Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

44
1

description

Abis Dergi 3. Sayı

Transcript of Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

Page 1: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

1

Page 2: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

2

AbisDergi

Aylık Düşünce Dergisi

Yayın Kurulu Onur ARSLAN İlker AYDIN

Mustafa BÜÇKÜN Gökcan ŞAHİN

Kapak Tasarımı

Gökcan ŞAHİN

Dizgi

Gökcan ŞAHİN

Sosyal Medya

http://abisdergi.blogspot.com/ http://twitter.com/abisdergi

http://www.facebook.com/groups/abisdergi/

İletişim

[email protected] [email protected]

Abis, okyanusların 2000 metreden derin yerlerine verilen bir isim. 600 metreden daha derine ışığın sızmadığı, sonsuz karanlıkların egemen olduğu derinliklerde canlıların çoğu karanlığa tümüyle mahkûm olup açlıktan ölmemek için kendi ışıklarını üretirler. Bizim kendi ışığımızı üretme fikrimiz 25 Şubat 2012’de Beşiktaş’ta yolculuğuna başladı. Abis bu yolculuğun en önemli adımıdır denilebilir. Anlamsız hayatlarımıza bir anlam katabilmek yolculuğumuzun amacı. İnsanlığın derin varoluş uçurumundan yükselen bir sesten ibaret Abis ve biz belki uykuda olanları uyandırırız diye haykırıyoruz uçurumun dibinden. Seslenişimiz kimileri etkilemeyecek, biliyoruz. “Hayatın hızlı ve sancılı akışında sağır olan kulaklar için yapacak bir şey yok” diyecekler de olacaktır. Fakat umudunu kaybetmek yakışmaz insanoğluna. Vasiyet etmeden ölmek ise kargaşa bırakır ölen kişinin ardında. Bu çaba bir vasiyetten daha fazlasını ifade ediyor. Konuşan, düşünen ve yazan insana doğru bir yürüyüşün başlangıcı bu dergi. Görece kısa olan insan hayatında bir bebeğin ilk adımları ve bir meydan okuma tüm çürümüşlüklere karşı. Yolculuğumuzun ne kadar süreceğini biz de bilmiyoruz ama uzun sürmesini dilediğimiz de inkâr edemeyeceğimiz bir gerçek. Haykırışa gelirsek; biz söyleyeceğimizi söyleyelim de gerisi Ahmed Arif’in dediği gibi olsun: Sıkıysa yağmasın yağmur, Sıkıysa uykudan uyanmasın dağ Bu yürek ne güne vurur…

De profundis clamavi

Page 3: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

3

Başlarken…

Üçüncü sayımız ufak bir gecikmeyle huzurlarınızda. Bu gecikme için bir özür borçlu

olduğumuzun farkındayız ama hayatın akışı bazı şeyleri geciktiriyor maalesef.

Haziran ayı denince aklımıza ilk gelen şey yazın başlangıcıdır aslında. Ama unutmamamız

gereken başka bir şey daha var. Daha doğrusu koskoca bir çınar var da diyebiliriz: Nazım

Hikmet. Bu yıl aramızdan ayrılışının, şiiri gözü yaşlı bırakışının ardından 49 yıl geçti büyük

ustanın. Anısı hâlâ taptaze, kökleri derinlere kadar inmiş, aşklara, acılara, hasretlere kısaca

tüm hayatı sarmış bir çınar Nazım… Büyük ustayı anlatmak için ne kelimeler yeter ne şiirler. O

yüzden bu kısmı atlayıp hissetmeyi size bırakalım.

Bu ay aramıza yeni katılan Onur Sağır arkadaşımıza da yayın kurulu olarak hoş geldin diyoruz.

Güzel öykülerinden bizi mahrum etmemesini de istemek hakkımız diye düşünüyoruz.

Abis gün geçtikçe büyüyor, hissediyoruz. Karanlığın içinde bir mum yakma, aydınlığa bir

koridor açma çabasıdır büyüyen. Kararlı adımlarla yolculuğa devam ediyoruz.

İyi okumalar…

Abis Dergi Yayın Kurulu

Page 4: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

4

İSİMSİZLERİN ÖYKÜSÜ Bu hikâye, iki kişinin yaşamlarında ki birkaç saatten ibarettir. Toplumların kara

lekeleri, ahlaksızlığın kaynağı, kötülük yayıcılar… Bütün bu sözde lanetlemelere ve karalamalara rağmen toplumların vazgeçemediği iki sınıftan iki insanın öyküsü… Fahişeler ve serseriler.

Üst sınıfların vazgeçemediği uçkurları ve tüccarların ucuz emekle her türlü işlerini hallettirebilmeleridir onları vazgeçilmez kılan. Bu sınıflarda bireylerin yaşamlarının önemi yoktur. Önemli olan sınıflarının yaşamasıdır.

Bu hikâyedeki iki kişiyi; Bay Y ve Bayan X olarak isimlendirdim. Onlar henüz yaşarken hiç kimse, uçkurunu çözmeden Bayan X’in adını sormamış, kimse Bay Y’ye ismini söylemeye fırsat tanımamıştır. Onlardan hayatlarını çalmış olan o iyi(!) insanlar için her birinin ismi fahişe, her biri serseridir. Bu nedenle onların gerçek isimlerini asla öğrenemedim ve onlara bu isimleri takmayı uygun gördüm.

Her şey, yılbaşı sabahı uyanıp, her sabah yaptığım gibi elime bir gazete alıp okumamla başladı. O gün, gazetede okuduğum o iyi(!) insanlar dünyasının asılsız haberlerinden birkaçı, beni bu öyküyü kaleme almaya zorladı.

* * * Sessiz Gece Şanslarını deneyecekleri altıncı pansiyonun merdivenlerini çıkıyorlardı. Bay Y önden

gidiyordu. Bayan X ise yaramazlığı sonucunda annesinden dayak yemiş çocukların yarı ürkek, yarı itaatkâr tavrıyla, burnunu çeke çeke Bay Y’nin arkasından sessiz takibini sürdürüyordu.

Arkasına bakmadan yürüyordu Bay Y. Pansiyonun döner kapısından içeri girmişti ki bir anda duraksadı. Garip bir sezgiyle arkasındaki sessiz takipçisinin artık orada olmadığını hissetmişti. Sezgisini doğrulamak istercesine hızla başını çevirdi. Bayan X, döner kapıdan içeri girmemiş, donuk gözlerle pansiyonun yanıp sönen lambalarla süslenmiş pirinç tabelasına bakıyordu.

Bay Y, hızla döner kapıdan dışarı çıktı. Bayan X’in buz kesmiş elini, sol eliyle tutarak kendisiyle içeri gelmesi için başıyla bir işaret yaptı. Bayan X, olduğu yere mıhlanmış gibi duruyordu. Ancak Bay Y’nin sol eliyle tuttuğu elinden çekilmesi hareket ettirebilmişti Bayan X’i. Bay Y, bu iş için sağ elini kullanamazdı. Çünkü az önceki kavgada feci şekilde yaralamıştı onu.

Bir barda birkaç bira içtikten sonra sigara dumanı ve sarhoş kahkahalarından bunalıp hava almaya çıkmıştı. Nereye gittiğinin bilincinde olmadan, ezilmiş karlardan oluşmuş ince patikamsı yolu takip ederek yürüyordu Bay Y. Sokak lambalarının sefil ışığından bile mahrum kalmış, kuytu bir sokaktan gelen boğuşma sesini duymuş ve yarı bilinçsiz bir halde o sokağa koşmuştu. Bayan X, sarhoş bir serseri tarafından hırpalanıp taciz ediliyordu. Bay Y, el yordamıyla yakaladığı adamı ceketinden kavrayıp yüzünü dağıttığını düşündüğü bir yumruk atmıştı. Tabi kendi elini de fena halde incitmişti. Buna rağmen bir doktora gitmeyi

Page 5: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

5

düşünmedi. Gitmek isteseydi bile yılbaşı gecesi hangi doktor ona bakmayı kabul edecekti ki! Diyelim ki ona bakmayı kabul edecek bir doktor bulsaydı, kim bilir bu doktor yapacağı tedaviyi kaç paraya satacaktı.

Halkın ne kadarının doğru ne kadarının düzmece olduğunu bilmediği, bunu da uygulamamak için bir engel olarak görmedikleri, kulaktan dolma bazı basit tedavi kurallarıyla, bugüne kadar doktora gitmeden başının çaresine bakabilmişti Bay Y. Birkaç gündür hizmet vermeyen çöp toplama şirketleri yüzünden, ağzına kadar dolmuş olan bir çöp kutusundan bir poşet almış ve bu poşete kimsenin ezip çamurlamadığı bir sokaktan kar doldurmuştu. Bunu da saldırganın yüzünü dağıttığını düşündüğü sağ eline sararak şişmeyi biraz olsun engellemişti.

Resepsiyona mini etekli, parlak siyah ceketli, ceketin içine göğüslerini ortaya çıkaran bir bluz giymiş, saçı başı bir arbede esnasında dağılmış, gözyaşlarının erittiği rimeli yüzünde uzun siyah şeritler oluşturmuş, onu ateşli göstermesi için sürdüğü kırmızı ruju bir yere sürtünerek dudağından çenesine doğru yayılarak bozulmuş, kareli siyah çorabı birkaç yerinden kaçmış bir fahişe ile bir eline çöpten alındığı belli olan bir poşetin içine konan karla yapılmaya çalışılmış biçimsiz bir buz torbası geçirilen ve bu buz torbasından akan suyla yeni silinmiş lobiyi mahveden, bütün düğmeleri kopmuş uzunca bir pardösü altına giydiği ceketi ve onun içinde saklayamadığı gömleğinde kan lekeleri olan, biraz hırpani kılıklı, bakımsız ve belki de biraz önce saldırdığı bu fahişeyi zorla peşinden sürükleyerek buraya, birkaç saatlik eğlence için, bir oda aramaya gelmiş bir serseri girmişti.

Adam, az önce kapıdan girmek istemeyen kadını kolundan tutup içeri sokmuş ve lobideki bir koltuğa oturtmuştu. Ardından resepsiyona yönelmişti. Üzerinde kurumuş yemek ve mürekkep lekeleri olan uçuk lacivert üniformanın altın sarısı düğmeleri boğazına kadar ilikli, karga kaçırmak için mısır tarlalarına konan o çirkin korkuluklar kadar ince ve bu sayede üniformanın askıda durur gibi durduğu sevimsiz resepsiyon görevlisi onlara, bundan önceki meslektaşlarının gösterdiği ilgisizliği göstermedi. Sanki bu tür insanlara alışıkmış gibi yüzüne aşağılık bir gülümseme kondurdu ve yaklaşan yeni müşterisine dönerek:

“Buyurununuz efendim! Size nasıl bir hizmette bulunabilirim?” dedi. “Oda istiyorum.” dedi Bay Y hızlıca. O aşağılık sırıtışını bozmadan, gözleriyle lobide koltuğa yerleştirilmi ş olan kadına doğru bir bakış fırlatarak: “Elbette efendim. Buraya gelen herkes oda ister.” dedi “Öyleyse bana bir oda ver!” dedi Bay Y sertçe. “Elbette efendim ama ne tip bir oda isterdiniz? İşiniz ne kadar sürecek demek

istiyorum. Burada her türden ve her koşulla oda kiralanabilir.” diye sürdürdü. Bay Y hiçbir şey anlamamış hatta şaşırmıştı. “Nasıl? Hangi iş?” Ağzı kulaklarına varan resepsiyon görevlisi bir de tıslama ekledi sırıtışına. “Efendim! Utanmanıza, çekinmenize gerek yok. Burada herkes aynı işi yapar ve emin

olun herkes memnun olarak ayrılır buradan. Her türlü fanteziye uygun odalarımız mevcut olmakla beraber, en az bir günlük oda kiralama mecburiyeti de bulunmamaktadır. Burada odalar gün üzerinden değil saat üzerinden kiraya verilir. Ayrıca çok iyi bir tercih yapmışsınız efendim. Bu aşağılık karı daima müşterilerimizle buraya gelir. Laf aramızda bir keresinde

Page 6: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

6

merdivenlerde sıkıştırmıştım onu. Bir kerecikte bize versen demiştim. Bana bir yumruk sallamış ama isabet ettirememişti kaltak!”

Yeniden bir tıslama sesi çıkardı. Bu çirkin dişlere sahip ağız çok cüretkâr bir şekilde hiç kapanmadan, yılışık bir gülümseme eşliğinde sergileniyordu. Bu arada yeni müşterisi olan Bay Y’nin neden bu kadar ciddi ve gergin olduğunu anlamaya çalışıyordu. Aklında aniden patlak veren bir düşünce ile içini korkunç bir telaş kapladı. Yoksa denetmen miydi? Müdürü ona her zaman ağzını sıkı tutmasını tembihlerdi. Son zamanlarda da sivil denetçilerin etrafta gezdiğini söylemişti. Aklından hızla geçen bu düşünce yüzündeki aşağılık gülümsemeyi bozamadı ama alnını ter içinde bırakmaya yetmişti. Resepsiyon görevlisinin bütün düşünceleri, hırpani adamın buz torbası sarılı sağ yumruğunun suratına inmesiyle son buldu. Sadece birkaç saniyede olmuştu bütün bunlar.

Bay Y’nin sinirlerinin yatışmasına bir yumruk yetmemişti. Sol eliyle resepsiyon görevlisinin ince boynunu kavramış, sağ eliyle de ardı arkası kesilmeden o aşağılık sırıtışı sonsuza dek yok etmek istercesine yumrukluyordu. Bayan X birkaç saniyede gelişen bu olaya mekanik bir refleks göstererek, Bay Y’nin onu oturttuğu koltuktan fırlamış ve onun yanına koşmuştu. Bu seferde Bayan X, Bay Y’yi omuzlarından tutmuş ve kendisiyle gelmesini istercesine çekmişti. Bu hareket, Bay Y’nin üstünde sakinleştirici bir etki yapmıştı sanki.

Koşar adımlarla döner kapıdan çıktılar. Bayan X, Bay Y’nin elini bırakmadan önden ilerliyordu. Sokak lambalarına rüşvetle en iyi ampullerin taktırıldığı, renkli tabelalarla insanları kendine çağıran otellerin bulunduğu sokaktan çıkmadan önce Bay Y, elinin fena halde şişip morarmaya başladığını fark etti. Dayanılmaz bir acı veriyor olmalıydı. Yinede sesini çıkarmadı. Bu sefer annesinden dayak yemiş ve itaatkârlaşmış görünümüne bürünen Bay Y idi.

Bayan X, ne bir söz söylüyor ne de elini bırakmadığı Bay Y’ye bakıyordu. Sadece hızlı adımlarla olay çıkardıkları pansiyondan uzaklaşmaya çalışıyordu. Elinin acısı dışında rahat görünen Bay Y’nin aksine Bayan X epeyce telaşlı görünüyordu. Sanki bu adamları daha önceden tanıyor ve onların neler yapabileceğini biliyor gibiydi!

On dakika içinde birkaç sokak uzaklaşmışlardı. Karanlık bir ara sokağa saptı Bayan X. Sonra arkasını döndü ve acıdan gözlerinden yaş gelmiş bu adamın yüzüne baktı ilk defa. Bir şey söylemedi. Sözlü telkinin hiçbir işe yaramayacağını biliyordu. Ayrıca tek söz etmeden, kim olduğunu, hayatına bir anda nasıl girdiğini bilmediği bir adamla birkaç saattir beraberdi. Bazen kendisi bazen de Bay Y, hâkimiyeti diğerine bırakmış, konuşarak vakit kaybetmek yerine doğrudan eylemde bulunmuş ve bu sessiz anlaşmanın sayesinde garip bir uyum gösterebilmişlerdi.

Bayan X, Bay Y’nin yaralanmış elini avuçlarının içine aldı. Bay Y’nin gözlerinden artık yaş akmıyordu. Sağlam eliyle buz tutmadan önce gözyaşlarını kurularken, annelerin çocuklarına dayak attıktan sonraki pişmanlıklarıyla, onlara sarılarak teselli ettiği zamanlarda, çocukların hissettiği karmaşık duyguların şekle büründüğü yüzlere benzer bir yüzle Bayan X’e bakıyordu.

Bayan X yavaşça yere eğildi ve el değmemiş bir yeri özenle arayarak oradan biraz kar aldı ve tıpkı Bay Y’nin biraz önce yaptığı gibi bir poşetin içine doldurdu. Bay Y acısını düşünmemek için aklını başka şeylerle meşgul etmeye çalışıyordu. Mesela Bayan X’in o ince, düzgün hatlara sahip beyaz ellerinin yumuşacık dokunuşları… Bu dokunuşlar o kadar hassastı ki poşeti sararken canını hiç acıtmamışlardı.

Page 7: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

7

Bayan X’in yüzünü incelemek için iyi bir fırsattı bu Bay Y için. Bay Y’yi incitmemek için tüm dikkatiyle sargı yapan Bayan X, yüzünün izlenmesine karşı savunmasız kalmıştı. Bu nedenle Bay Y’nin bakışları, bu yüzün her köşesinde rahatça dolaşabiliyordu.

Bayan X, yüzündeki yabancı bakışları fark edince işine olan dikkati dağılmış olsa gerek Bay Y’nin canını yaktı. Bay Y derin bir iç çekmesiyle bakışlarını kısa süreli istila ettiği o yüzden hemen eline yöneltti. Bayan X işini tamamlamıştı. Artık burada daha fazla oyalanamazlardı. Bayan X, hızlı adımlarla sokağın köşesine gidip etrafa göz gezdirdi. Sanki o adamların o dayağın altında kalmayacaklarını ve intikam almak için peşlerini bırakmayacaklarını seziyordu.

Sokak güvenliydi. Bay Y durduğu yerden kıpırdamıyor, Bayan X’in köşede onun gelmesini beklediğini ve buradan bir an önce gitmek istediğini anlamazlıktan geliyordu. Belki de yeniden elinden tutulmasını ve dizginleri yeniden Bayan X’in almasını istiyordu. Yıllardır kimseden yardım görmemiş, her işine kendi koşmuştu. Kimseye bağlı ve kimseden sorumlu olmadığı için özgür, fakat yaşamak için başkalarının emirleri altında olduğundan dolayı köle gibiydi. Yorgun bedeninin daha da önemlisi perişan ruhunun şefkate, belki de her ne kadar kabul etmese de sevgiye ihtiyacı vardı. “Sevgi insanın kalbine takılan prangalara benzer” diyordu hep kendi kendine. Eğer birini severse artık kendi için değil sevdiği kişi için yaşayacağını bunun da hayatını koşulsuz şartsız o kişiye teslim etmek olacağını düşünüyor ve kendi gözünde bile hiçbir değeri olmayan yaşamını bu denli muhafaza etmesinin anlamsızlığını görmezden geliyordu. Birine ya da bir şeye bağlanıp sonra bağlandığı şeyi kaybetme korkusu da vardı. Bunun kaynağı artık uzak geçmişinde kalmış olan hazin bir olaydı. Bu olayda bir anda ailesinin bütün bireylerini kaybetmişti. Bu korku bir çocukluk travmasıydı belki ama onu hayatı boyunca terk etmemiş bütün gençliği içten içe bu korkuyla geçmişti. Bu nedenle insanlardan daima kaçmış, kimseyle ilişki kurmaya çalışmamıştı. Elinin yatkın olup iyi para kazanacağı işleri bile yaşamını kalıplara sokacağı ve düzenli olarak aynı şeyi yapıp aynı kişilerden emir alacağı için reddedip onun yerine günlük işçi olup en azından aynı şahıslarla ilişki kurmadan farklı kişilerden emir almayı daha uygun bularak serseriler kervanına katılmıştı.

Rüzgârın uzaklardan taşıdığı birkaç bağrışma sesi Bay Y’yi bu gevşeklikten bir anda sıyırdı. Dizlerinin üzerinden doğrularak hemen köşeye koştu ve Bayan X’in elini tuttu sıkıca. Yürümekten çok koşar gibiydiler. Gözleri bir şey görmüyordu belki ama rüzgâr kulaklarına kızgın ve kalabalık adam sürüsünün sesini taşıyordu. Penceresinin perdesini sıyırdığı gibi yalnızlıktan da sıyrılacağını umarak sokağı izleyen ihtiyar bir kadın, loş sokakta mutlu bir şekilde el ele koşan bir çift görüp gençlik kaçamaklarını ve yıllar önce onu yalnızlığa mahkûm ederek ölüp giden kocasını hatırlamış, geçip giden yılların özlemiyle ürpermiş, hızla uzaklaşan o güzel çiftin arkasından dua bile etmişti.

Hiç durmadan farklı sokaklara sapıyor izlerini iyice kaybettirmek istiyorlardı. Nereye gittiklerini bilmeden, saklanacak bir yer düşünmeden, sadece daha uzağa kaçma dürtüsüyle ilerliyorlardı.

Yaklaşık bir saat geçip de epeyce yol aldıklarında, artık rüzgâr sadece hoş fısıltılar bırakıyordu kulaklarına. Neredeyse gece yarısı olacak yeni yıla girilecekti. Hava iyice soğumuştu artık. Bay Y’nin kahvaltısını yaparken dinlediği radyodaki hava durumu tahmini, bu kez doğru çıkmıştı. Birkaç saat sonra iyice ayaz olacaktı. Yorulan kasları ister istemez adımlarının sıklığını ve dolayısıyla hızlarını azaltmıştı. Bayan X’in az önceki kararlı ve

Page 8: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

8

otoriter tavrı da heyecanıyla birlikte yok olmuştu. Yaşadığı olayın şoku sanki yeniden omuzları üzerine çökmüş ve eski kederli hali geri gelmişti. Yüzünün mimikleri hiç değişmiyor bu da ona heykellere özgü durağan ifadeliliği katıyordu.

Bay Y’nin eli soğuktan uyuşmuştu. İçten gelen sızılarda olmasa hiçbir şey hissetmiyor denebilirdi. Şehri ikiye ayıran nehrin üstündeki, ikinci en büyük köprüyü görünce Bay Y, ne kadar uzaklaşmış olduklarını anladı. Az sonra gece yarısı vuracak ve nehirdeki düzeneklerde hazırlanmış havai fişekler gökteki sahnelerini alacaklardı. Bay Y ve Bayan X farkında olmadan hala el ele yürüyorlardı. Uzaklardan bir yerden saatin yirmi üç otuza vurduğunu duydular. Bay Y artık kaçmalarını gerektirecek bir tehlike olmadığından belki bu havai fişek gösterisini izleyebileceklerini düşündü. Bu gece pek hoş olmayan bir sürü şey yaşamışlardı. Yeni yıla bu sıkıntılı ruh haliyle girmek yerine yaşadıklarını düşünmeden girebilirlerdi. Gözlerini yerden ayırmadan yürüyen Bayan X, kontrolü tamamen Bay Y’ye bırakmış, nereye gittiklerinin farkında olmadan yürüyordu.

Bay Y durdu. Ancak o zaman Bayan X kafasını kaldırmış ve çevresine bakmıştı. Derin bir uykudan uyanmıştı adeta. Köprünün ışıklandırılmış demir korkuluklarının yanındaydılar. Ara sıra bulutların arasından sıyrılan koca dolunay görünüyor, biraz uzakta sandalların üstünde belli belirsiz koşuşturan insan yüzlerini aydınlatıyordu.

Dolunayın beyaz ışığı ile köprünün korkuluklarına dizilmiş sarı yılbaşı ışıkları nehrin dalgaları üzerinde dans ediyor, rüzgâr da dalgaları yılbaşı şarkısıyla adeta coşturuyor, havalara sıçratıyordu. Bay Y, bir anda nazik bir şekilde Bayan X’in elini bıraktı. Bayan X, sanki Bay Y’nin onu orada bırakıp gitmesinden korkmuş gibi başını hızla ona çevirdi ve adeta gözleriyle onu yakaladı. Bay Y sadece, ceketinin üzerine giymiş olduğu düğmeleri kopuk pardösüsünü, titrediğinin farkında olmayan Bayan X’e vermek istemişti. Bayan X, işi gereği bedenini sergilemek zorunda olduğundan fazla kalın ve uzun giysiler giyinemiyordu. Bay Y, değme centilmenlere taş çıkarırcasına bir ustalıkla, Bayan X’in giymesi için pardösüyü tutmuş, ardından karşısına geçip yakasını iyice kapamıştı. Fakat düğmesiz pardösünün önü bir türlü kapalı durmuyordu. Bay Y, belinden çıkardığı kemerini, pardösünün etrafına sarıp iliklemiş böylece Bayan X’in önünün açılarak üşümesini engellemişti. Ama bu seferde ceketinin yakasını kaldırmış olmasına rağmen açık kalan boynundan bağrına soğuk girmeye başlamış, titreme sırası ona geçmişti. Biraz önceki dalgın halinden şimdi sıyrılmış olan Bayan X’in, Bay Y’nin titreyip ürperdiğini fark etmesi pek zamanını almamıştı. Pardösünün altında kalan saçlarını dışarı çıkardıktan sonra elini pardösünün içine sokup fular niyetine kullandığı kısa ama iş görür atkısını çıkarıp Bay Y’ye döndü. Bay Y, Bayan X’in ne yapmak istediğini anlamış, gözlerini nehirde hazırlık yapan insanlardan ayırmadan hafifçe boynunu eğip Bayan X’e kolaylık sağlamıştı. Bay Y’nin hazırlıklardan gözünü ayırmamasının sebebi Bayan X’in yüzüne bakmaktan, onun bakışlarıyla karşılaşmaktan çekinmesi, biraz önce Bayan X, onun elini sararken Bay Y’nin kaçıramayıp yakalattığı bakışlarının mahcupluğuydu. Bay Y’nin boğazına atkıyı doladıktan sonra Bayan X de nehirde hazırlık yapanları izlemeye koyuldu. Bayan X’in eli havada Bay Y’nin elini ararken Bay Y’nin eli de Bayan X’inkini arıyordu. Havada buluştular. Şimdi Bayan X solda Bay Y sağda durmuş yeni yılı bekliyorlardı.

Rüzgâr kulaklarına yeni bir insan sürüsünün sesini taşıyordu şimdi. Bu seferki zararsız, sarhoş, eğlenen, neşeli bir insan sürüsüydü. Büyük ihtimalle onlarda bu gösteriyi kaçırmayacak ve köprüye doluşacaklardı.

Page 9: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

9

Beş dakika içinde köprü korkuluklarında neredeyse yer kalmamıştı. Barlardan, kahvelerden, evlerden sokaklara insanlar boşalıyor, kimisi eline içkisini almış, kimisi koluna sevgilisini takmış geliyordu. Hepsinin yüzünde mutlu ve tatmin olmuş bir ifade vardı. Bu insan güruhunda sadece iki kişi gülmüyordu.

Saatler son bir dakikaya girildiğini büyük bir çınlamayla haber vermiş ve birazdan topluluk hep bir ağızdan geri saymaya başlamıştı. On, dokuz, sekiz…

Ay bulutların arkasına girip birkaç dakikalığına göğü havai fişeklere bırakmıştı. Üç, iki, bir… Çığlıklar, kutlamalar, patlayan şampanyalar, hep bir ağızdan söylenen şarkılar ve rengârenk havai fişekler.

Bay Y, Bayan X’in elini hafifçe sıktı. Belki bu bir tebrikti belki de yanındayım diyordu. Bayan X’in ne düşündüğünü bilmesek de bildiğimiz tek şey o da hafifçe Bay Y’nin elini sıkarak karşılık vermişti. Onların ki evrensel, sözsüz bir dildi sanki.

Kutlamalar sokak çalgıcılarının akordeon, gitar ve mızıkalarıyla yaptığı müzikle doruğa ulaşmıştı. Herkes eğleniyor, bağırıyor, dans ediyordu. Bay Y bir ara Bayan X’in yanından ayrılmış ve bir şişe şarapla geri dönmüştü. Bay Y giderken Bayan X endişelenmemişti. Geri döneceğine emindi sanki.

Saatler epeyce ilerlediğinde kalabalık seyrekleşmeye başladı. Herkes mutlu, yani sarhoştu. Bütün gece eğlenmiş ve yorulmuşlardı. Şimdi gidip sıcak yataklarına girecekler; kimileri uyuyacak, kimileri eşleriyle sevişecekti. Sadece Bay Y ve Bayan X’in gidecekleri bir yer yoktu. Yeni bir yer bulma umuduyla dolaşmaya güçleri de yoktu. Hava sokakta sabahlanamayacak kadar soğuktu. Gece ayazı iyice çökmüş hava sıcaklığı sıfır derecenin çok altına düşmüştü.

Bay Y, şimdi düşünüyordu. Başlarını sokacak bir yere ihtiyaçları vardı acilen. Bu geceyi atlatsalar yarın kalacak uygun bir yer bulabilirlerdi. Fakat nedense Bay Y, bu birkaç saattir süren ittifakın bitip herkesin artık kendi yoluna gitmesi gerektiğini aklına hiç getirmemişti. Kendini bu kadından sorumlu gibi hissetmeye mi başlamıştı yoksa? Bu arada çaresizce nehrin diğer yakasına doğru üşengeç adımlarla yürümeye başladılar.

Bay Y bir anda durdu. Nasıl oldu da kendi kaldığı küçük kiralık odası aklına gelmemişti. Sanki Bayan X ile karşılaşmalarından önce herhangi bir yerde yaşamıyor muydu? Bu akşamki olaylar, hayatına aniden giriveren Bayan X ve yılbaşı kutlamalarının coşkusu aklını başından almıştı demek.

Bayan X de durmuştu. Hala el ele idiler. Bayan X, Bay Y’nin biraz arkasındaydı ve yere bakan gözleri neden durduklarını anlamak için Bay Y’nin başına yöneldi. Bay Y, muzaffer bir edayla, köprünün biraz önce geldikleri tarafında kalan odasına gitmek için arkasına döndüğünde, bu ani dönüşü beklemeyen Bayan X’in bakışlarıyla karşılaştı. Tıpkı birkaç saat önce Bay Y’nin başına gelen şimdi Bayan X’in başına gelmişti. Yakalanmıştı. Ama kaçmaya da niyeti yoktu. Zaten Bay Y’nin de bu bakışlardan şikâyet etmediği belliydi. Çünkü o da öylece bakmaya başladı. Dolunay da bir anda fırladı bulutların arasından yardım etmek istercesine iki çift göze. İlk defa çekinmeksizin uzun uzun baktılar birbirlerine, ezberlercesine yüzlerini. Bakmaya da devam ederlerdi, gelmeseydi dilenci.

“Â şıklara tanrıdan mutluluklar dilerim…” diyordu bir elini para vermeleri için öne uzatan dilenci. Bay Y, dilenciyi eliyle defetti. Kısa bir süre için zaman ve düşüncelerden soyutlanmışlardı ama şimdi her ikisinin aklı da kadının söylediği “âşıklar” kelimesine odaklanmıştı. Neden insanlar iki kişiyi yan yana gördüler mi âşık damgasını vuruyorlardı

Page 10: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

10

hemen? Oysa ki onlar daha birbirlerinin isimlerini bile bilmiyorlardı. Şimdi ise birileri kalkıp onlara “âşık” diyordu. Hayatları boyunca bu tür duygulardan uzak durmaya çalışmış bu iki insan, iradelerinin bu kadar zayıf olabilme olasılığına isyan ederek, kadının o sözünü hakaret saymışlardı.

İşte bir yandan bunları düşünüyor bir yandan da Bay Y’nin nereye gittiğini bilen adımlarının götürdüğü yere doğru gidiyorlardı. Bay Y’nin kaldığı pansiyonun bulunduğu mahalle birkaç sokak ötedeydi. Demek ki kaçış esnasında Bay Y’nin bilinçaltı onu, güvenli bir yer olarak kendi odasına doğru yönlendirmişti.

Bay Y’nin pansiyonun bulunduğu sokağın köşesine gelene kadar unuttuğu önemli iki sorun vardı. Biri yaşlı ve huysuz pansiyon sahibesi diğeri ise bekçi. Bugüne kadar onlardan gizli ve kuşkulu bakışlarını üzerine çekmeden tek bir şey bile sokamamıştı odasına. Şimdi ise bir kadını nasıl sokacaktı?

Bay Y, Bayan X’in elini hafifçe sıktı. Bunun anlamı burada beni bekle olmalıydı. Daha önce de köprüde içki almaya gittiğinde aynı şekilde elini sıkmıştı Bay Y. Bayan X’i köşe başında bırakarak pansiyona yöneldi, sessizce merdivenleri çıktı ve gözden kayboldu.

Pansiyonu sokağa bağlayan merdivenlerin bitiminde, bekçinin üç metrekarelik bekleme odası yer alıyordu. Bu oda, bir yanı duvara dayandırılıp geri kalan kısımları bir metre yüksekliğinde tuğla örülmüş ve tuğlaların üstüde tavana kadar camla çevrilmişti. Her tarafın cam olmasındaki amaç, görüş alanını mümkün olduğunca geniş tutmaktı. Bu adam, insani ihtiyaçlarını gidermek dışında günün çoğu vaktini burada bekleyerek geçiriyordu. Sallanan sandalyesi ya da hamağında uyuyor ama en ufak bir çıtırtıda gözlerini aralıyordu. Bedenini yoracak bir iş yapmadığı ve tüm gün miskin miskin oturduğu için derin uykuya ihtiyacı olmasa gerekti. Gerçi uykudaki görüntüsü gerçeği yalanlar gibiydi. Fakat o, kendisini ilk defa uyurken görenlerin, onun ne kadar derin uyuyan biri olduğunu düşünmelerine bile fırsat tanımadan hemen gözlerini açar, doğrularak, sorgulayan gözlerle burada ne işleri olduğunu öğrenmeye çalışırdı. Bu üç metrekarelik kafesimsi yerden başka bir yerde kalmıyor, kalmaya da ihtiyaç duymuyordu. Bir ailesi yoktu. Kimseden sorumlu olmadığı için de kendi çapında yaşıyor, ömrünü bu küçük dünyada tüketmekten rahatsız olmuyordu.

Bay Y, şüpheli görünmek istemediğinden, her zaman ki tavrıyla bekçiye hiç bakmadan odasına çıkmak için iç merdivenlere doğru yürüyordu. O sırada daha önce hiç rastlamadığı bir durum dikkatini çekti. Bekçi horluyordu. Bay Y durakladı. Duyduklarını doğrulamak istercesine bekçiye bir göz attı. Bekçi, hamağında yatıyor, elinde neredeyse dibini getirmiş olduğu ucuz bir şarap şişesini tutarak mışıl mışıl uyuyordu. Merdiven tarafına bakan cam kısmın önünde de birkaç bira şişesi, depozitoları alınmak için götürülmek üzere sıralanmıştı. Bekçinin kendisini fark etmeyecek kadar derin uyuduğundan emin olabilmek için cama doğru yaklaşınca Bay Y, bekçinin yere doğru sarkan elinden düşmüş olduğunu tahmin ettiği, gazeteden yırtılmış bir kâğıt parçasını gördü. İşte o zaman özel günler bahanesiyle bile daha önce içtiği görülmemiş, hayatında sarhoş olup sıyrılmaya çalışacağı en ufak bir sorunu, sıkıntısı varmış gibi görünmeyen bu adamın içkiyi çok kaçırmasının sebebini anlamıştı. Galiba bekçinin de bir zamanlar bir gönül macerası olmuştu.

İlk sorunu garip bir tesadüfle aşmıştı aşmasına ama peki ya uyanık, huysuz ev sahibini nasıl atlatacaktı? Acaba o da sızmış mıydı? Belki de bekçiye güvenip bu saate kadar beklememişti. Öyle ya bugün yılbaşıydı ve kimin ne zaman geleceği hiç belli olmazdı. Normalde olsa her gün giriş çıkışları hiç sekmeyen kiracılarını bekler ancak onlar kurallara

Page 11: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

11

uygun olarak odalarına girdiklerinde huzura kavuşurdu. Bay Y, merdivenleri çıkarken gayet mantıklı olduğunu düşündüğü bir plan yaptı. Ev sahibesinin kiracılarını daha rahat takip etmek için herkesin önünden geçmek zorunda olduğu, birinci katın merdivenlerine bakan dairesinin önünden birkaç defa geçecekti. Eğer ev sahibesi uyanıksa mutlaka bu şüpheli davranışı öğrenmek için küçük başını, asma zincirini takıp aralayacağı kapıdan dışarı uzatacak ve ne yaptığını soracaktı. İşi sağlama almak için tam beş kez dairenin önünden geçti. Hatta son seferinde daha sert adımlar bile attı. Buna rağmen ev sahibesinin dairesinde hiçbir hareketlilik yoktu. Yani planında başarılı olmuştu. Ev sahibi uyuyordu. Bu gece şansı ona yardım ediyordu galiba.

Yıllar önce onu terk edip giden o şans bu gece geri gelmişti ama Bay Y şansa hiç güvenmiyordu. Şimdi de onu yarı yolda bırakıp gitmeyeceğini nerden bilecekti. Temkinli davranışlarından bir an bile taviz vermeden sessizce, önce birinci kat merdivenlerini ardından bekçiyi tekrar yokladıktan sonra pansiyonu sokağa bağlayan merdivenleri indi. Köşede kendisini bekleyen Bayan X, sırtını ve tek ayağını duvara dayamış, fahişelere özgü geleneksel duruşuyla bekliyordu onu. Bay Y, Bayan X’in yanına varınca hemen elinden tuttu. Dolunay onları gizlemek istercesine bulutların arkasına saklanmıştı bile. Rüzgâr uğultuyla esiyor ve onların çıkardıkları ufak sesleri de o gizliyordu. Her şey onlar için işbirliği yapıyordu sanki. Kimse görmeden, kimse duymadan yavaşça süzüldüler merdivenlerden.

Bay Y, kapıyı sürgülüyordu. Sonunda odadaydılar. Oda bakımsız ve dağınıktı. Bay Y, sabah çıkarken geri döndüğünde eve bir misafir getireceğini bilse belki de bu kadar dağınık bırakmazdı odasını. Gerçi Bayan X’in yadırgadığı söylenemezdi. Onunda kalmaya gücünün yeteceği bir oda ancak bu kadar düzgün ve bakımlı olabilirdi.

Bay Y, öylece ayakta dikilen Bayan X’e, yayları bozuk olan tek kişilik yatağının üstüne oturabileceğine dair bir işaret yaptı ve şömineyi yakmak için odunları dizmeye koyuldu. Birkaç dakika içinde şömineyi yakmayı başarmıştı. Şimdi oda biraz daha aydınlık ve sıcak sayılırdı. Bay Y gereksiz bir masraf olarak gördüğü için elektriği kestirmişti. Yazları gerektiğinde gaz lambası kullanıyor, kışları da şömineyi yakması ona yetiyordu.

Tutuşan odunların ışığının aksettiği bir ayna, Bayan X’in gözünden kaçmadı. Anlamlandıramadığı bir istekle ayağa kalktı ve aynanın üzerinde durduğu Bay Y’nin hem çalışma hem de yemek masası olarak kullandığı masanın yanına gitti. Kendisine bakmadan aynayı eline aldı. Düzenli aralıklarla damlayan su damlacıklarının sesinden, odanın diğer köşesinde, çürümüş bir kapının ardında bir musluk olduğu anlaşılıyordu. Bayan X doğruca oraya yöneldi. Burası küçük bir musluğu olan ufacık bir banyoydu. Duvara hemen hemen Bayan X’in göz hizasına gelecek şekilde bir çivi çakılmıştı. Bay Y, aynayı buraya asıyor olmalıydı. Bayan X, aynayı yerleştirdikten sonra kendisine baktı. Şeritler halinde akmış rimellerini, dolgun dudaklarından çenesine dağılmış kırmızı rujunu ve hayatın acımasızlığının yüzünde bıraktığı diğer izleri, suyla ıslattığı bir parça pamukla silmeye koyuldu. Zamanın aşındırıcı etkisinden çok, hiçbir amacı olmadan sürüp giden zahmetli yaşamı sayesinde olduğundan biraz daha yaşlı gösteriyordu. Yinede tebessüme alışık olmayan bir yüze göre oldukça yumuşak bir ifadesi vardı. Bayan X’in banyoda olduğunu fırsat bilen Bay Y de bu esnada odayı toplamak için ordan oraya koşuşturuyordu. Çok amaçlı masasının etrafı buruşturulmuş kâğıtlarla doluydu. Odanın her tarafına yırtık pırtık giysilerini saçmıştı. Yaptığı tek şey de eline geçen paçavralarını bir yerden alıp başka yere tıkıştırmaktı. Bayan X’in dikkatini çekmemek için ses yapmamaya büyük özen gösteriyor, bunu yaparken de çok komik

Page 12: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

12

görünüyordu. Bayan X, işi bitince kaçamak bakışlarla onu izledi ve ilk kez tebessüm etti. Oda hızla ısınıyordu. Soğuktan uyuşan eli çözülmeye başlayan Bay Y’nin ağrıları artıyordu. Odasını toplama telaşı arasında bir çekmece açıp bir ağrı kesiciyi attı ağzına ve suya gerek duymadan yuttu.

Şimdi etraf daha derli toplu, Bayan X daha güzeldi. Bay Y, banyoda ayna karşısında olan Bayan X’e birkaç dakikadır dikkat etmemişti. Elini yüzünü temizlemiş olarak banyodan çıkan Bayan X’e yüzünü döndüğünde, ilk kez onun ne kadar güzel bir kadın olduğunu düşünebildi. Elinde ki yıkanmaktan çekmiş kazağı sıkıştıracak bir yer ararken Bayan X’i görüp öylece bakakaldı. O, Bayan X’in güzelliğini düşünmekle meşgulken elinin verdiği acı yüzünden belli oluyor olmalıydı. Bayan X, yerine koymak için aldığı aynayı yatağın üzerine bırakıp Bay Y’nin eline sarmış olduğu, içine koyduğu karların çoktan eridiği buz poşetini çözdü. Bay Y’nin eli hiçte iyi görünmüyordu. Birkaç kemiği kırılmış ya da çatlamış olabilirdi. Bu sefer tedavisini yapamayacağı bir sorunla karşı karşıyaydı ve bir doktora gitmesi şart görünüyordu. Ancak doktora gitmek için sabahı beklemek zorundaydı. Şimdilik geçici bir sargı ve ağrı kesiciyle idare etmeliydi.

Bay Y yatağındaki iki kat yorganı yatağın ayak kısmına doğru katladı. Odayı toplarken bir kenara ayırdığı eski, epeyce yıpranmış hatta birkaç yeri yırtık olan bir pijamasını Bayan X’in giymesi için yatağın üstüne bıraktı. Kendisi de yatak arkasında kalacak şekilde sandalyesine oturup eline bir kitap alarak sayfalarını karıştırmaya başladı.

Bayan X, önce Bay Y’nin kemeriyle tutturduğu pardösüyü peşi sıra üstünde ne varsa çıkardı. Tamamen çırılçıplak kalmıştı. O giysiler yaptığı işin üniformasıydı. Onları çıkardığında o kötü kimliği de çıkarıyordu sanki. Olması gereken kişi değil olduğu kişi oluyordu. Yaptığı işten nefret ediyordu ama ona o işten ekmek kazandıranlardan daha çok nefret ediyordu.

Bay Y’nin verdiği pijama şimdi çıplak bedenini sarıyordu. Çok yorulmuştu bugün. Yatağa girip yorganlardan birini çekti üzerine. Bu gece yaşadıkları sanki bir rüyada gibi karmakarışık geçti aklından. Bir süre de sandalyesinde oturmuş, kitabını karıştıran Bay Y’yi izledi ve sonra göz kapaklarına asılan uykuya yenik düştü.

Bay Y, on beş dakikadır elindeki kitabın sayfalarını çevirip duruyordu. Okumayacaktı ama bir şeyle oyalanıyor görünmek istiyordu. Zaten istese de okuyamıyor, okuduğunu anlamıyordu. Aklında Bayan X’den başka bir şeye yer veremez olmuştu. Şimdi arkasında, kendisinin yatağında uzanmış uyuyor belki de ona bakıyordu. Az önce büyülendiği kadını hafızasında canlandırmak istiyor, çabaladıkça da iyice unutuyordu. Dönüp ona bakmamak için kendisiyle büyük bir mücadele veriyor, o uyanıkken ona bakamayacak kadar utanıyordu. Daha önce ona Bayan X gibi anlamlı bakan birini tanımamıştı. Gerçi Bayan X’ide tanımıyordu. Ne farkı vardı acaba diğer kadınlardan. Öğrenebilmek için onunla saatlerce konuşabilirdi ama henüz hiç konuşmadıkları için buna nasıl cesaret edeceğini de bilmiyordu. Köprüdeyken ay çıktığında onun gözlerinde kendisini gördüğünü hatırladı. Bir şeyleri hatırlayabildiğine sevindiği için gülümsedi. Kim bilir hayat belki de yeni bir serüvene dönüşüyordu onlar için.

Bu fikirleri cesaretlendirmişti onu. Dayanamadı ve Bayan X’in uyuyor olma ihtimalini dikkate alarak sessizce kalktı yerinden. Uyanıksa da doğrudan banyoya gidecekti. Arkasını dönüp de Bayan X’in uyuduğunu görünce rahatladı. Sandalyesini alıp Bayan X’in yüzüne tam karşısından görebileceği şekilde yatağın yanına yerleştirdi. Biri yıllardır diğeri hayatında hiç

Page 13: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

13

hissetmediği iki duygu, şimdi tüm benliğini sarıyor, içinde inanılmaz bir yaşam isteği uyandırıyorlardı. Bu duygulardan ilki daha küçük bir çocukken yitirdiği mutluluktu. İkincisi ise henüz ne olduğunu anlayamadığı aşktı.

Anlayamamakta haklıydı Bay Y. İlk defa âşık olunduğunda hissedilen şeyin aşk olduğunu bilmek zordur. Daha önce tadılmamış bir duygunun ne olduğunu nasıl bilebilir ki insan. Bunu öğrenebilmek için ya eldeki aşk yitirilmeli ya da ikinci defa âşık olunduğunda ancak o zaman ben âşık oldum denebilmelidir.

Bay Y, şimdi Bayan X’in karşısında, huzur dolu bakışlarıyla öylece onu izliyordu. Kalbi çocuklarınki gibi hızlı ve güçlü atıyordu. Yarı karanlık odada, şöminedeki alevlerin aydınlattığı bu masum, güzel yüzü sonsuza kadar izleyebilirdi. Bayan X’in uyanık olduğu zamanlardakinin aksine uykudayken yüzünde belli bir ifade seçilemiyor tüm sadeliğiyle hemen burnunun altına düşen, nefes alıp verişleriyle dalgalanan bir tutam saçı dışında tamamen hareketsiz duruyordu. Bay Y, o an hiç bitmesin istiyordu. Bazen rüyalarında da uyuyan birine izlediğini görür ama uyandığında o yüzü asla hatırlayamaz ve uyanmamış olmayı isterdi hep. Ama bu gece bir rüya değildi. Bayan X, karşısında uyuyor ve o da onun güzelliğini doyumsuz şekilde izliyordu. Bay Y, kendini tutamayarak, o yüzün her köşesini bir daha unutmamak için ezberlemek istercesine, Bayan X’in yüzüne düşen bir tutam saçı eliyle kaldırdı.

Bayan X, kıpırdandı ve bir anda gözlerini açtı. Bay Y, yine kaçmaya fırsat bulamamıştı. Bir kez daha Bayan X ile göz göze gelmişlerdi. Bayan X, Bay Y’nin aksine oldukça sakindi. Artık gözlerini kaçırmaya gerek duymuyordu. Bayan X’in dudakları güzel bir gülüş için aralanmasaydı bu bakışma öylece sürüp gidecekti. Çünkü Bay Y herhangi bir şey yapacak cesareti gösteremiyor, aklında ki şimdi ne yapmalı sorusunun kafasını kurcalamasına izin vermiyordu. Ancak Bayan X’in gülümsemesi, Bay Y’yi o tutuk tavrından kurtarabilmiş ve gülümsemesini sağlamıştı. Bayan X, Bay Y’nin sağ elini alıp az önce yaptıkları yeni sargıyı kontrol etti.

Bay Y, onu bu gece belki de bir tecavüzden kurtarmıştı. Gerçi o bir fahişeydi. Her gün ki işinden farklı bir şey olmayacaktı belki ama gene de istemiyordu ve Bay Y onu, o sarhoş serserinin elinden kurtarmıştı. Aslında Bayan X, bunu neredeyse umursamıyordu. Çünkü bir insanı bir köpek de koruyabilirdi. Onun asıl önemsediği şey; onu kiralayanların, onun bedenini kullanmak için götürdükleri o pansiyonun, aşağılık resepsiyon görevlisinin söylediklerine karşı, Bay Y’nin yaptıklarıydı. Bay Y ile resepsiyon görevlisinin konuşmalarını duymamıştı elbette ama o yılışık adamı daha önceden iyi tanıdığından hareketlerinden neler söylediğini tahmin etmiş, Bay Y’nin şaşkınlığından da tahminlerinin doğruluğunu teyit etmişti. Bayan X’i daha öncede zorla kullanmak isteyenler olmuş, hep bir başkası çıkıp onun bedenini alışık olduğu işten kurtarmıştı. Kurtaranlarda bazen bir serseri bazen zengin bir tüccar oluyor ve çoğu zaman da az önce onu kurtardıkları adamın yapmak istediği şeyi, yaptıkları iyiliğin karşılığı olarak yüzsüzce talep ediyorlardı. Bayan X, hayatında ilk defa kendisini çıkarsız, beklentisiz savunan biriyle karşılaşmıştı. Bedenini birçok insanın korumasına karşın onun benliğini, ruhunu, insanlığını kimse korumamıştı. Acıların yıprattığı bir beden ve her şeye rağmen tüm acıların üstesinden gelmeyi başarmış kayıp bir ruh. İşte tam karşısında duruyordu onu savunurken yaralamaktan çekinmediği eliyle. Bu sevimli adamın diğerlerinden farkı buydu ve bu fark, bu kadının onu bütün benliğine yerleştirmesi için iyi bir sebepti.

Page 14: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

14

Bunlar aklından geçerken Bayan X, konuşmak istedi. Ama tüm gece hiç konuşmadan da anlaşabilmişlerdi. Öyleyse gecenin büyüsü bozulmamalıydı. Bayan X üzerindeki yorganı açıp yatağın kenarına iyice sıkıştı. Bay Y, bunun bir davet olduğunu anlamış, aslında onun rahatını bozmamak için kabul etmemesi gerektiğini düşünmesine rağmen onun tenini hissetmek arzusundan kendisini kurtaramamıştı. Üzerindeki birkaç kaba şeyi de çıkarıp yatağa girdi.

Şimdi ikisi de sırt üstü yatmış tavana bakıyor, içleri de garip bir heyecanla sıkışıyordu. Daha birbirlerinin hayatlarına gireli bir gün bile olmamıştı ama şimdiden birbirlerine büyük bir sevgiyle bağlanmışlardı. Önce ayakları sonra elleri birbirine değdi. Bay Y’nin elleri ve ayakları heyecandan buz kesmişti. Bay Y, yavaşça Bayan X’e doğru döndü. Huzur dolu bakışlarla Bayan X’e bakıyor, Bayan X ise tavana bakmayı sürdürüyordu. Bay Y, Bayan X‘in omzunu hafifçe kavradı ve onu kendisine doğru çekti. Yıllardır hasretini çektikleri, özledikleri, bekledikleri biriymişçesine sımsıkı sarıldılar birbirlerine. Bayan X’den bir hıçkırık sesi yükseldi. Ağlıyordu. Bay Y onu daha sıkı kavrayıp, sırtını ovuşturdu. Sonunda o da daha fazla dayanamayıp ağlamaya başladı. O ki bu yatakta, bu yastığın üzerinde birçok kez gözyaşlarını içine akıtmıştı.

Birbirlerinin yüzlerini avuçlarının içine almışlardı. Bulutların arkasından dolunay bir kez daha çıkmış, pencereden içeriye süzülen gümüşi ışık gözyaşlarına yansımıştı. Yeni yılın en büyük armağanıydılar birbirleri için.

Defalarca öptüler, kokladılar birbirlerini, sarıldılar sımsıkı. Dudakları diğerininkilerden ayrılınca gülümsüyordu. Tenlerini tattılar o gece. Hissettiler yaşamın en güzel duygusunu. Doya doya yaşadılar!

Yorgunluk iyice çökmüştü üstlerine. Uyumak istemiyor, bu büyülü, sessiz gece bitmesin istiyorlardı. Saçları da ruhları da birbirlerininkine karışmış, bedenleri kördüğüm olmuş, ayrılmazcasına kenetlenmişti.

Bayan X’in o tatlı yüzü artık gülümsüyordu. Şimdi de o, uykuya yenik düşen Bay Y’nin uyuyan bedenini izliyordu. Fazla dayanamadı o da. Başını Bay Y’nin göğsüne dayadı, üstlerini sıkıca örttü ve gözlerini yumdu son kez.

Belki de ruhları da bedenlerini el ele terk etmiştir o sessiz ve tek gecede…

* * * İşte o sabah gazetede okuduğum aslı bilinmeyip basit bir hikâye uydurularak sunulan

birkaç haber şöyleydi: “Çöp toplama şirketlerinin yeniden iş başı yapmasıyla, kuytu bir ara sokakta bir

serserinin cesedi bulundu. Ölüyü bulan işçinin söylediğine göre adamın başı bir sopayla parçalanmıştı…”

“Şehirde şiddet kol geziyor! Dün akşam saatlerinde bir pansiyonun lobisine girip, bağırıp çağırdıktan sonra kendisine müdahale etmek isteyen zavallı pansiyon görevlisini dövüp, yedi dişini ve burnunu kırmış saldırgan hala yakalanamadı…”

“Bir gün önce ölen ihtiyar bir pansiyon sahibesinin, gazetelerde yayınlanan vefat ilanındaki resmi, kadının pansiyonunun bekçisinin odasında bulundu. Bekçi gazeteden yırttığı

Page 15: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

15

resmi buruşturup yere atmıştı. Aşırı alkol yüzünden hala kendine gelemeyen bekçi, tutuklanarak sorgulanmak üzere hücreye tıkıldı. Olay gizemini hala koruyor…”

“Ahlaksızlığın cezasını tanrı uykuda verdi…” Utanmadan çıkıp ahlaktan bahsettiklerini görünce sinirlenerek hemen altındaki yazıyı

okumaya başladım: “…Bir gün önce sahibesinin öldüğü pansiyon, bu kez de gündeme dün gece yılbaşı

kutlamasını, odasına gizlice soktuğu bir fahişeyle yapan genç adamın, eve aldığı toplum zararlısı fahişe ile rüzgârın sabaha karşı şiddetini artırmasıyla, bacadan geri tepen dumandan zehirlenerek …”

Daha fazlasını okumak istemedim. Gazeteyi katlayıp bir kenara attım. Dışarıda hala

sert bir rüzgâr esiyordu. Sıkıca giyindikten sonra bütün bunları düşünmek için sokağa çıktım.

H. Onur SAĞIR

Page 16: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

16

EJDERHA

Kızıl saçları kasketinin altından fışkıran genç adam saatlerdir caddeden akan insan

kalabalığının içinde daireler çizerek dilenmekteydi. Ertesi gün yılbaşıydı ve bu dönemde

insanlar ellerini ceplerine atmak konusunda daha insaflı davranıyorlardı ama genç adamın

bugün normalden daha fazla paraya ihtiyacı vardı. Hasta bir kardeşin insanın omuzlarına

yüklediği sorumluluk gerçekten ağırdır. İşte genç adamın paraya karşı olan beklenmedik

yoğun ilgisi bu sorumluluktan doğmuştu. Yoksa ucuz şarap ve ekmekten daha güzel olan

sadece sıcak bir ateşti…

* * * * *

Bir zamanlar uçsuz bucaksız ve kararmış bir çölün ortasında yükselen uzun surların ardında

yaşayan bir ahali varmış. Az gıdaya ve sert iklime rağmen mutlu olmaya çalışan kanaatkar

insanlarmış. Zaten başka şansları da yokmuş. Yüzlerce yıldır üzerinde yaşadıkları topraklar

atalarından kalmaymış.

Yinede çok büyük bir sıkıntıları varmış bu güzel insanların; dev bir ejderha! Kanatlarıyla

güneşi rahatça gölgeleyebilecek bu kemikten ve ateşten yaratık, bir zamanlar ahalinin yegane

koruyucusuyken artık aynı halkın en büyük problemi haline gelmiş. Bir zamanlar yemyeşilmiş

bu diyarlar, her komşu memleketin kıskanç gözlerini üzerine diktiği bir yermiş. Ve bilirsiniz

açgözlülük hırsı doğurur ya, bu komşular da sırayla savaş açmışlar. Ancak uzak, çok uzak bir

diyardan gelen bir gezginin sattığı bir yumurta bu küçük halkın kurtuluşu olmuş. Bir ejderha

yumurtası! Yumurta çatlamış ve içinden küçük kanatsız bir yılan çıkmış. Ancak bu yılan çok

hızlı bir biçimde gelişip serpilmiş ve insan etiyle beslenen bir canavara dönüşmüş. Temel

gıdası da bu diyarlara göz dikmiş açgözlü düşmanlarmış. Yüzlerce yıl süren savaşlarda

düşmanlar başarısız olacaklarını anlamışlar ve ejderha şehrin en önemli gücü olmuş. Öyle ki

ejderha kaleyi gören bir tepeye yerleşmiş.

* * * * *

Genç adam saatler boyunca ayakta gezmekten yorulup boş bir banka oturdu. Böyle

olmayacaktı, cebinde pek fazla para yoktu. Daha garanti işlere yönelmeliydi; daha tehlikeli…

Yapmadığı şey değildi yankesicilik ama pek fazla uğraşmazdı. Tehlikeli olduğundan değil fazla

paraya ihtiyacı olmadığı için. Ama şimdi mevzubahis olan kardeşiydi. Birkaç cüzdan kendisine

yeterli olacaktı.

Kulağının arkasına sıkıştırdığı sigarayı aldı. Bir dakika içinde gökyüzüne dumanlar salıyordu.

İşe çıkmadan önce biraz tüttürmek gerginliğini azaltıyordu. Sonra izmariti yere attı ve

kasketini gözlerinin biraz daha üstüne indirip karanlık bir hale büründü ve önünden geçip

gitmekte olan insanların arasına karıştı.

Page 17: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

17

Bir süre kalabalıkla birlikte caddede sürüklendi ve kendisine kurban aradı. İnsanlar renkli

mağaza vitrinlerini alık alık izliyorlardı. Bir mağaza vitrinin önünde birikmiş kalabalığa

yaklaştı. Tek tek insanları inceledi sonra da harekete geçti. Zayıf ellerini deri ceket giymiş

esmer bir adamın pantolonuna doğru uzattı.

* * * * *

Düşmanlar saldırmayı bıraktıktan sonra ejderhayı yetiştiren ahali bir sorunları olduğunun

farkına varmış. Beslemeleri gereken bir ejderha şehri bekliyormuş. Nice orduları yıkıp geçen

yaşlı yaratığı öldürmenin bir yolu da yokmuş. Açlığa dayanamayan ejderha şehre saldırıp orta

yaşlarını sürmekte olan zavallı bir askeri kapıp tepedeki yuvasına götürmüş. Dehşete düşen

ahalinin elinden hiçbir şey gelmemiş. Bir ay sonra ejderha tekrar gelip bu sefer yaşlı bir

çiftçiyi alıp götürmüş. Bir ay sonra da bir öğretmeni… Bu bir ritüel haline gelmiş. Ahali,

ejderhaya her ay bir kurban vermeleri gerektiğini anlamış. Bu yüzden bu işi bir karara

bağlamışlar. Şehirdeki en yaşlı kişiyi ejderhaya kurban vermeye başlamışlar, elleri mahkum.

Ancak artık bolluk bereket içinde yeşil bir diyarları da yokmuş. Ejderha, alevleriyle her yeri

kurutmuş. Kara bir çölün ortasında kalmışlar. Ancak dört yanları düşmanla doluymuş.

Gidecek hiçbir yerleri olmayan bu zavallı insanlar ejderhayla birlikte bu kara çöle

hapsolmuşlar.

* * * * *

Genç adam elinde tuttuğu cüzdanın içinde sadece iki değersiz banknot bulunca bir küfür

savurdu. Ardından dikkat çekmeden cüzdanı yere attı. Bir başka kurban aramaya başladı.

Şişmanlıktan yanakları sarkmış bir kadını gözüne kestirdi. Ancak onu takip ederken yaşlı bir

adam gördü. Bu adamı görülmeye değer yapan elinde tutup baktığı gümüş köstekli saatti.

“Bu iyi para edebilir!” diye düşünüp adamın peşine düştü.

Yaşlı adam ağır aksak ilerliyor ve iyi duymuyor gibiydi. Saati pantolon cebine atmış zincirini

de pantol kemerine tutturmuştu. Bu iş bir bebeğin elinden şekerini almak kadar kolay

olacaktı. Tıklım tıklım kalabalığın içinde adamı bir nefes uzağından izlemeye başladı.

* * * * *

Sonra bir gün şehre kara bir cüppe giyen yaşlı bir büyücü gelmiş. Ünü kendisinden daha hızlı

yayılan bu adam herkesin aynı derecede korktuğu, büyük saygı duyulan ve kaç yaşında

olduğu bilinmeyen efsanevi bir kişilikmiş. Kasabanın ileri gelenleri yaşlı büyücünün kendilerini

bu canavardan kurtarabileceğini düşünüp büyük bir saygıyla adamı konuk etmişler. Ardından

konuyu açıp yardım dilemişler ve sahip oldukları tüm değerli malları yaşlı büyücüye teklif

Page 18: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

18

etmişler. Adam bir süre gözlerini kapatıp düşünmüş ve ardından teklifi kabul etmiş. Kaledeki

odalardan birine kapanmış ve günlerce odadan çıkmamış. Ne yemek için ne içmek için

dışarıya adım atmamış. İnsanlar adama bir şey olduğunu sanıp içeri girmeye çalıştıklarında

kilitli kapının ardından gelen azarlama sesi ile geri çekilmiş. Üç hafta sonra bir sabah

odasından çıkmış ve devasa bir kazan ile bir takım malzemeler istemiş.

* * * * *

Yaşlı adam güzel bir mankenin yeni çıkan bir cep telefonunu tanıttığı bir mağazanın önünde

durakladı. Etraf mankeni ellerindeki cep telefonlarının kameralarıyla çeken insanlarla

doluydu ve herkesin dikkati mankenin üzerindeydi. Genç adam, yaşlı bunağın kadınlara olan

ilgisinin hala sönmemiş olmasına içten içe gülerek ve buna sevinerek adama sokuldu.

Ardından basit bir el hareketiyle saatin zincirini kurtardı. Ardından zinciri yavaş yavaş çekerek

saati adamın cebinden aldı. Birkaç saniye daha bekleyip hızlı adımlarla ama dikkat çekmeden

oradan ayrıldı.

Şimdi saati okutmaya gidiyordu. Bu işleri çeviren, değerli çalıntı eşyaları satınalan ve

gerektiğinde büyük faizle borç para veren bir adam tanıyordu. Bu gümüş saat için iyi para

verebilirdi. Akşam karanlığında ince paltosuna daha sıkı sarılıp koşar adımlarla adamı

bulmaya gitti.

* * * * *

Ne olduğunu anlamayan ama büyücünün kendilerini kurtaracak bir yol bulduğuna sevinen

ahali istediği malzemeleri ve devasa bir kazanı avluya getirmişler. Büyücü büyük bir ateş

yaktırmış ve kazana getirttiği malzemeleri atıp kaynatmaya başlamış. Ardından koynundan

bir kese çıkarmış ve kimsenin anlamadığı karanlık sözler söyleyerek kesedeki tozun birazını

kazana atmış. Kazan bir gece boyunca mavi bir duman çıkararak kaynamış. İnsanlar meraklı

gözlerle yaşlı büyücüyü izlemişler. Herkesin korktuğu bu adamın yamuk bir bastona

dayanmış, kambur zayıf bir ihtiyar olmasının çelişkisini ise kimse dile getirememiş.

* * * * *

Topal tefeci gümüş saati elinde evirip çevirdi. Derin iç çekişlerle saati inceledi. Ardından bir

fiyat söyledi ancak adamın uzun süre saati incelemesinden iyi bir para koparacağını düşünen

genç adam duyduğu fiyat karşısında büyük hayal kırıklığına uğradı.

- Ama, ama bu sadece çerez parası abi!

- İşine gelirse! Daha fazlasını veremem. İnan bana bu şey düşündüğün kadar değerli değil.

- Abi kardeşim hasta. Gerçekten paraya ihtiyacım var.

- Bu numaraları git başkalarına yap.

Page 19: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

19

- Abi numara değil gerçekten hasta kardeşim.

- Yeter lan. Alıyorsan al parayı yoksa bas git. Adam kandırıyor aklı sıra. Dileneceksen çık

dışarı!

Genç adam öfkeyle dolan kalbini derin bir nefes alarak sakinleştirip “Tamam abi sinirlenme.

Kabul ediyorum” dedi.

* * * * *

Yaşlı büyücü surların gerisinde yaşayan herkesin kazanın başına toplanmasını istemiş. Kadın -

erkek, yaşlı – genç, asker – sivil herkesi çağırmış. Büyük bir kalabalık avluda toplanmış ve

büyücü burada yaşayan başka kimsenin olmadığına uzun bir süre sonra ikna olduktan sonra

hazırladığı iksirden herkesin diline bir damla damlatmış. Herkes bu tatsız içeceğin tadına

baktıktan sonra büyücü insanlara evlerine dağılmalarını söylemiş. Şehrin ileri gelenleri

merakla “şimdi ne olacak” diye sormuş ancak büyücü sadece yakında anlayacaklarını

söylemiş.

* * * * *

Genç adam dışarı çıktıktan sonra tefecinin mekan tuttuğu meyhanenin önünde karanlık bir

köşede beklemeye başladı. Elinde yumruk büyüklüğünde bir taş tutuyordu. Her seferinde

canını yakan, en zor anlarda para koklatmayan bu adi herifin bir derse ihtiyacı vardı ve ona

en alasından verecekti. Sokakların tenhalaştığı, ayazın tüm can yakıcılığıyla bastırdığı bir anda

topal tefeci yarı sarhoş bir biçimde çıktı. Genç adamın tek yapması gereken tefecinin

kendisini görmesine izin vermeden arkadan sinsice yaklaşıp kafasına taşı indirmekti. Tefeci

elindeki bastonuyla ağır aksak ilerlemeye başladı. Genç adam saklandığı köşeden çıktı ve

güvercin adımlarıyla adamı takip etmeye başladı. Sokak bomboştu ve adamın mırıldandığı

şarkıdan başka ses duyulmuyordu. Ara bir sokağa girdiklerinde genç adam hızlandı ve bir

anda elindeki taşla sert bir biçimde tefecinin başına vurdu. Adam, ağzından garip bir ses

çıkararak yere yığıldı. Genç adam yaptığı dehşet verici işe kendisi de şaşırdı. İlk defa birini

gasp ediyordu ama zaman geçirmeden tefeciyi soyup kaçmalıydı. Büyük bir hızla adamın

ceplerini karıştırmaya başladı ama düşük değerli birkaç kağıt banknottan fazlasını bulamadı.

Kafasını kaldırıp sokağı kesti ama kimse gelmiyordu. Tüm ceplerini kontrol ettikten sonra

lanet herifin kimliği ve kirli bir mendil dışında bir şey bulamayarak kaderine küfretti. Sonra

adamın bastonu dikkatini çekti. Sıradan bir baston değildi. Siyah ve altın sarısı rengi ile belli

bir zevkin ifadesiydi. Ama bastonu asıl güzel yapan üzerine ince ince işlenmiş ejderha

kabartmasıydı. Genç adam bastonu da almaya karar verdi ve bunun en azından tefecinin

biraz canını yakacağını düşündü. Sonra kalkıp arkasını dönüp koşmaya başladı ama bir saniye

sonra arkasından bir ses duydu.

- Seni gördüm!

Page 20: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

20

Genç adam bir şok haliyle arkasını döndü. Topal tefeci ayağa kalkmaya çalışıyordu.

Konuşmaya devam etti.

- Bir topalı bastonsuz mu bırakacaksın, diyip güldü. Sonra gülümsemesi bir anda yüzünden

silindi ve “Gel buraya!” diye bağırdı.

Bacaklarının titrediğini hisseden genç adam hayatının hatasını yapmış olduğunu anladı.

Şehirdeki tüm karanlık işlerde parmağı olan en bela adamı soymaya kalkmıştı. Kaçmak yerine

adama doğru adım adım gittiğini fark etti, bacakları tefecinin kontrolüne girmişti sanki. O ağır

ağır ilerlerken tefeci konuşmayı sürdürdü.

- Ne düşünüyordun? Tüm servetimi yanımda taşıdığımı mı? Ne kadar salakmışsın. Şimdi ne

halt yiyeceksin?

Tefeci elini başının arkasına attı sonra kan bulaşan elini genç adama gösterdi. Küfür etti.

Sonra daha “Çabuk ol” diye hırladı. Genç adam

- Abi acı bana. Kardeşim hasta diye yaptım lütfen abi, diye yalvarmaya başladı. Sonra bastonu

tefeciye uzattı.

- Sus ulan! Ver şunu.

Tefeci tam bastonu almaya hamle yaptığı anda genç adam hızla bastonu çekti ve tefeci

beklemediği bu hareketle yere kapaklandı. Ardından genç adam bastonu hızla tefecinin

kafasına indirdi. Adam tekrar yere devrildi. Genç adam duraklamadan ejderha kabartmalı

bastonla tefecinin kafasına bir darbe daha indirdi. Sonra hızını alamayıp birkaç kez daha tüm

gücüyle kan içinde kalmış kafaya vurdu. Tefeci bir daha hiçbir zaman yerinden kalkamayacak

duruma gelince bastonu bir kenara fırlatıp karanlık sokaktan koşarak kaçtı.

* * * * *

Ertesi sabah tüm şehri dolandı yaşlı büyücü. Tüm evlere girdi, şehrin baronunun sarayındaki

tüm odaları dolandı, tüm zindanları kontrol etti. Yaşayan tek bir insan bile kalmadığına emin

olmuştu. İksiri içen herkesi kurtarmıştı yaşlı büyücü, ejderha artık hiçbirini rahatsız edemezdi.

Ölülerin arasında dolaşırken uzun süre önce ölmüş olan bu şehir için yas tutan tek kişi de

olmuştu büyücü. Ardından avluya çıktı. Asasına dayanarak ağır ağır cümle kapısına yürümeye

başladı.

Bu sırada ejderha şehri gözetlediği tepesinden garipliği fark etmişti. Açlığın da bastırdığını

fark eden yaratık aylık öğününü almak için inmeye karar verdi. Devasa kanatlarını açıp

Page 21: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

21

uçmaya başladığında her yan kükürt kokusuyla doldu. Gökyüzünde kara gölgeyi hisseden

büyücü şehrin kapısından dışarı çıktı. Ölülerin kokusunu alan ejderha çılgına döndü. Sonra

tüm bu ceset kokusunun arasında bir canlının kan kokusunu aldı. Ama normal değildi bu

koku. Yere alçaldı ve kapıdan biraz önce çıkmış olan büyücüyü gördü ve önüne indi.

Büyücünün kokusu diğer hiçbir insanın kokusuna benzemiyordu. Ejderha her kokuyu bilirdi

ve bu adamın damarlarında bir zehir dolaşıyordu. Yaşlı büyücü karanlık bir ses tonuyla

konuştu,

- Çekil önümden. Eşit olduğumuzu biliyorsun.

Ejderha gökyüzüne alevler saçtı ama gökyüzünden dökülen ateşten okların hepsi büyücüye

yaklaşırken lanetli bir gücün etkisiyle yön değiştirdiler.

- Beni alamazsın. Ben de seni ellerimle öldüremem. Ama açlık seni ölüme sürükleyecek. Şimdi

ya açlıktan öleceksin ya da seni ölüme sürükleyecek ülkelere saldıracaksın.

Ejderha daha şiddetli bir alevi büyücünün üzerine yağdırdı. Ama büyücünün etrafındaki alan

küle dönüştüğü halde o hala bastonuna dayanmış alevlerden etkilenmeden dikiliyordu.

- Ama çaresizlik sana ölüm getirecek. Çaresizlik kadar etkili bir düşman yoktur.

Yaşlı adam arkasını dönüp yürümeye başladı. Bu esnada hala konuşuyordu.

- Kendilerini senden kurtarmamı isteyen o insanlar karşısında da başta çaresiz kaldım. Ama

sonra seni nasıl alt edeceğimi buldum.

Büyücü karanlık bir kahkaha attı.

- Ne yazık o insanlara ki aramızda kaldılar.

Mustafa BÜÇKÜN

http://yinesabaholmus.blogspot.com/

Page 22: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

22

YAĞMURLAR Yılların yorgunluğu bir anda omuzlarına vurdu. Dik tutamıyordu onları, sonra gözlerine geçti uyuşukluk. Yürüyordu ama gözlerinin üzerini usulca örttü, daha fazla karşı koyamadığı göz kapaklarının ağırlığı. Gördüğü parlayan güneş ve yerde yatan babası… İrkildi, yoluna daha kararlı bir adım atarak devam ederken aklına babası öldüğünde havanın yağmurlu olduğu geldi ve küçükken babasının ‘’oğlum, nerdesin Benito? ’’ diye bağırışı. Babasının öldüğü gün yaşananlar ve sırılsıklam oluşu aklında geziniyordu ki gözü bir sokak köpeğine takıldı. Bakımsız, seyrek sarı tüylü ama kendinden emin yürüyen hayvan, adımlarını ona hizalamıştı sanki. Artık bir yol arkadaşı vardı ve yol arkadaşına bakarak eski bir dostu özlemiş edasıyla sırıttı;

- Sen de mi çağırıldın Güneş?

Hayvandan hararetli bir ses gelince de ondan bir tepki beklemiyormuş edasıyla;

- Demek ismini sevdin. Ayrıca nedenini söyleyeyim; o adamı elimden kaçırdığım için çağrılıyorum büyük ihtimalle.

Sözünü bitirdikten sonra köpek daha bir hareketlendi, anlamlı anlamsız hareketler yapıyor, aniden hızlanıp yoldaki çöpleri kontrol ediyor, bir şey bulamayınca da askeri geçit havasında yürüdüğü hizaya geri dönüyordu. Hayvanın hareketlerine değil de onu izlerken karıştırdığı çöplere odaklanmıştı gözleri. Keyfinin yerinde olmamasından olsa gerek açlığını hissetmemişti, çöpler arasındaki yemek artıklarını görene kadar. Bakışlarını hayvana çevirdi, baştan aşağıya süzdü onu. Hayvanın da kendisi gibi aç olduğunu ve anlayamadığı bir şekilde köpekle kader birliği içerisinde olduğunu düşündü.

Gecenin en karanlık zamanıydı sanki. Sokak lambaları yolları zor aydınlatıyordu. İnsanlar evlerine çekilmiş, belki de mutlu bir aile tablosu içerisinde kendi rollerini oynuyorlar, güzel günlerden bahsediyorlar, neşeli şarkılar söylüyorlardı. Yine hayallere dalmıştı. Kardeşleri varmış gibi bir aile yemeği düşündü ama hayali bile zor oluyordu. Çünkü annesini hiç görmemişti ve kardeşi de yoktu pardon öz kardeşi hiç yoktu. Kendisinden iki yaş büyük üvey abisini ne çabuk unutmuştu hâlbuki babası her şeyini ona bırakmıştı hatta mevkisini bile. Şimdi de kardeşi tarafından çağırılıyordu. Hayatının sonu gelmişti yani, sevimli hayvan da bunu anlayıp ona iyi davranıyordu sanki. Üstelik köpekleri hiç sevmezdi küçüklüğünden beri…

Babasının ölümünden sonrasını düşündü. O kadar olaylar atlatmıştı ki bu kadar basit bir olaydan dolayı çağırılmasını sindirememişti. Her şey bu kadar kolay mı bitecekti? Ama elinden bir şey gelmezdi. Ailesi ne olacaktı? Bu yol hayatının sonuna gidiyordu belli ki. En azından hayatında geçirdiği güzel günleri düşünmek istedi. Aklına babası geliyordu o güzel günlerde. Babası ona fazla zaman ayırmazdı ama bazı pazar günleri gezmeye giderlerdi, nadiren de sinemaya. Babasının adamları hep uzaktan izlerdi onları. Kendine oyun edinmişti. Hangi adamlar onları izliyor diye tahminde bulunurdu. Akşam eve geldiğinde bir şekilde öğrenirdi, tahmininin doğru ya da yanlış olduğunu. O pazar akşamında misafirleri de olurdu yemekte. Genelde kendi yaşıtı çocuk olmazdı. Zaten uykusu erken gelirdi o akşamlar çünkü bütün günün yorgunluğu onu yatağına çağırırdı ve günün finali de babasının anlattığı bir

Page 23: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

23

mafya hikâyesi olurdu. Yaşıtları mutlu sonlu, çocukça hikâyeler dinleyip uyurlarken, babasının hikâyelerinde bir çocuğa anlatılmaması gereken her şey vardı ama o hikâyeleri dinlemeyi çok seviyordu. Hikâyelerin temel özelliği de kahramanın olayın sonunda ölmesiydi. ‘’Mutlu bir ölüm ama mutsuz bir hayattan sonra’’ babası böyle derdi. Onunda başına gelen ölüm acaba mutlu muydu diye içinden geçirdi, yol arkadaşıyla karanlık yolda ilerlerken. Köpek sanki onu rahatlatmıştı, belki de aklından geçenleri de okuyordu hayvan ve asıl önemlisi yalnız olması gereken yerde ona arkadaşlık ediyordu. Ama bir gerçekle yüzleşmeliydi artık varlığının sonuna gelmişti.

Farklı ses tonlarında havlamalar duydu. İstem dışı olarak yanındaki köpeğe baktı ama ilk anda onu fark edemedi. Karanlık sokakta sesin geldiği yere bakınca yol arkadaşının üç tane köpeğin arasında bir it dalaşının içinde olduğunu gördü. Güneş (köpeğe bu ismi takmıştı) diğer köpeklerden güçsüz dursa da onlara var gücüyle karşı koyuyordu. Hayallere fazla dalmış olmalıydı. Çevresinde olup bitenleri bu kadar geç algılamazdı normalde. Öleceğini düşünmesi onu kişili ğinden uzaklaştırmıştı besbelli.

Saldıran köpeklerden birinin grubun lideri olduğu anlaşılıyordu, siyah renkli ve diğerlerinden daha iriydi. Liderleri güneşin üstene atıldı ve onun boynuna bir hamle yaptı. Diğer köpekler Güneş'in dikkatini dağıtmış olmalıydı ki siyah köpeğin gelişini fark etmemiş gibi düşmanının hamlesine karşılık veremedi Güneş ve derin bir yara aldı ama siyah köpek yakınındayken o da kendisine yapılan hamlenin aynısıyla cevap verdi. Siyah köpeğin boynunu yakaladı. Dişlerini hayvanın boynuna öyle kenetlemişti ki siyah köpek acı acı uludu diğer iki köpek bu durumdan dolayı bir adım geri attılar. Güneş hayvanın ağzında can vermesini bekledi ve siyah köpeğin cansız bedenini, diğer iki köpeğe meydan okurcasına onların önüne attı. Güneş kazanma imkânı olmayan bu dövüşte bir adım bile geri atmıyordu. İki köpekte cesaretini toplayıp güneşin üzerine atlayacağı sırada iki el silah sesi duyuldu şimdi yerde üç tane cansız köpek bedeni vardı.

Yol arkadaşını bu umutsuz durumdan kurtarmıştı ama Güneş kötü yaralanmıştı, boynundaki sarı tüyleri her saniye kırmızı renk alıyordu. Buna rağmen köpeğin gururunda bir eksilme yoktu. Umutsuz bir anında bile kaderine boyun eğmemişti. Bir an gözleri doldu. Hayat Güneş'ten yavaş yavaş çekiliyordu. Gözlerinden akan bir damla yaş ona güç verdi. Özgüvenin yerine geldiğini hissetti, bu karışık duygular içerisindeyken. Şimdi bir şeyden emindi; Güneş ölmüştü. Hayvan hareket etmeden yerde yatıyordu.

Hayvanın boşuna ölmediğini biliyordu. Şimdi daha da güçlüydü. İçinde, kaderine başkaldırma isteği öyle büyüdü ki bütün dünyayı karşısına alabilirdi bu köpek sayesinde. Kişili ğinin ona geri bahşedildiğini düşündü ve gülümseyip gökyüzüne baktı. Sanki gecenin karanlığında güneşi arıyordu. Onu bulmuş gibi gülümsemesi bütün yüzüne yayıldı. Yaşamı için bütün gücüyle savaşmalıydı. Her ne pahasına olursa olsun kardeşinin bu haksız kararına boyun eğmeyecekti. Aklına ilk gelen plan karısını alıp buradan uzaklaşmaktı. Çocuğunu da yıllardır görüşmese de dünyadaki en çok güvendiği arkadaşı olan Vitale’ye bırakacaktı. Vitale’nin, çocuğuna iyi bakacağına emindi.

Kafasında planı oturtmuştu ama yıllardır yaşadığı bu yerden ayrılmadan önce arkadaşlarına anlatırken ölmek istediğim yer dediği yamaca son defa gitmeliydi. Karısını aramalıydı o halde. Karısıyla beş yıldır evliydiler, bir erkek çocukları vardı. Adı Ceria’ydı, karısının ve

Page 24: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

24

Ceria’ya karşı sevgiden çok minnet duygusu hissediyordu. En zor anlarında tanışmışlardı, hayatını adadığı kadının ölümünün gölgesi üzerindeyken… O zor dönemleri birlikte atlatmışlardı. Şimdi de atlatacaklardı bu zor günleri diye aklından geçirdi. Çocuğuna gelince adı Rupert’ti küçük yaramazın, babası tarafından nasıl yetiştirildiyse Rupert’i de öyle yetiştiriyordu. Hatta babasıyla geçirdiği zamandan daha fazla zaman geçiriyordu Rupert’le. Bazen poligona bile götürüyordu onu. Yaşı için iyi nişancıydı küçük çocuk. Çocuk bedenine hapsedilmiş bir yetişkin gibi davranan Rupert’in sağlam bir karakteri vardı. Bu yüzden onu çocuk olarak nitelendirmek yanlış olabilirdi. Yetişkin insanlar gibi davranır ve konuşurdu küçük çocuk buda hoşuna giderdi Benito’nun.

Telefonunu cebinden çıkardı, Ceria’yı aradı. Telefon çalarken kafası hâlâ karışıktı. Nasıl bir giriş yapacağını düşünüyordu. Telefona karısı çıktığında hazırlıksız yakalanmış hissetti. Kafasındaki düşünceler rüzgârda savrulan bulutlar gibi kaybolmuştu. Biraz ciddi bir sesle;

- Yarım saate kadar hazır ol buradan ayrılıyoruz.

İkisinin de kalp atışından başka bir şey duyamadığı bir sessizlik oldu. Telefonun ucundaki Ceria kendini toplamış olacaktı ki şaşırmış bir ses tonuyla;

- Bir açıklama yapmadan bana buradan ayrılmamız gerektiğini söylüyorsun. Buradaki düzenim ne olacak? Hadi beni düşünmediğin açık ama tam büyüme döneminde olan Rupert ne olacak? Okula daha yeni yeni alışmıştı zaten…

- Ceria bana güvenmelisin tehlike içerisindeyiz. Burada bize bir yaşam yok artık o yüzden ayrılıyoruz Rupert’i de bir süreliğine kimsenin bilmediği bir arkadaşına bırakalım daha sonrası içinde Vitale ona göz kulak olur.

- Seninle evlendiğim gün böyle bir şeyin başıma gelebileceğini söylemişlerdi bana, onlara inanmamıştım…

- Telefonda daha fazla uzatmayalım, dinleniyor olabiliriz. Küçük bir valiz hazırla ve kasamdaki tüm paraları al. Ben gelene kadar içeriye kimseyi alma.

- Durum o kadar ciddi demek. Bu arada Rupert evde değil halamda. Sabah halama uğramıştım biraz vakit geçirmek istedi orada. Ben de ‘’akşam gelip alırım o zaman.’’ dedim.

- Tamam, Vitale onu oradan alır. Yarım saate kadar görüşürüz.

Telefonu kapattı. Arabasına yöneldi hızlı adımlarla. Ceria’yla konuştuğunda aklında uzun zamandır yer edinen bir şüphe tekrar belirdi. O şüpheyi kafasından atmalıydı ne de olsa karısı onunla buradan uzaklaşmayı seçmişti. Şüphelenmesini gerektiren bir durum olsa gelmek istememesi, en azından diretmesi gerekirdi. Aklındaki yerine geri yolladı o şüpheyi. Az kalsın unutuyordu can dostu Vitale'yi aramalıydı. Ona kafasındakileri anlatmalıydı yani kurduğu planı…

***

Page 25: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

25

Yaşlanmış sakallarını tıraş etmeliydi. O beklediği gün bugündü belli ki. Öldüğünde üzerinde siyah ağırlıklı bir takım elbise vardı. Bugün daha açık renkli giyinebilirdi. Yıllardır yakın olmadığı oğlu neler düşünecekti? Asıl önemlisi nasıl bir tepki verecekti? Onun doğduğu günü hatırlıyordu. Bir anda yıllanmış hatıralar ona gerçek bir film tadında sahneler sundu. Hastane odasındaydı, küçük Benito annesinin kucağında bütün hastaneyi inletebilecek şekilde ağlıyordu. Gözü Benito’ya değil de çocuğu elinde tutan doğumdan çıkmış olmasına karşın güzelliğinden bir şey kaybetmemiş sarışın kadına takıldı. O kadına tekrar âşık olmuş hissine kapıldı ama kadının görüntüsü gitgide bulanıklaşıyordu. Hastaneden uzaklaşıyordu hatıraları…

Bir kayanın gölgesine sığınmıştı güçlü kuvvetli adam o güneşin alnında. O kadar güçlü vücuduna sanki bir şeyden korkuyormuş gibi durmak yakışmıyordu. Belli ki adamın bir derdi vardı. Sanki kendinden nefret ediyordu adam; ellerinden, kollarından, düşüncelerinden… Gözlerinden anlaşılıyordu, geçmişten bir beklentisi vardı. Evet, geçmişten değişmesini istediği bir anısı vardı mutlaka. Adamın düşünceleri önünde oynayan bir film gibi akıcıydı ve adam kendi kendine konuşuyordu ama her söylediği kelime sanki kafasında yankılanıyordu. ‘’Bunu başarmalıyım,‘’ diyordu adam. Birkaç kez tekrar etti buna daha sonra gözyaşları damla damla içine aktı. Üzüntüsü dışa vurmuştu. O heybetli, güçlü adam küçücük olmuştu, yerin dibine girmek ister gibi. Ağlıyordu kendini zorlayarak, böyle davranarak affettirmek istiyordu birine kendini belki de kendine…

Gülüşen insanlar vardı kafasında nedensiz yere gülüşen insanlar… Adamın düşünceleri çok karışıktı vazgeçti daha fazla adamın düşüncelerinde gezmeyi, belli ki adam doğduğundan beri oluşan tüm çelişkilerini aklından geçiriyordu. Bir çözüm arıyordu ama yaralarını deşmekten başka bir şey yapamıyordu. Kendini hiç önemsemeden, sanki hayatının sonuna gelmiş gibi yaşadığı çarpıklıkları aklına getiriyordu. Adam derin bir nefes aldı gökyüzüne baktı sanki güneşin güzelliğini tekrar keşfediyormuşçasına gözlerini ona dikti, gülümsedi ‘’İşte bunları bilmeni istiyordum.’’ dedi. Çok şaşırmıştı başından beri izlediği adam kendiydi. Gözlerini açtı. Kendini yerde buldu. Bir şekilde yere düşmüştü, bu hayalleri görürken herhalde. Kolunu da yaralamıştı ama acısını hissetmemişti, yarayı görünceye kadar. O kadar gerçekçiydi ki gördükleri, etkisini üzerinden atması zor oldu. O adam kendiydi emindi bundan. Geçmişte unuttuğu anılarından biriydi belki de gördükleri…

Oğlunun yaşlarındayken kötü şeyler yaşamıştı. Zayıf insanların yaşamlarını sonlandırabilecek şeylerden ama yaşadıkları onu hayatta daha çok cezalandırmıştı ve yaptığı yanlış seçimlerin de bunda payı büyüktü. Kendini topladı, giyindi, üstüne çeki düzen verdi. Tekrar düşüncelere daldı. Beklediği gün geldiği halde sıradan günlerde hissettiği gibi hissediyordu. Bu gün için fazladan yaşamıştı öyle kurmuştu kafasında ama bir şey eksikti yoksa o gün bu gün değil miydi?

***

Page 26: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

26

Kendine en az güvendiğinde araba kullanıyor olurdu. Bu duruma rağmen arabasını şaşırtacak şekilde eve hızlı getirmişti. Uygun bir park yeri bile kollamadan arabayı gelişi güzel olarak durdurdu. Dışarıya sezdirmediği aceleci bir tavırla evine girdi. Ceria onu kapıda karşıladı. Kadın onu yıllardır bekliyormuş özlemiyle sarılınca o da karşılık vermek zorunda kaldı ve Ceria’nın kulağına fısıldadı;

- Merak etme bir şey olmayacak. Topla kendini fazla zaman kaybetmeyelim. Hem mutsuz görmeyeyim seni uzun zamandır görmediğin ama sevdiğin bir yere götüreceğim.

- Tamam, sadece seni beklerken biraz gerildim. İyiyim şimdi, nereye gidiyoruz bakalım?

- Zeytinler ne durumda bakmam lazım belki bir daha göremem orayı…

- Demek yamaca gidiyoruz o ağacı baban ekmişti dimi o yüzden seviyorsun bu kadar?

- Evet, ama o yüzden sevmiyorum orayı neyse fazla oyalanmayalım.

- Tamam, ama benim bir arama yapmam lazım. Bir arkadaşıma söylemeliyim yarın için bir planımız vardı. Kendisine çok ayıp olacak.

- Kimsenin gittiğimizi bilmemesi daha yararlı olur, artık telefona ihtiyacımız yok. Ben şu kasaya son defa bakıp geliyorum sen arabaya geç istersen.

Genç kadın dışarıya doğru çıkarken aklının uzak köşesine yolladığı şüpheler eyleme geçmişti resmen. Koşar adımlarla odasına çıktı. Odanın penceresi arabayı görüyordu. Karısı arabaya gitmemişti henüz. Kafasındaki şüpheler artarken kasaya yöneldi. Kasanın gizli bölmesinden babası öldüğünde babasının üzerinden aldığı silahı aldı ve pencereye tekrar yöneldi. Karısının koşar adımlarla arabaya gidişini izlerken silahı beline taktı evin kapısına gitti hızlı adımlarla.

Yolda neredeyse hiç konuşmadılar. Ceria sanki yolları ilk defa görüyormuş gibi dışarısını izliyordu. Benito planını tekrar gözden geçirdi. Unuttuğu bir şey yoktu. Araba kullanmak nedense bu anlamlı yolcukta hoşuna gitmişti. Nedeni de son olmasından olabilirdi. Bir defasında babasından araba kullanmasını öğretmesini istemişti. Düz toprak bir arazideydiler ve altı veya yedi yaşlarında olmalıydı. Babası onu kucağına oturtup, direksiyonu toprak yoldaki lastik izlerini izleyecek şekilde kullanmasını söylemişti. O da babasının dediğini tam anlamıyla yapmış olmalıydı ki babasından övgü almıştı. O gün araba kullanmak çok hoşuna gitmişti daha sonraları bundan pek hoşlanmasa da…

Ceria’ya döndü ve muhabbet açabilmek için bir konu arıyormuş gibi görünmüş olmalıydı herhalde. Ceria onu kurtarmış edasıyla lafa girdi;

- Biz neden kaçıyoruz? Söylemeyecek misin?

- Üvey kardeşim ölmemi istiyor ama ben onla aynı fikirde değilim. (arabada kahkahalara neden olacak şekilde esprili bir dilde söylemişti.)

- Hani babana birbirinizi koruyacağınıza söz vermiştiniz. Bana binlerce kez anlattığına göre…

Page 27: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

27

- Ben uzun süredir babamı göremiyorum eğer mezarından çıkıp seninle konuşuyorsa bize de söyle babamın neler düşündüğünü.

- Çok komiksin gerçekten.

Konuşma daha uzamadan ikisi de eski hallerine döndü. Hala Ceria’ya güvenemiyordu nedense o yüzden de ona her şeyi anlatmak istemiyordu. Bazen nedensiz yere birine karşı güvensizlik hissedersiniz ya tam olarak o durumu yaşıyordu, yamaca giden toprak yola girerken…

***

Arabaları kimsenin göremeyeceği şekilde ormanın içine bırakmışlardı üç araba dolusu adam ve patronları olduğu anlaşılan siyah paltolu adam sabırsız gözlerle izliyordu onları. Bir ses duyuldu diğerleri gibi siyah renkli koyu camlı başka bir araba gelmişti. Araba durunca içinden aynı anda dört adam indi. Arkada oturan iki adam yanlarında getirdikleri çocuğun iki kolundan tutarak patronlarının yanına getirdi.

- Çocuk yalnızdı patron kimse görmeden halettik.

- Pek inanılacak bir şey değil ama çocuk burada olduğuna göre sizinde doğru yaptığınız şeyler varmış demek.

Adamlar bu kısa konuşmadan sonra diğer adamların yanına gittiler. Patronları bir el işaretiyle dağılmaları emrini verdi ve kendiside diğer adamları gibi saklandı. Herkes yerini almıştı sanki bir doğum günü sürprizine hazırlanır gibi…

Bu yerin babası için bir anlamı vardı. Üvey kardeşini burada öldürmekte bu yüzden anlamlı olacaktı. Babası hep Benito’yla ilgilenirdi. Sanki sadece o varmış gibi, o gerçek oğluydu bu yüzden olmalıydı bu ilgisi… Ama babasına saygısı çok büyüktü. Aslında oda gerçek babası değildi. Yıllar önce sokaklardan kurtardığı, bu oğlunu öldürecek olan adamı çocukken evlatlık edinmişti. Buna rağmen vasiyetinde Benito’ya istediğini bırakmadı. Her şeyini üvey oğluna bırakmıştı. Yaklaşan bir araba sesi kafasındaki bu düşünceleri birden uzaklaştırdı. O ana odaklanmıştı artık.

***

Neredeyse varmışlardı elleriyle diktiği zeytin ağacının bulunduğu yamaca. Camın yansımasından kendine baktı. Uzun zamandır yüzü bu kadar neşeli gözükmemişti herhalde. Bugün her şeye bir nokta konulmalıydı.

Bu kadar mesafe yeterliydi üvey oğlunun adamlarının onları fark etmemesi için. Yamacı görünce sevdiği kadın geldi aklına. Onunla bazı zamanlar burada buluşurlardı. O sarı saçları güneşin parlayan ışığında daha bir güzel olurdu ve zeytin ağacındaki zeytinler gibi kapkara

Page 28: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

28

gözleri… Hiç aklından çıkmamıştı ki bugün de çıkmadığı için memnundu yani öleceği gün. Yüzüne vuran güneşin ışığı giderek karardı…

Karanlık gecenin içinde gözünün içine giren sokak lambası, araba farı ışıklarına aldırmadan düşe kalka koşuyordu. Her kalp atışı sesinde, bacakları daha bir tutmuyordu vücudunu. Yere yaklaşıyordu bedeni her adımında. Zorda olsa üç beş adımda bir arkasını kolluyordu ve inanılmaz bir korku her yanından saldırıyordu. Arkasında canını alacak adam yavaş ama sert adımlarla yaklaşmaktaydı. Hisleri ona bir silah doğrultulduğunu söylüyordu. Aynı kandan bir silah… Birkaç el silah sesi duyuldu. Arkasındaki adam yanına geldi. Ölmekte olan bedenini adam kendine çevirdi. Kendini vuranı görmüştü. Bu yüz gençliğiydi.

- Bey ne oldu size kendinize gelin az sonra karşılaşacaklar.

Gözlerini açtı geçen gördüğü hayal gibi yine çok gerçekçiydi gördükleri. Vurduğu adamın içinden olayları görmekle kısa süreli şoka girmişti ama en güvendiği adamı onu kendine getirdi. Şimdi anımsıyordu abisini vurduğu andı bu ve daha önce gördüğü de kendisiydi pişmanlık içerisindeyken. Anlılar kendini tamamladı kafasında, artık eksik bir şey yoktu hatıra dizgisinde.

Zeytin ağacının bulunduğu yere baktı. Benito ve karısı, üvey kardeşinin adamları tarafından kuşatılmıştı…

***

Siyahlara bürünmüş adam Benito’ya alay eder gibi bir bakış attı ve ona çocuğunu göstererek;

- Çocuğunuz olmadan nereye gidiyorsunuz? Nasıl anne babasınız siz?

- Ancak senin gibi biri çocukları rehin alır.

Benito sinirlendiğini sesine yansıtmıştı.

- Kızma kardeşim nede olsa son dakikaların. Hem çocuğa yanlış örnek olma. Ha pardon yanlış örnek olsan da bir şey değişmez. Onu da sizle yollayacağım nasıl olsa, yalnız kalmasın buralarda.

- Babam her şeyi sana bıraktığı halde hala ne istiyorsun? Ona ne söz verdiğimizi çabuk unutmuşsun.

- Babama bir söz vermiş olabilirim ama senden küçüklüğümün öcünü almalıyım. O seni benden daha fazla sevdi ve bunu da sana bir iyili ğim olarak düşün. Ona kavuşturacağım seni.

- Senden merhamet dilenecek değilim.

Benito aklındaki düşüncelerin ağzından dökülmesini nedenini bilmediği halde engelliyordu. Üvey kardeşinle konuşmasının anlamsız olduğu açıktı. Küçüklüğünden beri kafasına koyduğunu gerçekleştirmeye odaklanırdı kardeşi. Sonucu ne olursa olsun, sonuca nasıl ulaşırsa ulaşsın önemli değildi onun için. İstediğini alırdı her zaman…

Page 29: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

29

Küçüklüğünden bu yana tek başınayken izleniyor hissine kapılırdı. Tek başına olmamasına rağmen şimdi de böyle hissediyordu. İçini rahatlatan Vitale’nin onu izliyor olması fikriydi. Yinede dışarıdan izleyen biri durumunun umutsuz olduğunu düşünebilirdi, Benito’nun inatçı yapısını bilmeden.

Abisinin yüzünü bir gülümseme kapladı. Kardeşine daha nefret dolu bakarak;

- Bu kadar muhabbet yeter. Ceria bu tarafa gelebilirsin artık.

Kadın Benito’nun yanından ayrılıp Siyahlı adamın yanına koşar adımlarla gidiyordu ki, Benito elini havaya kaldırdı. Yamacın eşsiz manzarasında birçok silah sesi yankılandı. Siyahlı adamlara çalılıklardan mermi yağıyordu. Abisi adamlarının yarısı kaybetmişti. Benito kendine siper edebileceği bir çalılık buldu ve oradan abisi ve adamlarına ateş ederken Ceria hakkındaki şüphelerinin doğru oluşunu ve planını ona göre kurmasındaki haklılığını kafasından geçirdi.

Vitale ve adamları çalılıklardan çıkıp görünür bir biçimde çatışmaya başlamışlardı. Siyahlı adamın sadece iki adamı kalmıştı yanında ve yüz ifadesinden çok zor bir durumda olduğu anlaşılıyordu ama çocuk hala yanındaydı.

Benito ve oğlu bir an göz göze geldiler. Babasından aldığı izinle Rupert cebinden küçük bir silah çıkarttı. Amcasına fark ettirmeden iki el ateş etti küçük çocuk ve amcasının iki adamını da göğsünden vurdu. Siyahlı adam olayı anlayıp çocuğa döneceği sırada şaşkınlığından faydalanan Benito üvey abisini bacağından vurdu. Acısından haykıran adam yere düştü ve başında küçük bir gölge hissetti. Rupert amcasının başına silahını dayamıştı.

Yamacın denize bakan kısmından yankılanan bir sesle, yanında adamlarıyla beraber yaşlı bir adam az önce çatışmanın olduğu alana girdi. İlk önce kimse adamın ne dediğine aldırmamıştı. Oda bunu fark etmiş olmalıydı ki tekrar etti. ‘’Verdiğiniz sözü böylemi tutuyorsunuz?’’

Benito ilk bakışta adamı yanlış birine benzettiğini düşündü ya da düşünceleri saçmalıyordu. Bugün çok hayal kurmuştu, bu adam da özlemlerinin oluşturduğu bir hayaldi besbelli. Elinin titremesinden silahı zor tutuyordu Benito. Yaşlı adamın gözünün içine baktı. O anda gözünden tutamadığı bir yaş yanaklarında bir ürperti uyandırarak, çenesinden yere aktı Benito’nun. Yaşlı adam göz göze gelmek istemiyordu anlaşılan gözlerini kaçırıyordu. Cesaretini toplamış göründü, birkaç nefes alıp verme zamanından sonra ve Benito’ya dönerek;

- O gün ölmedim oğlum.

Benito içinde nefret, merak ve bunca yıllık özlemin son bulmuşluk hissiyle yaşlı adama cevap verdi soğukkanlı bir ses tonuyla.

- Ben senin düşmanın değildim. Bana niye böyle bir şey yaşattın. Her şeyi şu zavallıya bırakırken benden her şeyi aldın. Beni cezalandırmak falan mıydı niyetin? Yaptığım bir şeyde yok ama…

- İnan bana böyle bir şeye ihtiyaç vardı. Her şeyi açıklayacağım fakat bu yaptıklarım sana karşı değil en başta bunu bilmeni isterim. Her şeyi babandan nefret etme diye yaptım.

Page 30: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

30

- O yüzden de bana hiçbir şey bırakmayarak hakkımı da benden aldın. Yoldan belden bulup evlat edindiğin adam yıllarını verdiğin işlerini sağa sola hibe ederken. Sana olan sevgimden bırakamadım mafyayı. Hatıranı yaşatabilmek için savaştım ama her şey boşmuş anlaşılan bir sokak çocuğu daha değerliymiş gözünde.

- Bende senin çalıştığın kadar babam için çalıştım. Benim hakkım olmasına rağmen abim istedi her şeyi. Elimden geldiğince karşı çıkmadım. Ne de olsa bizdik ben-sen değil, diye düşündüm. Para hırsı paranoyak yapmıştı abimi. Diğer mafyaların dolduruşuna geldi ve bana suikast düzenlettirdi, onun yerinde gözüm varmış diye. Şans eseri kurtuldum ölümden kimin yaptırdığını da öğrenince, öldürdüm onu hiç düşünmeden. Ama çok vicdan azabı çektim sonra, dışarıdan ne kadar güçlü dursam da içerde o kadar zayıftım. Bende böyle vicdanımı rahatlatmaya çalıştım…

- Anlamadığım şey yaptığının abinle ne alakası var?

- Üvey abin, o sokak çocuğu dediğin adam aslında; kuzenin böylece vicdanımı temizlemeye çalıştım…

Rupert babası ve yaşlı adam arasındaki konuşmayı can kulağıyla dinliyordu. O kadar kaptırmıştı ki kendini silahını indirmişti. Yanında duran siyahlı adam da Benito’yu öldürmek için yeteri kadar sebebi varken, birde tanımadığı babasının öcünü almak istemesiyle, bir süredir durulmuş olan alan o çatışma haline geri döndü. Üvey kardeşi belinden çıkardığı silahı Benito’ya ve yaşlı adama doğrultarak silahta kurşun kalmayıncaya kadar ateş etti. Kurşun seslerine gök gürültüsü eklendi bir anda ve oradaki herkesi sırılsıklam yapacak şekilde yağmur yağmaya başladı. Babası ve dedesini yerde kıvranırken gören Rupert, amcası ona hamle yapacağı sırada kendini toparladı ve küçük silahını ateşledi. Az önceki çatışmadan kalan bedenlere bir tane daha eklenmişti…

***

Tablolara bakmayı çok seviyordu küçük çocuk, Rupert’te onu izlemeyi. Rupert sanat meraklısı olarak yetiştirmek istediği çocuğuna baktı ve önünde bulundukları tabloyu göstererek ‘’Bu tablo neyi anlatıyor?’’ diye sordu. Küçük çocuk, yaşlı profesör edasıyla incelemesini tamamladıktan sonra gülümseyerek ‘’ölümü’’ dedi.

- Peki, ölünce ne olur?

- Mezara girersin.

Küçük çocuk büyükçe laflar ettiğinin farkında olarak konuşuyordu.

- Mezara girince ne olur?

- Islanırsın tabii ki baba.

- Islanmak ha (Rupert kendini tutamamış oğlunun söylediğine gülmüştü.) Nasıl ıslanırsın mezardayken?

Page 31: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

31

- Baba sende biliyorsun topraktan geçer su, bide şemsiyen yoktur orda. Çok üşürsün.

Rupert tam olarak cevabını almış gibi oğluna gülümsedi. Aklına babasıyla geçirdiği güzel vakitler gelmişti. Onu kaybedeli yirmi yıl kadar olmuştu ama hala içinde bir umut vardı. Eve gidip beklese, bir gün çıkıp gelecekti sanki. Öldüğü günde öyle olmamış mıydı? Dedesi çıkıp gelmişti hem de babası onu ölü zannederken. Aklından uzaklaştırdı bu düşünceleri nede olsa yirmi yılı bunu düşünerek geçmişti.

Telefonu çaldı. Oğluna dışarı çıktığını ve onu orada beklemesini işaret ederek dışarı çıktı. Telefonu açtı. Soğuk bir ses karşıladı onu;

- Patron, annenizi kaybettik başınız sağ olsun…

- Nasıl olmuş? Hastanede değil miydi?

- Patron kalp krizi geçirmiş. Müdahale etmişler ama bir yararı olmamış.

Telefonu kapattı Rupert. İnsanların ölüm haberlerini duyunca hiçbir şey hissetmezdi. Şu anda da bir şey hissetmedi. Acısı uzun vadede çıkardı. Böyle bir acıya dayanmakta insanı çok yıpratıyordu. Başka insanlar bu haberi alsa ne hisseder diye düşünüp içini acı kaplamasına izin verdi. Annesiyle uzun zamandır konuşmamıştı. Babası öldükten sonra ondan soğumuştu sanki. O gün annesinin amcasından yana olup babasına ihanet etmesi, aklının bir köşesinde kendine yer edinmişti ve gitmeye de niyeti yoktu. Bu yüzdendi ona soğukluğu. Bu olayı annesine sorunca da cevap alamamıştı ve annesinin bu suskunluğu, olayın tamamen onun düşündüğü gibi olduğunu gösteriyordu.

Rupert sergi salonuna girdi. Küçük çocuk tabloların sergilendiği odada kendine bir köşe seçmiş ve oradan insanları gözlemliyordu. Kim bilir aklından neler geçiyordu oğlunun. Masum düşünceler ve sınırsız hayal gücü diye geçirdi aklından. Oğluna yaklaştı, çocuk onu fark etti ve heyecanlı bir şekilde;

- Baba nerde kaldın? Tek başıma olmaktan çok sıkılıyorum.

- Önemli bir telefondu, cevaplamam gerekiyordu.

- Ben sıkıldım artık buradan gidemez miyiz?

Rupert kafasını evet anlamında salladı. Salondan ayrılıp arabalarına yöneldiler. Annesinin öldüğünü çocuğuyla paylaşmamaya karar verdi. Onu eve bırakır ve cenaze törenine katılırdı. O halde arabayı hızlı kullanmalıydı ne de olsa uzun bir yolu vardı törene katılabilmek için.

***

Uzun zamandır bu kadar arkadaşını bir arada görmemişti Vitale. Onlarla eski günleri konuşmak, dışarıdan bakılınca güzelmiş gibi dursa da acı veriyordu gerçekten. Yitirilenleri hatırlamak, zamanın gerisinde kalmış olduğunu kabullenmek; yaşlı ve aksi bir adam için zor şeylerdi. Cenaze töreni kalabalıklaşmaya başlamıştı ve Vitale birini bekliyormuş gibi ikide bir

Page 32: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

32

saatini kontrol ediyordu. Arkadaşlarından ayrıldı. Kalabalıktan biraz uzaklaştı, saatini tekrar kontrol edecekti ki kızının ona doğru yöneldiğini gördü. Kızına sitem barındıran ses tonuyla;

- Nerde kaldı bu adam?

- Birazdan gelir baba, az önce konuştum.

- Çocuğu getirmiyor değil mi? Küçük bir çocuk için uygun bir yer değil burası.

- Getirmiyor baba, defalarca söylediğin gibi.

Genç kadın lafını bitirmişti ki ikisi de araba sesi duyup, sesin geldiği yere doğru yöneldiler. Siyah bir araba gelmişti cenaze törenin yapıldığı alana. Araba gelişi güzel park edildi ve içinden Rupert indi. Rupert törene gelen insanlarla tek tek selamlaşırken birçok göz üzerindeydi, farkındaydı bunun. Kalabalıkta gözleri karısını aradı. Uzakta duran yaşlı adam gözüne çarptı. Vitale’idi bu, yanında da karısı ona bakıyorlardı. Yanlarına gitti, ağzını açamadan Vitale lafa girdi;

- Nerdesin insanlar ikide bir seni soruyorlar?

- Şehir dışındaydım anca gelebildim. Eave uğradım oda var.

- Çocuğu getirmedin değil mi?

- Yok, getirmedim eve bıraktım onu. Sen bana bir şey diyecektin ne zaman konuşacağız?

- Cenaze merasimi yapılsın şimdi yeri ve zamanı değil, kafanı topla hem.

Rupert genç kadına döndü. O sırada genç kadın Rupert’in koluna girdi. Tören alanına ilerlediler ve törenin başlamasını bekleyen kalabalıkta yerlerini aldılar. ‘’Ölüm gerçektende mezara girmekmiş’’ dedi. Rupert içinden, aklına bugün oğlunun söyledikleri gelmişti…

Tören bitmişti. İnsanların bir kısmı alanı terk etmişlerdi bile. Rupert Vitale’yi bulmalıydı. İhtiyarın söyleyecekleri vardı nede olsa. Tören alanın dışına doğru çıkıyordu ki yaşlı adamın tören başlamadan önce, bıraktığı yerde olduğunu gördü. Vitale de ona yöneldi. Yakınlarda gördükleri bir banka oturdular. Rupert meraklı olduğunu vurgular bir şekilde lafa girdi;

- Söyleyeceklerin babamla ilgili mi?

- Nerden anladın?

- Babamın en yakın arkadaşı annemim öldüğü gün bana bir şeyler söylemek istiyor. Sence konu ne olabilir.

- Bu kadar bizi biliyorsan, sana ne söyleyeceğimi de biliyorsundur.

- Yok, o kadar geliştiremedim henüz bu yeteneğimi o yüzden dinlemeye geldim seni.

Bu konuşma ortamda esprili bir dilin hakim olacağının habercisiydi ama Vitale sert bir şekilde asıl konuya girdi;

- Baban seni çok severdi, biliyosun.

- Evet.

Page 33: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

33

- Rupert ben konuşurken cevap bile vermezsen sevinirim çünkü bu konuşmayı yapmamı baban benden istedi. Ölmeden önce bir plan hazırlamıştı. O sırada söyledi bunu bana ve sana o planı anlatmamı istedi. O gün nedenini hatırlayamadığım bir şekilde sahilde yalnız oturuyordum. Sonra baban aradı durumu anlattı. Bana abisinin onu öldürmek istediğini söyledi. Genel anlamda zaten biliyordum ama iş ciddiydi bu sefer. Bana bir adres verdi. Senin orda olduğunu söyledi belki hatırlarsın sana gelip silah verdim. Sende çatışmada onun güvenini boşa çıkarmadın. Ama bunları biliyorsun zaten neyse baban Ceria’ya güvenmediğini söyledi o yüzden yamaca gidiyorum dedi, abisini oraya çekecekti. Bana da bulabildiğim kadar adamla onları pusuya düşürmemi söyledi. Bunları Ceria’nın öldüğü gün sana söylememi söyledi sonra bana. Annene kin besleme diye, ama bu düşüncesinin bir anlamı olmadı galiba sen zaten ona soğuk davrandın o günden beri.

Derin bir sessizlik yaşandı konuşmadan sonra, Rupert sessizliği bozarak;

- Teşekkürler Vitale daima bir dost ve baba oldun bana, artık gideyim malum daha vasiyet işleri falan var. Ben acele edeyim biraz diyorum o yüzden isterseniz siz baba kız zaman geçirin…

Rupert banktan kalktı. Annesini burada bırakacak olması ona bir anlam ifade etmemişti. Bakalım annesi vasiyetinde neler yazmıştı. Avukatını aradı. Ona vasiyet için geleceğini, yola çıktığını söyledi. Arabasına bindi gelirken kullandığından daha hızlı kullanıyordu arabayı.

***

Avukatın bürosuna geldi Rupert, içeri girdi. Avukatı da onu bekliyordu. Sessizliği uzatmadan avukat sözüne başladı;

- Vasiyetle ilgili bir probleminiz olmamalı çünkü anneniz her şeyini size bıraktı ve birde bu özel mektubu.

Mektubu Rupert’e uzattı avukat. Oda mektubu alıp açtı, bom boş bir mektuptu bu sadece bir cümle yazmıştı annesi ‘’Sandığın kişi değil baban, bunu benden bu şekilde öğrenmen kötü bir durum ama gerçek babanı sen öldürdün.’’

Onur ARSLAN

Page 34: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

34

ABİS’TE…

İkinci Kafilenin Gelişi

Haberi “standart akşam brifingleri”nden birinde aldık. On beş gün boyunca gelecek insanların

yüzlerini göremeyecek olmamıza rağmen okyanusun dibindeki yaşam alanında bin kişinin

daha aramıza katılacak olması güzel bir haberdi. Sonuçta aşağıda bir medeniyet kuruluyordu.

Kutsal ışığın parlamasıyla sabah olduğunu anladık. Geceyi nasıl geçirdiğimizden

bahsetmeyeceğim. Çünkü bunu tahmin ediyor olmalısınız. Heyecanlı bir bekleyişin uykuya

engel olması kadar insanlık tarihinde değişmeden kalabilmiş pek az şey vardır.

Sabah asansörün sesini duymamız çalışma alanlarına yönelmemiz ile eş zamanlı olarak

gerçekleşti. Okyanus zeminine yaklaştıkça gürültü garip bir hâl alarak mekanik bir arızanın

gerçekleşmek üzere olduğunu haber veriyordu. Asansör bir süre duraklamıştı. Daha sonra

tekrar çalışarak yerleşkenin girişine kilitlendi. Seslerden insanların inmeye başladıklarını

duyuyorduk. Girişe görece yakın bir çalışma alanına yaptığım bir ziyaret için bahane bulmak

pek zor olmamıştı. Asansörün sanki kapasitesinin üzerinde yolcu alarak aşağıya indiği gibi bir

düşünce uyandı beynimde. Yaklaşık on saat süren taşıma işlemi bittiğinde biz de odalarımıza

doğru yola koyulmuştuk.

Akşam brifinginde albayın surat ifadesinde bir anormallik vardı. Dayanamayıp bunu soran bir

yerleşimci sayesinde asansördeki mekanik arızanın nedeni de anlaşılmış oluyordu: Asansör

kapasitesi iki katına çıkarılmıştı ve ikinci kafile ile birlikte üçüncüsü de yerleşkeye

gönderilmişti. İndirme işlemi sırasında ufak bir mekanik arıza ortaya çıkmış ama albayın

dediğine göre bir daha oluşmaması için gerekli düzeltmeler gerçekleştirilmişti. Şaşkınlık ve

korku ile karışık albaya neden iki kafilenin birden gönderildiğini sorunca alaycı bir

gülümsemeyle bize karşılık verdi:

- Sadece hızlı bir şekilde bu işi tamamlayıp sizi kendi hâlinize bırakmak istiyoruz.

Bu konuşmanın ardından bir hafta boyunca rutin işlerimizi yapmaya devam ettik. Düzen

sağlanmıştı ve her şey tıkır tıkır işliyordu. Rehabilitasyon merkezindeki iki bin kişiyi neredeyse

unutmuştuk. Aradan yedi sıradan gün geçtikten sonra bir sabah çalışma alanlarına gitmek

yerine büyük meydanda toplanmamız söylendi. Tam bin kişi meydanda hazır bulunduğunda

bir görevli sararmış yüzüyle yeni gelenlerin rehabilitasyon sürecinin tamamlandığını ve

aramıza katılacaklarını söyledi. Uğultuyla karışık bir sesle karşılık bulan bu haberi

anlamlandırmakta güçlük çekiyorduk. Bizler bin kişi olmamıza rağmen on beş günde

tamamlamıştık bu aşamayı. Onlar iki bin kişiydiler ve bizimkinin yarısı kadar bir sürede bunu

Page 35: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

35

geçmeleri şaşırtıcı olmasının yanı sıra endişe vericiydi de. Uğultular koridordan ilk insanlar

görününceye kadar sürdü.

Bir karşılama komitesi görünümündeydik. Sanki daha önce hiç insan görmemiş gibiydik.

Koridordan ilk çıkanlar bizim gibi normal insanlardı. Kıyafetleri, vücut yapıları ve diğer tüm

özellikleri ile bizlere benziyorlardı. Önümüzdeki boşlukta sıraya geçmeye başladılar. Fakat

son yüz kişi insan görünümünden oldukça uzaktı. Askeri bir disiplinle yürümelerinin yanı sıra

oldukça iri yapılıydılar. Herkes toplandığında son gelenlerden biri güvenlik güçlerinden

uzaklaşmalarını istedi. Askeri birlik görünümündekiler hariç yeni gelenler de bizimle aynı

sıraya geçtiler. Kimse konuşmuyordu. Tanışma faslı ise hiç gerçekleşmedi. Güvenlikçileri

meydandan gönderen adam belli ki yetkili biriydi ve iki adamının omuzlarında yükselerek

alanda iyice görünür hâle geldi. Konuşması kulaklarımızda çınlayacak denli güçlüydü:

- Yerleşimciler, beni dikkatle dinleyin. Bundan sonra buranın yönetimi benim ve

adamlarımın sorumluluğundadır. Düzenin sağlanması ve korunması konusunda bizler

size yardımcı olacağız. Eğer kurallara uyar ve bunları delmeye çalışmazsanız sizlerle iyi

geçineceğimizi düşünüyorum. Yerleşkenin güvenliğini ve huzurunu bozanlar ise ağır

şekilde cezalandırılacaktır. Adımı bilmenize gerek yok ama İsa’nın doğduğu kasabadan

geliyorum. Bu yüzden bana Nasıralı diyebilirsiniz.

Konuşma ilk başta masum bir bilgilendirme gibi görülebilirdi. Ama öyle değildi. Sahte bir

peygamberimiz vardı artık ve Tanrı’nın krallığını yeryüzünde kurmak yerine okyanusun

binlerce metre derinliğinde kurmaya niyetlenmişti. Bunu idrak edebiliyordum.

Nasıralı uyduruk vaazını pek uzatmadı. Yaklaşık on dakika konuştuktan sonra dağılmamızı ve

odalarımıza çekilmemizi söyleyerek adamlarının omzundan indi. Geldikleri gibi askeri bir

düzende yürüyerek meydandan uzaklaştılar.

Kimse tek bir kelime bile etmedi. Başlarımızı savaş alanında yenilerek esir alınan askerlerinki

gibi önümüze eğerek odalarımıza sessiz bir şekilde çekildik. Akşamın nasıl olduğunu bile

anlamamıştık. Kutsal ışığın sönmesi ile gözlerimiz bilgisayarımızın holografik görüntü

modülünde albayın konuşmasını beklemeye başladık ama o konuşma asla gerçekleşmedi.

Kimse tek bir açıklama bile yapmadan üç bin dokuz yüz kişiyi ne olduğu belli olmayan küçük

ama güçlü bir orduyu yöneten bir çatlağın ellerine terk etmişti.

Ertesi sabah bizi uykularımızdan uyandıran, odalarımızda yankılanan bir ses oldu. Konuşan

Nasıralı’dan başkası değildi:

- Yerleşimciler, kalkın. Beni can kulağıyla dinlemenizi tavsiye ediyorum. Kalkış ve yatış

saatleriniz yeniden düzenlendi. Bunu enerji korteksine bakarak anlayabilirsiniz. Burayı

yaşanabilecek bir hâle getirmek için önümüzdeki birkaç ay boyunca çok sıkı

Page 36: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

36

çalışmamız gerekiyor. Bu doğrultuda haftalık iki gün olan izin günleriniz bir güne

indirilmiştir. Bunu bölüm bölüm düzenledik. Yeni gelen yerleşimcilerden beş yüz kişiyi

tarım sektöründe çalışmak üzere görevlendirdik. Hepimize yetecek şekilde bir yiyecek

stoku yapmak gerekiyor. Birazdan bilgisayarlarınızda yeni görev planlarınızı

göreceksiniz. Hepinize iyi çalışmalar diliyorum. Unutmayın, çalışmak, Tanrı’ya hizmet

etmektir.

Vaazını bitirdikten on saniye sonra yeni görev planlarımız bilgisayarlarımıza yüklendi. İki saat

fazladan çalışacaktım ama o gün izin günümdü. Yatağımdan hiç kalkmadan uyumaya karar

verdim. Ama içimdeki korku ve endişe uykuyu bedenimden uzaklaştırıyordu. Karanlık

günlerin başlamakta olduğunu hissediyordum. Bu hisler beni çok rahatsız ediyor, huzurumu

ve akıl sağlığımı bozuyordu. Uykuya geçemediğimden çalışıp kafamı dağıtmak için

laboratuara gitmeye karar verdim. Kalkıp duşa girdim ve "üniforma"mı giyerek odamdan

çıktım. Laboratuarın kapısına yaklaştığımda bir asker çalışma saatinde dışarıda ne işim

olduğunu sorunca ona izin günümde olduğumu ve canım sıkıldığı için laboratuara girip

çalışmak istediğimi söyledim. Aldığım cevap bir hayli canımı sıktı:

- Eğer izin gününüzde de çalışmak istiyorsanız korkarım ki önümüzdeki birkaç ay

boyunca izin yapmadan çalışmak zorunda kalırsınız.

Mesajı almıştım. Kurallar katıydı ve izin gününde çalışmak da yasaktı. Geri dönüp odamda

takılmaya karar verdim. Askere teşekkür ederek hızlı adımlarla oradan uzaklaşırken yolda bir

arkadaşımı gördüm. O da benim gibi izin günü olmasına rağmen çalışmak istemiş ama bir

asker tarafından aynı şekilde uyarılmıştı. Nasıralı hakkında da aynı çekinceleri paylaşıyorduk.

Bu yönetimin kısa bir süre içinde totaliter bir hâle geleceği ve hayatın her alanında bize

müdahale edeceğini düşünüyorduk. Görece uzun süren yürüyüşümüz sırasında potansiyel

önlemler konusunda önemli fikir alışverişinde de bulunduk. Ama en kısa sürede

uygulanabilecek en mantıklı çözüm albayla konuşmaktı. Bunu da odalarımızdaki

bilgisayarlardan gerçekleştirebilirdik. Arkadaşımla albaya durumu benim bildirebileceğimi

söyleyerek vedalaştım ve odama döndüm.

Odama girer girmez albaya ulaşmaya çalıştım ama tüm bağlantılar kopmuş gibiydi. Korkulan

olmaya başlamış görünüyordu: Ütopya, distopyaya dönüşüyordu…

İlker AYDIN

http://komuncusourtimes.blogspot.com/

Page 37: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

37

SÛR

1 Sıradan Bir Gün

Çocuk eve adımını atar atmaz koşa koşa banyoya gidince annesi şüphelendi. Yıkadığı

bulaşıkları bırakıp ıslak ellerini kuruladı ve banyoya doğru yürüdü. Kapıyı tıklattı. “Efendim anne…” dedi banyodaki çocuk. “Ne yapıyorsun bakayım orda? “Hiiiç.” “Çık bakalım dışarı.” “Ama anneee…” “Çık dedim!” Çocuk kilitlediği kapıyı açtı ve zoraki bir gülümsemeyle annesinin karşısına çıktı. “O elindeki ne?” dedi annesi, çocuğun sağ elindeki ıslak sarı şeyi göstererek. “Boru anne, hani müzik çalıyorlar ya, o borudan. Arsada buldum.” “Kaç kere söyleyeceğim sana yerde her gördüğün şeyi alıp eve getirme diye?” “Ama anne… Çok güzel bir şey bu. Hem sağlam da.” “A ğzına aldın mı onu?” “Yok, eve getirdim yıkamak için.” “At onu çabuk! Kim bilir kimlerin ağzı değmiştir ona.” “Bir kerecik üfleyeyim.” “Olmaz!” “Lütfen anne… Hem yıkadım da. Bir kerecik. Söz, sonra götürüp geri arsaya

bırakıcam.”

2 İki Gün Önce

Ayın arkasına saklanmış devasa uzay gemisinde önemli bir toplantı yapılıyordu.

Başkomutan Kartaron salonda toplanmış elli kadar komutana sesleniyordu: “Şu andan itibaren hepiniz savaş gemilerinize döneceksiniz ve her an hazır

olacaksınız. Ve her zamanki gibi savaş borumla size saldırı emrini vereceğim. İlk kez göreve katılanlar için tekrarlayayım. Savaş Borusu adını verdiğim bu cihaz aslında bir işaret cihazı. Uzayın neresinde olursanız olun, size ulaşmamızı sağlayabiliyor. Hareket zamanı geldiğinde nefesle çalışan cihaza üfleyeceğim ve gemilerinizdeki algılayıcılar alarm verecek. İşte o anda tereddüt etmeden istilaya başlayacaksınız. Anlaşıldı mı?”

Onaylama mırıltıları, durumun anlaşıldığını gösteriyordu. Kartaron sarı renkli cihazını alıp toplantıyı kapattı. Son hazırlıkları tamamlamak için odasına çekildi.

Page 38: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

38

3

Tüm saldırı gemileri, ana gemiden ayrılarak savaş düzenine geçmişti. Kartaron’un cihazı üflemesiyle gemilerine ulaşacak alarmı beklemeye başladılar. Acele etmiyorlardı, herhangi bir tedirginlik hissetmiyorlardı. Bu durum onlar için rutin ve oldukça basit bir işti. Daha ilk saldırıda Dünyalılar’ın düşeceği kesindi. Nitekim tek bir araçla koca bir ülkeyi yok etmek mümkündü. Gelişmiş kalkanlar Dünyalılar’ın kullandığı bütün silahlara karşı dayanıklıydı. Yani bu saldırı dünyadakiler için kıyamet olacaktı. Onlar için ise küçük bir fetih.

* * * Kartaron tüm hazırlıkları tamamladıktan sonra işgal zamanının geldiğini düşünerek

odasında cihazı ağzına alıp üflemeye hazırlandı. Ama odasının kapısından gelen bir gürültü onu durdurdu. Kapının kırıldığını gördü. İri yarı üç komutan ellerinde güçlendirilmiş nötrino silahlarıyla içeri girdi.

“Bu iş bitti, Kartaron. Gemideki egemenliğine son veriyoruz,” dedi aralarından biri. Kartaron bu üç komutanın, yolculukları sırasında sürekli fetih sistemini eleştirdiklerini biliyordu. Onları gezegenlerine döndüklerinde tasfiye etmeyi düşünüyordu. Ama o sırada bunu hemen yapmadığına pişman oldu. Bu isyankâr komutanlar gezegenlerin fethedilmesine ve o gezegendeki canlıların katledilmesine karşıydılar. Onlara göre her uygarlığın yaşam hakkı vardı.

Üç komutan Kartaron’un konuşmasına, kendini savunmasına, hatta düşünmesine bile izin vermeden işini bitirdiler. Trilyonlarca canlının katili olan bu adam onlara göre evrende ölmeyi en çok hak eden varlıktı. Ve kararlılıkla işe koyulan üç komutan iyi bir planla bu işi başarmışlardı. Şimdi sırada yüzlerce yok oluşu başlatan Savaş Borusu vardı. Ama lanet Kartaron, boruyu çok sağlam yaptırmıştı. Sarı renkli, hafif ama sağlam bir elementle kaplanmış dış tabakası cihazın zarar görmesini engelliyordu. Pek zamanları olmadığı için ufak bir rokete bağlayıp gemiden dışarı atmaya karar verdiler. Böylece Kartaron'un düşüncesine sahip birinin cihaza ulaşma şansı kalmayacaktı.

4 O Gün

“ İsrafil, oğlum, sana kaç kere söyledim? O dışarıda bulduğun şeyler mikrop yuvası.

Bak babanı neden kaybettik? Hastalıktan. Sen de onun gibi hasta olup ölmek mi istiyorsun?” “Anne, yıkadım diyorum sana.” “Yıkamakla tüm mikroplar geçmez ki.” “Of anne, tamam üflemiycem.” “Şimdi, götür bulduğun yere bırak onu, belki biri unutmuştur arsada.” Çocuk öfkeyle annesinin yanından ayrıldı. Parlak sarı renkli güzel borusunu atmak

istemiyordu. Kim bilir ne güzel melodiler çıkardı bu borudan.

Page 39: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

39

Ama annesini tanırdı. Eğer o boruyu geri götürmezse ağır cezalar vereceğine kuşkusu yoktu. Akşam yemeği yememe cezası bile verebilirdi, ki en nefret ettiği cezaydı. Sabaha kadar mide kazıntısından uyuyamıyordu.

Bunları düşünüp suratını asarak evden dışarı çıktı. Borusuna bakarak az ötedeki arsaya doğru yürüdü. Sabunlu suyla yıkadığı için mis gibi sabun kokuyordu. Gayet de temiz görünüyordu. Galiba merakını yenemeyecekti. Boruyu yerine bırakmadan önce bir kerecik üfleseydi ne olurdu ki?

5 Önceki Gün

Minik rokete bağlanan cihaz, komutanların beklediği gibi uzayda yok olmadı.

Aceleyle kontrol edemedikleri roketin enerjisinin ansızın bitmesiyle dünyanın çekimine kapılıp düşmeye başladı. Boru düşerken roketten kurtuldu ve gittikçe hızlandı. Dünyada İsrafil adlı bir çocuğun oynamayı çok sevdiği bir arsaya düşüverdi.

6 O Gün

Sadece bir kez, diye düşündü İsrafil. Annesinin camdan bakıp bakmadığını görmek

için evlerine baktı. Kimse yoktu. Zaten annesi, muhtemelen mutfaktaydı ve mutfaktan arsa görünmüyordu. Bir kerecik üflesem ne olur ki?

Ve İsrafil kıyamet borusunu üfledi. * * * İşaret gelmişti. Başkomutan Kartaron’un öldüğünden henüz haberleri olmayan

istilacılar işgale başladılar. İnsanlığı yok etme işlemi yirmi dört saatte başarıyla sona erdi. İsrafil, işgalin onuncu saatinde, istilayı başlatanın kendisi olduğunu bilmeden annesinin kucağında öldü. Boruyu arsada bırakmıştı; ama onu almaya gelen olmayacaktı.

Gökcan ŞAHİN

http://gokcansahin.blogspot.com/

Page 40: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

40

BİR VAMPİR HİKÂYESİ

Dostum Gökcan Şahin’e ithaf edilmiştir.

Sorgu odasının yanıp sönen fluoresan lambası hem dedektifi hem de sorguladığı şüpheliyi

rahatsız ediyordu. Neredeyse iki gündür yemek molaları ve kısa kestirmeler haricinde

aralıksız olarak süren soru-cevap faslının hiçbir anlamlı yönü yoktu aslında. Bir tarafta yıllardır

en ustaca işlenmiş cinayetleri bile çözen, tecrübeli kurt bir cinayet masası dedektifi Hayati,

diğer yanda ise bıyıkları yeni terlemiş, korkudan diz kapakları birbirine değmekte olan ve

canice bir cinayet işlemekle suçlanan, isminin ne olduğu önemsiz bir genç.

Derin bir sessizlik anından sonra, sinirlendiği son derece belli olan Hayati, iç geçirerek bu

durumu bozmaya karar verdi:

- Bak oğlum iki gündür Amerikan filmlerinden fırlamış gibi gözüken saçma sapan

vampir hikayeleri anlatıyorsun. Şu cinayeti işlediğini itiraf et, ben de evime döneyim.

Görüyorsun her saat başı karım arıyor. Leş gibi kokuyorum, terledim. Tost yemekten

bağırsaklarım birbirine geçti ve sinirden ellerim titriyor. Konuş ulan konuş…

Daha fazla devam etmedi. Zira çocuğun yüzüne okkalı bir yumruk atmamak için kendini zor

tutuyordu. Arkasını döndü, genç adamın yanından iki-üç adım kadar uzaklaştı. Yumruğunu

sıkılı bir biçimde ceketinin cebine sokmuştu. Genç adam ağlayarak –ki iki gündür sürekli

ağlıyordu- konuşmaya başladı:

- Abi yemin ederim doğru söylüyorum. Araba arıza yaptı sandık, yardım edelim diye

durduk. Ben inmedim arabadan, zaten alkollüydüm. Arkadaşım indi, adamın yanına

doğru gitti. Herif kaputu açmış motora bakıyor gibiydi. Arkadaşım yanına yaklaşınca

boynuna saldırdı. O da arabaya doğru kaçtı. Siz de gördünüz arabanın camındaki kan

onun. Bana “Kaç çabuk,” diye seslendi. Bunu söylerken o şey yanına geldi, tuttu

kendine doğru çekti. Ben nasıl direksiyona geçtim hatırlamıyorum. Bayağı bir sürdüm.

Yolun sağında polisler varmış korkudan görmemişim. Onlar da hızlı gidiyorum diye

peşime takılmışlar. Kaç kilometre sürdüm bilmiyorum. Yakaladıklarında ayılmıştım

ama…

Dedektif öfkeyle arkasını dönüp çocuğun gırtlağına yapıştı. Ağzından köpükler saçılıyor ve

durmadan küfür ediyordu: “Konuş ulan it oğlu it, doğruyu söyle, itiraf et,” diye bağırıyordu.

Gencin gözleri nefes alamadığı için yuvalarından dışarı çıkacak gibiydi. Derken kapı açıldı,

içeriye koşarak Hayati’nin yardımcısı Komiser Salih girdi. Amirinin elinden çocuğu almak pek

kolay olmadı. Sonuçta yıllarca boks yapmış birinden kurbanı kurtarmaya çalışıyordu.

Page 41: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

41

- Amirim delirdiniz mi? Öldüreceksiniz adamı. Hem belki de doğru söylüyordur.

Dedektif, böyle bir cümle duymayı beklemiyordu. Sinirlendiğinde alnının ortasında beliren

damar Salih’in gözüne çarpmıştı. Dolayısıyla o cümleyi kurduğu için bin pişman olmuştu.

Dedektifin öfkeyle kıpkırmızı olan gözleri yüzüne dikildiğinde “Dilim kopsaydı,” diye düşündü.

Tam özür dileyecekken amirinin ağzından çıkan sözcükler söylemek istediklerini boğazına

tıktı:

- Oğlum manyak mısın lan? Bu yavşakla ortaklaşa beni delirtmeye mi uğraşıyorsunuz

ulan? Çık dışarı, çık lan çabuk.

Nispeten toy olan komiser, kafasıyla selam verdikten sonra kapıya yöneldiğinde gencin sesini

duydu:

- Abi bak gerçekten doğru söylüyorum. Ne olur inanın bana. Ben öldürmedim.

Komiser genci duymazlıktan geldi zira kapıya yönelirken amirine verdiği kafa selamının

pişmanlığını da duyuyordu. Tam kapıyı örtecekken Hayati’nin sesini duydu:

- Bekle.

Örnek aldığı ve az önce kendisinden sağlam bir fırça yediği amirine döndü ve cevap verdi:

- Buyurun amirim.

Dedektif ardından geldi ve kapıdaki polise kapıyı şüphelinin üzerinden kilitlemesi yönünde

eliyle bir işaret yaptıktan sonra birlikte merdivenlerden çıktılar.

Yılların cinayet dedektifi, yine yılların verdiği yorgunluktan olacak ki merdivenleri

duraklayarak çıkıyordu. Odasının kapısına vardığında soluk soluğa kalmıştı. Kapıyı açıp

masasına doğru yavaş ama sert adımlarla ilerleyip kendini rahat deri koltuğuna bıraktı.

Sinirden ve yorgunluktan hırıltılı bir hâle gelen bir sesle Salih’e oturmasını söyledi. Uzun bir

nutuk çekecek hâli yoktu ama konuşmak istiyordu:

- Bak evlat. Senin yaşın kadar benim bu meslekte tecrübem var. Hani siz ne

diyordunuz? Hah buldum, kariyer diyordunuz. Buralarda ömrümü harcadım ben. Bu

koltuk benim on birinci koltuğum. Kıçımın altında on koltuk çürüttüm yani. Böylesine

bir cinayeti ancak bir cani ya da korkak işleyebilir. Aşağıda zırlayan şu çocuğun cani

olmadığından ne kadar eminsem korkak olduğundan da o kadar eminim. Herifin

bütün kanını asfalta dökmüş oğlum görmüyor musun?

Page 42: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

42

Sol eliyle dosyayı komiserin önüne ittirdi. Fotoğraflar dehşet vericiydi. Midesi zayıf bir

adamın dayanması mümkün değildi. Nitekim öyle de oldu. Otuz saniye kadar fotoğrafa bakan

Salih öğürerek tuvalete koştuğunda dedektifin yüzünde pis bir gülümseme vardı. “Ah şu

gençler…” diye düşündü. Otuz beş yıl önce çözdüğü ilk cinayet aklına geldi. Olay yerine

kustuğunda ekipteki memurların tümü kahkahalarla gülmüşlerdi kendisine. O gün nasıl bir

hırsla yüklendiyse önüne gelen tüm cinayetleri çözmesini bilmişti. Dosyayı uzatırken çömez

yardımcısının da dikkatini çektiğini düşündüğü yara izi de bu ilk cinayetten kalan bir hatıraydı.

Katili belirlediğinde peşine düşmüş kısa bir boğuşmayla adamı yakalamış ama elinden sustalı

bir bıçakla yaralanmıştı. Tüm mesleki yaşantısının gözlerinin önünden geçtiği o anda

yaşlandığını anlaması pek uzun sürmedi. Kafasından bu konuyla ilgili düşünceleri atmaya

çalıştı. Yaşlanma düşüncesi pek sıcak gelmiyordu ona. Garip düşüncelerle boğuşurken

bembeyaz olmuş yüzüyle çaylak yardımcısı içeri girip kendini koltuğa bıraktı. Kısa bir

sessizlikten sonra da bu suskunluğa bir son vermek için söze başladı:

- Amirim.

Kırışmış alnıyla mükemmel derecede uyum sağlayan kemik çerçeveli gözlüklerinin üzerinden

“Ne var?” dercesine baktı. Komiser zorlukla da olsa konuşmaya çabalıyordu:

- Amirim, bu çocuğun gerçekten suçlu olduğuna inanıyor musunuz?

- Bilmiyorum. Aslında ilk defa böyle bir şey başıma geliyor. Hayır, mantıklı bir şey

anlatsa salacağım ama vampir, hortlak gibi saçma sapan şeyler söyleyip duruyor.

Saçma sapan hikayeler anlatmaktan başka bir halt ettiği yok.

- Ya gerçekse dedikleri amirim? O zaman ne olacak? Elimizde çocuğu suçlayacak hiçbir

delil yok. Ne kan izi var üzerinde ne de onun cinayeti işlediğini gösteren bir cinayet

silahı. Hem adam gibi otopsi de yapılmadı, apar topar gömdürdü savcılık. Bence çocuk

doğru söylüyor. Dedem de bana küçükken…

Hayati’nin dinlemeye tahammülü yoktu. Salih’in sözünü bitirmesine fırsat vermeden lafı

ağzına tıktı:

- Başlatma lan dedenden. Yine saçmalayıp benim sinirlerimi hoplatma. Kes sesini.

Bu cümle Salih’i susturmaya yetti. Tek bir kelime edemeden başını önüne eğdi. Odada

kendisinin ve amirinin nefes sesinden başka tek bir ses yoktu. İki dakikalık kısa fakat derin

sessizliği kapının vurulması bozdu. Usta ve çırak iki polis kapıya döndü ve içeri girmek için

kapıda bekleyen genç polisle göz göze geldiler:

- Müdür bey sizi çağırıyor.

- Kimi?

- İkinizi de amirim. Söyle ikisi de gelsinler dedi.

Page 43: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

43

- Tamam bir beş on dakikaya geliyoruz.

- Amirim hemen çağır gelsinler dedi. Konu acilmiş.

- Neymiş konu?

- Bilmiyorum komiserim, söylemedi bana. Sadece çağırmamı söyledi.

- Gidelim bakalım müdür ne yumurtlayacakmış merak ettim.

Müdürün odası bir kat yukarıdaydı. Oraya gitmek için pek aceleci davranmayan ekip

müdürün kapısından girdiğinde kül gibi bir suratla karşılandılar. Salih kafasıyla selam verip iki

elini önünde birleştirerek ayakta dikiliyordu. Amiri Hayati ise gayet rahat bir tavırla müdürün

masasının önündeki koltuklardan birine oturup sonradan sorduğuna pişman olacağı o soruyu

sordu:

- Hayırdır müdürüm, niye çağırdınız bizi?

Müdür titreyen bir sesle cevap verdi:

- İşler çok kötü Hayati. Çok garip bir şey oldu. Aşağıdaki çocuğu gönderin bir an evvel.

Daha büyük bir sorunumuz var.

- Ne oldu? Babası milletvekili falan mıymış?

Hayati bu soruyu sorarken gülüyordu ama müdür ruh gibiydi. Yüzündeki gerginlik pek hayra

alamet değildi. İfadesiz bir şekilde cevap verdi:

- Ölen çocuğun mezarı açılmış.

- Bir mezar hırsızı ortaya çıktıysa elimdeki tek şüpheliyi neden bırakayım? Cinayet işini

bırakıp şimdi de bir mezar soyguncusunun peşine mi düşmemi bekliyorsunuz

benden?

- Mezar içeriden açılmış. Herif mezardan kendi çıkmış yani anlıyor musun? Ayrıca aynı

şekilde bir cinayet daha işlenmiş bu gece. Bu kez kurban bir kadın. Mezarlıktan iki

sokak ötede oturuyormuş. Vücudunda bir damla kan kalmamış. Aşağıdaki çocuğu bu

yüzden bırakın diyorum. Bir vampir vakası var önümüzde. Bizleri zor günler bekliyor

beyler. Hükümet haber almış. Adını bile bilmediğim bir ordu birimini bu iş için

görevlendirmişler. Yarın burada olacak ve soruşturmayı devralacaklar. Bu işi onlar

çözecek.

Duydukları karşısında damarlarındaki kanın donduğunu hisseden tecrübeli dedektif artık

emeklilik vaktinin geldiğini anlamıştı. Ceketini giyip dışarı çıktı.

İlker AYDIN

http://komuncusourtimes.blogspot.com/

Page 44: Abis Dergi Haziran Sayısı (3. Sayı)

44

abisdergi