Bilim ve Gelecek Dergisi Sayı - 078.pdf

download Bilim ve Gelecek Dergisi Sayı - 078.pdf

of 39

Transcript of Bilim ve Gelecek Dergisi Sayı - 078.pdf

  • 8/19/2019 Bilim ve Gelecek Dergisi Sayı - 078.pdf

    1/96

     Aydökümü

    1

    “50 Soruda” dizisi doludizgin…Bilim ve Gelecek Kitaplığı bünyesinde yayınlanan “50 Soruda” dizisi

    artık kendini kanıtladı. Bu diziyle, belki de yıllar boyu sürecek biraydınlanma kulvarını açmış ve başlatmış olmanın kıvancını yaşıyoruz.Dizinin üçüncü kitabı olan “50 Soruda Görelilik Kuramları” büyük ilgigördü ve okurun beğenisini topladı. Zor bir konuyu herkesin anlayabileceğibir dille ve esprili bir üslupla kaleme alan İbrahim Semiz, oldukça kısırolan Türkiye bilim yazarlığı alanı açısından da büyük bir kazanım oldu.

    Dizi yeni sezonda hız kazanarak devam edecek. İTÜ JeofizikMühendisliği Bölümü öğretim üyesi ve eski Türkiye Deprem KonseyiBaşkanı Prof. Dr. Haluk Eyidoğan’ın yazdığı “50 Soruda Deprem” adlıkitap Ağustos ayı içinde okurlarıyla buluşuyor. Bir doğa olayı olarakdeprem ve özelde Türkiye’nin ve İstanbul’un depremselliği hakkındaaklınıza gelebilecek her soruya yanıt veren bu kitap herkesin başucundadurmalı. Yine Ağustos ayında (veya en geç Eylül başında) okuruna

    ulaşacak bir diğer dizi kitabı da “50 Soruda Yer’in Evrimi”. İTÜ AvrasyaYerbilimleri Enstitüsü öğretim üyesi Prof. Dr. Mehmet Sakınç’ın yazdığıbu kitap, gezegenimizin evrimi ile canlılığın evrimi arasındaki diyalektikilişkiyi açıklıyor. Evrim Kuramını bütünsel bir biçimde anlayabilmek içinmutlaka okunması gereken bir kitap.

    Bu iki kitabın ardından, en geç Ekim ayı içinde okurlara sunulacak ikidizi kitabı daha var: Prof. Dr. Metin Hotinli’nin kaleme aldığı “50 SorudaBüyük Patlama Kuramı” ile Prof. Dr. Şahin Koçak’ın yazdığı “50 SorudaMatematik” adlı kitaplar. Bu iki önemli eseri sizlere önümüzdeki aylardaözel olarak tanıtacağız.

    “50 Soruda” dizisi sonbahar aylarında hız kazanarak yıl sonunakadar 13 kitaba ulaşacak. Böylece ciddi bir bilim kütüphanesi yaratmakhedefinin ilk adımını tamamlamış olacağız. Bu arada, dizinin 2011 yılıiçinde çıkacak olan kitapları da hemen hemen tespit edildi ve bazıları

     yazılmaya başlandı bile. Yakın bir zamanda 2011 yılı içinde çıkacak 12kitabı (sayısı daha da artabilir) ilan edeceğiz.

    Bu aşamada en önemli sorunumuz 50 Soruda dizisi abonelerininsayısını artırmak. Sürekli vurguluyoruz, bu dizinin geleceğini garantialtına almak için abone sayısının artması gerekli. Kitap sayısı arttıkça,abone sayısının da artacağına eminiz. Fakat bu hedef için bilinçli birçaba gerek. Bütün okurlarımızı ve dostlarımızı, bir kez daha, 50 Sorudadizisine abone olmaya ve abone bulmaya çağırıyoruz. Türkiye’nin aydınlıkinsanlarına sesleniyoruz: Yakınlarımız için en iyi hediye bir “50 Soruda”aboneliği değil midir?

    ***Elinizdeki dergi bir özel sayı niteliğinde. Hakkında en çok spekülasyon

    (ve şarlatanlık) yapılan bir konuyu bütün boyutlarıyla ele almaya

    çalıştık: “Ruh nedir?”. Konunun felsefi ve tarihsel boyutunu AlâeddinŞenel kaleme aldı. Doç. Dr. Kerem Cankoçak ise ruh meselesini fiziksel,kimyasal, biyolojik ve nörolojik açıdan inceledi. Yard. Doç. Dr. Hasan Aydın İslam düşüncesindeki ruh/nefs tartışmalarını yorumlarıyla birlikteirdeledi. Kültürel antropolog Sibel Özbudun ise ruhçuluğun (animizmin)kökenleri konusunda çalışma yapmış bilim insanlarının bulgularınıözetledi. Doç. Dr. Muhteşem Gedizlioğlu’nun beyin ölümü konusundakibilimsel ve dinsel tartışmaları yansıttığı makalesi de bu dosya kapsamındadüşünülmeli. Bütün bu çalışmalarla oldukça bütünsel bir dosyayıokurlarımıza sunduğumuzu düşünüyoruz.

    ***Geçtiğimiz ay içinde çok değerli bir aydınımızı, edebiyat ve felsefe

     yazıları ve incelemeleriyle tanınan Füsun Akatlı’yı yitirdik. Erken bir yaşta

    hayatını kaybeden Akatlı’yı saygıyla anıyoruz. Türkiye bilim, felsefe veedebiyat topluluğunun başı sağ olsun.Dostlukla kalın…

    Bilim ve Gelecek SAYI: 78 / AĞUSTOS 2010

    GENEL YAYIN YÖNETMENİEnder Helvacıoğlu YAZIİŞLERİ

    Nalân MahsereciÖzlem ÖzdemirİDARİ İŞLER

    Baha OkarDeniz Karakaş

    Uğurcan EsiroğluGRAFİK-TASARIM

    Baha OkarADRES

    Caferağa Mah. Moda Cad. Zuhal Sk. 9/1Kadıköy/İstanbul

    TEL: (0216) 345 26 14 / 349 71 72 (faks)www.bilimvegelecek.com.tr

    E-posta: [email protected] grubumuza üye olmak için

    [email protected]

    adresine eposta göndermeniz yeterlidir. YURTİÇİ ABONE KOŞULLARI

    1 yıllık: 75 TL / 6 aylık: 40 TL(Bilgi almak için dergi büromuzu arayınız)

     YURTDIŞI ABONELİK KOŞULLARIAvrupa ve Ortadoğu için 60 Euro

    Amerika ve Uzakdoğu için 120 Dolare-ABONELİK KOŞULLARI

    1 yıllık: 20 TL / 10 Euro / 15 Dolar6 aylık: 10 TL / 5 Euro / 8 Dolar

    (Bilgi almak için: www.bilimvegelecek.com.tr )

    7 RENK BASIM YAYIM FİLMCİLİKLTD. ŞTİ. ADINA SAHİBİ

    Ender Helvacıoğlu

    SORUMLU YAZIİŞLERİ MÜDÜRÜDeniz Karakaş

    BASILDIĞI YEREge Basım Matbaacılık

    Esatpaşa Mah. Ziyapaşa Cad. No: 4,

    Ataşehir / İstanbul Tel: (0216) 470 44 70DAĞITIM: Turkuvaz Dağıtım Pazarlama YAYIN TÜRÜ: Yerel - Süreli (Aylık)

    ISSN: 1304-6756

    Bilim ve Gelecek

    ANKARA BÜRO: Bayındır 1 Sk. 22/16, Kızılay(0312) 433 00 38

    ANKARA: Uğur Erözkan / Tel: (0505) 227 78 38 /[email protected]

    BARTIN: Barbaros Yaman / (0506) 601 64 50 / [email protected]

    BURSA: Evren Sarı / (0533) 526 49 80 / [email protected]

    İSKENDERUN: Bahar Işık / (0533) 217 71 96 /[email protected]

    İZMİR: Levent Gedizlioğlu / (0232) 463 98 57

    SAMSUN: Hasan Aydın / (0505) 310 47 60 /[email protected]

    TARSUS: Uğur Pişmanlık / (0533) 723 47 89 /[email protected]

    ALMANYA: Çetin M. Akçı / [email protected]

    BELÇİKA: Emre Sevinç / [email protected]

    GÜNEY AMERİKA: Demircan Pusat / [email protected]

    İTALYA: Aslı Kayabal / [email protected]

    KANADA: Erdem Erinç / [email protected]

    KKTC: Kağan Güner / (0533) 836 84 87 / [email protected]

    BİLGİ ÜNİV. TEMSİLCİSİ: Nazan Mahsereci(0532) 485 63 63 / [email protected]

    İTÜ TEMSİLCİSİ: Deniz Şahin(0530) 655 82 26 / [email protected]

    İÜ (BEYAZIT) TEMSİLCİSİ: Ezgi Altınışık(0555) 481 64 38 / [email protected]

    İÜ (AVCILAR) TEMSİLCİSİ: Can Karakaya(0555) 623 27 27 / [email protected]

    ODTÜ TEMSİLCİSİ: Şule Dede(0505) 550 61 31 / [email protected]

    HACETTEPE/BEYTEPE TEMSİLCİSİ: Selim Eyüp Arkaç(0506) 663 84 12 / [email protected]

    9 EYLÜL ÜNİV. TEMSİLCİSİ: Buse Zorlu(0506) 472 73 84 / [email protected]

    TEMSİLCİLERİMİZ

  • 8/19/2019 Bilim ve Gelecek Dergisi Sayı - 078.pdf

    2/96

    2

    İçindekiler 

     PARANTEZ / Ender Helvacıoğlu

    Neden birlikte yaşamak zorundayız? Ve nasıl? . . . . . 6

     KAPAK DOSYASIAlâeddin Şenel

    Ruhun bilgibilimi . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 10

    Doç. Dr. Kerem Cankoçak 

    Maddenin kendiliğinden macerasında

    ‘ruh’un yeri var mı? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 26

     Yard. Doç. Dr. Hasan Aydın ile söyleşi

    İslam düşüncesinde ruh/nefs öğretisi . . . . . . . . . . 38

    Sibel Özbudun

    Edward Burnett Tylor ve

    Animizm (Ruhçuluk) . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 45

    Doç. Dr. Muhteşem Gedizlioğlu

    Ölüm ve beyin ölümü

    tartışmalarının neresindeyiz? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 48

    Prof. Dr. Feza Günergun ile söyleşi

    Geçmişi de geleceği de anlamak için Bilim Tarihi . . . . 52

    Prof. Dr. Şahin Koçak ile söyleşi

    “Karagöz Akademisi” kitabı üzerine…

    Hacivat, Karagöz’e matematik öğretiyor . . . . . . . . . . . 57

    Derleyen: Rennan Pekünlü

    Uzay kolonileri gerçekçi mi? . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 62

     ANADOLU KÜLTÜRÜNDE AĞAÇLAR

    Hasan Torlak

    Hayalleri yitmeyen insanların ağacı: Mersin . . . . . 66

     BİLİM GÜNDEMİ / Deniz Şahin . . . . . . . . . . . . . 70

    Kompleks yaşam bilinenden 1,5 milyar yıl

    önce başlamış / Sıtmaya %100 dirençli genetiği

    değiştirilmiş sivrisinekler / Son büyük petrol

    felaketinin unutulan etkisi / Manyetik alan ve

    nanoparçacıklar ile uzaktan beyin kontrolü /

    Beynimiz düşündüğümüzden daha çok

    kuşlara benziyor

     SATRANÇ / İzlem Gözükeleş . . . . . . . . . . . . . . 75

     YAYIN DÜNYASI / Baha Okar - Güner Or . . . . . . 76

    Özlem ÖzdemirGazetelerin kitap ekleriyle söyleştik:

    Kitap ve okur arasında önemli bir köprü . . . . . . . 76

     MERAK ETTİKLERİNİZ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 82

     DERS ARASI / Özlem Özdemir . . . . . . . . . . . . . . 84

     BRİÇ / Lütfi Erdoğan . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 86 

    MATEMATİK SOHBETLERİ / Ali Törün

    Tanrı’ya adanan matematik: Sangaku . . . . . . . . . 87

     FORUM . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 90

     BULMACA / Hikmet Uğurlu . . . . . . . . . . . . . . . 96

    KAPAK DOSYASI

    Maddenin dışında,bedenden bağımsız

    10

    Ruh var mı?

    Doç. Dr. Kerem Cankoçak’ın çalışması

    Maddenin kendiliğinden macerasında‘ruh’un yeri var mı?Maddenin macerasında bildiklerimiz çok fazla. Canlı yaşamınnasıl ortaya çıkabildiğini, nasıl evrimleşebildiğini, bilincimizin,aklımızın maddeden nasıl meydana geldiğini (detaylarıyla olmasada) biliyoruz. Ruh diye maddi olmayan bir şeyin var olmadığınıbiliyoruz.

    Yard. Doç. Dr. Hasan Aydın ile söyleşi

    İslam düşüncesinde ruh/nefs öğretisiKlasik İslam düşüncesinde “ruh” ve “nefs” terimleri ne anlamageliyor? İslam düşünürleri ruhun varlığına ilişkin hangi kanıtlarıileri sürdüler? Filozoflar ruhu nasıl tanımlıyor? Ruhun bedenleilişkisi ne? Ruh tanrısal mı? Kaç tür ruh var ve etkinlikleri neler?

    Sibel Özbudun’un makalesi

    E. B. Tylor ve Animizm (Ruhçuluk) Tylor’a göre animizm (ruhçuluk) genel olarak sanıldığı üzereilk(el) din değil, dini mümkün kılan bir bilgidir. Animizm idealistdüşüncenin temel düsturunu oluşturur; yalnızca “vahşi” değil, uygarbir Hıristiyan, modern bir ilahiyat profesörü de özünde animisttir.

    Alâeddin Şenel yazdı

    Ruhun bilgibilimiRuha maddeden bağımsız bir varlık tanınmasının gerisinde,

    ölüm korkusu ve sonsuz yaşam umudu olmak üzere, psikolojik,düşünsel, tarihsel, toplumsal nedenler vardır. Ruh = canlılık+ duyululuk + duygululuk + düşüncelilik + bilinçlilik olarak

    formülleştirilebilir. Bu nitelikler aynı zamanda maddenin,canlının karmaşıklaşarak evrimiyle ulaşılan düzeylerdir.

  • 8/19/2019 Bilim ve Gelecek Dergisi Sayı - 078.pdf

    3/96

    3

    Matematik insanlığınen büyük düşünselyaratılarından birisi.Matematiği sevmek içinöyle çok sebep var ki!Bir hayal dünyası. Onuniçin hayal perdesineyakışacağını düşündüm.Hacivat, Karagöz’e bu kezmatematik öğretiyor.

    Anadolu Kültüründe Ağaçlar / Hasan TorlakHayalleri yitmeyen

    insanların ağacı: Mersin

    Hangi mevsim olursa olsunmutlaka yapraklı ve hoşkokuludur mersin. Her daimyeşil olduğundan ölümsüzdürbir bakıma; hayalleri veözlemleri yitmeyen, yitirmek

    istemeyen, sevdikleriniunutmayan insanlarınağacıdır.

    Prof. Dr. Feza Günergun ile söyleşiGeçmişi de geleceği de

    anlamak için Bilim Tarihi

    Prof. Dr. Şahin Koçak ile “Karagöz Akademisi” kitabı üzerine

    Hacivat, Karagöz’e matematik öğretiyor

    57

    52

    Prof. Dr. Rennan Pekünlü derlediUzay kolonileri gerçekçi mi?

    Hesaplardan çıkan sonuç şu: Gidecek başka yerimiz yok. Yer ötesindeoluşturulacak koloniler dünyamızın nüfus sorununu çözemeyecek.İnsanların Güneş dizgesinin herhangi bir bölgesine taşınması, yalnızca,Yer’deki kaynakların vahşice tükenmesine neden olur.

    PARANTEZ / Ender Helvacıoğlu

    Neden birlikte yaşamakzorundayız? Ve nasıl?

    ‘Türkler ve Kürtler, iç içegeçmiş, aynı vatanı paylaşan,

    gelecekleri ortaklaşmış,eşit haklara ve sorumluluklara

    sahip iki kardeş ulusturlar.’Bu formülasyon gerçekçidirve birlik yönündeki olumlu

    politikaların oluşturulmasınınzeminini yaratabilir.

    6

    “Yıllar önce orta öğretimde seçmelibilim tarihi dersleri vardı. Sonrakaldırıldı. Bu derslerin içeriği ilgi

    çekici şekilde düzenlenirse, gençleribilim ile uğraşmaya yöneltebilir.Bu önemli, çünkü Türkiye’nin bilimüreten toplum olma konusundahızla ilerlemesi lazım.”

    Doç. Dr. Muhteşem Gedizlioğlu yazdı

    Ölüm ve beyin ölümütartışmalarının neresindeyiz?

    Bazı dini çevreler tarafındanağır şekilde eleştirilmeyedevam etse de günümüzdebeyin ölümü kavramı bellihastalar için ölüm kavramınınyerini almıştır. Bu tanımdaruhtan değil, yapısalolarak yaşam işlevlerinin

    sürdürülebilirliğinden söz edilir.

    48

    6266

  • 8/19/2019 Bilim ve Gelecek Dergisi Sayı - 078.pdf

    4/96

    Baskısı olan tüm kitapları Bilim ve GelecekKitap Kulübü’nden temin edebilirsiniz.

    Bilimve Gelecek Kitap Kulübü, yeni çıkan kitapları sizin için takipediyor. Her pazartesi günü, son günlerin yeni çıkan kitaplarını, kolayrastlayamayacağınız indirimli yatlarıyla birlikte içeren bir bülteni,

    Bilim ve Gelecek Kitap Kulübü, üyelerine e-posta olarak gönderiyor.

    Üye olmak için [email protected] boş bir e-posta atmanız yeterli.

    Bilgi almak için tel: (0216) 349 71 72

    Bilim ve Gelecek Kitap Kulübü’nde

    Jose Saramago kimdir?

    İki ay önce kaybeğimiz JoséSaramago (d. 16 Kasım 1922,Lizbon, ö. 18 Haziran 2010,

    Lanzarote), Nobel EdebiyatÖdülü sahibi Portekizli yazardır.

    Lizbon’un kuzeyindeki küçük birköyde doğdu. Yoksul bir köylü aileninoğlu olarak büyüdü. Ailesiyle birliktetaşındığı Lizbon’da meslek lisesinde

    öğrenim gördü. Öğrenimi sırasında kır-sal kesimde çalış. Ekonomik sorunlarınedeniyle okulu bırak. Halk kütüpha-nelerinde girdiği okuma uğraşıyla, ken-di edebiyat beğenisini gelişrdi. Araba

    tamirciliğinden, sosyal yardım uzman-lığına, teknik ressamlıktan gazeteciliğe,redaktörlüğe, editörlüğe ve çevirmen-liğe kadar birçok işte çalış. 1944’deilk karısı İlda Reis ile evlendi, 1947’debu evlilikten tek çocuğu, kızı, Violantedünyaya geldi. İkinci evliliğini 1990’lar-da Pilar del Rio ile yap. 1976’dan son-ra kendini tümüyle kitaplarına verdi.Portekiz Komünist Parsi’ne üye oldu.Kendini ölene dek komünist ve ateistolarak tanımladı.İlk romanı Günah Ülkesi (Terra do Pe-cado) 1947’de yayımlandı. Üretken

    bir yazar olan Saramago’nun 35 ta-ne yayımlanmış eseri vardır; romanve denemelerinin yanı sıra, oyunlarve şiirler de yazdı. 1998 Nobel Ede-biyat Ödülü’ü kazandı.Yazarın biçemigayet dikkate değerdir. Düz yazıların-da, noktalama işare olarak nokta vevirgülden başkasını kullanmaz. Anla-m dili de oldukça muzipçedir; bu da,okuyucuyu yazara bağlayan bir diğeretkendir. Ünlü yazar öldüğünde 87 ya-şındaydı.

    KAMPANYA 1

    - José Saramago’nun toplamda 276,00 TL olan tüm kitaplarını,Bilim ve Gelecek Kitap Kulübü size yüzde 30 indirimle 193,20 TL’ya sunuyor…

    - Yukarıdaki listeden tek tek seçeceğiniz kitaplarda ise % 25 indirim.

    JOSÉ SARAMAGO KİTAPLARI3 Baltasar ve Bilimunda

    Çev. Emrah Efe Çakmak, Gendaş Yayınları, 2000, 13 TL.3  Bilinmeyen Adanın Öyküsü

      Çev. Emrah İmre, İş Kültür Yayınları, 2009, 8 TL.

    3 Bütün İsimler

      Çev. Serdar Çelik, Gendaş Yayınları, 11 TL.

    3 Filin Yolculuğu

      Çev. Pınar Savaş, Turkuvaz Kitap, 2009, 15 TL.

    3 Görmek  Çev. Aykut Derman, Can Yayınları, 2009, 21 TL.

    3  İsa’ya Göre İncil

      Çev. E. Efe Çakmak, Turkuvaz Kitap, 2010, 20 TL.

    3 Kopyalanmış Adam

      Çev. Emrah İmre, İş Kültür Yayınları, 2010, 14 TL.

    3 Körlük  Çev. Aykut Derman, Can Yayınları, 2010, 21 TL.

    3  Küçük Anılar & Çocukluk ve İlkgençlik Anıları,

    Çev. İnci Kut, Can Yayınları, 2008, 9 TL.

    3  Lizbon Kuşatmasının Tarihi,

    Çev. İpek Babacan, İş Kültür Yayınları, 2004, 15 TL.

    3 Mağara,Çev. Sıla Okur, İş Kültür Yayınları, 2005, 23 TL.

    3 Manasr Güncesi,

    Çev. Işık Ergüden, Turkuvaz Kitap, 2007, 21 TL.

    3  Not De�erimden,Çev. Nesrin Akyüz, Turkuvaz Kitap, 2009, 14 TL.

    3 Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş,Çev. Mehmet Necati Kutlu, Turkuvaz Kitap, 2007, 15 TL.

    3 Ressamın Elkitabı,

    Çev. Şemsa Yeğin, Can Yayınları, 2001, 16 TL.

    3  Ricardo Reis’in Öldüğü Yıl

      Çev. Saadet Özen, Can Yayınları, 2003, 22 TL

    3  Umut Tarlaları

      Çev. Ayça Sabuncuoğlu, Can Yayınları, 1999, 18 TL.

    100  TL ’ ye kadar 

    alış verişlerinizde 

    kargo ücre � 5  TL,

    100  TL  ve 

    üzeri ki tap alımlarınızda

     

    kargo ücre � 

    bizden.

  • 8/19/2019 Bilim ve Gelecek Dergisi Sayı - 078.pdf

    5/96

    Yaşamın Tüm Çeşitliliği

    -İlerleme Mitosu-, Versus Kitap, Çev. Rahmi Öğdül, 2009, 320 s., 19,50 TL.Bu kitap, canlıların evrimi üzerine basmakalıp kirlerimizi sorgula-makta. Gould’a göre evrim, en basit canlıların -sonu insana vara-cak olan- gelişimini anlatmaz. İnsan, evrimin kaçınılmaz bir sonucudeğildir. Benzer şekilde karmaşıklığın arşı ve ilerleme de evrimintemel karakteriskleri olarak tanımlanamaz. Kısacası Gould, bukitapta eleşri oklarını doğa tarihinin insanmerkezci anlayışına yö-nelrken, doğal gerçekliğe dair görüşlerimizi yeniden kavramlaş-rmamızı da amaçlıyor.

    Pandanın Başparmağı-Doğa Tarihi Üzerine Düşünceler-, Çev. Ülkün Tansel, Versus Kitap, 2010, 392 s, 24 TL.Stephen Jay Gould Pandanın Başparmağı’nda, evrim kuramının ensıcak konularına değiniyor. Toplam 31 denemeden oluşan Panda-nın Başparmağı’nda evrim okurlarını “kesinli denge kuramından

    yaşamın başlangıcına, Mickey Mouse’un evriminden “bencil ge-n”lere, uyarlanmanın anlamından evrimsel değişimin hızına kadarçok renkli bir yolculuk bekliyor.

    Stephen Jay Gould kimdir?

    Stephen Jay Gould (d. 10 Eylül1941 - ö. 20 Mayıs 2002),Amerikalı paleontolog, jeolog,zoolog, evrimci ve bilimtarihçisi. Yaşamının önemlibir bölümünü Harvard Üniversitesi’nde dersvererek ve New York’taki Amerikan Doğa Tarihi Müzesi’ndeomurgasızların konservasyonunda çalışarak geçirmişr.1972’de Niels Eldredge ile birlikte evrim kuramınıgelişren kesinli denge kuramını ortaya alar. Bilimsel

    araşrmaları kadar, özellikle akıllı tasarımcılarla yürüüğüpolemikleriyle ve evrim kuramını halka benimsetenpopüler bilim yazılarıyla tanınmışr. Natural Historydergisindeki köşesinde, 300 küsur deneme yazmışr.Aralarında bu denemeleri de bir araya gerenler olmaküzere, 24 tane kitabı ve bilim dergilerinde yayımlanmış çoksayıda makalesi vardır.

    KAMPANYA 2BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİYAYINLARI’NDA İNDİRİM

    BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİYAYINEVİ’NİNTÜM KİTAPLARINDA%30 İNDİRİM...

    KAMPANYA 3 BİR YAZAR İKİ KİTAP

    Stephen Jay Gould’un

    iki kitabı:

     Ağustos Ayı Kampanyaları!

    Principia Mathema�ca ve İlişkili Dizgelerin Biçimsel OlarakKararlaşrılamayan Önermeleri Üzerine-1,Kurt Gödel , 2010, 60 s., 12,00 TLBilim ve Gelecek Kitap Kulübü ya: 8,40 TL

    Nesneler Sistemi, Jean Baudrillard, 2010, 247s, 24,00 TLBilim ve Gelecek Kitap Kulübü ya: 16,80 TL

    İşçiler Çalışmaya Karşı -Halk Cepheleri Döneminde Barselona ve Paris’te İşçiler-Michael Seidman, 2010, 445 s., 32,00 TLBilim ve Gelecek Kitap Kulübü ya: 22,40 TL

    Laserin Hikâyesi -Bir Bilimcinin Maceraları-

    Charles H. Townes, 2010, 269 s., 24,00 TLBilim ve Gelecek Kitap Kulübü ya: 16,80 TL

    Bilime Sevdalanmak -Akılda Kalan Nesneler-Sherry Turkle, 2009, 304 s., 18,00 TLBilim ve Gelecek Kitap Kulübü ya: 12,60 TL

    Proust Bir Sinirbilimciydi, Jonah Lehrer, 2009, 245 s., 19,00 TLBilim ve Gelecek Kitap Kulübü ya: 15,75 TL

    Trabzon Şehrinin İslamlaşması ve Türkleşmesi 1461 – 1583Heath W. Lowry, 4. Basım 2010, 247 s., 25,00 TLBilim ve Gelecek Kitap Kulübü ya: 20,00 TL

    Gösterge Ekonomi Poli�ği Hakkında Bir Eleş�ri Jean Baudrillard, 2009, 278 s., 22,00 TLBilim ve Gelecek Kitap Kulübü ya: 15,40 TL

    Adalet Ağaoğlu: “An”ların Uzun Soluklu YazarıAlpay Kabacalı, 2009, 155 s., 25,00 TLBilim ve Gelecek Kitap Kulübü ya: 17,50 TL

    Haklı Savaş Haksız Savaş -Tarihten Örneklerle Desteklenmiş Ahlaki Bir Tez-

    Michael Walzer, 2010, 446 sf. 30,00 TLBilim ve Gelecek Kitap Kulübü ya: 21,00 TL

    Akademinin Düşmanları,Lindsay Waters, 2009, 89 s., 14,00 TLBilim ve Gelecek Kitap Kulübü ya: 9,80 TL

    BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ YAYINEVİKİTAPLARINDAN BAZILARI...

    Bilim ve Gelecek Kitap Kulübünde:İki kitap 43,50 TL yerine, % 40 indirimle 26,10 TL.

  • 8/19/2019 Bilim ve Gelecek Dergisi Sayı - 078.pdf

    6/96

    Parantez

    6

    ürt sorunu, Türkiye’nin kuruluşundan beri süregelenbir sorun. Cumhuriyet tarihi boyunca zaman zamansönmüş gibi gözüken, zaman zaman alevlenen amaçözülemeyen bir sorun. Son 25 yıldır da (ve özellik-le günümüzde) sorunun giderek bir kördüğüm hali-ni aldığını ve süreç böyle ilerlerse çok ciddi tehlikele-re de gebe olduğunu görüyoruz. Konunun hak ettiğigenişlikte tartışılmasının yeri burası değil. Biz sadecebu yakıcı sorun hakkında formülasyonlar halinde ba-

    zı noktaların altını çizmeye çalışacağız.

    Denenmedik hangi politikanız var?1) Ortada çıplak bir gerçek var: Türkiye’nin hâ-

    kim politik sistemi, bu sistemin 12 Eylül darbesin-den sonra -hele hele günümüzde- aldığı biçim, sis-tem-içi tüm politikaları (asimilasyon, inkâr, şiddet,“açılım” vb.) denemesine karşın bu sorunu çöze-medi; çözmek bir yana daha da büyüttü. Bu, bir ol-gu. Mevcut sistemi sorgulayarak ve değişmesini ta-lep ederek çözüm önerenlere “sorun acil, sistemindeğişmesini mi bekleyeceğiz” diye yanıt verenler,bu olguyu göz ardı ediyorlar. Biz de onlara şu soru-yu sorabiliriz: Siz bu sorunu 90 yıldır, son alevleni-şinden beri geçen 25 yıldır çözemediniz. Denenme-dik hangi politikanız var?

    Demek ki sorun aslında bir sistem sorunu. So-runun acil olduğu herkesin malumu; ama demekki sistemin değişimidir aslında acil olan. Kaldı kibu gerçeği herkes biliyor. Kendi çözümünü daya-tan her odak, çözüm paketinin ambalajı çıkartılıpbiraz incelendiğinde görülebilir ki, aslında şu ve-ya bu düzeyde bir sistem değişikliği de önermek-

    tedir. Şimdiye kadar gidildiği gibi gitmenin artıkolanağı yok. Sorun, bundan sonra hangi yöne gi-dileceğidir. Emperyalist güçlerin çizdiği doğrultu-

    da mı, Türk’üyle Kürt’üyle emekçilerin çıkarına o-lan bir yolda mı?

    Üç farklı Kürt topluluğu2) Üç farklı Kürt topluluğu var: a) Türkiye’nin

    sınırları dışında (başta Kuzey Irak’ta olmak üzereSuriye’de, İran’da) yaşayan Kürtler; b) Türkiye’ninDoğu ve Güneydoğu’sunda yaşayan Kürtler; c) Tür-kiye’nin diğer bölgelerine, özellikle büyük kentlere

    göç etmiş ve orada yaşayan Kürtler. Bu üç toplulukbirbirinden farklı niteliklere sahip ama ortak yan-ları da var. Sorun için önerilecek çözümler, bu üçfarklı ama aynı zamanda ortak topluluğun hepsinibirden göz önüne almak zorunda.

    Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş döneminde,Misak-ı Milli, Türklerin ve Kürtlerin yaşadıkları“ortak vatan” olarak çizilmişti. Mustafa Kemal, Mi-sak-ı Milli sınırlarının Musul’u da kapsadığını ısrar-la belirtmişti ve ölümüne dek bu ısrarını sürdürdü.Bir konuşmasında Türkiye topraklarının kapsadığıalanı şöyle belirtmişti: “Avrupa’da İstanbul ve Me-riç’e kadar Trakya; Asya’da Anadolu, Musul arazisive Irak’ın yarısı.” (1) Bu ısrarın nedeni petrol değil-di. “Atatürk’e göre, Musul, Türkiye için ‘petrol değil,memleket meselesi’ idi.”. (2) İsmet İnönü de LozanKonferansı’nda Musul’un Türkiye için, “her şeyinüstünde bir ülke sorunu” olduğunu belirtmişti. (3)

    Cumhuriyet’in kurucularının Musul ısrarınınbir nedeni de, kurulacak ülkenin Kürtlerin tama-mını kapsamasını istemeleriydi. Böylece var olanveya gelecekte çıkabilecek sorunları daha kolay vebağımsız inisiyatifle çözebileceklerini düşünmüş-

    lerdi ve haklıydılar. İster Türklerin ve Kürtlerin birpotada eritilerek tek bir ulus yaratma hedefli birtür asimilasyon politikası izlensin, ister ortak yaşa-

    K

    Neden birlikte yaşamak

    zorundayız? Ve nasıl?Türklerin ve Kürtlerin uluslaşma süreçleri ortaklaşamaz mı, bir potada eritilemez mi? Tabii

    ki olur ve mevcut sosyolojinin gereği de budur. Fakat böyle bir yöne girilebilmesi için,

    varolan politik paradigmanın kökten değiştirilmesi, yeni yönün ara aşamalarının özenle

    tespit edilmesi ve adım adım uygulamaya sokulması zorunludur. Başlangıç itibarıyla şöyle

    bir tanım önerilebilir: ‘Türkler ve Kürtler, iç içe geçmiş, aynı vatanı paylaşan, gelecekleri

    ortaklaşmış, eşit haklara ve sorumluluklara sahip iki kardeş ulusturlar.’

    Ender Helvacıoğlu

  • 8/19/2019 Bilim ve Gelecek Dergisi Sayı - 078.pdf

    7/96

    7

    yan iki ana uluslu bir model benimsensin, bu ikisi içinde gerek şartlardan biri ortak devletin yönlendiriciliğin-de bir arada yaşamaktı. Fakat emperyalistlerin dayatma-sı sonucunda bu hedefe ulaşılamadı, Musul eyaletininTürkiye içine katılması sağlanamadı. Kemalist iktidarın

    gücü buna yetmedi. Böylece Kürt nüfusun yarısı Türki-ye içinde, yarısı da Türkiye dışında kaldı. Modern dö-nemlerdeki Kürt sorununda ilk büyük yarılma budur.Böylece Türkiye Cumhuriyeti’nin içine daha en baştanobjektif olarak bir “saatli bomba” konulmuş oldu.

    Cumhuriyet’in ilerleyen yıllarında tüm Kürt nüfusu-nun kapsanamamasının yaratabileceği sorunları dikkatealan ustalıklı politikalar izlenemedi. “Yarılma” dolayı-sıyla aslında olanaksız hale gelmiş olan kör bir asimilas-yon, olmayınca inkâr, o da olmayınca şiddet yoluna baş-vuruldu ve bugünlere gelindi.

    Günümüzde ise durum çok daha karmaşık. 1980 son-

    rasında Kürtler ikinci bir yarılma daha yaşadılar. Yoğunbaskı ve şiddet ortamı yüzünden ciddi bir Kürt nüfus top-raklarından ve ailelerinden koparak özellikle batıdaki bü-yük kentlerin varoşlarına yerleştiler. Bugün belki de nü-fus açısından en yoğun Kürt yerleşmeleri İstanbul’un,Ankara’nın, İzmir’in, Mersin’in içindedir. Daha önceleri e-konomik nedenlerle gelenler değil ama 80’lerde ve 90’lar-da yoğun devlet baskısı yüzünden batıya göç eden Kürtnüfusun, yaşadığı kentlere entegre olduğundan henüz sözedemeyiz. Entegre olamadılar ve yerleştikleri kentlerinsosyolojik ve politik yapısını büyük ölçüde değiştirdiler.Böylece Türkiye’nin batısındaki büyük kentlerin içine de

    objektif olarak “saatli bombalar” yerleşmiş oldu.Tabii, göz ardı edilemeyecek bir diğer önemli gelişme

    de, ABD işgali dolayısıyla Irak’ın parçalanması ve Kuzey I-rak’ta fiilen bir Kürt devletinin kurulmuş olmasıdır.

    Dolayısıyla Kürt sorunu için önerilecek bir çözüm buüç büyük Kürt topluluğunu göz önüne almak zorunda-dır: Kuzey Irak’ta ABD’nin güdümünde neredeyse devlet-leşmiş bir Kürt topluluğu; Türkiye’nin güneydoğusundaülkenin diğer bölgelerinde yaşayanlardan çok farklı sos-yal, politik ve duygusal niteliklere sahip (seçim sonuçlarıen güzel gösterge) bir Kürt nüfusu; Türkiye’nin batısın-da, yerleştikleri yöreye entegre olamamış ve hâlâ kısa süreönce terk ettikleri yurtlarıyla bağları sıcak olan geniş birKürt topluluğu. Kürt gerçeği bugün böyledir.

    Sosyoloji birleştiriyor,hakim politika ayırıyor 3) Bu üç farklı Kürt topluluğunun Türklerle ilişkisi na-

    sıl? Bu soruya -politik ve sosyolojik- iki düzlemde yanıtverilebilir. Politik düzlemde bakıldığında, geçmiştekile-re ek olarak son dönemde yaşanan olumsuz gelişmelerin,umut bağlanan bazı adımların fos çıkması ve çatışmalarınyeniden artmasının, hem Kürtler hem de Türkler arasında

    hayal kırıklıkları yarattığını ve ortak yaşam arzusunu cid-di boyutlarda törpülediğini teslim etmek gerekir. ÖzellikleDoğu ve Güneydoğu’da yaşayan Kürt nüfus arasında “ay-

    rılma” eğiliminin güç kazandığı biliniyor ve bu durum ba-tıda yaşayan Kürtleri de etkiliyor. Daha da kötüsü, Türktarafında da “ayrılıp gitsinler de kurtulalım” eğilimininboy vermesi ve bunun açıkça dillendirilmeye başlanma-sıdır. (4) Bazıları, Kürt gerçeğini kabul etmeyi, “çekip git-

    sinler” olarak anlamaktadır. Bu gibi eğilimlerin artmasınınne gibi sonuçlar verebileceğini, hele uygulamaya geçerseneler yaşanabileceğini birazdan tartışacağız.

    Konuya sosyolojik (ve tarihsel) düzlemde yaklaştığı-mızda ise farklı bir tabloyla karşılaşıyoruz. Türkler veKürtlerin bin yıllık bir ortak tarihsel geçmişleri var. Sonolarak 20. yüzyılın başında emperyalist müdahaleyi alt e-dip ortak vatan yaratma mücadelesini birlikte vermişler.Türkler ve Kürtler birbirlerine ayrı ülkelerin vatandaşları,hatta ayrı ulusların üyeleri olarak bakmamaktadırlar. He-men herkesin ailesinde Türk ve Kürt kökenli vatandaşlarbulunmaktadır. Kürtler günlük yaşamlarında, hatta kendi

    aralarında bile büyük çoğunlukla Türkçe konuşmaktadır-lar. Zulmün ve çatışmanın yoğun olduğu illerde yaşayanKürt kökenli vatandaşlar, neredeyse bir Kürt devleti ku-rulmuş olmasına rağmen Kuzey Irak’a değil, Türkiye’ninbatısına göç etmeyi tercih etmektedirler. Bunun nedenisadece ekonomik değildir; ortak vatan duygusunun hâ-lâ yoğun olarak devam etmesidir. İstanbul, Ankara, İzmirvb, Kürtler için “başka bir ülke” değildir.

    Bu sosyoloji, yaşanan bunca acı olaya karşın, Türk veKürt kökenli vatandaşların neden hâlâ birbirlerine düş-man olmadıklarını ve çatışmanın (bazı münferit olaylararağmen) sıradan halkı da içine alacak biçimde genişleme-

    diğini açıklıyor. Dünyanın başka yörelerinde çok daha dü-şük düzeydeki çatışmalar bile halkları birbirine kırdırabil-di. 25 yıldır yaşanan acılı sürece karşın bu sosyoloji alttanalta kendi yatağında akmaya devam ediyor.

    Görüldüğü gibi hâkim politika ayırıyor, sosyoloji isebirleştiriyor. Politika ve sosyoloji açıkça birbirine zıt. Ta-bii ki politika sosyolojiyi etkiler ve etkiliyor; son dönemdeiki tarafta da ayrılma eğilimlerinin artışından söz etmiştik.Ama sosyoloji de politikayı etkiler ve eninde sonunda hi-zaya sokar. Politika ile sosyoloji zıtlaştığında son tahlilde -sosyolojinin değiştirilmesi son derece zorlu ve uzun vadeliolduğundan- politika değiştirilir. Mevcut politika kapsa-mında birer handikap ve “saatli bomba” olarak görülen ol-gular (örneğin batı illerinde geniş bir Kürt nüfusunun var-lığı), politik paradigma değiştiğinde olumlu ve yapıştırıcıbir unsura dönüşebilirler. Ayrılık unsurları, birlik unsurla-rına dönüştürülebilir. Sistem-içi “çözüm”lerin handikap-ları, sistem-dışı çözümlerin gerekçeleri olabilir.

    ‘Eşit haklara ve sorumluluklara sahipiki kardeş ulus’4) Kürtler ve Türkler tek bir ulus mudur? “Türk de

    biziz, Kürt de biziz; hepimiz Türk milletiyiz” demek

    ne ölçüde geçerli? Türklüğü, Kürtleri de içeren bir üstkimlik olarak tanımlamak gerçekçi mi? Laz, Arap, Aze-ri, Çerkez, Makedon, Rum, Ermeni, Bulgar vb. kökenli

  • 8/19/2019 Bilim ve Gelecek Dergisi Sayı - 078.pdf

    8/96

    8

    vatandaşlarla Kürtler arasında bir nitelik farkı yok mu?Atatürk’ün 1930 yılında geliştirdiği “Türkiye Cumhuri-yeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” formü-lasyonu birlik için yeterli mi, yeterli oldu mu? Bütün busorulara, bilimsel sosyolojik gerçekleri göz önüne ala-

    rak, tabulardan kurtularak ve en başta birlikte yaşamaniyetini koruyarak yanıt vermek gerekiyor.

    “Türk de biziz, Kürt de biziz” diyerek ortak bir “biz”duygusunu vurgulamaya kimsenin itirazı olamaz; sosyo-lojik bir olgunun özlü ifadesidir bu. İtirazlar ve sorun,hemen ardından “Hepimiz Türk milletiyiz” diye ekleyin-ce ortaya çıkıyor. Çünkü ne yazık ki, Türkler ile Kürtle-rin uluslaşma süreçleri, bu sözün gönül rahatlığıyla söy-lenebileceği bir harmanlanmadan ve paralellikten henüzyoksun. Bu da, yukarıdakiler gibi bir sosyolojik olgu.“Hepimiz Türk milletiyiz” dendiğinde, bu hemen “iste-seniz de istemeseniz de sizi Türkleştireceğiz” olarak al-

    gılanıyor ve gerçeği söylemek gerekirse, 80 yıldır da bualgıyı haklı çıkartacak biçimde (hatta daha ağır biçim-lerde) uygulanmış.

    Türkler, Kürtleri de kapsayacak ve içlerinde eritecekdüzeyde bir uluslaşmayı yaşamadılar. Uluslaşma süreci-ne (örneğin Avrupa toplumlarına göre) oldukça geç birtarihte girdiler ve henüz tamamladıkları söylenemez.Dolayısıyla “Fransızlık”, “İtalyanlık, “Almanlık” gibikapsayıcı bir üst kimlik biçiminde bir “Türklük”ten sözedemeyiz. “Türk kimdir?” diye sorulduğunda hemenOrta Asya’yı ve Oğuz Kağan’ı işaret eden akımların (sol-cu ulusalcılar bile bunu yapıyor) ve ilkel bir etnik mil-

    liyetçiliğin tabanını oluşturan anlayışların hâlâ oldukçaetkin olması da bunu gösteriyor.

    Öte yandan Kürtler daha farklı, daha gecikmiş ve ta-mamlanmamış, daha zorlu ve çok daha karmaşık biruluslaşma süreci yaşıyorlar. Kürtler de hemen hemenTürklerle aynı tarihlerde uluslaşma sürecine girmişlerama bu süreç tarihsel koşullar ve güçlerinin yetersizliğinedeniyle zayıf kalmış. Kendi dinamikleriyle kurulmuşbir devlet gelenekleri yok. Dillerini korumakta ve kullan-makta zorlanmışlar ve zayıf kalmışlar. Günümüzde ise,yukarıda da söz ettiğimiz gibi üçe bölünmüşler. Ama buüç parçada da, farklı düzeylerde de olsa bir “Kürtlük” bi-linci oluşmuş ve gelişmeyi talep ediyor. Türkiye sınırlarıiçinde yaşayanların, hatta Türklerle en fazla iç içe geçmişbatıdaki Kürtlerin bile çoğunluğu kendilerini “Türk” ola-rak görmüyorlar, Türklüğü kendilerini de kapsayan birüst kimlik olarak kabul etmiyorlar. Bir biçimde uluslaş-ma süreci içindeler ve bunu talep ediyorlar.

    Aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları gönüllübir birliğin koşullarını samimiyetle zorlamışlardı. Ortakbir potanın yaratılması için ısrarla Musul eyaletini Misak-ıMilli sınırları içinde saymaları, kurtuluş sırasında “Türkle-rin ve Kürtlerin yaşadığı ortak vatan” tanımına vurgu yap-

    maları, hatta kurulacak ülkenin ismini dahi tartışmaya açıkolmaları bunu gösteriyor. Fakat bu yolda ilerlemeyi sağla-yacak güçten ve sınıfsal niteliklerden yoksundular. Tarih-

    sel koşullar da bu kadarına el vermedi. Atatürk’ün 1930yılındaki millet tanımı (“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuranTürkiye halkına Türk milleti denir”), bir yanıyla devrimevurgu yapıp milleti etnik kökenle tanımlayan ilkel milliyet-çilikle yolları ayırmakta, ama diğer yanıyla bir asimilasyona

    kapı aralamaktadır. Fakat o günün koşullarında, kapitalistyola girerek Avrupa toplumlarının 1-2 yüzyıl önce yaşadık-ları türden gönüllü bir asimilasyonun olanağı yoktu ve butanım bir “ütopya” olarak kaldı. (5) Sonuç olarak tanımındevrimci yönü giderek törpülenirken, devlet asimilasyonaaçılan kapıdan bodoslama girerek bunu zor, inkâr ve şid-det yoluyla uygulamaya girişti. Bunun da bir çıkmaz yol ol-duğu günümüzde açıkça görülmüştür. Bugün dillendirilen“Türk’üyle Kürt’üyle Türk milletiyiz” tanımının ise, arkaya1930’daki gibi yakın bir ortak devrimin rüzgârının da alı-namadığı, tam tersine güvensizlik üreten bir geçmişin bu-lunduğu koşullarda, bir yankı bulma şansı yoktur.

    Bütün bu yazdıklarımız ışığında başlangıç itibarıy-la şöyle bir tanım önerilebilir: “Türkler ve Kürtler, iç içegeçmiş, aynı vatanı paylaşan, gelecekleri ortaklaşmış, eşithaklara ve sorumluluklara sahip iki kardeş ulusturlar.” Buformülasyon çok daha gerçekçidir ve birlik yönündeki o-lumlu politikaların oluşturulmasının zeminini yaratabilir.

    Kendini bilmez ayrılık senaryoları5) Türk tarafından bazı tuzu kurular “Birlikte yaşamak

    zorunda mıyız?” türünden yazılar kaleme alıyorlar. Dahaeskilerde de “ver kurtul” formülasyonu ileri sürülmüştü. Bu“radikal” politikalar ne tür gelişmelere yol açabilir? Bunlar

    mevcut sosyolojiyi zorlayan birer felaket senaryosudur.Diyelim ki, Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda

    Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bazı illeri kapsayan birKürt ülkesi oluştu ve Türkiye de buna razı olmak zorun-da kaldı. Yani verdik; peki, kurtulabilecek miyiz? Bu “razıolma zorunda kalma” sürecinde yaşanabilecek çatışmalarıve kıyımları bir kenara bırakıyoruz; Türkiye’nin batı ille-rinde yaşayan milyonlara ulaşmış Kürt nüfus ne olacak?Bunlara bir ikilem sunulacak: kırk katır mı, kırk satır mı?Ya tamamen Türkleşmeleri (bunu kabul etseler bile uzunsüre ikinci sınıf vatandaş olarak kalacaklar) ya da kendiülkelerine çekip gitmeleri istenecek. 7-8 milyon insanınbatıdan doğuya zorla göç ettirilmesinden söz ediyoruz.İstanbul’dan, İzmir’den, Ankara’dan kalkıp Diyarbakır’aulaşmak için, Sakarya’dan, Bolu’dan, Afyon’dan, Kütah-ya’dan, Isparta’dan, Burdur’dan, Yozgat’tan, Çankırı’dan,Çorum’dan, Kırşehir’den, Konya’dan, Malatya’dan, Kay-seri’den (binlerce evladını yaşanan çatışmalarda kurbanvermiş bu illerden) geçmek zorunda kalacak savunmasızmilyonlardan söz ediyoruz. İç içe geçmiş iki halkın kör birbıçakla birbirinden ayrılmasından söz ediyoruz. Ailelerinparçalanmasından, eşlerin birbirine düşman edilmesinden,çocukların ortada kalmasından söz ediyoruz. 20. yüzyılın

    başındaki Ermeni kıyımına rahmet okutacak bir senaryo-dur bu! 15 yıl önce Yugoslavya parçalanırken yaşananlarise, bu senaryo gerçekleşirse yaşanacaklar yanında “kü-

  • 8/19/2019 Bilim ve Gelecek Dergisi Sayı - 078.pdf

    9/96

    9

    çük bir adli vaka” gibi kalacaktır. Ya iç içe geçmişliğin ya-şandığı bir diğer yöre olan sınır bölgelerinde, Erzurum’da,Erzincan’da, Tunceli’de, Elazığ’da, Sivas’ta, Maraş’ta, An-tep’te, Hatay’da, Mersin’de, Urfa’da, Kars’ta, Van’da, Iğ-dır’da… neler yaşanacaktır? Kaldı ki, bütün bunlar yaşan-

    dıktan sonra oluşacak iki komşu ülke arasındaki ilişkilernasıl olacaktır? Kürtlerinden bu yolla “kurtulmuş” birTürkiye nasıl bir ülke olur? Böyle bir ülkenin rejimi nasılbir şey olur? O ülkenin halkı, nasıl bir halk olur?

    Sırça köşklerinde viskilerini yudumlarken “birlikteyaşamaya ille de mecbur değiliz” diye yazanlara bile dargelecektir böyle bir ülke. Gerek sosyolojimiz ve tarihi-miz, gerekse insanlığımız ve vicdanımız reddediyor böy-le bir senaryoyu.

    “Kürdistan” nasıl bir ülke olur?6) Konuya bir de Kürtler açısından bakalım: Türki-

    ye’den bir parça kopartılarak oluşacak bir “Kürdistan” na-sıl bir ülke olur? Lafı dolandırmadan söyleyelim: Yoğunbaskı aygıtıyla yönetilen bir Amerikan sömürgesi!

    Kuzey Irak’ta fiilen kurulmuş olan “Kürdistan” böy-le bir ülkedir. ABD’nin Irak’ı işgali sürecinde Kürt aşi-ret liderleri tarafından kurulmuştur. Başta Iraklı Arap-lar olmak üzere bütün komşularıyla husumet içindedir,ABD’nin himayesi olmadan bir gün dahi varlığını koruya-maz, dolayısıyla emperyalist işgalciye mahkûmdur. KuzeyIrak Kürt devleti, deyim yerindeyse, Ortadoğu’nun göbe-ğine konuşlandırılmış bir Amerikan üssüdür.

    Günümüz koşullarında Türkiye’den bir parça kopar-

    tarak kurulacak bir “Kürdistan” da farklı olmayacaktır.Türkiye’nin bu bölünmeye razı olmayacağı, ancak em-peryalistler tarafından mecbur bırakılabileceği ortadadır.Hangi açıdan bakarsak bakalım, son derece çatışmalı birsüreç sonucunda kurulabilecek böyle bir ülke de ABD’ninkoruyuculuğu olmadan bir an bile ayakta kalamaz, dola-yısıyla ona göbekten bağımlı olacaktır. Üstelik koptuğukardeşiyle arasında büyük bir husumetle yaşamak zorun-da kalacaktır. Kuzey Irak Kürt Devleti, işgalciyle işbirliğiyaparak kuruldu ama Araplarla savaşarak kurulmadı. Fa-kat Türkiye’deki “Kürdistan” ancak Türklerle savaşarakkurulabilir. Dolayısıyla iki devlet ve iki halk arasındakidüşmanlığın dozu çok daha yüksek olacaktır. Bu da birfelaket senaryosudur; üstüne üstlük çok daha büyük fela-ketlere gebe olan bir senaryo. ABD’nin bölgedeki etkinli-ğinin biraz zayıfladığı anda dört koldan tepesine binilecekbir ülke. Hangi aklı başındaki Kürt böyle bir ülkenin ku-rulmasını ister, böyle bir ülkede yaşamak ister? Eğer böy-le bir ülkede yaşamak isteselerdi, Güneydoğu’daki Kürtvatandaşlar, Türkiye’nin batısına göç etmek yerine koşakoşa Kuzey Irak’taki “ülkelerine” gitmezler miydi?

    Kısacası, Türkler ile Kürtlerin ayrışması ve Türkiye’ninbölünmesi sonucunda oluşacak “Kürdistan” da, geride ka-

    lacak olan Türkiye de, yaşanacak ülkeler olmaktan çıkar-lar. Böyle kurulacak ülkelerde, bırakın sosyalistleri, eşit-likten, özgürlükten, kardeşlikten yana en ufak talepleri

    dillendirenlerin bile esamesi okunamaz; ancak onlar bastı-rılarak ve yok edilerek ilerleyebilecek bir süreçtir bu. Böy-le ülkelerin rejimleri işbirlikçi-komprador burjuvaların,feodal ağaların, tarikat ve aşiret reislerinin diktatörlüğün-den başka bir şey olamaz.

    Türkler ile Kürtlerin uluslaşmasüreçleri ortaklaşamaz mı?7) Birlikte yaşamaya mecburuz. Ama bu mecburiyet,

    bugünkü gibi yaşamaya mecbur olduğumuz anlamına gel-miyor. Yıllardır ve bugün süregelen uygulamalar birliğinaltını oyuyor ve bizleri bu felaket senaryolarını bile ciddiciddi tartışmak zorunda bırakıyor.

    Oysa bu iki kardeş halkın uluslaşma süreçleri ortaklaş-tırılamaz mı, bir potada eritilemez mi, “Kürt de biziz, Türkde biziz; hepimiz aynı milletiz” noktası hedeflenemez mi?Tabii ki olur ve mevcut sosyolojinin gereği de budur. Fakat

    böyle bir yöne girilebilmesi için, varolan politik paradig-manın kökten değiştirilmesi, yeni yönün ara aşamalarınınözenle tespit edilmesi ve adım adım uygulamaya sokul-ması zorunludur. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, “Türklerve Kürtlerin, ortak vatanı paylaşan, eşit haklara ve sorum-luluklara sahip iki kardeş ulus” olduğunun samimiyetletespit edilmesi başlangıç adımıdır. Ve tabii, köklü ortakpratiklere girme, bu pratikler içinde güven tazeleme ve ye-niden sırt sırta verebilme… Kısacası yeni bir vatanı, emper-yalist dayatmalara ve kışkırtmalara göğüs gererek bağımsızbir vatanı, yeni bir ülkeyi, yeni bir devleti birlikte kurma…Ortak bir emekçi cumhuriyeti… Bir ütopya mı? Hayır;

    çünkü Tekel işçilerinin direniş çadırlarında gerçekleşti!Kim ne derse desin, gelinen noktada tek çare budur.

    Devrimlerin çok keskin bir sosyolojisi var. Kimse dev-rim delisi değil ve zevk için devrime kalkışmaz. Zaten dev-rimler, birileri istiyor diye olmaz. Devrimler, felaketleryaşamamak için gerçekleşir. Başka bir çarenin kalmadığınoktada, intihar etmemek için devrim yapılır.

    Türkler ve Kürtler, çok acı çekmiş, çok mücadeleetmiş, çok biriktirmiş, büyük umutlara sahip iki bilgehalk. Eşitliği ve özgürlüğü hak ediyorlar; zaten kardeş-ler. Araya çok kan girdi ama hâlâ kardeşler. Bu kanı dö-kenleri ve buna neden olanları yerle bir edecek bir ortakhareket geliştirebilirlerse eğer, gelecekteki çok daha bü-yük ortaklıkların zemini de yaratılacaktır.

    Kendilerini en başta Türk veya Kürt olarak değil, e-mekçi olarak tanımlayanlar yaratabilir bu ortak geleceği.Bunu beceremezsek yuh olsun bize; yaşamamızın ne an-lamı var? Çocuklarımız için başarmak zorundayız!

    DİPNOTLAR 

    1) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri  , III, s.46. Aktaran: D. Perinçek, “Kurtuluş Savaşında KürtPolitikası”, Kaynak Yayınları, 1. baskı, Kasım 1999, s.225.2) A.g.e., s.225. Mustafa Kemal, Eskişehir İzmit, s.92, 16/17 Ocak 1923.3) A.g.e., s.225. Lozan Barış Konferansı, I, s.369.

    4) Bir örnek: E. Özkök, “Birlikte yaşamak zorunda mıyız?”, Hürriyet  , 6 Temmuz 2010.5) Bu konuda daha ayrıntılı bir analiz için bkz. E. Helvacıoğlu, “Emperyalizm çağında ulus veulusçuluk”, Bilim ve Gelecek  , Sayı: 59, Ocak 2009.

  • 8/19/2019 Bilim ve Gelecek Dergisi Sayı - 078.pdf

    10/96

    10

    Kapak Dosyası

    10

    dama sormazlar mı “neden böyle saçma sapan birbaşlık koydun?” diye. Açıklayayım: bu ruh insa-na fena vuruyor. Vurdu mu insanın aklına, felçediyor. Yukarıdaki başlığın saçma olmadığı ya-zı okundukça anlaşılacaktır. Bu, “ruh” anlamı-

    na gelen çeşitli dillerdeki sözcüklerin, sözbirli-ği etmişçesine “soluk” anlamına da gelmesindenanlaşılabilir. Hatta asıl saçmalığın, ruha verilenanlamların bolluğunda ve çeşitliliğinde olduğusöylenebilir. (1)A

    Alâeddin Şenel

    Ruhun bilgibilimi

    Ey ruh, geldinseüç defa vurmadan

    bir kez olsun dur

    dinle ve düşün,

    titreme!

    İnsanları ruh düşüncesine götüren, yaşam deneyimlerinde gözlemledikleri, canlıvarlıklar ile cansız varlıklar arası nitelik farkıdır. Bu bakımdan ruh sözcüğüyle

    anlatılmak istenenin, çoğu durumda “can”, “canlılık durumu” olduğu söylenebilir.Ruha maddeden bağımsız bir varlık tanınmasının gerisinde, ölüm korkusu ve sonsuzyaşam umudu olmak üzere, psikolojik, düşünsel, tarihsel, toplumsal nedenler devardır. Ruh = canlılık + duyululuk + duygululuk + düşüncelilik + bilinçlilik olarakformülleştirilebilir. Bu nitelikler aynı zamanda maddenin, canlının karmaşıklaşarakevrimiyle ulaşılan düzeylerdir.

    Ruh inancının varlıkta, gerçeklilik dünyasındanesnel karşılıklarının bulunup bulunmadığı-nın varlıkbilimsel (ontolojik) sorunlarını bir ya-

    na bırakıyorum. Ruh kavramının bilgibilimsel (e-pistemolojik) çetin sorunlarıyla karşı karşıyayız.Gerçekten, günlük mantıkla bile tıklanıp aranırsa,

    taşın toprağın, yaşın yaprağın, hayvanın insanınvarlığı, elle tutulabilen, gözle görülebilen olgular-dır. Ama “ruh” ile açıklanmaya çalışılan duygular,

    düşünceler örneğin, varlıklarından kuşkulanılma-makla birlikte, elle tutulabilirler mi, yerleri yurt-ları görülüp gösterilebilir mi? Bu durumda, gün-

    RUH TARTIŞMASININ BİLGİBİLİMSEL SORUNLARI

  • 8/19/2019 Bilim ve Gelecek Dergisi Sayı - 078.pdf

    11/96

    11

    lük mantıkla düşünen insan onların“görünmez” (maddesiz) varlıklar ol-duğu yolunda ileri sürülen düşünce-lere (kuşkulanmadan) nasıl inanabi-liyor diye eleştirilebilir mi?

    İşler ve düşler dünyasınıkarıştırmaBu düşünsel tutumu, İngiliz

    Marksist yazar Cornforth, varsa-yımsal bir örnekle şöyle açıklamış-

    tır: Tarihsel ilkel topluluğun insanı,düşünde birçok serüvenler yaşadı-ğını görmüştür. Uyanıp kendisinikulübesinde yatarken bulduğunda,canının gece bedeninden çıkıp, o-rada burada sürttükten sonra, saba-ha doğru yeniden bedenine girdiğinidüşünecektir. (2)

    Tarihsel olsun, çağdaş olsun il-kel (yalın toplumsal yapılı) top-lulukların, doğada karşılaştıklarıbelli başlı cansız varlıkları da, ken-dileri gibi istek, istenç sahibi can-lılar olarak gördükleri, antropo-loglarca iyi bilinen bir gerçektir.Bu olgu (Latince “can” anlamınagelen animus  sözcüğünden yarar-lanılarak) “cancılık” (animizm)olarak adlandırılmıştır. Bilgi edin-menin insan odaklı (antroposant-rik) doğasının bir ürünü olarakinsan, cansız doğanın varlıklarınıda (antropomorfizm yani insanbi-

    çimcilik denen bir eğilimle) kendigibi (istekli, istençli, duygulu, dü-şünceli) sanmıştı. Bir başka anla-

    tımla, insanlar canı tüm varlıklarayaymıştı. (3)

    İnsanodaklılık,insanbiçimcililik

     ve ruh inancıİnsanlar geçmişte doğada (can-lı cansız) her varlığa can veren biröğenin varlığına inanmışlardı. Bu-gün de inananlar var. Buna bilimçevrelerinde, Polinezya çağdaş ilkeltoplulukların verdiği ad ile mana denmektedir. (4) Varlıklara can ve-ren böyle bir doğaüstü gücün var-lığı inancı, farklı adlarla ve nitelik-lerle de olsa, öteki çağdaş ilkellerdede vardı. Arkeolojik ipuçları tarihsel

    ilkel topluluklarda da bulunduğunugöstermektedir. Öyleyse, tarihin uy-gar topluluklarında karşımıza “ruh”olarak çıkacak bu inancın geçmişin-de “cancılık” ile “mana” düşüncesi-nin durduğu söylenebilir.

    Cansız maddenin de ruhu olur muymuş?Günümüzün bilimsel düşünüşü

    düzeyinden bakılarak, cansız mad-denin yapısında ve deviniminde o-

    na etkide bulunan, maddeye bağımlıya da ondan bağımsız olan ve mad-desel varlığı bulunmayan bir gücünvarlığı ileri sürülebilir, bu gösterile-bilir mi?

    Yükseköğretim yıllarımda(1960’larda) Ruh ve Madde  adındabir dergi yayımlanırdı. Recep Dok-sat adında bir doktor ve çevresinceçıkarılıyordu. Ruhun varlığının bi-limsel kanıtlana-bilirliğinden sözediliyordu. Buyolda dergide ve-rilen, aklımda ka-lan iki örnektenbiri, genç yaşta ö-len bir İsveç kra-liçesinin ruhununçekildiği söylenenfotoğrafıydı. (5)Ötekisi “alum ru-hu”: “Alum” de-

    nen potasyumsülfat kristalleri-nin, bir eriyik içi-

    ne atıldıklarında kopup yitmiş par-çalarını tamamladıkları ve bunundoğa (fizik-kimya) yasalarıyla açık-lanamayacağına göre “alum ruhu”ile açıklanması gerektiği savı.

    Cansız doğada maddesel varlığıbulunmayan bir öğenin bulunama-yacağı, bilimsel bir gerçek olarakbilim çevrelerinde benimsenmiş,tüm yaşam deneyimimizle kanıt-lanmış bir görüştür. Dolayısıyla,kimi dinbilginlerince, felsefeciler-ce ve “karanlıkbilimciler” tarafın-dan geliştirilen incelikli ve bulanıkkanıtlara verilebilecek yanıtlar do-ğa bilimcilere (bkz. bundan sonra-ki yazıya) bırakılarak canlı doğaya

    geçilebilir.Burada bir polemiğe girmekten

    kendimi alamayacağım. Şöyle ki,ruhun varlığına inanan inanmayaninsanların, cansız madde üzerindebinyıllardır işlemde bulunup, on-dan edilginliğini aşan hiçbir tepkigörmedikleri ileri sürülebilir. Gör-selerdi, örneğin, “Şişman Adam”(İng. Fatman yani Hiroşima’ya atı-lan bombanın kod adı) kendisiniyüz binlerce insanın yok edilmesin-

    de kullanacak politikacılara, nükle-er fizikçilere, pilota öyle ya da böylebir tepki gösterirdi. Ne bileyim, ör-neğin yerçekimine karşı çıkıp hava-da asılı kalabilirdi. Böylece madde-nin ruhunun (veya onu durduran“Büyük Ruh’un”) varlığının binler-ce kuşak hiçbir insanın karşı çıka-mayacağı görsel bir kanıtı verilmişolurdu.

     Animizmi temsil eden bir çizim.

    “Şişman Adam” (İng. Fatman yani Hiroşima’ya atılan bombanınkod adı) neden yerçekimine karşı çıkıp havada asılı kalmadı?!

  • 8/19/2019 Bilim ve Gelecek Dergisi Sayı - 078.pdf

    12/96

    12

    Canlıları cansızlardan ayırt eden,bilindiği gibi, üreme, duyu,

    duygu, düşünme, bilinç nitelikleri-dir. Bunların ruhun yarattığı ürün-ler olarak görülmesi, ruh kavramıylaaslında canlılık durumunun anlatıl-dığını göstermektedir.

    Cansızlar ile canlıların görünüm-lerindeki bu farklılıklara karşın ya-pılarının ortak noktaları vardır.Canlılar da maddesel bir varlığa sa-hiptir. Bunlar karmaşık bileşikler

    olup, kimyasal yollarla çözümlen-diklerinde ya da ölümleriyle çözül-düklerinde, geride elementler, ele-mentlerin molekülleri kalmaktadır.Bu elementlerin giderek daha fazlakarmaşıklaşmaları sürecinde, yeni-den canlılarla, duyu organlarına sa-hip canlılarla karşılaşılmasında ise,duygu ve düşünce sahibi olup duy-gusal düşünsel tepkiler gösterebi-len insanların görünmesinde bazıgerçeklerin ipuçları yakalanabilir.

    Canlıların yapılarının karmaşıklaş-masının bir noktasında duygular(sevgi-nefret), en karmaşıklaşmışdüzeyinde düşünceler ve bilinç ilekarşılaşılmaktadır. Karmaşıklaşma-nın biçim ve dereceleri ile canlıyıcansız varlıklardan ayırt edici bu ö-zellikler arası neden-sonuç ilişkile-rinin ortaya çıkarılması, bilimin enüst düzeylerinde uğraşılan işler. (6)Ama bu konuda kaba bir gözlem-le ve sağlam bir uslamlamayla ula-şılabilecek gerçekler de var: Örne-

    ğin, bir canlı olarak bitkilerin ruhtaşıyıp taşımadıkları sorusunun biralt başlığı olarak, bitkilerin de can-lının “ruh durumlarından” biri olanacıyı çekip çekmedikleri sorusu ya-nıtlanabilir.

    Bitkiler acı çeker mi?Canlı doğaya canlıların evrimi

    perspektifinden bakılırsa, canlıla-rın bazı niteliklerinin evrimsel geliş-melerinin belli düzeylerinde ortaya

    çıktıkları hemen görülür. Evrim açı-sından nedenlerine bakılmasa bile,ortada görmezden gelinemeyecek so-nuçlar durmaktadır. Acı duygusununvarlığı, sinir dizgesinin (sinir sistemi-nin) varlığının “olmazsa olmaz” ko-şuludur. Buna dayanılarak, bitkilerinsinir dizgesine sahip olmadıklarınabakıp, kesilirken acı duymayacakları(duyularının, duygularının bulunma-dığı) kuşku duyulmayacak bir gerçekolarak ileri sürülebilir. Bitkilerin de

    duygu beslediklerini (kimi Budacı-lar, kimi çevreciler, kimi metafizik-çiler gibi) ileri sürmek, bilimsel birdeğerlendirmeyle, düpedüz saçmala-maktır. Aynı yargı, tüm hayvanların(öyleyse solucanların) düşündükleri(dolayısıyla ruh taşıdıkları) savı içinde verilebilir.

    Ölümden sonra duygu,düşünce olmadan“ruh” olur mu?Gerçekten, duygu, düşünce gibi

    niteliklerin ele avucagelmeyip, görülüp gös-terilememesi, onlarınolmadıklarını göster-mez. Ama nedenlerininaçıklanmasını güçleş-tirir. Gene de onlarınvarlığı, sonuçlarındananlaşılabilir. Ayrıca,onlarla ilgili organla-

    rın varlığından ve yok-luğundan da varlıkları,yoklukları çıkarılabilir.

    Düşünce elle tutulamaz ama düşünceorganı tutulabilir. Nerede simge iş-leyebilecek derecede evrim geçirmiş(yeterli karmaşıklık derecesine ulaş-mış) beyin varsa, orada düşünce bu-lunur; yoksa bulunmaz. Bu gerçek-ten çıkarılabilecek bilimsel bir sonuçda beynin (ölümle, hatta “beyin ölü-mü” ile) sağlığını, varlığını yitirdiğidurumlarda, onun üreteceği düşün-cenin de bulunmayacağıdır. Ki bu,düşünce ve bilinç ile özdeşleştirilen

    anlamıyla ruhun ölümden sonra var-lığını sürdüreceği savının da yanlışlı-ğını gösterir.

    Bitkilerin üremesibiyokimyasal nedenlerleaçıklanabilir mi?Hücre çekirdeği kara kutusunun

    açılmasından önce, bitkilerin çiçekaçması, üremesi gibi olaylar, neden-lerle açıklanmayıp ereklerle açıkla-nabiliyordu. Bu yolda bitkileri üre-

    me ereğine yönelten bir ruhlarınınbulunduğu ileri sürülüyordu. Ya daonların dışında, onları yaratan, ü-reten bir ruhun (yaradanın) varlı-ğı inancıyla (yaradanın onlara üre-meye yönelten organlar bağışladığıdüşüncesiyle) açıklanmaya çalışılı-yordu. Genetik biliminin ve onunverilerine dayanılarak kurulan çağ-daş biyoteknolojinin bulguları (hüc-re çekirdeği kara kutusunun kırılıpiçine girilmesi) bu tür ruhçu, yara-tılışçı açıklamaların çanına ot tıkadı.Daha önemlisi büyüme, üreme gibicanlılık (ruh!) olaylarının molekü-ler biyoloji ile nedensellikçi açıkla-maların kanıtlanmasına kapıları ar-dına dek açtı.

    Bilim ve Gelecek dergisi 72. sayı-sında Kenneth Miller’ın “Darwin’inTanrısını Aramak” başlığıyla çevri-lerek yayımlanan yazısı bunun enumut verici örneklerinden biri. Kı-

    saca anımsatmak gerekirse, Ken.Miller Katolik inançlı evrimci birbiyoloji profesörü. Çocukluğunda

    CANLILARDA DUYGULARIN VE DÜŞÜNCELERİNNEDENLERLE AÇIKLANMASININ ÖNÜNDEKİ SORUNLAR

    Bitkilerin de duygu beslediklerini (kimi Budacılar, kimiçevreciler, kimi metafizikçiler gibi) ileri sürmek, bilimselbir değerlendirmeyle, düpedüz saçmalamaktır.

  • 8/19/2019 Bilim ve Gelecek Dergisi Sayı - 078.pdf

    13/96

    13

    mahalle papazının kilisedeki saksı-nın çiçeklerini göstererek, dünyadahiçbir kimse bu çiçeğin nasıl açtığı-nı açıklayamaz… Çünkü o da sizlergibi Tanrı’nın bir yaratısı anlamın-

    daki sözlerini anımsıyor. Ne var kibunu anımsamasına yol açan neden,bitkibilimci Eliot M. Meyerowitz’inve ekibinin bir bitkideki tomurcu-ğun yaprağa mı çiçeğe mi dönüşe-ceğini belirleyen etmenin (nedenin)dört genin aralarındaki etkileşimlerolduğunu kanıtlaması. Demek ki et-men “çiçek olsun ve bitki üresin”diyen bir Tanrı değil!

    Arkası gelecektir (diyorum): Do-ğada kendiliğinden oluşan genler

    arası neden-sonuç ilişkileri ürünüolan bu tür canlılık olaylarına insanistenç, emek ve ereği karışıp genle-rin etkileşimi etkilendiğinde, yaratı-cının, ruhun yerini insan alacaktır.

    Peki ya hayvanlarınduyguları ve insanlarındüşünceleri ruh dışındaaçıklanamaz mı?Sorun, biraz daha ele avuca, ak-

    la sığabilecek noktaya vardı sanırım:

    Maddenin, maddenin özelliklerininvarlığı, devinimi erek, ruh kavramla-rına başvurulmadan, nedenleriyle a-çıklanabiliyor. Canlılardan bitkilerinüreme, büyüme gibi nitelikleri de, bi-rinci kara kutu olan hücre çekirdeği-ne girilmesiyle fizik, kimya, biyoloji(genetik) yasalarıyla, açıklanamayan-lar dünyasından açıklanabileceklerdünyasına çağrılmış bulunuyor.

    Ya hayvanların duyguları, insan-ların düşünceleri gibi “ruhlar dün-yasının” tutsakları olarak tutulannitelikler de kimyasal tepkimelerleaçıklanabilecekler mi? Acı çeken birhayvanın refleksel kaçmasının (de-viniminin) nedenleri ve düzenekle-ri neden-sonuç ilişkileriyle açıklana-bilse bile, hayvanların, bedenlerini“kaçıp kurtulma” yolunda devinimegeçirme “amacı”, fizik, kimya, biyo-loji yasalarıyla açıklanabilir mi?

    Canlılık, 20. yüzyıla dek iki kara

    kutusu olan hücre çekirdeğine (için-deki genetik nedensellik yasalarına)ve kafatasına (içindeki beyinde olu-

    şan algılama, bellekte tutma, anımsa-ma, yargılama, karar alma ve bedeni,beynin motor odağından kaslara gön-derilen uyarıcı sinyallerle devinimegeçirme düzeneklerine) girilinceye

    dek bilimsel olarak açıklanamamak-taydı. Hele sinir dizgesi hakkında ölübir kurbağaya elektrik şokları verilin-ce kaslarının kasılmasıyla bacaklarınıoynatması deneyinin bilinmediği, bi-yoloji derslerinde gösterilmediği yüz-yıllarda, madde dışı (tinsel, manevi)bir dünyanın varlığına ve maddeselvarlığı olmayan güçlere inanca (can-lıları onun devindirdiği inancına) sı-ğınılmasına şaşmamalı. (7)

    Düşünceler atomların moleküllerin devinimiyleaçıklanabilir miydi?Kafasını metafizik inançların bas-

    kısından kurtarmış bir Eski Yunandüşünürü olan Demokritos (MÖ 4.yüzyılda) düşünceleri atomlarla a-çıklama girişiminde bulunmuştu.

    Demokritos’a göre (8) evren, var-lığın bölüne bölüne artık bölüne-meyecek noktadaki en küçük bö-lünemez (Yun. A-tom) parçaları ile

    onların içinde devindikleri boşluktanoluşuyordu. Varlıklar onların çeşitlibirleşmelerinden, olaylar devinimle-rinden doğuyordu. Evrende her şeymaddeden (atomlardan) yapılmıştı.İnsanda maddesiz bir varlık yoktu,düşünülemezdi. İnsanı da madde o-luşturuyordu. Maddesiz “ruh” de-nebilecek bir şey yoktu. Ruh denenşeyler, düşünceler bile hafif, sıcak veince atomların devinimlerinden olu-şuyordu. Onların devinimleri durgunve ölçülüyse insan mutlu; kızışık, öl-çüsüzse, mutsuz oluyordu. Ölümleinsanı oluşturan atomlar dağıldığınagöre, geride ruh denebilecek bir şeyde kalmıyordu. Dolayısıyla ölümdensonra acı duymak diye bir şey ola-mazdı. Bu yüzden insan kendini ö-lüm korkusundan (böyle düşünerek)kurtarmalıydı.

    Görüldüğü gibi Demokritos, duy-guların ve düşüncenin açıklanmasın-

    da doğru yola girmiş, ancak zama-nında sinir dizgesi ve onun çalışmadüzeneği bilinmediği için (kafatası

    kara kutusu açılmış olmadığı için)doğru sonuçlara varamamıştı. Bugün

    biliyoruz ki sinirler ve beyin de atom-lardan (ne kadar karmaşık olurlarsaolsunlar) moleküllerden oluşurlar.Ancak moleküller duyuların, duygu-ların ve düşüncelerin oluşumlarının(bilincin) açıklanmasında gerekli ol-makla birlikte onların, anlamlarınınaçıklanabilmesi için yeterli değildir.Çünkü sonuç, onların etkileşimin-den çok, onlar üzerinden gönderilenelektrik akımıyla kodlanmış sinyal-lerin anlaşılmasına bağlıdır. Kısacası

    duygular ve düşünceler neden-sonuçdüzeneğiyle açıklanamaz.

    Çocuk ile Soba  öyküsündeerek-sonuç ilişkisiDiyelim ki bir köy evinde, Zon-

    guldak’ta 30 işçinin yaşamı pahası-na ucuza çıkarılan kömürle yakıl-mış bir soba. Evin emeklemektenyeni kurtulmuş bir çocuğu. Sobanınkızıllığının albenisine kapılıyor. So-baya dokunuyor ve eli yanıyor (ne-den); yanan elini refleksle çekiyor(sonuç). Aradan aylar geçiyor. Eli-nin yarası kapanmış, acısını unut-muş. Soba gene nar gibi kızarmış.Elini uzatır uzatmaz, daha anne-si “cızz” demeden, kızıllığı algıla-masının kendiliğinden yarattığı birçağrışımla, elinin geçmişte duydu-ğu acısını anımsıyor. Ve eli bir da-ha yanmadan, yanmasın diye (erek)elini çekiyor (sonuç). Çocuğun elini

    yanmadan çekişi ereksel bir olay o-lup, taşın, bitkinin devinimlerindennitelikçe farklıdır.

    Kafasını metafizik inançların baskısındankurtarmış bir Eski Yunan düşünürü olanDemokritos (MÖ 4. yüzyılda) düşünceleriatomlarla açıklama girişiminde bulunmuştu.

  • 8/19/2019 Bilim ve Gelecek Dergisi Sayı - 078.pdf

    14/96

    14

    Başlıkta amaçlanan psikanaliz(ruh durumu çözümlemesi) de-ğildir. Ruhun kendisinin (?) çözüm-

    lemesi hiç değildir. Ruh kavramınınçözümlemesidir. Buraya dek yazı-lanlardan yazının bu amacı (meram)anlaşılmış olmalı. Sözü daha fazlauzatmadan baklayı ağzımdan çıka-racağım.

    Ruh = canlılık + duyululuk+ duygululuk + düşüncelilik+ bilinçlilik durumudur İnsanları ruh düşüncesine götü-

    ren, yaşam deneyimlerinde gözlem-

    ledikleri, canlı varlıklar ile cansızvarlıklar arası nitelik farkıdır. Bu ba-kımdan ruh sözcüğüyle anlatılmakistenenin, çoğu durumda “can”,“canlılık durumu” olduğu söylene-bilir. Ruha maddeden bağımsız birvarlık tanınmasının gerisinde, ölümkorkusu ve sonsuz yaşam umuduolmak üzere, psikolojik, düşünsel,tarihsel, toplumsal nedenler de var-dır.

    Canlılık beslenme, büyüme, ço-

    ğalma ile başlar; ölümle sınırlı birsüreç olarak biter. Bu başlangıçniteliklerine (canlılar evrilip kar-maşıklaştıkça) duyu (duyularladüşünceler karışımı olduğu söyle-nebilecek) duygu ve düşünme ye-tileri de eklenir. En sonunda “dü-şündüğünü düşünme yetisi” olaraktanımlanabilecek “bilinçlilik” ka-tılır. Bu yüzden “insan bilen, bil-diğini bilen tek canlı” olarak ta-

    nımlanmıştır. Dolayısıyla kabaca,Ruh = canlılık + duyululuk + duy-gululuk + düşüncelilik + bilinçlilik

    olarak formülleştirilebilir. Bu ni-telikler aynı zamanda maddenin,canlının karmaşıklaşarak evrimiyleulaşılan düzeylerdir. Süreç terstenalınıp çözümlenirse ruh kavramınınçözümlemesi şöyle yapılabilir:

    Bir canlı, duyu organlarını yitirir-se, bu demektir ki gitti ruhun dörttebiri. Duyu organlarını beyne bağla-yan sinir dizgesinin işlevini göremezduruma gelmesi de aynı sonucu do-ğurur. Ortada duyularını değerlen-

    dirip, onları (belleğindeki) geçmişduyu anılarıyla karşılaştırıp, yanidüşüncelerle işleyip bir şeyi sevdi-ği ya da sevmediği gibi sonuçlara(duygulara) varmasını engelleyen(küntlük gibi) fizyolojik-nörolojikkoşullar varsa, gitti ruhun dörtte bi-ri daha. Duygular yanı sıra düşünce-ler üreten (simge işleyen) organımızişlevini göremez duruma düşerse yada “beyin ölümü” gerçekleşirse (bit-kisel yaşama girişteki gibi) “bilinç

    yitimi” durumlarında gitti ruhundörtte üçü. Bedenin bütün işlevle-rinin durmasıyla canın gitmesi, can-lılığın sona ermesi üzerine tümüyleuçtu gitti ruh.

    Bunlar herhangi bir insanın dü-şünebileceği, bildik, yalın, açık doğ-rular. Yinelenmesi hiçbir yaratıcıdüşünüş çabasını gerektirmeyen dü-şünsel sonuçlar. Dolayısıyla bir dü-şünce israfı, sözcük, kağıt, zaman

    savurganlığı olarakgörülebilir. Yazarkenkendimi öyle, akıntıyönünden boş yerekürek çekiyormuşgibi duyumsadım.Ayrıca bu yazdık-larımı okuyucula-rın çoğunun bildiğiilkel, işlenmemiş,kuramsal düzeyeçıkarılmamış dü-

    şünceler olarak gö-receğini düşünüpkendimi kendi gö-

    zümde de küçük düşürdüğümü dü-şündüm. Ama varın yok, yokun vargösterildiği ideolojik savaşımda ba-

    zen kişi yalın, apaçık gerçekleri gös-terip “o sizin dinsel, mistik, felsefiustalıklarla bulandırarak gösterdiği-niz gibi değil, bakın işte bu bu” gibisıradan düşünsel tepkiler göstermekdurumuna düşürülebiliyor. Genede ilkel görünen bazı deyişlerimin,konunun işlenmesinde yeri gelincekullanılacak stratejik amaçlarla dil-lendirildiği gözlerden kaçmamış ol-malı. Yukarıdaki “uçtu gitti ruh” de-yişi bunlardan biri.

    Ruh uçar mı yoksa onuinsanlar mı uçurur?Bu deyişte “şeyh uçmaz onu u-

    çuran müritleridir” sözünden esin-lenildiği ortada. Kullanılmasındakiamaç, kendime ruhun varlığı yanıl-gısının oluşmasında “son nefes” ve“uçup gitme” analojilerinin etkisinedeğinme fırsatı yaratmak.

    Ağza tutulan aynada buharlaşma-nın görülmemesinden önceki son

    soluk (nefes) canlılıkla ölüm du-rumu arasındaki sınırda gözlemle-nen bir olaydır. Ancak son soluk,ruhun bedenden ayrılmasıyla ölümolayını gerçekleştiren bir olay (fe-nomen) değil, ölüm olayının bir yanürünüdür. Her ölümde görülmeklebirlikte, ölümün nedeni değil, bil-gibilimdeki adıyla bir gölgeolay (birepifenomen) niteliğindedir.

    Aslında son soluk, canlı ile cansızvarlık arasındaki asıl farklılıklarınkavranıp açıklanabileceği yeterliktebilgi birikime sahip olunmadığı dö-nemlerde kurulmuş bir inançla ilgi-lidir. Bedenin ölümü, onu canlı tu-tan, ne olduğu tam bilinmeyen birgücün kişiyi son nefesle bırakıp gi-dişiyle açıklanıp adlandırılmıştır.

    Etimolojik sorgulama:Ruh sanılan şey “son soluk” mu?

    Buradan giderek ruh kavramı-nın oluşturulmasında etkisi bulu-nan lenguistik bir soruna değinmek

    BİR “RUH” ÇÖZÜMLEMESİNE DOĞRU

    Ruha maddeden bağımsız bir varlık tanınmasının gerisinde,ölüm korkusu ve sonsuz yaşam umudu olmak üzere, psikolojik,düşünsel, tarihsel, toplumsal nedenler de vardır.

  • 8/19/2019 Bilim ve Gelecek Dergisi Sayı - 078.pdf

    15/96

    15

    gerekmektedir. Dilin doğuşu ile il-gili (saygın) kuramlardan biri de“sestaklit” (Yun. onomatopoia’danalınarak yaratılan) onomatopoetikolarak adlandırılan görüştür. İlk

    sözcüklerin, doğadaki varlıkların(civciv gibi) seslerinin taklitleriy-le oluşturulduğu görüşüdür. Böy-le olsun olmasın, ilkin maddeselvarlıkların adlandırıldığını düşü-nebiliriz. Sıra olayların, ilişkilerinsimgelenmesine gelince (piktog-rafik yazılarda ayak resminin aynızamanda “yürüme” eylemini, “git-me” olayını simgelemesinden alı-nacak destekle) maddelerin simge-lerine birden fazla anlam yükleme

    yolunun izlendiği anlaşılıyor. Buyolda ölüm olgusunun son solukile ilişkilendirilip çağrıştırıldığı vecanlılığın “soluk” ile adlandırıldığı,giderek “soluk” (nefes) sözüne in-sanı canlı tuttuğu sanılan güç (ruh)anlamı yüklendiği de anlaşılıyor.Hem Sami dillerinde hem onunla“soy bağı” bulunmayan Hint-Avru-pa dilleri ailesinde “ruh” anlamınagelen sözcüklerin etimolojisindesoluk anlamının da bulunması bir

    rastlantı olamaz. Kültürel etkilemesüreci de böyle bir sonuç doğura-mazdı. Çünkü ruh için soluk, yelanlamına da gelen sözcüklerin kul-lanılması, kültürel etkilenme bölge-leri dışında kalan ülkelerin dillerin-de de görülür.

    Gerçekten İbranice’de soluk, ruhanlamına gelen iki sözcükten birineşame, ötekisi Arapça’da da görü-len roah’tır. Arapça’da ruh  yanı sı-ra nefs  de (Türkçe’de olduğu gibi)

    aynı zamanda ne-fes demektir. Yu-nanca’da pneuma ve psyche; Latin-ce’de ikisi de “so-

    luk” anlamı taşıyanspiritus ve animus sözcükleri var-dır. Hatta Ural-Al-tay Türkçesi’ndeki“tin”, Çince’dekiqi, Sanskritçe’dekiatman  gibi farklıhalkların dillerin-de farklı sesli söz-cükler, hep ruhyanı sıra yel, soluk

    gibi anlamlara dagelmektedir. Altında, maddesel ol-mayan olgulara daha önce konmuşmadde adlarına ikinci anlam yük-lenmesi gibi dil oluşumunun ortakeğilimleri yatar. Bunun yanı sıra,canlılığı kavrayıp adlandırmamızdamaddesel olmayan bir gücün (ru-hun) varlığı gibi ortak bir yanılgınınyattığı söylenebilir. Ruh kavramı-nın geliştirilmesi bu adlandırma vebu yanılgı doğrultusunda olmuştur:

    soluk alma vermenin, o tarihlerde“oksijen” dolayımıyla canlılıkla do-laylı bağlantısı bilinmeden, canlılık-la doğrudan bağlantısı kurulmuştu.Gene o tarihlerde soluk anlamınada gelen sözcükler yanı sıra kullanı-lan (örneğin Almanca’da geist gibi)başka sözcükler grubunun etimolo- jisinde “akıl” anlamının bulunma-sı (9) ise, ruh ile amaçlananın çoğudurumda akıl olduğunu göstermezmi? Bu bakımdan, akıl anlamına dagelen sözcüklerin, gerçekliği, solukanlamına gelen sözcüklerden dahadoğru yansıttıkları söylenebilir.

    Ruh bedenin tutsağı mı,bedene bağımlı mı?Gerek kimi doğulu düşünürlere

    (örneğin Brahmacılara) gerek kimibatılı düşünürlere (Pythagorasçılara,Sokrates’e, Platon’a) göre ruh bedene(neredeyse açıklanmayan bir neden-

    le) tutsak olmuştur. Beden kafesin-den kurtulmasıyla bedenden bağım-sız ve özgür varlığına kavuşacaktır.

    Bu görüş, ruh-beden (yani be-den-zihin) kavramlarının gerisindebulunan varlık-düşünce ilişkisi ger-çekliğini tepetakla gösteren ideolo- jik (sınıfsal) bir bakışın ürünüdür.Ruh kavramı felsefede maddenindüşünceyi belirlediği (materyalist)görüşünü savunanlarla düşüncenin(ruhun) maddeyi yaratıp yöneterekbelirlediği görüşünü savunan (ide-alist) okulların düşünürleri arasın-

    da düşünsel savaşın savaş alanı o-lagelmiştir. Tartışma, konumuzunkavramlarıyla sunulursa, maddeile onun bilgisi (düşünce) arası i-lişkiye indirgenebilir. Bu açıdanbakılırsa, maddenin düşüncedenbağımsız (cansız madde) örnek-lerinin varlığı yadsınamaz. Bunakarşılık nerede duygudan, düşün-ceden söz edilebiliyorsa orada ke-sinkes (mutlaka) maddenin (simgeişleyebilen karmaşık biçimiyle bey-nin) varlığı da gereklidir. Bir baş-ka deyişle, madde ruhtan (duyular,duygular, düşünceler, bilinç olarakruhtan) bağımsız, özerk varlığıylaevreni doldurmuş durumdayken,ruhun bedenden bağımsız varlığı-na tanıklık edilememektedir. Buda sıradan anlamıyla, maddeyi ya-ratan, yöneten şöyle dursun, mad-deden bağımsız bir ruh kavramınınbile gerçeklik dünyasında karşılığı-

    nın bulunmadığını gösterir. Açık-çası ruhun yokluğunun düşünselkanıtıdır.

    Ruh uçar mı yoksa onu insanlar mı uçurur?

    Ölüm olgusunun son soluk ile ilişkilendirilip canlılığın “soluk” ileadlandırıldığı, giderek “soluk” (nefes) sözüne insanı canlı tuttuğusanılan güç (ruh) anlamı yüklendiği de anlaşılıyor.

  • 8/19/2019 Bilim ve Gelecek Dergisi Sayı - 078.pdf

    16/96

    16

    Ruh kavramının tohumları, do-ğa hakkında, cancılık anlayışıve “mana” inancı biçiminde yetersiz

    ve yanlış bir kavrayışa ulaşılmasıylaatılmış olmalı. İnsanın ise, canlınınorganik evrimi sürecinde, sistemliolarak maddesel ve simgesel araçlaryapıp kullanabilme yetisi sağlayanorganlarının evrildiği evrede orta-ya çıktığı kabul edilebilir. Onun, ilkmaddesel aracıyla birlikte, o aracınsimgesini kafasında biçimlendirir-ken ilk simgesel aracını da yaratmışolacağını söylemek, tarihsel gerçek-liğe pek ters düşmese gerek.

    Bilen özne ve yaratıcıözne olarak insanDoğada bir araya gelebilen gele-

    meyen nesneler vardır. Önce, onlarınimgeleri de kafada öyle olacaktır. A-ma insan, kafasında imgeleri özgürceişleme yetisini kazanınca, doğada yanyana gelmeyen nesnelerin imgelerinikafasında yan yana getirmekte güç-lük çekmeyecektir. Böylece doğadakarşılığı olmayan imgeler (simgeler)

    “yaratma” işini başarmış olacaktır.Bu, insan düşünüşüne, nesne ve

    aynadaki görüntüsü benzeri bire-bir karşıtlığın tutsaklığı yerine, öz-gürlük (yaratıcılık) getirecektir. A-ma aynı zamanda gerçeklikle onunbilgisi (simgeler) arası bağlantıyıkoparabilecektir. Ruh kavramı, ger-çekliğin bilgisini edinmede yetersiz-lik ürünü olarak doğru algılayama-ma yanı sıra, gerçeklik dünyasındakarşılığı bulunmayan simge yaratmayetisinin bir olumsuz sonucu olarakdoğacaktır.

    Özne ve aşkınözne  yaratma süreciŞöyle ki, insan doğadaki nesnele-

    ri ve kişileri adlandırmakta güçlükçekmemiş olmalı. Ancak olguları,olayları, ilişkileri adlandırırken çe-tin sorunlarla karşılaşmış görünür.Örneğin, topluluğundaki kadını, ço-cuğu adlandırdı diyelim. Ama erke-ğin kadına, kadının erkeğe ilgisininasıl simgeleyecek? Bunu genç ka-dın simgesine bir de “cinsel sevgi”anlamı yükleyerek başarmış olmalı.Bu tutumun gelişmiş örneği olarakEski Yunan’ın Aşk Tanrıçası Aphro-

    dite gösterebilir. Ancak, bu örneğinde göstermiş olabileceği gibi, böylebir çözümün yan ürünü, gerçeklikdünyasında karşılığı bulunmayanbir “özne yaratma” olabilecektir. Sı-nıflı toplumdaki gelişmeler, yaratı-lan böyle bir özneyi bir “aşkınözne”(tanrı-tanrıça) konumuna yükselte-bilecektir.

    Topluluğun tek tek kişileri adlan-dırıldı diyelim. Bir toplumun onlardoğmadan öncesinde başlamış, öl-

    melerinden sonra sürecek birliği vevarlığı nasıl simgelenecek? Bu so-run, toplumun geçiminde önemlirolü olan bir hayvan ile simgeleniponun (örneğin boğanın) soyundangelindiği mitosuyla çözülebilir. Yada bu iş toplu avdaki başarısı ku-şaktan kuşağa anlatılan bir ata ilesimgelenerek başarılabilir. Bu ise,ölmüş birine ölümsüzlük yükleme-ye, ona ölümünden sonra da sürenbir ruh bağışlamaya varacak düşün-celere yol açabilir. Bu, aşkınözne ya-ratma yolunda atılmış ilk adımı o-

    luşturabilir. Gene deaşkınöznelere varmakiçin yürünecek dahaçok yol vardır.

    Bu yolda avcı vetoplayıcı asalak ge-çim biçiminden, bitki-sel ve hayvansal besinüretimine geçilişinin

    önemli etkileri olmuş-tur. Avcılık ve topla-yıcılıkta, doğanın belli

    başlı cansız varlıklarına da yüklen-miş can, canlılık niteliği ve ona ko-şut olarak sunulmuş erk, üretimdöneminde tarımı ve göçebe çoban-lığı olumlu olumsuz etkileyen doğagüçleri üzerinde yoğunlaştırılacak-tır. Ancak bu toplulukların hâlâ sü-ren eşitlikçi yapılarının kazandırdığıdüşünsel alışkanlıklarla, söz konusu

    doğa güçlerinin aşkınözneleştirilme-si daha söz konusu değildir. İnsanlariçin bir şeyler yapıp bir şeyler yap-mamaları istenirken, doğa güçlerineyakarılıp önlerinde eğilerek tapınıl-mayıp, sihirler, sihirli sözlerle iste-diklerini yapmaya zorlanacaklardır.

    Sınıflı, uygar, eşitsizlikçi toplu-ma geçilince bu durum değişecektir.Egemen, yönetici sınıfı oluşturantopluluğun totem ataları, ölmüş yada yaşayan şefleri ve üretimle ilgili(güneş, toprak, su, fırtına gibi) do-ğa güçleri, çalışmayan egemen sınıf-lara, yöneten kadrolara benzetilip,onların nitelikleri ve erkleri yükle-nerek, aşkınözneleştirilecekler, yanitanrılaştırılacaklardır.

    Kafa-kol işbölümünün ve profesyonel düşünceüreticilerinin çıkışıBuradan, sınıflı toplumda yaratı-

    lış, tanrı ve ruh kavramlarının olgunbiçimleriyle kuruluşuna geçilebilir.İnsanlığın ilk sınıflı toplumuna, za-

    TANRI KAVRAMININ DOĞUŞU VE GELİŞMESİ

    Eski Yunan’ın Aşk Tanrıçası Aphrodite.

    Şamanlar 

  • 8/19/2019 Bilim ve Gelecek Dergisi Sayı - 078.pdf

    17/96

    17

    manımızdan beş binyıl kadar ön-ce Aşağı Mezopotamya’da geçildiğikonusunda tarihçiler neredeyse gö-rüş birliği içinde. Örneğin bu konu-da standart görüşü yazıya geçiren

    McNeill’e göre süreç, olasılıkla dahaönce göçebe çobanlar olup, tarihte“Sümerler” olarak bilinecek bir hal-kın, çevrenin dağlık bir yöresindengelip, yamaçlardaki çiftçiler üzerindeegemenlik kurmalarıyla başlamıştı.Onları taşkın ovasında su denetleme(kanal, baraj, set, akaçlama, sulama)işlerinde (angaryayla?) çalıştırmala-rıyla sürmüştü. Daha önce tarım ya-pılamayan bu topraklarda çok büyüktoplumsal artılar (artı ürün) aktarıla-

    bilecek bir üretim ve toplum düzenikurmalarıyla noktalanmıştı. Sonuç-ta, ırmaklar boyunca, ilki Eridu olupkörfezden kuzeye doğru uzanan bazıköyler kentlere dönüşmüştü. (10)

    Kentlerde, yazılı tarih dönemin-den kalma tabletlerdeki deyişlerebakılırsa, “tanrının tarlası” denenyerlerden sağlanan ürünle, tarım dışıişlerle (zanaatlarla, savaşla, ticaretle,tapınak hizmetleriyle) uğraşacak sı-nıflar ve kesimler beslenebilmişti.

    Bu, toplumun çalışan-çalıştıran, yö-neten-yönetilen biçiminde farklılaş-maya (sınıflaşmaya) uğraması de-mekti. Büyük çaplı kamusal işlerinörgütlendirilmesi meslekten (pro-fesyonel) iş yöneticilerinin yetişme-sine varmıştı. İşlerin yönetimi ise,beraberinde işlerde çalıştırılanlarınyönetilmesini de getirmişti.

    Yönetim işlerini üstlenip örgüt-leyen kimselerin başında, olasılıklagöçebe çobanlık dönemlerinin şa-

    manlarının soyuvardı. Göçebelik,sürülerle gününsıcağında değil,gecenin serinli-

    ğinde göçmeyigerektirdiğinden,bu kimseler, yönbulmada yarar-landıkları önemlibir yıldız bilgisi birikimiyle gelmiş-lerdi. Bu bilgilerini, yeni işlevlerinde,sağlam bir tarım takvimi geliştirmek-te kullanmış görünürler. Yerleşik ya-şamlarında zamanla dincilere (din a-damlarına) dönüştükleri anlaşılıyor.Toplumun tarım dışı işlerle uğraşan

    öteki kesimleri yanı sıra onların da,tapınak ve kamu yöneticileri olaraktoplumsal artı ile beslenmeleri, toplu-mun (çalışan-çalıştırılan, yöneten-yö-netilen yanı sıra) aynı zamanda kafaişleri-kol işleri işbölümüyle düşünce(simgesel araçlar) üretenler ile mal(maddesel araçlar) üretenler farklı-laşmasına uğraması demekti. Böylecetoplumda, profesyonel bir düşünceüreticileri kesimi ile onların ürettik-leri düşünceleri (çıkarlarına olup ol-

    madıklarını, doğruluk yanlışlıklarınıirdeleme olanakları bulunmayan) ol-duğu gibi (doğruluklarına inanarak)benimseyen kesimler oluştu.

    “Hazır düşünce tüketicisi” denebi-lecek bu kimselerin önünde, örneğinyazgı kavramının çıkarlarına olupolmadığını düşünmeden inanmak-tan öte bir seçenek yoktu. İnanma-mak ise (ağır) cezalandırılabiliyordu.Tüm bu gelişmelerle, Dicle ile Fıratırmakları boyunca sıralanan kentler-

    de, içinde kentin sahibisayılan koruyucu tan-rısının (ya da Baü gibitanrıçasının) yontusu-nun bulunduğu zigu-rat denen tapınaklarçevresinde oluşmuş,kentleriyle ve kent-te yaşayanları (“tanrı-nın kulları”) ile onla-rı besleyen topraklar

    (“tanrının tarlaları”)ile kent devletleri or-taya çıktı.

    Tanrı kavramının yaratılışıDönüp tanrı kavramının doğup

    gelişmesine bakılacak olursa şun-lar söylenebilir: Yalın topluluk (il-kel topluluk) döneminden kalankültürel kalıtla edinilen “totem ata”inancı ve (tarımsal üretime geçişin

    ürünü) tarımla ilgili doğa güçleri-ne canlılık, öznelik tanıma eğilimi,örneğin “toprak ana” kültü, geliş-tirilip değiştirilmiştir. Sınıflı uygartoplumun çalışan-çalıştıran, yöne-ten-yönetilen, düşünce üreten-dü-şünce tüketen farklılaşmalarınınetkisiyle, devrimci değişikliklerdengeçirilmiştir. Eşitlikçi yalın top-lumda hemen tüm doğa güçlerinetanınan canlılık, öznelik ve erk, ta-rımla ilgili belli başlı doğa güçle-

    rinde yoğunlaştırılmıştır. Onların(toplumda erkin eşitsiz dağılımı gi-bi) eşitsiz ve çok büyük erklere sa-hip oldukları düşüncesiyle ilerde,“aşkınözneler” yaratılması yolunagirilecektir.

    Bu yorumun dayanaklarındanbiri, Sümer tabletlerinde (ister re-simyazı ister çiviyazısı çeşitleme-sinden olsun) yıldız için kullanılan(yıldız biçimli) ideogramın (ola-sılıkla “dingir” diye okunup) aynızamanda tanrının determinatifi birim olarak kullanılmasıdır. Böylecesu tanrı, güneş tanrı, gök tanrı gibiaşkınöznelerin geliştirilmiş bulun-masıdır. Anlaşılan, Sümer dincile-ri, yıldızlara bakarak edindikleri ta-rım takvimi bilgilerini (Güneş, Ay,Venüs gibi tarımla ilişkilendirdik-leri varlıkların bilgilerini) mesleksırları sayarak, canlı varlıklar, bü-yük erk sahibi (aşkın) özneler sayı-

    lan bu kimselerle konuşmalarındansağladıklarını söyleyerek saklamış-lardır.

    Bilinen ilk Sümer kenti Eridu.

    Tanrılar, baştanrı, vezir tanrı, savaş tanrı olarak adlandırılanbiçimleriyle, toplanan tanrılar kuruluyla, yazdıkları söylenenyazgılarla (yasalarla) devlet gibi örgütlendirilmişlerdi.

  • 8/19/2019 Bilim ve Gelecek Dergisi Sayı - 078.pdf

    18/96

    18

    Tanrının köle sahibiefendilere ve uyrukları olan

     yöneticilere benzetilmesiBöylece aşkınözne (tanrı) yarat-

    ma düşünsel süreci başlatıldıktan

    sonra, gerisi gelmiştir. İnsan nitelik-leri taşıyan ama erklerinin derecesive ölümsüzlükleri ile insanları katkat aştığı düşünülen varlıklar inan-cının içini doldurmak, onların kişi-liğini tanımlamak güç olmayacaktır.Önlerinde, çalışan-çalıştıran, yöne-ten-yönetilen kesimlere ayrıştırılmışsınıflı, devletli toplum vardır. Tan-rılar, çalışmayan efendilere, işlerinisözle, buyruklarıyla yürüten yöne-ticilere benzetilmiştir. Dahası, tan-

    rılar, baştanrı, vezir tanrı, savaş tan-rı olarak adlandırılan biçimleriyle,toplanan tanrılar kuruluyla, yazdık-ları söylenen yazgılarla (yasalarla)devlet gibi örgütlendirilmişlerdir.

    İnsanların kullaştırılmasıTanrılar efendilere, yöneticilere

    benzetilince, insanların onlar için ça-lışanlara, kölelere benzetilerek “kul-laştırılmaları” da güç olmasa gerek.Gerçekten tabletlerde, tanrıların ken-

    tini, halkını, tanrının topraklarındave tanrının evi için çalışıp üreten vede ürettiklerini (adaklar, kurbanlar,vergiler biçiminde) getirerek tanrılarıbesleyecek ve tanrıların (tapınağın)öteki ayak işlerini görecek hizmetçi-leri, kulları olmaları için yarattıkları

    (örneğin Enuma Eliş  Babil YaratılışDestanı içinde) yazılıdır. (11)

    Tanrı-kul eşitsizlikçiilişkisi paradigması

    Sınıflı, devletli toplumun eşitsiz-likçi insan ilişkileri örnek alınarakkurulan (ve dinsel inanç dizgelerininbelkemiğini oluşturan) “efendi tanrı-kul insan” paradigması böyle yaratıl-mıştır. Ondan sonra hemen her top-lumsal (ve çoğu kişisel) sorun, kabagüce başvurulmadan ya da kaba güçyanı sıra, uyrukların içselleştirmeleri(eğitim, tören, söylev gibi yollarla)sağlanan bu inançtan yapılan çıkar-samalarla çözülmeye çalışılmıştır.

    Gerçekten, Ortadoğu dinsel düşü-nüş geleneğinin çoktanrıcı dinleriyle,bu geleneğin uzantısında (Musevilik,Hıristiyanlık, İslamlık evreleriyle) ge-liştirilen tektanrıcı “tek” dinin kitap-larının kaynağında bulunan EnumaEliş, insanlığın ilk dinsel kitabıdır.Tanrı-kul eşitsizlikçi ilişki paradig-ması onun içindeki “yara-tılış mitosu” içinde işlen-miş bulunmaktadır. Bunagöre (Sümer’de kent dev-

    letleri arası egemenliksavaşlarının ve kent tan-rılarının da sokulduğu i-deolojik savaşın bir yan-sıması olarak) yaşlı kenttanrıları kuşağı ile gençkent tanrıları kuşağı ara-

    sı “gürültü davası” yüzünden savaşçıkmıştır. Genç tanrılar eski kuşağıntanrılarını tutsak almıştır. Öldürse-ler, tanrıların ölümsüzlüğü inancıyaralanacaktır. Köle kılınıp çalıştırıl-

    salar, insanlar tapınaklara, tanrılarıbeslemek için kurban, adak getirmegereği duymayabilecektir. Bu tür ta-salarla olmalı ki tutsak tanrılar yerineayak işlerini görmeleri için (ve tutsaktanrıların biçimlerine benzer) insa-nın yaratılmasına karar verilmiştir.Kısacası, insanların yaratılış amacı,varlık nedeni tanrılara hizmet, kul-luk, açıkçası kölelik etmeleridir.

    İlginç bir rastlantıyla (?) Adem’inTevrat başında anlatılan yaratılış ne-

    deni de (12) (Dicle-Fırat arasındaki)Tanrı’nın Aden bahçesine “bakmasıve onu koruması” olarak yazılıdır.Kuran’da (Zariyat 56’da) “Ben cin-leri ve insanları ancak ban