BALKANLARDA EKONOMİK BÜTÜNLEŞME EĞİLİMLERİNİN … · vasıtasıyla Batı kamuoyunun...

14
1 BALKANLARDA EKONOMİK BÜTÜNLEŞME EĞİLİMLERİNİN COĞRAFİ VE TARİHSEL TEMELLERİ Yrd.Doç.Dr. İbrahim Alper ARISOY Dokuz Eylül Üniversitesi Özet “Balkanlar” veya “Güneydoğu Avrupa” ifadeleri geleneksel olarak parçalanma ve az gelişmişlikle ilişkilendirilmektedir. Halbuki bilhassa ekonomik coğrafyadan kaynaklanan zorunluluklar, tarihin en erken devirlerinden itibaren bu bölgenin sosyo-ekonomik ve kültürel olarak bütünleşmesine yol açmıştır. Helenistik dönemden itibaren bugün Balkanlar olarak adlandırdığımız bölge, Ege havzasını merkez alan Doğu Akdeniz dünyasının bütünleşik bir parçası halini almış, bu durum Bilhassa Roma döneminden itibaren 19. Yüzyıl sonlarına hatta 20. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar devam etmiştir. Dolayısıyla jeopolitik temelli analizlerin aksine, ekonomik coğrafyayı temel alan bir yaklaşım Balkan Yarımadasındaki bütünleşme potansiyelini, hatta geleneğini açıkça ortaya koymaktadır. Çalışma, Balkanların ilk bakışta pek dikkat çekmeyen bu yönünü tarihsel perspektiften ele alarak bu bölgede işbirliği ve ekonomik bütünleşmenin ütopik bir ideal değil, gerçekçi ve rasyonel bir zorunluluk olduğuna dikkat çekmeyi amaçlamaktadır. Giriş ve Kavramsal Çerçeve Bilindiği gibi “Balkan” sözcüğü, Türk dilinde ormanlık ve dağlık, hayli engebeli arazi anlamına gelmekte olup Rumeli Türkçesi’nde halen bu anlamıyla kullanılmaya devam etmektedir. Örneğin Batı Trakya’nın dağlık kesiminde yaşayan biri “işte bu balkanın hali böyle” dediğinde bizim standart Türkçede anladığımız şekliyle Balkanlar’ın durumunu değil, o bölgede balkan kolundaki, yani dağlık kesimdeki hayat şartlarını kastetmektedir. Benzer bir biçimde Rumeli’nin Türkçe konuşulan herhangi bir yerinde bir balkan turunda olduğunuzu söylemeniz halinde “hangi balkana çıkacaksınız?” gibi bir soruyla karşılaşmak mümkündür. Dolayısıyla Balkan Yarımadasına adını veren dağ silsilelerine de biz her ne kadar Balkan Dağları desek de orijinal kullanımında bu dağlar için de “balkan” bir cins isim olup söz konusu dağların her bir kesimi için ayrıca özel isimler mevcuttur: Koca Balkan, Çatal Balkan, Pirin Balkanı gibi. Ne var ki standart Türkçede bu orijinal mana hemen tamamen geri plana itilmiş olup artık bir cins isim değil özel isim olarak kullandığımız “Balkan” veya “Balkanlar” siyasi ve tarihi coğrafya bağlamında yeniden şekillenmiştir. İster tekil, ister bu coğrafyanın siyasal parçalılığını ifade etmek üzere çoğul olarak kullanılsın, bu kavram dilimizde büyük ölçüde olumsuz bir anlam öbeği etrafında şekillenmiştir. Bu durum, 19. Yüzyılın son çeyreğinden itibaren bölgeden yayılan haberler vasıtasıyla Batı kamuoyunun zihninde şekillenen imajla ilişkili olup bu imaj “cadı kazanı”, “kaynayan kazan”, ”barut fıçısı”, “trajedi”, “dehşet”, “vahşet” gibi sözcükler çerçevesinde belirginleşmektedir. 1912-1913 Balkan Savaşlarıyla birlikte, ülkemizdeki seyri bakımından bu imaj “bozgun”, “hacalet”, “fecayi”, “facia” gibi sözcüklerle de beslenmiştir. 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde “Balkan” sözcüğü “balkanlaşma” (balkanizasyon) kavramını doğurmuş, bir coğrafi alanın küçük ve çoğunlukla birbirine

Transcript of BALKANLARDA EKONOMİK BÜTÜNLEŞME EĞİLİMLERİNİN … · vasıtasıyla Batı kamuoyunun...

Page 1: BALKANLARDA EKONOMİK BÜTÜNLEŞME EĞİLİMLERİNİN … · vasıtasıyla Batı kamuoyunun zihninde şekillenen imajla ilişkili olup bu imaj “cadı kazanı”, “kaynayan kazan”,

1

BALKANLARDA EKONOMİK BÜTÜNLEŞME

EĞİLİMLERİNİN COĞRAFİ VE TARİHSEL TEMELLERİ

Yrd.Doç.Dr. İbrahim Alper ARISOY

Dokuz Eylül Üniversitesi

Özet

“Balkanlar” veya “Güneydoğu Avrupa” ifadeleri geleneksel olarak parçalanma ve az gelişmişlikle

ilişkilendirilmektedir. Halbuki bilhassa ekonomik coğrafyadan kaynaklanan zorunluluklar, tarihin en

erken devirlerinden itibaren bu bölgenin sosyo-ekonomik ve kültürel olarak bütünleşmesine yol

açmıştır. Helenistik dönemden itibaren bugün Balkanlar olarak adlandırdığımız bölge, Ege havzasını

merkez alan Doğu Akdeniz dünyasının bütünleşik bir parçası halini almış, bu durum Bilhassa Roma

döneminden itibaren 19. Yüzyıl sonlarına hatta 20. Yüzyılın ilk çeyreğine kadar devam etmiştir.

Dolayısıyla jeopolitik temelli analizlerin aksine, ekonomik coğrafyayı temel alan bir yaklaşım Balkan

Yarımadasındaki bütünleşme potansiyelini, hatta geleneğini açıkça ortaya koymaktadır. Çalışma,

Balkanların ilk bakışta pek dikkat çekmeyen bu yönünü tarihsel perspektiften ele alarak bu bölgede

işbirliği ve ekonomik bütünleşmenin ütopik bir ideal değil, gerçekçi ve rasyonel bir zorunluluk

olduğuna dikkat çekmeyi amaçlamaktadır.

Giriş ve Kavramsal Çerçeve

Bilindiği gibi “Balkan” sözcüğü, Türk dilinde ormanlık ve dağlık, hayli engebeli arazi anlamına

gelmekte olup Rumeli Türkçesi’nde halen bu anlamıyla kullanılmaya devam etmektedir. Örneğin Batı

Trakya’nın dağlık kesiminde yaşayan biri “işte bu balkanın hali böyle” dediğinde bizim standart

Türkçede anladığımız şekliyle Balkanlar’ın durumunu değil, o bölgede balkan kolundaki, yani dağlık

kesimdeki hayat şartlarını kastetmektedir. Benzer bir biçimde Rumeli’nin Türkçe konuşulan herhangi

bir yerinde bir balkan turunda olduğunuzu söylemeniz halinde “hangi balkana çıkacaksınız?” gibi bir

soruyla karşılaşmak mümkündür. Dolayısıyla Balkan Yarımadasına adını veren dağ silsilelerine de biz

her ne kadar Balkan Dağları desek de orijinal kullanımında bu dağlar için de “balkan” bir cins isim olup

söz konusu dağların her bir kesimi için ayrıca özel isimler mevcuttur: Koca Balkan, Çatal Balkan, Pirin

Balkanı gibi. Ne var ki standart Türkçede bu orijinal mana hemen tamamen geri plana itilmiş olup

artık bir cins isim değil özel isim olarak kullandığımız “Balkan” veya “Balkanlar” siyasi ve tarihi

coğrafya bağlamında yeniden şekillenmiştir. İster tekil, ister bu coğrafyanın siyasal parçalılığını ifade

etmek üzere çoğul olarak kullanılsın, bu kavram dilimizde büyük ölçüde olumsuz bir anlam öbeği

etrafında şekillenmiştir. Bu durum, 19. Yüzyılın son çeyreğinden itibaren bölgeden yayılan haberler

vasıtasıyla Batı kamuoyunun zihninde şekillenen imajla ilişkili olup bu imaj “cadı kazanı”, “kaynayan

kazan”, ”barut fıçısı”, “trajedi”, “dehşet”, “vahşet” gibi sözcükler çerçevesinde belirginleşmektedir.

1912-1913 Balkan Savaşlarıyla birlikte, ülkemizdeki seyri bakımından bu imaj “bozgun”, “hacalet”,

“fecayi”, “facia” gibi sözcüklerle de beslenmiştir. 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde “Balkan” sözcüğü

“balkanlaşma” (balkanizasyon) kavramını doğurmuş, bir coğrafi alanın küçük ve çoğunlukla birbirine

Page 2: BALKANLARDA EKONOMİK BÜTÜNLEŞME EĞİLİMLERİNİN … · vasıtasıyla Batı kamuoyunun zihninde şekillenen imajla ilişkili olup bu imaj “cadı kazanı”, “kaynayan kazan”,

2

hasım siyasal birimlere ayrılmasını ifade eden bu kavram1 zamanla bu bölge için “olağan” bir durum

olarak kabul görmüştür. Doksanlı yıllarda Yugoslavya’nın dağılma süreciyle birlikte bir yandan

“balkanlaşma” mikro devletler, bölgeler hatta mahalleler düzeyine kadar sirayet ederken diğer

yandan yukarıda sözünü ettiğimiz olumsuz imaj tekrar gündeme oturmuş, “Balkan” veya “Balkanlar”

Avrupa’nın Güneydoğusunun “sorunlu doğası” ile eş anlamlı hale gelmiştir.

Bu son nokta aynı zamanda bu çalışmanın çıkış noktasını teşkil etmektedir. Zira bu noktadan

hareketle şu sorulara cevap aranacaktır: Son yüz elli - iki yüz yıldır yukarıda ifade edildiği biçimiyle

zihinlere yerleşen Balkan imajı ne derece gerçekçidir? Dünyanın bu bölgesinin “doğası” gereği sorunlu

olduğu ve dolayısıyla böyle de devam edeceği şeklinde bir algı ne derece sağlıklı bir zemine sahiptir?

Bu sorular, “Balkan” öncelikle coğrafi bir kavram olduğundan siyasal ve bilhassa ekonomik coğrafya

bağlamında ve tarihsel yöntemle ele alınacaktır. Bu doğrultuda tarihsel arkaplan, bilinen en erken

dönemlerden itibaren başlıca dönüm noktaları üzerinden incelenecek, panoramik bir yaklaşımla geniş

bir zaman diliminde süreklilik gösteren, dolayısıyla bu bölge için “yapısal” olarak nitelendirilebilecek

unsurlar tespit edilmeye çalışılacaktır. Burada “yapısal” ile kastedilen, tarihin hemen her döneminde

etkili olan ve özellikle jeopolitik ve jeoekonomik altyapıdan kaynaklanan hususlardır. Böylelikle her ne

kadar ilk bakışta dikkati çekmese de dünyanın bu bölgesinin hatırı sayılır bir bütünleşme geleneğine

sahip olduğu ortaya konacaktır. Bu durum Balkanlaşmanın irrasyonel doğası ile birlikte

düşünüldüğünde Balkanların geleceği açısından bütünleşme ütopik bir ideal değil rasyonel bir

zorunluluk halini almaktadır. Bu argümanı temellendirmek üzere aşağıda öncelikle Balkanların

ekonomik ve siyasal coğrafyası tarihsel arkaplanıyla birlikte ele alınacak, daha sonra balkanlaşmanın

paradoksal boyutları ve irrasyonel doğasına dikkat çekilecektir. Fakat öncelikle çalışmanın bağlamını

oluşturan jeopolitik ve jeoekonomi disiplinlerine konumuzla olan ilişkileri ölçüsünde kısaca değinmek

gerekmektedir.

Siyasi ve Ekonomik Coğrafya Bakımından Balkan Yarımadası

Yukarıda da belirtildiği gibi “Balkan” sözcüğünün günümüzdeki kullanımı jeopolitik olarak da

adlandırılan siyasi coğrafya bağlamında belirginleşmiştir. 19. yüzyılın sonundan itibaren gelişen ve

coğrafya ile siyaset bilimi arasındaki ilişkiyi inceleyen bu disiplin, zaman içinde farklı biçimlerde

yorumlanmış2 İkinci Dünya Savaşı’na kadar özellikle Alman ve Anglo-Sakson dünyasında kapsamı

belirsiz3 bir çalışma alanı olarak gelişmiştir. Bu durum, disiplinin doğası itibariyle spekülasyona açık

olmasından kaynaklanmaktadır. Nazi Almanya’sının dış politikasındaki etkisi4 ve siyasal coğrafyanın

Nazilerce araçsallaştırılmasına5 bağlı olarak İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde “sahte bir bilim

dalı”6 ve “siyasal coğrafyanın zararlı bir sonucu” olarak kabul edilen7 jeopolitik, yine de siyaset bilimi

1 Webster’s Unabridged Dictionary of the English Language, (New York: Gramercy, 1996). 2 Peter J. Taylor, “Geopolitics, Political Geography and Political Science”, Geopolitical Traditions, ed. David

Atkinson, Klaus Dodds, (Londra: Routledge, 2000), 375; David Atkinson, Klaus Dodds, “Geopolitical Traditions: A Century

of Geopolitical Thought”, Geopolitical Traditions, ed. David Atkinson, Klaus Dodds, (Londra: Routledge, 2000), 2-4.;

Alexandre Defay, Jeopolitik, (Ankara: Dost, 2005), 13-40. 3 Michael Heffernan, “Fin de Siècle, Fin du Monde: On the Origins of European Geopolitics, 1890-1920”, Geopolitical

Traditions, ed. David Atkinson, Klaus Dodds, (Londra: Routledge, 2000), 27-28. 4 Defay, 7; Yosef Lapid, “Where Should We Begin? Political Geography and International Relations”, Political Geography,

n.18 (1999), 898; Atkinson, Dodds, 1-3, 7. 5 Defay, 29. 6 William A. Hay, “Geopolitics of Europe”, Orbis: A Journal of World Affairs, n.48.2, 2003, 296. 7 Defay, 31.

Page 3: BALKANLARDA EKONOMİK BÜTÜNLEŞME EĞİLİMLERİNİN … · vasıtasıyla Batı kamuoyunun zihninde şekillenen imajla ilişkili olup bu imaj “cadı kazanı”, “kaynayan kazan”,

3

kapsamında yer almakla birlikte coğrafyayı ilgilendiren durumlarda geçerliliğini sürdürmüştür8. Soğuk

savaşın sona ermesiyle birlikte kendine özgü coğrafi, siyasal ve sosyal özellikleriyle birbirinden

farklılaşan kriz alanları jeopolitiği tekrar gündeme getirmiş, coğrafya ile siyaset bilimi arasındaki ilişki

bölgesel bütünleşme hareketlerinden çevrenin korunmasına kadar bir dizi bağlamda yeniden

gündeme gelmiştir. Bu son çığırda bilhassa Avrupa jeopolitiği açısından Michel Foucher, Stefanos

Yerasimos, Yves Lacoste ve Alexandre Defay gibi yazarların çalışmalarıyla bu kez Fransızca literatür ön

plana çıkmıştır. Yakın zamanda Robert Kaplan tarafından “coğrafyanın rövanşı” başlığıyla yayınlanan

çalışma, coğrafya temelli yaklaşımların uluslararası siyasetteki etkisinin İngilizce literatürde de giderek

artan etkisini göstermesi bakımından dikkati çekmektedir9. Bu çalışmaların hemen tamamı haliyle

Balkanlar’a hatırı sayılır ölçüde yer ayırmış, bu bölgenin özellikle Soğuk Savaş sonrası durumunu

jeopolitik düzlemde yorumlayıp anlamaya çalışmışlardır10.

Dolayısıyla Balkanlar ve Balkanlaşma kavramları öncelikle siyasal coğrafyanın konusu olmuş, bu

disiplinin yapısı gereği coğrafyadan çok siyaset biliminin belirleyici olduğu bir eksende ele

alınagelmiştir. Zira yukarıda kısmen dile getirildiği gibi jeopolitik her şeyden önce siyaset biliminin bir

uzantısı olarak geliştiğinden, dolayısıyla ister istemez belirli bir siyasal konumdan hareket ettiğinden,

doğası gereği spekülasyona diğer disiplinlere nazaran çok daha yatkındır. Esasen bu durum, daha

herhangi bir coğrafi bölgeyi “doğu”, “batı”, “kuzey” gibi herhangi bir yön ile tarif etmeye başladığımız

andan itibaren başlar11. Zira böylelikle bir bölge başka bir bölgenin doğusunda, batısında vb. yer alan

bir parçası olarak bakış açımıza göre yeniden kurgulanır. Haliyle iki coğrafi alan arasında kurulan

parça-bütün ilişkisinde bu ilişkiyi kuran ve temellendiren kişinin tercihi belirleyici olup bu tercih

doğası itibariyle siyasidir. Yukarıda sözü edilen olumsuz çağrışımlarla örülerek “Batı kültüründe

gezinen bir hayalet”e dönüşen12 Balkanlar terk edilmesi, kaçılması gereken bir bölge veya kaçınılması

gereken bir kavram halini alınca13, onun yerine “siyaseten doğru”14 bir alternatif olarak “Güneydoğu

Avrupa”nın kullanılması tam da böylesi bir tercihi yansıtmaktadır15. “Güneydoğu Avrupa” tercihiyle,

geleneksel olarak “Avrupa’nın ötekisi” olarak algılanan bu bölge, kurgulanan parça-bütün ilişkisiyle

Avrupa’nın içinde yeniden konumlandırılmaya çalışılmaktadır. Fakat “Güneydoğu” aynı zamanda

“Güney”in de parçası olduğundan bu defa bölge Avrupa’nın en az gelişmiş bölgelerini ifade eden

“Güney Avrupa”nın uzantısı halini almaktadır16.

Balkanların jeopolitik disiplini açısından nasıl ele alındığını konu alan bu kısa değerlendirme bir

yandan söz konusu disiplinin spekülatif yönünü açıkça ortaya koyarken diğer yandan Balkanların bir

kavram olarak ortaya çıkışından itibaren ister bu isimle ister başka isimlerle anılsın hep jeopolitik

açıdan ele alındığını ortaya koymaktadır. Tam da bu noktada, jeoekonomi olarak da anılan ekonomik

8 Atkinson, Dodds, 4. 9 Robert D. Kaplan, The Revenge of Geography, (New York: Random House, 2012). 10 Michel Foucher, La République Européenne, (Paris: Belin, 2000), 86-89; Kaplan, 3-18, 133-153; Stephane Yerasimos,

"Balkans: frontières d'aujourd'hui, d'hier et de demain?", Herodote, 63/85 (1991), 80-91; Stefanos Yerasimos, Milliyetler ve

Sınırlar, (İstanbul: İletişim 2000), 11-83. 11 Yerasimos 1991, 80. 12 Maria Todorova, Balkanları Tahayyül Etmek (İstanbul: İletişim, 2003), 17. 13 Adrian Cioroianu, “The Impossible Escape: Romanians and the Balkans”, Balkan as a Metaphor Between Globalization

and Fragmentation, ed. Dušan Bjelić, Obrad Savić, (Massachusetts: The MIT Press, 2002), 209-233. 14 Vesna Goldsworthy, “Invention and In(ter)vention: The Rhetoric of Balkanization”, Balkan as a Metaphor Between

Globalization and Fragmentation, ed. Dušan Bjelić, Obrad Savić, (Massachusetts: The MIT Press, 2002), 33-34. 15 Dušan Bjelić, "Introduction: Blowing Up the “Bridge”", Balkan as a Metaphor Between Globalization and Fragmentation,

ed. Dušan Bjelić, Obrad Savić, (Massachusetts: The MIT Press, 2002), 16; Todorova, 68. 16 John S. Koliopoulos, Thanos Veremis, Modern Greece A History since 1821, (West Sussex: Wiley-Blackwell, 2010), 202.

Page 4: BALKANLARDA EKONOMİK BÜTÜNLEŞME EĞİLİMLERİNİN … · vasıtasıyla Batı kamuoyunun zihninde şekillenen imajla ilişkili olup bu imaj “cadı kazanı”, “kaynayan kazan”,

4

coğrafya Balkanlara alternatif bir bakış açısı sağlamakta, bölge dinamiklerinin temellerini ve zaman

içindeki dönüşümünü daha net ve somut verilerle ortaya koymaktadır. Her türlü ekonomik aktörün

faaliyetleriyle coğrafyanın ilişkisini, kaynakların ve üretim faktörlerinin coğrafi dağılımını inceleyen

ekonomik coğrafya, bu yönüyle jeopolitiğin küreselleşme bağlamındaki uzantısı olarak

değerlendirilmektedir17. Esasen bu disiplin jeopolitikten çok daha net ve somut verileri temel

almakta, hatta bu yönüyle jeopolitik disiplininin yapısal olarak nitelendirebileceğimiz zeminini

hazırlamaktadır. Şöyle ki, coğrafyanın en temel unsurları yani kara ve denizlerin, başta su olmak üzere

doğal kaynaklarının durumu en somut ve çıplak biçimiyle fiziki coğrafyayı teşkil ederken söz konusu

unsurların elverişli konumlarına bağlı olarak insan topluluklarının belirli bir bölgedeki yerleşim ve

etkileşim biçimleri beşeri coğrafyayı meydana getirir.

Nihayet beşeri coğrafyanın doğal kaynaklar ve üretim faktörleri ile olan ilişkisi ekonomik coğrafyayı

belirler. Siyasi coğrafya ise her biri bir öncekinin belirlediği zemin üzerinde gelişen bu disiplinler

zincirinin son halkası olup yukarıda da ifade edildiği gibi sağladığı kesinlik düzeyi ve spekülasyona

açıklık bakımından deyim yerindeyse en zayıf halkayı teşkil eder. Tam da bu sebeple son yüz elli yıldır

parçalanmışlık, geri kalmışlık, vahşet, nefret gibi kavramlar eşliğinde gündeme gelen ve daima siyasi

coğrafya perspektifinden ele alınan Balkanlara ekonomik coğrafya açısından yaklaşmak, nispeten

daha somut ve objektif verilerle alternatif bir bakış açısı sağlayabilir. Zira jeopolitik düzlemde

Balkanlaşma kavramının anavatanı olarak halen parçalanma eğilimlerinin en ileri düzeyde olduğu,

mikro devletlerden mikro bölgelere hatta şehirlerin semtlerine parçalanan Balkanlar, ekonomik

coğrafya bakımından ise başlangıcı bilinen tarihin ene erken dönemlerine kadar uzanan bütünleşme

deneyimlerine sahne olmuştur. Bir başka deyişle siyasi coğrafya temelli bir bakış açısı yarımadanın

halen devam eden parçalanmışlığına odaklanırken ekonomik coğrafyayı temel alan bir açıdan

yaklaştığımızda bölgede bütünleşme eğilimlerinin Balkanlaşma eğilimlerinden çok daha güçlü ve çok

daha belirleyici olduğu ortaya çıkmaktadır. İlk bakışta bir paradoks, bir çelişki gibi görünen bu

durumun ayrıntıları, uzun soluklu bir tarihsel perspektif ve ekonomik coğrafya bağlamında ele

alındığında daha rahat anlaşılır. Bu amaçla bir sonraki başlıkta Balkan yarımadasının bilinen tarihin en

erken evrelerinden itibaren nasıl bir jeoekonomik bütünleşme alanı haline geldiği ortaya konmaya

çalışılacaktır. Fakat elbette ekonomik gelişmeler siyasi olayların sebepleri veya sonuçları arasında yer

aldığından, ekonomik coğrafya temelli bu analiz aynı zamanda Balkan jeopolitiğinin tarihsel süreç

içindeki dönüm noktalarını da içerecektir.

Bir Jeoekonomik Bütünleşme Alanı olarak Balkan Yarımadası

Balkan yarımadasının Ege’ye bakan kıyı kesimleri bir yandan yarımadanın engebeli topoğrafyasından

dolayı, diğer yandan da Ege’nin iki tarafı arasında deniz yoluyla seyahati kolaylaştıran adalar

sayesinde bilinen tarihin en erken dönemlerinden itibaren iç kesimlerden çok Anadolu ile ilişki içinde

bulunmuştur. Bu duruma bağlı olarak Ege denizi etrafında, İtalya Yarımadasından Anadolu içlerine

uzanan bir kültür havzası meydana gelmiştir. Batı Anadolu ve kıta Yunanistan’ında yer alan ve büyük

ölçüde deniz ticaretiyle şekillenen bu havzanın M.Ö. 1000’li yıllardan itibaren yoğunlaşan Helen

17 Klaus S. Søilen, Geoeconomics, (Søilen & Ventus Publishing, 2012), 8; Søilen jeopolitik ve jeoekonomi arasındaki ilişkiyi

kronolojik bir ardıllık ilişkisi olarak değerlendirmekte, uluslararası ilişkilerin klasik aktörleri konumundaki devletlerle

uluslararası işletmeler başta olmak üzere devlet dışı aktörlerin küresel ölçekteki kaynak ve üretim faktörleriyle olan ilişkisinin

jeoekonominin belirleyici değişkenleri olduğunu ifade etmektedir. Bu yaklaşıma göre küreselleşmenin ivme kazanmasıyla

jeopolitikten jeoekonomiye geçiş yaşanmaktadır. Bu sürecin ayrıntıları için bkz. Søilen, 8-20.

Page 5: BALKANLARDA EKONOMİK BÜTÜNLEŞME EĞİLİMLERİNİN … · vasıtasıyla Batı kamuoyunun zihninde şekillenen imajla ilişkili olup bu imaj “cadı kazanı”, “kaynayan kazan”,

5

kolonizasyonu öncesinde dahi dil ve kültür bakımından bütünleşik bir görünüm arz etmesi18,

bölgedeki insan hareketliliğinin, dolayısıyla ekonomik ve ticari ilişkilerin her dönemde mevcut

olduğunu ortaya koymaktadır. Helen kolonizasyonu öncesi “alt katman” (substratum)19 olarak

nitelenen bu kültürel ve ekonomik altyapının temel belirleyicisi fiziki ve dolayısıyla beşeri coğrafya

olmuş, ilerleyen yüzyıllardaki bütünleşme deneyimleri de hep bu zemin üzerinde ilerlemiştir.

Fakat bu altyapının büyük ölçüde deniz ulaşımı vasıtasıyla geliştiği, bilhassa Balkanlarda - yine fiziki

coğrafyaya bağlı olarak – iç kesimlere nüfuzun sınırlı kaldığı unutulmamalıdır. Özellikle Yarımadanın

güney kesimleri ve kıyılar, İtalya’dan Anadolu’ya uzanan geniş bir coğrafi alanın merkezinde yer

almaktayken, erişimi güç iç kesimler uzunca bir süre izole konumda kalmışlardır. Dolayısıyla özellikle

Karadeniz’in kuzeyinden bölgeye doğru inen toplulukların önemli bir kısmı yarımadanın iç

kesimlerinde büyük ölçüde izole kalmışlar, bu durum Balkanların temel karakteristiklerinden olan

etnik yapı ve dil çeşitliliğini beraberinde getirmiştir. Bu durum fiziki coğrafyanın şartlarıyla birleşerek

ilerleyen yüzyılların siyasi istikrarsızlık dönemlerinde Balkanlaşma sürecine elverişli bir zemin

hazırlamıştır.

Ege havzası etrafındaki bütünleşme sürecinin önceki devirlere nazaran daha yakından tanıdığımız

Helen kolonizasyonu aşamasında, şehir devletleri arasındaki ticari-ekonomik ilişkiler ve yeni

kolonilerin kuruluş sürecindeki işgücü hareketliliği, büyük ölçüde jeoekonomik temeller üzerinde

ilerlemiştir. Pers hâkimiyetinin bu bölgeye uzanması ve akabindeki Helenistik uygarlık döneminde bu

merkezi alandaki ekonomik ve kültürel etkileşim, siyasal bütünleşme idealiyle jeopolitik düzleme

taşınmıştır. Makedonya Krallığı ve ardından gelen Helenistik dönem aynı zamanda şehirleşmenin

aşamalı olarak bugünkü Arnavutluk ve Bulgaristan topraklarının bazı bölgelerinde yayılmasını

beraberinde getirmiş, böylelikle bölgeye birkaç yüzyıl sonra gelecek olan Roma ile daha da

derinleşecek olan bütünleşme sürecinin temelleri atılmıştır. Dolayısıyla Helenistik dönem aynı

zamanda o zamana kadar büyük ölçüde deniz ulaşımı vasıtasıyla işleyen ekonomik ve ticari ilişkileri

karasal akslara taşımış, zaten bir kara gücü olarak yükselen Roma bu zemin üzerinde ilerlemiştir.

Roma döneminde özellikle Roma’yı Brindisi (Brundisium), Dıraç (Dyrrhachium) ve Selanik

(Thessalonica) üzerinden İstanbul’a bağlayan Via Egnatia adlı ana hat üzerindeki hareketlilik had

safhaya ulaşmıştır. Öte yandan bilhassa MS 2. yüzyıldan itibaren Tuna ile Balkanların orta kesimlerinin

ön plana çıkması, buralardaki iskân hareketlerini hızlandırmış ve buralara uzanan karayolları

üzerindeki iletişim ve etkileşimi artırmıştır. Bu süreçte bir yandan Tuna’nın aşağı çığırı, diğer yandan

Meriç ve Morava vadileri önem kazanmıştır20.

Dolayısıyla önceki yüzyıllarda jeoekonomik saiklerle Ege havzası etrafında ilerlemiş olan bütünleşme

süreci Roma dönemiyle birlikte jeopolitik zemine kaymış, fakat bu defa bu zemin üzerinde yine

jeoekonomik hareketlilik artmış ve yeni çekim merkezleri ortaya çıkmıştır. Bu noktada ekonomik ve

siyasal düzlemdeki gelişmelerin birbirini tetiklediği söylenebilir. Şöyle ki, Roma dönemiyle birlikte

18 Margalit Finkelberg, Greeks and Pre-Greeks, Aegean Prehistory and Greek Heroic Tradition, (Cambridge: Cambridge

Univ. Press, 2006) 48-50. 19 Finkelberg, 4. 20 Bu ana hattın Roma, Bizans ve Osmanlı tarihindeki yeri ve önemi için bkz.: Konstantin İreçek, Belgrad – İstanbul – Roma

Askeri Yolu, (Ankara: Kültür Bakanlığı Yay., 1990).

Page 6: BALKANLARDA EKONOMİK BÜTÜNLEŞME EĞİLİMLERİNİN … · vasıtasıyla Batı kamuoyunun zihninde şekillenen imajla ilişkili olup bu imaj “cadı kazanı”, “kaynayan kazan”,

6

önce askeri-siyasal sebeplerle, fakat son tahlilde yine İmparatorluğun jeoekonomik merkez alanını

korumak amacıyla Balkanların orta ve kuzey kesimlerinde hareketlilik artmış, bu duruma bağlı olarak

Ege havzasının kendi içindeki jeokonomik ağırlık merkezi de İyonya ve Attika arasındaki bölgeden

zamanla kuzeye doğru kaymıştır. 4. Yüzyıldan itibaren Ege havzasına uzak bölgelerdeki istikrarsızlık ve

dış tehditlerin artması üzerine Roma siyasal merkezini de buraya taşımış, savunma kolaylığının yanı

sıra Meriç vadisi ve Dobruca yöresi gibi tarımsal üretim merkezlerine yakınlığı Byzantium’un yeni

başkent olarak seçilmesinde etkili olmuştur. Dolayısıyla yine önemli ölçüde ekonomik gerekçelere21

dayanan siyasal bir karar ile Byzantium şehrinin “Yeni Roma” olarak baştan aşağı imarı bu defa bu

siyasal merkezi kısa süre içinde jeoekonomik bir çekim merkezine dönüştürmüştür. Bu dönüm

noktası, yer yer Balkanlaşma ve istikrarsızlık eğilimlerinin görüldüğü aralıklar dışında 4. Yüzyıldan

20.yüzyıl başına kadar Doğu Roma ve Osmanlı İmparatorlukları boyunca uzanan tarihin en uzun süreli

jeopolitik bütünlüğünün başlangıcı kabul edilmektedir22.

Bir önceki başlık altında ekonomik coğrafyanın doğası gereği daha net ve somut veriler sağladığı, bu

yönüyle jeopolitiğe nazaran daha belirgin ve belirleyici olduğu ifade edilmişti. Buna göre, jeoekonomi

ile jeopolitik arasında yukarıda açıklamaya çalıştığımız karşılıklı neden-sonuç ilişkisinde de,

jeoekonomik altyapının her zaman güçlü ve daha belirleyici olduğu gözlenmektedir. Bu durumun en

belirgin göstergesi, Balkanlardaki jeopolitik yapının “balkanize” olduğu siyasal istikrarsızlık

dönemlerinde dahi jeoekonomik bütünlüğün önemli ölçüde korunmasıdır. Örneğin Ortaçağda Doğu

Roma İmparatorluğu’nun merkezi kontrolünün zayıfladığı, birbiriyle mücadele halindeki yerel krallık

ve derebeyliklerin etkinlik kazandığı bir ortamda dahi Via Egnatia gibi işlek hatlar üzerindeki ticari ve

ekonomik faaliyetler kesintisiz sürmüştür23. Benzer bir durum aşağıda görüleceği gibi 19 ve 20.

Yüzyıllardaki Balkanlaşma süreci için de söz konusudur.

14. Yüzyıldan itibaren bölgede Osmanlı hâkimiyetinin yayılma hızı ve kısa sürede yerleşmesinde de bu

jeoekonomik arkaplanın etkili olduğu düşünülebilir. Zira bu süreçte zaten ortaçağlar boyunca büyük

ölçüde korunmuş olan jeoekonomik bütünlük, bir yandan siyasal istikrar ve yolların güvenliğinin

sağlanmasıyla, diğer yandan köprü, yol ve konaklama tesisleri gibi altyapı yatırımlarıyla güçlenmiştir.

Bu süreçte vakıf sistemi vasıtasıyla bir taraftan İstanbul’u Adriyatik ve İtalya, Orta Avrupa ve

Karadeniz’in kuzeyine bağlayan üç ana hat üzerinde (Sol Kol, Orta Kol, Sağ Kol)24 imar faaliyetleri hız

kazanırken25 diğer yandan ulaşım ağları tali hatlarla iç kesimlere yayılmış, bu ağlar üzerinde yeni şehir

21 Paul Lemerle, Bizans Tarihi,(İstanbul: İletişim, 2004), 28-30. 22 Halil İnalcık, “Osmanlı Döneminde Balkanlar Tarihi üzerinde Yeni Araştırmalar”, Ankara Üniversitesi Güneydoğu Avrupa

Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, n. 1, 2012, 2. 23 Anna Avramea, “MÖ. 2. Yüzyıl ile MS. 6. Yüzyıl Arasında Via Egnatia’nın Güzergâhı ve İşlevi”, Sol Kol: Osmanlı

Egemenliğinde Via Egnatia 1380-1699, ed. Elizabeth Zachariadou, (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay., 1999), 3-7; Nicolas

Oikonomidis, “Ortaçağda Via Egnatia”, Sol Kol: Osmanlı Egemenliğinde Via Egnatia 1380-1699, ed. Elizabeth Zachariadou,

(İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay., 1999), 8-17. 24Bu ana hatların ayrıntıları için bkz. Genelkurmay Başkanlığı, Osmanlı İmparatorluğunda Kollar, Ulak ve İaşe Menzilleri,

(Ankara: Genelkurmay Basımevi, 1966); Vahdettin Engin, Rumeli Demiryolları, (İstanbul: Eren, 1993), 21-25. 25Ayrıntılar için bkz. Çetin Arslan, Türk Akıncı Beyleri ve Balkanların İmarına Katkıları (1300-1451), (Ankara: Kültür

Bakanlığı, 2001); Ömer Lütfi Barkan, "Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve

Temlikler", Vakıflar Dergisi, s. II, 1942, 279-304; Ziya Kazıcı, Osmanlı Vakıf Medeniyeti, (İstanbul: Bilge, 2003); Vassilis

Dimitriadis, “Via Egnatia üzerindeki Vakıflar”, Sol Kol: Osmanlı Egemenliğinde Via Egnatia 1380-1699, ed. Elizabeth

Zachariadou, (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay., 1999), 92-104.

Page 7: BALKANLARDA EKONOMİK BÜTÜNLEŞME EĞİLİMLERİNİN … · vasıtasıyla Batı kamuoyunun zihninde şekillenen imajla ilişkili olup bu imaj “cadı kazanı”, “kaynayan kazan”,

7

merkezleri ortaya çıkmıştır26. Tıpkı Roma döneminde olduğu gibi imar faaliyetleri öncelikli olarak

askeri saiklerle ilerlemiş ise de ana hatlar ve bunları birbirine bağlayan tali yollar üzerindeki altyapı

yatırımları kısa sürede ticareti canlandırmıştır. Sistemin altyapısı ve belkemiği vakıflar tarafından

sağlanırken, işleyişinde ise “pazar” ve “çarşılar” etkili olmuştur. Bugün halen Pazargâh, Pazarcık, Novi

Pazar gibi onlarca yer isminden takip edebildiğimiz gibi, ticaret yolları üzerinde bir vakıf altyapısı

etrafında gelişen ve tüccarla köylüyü buluşturan pazar yerleri zamanla şehirleşmiş, bir sonraki

aşamada şehrin merkezinde yerleşik esnaf ve zanaat gruplarının bir araya geldiği “çarşı”lara

dönüşmüştür. Ticaretin yanı sıra üretimin de yapıldığı bu mekânlar silsilesi şehirleşmenin çekirdeğini

oluşturduğundan, ağır tahribata rağmen Balkanlarda etkisi hala hissedilen şehir kültürünün de kök

saldığı ve korunduğu alanlar olmuştur. Özellikle 15 ve 17. Yüzyıl arasında Balkanlarda şehir hayatı

iyice yayılmış, şehir ekonomileri bölgesel merkezler teşkil etmiştir27.

Zaten merkez konumunda bulunan Edirne gibi yerleşimler veya Sol Kol (Via Egnatia) üzerindeki

Selanik gibi merkezlerin yanı sıra bu dönemde Saraybosna, Üsküp ve Sofya28 gibi bölgesel çekim

merkezleri ön plana çıkmıştır. Bilhassa Bosna’nın 15 ve 16. yüzyıllardaki seyri, sürecin hızını da ortaya

koyması bakımından uygun bir örnek teşkil edebilir. Buna göre, Bosna taraflarında Ortaçağdan kalan

askeri ve feodal nitelikli merkezlerin kısa sürede şehirlere dönüşmesi sadece askeri kaygılarla yapılan

altyapı yatırımlarından değil, başta Dubrovnik (Ragusa) olmak üzere önde gelen ticaret merkezleriyle

kurulan ve güvenliği sağlanan ağlardaki yoğun ticari faaliyetlerden kaynaklanmaktadır29. Nitekim 15.

Yüzyıl ortalarında Vrhbosna adında bir feodal merkez durumundaki Saraybosna, yüzyılın sonuna

kadar 7-8 bin nüfuslu bir kasabaya dönüşmüş, takip eden kırk yıl sonunda50 bine ulaşan nüfusuyla o

dönem için bölgenin en büyük şehri haline gelmiştir30. Benzer bir durum bu bölgede yer alan Gorajde

(Goražde), Foyniça (Fojnica), Visoko ve Novi Pazar gibi şehirler için de geçerlidir31. Paskaleva bu

dönemde Balkanlardaki ticaret hacminin artışının başlıca sebepleri arasında o yüzyıllarda bu bölgede

geçerli olan vergi uygulamalarını göstermekte, bu bölgeyi gümrük duvarlarıyla birbirinden ayrılan

Orta Avrupa’nın küçük ekonomileriyle karşılaştırmaktadır. Buna göre, söz konusu dönemde Orta

Avrupalı bir tüccar, örneğin Dresden’den Hamburg’a Elbe üzerinden göndereceği mallar için 35 ayrı

yerde gümrük vergisi öderken gümrük duvarlarının bulunmadığı ve ticaret üzerindeki

vergilendirmenin çok daha hafif olduğu Balkanlarda ticaret çok daha seri ve etkin bir biçimde

işlemekteydi32.

Dolayısıyla 19. Yüzyılın ortalarındaki Gümrük Birliği’ne (Zollverein) kadar jeoekonomik olarak, bu

yüzyılın son çeyreğinde gerçekleşen Alman Birliği’ne kadar da jeopolitik bakımdan deyim yerindeyse

“balkanize” durumdaki Orta Avrupa’nın aksine Balkanlar’da önceki yüzyılların bütünleşme eğilimleri

14 ve 15. Yüzyıllardan itibaren ivme kazanarak devam etmiştir. Hatta aşağıda görüleceği gibi bu

26 Bu dönemde Balkanlarda şehirleşme sürecinin ayrıntıları için bkz. Nur Akın, Balkanlarda Osmanlı Dönemi Konutları,

(İstanbul: Literatür, 2001), 10-27; Adalet Bayramoğlu Alada, Osmanlı Şehrinde Mahalle, (İstanbul: Sümer Kitabevi, 2008),

64-79. 27Virginia Paskaleva, “Osmanlı Balkan Eyaletlerinin Avrupalı Devletlerle Ticaretleri Tarihine Katkı”, İstanbul Üniversitesi

İktisat Fakültesi Mecmuası, c. 27, no. 1-2, 1967/68, 46. 28Paskaleva, 45. 29Nijazija Koštović, Sarajevo između Dobrotvorstva i Zla, (Sarajevo: Rijaset Islamske Zajednice, 1998), 47-48; Paskaleva,

39-41, 45. 30Koštović, 60-61. 31Paskaleva, 40. 32Paskaleva, 46.

Page 8: BALKANLARDA EKONOMİK BÜTÜNLEŞME EĞİLİMLERİNİN … · vasıtasıyla Batı kamuoyunun zihninde şekillenen imajla ilişkili olup bu imaj “cadı kazanı”, “kaynayan kazan”,

8

bölgede jeopolitik düzlemde Balkanlaşmanın başladığı 19. Yüzyılda dahi jeoekonomik düzlemde

bütünleşme ve bütünlüğü devam ettirme eğilim ve çabaları sürmüştür.

Yukarıda ana hatlarıyla özetlenmeye çalışılan tarihsel arkaplandan da anlaşılacağı gibi kıyı kesimlerde

zaten her dönemde mevcut olan ticari ve ekonomik hareketlilik, Roma ve bilhassa Osmanlı

döneminden itibaren iç kesimlere de dalga dalga yayılmıştır. Bu süreç 19. Yüzyıl sonundan itibaren bu

defa demiryollarının bölgeye girişiyle yeni bir ivme kazanmıştır33. Aşağıda ayrıca değineceğimiz

balkanlaşma eğilimlerinin de ivme kazandığı bir dönemde demiryolları bilhassa Makedonya

bölgesinin ekonomisinde olağanüstü etkili olmuş34, ana hatların kesişim noktasındaki Selanik’in19.

Yüzyıl sonundaki gelişim ve dönüşümünde son derece belirleyici olmuştur35. Zaten yukarıda sözü

edilen Sol Kol (Via Egnatia) üzerinde gayet merkezi bir konumda yer alan bu kent, 19. Yüzyılda Ege

havzasında yaşanan sanayileşme sürecinde36 İzmir, Sakız ve Girit ile birlikte37 yüzyılın ikinci yarısından

itibaren yükselişe geçmişti. Anastassiadou, Balkanların jeopolitik düzlemde istikrarsızlaştığı bir

dönemde dahi ekonomik hareketliliğin artmasını “çarpıcı” olarak nitelendirmektedir38. Buna göre

1870-1890 arası dönemde Selanik limanındaki trafik üç katına çıkmış olup kentin gelişiminde elverişli

jeoekonomik konumu kadar Tanzimat döneminde, özellikle de 1845-1875 arasındaki otuz yıllık

büyüme döneminde yapılan altyapı yatırımları da etkili olmuştur39.

Anastassiadou bu dönem için bilhassa modern limanın inşasına dikkat çekmektedir. İlerleyen süreçte

demiryolları ile bir taraftan İstanbul’a diğer taraftan Orta Avrupa’ya bağlanarak bölgesel bir

metropole dönüşen bu şehir, Doğu Akdeniz’deki transit ticaretin kavşaklarından biri haline geldi40.

Demiryolları, Kavala dışındaki limanların hemen tamamını geri plana iterek Balkanların güneyindeki

tüm ithalat ve ticareti Selanik limanına yöneltti. Demiryolundan önce Avusturya-Macaristan ile

doğrudan ticaret ilişkileri daha yoğun olan Vardar ve Morava havzaları boyunca uzanan Leskofça

(Leskovac), Niş, Üsküp gibi merkezlerle Kosova ve Bosna’da yer alan şehir ve kasabaların ticaretleri

Selanik’e, dolayısıyla Ege havzasına yöneldi41. Bu süreçte Balkanların güneyinden Vardar-Morava ve

Tuna havzaları boyunca kuzeye doğru ilerleyen pamuk yollarındaki değişim dikkat çekicidir. Buna

göre, üretimi Serez civarında yoğunlaşan ve bölgenin tekstil sanayiine temel teşkil ettiği gibi aynı

zamanda bir ihraç malı olan pamuk, demiryollarının bölgeye ulaşımına kadar Serez’den birkaç haftalık

bir sürede Zemlin (Zemun), Ziştovi gibi Tuna havzasında yer alan şehirlere taşınıyor, buralardan da

Avusturya’ya ihraç ediliyordu42. Demiryoluyla birlikte Selanik pamuğun yanı sıra tütün, yün ve ipek

gibi tarım ve hayvancılık ürünlerinin ticaretinde Arnavutluk ve Tesalya’dan Filibe’ye kadar uzanan bir

bölgenin merkezi haline geldi43. Benzer bir biçimde Selanik’in ardülkesinde yer alan Manastır, Florina,

33Konunun ayrıntıları için bkz. Engin 1993. 34Basil C. Gounaris, “Selanik”, Doğu Akdeniz’de Liman Kentleri, ed. Çağlar Keyder, Eyüp Özveren, Donald Quataert,

(İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay., 1994), 107. 35 Meropi Anastassiadou, Selanik 1830-1912, (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay. 2001), 95; Gounaris, 107-108. 36 Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, (İstanbul: Ötüken, 2010), 227, 231-262; Michel Palairet,

Balkan Ekonomileri 1800-1914, (İstanbul: Sabancı Üniv. Yay., 2000), 61-62, 87-88; Donald Quataert, Ottoman

Manufacturing in the Age of the Industrial Revolution, (Cambridge: Cambridge Univ. Press, 2002), 161-170. 37 Genç, 213-214, 234-235; Palairet, 87-88. 38Anastassiadou, 94. 39Anastassiadou, 94. 40Anastassiadou, 94. 41Gounaris, 107-108. 42Paskaleva, 54. 43Anastassiadou, 95-96.

Page 9: BALKANLARDA EKONOMİK BÜTÜNLEŞME EĞİLİMLERİNİN … · vasıtasıyla Batı kamuoyunun zihninde şekillenen imajla ilişkili olup bu imaj “cadı kazanı”, “kaynayan kazan”,

9

Kesriye (Kastoria), Drama, Serez gibi şehirlerin özellikle perakende ticaretleri demiryolu sayesinde bu

bölgesel başkente yöneldi44. Fakat bu ticarette Selanik yalnızca ithal veya ihraç limanı işlevi görmüyor,

aynı zamanda bölge içi ticaret ve üretim ağlarının da merkezinde yer alıyordu. Örneğin geleneksel

olarak bu şehirde gerçekleşen aba ve çuha üretimi 19. Yüzyılda Filibe’ye kaydıktan sonra da bu

ürünlerin hammaddesi olan yün büyük ölçüde Makedonya’nın iç kesimlerinden sağlanıyor ve Selanik

üzerinden Filibe’ye aktarılıyordu45.

Dolayısıyla Ege havzasında ve Balkanlarda yüzlerce yılık bir birikime dayanan ekonomik coğrafya

temelli bütünleşme eğilimi, 19. Yüzyılda da sanayileşme ve ulaşım imkânlarındaki dönüşüme bağlı

olarak devam etmiştir. Fakat bu yüzyıl aynı zamanda Balkanlaşma sürecinin de ivme kazandığı bir

dönem olup bilindiği üzere 19. Yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren başlayan süreç, 1912-13 Balkan

savaşları sonucunda yarımadanın birbirine hasım küçük devletlere bölünmesiyle sonuçlanmıştır. Bu

durum bir paradoksa işaret etmekte olup bu konu bir sonraki başlıkta ele alınacaktır.

İrrasyonel bir Deneyim Olarak Balkanlaşma

Yukarıda ifade edildiği gibi balkanlaşma, en geniş tanımıyla coğrafi bir bütünlüğün birbirine hasım

birimlere ayrışmasını ifade eder. Todorova, balkanlaşmanın beşeri coğrafya üzerindeki etkilerini

dikkate alarak bu kavramı “büyük ve yaşanabilir siyasal birimlerin parçalanması” olarak

tanımlamaktadır46. Konunun ayrıntılarına girmeden sadece buradaki “yaşanabilir” ifadesi dahi

balkanlaşmanın irrasyonel doğası hakkında fikir vermektedir. Zira hem bu kısa tanımın ortaya

koyduğu gibi, hem de aşağıdaki değerlendirmeler doğrultusunda anlaşılacağı üzere balkanlaşma

süreci, sürece konu olan bölgeleri doğrudan ya da dolaylı olarak “yaşanılamaz” hale getirmektedir.

Doğrudan etki özellikle sürecin getirdiği yeni jeopolitik koşullarla ilgili olup çizilen sınırların

oluşturduğu yeni siyasi birimlerin, yani yeni ülkelerin tasarladığı vatandaş profiline pek uymayan

gruplar için geçerlidir. Bunlar yaşadıkları bölgede bağımsızlığını kazanan yeni devletin hakim

unsurundan din veya dil bakımından farklılaşan gruplar olup ya azınlık olarak pek de ideal olmayan bir

yaşam sürmek zorunda kalacaklar veya göç edeceklerdir. Balkanlaşmanın dolaylı etkisi ise sürecin

etkilerinin jeoekonomik düzeye sirayet etmesiyle başladığından biraz daha uzun vadede

hissedilmektedir. Şehirler bir yandan göçlerden kaynaklanan nüfus kaybıyla, diğer yandan ardülkeleri

veya metropol alanları ile olan bağlantılarının kesilmesiyle ıssızlaşmakta, balkanlaşma öncesi dönemin

canlı yerleşimleri taşralaşmaktadır. Köylerde durum genellikle daha dramatik olup bunların

azımsanmayacak bir kısmı ya tamamen tahrip olup ortadan kalkmıştır veya zamanla terk edilerek

ıssızlaşmışlardır47. Dolayısıyla salt tanımı bakımından düşünüldüğünde dahi irrasyonel doğası açıkça

hissedilen balkanlaşma kavramı, sonuçları itibariyle düşünüldüğünde de son derece tahripkâr

görünmektedir.

Kavramın içeriği ve sürecin sonuçlarını bir tarafa bırakıp sürecin kendisine odaklandığımızda da

benzer bir tabloyla karşılaşırız. Zira balkanlaşma tarihsel bir süreç olarak düşünüldüğünde de bir

44Gounaris, 108. 45Anastassiadou, 96. 46Todorova, 17. 47 Bu konuyla ilgili olarak örneğin Ege Makedonya’sındaki ortadan kalkan köyler için bkz. Todor H. Simovski, Atlas of the

Inhabited Places of the Aegean Macedonia, (Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1999); Doğu Rumeli’ndeki benzer durumdaki

köyler için bkz. Mehmet Hacısalihoğlu, Doğu Rumeli’de Kayıp Köyler, (İstanbul: Bağlam, 2008).

Page 10: BALKANLARDA EKONOMİK BÜTÜNLEŞME EĞİLİMLERİNİN … · vasıtasıyla Batı kamuoyunun zihninde şekillenen imajla ilişkili olup bu imaj “cadı kazanı”, “kaynayan kazan”,

10

paradoksa işaret eder. Yakından bakıldığında bu paradoksun iki temel boyutu dikkat çekmektedir.

Bunlardan ilki jeopolitik düzlemde ayrışma ve parçalanma sürecinin ivme kazanarak devam ettiği 19.

Yüzyıl boyunca, yukarıda görüldüğü gibi jeoekonomik düzlemde bütünleşmenin de hızla devam

etmesidir. Söz konusu paradoksun ikinci boyutu ise, jeopolitik düzlemde balkanlaşma devam ederken

sürecin olumsuz ekonomik etkilerinin hissedilmesiyle birlikte, hiç değilse jeoekonomik bütünlüğün

korunmaya çalışılması, hatta yeniden bütünleşme projelerinin gündeme getirilmesidir.

Söz konusu paradoksun ilk boyutu, yani jeoekonomik bütünlük ve bütünleşme ile jeopolitik

düzlemde balkanlaşmanın eşzamanlılığı, sürecin başındaki idealler ile sonuçtaki realite arasındaki

uyuşmazlıktan kaynaklanmaktadır. Şöyle ki, sürecin hemen her aşamasında balkanlaşmaya konu olan

ve zamanla bağımsız ülkelere dönüşen bölgelerin her biri birer “ideal” konusu olup her bir ideal

jeoekonomik düzlemde Balkanlaşmadan etkilenmeyecek derecede “büyük” ülkeler öngörüyordu.

Hatta sürecin en erken aşamalarında, Yunan ihtilalinin hazırlık döneminde ayrı bir devlet kurma

fikrinden çok Osmanlı İmparatorluğunu bir devrimle dönüştürme fikri mevcuttu48. Rigas gibi liderlerce

temsil edilen bu anlayış Yunan devletinin kuruluşunu takip eden yıllarda ulusal temelli bir projeye

dönüşmüş, 1844’te Yunan başbakanı Ioannis Kolettis’in ifadesiyle Yanya’dan Trabzon’a kadar uzanan

bölgenin tamamı “Yunanistan” olarak idealize edilmiştir49. Kolettis’e göre Atina, krallığın tarihi

merkezi, İstanbul ise büyük başkenti olmalıydı. Aynı dönemde Sırbistan’ın en etkili politikacılarından

Ilija Grašanin, “Plan” olarak adlandırdığı büyük Sırbistan projesinin düşünsel temellerini idealize

etmekteydi. Grašanin’in ideali Stefan Duşan’ın ortaçağ krallığının sınırlarıydı50. Benzer bir durum

Bulgaristan için de geçerli olup “ideal” Bulgaristan’ın sınırları Trakya’dan Arnavutluk’a kadar uzanacak

şekilde düşünülmekteydi. Bu anlayışın bir bakıma Makedonya merkezli uzantısını temsil eden İç

Makedonya Devrimci Örgütü (VMRO) ise ilk ortaya çıktığı dönemde Edirne Vilayetini de kapsayan son

derece geniş bir bölgeyi faaliyet sahası olarak belirlemişti. Bu son oluşumun kendine özgü bir

paradoks da amaç ve hedefleri bakımından tutarlılık gösteremese de, resmi söylemi itibariyle tam

bağımsızlık değil Osmanlı Devleti’ne bağlı bir özerk bölge öngörmesi51, fakat yöntem olarak terörü

benimsediğinden Balkanlaşma sürecine had safhada ivme kazandırmasıdır.

Sonuç olarak 20. Yüzyılın ilk çeyreğine gelindiğinde Balkanlaşma sürecine konu olan ülkeler açısından

hedeflenen “ideal” ile realitede karşı karşıya kalınan sonuç oldukça farklıydı. Bu durumun

jeoekonomik düzlemdeki sonuçları kısa sürede hissedilmeye başlandı. Öncelikle kitlesel göçlerle zaten

Doksanüç Harbinde yıkıcı bir öncü şok yaşamış olan beşeri coğrafya 1912-24 arası dönemde köklü bir

ayrışma sürecine maruz kaldı. Beşeri coğrafyanın bu dönemde özellikle Ege havzasında keskin

çizgilerle parçalanması iç kesimlere doğru dalga dalga devam etti. Sürecin ilerleyen aşamalarında

önceki yüzyılın hızla büyüyen şehirleri etnik ve dinsel bakımdan daha homojen, fakat bir o kadar da

ıssız hale geldiler. Örneğin yukarıda ifade edildiği gibi 19. Yüzyıl boyunca Arnavutluk’tan Edirne

Vilayetine kadar uzanan bir bölgenin metropolü haline gelmiş olan Selanik, Balkanlaşma süreci

48 Dimitris Kitsikis, L’Empire Ottoman, (Paris: Presses Universitaires de France, 1994), 107-108; Herkül Millas, Geçmişten

Bugüne Yunanlılar, (İstanbul: İletişim, 2004), 173-175. 49 Mogens Pelt, “Organized Violence in the Service of Nation Building”, Ottomans into Europeans, State and Institution

Building in South Eastern Europe, ed. Alina Mungiu-Pippidi, Wim Van Meurs, (Londra: Hurst&Company, 2010), 231. 50 Pelt, 231. 51 Mehmet Hacısalihoğlu, Jön Türkler ve Makedonya Sorunu, (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay., 2008), 46, 49, 115.

Page 11: BALKANLARDA EKONOMİK BÜTÜNLEŞME EĞİLİMLERİNİN … · vasıtasıyla Batı kamuoyunun zihninde şekillenen imajla ilişkili olup bu imaj “cadı kazanı”, “kaynayan kazan”,

11

sonunda ardülkesinden koparak Prévélakis’in deyimiyle taşralaşmıştır52. Benzer bir biçimde

Giannaras, önceki yüzyıla kadar İtalya’dan Mısır’a, Doğu Karadeniz kıyılarına kadar “emperyal bir hava

soluyan” Helenlerin süreç sonunda bir “Balkan taşrasına” dönüşen Yunanistan’da sıkışıp

kaldıklarından şikâyet etmektedir53. Diğer taraftan Manastır gibi bazı şehirler de coğrafi olarak bağlı

bulundukları metropol alanından “uzaklaşarak” ıssızlaşmış, gerek ekonomik gerek politik sebeplerle

devam eden göçler bu süreci hızlandırmıştır. Bağlı bulunduğu metropol İstanbul ile olan bağlantısı

devam etse de yakın çevresiyle olan ilişkisi kesilen, ayrıca savaşlarla yıpranan Edirne de benzer bir

kaderi üstelik çok daha ağır bir biçimde yaşamıştır. Zira bir zamanlar Bursa ile aynı kategoride yer alan

bu şehir özellikle 19. Yüzyıl sonundan itibaren Meriç’in batısına doğru büyüme eğilimine girmiş iken

balkanlaşma süreci sonunda bazı mahalle ve semtlerinden dahi koparak bir sınır kenti olmaktan çok

içinden sınır geçen bir kente dönüşmüştür. Balkanlaşma süreci maalesef 20. Yüzyılda da kalmamış,

inatçı bir hastalık gibi ilerleyerek Yugoslavya’nın dağılmasıyla birlikte mikro devletlere, şehirler

içindeki semtlere kadar devam ederek 21. Yüzyıla taşınmıştır.

Balkanlaşma paradoksunun yukarıda ifade edilen ikinci boyutu, sürecin bilhassa jeoekonomik

düzlemdeki açmazlarının ortaya çıkmasıyla birlikte jeoekonomik bütünlüğü koruma, hatta yeniden

bütünleşme projelerinin gündeme gelmesidir. Sürecin en erken aşamalarında, Mora yarımadası

civarında Yunanistan’ın bağımsız bir devlet olarak kurulmasının hemen ardından yeni devletin nefes

alabilmesi için Osmanlı Devletiyle ekonomik ve ticari bağları tesis etme çabaları54 ve bu amaçla

imzalanan dostluk ve ticaret anlaşması55 bu paradoksun ilk tezahürlerindendir. Bu doğrultuda 19.

yüzyıl ortalarından 1897 Yunan Harbine kadar güvence altına alınan barış ortamında Ege havzasındaki

işgücü hareketliliği kesintisiz devam etmiş olup 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar özellikle Batı

Anadolu’da yaşayan Rumların önemli bir kısmının yalnızca Osmanlı Devletine bağlı adalardan

gelenleri değil Yunan tebaalıları da kapsaması bu durumun göstergesidir56. Bu sebeple Ege havzasında

jeoekonomik bütünlüğü sağlama ve devam ettirme çabaları Osmanlı Devleti sınırları içindeki Rumlar

arasında da karşılık bulmuş, bu çabalar Balkan Savaşlarına kadar devam etmiştir57. Bu süreçte

gündeme gelen ve daha sonra kısmen “Yugoslavya” olarak hayata geçirilen Güney Slav projesi,

1930’lu yıllardaki Türk-Yunan yakınlaşması ve Balkan Paktı girişimi hep irrasyonel bir deneyim olarak

balkanlaşmanın yıkıcı etkileriyle mücadele çabalarıdır. Bu çabalar bilhassa ellili ve seksenli yıllarda

Türkiye ve Yunanistan’ın girişimleriyle ara ara canlanarak 90’lı yıllara taşınmış, Karadeniz’e kıyısı

bulunmayan Yunanistan, Sırbistan ve Arnavutluk gibi Balkan ülkelerini de kapsayan Karadeniz

Ekonomik İşbirliği (KEİ) gibi girişimlerle devam etmiştir. Yine bu dönemde Bulgaristan da önayak

olduğu Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreciyle (SEECP)58 bu yöndeki çabalara aktif olarak katılmıştır.

İstişari bir forum olarak ortaya çıkmış ise de, bölge ülkeleri arasında ticaretin serbestleştirilmesinde

52 Georges Prévélakis, “Salonique. Entre Provincialisme et Cosmopolitisme”, Cahiers d’Etudes sur la Méditerranée

Orientale et le Monde Turco-Iranien, no. 24, 1997, 53. 53 Hristos Giannaras, “O Kemalismos en Elladi”, Kathimerini, 27.05.2007; “Politiki Enantiosi ston Eparhiotismo”,

Kathimerini, 03.06.2007; “Elladismos, to Telos tou Ellinismou?”, Kathimerini, 20.01.2013. 54 Konstantinos Paparrigopoulos, Istoria tou Ellinikou Ethnous, cilt 6, kısım 2, (Atina: Eleftheroudakis, 1932), 244. 55 Paparrigopoulos, 293. 56 Ileana Moroni, O Ergatis, 1908-1909: Ottomanism, National Economy and Modernization in the Ottoman Empire Through

a Greek-Language Newspaper of Izmir, (Istanbul: Libra 2010), 30. 57 Moroni. 58 Sürecin ayrıntıları için bkz. Ali Hikmet Alp, “The South-East Europe Co-operation Process: An Unspectacular,

IndigenousRegionalCooperationScheme”, September-November 2000, http://sam.gov.tr/wp-content/uploads/2012/01/Ali-

Hikmet-Alp.pdf , Erişim: 16.07.2013, s.1.

Page 12: BALKANLARDA EKONOMİK BÜTÜNLEŞME EĞİLİMLERİNİN … · vasıtasıyla Batı kamuoyunun zihninde şekillenen imajla ilişkili olup bu imaj “cadı kazanı”, “kaynayan kazan”,

12

önemli rol oynayan59 söz konusu Süreç, Balkan ülkelerinin kendi inisiyatiflerini, dolayısıyla bölgenin iç

dinamiklerini yansıtması bakımından bölgede 1930’lardan beri devam eden işbirliği geleneğinin

uzantısı olarak değerlendirilmektedir60.

Bu son noktanın üzerinde bilhassa durulmalıdır, zira çalışmanın başında da belirtildiği gibi

balkanlaşma deneyiminin ve “Balkan” imajının tüm olumsuzluklarına rağmen bu bölge köklü bir

bütünleşme potansiyeline, hatta geleneğine sahiptir61. Balkan politikasının yukarıda dile getirilen

klişeler açısından bakıldığında pek de dikkati çekmeyen bu “parlak yönü”62, Balkanlaşmanın özellikle

Eski Yugoslavya toprakları üzerinde had safhaya ulaştığı, mikro devletlere hatta mikro bölgelere kadar

nüfuz ettiği bir dönemde dahi ortadan kaybolmamıştır. Nitekim Yugoslavya’nın dağılmasından kısa bir

süre sonra bu ülkenin parçası olan ülkeler bu kez Avrupa Bütünleşmesi perspektifinin de etkisiyle

Orta Avrupa Serbest Ticaret Anlaşması’na (CEFTA) iştirak ederek 2000’li yıllardan itibaren aralarındaki

ticareti bu anlaşma çerçevesinde düzenleme yoluna gitmişlerdir. Yugoslavya’nın dağılmasıyla birlikte

kopan bağları özellikle ekonomik işbirliği vasıtasıyla yeniden kurma çabaları yine 2000’li yıllardan

itibaren ivme kazanmış63, bu çabalar bölge ülkeleri arasında giderek yoğunlaşan ticari ilişkilerle de

desteklenmiştir64. Halen ekonomik coğrafyanın zorunlulukları bu çabaları hem diplomatik, hem ticari

ilişkiler düzeyinde devam ettirmekte, bölge ülkeleri arasında ekonomik bütünleşme perspektifini

balkanlaşmanın tüm olumsuzluklarına rağmen canlı tutmaktadır65.

Dolayısıyla balkanlaşma sürecinin başlıca çelişkisi sürece katılan aktörlerin başlangıçtaki “ideal”

hedefleriyle sonuçta karşılaşılan beklenmedik gerçekler arasında ortaya çıkmaktadır. Bu temel çelişki

yukarıda ayrıntılarıyla ele alınan paradoksal boyutları beraberinde getirmiş, buna bağlı olarak sürecin

en erken evrelerinden itibaren çözüm ve tedavi çabaları da eksik olmamıştır.

Sonuç

Balkanlar geleneksel olarak siyasi coğrafya temelli bir bakış açısı ile ele alınmış, Yarımadanın halen

devam eden parçalı yapısına odaklanan bu bakış açısı, Balkanlara ilişkin olumsuz imajlarla beslenerek

aynı zamanda sorun odaklı bir yaklaşım halini almıştır. Halbuki ekonomik coğrafyayı temel alan bir

açıdan bakıldığında bölgede bütünleşme eğilimlerinin balkanlaşma eğilimlerinden çok daha yoğun ve

tarihsel olarak çok daha belirleyici olduğu ortaya çıkmaktadır. Zira bu bölge tarihin en erken

dönemlerinden itibaren aşamalı olarak jeoekonomik bir bütünleşme alanı halini almış, siyasal

istikrarsızlık dönemlerinde dahi bölge içi iletişim, etkileşim devam etmiştir. Hatta jeopolitik düzlemde

parçalanmayla eşzamanlı olarak joekonomik düzlemde bütünlüğü koruma çabaları hiç de eksik

59 “Summit Declaration of the Countries of South-Eastern Europe”, Antalya, 12-13 October 1998,

http://www.hri.org/MFA/thesis/autumn98/section.html , Erişim: 17.07.2013. 60 “South East European Countries Cooperation Process”, www.mfa.gov.tr , Erişim: 16.07.2013. 61 Balkanlarda1930’lu yıllardan 2000’li yılların başına kadar gündeme gelen ve uygulamaya konan işbirliği girişimleri için

bkz. Şule Kut, Aslı Şirin, “The Bright Side of Balkan Politics: Cooperation in the Balkans”, Is Southeastern Europe Doomed

to Instability?, ed. Dimitri Sotiropoulos, Thanos Veremis, (Londra: Frank Cass Pub., 2002), 10-22. 62 Kut, Şirin, 10-22. 63 “Co-operation in Ex-Yugoslavia, little by little”, The Economist, 27.06.2002; “Former Yugoslavia patches itself together,

Entering the Yugosphere”, The Economist, 20.08.2009; “The Former Yugoslavia, Let’s Hear it for the Yugosphere”, The

Economist, 23.06.2011. 64 “Business in the Balkans, Coming Together”, The Economist, 25.11.2010. 65 Dragan Maksimović, “Rađa li se Ekonomska Jugoslavija?”, Deutsche Welle, http://www.dw.de/rađa-li-se-ekonomska-

jugoslavija/a-16952603 , Erişim: 16.07.2013; Gunther Fehlinger, Ekrem Krasniqi. “Balkan “Benelux” would speed up EU

Entry”, EU Observer, 19.06.2012, http://euobserver.com/opinion/116669, Erişim: 16.07.2013.

Page 13: BALKANLARDA EKONOMİK BÜTÜNLEŞME EĞİLİMLERİNİN … · vasıtasıyla Batı kamuoyunun zihninde şekillenen imajla ilişkili olup bu imaj “cadı kazanı”, “kaynayan kazan”,

13

olmamıştır. Bir paradoks, bir tür çelişki gibi görünen bu durum balkanlaşmanın irrasyonel doğasından

kaynaklanmaktadır. Bu durum ekonomik coğrafyanın somut gerçekleriyle bir araya gelerek Balkan

ülkelerini işbirliği, hatta ekonomik bütünleşmeye yöneltmektedir. Dolayısıyla bir yandan bölgenin

jeoekonomik yapısı, diğer yandan tarihsel ve güncel deneyimler, Balkanlarda işbirliği ve ekonomik

bütünleşmenin ütopik bir ideal değil gayet gerçekçi ve rasyonel bir zorunluluk olduğunu ortaya

koymaktadır.

Kaynakça

Akın, Nur, Balkanlarda Osmanlı Dönemi Konutları, İstanbul: Literatür, 2001.

Alada, Adalet B., Osmanlı Şehrinde Mahalle, İstanbul: Sümer Kitabevi, 2008.

Alp, Ali H., “The South-East Europe Co-operation Process: An Unspectacular, IndigenousRegionalCooperationScheme”,

September-November 2000, http://sam.gov.tr/wp-content/uploads/2012/01/Ali-Hikmet-Alp.pdf , Erişim: 17.07.2013.

Anastassiadou, Meropi, Selanik 1830-1912, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay. 2001.

Arslan, Çetin, Türk Akıncı Beyleri ve Balkanların İmarına Katkıları (1300-1451), Ankara: Kültür Bakanlığı, 2001.

Atkinson, David, Dodds, Klaus, “Geopolitical Traditions: A Century of Geopolitical Thought”, Geopolitical Traditions, ed.

David Atkinson, Klaus Dodds, Londra: Routledge, 2000.

Avramea, A., “MÖ. 2. Yüzyıl ile MS. 6. Yüzyıl Arasında Via Egnatia’nın Güzergâhı ve İşlevi”, Sol Kol: Osmanlı Egemenliğinde

Via Egnatia 1380-1699, ed. Elizabeth Zachariadou, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay., 1999.

Barkan, Ömer L., "Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskân ve Kolonizasyon Metodu Olarak Vakıflar ve Temlikler", Vakıflar

Dergisi, s. II, 1942.

Bjelić, Dušan, "Introduction: Blowing Up the “Bridge”", Balkan as a Metaphor Between Globalization and Fragmentation,

ed. Dušan Bjelić, Obrad Savić, Massachusetts: The MIT Press, 2002.

“Business in the Balkans, Coming Together”, The Economist, 25.11.2010.

Cioroianu, Adrian, “The Impossible Escape: Romanians and the Balkans”, Balkan as a Metaphor Between Globalization and

Fragmentation, ed. Dušan Bjelić, Obrad Savić, Massachusetts: The MIT Press, 2002.

“Co-operation in Ex-Yugoslavia, little by little”, The Economist, 27.06.2002.

Defay, Alexandre, Jeopolitik, Ankara: Dost, 2005.

Dimitriadis, Vassilis, “Via Egnatia üzerindeki Vakıflar”, Sol Kol: Osmanlı Egemenliğinde Via Egnatia 1380-1699, ed. Elizabeth

Zachariadou, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay., 1999.

Engin, Vahdettin, Rumeli Demiryolları, İstanbul: Eren, 1993.

Fehlinger, Gunther, Krasniqi, Ekrem. “Balkan “Benelux” would speed up EU Entry”, EU Observer, 19.06.2012,

http://euobserver.com/opinion/116669, Erişim: 16.07.2013.

Finkelberg, Margalit, Greeks and Pre-Greeks, Aegean Prehistory and Greek Heroic Tradition, Cambridge: Cambridge Univ.

Press, 2006.

“Former Yugoslavia patches itself together, Entering the Yugosphere”, The Economist, 20.08.2009.

Foucher, Michel, La République Européenne, Paris: Belin, 2000.

Genç, Mehmet, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, İstanbul: Ötüken, 2010.

Genelkurmay Başkanlığı, Osmanlı İmparatorluğunda Kollar, Ulak ve İaşe Menzilleri, Ankara: Genelkurmay Basımevi, 1966.

Giannaras, Hristos, “Elladismos, to Telos tou Ellinismou?”, Kathimerini, 20.01.2013.

Giannaras, Hristos, “O Kemalismos en Elladi”, Kathimerini, 27.05.2007

Giannaras, Hristos, “Politiki Enantiosi ston Eparhiotismo”, Kathimerini, 03.06.2007;

Goldsworthy, Vesna, “Invention and In(ter)vention: The Rhetoric of Balkanization”, Balkan as a Metaphor Between

Globalization and Fragmentation, ed. Dušan Bjelić, Obrad Savić, Massachusetts: The MIT Press, 2002.

Gounaris, Basil C., “Selanik”, Doğu Akdeniz’de Liman Kentleri, ed. Çağlar Keyder, Eyüp Özveren, Donald Quataert, İstanbul:

Tarih Vakfı Yurt Yay., 1994.

Hacısalihoğlu, Mehmet, Doğu Rumeli’de Kayıp Köyler, İstanbul: Bağlam, 2008.

Hacısalihoğlu, Mehmet, Jön Türkler ve Makedonya Sorunu, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay., 2008.

Hay, William A., “Geopolitics of Europe”, Orbis: A Journal of World Affairs, n.48.2, 2003.

Heffernan, Michael, “Fin de Siècle, Fin du Monde: On the Origins of European Geopolitics, 1890-1920”, Geopolitical

Traditions, ed. David Atkinson, Klaus Dodds, Londra: Routledge, 2000.

Page 14: BALKANLARDA EKONOMİK BÜTÜNLEŞME EĞİLİMLERİNİN … · vasıtasıyla Batı kamuoyunun zihninde şekillenen imajla ilişkili olup bu imaj “cadı kazanı”, “kaynayan kazan”,

14

İnalcık, Halil, “Osmanlı Döneminde Balkanlar Tarihi üzerinde Yeni Araştırmalar”, Ankara Üniversitesi Güneydoğu Avrupa

Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, n. 1, 2012.

İreçek, Konstantin, Belgrad – İstanbul – Roma Askeri Yolu, Ankara: Kültür Bakanlığı Yay., 1990.

Kaplan, Robert D., The Revenge of Geography, New York: Random House, 2012.

Kazıcı, Ziya, Osmanlı Vakıf Medeniyeti, İstanbul: Bilge, 2003.

Kitsikis, Dimitris, L’Empire Ottoman, Paris: Presses Universitaires de France, 1994.

Koliopoulos, John S., Veremis, Thanos, Modern Greece A History since 1821, West Sussex: Wiley-Blackwell, 2010.

Koštović, Nijazija, Sarajevo između Dobrotvorstva i Zla, Sarajevo: Rijaset Islamske Zajednice, 1998.

Kut, Şule, Şirin, Aslı, “The Bright Side of Balkan Politics: Cooperation in the Balkans”, Is Southeastern Europe Doomed to

Instability?, ed. Dimitri Sotiropoulos, Thanos Veremis, Londra: Frank Cass Pub., 2002.

Lapid, Yosef, “Where Should We Begin? Political Geography and International Relations”, Political Geography, n.18 (1999).

Lemerle, Paul, Bizans Tarihi,İstanbul: İletişim, 2004.

Maksimović, Dragan, “Rađa li se Ekonomska Jugoslavija?”, Deutsche Welle, http://www.dw.de/rađa-li-se-ekonomska-

jugoslavija/a-16952603 , Erişim: 16.07.2013.

Millas, Herkül, Geçmişten Bugüne Yunanlılar, İstanbul: İletişim, 2004.

Moroni, Ileana, O Ergatis, 1908-1909: Ottomanism, National Economy and Modernization in the Ottoman Empire Through a

Greek-Language Newspaper of Izmir, Istanbul: Libra 2010.

Oikonomidis, Nicolas, “Ortaçağda Via Egnatia”, Sol Kol: Osmanlı Egemenliğinde Via Egnatia 1380-1699, ed. Elizabeth

Zachariadou, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yay., 1999.

Palairet, Michel, Balkan Ekonomileri 1800-1914, İstanbul: Sabancı Üniv. Yay., 2000.

Paparrigopoulos, Konstantinos. Istoria tou Ellinikou Ethnous, cilt 6, kısım 2, Atina: Eleftheroudakis, 1932.

Paskaleva, Virginia, “Osmanlı Balkan Eyaletlerinin Avrupalı Devletlerle Ticaretleri Tarihine Katkı”, İstanbul Üniversitesi İktisat

Fakültesi Mecmuası, c. 27, no. 1-2, 1967/68.

Pelt, Mogens, “Organized Violence in the Service of Nation Building”, Ottomans into Europeans, State and Institution

Building in South Eastern Europe, ed. Alina Mungiu-Pippidi, Wim van Meurs, Londra: Hurst & Company, 2010.

Prévélakis, Georges, “Salonique. Entre Provincialisme et Cosmopolitisme”, Cahiers d’Etudes sur la Méditerranée Orientale et

le Monde Turco-Iranien, no. 24, 1997.

Quataert, Donald, Ottoman Manufacturing in the Age of the Industrial Revolution, Cambridge: Cambridge Univ. Press, 2002.

Simovski, Todor H., Atlas of the Inhabited Places of the Aegean Macedonia, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1999.

Søilen, Klaus S., Geoeconomics, Søilen & Ventus Pub., 2012.

“South East European Countries Cooperation Process”, www.mfa.gov.tr , Erişim: 16.07.2013.

“Summit Declaration of the Countries of South-Eastern Europe”, Antalya, 12-13 October 1998,

http://www.hri.org/MFA/thesis/autumn98/section.html , Erişim: 16.07.2013.

Taylor, Peter J., “Geopolitics, Political Geography and Political Science”, Geopolitical Traditions, ed. David Atkinson, Klaus

Dodds, Londra: Routledge, 2000.

“The Former Yugoslavia, Let’s Hear it for the Yugosphere”, The Economist, 23.06.2011.

Todorova, Maria, Balkanları Tahayyül Etmek, İstanbul: İletişim, 2003.

Webster’s Unabridged Dictionary of the English Language, New York: Gramercy, 1996.

Yerasimos, Stefanos, Milliyetler ve Sınırlar, İstanbul: İletişim 2000.

Yerasimos, Stéphane (Stefanos), "Balkans: frontières d'aujourd'hui, d'hier et de demain?", Herodote, 63/85, 1991.