TASAVVUFisamveri.org/pdfdrg/D121780/2003/2003_GOLPINARLIA.pdf · 2019. 5. 17. · merhaleleri...
Transcript of TASAVVUFisamveri.org/pdfdrg/D121780/2003/2003_GOLPINARLIA.pdf · 2019. 5. 17. · merhaleleri...
TASAVVUF KİTABI
Hazırlayan
Cemil ÇİFTÇİ
KiTABEVi
Diş Kirası Kitapları: 8
Kapak: Minyatür
İç Düzen: All-Graf
Baskı: Çalış Ofset
Cilt: Bayrak Matbaası
İstanbul, Kasım 2003
ISBN 975-6403-18-7
©KITABEVI Çatalçeşme Sk. No: 54/ A Cağaloğlu-ISTANBUL
Tel: (0212) 512 43 28 -511 21 43 • Faks: 513 77 26
.~ Abdilibaki Gölpınarlı
Halk Edebiyahmızda Zümre Edebiyatlan
C\/) III. yüzyıl, Türk edebiyahnda ikili, bir gelişmenin başlangıç JUdevresidir. Moğol akını, Selçuk İm:paratorluğunu yıpratmış,
yerli beylikler kurulmaya başlamış, imparatorluğun resmi dil kabul ettiği Farsça ya karşı yerli dil olan Türkçe, bağımsızlığını kazanmaya koyulmuştu. Farsçaya birçok Türkçe sözler girmiş, hatta bu sözlerle "yaşamışı kerden, yaylamışı kerden, kışlamışı kerden" gibi mastarlar bile yapılmıştı ki bunlara "Cihan-guşa" tarihiyle özellikle birçok kişiler tarafından yazılan, sonradan Reşidüddm Fazlullah (1318-1319) tarafından derlenip toplanan "Camiu't-Tavarlh"te bol bol rastlarız. Mevlana Celaleddin bile Türkçe sözler, terkipler kullanmış, mülemma' beyitler yazmıştır; şürleri arasında,
Türk on şeved kez bfm-r o deh ez hertic eymen şeved Türk on nebiişed kez teme' silf-i her kutsuz hored1
gibi Türk'ü öven beyitlere sık sık rastladığımız Mevlana' nın,
Gelesen bunda sanğa yığ garazum yok işidürsen Kalasan anda yavuzdur yalunğuz kanda kalursan Çalab'undur kamu dirlik Çalab'a kil ne gezersen Çalabı kullarunğ ister Çalabiyi ne sanursan Ne oğuzdur ne oğuzdur ağuzunğdın kıgırulmak Kulağunğ aç kıilağunğ aç bala kim anda körürsen
1. Türk, odur ki onun korkusundan köy, haraçtan kurtulsun. Türk, tarnaından, her kutsuzun sillesini yiyene demezler.
-.'12.9-
----~--------~~~---~-----------gibi tam Türkçe ş~leri de vardır; hele
Okcılardur gözleri hoş nişandur kaşları Öldürür yüz süvfiri kimdür ol Alparşlan
gibi batı Oğuz lehçesiyle yazılmış beyönde Alparslan'ı (465 H. 1072) anınası pek dikkate değer. Sultan Veled'deyse (1312) Türkçe daha çok fazladır ve divanından, mesnevilerinden derlenen Türkçe beyitler, ayrı bir divan meydana getirecek kadar çoktur (Veled Çelebi İzbudak: Dtvan-ı Türki-z Sultan Veled; İst. mat. A.mire-1341):
Mevlana halifelerinden Seyyid Mahmud-i Hayram halifesi Sarı SaltUk'un halifesi Barak Baba'dan (1307.,.1308) feyz alan Tapd~ Ba-ba'ya mensup Yunus Emre, ·
Mevlana Hudtivendgar bize nazar kılalı · Anun görldü nazarı gönlümüz aynasıdur
beytiyle bildirdiği gibi gençliğinde· Mevlana ile görüşmüş, onun meclislerinde bulunmuş, f~kat Yunus.Em.re' de Türkçe, bağııİlsızlığını tam olarak kazanmıştır. Yunus, bir yandan Mevlana' dan çeviriler yapmakta, onun mazmunlannı işlemekte, Türkçede ona "terceman" ·olmakta, Sultan Veled gibi aruzla Türkçe şiirler yazmakta, fakat bir yandan da, medli hecesi olmayan Türkçenin tabii vezni olan heceyle ve halk diliyle yazdığı şiirlerde halka hitap etmeyi ihmal etmemekte, hatta bunu ön plana almaktadır. Ancak şunu da bilmek gerektir ki Yunus, bir halk şairi olmadığı gibi dili de tam bir halk dili değildir. Onda "Cennet-uçmak, cehennem-tamu, Allah-yezdan, Çalab-Tanrı, Azrail-Canalıcı, mest-esrük, ab-ı hayat-bengisu, zehirağu, söz-keleci, aşk-sevi, gassal-yuyıcı, ümid-umu, fayda-assı, pend -öğüt, ilim-bill, vahdet-birlik, şirk-ikilik, nur-ışık, veli-eren, balrkapı, hicab-perde" gibi sözlere rastlarız. Aruzla yazdığı şiirlerde de, zamanına göre başan göstermiş bir şairdir Yunus. Tekrar edelim ki o, tam anlamıyle bir halk şairi değil<;lir;Mevlana'yı okuyacak, onun mazmunlannı tasarruf edecek, Türkçeleştirecek, ondan ve Sa' di' den manzum olarak çeviriler yapacak, şiirlerinde, ayetlerden, hadisler-
-.J.JO-
----~~------~~~--------------den, peygamberlerle erenlerin kıssa ve menkabelerinden, Hind-İran ve Yunan mitolojisinden bahsedecek, hatta bunlan tevil edecek, inancına uygulayacak tasavvufun en derin esaslarını, en kolay ve en anlaşılır bir tarza dökecek kadar, yani tam bilgilidir. Onda, "ser-encam, arz-ı hal, hırs u heva, zat ü sıfat, naz-u niyaz, imrUz u ferda" gibi terkipler, "dil-pezir, nahcir, nazir, menşfu, mestfir, safa-nazar, visal, hanende, gerdful, gergan, nisyan, mücerred, Tecrid ü tefrid" gibi sözler ve tasavvuf terimleri pek çoktur. Bütün bunlarla birlikte bir •halk şairi olmayan Yunus, inancını halka yaymak, halkı doğru bildiği yola sokmak, insan aşkını, insani görüşü halka mal etmek için halkçı bir şair olmuş, aruzdan çok heceye önem vermiş, şiirlerini yabancı sözlerden çok öz Türkçe söz;lerle örmüş, zamanından başlayarak halkınşairi olmuştur. Yüzyıllar geçtikçe tazeliğini yitirmemiş, her geçen yüzyıl, onu biraz daha gençleştirmiş, milli şuur, onu tam milli ve bu bakımdan da insan cı bir şair olarak kabul etmiştir. Aşkında, heyecanında, nazında, niyazında, inancında saınimi olan, bilgisi.p.i inanç haline getiren bu güçlü Şairin,
Duruş, kazan, yi, yidir, bir gönül ele getir; Yüz Ka'be'den yiğrektir .bir gönül imar et
gibi toplumsal düzeni gösteren, yahut
Ben ayumı yirde gördüm ne isterem gökyüzünden, Benüm yüzüm yirde gerek, bana rahmet yirden yagar,
yahut da
Binmiş gazeb atına tartmış kudret kılıcın Nefsini depelemiş, elleri kan içinde
gibi beşeri görüşü belirten, canlı imajlar yapan beyitleri, gerçekten de bugün bile terütazedir.
Biz, bu yazıınızda Yunus Emre'yi tahlil edecek değiliz; fakat halk edebiyatımızda zümre şiirlerinin ve layik şiirin kaynağı Yunus' tur; bu bakımdan söze onunla başladık.
-331-
~------------~~~--------------XIII-XIV. yüzyılda, bir yandan Sultan Veled ve ondan sonra yeti
şen ve aruzla yazan şair ler, kHisik İran edebiyahnı örnek tutarak Türk klasik edebiyatı diye adlandırdığımız divan edebiyahnı, belirli kurallar içinde geliştirirlerken aynı çağda Yunus'un etkisiyle ve heceyle halk edebiyatı da gelişmekteydi. Şüphe yok ki bu çağdan önce de halkın ozanlan vardı; deyişieri dilden dile söylenmekteydi; sazdan saza nağme nağme yayılmıştı; fakat elimizde, yazılı şiirleri yok; adlarını bilemiyoruz. Burada şunu da söylemeden geçemeyeceğiz:
Hi cr! 522' de (1167) ölen Hoca Ahmed Yesev1' nin Yunus üzerinde etkisinden bahsetmek, olmayan bir şeyi söylemektir ancak. Ahmed Yesev!'nin adı, ancak XV. yüzyılda, BekHiş1 ViHiyet-nfunesi (Manakıb-ı Hacı Bektaş-ı Veli) ile Batıda duyulmuş ve bu duyuş, ancak o kitabın sayfalannda kalmıştır. Yunus ondan hiç bahsetmediği gibi ondan sonra Yunus yolunu güdenlerden hiçbiri qe Ahmed Yesev1' den bahsetmemiştir. O çağdan son zamanlara dek yayılan ve tekke edebiyatının şiirlerini kapsayan mecmua ve cönklerin hiçbirinde Ahmed Yesev1'nin ilahileri yoktur. Ondan, doğu illerinde yetişen ve Çağatayca yazan şairler etkilenmişler, fakat bunlann hiçbiri, bizim şairlerimizi ilgilendirmemiştir.
Anlatacağımız zümre halk edebiyatlannın hepsi· de kaynağını Yunus'ta bulmuş, o bitınez tükenmez, o coşkun ve derin, o kutsal ve sınırsız kaynaktan coşmuş, köpürmüş, her coşuşunda, her köpürüşünde kaynağını hatırlatınış, onu andırmıştır.
Halk zümre edebiyatlanmızı üçe ayırmak gerekir:
I. Tasavvufi halk edebiyatı, II . Alevi-Bektaşi halk edebiyatı, III. Melam1-Hamzav1 halk edebiyatı.
Tasavvufi Halk Edebiyatı
Tasavvufi halk edebiyatında görünür karakter, bu edebiyatın tasavvuf etkisiyle meydana gelmiş olmasıdır. Bu kısımda zahidane, daha açık bir deyişle softaca şürler olduğu gibi, rindane şiirler de vardır. Şunu da belirtelim ki zahidane şiir yazan bir ozan, sırasında rindeesine şür de yazabilir. Bu, ya hitap edilen toplumun anlayışı yüzündendir; yahut ozanın, yaşayışında, geçirdiği inanç ve anlayış
----------------~~~---------------merhaleleri yüzündendir. Nitekim Yunus'ta da bu iki çeşit şiirin örneklerini bulmaktayız. Ama tamamıyle zahitçe şiirler düzen, yaşayışında o merhaleyi aşamayan ozanlar da yok değildir. Ancak bu zümreye alabileceğimiz azanların şiirlerinde özellikle tasavvuf, esas tema olduğundan bu çeşit halk edebiyatma genel bir deyimle tasavvufi halk edebiyab dememiz gerekir.
Bu zümrenin başında, Bektaşi Vilayet-name'sine göre Hacı Bektaş'ın "Makaaldt"ını Arapçadan Türkçeye çeviren Said Emre gelir. Saiq Emre'nin, elimizde ondokuz şiiri var, bunların biri noksan. Beş tanesinde Hacı Bektaş'tan, birinde de Hacı Bektaş halifesi Hacım Sultan' dan bahseden Said, XIII-XIV. yüzyılda yaşamıştır. Beş şiiri Yunus' a nazire olduğu gibi öbür şiirlerinçle de Yunus tesiri .açıkça görülmektedir (Yunus Emre ve Tasavvuf adlı kitaplarıınızın 204-207. sayfalarına, şiirleri için aynı kitabın 280-294. sayfalarına bkz. İst. Remzi Kitabevi-1961).
Said' den sonra, elimizde iki şiiri bulunan ve her ikisinin de makta' beytinde,
ve
Yunus idi pfşrevimüz, Aşık Paşa husrevimüz; Ol dernde Emre İsmail miskin niyaz-mendeyidi
Evvel adım Yunus idi, şimdi İsmail Emre' dür; Ol dost içün Arafat'ta koçu kurban olan benem
diye Yunus'u anan İsmail Emre (aynı, s. 347-348),
Bir zaman Yunus oldum, cümle cihana doldum; Şeyhoğlu Satu olup yine belüren benem
makta'ıyle biten bir şiiri elimizde bulunan Şeyhoğlu Satu (s. 351), iki tanesi heceyle yazılmış ve biri Yunus' a izafe edilerek hakkında bir de menkabe uydurulmuş olmak üzere elimizde onbir şiiri bulunan Kasım (s. 352-357),
-JJJ-
--------------~~~--------------Kimi Tapduk kimi Yunus, herbirisi derya deniz, Yunus' a da bu cur' ada n zerrece sunuldu gine
diye Yunus' u anan ve onun yolunu izleyen Yunus mahlaslı bir şairle Ka dirilik ten, Yunus' tan yüzonüç yıl sonra ölen Emir Sultan' dan, hatta Emir Sultan türbesinden ve Mevlüt'ten bahsettiğine göre XV. yüzyılda yaşayan başka bir Yunus ve belki de birkaç Yunus, elimizde ona ait olduğu cönklerde yazılı bir şiiri bulunan Hamid-i Vell (1412-1413), birkaç şiiri bulunan ve bunlar arasında,
Noldı bu gönlüm, noldı bu gönlüm Derd ü gam ile daldı bu gönlüm
matlah meşhur ilahisiyle sonradan birkaç kişi tarafından şerhedilen ve çağımıza dek unutulmayan
Çalabum bir şar yaratmış iki cihan arasında Bakıcak dfdar görünür ol şann kenaresinde
matlah şathiyesiyle ün kazanan Hacı Bayram-ı Vell (1429-1430), . onun damadı olup Kadirilikten Eşrefiyye kol unu. kuran ve Eşrefoğlu mahlasıyle ilahiler yazan Abdullah Eşref-i RUmi (1469-1470), Ümrrıi Sinan (1551) ve Sinan Ümınl (1664), Nizamoğlu, Seyfullah ve Seyfi: mahlaslarmı kullanan ve Halvetiyyeden Seyyid Nizameddin'in oğlu olan Seyfullah (1601-1602), Bayramiyyeden Himmetiy)re kolunun kurucusu Himmet (1683-1684), gene Halvetiyyeden "Niyaziyye" ve "Mısınyye" kolunu kuraiı Matatyalı Niyazi-i Mısrl (1694), bu edebiyatın belli başlı ozanlarmdandı. Eşrefi Rfuni ve Ca' fen (İmami- İsnaaşerl) olduğunu açıkça söyleyen, bazı şiirlerinde Hurüfi:liğe de temas eden Seyyid Seyfullah ve Niyazi, bu edebiyatın en güçlü şairlerindendir ve Yunus edasını en güzel aksettirenlerdendir. Bu arada heceyle hiçbir şiirine rastlanmayan Aşık Paşa'yı (1332), "Garib-name" de olmayan ve aruzla yazıldığı halde tamamıyle Yunus edasını taşıyan şiirleriyle, Şeyh Vefa' yı (1490-1491), Yunus'a atfedilen bir şiiriyle, divan edebiyatının güçlü bir şairi olan UsUll'yi (1538-1539), Yunus edasmm en güzel
-334-
--------------~~~·---------------örneklerini veren heceyle yazılmış şiirleriyle, hatta Hüda.l Aziz Mahrnud'u (1624-1625), heceyle yazdığı zahldane iİahlleriyle, bu edebiyahu temsilcileri arasında anrna:k gerektir. Alırnem gibi (1412-1413) divan edebiyatının kurucularından sayılabilecek bir şair bile Yunus'un,
Işkun aldı benden beni bana seni gllfek seni · Ben yanaram düni güni bana seni gerek seni
matlah şiirine,
Cihandan ben usanmışam bana seni gerek seni Kamulardan üşenmişem bana seni gerek-seni
matlah bir nazire yazdığım söylersek Yunus etkisini daha güzel anlatmış oluruz.
Alevi-Bektaşi Halk Edebiyatı
Tereddiidsüz söyleyellin ki Alevi-Bektaşi edebiyatı da, bütün özelliklerinde Yunus' u kaynak edinmiş, onun etkisiyle doğmuş bir halk edebiyatımızdır. Bu edebiyatı, tasavvufi halk edebiyalından ayıran özellikleri birer birer ve örneklerle anlatmaya çalışalım:
1. Alevi-Bektaşi edebiyatı, tasavvuf terimlerinden ayrı, kendine ait terimlerle derhal layik halk edebiyatıyle tasavvufi edebiyattan ayrılır. Mesela Balıni. Sultan'ın (1516),
Biz Urum Abdallanyuz Maksudumuz yardur bizüm Geçdük zfnet kabasınıJan Gencfnemiz erdür bizüm
Daim kılaruz biz zan Harceı;lerüz elden van Dost yolına virdük seri Münkirimüz hardur bizüm
-335-
----------------~~~---------------Işk bülbüliyüz öterüz Rtlh-ı Hakk' a yüz dutaruz Ma'nf gevherin sataruz Müşterimüz vardur bizüm
İstivayı gözler gözüm Seb' al-mesanfdür yüzüm Enel-Hakk'ı söyler sözüm Mi'racımuz dardur bizüm
Haber olduk muhkemfittan Geçmeyüz zattan sıfattan Balum nihan söyler Hak'tan İrşadımuz sırdır bizüm
nefesinde "Urum Abdallan, er, istiva, dar, Seb' al-mesam, muhkemat" terimlerinin ilk ikisi, doğrudan doğruya Alevi-Bektaşi terimidir. Dar, tallb denen derviş veya muhibbe, meydan denen odada, yaphğı şeylerin sorulduğu, onun da suçunu söylediği yerdir, meydanm tam ortasıdır; sonrakilerse Hu.n1filikten geçmedir. Tasavvufi halk edebiyahnda, ancak HurU.filiğe meyleden, yahut Bektaşlliğe intisap etmiş bulunan şairlerde bu terimiere rastlanır. Hatayi'nin (Şah İsmau-i Safavi, 1524) bir nefesindeki,
Budur evvel budur ahır Bundadur mahabbet mihir Küfür her mezhebde küfür Bunda küfür fman olur
Bunda kibr ile kin olmaz Hem sen olup hem ben olmaz lı.dem öldürsen kan olmaz Nefes öldürsen kan olur
İmam kullan derilür Erkfinda sohbet sürilür Mahşer sorusı sonlur Bunda alf divan olur
-:J:Jô-
--------------~~~--------------İmam kullan kul elhak Derdine derman işte bak Üçyüzaltmışaltı uğrak Sekizi usUl-din olur
dörtlüklerinde küfrün iman oluşu, adam öldürenin kan etmemiş sayılıp nefes öldürenin kanlı olacağı, erk~da malışer sorusu sorulması, hele üçyüzaltmışaltı uğrağın sekizinin usUl-i din oluşu, tümden Alevilere ait inançların teriınleşmesinden meydana gelmiş sözlerdir. Onlarca üçyüzaltmışaltı uğrak, yılın günleri, bedendeki damar, ilik ve kemiklerin sayısınca tarikatın makamlarıdır; "Buyruk" denen" Menakıbü'l-lı.brar ve Bahcatü'l-Asrar" a göre ''halife, pir, mür-
. şld, rehber, musahib, mürebbl, aşina, meşfeb" den ibaret sekiz makamsa bu durakların temelleridir. Bu yolda, örnekleri çoğaltınayı pek de gerekli bulmuyoruz.
2. Alevi-Bektaşi nefeslerinin özelliklerinden biri, bu şiirlerin, kendi inançlanyle örülmesi, kutsal tamdıklan kişilerin menkabelerini yansıtmasıdır. Bunların başında "Duvazdeh İmam", yahut kısaca ve halk deyiılı.iyle "Duvazmam" gelir. Bu şiirler, Oniki İmam'a, Hz. Peygamber' ev; Fatma'ya övgüdür. Alevi ayn-ı cemi, üç "Düvazdeh" okunarak açılır. Övgülerin bir kısmı, yalnız Hz. Ali'yedir. Mersiyeler, yani ağıtlar, genel olarak Hz. Huseyn' e ve Kerbela şehitlerinedir; pek azı da herhangi bir olaya, yahut bir erenin hayatına, şehadetine aittir ki bu son kısım arasında, Pir Sultan' ın kızı tarafından,
Dün gice seyrimde coştuydı dağlar Seyrim ağlar ağlar Pir Sultan diyü Gündüz hayalimde, gece düşümde Düş de ağlar ağlar Pir Sultan diyü
dörtlüğüyle başlayan ağıt, gerçekten de pek güzeldir (Alevi-Bektaşi · Nefesleri adlı kitabımıza bkz. İst. Reınzi Kitabevi-1963; s. 59). ÖVgüler arasında biri Hatay!' nin, öbürü Balım Sultan hakkında mürldlerinden Kazak Alımeel'in şu iki nefesini yazmadan geçemeyeceğiz:
-3:57-
--------------~~~--------------Gece gündüz hayaline yanaram, Bir· gece ruyama gir Hacı Bektaş. Günah-kanm, günahımdan bfzaram, Özüm dara çekdim sor Hacı Bektaş.
Yandı, bu garib kul nedir çaresi? Yine tazelendi yürek yaresi; Onulmaz derdiere derman olası, Bu senin bendindür sar Hacı Bektaş.
Derdimin dermanı yaremin ucu; Dört güruh mevcuddur gürnh-ı nacf; Belinde kemeri başında tacı, Yüzünde balkıyor nur Hacı Bektaş.
· Sadıkiann sıdkı aşıkın renci, Pirlerin pfrisin, gençlerin genci; Hem derya, hem sadef, hem dür, hem inci, Hem umman, hem ırmağ, göl Hacı Bektaş.
Gahf bulut olup göğe ağarsın; Gahf yağmur olup yere yağarsın; Ay mısn, gün müsün, kandan doğarsın? llgıt ıl gıt eser yel Hacı Bektaş.
Annın yaptığı bala benzersin; Şu gurbet illerde gönlüm eğlersin; Bend idüb de ikrtinna bağlarsın, Sılilin satduğı kul Hacı Bektaş.
Derd-mend Hatayf ider niyazı, Ulu pfr katardan ayırmaz bizi, Bu mahşer günidür isteriz sizi, Muhammed öninde car Hacı Bektaş.
***
-338-
--------------~~~--------~----Benim pfrim Hacı Bektaş Veli' dir; Pfrimin de pfri Merdan Alf' dir; Seyyid Ali sırr-ı Kızıldeli' dir; Mürsel Dede ağlı Sultan Balı' dır.
Arslıin gibi apıl apıl yürüyen; Kepeneğin yerden yere sürüyen; Kendi nurın Hak nurına büYüyen, Mürsel Dede ağlı Sultan Balı' dır.
Mekı1n itdi Nan-hane'nin bucağın; Bulutlara atar tutar nacağın. Hem uyaran pfrimizin ocağın, Mürsel Dede ağlı Sultan Balı' dır.
Kızıldeli sultanımdan uyanan, Baştan başa yeşilZere boyanan, Hem pfrimin eşiğine dayanan, Mürsel Dede ağlı Sultan Balı' dır.
Devriyeleri de bu özelliğe !<atabiliriz. Devriyelerde, insan suretine gelinceye dek uğranılan melekler-kuvvet, cansızlar, bitkiler ve hayvanlar alemindeki seyir anlatılır. Bir kısmındaysa ozan, tenasüh inancını, yahut manevi seyrini, mazhar olduğuna inandığı tecellileri. anlatır; Adem'le buğday yer, cennetten çıkar; Nuh'la tufana uğrar; İbrahim'le K§.'be'yi yapar; İsmail'le kurban olur; Musa ile Tfu'a çıkar; İsa ile göğe ağar; Zekeriyya ile biçilir; Muhammed'le mi'rac eder; Mansm'la asılır; Nesımi ile yüzülür ... Bu son kısma, BektaŞılerce Hacı Bektaş'ın olarak kabul edilen, gerçekte Ş"ıri mahlaslı bir şaire ait olan ve
Cihan var olmadın ketm-i adernden Hak ile birlikte yekdaş idim ben; Yaratdı bu mülki çünki o demden, Yapdum tasvirini nakkaş idim ben
dörtlüğüyle başlayan ve:
-33.9-
--------------~-~~------~------· Hamdil lillah şimdi Şfrf dediler,
Geldüm gitdüm zatum hiç bilmediler, Kimseler bu sırrı fehmitmediler, Her gelen mahluka kardaş idim ben
dörtlüğüyle biten, onbeş dörtlükten meydana gelmiş nefes, pek güzel bir örnektir (aynı, s. 75-77).
3. Alevi'-Bektaşi edebiyabnın özelliklerinden biri, erkandan bahseden şiirlerdir. Bu şiirlerde erkan, o kadar açık, fakat remizli anlatılmaktadır ki bunlan okuyup Alevi yahut Bektaşi ayn-ı cemiriden, erkanından bahseden kitaplar düzenler, bilenlere ancak gülünç olurlar, :yalanı, uydurmayı gerçek adına sunarlar. XVI. yüzyılda yaşadığını sandığımız Şahl'nin,
Kurbanlar tığlanup gül-bang çekildi, , Gaflet uykusundan uyana geldüm. Dört kapu sancağı anda dikildi; Üryan biryan olup meydana geldüm
dörtlüğüyle başlayan ve:
Ol dernde uyandı batın çerağı, Rehberim boynuma benditdi bağı; Üçer adım ile atdum ayağı, Koç kurban didiler inana geldüm
gibi dörtlüklerle Bektaşlliğe giriş erkanını anlatan şiirini (aynı, s. 168-169), o erkarn görmeyenin anlamasma imkan yoktur; fakat o kadar da doğru anlatmaktadır ki. Ama dört kapı nedir; bunu bilmeyen dört sancağın getirilip dikildiğini sanır; yahut Bektaşi olacak kişinin,
-r meydana çırılçıplak alındığı sanısına düşer. Batm çerağı terimini bil-meyense, muhayyilesinden kim bilir, neler uydurur? Nitekim Bektaşilik hakkında yazılan kitaplarm çoğu, bu uydurmalada doludur.
4. Alevi-Bektaşi şiirinde varlık birliği (Vahdet-i Vücut), pek geri pHinda kalır; sanki sislerle örtülüdür. Buna karşı Ali ve Ehli Beyt sevgisi, ön plandadır ve bu sevgi, aşm inançlara yol açımştır. Birçok
-3/JO-
----------------~~~---------------nefeste Hz. Ali, Allahlaşmakta, hatta Hz. Muhammed' e Ali' nin rehber olduğu kanısı, açıkça görülmektedir.
5. Bu sevginin sonucu da Ehli Beyt' e karşı olanlara şiddetli bir buğuz, bir düşmanlık, onlan lanetierne ve kınayıştır ve bu duygu, inançlara ve arnellere dek yayılır.
6. Gene bu sevgi ve nefret, mezhep terimiyle tevella ve teberra, bilhassa XVI-XVII. yüzyillarda, İrani"a, Safavi hanedaruna ve Erdebil dergahına candan bir bağlılık meydana getirmiştir; tabii bunun aksi olarak da Osmanoğullanna karşı özden bir düşmanlık vardır (Ahmed Refik: Onaltıncı Asırda Rafızllik ve Bektaşilik; İst. Ahmet Halit Kitaphanesi- 1932; Alevi-Bektaşi Nefesleri "İran'a bağlılık" bölümünün önsözüne ve örnek şiiriere bkz. s. 82-103). Son zamanlarda aziz bir dosttan duyduğumuz şu maninin bile Azeri lehçesiyle oluşuna bakılırsa, doğulu bir Alevi, yahut Bektaşi tarafından düzüldüğünü samyoruz:
Şalvan şaltağ Osmanlı,
Egeri kaltağ Osmanlı; Elcende yoğ hiçende yoğ, Yiyende ortağ Osmanlı.
7. Alevi-Bektaşi şiirinde, giyime, kuşama, hatta bunların anlam-Ianna dair bilgilere de r~stlanir. Mesela Pir Sultan' ın,
Pfr elinden elifi taç urundum, Kubbesi Duvazdeh İmam Alf' d!r; Nasfbim ol virdi andan yarındum; Her iki cihanda vanm Ali' dir,
yahut XIV-XV. yüzyılda yaşayan ve Kahire' de yatan Kaygusuz Abdal' ın,
Ben bu ışka düşeli Bu sakalı kırkaram; Dost ile bilişeli Bu sakalı kırkaram
-341-
~------------~~~--------------Ben çalararn tanbura,
· Giyinirem tennure; Hak çerağın uyara, Bu sakalı kırkaram.
Sakalımı, başımı,
Bıyığımı, kaşımı
Hak onara işimi, Bu sakalı kırkaram
.-dörtlüklerini kapsayan nefesleri, P"ır Sultan'ın muıidi Kul Himmet'in,
Seyran edüp şu lllemi gezerken Uğradım gördüm bir bölük canlan; Cümlesinin erlainı bir, yolu bir; Mevlam bir nurdan yaratmış anlan.
Cümle bir mürşide dimişler beit Tesbihleri Allah Muhammed Alt; Meşrebi Hüseynt ismi Alevt Muhammed Alt'ye çıkar yollan.
Durakları irfan bağıyla bostan, Silinmiş kalbieri günahdan pastan; Cümlenin muradı bir fidan dosttan An gibi sadalaşır ünleri.
Sıratı mfzilnı bunda geçmişler; Varlık, benlik kal' asını yıkmışlar; Al giymişler yas donından çıkmışlar Gece Kadir gündüz bayram günleri.
Cennet istemezler azm-i dtdare; Ne korku çekerler tamuya, nare; Secde kılmakdan geçmişler dtviire; Dtdara karşu tutmışlar yönleri
nefesi, buna güzel birer örnektir.
-342-
------------~· ~~---------------8. Bu zümrenin şiirlerinde, kendi inançlan, ahlak yorumlan, za
hit ve zahir dedikleri te'vile kaçmayan ve Kutan'ın anlamını, olduğu gibi kabul eden Müslümaniann inançlanna, ibadetlerine karşı yürüttükleri teviller ve kmayış, bu arada, kökleri, ta eski devirlerden gelen batı.nl inançlar, çocuksu hikayeler, mesela, Ali'nin Cebrail' e, kudret kandilinden öğüt vererek onu irşat etmesi, miraçta Muhammed' e bir arslan şeklinde görünij.p onun yüzüğünü yutması, ertesi gün Muhammed, sahabeye bunu anlatırken Ali'nin ağzından yüztığü çıkanp vermesi gibi hikayeler (Bütün bunlar ve benzerleri için 1495-1496' da Hurufi ve Kalenden Otman Baba ta.Iibleri tarafmdan kutup tanman ve Aleyazılı diye ün alan İbrahim-i Sam müridi Yemini'nin.Fazflet-niime adlı manzum Türl,.<çe kitabına bkz. Ahmet Hızır ve Ali Haydar basım; İst. 1327. Yeinini, Balı Sultan' dan da bahsettiğinden 1516' da hayattadır), erenlere ait muhayyel olaylar, hasılı Batıni telakkiler görülmekte, bu da Alevi-Bektaşi şiirine ayn bir özellik vermektedir.
9. Alevi-Bektaşi nefeslerinin bir kısmında inançlarla ince alaylar vardır; şair, Tann ile içli dışlıdır; ona sorular sorar, onunla bile bir garipsi konuşur. Bu özellik, Yunus'ta da vardır; bu zümredeyse, büsbütün ileri gitıluştir. :Yunus,
Kırk kişi bir ağacı tağdan gücin indire, Ya bunca mürid muhib s·ırat nice geçesi
der (Yunus Emre: Divan ve Risaletü'n-Nushiyya; hazırlayan: A. Gölpınarlı; Eskişehir Turizm ve Tanıtma Derneği yayını; İst. 1965, Şiir. CLXX, s. 131; Tıpkıbasım~ s. 363); yahut,
Sen hod bize bizden yakın, görünmezsin hicab nedür? Çün ay~ı yok görklü yüzün üzerinde nikan nedür? · Sen ayıtdun iy piidişiih Yehdilliihu li men yeşii' Şerikün yok senün iy şah, suçlu kimdür, azab nedür?
diye Tann'ya sorular sorar (aynı; şiir. (OCXVII, s. 85; t. b. s. 160). Bilhassa meşhur ''Münadit"ında, ·
-343-
----------------~~~---------------Habs içinde ölmeyeyim diyü aç, Mısmıl u murdar yidüm bir iki kaç; Rızkımı (rızkını) yiyüp seni aç mı kodum; Ya yiyüp öynüni muhtaç mı kodum? Kıl gibi köpri yaparsın geç diyü, Gel, seni sen tuzağumdan seç diyü Kıl gibi köpriden adem mi geçer? Ya düşer ya tayanur, yahud uçar. Kullarun köpri yaparlar hayr içün, Hayn budur kim geçerler seyr içün; Ta gerek bünyadı muhkem ola ol, Ol geçenler aydalar uş toğru yol Terzi kurarsın hevaset dartmaga, Kasdidersin beni oda atmaga. Terezi ana gerek bakkal ola Ya bazergiiu, tiicir ii attar ola
der (aym; s. 150-151, t.b. s. 413-415).
Kaygusuz, biraz daha ileri gider; bu mazmunu,
Kıldan köprü yaratmışsın, gelsin kulum geçsin diyü Hele biz şöyle duralum yiğit isen geç e Tann
diye söyler (Alevf-Bektaşf Nefesleri; s. 213), Azmi, Tann'ya,
Cebrail' e perd' ardından söylersin, İn üp Beytullah' a kendin dinlersin; Bu liteş-i cehennemi neylersin? Hamamın mı var, ya külhancı mısın?
Hafiiya çekilüp seyrana durdun; Aklı yetmezlerin aklını urdun; Kıldan ince köprü yaphn da kurdun; Akar suyun mu var hastancı mısın?
-344-
----------~--~~~--------------Bu kışZara bedel bu yazı yaptın; İlk bahara karşı bu güzü yaptın; Mfzanı iki göz terazi yaptın, Bakkal mısın, yoksa dükkancı mısın?
diye hitap eder (aynı; s. 225).
10. Yaşayış aşkı, bu aşkın verdiği kÖtülüğe karşı direnme gücü, güzellere, hatta güzel yemeye, içmeye, yaşamaya karşı özlem, insan, hayvan ve çiçek sevgisi, kusurlan örtme çabası, dinleri bir görüş çabası da Alev1-Bektaş1 edebiyatının özelliklerinden biridir. Pir Sultan'ın çiğdeme deyişi, gene onun bir nefesindeki,
Dağdan kütür kütür hezek indirir; İndirir de ateşiere yandınr; Her evin dirliğin öküz döndürür; İrencberler hoşça tutun öküzü.
Öküzün damını alçacık yapın; Taş koman altında, kuruluk sepin; Koşumdan koşuma gözlerin öpün; İrencberler hoşça tutun öküzü.
dörtlükleri, Hatayrnin, bir geyiğe, "geyik erenler" diye seslenen,
Sana direm, sana geyik erenler, Bize sevda, sana dalga virenler; Dilerem Mevladan onmaz vuranlar, Kaçma benden, kaçma, avcı değilem
dörtlüğünün bulunduğu nefes, bu özelliğin canlı örneklerindendir (aynı; s. 242-264).
Bu özelliklerde hemen daima tedahüllerin bulunduğunu da söyleyelim ve gene sözüm üze, bütün bu özelliklerin kaynağının büyük ve ölmez Yunus olduğunu ekleyelim. Hatta Alevllerin "deyiş" dedikleri heceyle örülen zümrev1 şiire, Bektaşllerin verdikleri "nefes" adı bile Yunus'tan kaım.adır. Yunus bir şiirinde,
-345-
------~------~~~--~----------Didim işbu nefesi aşıklar hükmüyile Bahillıksız er gerek bir karatra durası
beytinde 11nefes11 sözünü kullanmış ve herhalde kendisinden önceki bir terimi belirtmiştir. (CXCID. ştir; beyit. 1505; s. 144-145; t. b. s. 399).
Gerçekten de özgün (orijinal) olan bu edebiyat, XV. yüzyılda meydana gelmiş, ilk temsilcisi de Kaygusuz Abdal olmuştur. Hata:.. y1 mahlasıyle ştirler yazan Şah İsmail-i Safavi, Alevi-Bektaşi edebiyatının lirik olmakla beraber en didaktik, Pir Sultan' sa en lirik şqiridir. Elimizdeki ştirleri az olmakla birlikte bir şiirin den, Pir Sultan' a mensup olduğunu anladığımız Kul Himmet de coşkun ve içli bir şairdir. Yüzyıllar boyunca Güvene Abdal, 1469-1470'de vefat eden Eşrefoğlu'yla çağdaş Hasan Dede, Kul Mehmed, Hüseyni gibi şairler yetiştiren bu zümreyi temsil edenler arasında, 1866' da vefat eden Seyraru, 1912' de ölen Celali, sosyal konulan da işlemeye başlamış, hatta 1915'te ölen Harabi, kadın meselesini bile ştirine konu olarak alacak kadar yenilik göstermiştir. 1919' da ölen Mihraöı İbrahim Baba, bizce bu edebiyatın son temsilcilerindendir. İçlerinde, Hayren (1534) gibi divan yolunu tutan, ştirlerini aruzla yazan, fakat hemen her ştirinde bu zümrenin özelliklerini belirten bir şair, Dertli (1874), Türabi (1868) gibi divan biçiminde şiirleri ·de bulunan ozanlar yetiştiren Alevi"-Bektaşi edebiyatı, bugün hala birçok şairler yetiştirmektedir. Sağ olan Veysel, bu edebiyatı çağdaş ştir görüşlerine ulaştırabilecek güçte bir ozandır bizce.
Bu edebiyat-hakkındaki sözlerimize son verirken şunu da söylemeyi gerekli buluyoruz:
Dörtlüklerden meydana gelen halk edebiyatımızda, Yunus'un ştirleri, musammat tarzında olduğundan pek kolay dörtlüklere aynlır; pek az mısralar, heceleri bölünemeyeceği için bu şekilde ayrıntıya gelemez. Fakat Yunus'ta hiç dörtlük yoktur. O, ştirde Mevlana yolunu tutmuş, aynı biçimde ve musammat şeklinde, beyitlerde, her iki mısra, iki parça ve her parça, çok kez kafiyeli olarak ştir yazmıştır. Onun yolunu tutan Said Emre gibi ilk şairler de aynı biçimde şiirler düzmüşlerdir. Mesela Hacı Bayram'ın tanınmış şathiyesi de bu şekildedir. Fakat Kaygusuz' dan itibaren dörtlük, Alevi-Bekta-
-346'-
--------------~~~--------------şi şiliinin esası olmuş, arb.k ozanlai:, şililerini dörlüklerle yazmış!ardır ve bu, çağırmza kadar böyle sürmüştür.
Melami-Hamzavi Halk Edebiyalı
Hacı Bayram' dan (1429-1430) sonra Bayramllik, hemen iki kola ayrılmış, Emir Sikldnl (1475-1476) ve onun yolunu tutanlar, Bayrami Melamııeri diye anılmaya başlamış, yollarına da "Melamiyye-i Bayramiyye" denmiştir. XVI. yüzyıfm ikinci yarısında, hükümete karşı bir isyan düzenlendiği söylenen ve isyan başlamadan tutulup İstanbul' a getirilerek Süleymaniye' de, Deveoğlu yokuşunda başı baltayla ensesinden kesilerek şehid edilen Hamza Ba.J.i'den sonra Hamzaviyye, 1615'te vefat eden İdrls7i Muhtefi'den sonra İı;lrlsiyye ve mensuplarına idrisiler denen, fakat bu ad, az bir zaman sonra unutularak Hamzaviyye, mensuplarına da Hamzavi deJleil Mela- . met kolu da halk edebiyabmızda tasavvufi bir zümre edebiyah meydana getirmiştir.
(-Melfunl-Hamzavi edebiyab, Alevi-Bektaşi edebiyalından ·tamamıyle ayrıdır. Bu edebiyatta varlık birliği (Vahdet-i Vücud) inancı, sarsılmaz bir temeldir. Batıni temayüller azdır; Ehli Beyt sevgisi ve. Şla. inançlan pek kuvvetlidir; böyle olmakla birlikte varlık birliği inancının sonucu olarak teberraya pek açık rastlanmaz; takıyye, yani inancını gizlemek de·bu edebiyalın özelliklerindedir.}Tasavvufun bütün esaslan, bu edebiyatta görülür; tasavvuf terimlerine karşılık Alevi-Bektaşi edebiyahuda kendi erkan ve inançlanna ait terimler bulunduğu halde bu edebiyatta tasavvuf terimleri yer almaktadır; fakat zikir, esma, yani Tann adlanın anarak yol almaya inanış, tae, hırka vb. tekke, hanhalı gibi toplanma yerleri kabul ediş, sülUkte yani manevi yolculukta nefsin yedi durağını aşış gibi .şeyleri· tümden kabul etmedikleri için Tasavvtifi edebiyatta sık sık raStlanan bu inançlar ve bunlara ait terimler de yoktur; bunlardan, dolayısıyla bahsedilse bile kınanarak, reddedilerek bahsedilir. Bunlara karşılık aşk ve cezbeye büyük bir önem verilir. Melami-Himzavi edebiyahuda alay, hemen hiç yoktur; fakat şabh vardır2; şathiyeler, remizlerle
2. Alaylı söz, latife anlamına gelen şath Tasavvufi edebiyatta, remizlerle söz söylemeye denir; bu çeşit sözlere ve şürlere şathiye adı verilir. Şathiyeleri iki kısma
-!Jfl7-
--------------~~~--------------örülür; açık söylenınesinde mahzur görülen bazı inançlar, remizlerle anlatılır ve bunlar, cezbeden çok akla dayanır. Zahitçe olmayan Melami-Hamz&vl edebiyatında, zahiri arnellere dokunulsa bile arifçesine dokunulur; tek sözle söylenınesi gerekirse bu edebiyat, aşka ve cezbeye, fakat akıllıca cezbeye ve bilgiye dayanan ağır başlı, biraz da Arapça ve Farsça kelime ve terkiplerle karışık bir edebiyattır.
Melami-Hamzavl edebiyah, Hacı Bayram'la başlar. Hacı Bayram, hem tasavvufi halk edebiyatında yer almaktadır; hem bu edebi ya ta bir başlangıç olmaktadır. Onun, birkaç bestesi olan
N oldu bu gönlüm, noldu bu gönlüm? Derd ü gam ile doldu bu gönlüm. Yandı bu gönlüm yandı bu gönlüm; Yanınada derman buldu bu gönlüm
dörtlüğüyle başlayan şiiriyle
Çalahım bir şar yaratmış iki cihan arasında, Bakıcak dfdar görünür ol şann kenaresinde
beytiyle başlayan şathiyesi pek ünlüdür ve bu şathiye, birkaç kişi tarafından şerhedilmiştir.
ayırmak gerekir. Birinci kısmı, söyleyen kişinin, kendi haberi olmadan, şuur albndan tepip çıkan sözlerdir; bunlarda apaçık bir anlam yoktur. Barak Baba'nın, sonradan bir J.jsale halinde yazılan ve şerhedilen sözleri, Hacı Bektaş' a atfedilen üç sahifelik tekerleme, şathiyeye tam örnektir. Sonradan bunlar, çok defa zoraki bir tarzda tevillerle şerh edilir. İkinci kısım şathiyeyse, düşünülerek, söylenecek anlam, garip, fakat en uygun şeylerle teşbih yollu yazılarak meydana gelir; bunlar, cezbeden değil, akıldan, düşünceden doğar. Birinci kısma pek az örnek bulımabilir; çünkü bu çeşit sözleri söyleyenler, yazmadıklan gibi o n1hi ha!et içinde ne söylediklerini de bilmezler; duyanlar da anlamazlar. İkinci kısımda düşünülüp yazılmıştır. Yunus'a atfedilen,
Çıktım erik dalına anda yedim üziimi Bostan ıssı kakıyup dir ne yirsin kozuını
beytiyle başlıyan şiir, buna yazılan nazireler, Sarhan Ahmed'in ve İdris-i Muhtefi'nin şathiyeleri, ikinci kısma örnektir. Aynı zamanda, ilk anlayışta şeriata uymayan sözler söylemiye de şath ve bu sözlere şathiyyat denir. Temkin.sahibi sılfiler, bu çeşit şathiyyatı hoş gönneınişlerdir.
-348-
----------------~~~---------------Hacı Bayram' dan sonra aynı yoldan yürüyenlerden güçlü ve öz
lü bir divan şairi olduğu halde heceyle de şiirler yazan Dukakinzade Ahmed (1556-1557) ve Ahmed Sarhan'la (1545-1546) Melami edebiyah gelişmiş, Kaygusuz VizeliAlaeddin (1562-1563), bu edebiyahn kurucusu olmuştur. Vizeli Alaeddin'in,
Olduk fena ender fena Sanman bizi var ehliyüz Meşhudumuz Hak'tır bizim Biz ehl-i dfdiir ehliyüz3
Hak varlığıdur vanmuz, Anunladur bazanmuz; Oldur bizüm ezkiinmuz. Şimdi biz ol kiir ehliyüz.
Hak' dur bize viren sebek; Can gözüni aç sen de bak; Günden iyan dfdar-ı Hak, Mahzen-i esrar ehliyüz.
Pfr Ali Sultan pfrimüz, Muhammed Ali sırrımuz, Nur-ı Hudadur nunmuz, Esrar-ı envar ehliyüz. .
Kaygusuz dir şiih-ı cihan, Başı kaba teni uryan. Bizimdür ayet-ı Kur' an, Biz vasl-ı dfdiir ehliyüz.
nefesiyle Sarhan Ahmed' in,
Lameklin ilinden milsafir geldüm, Şu fena iileme basdum kademe. Nerenün selamın getürdin dirsen, Elestü bezminden geldüm bu deme
3. ''Biz asl-ı didar ehliyüz" olsa gerek.
-34.9-
--------------~~~--------------dÖrtlüğüyle başlayan şathiyesi (A. Gölpınarlı: Yunus Emre ve Tasavvuf; s: 243-244. KayguSuz için KayguSuz-Vizeli AHiedain adlı kitabımıza b. İst. Remzi K..1932), bu edebiyatın karakterini mümkün olduğu kadar gösterir. Hele İdris-i Muhtefi'nin (1615). ·
İşbu deme gelince Üç kez doğdum aneden Nice yavru uçurdum Nice fişiyaneden
dörtlüğüyle başlayan ve onbeş dörtlükten meydana gelen şathiyesi, bu karakteri gösteren en güzel bir örnektir (Melamilik ve Meiamller adlı eserimize bkz. İst. Üniv. Türkiyat Enst. yayın". İst. Devlet Mat. 1931; s. 125 -126).
Halvetilikle kendini gizleyen Emir Osman-ı Haşimi (1594-1595), idris-i Muhtefi mensuplarından Muhyi (1611), Lamekani Hüsejn . (1624-162.5), Oğlanlarşeyhi İbrahim (1655), onun halifesi Kütahyalı Gaybi Sun'ullah (1661'den sonra), Fusils şarihi Basrialı Abdullah (1644-1645), Mesnevi şarihi San Abdullah (1660) gibi şairler yetiştiren bu zümrenin şiirlerinden iki örnek vererek yazllll!Zı bitirelim:
Ziihid bizi ta'neyleme, Hak ismin okur dilimüz. Sakın efsane söyleme; Haztete varır yolumuz.
Sayılmayız parmağıla,
Tükenmeyiz kırmağıla; Taşramızdan sormağıla
Kimse bilmez ahviilimüz
Erenler yalın güderiz; Çekilüp Hakk' a gideriz; Gazii-yı ekber ideriz; İmam Aif' dir ulumuz.
-350-
~------------~~~--------------Erenlerin çokdur yalı, Cümlesine didük beit. Gören bizi sanur deli; Usludan yeğdir delimüz.
Tevhfd iden deli olmaz; Allah diyen mahrum kalmaz4 Her seher açılur solmaz, Bahara irer gülümüz . •
Muhyf sana olan himmet, Aşık isen cana minnet; ElifAllah mim Muhammed, Kisvemizdedür dalimüz5
Gönül gitdi elimden, Ele giresi degül. HalZak ile bir aldı, Artıkölesi degül.
Ol bir ile bir olan; Cümle aleme dolan: Böyle sultanlık bulan, . Kulluk kılası degül.
4. Birlik eri mahrum olmaz: Nüsha.' 5. Son beyit bazı yazmalarda şöyledir:
Cümle ıliemiere rahmet Saçar şu yoksul elimüz.
Elif, dal, mim, Arap alfabesinde insan anlamına "ad em" sözünü meydana getirir. Üçüncü dörtlükteki "İmam Ali" sözüyle hem Hz. Ali, hem de İmam Aliyyür-RUmi denen ve zamanında Hamzavi teşkiliihnı idare eden Hace Ali, yani idris-i Muhtefi kastedilmektedir. Tuzla'da baltayla başlan kesilmek ve boğulmak suretiyle şehit edilen Hamzavilerin, şehiidet yerine giderken bu nefesi, bir ağızdan okuduklan rivayet edilir. Bestesi, bir marş bestesine benzer.
: -351-
----------------~~~---------------İrişmeı;en vahdete, Vahdetdeki lezzete, Girse dahi cennete, Lezzet alası degül
Can iline ginniyen, Hak vannı bulmayan, Bu suretde gülmeyen, Sonra gülesi degül
İkiliğin silmeyen, Hakk'ı canda bulmayan, Gaybı kendin bilmeyen, Rabbin bilesi degül6
6. Bu şür Yunus Emre'nin,
Ma' ni eri bu yolda ınelı'll olası degiil Ma'ııi tuyan göniiller lıergiz ölesi degii/
matll\lı şiirine naziredir; bu şüre, daha birkaç nazire yazılmıştır (Yunus Emre: Divan ve Risalat al-Nushiyya; Şiir. LXXVIII, s. 80, t. b. s. 219).
-352-