 2011’de ABD Dışişleri Bakanı’nın ziyareti sonrası Temmuz 2012’de bu ülkeye uyguladığı ambargo ve

sınırlamaları kaldıran ABD’de, Çin için çok büyük önem taşıyan bu ülkeyi kendi yanına çekebilmek ve bu ülke nezdinde ortaya çı-kan ekonomik fırsatları değerlendirebilmek için Arakanlı Müslümanların durumu ile il-gilenmemektedir.

Yani kısaca her zaman olduğu gibi çı-kar siyaseti, şüphe teorileri ve anti-islamist önyargılarla Dünya’yı yorumlayan Avrupa yine merhametten sınıfta kalmış, duyar-sızlık kalkanlarını devreye sokmuştur. Bu nedenle Arakanlı Müslümanlar için gün-dem oluşturmak ve uluslararası farkındalık oluşturarak sorunun çözümüne katkı sağ-lamak bizlerin, yani Arkanlı Müslümanların kardeşlerinin işidir. Suudi Arabistan ve zen-gin Körfez ülkeleri Arakanlı Müslümanların sefaletini ortadan kaldırabilmek için adım atmalı, zenginliğini bu sefer zevk-sefaya değil hayırlı bir oluşuma harcamalıdır. Nü-fusunun büyük bir bölümünü Müslüman-ların oluşturduğu Türkiye’nin vatandaşları olarak, altını çizmek gerekirse uluslararası sistemde daha çok sesimizin duyulduğu şu yıllarda bizim daha duyarlı olmamız ge-rekmektedir. Sahip olduğumuz genç nüfus potansiyelini, uluslararası sistem tabanlı etkinlik çerçevesinde sosyal duyarlılık adı-na siyasal ortamda aktif bir şekilde kullan-malıyız. Arakanlı Müslümanların durumu-nu, başta BM olmak üzere, devlet bazında uluslararası aktör konumunda olduğumuz her uluslararası arenada daha fazla günde-me getirmeliyiz. Bu anlamdaki çalışmaları-mızı Allah rızasını gözeterek, samimiyetle ve attığımız her adımın arkasında durarak sürdürmeliyiz. Muvaffakiyet ancak Allah’ın lütfudur.

KAYNAKÇA

1-Göktürk TÜYSÜZOĞLU, Arakan Katliamı ve Myanmar, www.blog.milliyet.com.tr/uluslararası bakış

2- Dr. Arastü HABİBEYLİ, Küresel Krizin Yeni Dalgası, www.politikaakademisi.org

3- Aslan Balcı Myanmar’ın Yaptıkları Mekke Müşriklerini Aratmıyor, www.timetürk.com

Page 14: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi14

Mekke’de inmiş olup yedi ayettir.

Fatiha, Arapçada, önce “kitap ve elbise gibi şeylerin açılabilecek baş kısmı, önü, ilk açılan yeri” anlamlarında, sonra da “ko-nuşma ve okuma gibi yavaş-yavaş derece-derece meydana gelen her şeyin başlangı-cı” anlamında kullanılmıştır.

Kur’an’da surelerin tertip edilişinde, yazılmasında namazda okunmasında ve hatta indirilmesinde bu sure ilk olduğun-dan “elhamdülillah” bulunması ve yahut baştan başa, manasının bir hamd ve övgü olması bakımından, öteden beri “El-hamd” veya “Elhamdülillah” veya “Elhamdülillahi Rabbilalemin Suresi” diye de isimlendiril-miştir.

KUR’ÂN’IN EN BÜYÜK SÛRESİDİREbu Saîd İbnu’l-Muallâ (ra) anlatıyor: “Ben Mescid-i Nebevî’de namaz kılıyor-

dum. Resulullah Aleyhissalâtu Vesselâm beni çağırdı. Fakat namazda olduğum için müba-rek çağrısına derhal cevap veremedim. Na-mazdan sonra yanına vararak:

“Ey Allah’ın Resulü namaz kılıyordum. Bu sebeple cevap veremedim.” diye özür beyan ettim. Bana:

“Allah, Kitab’ında: ‘Ey iman edenler, Allah ve Resulü sizi çağırdıkları zaman hemen ce-vap verin’ buyurmuyor mu?”1 buyurdu ve ar-kasından ilâve etti:

“Sen mescidden çıkmazdan önce, sana Kur’ân-ı Kerim’in en büyük sûresini öğrete-1Enfal diye isimlendirilen sure 24. ayet

Fatiha Suresi

SURElERDENS.GÜLSOY

“Sığınırım Allah’a, kovulmuş şeytandan”

“Rahman Rahim olan Allhah’ın adıyla”

1.Hamd, o Alemlerin Rabbi,

2. O Rahman, Rahim,

3.O din gününün maliki Allah’ın!

4.Sadece sana ederiz kulluğu, ibadeti ve sadece senden dileriz yardımı, inayeti ya Rab!

5. Hidayet eyle, bizi doğru yola!

6-7. O kendilerine nimet verdiğin mesutların yoluna! Ne o gazap olunanların ne de sapkınların!

Page 15: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi15

yim mi?” buyurdu ve elimden tuttu. Mescid-den çıkacağı sırada ben:

“Ya Resulallah! Bana en büyük sûreyi öğre-tecektiniz” dedim. Resulullah (sav) bana:

“O sûre ‘ElhamdülillâhiRabbi’l-âlemin’dir ki, bu, namazlarda tekrar tekrar okunan yedi âyetten ibarettir.” buyurdu.1

Ebu Hüreyre (radıyallahuanh) bildiriyor ki, Peygamber Efendimiz (sav): “Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zü’l-Celâl’e yemin ederim ki, Allah, Fâtiha’nın bir mislini ne Tevrat’ta, ne İncil’de, ne Zebur’da, ne de Furkân’da indir-memiştir” buyurdu.2

BİR MÜJDEDİRİbnu Abbâs radıyallahuanhü anlatıyor:

“Hz. Rasulullah (aleyhissalâtu vesselâm) ya-nında Cebrail (aleyhisselâm) bulunduğu bir sırada, yukarıda kapı sesine benzer bir ses işitti. Başını göğe doğru kaldırdı. Cebrail (aleyhisselâm) dedi ki:

“İşte gökten bir kapı açıldı, bugüne kadar böyle bir kapı asla açılmamıştı.”

Derken oradan bir melek indi. Cebrail (aleyhisselâm) tekrar konuştu:

“İşte arza bir melek indi, şimdiye kadar bu melek hiç inmemişti.”

Melek selâm verdi ve Efendimiz (sav)’e dedi ki:

“Ya Resulallah! Sana verilen iki nuru müj-deliyorum. Bunlar, senden önce başka hiçbir peygambere verilmemişlerdi: Onların biri Fatiha Sûresi, diğeri de Bakara Sûresi’nin son kısmı. Onlardan okuduğun her harfe muka-bil sana mutlaka büyük sevap verilecektir.” 3

FAtİHA SURESİ ŞİFADIREbu Mütevekkil Naci’nin Ebu Said El

Hudri’den rivayet ettiği bir hadisde şöyle geç-mektedir:

“Nebi (sav)’in ashabından bir grup, bir Arab kabilesine uğradılar. Bu kabile halkı ashabı 1Buhârî, Tefsir 1; Nesâî, İftitâh 26; EbûDâvud, Vitr 15.2Kütüb-ü Sitte, 2/438.3Müslim, Müsâfirin 254; Nesâî, İftihah 25.

ağırlayıp misafir etmediler. O sırada kabile-nin reisini yılan soktu. Bunun üzerine kabile sakinleri sahabeye gelerek, sizde bir ilaç veya tedavi yapan birisi var mı? diye yardım istedi-ler. Sahabe de “Evet, ama siz bizi misafir bile etmediniz, bize bir şeyler hazırlamadıkça size yardım etmeyiz.” dediler. Bunun üzerine ka-bile sakinleri sahabeye bir miktar koyun eti hazırladılar. Sonra bizden birisi hasta üstüne Fatiha Suresi’ni okumaya başladı. Adam sanki kendisine hiçbir şey olmamış gibi derhal aya-ğa kalktı. Oradan ayrıldıktan sonra Nebi (sav)’e varıncaya kadar bunu yemeyelim dedik. Bila-here Nebi (sav)’e vardık ve olayı ona anlattık. Nebi (sav) “Okuyana Fatiha’nın şifa olduğunu nereden biliyorsunuz? dedi, sonra da “yiyiniz ve bana da bir pay ayırınız,” buyurdu.4

RABB İlE KUl ARASINDA KÖPRÜDÜRNamazda okunması sebebiyle bir ismi de

“es-Salât” olan Fâtiha hakkında bir hadis-i kutside söyle buyurulmuştur:

“Namazı kulumla aramda ikiye ayırdım. Bir yarısı benimdir, diğer yarısı kulumundur. Kuluma istediği verilecektir.

Kul: “Hamd alemlerin Rabbi Allah’adır” de-diği zaman, Allah:

“Kulum bana hamdetti” der. Kul: “Rahman ve Rahim olan... dediği za-

man Allah: “Kulum bana senada bulundu” der. Kul: “Din gününün mâliki” dediği zaman,

Allah: “Kulum beni yüceltti” der. Kul: “Ancak Sana kulluk eder, ancak Sen-

den yardım dileriz “ dediği zaman, Allah: “Bu benimle kulum arasında iki yarıdır. Ku-

luma istediği vardır” der. Kul: “Bizi doğru yola ilet. Nimet verdigin

kimselerin yoluna. Kendilerine gazab edilmiş olanların ve sapmışların yoluna değil” dediği zaman Allah, “Bunlar kulumundur, kuluma is-tediği verilecektir” der.”5

4(Buhari, İcare, 16;Müslim, Selam, 65)5(Müslim, Salât,38, 40; EbûDâvûd, Salât, 132).

Page 16: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi16

Günümüz cami mimarisinde, camilerin altına, üstüne veya yanına ticarethane, hatta garib bir anlayışla insanları (özellikle gençleri) camiye, islama meylettirmek düşüncesiyle blardo salonu açılmaktadır.

Bu caiz midir? İzah eder misiniz?

Mescidde ticaret

FIKIHAYŞE TUNÇ

Kardeşim önce cami adabından ve gayesin-den bahsetmek gerekir.

Allah (c.c) yüce kitabı Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

د سج د كل م ن م ع ك ت ن ذوا زي ي اآدم خ ن ا ب ي“Ey Âdemoğulları, her mescidde zînetleri-

nizi takının.” 1

“Zînet”ten maksat edeptir. Câmilerin ilk yapı-lış gayesi Allah’a ibadettir.

Yine: Rasûlü Ekrem (sav): “Şu mescidler, ancak Allah (cc)’i zikretmek,

namaz kılmak ve Kur’ân okumak içindir.”2 Diğer hadisi şeriflerinde ise Rasulü Ekrem

(s.a.v):

اع ت ب ع او ي ي ب ن ي م م ت رة: اذا راأي ري ى ه ن اب عك ارت ج ه ت ل ح ال وا لا ارب ول ق د ف سج م ى ال فوا لا راد ول ق ة ف ال ه ض ي شد ف ن ن ي م م ت واذا راأي

ك. ي ل ه ع ل ال“Mescidde alım-satım yapan birisini görürse-

niz ona deyin ki, Allah ticaretine kazanç verme-sin. Kaybettiği bir şeyi soran birisini görürseniz ona deyin ki, Allah onu sana geri getirmesin.”3

1 (Araf, 7/31)2 (Hindî, 6661 Hadisi, Ahmed b. Habel ve Müslim)3 (Tirmizi, Beyhaki; Sünen, Hakim; Müsredrek, Zeylaî, Nasbur-Râye, N/493; Hindî, Ramuz el-ehadis 47/1)

“Küçük çocuklarınızı, delilerinizi, alış-verişini-zi, sesinizi yükseltmeyi, hadlerinizi uygulamayı mescidlerinizden uzak tutun.”4

Buna göre; her ne olursa olsun, mescidde alım-satım yapmanın yasaklandığı anlaşılır. An-cak bu yasağın derecesi farklı anlaşılabilmiştir.

Meselâ: Hanefi fıkıh kitaplarının muteberle-rinden Halebî Kebir’de bu hadislere işaret edile-rek bir yerde: “Mescid, içinde alış-veriş yapmak-tan... korunmalıdır” denirken5, daha sonra bir yerde de, mescidde alış-veriş yapmanın haramlı-ğına işaret edilir.6 Fetavay-i Hindiyye’de aynı iba-re tekrarlanır.7

Bir mescid kıyamete kadar mesciddir. İçi ve arsası mescid olduğu gibi, semâya kadar olan üst tarafı da mescid hükmündedir. Bu sebep-ledir ki, içinde yapılması mekruh ve yasak olan hususlar bunların üstünde de, altında da mek-ruh ve yasaktır.

Sualin, camilerin yanına, altına bilardo salonu açılabilir mi kısmına gelince, malumunuz odur ki camilerde, alımın-satımın yasaklandığı kerih gö-rüldüğü düşünülürse; İslam’da caiz görülmeyen oyunların cami altlarında oynanması, oynandığı salonların açılması, muhakkak ki yasaktır. Hara-ma götüren yolların kapatılması en doğrusudur.

4 (Hindî, VN/670 (Hadisi Ibn Adıy, Taberanî rivayet etmişlerdir) buyurmuştur.5 (Halebî Kebîr, 610)6 (age. 614)7 Fetavay-ı Hindiyye (I/110)

Page 17: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi17

هر كان اذا انزل منزلا لم يرتحل حتى يصلى الظEnes (r.a.)’ın rivayet ettiğine göre, Muhamed Mustafa (s.a.v) buyuruyor ki;

“ Allah-u teala’nın Rasulü (s.a.v), bir yere konduğu zaman (öğle vaktiyse) öğle namazını kılmadan oradan ayrılmazdı.”

Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v), bir yere ika-met ettiği zaman iki rekat namaz kılmadan kalkmazdı.1 Mesela, bir mescide girdiğiniz za-man, kerahat vakti değilse, tehiyyat’ül-mescit namazı derler, Allah (c.c) rızası için, iki rekat na-maz kılarsınız.

Bir rivayettede Allah-u Teala’nın Rasulü (s.a.v) buyuruyor;

“Her yerde Allah-u Teala’nın adını anın ki; hakkınızda şahitlerinizi çoğaltınız.”

Siz şahitlerinizi çoğaltınız. Nereye varırsanız varın, bir su kenarına, bir ağacın altına,odunun yanına, Allah-Allah-Allah (c.c) deyin, muhak-kak ki o dağlar, taşlar da sizinle birlikte Allah (c.c) der, siz duysanız da duymasanız da, siz bil-seniz de bilmeseniz de.

Bütün dağ, taş ayet-i kerime mucibince Al-lah-u Teala’yı zikreder.

Allah-u Teala’nın Rasul’ü (s.a.v)de, bir belde-ye vardığında öğlen namazını kılmadan diğer bir rivayette de iki rekat namaz kılmadan ora-dan hareket etmezdi, yani o mekanda Allah’ı zikrederdi.

“Kim bir şehre veyahut bir kalabalığa var-dığında;

‘Lailahe illallahu vahdehu la şerike lek.lehül mulkü velehu hamd vehuve ala kullü şeyin gadir.’ Allah’tan başka ilah yoktur, O, bir ve tektir, ortağı yoktur,mülk ve hamd O’nundur ve O’nun herşeye gücü yeter diye 1 Ramuz’el- Ehadis

on defa söylerse, oradakilerin nefesi ade-dincebir rivayettede sayısı adedince sevap yazılır.”

E zikredin ne olacak? Ne olur ki, ne kaybede-riz? Hiçbir şey kaybetmeyiz değil mi? Zikreder-sek, gafletimiz olmaz. O zaman derzi ki;

- Ya rabbi! Biz ömrümüzü seni zikrederek geçirdik, kendimizi, bütün hayatımızı senin zikrinle, senin ibadetine, senin yap dediklerini yapmaya, yapma dediklerinden uzak durmaya adadık.

Bak Allah (c.c) dedi bir şeyler olacak. Gü-nahın kadar zikrini çoğalt,günahına şahidin varsa, açık yerlerde bol bol ibadet et, bol bol zikret, bol bol istiğfar et ki; istiğfarın günahına örtü olsun.sen günahlarınla biliniyordun ya, günahlarınla bilindiğin kadar Allah-u Teala’ya tövbenle de bilinesin. O yüzden çokça tövde edeceğiz.

İnsanları yanın da;- Ben, artık o günahlardan döndüm. Ben

müslüman oldum, ben islam oldum. Ben müs-lümandım , ama şuursuzdum Allah (c.c), beni affetti, kendi yoluna çekti. Ben, şuan da Allah-u Teala’nın dinini yaşamaya çalışıyorum ve uğra-şım, çabam o yönde.

Allah (c.c) beni de, sizi de affetsin. Dinimize zeval vermesin, son nefesimizde imanımızdan döndürmesin. Amin.

On hafta sohbetleri 2. Ciltten alıntıdır.

HADİSN. AKTAŞ

Page 18: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi18

Habibi Kibriya Efendimizin mübarek nesebleri Kur’an-ı Kerim’de bildirildiği gibi1 Hz. İbrahim’e dayanmaktadır. Allah-u Teâla’nın ‘Halil’i, gülşenin İbrahim’i, batılı yerle bir ederken, Hakkın daim yükselticisi olan İbrahim (as) kurbanlık oğlu İsmail (as) ile inşa ettikleri Kabe’nin yapımı bittiğinde ellerini açarak şöyle dua etmiştir;

نهم يتلو عليهم ربنا وابعث فيهم رسولا ميهم اآياتك ويعلمهم الكتاب والحكمة ويزك

اإنك اأنت العزيز الحكيم

“Ey Rabbimiz! Soyumuz içinden onlara Senin mesajlarını iletecek, vahyi ve hikmeti öğretecek ve onları arındırıp temiz kılacak 1Hacc, 78

bir elçi çıkar: Çünkü yalnız Sensin kudret ve hikmet sahibi!” 2

Rahim’ür Rahman atası diliyle ettirdi-ği bu duanın nasıl kabul olduğunu asırlar sonrasında Kainatın Efendisi (sav)’in dilin-den şu şekilde bildirir;

“Ben, babam İbrahim’in duasıyım...”3

Rasulullah (sav)’in doğumu ‘Fil Yılı’nda (M.570) gerçekleşmiştir. Yani Ebrehe el-Eşrem’in Mekke’ye yürüyüp, Kabe-i Muazzama’yı yıkmaya niyetlendiği yıl. Al-lah-u Teala Kur’an-ı Kerim’de açıkladığı apaçık bir şekilde Ebrehe’yi engellemiş4, insanların Kabe’ ye ve Kureyş kabilesine 2 Bakara, 129.3İbniHişâm, Sîre: 1/175; Taberî, Tarih: 2/128.4 Fil,1-5.s

SİYER-İ NEBİM. DİKKATLİ

Page 19: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi19

karşı olan saygılarını arttırmıştır. Mekke’den çıkacak ve Kabe’ye sahip olduğu şerefi ge-tirecek Sevgilisini daha dünyaya gelmeden mucizeyle şereflendirmiştir. Suryanice’de ve Arapça’da isminin karşılığı “merhametli, yufka yürekli baba” manasına gelen1 Hz. İbrahim’in ettiği bir başka duayı da hatırlata-rak mucizeyi devam ettirir;

واإذ قال اإبراهيم رب اجعل هذا البلد اآمنا صنام واجنبني وبني اأن نعبد الاأ

“Hatırla ki; Bir zaman İbrahim şöyle demişti: “Rabbim! Bu şehri (Mekke’yi) güvenli kıl! Beni ve oğullarımı putlara tapmaktan uzak ‘tut!”2

‘İki kurbanlığın oğlu’

Hz. İsmail’den hatıra kalan, sonraları Cür-hümiler tarafından gizlenen Zemzem ku-yusunun yerini bu-lan3, Kureyşin bilgesi, efendisi ve reisi olan Abdülmuttalib’in 10 oğlu vardı. Efendimiz (sav)’in babası Abdul-lah, Abdülmuttalib’in adak ve yeminine konu olan çocuğuydu. İşte Binlerce yıl önce-sinde aynı yerde atası İsmail (as) gibi bir te-vekkül ve inançla Abdullah’ın da babasına boyun eğdiğini hatırlatarak Efendimiz’e; ‘iki kurbanlığın oğlu’ denildiğinde O nur yüzlü Nebi tebessüm ederek karşılık vermiştir.4

Kureyş kabilesinin Haşim oğullarının bil-ge lideri Abdülmuttalib tıpkı Yusuf (as) gibi bir iffet imsali olan oğlu Abdullah’ı aynı ka-bileden Zühre oğullarının ileri gelenlerin-den, soy ve şeref bakımından üstün Vehb b. Abdümenaf’ın kızı Amine ile evlendirdi. 5

1el-Kurtubi, II/962 İbrahim, 35.3İbnHişam, a.g.e., I, 151-154;İbn Sa’d, Tabakat I, 83.4Hakim, Müstedrek, II, 604.5İbnHişam, a.g.e., I, 156.

Mübarek doğumun iki ay kadar öncesinde Abdullah b. Abdülmuttalib, ticari bir seya-hatin dönüşünde rahatsızlanmış ve oğlunu göremeden, yirmi beş yaşında Medine’de ve-fat etmiştir.6 Arkasında Ümmü Eymen Bereke adında bir câriye, beş deve, birkaç koyun, bir kılıç ve bir miktar da gümüş paradan oluşan son derece mütevazı bir miras kaldı.7

Fakat geride Allah’ın lütfuyla iki Cihanın Sevgilisi, ebedi saadetin rehberi, nuruyla alemleri aydınlatacak hayırlı bir evlad bıraktı.

Alemlerin beklediği nurun tecelli vakti

Miladi 571 yılı, Fil vakasından 50- 55 gün sonra. Mısırlı astronomi âlimi Mahmut Felekî’nin (ö. 1302/1885) araştırmalarına göre 20 Nisan’a denk gelen, Kameri aylardan Rebiü’l Evvel ayının 12’sinde bir seher vakti...

Aynı, vahyin kendi-sine gelmeye başladı-ğı gün gibi mübarek bir pazartesi...

Mekke’de ki bu mütevazı evde mu-azzam vakitler başla-mak üzere...

Kainatın efendi-sinin yaklaşmakta olduğu bu kutlu va-

kitlerde hiçbir anneye nasib olmamış şerefi taşıyan Hz. Amine’nin yanında Abdurrahman b. Avf in annesi Şifa Hatun ile Osman b. Ebu’l As’ın annesi Fatıma Hatun da bulunmakta…

Bütün alem nefesini tutmuş, bu gecenin aydınlığında yaşanacak değişimin farkında, bu bitmeyecek aydınlığın nurunu temaşada...

Bu kutlu vakti 15. yy. şairi Süleyman Çele-bi  “Vesîletü’n Necât” (Kurtuluş Vesilesi) ismi-ni verdiği Mevlid’in veladet (doğum) bahrin-de şu şekilde resmeder gönlümüzde;

6İbn Esîr, el-Kamil, II, 10.7İbniHişam, A.g.e., c. 1, s. 167

Bütün alem nefesini tutmuş, bu gecenin aydınlığında yaşa-nacak değişimin farkında, bu bitmeyecek aydınlığın nurunu temaşada…

Page 20: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi20

“İndiler gökten melekler, saf saf,Kâbe gibi kıldılar beytim tavaf.Geldi huriler bölük bölük buğur, Yüzleri nurundan evim doldu nur.”Bu nur dolan evde yaşanan mübarek ge-

cede yaygın rivayete göre Hz. Amine’nin do-ğum sancısı çekmediği, Hz. Peygamber’in sünnetli olarak doğduğu, melekler tarafın-dan yıkanmış ve sırtına peygamberlik mührü vurulmuş olduğu bildirilir.

“Bir kimsenin olursa meddahı Allah, Mührü olur onun Rasulullah.”1

Abdülmuttalib kıymetlisinin emanetine karşı ayrı bir sevgi taşıyordu yüreğinde. Do-ğumunu müjdeleyen günlerde Mekke halkı-na ziyafetler düzenleyerek, . Övücüsü Allah olan Nebi (sav)’in yerde ve göklerde övülme-sini murad etmiş ve torununa araplar arasın-da pek de bilinmeyen ‘Muhammed’ ismini vermiştir.

Sütanneye yapılan bereketli yolculukEfendimiz’i birkaç gün amcası Ebu

Leheb’in cariyesi Süveybe emzirdi. Bu mü-nasebetle Peygamberimiz, amcası Hz. Ham-za ve Ebu Seleme ile sütkardeşi olmuştur.2 Yaygın adete göre yeni doğan çocuklar şehir hayatının kötülüklerinden uzaklaştırılmaları, bozulmamış düzgün bir Arapça öğrenmele-ri niyetiyle, havası ve suyu daha iyi olan bir yerde büyümeleri için çevre köylere verilirdi. Abdülmuttalib de hi-mayesinde bulunan bu yetim yavruya Sa’d b. Bekir kabilesinden Halime binti Ebu Zü-eyb adında uygun bir sütanne bulmuş-tu. Tarih kaynakları o yıllarda Sa’d oğulları yurdunun kıtlığa ma-ruz kaldığı, otlakların kuruduğu, hayvanla-rın sütlerinin çekilmiş olduğu konusunda it-tifaka varmıştır. Fakat bu müjdelenmiş yav-ruyla bulunan bere-ket ve hayrlar Halime 1 Sadırdan Satıra Sohbetler, Abdullah Murad Şükrüoğlu, Bizbiriz Derneği Yay. 2013-Konya2İbnSa’d,I,108, Belâzurî, Ensâb,I,103.

annemizin evine gelme yolunda başlamış, kuraklık onlar için son bulmuştu. Rasulullah (sav) Sa’d oğulları yurdunda bulunduğu sı-rada ‘Şakku’s-sadr- Göğsün yarılması’ yani iki meleğin gelip, mübarek göğüslerini yararak kalplerinden siyah bir et parçası çıkararak te-mizleme olayı gerçekleşmiştir.3

Değdiği her siyahı nura boğan Efendimiz (sav) bereketiyle aydınlattığı bu beldeden beş yaşını tamamlamış olarak annesinin ya-nına baba yurduna döndü.

‘Her yaşayan ölür…’Altı yaşına gelince annesi ve yardım-

cıları ÜmmüEymen ile Medine’ye babası Abdullah’ın kabrini ziyaret etmeye gittiler. Bu-rada 1 ay kadar kaldıktan sonra dönüş yolun-da Amine rahatsızlandı. Ebva denilen köyün yakınlarında durumunun ağırlaşmasıyla ayrı-lığın yakın olduğunu anlayarak oğluna; “Her yaşayan ölür, her yeni eskir, her büyüyen fâni olur, yok olur. Ben de öleceğim, ama daima anılacağım. Çünkü ardımda senin gibi hayırlı bir hatıra bırakıyorum.” Diyerek vedasını etmiş ve oraya defnedilmiştir.

Daha annesinin kokusuna doyma-mış Abdullah’ın yetimini Ümmü Eymen Mekke’ye getirerek dedesine teslim etmiştir. Mübarek annesinin vefatından sonra dedesi Abdülmuttalib’in himayesinde çok ayrıcalık-lı ve şefkat dolu geçirdiği iki yılın ardından onu da kaybetmiştir. Abdülmuttalib 82 ya-şındayken vefatına yakın çocuklarını yanına

çağırarak göz nuru torunu Muham-med (sav)’i babası Abdullah ile anne bir kardeş olan am-cası Ebu Talib’e tes-lim etmişti. Kardeş hatırası, baba ema-neti, sonsuz des-tekçi…

Allah’ın Rasulü (sav) şimdi dünya-yı ve içindekileri karşısına alabilecek kadar yeğeninin üzerine titreyen, Onu her hal üzere destekleyeceğine

3 Sahih-i Müslim, Kitabu’l- İman.

Page 21: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi21

söz veren, kendi çocuklarından dahi çok seven baba yarısı amcasının ve ‘Annemden sonra annem’1 dediği muhterem yengesi Fa-tıma bint Esed’in yanındadır.

Mekke halkı tarafından çok sevilen, sözü-ne fazlasıyla güvenilen, insanların arasında hakemlik yapan Ebu Talib, Kureyşin diğer ileri gelenleri gibi zengin olmadığı halde cö-mertliği ve ahlaki özellikleri sebebiyle babası Abdülmuttalib’in vefatından sonra Kureyşli-lerin efendisi olmuştur. Onun oturduğu ma-halleye Şi’bu EbiTalib (Ebu Talib Mahallesi) denilirdi. Cahiliye devrindeyken içkiyi kendi-sine haram kılan Ebu Talib, halkın değer ver-diği ve itaat ettiği bir lider olarak ‘babasının oğlu’2 övgüsüne layık yaşamıştır.

Güzel insan Ebu Talib’in evinde de aynı süt annesi Halime’de yaşanan manevi bere-ket ve huzur yaşanmaya başlamıştı. O (sav) olmadan sofraya oturduklarında Ebu Talib ailesinin karnı doymazdı.

Rasulullah (sav)’e karşı yalnızca Ebu Talib’in değil, hanımı Fatıma hatunun da eş-siz bir iltifatı vardı. Sevgili Efendimiz de Fatı-ma Hatun’a sevgi ve saygısında hiçbir zaman kusur etmiyordu. İyiliklerini asla unutmaz sık sık ziyaretine giderdi.

O Dürr-i Yekta, Fâtıma Hâtûn, vefat etti-ğinde ağlamış, çok üzülmüş ve “Bugün an-nem öldü!” diyerek sevgisini dile getirmiştir. Cenazesinde gömleklerini çıkararak ona ke-fen yapmış ve beraberinde kabre inerek bir müddet mezarında uzanmışlardı.

Sahabe bu farklı muamelenin sebebini sorduğunda ise şöyle cevap vermişlerdir;

“EbuTalib’ten sonra, bu kadıncağız kadar bana iyilik eden hiçbir kadın yoktur. Ahirette, Cennet elbiselerinden elbise giymesi için ona gömleğimi kefen yaptım. Kabre ısınması için de oraya kendisiyle birlikte uzandım.”3

Ebu Talib’in asilliği, zengin olmadı hal-de insanlara ikramda bulunmasından, eşsiz cömertliğinden geliyordu. Ne var ki ailesi oldukça kalabalık olduğundan işlerinde yar-dıma ihtiyacı vardı.

DEVAM EDECEK

1Heysemi, Mecmeu’z-zevaid,IX,2572CevadAli,el-Mufassal,V,6373Süheylî, Ravdû’lÜnf, c. 1, s. 112; IbniAbdi’lBerr, elİstiab, c. 1, s. 369370.

Page 22: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi22

uzak düşer. Oysa ellerinde bir mum bulunsay-dı hepsi aynı şeyi göreceklerdi.!!1

Tasavvufun ne olduğu da bu hikayedeki gibi muallak, tam bir bilmece. Herkes ken-di aklı, duygu, bilgi ve görgü penceresinden baktığı için tarifleri de farklı. Tarifler, anlayışlar farklı da olsa, hikayede görülen gerçek aynı;

Oysa ellerinde bir mum bulunsaydı hepsi aynı şeyi göreceklerdi.!! Ellerinde olması gere-ken mum tasavvuf. Tasavvufu verecek olan ise ancak kamil mürşiddir.

Bir kısım insanlar tasavvuf, aşk, muhabbet, sevgidir, şekilde kalmayıp öze inmek gerekir deyip tasavvufu edebi sözlerle boğup dinin zahirini göz ardı etmekte, diğer bir kısım ise, tasavvufu daha çok ibadet etmek, çok zik-retmek için girilen yol zannedip, dinin batın yani içsel yönünü gözardı etmektedir. Oysa ki tasavvufun gayesi, tâ ilk nebiden itibâren bütün enbiyâ ve evliyânın sadrından dökü-len; ”Allâh’a en güzel ve feyizli bir şekilde kulluk”tur. Bu yönüyle gâyelerin gâyesidir. Hakk’ın rızâsını kâmil mânâda kazanabilmek, nefsi dînin hükmüne râm etmek, ibâdetleri alışkanlık halinden kurtarıp ihsan duygusuna ulaşmak, kalbi selamete erdirip rızâ-yı ilâhîye nâil olmaktır.

يوم لا ينفع مال ولا بنون

اإلا من اأتى الله بقلب سليم“O günde ki ne mal fâide eder, ne de

oğullar». «Ancak Allaha (küfr-ü nifakdan) salim bir kalb ile gelenler müstesna”.2

Şâir Bağdadlı Rûhî, bu ayetleri nazma dök-müş ve şöyle demiş;

Sanma ey hâce ki, senden zer ü sîm isterler.

Yevme lâ-yenfeu’da kalb-i selîm isterler…

“Kalb-i selîm”, Allah’tan hakkıyla korktuğu, Allah rızasını kaybetmeyi en kötü hal gördüğü için günahlardan kaçınan ve böylece tertemiz kalan, tatmin olmuş nefse sahip güzel ahlâklı, 1 Mevlana, Mesnevi.2 Şuarâ/ 88-89

‘’Hintliler karanlık bir ahıra bir fil getirip ko-yarlar. Fili merak eden bir çok kişi oraya top-lanır. Karanlıkta fili görmek mümkün olmadığı için, her biri elini dokundurarak fili tanımaya çalışır. Meraklılardan birinin eline filin hortu-mu geçer. Der ki:

‘Fil bir oluğa benziyor.’

Başka birinin eli filin kulağına dokunur. Fil ona yelpazeye benzer zannı verir.

Birisi elini filin ayağına sürer de,’Filin şeklini direk gibi gördüm’der.

Bir diğeri elini hayvanın sırtına değdirir ve şöyle der:’Bu fil taht gibidir’

Böylece, zanları yüzünden sözleri birbirine

tASA

VV

UF

Z.BİLMEN

tasavvuf, İnsan İlmidir...

Page 23: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi23

hakiki müslüman bir mü’min kişinin kalbidir. Rûz-i Mahşer’de, Cenâb-ı Hakk’ın huzûrunda hüsn-i kabul görecek olan da böyle bir kalb-dir. Bu kalp ancak gönül ehli Allah dostlarının elinde selamete erişir. Saflaşır, saf altına dönü-şür. Toprağın derinliklerinden çıkarılan altın, üzerindeki tozu, toprağı, başka elementleri yüksek dereceli ateş kazanlarında kuyumcu tarafından eritilerek saf altına dönüştürülür. Altını tozun, toprağın içinde tanıyan, farkeden, özündeki cevheri görüp ortaya çıkarmak çeşit-li yollara başvuran ise kuyumcudur. Tasavvuf, erbabı olan mürşid-i kamillerin, insanı ahsen-i takvimden esfel-i safiline indiren nefis kirle-rinden arındırmasıdır. İnsan, aslî cevheri itibâ-riyle “ahsen-i takvîm” (varlıkların en şereflisi) yüceliğinde iken, yaradılış gâyesine yabancı-laşıp istikâmetten ayrıldığında «ا مه لب لض » yâni “hayvandan daha aşağı” sıfatına bile mâruz kalabilecek bir varlıktır. Tasavvuf yolunda yü-rüyenler, her hâl ve ha-reketlerinde zâhirî ve bâtınî fazîletlerin mer-kezi olan Rasûlüllah (sav)’e tam bir bağlılık gayreti içinde bulunur-lar. Onları bu yola yön-lendiren Hak dostları da böylece Rasûlüllah (sav)’in bu âlemde îfâ etmiş olduğu bir hiz-meti devam ettirmiş olurlar. Çünkü;

“Gerçek âlimler, nebilerin vârisleridir.”1

Günümüz evliyasından Abdullah Murad Şükrüoğlu bu babda şu hakikatleri dile getirir;

Tasavvuf, Gözün Görmediğini Akılla Görme-ye Çalışmaktır. Tasavvuf Aklın Mekanının Ruh Olduğunu Kavramaktır.

Tasavvuf Dediğimiz Bu Hakikat İlmi, Allah’ın Tek Olduğu, Yegane Hidayet Veren Olduğu Esasına Dayalı, Kesreti Külfeti Olmayan, Kolay, Allah’tan Başka Hiçbir Şeyin Elde Edilmesi Dü-şünülmeyen, Allah-u Teala’da Fani, O’nun Sıfa-tının Tecelligahı Olmaya Şu Kesret Aleminde Allah’tan Gayrı Olmadığının İdrakine Varmaya Çalışan Kendini Bilme İlmidir. 

1 (Ebû Dâvud, İlim, 1)

Pirler, Mürşitler, Rasulullah (Sav)’ Den Miras Aldıkları Bu İlmi Bu Günlere Getirmişlerdir.2

Kalb-i selim ancak bu varislerle elde edilir. Mürşid-i kamillerin büyüklerinden Mevlana Hüsameddin Buharî’nin babası Mevlana Ha-midüddin Şaşî vefat döşeğinde idi. Bu zat bü-yük alimlerdendi. Şah-ı Nakşibend’le aynı dö-nemde yaşamıştı. Ona büyük hürmet, sevgi ve saygıları vardı. Fakat o kalp doktoruna teslim olup seyru sülük terbiyesi almamıştı. Oğlu Hü-sameddin Buharî ise Emir Hamza’nın (k.s) hali-fesi idi. Emir Hamza da Seyyid Emir Külal’in (k.s) oğludur. Hamidüddin Şaşî vefat anında sıkıntı ve ızdıraba düştü. Oğlu ve dostları baş ucunda idiler. Bir ara oğlu:

-Ne haldesin? diye sordu. Babası: -Benden şu anda kalb-i selim istiyorlar. O da

bende yoktur. Nasıl elde edileceğini de bilmi-yorum! dedi. Hüsameddin Buharî babasına:

-Bütün kuvvetinizle bana yönelin, kalbini-zi bana bırakın. Selim kalbin ne olduğunu anlayacaksınız! dedi. Ve derin bir murakabe-ye daldı. Bir saat kadar öyle kaldı. O anda Ce-nab-ı Hakk’a yönelip babasını bu ızdırap ve endişeden kurtaracak ilahi rahmet ve seki-net istedi. Gözlerini

açtığında, babasının yüzüne bir nur, üzerine bir huzur ve sükunet inmişti. Kalbi ayrılık, yalnızlık ve ölüm endişesinden kurtulup Allah ile huzur bulmuştu. Artık mutmain olmuştu. Bu arada gözlerini açtı, bulduğu huzurun sevincini ve kaçırdığı fırsatın hasretini şöyle dile getirdi:

-Oğlum! Allah sana bol mükafat versin. Me-ğer, bize lazım olan iş bütün ömrümüzü bu kal-bi elde etme yolunda harcamak imiş. Fakat ne yazık ki, ömrümü başka türlü zayi ettim! dedi. Ne mutlu bu babaya ki salih evladının dua ve gözyaşı bereketi ile Yüce Allah?ın rahmetine kavuştu, huzur içinde dünyadan göçtü.3

2 Sadırdan Satıra Damlalar, Abdullah Murad Şükrüoğlu, Bizbiriz derneği Yay. 2013-Konya3 Kaynaklarıyla Tasavvuf II

Tasavvuf, Gözün Görmediğini Akılla Görmeye Çalışmaktır. Ta-savvuf Aklın Mekanının Ruh Ol-duğunu Kavramaktır.

Page 24: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi24

Tasavvuf, insan ilmidir. Âlemden sıyrılarak kendi rûhunda derinleşen insan, hikmet ve hakîkatler sarayının kapısına ulaşır. Kur’ân-ı Kerîm’i anlayan ve onu gerçek îmânın yolu ola-rak yaşayanlar, hakîkî mutasavvıflardır. Muta-savvıf, içinde bulunduğu toplumun dînî yaşa-yışından kendini Allâh’a karşı mes’ul hisseden insandır.

Hak dostlarından Necmeddîn-i Kübrâ Haz-retleri, talebeleriyle birlikte sâlih bir zâtın cenâ-zesine iştirâk eder. Mevtâya telkinde bulunul-duğu sırada Necmeddin-i Kübrâ Hazretleri, tebessüm eder. Talebeleri, hocalarının böyle bir anda tebessüm etmesine hayret edip bu-nun hikmetini sorarlar. Hazret açıklamak iste-mez. Fakat ısrâr edilince şöyle der:

-Telkın veren kimsenin kalbi gâfil; mezara giren mevtânın kalbi ise dipdiri. Gâfil birinin kalben diri olana telkin vermesine taaccüp et-tim.”

İlimler ikiye ayrılır;1-Kesbi İlim; oku-

yarak, yazarak, dinle-yerek kişinin gayreti sonucu elde ettiği, kazandığı ilim.

2-Vehbi İlim; Al-lah-u Teala’nın diledi-ği kullarına katından lutfettiği ilim. Buna ilm-i ledün de denir. İşte tasavvuf erbabı-na hak katından verilen ilim kulları Allah’a yak-laştıran, muhabbet saraylarında gezdiren, hik-met ve hakikat sırlarını açan ledün ilmidir. Pek çok insan ledün ilmini inkar etmekte, böyle bir düşüncenin mantık kurallarına sığmadığını söylemektedir.

Bu iki kıssa tasavvufun ister alim ister cahil olsun her müslüman için elzem olduğunu an-latır. 2002 yılında Amerika’da vefat eden ünlü İslam alimi Muhammed Hamidullah bu gerçe-ği şöyle ifâde eder:

“Benim yetişme tarzım akılcıdır. Hukûkî ça-lışma ve incelemeler bana, inandırıcı bir şekil-de târif ve ispat edilemeyen her şeyi reddettir-miştir. Muhakkak ki ben, namaz, oruç vs. gibi İslâmî vazifelerimi tasavvufî sebeplerle değil,

hukûkî sebeplerle îfâ ediyorum. Kendi kendi-me diyorum ki:

“Allâh benim Rabbimdir. Sâhibimdir. O bana bunları yapmayı emretmiştir. O hâlde yapma-lıyım. Bundan başka, hak ve vazîfe birbirine bağlıdır. Allâh bunları ben istifâde edeyim diye bana emretmiştir; şu hâlde ben ona şükret-mekle vazîfeliyim.”

Batı toplumunda, Paris gibi bir muhitte ya-şamaya başladığım zamandan beri hayretle görmekteyim ki, Hristiyanların İslâmiyet’i ka-bulü; onları İslâm’ı kabule sevk eden, fıkıh ve kelâm âlimlerinin görüşleri değil, İbn-i Arabî ve Mevlânâ gibi sûfîlerdir. Bu konuda benim de şahsî müşâhedelerim olmuştur. İslâmî bir ko-nuda benden bir îzah istendiği zaman, benim verdiğim aklî delillere dayanan cevap, soranı tatmîn etmiyordu; fakat tasavvufî îzah meyve-sini vermekte gecikmiyordu. Bu konuda tesir

gücümü gittikçe kay-bettim. Şimdi inanıyo-rum ki, Hülâgu’nun ya-kıp yıkan istîlâlarından sonra Gazan Han zama-nında olduğu gibi, bu-gün de en azından Av-rupa ve Afrika’da İslâm’a hizmet edecek olan, ne kılıç ne de akıldır; fakat kalb, yâni tasavvuftur.

Bu müşâhededen sonra, tasavvuf konu-

sunda yazılan bâzı eserleri incelemeye başla-dım. Bu, benim gönül gözümü açtı. Anladım ki; Hazret-i Peygamber zamanındaki tasavvuf ve büyük İslâm mutasavvıflarının yolu, ne kelime-ler üzerinde uğraşmak ne de mânâsız şeylerle meşgûl olmaktır; fakat insan ile Allâh arasında-ki en kısa yolda yürümektir, şahsiyetin gelişti-rilmesi yolunu aramaktır.

İnsan, kendisine yüklenen vazîfelerin se-beplerini arıyor. Mânevî sahada maddî îzahlar bizi hedeften uzaklaştırmaktadır; ancak mâ-nevî îzahlardır ki insanı tatmîn etmektedir.”1

1 M. Aziz Lahbâbî, İslâm Şahsiyetçiliği, Terc. İ. Hakkı AKIN, s. 114-115, dipnot 8. İst. 1972. Bu dipnot, Muhammed Hamidullâh’ın mütercime yazdığı 27 Eylül 1967 târihli mektubun metnidir. (Mustafa Kara, Metinlerle Günümüz Tasavvuf Hareketleri, s. 542-543’ten naklen.)

Tasavvuf, insan ilmidir. Âlem-den sıyrılarak kendi rûhunda derinleşen insan, hikmet ve hakî-katler sarayının kapısına ulaşır. Kur’ân-ı Kerîm’i anlayan ve onu gerçek îmânın yolu olarak yaşa-yanlar, hakîkî mutasavvıflardır.

Page 25: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi25

Tasavvuf, maddenin mana yönü, zahir olan şeriatin batın yönüdür. Dinin özüdür. Tüm mu-tasavvıfların hemfikir olduğu bu hakikat, ha-dim-i Rasul (sav) Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocaefendinin sadrından satıra şöyle dökülür;

Biz şeriatin ne bir milim dışında, ne bir milim içindeyiz.

Biz şeriatin tam orta yerindeyiz.Din üç saç ayağı üzerine kurulmuştur. Bun-

lar; iman, ibadet ve ahlaktır. Tasavvuf müslü-manın bu üç hususu Allah’ın rızasına uygun bir tarzda ifa etmesinin yollarını gösterir. Tasavvuf “insanın Allah’a olan imanını tam anlamıyla kalbine yerleştirmesi”, O’nun her şeyin tek ya-ratıcısı, tek sahibi ve tek hakimi olduğunu kav-ramaktır. Her insanın O’na muhtaç olduğunu bilip, Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını ve her işi bir kader ile yarattığını anlayarak haya-tın her anında O’na teslim olmasıdır. Diliyle ‘La İlahe İllallah’ derken, gönlüyle ilk mertebede ‘La Faile İllallah’ deme-sidir.

“Hayrihi Ve Şerrihi Minallah,

Onun Açılımıdır, Lai-lahe İllallah”

İşte böyle diyen ima-nın halavetini duyar, lezzetini alır. Bu sırrı ise ancak Hak dostları ta-nır. Nitekim Allah-u Teala kelamında şöyle bu-yurur;

عراب اآمنا قل لم تؤمنوا ولكن قولوا قالت الاأيمان في قلوبكم… ا يدخل الاإ اأسلمنا ولم

Bedevîler “İman ettik” dediler. De ki: “İman etmediniz. (Öyle ise, “iman ettik” demeyin.) “Fakat boyun eğdik” deyin. Henüz iman kalp-lerinize girmedi…1

İslam olmakla, imanın hakikatine ermek bir değildir, diyor ayet-i kerime. İman sır kapılarını aralamaktır. Hikmet pınarlarını yudumlamak-tır. Yakin bahrine dalmaktır. Velilerin piri Ali (kv) şöyle buyurur;

1 Hucurat/14

‘Ben görmediğim Allah’a iman etmem.’ İmanın derecelerini bilmeyen müslüman, ‘bu sözde şirk var deyip’ korkacak, imanla ruhunu bezemiş mümin bu sözden Hak kokusu duya-caktır. Alimler der ki; İman üç derecedir;

İlmel yakin, Aynel yakin, Hakkel yakin. Her kişi dercesine göre inanır, kabı kadar alır. Tasav-vuf bilgi derecesindeki imanı, gözüyle görür-cesine Hak sırrına erdirir. İlimden irfana yüksel-tir. Zira Allah’ı bilene alim, Allah’ı tanıyana arif derler. İlim irfana ulaşınca, bilmenin ötesinde tanımaya, tanışmaya yol verir. Bir mümin an-cak hakiki mürşid elinde imanın derecelerini geçip, irfan suyundan içebilir. İmanını ve ahre-tini kurtarır. Ezcümle;

tasavvuf Nebiye Biat, Veliye İntisaptır.2

Behlül Dânâ Hz., bir mezarlıkta bulduğu üç kuru kafayı zembiline koymuş ve pazara geti-rip ‘Satıyorum’ diye bağırmaya başlamış.

- Satıyorum, alan var mı?’

Meraklılar başına toplanıp fiyatını sorar-lar:

-Birincisi parasız, ikincisi ise sudan ucuz-dur, demiş. Ama üçün-cüsünü hiç sormayın... O, ağırlığınca paradır.

Sebebini merak et-mişler.

Birincisini gösterip: -Bu gördüğünüz ‘Taşkafa’dır demiş, nasiha-

te bile yanaşmazdı. O yüzden beş para etmez. İkincisi de ‘Boşkafa’dır, nasîhat istemesine rağ-men onları tutmazdı; üç-beş kuruş verenin elinde kalır. Üçüncüsü ise ‘Hoşkafa’dır ki, buna ‘Kâmil kafa’ da diyebiliriz. Hem ameli, hem de ihlâsı vardı; hedefi ise Allah rızâsıydı. O yüzden kurusu bile Altın değerindedir.

Hak katında kadirleri yüce Salih kulların ya-nında, yadında olmamız duasıyla…

Allah’a emanet olunuz.

2 Abdullah Murad Şükrüoğlu, Sadırdan Satıra Damlalar.

İlimler ikiye ayrılır;

1-Kesbi İlim; okuyarak, yaza-rak, dinleyerek kişinin gayreti sonucu elde ettiği, kazandığı ilim.

2-Vehbi İlim; Allah-u Teala’nın dilediği kullarına katından lut-fettiği ilim. Buna ilm-i ledün de denir.

Page 26: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi26

Page 27: Bizbiriz dergisi 3 sayi
Page 28: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Hesa

bınd

an K

orkm

ayan

, D

ilediğ

i Suç

u İş

lesin

.C

ehen

nem

i Sön

dürm

ek İ

steye

n, İ

çinde

ki F

itney

i Din

dirsin

.Va

risün

-Neb

i A

bdul

lah

Mur

ad Ş

ükrü

oğlu

Page 29: Bizbiriz dergisi 3 sayi

VarisÜn-NebiAbdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s) Hocamızın sohbetinden...

حيم حمن الر جيم بسم الله الر يطان الر اعوذ بالله من الش

ما لكم لا تناصرون

بل هم اليوم مستسلمون

واأقبل بعضهم على بعض يتساءلون

“Ne oldu size ki (bugün) birbirinizle yardımlaşmıyorsunuz?Aksine onlar bugün boyun eğip teslim olmuşlardır!

Birbirlerini sorgulayıp suçlarlar!”1

1Saffat/25-26-27

Bizbiriz Dergisi29

Cennet de Cehennem de Dünyada...

AyınSohbeti

Kim anlamayı dilerse muhakkak ki Rabbü’l-alemin onun anlayışını arttıracaktır. Kim hayatına tatbik etmek için dinlerse de muhakkak ki Rabbi ona hayatına tatbik etme şerefini, izzetini verecektir. Kim de dinleye-yim, okuyayım, anlatayım derse muhakkak ki ona da istediğini verecektir. O dinleyecektir veyahut okuyup anlatacaktır. Yaşayacağım diyen şüphesiz ki hem yaşayacak, hem anla-

yacak, hep anlatacak, dünya ve ahrette izzet ve şeref bulacaktır. Diğerine ise dünya haya-tında rezillik ahret hayatında ise bir azap var-dır. Siz birinci olanı seçeceksiniz, bizler birin-ci olanı seçeceğiz. Önce okuma, dinleme ve hayatımıza tatbik etme şerefine nail olacağız. Sonra anlatma, insanları davet etme şerefine nail olacağız.

Page 30: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Allah-u Teala bu ayet-i celilerinde kafirle-rin ahiretteki halerinden haber vermektedir. Dünyada birbirleriyle yardımlaşan, birbirle-rine arka çıkan inkarcılar, o gün teslim ola-caklar ve birbirlerini suçlayacaklar. Dünyada beraber olanlar, ahirette de beraber olacak-lar. Hayırda yardımlaşanlar, cennette, şerde yardımlaşanlar cehennemde buluşacaklar.

Behlûl-i Dânâ (r.h) Harun-u Reşid zama-nında yaşamış bir Allah dostu. Bir ara kayıp oluyor. Halk merak ediyor. Tekrar gördükleri zaman soruyorlar;

- Ya Behlül? Nerdeydin? -Teslim olanların olduğu yerdeydim.- Neresi orası?- Orası artık yardımlaşmanın olmadığı yer

yani cehennemdir.-Ne vardı orda ya Behlül?- Orda hiçbirşey yok. - Nasıl birşey olmaz? Cehennemde ateş

var, azap var. Şöyle akrepler var, Uhud dağı büyüklüğünde yılanlar var.

- Ben bunları görmedim diyor, bir ara yine kayboluyor. Tekrar ortaya çıkınca halk soruyor;

- Ya Behlül nerdeydin? - Cennetteydim. - Cennette selsebil ırmağı vardır, kevser

vardır, yakuttan, inciden köşkler, saraylar var-dır, gördün mü?

- Ben öyle birşey görmedim. Cennette bu dediklerinizin hiçbiri yok.

- Nasıl cennette birşey yok? Halk Behlûl-i Dânâ’yı Harun Reşid’e şikayet

ediyorlar. Harun Reşid Behlûl’ü huzuruna ça-ğırttırıyor.

-Ya Behlül! Sen cehennemde olduğunu söylemişsin, cennette olduğunu söylemişsin. Doğru mu?

- Evet Ya Harun, söyledim. Hem cehen-nemde idim, Hem cennette idim. Siz anlayın cehennemi de cenneti de yaşayan benim.

İnsan dünyada cenneti ve cehennemi yaşamaz mı? Sevinçleriyle, huzuruyla, Hak Teala’ya aşkıyla, muhabbetiyle gönlünde bir selamet yurdu kurulmaz mı? Öfkeleriyle, nef-

retleriyle, hasediyle, şehvetiyle nefsine teslim olmuş bir cehenneme benzemez mi?

Bak sıcak ateş de var insanda soğuk ateş de. Soğuk soğuk ter bastı dersiniz ya hani! Kalp hastalığı geçirenler bilir soğuk soğuk ter basar, bir sıkıntı gelir, bir korku geliyor soğuk soğuk terledim dersiniz ya! Hani bir sıtma tu-tar da, ‘üşüyorum ört üstümü’ dersiniz oysa kırkın üstündedir ateşiniz! Bak insanda sıcak ateş de soğuk ateş de var. Arama sen cehen-nemde, akrebi de senin içinde yılanı da çiya-nı da sende. Arama başka yerde dercesine Behlûl-i Dânâ anlatıyor bize.

Müminin birisi cehenneme girmiş rüyasın-da. Bakmışki; her ülkenin ateş kazanı ayrı ayrı kurulmuş. Norveçlilerin kazanı, Danimarkalı-ların kazanı, isveçlilerin, Amerikalıların.

- Türkiyelilerin yok mu?

Olmaz mı? Türklerin de var, Arabistanlının da var, Suriyelinin de, Iraklının, Japonların, Rusların tüm ulusların bir kazanı var. Her ka-zanın başında bir melek var. Cehennemlikler kazandan başlarını çıkarınca, melek başların topuzu indiriyor, tekrar kazana sokuyor. Yal-nız müslümanların kazanının başında melek beklemiyor. Acayibine gidiyor;

-Hepisinin başında bir zebani, ellerinde bir tokmak var. Lakin müslümanların kazanların-da kimse yok. Bunun sebebi ne? diye soruyor.

Bizbiriz Dergisi30

Bak sıcak ateş de var insanda soğuk ateş de. Soğuk soğuk ter bastı dersiniz ya hani! Kalp has-talığı geçirenler bilir soğuk soğuk ter basar, bir sıkıntı gelir, bir kor-ku geliyor soğuk soğuk terledim dersiniz ya! Hani bir sıtma tutar da, ‘üşüyorum ört üstümü’ der-siniz oysa kırkın üstündedir ate-şiniz! Bak insanda sıcak ateş de soğuk ateş de var. Arama sen ce-hennemde, akrebi de senin için-de yılanı da çiyanı da sende.

Page 31: Bizbiriz dergisi 3 sayi

- O kafirler yok mu o kafirler? Dünyada na-sıl birbirlerine destek oluyorlarsa burda da, biri birlerine omuz verip, dışarı çıkmaya ça-lışıyorlar.

-Peki niçin müslümanların kazanında yok?

-Onlar herkes kendini kurtarmak istedi-ğinden birbirlerinin paçasından asılıyorlar, dışarıya çıkartmıyorlar da ondan.

Kıssadan hisse almak gerek. Bizi acı acı gü-lümseten şu fıkra, aslında içler acısı halimizi anlatmıyor mu? Burda tefrikaya düşen, azan, azdırılan bizler, dünyamızı da, ahiretimizi de cehennem etmiyor muyuz?

Bu gerçeği gönüllere yerleştirmek, ufku-muzu aydınlatmak isteyen Behlûl-i Dânâ;

-Ya Harun! Cennette de, cehennemde de birşey yok, diyor.

-Nasıl yok Ya Behlül?-Ne götürdüysen o var ya Harun, ne götür-

düysen orda o var.

İLLA ARAMA CEHENNEMİ ÖLDÜKTEN SONRA DÜNYADA DA CEHENNEM VAR, DÜNYADA DA.

Dersen ki; dünyada cennet, cehennem nerede?

HERKESİN CENNETİ DE CEHENNEMİ DE, KENDİ İÇİNDE, KENDİ İÇİNDE.

Cehennem insanın içinde. Saygı değer bir alim veyahut profesör olmuş bir beye varır-sın, sözünün üstüne söz söylersen bir anda öfkelenir, cehennem ateşini yakıverir. Senin

ateşin, dünyadaki cehennemin nedir?

Ey genç kardeşim! Hevanla, hevesinle süs-lediğin gençlik hayallerine dinin emirleri ters düşünce, ‘biz yirmibirinci asırda elektronik çağında 1400 yıl öncesini mi yaşayacağız’ di-yerek nefis cehennemine düşeceksin.

GENÇLERE DERSİN, ‘GELİN KUR’AN VE SÜNNETE’

GENÇLER BİN BİR TÜRLÜ HAYAL, BİN BİR TÜRLÜ MASAL PEŞİNDE.

Ey cemaat ehli güzel kardeşim! Dersen ki ‘senin gittiğin yol yanlış, en büyük kapı be-nim kapım’ tefrika cehennemiyle birliği par-çalayacaksın.

Ey alevi kardeşim! Gel ey nusayri arkada-şım! Senin Rabbin Allah. Dinin islam. Kitabın Kur’an. Rasulün Muhammed Mustafa (sav). Ali (kr)’ye benzemekse derdin Ali Ali gibi ol sende. Ali’yi sev. Ali’ye benze. Yezid’e dön-dün, Ali’yi şehid edene söve söve. İçindeki yakıp, eriten cehennemi, muhabbete çevir.

Ey sigara içen, ey alkol kullanan, raks da, futbolda, tavlada, okeyde yarışan karde-şim! Ömür hayatını israf ediyorsun, günle-rini böyle bitiriyorsun. Allah’a ve Rasulüne (sav) yönel. Gül’e git, Gül’ün sahibine köle git. Senden ateşi savacak, gül kokulu Allah dostlarına git. İsraf cehenneminde ömrünü, bedenini, dünya zenginliğini, ahret saadetini tüketme. Yalan dünya bitti gerçek ahiret baş-ladı denmeden, dünya cehennemini söndür, ahiret cehennemini görmeden.

Kötü işlerle ismi yayılmış bir insan rüyasın-da vefat ediyor. Rüya bu ya diyorlarki;

-Cehennem sekiz kattır. Biz sana birinci kattan göstermeye başlayalım. Neresi hoşu-na giderse orda kal.

Birinci katta azap var. İkinci katta işlediği-nin biraz daha fazlasıyla, ücüncü katta biraz daha, dördüncü kat, beşinci kat, altıncı kat derken yedinci kata geliyorlar bir bakıyor in-sanlar necasetin içinde bellerinden göğüsle-

Bizbiriz Dergisi31

Ey sigara içen, ey alkol kulla-nan, raks da, futbolda, tavlada, okeyde yarışan kardeşim! Ömür hayatını israf ediyorsun, günle-rini böyle bitiriyorsun. Allah’a ve Rasulüne (sav) yönel. Gül’e git, Gül’ün sahibine köle git. Senden ateşi savacak, gül kokulu Allah dostlarına git. İsraf cehenne-minde ömrünü, bedenini, dünya zenginliğini, ahret saadetini tü-ketme. Yalan dünya bitti gerçek ahiret başladı denmeden, dünya cehennemini söndür, ahiret ce-hennemini görmeden.

Page 32: Bizbiriz dergisi 3 sayi

rine kadar ellerinde sigaraları yakmış keyifle tüttürmekteler. Milletin yüzünde bir buruk-luk yok, bir acı yok.

- Ben burayı istiyorum, diyor. Atıyorlar ce-hennemin bu katına, diğerlerinin yanında göğsüne kadar gömülüyor. Eline sigarasını alıyor, keyifle içerken br ses duyuluyor;

-Paydos bitti. Şimdi tepeler aşağa…

Necasetin içine kafalar sokulmaya başla-yınca eyvah çekmenin, başa bela geldikten sonra tövbe etmenin anlamı yok. Cehenne-mi savacak, cehennem ateşini uzaklaştıracak Behlûl-i Dânâ gibi halk katında deli, Hak ka-tında ise aşık meczup velilere ihtiyaç var. Deli Nail’e para veriyorlar; ‘yanıyorum, yanıyorum’ deyip suyun altına duruyor. Soruyorlar;

-Niye suya kaçıyorsun, bunun hikmeti ne?

-Verdiği ateş, onun ateşi beni yakıyor. Ate-şi söndürmek için su lazım. Zahirde suyla, gö-nülde Allah Allah diye söndürüyorum.

Müslüman müslümanın dünay ahiret der-dine ortak olur, cehennemini cennete çevir-mek için koşturur, ateşine su olur. Olmazsa;

“MÜSLÜMAN MÜSLÜMANLA UĞRAŞIRSA HERZAMAN.

ALLAH KAFİRİ ONA MUSALLAT EDER HER ZAMAN. “

“MÜSLÜMAN MÜSLÜMANLA UĞRAŞIP DUR-MAKTA,

CEHENNEM ATEŞİNE BİR ODUN DA KENDİ ELİYLE ATMAKTA…”

Bu yazı Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocaefendi’nin 02.02.2013 tarihli sohbetinden alınmıştır. Yazının devamını Allah’ın izniyle çıkacak olan On Hafta Soh-betleri 5 kitabından takip edebilirsiniz.

Bizbiriz Dergisi32

Page 33: Bizbiriz dergisi 3 sayi

NECASEtlİ tAŞ

Necasetli bir taş olsam da koy bir kenara, gün gelir lazım olurum.

Gün gelir başa atacak taş olurum.

Gün gelir evine temel taşı konurum.

Gel necasetli bir taş olsam da atma, koy beni bir kenara.

Kimi gün getirirler camiye mihrab ederler.

Kimi gün getirirler bir şehidin başına hece taşı dikerler.

Koy beni bir kenara, bir taşım necasetli de olsa .

Atma beni uzaklara, itme gönlünden ıraklara.

Necasetli taş olsam da, gün gelir yine lazım olurum sana .

Gel atma ben senin din kardeşinim, Müslüman sırdaşınım.

Bir necasetli taşım lakin gün gelir sana şefaatçi olurum.

Koy bir kenara gün gelir insan insana lazım olurum.

ABDULLAH MURAD ŞÜKRÜOĞLU

Page 34: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi34

SAHABE-İ GÜZİN

Hz. Osman (r.a)

Burak Çınar (Edb.Fak. Tarih Böl. 3. Sınıf)

Hz. Osman İslam’ın üçüncü halifesidir. Hicret’ten 47 yıl önce 575 yılında Ta’if’te doğmuştur. Mekke’nin önde gelenleri sı-cak yaz günlerinde Mekke’ye göre daha serin olan Ta’if bölgesine göç ederlerdi. Hz. Osman’da bir yaz günü burada dünyaya gelmiştir. Babasının adı Affan olup Kureyş Kabilesinin Beni Ümeyye koluna mensup-tur.

Hz. Osman’ın künyesi ise şu şekildedir; Osman b. Affân b. Ebil-As b. Ümeyye b. Abdi’ş-Şems b. Abdi Menaf el-Kureşî el-Emevî. Onun soyu 7. kuşakta yani Abdi Menaf’ta Hz. Peygamber Efendimiz’le bir-leşir.

Hz Osman’ın babası Mekke’nin önde gelen zenginlerindendir ve ticaretle uğ-raşıyordu. Ticaret için Arap Yarımadasının

dışına da çıktığı bilinmektedir. Hz. Osman bazen babasıyla birlikte ticaret yolculukla-rına katılmıştır. Bu yolculuklar esnasında diğer birçok topluluklarla karşılaşmış ve onlardan edindiği bilgilerle kendisini ge-liştirmiştir.

Hz. Osman’ın babası Affan yine böyle bir ticaret yolculuğu sırasında vefat edin-ce genç yaşta olan Hz. Osman babasının mesleğine devam etmiştir. Hz. Osman Mekke’de olduğu kadar ticaret için gittiği yerlerde de ahlakıyla insanları etkilemiş ve gönüllerini kazanmıştır. O İslam öncesinde ve sonrasında güzel huylarıyla ve zekâsıyla insanları etkilemeyi başarmıştır.

Hz Osman ilk Müslüman olanların be-şincisidir ve kendisi Müslüman oluşunu şu şekilde anlatır;

Page 35: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi35

“Benim kâhin bir teyzem vardı. Bir gün onun evine varmıştım. Bana dedi ki: “Sana bir hatun nasîb olacak ki, ne sen ondan önce bir hatun görmüş olursun, ne de o, senden önce bir erkek görmüş olur. Güzel yüzlü ve zahide bir hatun olup, bir büyük Peygamber kızı olsa gerektir.” Ben teyzemin bu sözüne hayret et-tim. Yine bana dedi ki: “Bir peygamber geldi. O’na gökten vahynâzil oldu.” Ben dedim ki: “Ey teyzem, böyle bir sır, şehirde hiç duyul-madı. O halde bu sözü açık söyle.” O zaman teyzem dedi ki: “Muhammed bin Abdullah’a peygamberlik geldi. Halkı dine davet eder. Çok zaman geçmez ki, O’nun dîni ile âlem nurlanır. O’na karşı gelenin başı kesilir.”

Teyzemin bu sözleri, bana çok tesir etti. Endişeye düştüm. Ebû Bekir (r.a) ile aramız-da büyük bir dostluk vardı. Birbirimizden hiç

ayrılmazdık. Bu meseleyi görüşmek üzere, iki gün sonra hemen Ebû Bekir (r.a)’in yanına gittim. Teyzemin söylediklerini O’na söyle-dim. Ebû Bekir (r.a) bana dedi ki: “Ya Osman! Sen akıllı bir kimsesin. Hiç görmez ve işitmez ve bir şeye fayda ve zarar vermez olan bir kaç taş ilâhlığa nasıl lâyık olur?”

Ben; “Doğru söylüyorsun, teyzemin sözü gerçektir” dedim.

Hazreti Ebû Bekir, Osman’a (r.a) İslâmiyeti anlattıktan sonra O’nu Resûlullah’ın (aleyhis-selâm) huzûruna götürdü. Peygamberimiz, Hazreti Osman’a şöyle buyurdu:

“Yâ Osman. Hak teâlâ seni Cennete misâ-firliğe davet eder. Sen de icabet eyle!  (Kabûl et) Ben bütün insanlara hidayet rehberi olarak gönderildim”  Hazreti Osman Resûlullah’ın

Page 36: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi36

yüksek halleri ve güler yüzle söylediği sözler karşısında kendinden geçip, büyük bir şevk ve teslimiyetle “Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedüenneMuhammedenabdühü ve Re-sûlüh” deyip müslüman oldu. Sonra da daha önce Şam’a gittiği sırada gördüğü bir rüya-yı şöyle anlattı: “YâResûlallah! Biz Muan ile Zerka denilen yer arasında idik. Bir ara orada uyumuştuk. O sırada “Ey uyuyanlar. Uyanın. Ahmed (aleyhisselâm) Mekke’de zuhur etti.” diye nidâ eden bir ses işittik. Mekke’ye gelin-ce de sizin Peygamber olarak gönderildiğini-zi öğrendik.”

İslâm ile hayat bulup ebediyet kazandıktan sonra, Peygamber Efendimiz(s.a.s)’in kızı Ru-kiye ile evlendi. Ve Allah yolunda Habeşistan’a hicret etti. Daha sonra Medine’ye geldi. Hz. Rukiye’nin vefatı üzerine Peygamberimizin diğer kızı Ümmü Gül-süm ile evlenerek “İki nur sahibi” mânâsına gelen “Zinnureyn” laka-bı ile şereflendi. Öyleki Efendimiz ona şöyle demiştir ‘’Eğer bir kızım daha olsa onuda sana verirdim.’’ demiştir.

Hz Osman Bedir Savaşı hariç bütün sa-vaşlarda bulundu. Hu-deybiye antlaşmasında Mekke’ye elçi olarak gönderildi. Tebük seferinde onbin kişilik İs-lâm ordusunun, bütün ihtiyâçlarını karşılayıp donattı. Ayrıca bin altın da para yardımında bulundu. Bütün malını İslamiyet’in yayılması, insanların kurtulması, şehâdete kavuşması için Allah yolunda harcadı. Hz Peygamber’in yanından ve yolundan hiç ayrılmamış ve “Aşere-i Mübeşşere” denilen cennetle müj-delenen sahabeler içinde yerini almıştır.

Halifelik DönemiHz. Ömer (r.a), yaralanınca, hilâfete geçe-

cek kimsenin tayin edilmesi için altı kişiden oluşan bir şura oluşturmuştu. Bunlar Hz. Ali, Osman, Sa’dİbnEbiVakkas, Abdurrahman b. Avf, ZubeyrİbnAvvam ve Talha İbn Ubey-dullah idiler. Yapılan görüşmeler neticesin-de, şura üyelerinden dördü feragat edince görüşmeler Hz. Osman’la Hz. Ali üzerinde

devam etti. Şura başkanı Abdurrahman İb-nAvf, geniş bir kamuoyu yoklaması yaptıktan sonra Müslümanların bu iki kişiden birisinin halife seçilmesi üzerinde mutabık oldukları-nı gördü. Hz. Ali (r.a)’i çağırarak ona; Allah’ın Kitabı, Resulünün Sünneti ve Ebû Bekir ve Ömer’in uygulamalarına tabi olarak hareket edip etmeyeceğini sordu. O, Allah’ın Kitabı ve Resulünün Sünnetine tam olarak uyacağı, ancak bunun dışında kendi içtihadına göre davranacağı cevabını verdi. Aynı soruyu Os-man (r.a)’a yönelttiğinde o, bunu kabul et-mişti. Bunun üzerine Abdurrahman İbnAvf, Osman (r.a)’ı halife atadığını ilan ederek ona bey’at etti. Hz. Osman’a ikinci olarak bey’at eden kimse Hz. Ali (r.a) olmuştur. Peşinden de bütün Müslümanlar ona bey’at ettiler. Os-man (r.a)’ın hilâfete geçişi Hicri yirmi üç sene-

si Zilhicce ayının sonla-rında olmuştur.

Hz. Osman’ın hali-feliğinin ilk altı yılı so-runsuz geçmiştir. Daha sonraki altı yılda ise birçok sıkıntı ortaya çıkmıştır. Her ne ka-dar İslam kabileciliği desteklemiyor olsa da Araplar arasında ka-bileler arasındaki çe-kişmeler sürmekteydi. Hz Osman’ın yumuşak

huylu kişiliğinden faydalanan akrabaları onu ikna ederek devlet işlerinde çeşitli kademe-lere gelmişlerdir. Bu durum diğer kabilelere mensup kişilerin dikkatini çekmiş ve sonuçta birçok isyan çıkarmışlardır.

Vefatı ve KişiliğiMısırda başlayıp hızla yayılan ve liderliğini

Abdullah İbniSebe’ninyaptığı isyan sonun-da Halifenin evinin kapısına kadar gelmişti. İsyancılar Hz. Osman’ın evini ablukaya almış-lardı. Evin kapısında ise halifeyi korumak için Hz Hasan ve Hüseyin nöbet tutmaktaydı.

Anlatıldığına göre bu sıralarda Hz. Osman’ın rüyasına Efendimiz teşrif etmişler-dir. Hz. Osman bunu şöyle anlatır;

Rüyamda Resûl-i Ekrem’i gördüm bana  “Osman seni muhasara ettiler öyle mi?”  diye sordu. Ben de “Evet yâResûlallah”

“Yâ Osman. Hak teâlâ seni Cennete misâfirliğe davet eder. Sen de icabet eyle!  (Kabûl et)  Ben bütün insanlara hidayet rehberi olarak gönderildim” Hazreti

Page 37: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi37

dedim. Resûl-i Ekrem “Seni susuz bıraktılar, öylemi?”  diye tekrar sordular. Ben de “Evet yâ Resûlallah” dedim. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem bana bir bardak su verdi ve ben de o suyu içtim. Hatta soğukluğunu göğsümde duyarcasına kandım. Sonra Resûl-i Ekrem bana “İstersen seni onlara galip getirelim, is-tersen iftarı bizim yanımızda yap”  buyurdu. Ben de Resûl-i Ekrem’in yanında iftarı tercih ettim” dedi.

Ertesi gün ise asiler komşu evlerin duvar-larını aşarak Hz. Osman’ın evine girdiler. Hz. Osman ise oruçlu ve Kur’an okumakta idi. Gözü dönmüş asiler onun üzerine atlayıp onu şehit ettiler. Bu arada hanımı Naile’nin de parmakları kesildi.

Abdullah bin Selâm, Hazreti Osman’ın şehîd edil-diği esnada yanında bulunanlara “Hazreti Osman son olarak o esnada ne dedi?” diye sordu. Dediler ki: Haz-reti Osman “Yâ Rabbi Ümmet-i Muhammed arasındaki tefrikayı kaldır ve kendilerini birleştir” diye üç kere duâ etti. Abdullah bin Selâm diyor ki: “Hz Osman o şekilde duâ etmeseydi, kıyâmete kadar müslümanlar bir araya gelemezdi.” Asiler, Hz. Osman’ın evini soydular. Devlet hazinesi olan beyt-ül-mâlı da yağma ettiler. Medine-i Münevvere-yi kana buladılar. Hali-fenin cenazesi üç gün defnedilmedi. Nihâyet Zübeyr bin Avvâm (r.a) ve onyedi kişi cenâze namazını kıldıktan sonra, Bâki mezarlığına defn ettiler. Hazreti Osman şehîd olduğu zaman 82 yaşında bu-lunuyorlardı.

12 senelik hilafeti boyunca İslam’a büyük hizmetleri dokunmuş olan Hz. Osman cesur bir kişi idi. Hiçbir felâket karşısında sarsılma-mıştır. Bunun için halifeliği de başarılı geç-miştir. Bilhassa halifeliğinin ilk yılları, İslâm tarihinde altın bir devir teşkil eden Hz. Ebû

Bekir ve Hz. Ömer devirlerinin bir devamıydı.Devrinde birçok fetihler yapılmıştır. Horasan, Hindistan, Maverâünnehir, Kafkasya, Kıb-rıs Adası ve Kuzey Afrika’nın bir çok yerleri, Onun devrinde İslâm topraklarına katılmıştır.

Halifeliği sırasında adâlet ile davranmaya çok dikkat ederdi. Birgün bir gencin kula-ğını çekti. Gencin kulağı acıyıp şöyle dedi: “Efendim, herkesin birbirinden hakkını ala-cağı kıyâmet gününü düşününüz.” Bu söz Hazreti Osman’a çok tesif etti. “Ey genç sen de, benim kulağımı çek ödeşelim.” buyurdu. Genç, Hazreti Osman’ın kulağını çekti. Hazre-ti Osman: “Biraz daha çek” deyince genç: “Siz kıyâmet gününü düşünerek korktunuz. Ben

de o günkü hesaptan korkuyorum.” dedi.

Resûlullah kızı Rukiyye’yi Osman’a verdikten bir zaman sonra kızına “Osman bin Affân’ı nasıl bul-dun”  dedi. Hayırlı, iyi gördüm, dedi. “Ey ca-nım kızım, Osman’a çok saygı göster. Çün-kü Eshâbım arasında, ahlâkı bana en çok benzeyen o’dur.”  Bu-yurdu.

Resûlullah (aleyhis-selâm) hadîs-i şerîf-te:  “Bütün peygam-berler, hayatlarında bir kimse ile iftihar et-miştir. Ben de Osman bin Affân ile iftihar ederim.”  Yine buyur-du: “Bütün melekler benim ile iftihar eder-ler. Ben de Osman bin Affân ile öğünürüm.” 

Hz. Osman adeta cömertliğin, hayânın simgesi idi. Gecenin bir kısmında uyur, son-ra ibadete kalkardı. Allah bizlere ve bizden sonra gelenlere onun gibi haya sahibi olmayı nasip etsin.Kaynakça;1)Prf. Dr. İhsan Süreyya Sırmaİslami Tebliğin Örnek Halifeleri2)Şemseddin Ahmet EfendiDört Büyük Halife

Rüyamda Resûl-i Ekrem’i gör-düm bana “Osman seni muha-sara ettiler öyle mi?” diye sordu. Ben de “Evet yâResûlallah” de-dim. Resûl-i Ekrem “Seni susuz bıraktılar, öylemi?”  diye tekrar sordular. Ben de “Evet yâResû-lallah” dedim. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem bana bir bardak su verdi ve ben de o suyu içtim. Hatta soğukluğunu göğsümde duyarcasına kandım. Sonra Re-sûl-i Ekrem bana “İstersen seni onlara galip getirelim, istersen iftarı bizim yanımızda yap”  bu-yurdu. Ben de Resûl-i Ekrem’in yanında iftarı tercih ettim” dedi.

Page 38: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi38

Sen Hak yıldızısın yolda kaymazsın,Gönüllere gülsün, asla solmazsın,Asay-ı Musa’sın hiç kırılmazsın,Müride Muradsın güzel Efendim,Gönlüme sultansın canım Efendim. Efendim Efendim Murad Efendim. Gönüller sultanı Murad Efendim.

Selamın gelince sabah yelinde,Dağılır hüzünler gönül telinde,Bir umut yeşerir o can evinde,Derdime dermansın güzel Efendim,Gönlüme sultansın canım Efendim. Efendim Efendim Murad Efendim. Gönüller sultanı Murad Efendim. Hani bir dehlize girince insan,Kapanır kapılar susunca lisan,Açılır defterler el-aman aman,Kabrime ışıksın güzel efendim,Gönlüme sultansın canım Efendim. Efendim Efendim Murad Efendim. Gönüller sultanı Murad Efendim.

Yüzüne bakmaya yoktur yüzümüz,Nazarınla yanar gönül közümüz,Talibiz biz buna ahir sözümüz,Duama aminsin güzel EfendimGönlüme sultansın canım Efendim. Efendim Efendim Murad Efendim. Gönüller sultanı Murad Efendim.

Aşığız uğruna gittiğin yolun,Bendesi olmuşsun kutlu Rasulün,Abdullah Murad’sın hem Şükrüoğlu’sun,Kulluğun aşikar güzel EfendimGönlüme sultansın canım Efendim. Efendim Efendim Murad Efendim. Gönüller sultanı Murad Efendim.

MURAD EFENDİM

M. Emin Doğan

Page 39: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi39

MÜSlÜMAN BİlİMADAMlARI

Geçmişte bütün İslam ülkelerinde mate-matik, tıp, uzay bilimleri ve daha birçok ili-min okutulduğu medreseler, okullar, rasat-haneler; dönemin en gelişmiş teçhizatları ile donatılmış hastaneler, herkese açık kütüp-haneler bulunmaktaydı. Bağdat, Harran ve Endülüs başta olmak üzere Mısır, Kuzey Af-rika ve Doğu Fırat çevresindeki birçok İslam şehrinde, eğitim sistemi ve ilim, söz konusu döneme örnek teşkil edecek düzeyde geliş-tirilmişti. Müslümanlar, yaşadıkları şehirleri ilim ve fenle cazibe merkezi haline getirmiş-lerdi. Bunlardan biri olan Kurtuba, hastanele-ri, kütüphaneleri ve Orta Avrupa’dan öğren-cilerin eğitim görmek üzere geldiği okulları ile Avrupa’nın en modern şehri olarak bilin-mekteydi.

Harezmi, Hint rakamlarına sıfır rakamı-nı ekleyerek bugün kullandığımız rakamları oluşturuyor.

Fen bilimlerinde, deneyle sabit olmayan bilgilere itibar edilmemesi gerektiğini söyle-

yen Ahmet Fergani, enlemler arasındaki me-safeyi hesapladığı gibi, Dünya’nın ekseninde-ki eğimi en doğru şekilde hesaplıyordu.

El-Battani, Trigonometrik bağlantıları bu-günkü kullanılan şekliyle formülleştiren, 877 yılından 929 yılına kadar sürekli astronomik gözlemler yapan; Tanjant ve Kotanjant’ın ta-nımını yaparak Sinüs, Tanjant ve Kotanjant’ın sıfırdan doksan dereceye kadar tablosunu hazırlamıştır.

Hazinî, ölçü ve tartı teorilerine yaptığı katkı ile tanınır. Bilime yaptığı diğer

bir önemli katkı da yerçekimi hakkındaki görüşleridir. Hazinî, Newton’dan 500 yıl önce, “her cismi yer kürenin merkezine

doğru çeken bir güç” olduğunu söylemiştir.

FARUK KUL

Page 40: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi40

Ebü’l-Vefa trigonometriye Sekant ve Kose-kant kavramlarını kazandırır.

Gözün görülebilir cisimler doğrultusunda ışınlar yaydığını söyleyen Öklid ve Batlamyus’a karşı; ‘Görülecek cismin şekli, ışık vasıtasıyla gözden girer ve orada mercekler vasıtası ile nakledilir’ diyerek, yaptığı sayısız denemelerle ‘göze gelen uyarıların görme sinirleri ile beyne iletildiğini’ söyleyen İbnü-l-Heysem ise optik biliminin öncüsüdür.

Benu Musa kardeşler, Abbasi Halifesi Me-mun (M.S. 813-833) ve onu izleyen halifeler zamanında, matematiksel bilimlerin gelişmesi yönünde etkin rol oynamış kişilerdi. Topkapı Sarayı III. Ahmed Kütüphanesi’nde bulunan eserlerinde (A3474), sihirli kaplar, fıskiyeler, kandiller, bir dansimetre, bir körük ve bir kal-dırma düzeninden bahsedilmektedir.

İbnu’n-Nefis, 1200’lü yıllarda, küçük kan dolaşımını keşfeder.

Hazinî, ölçü ve tartı teorilerine yaptığı katkı ile tanınır. Bilime yaptığı diğer bir önemli katkı da yerçekimi hakkındaki görüşleridir. Hazinî, Newton’dan 500 yıl önce, “her cismi yer küre-nin merkezine doğru çeken bir güç” olduğunu söylemiştir. Roger Bacon’dan yüzyıl önce de, dünyanın merkezine doğru yaklaştıkça, su-yun yoğunlaştığı fikrini ortaya atmıştır. Hazinî,

kimyasal maddelerin yoğunluk ve özgül ağır-lıklarını ölçmek amacıyla icat ettiği hassas te-razilerle, kimya bilimine de önemli katkılarda bulundu. Öyle ki, icat ettiği ve “Mizanü’l-Hik-me” (Hikmet Terazisi) adını verdiği bu hassas terazi ile yaptığı yoğunluk ve ağırlık ölçümleri, günümüz teknolojisi kullanılarak yapılan öl-çümlerden pek farklı değildir.

Elementler Hazini’ye göre Hazini’ye göre Altın 19.05 19.26Civa 13.56 13.59Bakır 8.66 8.85Pirinç 8.57 8.40Demir 7.74 7.79Kalay 7.32 7.29Kurşun 11.32 11.35

9. Yüzyıl’da Hârizm’de dünyaya geldiği için Hârizmî adıyla tanınan ve büyük bir olasılıkla Türk olan Muhammed ibn Musa, Memun’un Bağdat’ta kurduğu Bilgelik Evi’nde bulunmuş ve bu kurumun kütüphanesinde matematik ve astronomi alanlarında araştırmalar yapmıştır. Aritmetik ve cebirle ilgili iki yapıtı, matematik tarihinin gelişimini büyük ölçüde etkilemiştir. Hârizmî’nin cebirle ilgili bu yapıtı, 12. Yüzyıl’da Chesterlı Robert ve Cremonalı Gerard tarafından Latinceye tercüme edilmiştir. Yapıtların en ilginç yönlerinden biri, açıların, trigonometrik fonksiyonlarla ifade edildiğini gösteren bir takım tablolar ihtiva etmesidir. Bunların dışında, Hârizmî’nin yön bulmada kullanılan usturlabın biri yapımını ve diğeri de kullanımını anlatan iki eseri daha mevcuttur. Hârizmî, Batlamyus’un Coğrafya adlı yapıtını, Kitâbu Sureti’l-Ard’ (Yer’in Biçimi Hakkında) adıyla Arapça’ya tercüme etmiş ve böylece, Yunanlıların matematiksel coğrafyaya ilişkin bilgilerinin İslâm dünyasına girişinde önemli bir rol oynamıştır.

Ebubekir er-Razi, cerrahide dikiş malze-mesi olarak ilk kez hayvan bağırsağını kullanır; tıp biliminde deney ve gözlemin çok önemli olduğundan bahseder ve başhekimi olduğu hastanede görev alacak olan doktorların uz-manlaşmaları gerektiğini söyler.

Page 41: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi41

Çeşitli maddelerin birbirinden ayırt edil-me yollarından biri-nin, maddelerin özgül ağırlıkları olduğunu söyleyerek, sıcak su ile soğuk su arasında-ki özgül ağırlık farkını tespit eden el-Beyru-ni; 973 yılında ‘Bilimsel çalışmaların, deneyler-le ispat edilmesi ge-rektiğini ve belgelere dayanmasının zorunlu olduğunu’ söyler.

Şerafeddin Sa-buncuoğlu, Fatih Sultan Mehmet dö-neminin ünlü dok-toru ve tıp bilginidir. Mücerrebname’ adlı eserinde, kendi de-ney ve gözlemlerine yer vermiştir. Asıl çalış-ma alanı cerrahlık ve deneysel fizyolojidir. Cerrahiyatü’l-Haniye’ isimli eserinde cerrah-lıkla ilgili çalışmalarına yer vermiş ve yaptığı cerrahi müdahaleleri resimlerle tasvir etmiş-tir.

Bursalı Ali Münşi Tıp bilimine yaptığı en önemli katkılardan biri Kınakına’ hakkındaki çalışmasıdır. Burada bu ağacın kabuklarının humma, sıtma gibi hastalıklara iyi gelmesi ile ilgili gözlemlerine yer vermiştir.

İlk kağıt fabrikasını kuran alim İbni Fazıl, Kızamık ve çiçek hastalığını keşfeden alim Razi, Mikrobu ilk tanımlayan alim Akşem-seddin, Cüzzamı bulan alim İbni Cessar, Vebanın bulaşıcı olduğunu bulan alim İbni Hatip, Verem mikrobunu bulan alim Kam-bur Vesîm, Retina tabakasını bulan alim İbni Rüşd, İlk göz ameliyatını yapan alim Ammar, İlk kanser ameliyatını yapan alim Ali bin Ab-bas, Küçük kan dolaşımını bulan alim İb-nünnefis, İlk Tabipler odası başkanı Ali bin Rıdvan, Sıfırı ilk kullanan alim Harizmi, Tri-gonometriyi ilk bulan alim Battani, Tanjant,

kotanjant ve kosekantı ilk kullanan alim Ebul Vefa, Trigonometri kitabını yazan alim Nasiruddin tusi, İlk trigonometrik dönüşüm formülünü bu-lan alim İbni Yunus, Bi-nom formülünü ilk bulan alim Ömer Hayyam, İlk difransiyel kitabını yazan alim. Sabit bin Kurra, Ondalık kesiri ilk bulan alim Gıyaseddin Cem-şid, İlk usturlabı yapan alim Zerkali, Dünyanın döndüğünü keşfeden ilk alim Biruni, Dünyanın çevresini ilk ölçen alim Musa kardeşler, Güne-şin yüzündeki lekeleri ilk bulan alim Fergani, Yıldızların yer ve açıklık-larını ölçen ve ilk cetveli

geliştiren alim Cabir bin Eflah, İlk otomatik kontrol sistemleri tasarlayan alim Ahmet bin Musa, Sibernetiği ilk kuran alim. El Cezeri, İlk optik temellerini koyan alim İbni Hey-sem, Sesin .fiziki açıklamasını ilk yapan alim Farabi, İlk torna tezgahını yapan alim İbni Karara, Kanatlarla uçan ilk alim Hazerfen Ahmed Çelebi,İlk uçağı yapan alim Ebu Fir-nas, Yer çekimini ilk bulan alim Ebubekir Razi, Sarkaçlı saati ilk yapan alim İbni Yunus, Maddelerin özgül ağırlığını ilk hesaplayan alim Hazini, Atomun parçalanabileceğim ilk bulan alim Cabir bin Hayyan, Gök kuşağını ilk açıklayan alim Kutbettin Şirazi, İlk kimya laboratuarını kuran alim. Cabir, Saf alkolü ilk elde eden alim Razi, Fosforu ilk bulan alim Beşir, Havan topunu ilk bulan alim Fatih Sultan Mehmed, İlk kıta seyahatnamesini yazan alim İbni Battuta, İlk dünya haritasını çizen alim Mürsiyeli İbrahim, İlk ecza kitabı-nı yazan alim İbni Baytar.

Page 42: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi42

ABDEStجيم يطان الر اعوذ بالله من الش

حيم حمن الر بسم الله الر

لاة فاغسلوا يا اأيها الذين اآمنوا اإذا قمتم اإلى الص

وجوهكم واأيديكم اإلى المرافق وامسحوا

برؤوسكم واأرجلكم اإلى الكعبين واإن كنتم

روا واإن كنتم مرضى اأو على سفر اأو ه جنبا فاط

جاء اأحد منكم من الغائط اأو لامستم النساء

موا صعيدا طيبا فامسحوا فلم تجدوا ماء فتيم

بوجوهكم واأيديكم منه ما يريد الله ليجعل

ركم وليتم عليكم من حرج ولكن يريد ليطه

نعمته عليكم لعلكم تشكرون

“Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız za-man yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi ve -başlarınıza mesh edip- her iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın. Eğer cünüp iseniz iyi-ce yıkanarak temizlenin. Hasta olursanız veya seferde bulunursanız veya biriniz abdest boz-maktan (def-i hacetten) gelir veya kadınlara dokunur (cinsel ilişkide bulunur) da su bula-mazsanız, o zaman temiz bir toprağa yöne-lin. Onunla yüzlerinizi ve ellerinizi meshedin (Teyemmüm edin). Allah size herhangi bir güçlük çıkarmak istemez. Fakat o sizi tertemiz yapmak ve üzerinizdeki nimetini tamamlamak ister ki şükredesiniz.”1 1(Maide ;5/6)

AYŞE TUNÇ

ilm-ü hal

Page 43: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi43

ABDESTİN MAHİYETİ VE ÖNEMİ

Farsça ab (su) ve dest (el) kelimelerinden oluşan ve “el suyu” anlamına gelen abdest, belirli ibadetlerin ifasının ön şartı olan ve kendisi de ibadet mahiyetinde görülen bir nevi hükmi temizliktir. Arapça karşılığı gü-zellik, temizlik ve parlaklık anlamına gelen “vudu -dur. Fıkıhta abdest, «belli uzuv)الوضوء(ları usulüne uygun olarak su ile yıkamak ve bazılarını da eldeki su ıslaklığı ile meshet-mek» şeklindeki ibadet temizliği olarak tarif edilir.

Abdestle ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de;

«Ey iman edenler! Namaza kalktığınızda yüzlerinizi, dirseklere kadar kollarınızı yıka-yın, başınızı meshedin ve topuklara kadar ayağınızı yıkayın. Eğer su bulamazsanız te-miz toprakla teyemmüm edin.» 1 buyurulur.

Bu ayet Medine döneminde nazil olmuş ise de, müslümanların Mekke döneminde mi`rac gecesinde namazın farz kılınmasın-dan itibaren namaz öncesinde mendup bir davranış olarak abdest aldıkları bilinmek-tedir. Ayet bunu müstakil bir hükümle teyit etmiş, ayrıca abdestin her amel için değil na-maz için farz kılındığını açıklamıştır. Habibi Kibriya Muhammed Mustafa (sav) ‘de hem müslümanlara fiili olarak abdestin nasıl alı-nacağını göstermiş hem de abdestsiz olarak kılınacak hiçbir namazın Allah katında kabul olunmayacağını belirtmiştir.2

Abdest, başlı başına maddi temizlik özelli-ği de taşıyıp sağlık açısından bir dizi faydalar içermekle birlikte esasen hükmi temizlik işle-mi ve arınma yoludur. Bunun için de fıkıh di-linde maddi kirlilikten temizlenme “necaset-ten taharet” olarak anılır; hükmi kirlilik olan hadesten temizlik ise birer hükmi temizlik usulleri olan abdest ve gusül ile olur. Abdest ile ağız, diş, burun, el, yüz ve ayaklar gibi kir-lenmeye ve dışarıdan gelecek mikroplara en 1 (Maide 5/6)2 (Buhârî, “Vudû”, 2; İbn Mâce, “Tahâret”, 47).

açık uzuvlar günde birkaç defa su ile temiz-lenir. Bu sayede vücudun sinir sistemi ve kan dolaşımı daha düzenli hale gelir ve vücuda fiziki-tıbbi birçok fayda sağlar. Ayrıca abdest, namaz ibadetini ifa için yüce Allah’ın huzu-runa çıkacak müminin manevi ve ruhi hazır-lık ve temizliği de demektir. Nitekim Habibi Kibriya Muhammed Mustafa (sav)’ in birçok hadislerinde abdestin manevi temizliği de içerdiğini görürüz.

Ebu Hureyre  (r.a)’den rivayet edildiğine göre, Resulullah (sav) şöyle buyurdu:

“Müslüman –veya mü’min– bir kul abdest alır ve yüzünü yıkarsa, gözleri ile bakarak işle-diği her günah abdest suyu –veya suyun son damlası– ile yüzünden çıkar. İki elini yıkadı-ğında, elleriyle tutarak işlediği her günah abdest suyu –veya suyun son damlası– ile ellerinden çıkar. Ayaklarını yıkadığı zaman, ayaklarıyla yürüyerek işlediği her günah ab-dest suyu –veya suyun son damlası– ile ayak-larından çıkar. Neticede o mü’min kul günah-lardan temizlenmiş olur.”3

Diğer bir hadis-i şerifte ise;

Ebu Hureyre  (r.a)’den rivayet edildiğine göre, Resulullah (sav) kabristana geldi ve:

“Selam size ey mü’minler diyarı! İnşaallah biz de size katılacağız. Kardeşlerimizi görme-mizi çok isterdim” dedi. Ashab-ı kiram:

-Biz senin kardeşlerin değil miyiz, ya Resu-lallah? dediler. Resul-i Ekrem:

-“Sizler benim ashabımsınız, kardeşlerimiz henüz gelmemiş olanlardır” buyurdular. Bu-nun üzerine ashab:

-Ümmetinden henüz gelmemiş olanları nasıl tanıyacaksın, ey Allah’ın Resulü? dediler.

Rasulullah Efendimiz:

-“Ne dersiniz? Bir adamın alnı ak ve ayakları sekili bir atı olsa, yağız ve doru at sürüsü içinde kendi atını tanımaz mı?” diye sordu. Sahabe:3 (Müslim, Tahâret 32. Ayrıca bk. Tirmizî, Tahâret 2)

Page 44: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi44

-Evet, tanır, ey Allah’ın Resulü, dediler. Re-sul-i Kibriya:

-“İşte onlar da abdestten dolayı yüzleri nurlu, el ve ayakları parlak olarak gelecekler. Ben havzın başına onlardan önce varaca-ğım” buyurdular. 1

Bu yüzden abdest esasında hükmü temiz-lik olmakla birlikte,maddi temizlikle mane-vi temizliği birleştirici, müslümana manevi yönden destek ve güç sağlayıcı bir anlam ve öneme sahiptir.2

Bu hadis-I şeriflerin öğrettiği ahlaki düs-turu arif-i billah Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocaefendi günümüz insanına şöyle ifade eder;

HAK ABDESTİ; BATILDAN VE HURAFELER-DEN, KUR’AN’LA VE SÜNNETLE ARINMAKTIR.

ABDESTİN GEREKLİLİĞİ

Abdest başlı başına ve bizzat amaç olan bir ibadet değil belli ibadetleri yapmayı mübah kılan, kulun bu ibadetlere manen ve ruhen hazırlanmasına ve bu ibadetlerden azami ve-rim elde etmesine yardımcı olan vasıta (vesi-le) ibadettir. Bazı ibadetler ve fiiller içinse ab-destli olmak dinen gerekli görülmemiş olsa bile, taşıdığı birçok maddi ve manevi fayda-lar sebebiyle tavsiye edilmiştir. Bundan dola-yı abdestin dini değer ve bağlayıcılık hükmü farz, vacip ve mendup şeklinde üç çeşittir:

Farz olan abdestler: Bunlar, müslümanların namaz kılmak, tilavet secdesi yapmak veya Kur’an-ı Kerimi elleriyle tutmak için alacak-ları abdestlerdir.( Sünni mezheplerin çoğu bunların farz olduğunda görüş birliğindedir.Kur’an’a dokunmak için abdestin farz oldu-ğu hükmü;3 dayandırılmakla birlikte esasen müslümanların Kur’an’a atfettikleri önemi ve ondan istifadeyi azami ölçüye çıkarma gay-retlerini yansıtan ve bünyesinde birçok sos-yal ve psikolojik gerekçeyi barındıran kolektif şuur konumundadır.)1 (Müslim, Tahâret 39. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 36)2 İSAM İlmihal.3 (el-Vakıa 56/79;Beyhakı,Sünen,I,87-88)

Vacip olan abdestler: Kabe’yi sadece tavaf etmek için alınan abdestlerdir. (Hanefi mez-hebi)

Mendub olan abdestler: Bunlar sırf temiz bir hal üzere bulunmak, ezbere Kur’an oku-mak, ezan okumak, kamet getirmek, vakit namazları için ayrı ayrı abdest almak, din ilimlerini okuyup okutmak, din kitablarını tutmak,yatmadan once abdestli olmak, cena-zeyi yıkamak ve ardından yürümek veya öfke-yi sindirip yok etmek için alınan abdestlerdir. Herhangi bir hata arkasından mesela, yalan söyledikten ,gıybet ettikten,herhangi bir kö-tülük işledikten sonra alınan abdestler de bu kısımdandır. Bu gibi maksatlarla alınan ab-dest ile namaz kılınabilir, Kur’an ele alınabilir.

Hatta mümine manevi destek sağladığı, adeta müminin silahı olduğu, ayrıca Habibi Kibriya Muhamed Mustafa (sav)’in mümkün olduğu ölçüde abdestli halde bulunduğu göz önünde tutularak İslam alimleri mümi-nin imkan ölçüsünde her işe abdestli olarak başlamasını ve abdestli bulunmasını tavsiye etmişlerdir.

Abdestin yukarıda özetlenen bu dini hük-münün tabii sonucu olarak abdestsiz kimse-nin, cenaze namazı da dahil namaz kılması, şükür ve tilavet secdesi gibi namaz hükmü-ne tabi fiilleri yapması, Kabe’yi tavaf etmesi, Kur’an’a dokunması ve onu elle tutması caiz görülmez. Abdestsiz olarak Mushafa bakarak veya ezberden Kur’an okumak ise caizdir.

Kur’an yüce Rabbin kelamı olduğu için ona her zaman azami saygı göstermek, su-i edeb olarak algılanacak davranışlardan kaçınmak gerekir. Kur’an tilaveti, öteden beri sünnet değer hükmü atfedilen bir ibadet olarak te-lakki edildiği için, Kur’an tilavet ederken hem bu kolektif şuuru incitmemek ve hem de esasen her çeşidiyle ibadetin abdestli olarak ifasının ibadeti tamamlayan bir boyut olma-sı sebebiyle böyle davranıp ibadet lezzetini daha derinden almak için abdestli olmaya özen göstermelidir. Fakihlerin Kur’an tilave-tini sünnet olarak nitelendirip ona ibadet

Page 45: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi45

içeriği yüklemeleri bu anlamda doğrudur ve bunun için abdestli olmanın şart koşulması-da yerindedir. Ancak Kur’an okumaktan asıl maksadın manasını anlamaksızın okuma de-ğil, anlamak ve gereğini yerine getirmek üze-re okumadır. Zaten Kur’an’ın indirilişinin asli amacı da budur. Birinci okuyuşta ibadet ni-teliği ön plana çıktığı, ikincisinde ise anlama önem kazandığı için iki tür okuyuş arasında abdest açısından bir ayırım yapmak müm-kündür. Bu ayırım sebebiyle olmalı ki, bazı bilginler, ikinci tür okuyuş biçiminde abdest almayı şart koşmamışlardır.1

ABDESTİN FARZLARI

Abdestin farzları, bir fiilin abdest sayıla-bilmesi için onda bulunması zorunlu olan ana unsurlar demektir. Abdestin farzları il-gili ayette (el-Maide 5/6) zikredildiği üzere dörttür:

1. Yüzü (1 kez ) yıkamak2. Kolları dirseklerle birlikte (1 kez ) yıkamak.3. Başın 1/4’ nü meshetmek.4. Ayakları topuklarla birlikte (1 kez ) yıkamak.

Yüzün sınırı iki kulak yumuşağı, alındaki saç bitim yeri ile çenenin sona erdiği yer ara-sında kalan kısım olarak belirlenmiştir. Yüz yıkanırken sakal sık ise üstünü yıkamak ye-terlidir. Abdest alırken parmaktaki yüzüğün altına su alacak şekilde oynatılması, el, yüz ve ayakta bulunan ve suyun deriye teması-nı önleyen maddelerin imkan dahilinde te-mizlenmesi gerekir. Dirseklerin yıkanması da abdestin farzları kapsamındadır. Başın dört-te birinin el içinin ıslaklığıyla meshedilmesi Hanefiler’e göre yeterlidir. Başın mesh mik-tarı Şafii mezhebinde daha az iken diğer iki mezhepte adeta başın tamamıdır.

Abdestin bu dört farzında Sünni fıkıh mez-hepleri ittifak etmiştir. Ancak Hanefi mezhe-binin dışında kalan diğer üç Sünni mezhebin buna bazı şartları da ilave ettiği görülür, şöy-le ki:

Niyet bu üç mezhebe göre, abdeste baş-1 İSAM İlmihal.

larken besmele çekmek Hanbeliler’e göre, dört farzın ayette sayılan sıraya uygun yapıl-ması (tertib) Şafii ve Hanbeliler’e göre, bu iş-lemlerin ara verilmeden yapılması (muvalat) Maliki ve Hanbeliler’e göre farzdır. Ca`feriler, abdestle ilgili ayetin ifade tarzından hareket-le ayakların yıkanmasının değil meshedilme-sinin farz olduğunu ileri sürerler.

Abdestin farzlarının yerine getirilmiş ol-ması kuşkusuz alınan abdestin fıkhen geçerli (sahih) olması sonucunu da doğurur. Bunun-la birlikte kullanılan suyun temiz ve temizle-yici olması, abdest alırken özür durumu hariç abdesti bozan bir durumun bulunmaması, yıkanması gereken uzuvlarda hiç kuru yerin kalmaması da gerekir. Bazı ilmihal kitapla-rında, abdest alırken yıkanan uzuvlarda iğne deliği kadar kuru yerin kalmamasının isten-mesi, hakiki anlamı değil bu konuda azami ti-tizliğin gösterilmesi gerektiğini ifade içindir. Abdest uzuvlarında bulunup suyun deriyle temasını önleyen maddelerin imkan ölçü-sünde temizlenmesi gerekir. Temizlemede zorluk varsa bunların bulunması abdeste za-rar vermez. Boyacı, marangoz gibi esnafın, sanatkarların el ve kollarında bulunan bo-yalar böyledir. Bunlar el ve tırnaklardan ka-zınmadıkça abdestin geçerli olmayacağının söylenmesi, bilgiye dayalı fıkhi bir hüküm olarak değil de yukarıda sözü edilen hassa-siyetin abartılı ifadesi olarak anlaşılmalıdır. Aynı şekilde bir uzvu yıkamak sağlık açısın-dan sakıncalı ise meshedilir, meshetmek de zararlı ise terkedilir.

ABDESTİN SÜNNETLERİ ve ADABI

Habibi Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.v)’in farz ve vacip kapsamında olmaksızın sürekli veya genelde yaptığı ve ümmetine de yapılmasını tavsiye ettiği fiillere fıkıh ilminde ve ilmihal dilinde sünnet, Hz. Peygamber’in bazan yapıp bazan da terkettiği fiillere ise mendup, müstehap veya adap denildiğini, fıkıh usulünde ise bu gruba giren bütün fiil-lerin, şer`i hükmün beşli taksimi içinde “men-dup” olarak nitelendirildiğini biliyoruz.

Page 46: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi46

Abdestin sünnetleri şöyle sıralanabilir:

-Abdeste başlarken önce temiz olan elleri bileklere kadar yıkamak. Temiz olmayan elle-ri önce yıkamak ise farzdır. Böylece diğer or-ganlar kirlenmiş olmaz.

-Abdeste “Euzü Besmele” ile başlamak. Abdest arasında okunacak Besmele ile bu sünnet yerine getirilmiş olmaz. (Hanbelilere göre, abdestin başlangıcında Besmele oku-mak vacibdir; kasden terk edilirse, abdest batıl olur. Yanılarak veya bilmeyerek terk edilmesi abdesti geçersiz kılmaz.)

-Niyet etmek: Abdesti, namaz kılma-ya veya abdestsizliği gidermeye veya Yüce Allah’ın emrini yerine getirmeye niyet ederek almak. (Hanefi mezhebine göredir, diğer üç mezhebe göre ise farzdır.) Niyet kalb ile olur, dil ile “Niyet ettim Allah rızası için abdest al-maya” denilmesi güzel görülmüştür. Niyetin vakti, elleri veya yüzü yıkamaya başlama za-manıdır.

-Mazmaza (ağıza su vermek) ve istinşak (buruna su çekmek). Şöyle ki: Elleri yıkadık-tan sonra önce üç kez ağıza dolusunca su alı-nır ki, buna “Mazmaza” denir. Sonra üç kez de burnun yumuşağına kadar gidecek şekilde buruna su verilir ve sümkürülür. Buna da “İs-tinşak” denir. Her su verişte su yenilenir. Bun-ları yapmakla hem ağzın, hem de burnun içi yıkanmış ve kullanılacak suyun tadı ve koku-su anlaşılmış olur.

-Mazmaza ve istinşakı aşırı derecede yap-mak. Şöyle ki: Mazmazada su, boğaza kadar iner. İstinşakta su, burnun katı yerine kadar çıkarılır. Fakat oruçlu olanlar mazmaza ve is-tinşakı böyle aşırı yapmazlar.

-Misvak kullanmak. Şöyle ki: Misvak, arak denilen ağacın dalından yapılan ve dişleri te-mizlemek için kullanılan bir fırçadır. Misvakın pek çok yararları ve sevabı vardır. Dişleri te-mizler, ağız kokusunu giderir, sağlığa yararlı olur. Bir hadis-i şerifte: “Misvak, ağzı temizle-

yici ve Rabbin rızasını kazandırıcıdır,” 1 buyu-rulmuştur. Diğer bir hadis-i şerifde de: “Eğer ümmetime güçlük vermeyecek olsaydım, her abdest için misvak kullanmalarını onlara emrederdim.”2 buyurulmuştur.

-Sıra gözetmek: Abdest alırken önce yüz, sonra kollar yıkanır. Bundan sonra başa mes-hedilir ve arkasından da ayaklar yıkanır. Ayak-larda mest varsa, mestlerin üzeri meshedilir. Bu şekilde sıra gözetilmezse, yine abdest sahih olur, ancak sünnete uyulmuş olmaz. (Şafii ve Hanbelilere göre, abdest alırken bu sıraya uymak farzdır.)

-Abdesle sağ tarafdan başlamak: Sağ kol, sol koldan ve sağ ayak, sol ayakdan önce yı-kanır. Sağ taraf daha şerefli olduğu için böyle yapılır.

-Abdest organlarını üçer kez yıkamak. Bunlardan biri farz, diğer ikisi sünnettir. Üç-ten fazla veya üçten az yıkamak sünnete ay-kırıdır. Şüphe sebebiyle veya su azlığı dolayı-sıyla bu sayılar azaltılıp çoğaltılabilir.

-Elleri ve ayakları yıkamaya başlarken par-mak uçlarından başlanır.

Eller ve ayaklar yıkanırken parmakların arasını yoklayıp yıkamak (hilallemek): El par-makları birbirine sokularak, ayak parmakları da el parmaklarından biri ile yapılır.

-Abdest suyunu, bıyıkların ve kaşların alt-larına ve yüzün çevresinden sarkmış bulunan fazla kıllara eriştirmek.

-Sakalın çeneden aşağıya uzamış kısmını meshetmek ve sık olan sakalı bir avuç su ile alt tarafından el parmakları ile hilallamak. Bu, iki İmama göredir, İmamı Azam’a göre müs-tahabdır.

-Başın tamamını bir su ile meshetmek. Buna “Kaplama Mesih” denir. (Şafiilere göre, meshi üç kez tekrarlamak sünnettir.)1 (R.Salihin;1207)2 (Buhari;Müslim)

Page 47: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi47

-Kulakları meshetmek. Bu mesih bir su ile yapılabileceği gibi yukarıda bildirildiği şekil-de de yapılabilir. Serçe parmaklarını kulak deliklerine sokarak kımıldatmalıdır.

(Hanbelilere göre, kulakları ve içlerini mes-hetmek farzdır; çünkü bunlar da baş kısmına dahildir.)

-Boynu meshetmek: Başı ve kulakları mes-hettikten sonra, iki elin arkaları ile ve üçer parmakla, yeni bir suya gerek kalmaksızın bo-yun meshedilir. Boğazı meshetmek bid’attır.

-Abdest organlarını, üzerlerine dökülen su ile iyice ovmak.

-Abdest organlarını, arada kesinti yapma-dan yıkamak. Bir organ henüz kurumadan diğerini yıkamaya geçmek. Buna “Vila” denir. Havanın sıcaklığı sebebiyle yıkanan organın hemen kuruması vilaya engel değildir.

Bazı alimlere göre vila: Abdest alırken ara-ya başka bir iş sokmamaktır.

(Malikilerle Hanbelilere göre, abdest or-ganları yıkanırken hemen birbiri ardından yı-kanmaları ve araya başka bir iş sokulmaması farzdır.)

Abdestin adabları ise şunlardır:

-Henüz vakit girmemişken abdest alıp na-maza hazır bulunmak. Ancak özür sahibleri abdestlerini vakit girdikten sonra alırlar.

-Kıbleye yönelerek abdesti almak.

-Abdest sularının elbiseye sıçramaması için, yüksek bir yerde durmak.

-Abdest için başkasından yardım isteme-mek. Ancak bir özür sebebi ile başkasından yardım istemelidir. Başkasının kendi arzusu ile abdest suyunu hazırlaması veya abdest alana su dökmesi edebe aykırı olmaz.

-Abdest alma sırasında zaruret olmadıkça dünya lakırdısı yapmamak.

-Abdestin başından sonuna kadar niyeti

unutmayıp kalbde tutmak ve her organı ab-

dest niyeti ile yıkarken Besmele çekmek ve

dua etmek. Salat ve selam getirmek.

-Elleri yıkarken dar olmayan yüzükleri oy-

natmak. Eğer yüzük dar ise, muhakkak suret-

le yüzükleri oynatıp altına su geçmesini sağ-

lamak gerekir.

-Abdest alırken ağıza ve buruna sağ el ile

su vermek ve sol el ile sümkürmek.

-Yüzü yıkarken göz pınarlarını yoklamak,

abdest suyunu dirseklerin ve topukların yu-

karlarına eriştirmek.

-Abdest için yeterinden fazla su harcama-

mak. Organlardan su damlamayacak kadar

da kısıntı yapmamak. Deniz kenarında bulu-

nulsa bile, gereksiz su harcamak kerahet olur.

-Abdest tamamlanınca kıbleye karşı şeha-

det kelimelerini okumak. Ömer İbni Hattab

(ra)’ den rivayet edildiğine göre, Nebi (sav)

şöyle buyurdu:

“Sizden biriniz güzelce abdest alır –onu

tastamam yapar– sonra da: Eşhedü en la ila-

he illallahü vahdehu la şerike leh. Ve eşhe-

dü enne Muhammeden abdühu ve resulüh,

derse, o kimseye cennetin sekiz kapısı açılır.

O da dilediği kapıdan girer.”1

-Abdest dualarını okumak;2

DEVAM EDECEK

1 ( Müslim, Tahâret 17. Ayrıca bk. Ebû Dâvud, Tahâret 65; Tirmizî, Tahâret 55; İbni Mâce, Tahâret 60)2 Ömer Nasuhi Bilmen, İlmihal.

Page 48: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi48

ŞEHRİNGÖRÜNMEYEN

YÜZÜCemaat Rahmeti

Euzubillahimineşşeydaniracim...

Bismillahirrahmanirrahim...

Akşam ile yatsı arası kardeşlerimizle söz-leştiğimiz yerde buluşup, ziyaretlerimizi ya-pacağımız mahallenin muhtarlığına doğru yola koyulduk.

Hayli soğuk bir kış günüydü. Yağış yoktu ama kuru ayaz iyiden iyiye kendini hissetti-riyordu. Bu haftaki mahallemiz dar gelirli ai-lelerin çoğunlukta olduğu “varoş” diye tabir edilen mahallelerden biri. Bizi dar sokaklar, eğri büğrü, yıkık dökük evler karşılıyor yine. Metruk, harabe görünümlü evlerin kapısında görünen ayrı kapı ve abone numarasından tahmin ettiğimiz üzere bu küçücük eski ev-lerde birkaç aile birden yaşıyor olmalı.

Minibüsümüz bir avlu kapısında durdu. İki kanatlı, iyice eskimiş avlu kapısının üze-rindeki iki ayrı numaradan avlunun içinde iki ayrı ev olduğu anlaşılıyordu. Muhtarın çaldığı kapıyı iki genç hanım açtı. “Bizbiriz Derneği’nden geldiler. Hanımlar sizinle gö-rüşecekler.” deyip kapıdan uzaklaştı. Biz mi-nibüsten inip hanımların bulunduğu avluya girdik. Selam verdik. Kendimizi tanıttık. “Biz-ler Abdullah Murad Şükrüoğlu (k.s) Hocanın talebeleriyiz. Bizbiriz Derneği çatısı altına

faaliyet gösteriyoruz. Sizlere Hocamızın soh-bet ve dua kitaplarından getirdik.” diyerek muhabbete başladık. Hanımlar ziyaretimiz-den duydukları memnuniyeti dile getiriyor-lar, hepimize ayrı ayrı sarılıyorlar. Yaşça biraz daha büyük olan hanım ağlamaya başlıyor. Bir taraftan da anlatıyor. “Otuz altı yaşında-yım. Üç çocuğumla dul kaldım. Şimdiki eşim-le ikinci evliliğimi yaptım. Kocam elli yaşının üzerinde, hasta ve güçsüz. İnşaatlarda ame-lelik yapıyordu. Şimdi eskisi gibi çalışamıyor. Herhangi bir sosyal güvencemiz yok. Otur-duğumuz şu köhne evin kirasını kaç aydır ve-remiyoruz.” diyor. “ Allah sizlerden razı olsun.” diyerek dua ediyor.

Biz, “Rızık için endişe etmemesini, Rızka Allah’ın kefil olduğunu, her halükarda Rab-bimize şükretmemiz gerektiğini, dertler ne kadar büyük olursa olsun Rabbimizin en bü-yük olduğunu, Hz. Zeyd b. Cariye’nin rivayet ettiği “Bir kul için Allah (c.c.) kendi katında bir derece takdir etmişte o kul o derece-ye ameli ile erişememişse, Allah dünya-da onu (bazı musibetlere) müptela kılar. Sonra da kendisine o belaya karşı sabır ihsan eder, ki o dereceye erişebilsin.” ha-disine dayanarak yaşadığımız sıkıntıların bizi Allah’a yaklaştırdığını” söylüyoruz.

Ümmü HARAM

Page 49: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi49

“Hz. Ali (k.v)’nin rivayetiyle Muham-med Mustafa (s.a.v.) Efendimiz “Bir kimse Allah’ın ver-diği az rızka razı olursa. Allah(c.c.) da onun az ame-line razı olur.” buyurmuştur, di-yoruz. “Doğru söy-lüyorsunuz abla.” diyor. “Ama bazen şeytanın ve nef-simizin oyuncağı oluveriyoruz. Gerçekten Rabbimize tevekkül ettiğimizde işler ken-diliğinden yoluna giriyor.” diyor. Abdullah Murad Şükrüoğlu(k.s) Hocamızın “Zenginin paraya ihtiyacı bitmez. Kanaatkarın fakir ol-maya gücü yetmez.” özdeyişini söyleyerek, Rasulullah(s a v) Efendimizin de buyurduğu gibi “En büyük zenginliğin kanaat oldu-ğunu” hatırlatıyoruz. Getirdiğimiz yardımları takdim ediyoruz. Seviniyor. Yanındaki hanım alıyor sözü ve kendini tanıtıyor. Henüz yirmi-li yaşlarda eşinden ayrılmış. Bir kızıyla yalnız yaşıyormuş. Avlunun içindeki küçük, kulü-bemsi evde oturuyormuş.

Biz sohbete devam ederken avluya göz-yaşları içerisinde bir hanım giriyor. Selam ve-rerek yanımıza geliyor. Muhtar buradan son-ra ziyaret edeceğimiz evin hanımını da bizim yanımıza göndermiş. Gelen o imiş.

İki gözü iki çeşme ağlıyor. Bir taraftan dua ediyor, bir taraftan da her birimize sıkıca sarılıyor. Bizde ona samimiyetle mukabele ediyoruz. “Rabbim sizi bana kurtarıcı olarak gönderdi. Artık yolun sonundaydım. Canı-ma kıyacaktım. “Rabbim bana bir ışık yak, bir işaret gönder.” diye dua ederken kapı çal-dı. Muhtar amca sizin geldiğinizi söyleyerek beni buraya getirdi.” diyor. Kendini tanıtıyor. Biz de kendimizi tanıtıp kitaplarımızı takdim ediyoruz.

“Bunlar benim kurtuluş reçetem olacaklar.” diyerek Abdullah Murad Şükrüoğlu (k.s) Ho-camızın “Etsiz ke-miksiz çocuklarım” dediği, On Hafta Sohbetleri kitapla-rını sıkıca basıyor bağrına. Bu karde-şimizin ayakların-da hafif bir özrü var. Önceleri İslami

bir şuura sahip değilken, evlendikten son-ra hidayete ermiş, tesettüre girmiş, namaza başlamış. Fakat eşi içki içen, gece hayatına düşkün bir insanmış. Yıllarca çocuğu olma-mış. Sonra Rabbim bir kız evlat vermiş. Kızı üç yaşındaymış. Eşi maddi-manevi ciddi ezi-yetler ediyormuş. Güzel kazanmasına rağ-men gece hayatında harcıyor, eşini ve kızını muhtaç durumda bırakıyor, üstelik de eşini örtünmesinden ve namaz kılmasından do-layı horluyormuş. Dilimizin döndüğünce bu kardeşimize de nasihatte bulunup hakkı ve sabrı tavsiye ettikten sonra yardımlarımızı verip vedalaşıyoruz. Bizi hiç bırakmak istemi-yorlar. Rabbimiz Hucurat diye meşhur sure-de, “Ancak müminler kardeştir.” buyuruyor ya, Elhamdülillah kardeşliği yüreklerimizde hissediyoruz.

Onların yanından ayrılırken Abdullah Mu-rad Şükrüoğlu (k.s) Hocamızdan dinlediği-miz, Hz. Mevlana’nın başından geçen bir ola-yı hatırlıyoruz: Hz. Mevlana talebeleriyle bir yere giderken intihar etmiş bir insanın cansız bedenini görünce ağlamaya başlıyor. Niçin ağladığını soran talebelerine, “Biz ona yetişe-bilseydik, dinimizi öğretebilseydik sonu böy-le olmayacaktı. Görevimi layıkıyla yapamadı-ğım için ağlıyorum.” diyor.

Kim bilir, gözünde yaşlarla bizlere şük-

Page 50: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi50

ranlarını sunan bu genç kadın gibi, niceleri vardır şu koca şehirde? Allah’tan gayrı kimse bilmez. O anda; girdiği çıkmazların pençesin-de boğulan, en büyük günahlardan biri olan canına kıymaya tevessül edebilecek kadar bunalmış, düştüğü iman zafiyetinden dolayı bir türlü huzur bulamayan bütün kardeşleri-mizin acısı, yüreğimizi yakıyor.

“Kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Rad:28) ayetini anlatamadığımız, gö-nül dertlerine derman olamadığımız her can için Rabbimizden af diliyoruz. Bu kullardan bir tanesine dahi bir hayrımızın dokunmasını nasip ettiği, bizi bir iyiliğe sebep kıldığı için de Rabbimize şükrediyoruz. Bir veli kulun bizi o kapıya gönderdiğini unutmayarak, Ho-camıza dualar ediyoruz. Çalacağımız diğer kapıya varana kadar kardeşlerimizle bu dü-şüncelerimizi paylaşıyoruz.

Canına kıymayı düşünen o gencecik ka-dının bir sözü üzerinde yoğunlaşıyor düşün-celerimiz. “Çok yalnızım.” diyordu. “Devam ettiğim bir sohbet yok. Bana Hakkı ve sabrı tavsiye edecek dostlarım yok. Etrafım insan dolu ama kulluk şuuru taşıyan kimse yok.”

Bu sözler Hz. Muaz (r.a.)’ın rivayet etti-ği bir hadisi hatırlatıyor bizlere. Rasulullah Efendimiz(s a v), “Şeytan insanın kurdudur. Koyunun kurdu gibi. Nasıl kurt koyunun tek, sahibinden uzakta ve köşe-bucakta kalmasını kollarsa, şeytan da böyledir. (En çok cemaatten ayrı olana musallat olur.) Öyle ise size cemaati, ülfeti, top-luluğu tavsiye ede-rim. Sakın ha cema-atten ayrılmayın. Ve tefrika ve ihtilafa düşmeyin.” buyuru-yor.

Şükürler ediyoruz ki; Rabbimiz bizi bizlik çatısı altında topladı. Hocamızın himayesin-de, kardeşlerimizle birlikte cemaat rahmetiy-le nimetlendirdi. Hocamızdan önce bizim de hayatımız yalnızlıklar içindeydi. Kalabalıklar içinde yalnızdık. Cemaat şuurunu, bizlik ru-hunu Abdullah Murad Şükrüoğlu Hocamızla (k.s) yaşadık. Bir mürşidin terbiyesinde, bir cemaatin içinde olmasaydık nefsimizin ay-mazlıklarından, Allah’ın (c.c.) kovmuş oldu-ğu şeytanın tuzaklarından korunmamız çok daha zor olacaktı.

Yanımızdaki kardeşlerimize, “Gerçekten elimizdeki nimetin kıymetini bilmemiz ge-rekiyor. Rabbim Hocamızı başımızdan eksik etmesin. Salih kullarından ayırmasın. Sizler-den de Rabbimiz ebeden razı olsun. Sizleri Allah (c.c.) rızası için çok seviyoruz. Allah (c.c.) da sevsin İnşaallah.” (Amin) diye dua ediyo-ruz. Onlar da mukabele ediyorlar. Bütün bir insanlık için hidayet ve hidayette daimiyyet diliyoruz. “Rabbi la tezerna ferden ve ente hayru’l varisiin.” (Rabbim beni tek bırakma, muhakkak ki Sen varislerin en hayırlısısın.) duasını okuyoruz , “Amin” diyoruz.

Sokak lambalarının aydınlığında muhab-bet ederek bir diğer adrese doğru ilerliyoruz. Dillerimizde Pirimiz Abdullah Murad Şükrü-oğlu (k.s) Hocamızın her şeyden evvel bizlere

öğrettiği “Elhamdü-lillah” zikri var. Başı-mıza gelen hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğini kabulün bir tezahürü ola-rak hamd ediyoruz. Öyle yürekten söy-lüyoruz ki bütün zerrelerimizin Rab-bimize hamd etti-ğini hissediyoruz “Elhamdülillah”

Page 51: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi51

ARAPÇA RABCA’YA GÖtÜRÜR

N. HADRA

Page 52: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi52

MUNFASIL ZAMİRLER:

Herhangi bir kelimeye bitişmeksizin ayrı yazılan zamirlerdir.

Örnek cümleler;

هل اأنت مدرس ؟ Sen öğretmen misin?

.لا ، اأنا طالب Hayır, ben öğrenciyim.

من ذهب اإلى المدرسة ؟ Okula kim gitti?

.هو ذهب O gitti.

.اأنتما ذهبتما Siz ikiniz gittiniz.

.هو مريض في المنزل O evde hastadır.

ماذا فعلت فاطمة ؟ Fatıma ne yaptı?

.هي كتبت رسالة اإلى خالتها O, teyzesine bir mektup yazdı.

.اأنا كتبت رسالة اإلى جديBen dedeme bir mektup yazdım.

.هن حفظن القراآن Onlar Kur’ân’ı ezberlediler.

.هم درسوا العربية Onlar Arapça okudular.

Page 53: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi53

BEN

(ORTAK) اناSEN انتSEN

(BAYAN) انتO هوO

(BAYAN) هيBİZ

(ORTAK) نحنSİZ انتمSİZ

(BAYANLAR) انتنİKİNİZ انتماİKİSİ هما

ONLAR همONLAR

(BAYANLAR) هن

Page 54: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi54

HAYDARAhmet NAVRUZ

Peçelinin aklından bu düşünceler geçerken arkasındaki kişi;

‘’Silahını at ve dön’’ diye bağırdı. Peçeli etrafa baktı o siperde onlardan başka kimse yok-tu. Arkasını dönünce karşısında Filistinlilerin içinde aynı Müslüman gibi yaşayan Musa’yı gördü. Musa karşısında pis pis sırıtıyordu. ’’Ne oldu şaşırdın mı?’’ dedi ve konuşmasına devam etti. ’’Şimdi sen diyorsun bu bana niye silah doğrulttu degil mi?Dur ben cevap vereyim;ben müslüman değilim. Siz Müslümanların arasına yerleşen bir yahudiyim. Sizin bu şekilde gizli planlarınızı orduma bildirir ve şimdi edeceğim gibi miletim olan yahudi-liğe bu şekilde hizmet ederim. ’’dedi. ’’Şimdi de seni öldürerek milletime hizmet edecem diyerek kurma kolunu çekince,Peçeli üzerine saldırdı ama o arada silahi ateşleyen Musa peçeliyi omuzundan yaralamıştı. Allahın verdiği güç ile Musa’yı yere yıkan Peçeli sılahı alarak Musanın boğazını sıkmaya başladı. Musa da can havli ile peçelinin boğazını tırnak-ları ile kanatmıştı. Ama peçeli bir hamle ile Musa nın boğazını kırıp öldürdü. Bu arada ses-leri duyan mahalleli olanları görmüş ve yardıma geliyordu. Peçeli hem omzundan hem boğazından yaralanmıştı. Ama son gücünü toplayıp koşar adımlarla ortadan kayboldu. Arkasından Peçelinin yaralandığı görenler ağlamaya başladı.

Olayın üzerinden üç gün geçmişti. Gazze sokaklarında üç gündür kan dökülmüyordu. Bu arada yaralı olan Yasir aamca da iyileşmeye başlamış ayaklanmıştı. Ama içi içini yiyor-du acaba Haydar niye ziyarete gelmedi diye. Bunu öğrenmenin tek bir yolu var diyerek sitemle Haydarın bakkala doğru yola çıktı. Bakkalın önüne doğru yaklaştıkca Haydara kızan gençlerin sesini daha net duyuyordu. Bakkaldan kızarak uzaklaşan gençleri dur-durup; ‘’Hayrola gençler e bu sinir’’dedi. Gençlerden uzun boylu olanı; ‘’Sorma Yasir amca Haydar üç gündür dükkanı açmaz görende bizimle birlikte küffarla savaştı yada peçeli oda yaralandı o yüzden dükkanı açamıyor sanacak. ’’diye sitem ederek yürüdü. Endişele-nen Yasir amca hemen Haydarın evine doğru yöneldi.

Kapısı çalınan Haydar bitkin bir halde kapıyı açıp,karşısında Yasir amcayı görünce hem utanıp hem sıkılarak; ‘’Biz gelemedik sen mi geldin yine ezdin bizi amca. ’’ diyerek elini öptü. ’’Estağfurullah evlat da hayırdır dükkanı da açmıyor musun ‘’dedi. ’’Hastaydım Yasir amca’’ diye cevap veren Haydar’a, Yasir amca özlemle sarıldı. Yasir amca omzunu sıkınca Haydarın gözü yaşardı. Elinin ıslandıgını hisseden Yasir amca eline baktı ve kan olduğu-nu görünce “hayrola evlat inş bu ne hal ‘’diye korku ile sordu. ’’Haydar ufak bir kaza diye geçiştirip mutfağa kaçtı hemen. Haydarın boğazlı kazak giymesi de gözünden kaçma-mıştı Yasir Amcanın. Hemen sevinçle Haydara ses etmeden evden çıktı. Ve önüne gelen herkeze ‘’Ey Gazzeliler Allahın kılıcı yiğit Peçeli Haydarmış’’. diye herkese müjde veriyordu. Ama unuttuğu tek bir şey vardı israil ordusu. israil yandaşları hemen orduya haber götür-müşlerdi ve büyük bir birlik Haydarı ele geçirmek için yola çıkmıştı bile. Haydarın evine varan israil birliği hemen içeri girdi ama Haydar hiç mudahale etmeden yerde yatıyordu. Haydara bir tekme atan komutan demek peçeli sensin ha Türko mdi anlayacağız gerçek-ten sen misin değil misin diyerek omzunu açmaya yeltendi. . .

Page 55: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi55

İlginç Bilgiler 1.Patateslerin az

yağlı olması için ne yapılmalıdır?

-Patatelerin daha az yağlı olmasını stiyorsanız;önce süt dolu bir kabın içinde

beketin ve kuruduktan sonra kızartın böy-lece daa az bilgi çekecektir.

2.Yoğurt ve sütün yararı nedir?

-Süt ve yoğurt tükemek,ciğerlerinizi te-mizlyerek alkol ve sigaranın zararını azaltır.

3.Hayvanlar neyi seçebilir?

-Hayvanlar güzel ve yakışıklı insanları sçebiliyorlar.

4.İnsan neden nef-ret eder?

-Bir insan 3 sebepten dolayı nefret eder;1-Sizin yerinizde olmak istiyordur. 2-Kendisinden nefret ediyordur. 3-Sizi teh-dit olarak görüyordur.

5.Kaç ev depreme dayanaksız?

-1.deprem bölgesi üzerindeki 20 mil-yon konutun 6.5 milyonu depreme daya-

nıksızdır.

6.Yumurtanın akı ve sarısı karışmadan nasıl kırılır?

-Yumurtanın akı-

nın ve sarısının birbirine karışmaması için buzdolabından çıkarır çıkarmaz kırın.

7.İnsan yaşamı bo-yunca ne kadar deri kaybeder?

-Her insan yaşamı boyunca ortalama 22 kg deri kaybeder.

8.Çocuk gelişimin-de önemli olan nedir?

-Çocuk gelişiminde uyku çok önemlidir,çünkü büyüme hormonu uyku-dayken salgılanır.

9.Hangi insanlar daha çok yaşar?

-Rahat ve umursa-maz insanlar,gergin ve stresli insanlara oranla daha çok yaşar.

10.En pahalı su markası hangisidir?

-En pahalı su markası Norvec’in Voss bölgesinden çıkan musluk suyudur.2 üni-versite öğrencisi şişelere doldurup ‘Voss’ ismi ile satmaya başlamıştır.

Haz. Ahmet NAVRUZ

Page 56: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi56

ESLEM ERCAN

Matematik tarihine ait batılı kaynaklarda bu ilmin Yunan uygarlığında ortaya çıktı-ğı görüşü ileri sürülmüştür. M.S. 2. yüzyılda sona eren bu uygarlığın ardından 12. yüz-yılda tek örnek olan Fibonacci’den bahse-dilir ve arkasından 17. yüzyıla ait örneklere geçilir. Matematik tarihine ait verilmek iste-nen bu bilgiler son derece eksik ve yanlışlar-la doludur. Batı, son zamanlarda elde ettiği başarıları geçmişe de yaymaya çalışmakta, geçmişte insanlığın  gelişmesinde  büyük emekleri olan uygarlıkları görmemezlikten gelerek tarihi tahrif etmektedir. Gerçek ise şudur: Tarih boyunca birçok değişik yerlerde değişik uygarlıklar ortaya çıkmış, birbirle-rinden etkilenmiş ve miras yoluyla aktarılan bilgi ilerlemeyi sağlamıştır. Matematik ile il-gili çalışmalarda bilebildiğimiz kadarı ile ilk olarak peygamberlerin zuhur ettiği diyarlar

olan Mezopotamya ve Mısır Uygarlıkları et-kili olmuştur. M.Ö. 8. yüzyıl ile M.S. 2. yüzyıl arasında Yunan matematikçileri, eski Mısır ve Mezopotamya uygarlıklarından öğrendikleri bilgileri geliştirmiş ve daha sistemli hale ge-tirmişlerdir. M.S. 6. ve 8. yüzyıllar arasında matematik ilmi Hindistan’a doğru kaymıştır. Batı tarihçilerinin görmemezlikten geldiği 8-16. yüzyıllar arası ise Müslüman matema-tikçilerin, Yunan ve Hint uygarlıklarından elde ettikleri bilgileri yorumlayıp yanlışlarını ayıklayarak kendi orijinal katkılarını yaptıkla-rı önemli bir devirdir. 17. yüzyıldan sonra ise batı. İslam medeniyetinden gelen büyük po-tansiyel üzerine yeni matematiğini kurmaya ve öne geçmeye başlamıştır.

Sayma ihtiyacı ile ortaya çıkan matemati-ğin ilk kolu olan aritmetik ile ilgili eserlerde Thales, Pisagor, İskenderiyeli Heron, Dio-

MAtEMAtİĞİN GElİŞMESİNDE MÜSlÜMANlARIN ROlÜ

Page 57: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi57

fantos ve çağdaşlarına ait bilgilere geniş yer verilir. Böylece bu branştaki temel bilgilerin Yunan, Roma ve Bizans matematikçileri tara-fından ortaya konduğu intibaı verilmek iste-nir. Ancak son yüzyılda yapılan araştırmalar, Eski Mısır ve Mezopotamya’da, bu bilgilerin büyük kısmının var olduğunu göstermiştir. Aritmetiğin  gelişmesinde  en önemli katkı, hiç şüphesiz ki onluk sayı sistemi idi. Onluk sayı sistemi Hintli veya Arap matematikçiler tarafından geliştirilmiş olup Romen sayıla-rına göre büyük avantajlara sahip idiler. Ro-men rakamları ile büyük sayıları ifade etmek çok zordu. Ayrıca dört işleme de yapı olarak müsait değildi. Eski Hintlilerden kalma kita-belerde (yazıtlarda) görülen, rakam ve işa-retler, günümüzde “Hint-Arap Sistemi” olarak adlandırılan sisteme göre benzerlik olduğu-nu ve nümerik (terkiym) sistemin, o devirde kullanıldığını göstermektedir. Daha sonraki yıllara ait kitabeler, sayılarda, rakamın kendi zat i değeriyle vaz i (konum) değeri, (yani sayı içindeki anlam değeri) arasındaki bağıntının bilindiğini, sıfır anlamını veren, “0” gibi bir işaret kullanıldığını da göstermektedir.  Sı-fır da dâhil olmak üzere onluk sistemle ilgili işlemlerin eski Hint âlimi Brahmagupta’nın astronomi ile ilgili 632’de yazılan Siddhanta adlı eserinde gösterildiği bilinmektedir. Müs-lümanlar bu yeni sisteme çok çabuk adapte olmuş ve bu sistemi kullanmaya başlamış-lardı. M.S. 830 ve bu sistemi kullanmaya baş-lamışlardı. M.S. 830 yılında el-Hârizmi onluk sistem ile ilgili işlemlerin nasıl yapılacağını gösteren bir kitap yazmıştır. Bu kitabın tercü-me edilmesi ile de batı, bu yeni sistemle ta-nışma fırsatını elde etmiştir. Ne var ki bu sis-temin batıda kabullenilebilmesi üç asırlık bir dönemden sonra mümkün olabilmiştir. Batı dünyası, hem hiçbir değeri olmayan hem de bir sayının sağına gelince onu on, yüz, bin misli büyüten sihirli sayı sıfırı anlamakta bü-yük zorluklar çekmiştir.

Ondalık sayıların bulunuşu ve kullanılışı da tamamen Müslümanlara ait orijinal bir katkı-

dır.Matematik tarihinde; aritmetikte, ondalık sayılarda virgül kavramı ile, tam sayı kavra-mında sıfır rakamının kullanılması çok önem-li bir olaydır.Bilim tarihi eserleri, ondalık sayı kavramında önemli yeri olan virgül kullanma şerefinin, 15. yüzyıl Türk-İslam Dünyası mate-matik ve astronomi alimi Gıyasüddin Cemşid e ait olduğunu belirtir. Gıyasüddin Cemşid tarafından hazırlanan Risalet ül Muhitiyye adlı eserde, aritmetik işlemlerde hem ilk kez virgül kullanılmıştır hem de bu sayılarda top-lama, çıkarma, çarpma ve bölme olmak üze-re dört işlemi göstermiştir.

Bağdat’ın ünlü matematikçisi Ebu Bekir el Kerhi (?-1029) tümevarımın meşhur for-mülleri olan ve Gauss’a izafe edilen 1 ‘den n’e kadar sayıların toplam formülünü bul-muştur. Aynı zamanda l’den n’e kadar sayı-ların karelerinin ve küplerinin toplamını da göstermiştir. Gıyaseddin Cemşid el-Kâşî ise Kaşi, pi sayısını  virgülden sonra 16 basa-mağa  kadar doğru olarak hesaplamıştır ve bu yaklaşım 1700lü yıllara kadar en iyi yak-laşım olarak kalmıştır. Bir başka çalışmasında Kaşi, denklemin çözümünü elde etmek için, günümüzde sabit nokta iterasyonu olarak bildiğimiz tekniği kullanmıştır. Ayrıca denk-lem sistemlerini çözmek için de çalışmalar yapmış ve günümüzde Horner metodu ola-rak bilinen yöntemi, bir sayının n. kökünü hesaplamak için kullanmıştır.1 ‘den n’e kadar sayıların dördüncü kuvvetlerinin toplamını göstermiştir. Sayılar teorisinin temelini atan Sâbit İbni Kurrâ’nın (?-943) bulduğu kardeş sayılar (amicable numbers) kavramı astro-loji ve astronomi alanında uygulama im-kanı bulmuş ve günümüze kadar gelmiştir. İslam dünyası matematiğinin  en ayırt edi-ci  farkı, bu dönemde  cebir ve sayılar te-orisi  alanında yapılan çalışmalardır. İslam Dünyası cebirin anavatanıdır. Memun’un kurduğu okulun öğrencilerinden kuşkusuz en meşhur olanı El-Harezmi’dir. Harezmi’nin 830 da yazdığı  “El’Kitab’ül-Muhtasar fi Hısab’il Cebri ve’l-Mukabele”  (Cebir ve

Page 58: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi58

Denklem Hesabı Üzerine Özet Kitap) kita-bı  dünya üzerindeki ilk cebir kitabıdır  ve “cebir” kelimesi literatüre bu kitap ile geç-miştir. Bu kitap Avrupa’da Rönesans dönemi-ne kadar okullarda ders kitabı olarak okutul-muştur. Bundan dolayı Harezmi’ye  Cebirin Babası  da denmektedir. Cebir alanı, ras-yonel sayılar, irrasyonel sayılar, geometrik büyüklükler gibi her türlü niceliği cebirsel nesneler olarak görür ve bunların üzerinde yapılan işlemleri geneller. İkinci dereceden denklemlerin çözümleri için gösterdiği geo-metrik metodlar bugün için bile çok orijinal bulunacak çözümlerdir. Üslü köklü ifadeler, çarpanlarla ilgili işlemler ve diğer bazı cebir problemleri kitabın içinde yer almaktadır. Eserin son bölümü ise hükümet işlerine ait hesaplar, bina yapımı, kanal hesapları, tüc-carlar için gerekli hesaplar, miras hukuku gibi uygulamalara ayrılmıştır. Afganistan’dan bir İranlı Ebu’l-Vefa el-Buzcani (940-988) yük-sek dereceli denklemleri geometrik olarak çözümleyerek el-Hârizmi’nin çalışmalarını ta-mamlamıştır. Ayrıca konik denklemlerin bir eksen etrafında dönmeleri ile meydana ge-len hacimleri hesaplanmıştır. Daha çok edebi yönü ile tanınan büyük matematikçi Ömer Hayyam (1043-1123), binom açılımı olarak adlandırılan açılımı bulmuştur. Binom açılımı veya daha doğru bir ifade ile Hayyam açılı-mında katsayıları belirleyen ve Paskal üçgeni olarak bilinen üç-gen, aslında Ömer Hayyam tarafından 500 yıl önce ortaya konmuştur. Kübik denklemleri tasnif edip geometrik çözüm metotlarını gösteren Ömer Hayyam, aynı zamanda 17. yüzyıl Fransız matematik-çisi Pierra Fermat’ın (1601-1660) adına atfe-dilen Fermat teoreminin özel bir hali olan x3+y3=z3 denkleminin tam sayılarla çözü-lemeyeceğini Fermat’tan 550 yıl kadar önce göstermiştir. Gıyaseddin Cemşid, yüksek de-receden denklemlerin yaklaşık çözümleri için yeni bir metod vererek nümerik analize kat-kıda bulunmuştur. Miftahu’l-Hesap adlı ese-rinde ise herhangi bir dereceden kök almayı göstermiştir. Regula Falsi olarak meşhur olan

nümerik metod ise Hisabu’l-Hataeyn olarak el Hârizmi’ye aittir.

Matematikte önemli bir dal olan anali-tik geometrinin orjini, Fransız matematikçi Descartes’in 1637 yılında yazdığı La Geomet-ri adlı eserine dayandırılır. Hâlbuki 830 yılında el-Hârizmi tarafından yazılan Hisabu’I-Cebr ve’l-Mukabele’de bu konudaki ilk bilgiler ve-rilmiştir. Ömer Hayyam’ın Cebir adlı eserin-de de bu konuda bilgiler mevcuttur. Optik üzerine araştırmalarında yeni bir teknik kul-lanan ünlü fizikçi İbn’ul Heysem (965-1039), cebir ve geometri arasında yakın bağıntılar kurarak analitik geometri kurucuları arasına girmiştir. Descartes ise bunları alarak sistem-leştirmiştir.

Müslüman matematikçiler geometri ko-nusu ile de yakından ilgilenmiş, cebir ile ge-ometri arasındaki koordinasyonu kurarak önemli katkılarda bulunmuşlardır. Sabit İbni Kurra, Ebu’l-Vefa geometri ile ilgili önemli ça-lışmaları olanlardandır. Ebu’l-Vefa, 7 ve 9 ke-narlı düzgün çokgenlerin yaklaşık çizimlerine dair yeni bir geometrik usul ortaya koymuş-tur. Felsefi yönü ile meşhur olan büyük dü-şünür Farabi’nin (870-950) yazdığı ve Kültür Bakanlığı tarafından tercümesi yayınlanan Teknik Geometri kitabı birçok geometrik çi-zim probleminin orijinal çözümlerini ihtiva etmektedir. Tecrübî ilimlerin kurucusu ünlü ilim adamı el-Birüni (973-1052) üç kenarı veri-len bir üçgenin alanını hesaplama formülünü ilk olarak vermiştir. Küfeli bir Arap olan Ebu Yusuf Yakub İbni İshak el Kindi (801-870) sa-yılar teorisi ile modem aritmetiğin temellerini atmanın yanında, kürevî geometriyi ilk geliş-tiren kişi olma ünvanını da kazanmıştır.

Matematiğin diğer önemli bir disiplini olan trigonometri ise orijin olarak tamamiyle Müslümanlara aittir. Trigonometrideki temel kavramlardan olan sinüs, kosinüs, tanjant, ko-tanjant tariflerini ilk yapan ve böylece trigo-nometrinin kurucusu ünvanına hak kazanan elBattani dir (858-929). Trigonometrik mef-

Page 59: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi59

hum, tarif, teorem ve formüllerin birçoğunu trigonometriye ve kürevî trigonometriye ka-zandıranların başında Ebu’l Vefa gelir Sinüs teoremini genel uzay üçgeni için ispatlamış, sinüs değerlerini bulmak için yeni bir teknik ortaya koymuştur. Sinüs toplam fark formü-lünü, yarım açı formülünü ilk defa ortaya atmış, sekant kavramından ilk olarak bahset-miştir. Trigonometriye önemli katkılarda bu-lunmuş bir alim de İbni Yunus’tur (950-1009). Kosinüs toplam ve fark formüllerini çıkarmış, ters dönüşüm formülünü vererek logaritma-nın icadına temel teşkil etmiştir. El-Birüni ise, birim çember ve trigonometri bağıntısını göstermiş, meşhur kosinüs teoremini gös-tererek, trigonometriye önemli katkılarda bulunmuştur. Cabir b. Eflah (?-l150) ise kü-revî trigonometriye katkıda bulunan ayrı bir matematikçidir. Nâsirüddin Tusî (1201-1274) ise ilk defa trigonometriyi bağımsız bir ilim dalı olarak ele alarak sistematik hale getir-miş, eserinin iki yüzyıl boyunca trigonomet-riye önemli katkılan olmuştur. Sin 3 A’nın sin A cinsinden eşitini bulmuş, trigonometri ile ilgili birçok yeni yaklaşık hesap metodu tek-lif etmiştir. Son olarak adından şimdiye ka-dar hiç bahsetmediğimiz ve matematikçilik yönü pek bilinmeyen büyük deha İbni Sina, 17. yüzyılda Newton ve Leibniz’in sonsuz sa-yılar hesap teorisine 6 yüzyıl önce çok yak-laşmış ve limit nazariyesini geliştirmişti.(2) Newton ve Leibnizin İbni Sina’dan yararlanıp yararlanmadığı karanlık bir nokta olarak kal-masına rağmen bu hadise birkaç asır içinde büyüyen parlak İslam medeniyeti hakkında bize önemli ipuçları vermektedir. Yazımızda bahsettiklerimizin yanında bahsedemedi-ğimiz yüzlerce İslam matematikçisi hep bu parlak medeniyetin koruyucu ve geliştirici atmosferi içerisinde yetişmişlerdir. 

Son olarak İslam dininin getirdiği esas ve prensiplerin matematik üzerindeki tesirleri üzerinde durmak istiyoruz. İslamiyet, getir-diği esas ve prensipler ile sadece görünen maddi âlemin olmadığını, bunun yanında

giremediğimiz fakat hissettiğimiz manevi bir âlemin olduğunu beyan etmiş ve böylece insanlığı müşahhas (somut) düşünme siste-minden mücerred (soyut) düşünme siste-mine yükseltmiştir. Mücerred düşünebilme isematematiğin  temel şartlarından birisidir ve İslamiyet, insanları bu yönde hazırlamış-tır.  matematiğinvazgeçilmez mefhumların-dan sonsuzluk, İslamiyet tarafından insanlara öğretilmiştir. Ayrıca Kur’an-ı Kerim’in ısrarla teşvik ettiği tefekkür astronomiyle ilgilen-meye sebep olmuş, dolayısı ile de matema-tik gelişmiştir. Kıble tayini, namaz vakitleri, takvim hesapları, miras gibi bazı temel dini meseleler de  matematiğingelişmesinde  rol oynamıştır.

Bütün ilim dallarına az veya çok kay-naklık eden matematik ilmi İslamiyetin koruyucu, kollayıcı ve geliştirici atmosfe-ri içerisinde büyük mesafeler katetmiştir. Önceki medeniyetlerden aldıkları bilgile-ri büyük bir alçak gönüllülükle belirten ve bunlar üzerine büyük katkılarda bulunan Müslüman matematikçiler, hiç şüphesiz ki bugünkü  matematiğin  ulaştığı seviyede temel taşlarını teşkil etmişlerdir, Ne var ki batı medeniyeti eski Yunan medeniyetinde olduğu gibi(*) herşeye sahip çıkmaya, baş-kalarından öğrendiklerini kendi buluşları gibi takdim etmeye çok alışmıştır, Objektif değerlendirmeler yapan ve batılı kaynak-lardan körü körüne etkilenmeyen yeni araş-tırmacılar, hiç şüphesiz ki gerçekleri geç de olsa gün ışığına çıkaracaklardır. İslamiyet’ten kaynaklanan büyük dinamizm ile hareket edecek yeni matematikçiler ise aldıkları mirası yeniden geliştirmeye namzettirler.

KAYNAKÇA 1-Lütfi Göker. Matematik Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları, 19892- Dr. Sigrid Hunke. Avrupa’nın Üzerine Doğan İslam Güneşi, Bedir Yayınevi, 1972 3- Doç. Dr. Mehmet Bayraktar, İslam’da Bilim Ve Teknoloji Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları. 1985 4- Farabi, Teknik Geometri, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1989 (Ter-cüme Doç. Dr. Mehmet Bayraktar 5-Mustafa Armağan, İslam Bilimi Tartışmaları, İnsan Yayınları, 19906- http://www.islam-tr.net7- http://sahmath.com  (*)-Pisagor teoreminin hem özel hem de genel hali Pisagor’dan 2000 yıl önce Eski Mısır medeniyet tarafından bilinmekteydi.

Page 60: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi60

Her zaman öteler ötesi yolculuğa seçilenler, seher vakti yollara dökülenler arasından belirle-nir. Sabahtan haşre kadar, İlay-ı Kelimetullah’ın yeryüzünde sedalanması için, Muhammedi so-lukları; güneşin beş dakikalığına dahi doğup battığı yerlerde, sibiryanın step soğuklarında can siperane tüttürmeye çalışan küheylanlar...

İşte o küheylanlar ki; Kuran-ı Mucizul Beyan takdir ediyor : ” Koşarken tırnaklarıyla kıvılcımlar saçan o küheylanlara da yemin olsun...” (adiyat-2)

Ey ensar topluluğu kalkın ve Huneynde ki gibi saldırın! Hitabını duyunca yatağında ölü-mü beklenirken hemen dirilen, ardından savaş meydanında yaralanmış ve parçalanmış sade-ce bir et parçasının tutmakta olduğu sağ kolu savaşmasına mani olunca kılıcını sol eline alıp sağ kolunu kendinden evvel cennet meydanı-na gönderen Ebu Akil’i hatırlayalım.

Savaşa çıkarken kırmızı sarığını heybetli bir şekilde bağlayıp en ön saflarda koşup da kılıç helezonları içerisinde “Allah’ım bana da bir şe-hadet” diye inleyen Ebu Dücane’yi hatırlayalım.

Ailesinin en sevimli erkek evladı. Henüz on yedisinde veya on sekizinde Mekke sokak-larında gezerken kendisine her gün izdivaç teklifleri verilen, hakikat güneşine gözlerini açınca da ne zaman bir muallime-i mürşide ihtiyaç var denilse en önlerde yerini almış, ih-tiyar-genç yetmiş insanla Alemlerin Sultanına biat etmiş, Uhud’da Resulullah’ın hırkasını giy-meye nasipdar olmuş, savaş sırasında sağ eli kopunca “Elhamdulillah Resulullahın sağ eli

kurtuldu,” sol eli kopunca Elhamdulillah Resu-lullahın sol eli kurtuldu” diye sevinen ve aynı zamanda mahçup bir şekilde başını öne eğen büyük fetanet,”vur ey ibni kamia bir başım kal-dı o Resulullah’a feda olsun” diye Huzur-u Risa-lete bir posta sarılı olarak götürülen Musab bin Umeyr’i hatırlayalım.

Hasırlara sarılıp yakılan Zübeyir bin Avvam’ı, sırtında ateşlerin söndürüldüğü Ammar’ı hatır-layalım.

Yetiştiği gül devriyle şen şad olamayan, sa-dece Uhud’u düşününce sevinen ve gülen, sır-tındaki yarada elin yumruğun kaybolduğu ve sırtındaki yara gösterildiğinde mes’ud ve bah-tiyar olan Nesibe’yi hatırlayalım.

Gül devrini yaşarken değil; başını kaynayan sulara sokulduğu günler için hasret yanan Ab-dullah ibni Huzafet-üz Zehni’yi hatırlayalım.

Babasının evinden kovulduğu günü düşü-nüp de ardına göz yaşlarıyla bakan Huzeyfe’yi hatırlayalım...

Çünkü o günlerde, hiç bir şeye gönül kaptır-madan, tırmanma şeridinde hiç kimseye takıl-madan yürüyorlardı. İişte o günlerde; böyle aş-mışlardı dünyayı, iradeleriyle şahlanmışlardı...

Bugünlerde çok dertliyiz. Geçen hafta Muh-terem Hocamız sohbet sırasında yine müslü-manların çektiği sıkıntılardan bahsettiler. Bos-nayı, Gazzeyi, Doğu Türkistanı, Çeçenistanı, Arakanı hatırlattılar. Ayrı bir hicran ruhumuzu sarıp geçti. Öyle diyordu Muhterem Hocamız; “Kanayan Yaramız, Müslüman Coğrafyası...”

Ebubekir ONHAN

“tOPRAĞI KAYBEDİlMİŞ KUBBE:GÖNÜl DÜNYAMIZ”

Page 61: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi61

Fatih Sultan Muhammed Han; İstanbul ve onun kalbi Ayasofya’yı fethetmek üzere beş Nisan tarihinde donanmasını İstanbul sularına getirirken, evlatlarının atının nal izlerinin do-laştığı müslüman coğrafyasındaki bu ızdırap-ları acaba tahayyül etmiş miydi bilinmez ama bilinen bir gerçek var ki; Üstad Necip Fazıl’ın 1965 Ayasofya hitabesinde dediği gibi “Artık tırnaklarımızla yerimizden söktüğümüz kelle-lerimizi iki elimizle alıp, iki diz kapağı arasına yerleştirmenin ve sonra ikinci bir baş ile onu seyretmenin vakti geldiğini kabul edelim ve avaz avaz haykıralım ki; bizi şiltesi üç kıtayı kaplayan devi cüceleştirdiler...”

Evet aynen öyle oldu. Yemen’den Viyana’ya, Fas’tan Kafkasya’ya kadar en aşağı on milyon kilometrekarelik bir zemin nasıl oldu da yedi-yüzseksenbin kilometrekareye kadar indirildi, sonra batının bit pazarı elbiseleri giydirilerek işte size layık özgürlük uygarlık budur denil-di. Yazımızın başında işte bu yüzden biraz ha-tırlayalım dedik. Evet hatırlayalım ama; nasıl hatırlayacağız. Bizler ki; yeri geldiğinde çok iyi müslüman ama işe geldiğinde müslümanlığı-nı unutmaya yüz tutmuş yüzsüzler... Neyi nasıl hatırlayacağız.

Kıymetli dostlar; cennet mekan Fatih Sultan Muhammed Han Hz.leri İstanbul’u fethettiği zaman, batıyı Fransa’dan dişleyecek olan İslam kıskacının milini ele geçirmişti. İşte bu mil için İstanbul’u fethetmek daha doğrusu İslam’ın yeryüzünde hakim kalabilmesi, cihana islam mührünün vurulabilmesi için “Gün gelecek İstanbul fetholunacak, Onu fetheden kuman-dan ne mubarek komutandır, onu fetheden asker ne mubarek askerdir” iltifatına mazhar olabilmek için gerekliydi. Haç’ın zulmünden kurtararak Hilal’in özgürlüğünde mukaddes ve muazzez mekan Ayasofya’nın kubbesini gökle-re yükseltmişti. Üstad’ın ifadesiyle işte bu mil Ayasofya’dır. Evet şimdilerin de toprağı kaybe-dilmiş Kubbesi... İstanbul ve Ayasofya...

Toprağı kaybedilmiş Kubbelerden biri sa-dece İstanbul ve Ayasofya değildir. Muhterem Hocamız “Kanayan Yaramız, Müslüman Coğraf-yası” derken tir tir titrememek elde değil. Çün-kü; Gazze’de, Bosna’da, Çeçenistan’da, Doğu Türkistan’da, Arakan’da ecdadımızın atının nal izleri dolaşmaktadır. Hatırlayamıyoruz, ızdıra-bını çekemiyoruz çünkü; gönül dünyamızın kubbesi de kayıp...

Suç, bizde. Biz O (s.a.v) anlatamadık.

Halbuki O (s.a.v) kendisini anlatmıştı.

Yarı yer O’ nun (s.a.v) sesini işitmiş,

Beşerin beşte biri Lebbeyk Ya Resulallah (s.a.v) deyip karşısında dile gelmişti.

Ecdadımız sabah namazını kaçırırım kor-kusuyla sabah namazına kadar uyumamıştır. İşte bu yüzdendir ki, Çanakkale’de dedeleri-miz; İslam bu memlekette yetim kalmasın diye iradeleriyle şahlanmışlardır. Her zaman öteler ötesi yolculuğa seçilenler, seher vakti yolla-ra dökülenler arasından belirlenir düsturuyla yaşlısı, genci, çoluğu, çocuğuyla adeta Bedir de koşuyor, Uhud da budanıyor, Taif’te taşlara mahzur kalıyor, Yermük de Huneyn de coşuyor, Hudeybiye de sevdalanıyor gibi kısaca asr-ı sa-adetin birer iz düşümü halinde hezeyansız ve ye’siz İslam’a namzet yaşıyorlardı. Böyle necip bir millet için canını dahi feda etmeye hazır ya-şayan ama vefasızlar tarafından ecza masrafları bile karşılanmayan Mehmet Akif (r.a.) Çanakka-le de ecdad şahlanırken, Belçika’dan o tertemiz sineleri manevi bir iklimde temaaşa ediyor şu mısraları kaleme alıyor;

“Bedrin arslanları ancak bu kadar şanlı idi...”

Evlad-ı Fatih Hanlar öyleydi. Bir yerde müs-lümanlara eziyet edildiği zaman orduyla o yere sefere çıkılırdı. Bir yerde İslam’a ve onun eşsiz savunucusu Habib-i Kibriya Muhammed Mus-tafa (s.a.v) Efendimize en küçük bir saldırıda bütün devlet otoritelerini yok sayıp zamanın-da harekete geçilirdi.

O yüzden tekrar tekrar dillerden gönüllere tercüman olalım. Kürsülerden gönüllere, yer-den arşa kadar ne varsa haykıralım ve şuurun-da olalım ki; Bizler kozmopolit haydutların de-ğil, Fatihlerin nesliyiz. Hz. Muhammed’in (s.a.v) ümmeti, Hz. Kuran-ı Azimuşşanın hadimleriyiz. Bizler Osmanlı’nın torunlarıyız.

Mezarda kan terliyor babamın iskeleti!

Ne yaptık, ne yaptılar, Mukaddes emaneti..

Gönül kubbeniz sahipsiz kalmasın.

Sevgiyle kalın

Dualarınızı bekliyoruz.

Page 62: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi62

1 Nisan 1921’de, İkinci İnönü Zaferi’ni kazandık. 1 Nisan 1891’de Ahmet Vefik Paşa öl-müştü. Osmanlı İmparatorluğu’nun son devrinde Bursa valiliği, Meclisi Mebusan reisliği, dâhiliye nazır-lığı, sadrazamlık ve başvekillik gibi

yüksek memuriyet kademelerine ulaşmış olan mer-hum, tarihimize daha ziyade Türk dili ve edebiyatına olan hizmetleriyle geçmiştir. Molyer’in komedilerini büyük bir ustalıkla dilimize çevirmiş ve Lehçe-i Os-manî” adlı büyük bir sözlük oluşturmuştur.

2 Nisan 1918’de, Van düşman iş-galinden kurtulmuştu. I. Dünya Savaşı’nda Ermenilerin saldırısına uğrayan şehrin büyük kısmı ateşe verilmişti. 2 Nisan 1918’de Türk or-duları tarafından kurtarıldığında şehrin bütününe yakınının yanmış olduğu görülmüştür. 3 Nisan 1870’de, Ziya Paşa, Hürriyet” gazetesini Londra’dan, Cenevre’ye naklederek orada litografya ile çıkar-maya başlamıştı. İlk sayısı Namık Ke-mal ve Ziya Paşa tarafından 1868’de Londra’da çıkarılan bu küçük, fakat inkılâp tarihimizde çok önemli gaze-

te, 88. sayısına kadar orada devam etmişti. Nihayet en uygun havayı İsviçre’de bulan gazete, Cenevre’ye nakledilmiş ve 100. sayıya kadar orada devam olun-muştur.

5 Nisan 1900’de, Gazi Osman Paşa ölmüştü. Aslen Tokatlı olan Osman Paşa, Plevne savunması ile Türk ta-rihinin kahramanlıkla dolu bir sayfa-sını yaratmıştır. Şehrin düşmesinden sonra kılıcını teslim etmiş olduğu Rus Çarı bu kılıcı nazik bir jestle ken-

disine iade etmiş ve şöyle demiştir: Sizi tebrik ederim. Bu askeri tarihin en güzel hadisesidir. Kılıcınızı kendi

memleketinizdeki gibi şerefle taşıya-bilirsiniz.” 6 Nisan 1326’da, Bizans İmparatorlu-ğunda ki Bursa ili, Orhan Gazi tara-fından fethedilerek Türk toprakları-

na katılmıştı. 6 Nisan 1453’te, Fatih Sultan Mehmet komutasındaki Türk orduları İstanbul’u kuşatmaya başlamışlardı. 6 Nisan 1920’de, Mustafa Kemal tarafından Anadolu Ajansı kurulmuştu. Mustafa Kemal Paşa, TBMM’nin açılması için çalışmalarına devam ederken Anadolu Ajansı’nı kurmuş, adını da kendisi koymuştur. Ana-dolu Ajansı ilk çalışmalarına Müdafaa-i Hukuk Temsil Heyeti’nin teşkilatından ve araçlarından faydalanarak

başlamıştı. 7 Nisan 1789’da, Sultan I. Abdülha-mit ölmüş, yerine III. Sultan Selim tahta çıkmıştı. I. Abdülhamit, Av-rupa Türkiye’sindeki Özü Kalesi’nin Rusların eline geçtiğini ve kaledeki Türklerin kılıçtan geçirildiğini bildi-ren tezkereyi okurken teessüründen

inme inip ölmüştür. Sonraki devirlerde ülkenin kbö-lünmesine sebep olan devlet adamlarında böyle bir teessür belirtisi bile görülmemiştir. 7 Nisan 1799’da, Cezzar Ahmet Paşa komutasın-daki Türk kuvvetleri Akka Kalesi’nde Napolyon Bonaparte’ın kuvvetlerine karşı üçüncü çıkış hareke-tini yapmışlardı. Sonuçta Napolyon yenilmiş olarak çıktığı bu savaş için şöyle demiştir: Eğer Akka Kalesi’ni almış olsaydım, oradan İstanbul’a kadar yürüyecek ve bu şehri de alarak tarihin seyrini değiştirecektim.”

8 Nisan 1763’te, Sadrazam Damat Koca Ragıp Paşa ölmüştü. 64 ya-şındaydı. 18. yüzyılın büyük devlet adamlarından ve diplomatlarından olan Paşa, Türk şiirinin büyük şah-siyetlerinden biri olmakla da tanın-mıştır.

8 Nisan 1924’te, Şeriye mahkemeleri lağvedilmiş-tir. İslam hukuku ve bunun müeyyidelerini tatbike memur şeriye mahkemeleri, hayatın akışı karşısında hizmet göremez ve yeni ihtiyaçları karşılayamaz ol-muştu. Yeni bir hayat inkişafında yer alan Cumhuriyet

Türkiye’sinin, yani medeni dünyanın anlayışına uygun bir hukuk müesse-sesine sahip olması icap ediyordu. 9 Nisan 1588’de, Mimar Sinan öl-müştü. Türk milletinin ilim ve sanat kolundaki yaratıcı dehasını gösteren

8

9

1

2

3

5

6

7

tarih’te NisanHaz. A.Kadir AYDIN

Page 63: Bizbiriz dergisi 3 sayi

Bizbiriz Dergisi63

en büyük mimarımızdır. 81 cami, 51 mescit, 55 med-rese, 26 mektep, 6 su kemeri, 7 büyük köprü, 3 hasta-hane, 17 kervansaray, 33 saray, 35 hamam yapmıştır. Sinan, Türk milletinin tarih boyunca övüneceği bir

evladıdır. Öldüğünde 98 yaşında idi. 10 Nisan 1453’te, Türk topları İstan-bul surlarını dövmeye başlamıştı. 10 Nisan 1712’de, Türk şiirinin büyük dehalarından divan edebiyatının da en büyük şairlerinden olan Nabi öl-müştü. 10 Nisan 1920’de, Şeyhülislam Dür-

rizade Abdullah, Mustafa Kemal’e ve milli harekete karşı bir fetva çıkarmıştı.

11 Nisan 1920’de, Urfa vilayetimiz, düşman istilasından kurtulmuş-tu. Sevr antlaşması üzerine Urfa 7 Mart’ta İngilizler tarafından işgal edilmiş ve sonra aralarında yapılan antlaşma üzerine İngilizler, Urfa’yı Fransızlara teslim etmişti. Urfalılar

kendi aralarında teşkil ettikleri milis kuvvetleriyle düşmana karşı koymuşlar ve büyük kahramanlıklar göstermişlerdir.

13 Nisan 1909’da, İstanbul’da büyük bir isyan çıkmıştı. O zamanki tarihle 31 Mart gününe rastlayan bu isyan tarihe 31 Mart vakası” diye geçmiş-ti. Kara ruhlu yobazların tahrikleri ordunun içine kadar sokulmuştu. Bu tahrikler neticesinde kabine dü-

şürülmüş, birçok devlet ricali iş başından uzaklaştırıl-mıştır. Az sonra, Hareket Ordusu gelerek isyanı bas-tırmıştır. 13 Nisan 1937’de, büyük Türk şairi Abdülhak Hamit Tarhan ölmüştü.

15 Nisan 1856’da, Fransa, İn-giltere ve Avusturya, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprak bü-tünlüğünü garanti eden Paris Antlaşması’nı Rusya’ya karşı imzala-mışlardı. 15 Nisan 1931’de, Türk Tarih Kuru-

mu kurulmuştu. Atatürk’ün teşvikleri ile kurulan bu cemiyet, en son vesikalarla Türk tarihini modern ça-lışmaların ışığı altında gözden geçirmek ve yeni baş-tan yazmak hedefini güdüyordu. Milli ruhun günden güne inkişafı Osmanlı İmparatorluğu’ndaki tarih an-layışını tasfiye etmişti. Yurdun istilacılardan kurtul-ması, kapitülasyonların ilgası gibi başarıların yanında tarihin yeni bir anlayışla gözden geçirilmesi hep aynı ileri zihniyetin eseridir.

17 Nisan 1897’de, Türkiye, Yunanistan’a savaş açmıştı. Türk or-duları birkaç hafta içinde Atina kapı-larına dayanmışlar, fakat büyük dev-letler müdahale ederek Yunanistan’ı

kurtarmışlardır. Bu savaş sırasında Yunanistan’ın top-layabildiği en büyük savaş gücünü de imha ettik.

18 Nisan 1897’de, Abdülezel Paşa harp meydanında savaşırken atı üzerinde şehit edilmiştir. Aslen Kon-yalı olan merhum, Arabistan vilayet-lerinde, Kırım Harbi’nde ve nihayet Karadağ’da büyük yararlar göster-miş bir askerdi. 1887’de paşalık rüt-

besini kazanmıştı. Komuta mevkiinde, askerlerinin başında ve at üzerinde şahadeti Yunan Harbi’ndedir.

23 Nisan 1920’de, TBMM açılmıştı. Mustafa Kemal Paşa ilk meclisi açış nutkunda, yeni Türk devletinin te-mel fikrini şöyle belirtmiştir: Milleti-mizin kuvvetli, mesut ve müstekar yaşayabilmesi için devletin tama-men milli bir siyaset takip etmesi ve

bu siyasetin teşkilat-ı dahiliyemize tamamen muta-bık ve müstenid olması lazımdır.”

24 Nisan 1920’de, Mustafa Kemal Paşa TBMM başkanlığına seçilmiştir. 24 Nisan 1512’de, Yavuz Sultan Se-lim 42 yaşında olduğu halde tahta çıkmıştı. 25 Nisan 1915’te, İtilaf Devletleri Çanakkale’ye asker çıkarmaya baş-

lamışlardı. 27 Nisan 1909’da, II. Abdülhamit tahttan indirilmiş ve yerine V. Meh-met getirilmişti. Hareket Ordusu’nun İstanbul’a girip hakimiyeti üzerine alması üzerine Ayan ve Mebusan Meclisleri Yeşilköy’de müşterek bir toplantı yapmışlar ve bu mühim

kararı vermişlerdi. 33 yıldan beri tahta bulunan II. Abdülhamit’in yerine ondan iki yaş küçük olan karde-şi Reşad Efendi (IV. Mehmet Reşat) geçtiğinde tahta en yaşlı çıkan Osmanoğlu olmuştur. O sırada 64 ya-şında idi.

28 Nisan 1848’de, Mustafa Reşit Paşa, sadrazamlık görevinden azle-dilmişti. 28 Nisan 1921’de, İzmit, Yunan işga-line uğramıştı.

29 Nisan 1919’da, Anadolu’nun pay-laşılmasında İtilaf Devletleri’nin sa-fında kendilerine de bir pay çıkaran İtalyanlar, Antalya Limanı’na gelmiş ve savunmasız şekilde bulunan şeh-re asker çıkarmışlardı.

30 Nisan 1919’da, Mustafa Kemal Paşa, 9. Ordu Müfettişliği’ne atan-mıştı.

10

11

13

15

17

18

23

24

27

282930

Page 64: Bizbiriz dergisi 3 sayi
Page 65: Bizbiriz dergisi 3 sayi
Page 66: Bizbiriz dergisi 3 sayi
Page 67: Bizbiriz dergisi 3 sayi
Page 68: Bizbiriz dergisi 3 sayi

BİZBİRİZ DERNEĞİ20 yıldır ‘’halka hizmet Hakk’a hizmettir’’ düs-

turu ile hareket eden derneğimiz 3 Haziran 2012 günü resmiyet

kazanmıştır.

Haftada bir gün, bir mahallenin muhtarı ile görüşen dernek komitesi mahallenin yardıma muhtaç 7 veya

9 ailesini belirleyip ailelere nakdi yardımda bulunuyor.

Ramuz El ehadis

’Ve ayetlerimizi az bir paha karşılığı satmayın.’’ (Bakara Süresi 41)

Ayetine binaen ücretsiz olarak dağıttığımız

Hocamız Abdullah Murad ŞÜKRÜOĞLU (k.s)’nun

derlemiş olduğu;

Muhammed Mustafa (S.A.S)’in Dua Hizbi

Hocamızın On Hafta Sohbetleri 1-2-3 kitapları

Kuran’ı Kerim

Ramuz El Hadis

Riyazu’s Salihin

‘’Ey Hümran! bir kimse birisine ateş verirse o ateşin pişirdiğinin hepsini sadaka etmiş gibidir.

Kim bir tuz verirse sanki o tuzla yapılan yemeği sadaka etmiş gibidir. Kim de bir Müslüman’a su olan yerde bir içimlik su verirse bir köle azad

etmiş gibidir. Su olmayan yerde bir içimlik su verirse sanki bir insanı ihya etmiş gibidir.’’