Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 100

download Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 100

of 39

Transcript of Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 100

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 100

    1/96

     Aydökümü

    1

    Bilim ve Gelecek Aylık bilim, kültür, politika dergisi

    SAYI: 100 / HAZİRAN 2012GENEL YAYIN YÖNETMENİ

    Ender Helvacıoğlu

     YAYIN YÖNETMEN YARDIMCILARINalân Mahsereci

    Baha OkarİDARİ İŞLERDeniz Karakaş

    GRAFİK-TASARIMEren Taymaz

    ADRESCaferağa Mah. Moda Cad. Zuhal Sk. 9/1

    Kadıköy / İstanbulTEL: (0216) 345 26 14 / 349 71 72 (faks)

    www.bilimvegelecek.com.trE-posta: [email protected] grubumuza üye olmak için

    [email protected] eposta göndermeniz yeterlidir.

     YURTİÇİ ABONE KOŞULLARI1 yıllık: 100 TL / 6 aylık: 50 TL

    (Bilgi almak için dergi büromuzu arayınız)Kurumsal abonelik: 1 yıllık 120 TL

     YURTDIŞI ABONELİK KOŞULLARIAvrupa ve Ortadoğu için 75 Euro

    Amerika ve Uzakdoğu için 150 Dolar

    e-ABONELİK KOŞULLARI1 yıllık: 25 TL / 6 aylık: 15 TL

    (Bilgi almak için: www.bilimvegelecek.com.tr )

    7 RENK BASIM YAYIM FİLMCİLİKLTD. ŞTİ. ADINA SAHİBİ

    Ender Helvacıoğlu

    SORUMLU YAZIİŞLERİ MÜDÜRÜDeniz Karakaş

    BASILDIĞI YEREzgi Matbaacılık

    Sanayi Cad. Altay Sok. No: 10, ÇobançeşmeYenibosna / İstanbul Tel: (0212) 452 23 02

    DAĞITIM: Turkuvaz Dağıtım Pazarlama

     YAYIN TÜRÜ: Yerel - Süreli (Aylık)ISSN: 1304-6756 DİLİ: Türkçe

    Bilim ve Gelecek

    ANKARA BÜRO: Bayındır 1 Sk. 22/16, Kızılay(0312) 433 00 38

    ANKARA: Çağlar Kılınç / Tel: (0505) 584 63 36 /[email protected]

    BARTIN: Barbaros Yaman / (0506) 601 64 50 / [email protected]

    BURSA: Evren Sarı / (0533) 526 49 80 / [email protected]

    İSKENDERUN: Bahar Işık / (0533) 217 71 96 /[email protected]

    İZMİR: Levent Gedizlioğlu / (0232) 463 98 57

      Osman Altun / (0541) 695 19 97

    SAMSUN: Hasan Aydın / (0505) 310 47 60 /[email protected]

    TARSUS: Uğur Pişmanlık / (0533) 723 47 89 /

    [email protected]: Çetin M. Akçı / [email protected]

    BELÇİKA: Emre Sevinç / [email protected]

    GÜNEY AMERİKA: Demircan Pusat /  [email protected]

    İTALYA: Aslı Kayabal / [email protected]

    KANADA: Erdem Erinç / [email protected]

    BİLGİ ÜNİV. TEMSİLCİSİ: Nazan Mahsereci(0532) 485 63 63 / [email protected]

    İTÜ TEMSİLCİSİ: Deniz Şahin(0530) 655 82 26 / [email protected]

    İÜ (BEYAZIT) TEMSİLCİSİ: Ezgi Altınışık(0555) 481 64 38 / [email protected]

    ODTÜ TEMSİLCİSİ: Şule Dede(0505) 550 61 31 / [email protected]

    HACETTEPE/BEYTEPE TEMSİLCİSİ: Selim Eyüp Arkaç (0506) 663 84 12 / [email protected]

    9 EYLÜL ÜNİV. TEMSİLCİSİ: Buse Zorlu(0506) 472 73 84 / [email protected]

    SİNOP ÜNİVERSİTESİ TEMSİLCİSİ: Özkan Kalfa(0541) 814 16 32 / [email protected]

    MUĞLA ÜNİV. TEMSİLCİSİ: Deniz Ali Gür(0536) 419 84 00 / [email protected]

    TEMSİLCİLERİMİZ

    Okurlarımız ve dostlarımız soruyordu, her yıl yaptığınız yemekli top-lantınızı ne zaman yapacaksınız diye. Genellikle mart-nisan aylarında

     yapardık. Ama bu yıl 100. sayımızı beklemek istedik. Bir de mümkün-se Baha’nın da aramızda olmasını. İşte ikisi de oldu. Bilim ve Gelecek’in100. sayısı elinizde; Baha arkadaşımız da aramızda.

    Yemekli toplantımızı 13 Haziran Çarşamba akşamı saat 20.00’de ger -çekleştireceğiz. Yine geçtiğimiz yıl yaptığımız yerde, Beyoğlu Pera PalasSecret Garden’da olacak gecemiz. Okurlarımızla, yazarlarımızla buluşaca-ğız, söyleşeceğiz, yiyip içip eğleneceğiz. Tüm dostlarımızı bekliyoruz. Da-vetiyelerimiz 70 TL. Bunun küçük bir kısmı da Bilim ve Gelecek’e katkı o-lacak. Katılmak isteyenler dergi büromuza telefon ederek yer ayırtabilirler.

    Böyle bir derginin hiç aksamadan 100. sayısına ulaşması önemli. Ta-bii ki zorluklarla, ama büyük bir mutlulukla çıktı bu 100 sayı. Elinizdekidergide Ender, Nalân ve Baha’nın 100. sayı yazılarını okuyabilirsiniz. Bu

    başarı esas olarak dergi emekçilerinindir. Böyle döngü anlarında, bu kö-

    şede onların adlarını saymak ve teşekkür etmek geleneğimizdir.Başta halen kolektifimizin emekçileri olan Ender Helvacıoğlu, Nalân

    Mahsereci, Baha Okar, Deniz Karakaş ve Eren Taymaz’a… Dergimizindört kurucusundan diğer ikisi Ruken Kızıler ve Levent Gedizlioğlu’na… Çe-şitli dönemlerde Bilim ve Gelecek’i sırtlamış arkadaşlarımız Volkan Tozan,Erkan Baş, Özer Or, Meriç Şenyüz, Fahrettin Erdoğan, Ulaş Karakul, Ali

     Ağrı, Nıvart Taşçı, Uğurcan Esiroğlu, Özlem Özdemir, Volkan Çetin ve Ez -gi Altınışık’a… Genç arkadaşlarımız Uğur Erözkan, Çağlar Kılınç, DenizÇerşil, Şule Dede, Nazan Mahsereci ve Osman Altun’a ve tüm diğer temsil-cilerimize… Yüzlerce destekçimizden neredeyse çalışanımız gibi olan Ah-met Doğan, Savaş Emek, Suzan Yılmaz, Murat Çınar, Alâeddin Şenel, Me-tin Hotinli, Ömer Tuncer, Tuncay Altuğ, Ergi Deniz Özsoy, Erdem Erinç,

     Afşar-Ali Timuçin, Haluk Eyidoğan, Hasan Aydın, Rennan Pekünlü, YamanÖrs, Haluk Ertan, Ali Nesin, Ebru Oktay, Çağlar Sunay, İsmail Hakkı De -mircioğlu ve Erkan Oğur’a… En genç destekçilerimiz Muazzez İlmiye Çığ,Serhat Kestel ve Suat-Ayhan Helvacıoğlu’na… Sürekli bölümlerimizin ha-zırlayıcıları Deniz Şahin, Hikmet Uğurlu, Hasan Torlak, İzlem Gözükeleş,Lütfi Erdoğan, Ali Törün ve Aslı Kayabal’a… Grafikerlerimiz Murat Oğur -lu ve Deniz Akkol’a; matbaacılarımız Semih Hiçyılmaz ve Ali Daşdöğen’e;muhasebecimiz Elif Akkaya’ya; dağıtımcımız Nur Ata’ya… Başta Ergun

     Adaklı, Hakan Soytemiz, Tuncay Yılmaz ve Mehmet Yeşiltepe olmak üzereen iyi okurlarımız olan cezaevindeki tüm dostlarımıza… Bütün bu güzelinsanlara sonsuz teşekkürler.

    Ve tabii, yitirdiğimiz sevgili dostlarımız Kağan Güner, Zafer Kaya,Sait Canbullu, Saim Gözek, Işık Soner ve Fahir Özel ile değerli biliminsanı ve yazarlarımızdan Cemal Yıldırım, Vehbi Hacıkadiroğlu, GüneyGönenç, Ali Nahit Babaoğlu ve Şükrü Günbulut’un anıları hep aramızdaolacak.

    ***

    Gerekli hazırlıkları tamamlayamadığımızdan bu yıl ÜtopyalarToplantısı’nı gerçekleştiremeyeceğiz. Bir yıl ara vermiş olduk, gele-cek yıl devam etmek üzere diyelim. Fakat genç arkadaşlarımız GençlikKampı’nı yapacaklar; 25 Haziran-1 Temmuz arasında, yine aynı yerde,Karaburun’da. Biz de kendilerine destek olacağız.

    Bu yazıyı acı bir haberle bitirmek istememiştik ama öyle oldu. Geçtiği-miz ay değerli araştırmacı ve yazarımız Şükrü Günbulut’u kaybettik. Ay-dınlık düşünceleri ve onurlu duruşuyla hep aramızda olacak. Hepimizin

    başı sağ olsun.Dostlukla kalın…

    100. sayı yemeğimiz 13 Haziran’da

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 100

    2/96

    2

    İçindekiler 

     PARANTEZ

    Ender HelvacıoğluBilim ve Gelecek ‘dalya’ dedi

    Henüz bir arpa boyu yol aldık.................................4Nalân Mahsereci

    Bilim ve Gelecek’çi olmak... .....................................6

    Baha Okar

    Cezaevinde Bilim ve Gelecek....................................8

     KAPAK DOSYASI

    Nıvart TaşçıYaratılışçılık  atlası..................................................10

    T. Backeljau - K. Jordaens - A. M. de Frias MartinsYaratılışçılığın çürütülmesine taksonomi katkısıHarun Yahya’nın çakma fosilleri...........................12

    Dr. Ali Metin Büyükkarakaya

    Bilim ırkçılığı reddediyorDeri rengimiz nasıl oluştu?...........................................32

    Ferhat Kayaİnsan beyninin genetik kökeni.....................................37

    BİLİŞİM DÜNYASINDAN / İzlem Gözükeleşİnternette sınıf mücadelesi!...................................42

    Prof. Naci BalkanBilim müzelerinin gelişmiş toplumlardaki yeri............48

    Doç. Dr. Bilge Demirköz ve Ayşenur Gencer ile söyleşiCERN Evrenin Başlangıcına Yolculuk Sergisi Türkiye’deBedeninizde kaç tane parçacık var?Onları biraz hızlandırıp çarpıştırsak mı?......................54

    Dr. Deniz AkgünÇevresel etkenli sağlık sorunlarının nedenleri.............60

     ANADOLU KÜLTÜRÜNDE AĞAÇLAR / Hasan Torlak Aşk tanrıçalarının sembolü: Gül...........................64

     BİLİM GÜNDEMİ / Deniz Şahin..........................72Memeli cinsiyet kromozomlarının evrimsel olarakayrılışı / Erkek ve dişi bireylerin mücadelesicinsiyet farklılığının evrilmesini teşvik ediyor /Doğmadan önce civciv embriyolarını uyandırmak / Garip kuzenler: DNA ve RNA’ya moleküleralternatifler / Gece boyunca işemeden nasıldurabiliyoruz? / Bilim insanları radyo dalgalarıkullanarak farenin genlerini açıp kapatabildi /

    Şempanzeler insanları kandırmak için yöntemlergeliştirebiliyor / Uygulanabilir ilk yapay yaprak

      YAYIN DÜNYASI..................................................76

    Gül Atmaca Wilson’un “Yerkürenin Sosyal Fethi” kitabını okurken…Savaş kötü bir genetik miras mı?...........................76

     EVRENLE SÖYLEŞİLER / Richard T. HammondNötron ile söyleşi..................................................82

     GEÇMİŞE YOLCULUK / Aslı Kayabal.................85

     MATEMATİK SOHBETLERİ / Ali TörünPaul Erdös ya da matematik yapmanın aşkınlığı...88

     BRİÇ / Lütfi Erdoğan............................................90

     FORUM  ................................................................91

     BULMACA / Hikmet Uğurlu............................... 96

    KAPAK DOSYASI 10Yaratılış Atlası’ndaki

    ‘yaratıcılık’

    HARUN YAHYA’NINÇAKMA FOSİLLERİ

     - T. Backeljau

    - K. Jordaens  - A. M. de Frias Martins

    inceledi

    - Atlas’takitaksonomi hataları

    - Tür, cins, takım, yaşam evresi…hepsi birbirine karışmış

    - Harun Yahya’nınsahte bulguları

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 100

    3/96

    3

    37Bilim ırkçılığı reddediyorDeri rengimiz nasıl oluştu?

    32

    Deri rengi, çevresel değişiklere

    doğal seçilim yoluyla uyarlanmanın

    sonucunda ortaya çıkmış birözellik. Yaşayan insan grupları

    tek bir türe mensuptur, bunları

    ırklar halinde gruplamak bilimsel

    olmayan bir yaklaşımdır.

    BİLİŞİM DÜNYASINDANİzlem Gözükeleş

    İnternette sınıfmücadelesi!

    42

    Dr. Ali Metin Büyükkarakaya Ferhat Kaya yazdı

    Paleontolojik ve genetik kanıtlar

    özellikle 2 ile 3 milyon yıl arasında

    insan evriminde çok önemli değişimlerin

    meydana geldiğini gösteriyor.

    Genlerimizde kodlu olan tarihöncesine ait

    bilgiler evrimsel geçmişimiz hakkındaki

    bilinmeyen noktaları aydınlatıyor.

    Beynin evrimine yol açangen değişimleri

    İnsan beyninin genetik kökeni

    Ender HelvacıoğluHenüz bir arpa boyu yol aldık 

    Nalân MahsereciBilim ve Gelecek ’çi olmak 

    Baha OkarCezaevinde Bilim ve Gelecek 

    4Bilim ve Gelecek  ‘dalya’ dedi

    İnternette yeni soğuk savaş mı?Sonraki dünya savaşı, internette

    mi gerçekleşecek? İnternetteörülen duvarlar. Fikri mülkiyet ve

    yazılım patentleri tartışmaları.İnterneti “medenileştirme”, daha

    doğrusu denetim altına almaçabaları ve direnişler.

    Doç. Dr. Bilge Demirköz veAyşenur Gencer ile söyleşi

      54CERN Evrenin Başlangıcına Yolculuk Sergisi Türkiye’de

    Bedeninizde kaç tane parçacık var?Onları biraz hızlandırıpçarpıştırsak mı?

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 100

    4/96

    4

    Parantez

    iz, Bilim ve Gelecek’i çıkaran ekip, 1994-2003 arasın-

    daki on yıl boyunca Bilim ve Ütopya’yı çıkarmış veilk kez orada “dalya” demiştik. Bugün anımsanma-sı pek de gerekmeyen nedenlerden dolayı Bilim veÜtopya’yı bırakıp 2004 Mart ayından itibaren Bilimve Gelecek’i çıkarmaya başlamıştık. İşte elinizdeki100. sayıyla birlikte Bilim ve Gelecek’te de “dalya” di-yoruz. Şimdi yazarken düşündüm de bu iki dergidebirden dalya diyen iki kişi var, ben ve Nalân Mah-sereci. Tabii Nalân’ın, bilim dergiciliğine ek olarakbir de bilim kitapları yayıncılığı var; özellikle de ar-tık bir külliyat olma niteliği kazanmış ve büyük birbaşarıyla devam eden “50 Soruda” dizisi. Dolayısıyla

    onun katkısı en az ikiyle çarpılmalı.Bilim ve Gelecek’in 100. sayısı için hazırladığımızbu dosyada klasik bir yazı yazmak istemiyorum;“şunları yaptık, bunları başardık, önümüzdeki dö-nem şunları yapacağız” türünden… Ne yaptığımızve ne yapamadığımız zaten ortada; okurumuz daen az bizim kadar bilinçli. Bu derginin nerede hak-kını verip nerede eleştireceğini bizim kadar iyi bi-lir. Ben bir analiz yapmak istiyorum; okuru, yazarıve genel yayın yönetmeni olarak Bilim ve Gelecek’itartışmak ve analiz etmek, yaşadığı(mız) içsel vedışsal gerilimleri paylaşmak istiyorum.

    ***Siz bir yayın organını çıkarırken ne amaçlarsa-nız amaçlayın, neyi hayal ederseniz edin, içine doğ-duğu toplumsal ve politik koşullar o yayının ni-teliğini belirler. Özne (erek) ile nesne (gerçek)arasında ister istemez bir açı vardır, olmalıdır da.Ama özne, bu açının 90 dereceyi geçmemesine dik-kat etmeli; çünkü geçerse gerçekten kopulur, yönkaybedilir. Bilim ve Gelecek, 2004 yılında, bir kar-şı devrim sürecinin başlangıcında doğdu. Bu süre-cin çatışmaları içinde yayın yaşamına devam etti;farklı evreleri tabii ki var, ama süreç hâlâ devam e-

    diyor. Süreç, Bilim ve Gelecek’in karakterini de be-lirledi. Bilimi devrimci bir bakış açısıyla ele almayıilke edinen Bilim ve Gelecek, bu karşı devrim süre-

    cinde ister istemez “savunmacı” bir nitelik kazan-

    dı. Zapt edilmeye ve yıkılmaya çalışılan mevzilerin(ki bunlar içinde bilim ve bilim kurumları başlardageliyor) savunulması öncelikli meselemiz oldu. Ta-bii ki geçmişe takılıp kalmadan, gelecek perspekti-fini yitirmeden, ama çizgimizin savunma yönü isteristemez ön plana çıktı. Bilim ve Gelecek bilimin, bi-limsel düşüncenin, aydınlanmanın, toplumcu bilimanlayışının “Kale”si oldu, henüz “At”ı değil.

    Bazı dostlarımız, bilim insanlarımız bu durum-dan rahatsız oldular, eleştirdiler. “Bırakın dinseldüşünceyle, yaratılışçılıkla falan uğraşmayı, bilim-deki son gelişmeleri yansıtın” dediler. Ne kadar is-

    terdik! Ama bugün üniversiteler -bile- resmi olarakbilim ve evrim karşıtı sempozyumlar düzenliyor vegerçek bilim insanları kapı dışarı ediliyor. Bu du-rumda bilim insanı, odasına çekilip bilimdeki songelişmelerle ilgilenmekle yetinebilir mi? Kendiniböyle sınırlarsa, bir gün kendini o odadan da kapıdışarı edilirken bulmaz mı?

    Okurumuz bizi çok güzel yönlendirdi. Bilimseldüşünceyi savunan, dinsel düşünceyle ve her tür-den hurafeyle mücadele eden dosyalarımız dahafazla ilgi gördü. Okuru suçlayamayız. Okur arazi-dedir ve haklı olarak pratik içinde karşılaştığı so-

    runlara ilişkin bir yayın talep etmektedir. Okuru-nun silahı olamayan, derdine yanıt veremeyen birdergi yaşayabilir mi hiç…

    Kısacası Bilim ve Gelecek eleştirilecekse eğer, sal-dırıya uğrayan kaleleri yeterince savunamadığı içineleştirilmeli. Yeterince savunamadığımız da ortada.

    Neyse, bu bizim yayın hayatımız boyunca temelgerilimimizdi. Hem en güçlü yanımız hem de zaa-fımızdı. Bilim ve Gelecek bir ısrarın ve inadın ürünüolarak ortaya çıktı; daha doğrusu bir direnişin… Vehâlâ bu biçimde yoluna devam ediyor. Bu, hem bir a-vantajdır, hem de dezavantaj. Avantajdır, çünkü sağ-

    lamlaşırsınız, eğilip bükülmezsiniz, sert rüzgârlardasavrulmazsınız; bir kale gibisinizdir. Ama avantaj o-larak saydığımız bütün bu nitelikler, gün gelir bir de-

    Bilim ve Gelecek  ‘dalya’ dedi

    Henüz bir arpa boyu yol aldıkBilim ve Gelecek, okurlarına, dostlarına bir söz versin. 200. sayının dergi yöneticileri,sadece ne kadar sağlam durduklarıyla, nasıl özgür olduklarıyla, ne kadar derin bir

    kulvar yarattıklarıyla övünmesinler. O kulvarın içinden nasıl gürül gürül aktıklarını

    yazsınlar. Bilim ve Gelecek daha dinamik, daha eylemci, daha örgütçü bir odak

    olsun. Maddeyi yorumlamakla yetinmesin, onunla haşır neşir olsun, dönüştürsün.

    Bunun araçlarını yaratsın. Bu perspektifle bakıyoruz bilime ve geleceğe…

    Ender Helvacıoğlu

    B

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 100

    5/96

    5

    zavantaja da dönüşebilir. Satranç sadece kalelerle oynan-maz; hele olmadık işler yapmak istiyorsanız, örneğin atada ihtiyacınız vardır. Israr, bazen coşkunun düşmanı ola-bilir. Sağlamlık, katılığa dönüşebilir. Savunma, bazen, ye-niliğin ve zaferin önünde bir engel haline gelebilir. Bunuda unutmuyoruz; logomuzdaki oku (sevgili ağabeyimizSait Maden’in küçük bir fırça darbesiyle yaptığı büyük kat-kıdır o) ve adımızın ikinci bölümünü unutmamaya çalışı-yoruz. Akıncılarımızın da sırası gelecek; yakındır…

    ***

    Bilim ve Gelecek  özgür bir dergi, sözcüğün tam anla-mıyla… Yayınlamadığımız yazılar tabii ki oldu; dergimi-zin oldukça geniş ama kalın bir çerçevesi ve yayın ilkele-ri (ölçütleri) var. Ama bugüne dek herhangi bir nedenleyayınlayamadığımız bir yazı olmadı. Bu konuda hiç mü-tevazı değiliz; bu niteliğimizle övünüyoruz. Pek çok der-gi yöneticisine nasip olmayan bir özgürlüğe sahiptir Bilim

    ve Gelecek’i çıkaran ekip. Bizim, piyasa koşullarını gerekçegöstererek yayınımıza müdahale edecek bir patronumuzyok. Herhangi bir politik yapıdan da talimat almayı ka-bul etmeyiz; bizi bağlayan sadece kendi yayın politikaları-mızdır. Devletten, iktidardan veya herhangi bir kurumdangelebilecek baskılar ise sadece bir mücadele konusudurbizim için. Dikkate alacağımız tek baskı grubu okurları-mızdır. Ama okur talepleri bile, ilk sayımızda ilan ettiği-miz yayın ilkelerimizin üzerinde değildir. Zaten bu neden-le, o okurlar bizim okurlarımızdır.

    Bilim yayıncılığının temel bir ilkesi var: Doğru bildi-ğini kayıtsız şartsız söyleyeceksin. Eğer Dünya’nın dön-

    düğünü keşfetmişsen, bunu eğip bükmeden söyleyecek-sin, ne pahasına olursa olsun. Bilim etiği böyle bir şey,gerçeğe âşık olacaksın. Aşk her şeyi kaldırır ama eğilipbükülmeyi kaldıramaz. Bilim ve Gelecek, gerçeğe âşık o-lanların çıkardığı, yazdığı ve okuduğu bir dergidir.

    Peki, bu özgürlük bir gerilim kaynağı mı? Hem denasıl! Türkiye özgür bir ülkedir, bedelini ödemek koşu-luyla. Ne kadar bedel ödersen o kadar özgürsün. Bilimve Gelecek, okurlarına bir söz verdi: Bu özgürlük anlayı-şımızdan bir milim dahi sapmayacağız. Bedeli ne olursaolsun… İlk sayımızda verdiğimiz bu sözü, 100. sayımız-da da tazelemiş olduk böylece. Bir gelenek oluşturalım,

    her 100 sayıda bir bu sözü tazeleyelim; çünkü yönetici-ler, yazarlar ve okurlar değişebilir, 100 sayı 8,5 sene de-mek, kim öle kim kala. Ama bu söz değişmesin.

    Değerli okurlar, kötü, özensiz dergiler çıkarabiliriz; çı-kardık da. İyi işlenmemiş makaleler, dosyalar dergide yeralabilir; aldı da. Siz eleştirirsiniz, biz fark ederiz, bunlardüzelir; dergiyi okumaya devam edin. Ama özgürlüğü-müzde en ufak bir sapma, bedel ödemekte en ufak bir tit-reme görürseniz, yırtın atın o dergiyi…

    Şu ana kadar, yüz sayıdır, neyse ki utandığımız bir der-gi çıkarmadık. Beynimizi satmadık, piyasaya düşürmedik.Ne yazık ki, vurgulanması gereken bir nitelik oldu bu.

    ***Bilim ve Gelecek, sadece bir dergi olarak kurgulanma-dı. Biz bu dergiyi çıkarırken sadece kâğıttan ve mürek-

    kepten ibaret kalmasını istemedik. Toplumsal bir tavırve giderek bir hareket olmasını planladık. Bu konudayol aldık mı? Elbette aldık. Bir arpa boyu kadar! Bu datemel gerilimlerimizden biridir bizim.

    Bilim ve Gelecek, mevcut yayıncılık düzeni için-

    de köşe kapmaya çalışan bir dergi değildir. Kendi ala-nını yaratan, kulvar açan, mevzi kazan, öncü bir dergi-dir. Tabii ki bize esin kaynağı olmuş, öncülümüz kabulettiğimiz dergiler var. Örneğin Doğa ve Bilim’i, Bilim veSanat’ı çıkaran değerli bilimci ve yayıncıların hakkınıvermek lazım. Fakat önce Bilim ve Ütopya’yı sonra daBilim ve Gelecek’i çıkaran ekip, Türkiye bilim yayıncılı-ğındaki farklı kulvarın asıl yaratıcısıdır. Başına bir şeygelir, Bilim ve Gelecek’in yayını son bulabilir; ama yara-tılan kulvar artık bir olgudur ve bu kulvar aynı çizgiyibenimseyen (hatta daha da ileri götüren) yeni ekiplercedoldurulur.

    Bu büyük ve kalıcı bir başarı. Öyleyse niye bunu “birarpa boyu” diye niteliyoruz? Çünkü henüz yarattığımızkulvarı yeterince donatamadık, işleyemedik, gürül gü-rül akamadık o kulvardan. Bu konuda yolun daha çokbaşlarındayız. Bilim ve Gelecek, bir derginin ötesindebir kulvar, bir mevzi; ama henüz bir hareket değil. Hâlâyazıyoruz ve kazıyoruz; ama yürümek ve -mümkünse-koşmak da gerek.

    Denebilir ki, bu bizim arzumuza bağlı değil, nesnel ko-şullar belirleyici ve henüz o koşullar oluşmuş değil. Peköyle düşünmüyorum. Bu, geriye bakıldığında çok doğ-ru ama ileriye bakıldığında doğruluğu tartışılır bir tespit.

    Özne-nesne diyalektiğini daha dinamik bir biçimde elealmalıyız. Bir, zamanın oku ileriye dönüktür. İki, gelecekkaotiktir. Üç, özne de nesnelliğin bir parçasıdır, hem deçok etkili bir parçası. O halde her koşulda -en olumsuzkoşullarda dahi, hatta belki olumsuz koşullarda daha dafazla- kendimize hareket alanı açabilme seçenekleri mev-cuttur. Yeter ki o seçeneği sezelim, kilitlenelim ve hareke-te geçmeye cesaret edelim.

    Kısacası demem o ki, Bilim ve Gelecek  başarılı biryorumcu, ama henüz yeteri kadar devrimci değil! Çokmu ağır bir eleştiri oldu? Varsın olsun… Çıkardığımız100 sayıya, yaptığımız işlere bakıp dinamik bir analiz

    yapılamaz ki. Onlar çıktı, artık değiştirilemez; onlarkader… Ama gelecek oluşturulabilir. O halde analizi,geçmiş için değil gelecek için, yapacağımız işler için,gerimizdeki değil önümüzdeki 100 sayı için yapmalı-yız.

    Bu noktada Bilim ve Gelecek, okurlarına, dostlarınabir söz daha versin. 200. sayının dergi yöneticileri, sa-dece ne kadar sağlam durduklarıyla, nasıl özgür olduk-larıyla, ne kadar derin bir kulvar yarattıklarıyla övünme-sinler. O kulvarın içinden nasıl gürül gürül aktıklarınıyazsınlar. Bilim ve Gelecek  daha dinamik, daha eylem-ci, daha örgütçü bir odak olsun. Maddeyi yorumlamakla

    yetinmesin, onunla haşır neşir olsun, dönüştürsün. Bu-nun araçlarını yaratsın. Bu perspektifle bakıyoruz bilimeve geleceğe…

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 100

    6/96

    6

    Parantez

    ir 100. sayı metni yazmayı üstlendikten sonra,kolektifimizin geride bıraktığı 18 yılda (Bilim veÜtopya’daki 9,5 yılımız da içinde) yapabildikleri-ni, yapmayı hedefleyip de yapamadıklarını aklım-da sürekli dolaştırdım durdum, şehir içi gezinme-

    lerimde. Zorunlu olarak bulunduğum ortamlardankendimi ne kadar yalıtmaya çalışsam da, zihnimdetakılıp kalan şu görüntü, ne yapıp edip bilançoyadahil olmaya çalışıyordu: Bakım ve güzellik reçete-lerinden nasiplenişi her yerinden akan, markalı kı-yafetli türbanlı bir genç kızın elinde, en son, en ye-ni teknoloji ürünü bir cep telefonu ya da en yeni,en son bir tablet ya da ıpad… Neden sonra, sosyalyaşamın sık sık karşıma çıkardığı bu görüntüde,düşüncelerimi oyalayanın ne olduğu üzerine kafayormaya başladım. Uyum gizler, zıtlık görünür kı-lar! Fazlasıyla zıtlık barındıran, çelişki yumağı bir

    görüntü olmasıydı aklımı peşine takan.Bir yanda, ahlakın örtünerek, kapanarak koru-nabileceğini öğütleyen dinsel dogmanın gerektir-diği türban; diğer yanda, görünür olmak, dikkatçekmek arzusunun yol açtığı ambalaj... Evet, din-darlık… Düşünce üzerindeki dinsel vesayeti garan-tiye alacak, ama tüketim sisteminin elinde oyuncakolmayı engellemeyecek kadar dindarlık… Son tek-noloji ürünlerini çok sıkı takip edecek kadar bili-me yakınlık, ama o teknolojiyi yaratan bilimsel dü-şünceden fersah fersah uzaklık…

    Genç kız(lar)ımız elbette bu zıtlıkların tek ba-

    şına sorumlusu değil. Nâzım’a selamla, “kabaha-

    tin çoğu senin, canım kardeşim!” diye de seslene-biliriz onlara, ama “canım kardeşim”i de içtenliklevurgularız. Asıl sorumluluk, dini de bilimi de iki-yüzlü biçimde kullanan piyasa sisteminin ve onunkökü dışarıda yerli uygulayıcılarınındır kuşkusuz.Bilim kadar dini de tüketime kurban etmekten hiç-bir çekince duymayanlarındır! Kendi içinde tutarlıbir yapı olmaktan çıkarılmış, piyasaya düşürülmüşkoyunların önüne sürülen ot işlevi gören, faydacıbir din anlayışını dayatanlarındır! Tarih boyu aklındinsel vesayetten kurtulup özgürleşmesinin bayrağı

    olmuş bilimi, özünden koparıp piyasanın ihtiyaçla-

    rına bağlayanlarındır! Tarih içinde damıtılarak o-luşmuş kavramların altını oyup, içini boşaltanların

    ve postmodern bir kültür(süzlük) çorbasında birbi-rine katarak sulandıranlarındır! İnsanı (ve yarattığıdin, bilim, sanat gibi tüm üstyapı kurumlarını) ü-retim çarkının dişlisine ya da tüketim çarkının bu-dalasına döndürenlerindir!

    Bilim ve Gelecek’in farkıİyi de, görüntü okuması mı yapıyorsun, 100. sa-

    yı bilançosu mu çıkarıyorsun diyeceklere, sözümşudur: Bilim ve Gelecek’i Bilim ve Gelecek yapan tamda budur; içeriği boşaltılan, altı oyulan kavramla-ra, en başta da bilim ve dine tamlıklarını kazandır-mak… Bu tamlığın, ancak tarihsel içeriklerini veideolojik işlevlerini ortaya çıkararak oluşabileceği-ni anlatmak… Dinlerin, kuruluş dönemlerinde ta-şıdıkları ilerici özelliklere karşın, günümüzde ar-tık, eşitsiz düzeni ezilenlerin gözünde aklamaya,

    onları “teselli etmeye” yaradıklarını, gerçeği arayı-

    şın prangaları haline geldiklerini göstermek… Bu-gün indirgendiği teknoloji yedekçiliği konumununbilime nasıl dar geldiğini, onun aklı özgürleştirentarihsel içeriğini ve felsefi boyutlarını, gerektiğindeokurunu bıktırma pahasına tekrar tekrar işlemek…Ve bunları, tarihe, bilgi dünyasındaki kimi yanlış-ları düzelten “kibirli” dipnotlar düşmek niyetiyledeğil, insanın kulluktan kurtulabilmesine katkıdabulunabilmek için yapmak… Bilimin insan aklınıözgürleştiren, ufkunu açan, yaratıcı özünü ortayaçıkaran “yönteminin” ayrıcalıklı bir kesimin teke-

    linde kalmasının değil, toplumun her bireyine ka-

    zandırılmasının yol eri olmak… Teknolojik ürün-lerin piyasanın değil, bütün insanlığın yararınakullanılması gerekliliğini vurgulamak… Örneğin,tek işleri küçük bir azınlığın tüketebileceği yeniteknolojik ürünleri renkli sayfalarında evire çeviresunmak olan popüler bilim dergileriyle, bu “tekno-loji çağında” dünyanın birçok köşesinde bebecik-lerin hâlâ basit virüs hastalıklarından ölmesinin neanlama geldiğini tartışmak…

    Sözün özü “toplumcu” bir bilim için “toplumcu”bir bilim yayıncılığı yapmak… Ama Bilim ve Gelecek 

    sadece bir dergi etkinliği değil ki… Dergileriyle, ki-

    taplarıyla, toplantılarıyla, eylemleriyle, tavır alışlarıy-la, köşe tutuşlarıyla, yayın hattıyla, yayın yelpazesiy-

    Bilim ve Gelecek ’çi olmak…Bilim ve Gelecek sadece bir dergi etkinliği değil ki… Dergileriyle, kitaplarıyla,

    toplantılarıyla, eylemleriyle, tavır alışlarıyla, köşe tutuşlarıyla, yayın hattıyla, yayınyelpazesiyle, Türkiye bilim yayıncılığı yaşamındaki konumlanışıyla, değerleriyle,

    bu değerleri içselleştirmiş emekçileriyle, okurları, yazarları, dostlarıyla kolektif bir

    hareket.

    Nalân Mahsereci

    B

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 100

    7/96

    7

    le, Türkiye bilim yayıncılığı yaşamındaki konumlanışıyla,değerleriyle, bu değerleri içselleştirmiş emekçileriyle, o-kurları, yazarları, dostlarıyla kolektif bir hareket. O za-man yukarıdaki cümleyi farklı kurmalı: Bilim ve Gelecek’iBilim ve Gelecek yapan, toplumcu bir bilim için “toplum-cu” bir bilim hareketi oluşturmaya bir çağrı ve böylesi birhareketin başını çekme girişimi olmasıdır.

    Çift yönlü köprü

    Burada bir parantez açmak gerek: Toplumcu bilim ha-reketi, bilim ile toplum arasında köprüler kuran bir ha-rekettir. Ama akla hemen, köprüdeki trafiğin bilimdentopluma tek yönlü aktığı gelmesin. Bu köprüden, biliminaydınlığını topluma taşıyacak her türlü araç geçecek el-bet. Ama toplumu bilimin yanına götürecek toplu taşımaaraçları da olacak. Bilimin gerçek özgürlüğüne, “Bilimimedokunma!” diyebilecek bir toplumsal bilinç oluştuğunda

    kavuşacağını biliyoruz. Toplumun, bilimi, bilimin ulaştı-

    ğı doğruları benimsemesini, savunmasını ve kendi zara-rına kullanımını reddetmesini, yalnızca toplumun özgür-leşmesi için değil, bilimin de özgürleşmesi ve mustaripolduğu piyasa sisteminin zincirlerinden kurtulması içinönemsiyoruz. Bilimi “bireysel kâr” amaçlı piyasa sistemi-nin değil, toplumun gerçek ihtiyaçlarının yönlendirir ha-le gelebilmesi… Kim bilir belki de insanlık bir gün, evrenaraştırmalarının, kaynakları tüketime sokulacak yeni birgezegenin bulunması için değil, “evrendeki yerinin” filo-zofça ve varoluşsal sorularla aranması için yapılmasını ta-lep edecek… Bir dilek, belki de düş… Ama bu düş yarat-

    mıştır Thales’i, Arşimet’i, Ömer Hayyam’ı, İbni Haldun’u,Kopernik’i, Galilei’yi, Newton’u, Marx’ı, Einstein’ı, MarieCurie’yi, yani bilimi…

    Kısacası diyeceğim o ki, toplumcu bilim hareketi, bi-lim insanının sırça köşkünü halkın ziyaretine açmalı!Topluma yabancılaşan, sırça köşkünü kendini bir tür-lü anlayamayan “cahil” insanlardan daha da uzağa taşı-yan bilim insanını (kafa emekçisini) içine düştüğü yal-nızlıktan kurtarmalı. Bilgiyi bir “iktidar” aracı olarakkullanmanın, bir ayrıcalık olarak edinmenin, sahibi ol-maya çalışmanın, bilginin asıl kaynağına yabancılaşmakolduğunu anlatmaya çalışmalı. Sahibi olduğunu sandığı-

    mız bilgi, tarih boyu yüz milyonlarca insanın toplumsalpratiğinin ürünüdür; tuğla üstüne tuğla koyarak oluştu-rulmuştur. Bilgiyi çoğaltan, yenileyen dinamik, işte bukesintisiz pratiktir. Ve hiç kimse bu bilginin tek başınamirasçısı ve sahibi değildir.

    Hangi değerlerin kalesi?

    Bilim ve Gelecek’in gittikçe daha uzağa taşınacak birsırça köşk değil, kalabalıklar ortasındaki bir değerler ka-lesi olduğunu söyleyebiliriz. Bilim ve Gelecek’in değerle-rinden, ilk sayımızdaki yola çıkış yazımız başta olmaküzere, zaman zaman söz etmişizdir. Sermayeye veya bir

    güç odağına dayanmayan özgür bir yayıncılık yapmakvazgeçilmez ilkemizdir; ayrıca varlık nedenimiz de. Ma-dem bu bir bilanço yazısı, kolektifin çekirdeğine dahil

    olmanın doğal ölçütü haline gelmiş birkaç vazgeçilmezdeğerden daha söz edelim.

    Etkinliğimizin kabaca, bilimsel bilgiyi “toplumcu” biryorumla toplamak, işlemek ve yaymak olduğunu söyleye-biliriz. Bu sürecin çeşitli aşamaları, bizi ister istemez, ki-şilerin kendilerini bilgi karşısında konumlandırışlarına ta-nık kılar. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, bilgiyi küçüklübüyüklü iktidarların aracı olarak görenlerin Bilim ve Gele-cek ile ilişkisi uzun vadeli olmayacaktır. Çünkü Bilim veGelecek emekçilerinin ulaştıkları bilgi, ne onları kolektifindiğer üyelerinden, ne o bilgiyi aldıkları kaynaklardan, nede ulaştırmaya çalıştıklarından ayrıcalıklı kılar. Bu kalede,“bilgisi” kişiyi ne üste çıkarır, ne alta indirir. Tırmanılacakbir “üst” yoktur; daha çok sorumluluk almak, daha fazlaişin altına girmek vardır. Öte yandan Bilim ve Gelecek e-mekçileri, bilgiyi ne zihinlerini eğlendirecek, ne de ken-di gibilerle akıl-fikir paslaşmaları yapmalarını sağlayacak

    bir oyun aracı olarak görürler. Okul yaşamlarında aksi is-

    patlanmaya çalışılsa da, Bilim ve Gelecek emekçileri öğren-menin ne denli keyifli bir etkinlik olduğunu deneyimle-mişlerdir. Ama bilginin toplumsal bir işlevi olduğunu hiçunutmazlar; toplumsal bir varlık olduklarının, bireyseldüzlemde kalan aydınlanmanın gerçek bir aydınlık yarata-mayacağının, bilimsel düşünce ne kadar geniş kesimlerceiçselleştirilirse “gerçeğin bilgisine ulaşma özgürlüğünün”o kadar garanti altına alınacağının da bilincindedirler. Zi-hinsel bir tat mı aldılar, o tadı başka insanlar da alsın di-ye uğraşırlar. Bir konuda meraka mı düştüler, meraklarınıbulaştırabilecekleri yeni kişiler ararlar. Ne o zihinsel tadı,

    ne de o merakı “ayrıcalık” olarak kendilerine saklarlar.Gece-gündüz çalışırlar. Çok çalışmak anlamında değil,sınırlar olmadan çalışmak anlamında. “Piyasa tabiriyle”7/24. Vardiyaları, mesaileri yoktur; çünkü tüm zamanla-rı vardiya, tüm zamanları mesaidir. Para kazanmak içinzorunlu olarak harcanan zaman ve kazanılan paranın har-canacağı eğlenme/dinlenme zamanı olarak ikiye yarılma-mıştır yaşamları. Sürekli çalışırlar ve sürekli eğlenirler.

    Emekleri sınırsızdır, çünkü karşılıksızdır. Bir patronuncebi için değil, akıl, gönül ve ömür koydukları toplumsalbir hedef için sınırsızca çalışmanın, verdikleri emeğe ya-bancılaşmamış olmanın mutluluğunu yaşarlar. İnsani tüm

    becerilerini, yaratıcı özlerini, tüm zamanlarını, düşüncele-

    rini, duygularını, oluşturdukları ürüne özgürce katabilme-nin, inandıkları değerleri yaratabilmenin, yaşatabilmeninbüyük mutluluğudur bu. Ama tabii, piyasa için çalışma a-lışkanlıklarıyla, piyasa için emek değerlendirmeleriyle herkarşılaştıklarında, derin bir şaşkınlığa düşerler. Alıklaşır-lar. Anlayamazlar. Tabii anlaşılamazlar da aynı zamanda.Gene de mutluluğun insanın kendi emeğine yabancılaş-masının kalkmasıyla mümkün olduğunu, kendi pratikle-riyle daha çok insana göstermenin yeni yollarını aramayabakarlar. O yüzden kalelerine sımsıkı sarılırlar.

    Bin yaşa Bilim ve Gelecek! Çok yaşa değerler kalesi!

    Kalene tuğla koyanların, burçlarında nöbet tutanlarınçok olsun… Şaha kalkacağın, ılgaz olacağın günlerde,sırtını dayayacağın işte bu kale olacak; bilesin.

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 100

    8/96

    8

    Parantez

    apisten çıkalı yirmi gün oldu. Çıkanların oralarısoğuk duvarlardan, demir parmaklıklardan, insan-lık dışı uygulamalardan, tecritten ibaret yerler ola-rak anlatmasından rahatsızlık duyuyorum açıkçası.Bunlar yanlış değil, hatta fazlası yok eksiği var. An-cak böylesi cezaevi anlatıları, niyetten bağımsız, e-gemenlerin sindirilmiş bir korku toplumu yaratma-sına hizmet ediyor sanki.

    Çıkınca Ender’le uzun uzun sohbet ettik, bunla-rı anlattım. Hemen, dergiye yazsana dedi. Ender’inyayın yönetmenliği acımasızdır, eline düşmeye gö-rün, kurtulamazsınız. Ardından da, derginin 100.sayısı için hazırlanacak dosyaya, Bilim ve Gelecek hapishaneden nasıl görünüyor diye bir başka yazıistedi. E ben de içeriden yeni çıkmışım, biraz ham-lamışım, dışarının keşmekeşine alışmam lazım.

    Yani hemencecik iki yazının yükü altına girecekdurumda değilim. Kolaya kaçıp ikisini birlikte an-latmayı deneyeceğim.

    Cezaevi okurlarımız bini geçti belki de Bilim ve Gelecek’in hapishanedeki takipçilerinin

    sayısı her zaman çok oldu. Küçük aksamalar bir ya-na, erinmeden, ciddi maddi darboğazlarımız dışın-da üç kuruşun hesabını yapmadan cezaevlerinde-ki okurlarımızın dergisini ihmal etmemeye çalıştık.

    Ben girdikten sonra bu sayı daha da arttı, şimdiler-de yüze yaklaşmış olmalı. Kulağa az gibi geliyor a-ma öyle değil. F tiplerinde her hücreyi üç kişi sa-yın. Ayrıca her derginin, çamaşır suyu kutularıylagüzelce kargolanıp yüksek duvarlar aşarak bir kaçhücre daha gezdiğini hesaplayın. Siirt Cezaevi’ndenBilim ve Gelecek dostu Nevzat Çapkın yazmıştı ba-na, bizim dergi orada 20 kişilik koğuşları da gezi-yormuş. Yani cezaevindeki okurlarımız bini geçtibelki de.

    ‘Okur ziyaretine geldim’Burada bir parantez açıp, ne kadar yüksek o-

    lursa olsun hiçbir duvarın paylaşımı engelleye-mediğine dikkat çekelim. Yüksek güvenlikli ceza-evlerinde tecrit aslında bir yalnızlaştırma, sosyal

    bakımdan kötürümleştirme demek. Hedeflenenaçık; insanın sosyal varlığını öldürmek, onu “in-san” yapanı elinden almak. Sosyal ilişkilerinin üçkişiyle, mekânın 30-40 metrekareyle sınırlı. Bukoşullarda, sadece dergi değil, günlük gazete, ki-tap, özel günlerde kare çikolata, hasta olduysa-nız anında ada çayı, limon vs. ile birlikte içtenlik,duygudaşlık taşıyan paketlerin duvarları aşıp gel-mesinin insana nasıl iyi geldiğini, varın siz düşü-nün.

    İyi bir dergi okurlardan beslenmeli, okurlarıy-la şu interaktif dedikleri türden bir etkileşimi can-

    lı kılabilmeli. Yani sorumlu bir yayıncıysanız ve biryerde bin okurunuz varsa, ayaklarına gitmeli, o-kur toplantıları düzenlemeli, görüşlerini almalısı-nız. Ben de Tekirdağ hapishanesine götürüldüğüm-de civar hücrelerden gelen hoş geldin mesajlarına,okur ziyaretine geldim diye cevap vermiştim şakayollu.

    Şimdi yüzüncü sayısına gelmiş dergimiz dahaçocukken, dokuzuncu sayıda Ender, “cezaevi o-kuru değerlidir” başlığının altına, cezaevlerindekidostlarımızla köprüleri yeni yeni kurmaya başladı-ğımızı yazmıştı. O zamanlar bu köprüleri geliştir-

    mekten kastettiğinin ne olduğunu bilmiyordum. A-

    ma içeri girince, en işlek köprü bizzat ben olmuşoldum herhalde.

    Cezaevinde Bilim ve Gelecek Bilim ve Gelecek cezaevinde iyi okunuyor, inceleniyor, sanırım seviliyor da.

    Seviliyoruz dediysem, satır satır doğru bulunuyor, benimseniyor değiliz elbette.

    Bazı yazılarımız fazla “bilimci”, “pozitivist” bulunuyor, bazen emekçi aydınlanması

    vurgumuzun burjuva aydınlanmacılığının izlerinden sıyrılamadığı eleştirisini alıyoruz.

     Ama kesinlikle değer görüyoruz. En fazla ilgi gören dosyalarımız, bu coğrafyanın

    devrimci birikimine yer verenler.Baha Okar

    H

    Tekirdağ Cezaevi’nde koğuş arkadaşları: Tuncay Yılmaz,Semih Aydın ve Baha Okar. Semih ve Baha tahliye oldu.Tuncay’a özgürlük!

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 100

    9/96

    9

    ‘Kızıl profesörlerin yetiştiği üniversiteler’Cezaevinde sahiden de böyle bir etkileşimi gerçekleş-

    tirebildik. Dergiyle ilgili değerlendirmeler yaptık, bazıyazıları, dosyaları, konuların ele alınışını tartıştık. Bazıhaklı eleştiriler karşısında boynumu büktüm, bazılarınakarşı kendimizi savundum, daha doğrudan anlatma fır-satını değerlendirdim. Nihayetinde, Ender’in o zamanlaryazdıkları yeniden sınanmış oldu. Cezaevi okuru dergiyisatır satır okuyor, kılı kırk yararak eleştiriyor, önerilergetiriyor ve yönlendiriyor.

    Hapishane edebiyatının artık klişeleşmiş sayılabile-cek bir “dilimlenmiş gökyüzü” metaforu var. Güneş ı-şığı içeriye demir parmakların gölgesiyle dilimlenmişolarak düşüyor, gökyüzünü dilimlenmiş olarak görü-yorsunuz. Böyle ama, cezaevlerindeki tutsak devrimci-lerin dışarıdaki dünyayı algılayışları hiç de parçalanmışdeğil; aksine ne hikmetse, dışarıda “özgür” olanlardan

    daha bütünlüklü, daha geniş. Politikayı teoriden, teoriyifelsefeden, felsefeyi bilimden, bilimi sanattan koparma-dan, birbirleriyle bütünleyerek kavrama çabasını görü-yorsunuz içeride, dışarıda olmadığı kadar. Güncel bir si-yasi konu tarihsel arka planıyla tartışılıyor; tarih okuyanyanına dönem romanlarını, edebiyatını katıyor; toplum-sal sorunlara ilgi, canlılar ve nesneler dünyasına duyu-lan merakla bütünleniyor; tutsak devrimcileri kuantumfiziğine, evrimsel biyolojiye yönelerek önlerine yeni birdünya açmış buluyorsunuz. Hikmet Kıvılcımlı boşunahapishaneleri kızıl profesörlerin yetiştiği üniversiteler o-larak görmemiş.

    Ben içerideyken çıkan 81. sayımızda Kıvılcımlı’nın ta-

    rih tezi üzerine değerlendirmeler vardı. Sayfayı yaparkenarkadaşlar yazıya fotoğraflar serpiştirmişler, Kıvılcımlıhep içeride. Kiminde Nazım Hikmet ve Kemal Tahir’le,kiminde daha kalabalık koğuş arkadaşlarıyla çekilmiş ha-pishane fotoğrafları... Tesadüf, aynı sayıda benim tutuk-lanmamla ilgili yazılar da vardı, Silivri’deki hücre arkadaş-larım Hakan ve Kemal amcayla çekilmiş fotoğraflarımızla.İtiraf etmeliyim ki, eski sosyalistlerin fotoğraflarıyla aynısayfalarda kendimi görünce, bu üniversitenin çalışkan biröğrencisi olmayı pek becermiş olamasam da kıvandım, buülkenin devrimci-muhalif geleneğinin mecburi bir konağı

    olan hapishaneden geçmiş olmaktan.En çok ilgiyi coğrafyamızın devrimcibirikimini ele alan dosyalar çekiyor Beni geçip hapishaneler ve Bilim ve Gelecek’e dönelim

    yine. İçerideki devrimcilerin burayı bir kızıl üniversiteolarak gördüğünden, geniş bir ilgi alanı ve iştahla çalış-tıklarından söz ediyordum. Hâl böyle olunca, Bilim veGelecek de bu geniş ilgiden nasipleniyor, iyi okunuyor,inceleniyor, sanırım seviliyor da. Seviliyoruz dediysem,satır satır doğru bulunuyor, benimseniyor değiliz elbet-te. Bazı yazılarımız fazla “bilimci”, “pozitivist” bulunu-

    yor, bazen emekçi aydınlanması vurgumuzun burjuvaaydınlanmacılığının izlerinden sıyrılamadığı eleştirisinialıyoruz. Ama kesinlikle değer görüyoruz.

    Benimkisi kısmi bir gözlem tabi, ama sanıyorumBilim ve Gelecek’in en fazla ilgi gören dosyaları, bucoğrafyanın tarihsel birikimine yer verenler. Evrim,din-bilim, fizik de öyle, ama onlar biraz meraklısına.

    Mezopotamya’nın kadim tarihini, mezhep savaşlarıkisvesine bürünmüş sınıf mücadelelerini, bu toprak-ların Karmatilerden Babailere uzanan devrimci biriki-mini ele alan dosyalarımız hapishanedeki devrimcileriçin eşsiz bir kaynak olabiliyor. Siyasal çizgisi ne olur-sa olsun, eşitsizliğe isyanının bedelini tutsaklığıyla ö-deyen genç devrimciler de bu birikimin bir parçası nede olsa.

    Özgür insanlarahat boyu selamlar…Bu değer verme, bu kıymet biliş karşılıklı. Bilim ve

    Gelecek

     de cezaevlerindeki bu dostlarının kıymetini bi-

    liyor, onların yanında olmaya çalışıyor. Ben içerideykenelbirliğiyle bir “ağırlaştırılmış müebbet” dosyası hazırla-dık. Onların sesi olmaya, içeride karşı karşıya olduklarıhukuksal ve keyfi durumları dışarıya duyurmaya çalış-tık gücümüz yettiğince. Bundan sonra da böyle sayılaryapacağız elbette. Cezaevlerini, siyasiler için düşmanhukukuna dönüşmüş ceza yasalarını incelemeye de-vam edeceğiz. Bu sadece içerideki dostlarımız için değil.“Ceza”nın şiddeti ve hapishanelerin koşulları, dışarıdakiözgürlükler için de bir ölçü aynı zamanda. İleri demok-rasi yalanının tuzla buz olduğu yer burası, bunu göster-

    meye teşhir etmeye çalışacağız.AKP demokrasisinde cezaevleri daha özel bir günde-mi olmaya başladı ülkenin. Sadece devrimciler, muha-lifler, gazeteciler, aydınlar değil, seçilmiş milletvekilleri,belediye başkanları da cezaevlerinde. Ülkenin geleceği-ni temsil eden en aydınlık, birikimli kuşak bu aynı za-manda. Bu kuşağa uygulanan hukuk terörüyle bütün birtoplum sindirilmek isteniyor aslında. Bu koşullar altın-da kendi varlığını emekçi aydınlanmasına hasretmiş Bi-lim ve Gelecek’in de yakın dostlarını, iyi okurlarını ha-pishanelerde bulması şaşırtıcı değil. Yanlarında olmakboynumuzun borcudur.

    İçerideki dostlarımıza sevgilerimi, saygılarımı gön-

    deriyorum. Kargoların üstüne yazdığımız gibi, hat boyuselamlar…

    Silivri döneminden bir görüntü: Red dergisi yazarıHakan Soytemiz, eski sendikacı Kemal Hamzaoğlu ve Baha Okar.

    Kemal Abi ve Baha tahliye oldu. Hakan’a özgürlük!

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 100

    10/96

    10

    Kapak Dosyası

    10

    arun Yahya’nın Yaratılış Atlası  hakkındaçok yazılıp çizildi. Bilhassa yurt dışında...Ne de olsa piyasada pek de düşük olma-yan bir rakama satılan, 4,5 kilo ağırlığın-da, 38x28x5 cm boyutlarında ve de 800sayfa kalınlığında bir kitap, Avrupa veABD’nin dört bir yanında yaşayan biliminsanlarının posta kutularına düşüvermiş-ti. Üstelik evrim kuramını yerle bir etmekgibi pek iddialı bir çıkışla… Basbayağı bir

    meydan okumaydı bu. Peki, yanıt ne ol-du? Akademik dergilerin ‘gündemdekiler’temalı sayfalarında bu meçhul iletinin ar-kasında yatan siyasi gücü sorgulayan, içe-riğinin ise alaya alınmaktan fazlasını haketmediğini söyleyen birkaç kısa yazı, şek-linde özetlenebilir. Türkiye’de de durumçok farklı olmadı.  Atlas, benzer şekilde,Türkiye’deki üniversitelerin biyoloji bö-lümlerine yollanmış, fakat bu bölümlerdeders veren öğretim üyeleri ve öğrencilerinkayıtsızlığıyla karşılaşmıştı. Aynı kayıtsız-

    lık,  Atlas’la eşzamanlı olarak, kebapçısın-dan kırtasiyecisine, şehrin dört bir yanın-da açılan “fosil sergileri” için de geçerliydi.Ne gazeteler nereden geliyor bu değirme-nin suyu diye kıyameti kopardı, ne de a-kademisyenler nereden alıyor bu cüretkaynağını, diye ayağa kalktı. Science  der-gisinde bu meseleyle ilgili bir yazının sonparagrafı, bilim topluluğunun hem yurtdı-şındaki hem de Türkiye’deki genel yakla-şımını özetliyordu:

    “…geçen hafta Yahya’nın kitabı için ye-

    ni kullanım alanları bulan okurlar oldu.Imperial College London’dan ekoloji uz-

    Yaratılışçılık  

    atlası (*)

    Bilim ve Gelecek olarak Yaratılış Atlası’nı

    değil ama onun hedeflediği kitleyi ciddiye

    aldığımızdan, yani bu kitabın doğa bilimleriyle

    uğraşan araştırmacılar için değil, ondan

    fersah fersah kopuk kitleler için yazıldığını

    göz önünde bulundurduğumuzdan uçuruma

    bir taş attık; sonra bir taş daha, sonra bir taş

    daha… Yaratılış Atlası ve arkasındaki iradeyi

    konu alan dosyalar, kitaplar, makaleler birikti.

    Nihayet bu ay, derginin önemli bir bölümünü

    kaplayan bir taş, hatta bir kaya daha atıyoruz

    bilim karşıtlığının karanlık boşluğuna.Nıvart Taşçı

    H

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 100

    11/96

    11

    manı Michael Hassell 5 kilogramlıkeseri lamba altlığı olarak kullandı-ğını söylüyor. Kitabın gönderildiğibir diğer isim, Hassell’in meslekta-şı Peter Knight ise elindeki kopyayımensubu olduğu ekoloji topluluğu-na bağışladığını belirtiyor: ‘Umarımdoğada parçalanabilir ve geri dönü-şümlü olduğu tespit edilir.’” (1)

    Biz öyle yapmadık. Bilim ve Gele-cek olarak Yaratılış Atlası’nı değil a-ma onun hedeflediği kitleyi ciddiyealdığımızdan, yani bu kitabın doğabilimleriyle uğraşan araştırmacılar i-çin değil, ondan fersah fersah kopukkitleler için yazıldığını göz önündebulundurduğumuzdan uçuruma bir

    taş attık; sonra bir taş daha, sonra birtaş daha… Yaratılış Atlası  ve arka-sındaki iradeyi konu alan dosyalar,kitaplar, makaleler birikti. Nihayetbu ay, derginin önemli bir bölümü-nü kaplayan bir taş, hatta bir kayadaha atıyoruz bilim karşıtlığının ka-ranlık boşluğuna. Belçika Doğa Bi-limleri Enstitüsü’nden Thierry Bac-keljau, Anwerpen Üniversitesi’ndegörevli Kurt Jordaens ve AzoresÜniversitesi’nden António M. de

    Frias Martins’in birlikte hazırladık-

    ları, bilimsel ölçütlere uygun biçim-de kaleme alınmış, Yaratılış Atlası’nayanıt veren ilk akademik makaleyiyayımlıyoruz. Evrimsel biyoloji ça-lışmalarına yer veren yerel bir dergi( Açoreana) için yazılmışsa da, dahageniş bir kitle tarafından okunabil-mesi için çeşitli bilim toplulukla-rının siteleri aracılığıyla doğrudandolaşıma sokulmuş. (2) Makaleninyazarları, uzmanlık alanları uyarın-

    ca,Yaratılış Atlası

    ’ndaki taksonomi(canlıların sınıflandırılması, bilim-sel olarak isimlendirilmesi) hataları-nı ele alıyor; elbette yer kıtlığındanötürü tüm örnekleri irdelememişler,aksi takdirde makale değil ansiklo-pedi yazmaları gerekirdi!

    Burada, makalenin tamamı-nın Türkçe çevirisini bulacaksınız.

     Atlas’taki yanlış bilgilere yapılan atıf -lar, yazarların elindeki İngilizce bas-kılardan alınma. Dolayısıyla ele alı-

    nan örnekleri Türkçe baskıdan takipetmek isteyecek olan okurlar zamanzaman zorlanacak; zira Türkçe ve

    İngilizce baskılar birebir örtüşmü-yor. İngilizce baskıda değiştirilmişveya eklenmiş/çıkarılmış fotoğraf -lar var. Çeviri konusunda da Türkçebaskıyla uyuşmazlıklar olacak; ziraTürkçe baskıda verilen örneklerdenbazıları basbayağı yanlış isimlendi-rilmiş. Bizimse  Atlas’taki yanlışlarıbile bile devam ettirmeye gönlümüzelvermedi. Dahası, önemli olanın,

     Atlas’ın ele alınış tarzı olduğunu dü-

    şündüğümüzden, okumayı kolaylaş-

    tıracak alt başlıklar eklemek dışın-da, bütünlüğü bozacak herhangi birmüdahalede bulunmamayı seçtik.Ayrıca Bilim ve Gelecek  okuru içinmalum birtakım biyografik bilgileride çıkarmadık; zira Batılı bilim in-sanlarının bakış açısının, hangi nok-taları öne çıkardıklarının anlaşılma-sı da isabetli olacaktı.

    Yalnız, umarız bu makaleyi yaz-dığı için Backeljau ya da Jordaens’in,

    veya çevirip yayınladığımız için bi-

    zim akıbetimiz, Harun Yahya’yla gö-rüşmeyi başaran nadir gazeteciler-den Nathan Schneider’ın yazısındaifade ettiği gibi olmaz (3):

    “Yayınlanmasından kısa bir sü-re sonra bu yazıya, Harun Yahya’nınuluslararası basındaki izini süren vebunları, bağlamından koparılmış o-lumlu alıntılarla aktaran, GlobalYayıncılık’ın sitesi HarunYahyaIm-pact.com’da muhtemelen atıfta bu-

    lunulacak. Sadece onun hakkındakalem oynatmakla bile, dünya görü-şüne katkı sağlamış oluyorum. Bura-

    ya yazdığım eleştirel nitelikteki her-hangi bir ifade, sahneden çekilmekteolan Darvinizmin son çırpınışları o-larak görülüp küçümsenecek.”  (4)

    Son olarak bir sitem: Sınıflandır-ma biliminden, yani taksonomidenaz çok anlayan bilim insanlarınınrahatlıkla kaleme alabileceği böy-le bir makale neden bu kadar ge-cikti ve neden Türkiye’den değil deBelçika’dan geldi? Bu sorunun yanı-tına “kibir” deyip geçmek istemiyo-ruz; herkes düşünedursun, bunun,gelecek sayılarda ele almak istediği-miz bir mesele olduğunu şimdidenhaber verelim.

    Makaleyi İngilizceden Mehmet

    Doğan ile birlikte çevirdik. Zevkli o-

    kumalar.

    * Başlık, Fransa’da yayımlananaylık bilim dergisi Eos’ta, Atlas’ı ko-nu alan bir yazının başlığından alın-mıştır (No. 9, Mart 2008, s. 66-69).

    DİPNOTLAR 1) Science, 16 Şubat 2007, s. 925.2) Bizim makaleye ulaştığımız internet sitesi: http://www.taxonomytraining.eu/. Ayrıca makalenin linki: http://www.evolutietheorie.ugent.be/files/Backeljau_artikel.pdf.3) Bunun en son örneklerinden biri Truman State

    Üniversitesi’nden fizikçi Taner Edis’in başına gelmişgibi görünüyor. Yaratılışçı düşünce ve bilim arasındakigerilimi konu alan kitaplarıyla bilinen Edis “Amerika’dabir üniversitede düzenlenen Darwin haftası etkinliklerikapsamında, İslam dünyasındaki evrim karşıtı çalışmalarıaktarmış. Edis Sayın Adnan Oktar’ın çalışmalarını özelliklede “Yaratılış Atlası” eserinin 1. cildini tanıtmış. Dahası, SayınOktar’ın evrime karşı ve Yaratılış’ı savunan Müslüman biryazar olarak etkisinden bahseden Taner Edis, Darwinizmindünya çapında aldığı ağır yenilgiyi bir kez daha teyit etmiş.”http://harunyahya.org/tr/Makaleler/106686/Evrimci_Taner_Edis_Darwin_haftasi_etkinliklerinde_Sayin_Adnan_Oktarin_Yaratilis_Atlasi_isimli_eserini_tanitti.Biraz daha farklı bir saptırma kulvarına giren bir diğer

    örnek için bkz. http://www.grahamowengallery.com/ fishing/Atlas_of_Creation.html. Sinema ve televizyonendüstrisinde kullanılmak üzere böcek, balık, kuş vb.modelleri hazırlayan Graham Owen’in bazı çalışmaları,izinsiz ve yanlış biçimde Atlas’ta kullanılmış. Owen,Atlas’ta kullanılmış fotoğraflarından biri için, kendi internetsitesinde şöyle diyor: “Komik olan şu ki, birkaç eğlencelisaat geçirmek üzere masamın başına geçtiğimde, ilkdefa olarak, zaten var olan bir türü öylesine kopyalamakyerine, kendi özel böceğimi yaratmaya karar verdim.Rahatsız edici bir görünümü olmalıydı; yaban arısınınkigibi bir karın, sekiz uzun kıllı bacak, kavrayıcı ağızkıskaçları, kabarcıklı kırmızı gözler falan. Bu zokanınmevcut veya eski bir örnekle karşılaştırılabileceğini asladüşünemezdim.” Owen’ın modellerinden makalede de

    bahsediliyor.4) Seedmagazine.com, 4 Aralık 2011. http://seedmagazine.com/content/article/harun_yahyas_dark_arts/ 

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 100

    12/96

    12

    Kapak Dosyası

    12

    iyolojik çeşitliliği betimleyişin ve sınıflandırı-şın hem kuramı hem uygulaması olan taksonomi(Bromham, 2008; Schuh & Brower, 2009; Hawk-sworth, 2010), çoğunlukla, tehdit altında bulunanbir araştırma disiplini olarak algılanır; bilimsel il-gi alanının ve geçerliliğinin dar kapsamlı olduğu,hatta daha kötüsü, bilimsel zemininin kısıtlı oldu-ğu düşünülür (Vernon, 1993; Agnarsson & Kun-ter, 2007). Pek çok eleştiriden biri olan bu sonun-cu savın nedeni, biyoçeşitlilik ölçümünde temel birbirimin olmayışıdır, yani canlı türünün anlamı (ta-nımı) konusunda genel bir fikir birliğinin olmayışı-dır (Baum, 2009; Brooks & Helgen, 2011). Doğru-su, farklı ve bazen birbirleriyle tutarsız 25 adet türkavramının var olduğu (Mayden, 1997; Richards,2010) ve taksonomicilerin büyük çoğunluğunun,üzerinden kendi tür tanımlarının yorumlandığıcanlı tür kavramını açıkça formüle etmeksizin tür-leri tanımladığı düşünülürse, taksonomi hakkında,hipotez olarak doğruluğunun sınanmasına varanadek şüphelerin uyanması şaşırtıcı değil. Fakat tek-rar tekrar işaret edildiği gibi, açıkça tanımlanmıştür kavramının çerçevesinde şekillenmiş tür betim-lemeleri, sınanmaya açık hipotezler ve savlar bakı-mından bir zenginlik sunar; öyle ki taksonomi, ni-telikli ve sağlam bilimsel uygulama olma şartınamükemmelen uymaktadır (Wheeler ve Valdecasas,

    2007; Bininda-Emonds, 2011; Haszprunar, 2011).Taksonominin sağlam bilimsel temeli olsa bile,bu çabaya ne ölçüde değdiği elbette düşünülebilir.

    Bu bağlamda, taksonominin çoğunlukla yeterin-ce takdir edilmeyen özel bir değerine odaklanmak;yani yaratılışçılar ve akıllı tasarım yanlıları gibi ev-rim kuramı karşıtlarının ileri sürdüğü güya bilim-sel, yanıltıcı savlarla başa çıkmaktaki temel önemi-ne değinmek istiyoruz. Aslında, evrim kuramınıntemellerini anlamak için makul taksonomi bilgisi-nin önemini bizzat Charles Darwin de fark etmişti!Nihayetinde, geniş kesimlerin benimsediği roman-tik efsanelerin aksine Darwin, Galapagos Adalarınayaptığı ziyaret sırasında aniden evrimci içgörüler-le aydınlanmış değildir. Aksine, türlerin değişmezdoğasına ilişkin inancını, bu simgesel takımadalar-dan ayrılışından ancak bir buçuk sene sonra terketti (Sulloway, 1982b, 1984). Darwin, İngiltere’ye,yuvasına dönüp bazı taksonomistlerle yakın iş-birliği yaptıktan sonra evrim kuramına geçmiştir;başka bilimciler gibi taksonomistler de, Darwin’inkimi yanlış tanımlamalarını ve karman çorman sı-nıflandırmalarını düzeltmişti (Sulloway, 1982a, b).Darwin’in, makul taksonomi önerilerine duyduğugereksinim (her ne kadar bu öneriler, yaratılışçı i-nançlara bağlı taksonomistlerden gelmiş olsa da),Galapagos’un hem kuşlarıyla hem de dev kaplum-bağalarıyla ilgili, başlangıçtaki hatalı ve kafa karış-tırıcı yorumlarından bellidir (Sulloway, 1982a, b,1983; Steinheimer, 2004; Sulloway, 2009) [Not:

    yaygın söylencenin aksine Darwin, evrime dair dü-şüncelerini şekillendirirken, kendi adı verilen is-pinozları değil (Darwin ispinozları), alaycı kuşla-

    Yaratılışçılığın çürütülmesine taksonomi katkısı

    Harun Yahya’nın çakma fosilleriBu çalışmanın amacı, evrim karşıtı yaratılışçı savların alaşağı edilmesine taksonomininönemli katkı yapabileceğini gözler önüne sermek. Makalenin yöntemini, Türkiye’deHarun Yahya mahlasıyla faaliyet gösteren yaratılış yanlısı cephenin başlıca eseri“Yaratılış Atlası”nın taksonomi temelini dikkatle gözden geçirmek oluşturuyor.Yaratılış Atlası’nın temel hedefi, fosillerin ve yaşayan organizmaların özdeşolduğunu, yani canlıların yaratılıştan beri değişmediğini sergilemek suretiyle evrimingerçekleşmediğini kanıtlamak. Fakat bu savın üzerine inşa edildiği taksonomi temeli,gülünçlük derecesine varacak kadar baştan sona hatalı. Öyle ki, Yaratılış Atlasının,

    evrim kuramına karşı ciddi bir meydan okuma teşkil etmeyi bir kenara bırakın, zerrebiyolojik geçerliliği dahi yok.Antonio M. de FriasMartinsAzorlar Üniversitesi, Azorlar Biyolojisi Bölümü,CIBIO-Açores, Biyoçeşitlilik ve Genetik KaynaklarAraştırma Merkezi.

    Kurt JordaensOrta Afrika Kraliyet Müzesi, Zooloji Bölümü ve OrtakDeneysel Moleküler Birimi (JEMU). Antwerp ÜniversitesiEvrimsel Ekoloji Grubu.

    Thierry BackeljauBelçika Doğa Bilimleri Kraliyet Enstitüsü, OmurgasızlarBölümü ve Ortak Deneysel Moleküler Birimi (JEMU).Antwerp Üniversitesi Evrimsel Ekoloji Grubu.

    B

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 100

    13/96

    13

    rı temel almıştır (Sulloway, 1982a,1983; Steinheimer, 2004)].

    Taksonominin evrim düşüncesiiçin önemi, bizzat Darwin’in sonra-dan taksonomici olup kaya midye-leri üzerinde uzmanlaşması gerçe-ğinden de bellidir. 62 adet yeni kayamidyesi türü betimlemiştir (Castilla,2009). Her ne kadar Darwin’in ka-ya midyelerine duyduğu taksono-mi temelli ilgi, bilimsel itibar kazan-ma meselesi miydi (Yoon, 2009: 62)yoksa bu hayvanlar için duyduğu u-zun soluklu, hakiki merakın (Love,2002; Van Wyhe, 2007) yansımasımıydı, tamamen açık olmasa da, ka-ya midyeleri konulu çalışmasının,

    evrimle ilgili fikirlerini geliştirme-sinde ona önemli ek cephane sağla-dığı su götürmez (Love, 2002; Van Wyhe, 2007).

    Taksonominin, evrim kuramınadayanak sağlayan vazgeçilmez biraraştırma disiplini olduğu belli; do-layısıyla bu makalenin amacı, tak-sonominin aynı zamanda, tüm dün-yada yaratılışçıların ve akıllı tasarımhareketlerinin savunduğu evrimkarşıtı düşüncenin çürütülmesine

    de yardımcı olabileceğini gözler ö-nüne sermek. Bilhassa, Türkiye’denİslamcı yaratılışçı Harun Yahya’nın(HY) kimi son yayınlarında evrimkuramını reddedişinin dayandı-ğı yanıltıcı, hatta saçma taksonomive biyoloji temelini sergileyeceğiz.Dolayısıyla, özellikle kötü şöhretli“Yaratılış Atlası”na (YA) (Resim 1)ve ilintili kitaplara odaklanacağız,ayrıca HY’nin, YA’yı desteklemek i-çin kurduğu sanal fosil müzesine de

    (http://www.fossil-museum.com)değineceğiz.Bizden önce YA’ya ciddi olarak

    karşı çıkıldığının farkındayız (Dec-leir, 2008; Musaji, 2009), yine debundan önce verilen eleştirel yanıt-ların çoğunluğu, nispeten farklı birşekilde sunuldu (gazetelerde, dergi-lerde, radyo ya da TV sohbetlerinde,internet sitelerinde...) ve/veya YA’dabol bol bulunan bariz hataların, yan-lış yorumların ve yanıltıcı hükümle-

    rin pek azı ele alındı (Anthis, 2007b;Glaubrecht, 2007; Myers, 2008;Dawkins, 2008; Hameed, 2009).

    Bu da anlaşılabilir bir durum, çün-kü YA’nın bilimsel itibarı sıfıra ya-kın (daha fazlası için aşağıya bakı-nız). Bu yüzden çoğu biyolog, HYyayınlarındaki bariz kusurları ilan

    etmekten başka bir işe yaramayacakçabaya zaman ve enerji harcama-yı gereksiz bulabilir. Ancak, YA’nınAvrupa’da, bilhassa Müslümanlar a-rasında hatırı sayılır ilgi görmesi vebu ilgi sayesinde kitabın, bazı ulusalEğitim Bakanlıkları, ayrıca AvrupaKonseyi (2007) düzeyinde tartışıldı-ğı düşünülürse, öğretmenlere ve eği-timcilere YA’yla ilgili daha kapsamlıbilgi sağlamanın faydalı olabileceği-ni düşünüyoruz, böylece YA’yı cid-

    diye alabilecek öğrencilerden gelensoruları yanıtlamaya kendilerini ha-zırlayabilirler. Nihayetinde, Avrupaokullarının bilim müfredatında ya-ratılışçılık yasaklanmış olsa da, sınıf -ların dışında öğrenciler, YA’da ifa-de edilenler gibi yaratılışçı fikirlerlekarşı karşıya gelebilir. Daha kötüsü,hem ABD’de hem de Avrupa’da yara-tılışçı hareketler, “kullanıma hazır”sorular hazırlıyor ki öğrenciler busorularla biyoloji öğretmenlerinin

    “maskesini düşürüp” utandırsınlarve öğretmenlerden gerçeği “söke sö-ke alsınlar” (Wells, 2001; Dembski,2004-2011, 2006; Colson, 2011).HY’nin de önceden düşünülmüş birsoru listesini şu tavsiyeyle vermesihiç şaşırtıcı değil: “Öğrenciler, öğ-retmenlerinize bu soruları sorunve Darvinciliğin çaresizliğine kendigözlerinizle şahit olun” (Harun Yah-ya, 2011a; daha fazlası için bakınızHarun Yahya, 2003).

    Elbette soru sormak suç de-ğil, aksine, yaratılışçıların üzerin-de düşünüp taşındığı ve eğip bük-tüğü sorular, kişi hazırlıklı değilse,bunaltıcı olabilir. Dolayısıyla, bumakalenin amacı, HY’nin ve kale-me aldığı YA’nın dayanaksız metni-ni çürütmek amacıyla öğretmenlereve eğitimcilere sade bir araç ve bel-ge vermektir. Yukarıda söz ettiğimiz“kullanıma hazır” sorulara verileceközgül yanıtlar için şu kaynaklara a-

    tıfta bulunuyoruz: Pigliucci (2002:252-259), Isaak (2007) ve NCSE(2008).

    Makalemizde “yaratılışçılık” teri-mini (ve türevlerini) geniş anlamdakullanıyoruz, yani evrim kuramınıreddeden tüm akıllı tasarım inançla-rı yığınını kapsama alıyoruz (yaratı-

    lış/evrim devamlılığına dair bir der-leme için bakınız: Scott, 2009).Bu makalenin kimi yerlerin-

    de, yorumlar, günceler, yüklenecekdosyalar, özgül fotoğraflar içeren in-ternet sitelerine atıfta bulunuyoruz.Fotoğrafların telif koruması olabili-yor, gerçi bu durum HY’yı rahatsızetmiyor gibi; pek çok fotoğrafı, te-lif hakkı sahibinin izni olmaksızınve/ya da isim zikretmeksizin kul-lanmış. Daha kötüsü, HY, sanal fo-

    sil müzesinde bu fotoğrafların telifhakkının kendisinde olduğunu id-dia ediyor! İlgili internet sitelerininadresleri, kaynakça bölümünün so-nuna eklenmiştir.

    Harun Yahya (HY)

    Harun Yahya adı, iki peygamberisminin birleşimidir: Musa’nın kar-deşi Harun (Kuran Suresi 20:30) veZekeriyya’nın (Zeyd bin Ali) oğluYahya (Kuran Suresi 3:38-41 ve Sure

    19: 2-15); ikisi de halklarının iman-sızlığına karşı savaşmış. Aynı gele-neği takip eden HY, Kuran’ın mesa- jını halka nakletmeyi amaçlıyor vedolayısıyla şunu istiyor: “Din dışı i-deolojilerin tek tek her temel ilkesi-

     Adnan Oktar. Nam-ı diğer Harun Yahya.

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 100

    14/96

    14

    ni çürütmek ve “son sözü” söy-lemek, böylece dine yöneltilenitirazları bütünüyle susturmak”(YA’nın “Yazar Hakkında” kıs-mından).

    Aslında Harun Yahya’nın, Ad-nan Hoca ya da Adnan Ağabeydiye de bilinen Adnan Oktar’ınmahlası olduğu söyleniyor (Ar-da, 2009). Adnan Hoca, birbi-riyle bağlantı dört konu etrafın-da bir dizi kitabın yazarıdır: 1)İslamî inanç, Kuran, Mehdi’nindönüşü, 2) din karşıtı komplokuramları (HY, Yahudi düşma-nı ve mason karşıtıdır; 2002 yı-lına dek Yahudi Soykırımını da yad-

    sımıştır, bakınız: Hopkins (2003),Bartholomew (2009) ve 32 numaralıinternet sitesi), 3) yeni Osmanlıcılık(Türk milliyetçiliği), 4) evrim kura-mını (Darvinciliği) reddetmek (Rie-xinger, 2008). Bu dört kategori için-de, YA şüphesiz “şaheserdir,” çünkübizzat HY’ye göre sadece 2007 yılın-da, Türkiye’de yaklaşık 8.000.000nüsha, yurtdışında 2.000.000 nüs-ha satılmış, 2008’de ise satışlar ikiyekatlanmış (Steinvorth, 2008; ayrıca

    bakınız Schneider, 2011)! Etkileyicive inanması zor rakamlar doğrusu.HY’nin toplam üretimi muazzam:

    yetmişten fazla dilde yayımlanmışüç yüzden fazla kitap (bazı kitapla-rın kaset kaydı da var), DVD, VCD,VHS formatında yüzden fazla belge-sel film, bir aylık dergi (“İlmî Mer-cek”) ve sürekli güncellenen sayısızinternet sitesi (34 numaralı internetsitesine bakınız). Belli ki bu, tek ki-şinin çalışması değil ve tüm HY e-

    serlerini Adnan Oktar’ın bizzat yaz-madığı konusunda pek şüphe yok(Boagerts, 2005; Edis, 2007: 129;Schneider, 2011). Bunun yerine,Oktar’ın üretimi “sayısız hayalet ya-zar” (Lumbard ve Nayed, 2010: 87)tarafından destekleniyor; bunlar ço-ğunlukla toplumsal konumu yüksek,varlıklı sınıflardan çıkıyor, mesela a-vukatlar ve tıp doktorları gibi (Boa-gerts, 2005; Schneider, 2011); ayrıcabunlar, 1990’da Adnan Oktar etra-

    fında kurulmuş örgütün üyesi olabi-liyor da olmayabiliyor da (Numbers,2006: 422). Bu örgütün adı, “Bilim

    Araştırma Vakfı”dır (BAV) (internet

    sitesi 35) ve bilimsel etkinliklerininamacı: “Bilhassa evrenin kökenine,canlı varlıklara ve insanoğluna odak-lanmaktır. BAV, dinî inançları redde-den ve bilimi ateizme dayandıran ondokuzuncu yüzyıl pozitivizminin ku-surlu olduğunu vurgular ve bununyerine, canlı varlıkların ve insanoğlu-nun kökenine dair ‘zeki tasarım’ gö-rüşünü savunur; bu görüşün kökleri,güncel bilimsel bulgulara uzanıyor.”Yani kısacası: gayrimaddî bir evrenbi-

    lim yaratmak ve evrime karşı çıkmak(Numbers, 2006: 422). Somut olarakkonuşmak gerekirse, BAV düpedüzHY yayınlarının reklamını yapıyor veHY’nin evrim karşıtı fikirlerini yay-mak için halka yönelik (toplu) “bi-limsel” etkinlikler tertipliyor.

    Adnan Oktar’ın pek çok yardım-cısı ve hayalet yazarı olmasına rağ-men, tüm yayınları sadece “HarunYahya” mahlasıyla basılıyor. Bu tu-tum, İslam’ın geleneksel tarikat ön-

    deri imgesiyle tutarlıdır: önderingüya üstün düşünsel becerileri veetkileyici öğretmen duruşu, müthişyazılarından yansır (Edis, 2007). Buyüzden, “Harun Yahya” ismi tek ya-zara değil, bir yazarlar ortaklığına aitolduğu için, makalemizin “kaynak-ça” kısmında bu isme marka mua-melesi yaptık (“Y” harfiyle başlayankaynaklar arasına değil de “H” har-fiyle başlayan kaynaklar arasına yer-leştirilmesinin de nedeni bu).

    HY kitaplarını yazanların kim ol-duğuna bakmaksızın, bizzat AdnanOktar’ın hiç bilim altyapısı olmadı-

    ğı su götürmez. İstanbul’da gü-zel sanatlar (iç tasarım) ve fel-sefe eğitimi almış (Numbers,2006:422). Ancak, 1) HY’ninevrim karşıtı yayınları cafcaf -

    lı, çağdaş ve “bilimsel” görüntüsergilediği için, 2) kitapları pekçok dilde basıldığı ve tüm dün-yaya dağıtıldığı için, 3) basınyayından, bilhassa internettensonuna kadar faydalandığı için(Edis, 2007; Riexinger, 2002,2008), ve 4) Kuran  temelli birdünya görüşü sunduğu için,Müslüman âleminde en rağbetgören ve en gür evrim karşıtı ses

    haline gelmesi şaşırtıcı sayılmama-

    lı (Edis, 2007; Hameed, 2007, 2008,2010; Wiles, 2011). Öyle ki, İslam’ıtanıtan gözde bir kitapta HY, şöylebetimleniyor: “Günümüzde Müslü-man âleminin en üstün iki bilim a-raştırmacısından biri; evrime ya dainsanoğlunun ani yaratılışına muha-lif görüşleri savunuyor...” ve “Hemdoğru düzgün sunulan hem de man-tığa dayanan savlar ileri sürüyor, ay-rıca Müslümanlar arasında seyredenmevcut tartışmaların zenginliğine

    epey katkısı olmuştur.” (Emerick,2002:81)Aynı doğrultuda HY, dünyanın

    en etkin 500 Müslümanı listelerinede dâhil ediliyor (Esposito ve Ka-lin, 2009; Lumbard ve Nayed, 2010;Schleifer, 2011); bunun sebebi, bi-limsel etkisi ve: “Yaratılışçılık ve İs-lam konusunda dünyanın önde ge-len uzmanı olması, 1,6 milyondanfazla hayranının bulunması” (Lum-bard ve Nayed, 2010).

    Dahası, Müslüman akademisyen-ler zaman zaman HY’yi ciddi bilim-sel kaynak olarak gösteriyor (Majid,2002; Nasr, 2006: 342), kimi ülke-lerde ise öğretmenler ve eğitimci-ler (mesela Endonezya, Nijerya),HY’nin yazılarından bilim sınıfların-da yararlanıyor (Butt, 2009; İslamîEğitim Vakfı, 2009; Lemu, 2009).Birleşik Krallık’ta bile, BritanyaMüslüman Konseyi, HY’nin inter-net sitesini okullara şöyle öneriyor:

    “Örneğin evrim kuramları bakımın-dan, bilimle ve düşünsel merakla il-gili İslamî bakış açılarını görmek i-

     Adnan Oktar’ın pek çok yardımcısı ve hayalet yazarıolmasına rağmen, tüm yayınları sadece “Harun Yahya”

    mahlasıyla basılıyor.

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 100

    15/96

    15

    çin faydalı bir internet sitesi.”Yine de HY’nin Müslüman akade-

    misyenler üzerindeki etkisinin sınır-lı olduğu söylenebilir (Ghaly, 2010; Wiles, 2011). Bununla birlikte, ge-nelde Müslüman öğrenciler HY’ninyazılarına pekâlâ aşinadır ve evrimsorularıyla muhatap olurken bu ya-zılara atıfta bulunurlar (Boagerts,2005; Koning, 2006; Jacobsen, 2011:287-287). Elbette bu, HY’nin YA gi-bi “bilimsel” katkılarının yanıltıcı vesaçma sapan doğasını ifşa etmek içinsağlam bir neden daha sayılır.

    Yaratılış Atlası (YA)YA tek kitap değil; şimdilik (Ara-

    lık 2011) İngilizcede üç cildi basıl-mış fakat daha fazla cildinin basılma-sı beklenen bir kitap dizisidir. Ciltlerdevasadır, ölçüleri 38 x 28 x 5 san-timetredir, her biri beş kilodan ağırgelir; cilde ve baskıya bağlı olarakher cilt yaklaşık 750 ilâ 950 sayfadır.Albenilidirler, yayına hazırlanışla-rı özenlidir, sert kapaklıdırlar, renklifotoğraflarla bezeli görsellikleri zen-gindir, yüksek kaliteli kuşe kâğıdabasılmışlardır. İzini sürebildiğimiz

    kadarıyla, birinci cildin ilk İngilizcebaskısının mazisi 2006 Ekimine dekuzanıyor, fakat aradan geçen süredeşimdiden on üçüncü baskıya ulaş-mıştır (Kasım 2008). İkinci cildin ilkİngilizce baskısı 2007 Şubatında pi-yasaya çıkmıştır ve halihazırda beşin-ci baskısına ulaşmıştır (Ekim 2008),üçüncü cildin ise sadece birinci İngi-lizce baskısı mevcut (Ağustos 2007).Belli ki kitapların amacı çok geniş birokuyucu kitlesine ulaşmak, çünkü

    özgün Türkçe versiyonların ötesin-de, pek çok başka dilde çevirileri var.Bu bakımdan birinci cilt öne çıkıyor,zira İngilizceye, Fransızcaya, Alman-caya, İspanyolcaya, İtalyancaya, Çek-çeye, Çinceye, Japoncaya, Rusçaya,Arapçaya, Endonezyacaya, Hintçeye,Urducaya çevrilmiştir, üstelik başkadillere çevrilmesini de bekleyebiliriz!

    YA ciltlerinin muhtemelen enşaşırtıcı tarafı, her ne kadar yayınahazırlama masrafı kuvvetle muh-

    temel çok yüksek olsa da (Anthis,2007a; Dawkins, 2008 tarihli vi-deo) ve kitapçılarda normal fiya-

    tı cilt başına 99 dolar olsa da, 39dolarlık özel fiyata satın alınabili-yor (Resmi Harun Yahya Dükkânı,2011) ya da internetten bedava in-dirilebiliyor olmalarıdır (HarunYahya, 2010). Ancak, bu girişiminmasraflarını Harun Yahya’nın nasılkarşıladığı açıklığa kavuşmuş değil.2007 yılında ilk YA cildinin, talepolmaksızın ortaokul ve üniversiteöğretmenlerine, profesörlerine be-dava dağıtılması (Enserink, 2007)Avrupa eğitim sisteminde karışık-lık yaratarak, bu durumu iyice dik-kate değer kıldı. Öyle ki, bu maka-lenin yazarlarından birine de (TB)YA’nın birinci cildinin (ikinci bas-

    kı) nüshası geldi. Bu kitapların bin-lerce nüshasını tüm Avrupa’ya gön-dermenin posta masrafları herhaldekayda değerdir, fakat bir kez da-ha, HY için paranın mesele olma-dığı görünüyor, çünkü aynı şevkle,YA’nın bedava nüshalarını ABD’yegöndererek faaliyetinin kapsamınıgenişletmiştir (Dean, 2007; Hame-ed, 2007). Söz açılmışken, kendi-sine ara biçim fosili gösterecek ki-şiye 8.010.890.000.000 Amerikan

    doları vadeden HY için para hiç so-run değilmiş gibi görünüyor (Butt,2008; Dawkins, 2008 video; Mu-saji, 2009). Bu nevi saçma belagat,YA’da karşımıza çıkacaklar için uy-gun bir giriş teşkil ediyor.

    YA’nın her cildi, üç kısımdan o-luşur: 1) başlıca jeolojik dönem-ler boyunca yaşam tarihçesinin kısataslağıyla birlikte fosiller hakkın-da nispeten kısa bir tanıtım yazısıve fosillerin evrimi reddedip yaratı-

    lışı doğruladığını söyleyen genel birifade, 2) HY’nin, yaşamın evrimleş-mediğini, tanrı tarafından yaratılıpo zamandan beri değişmeden kaldı-ğını göstermek amacıyla fosil “bul-gularını” sunduğu büyük kısım, 3)klâsik evrim karşıtı savları ele alanbir dizi bölümün meydana getirdiğiuzun bir ek ya da sonuç kısmı, ör-neğin termodinamiğin ikinci yasa-sı, geçiş fosillerinin sözüm ona yok-luğu, Darvincilerin sahtecilikleri ve

    hileleri (mesela insan evrimiyle il-gili sahtecilikler, Haeckel’in çizim-leri...), radyometrik tarihlemenin

    güvenilmezliği, tasarım savı (mese-la biyolojik yapılarda, evren bilim-de...), indirgenemez karmaşıklık,işlevsel proteinlerin ya da DNA di-zisinin tesadüfen oluşma ihtimali-

    nin bulunmayışı, Miller-Urey dene-yinin yetersizliği, tür içi çeşitliliğinevrim manasına gelmediği iddiası,kuşların ve memelilerin hayalî ev-rimi, evrimsel türdeşlik (homoloji)“efsanesi” vesaire. Her ne kadar bufikirlerin çoğunluğu Hıristiyan ya-ratılışçı belagatten alınmış olsa da,HY’nin evrim karşıtı belagatine özgüüç özellik var: 1) Hıristiyan dini çer-çevesine gömülmüyor, bunun yeri-ne Kuran’a dayalı İslamî bir bakış a-

    çısı yansıtıyor, 2) HY yaratılışçılığı,Büyük Patlamaya varana kadar dün-yanın ve evrenin eski çağlarını ka-bul ediyor, ve 3) HY’ye göre, ırkçı-lık, nazicilik, komünizm, marksizmvesaire gibi dünyadaki tüm kötü-lüklerin kaynağı evrim kuramıymış(Darvincilik). Hatta bu meseleye i-lişkin olarak HY, New York DünyaTicaret Merkezine yapılan saldırının(11 Eylül 2001) fotoğrafını YA’yakoymuştur ve o teröristlerin aslında

    Darvinci olduğunu iddia ediyor (YAbirinci cilt, on üçüncü baskı, sayfa725; dördüncü baskı, sayfa 621; i-kinci baskıda sayfa 589) (ayrıca ba-kınız Steinvorth, 2008)!

    Bu makalede, YA’nın sadece ikin-ci kısmını ele alıyoruz, yani HY’nin,güya evrimi çürüten fosil kanıtları-

    Resim 1. Yaratılış Atlası (YA).

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 100

    16/96

    16

    nı. Botanik uzmanlığımız yeterli ol-madığı için, hayvanları incelemekleyetiniyoruz. Geri kalanına gelin-ce, YA’nın birinci ve üçüncü kısım-larında HY’nin ileri sürdüğü evrimkarşıtı iddialara, bu konuya dair ge-niş yazında yeterince karşı çıkıldı-ğını düşünüyoruz (Pigliucci, 2002;Shanks, 2004; Young ve Edis, 2004;Isaak, 2007; Sarkar, 2007; Coyne,2009; Schneiderman ve Allmon,2009; Scott, 2009). Dahası, yaratı-lışçı savlara karşı ciddi belgelerle ve-rilen yanıtlar şu internet sitelerindebulunabilir: “The Talk Origins Arc-

    hive” (http://www.talkorigins.org/)ve “The Panda’s Thumb” (http:// www.pandasthumb.org/).

    YA’dan söz ederken altı kitaba o-daklanıyoruz: (parantezlerde belir-tildiği gibi kısaltılmıştır): Birinci cilt,ikinci baskı (C1-2) (Harun Yahya,2007b); birinci cilt, on üçüncü bas-kı (C1-13) (Harun Yahya, 2008a); i-kinci cilt, birinci baskı (C2-1) (Ha-run Yahya, 2007c); ikinci cilt, beşincibaskı (C2-5) (Harun Yahya, 2008b);üçüncü cilt, birinci baskı (C3) (Ha-run Yahya, 2007d); C1 ya da C2, il-gili cildin tüm baskılarına işaret eder.

    Aynı zamanda, HY’nin internet ta-banlı “Fosil Müzesi”ndeki fotoğrafla-ra, “FM-kod” kısaltmasıyla atıfta bu-lunacağız ki burada “kod,” FM’dekikaydın referans numarasıdır. Bu fark-lı kaynakları kıyaslamanın nedenibasit: HY, değişikliklerin nedenininbelirtildiği bir “düzeltme notu” ek-lemeksizin, kitaplarındaki maddele-ri düzenli olarak değiştiriyor, ikameediyor ya da atıyor (Musaji, 2009).Aslında, nitelikli bilim uygulamaları-nın aksine HY, (çok sayıdaki) hatala-rını ve yanlış yorumlarını kabul ede-miyormuş gibi görünüyor.

    Daha önce belirtildiği gibi, YA’nınana kısmı (ikinci kısım), HY’nin “e-zici” fosil kanıtlarını sunup, tümtürlerin günümüzdeki haliyle ya-ratıldığını, dolayısıyla evrimin as-la gerçekleşmediğini göstermeyi he-defliyor. Ciddi bilimsel yayınlardaböylesi bir yargı, ilgili verilerin na-sıl toplandığının, tahlil edildiğininve yorumlandığının etraflı bir açık-lamasıyla desteklenmek zorundadır.Dahası söz konusu bilgi öyle bir şe-kilde sunulmalı ki okuyucu, o ça-lışmayı tekrarlayıp doğrulayabilsin,böylece yazarın sonuçları ve yorum-ları sağlam mı değil mi kendi başı-na karar verebilsin. Fakat YA’daki“kanıtların” bu şekilde sunulmak-la ve ele alınmakla uzaktan yakın-

    dan ilgisi yok. Bunun aksine HY’ninizlediği yol, (bazen çok hoş) yüz-lerce fosil fotoğrafını aynı “türün”canlı örnekleriyle birlikte aynı say-fada göstermekten ibaret. Dahası bu“karşılaştırmalı” fotoğraflara, şu bil-gileri veren resim altı yazıları eşlikediyor: 1) “türün” yerel İngilizce a-dı, 2) fosilin kökeni, yaşı ve son ola-rak boyutu, 3) farklı sözcüklerle ay-nı genel mesajın tekrarlandığı kısa

    bir metin; bu mesaj, fosiller ve yeniörnekler özdeştir, dolayısıyla evrimgerçekleşmemiştir, diyor.

    Deniz zambaklarınıbir türlü tutturamadı!

    Burada temel sorun, sunduğu ör-neklerin taksonomi bakımındandoğru olmasını HY’nin dert etme-yişidir; dolayısıyla tamamen yan-lış, hatta saçma “benzerlikler” orta-ya çıkıyor. Bizden önce pek çok kişi,HY’nin sunduğu fosil deniz zambak-larına atıfta bulunarak bu meseleyizaten açığa çıkardı; HY’ye göre bufosiller, mevcut deniz zambaklarıylaözdeş. Ancak, HY’nin C1-2’de (sayfa55, 368, 415 ve 574) gösterdiği gün-cel “deniz zambakları” aslında sabel-la cinsine mensup fan kurtçuklarıdır(Resim 2), yani farklı bir şubeye aitolmakla kalmazlar (derisi dikenlilerekarşı halkalı solucanlar) ayrıca fark-lı bir “üst-şubeye” girerler (İkincil a-

    ğızlılara karşı birincil ağızlılar ya dalophotrochozoa) (Dawkins, 2008)!2008 baskısında HY, C1’den tüm

    deniz zambağı fosillerini çıkararakbu hatayı düzeltti, ama C2’de (sayfa167) bir örneği bırakmış ve şu no-tu yazmış: “Resimde, çok iyi korun-muş 345 milyon yıllık deniz zamba-ğı fosili görüyoruz. Bu yaratığın tümayrıntıları gösteriyor ki bugün hâlâyaşayan deniz zambaklarıyla arala-rında hiç fark yok” (Ayrıca bakınızFM-SY0708).

    Maalesef, HY yine yanılıyor, çün-kü güncel “deniz zambağı” diye sözettiği şey, sırtiplikliler şubesine men-sup, sert yüzeylere tutunan bir tu-lumlu (ascidiacea) olan deniz lalesiPyura spinifera’dır (Resim 3)! Buradatuhaf olan şey, aynı fotoğrafın doğ-ru tür adlandırmasıyla birinci in-ternet sitesinde bulunabilmesidir(gerçi, deniz bitkisi olarak yanlış ad-landırılıyor). Fakat ne şaşırtıcıdır kiHY, deniz zambağı-sabella kurtçuğu

    hikâyesinden bile ders almamıştır,çünkü FM’sinde deniz zambağı fo-silleri FM-SY0858’i ve FM-SY0835’i

    YARATILIŞ ATLASI VE İÇİNDEKİ TAKSONOMİ HATALARI

    Resim 2. Deniz zambağı fosili ve sabellacinsine mensup fan kurtçuğu, YA C1-2 veC1-4 sayfa 55.

    Resim 3. Deniz lalesi Pyura spinifera, YA C2’nin167. sayfasında ve FM-SY0708’de günceldeniz zambağı olarak gösterilmiştir (David

    Harasti’nin müsaadesiyle, internet sitesi 1).

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 100

    17/96

    17

    hâlâ sabella fan kurtçuklarıyla birlik-te gösteriyor (Resim 4) (gerçi ötekifotoğraflar aslında gerçek deniz zam-baklarıdır, internet siteleri 15-16)!

    Ha deniz yıldızıha yılan yıldızı, fark etmez!

    Aynı zamanda HY, derisi diken-liler âleminde Asteroidea (deniz yıl-dızları) ve Ophiuroidea (yılan yıldı-

    zı) sınıfları arasında ayrım yaparkende sorun yaşıyor gibi görünüyor.Dawkins bunu zaten belirtmiş (2008video); C1-2’de ve C1-4’de 403. say-fada HY’nin, fosil yılan yıldızlarıhakkında “bu hayvanlar, bugün ya-

    şayan hayvanlardan farklı değil, do-layısıyla bir kez daha evrimin geçerliolmadığını gösteriyorlar” diye yaz-dığını ve bunları deniz yıldızlarıylaözdeşmiş gibi gösterdiğini gözlemle-miş. Her ne kadar bu hata, C1-13’tedeniz yıldızı fotoğrafı iki gerçek yı-lan yıldızı fotoğrafıyla değiştirilerekdüzeltilmiş olsa da, C3’te bu kafakarışıklığı devam ediyor; bu cildin

    120. ve 130. sayfalarında HY, hemfosil hem de güncel yılan yıldızla-rını “deniz yıldızı” başlığı altındagösteriyor. Tamamen aynı fosiller(FM-SY0794 ve FM-SY0795) günceldeniz yıldızıyla birlikte gösterilme-miş olsaydı, elbette bu yazım hatasıolabilirdi; şunu ileri sürüyor: “Ara-dan geçen 490 milyon yıl içinde zer-re değişmemiş olan deniz yıldızı, ev-rime büyük darbe indiriyor.”

    Yılan mı balık mı?

    HY’nin ünlü başka bir taksono-mi gafı da, C1-4’te ve C1-2 sayfa468-469’da yılanbalığı fosilini denizyılanıyla, muhtemelen bir Latica-uda türüyle bağdaştırmasıdır (Daw-kins, 2008) (Resim 5; internet sitesi2). Bunlar açıkça iki ayrı taksondur(kemikli balıklar ve yılanlar)! Aynıfosilin yanına, deniz yılanı fotoğrafıyerine güncel fakat çok farklı “yılan-balığı” türünün fotoğraflarının ko-

    yulmasıyla birlikte bu hata C1-13’tedüzeltilmiş (Hameed, 2009); aynıfosil C1’in 469. sayfasında birtakım

    küçük yılanbalıklarıyla (yılanbalığıyavrusu) bağdaştırılmış. Ancak, de-niz yılanı konusundaki hatayı Daw-kins (2008) açığa vurmuş olsa da,FM-SF0134 ve FM-SF0135 madde-lerinde deniz yılanı fotoğrafı hâlâgüncel yılanbalığı olarak sunulu-yor. Son olarak HY, yılanbalığı fosi-lini C3’te ve FM-SC0909’da (Resim7) güncel taşemen (lamprey) türüy-

    le bağdaştırarak kafa karışıklığını ta-vana vurduruyor ve şunu ileri sürü-yor: “Bilimsel veriler ve buluntulargösteriyor ki yılanbalığı daima yı-lanbalığı olarak var olmuştur”!

    Açıktır ki, yılanbalıklarının (o-murgalı sınıfı Actinopterygii) daimayılanbalığı olarak var olduğunu ilerisürmek için güncel taşemenden fay-dalanmak (omurgalı sınıfı Petromy-zontida), yılanbalıkları ile denizyılanlarının (omurgalı sınıfı sürün-

    genler) özdeş olduğunu iddia etmekkadar aptalca! Üstelik HY, aynı taşe-men fotoğraflarını, olası taşemen fo-

    Resim 4. HY’nin FM-SY0835’de güncel“deniz zambağı” diye resmettiği güncel

    sabella fan kurtçukları.

    Resim 5. YA C1-2 ve C1-4 468. sayfada,ayrıca FM-SF0314’te ve FM-SF0135’deyılanbalığı fosili ve güncel deniz yılanı(Laticauda türü) (İnternet sitesi 2’den; CarlRoessler’in müsadesiyle, Philip T. Edgerly’ninsunumuyla).

    Resim 6. Resim 5’teki yılanbalığı fosili fakat deniz yılanı yerine güncel iki yılanbalığı konmuş;

    YA C1-13 468.69. sayfa. 469. sayfadaki yılanbalığı yavrularına dikkat.

    Resim 7. YA C3 sayfa 284’te ve FM-SC0909’da yılanbalığı fosiliyle bağdaştırılan

    taşemenler.

  • 8/19/2019 Bilim Ve Gelecek Dergisi Sayı - 100

    18/96

    18

    silleriyle birlikte kullanıp şunuiddia ediyor: “taşemenler hepaynıydı. Milyonlarca yıl önceyaşamış taşemen ile bugün yaşa-yan arasında hiç fark yok.” Bu-rası, işin iyice sarpa sardığı yer,çünkü ya HY, yılanbalıkları i-le taşemenlerin özdeş olduğunusöyleyip okuyucunun aklını ka-rıştırıyor ya da taşemenlerin veyılanbalıklarının aslında ne ol-duğu konusunda hiç fikri yok.

    Her gördüğün‘çiftkabuklu’yu‘istiridye’ sanma!HY’nin bariz hatalarına dair eski

    örnekler bizden önce kısmen açığaçıkmış olsa da, en az bunlar kadarşaşırtıcı pek çok hata daha var, fa-kat basında aynı ilgiyi çekmemişler.Bunların hepsini sunmaya kalkış-mayacağız (sıraladıklarımız zatenfazla, yine de yerimiz hepsine yet-miyor), fakat bazılarına kısaca de-ğineceğiz, sırf önceki eleştirilerinistisnaî vakalar olmadığını, YA’nıngenel doğasını yansıttığını göster-mek için.

    YA’da yumuşakçaların, özellikletek kabukluların ve çift kabuklula-rın son derece kısıtlı sunulması şa-şırtıcı. Nihayetinde, 1) kapsamlı veçoğunlukla iyi korunmuş fosil ka-yıtları, 2) yüksek tür sayıları ve çe-şitlilikleri, 3) ve kabuk özelliklerinedayanarak kabaca teşhis edilmele-rinin kolaylığı düşünüldüğünde,YA’da şimdikine kıyasla daha fazlatek kabuklu ve çift kabuklu örne-ği görmeyi beklerdik. Aslında HY,

    C1’in 376-377. sayfalarında sadeceiki tek kabuklu fosili gösteriyor, ü-çüncü bir örneği ise C1-13 sayfa618’de sergiliyor. “Tek kabuk-lu” ve “Salyangoz kabuğu” diyeetiketlenmişler. Mevcut yüz bin-den fazla türü ve isim konmuşyaklaşık 13.000 cinsi (güncellerve fosiller birlikte) (Lindberg vearkadaşları, 2004) olan bir or-ganizma kümesine göre, HY’ninkötü iş çıkardığı açık, hem tür

    zengini bu topluluğun temsiliaçısından hem de anlamsız ta-nımlamalar bak