Academy Garden Dergisi Ekim 2014
-
Upload
academy-garden -
Category
Documents
-
view
252 -
download
0
description
Transcript of Academy Garden Dergisi Ekim 2014
B Ü L T E N T A R İ H İ
A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ E K İ M 2 0 1 4
Evet Başlıyoruz. İlerleyen sayfalarda derginin ilk
yazılarıyla birlikte ,heyecanımıza, tutkumuza,
öğrenme ve paylaşma aşkımızı da tanık
olacaksınız. Bu dergiyi bir cümleyle özetlersek; Kar
amacı gütmeyen Bilimsel uğraş! diyebiliriz. Bir
grup genç arkadaşın paylaşma heyecanı,
keşfetme tutkusu ve bilim aşkının bir ürünü bu
dergi. Bu duygularla her ay okurun karşısına çıkıp
ondan alabilecek en iyi geri dönüşü alıp her ay
yeni, daha dolu bir Academy Garden’la karşınıza
çıkmayı planlıyoruz. Bizim için önemli olan durum
şu ki, okurla bir şeyler paylaşmanın yanında
okurdan bir şeyler öğrenip birlikte keşfetmek. O
nedenle her türlü eleştirileriniz, öneri ve
istekleriniz bizim için son derece önemidir. Ve bir
sonraki Agarden için bir yol göstericidir.
Ekim 2014 Agarden’ı tasarlarken renkli konular ele
aldık, İlginizi çekecek kulaktan dolma yazıların
perde arkasına baktık, okudukça şaşırıp merak
edeceğiniz konulara yer verdik, bilimin gündemini
işgal eden meseleleri de unutmadık. Yandaki
künyede ismini okuduğunuz arkadaşlar bu
derginin ortaya çıkması için tüm bunları araştırdı,
inceledi ve kaleme aldı. Sonunda ortaya çıkan bu
dergiyi baştan sona okumanızı tavsiye eder, geri
bildirimlerinizi bekleriz. Dergimize sosyal ağlar
(Facebook,Twitter,Ahsar,İnstagam ) üzerinden
ücretsiz erişebilirsiniz. Yeni sayılarda, görüşmek
ümidiyle.
Bizimle iletişime geçin :
Merhaba! S A Y F A 2
Aylık Online Popüler Bilim ve Kültür Dergisi
Ekim 2014
Genel Yayın Yönetmeni
Halil BAĞIŞ
Yazarlar
Ahmet AK
Ahlam FARHAN
Ayşegül DANIŞMAZ
Bedriye MUTAF
Burcu AKBULUT
Dilara Ülker
Fatmanur SÖNMÜŞ
Halil BAĞIŞ
Mehmet ÇİFTÇİ
Mehmet ŞEYHANLI
Merve TURHAN
Nurhan GÜVENDİ
Şeyma POLAT
Tuğçe TANIMAK
Zehra ÖZTÜRK
Yazı ve Araştırma
Haşim AKTAŞ
Web
Hilmi Işık
E-Posta
Ekim’de ne var.
A C A D E M Y G A R D E N
4 EKİM 1957
İlk yapay uyduyu(Sputnik-1) Sovyetler fırlattı.
4 EKİM 1959
2 yıl sonra aynı gün Luna-3(Sovyet Uzay Roketi)
Ay’ın görünmeyen yüzünü fotoğraflamayı ba-
şardı.
5 EKİM 1959
Şu sıralar Cosmos belgeseli ile popüler ABD'li astrofizikçi Neil deG-
rasse Tyson doğdu.
6 EKİM 1923
Astronomiye çok şeyler katmış Hubble, Andromeda Galaksisi'ni keş-
fetti.
7 EKİM 1885
Bir başka büyük fizikçi Niels Bohr, dünyaya geldi
11 EKİM 1968
NASA, ilk insanlı uzay uçuşunda Apollo 7'yi uzaya fır-
lattı; astronotlar Wally Schir-
ra, Donn Fulton Eisele ve R. Walter Cunning-
ham.
11 EKİM 1910
Büyük deha,Türk matematikçi Cahit Arf, Sela-
nik’te doğdu.
21 EKİM 1879
Edison, karbon filamanlı elektrik ampulünü icat
etti.
S A Y F A 3
S A Y F A 5 A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ
Sonbaharda en çok sevdiğim yolculuk Safranbolu-Bartın arasında geçer. Genellikle
orman olan bu bölgede hem yol benim sevdiğim türdendir, dar ve gidiş geliş şeklin-
dedir, hem de o ormanlardaki yaprakların rengine bayılırım. O yapraklarda yeşilin
dışında aradığınız her renk vardır, sarı, turuncu, altın rengi, pembe, koyu kırmızı,
kahverengi, bu renk cümbüşünü seyretmek ne kadar güzeldir ve hiç hüzünlenmem.
Benim ABD'de master yapan bir öğrencim bir ötegezegende eğer bitki varsa ve çev-
resinde dolandığı yıldızın sıcaklığına bağlı olarak yapraklarının her mevsim sarı ola-
cağı konusunda bir projede çalışıyordu. O nedenle bir blog sayfasında bu konuda bir
yazı görünce sizlerle paylaşmak istedim.
İlkbahar ve sonbaharda, her yerde bulunan ağaçların ve fundalıkların yaprak renkle-
rinin yıllık değişimi, içinde yaşadığımız doğaya gökbilimin en büyük görünür etkile-
rinden biridir. Sonbaharda günün karanlık miktarının artması, bu renk değişimine
neden olur.
Dünya Güneş çevresinde dolanırken gezegenimizin kuzey yarımküresine ilkbahar ve
yaz mevsiminde güneş ışınları daha dik gelir ve günler uzun olduğu için daha çok
gün ışığı alır. Sonbaharda ise yavaş yavaş güneş ışığı azalır ve kış başlangıcında hem
ışınların şiddeti hem de gün ışığının süresi minimum olur.
Sonbahar ve kış mevsimlerinde uzun geceler ve güneşten gelen enerjinin azalması,
bitkilerin gereksinme duyduğu besin maddesini, yapraklar meydana getiremez. So-
nuçta yaprak yeşil rengini koruyamaz ve dalından kopar, yere düşer. İlkbahar ayların-
da günlerin uzaması ve güneş ışınlarının artması sonucu ağaçlar yeniden uyanır, yeni
yeşil yapraklar çıkarak güneş ışığını bitki için gerekli enerjiye çevirir.
Benden bu kadar, bundan sonrasını sanırım bir biyoloji öğretmeni yorumlarda yazar.
Fotosentez nasıl oluyor, yaprağın damarları ne işe yarıyor, yaşil pigment neden ege-
men oluyor gibi soruların yanıtlarını kısa kısa verir. Benim burada vermek istediğim,
gökbilimi yaşadığımız doğaya nasıl etki ediyor, onu göstermekti.
Ethem Derman
Hocamıza Teşekkürler Notlar ve izin için, Sevgilerimizle..
Sonbaharın Renkli Yaprakları ve Gökbilim
Popüler Merakımız ;Karadelikler
S A Y F A 5 A C A D E M Y G A R D E N
KARADELİK NEDİR?
Kendi çekim kuvvetlerinin oldukça büyük olması
sebebiyle evrenin geri kalanından ayrılan uzay-
zaman bölgesidir. Çekim alanı her türlü maddesel
oluşumun ve ışınımın kendisinden kaçmasına izin
vermeyecek derecede güçlü olan, kütlesi büyük bir
kozmik cisimdir. İlk başta karmaşık olarak görünen
karadelikler sanıldığından daha basittir. Güçlü çe-
kimleri, akıl almaz yoğunlukları ve fiziksel kuralların
altüst olduğu bir cisim olması tüm ilginin üzerine
çekilmesine yetecektir.
Karadelik kavramı ilk defa John Michell tarafın-
dan ortaya atılmıştır. Tüm zamanların en büyük ta-
nınmamış bilim adamlarından birisi olan, İngiliz din
adamı ve filozof Michell aynı zamanda astronomi,
jeoloji, optik ve yerçekimi dahil olmak üzere geniş
bir alanda araştırmalara sahiptir. Karadeliklerin var-
lığını ortaya atan ve çift yıldızların karşılıklı çekim bir
ürünü olduğunu kabul ederek kozmosun istatistikle-
rini öneren ilk kişi olmuştur.
Einstein'ın genel görelilik kuramına göre yeterli
kütleye sahip ölü bir yıldız, öylesine yoğun bir yığına
çökebilirdi ki, ışığın bile bu yığının çekim etkisinden
kurtulamama olasılığı vardı. Bunun üzerine karade-
liklerin varlığı kuramsal olarak kanıtlanmış oldu.
Stephan Hawking'in de vurguladığı gibi 'genel göre-
lilik, yapılmış her gözlemle uyumlu olan güzel bir
kuramdır'.
Bir karadeliği diğer gökcisimlerinden ayıran en
önemli özelliği ise olay ufkunun olmasıdır. Olay ufku
kısaca ışık ve maddenin artık kaçamadığı bölgeyi
sınırlayan kuşaktır. Olay ufkunun boyutuna örnek
verecek olursak, kütlesi güneşten 10 kat büyük olan
bir yıldızın oluşturduğu karadeliğin olay ufkunun
yarıçapı yaklaşık 60 km’dir. Bu oldukça düşük bir
sayıdır. Genel görelilikte olay ufku, uzay-zamanda
küresel bir çekim alanı oluşturur. İçeriye giriş ser-
besttir fakat girdikten sonra çıkabilen bir varlık he-
nüz olmamıştır. Olay ufkunu belirleyecek herhangi
bir maddesel yapı olmadığı için olay ufkunda olun-
duğunun farkında olunamaz. Örnek verecek olur-
sak bir insanın karadeliğe doğru çekildiğini düşünün.
Karadeliğin içine girebilir fakat çıkamaz. Ayrıca ken-
disinin olay ufkunda olduğunu fark edemez.
KARADELİK NASIL OLUŞUR?
Bir teoriye göre karadelikler yıldızların çökmesiy-
le oluşabilir. Yeterince büyüklüğe ulaşmış olan bir
yıldız, daha sonrasında dış katmanlarını kaybederek
küçülmeye ve sıkışmaya başlar. Böylece bir karade-
lik oluşturur. Başka bir hipoteze göre ise süpernova
sonrasında yani enerjisi biten büyük bir yıldızın pat-
laması sonucu bir karadelik oluşabilir.
Karadelikler de diğer gökcisimleri gibi sıcaklığa ve
entropiye sahiptir. Schwarzschild yarıçapı her kütle
ile ileşkilendirilen bir yarıçaptır. Cisimler
schwarzchild yarıçapı kütleleriyle doğru orantılıdır.
Karadeliklerde ise Schwarzschild yarıçapı daha kü-
çüktür.
Formülde G gravitasyon sabitini, M karadeliğin küt-
lesini ve c ışık hızını belirtir. Bu formül herhangi bir
kara delik için Schwarzschild yarıçapını hesaplama-
da kullanılır. Örnek verecek olursak Güneş kütlesine
sahip bir kara delik için Schwarzschild yarıçapı 2.96
km'dir..
S A Y F A 6
S A Y F A 6
A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ
KARADELİKLERİN SINIFLANDIRILMASI
Karadelikler başlıca dönme ve yüklerine göre sı-
nıflandırılır. Bir karadeliğin özelliklerini kütlesi, açı-
sal momentumu ve elektriksel yükü belirler. Bir ka-
radeliğin kütlesi her zaman sıfırdan büyüktür. Diğer
unsurların sıfır ya da sıfırdan büyük olmasına göre,
kara delikler dört sınıfta ayrılabilir. Schwarzschild
karadeliği , Reissner-Nordström karadeliği , Kerr ka-
radeliği ve Kerr-Newman karadeliği bu dört sınıftır.
Açısal momentum ve elektriksel yükü sıfır olan kara
delikler schwarzchild karadeliğidir. Elektriksel yükü
sıfır olmayıp, açısal momentumu sıfır olduğu zaman
Reissner-Nordström karadeliğidir. Bu doğada mev-
cut olma olasılığı pek bulunmayan teorik bir cisim-
dir. Karadeliğin bir açısal momentumu
olup (kendi ekseni etrafında dönüyor-
sa) elektriksel yükü olmazsa Kerr kara
deliği türündendir. Bu tür, astrofizikçi-
ler için ilgi odağı olmuştur. Çünkü
madde, kendisini yutan kara deliğin
açısal momentumuyla bir ilişki halin-
dedir. Bu durumda astronominin ilgi-
lenebileceği yalnızca Kerr kara delikleridir. Son tür
olan Kerr-Newman karadeliği ise Kerr karadeliğinin
elektriksel yüke sahip olduğu türdür.
KARADELİKLER NASIL GÖZLEMLENEBİ-
LİR?
Öncelikle şunu söylemek gerek; karadelikler doğ-
rudan değil, dolaylı olarak gözlemlenebilirler. Yalnız-
ca yıldızsal karadelikler ve dev karadelikler için bir-
çok gözlem donanımları düzenlenmektedir.
Bir karadeliği bulmak için birkaç yöntem vardır.
İlk olarak bir çift yıldızın iki bileşeninin kütlesi belir-
lenerek, kütlesi büyük ve görünmez olan bir nötron
yıldızı veya bir kara delik olarak yorumlanabilir. Eğer
ki yörünge eğikliği açısı da bilinmiyorsa, diğer bileşe-
nin kütlesinin nötron yıldızlarının maksimum kütle
sınırını geçip geçmediğine bakılır. Sınırı geçiyorsa bu
bir karadeliktir.
İkinci yöntem olarak da bazı yıldızsal karadeliklerin
gama ışınları dalgalarının yayını sırasında belirledik-
leri bilgiler göz önünde bulundurulur. Ayrıca bazı
süpernovalardan arda kalanların da karadeliğe dö-
nüştüğü düşünülmektedir. Karadeliklerin varlığının
gözlemlenmesinin bir başka yöntemi de radyo dal-
gaları alanında gözlemlenen akışların varlığıdır. Bu
akışların oluşma sebebi yığılım diskinde oluşan bü-
yük ölçekli manyetik alan değişimlerinden kaynakla-
nır.
KARADELİKLER NASIL YOK OLUR?
Evrendeki en uzun ömürlü kozmik cisim olan ka-
radelikler de sonsuza kadar yaşamazlar. Hawking
Işınımı sayesinde yok olurlar.
Ünlü fizikçi Stephen Hawking, karadeliklerin ışı-
ma yaptığına dair bir teori öne sürdü.
Normalde bir karadeliğin etrafındaki tüm
madde ve enerjiyi yutması olağandır. Bu
teoride ise bunun tam olarak geçerli ol-
madığı ortaya konulmuştur. Teoriyi basit-
çe anlatmak gerekirse, karadeliklerin olay
ufkuna yakın noktalardaki uzay boşluğun-
da enerji dalgalanmaları oluşur. Bu dalga-
lanma parçacıkları, parçacık ve zıt parça-
cık diye ayırır. Karadelik bazen parçacıklardan bir
tanesini çeker ve diğer parçacık alandan uzaklaşır.
Bu da karadeliğin yaydığı parçacıklarla da gözlemle-
nebildiğini gösteririr.
Hawking Işınımının günümüz teknolojisiyle göz-
lemlenebilmesi mümkün değildir.
Hawking buluşuna göre, saçtığı pozitif enerjili par-
çacıklar içine negatif enerjili parçacıkları çekerek
enerji kaybeder. Enerji kaybı da kütle kaybı demek-
tir. Bu da her karadeliğin bir sonu olacağı anlamına
gelir. Ayrıca teoriye göre karadeliklerin yaydıkları
enerji kütleleriyle ters orantılıdır. Küçüldükçe daha
kuvvetli ,büyüdükçe ise daha az kuvvetle Hawking
radyasyonu yayarlar.
Fatmanur SÖNMÜŞ
Hawking, S. (2001). Ceviz kabuğundaki evren. İstanbul:ALFA
Hawking S. (2010). Büyük tasarım. İstanbul:DK
http://tr.wikipedia.org/wiki/Kara_delik
http://www.fizikmakaleleri.com/2012/12/hawking-isimasi.html
S A Y F A 7
Deja Vu Uçsuz bucaksız bilim yolunda ışıkla aydınlan-
mayan bazı taşlar vardır. Ya ışık tutulmamıştır
o taşlara ya da tamamen aydınlanabilmesi için
yetersiz kalmıştır tutulan ışık. ”İlimden gidilmeyen
yolun sonu karanlıktır” der Hacı Bektaş-i Veli, ben
de bundan mütevellit bilimin pek çok kez tartışma-
lara yol açmış bir konusuna deği-
neceğim. Deja vu.. Çoğumuzun
duyduğu fakat ne anlama geldiği-
ni bilmediği konulardan bir tane-
sidir deja vu. Peki
nedir bu deja vu? Bir film adı mı?
Bir marka mı? Yoksa sosyal
medyanın
envai çeşit uygulamalarından biri
mi? Elbette ki hayır. Deja vu
Fransızca kökenlidir ve "daha
önce görülmüş" anlamına gelir.
Hepimizin belki de günlük hayat-
ta bir kaç kere yaşadığı fakat
isimlendiremediği, açıklayamadığı anlardan biridir.
2004 yılında yapılan
araştırmalara göre her 3 insandan 2 si deja vu ya-
şıyor,1941 yılında Dr Borister ve Dr Zangwill'in
yapmış olduğu “hipnoz öncesi ve sonrası bilinç
kaybı” konulu deneyinde hipnoz öncesi tanıtılan
bir materyalin hipnoz sonrasında da kişide az da
olsa tanımışlık hissi yarattığı ortaya konulmuştur.
Biraz daha yakın tarihe gelirsek 2008 yılında Dr.
Cleary tarafından yapılan bir araştırmada Deja
vu'nun “benzerliğe dayalı tanımlama” ile ilgili oldu-
ğu sonucu elde edilmiştir. Bu sonuç; deja vu’nun
aslında olayların insan beynindeki benzer yönleri-
nin yaşanan yeni bir olaya olan benzer yönüyle
örtüştüğü zaman kişinin deja vu yaşadığı ortaya
çıkmıştır. Yine 2012 yılında “sanal gerçekliliğin
kullanıldığı “deneylerde de bu tezi kanıtlar nitelikte
sonuçlar doğmuştur. Bunun yanı sıra deja vu'nun
Ayrıca, beynin sağ lobu ile sol lobunun milisaniye-
den daha küçük bir zaman farkı ile çalışmasından
da kaynaklandığını. Bir taraf diğer taraftan önce
algıladığı için, geç algılayan taraf bu olayın daha
önce yaşanmış olduğu hissine kapıldığı ve Bu du-
rumun sinir aksonlarındaki küçük bir sapmadan
kaynaklandığı da öne sürülmüştür. Sonuç olarak
beynimiz mükemmel olarak çalışmaz, bilinç kaybı,
anlık silinmeler ve unutkanlık gibi hatalar meyda-
na gelebilir. Fakat daha
sonra buna benzer bir olay yaşadığımızda beyin
hemen iki olay arasında benzer yönleri saptar ve
kişide bu olay daha önce yaşanılmış hissi
uyandırır. Diyelim ki dersteyiz ve öğretmen bir ar-
kadaşımızı tahtaya kaldırıp soru soruyor ve çocuk
bilemiyor. Kişi de aynı çocuğun aynı sınıfta daha
önce tahtaya kalktığı düşüncesi hakim olabiliyor,
Ta ki çocuğun soruyu bilmeyişine kadar. Çünkü
zannettiğimiz olayda çocuk tahtaya kalktığında
sorulan soruyu biliyordu. İşte bu iki olay
arasındaki benzerlik kişinin deja vu yaşamasına
sebep oluyor, Aslında iki olay birbirine benziyor
fakat aynı olayı iki kere yaşamadık, sadece benzi-
yor.
Mehmet ŞEYHANLI
http://www.evrimagaci.org/
http://tr.wikipedia.org/
A C A D E M Y G A R D E N
2004 yılında
yapılan
araştırmalara
göre her 3
insandan 2 si
Deja vu
yaşıyor.
VİNCENT KH CHENG İLE TANIŞIN !
S A Y F A 8 A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ
Bubble Universe ,28, Apr, 2014. Red center, Australia
Vincent, çok güzel fotoğraflar çeken bir Hong Kong’lu. Kendisi yaratıcı astrofo
toğraflar çekiyor. Rica ettik bizimle fotoğraflarını paylaştı. Sizin için tadımlık şu
mini sergiyi oluşturduk. Beğenmeniz ümidiyle.Teşekkürler Mrs. Cheng.
A C A D E M Y G A R D E N
Resmi
veya grafi-
ği açıkla-
yan alt
yazı.
Milky way, Cityscape,11 Temmuz 2013 .
S A Y F A 9
S A Y F A 1 0 A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ
Milky way memory 4,May,2014 Center, Australia, /kizler-denizanası Bulutsusu, IC 443 ,9 Eylül
2013
S A Y F A 1 1 A C A D E M Y G A R D E N
Genişleyen Evren ve Düşündürdükleri Çocukluğunuzu hatırlar mısınız? Kurduğu-nuz düşleri, bitmek bilmeyen sorularınızı da anım-sadınız hemen. Var olan her şeyi çocukluğumuzla bir de çocuk kalmış büyük adamların merakıyla sorguladık. Bu meraklı zihinlere çok şey borçlu-yuz.
İşte o büyük adamlardan biri, E Hubble 1929’da
uzak galaksilerden gelen ışığı incelerken beklen-
medik bir veri elde etti. Tayf çizgilerinde nispi kır-
mızıya kayma gözlemlemişti Hubble. Bu kozmik
kırmızıya kayma (redshift) galaksilerin birbirlerin-
den uzaklaştığı manasına geliyordu kabaca. So-
nuç olarak sanılanın aksine evren genişliyordu.
Bunu öğrendiğimizde Big Bang’e inanmak için çok
sağlam gerekçeler edindik. Artık bir patlamayla
oluşmuş ve genişleyerek atomlardan galaksilere
kadar her şeyi oluşturmuş bir evren daha mantıklı
bir hal aldı. Genişleyen bir sistemi geriye sararsak
giderek küçülüp ve nihayetinde bir başlangıç
noktasına ulaşırız, patlamaya… Bunu durgun bir
suda oluşan dairesel su dalgalarına benzetebiliriz.
Çocukken suya taş attığımızda oluşan ilk sıçrama-
yı patlama anına sürekli genişleyen su dalgalarını
da sonraki sürece benzetebiliriz. Aslında genişle-
yen bir evreni önceden öngören biri daha vardı.
Einsteın’ın Genel Görelik kuramı statik bir sisteme
bir baş kaldırı olsa da yeterince cesur olamamıştı.
Ne var ki Hubble bize gözlemsel kanıtlar sunmuş-
tu. Üstelik bu veriler evrenin genişlemekle kalma-
dığını genişleme hızının arttığını da öğretti. Hızla-
narak genişleyen bir evren genişleyen bir evren-
den daha ilginç ve de beklenmedik bir durum. Bir
patlamayı düşünün ya da suya attığınız taşı her
ikisinde de etkinin zamanla azalacağını düşünür-
sünüz doğal olarak. Zaten fizikte sürtünmeden ve-
ya evrende ki kütle çekim gibi kuvvetlerden dolayı
etkinin zamanla azalacağını söyler. Zamanla hızın
düşeceği evrenin durup kendi içine çökmeye baş-
layacağını düşünmüştük. Bu yeni bilgiler ile bera-
ber Big Crunch( Büyük çökme, evrenin kendi içine
çökeceği düşüncesi) kan kaybetmişti.
Öte yandan artan hızla büyüyen bir evren bilinen
fizik kurallarıyla örtüşmüyordu. Bu karanlık mese-
lemize şimdilik çok da aydınlatılmamış bir çözüm
bulduk; Kara enerji. Peki, nedir bu kara enerji?
Evreni sürekli genişleten ve galaksileri birbirinden
uzaklaştıran itici bir güç. Alan Guth bundan ilk
bahseden kişidir ve ani genişlemeden bu enerjiyi
sorumlu tutmuştur. Madde ile hatta ışıkla bile etki-
leşime girmeyen bu enerji için karanlık kelimesi
gayet niteleyici olsa gerek. Karanlık enerjiden söz
açılmışken Karanlık maddeden bahsetmeden ge-
çemeyiz. Bugün evrenin %72’si Kara enerji, %23
Karanlık Madde ve yaklaşık %5’i ise bildiğimiz an-
lamda atomlardan oluştuğu düşünülüyor
Tüm evren algımız, tüm bilgilerimiz %5 demek as-
lında. Kara Madde ve Kara Enerjiyi anlamak evre-
nin tamamını anlamak açısından hayati bir önem
taşıyor. Kara Maddenin de Kara Enerji gibi benzer
bir kimliği benzer bir hikayesi var. Işık ve diğer
elektromanyetik dalgalarla etkileşime girmeyen
fakat varlığını diğer maddeler üzerindeki kütle çe-
kim etkisiyle tanıyabildiğimiz karanlık madde ilk
kez 1932 ve 1933 yıllarında Jan Hendrik Oort ve
Fritz Zwicky tarafaından dillendirildi. Fakat Fritz
Zwicky’nin dikkate alınması için 40 yıl geçmesi
gerekiyordu. Ne var ki 1970 yılında Washington
Carnege Enstitüsü’nden ciddi ve güçlü bir kanıt
gelmişti. Vera Rubin ve arkadaşları Samanyolu
Gök adasında olduğu gibi sarmal bir gök adada
kütle galaktik maddenin görünen durumuna göre
dağılmışsa dönme eğrisi hızlarının azalması ge-
rektiğini gösterir. Çünkü galaksiyi oluşturan kütle-
nin büyük bir kısmı merkezdeki diskte toplandığın-
dan çekim zayıf kalacaktır.
S A Y F A 1 2 A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ
Fakat Samanyolu, Andromeda ve başka sarmal
gökadalarda beklenen hız düşmesi gözlenmiyordu.
Yani diskteki yıldızların hızları merkezde toplanmış
muazzam kütleye rağmen azalmıyor, sabit devam
ediyordu. Burada göremediğimiz, ışık yaymayan
bir şeyler mi vardı?
Eğer disk kısmındaki yıldızların hızı azalmıyorsa
göründüğünün aksine merkezle disk arasında bir
kütle farkı olmamalı, kütle her yerde homojen da-
ğılmalıydı. Bu durum ise ancak diskte önemli bir
miktar kara madde olması ile açıklanabilir.
Tipik sarmal bir galaksini Hız-Uzaklık Grafiği. Beklenen
durum (A) gözlemlenen (B). Açıkça gözlemlenen bu Hız
farkı Kara maddeden kaynaklanıyor
Diskte tüm galaksi boyunca homojen bir kütle da-ğılımı oluşacak kadar kara madde bulunmalıydı bir başka deyişle. Rubin’de Zwicky ile aynı bilimsel kaderi yaşadı. Uzun süre hiçbir ciddi yayın bu ça-lışmalara yer vermedi. Evet Einsteın Newton’ın bazı kanunlarını sorguladıktan sonra sabit bir evre-ni de sorguladı. Sabit olmayan bir evren fikri bizi Kara madde-Kara enerjiye kadar taşıdı.
Kara Madde ve Kara Enerji bugün hala bir gizem.
Bilim dünyasının önemli bir kısmı tarafından kabul
görse de çok farklı düşüncelerde yok değil. İspan-
ya’da Bilbao Üniversitesi’nden Jose Senovilla ve
arkadaşları ise Evrenin artan bir hızla genişlemedi-
ğini bunun bir algı hatası olduğunu düşünüyor. Bu
yeni çalışmaya göre uzay hızla genişlemiyor, za-
man yavaşlıyor. Bu yavaşlama günlük seviyede
olmadığından gözle algılanacak bir durum değil.
Prof. Senovilla genişleyen bir evrene değil, hızla-
narak genişleyen bir evrene karşı çıkıyor. Zamanın
yavaşlaması ve bu durumun açıklanması şöyle
benzetilmiş; Pilleri bitmek üzere olan bir kol saati-
niz olsun. Piller tamamen doluyken şimdikine göre
zaman daha kısa olacak ,yani dakikalar daha hızlı
akacaktır. Piller tamamen doluyken izlediğiniz 60
dakikalık bir filmi tekrar izlediğinizi düşünün. Eğer
saatinizin pillerinin bitmek üzere olduğunun farkın-
da değilseniz bu kez film bittiğinde filmin hızlandı-
rıldığını düşüneceksiniz. Çünkü film bittiğinde saa-
tinizde 45 dakika geçmiştir henüz. Filmin hızlandı-
rılmış olduğunu düşüneceksiniz. Değişen film hızı
değil dakikalar.
Bu yeni fikir hakkında yerli kaynaklarda bilgi çok yetersiz. Prof. Jose Senovilla ile bu konu hakkında mail üzerinden konuşma imkânı buldum. Yoğunlu-ğu nedeniyle oldukça yavaş geçiyor konuşma. Bu görüşün ele alınmaya değer olduğu düşüncesinde-yim.
İlerleyen zamanlarda merakımız, hayal gücümüz
bu soruyu da çözüme kavuşturacaktır. Çözümler
üretir üretmez yeni sorunlar için bu hayal-merak-
hakikat döngüsü devam edecektir. Öğrendik ki bir
buzdağı gibi gördüklerimizin ötesinde daha fazlası
var. Şu sayfalarda bile mikro âleme inersek göre-
mediğimiz evrenler fark edeceğiz. Belki bir gün
Kara madde –Kara enerji hatta Big Bang bir 20 yy
efsanesi olarak anılacaklar. Belki üzerine bir şeyler
katarak ilerleyeceğiz. Kesin olan şu ki her zaman
emin olmadığımız, uykularımızı kaçıran soruları-
mız olacak. Yeni soru işaretleri için yeni küçük kal-
mış büyük adamlar ve onların hayal gücü, merakı
bir de çalışmaları gerekecek. Hoşça kalıın.
Halil BAĞIŞ
, http://tr.wikipedia.org/wiki/Karanlık Madde
http://tr.wikipedia.org/wiki/Karanlık Enerji
http://tr.wikipedia.org/wiki/Evren'in Genişlemesi
http://tr.wikipedia.org/wiki/Vera Rubin
S A Y F A 1 3 A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ
YAPAY ZEKAYLA MAKİNELER NE
KADAR AKILLI?
Çoğumuz yapay zekâ kavramını duyunca bu kav-
ramı düşünmeye, anlamlandırmaya çalışırız. Fakat
yapay zekâ sistemi insanları düşündürmenin aksi-
ne bu zahmetten kurtarmak için var. Yani kararları
insanların değil de makinelerin vereceği bir gele-
cek…
Yapay zekâ akıllara ilk olarak son dönemlerin bir
ürünüymüş gibi gelse de aslında tarihi mitolojiye
kadar dayanan bir sistemdir. Ancak bu terim(yapay
zekâ) ilk olarak 1956 yılında John McCarthy tara-
fından kullanılıp ‘akıllı cihazlar yapmak konusunda-
ki bilim ve mühendislik’ olarak tanım kazanmış. Bir
diğer tanımla yapay zekâ; insan aklının nasıl çalış-
tığını gösteren bir kuramdır. Ancak günümüzde bu
tanımlar hızla değişmekte hatta insan zekâsından
bağımsız gelişebilecek bir yapay zekâ sistemine
doğru gidilmektedir. Yapay zekânın asıl amacı;
zekânın ne olduğunu anlamak, makineleri daha
akıllı ve daha faydalı hale getirmektir.
Yapay zekâ kavramının oluşmasında en önemli
başrolü oynayan kişilerden biride Alan Mathison
Turing’dir. Turing, 1937 yılında kendisinin geliştirdi-
ği Turing Makinesini tanıtmış ve en basit bilgisayarı
oluşturmuştu. En basit bilgisayar olması az işlev
görmesi anlamına gelmeyip günümüz bilgisayarla-
rın yapabildiği hemen her şeyi yapabilen güçlü bir
makinedir. Bu makine bir tür test oluşturuyordu,
Turing Testi. Birçok araştırmacı tarafından kullanı-
lacak olan Turing Testi, yazılım ve cihazların baş-
langıcını oluşturduğu için tarihte çok önemli bir ye-
re sahiptir. Bu önemli testlerden biri olan ELİZA,
karşısındaki kişiyle konuşabilen bir yazılımdı. Test
şu şekildeydi;
Birbirini göremeyen kişiler ayrı odalara konup bir-
birleriyle yazışması isteniyordu. Bu kişilerden bazı-
larına gerçek kişiler, bazılarına ise ELİZA cevap
veriyordu. Deneyde kullanılan kişi karşısındakinin
insan mı yoksa makine mi olduğunu ayırt edemedi-
ği an yapay zekânın önemli bir gelişme gösterdiği
ispatlanmış oldu.
Başka bir örnekle Bot EGO’nun Türkiye’de geliştir-
diği başarılı bir yazılım olan ‘Merve’yi Tavla’ uzun
süre internette insanların sohbet ettiği sanal bir
yapay zekâ ürünüdür.
Günümüz teknolojisinde yapay zekâ sistemleri
birçok makinede kullanılmaktadır. Aynı zamanda
son dönemlerdeki filmlerin en önemli konularından
biri olmuştur. Konuşan ve işlem yapan cihazlar,
sorunu algılayıp çözüm üreten bilgisayarlar, güven-
lik sistemi oluşturan sistemler, insan gibi hareket
eden duygulu robotlar ve dahası… Anlaşılacağı
üzere yapay zekâ günümüzde kullanılan, ihtiyaç
duyulan ve oldukça önemli gelişme gösteren bir
sistemdir. Ancak, henüz tam olarak istenilen yerde-
dir diyemeyiz. Atılması gereken adımlar, çözülmesi
gereken sorunlar vardır. Tecrübelerden kendi ken-
dine öğrenebilme, sebep-sonuç ilişkisi kurabilme,
yeni bir olayı veya sorunu algılama ve buna başarı-
lı aynı zamanda da hızlı yanıt verebilme, bilgiyi an-
layıp kullanabilme, düşünme ve muhakeme edebil-
me… Görüldüğü gibi yapay zekâ sisteminin gelişti-
rilmesi gereken birçok sorunu vardır. Özellikle de
duygusu bulunmayan bir sistem olması insan işlev-
lerini algılayıp anlamlı hale getirmesi bu sistemi en
çok zorlayan konulardan biridir. Bu sorunlara daha
önceki dönemlere nazaran daha hızlı bir şekilde
çözüm bulunabilmesi çok da uzun olmayan bir sü-
re sonra yapay zekâ sistemlerinin hayatımıza daha
fazla gireceğinin bir göstergesi olabilir. Robotlar,
konuşan ve çözüm üretebilen zeki bilgisayarlar kı-
sacası yapay zekâya sahip makineler. Belki de in-
sanlara göre daha doğru kararlar veren cihazlar,
yani insanların değil de makinelerin karar vereceği
bir gelecek.
Mehmet ÇİFTÇİ
http://www-formal.stanford.edu/jmc/whatisai/whatisai.html http://www.botego.com/merveyitavla/ http://www.uludagsozluk.com/k/turing-makinesi/ http://www.turkcebilgi.com/ansiklopedi/yapay_zeka_nedir
S A Y F A 1 4
İnsanlar uzun yıllar boyunca süregelen düşün-
ceyle en azından aşkın, kalp ile ilgili olduğunu
düşünmüşlerdir. Ancak bilimsel çalışmalar,
duyguların kalp ile hiçbir alakası olmadığını
göstermekle birlikte, kalbin görevinin yalnızca
kan pompalamaktan ibaret olduğunu
göstermiştir. Peki bu kadar basit midir kalbin
görevi? Yani sadece kan pompalamak mıdır?
Tabii kan pompalamanın basit olduğunu
kastetmiyorum ama "sanki bu kadarı da biraz
az mı oldu?" demeye de engel olamıyorum.
İşte bu yüzden, bu konuyu biraz irdelemek
istedim.
Bildiğimiz üzere dünyada teknoloji artışını gra-
fiğe döktüğümüzde düzensiz artış biçiminde
bir doğru izlediğini görmemiz mümkün. Bunun
sağlık alanına da yansımasıyla birlikte, artık
anne karnındaki fetüs üzerinde bile kolay ve
doğru bilgiler elde etmeye başladık. Bununla
bağlantılı olarak, son zamanlardaki teknoloji
ile anne karnındaki fetüste beyin oluşumun-
dan önce, ilk olarak kalbin atmaya başladığını
ve bundan dolayı da kalbin, insanın madde
bedendeki ilk başlangıç noktası olduğu bilgisi-
ne ulaşmamızı sağlıyor. Bu da duyguların, his-
lerin, kalp organı aracılığıyla oluştuğu düşün-
cesini ortaya atmamıza neden oluyor. Bir kaç
detaydan daha bahsedecek olursam; kalbin
enerji alanı, beynin enerji alanından daha ge-
niş olmasından dolayı kalpten beyne iletilen
duyguların beyin fonksiyonları üzerinde çok
büyük etkilere sahiptir. Fakat asıl soru, beyin
emrettiği için mi bu etkilere sebep olunuyor,
yoksa aslında bu etkiler başlı başına kalbin
etkinliğinde gelişen olgular mı? Bu sorunun
cevabına ulaşmak adına aklıma ilk olarak or-
gan nakilleri geldi. Çünkü eğer her kalp organı
duyguların etkinliğindeyse, kalp nakli gerçek-
leştiğinde kalp ile birlikte duygu aktarımı da
gerçekleşmiş olmalı. Organ nakilleri günümüz-
de bir çok kalp hastasının umudu olmuş du-
rumda.
Bu ameliyatlar sonrası organ naklini yapanlar-
da görünen değişimler ve edinilen kalbin sahi-
binin davranışlarına benzeyen bir takım davra-
nışlara sahip olması da kafaları karıştırır nite-
likte. Hatta bu olaya literatürde isim bile ver-
mişler "hücre hafızası sendromu" diye. Hücre
hafızası sendromuna göre kalp nakliyle
birlikte, bazı alışkanlıklar ve duygularında
nakil olduğu söyleniyor. Eğer duygularımızı
kalben hissettiğimizi düşünüyorsak bu sonuca
varmamız gayet normal. Ama aslında önemli
olan vardığımız bu sonucun doğruluğuna
inanmışsak, bilimsel anlamda da yanıtının
bulunması gerektiği.
Bilimsel anlamda araştırdığımızda; hafıza be-
yinle ilgili bir durumdur. Beyinde hafızadan
özellikle hipokampus ve amigdala adı verilen
kısımlar sorumludur. Bu kısımlarda öğrenim
ve deneyim sonucu hafızaya alınacak bilgiler
nöronların kontrolünde, birbirleriyle yaptıkları
sinaps varyasyonlarıyla saklanır. Beyin özel
güvenlik görevlileriyle (B.O.S sıvısı, kafatası
kemiği, kafaderisi vb) korunan oldukça izole
bir sistemdir.
KALP NAKİLLERİ VE BEYİN ARASINDAKİ İLİŞKİSİ
A C A D E M Y G A R D E N
S A Y F A 1 5 A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ
Vücudun dışındaki değişiklikler, özellikle nakil
gibi durumlar beynin kendi içindeki kısımların-
da değişiklikler yapmaz. Yani elbette
akciğerlerdeki bir enfeksiyon beyine yansıyıp
menenjit yapabilir, bu da beyin dokusunda
ödem gibi değişikliklere yol açabilir, ancak
mesela böbrek nakledilen bir hastanın böbrek
hücreleri gidip de beyindeki hipokampustaki
nöron ve sinaps varyasyonlarını
değiştirmezler. Değiştiremezler çünkü bu
zaten mümkün değildir.
Gelelim spot örneklere; her operasyon büyük
travma, özellikle organ nakli çok daha büyük
bir travmadır. Düşünün apandisimizi almıyor-
lar ya da dişimizi çekmiyorlar ,öyle basit bir
olay değil yani. Ortalama 9-10 saat süren ve
sonunda vücudunuza tamamen mükemmel bir
yabancıdan alınan bir organı taktıkları bir
operasyon bu. Bazı ilginç bulunan gazete
haberlerinde bu konu çok önemli bir yer tutar.
"ERKEK HASTAYA BAYANDAN KALP NAKLİ
YAPILDIKTAN SONRA PEMBE DİZİ İZLE-
MEYE BAŞLADI" sanırım en güzel buydu,
gazetede okuduğum. Şöyle düşünelim, nakil
gerçekleşen kişi hiç merak etmez mi hiç bu
akciğerlerin sahibinin dağcılıktaki kondisy-
onunu veya size takılan kalbin kimin için
çarptığını? Bir bayan mıydı naklini
gerçekleştiren kişi? Ya da erkek mi? diye.
Yani özetle tüm bu davranış değişimleri beyin
kontrolünde gerçekleşen olaylar, kendimizi
neye yönlendirirsek, düşüncemize nasıl bir
yön verirsek beynimiz onu doğru kabul edip
teoriden alıp uygulamaya ulaştırır. Sonuç ola-
rak 2000 yıldan daha fazla olan tıp gele-
neğinin şimdiye kümüle olmuş bilgileri böyle
bir önermeyi olası görmüyor. Ama böyle
şeyler yaşanıyor ve bu haberler ilgi çekiyor.
İster sosyal boyutu, ister psikolojik boyutu
diyelim ama ne yazık ki fizyolojik boyutundan
bahsedemeyiz.
Burcu AKBULUT
Kaynaklar; Wikipedia, Anatomi ve Fizyoloji İnsan Biyolojisi
( Abdurrahman AKTÜMSEK)
Fotoğraf; http://www.rewireme.com/journeys/your-heart-
and-stomach-may-be-smarter-than-you-think/ sitesine aittir.
Academy GARDEN DUYURU EKRANI
Derginin yayın felsefelerinden biri olan
birlikte öğrenme ve keşfetme’nin gereği
olarak her zaman yeni ekip arkadaşları-
na, okurlara açığız. Eğer sende bili-
me ,öğrenmeye meraklıysan ve paylaş-
maktan keyif alıyorsan bizimle iletişime
geçmek için zaman kaybetme.
Ayrıntılı bilgi için iletişim adresimiz:
S A Y F A 1 6
Işık ,uzay ve zaman. 19 yüzyılın en büyük dâhile-
rinden olan A. Einstein bunlar üzerinden yola çıka-
rak kozmolojinin en önemli sorularından çoğuna
cevaplar bulmuştur. Einstein 1905 yılında ortaya
attığı Özel Görelilik Kuramı ile zaman ve uzunluğu
tartışırken,1915-16 yıllarında matematiksel temel-
lerini tamamladığı Genel Görelilik ile de kütle çe-
kim kuvveti ve uzay-zamanı açıklamıştır. Dergimi-
zin bu sayısında Einstein’ın bu olağanüstü teorisi
hakkında konuşacağız. Einstein 1905 yılında
‘’Annelen der Physik ‘’ adlı dergiye verdiği 3 maka-
leden biriydi Özel Görelilik. Aslında makalenin ger-
çek adı ‘’Zur elektrodynamik bewegter körpe ‘ ’
yani ‘’ Hareket eden cisimlerin, elektrodinamikleri-
ne dair’’dir.
Görelilik kuramının dayandığı en temel nokta ışı-
ğın bir hızının olmasaydı. Bunun anlamı şuydu;
aslında biz oluşan bir olayı anında göremiyorduk
çünkü ışığında bir hızı vardı. O halde çok az bir
gecikmeyle de olsa olayları anında değil biraz da-
ha geç görüyorduk. Bu nokta Özel Göreliliğin şekil-
lenmesinde önemli bir yere sahipti çünkü Newton
zamanında bu durum ihmal ediliyordu, hatta o za-
manlar fizik dünyası bizim olayları anında gördü-
ğümüzü düşünüyorlardı yani onlar ışığın hızının
sonsuz olduğunu varsayıyorlardı. Hatta daha son-
raları Einstein Genel Görelilikle Newton’un kütle
çekim hesabının yanlışlığının bir nedeninin de
Newton’un denklemlerinde zamanın hesaba alın-
mamasıydı. Bilindiği üzere Newton kütle çekimin,
cisimlerin kütlelerinin çarpımıyla doğru; cisimlerim
merkezleri arasındaki mesafenin karesiyle ters
orantılı olduğunu söylüyordu. Şayet bu denklem
üzerinde durulursa bir gezegenin veya cismin hı-
zını değiştirirsek bu çekim gücü hemen mi değişe-
cekti yoksa biraz gecikmeyle mi ? İşte Newton’un
denklemi hemen olacağını gösteriyordu, hatta
Newton zaman kavramını hiç düşünmemişti. Fa-
kat Einstein kuramıyla Newton’un çekim kuvveti
eksikliklerini tamamlamış ve Newton’un hesaba
katmadığı zaman kavramıyla olayı çok farklı bo-
yutlara taşımıştır.
Einstein’ın Zamanı: Özel Görelilik
A C A D E M Y G A R D E N
S A Y F A 1 7 A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ
İşte Einstein önceki sayfada belirttiğimiz gibi
ışığın hızı olduğu gerçeğini hesaba katarak
teorisini ve denklemlerini şekillendirmişti çün-
kü amaç tam anlamıyla gerçeği bilmekti. Eins-
tein kuramını 2 temek kabul üzerinde oturt-
muştu. Bunlardan birincisi ışığın boşluktaki
hızının evrensel bir sabit olmasıydı yani ışığın
hızı ister sabit ister hareket halindeki kişilerce
ölçülmesi farklı sonuçlar vermiyordu. Einstein
bu hızı evrendeki maksimum veya mutlak hız
olarak kabul etti. Hatta Einstein’ın meşhur
denklemi olan E=MC2 gereği bir cisim ışık hı-
zında hareket ediyorsa ve biz hala kuvvet uy-
gulayarak enerji aktarıyorsak bu cismin hızın-
da değil kütlesinde bir artış olacağını söyler.
Kuramın ikinci kabulüyse ‘’Görelilik Denkliği ‘’
dediğimiz sabit hızlarla hareket eden araçların
gözlemcilerinin çevrelerindeki olayları araç du-
ruyormuşçasına değerlendirmeleriydi. Bu du-
rumda bile Einstein tüm doğa kanunlarının ge-
çerli olduğunu söyledi. Görelilik ilkesine göre
biz tamamen boş bir uzayda bir uzay gemisin-
de sabit hızla hareket ediyorsak hareket halin-
de olup olmadığımızı fark edemeyeceğimizi
söyler. Çünkü bu durumda herhangi bir şeyi
kendimize referans alamamaktayız ama du-
rum biraz daha garip… Aslında bize doğru bir
uzay aracının yaklaştığını bile görsek yine de
hareket ettiğimiz konusunda emin olamayız.
Zira bu durumda karşımızda 3 ihtimal bulun-
maktadır yani ya biz uzay aracına yaklaşıyo-
ruz o sabit durmakta ya biz sabit iken uzay
aracı bize yaklaşmakta ya da her ikimiz aynı
anda birbirimize yaklaşmaktayız. Bu yüzden
böyle bir durumda dahi hareket edip etmediği-
mizi bilemeyiz. Çünkü hızımız sabittir hatırla-
nacağı üzere klasik fizikte eylemsizlik ve de
eylemsizlik kuvvetinden bahsedilir ve yine ha-
tırlanacağı üzere eylemsizlik kuvveti ancak
ivme halindeki cisimler için geçerlidir. İşte
Einstein bizim ancak ivmeli hareket ettiğimiz
zaman bu hareket dolayısıyla oluşan eylemsiz
kuvveti ile hareket halinde olduğumuzu anla-
yabileceğimizi söyler. Aynı zaman da yukarıda
bahsettiğimiz durumda bir de uzay aracından
bize gelen ışığın da gecikmeli olarak bize
ulaştığını düşünerek durumu bir hayli farklı
boyutlara getirmiştir. Şimdi Einstein’ın Özel
Görelilik Kuramıyla ortaya attığı zaman kısal-
ması ve uzunluk büzülmesinden bahsedelim.
Aslında bu iki durumda genellikle daha iyi an-
laşılması için örnekler üzerinden açıklanır. Ya-
zımızda bizde aynı şeyi yapacağız. Öncelikle
zaman kısalmasına bakalım. Şimdi dümdüz
bir zemin düşünelim ve doğu batı yönünde ha-
reket eden bir vagonumuz olduğunu varsaya-
lım. Vagonun hızı v, boyu L ve yüksekliği ise
h olsun ve vagonun içinde X adlı ve dışında
sabit duran bir Y kişimiz olsun. Vagonumuzun
tabanında bir lazerimiz ve lazer ışığını algıla-
yan, her ışık gelişince ‘bip’ sesi çıkaran bir ci-
hazımız olsun (Burada lazer ile ışık algılayıcı
cihazında üst üste bulunduğunu ve gerek ya-
tay olarak gerekse dikeyde mesafe farkı olma-
dığını farz ediyoruz. ) Tavanda ise bir düz ay-
namız bulunmakta şimdi içerdeki X kişisine
göre ışığın(bir foton olarak düşünüyoruz) ta-
bandan yola çıkıp aynaya çarpıp tekrar gelip
ışık algılayıcı cihaza çarptığını ve cihazın ‘bip’
sesi çıkardığını düşünelim. Bu durum içerde
bulunan bu X şahsına göre ne kadar sürede
gerçekleşmiştir? Fiziğin en temel kuralı olan
YOL=ZAMAN X HIZ formülünde hızı yani ‘t’ yi
yalnız bırakırsak ZAMAN(t)=YOL(x)/HIZ(v)
olur. Bu formülü kullanırsak vagon örneğimiz
için zamanı şöyle eklemleştirebiliriz: t=2h/c
olur. Burada 2h dememizin sebebi ışığın gidiş
ve geliş mesafesinin vagonun yüksekliğini 2
katı olmasındandır. Peki ya dışarıda sabit du-
ran Y kişisine göre ışığın bu bu yolu kat etme-
si ne kadar sürüyor? Şimdi şunu iyi anlamak
lazım dışarıdaki kişi sabit olduğundan ve va-
gonumuzda batıdan doğuya doğru v hızıyla
hareket ediyorsa bağıl hız mantığıyla ışığın
dikeydeki hızı c yataydaki hızı v dir. . Ama
burada vektörel olarak toplayıp bu hızın ışık
hızını aştığını söyleyemeyiz çünkü hatırlana-
cağı üzere Einstein kuramını oluştururken ışı-
ğın bütün gözlemciler için sabit ve değişmez
bir hız olduğunu söylüyordu.
S A Y F A 1 8
Hatta yukarda belirttiğimiz E = mc2 ile ışığın
mutlak bir hız olduğunu söyler. Konumuza dö-
nersek dışarıda sabit duran Y kişisi ışığın di-
keyde c hızıyla tavana ulaşana kadar vagon-
dan dolayı yatayda da belli bir yol aldığını fark
eder. (Hatırlanacağı gibi vagonun yataydaki
hızı v idi bu yüzden dışarıda sabit duran kişiye
göre bağıl hareket kuralı dolayısıyla ışıkta ya-
tayda v hızıyla ilerlemektedir.) Şimdi bu duru-
mu matematiksel temellere oturtalım: Öncelik-
le ışığın tabandan çıkıp aynaya ulaşması ve
tekrar yerine dönmesi için gereken sürenin
tamamına t’ diyelim. O halde ışık tabandan
aynaya ulaştığında geçen sürede t’/2 olur.
Çünkü yolun yarısı gidilmiştir ve hızımız sabit
durumda. Işığın aldığı yolu hayal edecek olur-
sak aslında ışık Y’ye göre yolun yarısını tam
bir dik üçgen gibi yol almıştır şimdi bir dik üç-
gen düşünün bu üçgenin hipotenüsün uzunlu-
ğu aslında ışığın t’/2 sürede aldığı yoldur ve
yatay dik bileşeni ise vagonun t’/2 sürede aldı-
ğı yol olur. Geriye kalan dikey dik bileşen ise
tabi ki vagonun yüksekliği olan h olmaktadır.
Bu durumda matematiğin en temel prensiple-
rinden olan Pisagor bağıntısı kullanalım ama
öncelikle bu uzunlukları denklemsel olarak bu-
lalım; hipotenüsün ışığın t’/2 sürede aldığı yol
olduğunu söylemiştik o halde bu uzunluk yani
hipotenüs c.t’/2 olur. Yatay dik bileşense va-
gonun t’/2 sürede aldığı yol olduğundan bu
uzunluk v.t’/2 olur ve geriye kalan son uzun-
lukta vagonun yüksekliği olan h idi. Şimdi tüm
uzunlukları bildiğimize göre Pisagor bağıntı-
sından bir denklem oluşturalım:
Olur, buradan t’ yi yalnız bıraktığımızda karşı-
mıza :
Çıkar. İçerde bulunan X kişisine göre ise za-
man(t)inin formülü ise ,
İdi. İşte yukarda bulunan t’ denkleminde bunu
yazarsak karşımıza zaman kısalmasının denk-
lemi çıkar:
İşte Einstein bu denklemden zamanın göreceli
bir kavram olduğunu ve zaman ve uzayın ay-
rılmaz bir bütün olduğunu ispatlamıştır. Yuka-
rıdaki denkleme bakılacak olursa vagonun hı-
zının c ye yani ışık hızına eşit olması durumda
zamanın durduğunu görüyoruz yani denkleme
göre ne kadar ışık hızına yaklaşırsak zaman o
kadar ağır akmakta idi. Böylece Newton za-
manında düşünüldüğü gibi zaman evrensel ve
değişmez bir olgu değildi. Einstein bu anlam-
da fizik dünyasında bir çığır açmıştır. Eins-
tein’ın bu yeni zaman olgusuyla beraber fizik
dünyasında ikiz paradoksu denilen soru gün-
deme getirilmiştir. Bu sorunun aslında bir pa-
radoks oluşturulmadığı ise ancak Genel Göre-
lilik Kuramı’nın yüksek matematiksel denklem-
leriyle ispatlanacağından burada ele alınma-
yacaktır. Böylece soruyu ve çözümünü genel
hatlarıyla aktarmakla yetineceğiz. . İkiz Para-
doksu temel olarak Einstein’ın zaman kavra-
mının ikiz kardeşler üzerinde düşünsel bir de-
ney olarak ele alınmasıydı. Buna göre ikiz kar-
deş düşünelim. Kardeşlerden birinin bir uzay
aracına bindiğini ve hızla uzaklaştığını ve di-
ğerinin ise dünyadaki sabit durduğunu farz
edelim. Bu durumda Özel Göreliliğe göre uzay
aracındaki kardeş için zaman daha ağır işle-
mekteydi.
A C A D E M Y G A R D E N
S A Y F A 1 9 A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ
. Ama bilindiği gibi hareket göreceli bir şeydir
yani dünyadaki ikiz uzay aracındaki kardeşinin
hızla uzaklaştığını söylerken aynı durum uzay
aracında bulunan kardeş içinde geçerliydi.
Tek fark yöndü, bu da denklemsel olarak hiç-
bir şeyi değiştirmezdi zaten. Bu durumda her
iki kardeşte diğerinin daha genç kaldığını söy-
leyecektir. Dolayısıyla karşımızda bir para-
doks varmış gibi görünmektedir. Bu nedenle
kimin haklı olduğunu anlayabilmek için uzay
aracındaki kardeşin belli bir süre sonra ivme-
lenerek yavaşlayıp durması ve tam tersi yön-
de yani dünyaya doğru belli bir süre ivmelene-
rek hızlanması gerekir. Daha sonra eski hızı-
na vardığında sabit hızla hareket ederek dün-
yaya gelmesi ve kardeşiyle karşılaştırılarak
anlaşılabilir (Bu arada yukarıda uzay aracının
hareketi hakkında çok detaylı bilgi verdik an-
cak daha sonra da belirteceğimiz gibi bu ivme-
li ve sabit hızlı hareketler temel olarak kimin
yaşlı kalacağını belirler. Bu yüzden bunu ver-
mek istedik). Ama bu denli uğraşmadan da
kimin haklı olduğunu öğrenemez miyiz? Aslın-
da yukarda belirttiğimiz deneyi yapmadan da
dünyadaki kardeşin haklı olduğunu ve uzay
aracındaki kardeşin daha genç kaldığını söy-
leyebiliriz. Çünkü dünyadaki kardeş sürekli
yerinde durarak hareket konumunu değiştir-
memişti. Bu nedenle dünyadaki kardeşin hata-
lı gözlem yapması söz konusu değildir. Buna
karşın aynı şeyi uzay aracındaki kardeş için
söyleyemeyiz. Aslında gerçekte olan durum
şuydu; Uzay aracındaki kardeş için yolculuğun
ilk ve son yarısında uzay aracı sabit hızla ha-
reket ettiğinden uzay aracındaki kardeş hare-
ketin farkında olmayacaktır. Ama daha önce
de uzay aracının hareketi anlatırken aracın
yolun yarısında ivmelenerek yavaşladığını ve
ters yönde beli bir süre ivmelendikten sonra
sabit hızla yol aldığını belirtmiştik. Bu yüzden
uzay aracındaki kardeş ivmeli hareketi ile ola-
bilecek tüm durumları da hesaba katmak zo-
rundadır. İşte bu hesabı Özel Göreliliğin yal-
nızca küçük bir parçasını oluşturduğu Genel
Görelilik Kuramının denklemleri ile yapabiliriz
(ancak burada bu hesaplardan bahsedilmeye-
cektir.) Genel Göreliliğin denklemlerinden çı-
kan sonuca göre uzay aracındaki kardeş iv-
meli hareket ettiği zaman dünyadaki ikiz, sabit
hızla hareket ettiğinde ise uzay aracındaki ikiz
daha hızlı yaşlanmaktadır. Ancak ivmelenme
sırasındaki durumun, sabit hızla harekete bas-
kın çıkması nedeniyle uzay aracındaki kardeş
daha genç kalmaktadır. Görelilik kuramının
uzayla ilgili ortaya koyduğu bir diğer sonuçta
hareket eden cisimlerin hızlarının artmasına
bağlı olarak boylarında bir değişimin olduğunu
söylemesidir. Kuram hızın artışıyla boyun kı-
salmasının orantılı olduğunu öngörmekteydi.
Şimdi bu durumun nasıl gerçekleştiğine göz
atalım ; bilindiği üzere klasik fiziğin en temel
formüllerinden biride YOL(x)=ZAMAN(t)XHIZ
(v) dır. Yukarıda zamanın göreceliğini ispatlar-
ken anlattığımız gibi aynı şekilde ve ebatlarda
bir vagonumuzun burada da var olduğunu dü-
şünelim(Burada şunu belirtmek gerekir ki za-
man değişmesi ile boyun değişimi aslında bir-
likte gerçekleşen durumlardır. Çünkü her iki
durumda da vagonun hızına bağlı olarak dışa-
rıdaki Y kişisine göre değişim olmaktadır). Söz
konusu vagonumuz v hızıyla ilerlerken yine
içinde X kişimiz ve dışarıda sabit duran Y kişi-
si bulunmaktadır. Şimdi X kişisinin vagonun
boyunu ölçmek istediğin de iki durum söz ko-
nusudur. Bunlardan birincisi zaten vagona
göre sabit olan X, ayağının altında bulunan
vagonu bir metre yardımıyla ölçebilir. Diğer bir
ihtimalse dışarıda sabit bekleyen Y kişinin ko-
numuna bakarak ölçebilir, bu ikinci seçeneği
biraz açarsak durum şu: X kişisi Y yi vagonun
ön ucunda gördüğünde elindeki kronometreye
bassın ve Y vagonun arka ucuna geldiğinde
ise kronometreyi durdursun. Bu durumda X in
ölçeceği zamanı, zamanın göreceliği gereği ‘t’
olur. ( Daha önce belirttiğimiz üzere X in vago-
nun boyunu ölçerken geçen süre ile zamanın
göreliliğinde ki hesaplanan süreyle aynıdır.
Yani uzunluk kısalmasındaki t ile zamanın kı-
salmasındaki t aynıdır, tabii ki bu daha sonra
anlatacağımız t’ içinde geçerlidir.) Peki, X in
ölçtüğü zaman t ise ve vagonun hızı v ise bu-
na bağlı olarak vagonun boyunu L=v.t olur.
S A Y F A 2 0
Şimdide dışarıda sabit duran Y’nin vagonun
boyunu ölçmeye çalıştığını düşünelim. Bu du-
rumda Y, kendisinin vagonun ön ucundayken
elinde bulunan kronometreye basıyor ve vago-
nun arka ucuyla aynı hizaya geldiğinde ise
kronometreyi durduruyor. Bu durumda Y’nin
ölçeceği süre ise t’ olacaktır. Y buna bağlı
olarak vagonun boyunu hesaplarsa, Y’ye göre
vagonun boyu : L’=v.t’ olur. Bu durumda görül-
düğü gibi her iki gözlemciye göre vagonun bo-
yu değişik ölçülmüştür. Bunun temel nedeni
zamandır. Çünkü zamanın değişik olması bo-
yun farklı algılanmasına neden olmaktadır.
Zaten bu yüzden boy kısalması durumu mey-
dana gelmiştir. Aslında burada da temel şey
zamanın göreceli bir kavram olmasıdır. Şimdi
söz konusu boy farklılığını matematiksel bir
temel üzerine oturtalım. İçerde bulunan X e
göre boy: L=v.t idi. Dışarda sabit duran Y’ye
göre ise boy: L’=v.t’ idi. Şimdi bu iki denklemi
taraf tarafa oranlarsak karşımıza şu denklem-
ler çıkar:
Buna bağlı olarak da :
Ve buradan da :
Elde ederiz. Buna bağlı olarak yukarıda belirt-
tiğimiz gibi t ve t’ zamanın göreceliğindeki za-
man ile aynıdır. Daha önce belirttiğimiz üzere
zamanın değişimi ile boyun kısalması olayları
birbiri ile bağlantılı olup aynı anda gerçekleşir.
O halde zamanın göreceliğinde şu denklemi
elde ettiğimizi hatırlarsak;
Ve bu denklemi en son çıkardığımız denkleme
yazarsak ve gerekli sadeleşmeleri yaptığımız-
da boyun kısalması veya büzülmesinin nihai
formülü olan şu denklemle karşılaşırız :
Einstein bu formülle boyun referanslara bağlı
olarak göreceli bir şey olduğunu yukarıda de-
taylarını anlattığımız denklemler sonucunda
ispatlamıştır. Tabi o zamanlar bu tarz olağa-
nüstü bir düşüncenin deneye tabi tutulması
söz konusu değildi. Bu yüzden çoğu kitap bu
kuramdan bahsederken Einstein’ın düşünce
deneyi olarak adlandırır. Daha sonraları bu
kuram üzerinde çok düşünülmüş ve yapılan
deneyler Einstein’ın haklılığını ortaya koymuş-
tur.1905 yılında ortaya atılan bu olağanüstü
düşünce bugün CERN’deki devasa deneyin
temel taşlarını oluşturmaktadır. Fakat büyük
sorularımız hala zihinlerimizi meşgul etmekte
ve bilim dünyası her zaman olduğu gibi şimdi-
de olağanüstü düşünceler beklemekte..
Beklenen düşünce neden siz olmayasınız…
Ahmet AK
‘’Genel Görelilik’’,Yeni Ufuklara,Bilim ve Teknik Dergisi/
www.Biltek.tubitak.gov.tr
Torun,Cem Güney,Bilim Tarihi Işığında Görelilik Teorile-
ri,Kuantum Mekaniği ve Herşeyin Teorisi,Ocak 2013
A C A D E M Y G A R D E N
S A Y F A 2 1
Bir element düşünün, çok uzun zaman-
dır türevlerini farklı alanlarda kullandığı-
mız fakat asıl önemini 1800'lü yıllarda
keşfetmeye başladığımız. Kullanım ala-
nı çok geniş olan, çevre dostu ve enerji
bakımından çok verimli bir element.
Stratejik elementimizin tarihi keşfine bir
göz atalım; Fransız kimyacı ve fizikçi
Joseph Louis Gay-Lussac Fransa'daki
École Polytechnique üniversitesinden
yakın dostu Louis Jacques Thénard ile
birçok araştırma projesi yürütmüştür.
Gay Lussac genellikle gaz yasaları ile
ilgili çalışmalar yapmış ve gazlarda ba-
sınç-sıcaklık arasında doğru orantı ol-
duğunu bulmuştur. Fransız kimyager
Louis Jacques Thénard ise 1799 da ko-
balt oksit ile alüminyum oksidi eriterek
karıştırdıktan sonra Thenard mavisini
bulmuştur. Thenard mavisi kobalt mavi-
si olarak da bilinir; porselen renklendir-
mede, kozmetikte ve pek çok farklı
alanda renklendirici olarak kullanılır.
Thenard ve Gay-Lussac, elektroliz ve
analitik yöntemler üzerine çalışmalar
yapmışlardır. Alkalilerin akkor(ışık saça-
cak kadar ısıtılmış olan) durumundaki
metaller üzerindeki etkisinden, bol ve
ucuz alkali metal üretimini sağlayan
yöntemler geliştirmişlerdir. Türkiye'yi
yakından ilgilendiren en önemli buluşla-
rı da erimiş potasyum kullanılarak borik
asidi ayrıştırıp bor elementini bulmaları
olmuştur. Onlarla aynı dönemde İngiliz
kimyager, fizikçi ve mucit Humphry
Davy de bor elementini keşfetmiştir.
Davy 1807 de; erimiş külden elektrik
akımı geçirerek önce potasyum adını
verdiği elementi bulmuştur. Sonra da
sodadan sodyum elementini ayırmayı
başarmıştır.1808 de ise baryum, stron-
siyum, kalsiyumu ve boru keşfetmiştir.
Bor elementinin keşfinden önce bor tü-
revleri asırlar boyunca kullanılmıştır.
Araplar ilk kez bor tuzlarından ilaç yap-
mışlardır. Mısır ve Mezopotamya da
ilaç olarak ve ölülerin mumyalanmasın-
da boraks kullanılmıştır. Eski Yunan ve
Roma da arena temizliği için zeminler-
de kullanılmıştır. Himalayalar'da Babi-
lonlar kıymetli metallerin eritilmesinde
boraksı kullanmıştır. Çinliler de boraksı
porselen cilası olarak kullanmıştır.2000
yıllık Arapça ve Farsça yazıtlarda bo-
raktan söz edildiği, Sanskritçe yazıtlar-
da ise bor cevheri olan tinkale ile eş an-
lamda “tincana” kelimesinin kullanıldığı
görülmüştür.
13. yüzyılda boraksın Tibet’ten Avru-
pa'ya getirilmesiyle modern bor endüst-
risi başlar. 1771 yılında, İtalya'nın Tus-
cani bölgesindeki sıcak su kaynakların-
da sassolit bulunur. 1828 yılında Fran-
cesco Larderel bunun katı borik asit ol-
duğunu belirtir ve 1830 yılında İtalya'da
borik asit üretimi başlar.1852 de en-
düstriyel anlamda ilk boraks madenciliği
Şili de başlamıştır
Temiz Enerji
A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ
S A Y F A 2 2
Anadolu da her ne kadar Susurluk
(Balıkesir) civarındaki bor yataklarının
ilkel olarak işletildiğini kanıtlayan veriler
varsa da ilk madenciliğin 1865 yılında
bir Fransız kuruluşunun Osmanlı Devle-
ti’nden imtiyaz almasıyla başladığı gö-
rülür. 1864'te Kaliforniya’da ilk ticari bor
üretimi yapılır. 1872 den sonra Califor-
nia, Nevada, Caliko Moutain ve Kramer
yöresindeki yatakların bulunarak işletil-
meye alınmasıyla ABD dünya bor ge-
reksinimini karşılayan birinci ülke haline
gelmiştir.
Elementin adı borun tuzu olan boraks-
tan türetilmiştir. Arapça burak(parlak)
kelimesinden gelmektedir. Türkistan da
tınkal, Anadolu da tenekar adları ile bi-
linmektedir. Periyodik tabloda B simge-
si ile gösterilir, atom numarası 5 tir.
Grubunun ilk ve en hafif üyesidir. Metal-
le ametal arası yarı iletken özelliğe sa-
hip bir elementtir. Temel hal elektron
konfigürasyonu 1s2 2s2 2p1 dir. Tabii
halde iki tane izotopu vardır, 10B %
18,8 , 11B %81,2 oranında bulunur. Her
ikisinin çekirdeği spine sahip olduğu
için nükleer manyetik rezonans araştır-
malarında kullanılır.10B izotopu, çok
yüksek termal nötron tutma özelliği gös-
terir. Böylelikle nükleer malzemeler ve
nükleer enerji santrallerinde kullanılabil-
mektedir.
Türkiye'de 10B izotop oranı yüksek bor
cevher yatakları bulunmaktadır. Kristal
bor, önemli ölçüde hafifliğe, sertliğe, çi-
zilmeye karşı dayanıklı, ısıya karşı ka-
rarlılığa sahiptir.
Bor kırmızı ötesi (infrared) ışığın bazı
dalga boylarına karşı saydamdır ve oda
sıcaklığında zayıf elektrik iletkenliğine
sahiptir. Yüksek sıcaklıkta ise iyi bir ilet-
kendir. Kristal bor kimyasal olarak inert-
tir. Bor, hidroklorik ve hidroflorik asitlerle
kaynatıldığında bozulmaz. Sadece çok
ince öğütülmüş bor, konsantre(derişik)
nitrat asidi ile yavaşça oksitlenir. Yerka-
buğunda yaygın olarak bulunan 51. ele-
menttir. Tabiatta hiçbir zaman serbest
halde bulunmaz. Doğada yaklaşık 230
çeşit bor minerali olduğu bilinmektedir.
Kaliforniya Üniversitesi'ndeki 11B araş-
tırmalarda 11B'in proton fizyonlanması
sırasında radyoaktivitesiz enerji açığa
çıkmıştır. Böylece temiz nükleer enerji
elde edilebilmektedir. Ticari maden ya-
takları sınırlı olup en çok Türkiye ve
ABD'de bulunmaktadır. Dünya ihraca-
tında ABD 1. sıradadır ve bor pazarını
elde tutmak için Türkiye'den her yıl ton-
larca ham bor almaktadır.
Türkiye’de bor tuzu yatakları Bursa, Ba-
lıkesir, Kütahya ve Eskişehir il sınırları
içerisindedir. Bunların en büyükleri
Mustafakemalpaşa (Bursa), Susurluk
(Balıkesir), Bigadiç (Balıkesir), Emet
(Kütahya) ve Kırka (Eskişehir) da yer
almaktadır. Türkiye’de rezerv açısından
en çok bulunan bor cevherleri tinkal
(Na2O.2B2O3.10H2O) ve kolemanit
(2CaO.3B2O3.5H2O)’tir.
A C A D E M Y G A R D E N
S A Y F A 2 3
Dünya Bor Üretiminin Bölgelere Göre
Dağılımı (2012) ,
Dünya Bor Rezervlerinin Dağılımı
(2012),
Kullanım alanları olarak; cam, cam el-
yafı ve seramik, temizleme ve beyazlat-
ma, alev geciktiriciler(yanma önleyici),
tarım, sağlık, kozmetik, yapı malzeme-
leri ve çimento, enerji, metalurji; bor fi-
berleri, uzay ve havacılık, alanlarını sı-
ralayabiliriz.
Boren (Ulusal Bor Araştırma Enstitüsü)
ve TÜBİTAK ortak çalışması ile borla
çalışan yerli araç üretilmiştir. Bor yandı-
ğında, petrole göre 5 kat fazla enerji
açığa çıkarır. Araç, bordan elde edilen
20 litre yakıt ile maksimum 90 kilometre
hıza çıkıp 100-150 kilometre yol gidebi-
liyor. Borun yanması sonucu oluşan bor
oksit bileşiği daha sonra tekrar bora dö-
nüştürülebilmek için depolanabilir. Ayrı-
ca aracın yakıt deposu büyütülerek gi-
deceği yol artırılabilir.
Boren'in internet sitesindeki bor kulla-
nım alanlarından uzay ve havacılık hak-
kında bilgiler:
Uzay ve havacılık endüstrisinde bor
kullanımı giderek artan bir seyir izle-
mektedir. Aerodinamikteki gelişmeler,
yüksek hız kanat uygulamaları, yüksek
ısıya dayanımlı gövde, düşük ağırlık
yüksek kapasite ve benzeri uygulama-
lar üzerinde yürütülen tasarım ve geliş-
tirme çalışmaları havacılık ve uzay sa-
nayinde kompozit malzeme kullanımını
oldukça yaygınlaştırmıştır
A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ
S A Y F A 2 4
Borun yanıcı fakat tutuşma sıcaklığının
yüksek olması, yanma sonucunda ko-
laylıkla aktarılabilecek katı ürün verme-
si ve çevreyi kirletecek emisyon açığa
çıkarmaması ulaşım araçlarında bir
avantaj olarak kabul edilmektedir.
Bor kimyasalları füze yakıtı olarak kulla-
nılabilmekte olup hidrojen diboran
(B2H6) ve hidrojen pentaboran (B5H9)
gibi borhidrürlerin uçaklarda yüksek
performanslı potansiyel yakıt olarak kul-
lanımı konusunda çalışmalar mevcut-
tur."
%72,5 i Türkiye de olan bor elementi ve
cevherleriyle ilgili Boren 152 proje ta-
mamlamıştır ve 54 projesi devam et-
mektedir. Türkiye’de temiz ve bol enerji-
li bir gelecek için bor teknolojimizi geliş-
tirmeye devam etmeliyiz. Günlük hayat-
ta kullanıma uygun teknolojiler üretmeli
ve gerekirse yurt dışına ham bor sat-
mak yerine bordan üretilebilecek enerji-
yi veya teknolojileri yurt dışı pazarına
açıp ülke ekonomisine ithalattan katkı
sağlamalıyız. Araştırmaktan, üretmek-
ten ve geliştirmekten asla vazgeçme-
meli tüm engellemelere rağmen yeraltı
kaynaklarımızı ülkemiz ve milletimiz
için, temiz bir gelecek için kullanmaya
başlamalı ve geliştirerek devam ettir-
meliyiz.
Tuğçe TANIMAK
Joseph Louis Gay Lussac, Louis Jacques Thénard, Humphry Davy /
http://www.wikipedia.org/
Bor Elementi, Bor Tarihçesi, Rezervler ,Kullanım Alanları /Boren
(Ulusal Bor Araştırma Entitüsü) http://www.boren.gov.tr
Joseph Louis Gay-Lussac /ttp://www.chemheritage.org
http://wordinfo.info/
BOR VE KULLANIM ALANLARI,Çiğdem Yenialaca'nın Tezi/http://
w3.gazi.edu.tr/~mkaradag/tezler/cigdemyenialaca.pdf
A C A D E M Y G A R D E N
Her Academy GARDEN, Bir
büyük ruha adanır. İlk sayıyı
‘’Sayıların ötesine dokuna-
rak ,formüllerle konuşmuş bir
matematik sanatçısı; Ordinar-
yüs Profesör Dr. Cahit ARF’’ a
adıyor, minnetle anıyoruz.
S A Y F A 2 5
Biyoloji bilimi temel olarak iki ana teori üzeri-
ne kuruludur. Evrim Teorisi ve Hücre teorisi.
Hücre Teorisine eleştirel yaklaşımlar olmama-
sına karşın Evrim Teorisine sıkça olmaktadır.
Bu eleştirel yaklaşımlardan ilki, evrimin bir teo-
ri olduğu ve tam olarak ispatlanmamış olduğu-
dur. Eleştiriye cevap vermeden önce '' teori ''
nedir onu irdeleyelim. Teori,kelime anlamı ola-
rak, genel tanımıyla ''Bir olgu veya gerçekler
grubunun açıklaması veya izahatı olarak kabul
edilen, bir fikir veya ifadeler sistemi, taslağı,
gözlem veya deneylerle doğrulanmış veya
yerleşmiş ve bilinen gerçekleri açıkladığı ileri
sürülmüş veya kabul edilmiş bir hipotez, genel
yasalar, ilkeler veya bilinen veya gözlemlenen
bir şeyin nedeni olarak kabul gören şeylerin
ifadesi '' dir. Tanımından da görüleceği gibi,
Evrim kesinlikle bir hipotez değil, gözlemler ve
deneylerle ispatlanmış, hakkında pek çok is-
patlanmış veri bulunan bilimsel yaklaşımlar,
kurallar bütünüdür aslında. Oysaki hipotez,
gözlemler ve deneylerle desteklenmemiş var-
sayımlardır ve bilimsel yöntemlerin işleyiş sı-
rasında ilk basamağa oturmaktadır. Yalnız bu-
rada bir noktayı daha gözden kaçırmamak la-
zım. Biyoloji Bilimi, yapısı itibarıyla zaten istis-
naların çok olduğu, matematik gibi 2+2 nin her
zaman 4 etmeyebileceği bir bilimdir. Dolayı-
sıyla matematik teoremleri gibi kesin çizgilerle
ispatlanamaz, ispatlanması zaten bu anlamda
tabiatına aykırıdır. Bu yüzdendir ki, Evrim Teo-
risi hiçbir zaman teori olmaktan çıkmayacak,
her zaman teori olarak kalacaktır. Ayrıca, Ev-
rim Teorisine objektif bakmamak bilime de ob-
jektif bakmamakla eşdeğerdir aslında. Çünkü
Evrim Teorisi de bilimin temel mantığında ol-
duğu gibi, kendi kendini sürekli yeniler ve sağ-
lam verilerle ilerler. Evrim Teorisine sıkça ge-
len eleştirilerden biri de, fosil kayıtlarında boş-
luklar bulunduğu iddialarıdır. Fosiller, ataları-
mızın neye benzediklerini bilebilmemiz için en
önemli temel kaynaklardır. Hayvan kemikleri,
kabukları ve diğer sert kısımları önce bir iz bı-
rakırlar ve sonra bu izler sertleşmekte olan
kayayı biçimlendirerek fosilleştirirler. Ama hay-
vanların çok küçük bir bölümü fosilleşebilir.
Fosil kayıtlarında boşluklar olduğu iddiaları en
çok Kambriyen Dönemden daha önceki dö-
nemlere yönelik yapılmaktadır. Çünkü Kambri-
yen dönemde, ana omurgasız gruplarının ço-
ğu sanki hiç evrimsel tarihleri yokmuş gibi bir-
den bire ortaya çıkmakta ve sanki oraya bıra-
kılmışlar gibi durmaktadırlar. Pek çok evrimci
de aslında 600 milyon yıl öncesindeki dönem-
lerden gelen az sayıda fosiller olduğu konu-
sunda hemfikirdir. Bunun ana sebebinin, bu
hayvanların çoğunun vücutlarının sadece yu-
muşak bölümlerden oluşması yani fosilleşebi-
lecek kabuklara, kemiklere sahip olmayışları-
dır. Fosil kayıtlarındaki en ünlü boşluklardan
biri de Romer'in Boşluğudur. 360 milyon yıl-
dan Devonyen Dönemi'nin sonuna kadar yani
karboniferin erken dönemleri olan '' kömür kat-
manlarına '' yaklaşık 340 milyon yıl öncesine
uzanır. Kayıp halkanın diğer bir anlamı da,
ana gruplar arasında geçiş formlarının sözde
yetersiz olmasıyla ilgilidir.Mesela, sürüngen-
lerle kuşlar ya da balıklarla amfibiler arasında
ara formları gösterin şeklindeki iddialardır. Bu-
na verilecek en güzel örnek Archaeopteryx'tir.
Archaeopteryx sürüngenler ile kuşlar arasında
bir ara formdur. Aslında bu örneği vermek bile
mantıksal açıdan yanlıştır. Çünkü fosillerin bü-
yük çoğunluğunu bir formdan diğer forma ge-
çiş olarak gösterebiliriz aslında. Bu anlamda
bu sorunun sorulması ve örnekle cevap veril-
mesi de abestir aslında. Darwin'den sonraki
evrimciler tüm fosil kayıtlarını kronolojik sıraya
koyduklarında, değişimlerin düzgün olmadıkla-
rını anladılar. Mesela, uzun dönemde bacaklar
gittikçe uzuyor, kafatasları yuvarlaklaşıyor fa-
kat fosil kayıtlarında gözlenenler düz bir doğ-
rultuda değil, çoğunlukla sıçramalı ve aniydi.
EVRİM TEORİSİNE GENEL BAKIŞ VE FOSİL KAYITLARINA
GELEN ELEŞTİREL YAKLAŞIMLARA VERİLECEK CEVAPLAR
A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ
S A Y F A 2 6
. Önce fosil kayıtlarının mükemmel olmama-
sından kaynaklanabileceğini düşündüler. Son-
raları, belki de bu boşluklar uzun süreli evrim-
sel değişimlerin olmamasından sonra yani
durgunluk döneminden sonra ani patlamalarla
gerçekti dediler. Bu sıçramalı evrim bugün de
bazı bilim adamları tarafından kimi zamanlar
dile getirilmektedir. Bunlar makromutasyonlar-
la gerçekleşmektedir. Mesela, meyve sinekle-
rindeki '' antennapaedia '' buna çok güzel bir
örnektir. Antannapaedik sinekler antenleri ol-
mayan ve antenleri bacak gibi gelişmiş olan
sineklerdir. Yani fazladan bir çift bacağı olan
sineklerdir. DNA'nın kopyalanması sırasında
oluşan bir hatadan dolayı bir mutasyon olmak-
tadır. Bu sinekler laboratuvar ortamında bes-
lendiklerinde döl bırakacak kadar yaşayabilir-
ler ama dışarıda uzun süreli yaşayamazlar.
Dolayısıyla, bu örnekten de görüleceği gibi
makromutasyonlar gerçekten varlar ama ev-
rimde rol oynayıp oynamadıkları, ya da ne ka-
dar rol oynayıp oynamadıkları konusu önem
kazanıyor burada. Mutasyon ne kadar mak-
roysa zararlı etkisi de o kadar fazla ve bir tü-
rün evriminde katkıda bulunma ihtimali de o
kadar az oluyor. Mesela laboratuvarlarda ger-
çekleştirilen, incelenen mutasyonların hepsi
de oldukça makrodur ve hepsi de zararlıdır.
Ama yine de evrimde gerçekleşen mutasyon-
lar gelişigüzel değildirler. Mutasyonlar, muta-
jen dediğimiz etkenler ile ve ayrıca mutasyon-
cu genler ile ortaya çıkarlar. Bir türdeki bütün
genlerin mutasyon geçirme olasılığı aynı de-
ğildir. Kromozomların üzerindeki her bir nokta-
nın kendine özgü mutasyon oranı vardır. Me-
sela kromozomların üzerindeki sıcak noktalar
denilen bazı bölümlerde mutasyon hızları yük-
sek, sıcak noktalarda ve diğer bölümlerde her
noktada belirli yönlerdeki mutasyonların ger-
çekleşme olasılığı tersi yöndekilerin gerçek-
leşme olasılığından daha yüksektir. Bu da be-
raberinde '' mutasyon baskısı '' denilen bir ol-
guya yol açıyor. Eğer bir noktada ileri mutas-
yon hızı geri mutasyon hızına eşitse mutasyon
baskısı sıfırdır demektir. Evrimle ilgili öğrendi-
ğimiz en şaşırtıcı şeylerden biri evrimin hem
çok hızlı hem de çok yavaş işleyebileceğidir.
( Fosil kayıtlarından öğreniyoruz. ) En yavaş
olanları ise '' yaşayan fosiller '' dediğimiz canlı-
lardır. Yaşayan fosiller atalarından beri çok az
değişmişler yani çok az evrimleşmişlerdir. Me-
sela Lingula yaşayan fosillere verilebilecek
çok güzel bir örnektir. Bilinen en hızlı evrim-
leşmelerden biri de insanın beyninin 500 san-
timetreküplük bir hacme sahip olan Australo-
pithecus benzeri bir atadan, beyin hacmi 1400
santimetreküplük Homo Sapiens'e evrimleş-
mesidir. Bu süreci yaklaşık olarak 300 milyon
olarak alıyoruz. Bunun dışında hızlı evrimleş-
meye örnek olarak, Pod Marcaru kertenkelele-
rini ve bakterilerin evrimlerini verebiliriz. Pod
Marcaru kertenkelelerinin nesil süreleri yakla-
şık 2 yıl olup gözlenen evrimsel değişim süresi
18-19 nesildir. Hele bakteriler için evrim süreci
saatler hatta dakikalar sürecinde olmaktadır.
Bakterilerin evrimini 30-40 yıl boyunca takip
etsek evrim adına bayağı kayda değer sonuç-
lar elde ederiz. Sonuç olarak, fosilleri en yaşlı-
dan en gence doğru sıraladığımızda,beklenen
bir düzen, uyum yerli yerine oturmaktadır. Za-
ten bu uyum olmasaydı Evrim Teorisinin çok-
tan çökmüş olması gerekirdi. Ama bunun istis-
naları da bulunmaktadır. Mesela, volkanik pat-
lamalarla kayaçlar çökebiliyor ve fosillerin bu-
lunuş sırası tersine dönebiliyor. Ama bu du-
rum çok nadir olmakla birlikte, evrim teorisinin
gerçekliliğini kesinlikle etkilemez.
Merve TURHAN
Dawkins, Richard,Yeryüzündeki en büyük gösteri
Dawins, Richard Kör Saatçi
www.evrimagaci.org
A C A D E M Y G A R D E N
S A Y F A 2 7
Son zamanlarda sosyal medyada ve haberlerde
bahsedilen, gittikçe yaygınlaşan bir uyuşturucu
çeşidi olan bonzai hakkında hepimizin az çok bilgi-
si vardır. Vücut üzerindeki aşırı etkileri ve ölüm
vakalarıyla ün salmış, ucuz ve üretimi kolay olması
endişe verici olan bu uyuşturucu hakkında biraz
daha detaylı bilgilere değineceğim.
Aslında “Bonzai” Japonca olan bon (tepsi)
ve sai (bitki) kelimelerinin birleşimiyle adlandırılan
ağaç minyatürleştirme sanatının adıdır. Bir bitki
adı verilerek doğalmış gibi lanse edilen sentetik
uyuşturucu kullanımı sanıldığı gibi masum değildir.
Bonzai, hint keneviri (cannabis sativa) bitkisine
benzer etkileri gösterdiği için yasal olmayan yollar-
la üretilerek kullanılmaya başlanmıştır. Kuru ot ve-
ya yapraklara işlenerek satılan bu kimyasal madde
aslında çok uzak bir tarih olmayan 1995’te Profe-
sör John Wiliam Huffman (d. 1932) ve araştırma
ekibinin çalışmaları sonucu ortaya çıkmıştır.
1984’te Huffman ve ekibi AIDS ve kemoterapi te-
davilerinde yardımcı olması amacıyla kullanabile-
cekleri kannabinoid bileşikleri elde etmek için ça-
lışmalara başlamışlardır. Yıllarca süren çalışmalar
sonucunda Huffman ve ekibi 450 çeşit kannabi-
noid elde etmişlerdir[1].
1992 yılında beyindeki kannabinoid reseptörleri-
nin keşfedilmesinden sonra bu sisteme endojen
kannabinoid sistemi, bu reseptörlere de CB1 ve
CB2 adları verilmiştir. Sentetik uyuşturucular, psi-
kotrop veya psikoaktif maddelerdir. Asıl olarak
merkezi sinir sisteminde etkisini gösterir ve beynin
işlevlerini etkileyerek algıda, ruh halinde, bilinçlilik-
te ve davranışta geçici farklılıklara neden olurlar.
Bu sentetik maddeler vücutta iştah, ağrı his-
si, ruh hali ve bellek olmak üzere fizyolojik süreçle-
ri kontrol eden kannabinoid reseptörlerine etki
eder [2]. Her ne kadar uyuşturucunun bütün türleri
zararlı olsa da benzer etki göstermesine rağmen
bonzainin içeriğinde ki sentetik kannabinoidler, r9-
tetrahidrokannabiol (THC) yani esrarın etken mad-
desinden daha fazla etkilidir. Özellikle bilinçsiz
üretim sonucunda homojen olmayan karışımlar
maddenin etkisini fazlasıyla gösterip kullanıcıyı
ölüme sürükleyebilir. Yaygınlaşarak üretilen sente-
tik kannabinoidler arasında en yaygın olanları kan-
nabisiklohekzanol, JWH-018, JWH-073 ve HU-210
olmak üzere bazı sentetik kannabinoidler JWH-
200, JWH-250, JWH-398, JWH-081, JWH-122,
JWH-015, JWH-203, JWH-210 ve JWH-019 olarak
adlandırılmaktadır.
“JWH” kodu çalışmaları sonunda sentetik
kannabinoidleri bulan John William Huffman’ın kı-
saltmasıdır. Ülkemizde “bonzai” adı altında satılan
bu sentetik uyuşturucu diğer ülkelerde “Spice” ve-
ya “K2” adıyla satılmaktadır ve çoğu ülkede satışı
ve kullanımı yasaktır. Bu sentetik kannabinoidler
arasında uyuşturucu amacıyla üretilip, yakalanan-
ların çoğunda JWH-018 adlı bileşik tespit edilmiş-
tir. Molekül yapısı ve insan üzerindeki etkilerinin r9
-tetrahidrokannabiol (THC) yani esrara benzer ol-
ması bu derece yaygınlaşmasına neden olmuştur.
JWH-018’in de aralarında olduğu yapay kan-
nabinoidlerin bulunmasında katkısı olan Profesör
Huffman, kaçınılmaz olmasına rağmen insanların
bunu kullanabilecek kadar aptal olmasından endi-
şe duyduğunu dile getirmiştir [1].
Ayşegül DANIŞMAZ
[
1] http://en.wikipedia.org/wiki/John_W._Huffman
[2] http://en.wikipedia.org/wiki/Cannabinoid_receptor
Bonzainin Gerçek Adı: Sentetik Kannabinoid
A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ
Size sadece Bilim Yetmez!
Sanata, Edebiyata dair açlığınız giderecek çok iyi bir adres biliyoruz. Aylık
online yayınlanan ‘Kültür Çıkmazı’ ile tanışın. Üstelik her sayısına rahatlıkla ve
ücretsiz ulaşabilirsiniz. İyi Eğlenceler..
Hemen Okuyun : http://www.kulturcikmazi.com/
https://www.facebook.com/Kültür Çıkmazı Dergisi
A C A D E M Y G A R D E N S A Y F A 2 8
Vizyonda Ne var
LUCY BEYNİMİZİN YÜZDE YÜZÜNÜ KULLANIRSAK NE OLUR? Başrolde Scarlett Johansson'ın canlandırdığı Lucy ad lı karakter, eğlenmeyi seven genç bir ka-dındır. Bulunduğu şehir olan Taipei'de işbirlikçi po-lisler, çeteler ve mafyalar tarafından uyuşturucu ağı kurulmuştur. Lucy de kendisini uyuşturucu şe-bekelerinin birinin içine düşmüş şekilde bulur. Bir-kaç gece takıldığı Richard bu işbirlikçilerden birisi-dir. Vücudunun içine yerleştirilen sentetik uyuştu-rucu genç kadın üzerinde beklenmedik tepkiler vermeye başlar. Normal insanların beyninin %10'unu kullandığı tahmin edilmektedir. Lucy ise beyninin %28'ini kullanmaya başlar ve bu sü-rekli artar. Lucy'nin insanüstü yetenekleri ortaya çıkar. Telekinezi, akıl okuma ve acıyı hissetmeme gibi birçok güce sahip olan Lucy beyninin tüm algı kapılarını sonuna kadar açacaktır. Oyuncu kadrosunda Morgan Freeman, Min-sik Choi, Analeigh Tipton ve Mason Lee'nin bulunduğu film vizyona girmesiyle birlikte büyük bir başarı el-de etmiştir. Morgan Freeman'ın filmde yer alması kesinlikle başarıyı arttırmıştır. Bilimkurgu alanında tamamen sınırları zorlayan Lucy, aynı zamanda aksiyon ve gerilim alanında da büyük bir etki yarat-mıştır.
Hazırlayan: Fatmanur SÖNMÜŞ
A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ
A C A D E M Y G A R D E N S A Y F A 3 0
Birlikte yaşayabilecek kadar büyük bir Gezegene sahibiz.
Küçük bi’ şeyler yap!
S A Y F A 3 1 A C A D E M Y G A R D E N
Beğendiyseniz, sevdiklerinize tavsiye etmeyi unutmayın...
S A Y F A 3 2 A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ
Teşekkür ve Notlar *Syn. Ethem Derman’a notları ve katkısı için
Kültür Çıkmazı Ailesi’ne,
İlker Ardıç ve Özge Özgüner’e her anlamda kat-
kılarından dolayı teşekkür etme ihtiyacı hissettik.
**Dergide kullanılan bazı fotoğrafların URL Adresi;
http://esoterismos.com/sonar-con-peleas/
http://shdwallpapers.com/light-speed-space-hd-wallpaper/#.VBKqXfl_ssw
http://blog.turkcell.com.tr/yapay-zeka-icin-sosyal-medya-1
http://www.fansshare.com/gallery/photos/11408606/albert-einstein-wallpaper-wallpaper/?
displaying
http://openfoyerstudio.blogspot.com.tr/2011/09/wallpaper-dna.html
http://www.curriculize.com/2013/10/labster-virtual-laboratory.html
http://hdw.eweb4.com/wallpapers/4652/
A C A D E M Y G A R D E N S A Y F A 3 3
Bitirirken… Sizler Agarden Ekim 2014’ü
okurken biz bir sonraki ay için
çalışıyor olacağız. Daha, yeni,
daha dolu bir dergi ile görüşmek
umuduyla.
Bizimle Mail aracılığıyla, ve-
ya diğer sosyal ağlardan ile-
tişime geçip reklam verebilir,
bu bilimsel uğraşa katkıda
bulunabilirsiniz.
Copyright 2014
ACADEMY GARDEN
Aylık online Popüler Bilim ve Kültür
Dergisi
Kar a macı
gütmeyen
b i l ims el
uğraş!
E-posta
Ekim 2014
Yıl :1 Sayı :1
Aylık yayınlanır.
Kar amacı gütmeyen bilimsel uğraş!
A Y L I K P O P Ü L E R B İ L İ M V E K Ü L T Ü R D E R G İ S İ S A Y F A 3 4