ARA USTA - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/G00124/2016/2016_USTAI.pdf · Okuma-yazma bilmeyen halk...

17
2859 ARAP EDEBİYATINDA MİTOLOJİ KÜLTÜRÜ Yrd. Doç. Dr. İbrahim USTA Bingöl Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belagati Anabilim Dalı Özet Dilimizde efsane ya da söylence olarak kullanılan Yunanca kökenli “mitoloji” sözcüğü, kelime anlamı olarak; “rivayet”, “aslı esası olmayan söz” ve “öncekilerin anlatıları” anlamına gelmektedir. Bir terim olarak mitoloji denilince; gerçekleşmesi mümkün olmayan, daha çok şair ya da yazarın hayalciliğiyle oluşan hikâye; kutsal serüvenleri, fizik ötesi varlıkların doğaüstü maceraları, arkaik dönemlerdeki insanlarının hikâyelerini aktaran efsaneler veya gerçekte vuku bulduğu kesin olarak bilinmeyen ancak tarihî dayanakları bulunan anlatılar akla gelmektedir. Müsteşriklerin genelde Arapları, özelde ise Müslümanları rencide etmek için ortaya attıkları “Araplar, aklı da midesi gibi boş millettir” iddiasının tersine, Arapların da akıl ve hayal sahibi bir millet olup mitoloji üretebilme kapasitelerinin olduğunu bir takım folklorik anlatı ve inançlar ortaya koymaktadır. Bu çalışmada öncelikle Arapların kültür ve akıl kapasitesi hakkında bir takım değerlendirmeler yapılacaktır. Arap mitolojisinin kaynakları ve bu tür anlatımların nadir olmasının sebepleri zikredildikten sonra İslam öncesi dönemde elde edilen be lge ve bulgular eşliğinde Satîh ve Zerkâu’l-Yemâme gibi kâhin hikâyeleriyle, ῾Ûc b. ῾Anâk, Lokmân, Zülkarneyn ve Belkıs gibi gerçek ve mitolojik şahsiyetlere ait anlatıları, Ravâha bint Seken gibi cin hikâyesi ile tabiatüstü varlıklardan olan gûl, sel῾ût ve nesnâs’a ait anlatılar örnek olarak sunulacaktır. Ayrıca üzerine büyük değer atfedilen yılan ve k arga gibi hayvan hikâyeleri ile Arap toplumunda kutsal sayılan yıldızlarla ilgili anlatılar bulunmaktadır. Anahtar Kelimeler: Arap, Mitoloji, Söylence, Efsane GİRİŞ İlke toplumlar, insanlarla diğer varlıklar arasında hiçbir farklılık olmadığını sanıp çevrelerinde gördükleri her şeyde aynı derecede hayat, akıl, konuşma yeteneği, cinsellik, iyilik veya kötülük etme gücü bulunduğuna inanmışlardır. Büyücü, sihirbaz, falcı ve kâhin gibi kendilerinden daha güçlü olduğu fikrine kapıldıkları kişiler aracılığı ile bu tür doğaüstü varlıklarla doğrudan görüşülebildiklerini sanmışlardır. İnsanlar, pozitif bilimlerin henüz gelişim göstermediği insanlığın ilk dönemlerinde; evrendeki sayısız küçük büyük varlığın varoluşlarını, kendi varoluşlarını ve çevresinde vuku bulan tabiat olaylarını düşünüp kafa yormaktaydılar. İşte ilk

Transcript of ARA USTA - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/G00124/2016/2016_USTAI.pdf · Okuma-yazma bilmeyen halk...

Page 1: ARA USTA - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/G00124/2016/2016_USTAI.pdf · Okuma-yazma bilmeyen halk binlerce yıllık geçmişini rivayet yoluyla sözlü olarak nesilden nesle aktarmıştır.

2859

ARAP EDEBİYATINDA MİTOLOJİ KÜLTÜRÜ

Yrd. Doç. Dr. İbrahim USTA

Bingöl Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Arap Dili ve Belagati Anabilim Dalı

Özet

Dilimizde efsane ya da söylence olarak kullanılan Yunanca kökenli “mitoloji” sözcüğü,

kelime anlamı olarak; “rivayet”, “aslı esası olmayan söz” ve “öncekilerin anlatıları”

anlamına gelmektedir. Bir terim olarak mitoloji denilince; gerçekleşmesi mümkün

olmayan, daha çok şair ya da yazarın hayalciliğiyle oluşan hikâye; kutsal serüvenleri,

fizik ötesi varlıkların doğaüstü maceraları, arkaik dönemlerdeki insanlarının hikâyelerini

aktaran efsaneler veya gerçekte vuku bulduğu kesin olarak bilinmeyen ancak tarihî

dayanakları bulunan anlatılar akla gelmektedir.

Müsteşriklerin genelde Arapları, özelde ise Müslümanları rencide etmek için ortaya

attıkları “Araplar, aklı da midesi gibi boş millettir” iddiasının tersine, Arapların da akıl

ve hayal sahibi bir millet olup mitoloji üretebilme kapasitelerinin olduğunu bir takım

folklorik anlatı ve inançlar ortaya koymaktadır.

Bu çalışmada öncelikle Arapların kültür ve akıl kapasitesi hakkında bir takım

değerlendirmeler yapılacaktır. Arap mitolojisinin kaynakları ve bu tür anlatımların nadir

olmasının sebepleri zikredildikten sonra İslam öncesi dönemde elde edilen belge ve

bulgular eşliğinde Satîh ve Zerkâu’l-Yemâme gibi kâhin hikâyeleriyle, ῾Ûc b. ῾Anâk,

Lokmân, Zülkarneyn ve Belkıs gibi gerçek ve mitolojik şahsiyetlere ait anlatıları, Ravâha

bint Seken gibi cin hikâyesi ile tabiatüstü varlıklardan olan gûl, sel῾ût ve nesnâs’a ait

anlatılar örnek olarak sunulacaktır. Ayrıca üzerine büyük değer atfedilen yılan ve karga

gibi hayvan hikâyeleri ile Arap toplumunda kutsal sayılan yıldızlarla ilgili anlatılar

bulunmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Arap, Mitoloji, Söylence, Efsane

GİRİŞ

İlke toplumlar, insanlarla diğer varlıklar arasında hiçbir farklılık olmadığını sanıp

çevrelerinde gördükleri her şeyde aynı derecede hayat, akıl, konuşma yeteneği, cinsellik,

iyilik veya kötülük etme gücü bulunduğuna inanmışlardır. Büyücü, sihirbaz, falcı ve

kâhin gibi kendilerinden daha güçlü olduğu fikrine kapıldıkları kişiler aracılığı ile bu tür

doğaüstü varlıklarla doğrudan görüşülebildiklerini sanmışlardır.

İnsanlar, pozitif bilimlerin henüz gelişim göstermediği insanlığın ilk

dönemlerinde; evrendeki sayısız küçük büyük varlığın varoluşlarını, kendi varoluşlarını

ve çevresinde vuku bulan tabiat olaylarını düşünüp kafa yormaktaydılar. İşte ilk

Page 2: ARA USTA - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/G00124/2016/2016_USTAI.pdf · Okuma-yazma bilmeyen halk binlerce yıllık geçmişini rivayet yoluyla sözlü olarak nesilden nesle aktarmıştır.

2860

dönemlerde yaşayan insanların kendilerini ve onları çevreleyen evren ve içindeki

varlıkları anlamlandırma çabaları mitoloji denilen edebiyat türünü ortaya çıkarmıştır.

Başka bir ifadeyle insanların doğal olayların nedenini araştırmaya sevk eden içgüdüleri

mitolojinin doğmasına yol açmıştır.

İnsan ırklarının tarihine baktığımızda hepsinin aynı derecede bilgisiz ve ilkel bir

dönemden geçtiklerini görürüz. Mısırlılar, Yunanlılar, Araplar ve herhangi bir Asyalı

veya Avrupalı topluluğun ataları da bir zamanlar doğa olaylarına, günümüzde ilkel kabul

edilen Avustralya, orta Afrika ve Amerika kıtalarında görülen ilkel kavimlerin inanışları

gibi inandıkları hususunda hiç şüphe yoktur. Bu yüzden her toplumda mitolojiye ya da

mitolojik unsurlara rastlamak mümkündür. Kimi zaman bu mitolojik unsurlar, edebi

eserlerin oluşmasına da kaynaklık etmiştir. Mitoloji denildiğinde akla ilk Yunanlılar

gelmektedir. Oysaki diğer milletlerde olduğu gibi, Araplarda da geniş bir mitoloji kültürü

vardır. Bu çalışma bunu ispat için hazırlanmıştır.

Ülkemizde tüm ulusların mitoloji ve folklorlarına ait eserler bulunmasına rağmen

Arap mitolojisi ile alakalı hiçbir çalışmaya rastlanmamıştır. Bu bildirinin temel amacı,

Araplarda mitolojinin olmadığı anlayışını irdelemek ve Arap kültüründe de diğer milletler

de olduğu gibi mitolojinin varlığını örneklerle açıklamaya çalışmaktır.

Bu çalışma iki temel bölümden oluşmaktadır:

İlk olarak mitolojinin kısa bir değerlendirmesi yapılarak bunun Araplardaki

yansımasına değinilecektir. Daha sonra ise Arap kültürü ve mitoloji yeteneği üzerine bir

takım tartışmalara yer verilecektir.

İkinci bölümde ise Arap mitolojisinin kaynaklarının yanı sıra Arap mitolojisinin

az veya nadir olmasının muhtemel sebepleri üzerinde durulacaktır. Konunun sonunda ise

Arap Mitolojisi Figürlerinden birtakım örnekler verilecektir. Bunlar; Lokmân,

Cezîmetü’l-Ebraş, Seyf b. Zîyezen gibi Arapların ağzından düşmeyen destansı hikayeler,

Satîh ve Zerkâu’l-Yemâme gibi bazı kâhinlere ait hikâyeler, Arap toplumunda büyük

önem arzeden cinler ve bunlarla ilgili ilginç hikayelerle, bazı hayvanlarla ilgili inanışlar,

dilimizde “gulyabani” olarak ta bilinen gûl, selʻût ve nesnâs gibi tabiatüstü varlıklarla

alakalı anlatılardan oluşmaktadır. Son olarak Arapların gezegen ve yıldızlara bakış açıları

kısaca değerlendirilip, bunlarla alakalı birkaç anlatıya yer verilecektir.

I. BÖLÜM

1- Kavram Olarak Mitoloji

Dilimizde efsane ya da söylence olarak kullanılan Yunanca kökenli “mitoloji”

sözcüğü, kelime anlamı olarak; “rivayet”, “aslı esası olmayan söz” ve “öncekilerin

anlatıları” anlamına gelmektedir. Bir terim olarak mitoloji denilince; gerçekleşmesi

mümkün olmayan, daha çok şair ya da yazarın hayalciliğiyle oluşan hikâye; kutsal

serüvenleri, fizik ötesi varlıkların doğaüstü maceraları, arkaik dönem insanlarının

hikâyelerini aktaran efsaneler veya gerçekte vuku bulduğu kesin olarak bilinmeyen ancak

tarihî dayanakları bulunan anlatılar şeklinde tanımlanmaktadır. Ayrıca bir tabiat olayının

meydana gelişini, bilinen bir varlığın oluşumunu veya yaradılışını, tabiat varlıklarında

meydana gelen bir değişikliği, olağanüstü şekilde, akıl dışı ve hayal ürünü açıklamalarla

anlatan hikâyeler de bu tanım içerisinde değerlendirilmektedir.1

1 Oğuz, M. Öcal, (2004), Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Grafiker Yay., Ankara, s.119; Tökel, Dursun Ali, (2000) Divan

Şiirinde Mitolojik Unsurlar, Akçağ Yay., Ankara, s. 5.

Page 3: ARA USTA - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/G00124/2016/2016_USTAI.pdf · Okuma-yazma bilmeyen halk binlerce yıllık geçmişini rivayet yoluyla sözlü olarak nesilden nesle aktarmıştır.

2861

Bilim adamları mitleri, birtakım sınıflandırmalara tabi tutmuşlardır. Buna göre;

köken mitleri; bir adın, bir nesnenin ya da varlığın nasıl olduğunu ya da ilk kez nasıl

ortaya çıktığını imgesel bir yolla açıklamaktadır. Ritüel mitleri; dinlerde mevcut olan

birtakım ayin ve tapınma törenleri ile bu uygulamaların yapılış veya anlamını açıklayan

mitlerdir. Eskatoloji mitleri ise evrenin sonunu ve kıyamet gününde vuku bulacak

olayları ifade etmektedir. Bunların dışında türeyiş, takvim, totem, prestij, kült ve

kahramanlık mitleri gibi alt sınıflandırmaları da görmek mümkündür.2

2- Arap Kültürü

Arap mitolojisi, Cahiliye Dönemine ait bir olgu olduğundan Arap kültürünün

kapsamı bu dönemle sınırlı tutulacaktır. Cahiliye Dönemi, Arap kültür tarihinin

başlangıcı olarak görülmektedir. Cahiliye Dönemi’nde Arap kültürü denilince; dönemin

coğrafi ve stratejik konumu, komşu medeniyetler arası ticari faaliyetler ve bu faaliyetlerle

beraber örf ve adetlerin belli bir kıvamda harmanlanıp şekillenmesi akla gelmelidir.

Okuma-yazma bilmeyen halk binlerce yıllık geçmişini rivayet yoluyla sözlü olarak

nesilden nesle aktarmıştır. Zaruri bir durum olmadıkça yazıya başvurmayan halkın

kültürü, göçebe hayatın zaruretlerinden doğan tecrübe, âdet ve geleneklerin geliştirdiği

bilgilerden ibaretti. Tüm sözlü kültürlerde olduğu gibi İslâm öncesi Arap kültüründe de

bilginin, ezberlenerek nesilden nesle aktarıldığını biliyoruz. Arapların bu döneme ait şiir,

Eyyâmu’l-ʻArab, Ensâb gibi bilgi kaynakları, Arap kabilelerinin sürdürdükleri göçebe

hayat içerisindeki tabii, dinî ve sosyal şartların tetiklediği ilhamlarla üretiliyordu. Çok

gerekli olmadıkça kullanılmayan yazı, anılan dönemden Abbasî döneminin başlarına

kadar büyük ölçüde sözlü kültüre hizmet etmiş ve onu beslemiştir.3

Cahiliye kültürünün en önemli unsuru olan şiir, mitolojiye ışık tutması açısından

önemlidir. Zira malzemesini aşk, şarap, savaş, zafer, kahramanlık, düşmana duyulan kin,

avcılık, tabiat, kabile değerleri gibi konulardan alan Arap şiiri, anlam bakımından bedevî

hayatın aynası olurken, edebi bakımdan ise birçok millette olmayan bir yeteneğe işaret

etmektedir. Yaşadıkları toplumda büyük saygı uyandıran şiir sanatının ustaları olan

şairler, mensubu oldukları cemiyetin sözcüsü, rehberi, bilgini, hatibi; hatta tarihçisi

sayılırlardı. Onların alelâde bir insanın elde etmesi imkânsız olan tanrısal bir güç

tarafından desteklendikleri düşünülür; özel bir ilimle donatıldıklarına inanılırdı. Arap şiiri

genelde aşk, savaş sonrası ağıtlar, yaşanmış olayların, duygu ve düşüncelerle tasavvur

edildiği, donuk duygulardan sadır olamayacak tutkuların ve tabiatın ortaya koyulduğu

şiirdir. Bu şiirlerden anlaşılıyor ki, Arap’ta da hayâl ve duygu yoğunluğu vardır. İşte bu

yaratıcı fıtrat, mitolojik hikâyeler üretmekte çok fayda sağlamaktadır. Çünkü mitolojinin

edebi yönü ve etkisi, anlatıcının hayal derinliği sayesinde ortaya çıkmaktadır.4

3- Araplar ve Mitoloji

Mitoloji kelimesi Arapça; “rivayet” ve “aslı esası olmayan söz” anlamında

kullanılan “ustûre-esâtîr” sözcüğünden türemiştir. Ustûre kelimesi sözlükte; “uʻcûbe” ve

“uhdûse” vezninde olup “s-t-r” fiil kökünden gelen ve “önceki ümmetlerin yazdığı

haberler” anlamında kullanılmaktadır. Bu kelimenin aslının Arapça olmayıp, Yunanca,

2 Segal, Robert A.(2012), Mit, (terc.: Nursu Örge), Dost Kitabevi, Ankara, s.10-13; Lévi Straus, Claude, (2013) Mit ve

Anlam, (terc.: G. Yavuz Demir), İthaki Yay., İstanbul, s.50; Hançerlioğlu, Orhan, (2000), Dünya İnançları Sözlüğü,

Remzi Kitabevi, İstanbul, s.336. 3el-Hâc Hasan, Hüseyin, (1988), el-Ustûra inde’l-ʻArab fi’l-Câhiliye, el-Muessesetu’l câmiʻiyye li’d- dirasât, Beyrut,

s.18-19; Berro, Tevfik,( 1996), Târihu’l-ʽArabi’l-kadîm, Dâru’l-fikr, Dimaşk, s.271. 4el-Alûsî, Muhammed Şükrî,(2009), Bulûğu’l-ereb fî marifeti ahvâli’lʽArab, Dâru’l-kutubi’l-ʽilmiyye, Beyrut, III/78;

Takkûş, Muhammed Süheyl,(2009) Târîhu’l-ʽArab kable’l-İslâm, Dâru’n-nefâis, Beyrut, s.221.

Page 4: ARA USTA - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/G00124/2016/2016_USTAI.pdf · Okuma-yazma bilmeyen halk binlerce yıllık geçmişini rivayet yoluyla sözlü olarak nesilden nesle aktarmıştır.

2862

Ârâmice veya Süryânîce “destan, hikâye, araştırma, haberdar olma, yorum ve tarih”

anlamlarındaki “ustuvar veya historia” kelimesinden Arapçaya girmiş olma olasılığı da

tartışılmaktadır.5

Kur’an-ı Kerîm’de dokuz defa geçen “Esâtîru’l-Evvelîn”6 tabiri; önceki

milletlerin masal ve hurafeleri anlamına geldiği gibi, “önceki milletlere ait doğru ve yanlış

tüm tarihî rivayetler veya bilgiler” anlamına da gelmektedir.7 Kaynaklar Esâtîru’l-Evvelîn

tabirinin ilk defa Nadr b. Hâris tarafından kullanıldığını kaydetmektedir. Rivayete göre

Ebû Süfyân, Velîd b. Muğîre, Ebû Cehîl, ʻUtbe b. Rebîʻa ve Nadr b. Hâris’ten oluşan bir

grup müşrik, Kur’an okumakta olan Hz. Peygamber’i gizlice dinlemeye gitmişler. Eski

milletlerin inançları konusunda en bilgilisi kabul edilen Nadr’a Hz. Peygamber’in ne

okuduğu sorulmuş, o da, "Ne dediğini anlayamıyorum, fakat galiba benim size anlattığım

gibi geçmiş milletlerin efsanelerinden bahsediyor" cevabını vermiştir.8 Bu yüzden

"İnsanlar içinde, bir bilgisi olmadığı halde Allah yolundan saptırmak ve alaya almak için

boş sözleri satın alanlar vardır"9 ayetinin Nadr b. Hâris hakkında nazil olduğu

aktarılmaktadır. Bu ayet ve onun nüzul sebebi olarak aktarılan söz konusu rivayet, onun

bir takım mitolojik bilgilerden haberdar olduğunu teyit etmektedir. Bu durum,

Oryantalistlerden bazılarının iddia ettikleri “Câhiliye Dönemi Arapları, mitolojinin

teşekkülüne uygun bir kültür ve tabiat ortamından mahrum oldukları ve ayrıca günümüze

ulaşmış mitolojilerinin bulunmadıkları” iddiasını10 nakzetmektedir. Aynı şekilde Nadr b.

Hâris gibi şehirlerde yaşayıp ticarî amaçlı seyahatler sebebiyle başka milletlerle

münasebet kuran kişilerin Yunan, Mısır, Farslıların mitolojik anlatıları hakkında bilgi

sahibi olduklarına dair rivayetlerin ve Araplara ait olduğu kabul edilen ʻAbûr, Ğumeysâ,

Süheyl ve Zühre yıldızlarıyla ilgili mitolojik anlatıların mevcudiyeti, onların Arapların

mitoloji üretebilme kapasitesinden yoksun olma savlarını çürütmektedir.11

4- Arap Aklı

Gerçeğin dışında söylenegelen rivayet ve düşünceler özellikle de bilinmeyen yeni

bir manzara için iki çeşit hayalden söz edilebilir. Birincisi, şekle benzeterek tasvir etme

ki; buna descriptive dream denilmektedir. Türkçeye tasviri-betimsel hayal veya tasavvur

olarak tercüme edebiliriz. İkinci kısım hayal olan İmaginative dream ise; ibdâî - yaratıcı

hayal veya kurgu şeklinde dilimize çevrilebilir.

Câhiliye Dönemi’ndeki Arap, daha çok birinci kısım olan; benzeterek tasvir

etmeyi (tasviri hayal) tercih etmiştir. Çünkü Arap, görünen ve hissedilen şeylerden bilgi

edinir ve üzerine yeni olmayan şeyleri giydirir. Yeni tecrübeleri olmadığından

kendisinden bir şey izafe etmez. Sonradan göreceğiz ki; kartal, köpek, eşek, aslan ve deve

üzerine şiir yazanların yaptıkları benzetmeler de yine bu hayvanlarla ilgilidir. Arap

aklında kartal uzun ömrü, köpek emanet ve vefayı, eşek sabır ve korkuyu, aslan kuvvet

5el-Mustafavî, Hasan,(1385 H.) et-Tahkîk fî kelimâti’l-Kur’âni’l- Kerîm, Merkez neşri âsâr Allâme el-Mustafavî, Tahran, V/148-152; Acîne, Muhammed,(1994), Mevsûʽatu esâtiri’l-ʽArab ani’l-câhiliyye ve delâletihâ, Dâru’l-fârâbî,

Beyrut, I/17. 6Kur’an-ı Kerîm 6/25, 8/31, 16/24, 23/83, 25/5, 27/68, 46/17, 68/15, 83/13. 7ez-Zemahşerî, Ebû'l-Kâsım Mahmud b. Ömer,(1995), el-Keşşâf an hakaiki't-tenzîl,Dâru’l-kutubi’l-ʽilmiyye, Beyrut, II/13 ve 577; Hamdi Yazır, Muhammed,(1998), Hak Dini Kur’an Dili, Azim Yayın Dağıtım, İstanbul, III/407-410. 8et-Taberî, İbn Cerîr, Ebû Cafer Muhammed,(2002, Câmiʽu’l-beyân, Dâr-u İbn Hazm, Beyrut, V/216-217; el-Kurtubî,

Muhammed b. Ahmed,(1985), el-Câmîʽ li ahkâmi’l- Kur’ân, Dâru ihyâi’t- turâsi’l-ʽArabî, 2. Baskı, Beyrut, X/95-96. 9Kur’an-ı Kerîm 31/6. 10Soury, Jules, Karşılaştırmalı Dinler Işığında İsrail Dini, (terc.:Harun Güngör ve İbrahim Açmaz),(2008), IQ Kültür

Sanat Yayıncılık, İstanbul, s.11. 11Ali, Cevad,(1993), el-Mufassal fî târihi’l-ʽArab,Neşru câmi῾ati Bağdâd, 2.Baskı, Beyrut, VIII/377; Acîne, Mevsûʽatu

esâtiri’l-ʽArab, I/22-23.

Page 5: ARA USTA - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/G00124/2016/2016_USTAI.pdf · Okuma-yazma bilmeyen halk binlerce yıllık geçmişini rivayet yoluyla sözlü olarak nesilden nesle aktarmıştır.

2863

ve cesareti, deve ise hayatın tamamını temsil etmektedir. Çünkü deve; susuzluğa olan

dayanıklılığı sebebiyle sabrıyla çöl gemisi olup sahiplerini ve eşyalarını taşımakta ve aynı

şekilde eti, sütü ve derisi sebebiyle hayatın olmazsa olmazıdır.12

Yunanlılar ise aklı daha çok kurgu denilen maddi gerçekliklerden uzak bir takım

figürlerle süslemişlerdir. Mesela; Onlar savaşı; cesaret, güzellik vb. mücerret şeylerle

tasvir etmiştir. Bununla birlikte başka bir benzerini diğer milletlerde göremediğimiz

şekilde savaşı, insana benzetirler. Bundan dolayı İlyada ve Odysseia gibi büyük olay ve

büyük savaşları anlatan eserler vücuda getirebilmişlerdir. Bu durumu Fransız gezgini

Alphonse de Lamartine (1790-1869) şu sözleriyle özetlemektedir: “Yunanlılar; cana

yakın dehasının yarattığı güzel rüyalara ve onların gerçek dolu birer gölgesi olan esrarlı

yalanlarına tapar. İnsan kalbinde ne kadar korku, ne kadar istek olursa Yunanlıların

bereketli soluğu da o kadar tanrı doğurur. Onun, tapınılan kişilere âşık dehası, her

sembol için bir tanrı yaratır ve her iniltiye, her çığlığa bir ruh verir” 13

II. BÖLÜM

1- Arap Mitolojisinin Kaynakları

Mutlak anlamda Arap mitolojisi, Arap yarımadasındakilerle sınırlı olmayıp

yarımada haricinde bölgenin kuzeyi ve güneyinde bulunan İbrani, Fenike, Mısır, Babil ve

Sümer gibi diğer ulus mitolojileri ile birleşmiş ve tüm mitolojilerde olduğu gibi sözlü

kültüre dayanmakta ve nadiren de olsa yazılı kaynaklarda bulunmaktadır. Arap efsane ve

folklorunun temel kaynakları ve aynı zamanda Arap kültür hazinesinin koruyucuları

olarak telakki edilen eserler ve yazarlarına bakıldığında; bunların başında hiç şüphesiz

Osman b. el-Câhız ve iki değerli eseri el-Beyân ve’t-tebyîn ve Kitâbu’l-hayevân

gelmektedir. Vehb b. Münebbih’in Kitâbu’t-tîcân fî mulûk-i Himyer, Hemedânî’nin

Kitâbu’l-iklîl, Demîrî’nin Hayâtu’l-hayevâni’l-kubrâ, Mesʻûdî’nin Ahbâru’z-zemân,

Süheylî’nin Ravdu’l-enf, Ebû Ubeyde Maʻmer b. el-Müsennâ’nın Kitâb-u eyyâmi’l-

῾Arab kable’l-İslâm, el-Hemedânî’nin, Sıfat-u cezîrati’l-ʻArab ve Âsâru’l- bilâd ve

ahbâru’l-ibâd gibi eserleri ile el-Kazvînî’nin, ʻAcâibu’l-mahlûkât ve ğarâibu’l-mevcûdât

gibi eserleri klasik temel kaynaklar arasında zikretmek mümkündür. Modern kaynaklara

bakmak gerekirse bunların başında hiç şüphesiz ki; Alûsî‘nin Bulûğu’l-ereb isimli

hacimli eseri gelmektedir. En az onun kadar değerli bir eser de, Iraklı tarihçi Cevad

Ali’nin el-Mufassal fî târihi’l-ʽArab isimli kapsamlı eseridir. Bunun yanında Şevkî

Abdulhakîm’in, Mevsûʻatu’l-folklor ve’l-esâtîri’l-ʻArabiyye, Muhammed Acîne’nin,

Mevsûʻat-u esâtiri’l-ʻArabʻani’l-câhiliye ve delâletihâ, Kusay Şeyh Asker’in, el-

Esâtîru’l-ʻarabiyye kable’l-İslâm ve ʻalâkatuhâ bi’d-diyânâti-l- kadîme, Hâlid Abdullah

el-Keremî’nin, Câmiʻun-nevâdir ve’l- esâtîr ve emsâli’l-ʻArab, Anastas Marî el-

12Abdulmuîd Han, Muhammed,(1937), el-Esâtîru’l- arabiyye kable’l-İslâm, Matbaʻatu lecneti’t-telif ve’t-terceme, Kahire, s. 31 ve 45; et-Tunusî, Muhammed Hıdır Hüseyin,( ts.), el-Hayâlu fi’ş-şiʽri’l-ʽArabî, el-Mektebetu’l-ʽArabiyye,

Dimaşk, .13-14; eş-Şâʽbî, Ebu’l-Kâsım,(2013), el-Hayâlu’ş-şiʽrî inde’l-ʽArab, KelimâtʽArabiyyeli’t-terceme ve’n-

neşr, Kahire, s.12. 13 Granger, Ernest, Mitoloji, (trc: Nurullah Ataç), (1983),Cem Yayınevi, İstanbul, s.37-38.

Page 6: ARA USTA - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/G00124/2016/2016_USTAI.pdf · Okuma-yazma bilmeyen halk binlerce yıllık geçmişini rivayet yoluyla sözlü olarak nesilden nesle aktarmıştır.

2864

Kermelî’nin, Edyânu’l-ʻArab ve hurâfâtuhum, Abdulmuîd Han’ın, el-Esâtîru’l-ʽArabiyye

kable’l-İslâm ve Ahmed Zekî’nin, el-Esâtîr gibi eserlerini zikretmek mümkündür.

2- Arap Mitolojisinin Yaygınlaşmasını Engelleyen Faktörler

Arapların mitoloji kültürünün -diğer milletlerin aksine- nadir olmasının bir takım

sebepleri bulunmaktadır. Bu sebepleri şu şekilde sıralamak mümkündür.

Öncelikle Arabistan’da tarihî veya arkeolojik keşiflerin yolu ilk olarak miladi 18.

asrın ortalarında Almanlar tarafından açılmıştır. Bu asrın başından itibaren Mısır ve

Kızıldeniz yoluyla Hindistan’a seyahat eden Avrupalılar, Yemen ve Hadramevt

sahillerinden geçerken o bölgede yaşayan yerli halktan; memleketlerinde kumlar altında

gömülü birçok bina, tarihi eser ve bu eserler üzerinde Yahudi ve Araplar tarafından da

okunamayan birtakım kitabelerin bulunduğunu öğrenmiş; bu gizemli bilgiyi batıya

ulaştırmaya başlamışlardır. 14 Bu durum bize Araplarla ilgili bilgilerimizin henüz az ve

onların mitoloji kültüründen yoksun oldukları hükmünü verebilmek için vaktin gelmediği

sonucuna ulaştırmaktadır. Belki ileri bir tarihte bulunacak bilgi ve belgeler ışığında

Araların da diğer milletler kadar mitoloji miraslarının çok olduğu bilgisine ulaşılacaktır.

İkinci olarak; İslam’ın gelişiyle yeni bir kültürle tanışan Araplar, atalarından miras

olarak aldıkları bir takım inanç veya mitolojik hikâyeleri, inandıkları dine zıt şeyler

olduğu için terk etmek zorunda kalmışlardır. Rivayetler bize İslam’ın ilk yıllarında

Müslümanlara eski milletlere ait birtakım hikâye ve hurafeler anlatan el-Haris b. en-

Nadr’ın anlatılarının tevhide aykırı olması sebebiyle önce tevbeye davet edildiği, bir

müddet sonra aynı anlatılara devam ettiği için de öldürüldüğünü aktarmaktadır.15

Üçüncü olarak; İslam Âlimlerinden büyük bir çoğunluğuna göre içerisinde şirk ve

küfür barındıran bilgileri öğrenmek ve öğretmek çok zararlı ve yasaktır. Çünkü İslam,

yıllarca tevhide aykırı olan şeylerle savaşmış ve şirke ait ne varsa hepsini silmiş, tekrar

canlanmaması için büyük gayretler sarf etmiştir. Mesela İbn-i Haldun’a göre mitoloji

denilen bu ilimle uğraşmak bid‘attır ve abesle iştigal olup rivayet edilecek kadar değerli,

ciddiye alınacak kadar bir ilim dalı değildir.16 Bu ve benzeri tutumlar Araplara ait

mitolojik bilgilerin zamanla kaybolmasına sebebiyet vermiştir. Nitekim Arap

kaynaklarında mitolojiye nadiren rastlanması da bunun apaçık göstergesidir.

Dördüncü olarak; Araplara ait eserlerin toplanması ve tasnif edilmesi anlamına

gelen tedvin sürecinde ortaya çıkan ve “büyük fitne” şeklinde isimlendirilen Hz. Ali ve

Muaviye’nin kavgası sebebiyle hilafet merkezinin önce Medine’den Kufe’ye ve daha

sonra ise Şam ve Bağdat’a taşınması beraberinde bir takım mezhepsel ve kabilesel

soğuk/sıcak savaşları gündeme getirmiştir. Kabile savaşlarının en önemlisi olan kuzeyli

Kays ve güneydeki Yemenli kabilelerin savaşları, taassup neticesinde birbirlerini

karalama şeklinde gelişmiştir. Bunun yanında bu kabilelere ait olan birtakım rivayetler

kabile taassubu sebebiyle değiştirilmiş veya yok edilmiştir. Bunların içerisinde mitolojik

verilerinde bulunuyor olması kuvvetle muhtemel bir husustur.

Beşinci olarak; Arap mitolojisinin az ve nadir olması bunun Arap aklının mitoloji

üretme kapasitesinden yoksun olduğu anlamına gelmemektedir. Zira Arap toplumunun

yazıya geç bir dönemde geçmiş olması ve atalarının haberlerini kayıt altına almamaları

14 Günaltay, M. Şemsettin,(2013), İslâm Öncesi Arap Tarihi, Ankara Okulu Yay., Ankara, s. 110; Abdulmuîd Han, el-Esâtîru’l-ʽArabiyye kable’l-İslâm, s.5. 15 Şeyh Asker, Kusay,(2007), el-Esâtîru’l-ʽArabiyye kable’l-İslâm ve ʽalâkatuhâ bi’d-diyânâti-l-kadîme, Dâru maʽd,

Dimaşk, s.235. 16 Acîne, Muhammed, Mevsû’atu Esâtiri’l Arab, s.26.

Page 7: ARA USTA - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/G00124/2016/2016_USTAI.pdf · Okuma-yazma bilmeyen halk binlerce yıllık geçmişini rivayet yoluyla sözlü olarak nesilden nesle aktarmıştır.

2865

neticesinde; “Araplarda mitoloji kabiliyeti yoktur” gibi bir anlayışı ortaya çıkarmaktadır.

Bu durum ise objektif bir bakış açıyla bakıldığında çok yanlış bir durumdur.

Altıncı olarak; eski Arap hayatını tasvir eden eserlerin gerekli ihtimam

gösterilmemesi neticesinde bazılarının yok olmasına; bazılarının ise ismi bilinmesine

rağmen bulunamamasına neden olmuştur. Bunun en bariz örneği ise Muhammed Hasan

b. Davûd el-Hemedânî’nin el-İklîl isimli eseridir. Bu eserin en temel özelliği eski Yemen

hakkında müellifin seyahatinde gördüklerinin yanı sıra onların sosyal hayatı ve

inançlarını konu edinmesidir. On ciltten oluştuğu bilinen bu kitabın- ne yazık ki- sadece

üç cildi bulunabilmiştir. Elimizde olan nüshaya göre onuncu ciltte el-Hemedânî, milattan

önce üç bin yıllarında yaşamış ve tüm dünyanın bu zamandan beri borçlu olduğu, Yemen

kabilelerinden Sebe’ ve Himyer krallıklarından bahsetmektedir. Henüz bulunamayan

yedinci ciltte ise eski Yemen’e ait efsaneler ve hurafeler kısmı yer almaktadır.

Yedinci olarak; Arapların çölde yaşamaları ve denizden uzak olmaları

gösterilebilir. Çölde yaşam sebebiyle Arapların içine kapanık olmaları doğal bir

durumdur. Pek tabii kapalı bir toplumun diğer uluslarla kaynaşması zor ve nadirattandır.

Bu durum kültürlerin birbirlerine ait olan hikâyelerin el değiştirmemesine, dolayısıyla -

varsa bile- zamanla unutulmasına sebebiyet vermiş olabilir. Ayrıca deniz yani su ve su

kaynakları medeniyetin oluşmasındaki en büyük etkendir. Arapların suya yani denize

uzak bir yaşam seçmeleri, onların başka medeniyetlerle kuracakları iletişimin önüne

geçen bir perde görevi görmüştür.

Yukarıda sıralamaya çalıştığımız sebepler bize Arapların mitoloji bakımından

kısır bir toplum olmasının bir takım sebepleri ortaya konulmaya çalışılmıştır. Tüm bu

varsayımlarla birlikte elimizde bulunan bilgiler, Arapların da en az diğer milletler

oranında mitolojik anlatılara sahip olduğunu apaçık bir şekilde göstermektedir. Araplarla

ilgili bilgilerin (kazı- yazıt-kitabe) birçoğunun müsteşrikler tarafından ortaya çıkarıldığını

daha önce belirtmiştik. Müsteşriklerin İslam’a olan düşmanlıkları onları Araplara karşı

önyargılı davranmaya iterek Arap kültür hazinesini yok saymaya kadar gitmiştir. Bunun

en bariz örneğini Fransız müsteşrik Jules Soury’den alıntıladığımız şu ifadelerinde

bulmak mümkündür: “Sâmi ırkının ilk dinleri çok tanrıcılıktır. Âramlılar, Asûrlular,

Fenikeliler, Kenanlılar ve Yahudiler önce güneşe, aya, gezegenlere, yıldızlara, ışığa,

ateşe, topraktan doğan devlere, tabiata, ormana ve hayvanlara taparlardı. Sâmiler

Halep’ten Arap denizine, Mısırdan Basra körfezine kadar olan bölgede hemen hemen

kızgın bulutsuz gökyüzü ile geniş kum ovası çölü geceleri de gökyüzüne kraliçelik eden

ayı tanıdılar. Sâmi ırkının izafi fakirliği bu yüzdendir. Asya’nın bu bölgesinde kurak

çölden başka bir şey yoktur. Böyle toprağın böyle insanı olur. Bu kayalık ve kumluk

ovalarda insanoğlu küçük, zayıf, kuru, öylesine kanatlardır ki; kafası da midesi kadar

boştur. Bu tip ırk yani göçebe Bedevi Arap, hiç düşünmez ve hiçbir şey bilmez, hayali de

çöl kadar ıssızdır.”17

3- Arap Kültüründe Mitolojik Ögeler

Arap kültüründe cinlerin ayrı bir yeri vardır. Bazılarına göre cinler, fırtına ve

yağmur gibi bazı tabiat olaylarında tasarruf sahibi; bazılarına göre ise yılan ve köpek gibi

hayvanların şekline girebilen doğaüstü yaratıklardır. Bazıları kendilerini cinlerden gelen

bir sülaleye dayandırırken bir başkası cinlerle evlendiğini; anne, baba veya çocuklarının

17Soury, Karşılaştırmalı Dinler Işığında İsrail Dini, s.11.

Page 8: ARA USTA - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/G00124/2016/2016_USTAI.pdf · Okuma-yazma bilmeyen halk binlerce yıllık geçmişini rivayet yoluyla sözlü olarak nesilden nesle aktarmıştır.

2866

cinlerle olan evlilik sonucu meydana geldiğini iddia eder. Diğer bir grup ise cinlerin

Allah’ın kızları olduğuna inanmaktadır. Cinlerle ilgili ilginç durum ise İmriu’l-Kays,

A῾şâ, ῾Ubeyd b. el-Ebras, Kümeyt ve Hassân b. Sâbit gibi meşhur şairlerin cinlerden bir

hocası veya dostu olduğu; onlar olmadan bu şairlerin şiir irad etmeye muktedir

olamayacakları inancıdır. Bu ve benzeri inanç örnekleri Arap toplumunda sayısız cin

hikâyelerinin ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir.

Câhiliye Dönemi Arapları içinde yaşadıkları çevrenin bir parçası olmaları

hasebiyle hayvanlara farklı bir gözle bakmaktadırlar. Bu tarzın; onların, hayvanlardan

bazılarını mukaddes sayarak onlara ibadet etmeye yönelttiğine şahit olmaktayız. Bu

bağlamda karga, yılan ve deve gibi birtakım hayvanlara uğur-uğursuzluk atfedilmiş bazı

anlamlar yüklenmiş; bazen onlar hakkında cin, şeytan veya meleklerden bir taife olarak

ta bahsedilmiştir.

Tabiatüstü yaratıkların varlığına olan inancın, eski çağlardan beri insan hayalini

meşgul ettiği bilinmektedir. Câhiliye dönemi Arap toplumunda temelini hayvan imajının

oluşturduğu çokça inanç ve bu inançlara ait efsaneler bulunmaktadır. Bunların başında

hiç şüphesiz gûl, sel῾ût ve nesnâs vb. mitolojik yaratıklara ait anlatılar gelmektedir.

Şimdi yukarıda sıralanan öğelerden bir kaçıyla ilgili anlatımlara yer verelim:

1. İnsan Mitleri

1.1. Kâhinler

Arapça k-h-n kökünden gelen kehanet tabiri sezgi veya bir tür ilhamla yahut bazı

işaretlerin yorumuyla ileride meydana gelecek olayları haber verme, gizli bilgiyi ortaya

çıkarma anlamına geldiği gibi yıldızlara bakma, kuş uçurma, fal okları çekme, efsun

yapma bazı tılsımlardan faydalanma anlamlarına da gelmektedir.18 Arap kültüründe kâhin

önemli bir yere sahiptir. Verilecek örneklerden anlaşılacağı üzere onlar toplumun hem

hocası, hem bilgesi hem de en kutsal varlıklarının başında gelmektedir.

Satîh el-Gassânî

Nûşirevân zamanında yaşamış dönemin en eski kâhinlerinden olan Satîh, Zi’b

kabilesinden olup, Seylu’l-Arîm yılında doğduğu rivayet edilmektedir. Bir rivayete göre;

Satîh; kemiksiz, âdeta azasız bir vücud, yüzü göğsü içinde bir yaratılış garibesi ve çok da

yaşamış bir kâhindir. Gaipten verdiği doğru haberler, o dönemde yaşayanların arasında

şöhret bulmuştur. Hatta Fars Kisrâsı Mubizân gördüğü acayip rüyayı; sarayın on dört

sütununun düşmesinin sırrını Satîh’ten sormak için Muyzan denilen âlim bir elçisini

göndermiş. Satîh şöyle demiş: "O Zat sizlere de hâkim olacak, sonra saltanatınız

mahvolacaktır. Hem birisi gelecek, bir din izhar edecek. İşte o, sizin din ve devletinizi

kaldıracak. İbn Hişâm’ın rivayetine göre kâhin Satîh, normal insan gibi vücut organları

bulunmayıp âdeta bir et torbası gibiymiş. Yüzü göğsünde bulunup, öfkelendiğinde şişer

ve tekrar sönermiş. Diğer bir kâhin olan Şıkk ise yarım insanmış ve bu ikisi aynı günde,

yani kâhine Tarîfe el-Himyerî’nin öldüğü günde doğmuşlardır. Tarife, ikisinin de ağzına

tükürerek kâhinliği onlara miras bırakmış.19

18el-İsfahânî, Râgib, (2002), el-Müfredât fî elfâzı’l-Kur’ân, Dâru’l-kalem, 3. Baskı, Dimaşk, s.728; el-Alûsî, Bulûğu’l-ereb, III/269; Ali, el-Mufassal fî târihi’l-ʽArab, VI/757; Harman, Ömer Faruk,(1994-2014),”Kâhin”, DİA, XXIV/170. 19İbn Hişâm, Muhammed,(1990), es-Sîyretu’n-nebeviyye, Dâru’l-kitâbi’l-ʻarabî, Beyrut, I/31-35; el-Mesʻûdî, Ebû’l

Hasan Ali b. Hüseyin,(1996), Ahbâru’z-zemân, Dâru’l-Endelus, Beyrut, II/183; en-Nuveyrî, Şihabuddin Ahmed,

(2004), Nihâyetu’l-ereb fî funûni’l-edeb, Dâru’l-kutubi’l-ʽilmiyye, Beyrut, III/122.

Page 9: ARA USTA - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/G00124/2016/2016_USTAI.pdf · Okuma-yazma bilmeyen halk binlerce yıllık geçmişini rivayet yoluyla sözlü olarak nesilden nesle aktarmıştır.

2867

Zerkâu’l-Yemâme

Câhiliye Dönemi Araplarda meşhur ve mitolojik bir şahsiyet olan Kâhine

Yemâmeli Zerkâ’, Necid’li bir kadın olup, Cüdeys kolunun Yemâme halkındandır İbn

Abdirabbih, ʻIkdü’l-ferîd isimli eserinde Zerkâ’nın Yemâme’de oturan bir kadın olup

sütteki beyaz kılı görebilme yeteneğine sahip olduğunu, üç günlük mesafedeki süvarileri

görüp dışarıdan gelebilecek askeri bir baskına karşı onları uyardığını, böylece düşman

onlara ulaşmadan kendilerini hazırladıklarını rivayet etmektedir. Rivayete göre bir gün

Zerkâ’nın kavmine baskın yapmak isteyenler; arkadaşlarına ağaç dallarını kesip onlarla

örtünerek bir nevi kamuflajlı bir şekilde ilerlemelerini istediler. Bu plan uygulanmaya

koyulmasına karşın Zerkâ onları fark ederek kendi kavim sakinlerine hitaben; size doğru

gelen ağaçları görüyorum dedi. Kavmi bu iddialarına karşılık onu yalanlayıp azarlayarak

aklını yitirdiğini söylediler. Bir sabah uyandıklarında onlara hücum eden süvarilerle baş

başa kaldılar. Beklenmedik baskın sonucu kavmi hezimete uğradı ve Zerkâ öldürüldü.

Rivayete göre Zerkâ’nın gözünü oyarak görme gücünün sebebini bulmaya çalışanlar,

çokça sürme sürdüğünden dolayı göz damarlarında dahi sürmenin izine rastlamışlardır.20

1.2. Diğerleri

ʻÛc b. ʻAnâk

Rivayetlere göre Nûh ile Musa peygamber devirleri arasında 3600 yıl yaşamış

zalim bir mitolojik şahsiyettir. İsmi ʻÛc b. el-Aʻnak, ʻAnâk veya ʻÛk şeklindedir.

Mesʻûdî’nin rivayetine göre onun annesi erkek kardeşi olmaksızın doğmuş bir bayandır

ve yeryüzünden zinayı ilk yayan kadındır. Vücudu çirkin görünümlü ve iki başlı bir

yapıya sahipti. Her iki elinde on parmak, her parmağında ise ikişer tırnak bulunmaktaydı.

Tufandan önce yaşamış olan bu dev adam, Nûh’un gemisine tutunarak, onu batırmak

istemiş. Nûh Peygamber, bunun sebebini sorduğunda; “gemiyi batırmak gibi kötü bir

niyetim yoktu. Sular içinde yürürken dağlar ayağıma dolanmasın diye sadece ona

tutunmak istemiştim.” diye cevaplamıştır. Boyunun çok uzun olması sebebiyle tufan vakti

her tarafı kaplayan su onun ancak dizlerine ulaşmış, gökyüzündeki bulutları elleriyle

kavrayıp onların suyunu çıkararak susuzluğunu gidermiş, denizden elleriyle yakaladığı

balina büyüklüğündeki balıkları gökyüzüne fırlatarak güneşte pişirmişti. Zalim bir kral

olan ʻÛc b. ʻAnâk, bir şehre kızdığında oraya idrarını yapar ve şehir halkı onun idrarında

boğulurmuş. Günümüz Fas topraklarında bulunan Yeznâs kabilesinin bulunduğu

Foughâl(Fevgal) Dağı’nda ikamet eden bu zalim kral, susadığında dere suyunun

tamamını içermiş. Boyu o kadar uzunmuş ki; ölüm döşeğinde yatarken ayaklarını ısırarak

parçalamaya çalışan aç kurtları sinek zannederek, sinekleri ayaklarımın ucundan kovun

diye bağırırmış.21

Lokmân b. ʻÂd

İslâm’dan önce Araplar arasında uzun ömrü, bilgeliği ve darbı meselleriyle ortaya

çıkan Lokmân, Câhiliye Dönemi şiirlerinde Hz. Hûd’un kavmine adını veren ʻÂd’a

nispetle Lokmân b. ʻÂd olarak geçmekte; ancak İslâmî kaynaklarda bu zatın Kuran’da

20Vehb b. Münebbih,(1347 H.), Kitâbu’t-tîcân fî mulûki Himyer, Merkezu’d-dirâsâtve’l-ebhâsi’l-Yemeniyye, Sana, s.

310-311; el-Câhız, Ömer b. Bahr,(1998), el-Beyân ve’t-tebyîn, Mektebetu’l-hancî, Kahire, I/313; es-Süheylî, Abdurrahmân b. Abdullah Ebû’l-Kâsım,(ts.), er-Ravdu’l-unf fî şerhi’s-sîreti’n-nebeviyye li’bni Hişâm, Dârû’l-

kutûbi’l-ʻilmiyye, Beyrut, I/151. 21el-Kisâî, Muhammed b. Abdillah,(1933), Kısasu’l-enbiyâ, Brill Matbaası, Leiden, s.233; es- es-Seʽâlibî, Abdulmelik

b. Muhammed b. İsmail,(ts.), el-ʻArâisu’l-mecâlis, Mektebetu’l-cumhûriyyeti’l-ʻArabiyye, Kahire, s.234.

Page 10: ARA USTA - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/G00124/2016/2016_USTAI.pdf · Okuma-yazma bilmeyen halk binlerce yıllık geçmişini rivayet yoluyla sözlü olarak nesilden nesle aktarmıştır.

2868

zikredilen Lokmân olmadığı belirtilmektedir.22

Rivayete göre ʻÂd kavmi günahkârlıkları ve peygamberlerini dinlememeleri

yüzünden kuraklıkla cezalandırılınca, bu felâketten sadece Hûd ve ona inananlarla

yağmur duası için Mekke’ye giden; aralarında Lokmân’ın da bulunduğu bir heyet

kurtulmuştur. Lokmân’ın ne kadar yaşadığı konusunda farklı rivayetler vardır. Bu

rivayetlere göre Lokmân Allah’tan uzun ömür dilemiş, tercih kendisine bırakılınca

Araplarda uzun ömrün simgesi olan kartaldan hareketle yedi kartal ömrü kadar yaşamayı

istemiştir. Lokmân’ın beş yüz altmış, bin, üç bin, üç bin beş yüz veya dört bin yıl yaşadığı

nakledilmektedir. Bu sebeple kendisine "Lokmânu’n-nusûr" (kartallar kadar uzun

yaşayan Lokmân) denildiği gibi "el-Muʻammer" (uzun ömürlü) diye de anılmıştır. Eski

Arap kıssalarında Lokmân, ʻÂd kavmine mensup bir kişi olarak takdim edildiği gibi

İslâmî kaynaklarda İsrâiloğullarından biri olarak da gösterilmektedir. Buna göre Lokmân;

Hz. Eyyûb’un kız kardeşinin veya teyzesinin oğludur. Hz. Davud zamanına yetişip ondan

ilim öğrenmiş; Davud peygamber oluncaya kadar fetva vermiş, sonra da onun yardımcısı

olmuştur.23

Zülkarneyn

Zülkarneyn’in tarih açısından kim olduğu ve tarihin hangi meşhur şahsiyetine

tekabül ettiği konusunda müfessirler ve tarihçiler arasında görüş ayrılıkları ve tartışmalar

vardır. Bir rivayete göre Zülkarneyn, Himyerli Ebû Kerbî veya Mısır asıllı Merzubân b.

Merzûbe isimli şahıstır. İskender b. Philip b. Patrius b. Hürmüs veya Tübba῾ b. el-Akran

olması da muhtemeldir.24 Burada ihtilaf konusu olan sadece kimliği olmayıp, yaşadığı

yer, fetihleri ve sıfatları da ayrıca başka konularda bulunmaktadır. Zülkarneyn ve

İskender bağlantısıyla ile alakalı olarak İskender Pala şöyle demektedir: ” İskender’in

Zülkarneyn’in olma olasılığı çok düşüktür. Zira Kur’ân-ı Kerîm içki içen, adam

öldürmekten zevk alan, adalet tanımaz, ırk ayrımı güden, Mısır’a bir tanrı olarak giren,

çok tanrılı Grek dinine uyan bir pagan ve hatta eşcinsel bir kişiyi övmez”.25

Belkıs

Belkıs, babası büyük hükümdarlardan olan Seyrah; diğer adıyla Hedhâd‘ın kızı

olup, tahta geçtikten sonra İsfahânî’nin rivayetine göre yirmi yıl, Yakûbi’nin rivayetine

göre yüz yirmi yıl süreyle ülkesini yönetmiş, Süleyman Peygamberle evlendikten sonra

ise üç yüz yirmi yıl daha hükümranlığı sürmüştür. Belkıs isminin kökeni olarak yemen

Araplarının tapındıkları bir tanrıça olan Beltîs isimli bir tanrıçadan ötürü bu ismi

kullandıkları bildirilmektedir. Seʻâlibî ile diğerlerinin anlattıklarına göre; Sebe halkı,

hükümdarları olan Şurahbil b. Hedhâd’ın ölümünden sonra onun vasiyetini yerine

getirerek Yâsir Yenʻum el-Yaʻferî isimli kişiyi hükümdar tayin ettiler. Fakat bu hükümdar

zamanında düzen bozuldu. Belkıs haber salarak bu yeni hükümdarla evlenmek istediğini

bildirdi. Hükümdar da Belkıs’la evlendi. Gerdeğe girdiklerinde Belkıs ona bir içki içirdi.

Sarhoş olduktan sonra hükümdarın başını keserek, kellesini kapıya dikti. Bunun üzerine

22 el-Câhız, el-Beyân ve’t-tebyîn, I/184; İbn Kesîr, Ebû’l-Fidâ İsmail, (2010),el-Bidâye ve’n-nihâye, Dâr İbn Kesîr, 2.

Baskı, Dimaşk, II/339; Ali, el-Mufassal fî târihi’l-ʽArab, I/314-315. 23Ubeyd b. Şeriyye, AhbârʽUbeyd b. Şeriyye,(1347H.), (Kitâbu’t-tîcân fî mulûki Himyer’le beraber), Merkezu’d-

dirâsâtve’l-ebhâsi’l-Yemeniyye, Sana, s.23; es-Seʽâlibî, el-ʽArâisu’l-mecâlis, s. 388; el-Mesʽûdî, Ebu'l Hasan Ali b. Hüseyin, Ahbâru’z-zemân, s.105-106; Acîne, Mevsûʽatu esâtiri’l-ʽArab, I/324. 24Ubeyd b. Şeriyye, AhbârʽUbeyd b. Şeriyye, s.446; el-Himyerî, Neşvân b. Saʻîd, (1975),Mulûk Himyer ve ikyâlu’l-

Yemen, el-Mektebetu’s-selefiyye, Kahire, s.104; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye, II/307. 25 Pala, İskender, (1995), Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, Akçağ Yay., Ankara, s. 260.

Page 11: ARA USTA - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/G00124/2016/2016_USTAI.pdf · Okuma-yazma bilmeyen halk binlerce yıllık geçmişini rivayet yoluyla sözlü olarak nesilden nesle aktarmıştır.

2869

halk, Belkıs’a yönelerek onu başlarına hükümdar olarak geçirdiler.26 Rivayete göre cinler,

Belkıs‘ın, Süleyman nazarındaki görünümünü çirkinleştirmek istemişlerdi. Kıllı

bacaklarını açtığında kral Süleyman’ın ondan nefret edeceğini düşünmüşlerdi. Onunla

Süleyman’ın evlenmesinden korkmuşlardı. Çünkü anası cinlerden olduğu için Süleyman,

kendilerine musallat olmuş ve emri altında kendilerini çalıştırmakta idi. Bazı rivayetlere

göre Belkıs’ın tırnakları, hayvan tırnakları gibi ve çok kıllıydı. Ancak Süleyman,

Belkıs’la evlenmek istediğinde onun bacaklarındaki kılları nasıl gidereceğini düşündü.

Bunu cinlere sordu. Cinler de ona ustura kullanmasını teklif ettiler. Fakat Belkıs, ustura

kullanmaya yanaşmadı. Bunun üzerine cinler kendisine hamamotu yaptılar ve otu

hamama bıraktılar. O da hamama girdi. Böylece hamama ilk giren o oldu. Hamamotunu

görüp elini attığında eli yanıp of dedi. Onu kullanıp faydalanamadan önce acı çekmeye

ve inlemeye başladı.27

3- Cin Mitleri

Sözlükte “örtmek, gizli kalmak” anlamındaki “cenn” kökünden türeyen “cinnî”

kelimesi “örtülü ve gizli şey” manasındadır. Terim olarak “duyularla idrak edilemeyen,

insanlar gibi şuur ve iradeye sahip bulunan, ilahi emirlere uymakla yükümlü tutulan ve

mümin ile kâfir gruplarından oluşan varlık türü” anlamına gelir.28

Câhiliye Arapları cinlerin de kabile ve gruplar hâlinde yaşadıklarına, birbirleriyle

savaştıklarına, fırtına gibi bazı tabii olayların cinlerin işi olduğuna inanıyorlardı. İnsanları

öldürdüklerini, kaçırdıklarını, bazı cinlerin ise insanlara yardım ettiklerini, cinlerle

evlenen insanların olduğunu kabul ediyorlardı. Cinlerin başta yılan olmak üzere çeşitli

hayvanların suretine girdiklerine, genellikle tenha, kuytu ve karanlık yerlerde

yaşadıklarına, insanlar gibi yiyip içtiklerine, hastalıkların onların getirdiğine, delilerin

cinlerin istilâsına uğramış kişiler olduğuna inanılıyordu. Özellikle ʻAbkar Vadisi olarak

isimlendirdikleri bölge, cinlerin yoğun olarak yaşadığına inanılan bir yerdi. Bu dönemde

insanlar, cinleri Allah’ın kızları olarak kabul edip ve cin hayır ve şer işleri yapabilme

gücüne sahip sayarlardı. Her kabilenin veya birkaç kabilenin oluşturduğu topluluğun özel

bir cini, bir kayası, bir ağacı veya bir putu bulunur, bunların yanında o topluluk toplanır

ve onlara taparlardı.29 Cinlerle ilgili aşağıda sunacağımız Ravâha bint Seken kıssası

cinlerle ilgili ilginç hikâyelerin başında gelmektedir.

Kraliçe Belkıs'ın, cinlerden olduğu iddia edilen annesinin adıdır. Sekr, Seken,

Mesken bint Ravâha veya Reyhâne isimleriyle bilinmektedir.30 Da῾bul el-Huzâ῾î’ye ait

olan Vasâyâ’l-mulûk isimli eserde, Belkıs’ın annesi olan Ravâha bint Seken'in, kral

Hedhâd’ın cinlerden olan eşi olduğu aktarılmaktadır. Kral Şurahbil b. Hedhâd’ın onunla

evlenme sebebi ise çok ilginçtir.

Rivayete göre kral bir gün asker ve hizmetçilerinden oluşan bir toplulukla ava çıkar.

O sırada kurdun kovalamakta olduğu bir ceylana rastlar. Bu kurt ceylanı kovalayıp en

sonunda da bir kenarda kıskaca alır. Kaldığı bu durumdan kurtulmaya çalışan ceylan ne

26el-Yaʽkûbî, Ebû Yaʻkûb b. Caʻfer, (2010), Târîhu’l- Yaʻkûbî, Şirketu’l-aʻlemî li’l-matbûʻât, Beyrut, I/241; el-

Mesʽûdî, Murûcu’z-zeheb, II/61; el-Kisâî, Kısasu’l-enbiyâ, s.288. 27Vehb b. Münebbih, Kitâbu’t-tîcân, s.171. 28el-İsfahânî, el-Müfredât, s.203; İbn Manzûr, Ebû’l-Fazl İbn Mukerrem,(1968), Lisânu’l-Arab, Dâr-u Sâdr, Beyrut,

XIII/92; el-Fîrûzâbâdî, Ebû’t-Tâhir Mecduddîn Muhammed b. Yaʻkûb,(2003), Kâmûsu’l-muhît, Muessesetu’r-risâle,

Beyrut, s.1197. 29 el-Câhız, Ömer b. Bahr,(2011), Kitâbu’l-hayevân, Dâru’l-kutubi’l-ʽilmiyye, Beyrut, VI/164 ve 265; el-Alûsî,

Bulûğu’l-ereb, II/225-226 ve 341; Ali, el-Mufassal fî târihi’l-ʽArab, VI/707-710; Abdulmuîd Han, el-Esâtîru’l-

ʽArabiyye kable’l-İslâm, s.73. 30el-Câhız, Kitâbu’l-hayevân, I/123; el-Himyerî, Mulûk Himyer, s.74.

Page 12: ARA USTA - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/G00124/2016/2016_USTAI.pdf · Okuma-yazma bilmeyen halk binlerce yıllık geçmişini rivayet yoluyla sözlü olarak nesilden nesle aktarmıştır.

2870

yaparsa yapsın kurttan kurtulamaz. Şurahbil b. Hedhâd da ceylanın bu durumunu görür

ve onu bu durumdan kurtarmak için kurdu bir hamlede yakalayıp sırtına biner. Kurdun

bu şekilde etkisiz hale geldiğini gören ceylan hızlıca oradan uzaklaşmak için kaçmaya

başlar. Şurahbil, onun kurttan yeteri kadar uzaklaştığı ve ondan zarar görmeyeceği bir

yere kadar kaçabildiği mesafeyi geçene kadar da kurdun hareket etmemesi için sırtından

inmez ve ona hareket imkânı tanımaz. Hâl böyle iken Hedhâd da kurdu serbest bırakır ve

ceylanın izini sürmeye başlar. Sonunda ceylanı yakalar fakat ceylanın aslında cin

krallarından Arîm’li Sa῾b b. el-Yeleb’in kızı olduğu ortaya çıkar. Kral Şurahbil b. Hedhâd

bu kızla evlenir ve ondan bir kızı olur. Rivayete göre bu kadın Kraliçe Belkıs'ın, cinlerden

olduğu iddia edilen annesinin adıdır.31

4- Tabiatüstü Varlık Mitleri

Tabiatüstü yaratıkların varlığına olan inancın, eski çağlardan beri insan hayalini

meşgul ettiği bilinmektedir. Câhiliye Arap toplumunda temelini hayvan imajının

oluşturduğu çokça inanç ve bu inançlara ait efsaneler bulunmaktadır. Bunların başında

hiç şüphesiz Gûl ve Selʻût gibi mitolojik tiplemeler gelmektedir.

Gûl

Farsçadan Arapçaya girmiş olan gûl/gîylân kelimesi lügatte; dev, ifrit, şeytan, cin,

kötü ruh, iblis, kötü adam, gulyabani denilen hayalî hayvan, canavar, yılan, insanların

önüne gelip çeşitli şekillere giren cin, cadı, ölüm, afet, felaket, helak sebebi olan şey, kısa

boylu kız çocuğu, cüce anlamlarına gelmektedir. Ayrıca çölde oturan, değişken şekilli, en

çok da sırtlan şeklinde görülen bir şeytan şeklinde olup dikkatsiz gezginleri çölde öldürüp

yediğine inanılan bir mahlûktur. İnanca göre yiyeceklerin artıklarını ve ölüleri yiyerek

kanlarını içer, mezarları soyar ve çocukları avlardı. Vücudu tüyle kaplı, kocaman, pis

kokulu bu acayip varlığın ayakları terstir. Gündüzleri mezara girer. Geceleri ise hortlayıp

çıkar. At binmeyi ve atkuyruğu örmeyi ve çocukları çok sever. Bir oyundan çıkarak onları

güldürmeye çalışır. O aynı anda çöllerin ve harabelerin sahibi olup, yolcuları yollarından

döndürüp korkutan bir yaratıktır. Aynı zamanda insan yediği düşünülen kocaman, uzun

sakallı ve asası olan bir dev olarak tasavvur olunmuştur. Bütün vücudu sarı ve kırmızı

tüylerle kaplı bu insanımsı çirkin varlık, dağ yamaçlarında ve kimsenin olmadığı çöllerde

akşamüstü ortaya çıkar. Avcılara yaklaşıp onlarla insan gibi konuşarak önce onlardan bir

şeyler ister sonra kendisiyle güreş yapmayı önerir. Avcı kazanırsa "gûl" sessizce çekip

gider; ama o kazanır ise avcı, uzun zaman hasta yatacak demektir. Çöl ve harabe bir yerde

yalnız başına yatan birinin ayağının altını yalaya yalaya kan çıkacak kadar inceltip

kurbanının kanını içerek öldürür.32

Selʻût

Arapçada ninelerin çocukları korkutmak için halk hikâyelerinde kullandıkları,

kadına benzeyen, erkekleri kandırıp kendilerine âşık eden efsanevi dişi şeytana verilen

isimdir. Bu efsane yaratık özellikle Irak, Arap Körfezi halk hikâyelerinde günümüzde

dahi hâlâ kullanılmaya devam etmektedir. Demîrî bu yaratık için, “cinlerin veya

şeytanların en çirkini, sesi huysuz bir kadının çığlığı gibi” ifadelerini kullanmıştır. Selʻût

31 Vehb b. Münebbih, Kitâbu’t-tîcân, s.145-147; el-Huzâʽî, Vasâyâ’l mulûk, s.32-33 ve 84-87; el-Himyerî, Mulûk

Himyer, s.75-77. 32el-Fîrûzâbâdî, Kâmûsu'l-muhît, s.1053; Mesud, Mihail,( 1994), Esâtîr ve’l mu’tekadâtu’l-ʻArabiyye kable’l İslâm,

Dâru’l-ʻilmi li’l-melâyîn, Beyrut. s.90.

Page 13: ARA USTA - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/G00124/2016/2016_USTAI.pdf · Okuma-yazma bilmeyen halk binlerce yıllık geçmişini rivayet yoluyla sözlü olarak nesilden nesle aktarmıştır.

2871

şekil olarak garip ve ürkütücü, vücudu maymun gibi tüylerle kaplı; fakat istediğinde uzun

boylu, iyi ve güzel, kılık kıyafeti düzgün bir bayan suretine girebilen, erkekleri kendine

hayran bırakıp âşık eden ve sonra da onları öldüren bir yaratıktır. Bu efsanevi yaratık,

bazı araştırmacılara göre Gılgamış destanındaki Leyleys’in vasıflarıyla uygunluk

göstermektedir. Leyleys kelimesi; Bâbil ve Âsur dilinde kötü huylu dişi cin olup, çorak

arazilerde bulunur. Uyuyan erkelere görünüp onları baştan çıkararak onların kanını emip

etlerini yer ve onları bu şekilde öldürür.33

Nesnâs

Sözlükte “Nesnâs” yarım bir insan, yarı insan yarı iblis, dağ adamı, bir nevi

maymun, şebek maymunu, kuyruklu maymun, uzun kuyruklu bir nevi maymun, bir eli ve

bir ayağı olup sekerek yürüyen hayvan anlamlarına gelmektedir. Rivayetlerde insan devi

olarak geçmekte ve yarı insan görünümünde bir yaratık olarak betimlenmektedir. İnsana

çok benzediği için insandan sonra yeryüzünde bütün varlıklar içinde ikinci derecede

değerli varlık olarak kabul edilmektedir. Bir eli, bir ayağı, bir kulağı, bir gözü bulunan bu

yaratık, tek ayak üzerinde sıçrayarak gezer ve Arapça konuşur. Yemen’de yaratıldığına

inanılan bu mahlûk, Aden ve Umman arasındaki bölgede yaşadığı rivayet edilmektedir.

Bazı rivayetlerde Allah; ʻÂd kavminden bir grubu, isyanları neticesinde Nesnâs şekline

sokmuştur.34

5- Hayvan Mitleri

Câhiliye Dönemi Arapları, içinde yaşadıkları çevrenin bir parçası olmaları

hasebiyle hayvanlara farklı bir gözle bakmaktadırlar. Bu tarzın; onların, hayvanlardan

bazılarını mukaddes sayarak onlara ibadet etmeye yönelttiğine şahit olmaktayız. Bunun

en bariz örneği Câhiliye Arabının en meşhur putlarından olan Vedd putunun aslan

suretinde, Yeʻûk putunun ise at suretinde olması gösterilebilir. Kara deveye ibadet eden

şair olan Zeydu’l-Hayl’ın kabilesi, hayvanlara ibadet eden Câhiliye Dönemi

Araplarındandır. Yine hayvanlara verdikleri önemin ve onları kutsal saymalarının bir

başka göstergesi ise bazı kabilelerin Benî Kelb, Benî Küleyb, Benî Nemr, Benî Zi’b, Benî

Arkam ve Benî Hanş gibi hayvan isimleriyle adlandırılmasıdır.35 Cahiliye Araplarının

hayvanlara bu denli değer vermeleri, hayvan figürlerinin mitolojik anlatılarında yer

almalarına yol açmıştır. Örnek teşkil etmesi için bu anlatıların en meşhurlarından iki

tanesine yer verilecektir.

Yılan

Yılan, gerek cisminin iriliğinden gerekse çok hızlı hareket etmesinden hem çok

korkulan hem de saygı duyulması gereken bir hayvan olarak Câhiliye Dönemi Arabının

hayatında ve hayallerinde önemli bir yere sahiptir.

Bu durum yılan hakkında efsanevi rivayetlerin çoğalmasına sebebiyet vermiştir.

Bunların başında Belkıs’la ilgili olan hikâye gelmektedir. Rivayete göre Belkıs’ın babası

Kral Şurahbil bir gün hazırlanarak ava gider ve o sırada kavga eden siyah ve beyaz iki

yılan görür. Siyah renkli yılanı öldüren kral, beyaz yılanı sarayına getirir. Siyah yılanla

yaptığı savaş neticesinde baygın düşen bu yılan kralın ona ayılıncaya kadar üzerine su

33ed-Demîrî, Muhammed b. Musa b. İsâ,(2010), Hayâtu’l-hayevâni’l-kubrâ, Dâru’l-kutubi’l-ʻilmiyye, Beyrut, II/29;

Maʻlûf, Emîn, (1985), Muʻcemu’l-hayevân, Dâru’r-râidi’l-ʻArabî, Beyrut, s.15 ve 175; Ali, el-Mufassal fî târihi’l-ʽArab, VI/729. 34el-Câhız, Kitâbu’l-hayevân, VII/106 ve 123; el-Fîrûzâbâdî, Kâmûsu'l-muhît, s.601; el-Mesʽûdî, Murûcu’z-zeheb,

I/152; ed-Demîrî, Hayâtu'l-hayevâni’l-kubrâ, II/479; Maʽlûf, Muʽcemu’l-hayevân, s.16 ve 57. 35Abdulmuîd Han, el-Esâtîru’l-ʽArabiyye kable’l-İslâm, s.66; Takkûş, Târîhu’l-ʽArab kable’l-İslâm, s.222.

Page 14: ARA USTA - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/G00124/2016/2016_USTAI.pdf · Okuma-yazma bilmeyen halk binlerce yıllık geçmişini rivayet yoluyla sözlü olarak nesilden nesle aktarmıştır.

2872

dökmesi sonucu kendisine gelir. Kralın kurtardığı bu beyaz yılan daha sonra cinlerden bir

genç olarak kendisine görünür. Kral Şurahbil bu cin genci, kızı Belkıs ile evlendirerek

ödüllendirir.36

Yine cahiliye inancına göre herhangi bir şahıs uzun süreli bir hastalığa

yakalandığında, bu durum yılan öldürdüğü için cinler tarafından saldırıya uğraması

şeklinde yorumlanırdı. Eğer hastalığı boyunca cin ona bir şekilde dokunursa, bu hastanın

çabucak iyileşeceğini zannederlerdi. Bunun için önce çamurdan bir deve heykeli yaparak

üzerine çuval geçirilir ve bu çuvalı buğday, arpa ve hurma ile doldururlardı. Çamurdan

yaptıkları bu heykeli kuruması için güneş batarken hastanın yattığı odanın batı tarafındaki

kapısına bırakırlardı. Gece bitip sabah olduğunda çamurdan yapılmış olan deveye

bakarlardı. O heykel eğer bıraktıkları gibi bozulmamış hâlde bulunursa öldürülen yılanın

diyeti kabul edilmemiştir ve diyet miktarının artırılması gereklidir şeklinde bir yorum

yaparlardı. Eğer çamur heykel dağılıp bozulmuşsa, diyetin kabul edildiği ve bu sayede

amansız hastalığa yakalanan bu hastanın en kısa bir zamanda iyileşeceği yorumunu

yaparlar ve bunu kutlamak için davul çalarlardı.37

Karga

Câhiliye dönemi inancında genel olarak kuşların ve özellikle de karganın derin

bir etkisi olmuştur. Konumuzla ilgili Kisâî’nin, Ka῾b el-Ahbâr’dan yaptığı rivayete göre

Salih peygamber zamanında karganın da içerisinde olduğu mitolojik kıssa şu şekildedir:

Hikâyede Raum, Kanût’un karısıdır ve kocasını kaybettiği için çok ağlamaktadır. Yine

bir gece çok ağladığı sırada evinin ortasına bir şey düşer ve kadın onun ne olduğuna

bakmak için dışarı çıktığında, kafası beyaz, sırtı yeşil, karnı siyah, iki ayağı ve gagası

kırmızı renkte karga şeklindeki bir kuş görür. Ayrıca onun boynunda altından bir inci

kolye de vardır. Kadın der ki: "Senin yaratılışın ne güzel! Sen galiba sahibinden

kaçmışsın." Buna karşılık karga der ki: "Ben sahibimden kaçmadım; fakat ben kardeşi

Hâbil’i öldürdüğü zaman Kâbil’e gönderilen kargayım. Kardeşinin örtünmesi gereken

yerleri nasıl örteceğini ona gösterdim. Kafamın beyazlığına gelince Kâbil’in, Hâbil’i

öldürdüğünü görünce böyle oldum. Gagamın ve iki ayağımın kızıllığına gelince; ben

ayaklarımı ve kafamı şehit düşen Hâbil’in kanına daldırdım. Sırtımın yeşilliğine gelince

meleklerin ve hurilerin dokunmasındandır ve ben cennet kuşlarındanım. Bu arada eğer

Kocan Kanût’a gitmek istersen sana göstermemi ister misin? Ben onun yerini biliyorum."

Kadın der ki: "Kim bunu benim için yapar? Yüz senedir kocamı kaybetmişim." O der ki:

"Bunu yadırgama. Şüphesiz ki Yüce Allah’ın gücü her şeye yeter." Kadın kocasının

kılıcını kuşanıp atına binerek kargayı takip etmeye başlar. Allah uzak olan yolu onlar için

kısalttı ve kocası uykudayken ona ulaşır. Sonra kuş: "Ey Kanût b. ῾Abîd! Kemikleri

dirilten Allah’ın kuvvetiyle kalk." diyerek seslenir. Kanût doğrularak oturur ve hanımını

görünce ona selam vererek boynuna sarılır. Eşiyle birlikte olan Raum bu şekilde Salih

Peygambere hamile kalır. Sonra Allah, Azrail’i göndererek onun ruhunu tekrar alır. Sonra

kadın kuşu takip ederek Semûd ülkesine gelir. Ayları dolan Raum, Aşure Günü olan cuma

gecesi Salih peygamberi doğurur. Salih peygamber de daha beşiğinde iken Allah’ı tesbih

ve takdis etmeye devam ederek büyür.38

36Vehb b. Münebbih, Kitâbu’t-tîcân, s.145-147; el-Huzâʻî, Daʻbul,(1997), Vasâyâ’l mulûk ve ebnâi’l-mulûk, Dâru’l-beşâir, Beyrut, s.84-87. 37el-Alûsî, Bulûğu’l-ereb,II/359; Ali, el-Mufassal fî târihi’l-ʽArab, VI/812; Maʻlûf, Şefik,(1936), ʻAbkar, Matbaʻatu

mecelleti’ş-şark, Beyrut, s. 10. 38el-Kisâî, Kasasu’l-enbiyâ, s.112-113; Acîne, Mevsûʽatu esâtiri’l-ʽArab, I/326.

Page 15: ARA USTA - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/G00124/2016/2016_USTAI.pdf · Okuma-yazma bilmeyen halk binlerce yıllık geçmişini rivayet yoluyla sözlü olarak nesilden nesle aktarmıştır.

2873

6- Kutsal Yıldız ve Gezegen Mitleri

Ebû Kebşe ile başlayan gezegenlere tapınma hadisesi, zamanla çok farklı

gezegenlere tapınma olarak devam etmiştir. Numan el-Cârim, Edyânu’l-Arab fi’l-

Câhiliyye isimli eserinde Arapların gezegenlere tapınma ihtiyacını üç temel sebebe

dayandırmaktadır: Birincisi; gezegenlerin kendiliğinden var olup hiçbir yaratıcıya ihtiyaç

hissetmemeleri inancı, ikincisi; gezegenlerden her birinin ilah olup her birinin dünya

üzerinde birtakım görevleri olduğu inancı, üçüncüsü ise gezegenlerin her birinin ayrı bir

tapınak ve sunağa sahip olduğu ve bu tapınaklarda yapılan ibadetler neticesinde

gezegenlerin vazifeli oldukları tasarrufu yaptıkları inancıdır.39

Câhiliye Dönemi Araplarından Kinane kabilesi ile Himyer Araplarından Hunyar

kabilesi güneş ve aya; Temim, Teym ve Meysem kabilesinin Deberân/Alpha Tauri ve

Süreyyâ/Ülker yıldızlarına; Lahm ve Cüzam kabilelerinin Müşterî/Jüpiter gezegenine;

Tayy kabilesinin devenin onu görür görmez öldüğü iddia ettikleri Süheyl/Puppis

yıldızına; Kelb, Kays ve Rebîʻa kabilelerinin Şiʻrâ/Sirius yıldızına; Esed kabilesinin

ʻUtarid/Merkür yıldızına; Gatafan ve Kureyş kabilesinin Zühre/Venüs gezegenine

tapıyorlardı. Bunun dışında Zühal/Çoban Yıldızı, Cevzâ/Avcı yıldız kümesi ve

Cebbâr/Süreyyâ yıldızına tapan Arap kabilelerinin olduğu da bilinmektedir.40

Konumuza ışık tutması açısından Zühre/Venüs/Çobanyıldızı ile ilgili şu rivayet

önemlidir. Anlatıya göre Zühre yıldızı, insanları Hz. Âdem’den sonra dalalete düşüren ve

melekleri yoldan çıkaran kadının ismidir. Se῾âlebî’nin rivayetine göre; Melekler

insanların amellerini eleştirmeye başlayınca Yüce Allah imtihan amacıyla Hârut, Mârût

ve Azraîl isimli üç meleğe insanî şehvetleri yükleyip, onları yeryüzüne indirmiştir. Zühre

kendini onlara güzel bir kadın şeklinde arz edip daha sonra onlardan göğe yükselmeyi

sağlayan sözü ona öğretmelerini istemiştir. Hârut ve Mârût, Zühre/Venüs’ün güzelliğine

dayanamayıp onunla birlikte olarak günah işlemişler. Azraîl ise son anda kendisini

koruyarak Allah’tan yardım dilemiş ve günaha bulaşmadan göğe çekilmiştir. Venüs, İsm-

i Âzâm denilen o sözü öğrenip göğe yükseldikten sonra Yüce Allah onu gecenin sonunda

çıkan ve “Necmetu’s-Subh” diye isimlendirilen güzel bir yıldız yapmıştır.41

SONUÇ

Her toplumda mitolojiye ya da mitolojik unsurlara rastlamak mümkündür. Kimi

zaman bu mitolojik unsurlar, edebi eserlerin oluşmasına da kaynaklık etmiştir. Mitoloji

denildiğinde akla ilk Yunanlılar gelmektedir. Oysaki diğer milletlerde olduğu gibi,

Araplarda da geniş bir mitoloji kültürü vardır. Bu bağlamda bu çalışma, Araplarda

mitolojinin olmadığı anlayışını irdelemek amacını da taşımaktadır. Ayrıca, ülkemizde

tüm ulusların mitoloji ve folklorlarına ait eserler bulunmasına rağmen Arap mitolojisi ile

alakalı hiçbir kaynağa rastlanmamıştır. Bu mütevazı çalışmanın ana hedeflerinden birisi

39el-Cârim, Muhammed Numan,(1923), Edyânu’l-Arab fi’l-Câhiliyye, Matbaʿatu’s-saʿâde, Kahire, s.187-188. 40el-Alûsî, Bulûğu’l-ereb, II/232; Ali, el-Mufassal fî târihi’l-ʽArab, VI/316-317; Mesud, Esâtîr ve’l-mu’tekadâtu’l-

ʽArabiyye kable’l İslâm, s.111. 41 Asker, el-Esâtîru’l-ʽArabiyye kable’l-İslâm, s.192-193; Acîne, Mevsûʽatu esâtiri’l-ʽArab, I/212.

Page 16: ARA USTA - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/G00124/2016/2016_USTAI.pdf · Okuma-yazma bilmeyen halk binlerce yıllık geçmişini rivayet yoluyla sözlü olarak nesilden nesle aktarmıştır.

2874

de bu boşluğu doldurma gayretidir. Böylece, Arap mitolojisine ilgi duyan okuyucular da

bu çalışma vasıtasıyla Arap mitolojisi ile buluşma fırsatı yakalar diye umulmaktadır.

Kaynakça

Abdulmuîd Han, Muhammed,(1937), el-Esâtîru’l- arabiyye kable’l-İslâm, Matbaʻatu

lecneti’t-telif ve’t-terceme, Kahire.

Acîne, Muhammed,(1994), Mevsûʽatu esâtiri’l-ʽArab ani’l-câhiliyye ve delâletihâ,

Dâru’l-fârâbî, Beyrut.

Ali, Cevad,(1993), el-Mufassal fî târihi’l-ʽArab,Neşru câmi῾ati Bağdâd, 2.Baskı, Beyrut.

el-Alûsî, Muhammed Şükrî,(2009), Bulûğu’l-ereb fî marifeti ahvâli’lʽArab, Dâru’l-

kutubi’l-ʽilmiyye, Beyrut.

Berro, Tevfik,( 1996), Târihu’l-ʽArabi’l-kadîm, Dâru’l-fikr, Dimaşk.

el-Câhız, Ömer b. Bahr,(1998), el-Beyân ve’t-tebyîn, Mektebetu’l-hancî, Kahire.

el-Câhız, Ömer b. Bahr,(2011), Kitâbu’l-hayevân, Dâru’l-kutubi’l-ʽilmiyye, Beyrut.

el-Cârim, Muhammed Numan,(1923), Edyânu’l-Arab fi’l-Câhiliyye, Matbaʿatu’s-saʿâde,

Kahire.

ed-Demîrî, Muhammed b. Musa b. İsâ,(2010), Hayâtu’l-hayevâni’l-kubrâ, Dâru’l-

kutubi’l-ʻilmiyye, Beyrut.

el-Fîrûzâbâdî, Ebû’t-Tâhir Mecduddîn Muhammed b. Yaʻkûb,(2003), Kâmûsu’l-muhît,

Muessesetu’r-risâle, Beyrut.

Granger, Ernest, Mitoloji, (trc: Nurullah Ataç), (1983),Cem Yayınevi, İstanbul.

Günaltay, M. Şemsettin,( 2013), İslâm Öncesi Arap Tarihi, Ankara Okulu Yay., Ankara.

el-Hâc Hasan, Hüseyin, (1988), el-Ustûra inde’l-ʻArab fi’l-Câhiliye, el-Muessesetu’l

câmiʻiyye li’d- dirasât, Beyrut.

Hamdi Yazır, Muhammed,(1998), Hak Dini Kur’an Dili, Azim Yayın Dağıtım, İstanbul.

Hançerlioğlu, Orhan, (2000), Dünya İnançları Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul.

Harman, Ömer Faruk,(1994-2014) TDV. İslam Ansiklopedisi, İstanbul.

el-Himyerî, Neşvân b. Saʻîd, (1975),Mulûk Himyer ve ikyâlu’l-Yemen, el-Mektebetu’s-

selefiyye, Kahire.

el-Huzâʻî, Daʻbul,(1997), Vasâyâ’l mulûk ve ebnâi’l-mulûk, Dâru’l-beşâir, Beyrut.

İbn Hişâm, Muhammed,(1990), es-Sîyretu’n-nebeviyye, Dâru’l-kitâbi’l-ʻarabî, Beyrut.

İbn Kesîr, Ebû’l-Fidâ İsmail, (2010),el-Bidâye ve’n-nihâye, Dâr İbn Kesîr, 2. Baskı,

Dimaşk.

İbn Manzûr, Ebû’l-Fazl İbn Mukerrem,(1968), Lisânu’l-Arab, Dâr-u Sâdr, Beyrut.

el-İsfahânî, Râgib, (2002), el-Müfredât fî elfâzı’l-Kur’ân, Dâru’l-kalem, 3. Baskı,

Dimaşk.

el-Kisâî, Muhammed b. Abdillah,(1933), Kısasu’l-enbiyâ, Brill Matbaası, Leiden.

el-Kurtubî, Muhammed b. Ahmed,( 1985), el-Câmîʽ li ahkâmi’l- Kur’ân, Dâru ihyâi’t-

turâsi’l-ʽArabî, 2. Baskı, Beyrut.

Lévi Straus, Claude, (2013) Mit ve Anlam, (terc.: G. Yavuz Demir), İthaki Yay., İstanbul.

Page 17: ARA USTA - isamveri.orgisamveri.org/pdfdrg/G00124/2016/2016_USTAI.pdf · Okuma-yazma bilmeyen halk binlerce yıllık geçmişini rivayet yoluyla sözlü olarak nesilden nesle aktarmıştır.

2875

Maʻlûf, Emîn, (1985), Muʻcemu’l-hayevân, Dâru’r-râidi’l-ʻArabî, Beyrut.

Maʻlûf, Şefik,(1936), ʻAbkar, Matbaʻatu mecelleti’ş-şark, Beyrut.

Mesud, Mihail,(1994), Esâtîr ve’l mu’tekadâtu’l-ʻArabiyye kable’l İslâm, Dâru’l-ʻilmi

li’l-melâyîn, Beyrut.

el-Mesʻûdî, Ebû’l Hasan Ali b. Hüseyin,(1996), Ahbâru’z-zemân, Dâru’l-Endelus,

Beyrut.

el-Mustafavî, Hasan,(1385) et-Tahkîk fî kelimâti’l-Kur’âni’l- Kerîm, Merkez neşri âsâr

Allâme el-Mustafavî, Tahran.

en-Nuveyrî, Şihabuddin Ahmed,(2004), Nihâyetu’l-ereb fî funûni’l-edeb, Dâru’l-

kutubi’l-ʽilmiyye, Beyrut.

Oğuz, M. Öcal, (2004), Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Grafiker Yay., Ankara.

Pala, İskender, (1995), Ansiklopedik Dîvân Şiiri Sözlüğü, Akçağ Yay., Ankara.

es-Seʽâlibî, Abdulmelik b. Muhammed b. İsmail,(ts.), el-ʻArâisu’l-mecâlis, Mektebetu’l-

cumhûriyyeti’l-ʻArabiyye, Kahire.

Segal, Robert A.(2012), Mit, (terc.: Nursu Örge), Dost Kitabevi, Ankara.

Soury, Jules, Karşılaştırmalı Dinler Işığında İsrail Dini, (terc.:Harun Güngör ve İbrahim

Açmaz),( 2008), IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul.

es-Süheylî, Abdurrahmân b. Abdullah Ebû’l-Kâsım,(ts.), er-Ravdu’l-unf fî şerhi’s-

sîreti’n-nebeviyye li’bni Hişâm, Dârû’l- kutûbi’l-ʻilmiyye, Beyrut.

eş-Şâʽbî, Ebu’l-Kâsım,(2013), el-Hayâlu’ş-şiʽrî inde’l-ʽArab, KelimâtʽArabiyyeli’t-

terceme ve’n-neşr, Kahire.

Şeyh Asker, Kusay,( 2007), el-Esâtîru’l-ʽArabiyye kable’l-İslâm ve ʽalâkatuhâ bi’d-

diyânâti-l-kadîme, Dâru maʽd, Dimaşk.

et-Taberî, İbn Cerîr, Ebû Cafer Muhammed,(2002, Câmiʽu’l-beyân, Dâr-u İbn Hazm,

Beyrut.

Takkûş, Muhammed Süheyl,(2009) Târîhu’l-ʽArab kable’l-İslâm, Dâru’n-nefâis, Beyrut.

Tökel, Dursun Ali, (2000) Divan Şiirinde Mitolojik Unsurlar, Akçağ Yay., Ankara.

et-Tunusî, Muhammed Hıdır Hüseyin,(ts.), el-Hayâlu fi’ş-şiʽri’l-ʽArabî, el-Mektebetu’l-

ʽArabiyye, Dimaşk.

Ubeyd b. Şeriyye, AhbârʽUbeyd b. Şeriyye,(1347 H.), (Kitâbu’t-tîcân fî mulûki Himyer’le

beraber), Merkezu’d-dirâsâtve’l-ebhâsi’l-Yemeniyye, Sana.

Vehb b. Münebbih,(1347 H.), Kitâbu’t-tîcân fî mulûki Himyer, Merkezu’d-dirâsâtve’l-

ebhâsi’l-Yemeniyye, Sana.

el-Yaʽkûbî, Ebû Yaʻkûb b. Caʻfer, (2010), Târîhu’l- Yaʻkûbî, Şirketu’l-aʻlemî li’l-

matbûʻât, Beyrut.

ez-Zemahşerî, Ebû'l-Kâsım Mahmud b. Ömer,(1995), el-Keşşâf an hakaiki't-tenzîl,

Dâru’l-kutubi’l-ʽilmiyye, Beyrut.