17.ulusal sinirbilim kongresi -...

90

Transcript of 17.ulusal sinirbilim kongresi -...

Page 1: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi
Page 2: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

Kongre Eş-Başkanları

Prof. Dr. Bayram Yılmaz (TÜBAS) Prof. Dr. Ahmet Ayar (Karadeniz Teknik Üniversitesi) Onur Kurulu Prof. Dr. Süleyman Baykal (Karadeniz Teknik Üniversitesi Rektörü) Prof. Dr. Gönül Peker Prof. Dr. M. Gazi Yaşargil Düzenleme Kurulu Prof. Dr. Ahmet Ayar (Yerel Düzenleme Kurulu Başkanı) Prof. Dr. Emel Ulupınar (Kongre Sekreteri) Prof. Dr. Yasemin Gürsoy Özdemir (Bilim Kurulu Başkanı) Prof. Dr. Gülgün Şengül (Bildiri Özetleri Editörü) Prof. Dr. Ertuğrul Kılıç Prof. Dr. Gürkan Öztürk Prof. Dr. Ahmet Hacımüftüoğlu Yerel Düzenleme Kurulu Prof. Dr. Ahmet Ayar Prof. Dr. Sibel Velioğlu Dr. Öğr. Üyesi Ömer Faruk Kalkan Prof. Dr. Cavit Boz Dr. Öğr. Üyesi Zafer Şahin Prof. Dr. Zekeriya Alioğlu Dr. Öğr. Üyesi Ali Rıza Güvercin Prof. Dr. Ertuğrul Çakır Dr. Öğr. Üyesi Ayşegül Kurt Prof. Dr. Ali Cansu Dr. Öğr. Üyesi Arif Kamil Salihoğlu Doç. Dr. Sibel Gazioğlu Dr. Öğr. Üyesi Osman Aktaş Bilim Kurulu (Bilim kurulu soyadına göre alfabetik olarak sıralanmıştır) Prof. Dr. Esat Adıgüzel Prof. Dr. Lütfü Hanoğlu Prof. Dr. Çiğdem Özkara Prof. Dr. Erdal Ağar Prof. Dr. Lütfiye Kanıt Prof. Dr. Gürkan Öztürk Prof. Dr. Feyza Arıcıoğlu Prof. Dr. Haluk Keleştimur Prof. Dr. M. Yıldırım Sara Prof. Dr. Ahmet Ayar Prof. Dr. Ertuğrul Kılıç Prof. Dr. Gülgün Şengül Prof. Dr. Ramazan Bal Prof. Dr. Ersin Koylu Prof. Dr. Emel Ulupınar Prof. Dr. Metehan Çiçek Prof. Dr. Işıl Aksan Kurnaz Prof. Dr. İsmail Hakkı Ulus Prof. Dr. Turgay Dalkara Prof. Dr. Nuhan Puralı Prof. Dr. Kemal Türker Prof. Dr. Tamer Demiralp Prof. Dr. Filiz Onat Prof. Dr. Erdem Tüzün Prof. Dr. Burak Güçlü Prof. Dr. Mete Özcan Prof. Dr. Tayfun Uzbay Prof. Dr. Hakan Gürvit Prof. Dr. Yasemin Gürsoy Özdemir Prof. Dr. Görsev Yener Prof. Dr. Ahmet Hacımüftüoğlu Prof. Dr. Müge Yemişci Özkan Prof. Dr. Ertan Yurdakoş

Kurullar

Page 3: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

Değerli Sinirbilimciler,

Türkiye Beyin Araştırmaları ve Sinirbilimleri Derneği (TÜBAS) desteği ve Karadeniz Teknik Üniversitesi’nin ev

sahipliğinde Trabzon’da düzenlediğimiz 17. Ulusal Sinirbilim Kongresi (04 – 07 Nisan 2019) ve kongre öncesinde yapılan

kurslara gösterdiğiniz ilgiden dolayı teşekkür ediyor ve hoş geldiniz diyoruz.

Kuruluş ve hazırlık dönemi çalışmalarıyla birlikte Türkiye’de 25 yıla yakın bir geçmişi olan sinirbilim toplantıları, 2001

yılından itibaren Ulusal Sinirbilim Kongresi (USK) adı altında her yıl düzenlenmeye başlamıştır. Zaman içerisinde,

USK’ların hem katılımcı sayısı, hem de klinik, pre-klinik ve diğer disiplinlerden çeşitliliği artış göstermiştir.

17. USK’da, moleküler ve hücreselden davranışa, gelişimselden görüntülemeye, metodolojiden deneysel modellere ve

yeni klinik stratejilere kadar sinirbilimin her alanından konferans, sempozyum, panel ve sunumlara yer verilmektedir.

Ayrıca, kongrenin ilk günü düzenlenecek kurslarla genç sinirbilimcilerin bilgi ve becerilerinin gelişmesine katkı

sağlanması hedeflenmektedir.

Kongremiz değerli bir ulusal sinirbilimci kitlesi ile seçkin uluslararası ve Türk bilim insanlarını ağırlayacaktır.

Kongremizde sinirbilimde en yeni gelişmelerin paylaşıldığı geniş bir bilimsel program, katılımcılar arasında yeni proje

ortaklıkları için verimli bir akademik platform ve zengin bir sosyal program sunmaya çalışacağız.

17. USK’ya hazırlık sürecinde ve kongre sırasında değerli katkılarınız ve katılımınızla onurlandırdığınız için teşekkür

ediyor, Karadeniz baharında doğal ve kültürel zenginliklerle dolu Trabzon’da buluşmayı diliyoruz.

Saygılarımızla,

Kongre Eş-Başkanları

Prof. Dr. Ahmet AYAR Prof. Dr. Bayram YILMAZ

Karadeniz Teknik Üniversitesi Türkiye Beyin Araştırmaları ve Tıp Fakültesi Sinirbilimleri Derneği Başkanı, Fizyoloji Anabilim Dalı Başkanı Yeditepe Üniversitesi

Hoş Geldiniz Mesajı

Page 4: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

KONGRE TARİHİ 04-07 Nisan 2019 KONGRE YERİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kampüsü, Prof. Dr. Osman Turan Kongre Merkezi

61080, TRABZON www.ktu.edu.tr KONGRENİN DİLİ Kongrenin dili Türkçe’dir. Ancak davetli ya bancı konuşmacıların konuşmaları İngilizce olarak gerçekleştirilecektir. YAKA KARTI VE KATILIM SERTİFİKASI Yaka kartlarının kongrenin tüm oturumları, araları ve etkinliklerinde takılması, kongrenin sağlıklı yürüyebilmesi açısından gereklidir. Katılım serfikaları,10 Nisan 2019 Pazar günü öğleden sonra kayıt masasından dağıtılmaya başlanacaktır. KURS SERTİFİKASI Kurslara katılan tüm katılımcılara, kurs sertifikaları, ilgili kursun bitiminde verilecektir. KONUŞMACILARIN VE SÖZEL SUNUM SUNUCULARININ SUNUMLARINI TESLİM ETMESİ Sunumlar, oturumun gerçekleştirileceği salonda bulunan kürsü bilgisayarına, oturumdan en az 3 saat önce yüklenmiş olmalıdır. Salonlarda görevli ekibimiz sunumların teslim alınması esnasında konuşmacılarımıza ve sözlü sunum sunucularımıza yardımcı olacaklardır. POSTER ALANI Kabul edilen poster sunumları kongre boyunca Karadeniz Teknik Üniversitesi Kampüsü, Prof. Dr. Osman Turan Kongre Merkezi’nde yer alan poster alanında sergileneceklerdir. Posterler 05 Nisan 2019 tarihinde saat 09:00’dan itibaren asılacak ve 07 Nisan 2019 tarihinde saat 15: 30’da kaldırılacaktır. Posterler tüm kongre boyunca asılı kalacaklardır. Posterlerin asılması için gerekli malzeme, poster alanında görevliler tarafından sağlanmaktadır. Tüm posterler için, temel konu kategorilerine göre, belirli sunum zamanları atanmıştır. Bu sunum zamanlarında, poster in sunucu yazarının, posterinin başında bulunması ve posterleri takip edecek jüriye posterlerini sunmaları gerekmektedir. KONGRE ORGANİZASYON FİRMASI

GENTUR İNŞAAT TURİZM VE DIŞ TİCARET LTD. ŞTİ. Tel : 0312 439 97 39 Faks : 0312 439 97 36 E-posta : [email protected]

Genel Bilgiler

Page 5: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

04 Nisan 2019 Perşembe 10.00-17.00 Kayıt

10.00-16.30 Kurslar Kurs 1: İnsan ve sıçan beyninin karşılaştırmalı nöroanatomisi

Prof. Dr. Emel Ulupınar, Prof. Dr. Gülgün Şengül ve Prof. Dr. Reha Erzurumlu Kurs 2: Uyku hastalıkları, EEG ile bilişsel becerinin ilişkisi, MATLAB uygulamaları

Prof. Dr. Osman Eroğul, Galip Özdemir ve Farhad Nassehi Kurs 3: Transkriptom verilerinin biyoinformatik analizi

Doç. Dr. Tunahan Çakır, Hatice Büşra Konuk ve Ecehan Abdik

16.45-17.15 Açılış Programı

17.15-18.05 Konferans 1: Ertuğrul Kılıç

“İskemik beyin felci sonrası patofizyolojik ve terapötik stratejiler: İlaç taşıyıcı proteinler, sirkadyen ritim ve fetal mikrokimerizmin rolleri” Oturum Başkanı: Prof. Dr. Haluk Keleştimur

18.05-18.55 Konferans 2: Turgay Dalkara “Migrenin nörobiyolojik temelleri” Oturum Başkanı: Prof. Dr. Ahmet Ayar

19.30-21.00 Resepsiyon

05 Nisan 2019 Cuma

08.30 – 09.30 Salon 1: Sözlü Bildiri Sunumları (SS01-SS04) Oturum Başkanları: Prof. Dr. Fazilet Aksu & Prof. Dr. Ender Erdoğan

SS01: Merkezi sinir sistemi perisitlerinde kasılmanın moleküler motor mekanizması Gülce Küreli, Sinem Yılmaz Özcan, Alp Can, Buket Dönmez Demir, Müge Yemişci, Hülya Karataş Kurşun, Emine Eren Koçak, Turgay Dalkara SS02: İki ve üç boyutlu primer nöron kültürlerinde kullanılan farklı kaplama malzemelerinin hücrelerin yapı ve fonksiyonlarına etkisi Emine Şekerdağ, Serçin Karahüseyinoğlu, Mohammad Mohammadi Aria, Yağmur Çetin Taş, Dila Atak, Sedat Nizamoğlu, İhsan Solaroğlu, Yasemin Gürsoy Özdemir SS03: Merkezi sinir sisteminde miyelin membranının genişleme dinamiğinin incelenmesi Tuba Oğuz, Bilal Ersen Kerman SS04: Parasetamolün glioblastoma hücrelerinde proliferasyona etkisi: Apoptoz, COX-2, IRS ve Cyclin B’nin rolü Hamdi Muhammed Demirkol

08.30 – 09.30 Salon 2: Sözlü Bildiri Sunumları (SS05-SS08) Oturum Başkanları: Prof. Dr. Mete Özcan & Doç. Dr. Arzu Aral SS05: BDNF heterozigot fare hipokampus ve entorhinal korteksinde yüksek frekanslı dalgalanmaların incelenmesi İsmail Abidin, Selcen Aydın Abidin SS06: Tirozin Kinaz-B reseptör agonisti 7,8-dihidroksiflavon’un fare beyin kesitlerinde oluşturulan epilepsi benzeri aktiviteye etkileri Selcen Aydın Abidin, İsmail Abidin SS07: Uzun süreli güçlenmenin tersine çevrilmesinde dentat girus’un GABAerjik kontrolünün araştırılması Sümeyra Delibaş, Hatice Saray, Nurcan Dursun, Cem Süer SS08: Amino-aminobütirik asit reseptörlerinin inhibisyonunun düşük frekansta prime edilmiş uzun vadeli güçlendirme üzerine etkisi Bilal Koşar, Sümeyra Delibaş, Nurcan Dursun, Cem Süer

Bilimsel Program

Page 6: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

08.30 – 09.30 Salon 3: Sözlü Bildiri Sunumları (SS08-SS12) Oturum Başkanları: Prof. Dr. Asiye Nurten & Doç. Dr. Hülya Karataş Kurşun

SS09: Şizofreni hastalarında saat çizim testinin değerlendirilmesi Aslıhan Degerli, Aslıhan Dönmez, Celal Şalçini SS10: Alzheimer hastalığında flaş bellek Merve Çebi, Barış Metin, Burak Çevre, Kemal Arıkan, Nevzat Tarhan SS11: Parkinson hastalığı, demans ve Lewy cisimcikli demanslı hastalarda bilişsel bozukluk anormal olaya ilişkin EEG teta ve alfa yanıtlarıyla yansıtılır Ebru Yıldırım, Tuba Aktürk, Lütfü Hanoğlu, Bahar Güntekin SS12: Duyusal görsel uyarılmış osilasyonlar Parkinson hastalığındaki hafif kognitif bozuklukta azalır Yağmur Özbek, Ezgi Fide, Derya Durusu Emek Savaş, Bahar Güntekin, Görsev Yener

09.30 – 10.30 Salon 1: Konferans 3: Alex Verkhratsky

“Principles of astrogliopathology” Oturum Başkanı: Prof. Dr. Bayram Yılmaz

10.30 – 11.00 Çay-Kahve Molası 11.00 – 12.30 Salon 1: Sempozyum 1: Deneysel epilepsi modelinde, P2X7, NMDA ve kanabinoid CB1 reseptörleri Oturum Başkanları: Prof. Dr. Erdal Ağar & Prof. Dr. Mustafa Ayyıldız

S1.1: Erdal Ağar: Deneysel epilepsi modellerinde P2X7 reseptörlerinin rolü S1.2: Mustafa Ayyıldız: Deneysel epilepsi modellerinde NMDA reseptörünün rolü S1.3: Gökhan Arslan: Deneysel epilepsi modellerinde kanabinoid CB1 reseptörlerinin rolü

11.00 – 12.30 Salon 2: Panel 1: RASopatiler: RAS yolağı ve hastalıkları

Oturum Başkanı: Kürşat Bora Çarman Panel 1.1: Banu Anlar: Nörofibromatozis ve tüberöz skleroz, iki Ras’opati: Klinik özellikler Panel 1.2: Şükriye Ayter: NF1 klinik değişkenliğinin moleküler mekanizmaları

12.30 – 13.00 Salon 3: Zeiss Sunumu 12.30 – 14.00 Poster Sunumları (PS01-PS23) & Öğle Yemeği 14.00 – 15.30 Salon 1: Sempozyum 2: Nörobilim ve linguistiğin kesişim noktasında metafor Oturum Başkanları: Prof. Dr. Lütfü Hanoğlu & Mustafa Şahap Aksan

S2.1: Lütfü Hanoğlu: Düşüncenin beyinde izini sürmek; nörobilim ve metafor araştırmaları S2.2: Merve Yamanoğlu Dikmen: Alzheimer ve frontotemporal demansta soyut düşünce bozukluğu: Metafor dilinin anlaşılması S2.3: Mehmet Aygüneş: Metaforlar ne kadar bilişsel? Bir OİP incelemesi S2.4: Mustafa Şahap Aksan: Kavramsal metafor kuramı: Deneyim ve bedenleştirme

14.00 – 15.30 Salon 2: Sempozyum 3: Nörodejeneratif hastalıklarda biyobankalama, moleküler tanı, biyobelirteçler ve gen tedavileri

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Esra Battaloğlu & Doç. Dr. Nagehan Ersoy Tunalı S3.1: Sibel Uğur İşeri: Nörolojik hastalıklarda genetik bileşenlerin tanımlanması S3.2: Nagehan Ersoy Tunalı: Nörodejeneratif hastalıklarda mikroRNA biyobelirteçleri S3.3: Esra Battaloğlu: Nörolojik hastalıklarda gen tedavisi

15.30 – 16.00 Çay-Kahve Molası

Page 7: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

16.00 – 16.50 Salon 1: Konferans 4: İ. Hakan Gürvit “Nörodejeneratif hastalıklarda multimodal nörogörüntüleme” Oturum Başkanı: Prof. Dr. Gülgün Şengül

16.00 – 16.50 Salon 2: Konferans 5: Pervin Dinçer “Yeni nesil gen tedavileri: Nadir nöromusküler hastalıklarda preklinik ve klinik uygulamalar” (Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı, TÜSEB Konferansı) Oturum Başkanı: Prof. Dr. Ahmet Hacımüftüoğlu

16.55 – 18.10 Salon 1: Sözlü Bildiri Sunumları (SS13-SS17) Oturum Başkanları: Prof. Dr. Lütfiye Kanıt & Doç. Dr. Burak Yuluğ

SS13: Multipl skleroz (MS) hastalarının beyin omurilik sıvılarında (BOS) CXCL-13 aktivitesinin Lyme hastalığı ile ilişkisinin araştırılması Hayriye Orallar, Şeyda Karabörk, Şule Aydın Türkoğlu, Serpil Yıldız SS14: Multipl skleroz hastalarında BOS oligoklonal bant pozitifliği ve IgG indeksi ile görsel uyarılmış potansiyel ölçümler arasındaki ilişki Sinem Tosun, İlkem Duman, Murat Terzi SS15: Türkçede ilgi tümceciklerinin bilişsel işlemlenmesi: Olaya ilişkin beyin potansiyelleri incelemesi Merve Akyıldız, Serkan Şener, Çiğdem Ulaşoğlu, Mehmet Aygüneş SS16: Serebellar transkraniyal elektriksel doğru akım uyarımının sağlıklı gönüllülerde statik ve dinamik denge üzerine etkisi Ezgi Tuna Erdoğan, Can Kır, Esin Beycan, Esin Karakaya, Sanem Altınçınar, Türkü Bayramoğlu, Gökçer Eskikurt, Sacit Karamürsel SS17: Menstrual siklus fazlarının kısa süreli bellek üzerine etkileri Mehmet Alkanat, Hafize Özdemir

16.55 – 18.10 Salon 2: Sözlü Bildiri Sunumları (SS18-SS22) Oturum Başkanları: Prof. Dr. Selim Kutlu & Prof. Dr. Sinan Canpolat

SS18: Transgenik (TH-Cre) farelerde katekolaminerjik yolak ile hipotalamik açlık devrelerinin modülasyonu İltan Aklan, Nilüfer Sayar Atasoy, Yavuz Yavuz, Tayfun Ateş, İlknur Çoban, Gizem Filiz, Fulya Köksalar Alkan, İskalen Cansu Topçu, Merve Öncül, Pelin Dilsiz, Utku Cebecioğlu, Muhammed İkbal Alp, Bayram Yılmaz, Deniz Atasoy SS19: Açlığın ve yeniden beslenmenin nöronal aktivasyona etkisi Aslı Zengin Türkmen, Asiye Nurten, Mine Ergüven, Emine Bilge SS20: Pmch-cre transgenik farelerde MCH nöron aktivasyonunun ödül ve iştah algısı üzerindeki etkisi Pelin Dilsiz, Iltan Aklan, Nilufer Atasoy, Yavuz Yavuz, Gizem Filiz, Fulya Köksalar, Tayfun Ateş, Merve Öncül, Ilknur Çoban, Edanur Ateş Öz, Utku Cebecioğlu, Muhammed İkbal Alp, Bayram Yılmaz, Deniz Atasoy SS21: Viral aracılıklı gen transfer yöntemi ile nöronlarda proteinopatik değişikliklere yol açan bir hayvan modelinin oluşturulması Birce Erçelen, Handan Açelya Kapkaç, Elif Polat Çorumlu, Muhittin Arslanyolu, Emel Ulupınar SS22: BDNF eksikliğinin ve endoplazmik retikulum stresinin GABAerjik sistem üzerine etkileri Gülay Hacıoğlu, Selma Cırrık, Selcen Abidin, İsmail Abidin

16.55 – 18.10 Salon 3: Sözlü Bildiri Sunumları (SS23-SS27) Oturum Başkanları: Prof. Dr. Nurcan Dursun & Prof. Dr. Fatih Mehmet Gökçe

SS23: Absans epilepsi modelinde T tipi kalsiyum iyon kanallarının P2X7 reseptörü ile ilişkisi Elif Şen, Hatice Aygün, Gökhan Arslan, Bahattin Avcı, Mustafa Ayyıldız, Erdal Ağar SS24: Penisilinle oluşturulan epileptiform aktivitede kafein ile kanabinoid CB1 reseptörlerinin etkileşimi Emre Soner Tiryaki, Gökhan Arslan, Mustafa Ayyıldız, Erdal Ağar SS25: Bazal önbeyin uyarımının sıçan beynindeki beden duyusu ve motor kortekslerinde α4/α7 alt tipli nikotinik asetilkolin reseptör dağılımlarına etkisi Begüm Devlet, Bige Vardar, Batuhan Babür, Burak Güçlü SS26: Timokinon tedavisi prilokain indüklü epileptiform aktivite ve kardiyotoksisiteyi azaltır Sendegül Yıldırım, Gamze Tanrıöver, Barış Akgül, İlker Öngüç Aycan, Enis Hidişoğlu, Ebru Afşar, Mutay Aslan SS27: Tek bir nöbette yaygın flavonoidler: Davranışsal ve bilişsel yönler Enver Ahmet Demir, Atakan Ozturk, Okan Tutuk, Hatice Dogan, Cemil Tumer

Page 8: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

06 Nisan 2019 Cumartesi 08.30 – 09.30 Salon 1: Sözlü Bildiri Sunumları (SS28-SS31) Oturum Başkanları: Prof. Dr. Ersin Koylu & Prof. Dr. İsmail Abidin

SS28: MPTP marmoset modelinde L-DOPA tedavisinin striatal sekretogranin II ve alfa-sinüklein mRNA İfadesine etkileri Banu Cahide Tel SS29: Deneysel parkinson modelinde Ursodeoxycholic asit'in (UDCA) nöroprotektif etkileri Mümin Alper Erdoğan, Gürkan Yiğittürk, Oytun Erbaş SS30: İn vitro Parkinson hastalığı modelinde humanin’in nöroprotektif etkisinin araştırılması Şeyhmus Bayar, Şeyma Taşdemir, Buse Kayhan, Aylin Şendemir, Gülgün Şengül SS31: Transkriptom verilerinin genom ölçekli metabolik ağlara haritalanması ile Parkinson hastalığı için ilaç hedeflerinin belirlenmesi Ali Kaynar, Tunahan Çakır, Işıl Aksan Kurnaz

08.30 – 09.30 Salon 2: Sözlü Bildiri Sunumları (SS32-SS35) Oturum Başkanları: Prof. Dr. Süleyman Sandal & Doç. Dr. Gülay Hacıoğlu

SS32: Farklı sekilerde uygulanan kalori kısıtlamasının dolaşımdaki miRNAlara etkisi Bilge G Tuna, Münevver Burcu Çicekdal, Ümit Ozorhan, Işın D Ekici, Emre C. Tuysuz, Aysegul Kuskucu, Omer F. Bayrak, Akif Maharramov, Soner Doğan SS33: Erkek Sprague Dawley yavru sıçanların maternal ve maturasyon dönemlerinde farklı yağ içeriğindeki diyetlere maruz kalmalarının yağlı tat algısı ve yağ tercihi üzerine etkisi Elif Günalan, Cihan Civan Cıvaş, Cihan Süleyman Erdoğan, Aylin Güven, Bayram Yılmaz, Burcu Gemici Başol SS34: Genç sıçanlarda selenyumun öğrenme ve bellek üzerine etkisi ve Tau ilişkisi Ercan Babur, Burak Tan, Cem Süer, Nurcan Dursun SS35: Sıçanlarda prenatal ve/veya postnatal dönemde sülfit maruziyetine bağlı nörotoksisitede glutamat’ın rolü Güven Akçay, Ceren Kencebay, Betül Danışman, Tuğberk Denizaltı, Çiğdem Gökçek Saraç, Mutay Aslan, Narin Derin

08.30 – 09.30 Salon 3: Sözlü Bildiri Sunumları (SS36-SS39) Oturum Başkanları: Prof. Dr. Bahar Güntekin & Prof. Dr. Süleyman Aydın

SS36: Trigeminal nevralji tedavisinde uygulanan Gasser gangliyonu radyofrekans termokoagülasyonun analjezik etkinliğinin incelenmesi Sibel Özcan SS37: Periferik sinir hasarı tedavisinde yeni bir yaklaşım: Elektro-akupunktur uyarımı Özlem Bozkurt Girit, Mahmut Alp Kılıç, Yasemin Özkan, Mehmet Dinçer Bilgin SS38: Multiple intrakranial menenjiom Ali Rıza Güvercin, Ali Samet Topsakal SS39: Transpediküler vidalama tekniğine rehberlik edecek vida giriş noktaları ve açılarının 3-boyutlu rekonstrüksiyon yöntemi ile değerlendirilmesi Kerem Atalar, Zafer Kutay Coşkun

09.30 – 10.30 Salon 1: Konferans 6: Steven Kushner “Cerebral cortex interneuron myelination: Fundamental mechanisms and clinical implications” Oturum Başkanı: Prof. Dr. Emel Ulupınar

10.30 – 11.00 Çay-Kahve Molası 11.00 – 12.45 Salon 1: Sempozyum 4: Nörobilim tabanlı kişiye özel tıp uygulamaları Oturum Başkanları: Prof. Dr. Nevzat Tarhan & Prof. Dr. Muhsin Konuk

S4.1: Nevzat Tarhan: Nöromodülasyon tedavileri S4.2: Muhsin Konuk: Psikiyatride farmakogenetik uygulamalar S4.3: Türker Tekin Ergüzel: Derin beyin S4.4: Barış Metin: Psikiyatride EEG biyobelirteçlerinin geleceği

Page 9: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

11.00 – 12.45 Salon 2: Sempozyum 5: “Computational physiology of the basal ganglia and of their disorders, anatomical considerations and neurosurgical implications”

Oturum Başkanları: Prof. Dr. Görsev Yener & Professor Hagai Bergman S5.1: Hagai Bergman: Computational physiology of the basal ganglia and of their disorders and therapy S5.2: Boran Urfalı: Parkinson hastalığı ve derin beyin stimulasyonu S5.3: İlkan Tatar: Bazal çekirdekler ağının fonksiyonel anatomisinin yeni anlayışı

12.45 – 14.00 Poster Sunumları (PS24-PS45) & Öğle Yemeği 14.00 – 15.45 Salon 1: Panel 2: İyon kanalları ve güncel araştırma yöntemleri Oturum Başkanları: Prof. Dr. Nuhan Puralı & Prof. Dr. Turgut Baştuğ Panel 2.1: Nuhan Puralı: Mekanosensitif kanallar Panel 2.2: Mehmet Uğur: P2X7 iyonotropik reseptör kanallarının çalışma mekanizması Panel 2.3: Turgut Baştuğ: İyon kanallarının moleküler modelleme yöntemiyle araştırılması 14.00 – 15.45 Salon 2: Sempozyum 6: Karmaşık bir nörodejeneratif hastalığa çok yönlü bir yaklaşım: ALS’nin

anatomisi, fizyolojisi, genetiği ve biyokimyası Oturum Başkanları: Prof. Dr. Nazlı Başak & Prof. Dr. Meltem Bahçelioğlu

S6.1: Nazlı Başak: ALS’nin kompleks biyolojisi ve hastalık modeli olarak G93A sıçanları S6.2: Görkem Özyurt: Sağlıklı ve ALS’li insanların inhibe edici omurilik devrelerinin kıyaslanması S6.3: Nuray Ulusu: Amyotrofik lateral skleroz’da SOD1 mutasyonunun biyokimyasal ve metabolik etkileri S6.4: Barış İşak: Trials çalışma grubu- giriş ve klinik çalışmalar

15.45 – 16.00 Çay-Kahve Molası 16.00 – 16.50 Salon 1: Konferans 7: Suzanne Dickson

“Gut-Brain axis: Impact of circulating regulators of energy balance on the reward system” Oturum Başkanları: Prof. Dr. Gönül Peker & Prof. Dr. Reha Erzurumlu

17.00 – 19.30 Şehir Gezisi 20.00 – 23.30 Gala Yemeği 07 Nisan 2019 Pazar 08.30 – 09.30 Salon 1: Sözlü Bildiri Sunumları (SS40-SS43) Oturum Başkanları: Prof. Dr. Fatma Töre & Doç. Dr. Sibel Uğur İşeri

SS40: Deneysel periferik nöropati modelinde hericium erinaceus'un iyileştirici etkisi Ramazan Üstün, Mustafa Aden, Elif Kaval Oğuz, Filiz Taşpınar, Ayşe Şeker SS41: Diyabetik nöropatide curcumin’in nöroprotektif etkisi: FTIR görüntüleme çalışması Mehmet Melih Pınarbaşı, Özlem Bozkurt Girit, Nagihan Erten, Mehmet Dinçer Bilgin SS42: Travmatik beyin hasarı oluşturulmuş sıçan modelinde sesamol’ün sekonder hasara karşı koruyucu etkileri Emine Arık, Habibullah Dolgun, Çağhan Töngen, Çiğdem Fidan, Erdinç Devrim, Banu Coşkun Yılmaz, Gülsen Bayrak, Bora Gürer SS43: Endokrin bozucu kimyasalların beyindeki eser element ve mineral düzeylerine etkileri Duygu Aydemir, Gözde Karabulut, Gülsu Şimşek, Müslüm Gök, Nurhayat Barlas, Nuriye Nuray Ulusu

08.30 – 09.30 Salon 2: Sözlü Bildiri Sunumları (SS44-SS47) Oturum Başkanları: Prof. Dr. Mehmet Uğur & Doç. Dr. Tunahan Çakır SS44: Uzun süreli artımda glia hücreleri ile ilişkili nitrik oksitin etkisine dair bir hesaplamalı model Onur Alptürk, Neslihan Serap Şengör SS45: TRPA1 ve TRPM7 iyon kanalları arasındaki GG4 (GXXXG) motif farklılığı Süleyman Aydın, Ayça Çakmak SS46: Kullanıcı dostu yazılım kullanılarak morfolojik ve biyofiziksel olarak gerçekçi tekil sinir hücrelerin simulasyonu Zübeyir Özcan, İlknur Kayıkçıoğlu, Ömer Yıldırım, Cemal Köse, Temel Kayıkçıoğlu SS47: Kortikal kaynak uzayı kullanarak yüksek doğruluklu beyin bilgisayar ara yüzü geliştirme Mustafa Yazıcı, Mustafa Ulutaş, Mukadder Okuyan

Page 10: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

08.30 – 09.30 Salon 3: Sözlü Bildiri Sunumları (SS48-SS51) Oturum Başkanları: Prof. Dr. Esat Adıgüzel & Doç. Dr. Mukadder Okuyan

SS48: İnsan vomeronasal organı üzerine: Radyolojik ve biyoinformatik bir ön çalışma Arif Kamil Salihoğlu, Serbülent Ünsal, Cemal Aydoğan, Merve Celep, Aykut Teymur, Ahmet Sarı, Ahmet Ayar SS49: Meningeal lenfatik sistemin bağlantıları ve drenajı: Nörodejeneratif hastalıkların patogenezini çalışmak için yeni bir hedef Erkan Kılınç, Francesco Mattia Noè, Fatma Töre, Rashid Giniatullin SS50: Diyabetik sıçanlara uygulanan intravitreal mezenkimal kök hücre ve tamoksifen uygulamalarının intraoküler basınç ve VEP üzerine etkisi Sevil Kestane, Bekir Çoksevim SS51: Dipiron’un kronik öngörülemeyen hafif stres modelindeki antidepresan-benzeri etkisinde sitokinlerin rolü Olcay Kıroğlu, Fatih Berktaş, Erkan Maytalman, Fazilet Aksu

09.30 – 10.00 Çay-Kahve Molası 10.00 – 12.00 Salon 1: Sempozyum 7: “H2020 project AUTOIGG showcase: Building an inovative medical device through

networking” Oturum Başkanları: Professor Pavle Andjus & Dr. Bilal Kerman

S7.1: Srdjan D. Antic: Spontaneous electrical activity of developing neurons in the cerebral cortex S7.2: Pavle Andjus: Automated functional screening of IgGs for diagnostics of neurodegenerative diseases S7.3: Bilal Kerman: Computer assisted methods for classification and analysis of neuroglial structures

10.00 – 12.00 Salon 2: Sempozyum 8: Nörolojik hastalıkların tedavisinde yakın gelecek (Türk Nöroloji Derneği Sempozyumu) Oturum Başkanları: Prof. Dr. Yasemin Gürsoy & Prof. Dr. Müge Yemişçi Özkan

S8.1: Müge Yemişçi Özkan: İnmenin bitmeyen yangını: İnflamasyon S8.2: Hülya Karataş-Kurşun: İskemik ve hemorajik inme tedavisinde lipoksijenaz inhibitörleri S8.3: Burak Yuluğ: Alzheimer hastalığı tanısında biomarker ve nörogörüntüleme odaklı son translasyonel yaklaşımlar S8.4: Şeyda Çankaya: Deneysel ve klinik çalışmalar ışığında Alzheimer hastalığında yeni nöroprotektif tedavi yaklaşımları

12.00 – 13.00 Poster Sunumları (PS46-PS68) & Öğle Yemeği 13.00 – 14.30 Salon 1: Sempozyum 9: Sinir sistemi gelişiminde nöron-gliya etkileşimleri Oturum Başkanları: Prof. Dr. Işıl Aksan Kurnaz & Professor Angela Giangrande

S9.1: Angela Giangrande: The connection between nervous and immune system in Drosophila Melanogaster S9.2: Işıl Aksan Kurnaz: Nörogliyal devrelerde PEA3 proteinleri? S9.3: Başak Kandemir: PEA3 Proteinlerinin Nöronlardaki Rolü

13.00 – 14.30 Salon 2: Panel 3: Nörolojik hastalıklarda santral sinir sistemi mikrosirkülasyonu Oturum Başkanları: Prof. Dr. Ertuğrul Kılıç & Prof. Dr. Yasemin Gürsoy Panel 3.1: Yasemin Gürsoy-Özdemir: Hipertansiyon ve diyabetin beyin mikrosirkülasyonu üzerine etkileri Panel 3.2: Şefik Evren Erdener: İskemik penumbrada mikrodolaşımın dinamik problemleri Panel 3.3: Emine Şekerdağ: Multipl skleroz patofizyolojisinde perisitlerin rolü

14.30 – 14.45 Çay-Kahve Molası

13.45 – 15.35 Konferans 8: Mimoun Azzouz: “Translating neurodegeneration: Modeling, mechanisms and gene-based therapeutics” Oturum Başkanı: Prof. Dr. Gürkan Öztürk

15.35 – 16.00 Ödül ve Kapanış Töreni

Page 11: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

Konferans 1 İskemik Beyin Felci Sonrası Yeni Patofizyolojik ve Terapötik Stratejiler: İlaç Taşıyıcı Proteinler, Sirkadyen Ritim ve Fetal Mikrokimerizmin Rolleri Ertuğrul Kılıç İstanbul Medipol Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı ve REMER, İstanbul

Son yıllarda sinir koruyucu tedaviler kısıtlı bir ilerleme göstermiştir. Hayvanlarda etkili olduğu gösterilen birçok bileşen yüksek

maliyet gerektiren çalışmalarda insanlarda test edilmiştir. Ancak, klinik koşullar altındaki bu çalışmaların hiçbirinde hastalarda

etkililik gösterilememiştir. Sadece hayvanlarda değil, insanlarda da faydalı olabilecek tedavilerin oluşturulabilmesi için iskemi

patofizyolojisini anlamaya yönelik yeni strateji ve araştırma gerektiği açıktır. Bu yeni stratejiler ve amaçlar kapsamında:

(1) İskemi sonrası beyindeki OATP1a5 solüt taşıyıcı proteinin görevi: Kan beyin bariyeri, MSS’ye ilaç geçişini önleyerek beyin

farmakoterapisindeki gelişmeleri engellemektedir. İskemik beyin dokusunda daha etkili bir şekilde birikebilen ilaçların

tanımlanması için büyük çaba harcanmaktadır. MSS’de ifade edilen ve substratlarının birikmesini ve sinir koruyucu özelliklerini

etkileyen bir solüt taşıyıcı protein olan OATP1a5’i tartışılacaktır.

(2) İskemik beyin felci sonrası melatonin ile sirkadyen ritim proteini Bmal1’in ortaya çıkan patofizyolojik değişikliklerdeki etkisi

neredeyse bütün fizyolojik koşullara ek olarak serebral iskemi gibi patofizyolojik süreçlerin düzenlenmesinde de önemli bir rol

oynamaktadır. Bu moleküllerin altta yatan etki mekanizmaları değerlendirilecektir.

(3) Fetal mikrokimerizmin iskemik beyin felci sonrası beyin hasarı ve plastisite üzerindeki rolü: Mikrokimerizm bir kişide çok az

miktarda genetik olarak farklı başka bir kişinin hücrelerinin bulunmasıdır. Fetal mikrokimerizm, gebelik sırasında fetüsün kök

hücrelerinin anneye geçişi olarak tanımlanmıştır. Fetüsten annenin iskemik beyin dokusuna fetal hücre geçişleri

değerlendirilecektir. Bu konuşmada, yukarıda bahsedilen ve İstanbul Medipol Üniversitesi’ndeki REMER bünyesinde

gerçekleştirilen çalışmalar sunulacaktır. Bu çalışmalar sırasıyla TÜBİTAK 115S471; 118S306; 217S453 tarafından desteklenmiştir.

Konferans 2 Migrenin Nörobiyolojik Temelleri Turgay Dalkara Hacettepe Universitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara Migren başağrıları iç organ ağrılarının tipik özelliklerini gösterir. Ağrı, beyin dokusundan değil onu çevreleyen menenksler ve damarları çeperindeki nosiseptif sinirlerin uyarılmasından kaynaklanır. Bu sinirler trigineminal ganglionun oftalmik dalı ile üst servikal arka kök ganglionlarından gelir. Bu nöronların santral uzantıları beyin sapında trigeminoservikal kompleksde sonlanır. Beyinin duyu korteksinde temsil alanı olmadığı için buradan gelen ağrılı uyarılar alın yada baş arkası ve ense derisine yansıyarak algılanır. Beyin sapından talamus ve kortekse yükselen lifler amigdala ve hipotalamusa da dallar verirler ki bunlar migrene eşlik eden hastalık hali ve duygudurum değişiklikleri ile ilgilidir. Ağrının başlangıcından 10 dakika içinde tirigeminoservikal sinir uçlarının duyarlılaşması nabız vurusunun hissedilmesine bu da zonklayıcı başağrısına yol açar. Beyin sapı nöronlarının duyarlılaşması kafada, özellikle göz çevresinde alodiniye sebep olur. Alodini hastaların %75’inde iki saat içinde gelişir. Ağrı yollarının talamusta görme yollarıyla birlikteliği fotofobinin nedenidir. Trigeminoservikal sinirlerin aktivasyonu uçlarından CGRP gibi nöropeptitlerin salıverilmesine bu da durada steril nörojenik inflamasyona yol açar. Tiptanlar ve CGRP antagonisleri nörojenik inflamasyonu baskılayarak migren başağrısını baskılarlar. Oksipital korteks boyunca yayılan depolorizasyon dalgası ise migren ağrısının öncesinde görülen görsel auraya neden olur. Aura genellikle 20-60 dakika içinde meningeal nosiseptörlerin aktivasyonuna dolayısıyla başağrısına yol açar. Bundan massif depolarizasyonun oluşturduğu stresle nöronlardan başlayan nöroinflamatuvar yolların aktivasyonu sorumludur. Bu yol astrositlerde sitokin ve prostanoidler gibi inflamatuvar mediyatörlerin yapımına ve oradan BOS’a salınmasına neden olur. Dural nörojenik inflamasyon parankimden gelen bu uyarıcı sinyali büyütür ve saatler sürecek başağrısına dönüştürür. Ailevi vakalarda saptanan mutasyonların kontrolsüz glutamaterjik transmisyon sonucu aura ve baş ağrısı oluşturduğu düşünülmektedir. Ailevi olmayan vakalarda glutamaterjik sinapslara astrosit ayaklarından yeterli enerji sağlanamaması benzer şekilde aura ve ağrı oluşturabilir. Migren tetikleyen uyku yoksunluğu, uzamış açlık, psikolojik stres gibi etmenlerin astrositlerde yarattığı transkripsiyonel değişikliklerin glikojenden glukoz/laktat elde edilmesini aksatarak sinaptik strese yol açarak inflamatuvar yolu ve başağrısı ataklarını başlatabileceği düşünülmüştür. Migren atakları vasküler (kısa süreli hipoperfüzyon) nedenlerle de ortaya çıkabilir (örn: serebral mikroembolizm veya CADASIL).

Konferanslar

Page 12: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

Konferans 3 Principles of Astrogliopathology Alexei Verkhratsky 1,2,3 1 Faculty of Biology, Medicine and Health, The University of Manchester, Manchester, UK ;2 Center for Basic and Translational Neuroscience, Faculty of Health and Medical Sciences, University of Copenhagen, Copenhagen 2200, Denmark; 3 Yeditepe University, Faculty of Medicine, Department of Physiology, Istanbul, Turkey The common and prevailing set of neurological thoughts considers neurones as the primary substrate of pathological progression. This "neurone-centric" concept, however, is changing. It has become universally acknowledged that the homeostasis of the nervous tissue is regulated by a complex fabric of neuroglial cells. Astroglia in particular represent a main element in the maintenance of homeostasis and providing defense to the brain. Consequently, dysfunction of astrocytes underlies many, if not all, neurological, neuropsychiatric and neurodegenerative disorders. Astrogliopathology is manifested by diametrically opposing morpho-functional changes in astrocytes, i.e. their hypertrophy along with reactivity or astrodegeneration with atrophy and asthenia. These complex plastic changes underlie pathophysiology of all neurological disorders including genetic (e.g. Alexander disease, which is a primary sporadic astrogliopathy), environmentally caused, (e.g. heavy metal encephalopathies or hepatic encephalopathies), neurodevelopmental (e.g. different forms of autistic spectrum disorder) or neurodegenerative (e.g. amyotrophic lateral sclerosis, Alzheimer’s and Huntington’s diseases). Konferans 4 Nörodejeneratif Hastalıklarda ICNler ve Multimodal Görüntüleme Hakan Gürvit İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Davranış Nörolojisi ve Hareket Bozuklukları Birimi, Hulusi Yaşam Bilimleri Merkezi Kognitif Nörogörüntüleme Laboratuvarı, İstanbul Yirminci yüzyılın ikinci yarısında nöroanatomik izleme yöntemleri insan olmayan primat beyinlerindeki anatomik bağlantısallık örüntülerinin aydınlatılması ve haritalandırılmasına olanak verdi. Büyük ölçüdeki genetik homoloji dolayısıyla primat beyni ile insan beyni arasında analojiler kurularak insan kognisyonu bu bağlantısallık tarzlarına sahip geniş boyutlu nöral ağlarda yerleşik olduğu şeklinde kavranır oldu. Zamanla, farklı kognitif profillerle sunulan farklı nörodejeneratifsüreçler birbirlerinden farklı nöral ağlarla ilişkilendirilir oldu. Ancak, insan kognisyonu türümüzün benzersiz özelliği olduğunudan insan dışı primat beyniyle analoji biraz zorlama olabilir. Bu yüzyılın başından itibaren insan beyingörüntülemesinde, istirahat durumu manyetik rezonans görüntüleme (rsMRI) adı da verilen görüntüleme yönteminin bulunuşuyla canlı insan beyninde işlevsel nöral ağların veya entrensek bağlantısallık ağlarının (ICN) görüntülenmesi olanaklı oldu. Bu ağlar önceden varsayılan anatomik bağlantısallık tarzları ile bir ölçüde örtüşse de onlarla tıpatıp aynı değildir. Kısa zaman içinde farklı ICN’lerin farklı nörodejeneratif süreçlere olan yatkınlıklarına dair deliller birikmeye başladı. Günümüzde artık ağlar ve hastalık durumları arasında bire bir tekabüliyetten ziyade, ICNler veya bağlantısallık örüntüleri arasında, Alzheimer hastalığından şizofreniye kadar değişen geniş bir aralıktaki farklı nöropsikiyatrik hastalıkların imzaları olarak çizge kuramı yaklaşımlarıyla haritalandırılabilecek dinamik etkileşim değişiklikleri şeklinde kavramlandırılacağı bir paradigma değişikliği benzerine tanık olmaktayız. Yakın dönemde Hulusi Behcet Kognitif Nörogörüntüleme Laboratuarımızda uluslararası kognitif nörogörüntüleme topluluğunda izlenen bu efora katkıda bulunmak amacıyla bir dizi çalışma başlattık. Bu çalışmalarda rsMRI üzerine odaklanmakla birlikte, kognitif aktivasyon için klasik fMRI, traktografi için difüzyon tensor görüntüleme (DTI), serebral perfüzyon için arteryel spin işaretleme (ASL) MRI ve nörodejeneratif bozukluklara eşlik eden serebral metabolik değişiklikler için MR Spektroskopi de kullanmaktayız. Bu konuşmada laboratuarımızda Alzheimer hastalığı riski taşıyan bireylerden, Parkinson hastalığı kognitif bozukluğu sürekliliğinde ve spinocerebellar ataksilerdeki örtük bellek bozuklukları amaçlı çalışılmış bireylerden elde edilmiş, halen yayın aşamasında veya yayına hazırlanmakta olan ilk verilerimizin sonuçları tartışılacaktır. Konferans 5 Yeni Nesil Gen Tedavileri: Nadir Nöromusküler Hastalıklarda Preklinik ve Klinik Uygulamalar Pervin Dinçer Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji Anabilim Dalı, Ankara Genom düzenleme teknolojilerinin geliştirilmesi araştırmacılara hedefledikleri her genom sekansını değiştirebilme fırsatı vermiştir. Bu teknoloji insan hastalıklarının hayvan modellerinin oluşturulabilmesi yoluyla invivo, isogenik hücre hatlarının oluşturulabilmesi yoluyla invitro çalışmalarda çok yararlı olurken; çok daha önemli olarak klasik gen tedavisi çalışmalarında araştırmacıların karşılaştığı pek çok dezavantajın aşılmasına imkân sağlamıştır. Bu nedenle bu teknolojiler yeni nesil gen tedavisi olarak da bilinmektedir. Bu yeni teknolojiler Duschenne Muscular Dystrophy (DMD), Huntington Hastalığı, metabolik hastalıklar gibi tedavisi olmayan pek çok hastalık için preklinik ve klinik çalışmalarda uygulama alanı bulmaktadır. Bu anlamda en çok çalışılan

Page 13: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

nöromüsküler hastalık olan DMD, ciddi kas güçsüzlüğü ile ortaya çıkıp genellikle erken ölüm ile sonuçlanan bir hastalıktır. DMD’den sorumlu olan distrofin geni klasik gen tedavisi için oldukça büyüktür. Yeni nesil gen tedavisi, bu hastalara normal gen kopyası eklemek yerine mutant geni yerinde düzeltme imkânı vermekte ve klasik gen tedavisinin başarısız olma nedenini aşabilmektedir. Yakın gelecekte, preklinik çalışmalar genom düzenleme tedavi stratejilerinin etkinlik ve güvenilirlikleri konusunda bilgimizi arttırmaya devam ettikçe klinik uygulamaların sayısı daha fazla hastalığı kapsayacak şekilde kesinlikle artacaktır. Konferans 6 Cerebral Cortex Interneuron Myelination: Fundamental Mechanisms and Clinical Implications Steven Kushner Erasmus MC University Medical Center, Department of Psychiatry, Rotterdam, The Netherlands Schizophrenia is highly heritable, yet its underlying pathophysiology remains largely unknown. The strongest known determinant for developing schizophrenia is family history. Recent genetic and induced pluripotent stem cell (iPSC)-based studies have converged on amodel by which neuronal function, and in particular synaptic transmission, is a major pathophysiological mechanism of schizophrenia. However, functional neuronal alterations may arise either by direct cell type autonomous changes to neurons themselves, or indirectly through a primary pathophysiological influence on other cell types that influence neuronal function. Previous studies have identified well-replicated structural abnormalities of White matter in schizophrenia, including in first-episode and treatment-naive patients. However, the causality of these changes has been difficult to ascertain. Seemingly unrelated abnormalities of parvalbumin (PV) interneurons in schizophrenia post-mortem neocortex have also been consistently observed, the leading candidate mechanism for disease-related deficits in gamma oscillations. We have recently combined family-based rare variant genetic discovery with induced pluripotent stem cell (iPSC) modeling which now suggest that oligodendrocyte progenitor cell dysfunction should be considered as a candidate etiological cell type in schizophrenia. Our findings are consistent with the growing body of evidence implicating white matter integrity in schizophrenia neuropathology. Furthermore, recent in-depth characterizations of our group and others have established that fast-spiking PV interneurons in the neocortex and hippocampus have a stereotyped topography of myelination, exhibit a novel form of activity-dependent myelin plasticity, and highly determined by quantifiable biophysical metrics of axonal morphology. Together, these findings raise the intriguing possibility that some forms of schizophrenia might result from neurodevelopmental alterations of PV interneuron myelination. Konferans 7 Gut-Brain Axis: Impact of Peripheral Regulators of Energy Balance on the Reward System Suzanne L Dickson University of Gothenburg, The Sahlgrenska Academy, Institute of Neuroscience and Physiology, Sweden The brain’s reward system is engaged in food intake, no matter whether this is driven by energy deficit or by the anticipated pleasure of a palatable meal. Human functional resonance imaging studies have revealed that brain pathways involved in (visual) food reward processing are regulated by dietary, hormonal and potentially other energy metabolic signals. The neural substrates engaged include the ventral striatum and rodent studies have shown that the ventral tegmental area is an important target for adiposity signals (such as leptin and insulin) and gut-derived hormones (such as ghrelin, PYY (3-36) and GLP-1). We have shown that the orexigenic hormone ghrelin engages the mesoaccumbal dopamine pathway involved in incentive salience and that this is important for its effects on food motivated behavior. Ghrelin also alters food choice, food anticipatory and other behaviours in ways that would lead us to question whether it is only a hunger hormone (for which its release and effects might be expected to be limited to a state of negative energy balance) or whether we should instead be considered an “appetite-stimulating” hormone. Although obesity is associated with reduced sensitivity/resistance to certain circulating hormones, we recently discovered the existence of a novel body weight sensing mechanism that appears to be independent of leptin and other circulating hormones and labelled it the “gravitostat”, revealed through loading studies in rodents (i.e. implantation of weighted capsules). Load ing is effective for reducing body weight in obese animals. The mechanism appears to include a weight sensing mechanism in bone and we are currently exploring the mechanisms, including neural circuits involved. Research supported by the Swedish Research Council, the EC funded project “Nudge-it”, Hjärnfonden and NovoNordisk Fonden.

Page 14: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

Konferans 8 Translating Neurodegeneration: Modeling, Mechanisms and Gene-Based Therapeutics Mimoun Azzouz Sheffield Institute for Translational Neuroscience, Sheffield University of Sheffield, UK This seminar will give an overview and discuss the use of adeno-associated vectors for disease modelling and gene therapy in animal models of human neurodegenerative diseases such as motor neuron diseases (ALS and SMA) and frontotemporal dementia (FTD). In addition, using viral vectors, experimental models of disease including human cells and mouse model we will present and discuss mechanistic pathways and therapy development for ALS/FTD. Steps to translate gene therapy approaches into human clinical trials will be highlighted.

Page 15: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

Sempozyum 1 DENEYSEL EPİLEPSİ MODELLERİNDE P2X7, NMDA VE RESEPTÖRLERİNİN ROLÜ S1.1: Deneysel Epilepsi Modellerinde P2X7 Reseptörlerinin Rolü Erdal Ağar Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Samsun Adenozin trifosfat, iyonotropik P2X7 reseptörlerinin (P2X7R) aktivasyonu aracılığıyla hızlı bir nörotransmitter görevi görür. P2X7R alt birimleri, homomerik ATP-kapılı kalsiyuma geçirgen katyon kanalarını oluşturur. P2X7R’leri korteks, beyin sapı ve serebellumu da içeren merkez sinir sisteminin farklı bölgelerindeki glia ve sinir hücrelerinde bulunurlar. P2X7R’lerinin epileptojenik süreçteki rolü farklı deneysel epilepsi modellerinde geniş çaplı olarak araştırılmıştır. Son zamanlarda, intrasereberoventriküler olarak verilen P2X7R agonisti BzATP ve antagonisti A-438079’un etkileri penisilinle oluşturulan ve absans benzeri epileptik aktivitedeki etkileri sıçanlarda araştırıldı. Farelerde P2X7R agonistinin intraserebroventriküler olarak verilmesinin kainik asitle oluşturulan status epileptikus esnasındaki nöbetlerin şiddetini artırdığı, P2X7R antagonistinin nöbet oluşturmadan önce ve sonra verilmesinin ise nöbet şiddetini azalttığı gösterilmiştir. P2X7R antagonisti A-438079’un intraperitoneal olarak fare yavrularına verilmesi hipoksi sırasında nöbet sayısını azaltmasına rağmen, hipoksi sonrası nöbetleri etkilememesi P2X7R sınırlı bir fonksiyona sahip olduğunu göstermektedir. P2X7R devre dışı bırakılan fareler pilokarpin ile oluşturulan status epileptikusa daha fazla duyarlılık göstermişlerdir. Yaptığımız çalışmalarda P2X7R agonisti BzATP’nin penisilin ile oluşturulan epileptiform aktivite frekansında artışa neden olduğunu, P2X7R antagonisti A-438079’un ise frekansta azalmaya neden olduğunu bulduk. Diğer taraftan P2X7R agonist ve antagonistleri WAG/Rij sıçanlarda görülen absans benzeri epileptik aktivitenin özelliklerini değiştirmedi. Deneysel epilepsi modelleri üzerinde yapılan çalışmalar P2X7R’lerinin epilepsinin patofizyolojik mekanizması üzerinde sınırlı bir işlevinin olduğunu göstermektedir. P2X7R’lerinin kalsiyuma bağlı yol da dâhil olmak üzere farklı sinyal yolakları üzerinden etki ettiğini gösteren mekanizmalar önerilmiştir. P2X7R ile epilepside etkili diğer sistemler arasındaki etkileşimi araştıran ileri çalışmalara ihtiyaç vardır. S1.2: Deneysel Epilepsi Modellerinde NMDA Reseptörünün Rolü Mustafa Ayyıldız Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Samsun Epilepsi, kortikal nöronların anormal ve hipersenkron deşarjları sonucu oluşan kronik nörolojik bir hastalıktır. GABA ve glutamat arasındaki dengenin glutamat lehine bozulması epilepsiye yol açar. Glutamaterjik sistem metabotropik (mGluR) ve iyonotropik (iGluR) olmak üzere iki reseptör grubuna sahiptir. Üç tip iyonotropik glutamat reseptörü vardır: α-amino-3-hydroxy-5-methyl-4-isoxasolepropionic acid (AMPA) reseptörü, kainik asit reseptörü ve N-methyl-D-aspartate (NMDA) reseptörü. NMDA reseptörleri epilepsinin de dahil olduğu nörolojik hastalıklarda rol oynamaktadır. Hipertermiyle uyarılan zebra balığı nöbet modelinde NMDA aracılı glutamaterjik iletimde artış görülmüştür. Astrositlerin nöronal NMDA reseptörlerini modüle ederek temporal lob epilepsisine yol açtığı bulunmuştur. Citrus aurantium NMDA ve mGluR’leri yoluyla zebra balığında PTZ ile uyarlıan nöbetlerin latensini artırmıştır. Nitrik oksit/NMDA yolunun PTZ ile uyarılan nöbetler üzerine D-penisilaminin bifazik etkilerine katkıda bulunabileceği önerilmiştir. Felbamat sıçan entorhinal korteks-hipokampus dilimlerinde presinaptik NMDA resptörlerini bloklayarak glutamat serbestlenmesini azaltmıştır. Mikro RNA 219’un kalsiyum/kalmodulin bağımlı proteinaz II/NMDA reseptör yolunu modüle ederek nöbet oluşumunu baskıladığı gösterilmiştir. Non-kompetetif NMDA reseptör antagonisti dizosilpin orfenadrinle uyarılan jeneralize konvulsif status epileptikusu doza bağlı olarak azalttı. Laboratuarımızda yapılan çalışmalarda unkompetetif NMDA reseptör antagonisti memantin penisilinle uyarılan epileptiform aktiviteninin frekansını azalttı. Yine absans benzeri epileptiform aktive gösteren WAG Rij sıçanlarda yaptığımız başka bir çalışmada memantin nöbet sayısını, nöbetin süresini ve diken dalga sayısını azalttı. Deneysel epilepsinin farklı modellerinde hem NMDA reseptör sisteminin mekanizmasını hem de NMDA ve diğer yolakların etkileşimini ortaya çıkaracak olan daha ileri düzeyde çalışmalara ihtiyaç vardır. S1.3: Deneysel Epilepsi Modellerinde Kanabinoid CB1 Reseptörlerinin Rolü Gökhan Arslan Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Samsun Kanabinoid sistem, epileptik nöbetlerin oluşumunda ve kontrolünde kilit rol oynayan sistemlerden biridir. Kanabinoid CB1 reseptörleri beyinde serebral korteks, hipokampus, bazal ganglionlar ve serebellumda yoğun olarak bulunurken, CB2 ise özellikle periferal dokularda ve immün sistemde bol miktarda bulunmaktadır. CB1 reseptörlerinin merkezi sinir sistemindeki etkilerinden

Sempozyumlar

Page 16: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

dolayı epilepsi hastalığı da dâhil olmak üzere bir çok beyin patolojisinde rolü olduğu düşünülmektedir. Buradan hareketle, kanabinoid CB1 reseptörlerinin penisilin ile oluşturulan fokal nöbetlere ve WAG/Rij sıçanlarda görülen absans benzeri nöbetlere etkilerini araştırdık. Deneysel epilepsi modellerinde birçok kanabinoid analoğu test edilmiş ve endokanabinoid sistemin nöbet aktivitesinin düzenlenmesinde önemli bir role sahip olduğu gösterilmiştir. Pilokarpin, maksimal elektroşok, pentilentetrazol ve kainik asit ile oluşturulan nöbet modellerinde kanabinoid CB1 reseptörlerinin uyarılması nöbet aktivitelerini baskılamaktadır. Aksine, CB1 reseptörlerinin bloklanması ise nöbetlerde artışa yol açmaktadır. Aynı zamanda, epileptik nöbet aktivitesi endojen endokanabinoidlerin salgısında artışa da neden olmuştur. Penisilin modeli deneysel epilepside, CB1 reseptör agonisti ACEA’nın spike frekansını azalttığını, CB1 reseptör antagonisti AM-251’in ise spike frekansını artırdığını tespit ettik. Aynı zamanda, genetik absans epilepsili WAG/Rij sıçanlarda yaptığımız çalışmada ACEA diken dalga deşarjlarının sayısını ve süresini azaltırken, AM-251 her iki parametreyi de anlamlı olarak artırdı. Kanabinoid CB1 reseptörleri hücre içi birçok sinyal yolağını etkilemekte ve bu sayede epilepside rol oynayan birçok reseptör ve peptid ile etkileşmektedir. Buradan hareketle, glutamat NMDA reseptörlerinin, leptin ve ghrelin hormonlarının kanabinoid CB1 reseptörleri ile etkileşimlerini araştırdık. Epilepsi tedavisinde kanabinoidlerin kullanımı Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından 2018 yılında onaylanmıştır. Yapılacak olan ileri çalışmalar ile birlikte kanab inoid tedavisinin yaygınlaşacağı görüşündeyiz. Sempozyum 2 NÖROBİLİM VE LİNGUİSTİĞİN KESİŞİM NOKTASINDA METAFOR S2.1: Düşüncenin Beyinde İzini Sürmek; Nörobilim ve Metafor Araştırmaları Lütfü Hanoğlu İstanbul Medipol Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Istanbul Metafor yalnızca bir mecaz (figure of speech) türü değil insanların düşünme, yargılama ve imajinasyon yeteneğini ile de ilişkili özel bir zihinsel işlemleme sistemidir ve bu anlamda insan bilişinin önemli bir parçasıdır. Metafor dilinin düşüncenin nöral altyapısı ile birlikte inşa olunduğu düşünülmekte ve soyut düşüncenin araştırılması için uygun bir zemin hazırlamaktadır. Bu alan henüz çok az çalışılmıştır, ancak insan düşüncesinin nöral alt yapısı ve dil ile ilişkisinin araştırılması açısından çok önemli fırsatlar sunmaktadır. Bu nedenle giderek daha fazla bilişsel dilbilim ve nörobilim çalışmalarının konusu olmaktadır. Metaforların nörobilim bakışı ile beyin süreçleri üzerinden araştırılması, İnsan zihninin, özellikle düşünme dediğimiz süreçlerin anlaşılmasına, bu işlevlerin beyinde nasıl bir işlemleme ile ortaya çıkarıldığına ilişkin özel bir olanak sunmaktadır. Son yıllarda bilişsel dilbilim içerisinde analoji, katagorik sınıflandırma ve kavramsal haritalama kuramları, metaforların anlaşılması ve beyinin bunu gerçekleştirme biçimin ortaya konulması için önerilmiş kavramsal çerçevelerdir. Bu konuşmada; bellek ve yürütücü işlevler dikotomisi üzerinden sürdürmekte olduğumuz farklı patolojik örneklerinden elde ettiğimiz veriler de hesaba katılarak bu alanda ortaya çıkan güncel nörobilim yaklaşımları gözden geçirilecektir. S2.2: Alzheimer ve Frontotemporal Demans’ta Soyut Düşünce Bozukluğu: Metafor Dilinin Anlaşılması Merve Yamanoğlu Dikmen İstanbul Medipol Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sinirbilim Anabilim Dalı, İstanbul Metafor, yalnızca bir mecaz türü değil insanların düşünme, yargılama ve imajinasyon yeteneğini etkileyen spesifik mental bir haritalama sistemini içeren insan bilişinin önemli bir parçasıdır. Kavramsal Metafor Teorisi ile kendisinden önceki psikodilbilim yaklaşımlara oldukça özgün bir yaklaşım getiren Lakoff’a göre, metaforik düşünme ve bir durumun metaforik olarak anlaşılması dilden bağımsız olarak meydana gelmektedir. Bu yaklaşıma göre, metafor dili yalnızca kelimelerin bir meselesi, dilsel bir materyal olmanın ötesinde soyut düşüncenin temelinde yer alır. Metaforlar bizim kavramsal sistemimizde yer aldıkları için, linguistik bir ifade olarak varlık bulurlar. Bu iddiası ile Lakoff öncesinde salt dilsel bir yapı olarak ele alınan metaforu, kavramsal düşüncenin temeline alır. Bu anlamda metaforların mekanı kelimeler değil, kavramlardır. Bu teorizasyonla, metafor dilinin düşüncenin nöral altyapısı ile birlikte inşa olunduğu düşünülmekte ve soyut düşüncenin çalışılması için uygun bir zemin hazırlamaktadır. Klinik ve araştırma rutininde soyut düşüncedeki bozukluğu deyimler, atasözleri gibi nonliteral dili anlama ve açıklama yeteneği üzerinden değerlendirilmektedir. Bu prosedürün demans hastalarında uygulanması üzerine netleşmiş bir prosedür olmamakla birlikte karmaşık dildeki bozulmanın verbal tasklar üzerinden değerlendirilmesinin Alzheimer, MCI (Mild Cognitive Impairement), Frontotemporal Demans gibi hastalıklarda önemli bir tanı kriteri olduğu düşünülmektedir. Metafor dilinin ERP komponentlerini değerlendiren, sağlıklı kişilerle gerçekleştirilen çalışmalarda sıklıkla metafor dili yeni ve kalıplaşmış olarak iki grup halinde uygulanmakta, düz dile kıyasla metafor dilinde N400, P200 ve P600 amplitüt ve latansında değişim gözlenmektedir. Bu sunumda, Alzheimer ve Frontotemporal demans davranışsal varyant hastalarının düz ve anlamsız dile kıyasla yeni ve kalıplaşmış metafor diline gösterdikleri beyin yanıtının N400, P200 ve P600 amplitütlarındaki farklılık sunulacaktır. Alzheimer hastalığında bellek çekirdekli bir bozulma görülürken Frontotemporal Demans hastalığında frontal merkezli bir bozulma söz konusudur. Bu sebeple yeni ve kalıplaşmış olarak iki türde oluşturulan metafor cümlelerine, beyindeki iki tür tutulum durumlarında verilen yanıt farklılıklarının gözlenmesi hedeflenmektedir. Bu çalışma TÜBİTAK tarafından desteklenmiştir (Proje No: 117S470)

Page 17: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

S2.3: Metaforlar Ne Kadar Bilişsel? Bir OİP İncelemesi Mehmet Aygüneş İstanbul Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Dilbilimi Bölümü, İstanbul Bilişsel dilbilim alanındaki çalışmalar metaforların sadece edebi bir nitelik taşımadığını, gündelik dilin doğası gereği metaforik olduğunu öne sürmektedir. Bu çerçevede sözgelimi gündelik dilde sıkça karşılaşabileceğimiz “Dolar yükseldi.” gibi bir tümcede paranın maddi değerindeki artışın fiziksel bir yön taşıyan “yükselmek” eylemiyle ifade etmemizin altında bilişsel olarak zihnimizde ÇOK OLAN YUKARIDADIR, AZ OLAN AŞAĞIDADIR biçimindeki bir metaforik kodlamanın bulunmasının olası olduğu öne sürülmektedir. Bu çalışmanın temel amacı; anadili Türkçe olan sağlıklı katılımcılarda dilsel metaforların bilişsel olarak nasıl işlemlendiğini zaman çözünürlüğü yüksek olan bir yöntem olan Olaya İlişkin Beyin Potansiyelleri (OİP) ile belirlemektir. Bu amaç çerçevesinde 15 katılımcıya a) temel anlam (Adamın kalemi düştü), b) metaforik anlam (Adamın geliri düştü.), c) yeni metaforik anlam (Adamın güveni düştü.) ve d) anlambilimsel açıdan bozuk (Adamın teni düştü.) olmak üzere dört farklı tümce tipi sunulmuştur. Bilişsel sistemin farklı metafor tiplerine duyarlı olup olmadığını belirlemek amacıyla söz konusu koşullar aynı zamanda yön metaforları, ontolojik metaforlar ve yapısal metaforlar olmak üzere 3 farklı metafor biçimi içerisinde kurgulanmıştır. Katılımcıların tümceleri sessiz okumaları sırasında 32 kanallı EEG sistemi ile OİP kayıtlaması yapılmıştır. İstatistiksel analizde Tümce Biçimi (temel anlam, metaforik anlam, yeni metaforik anlam, anlambilimsel açıdan bozuk) × Metafor Türü (yön, ontolojik, yapısal) × A(nterior)-P(osterior) dağılım (ön alan ve arka alan) × LAT(erizasyon) (sağ ve sol yarıküre) faktörleri kullanılmıştır.Çalışmada sonuç olarak bilişsel sistemin farklı metafor biçimlerine duyarlı olduğu ortaya konmaktadır. Bu çalışma TÜBİTAK tarafından desteklenmiştir (Proje No: 117S470). S2.4: Kavramsal Metafor Kuramı: Deneyim ve Bedenleştirme Mustafa Şahap Aksan Mersin Üniversitesi, Fen - Edebiyat Fakültesi, İngiliz Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Mersin Zihin-Beden (mind-body) ayrımı Dekartçı yaklaşımın düşünce tarihine sunduğu, uzun süre tartışılmış bir karşıtlık anlatmaktadır. Bilişim biliminin farklı alanlardaki önemli gelişmelerin sonucu olarak günümüzde geldiği aşamada ise bu ayrım artık benimsenmektedir. Bilişsel yöntemlerin gelişiminde önemli etkisi olan dilbilim çalışmalarının son dönemde alana yaptığı katkı Kavramsal Metafor Kuramı’nın bedenleştirilmiş (embodiment) deneyimlerin dile getirme biçimlerinin düşünceyi düzenlediği görüşü ile olmuştur. Kavramsal metafor, en kapsamlı tanımıyla, genellikle soyut olan bir deneyim alanının somut olan bir deneyim alanının bilgisi ile kavranmasını anlatır. Bu tanıma göre kavramsal metafor hem kavrama sürecini hem de sürecin ürünü olan çıktıyı anlatmaktadır. Kavramsal metaforlar geleneksel çalışmaların sınırladığı gibi anlatımı etkin kılma araçları olarak yalnızca yazınsal metinlerde bulunan dilsel bağdaştırmalar olmanın ötesinde, dil kullanımının tüm ortamlarında son derece yaygın olarak bulunabilen düşünsel araçlardır. Örneğin yakın arkadaş gibi bir dilsel metaforu yaratıcı dil kullanımı örneği olarak görmek zordur, oysa bu birleştirmede mesafe ölçüm anlatımı (yakın) ile toplumsal ilişki türü (arkadaş) bağdaştırılarak bir kavramsal metafor oluşturulmuştur. Genellikle somut kavramları içeren kaynak alanı (source domain) birleşenlerinin soyut bir kavramın birleşenlerinin hedef alanını (target domain) oluşturduğu eşleştirme (mapping) sürecinde bedenleştirme daha belirginleşir. Örneğin, son derece karmaşık ve çoklu birleşeni olan duygu (emotion) deneyimlerinin kavramlaştırmasında BEDEN DUYGULAR İÇİN BIR KAPTIR (THE BODY IS A CONTAINER FOR EMOTIONS) kavramsal metaforu en yaygın görülen kavramlaştırma aracıdır (öfkeyle doldu, mutluluğu gözlerinden okunuyor, sevinci dışına taştı). Kavramsal metaforlar duyguların yanı sıra gündelik dil kullanımlarına yansıdığı biçimiyle diğer soyut kavramlarının ( zaman, durum, nedensellik, amaç gibi ) anlaşılmasında, bilişsel düzenlemelerde temel araçlar olduğu görülmektedir. Bilişimin temel birimleri olan kavramsal metaforlar kültürlerarası vurgu (emphasis) farkı göstermekle birlikte evrensel dile getirme biçimleri olarak ortaya çıkarlar. Bedenin deneyimleyici rolü, duygular için bir kap (container) olarak kavramlaştırılması tüm kültürlerde görülmektedir. Hangi beden bölümlerinin hangi soyut kavramları yada deneyimleri kavramlaştırdığı diller arası vurgulama farklılıkları göstermektedir. Kimi dillerde, Türkçe gibi iç (inside) sözcüğü bedenleştirmede sık kullanılırken, kimi dillerde belirgin beden bölümlerini gösteren sözcükler kavramsal metaforun oluşumunda kullanılmaktadır. Bu çalışmada, Türkçede duygu anlatımlarında görülen bedenleştirme örnekleri ile ilgili kavramsal metaforların dilsel yapıları tartışılacaktır.

Page 18: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

Sempozyum 3 NÖRODEJENERATİF HASTALIKLARDA BİYOBANKALAMA, MOLEKÜLER TANI, BİYOBELİRTEÇLER VE GEN TEDAVİLERİ S3.1: Nörolojik Hastalıklarda Genetik Bileşenlerin Tanımlanması Sibel Uğur İşeri İstanbul Üniversitesi Aziz Sancar Deneysel Tıp Araştırmaları Enstitüsü (DETAE), Istanbul Nadir ve yaygın nörolojik hastalıkların temelinde yatan genetik faktörlerin aydınlatılmasında yaşanan en büyük zorluk bu kompleks hastalıkların çok faktörlü ve/veya heterojen bir yapıda olmasıdır. Yeni nesil dizilemeye bağlı uygulamaları ile nörogenetik hastalıklarda genetik tanıya ulaşmak kabul edilebilir bir bütçe dahilinde ve artan bir hızda sağlanabilmektedir. Bu konuşma kapsamında genom verisinin analizinde kullanılan yöntemler ve bu verinin hastalara katkısı tartışılacaktır. Verinin eldesi, saklanması ve anlam kazanabilmesi için biyobankaların önemi vurgulanacaktır. Bu kapsamda çeşitli nörogenetik hastalık örnekleri sunulacaktır. S3.2: Nörodejeneratif Hastalıklarda mikroRNA Biyobelirteçleri Nagehan Ersoy Tunalı İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, Istanbul MikroRNA (miRNA)’lar 17-25 nükleotid uzunluğunda, tek iplikli, kodlamayan RNA’lardır. Hayvanlarda, bitkilerde ve tek hücreli ökaryotlarda gen ifadelerinin post-transkripsiyonel düzenlenmesinde önemli rol oynarlar. miRNA’lar hedef mRNA dizilerine bağlanarak ilgili genlerin susturulmasında görev alırlar. Hücresel fonksiyonların sürdürülebilmesi için miRNA seviyeleri sıkı bir şekilde kontrol edilir. Yakın zamanda miRNA ifadelerindeki değişimlerin insan genetik hastalıklarının moleküler patolojileriyle direkt olarak ilişkili olduğu anlaşılmıştır. Bu nedenle miRNAların olgunlaşma yolaklarının ve belli patolojik durumlardaki ifade değişimlerinin hastalıkların moleküler mekanizmalarını anlamakta anahtar bir faktör olduğu bilinmelidir. Bununla ilişkili olarak, miRNA deregülasyon paternleri birçok genetik hastalıkta tanıya, prognoz takibine ve tedaviye yönelik amaçlarla biyobelirteç olarak kullanılabilir. Nörodejeneratif hastalıklar geç başlangıçlı ve ilerleyici olmaları, ortak mekanizmaları paylaşmaları ve henüz tedavileri olmaması sebepleriyle dikkati çekmektedir. miRNAlar nöronlarda fazlaca ifade edilmektedir ve nöronal farklılaşma, sinaptogenez ve nöronal plastisitede önemli rolleri vardır. Nörodejenerasyonun erken dönemlerinde miRNA deregülasyonuna, tedaviye karşılık olarak miRNA seviyelerinin değiştiğine ve miRNAların biyolojik sıvılarda kolaylıkla belirlenebildiğine dair her gün artan sayıda yayınlar bulunmaktadır. İfadesi artmış olan miRNA’ların ifadelerinin azaltılması ve azalmış olanların yerine koyulmasının nörodejeneratif hastalıkların tedavisinde olumlu sonuçlar verdiği gösterilmiştir. Bu bulgular nörodejeneratif hastalıkların tanısı, prognozu ve tedavisinde miRNAların invaziv olmayan güçlü bir biyobelirteç olarak kullanılabileceğini göstermektedir. S3.3: Nörolojik Hastalıklarda Gen Tedavisi Esra Battaloğlu Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, İstanbul Günümüzde farklı gelişmelerin bir araya gelmesiyle birlikte nörolojik hastalıklar için gen tedavisi yaklaşımında önemli ilerlemeler kaydedilmeye başlanmıştır. Bu hastalıklara neden olan gen ve moleküler mekanizmaların aydınlatılması çalışmalarından elde edilen bilgi birikiminin hızla büyümesi ve çoğu monogenik hastalığa neden olan gen ve mutasyonların belirlenmiş olması gen tedavisi hedeflerinin tanımlanmasına katkıda bulunmaktadır. Aynı zamanda gen değiştirme ile işlev-kaybı mutasyonlarının ve gen susturma ile işlev-kazancı mutasyonlarının hedeflenmesinin hızlı ve etkin bir biçimde gerçekleştirilmesini sağlayan yenigenetik tekniklerin geliştirilmiş olması bu alanda ivme kazanılmasını sağlamıştır. Adeno-ilgili virüslerin (AAV) merkezi ve periferik sinir sistemini hedef alabileceğinin gösterilmiş olması ve bir defada transgeni güvenilir ve kalıcı olarak hedef hücrelere ulaştırabiliyor olması klinik denemelerin hızla yaygınlaşmasına neden olmuştur. İçinde bulunduğumuz yılda nörolojik hastalıkların gen tedavisi için 37 klinik deneme devam etmektedir ve bunlardan 20’sinde AAV virüsleri vektör olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmalarda Parkinson, Alzheimer ve Spinal Müsküler Atropi öne çıksa da birçok nörolojik hastalık için çalışmalar hayvan modellerinde umut verici sonuçlar üretmektedir ve yakın gelecekte uygulanabilir olması beklenmektedir. Gen tedavisi yöntemi basamakları, transgenin tasarlanması ve üretimi, vektöre ve sonrasında vektör içerisinde hedef hücrelere aktarımını kapsamaktadır. Transgen tasarımında CRISPR-Cas9 sistemi kullanımı öne çıkmaktadır. Bunun başlıca nedenleri transgenin tasarlanmasını kolaylaştırması, moleküler genetik laboratuvarlarında kullanımının yaygınlaşması, hem gen replasmanı ve hem de susturulmasında hızlı, etkin ve güvenilir bir yöntem olmasından kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda minigenler, mikro-RNA mimikleri, ve antikor kodlayan genlerin tasarlanması da mümkündür. Bu gelişmeler gen tedavisinde iyileştirilmesi gereken faktörleri de tanımlanmasına katkıda bulunmaktadır. Örneğin, tedavi sonrası farmakolojik etkinin saptanmasında biyomarkörlerin de henüz geliştirilememiş olması nedeniyle zorluklar yaşanmaktadır. Hastalığın hangi aşamasında tedaviye başlanırsa sonuç alınabileceğinin bilinmemesi, AAV için etkin dozun belirsizliği, çoğu denemenin primatlarda gerçekleştirilememesi, aktarım sonrası transgen anlatım ne kadar süreceğinin ve hastaya etkin aktarılış yönteminin belirsizliği gibi konular önemli sorunlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Page 19: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

Sempozyum 4 NÖROBİLİM TABANLI KİŞİYE ÖZEL TIP UYGULAMALARI S4.1: Nöromodülasyon Tedavileri Nevzat Tarhan Üsküdar Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Psikiyatri Anabilim Dalı, İstanbul Nöromodülasyon tedavileri transkranyal manyetik uyarı (TMU), derin transkranyal manyetik uyarı (dTMU), transkranyal doğru akım uyarımı (TDAU), elektrokonvulzif terapi (EKT) ve derin beyin uyarımını (DBU) içeren tedavilerdir. Tarihsel açıdan bakıldığında kullanılan ilk nöromodülasyon tedavisi olan EKT birkaç yüzyıldır psikiyatrik hastalıklarda kullanılmaktadır. TMU tedavisi dışarıdan beyine manyetik uyarımların gönderilmesi anlamına gelir ve şu an tedaviye dirençli depresyonda kullanımı ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından onaylıdır. TMU, depresyon yanında obsesif kompulsif bozukluk (OKB), bipolar bozukluk, inme gibi daha birçok hastalıkta kullanılmaktadır. dTMU manyetik uyarıları klasik TMU’nun ulaşamadığı insula, anterior singulat gibi derin beyin alanlarına verebilmektedir. Bu tekniğin de depresyonda ve OKB’de kullanımı FDA onaylıdır. TDAU ise beynin doğrudan elektrik akımı ile uyarılması anlamına gelir. Şu an özellikle depresyon ve bilişsel bozukluklarda aktif olarak kullanılmaktadır. Son yıllarda kullanılmaya başlayana başka bir nöromodülasyon yöntemi de DBU dur. Bu yöntemle beynin çeşitli alanlarına cerrahi metotlarla elektrotlar yerleştirilerek nöronal aktivite değiştirilebilmektedir. Bu yöntem en sık Parkinson hastalığındaki hareket bozuklukları için kullanılsa da psikiyatride tedaviye dirençli depresyon, OKB, bağımlılık gibi psikiyatrik hastalıklarda etkili olduğunu bildiren çalışmalar bulunmaktadır. Nöromodülasyon tedavileri özellikle klasik tedavilere dirençli psikiyatrik hastalarda kullanışlı yöntemlerdir. Doğru hasta, doğru metot ve kullanım alanı seçimi tedavi başarısını artıran faktörlerdir. S4.2: Nöropsikiyatride Farmakogenetik Uygulamaları Muhsin Konuk Üsküdar Üniversitesi, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü Farmakogenetik; günümüzün önemli konularından birisi haline gelmiş olup, kişilerin genetik varyasyonlarına bağlı olarak hem farmakodinamik hem de farmakokinetik verilerine bağlı olarak meydana gelen değişiklikleri takip ederek, bireye en uygun ilaç ve tedavi protokolü düzenlemesine yardımcı olan çalışmaları içeren bir disiplindir (Bireyselleşmiş tedavi). Temel olarak ilaç metabolizmasında rol oynayan Sitokrom P450 enzimleri, ilaç reseptörleri ve taşıyıcıları gibi proteinlerin ekspresyon düzeyleri SNPler, mikrostellit tekrarları, insersiyon ve delesyonla oluşan mutasyonlar tarafından değiştirilir. İnsan genomunun 1/1000‘lik bölümü yukarıda belirtilen mutasyonlara sahiptir. Bu oranın içerisinde ~10.000 kadarı da farmakogenetikle ilişkilidir. Nöropsikiyatride rol oynayan Faz I ve Faz II enzimleri ve bunların PM, IM, EM ve UM olma özellikleriyle tedavide nasıl etkili oldukları konusu irdelenecektir. S4.3: Derin Öğrenme Algoritması ile Medikal Veri Analizi Türker Tekin Ergüzel Üsküdar Üniversitesi, Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi, Yazılım Mühendisliği Bölümü, İstanbul Geleneksel makine öğrenimi algoritmaları, literatürdeki biyomedikal verilerin işlenmesi ve sınıflandırılmasında yaygın olarak kullanılmaktadır. Bununla birlikte, son yıllarda, verilerin çözünürlüğünde ve miktarındaki artış nedeniyle çok katmanlı bir öğrenme ağının kullanılması zorunlu hale gelmektedir. Derin öğrenme kavramı, özellikle çok boyutlu verilerin varlığı ve insan karar verme süreçlerinin yetersiz olması durumunda alt-sınıfları yüksek performansla ayıran tüm uygulama grubunu kapsamaktadır. Bu yöntemler, verilerin bölümler arası etkileşimlerini derinlemesine inceleme yeteneğine sahiptir. Derin öğrenme geleneksel makine öğrenme yöntemlerinden üstündür ve karmaşık gözlemlere dayanan çok fazla gözlemsel veriyi kullanarak öğrenir. Bununla birlikte, veri boyutu artırıldığında, geleneksel makine öğrenme yöntemlerine göre ayırt edici performansı artış göstermektedir. Elektroensefalografi (EEG) verileri yüksek boyutlu, karmaşık ve mekansal alanlarda ifade edilebilir. Büyük veri setleriyle çalışma potansiyeline sahip olduklarından dolayı, derin öğrenme tabanlı ağlar kullanılarak yapılan analizler için uygundur. EEG sinyallerinin analizi için geliştirilen derin öğrenme modellerinin, birçok tekrarlayıcı bilişsel görevi otomatikleştirmesi beklenmektedir. Çalışmamızda; biyomedikal ve nörobilim alanında kullanılan derin öğrenme mimarilerinin genel tanıtımı, bu mimarilerin EEG tabanlı analitik görevler üzerindeki uygulamaları, karşılaşılan olası zorluklar ve olası çözümler ele alınmaktadır. Ayrıntılı bir çalışmanın sonucunda, derin öğrenme yöntemlerinin klinik veya bilişsel verilerdeki karmaşık kalıpları çıkardığı ve farklı veri türleri arasındaki soyut ilişkileri saptamak için güçlü bir yöntem sunduğu görülmüştür. Bu çalışma, klinik uygulama ve nörobilimsel araştırmalarda, derin öğrenmeye dayalı uygulamaların gereksinimlerini ele almakta ve araştırmacılara, EEG sinyallerinin derin öğrenme temelli analiz metodolojisine ve gelecekteki araştırmalardaki potansiyel zorluklara genel bir bakış sunmayı amaçlamaktadır.

Page 20: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

S4.4: Psikiyatride EEG Biyobelirteçlerinin Geleceği Barış Metin Üsküdar Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Psikoloji Bölümü, İstanbul Elekktroensefalografi yöntemiyle kaydedilen beyin osilasyonlarının kantitatif değerlere çevrilmesine kantitatif EEG (kEEG) denir. Bu yöntemle elde edilen değerler, topografik haritalar yöntemiyle görselleştirilip beyin haritalamaları da yaratılabilir. Psikiyatride kEEG yöntemi çeyrek asırdan fazla bir süredir tanı koylamaya yardımcı bir yöntem olarak kullanılmaktadır. Depresyon hastalarında frontal alfa asimetrisinin ayırd edici olduğu bilinmektedir. Yine dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğunda frontal theta artışının hastalığın tanısında bir biyobelirteç olarak kullanılabileceği ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından onaylanmıştır. Bu hastalıklar yanında bipolar bozukluk, obsesif kompulsif bozukluk, şizofreni ve Alzheimer hastalığı gibi hastalıklara özgü biyobelirteçler tespit edilmiştir. Son yıllarda artan çalışmalar kEEG’nin tanısal amaçlar yanında tedavi yanıtını önceden kestirme ve tedavi direncini tahmin etmede de kullanılabileceğini düşündürmektedir. kEEG’nin tedavisel amaçlı kullanılması da kişiye özel tıp uygulamalarının gelişmesi açısından önemlidir. Bu sunumda kEEG çalışmalarının geçmişi, bugünü ve geleceği üzerinde bilgi verilmesi amaçlanmaktadır. Sempozyum 5: COMPUTATIONAL PHYSIOLOGY OF THE BASAL GANGLIA AND OF THEIR DISORDERS, ANATOMICAL CONSIDERATIONS AND NEUROSURGICAL IMPLICATIONS S5.1: Computational Physiology of The Basal Ganglia and of Their Disorders and Therapy Hagai Bergman Department of Medical Neurobiology (Physiology), Institute of medical research – Israel Canada (IMRIC), The Edmond and Lily Safra Center for Brain Sciences (ELSC), The Hebrew University of Jerusalem and Department of Neurosurgery, Hadassah Medical Center, Jerusalem, Israel The striatum and the subthalamic nucleus (STN) constitute the input stage of the main axis of the basal ganglia (BG) and together innervate BG downstream structures. The subthalamic nucleus (STN) activity shapes the main features of BG downstream activity, whereas the striatum probably provides the fine details. This STN driving of BG downstream activity may explain why the STN is such an effective site for deep brain stimulation (DBS) in Parkinson’s disease and other BG disorders. Following MPTP intoxication, and the development of Parkinsonism, the STN neurons are engaged in synchronized beta oscillations even during deep sleep. However, these synchronized oscillations are episodic, and STN long (> 2 seconds) beta episodes can be detected only after MPTP treatment. Today, DBS systems are manually adjusted every 1-3 months during visits to the doctor’s office. Thus, DBS treatment is not optimally adjusted to the patient real life and to thedynamic nature of Parkinson’s disease. We suggest that a better treatment of BG disorders would be achieved by personalized closed-loop adaptive DBS that would inactivate the basal ganglia only when they "misbehave", i.e., following detection of STN long beta events. S5.2: Parkinson Hastalığı ve Derin Beyin Stimulasyonu Boran Urfalı Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Tıp Fakültesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı, Antakya, Hatay Parkinson Hastalığı, Alzheimer Hastalığı’ndan sonra bilinen en sık ikinci progresif ‘’sinükleinopatidir’’ ve 65 yaş üzeri popülasyonun yaklaşık %1’ini etkilemektedir. Kişinin yaşam süresinin her on yılında iki katına çıkan Parkinson Hastalığı görülme prevalansı bu hastalıkla ilgili morbidite ve mortalitelerin daha dikkatle incelenmesi ve tedavi seçenekleri geliştirilmesi sonucunu doğurmuştur. Bazal gangliaların anatomik ve özellikle de komputasyonel fizyolojisinin ortaya konulması ile ablatif ve irreversible cerrahi prosedürlerden daha çok stimulasyon temelli reversible yöntemler üzerinde araştırmalar yoğunlaşmıştır. Bu sürecin doğal sonucu olarak Parkinson Hastalığı için derin beyin stimulasyonu (DBS) yöntemi geliştirilmiştir. Parkison Hastalığı’nın DBS ile tedavisinde özellikle hasta seçimi ve hedef seçimi çok önemli rol oynamaktadır. Hasta seçimi sadece gerçekten uygun adayların seçilmesi temeline dayanmalıdır. Öncelikle detaylı nörolojik değerlendirme yapılmalı, olası medikal tedavi seçenekleri ve kombinasyonlarının denendiğinden emin olunmalıdır. Adayların nörolojik açıdan değerlendirilmelerine ek olarak psikiyatrik ve nöropsikolojik analizleri de ilgili disiplinler tarafından yapılmalıdır. DBS adaylarının psikiyatrik ve kognitif değerlendirmeleri hedef nükleus seçiminde oldukça önemli rol oynamaktadır. Parkinson Hastalığının DBS ile tedavisinde sıklıkla hem subtalamik nükleus (STN) hem de globus pallidus interna (GPi) çekirdekleri cerrahi hedef olarak seçilebilmekte ve bu çekirdeklerden her birinin diğerine göre bazı üstünlükleri ve dezavantajları bulunmaktadır. DBS uygulaması ile iyileştirilebilecek veya yarar sağlanamayacak klinik tablolar, kontrendikasyonlar özenle saptanmalı ve bu doğrultuda yapılacak hasta seçiminden sonra hastaya uygun hedef seçimi yapılmalıdır. Hasta ve hedef seçiminden sonra cerrahi tekniğin seçimi ön plana çıkmaktadır. Cerrahi teknik olarak hastanın genel anestezi altında olduğu seçenekte ‘’interventional MRI’’ (iMRI) kullanılmakta ve mikroelektrod kayıt sistemi kullanılarak veya kullanılmadan cerrahi işlem gerçekleştirilmektedir. Hastanın uyanık olduğu seçenekte de lead yerleştirilmesi sırasında mikroelektrod kayıt sistemi cerrahi tercihlere göre kullanılabilmektedir. Gelecekte, implantlardaki ve leadlerdeki gelişmelerin

Page 21: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

uygun stimulus iletim parametre aralığında artışa, yan etkilerde azalmaya, elde edilen yararlarda artışa yol açması ve belki de Parkinson Hastalığının patofizyolojisinin daha iyi anlaşılabilmesine ve yeni tedavi protokollerinin gelişmesine yardımcı olabileceği öngörülmektedir. S5.3: Bazal Çekirdekler Ağının Fonksiyonel Anatomisinin Yeni Anlayışı İlkan Tatar Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara, Türkiye Bazal çekirdekler (BÇ) tüm kortikal alanlarla sıralı olarak bağlantılı direk ve indirek yolakların kendisine geldiği ve tekrar motor kortekse döndükleri kapalı bir döngünün ileriye doğru olan parçasıdır. Geleneksel D1/D2 direk/indirek BÇ modelinde, ‘direkyolak’ striatum’dan Globus Pallidus interna/Substantia Nigra reticulata’ya doğru bir monosinaptik inhibitor GABA projeksiyonuyken, ‘indirek yolak’ Globus Pallidus eksterna’ya doğru polisinaptik ve disinhibitör ve Nucleus Subthalamicus’a doğru glutamaterjik (ekstitatör)’tir. Bununla birlikte, günümüzdeki temel bilim tabanlı yapılan teorik çalışmalar BÇ bağlantısallığının bu basit modelden çok daha kompleks olduğunu düşündürmektedir. Bu açıklama ayrıca BÇ aktivitesinin dinamik modellerinin ve Parkinson hastalığının tanımlanmasında kısıtlılıklar içermekte ve BÇ’in kuvvetlendirilmiş öğrenme ve değişen çevreye davranışsal adaptasyondaki rollerini gözardı etmektedir. Daha modern bilişimsel BÇ modelleri, BÇ’i kuvvetlendirilmiş öğrenme ağının bir aktörü yada kritiği olarak görmektedir. Ana aksyada aktör kısım, esas olarak durumlar ve aksiyonlar arasında haritalamada (davranışsal politika) yer alırken; kritik gerçek durum ile öngörüler arasındaki uyumsuzlukları hesaplar (öngörü hatası). BÇ’in kuvvetlendirilmiş aktör/kritik modeli şuanki modelden bağımsız (prosedürel, içkin-implicit) öğrenme’nin fizyolojik mekanizmalarının anlaşılmasında çok yararlı olmuş ve akinezi, L-dopa bağımlı diskinezi gibi BÇ bağlantılı hastalıkların kavranmasına katkı sağlamışdır. Derin beyin stimülasyonu cihazlarının yeni jenerasyonları için genel öngörü, BÇ’in aktör/kritik multi objektif optimizasyon algoritmalarını kullanarak hastalara daha iyi bir tedavi sağlayacakları yönündedir. Sempozyum 6: KARMAŞIK BİR NÖRODEJENERATİF HASTALIĞA ÇOK YÖNLÜ BİR YAKLAŞIM: ALS’NİN ANATOMİSİ, FİZYOLOJİSİ, GENETİĞİ VE BİYOKİMYASI S6.1: ALS’nin Kompleks Biyolojisi ve Hastalık Modeli Olarak G93A Sıçanları A. Nazlı Başak Koç Üniversitesi, Tıp Fakültesi, KUTTAM- NDAL, İstanbul ALS beyin ve omurilikteki motor nöronların dejenere olmasıı ile karakterize olan ilerleyici bir nörodejeneratif hastalıktır. Üst motor nöronlar alt motor nöronlar ile direkt ya da indirekt bağlantılar kurarken, alt motor nöronlar kasları sinir sistemine bağlar ve kontraksiyonu sağlar. Diğer nörodejeneratif hastalıklar gibi, ALS de geç-başlangıçlıdır, bir odakta başlar ama tüm iskelet kaslarını felç edecek şekilde hızla yayılır, dolayısıyla ilerleyici ve ölümcüldür. Buna rağmen hastalık başlangıç yaşı ve seyri aynı aile içinde dahi büyük farklılıklar gösterebilir, bu da fenotipi değiştiren modifiye edici faktörlerin etkisine işaret eder. Ekstraoküler ve sfinkter kas gruplarını inerve eden motor nöronların hastalığın ileri evrelerine kadar neden etkilenmediği halen bilinmemektedir. ALS ailesel (%10) ve sporadik (%90) olmak üzere iki gruba ayrılır. Ailesinde başka ALS olgusu olmayan hastalara sporadik denir. Ailesel ALS bir dizi heterojen gende oluşan mutasyonlardan kaynaklanır. Son yıllarda tanımlanan ve hızla artan sayıda ALS geni hastalığın moleküler ve mekanistik düzeyde çok heterojen olduğuna işaret etmektedir. ALS’nin biyolojik olarak ne zaman başladığı belli değildir. Ailesel ALS’nin rodent modellerinde, henüz embriyonal evrede eksitabilitede, aksonal transport, ve nöronal yapıda birçok bozukluk bulunmakla birlikte, bu hayvanlar ileri erişkin yaşlara kadar hastalığin klinik belirtilerini göstermezler. Dolayısıyla biyolojik olarak hastalık erken başlasa da klinik olarak belirgin hale gelmesi çok daha sonradır; bunun nedenleri de bilinmemektedir. Çalışma çerçevesinde transgenik G93A sıçanları model sistem olarak kullanıldı; ALS progresyonu hayvanların kas güçleri ve kilo kayıpları kaydedilerek ve biyokimyasal parametreleri ölçülerek farklı evrelerde incelendi. Bu amaçla sıçanların kuyruklarından DNeasy Kan ve Doku Kiti kullanılarak DNA kazanıldı. Miktar tayini sonrası PCR ürünü çoğaltıldı, transgen-pozitif olan örnekler yüzde 2’lik agaroz gelinde 160 baz çiftlik bir band olarak görüntülendi. Genotipleme yapılan toplam 228 hayvanın 128’ inde trans gen bulundu, 100’ünün ise gen-negatif olduğu gösterildi. S6.2: Sağlıklı ve ALS’li İnsanların İnhibe Edici Omurilik Devrelerinin Kıyaslanması Görkem Özyurt Koç Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, İstanbul Omurilik devreleri, son çıktı merkezi olan motor nöronlar üzerinde dengeli bir şekilde bağlantı kurarlar ve bu bağlantılar ile motor nöronların ateşlemesi veya sessiz kalması denetlenir. Fakat kimi nedenlerle motor nöronlar istemsiz şekilde aktivasyon gösterebilmektedir. Sonuçta motor nöronların iç dinamiği bozularak ölümüne yol açılabilir ve bu duruma eksitotoksisite denir. Bu

Page 22: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

denge durumu inhibe edici devrelerin hasarlanması sonucunda ortaya çıkabilir. Amiyotrofik Lateral Skleroz (ALS) da benzer altyapı ile de ortaya çıkabilen ve kademeli olarak ilerleyen bir hastalıktır. Yıllardır çeşitli yöntemlerle incelenmesine rağmen ALS’ye sebep olan mekanizma henüz tam olarak açıklanamamıştır. Çalışmalarımızda iyi tanımlanmış iki inhibisyon devresini insanlarda incelemekteyiz; 1) Deri Reseptörü Kökenli Sessiz Periyot ve 2) Renshaw Devresi. Sessiz periyotu incelemek amaçlı serçe ve yüzük parmak üzerinden ulnar sinir ile innerve olan deri reseptörleri elektrikle uyarılmaktadır. Bu uyarı sonucunda aktive olan liflerin bağlantı yaptığı ara nöronların, aynı sinirle innerve olan “first dorsal interosseus” kasındaki aksiyon potansiyellerine yaptığı inhibisyon incelenmektedir. Bulgularımız bu sessiz periyodun ALS hastalarının hastalıktan çok etkilenmiş ellerinde, görece sağlıklı ellerine ve sağlıklı kişilere oranla kısaldığı gösterilmiştir. Böylece inhibisyonun azaldığı ve eksitotoksisitenin güvenilir bir şekilde incelenebileceği gösterilmiştir. Bir sonraki aşamada ise Renshaw hücreleri uyarılacak ve bu inhibisyon devresi sağlıklı insanlarla kıyaslanacaktır. Sonuç olarak eksitotoksisite olayına ışık tutulması amaçlanmaktadır. S6.3: Amyotrofik Lateral Skleroz’da SOD1 Mutasyonunun Biyokimyasal ve Metabolik Etkileri Nuriye Nuray Ulusu Koç Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, İstanbul Amyotrofik lateral skleroz (ALS) motor nöron ölümüne ve iskelet kası dejenerasyonuna neden olan bir motor nöron hastalığıdır. ALS, kas hareketini düzenleyen sinir hücrelerinin ölümü ile başlar. % 5 ile % 15-39’i ailesel ve diğerleri formları ise sporadik ALS hastalığı olarak kabul edilir. Kimyasal dengesizlik (normal glutamat derişiminin normalden daha yüksek), immün cevaptaki düzensizlikler, çeşitli proteinlerin anormal formları, sigara, çevresel toksin maruz kalma, virüsler, metabolik hastalıklar, kanser, nöroinflamasyon, kafa travması, böcek ilaçları, cıva ve diğer ağır metallerin birikimi, elektromanyetik alan, elektrik çarpması, yüksek fiziksel fitnes ile beraber ortalamadan daha düşük vücut kitle indeksi (VKİ) ALS için risk faktörüdür. Cu, Zn süperoksit dismutazındaki (SOD1) mutasyonlar, ailesel ALS formlarının en yaygın ikinci nedenidir (ailesel ALS’ lerin % 10–20’ sinin sebebidir). SOD 1 geninin 150'den fazla tek nokta mutasyonunun ailesel ALS ile ilişkili olduğu bulunmuştur. ALS hastalığında biyokimyasal yollar ve mekanizmalar tam olarak anlaşılmamıştır. Çalışmamızın amacı, enzim aktivitesi, eser element ve mineraller ve oksidatif stres bakış açısından serum, çeşitli organ ve dokulardaki biyokimyasal değişiklikleri karakterize etmektir. Serum dişi ve erkek SOD (G93A) sıçanlarında alkalin fosfataz, alanin aminotransferaz, amilaz iz element ve mineral seviyeleri gibi çeşitli enzim aktivitelerini ölçtük. Bu çalışma, ALS hastalığının ilerlemesini anlamak için dişi ve erkek SOD (G93A) sıçanlarında çeşitli antioksidan enzim aktivitelerinin ve iz element ve vitamin seviyelerinin varyasyonlarını açıklayacaktır. S6.4: Trials Çalışma Grubu- Giriş ve Klinik Çalışmalar Barış İşak Marmara Üniversitesi, Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nöroloji ABD, İstanbul TRIALS çalışma grubu ağırlıklı olarak motor nöron hastalıklarını klinik, genetik ve histokimyasal açıdan değerlendirmek ve sinir hücrelerindeki dejeneratif süreçleri incelemek amacıyla kurulmuş uluslararası katılımcılı bir araştırma grubudur. TRiALS grubu araştırmacıları motor nöron hastaları, hayvan modelleri ve hücre kültürlerinde patogenezin aydınlatılması ve erken tanıya yönelik çalışmalar yürütmektedir. Hastalığın heterojen klinik prezentasyonları ve seyri göz önüne alındığında motor nöron hastalarında yapılan klinik çalışmalar; MRI görüntüleme yöntemleri ile farklı tutulum paternlerinin santral sinir sistemindeki yansımalarının saptanması, motor nöronların dejenerasyon bulgularının erken tanısı için motor unit sayım, CMAP scanning, MUNIX yöntemleriyle yapılan değerlendirmeler, çok merkezli ONWEB-dual ontogenetik değerlendirme çalışması, ALS hastalarında duysal sinir liflerinin değerlendirilmesi ve bu liflerdeki dejenerasyonun tanısal amaçlı kullanımı, ALS hastalarında frontal lob disfonksiyon değerlendirmesi, ALS hastalarında solunum disfonksiyonu değerlendirilmesi, ALS hastalarında sessiz periyot kayıtlamaları ve Renshaw devresi değerlendirmesi ve ALS hastalarında biyokimyasal değerlendirmeler başlıkları altında yeralmaktadır. Sempozyum 7: H2020 PROJECT AUTOIGG SHOWCASE: BUILDING AN INOVATIVE MEDICAL DEVICE THROUGH NETWORKING S7.1: Spontaneous Electrical Activity of Developing Neurons in The Cerebral Cortex Srdjan D. Antic University of Connecticut Health, Farmington, CT, 06119, USA Information about development of the human cerebral cortex (proliferation, migration, and differentiation of neurons) is largely based on postmortem histology. Physiological properties of developing human cortical neurons are difficult to access experimentally and therefore remain largely unexplored. We performed electrical recordings from individual cells in acute brain slices harvested postmortem from the human fetal cerebral cortex (16 th – 23th gestational week). Neurons located in the SP exhibited the highest level of cellular differentiation, as judged by their large sodium currents, ability to fire repetitive APs, and presence of cluster of sodium channels in the axon initial segment. Before the human cortex is able to process sensory information, young postmitotic neurons must maintain occasional bursts of action-potential firing to attract and keep synaptic contacts, to

Page 23: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

drive gene expression, and to transition to mature membrane properties. Before birth, human subplate (SP) neurons are spontaneously active, displaying bursts of electrical activity (plateau depolarizations with action potentials). Using üwhole-cell recordings in acute cortical slices, we investigated the source of this early activity. The spontaneous depolarizations in human SP neurons at midgestation were not completely eliminated by tetrodotoxin - a drug that blocks action potential firing and network activity- or by antagonists of glutamatergic, GABAergic, or glycinergic synaptic transmission. We then turned our focus away from standard chemical synapses to connexin-based gap junctions and hemichannels. PCR and immunohistochemical analysis identified the presence of three connexin isoforms (Cx26, Cx32 and Cx36) in the human fetal cortex. However, the connexin- positive cells were not found in clusters but, rather, were dispersed in the SP zone. Also, gap junction-permeable dyes did not diffuse to neighboring cells, suggesting that SP neurons were not strongly coupled to other cells at this age. Application of the gap junction and hemichannel inhibitors octanol, flufenamic acid, and carbenoxolone significantly blocked spontaneous activity. The putative hemichannel antagonist lanthanum alone was a potent inhibitor of the spontaneous activity. Together, these data suggest that connexin hemichannels contribute to spontaneous depolarizations in the human fetal cortex during the second trimester of gestation. S7.2: Automated Functional Screening of IgGs for Diagnostics of Neurodegenerative Diseases (H2020 AUTOIGG Project) Pavle Andjus Center for Laser microscopy, Faculty of Biology University of Belgrade, Serbia We will present the scientific background, rationale and state of the art of the project AUTOIGG. The project proposes to organize the exchange of staff of three Academic institutions from Serbia (coordinator), Turkey and Finland, two SMEs from France and Turkey and three TC institutions (two from USA and one from Costa Rica) towards the production of an innovative automated multifunctional device for diagnostics of neurodegenerative diseases. The objectives addressed will be: Development of experimental cellular models and procedures with immunoglobulins (IgGs) from patient sera as diagnostic and prognostic technologies related to neurodegenerative diseases (particularly based on studies of amyotrophic lateral sclerosis - ALS); defining mark-up characteristics of the standardized in vitro approach for personalized diagnostic protocols; design of a small-scale platform based on automated fluorescence microscopy. The idea to use ALS IgGs for in vitro diagnostics is based on previous experimental results (Andjus et al. J Physiol. 1997. 504 (Pt 1):103; Milošević et al. Cell Calcium. 2013 54:17; Stenovec et al. Acta Physiol (Oxf). 2011 203:457; Milošević et al. Front Immunol. 2017 8:1619). After standardization of in vitro procedures it should offer robust multipurpose processing of single samples on cultured cells in microfluidic setups that can give a complex information based on different cellular signalling responses as recorded by electrophysiology/voltage sensitive dyes or fluorescent imaging of Ca2+, ROS generation and intracellular vesicle mobility. Using this combination of sensitive readouts, ALS IgGs will thus be tested in order to differentiate mark-ups of disease phase and severity for personalized in vitro diagnostics. In order to do this in a robust point-of-care setup an innovative automate microscopy system will be designed. Funded by MSCA-RISE grant # 778405 S7.3: Computer Assisted Methods for Classification and Analysis of Neuroglial Structures Bilal Kerman Istanbul Medipol University Regenerative and Restorative Medicine Research Center (REMER), Department of Histology and Embryology Neuroglial cells have several essential roles in the nervous system. Oligodendrocytes myelinate neurons accelerating impulse propagation and supporting neuronal survival. Astrocytes contribute to formation of a privileged environment within the central nervous system (CNS). Dysfunctional neuroglia is observed in several neurodegenerative diseases. For example, demyelination due to immune attack is the culprit of multiple sclerosis (MS). Response of astrocytes to immunoglobulin Gs (IgGs) isolated from amyotrophic lateral sclerosis (ALS) patients differ from their response to IgGs isolated from controls. Our goal is to develop computer software to assist researchers in their analysis of myelin and astrocytes. First, existing and custom machine learning based algorithms were compared in classification of myelin from fluorescent microscopy images. Both our custom convoluted neural network and support vector machine algorithms performed more accurately then other algorithms (over 98% accurate). The methodology will be used for drug screens against demyelinating diseases such as MS. Second, we are evaluating different segmentation strategies to accurately classify astrocytes in time series images. We aim to identify astrocytes and extract calcium (Ca2+) dye intensity variation data over time. IgG from sera of ALS patients induce Ca 2+ transients in cultured rat astrocytes. We aim to automate analysis of analysis of Ca 2+ intensity variation in order to develop IgG from sera of ALS patient as diagnostic marker of the disease.

Page 24: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

Sempozyum 8: NÖROLOJİK HASTALIKLARIN TEDAVİSİNDE YAKIN GELECEK (TÜRK NÖROLOJİ DERNEĞİ SEMPOZYUMU) S8.1: İnmenin Bitmeyen Yangını: İnflamasyon Müge Yemişçi Özkan Hacettepe Üniversitesi, Nörolojik Bilimler ve Psikiyatri Enstitüsü ve Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı, Ankara İmmün sistem ve inme arasında, iki yönlü ve kompleks bir ilişki mevcuttur. İnflamatuar süreçlerin doğrudan veya dolaylı olarak inme gelişimine neden olmaları uzun yıllardan beri çalışılan ve halen detayları tam olarak ortaya konulamamış bir araştırma konusudur. Diğer yandan inme sonrası dönemde gerek beyin dokusunda gerekse sistemik olarak pek çok immunolojik değişiklik ortaya çıkmaktadır. Sistemik dolaşımdan migrasyon yapan lökositler ve lokal mikroglialar başta olmak üzere pek çok inflamatuar hücreyi ve bu hücrelerden salınan sitokinlerin rol oynadığı lokal inflamatuar yanıt, inme sonrası saatler ve günler içerisinde katlanarak artmaktadır. Her ne kadar bu yanıt doku hasarına katkıda bulunsa da, trofik faktörlerin salınımı, nörogenez ve nöroplastisite için uygun bir ortamın oluşmasına da yol açmaktadır. Sistemik bir pencereden bakıldığında ise inme sonrası ciddi bir immunodepresyon yanıtı ortaya çıktığı son yıllardaki çalışmalar ile ortaya konulmuştur. Bu yanıtta hipotalamus-hipofiz-adrenal sistem, sempatetik sinir sistemi ve vagus siniri kilit bir rol oynamaktadırlar. İnme sonrası dönemde lokal ve sistemik inflamatuar değişikliklerin gözlenmesi, bu süreçlere yönelik tedavi çalışmalarını da beraberinde getirmiştir. Ancak immunolojik yanıtın karmaşıklığı, birden fazla aracı molekülü ve hücresel yolağı içermesi ve inflamasyonun doku iyileşmesi için muhtemel olumlu etkilerinin de varlığı bu tedavi yaklaşımlarının önündeki en büyük engeli oluşturmaktadır. S8.2: İskemik ve Hemorajik İnme Tedavisinde Lipoksijenaz İnhibitörleri Hülya Karataş-Kurşun Hacettepe Üniversitesi, Nörolojik Bilimler ve Psikiyatri Enstitüsü, Ankara İnme tüm dünyada ikinci sırada gelen ölüm ve ilk sırada gelen yeti yitimi nedenidir. İskemik ve hemorojik olmak üzere iki tipi bulunan inme vakalarının, yaklaşık %85’ini iskemik inme oluşturmaktadır. Her 4 dakikada bir kişi inme nedeniyle ölmektedir. Ölümlerin yanı sıra getirdiği kalıcı yeti yitimi nedeniyle ortaya çıkan ekonomik yük sağlık harcamalarının önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Bu nedenle inme tedavileri üzerine yapılan araştırmalara özellikle önem verilmektedir. Buna rağmen günümüzde FDA tarafından onaylanmış tek tedavi seçeneği tPA’dır ve pek çok kısıtlılıkları vardır. Dar zaman penceresi nedeniyle tPA verilebilen hasta sayısının düşük olması, kanama riski nedeniyle ileri yaş hastalarda ve kronik hastalığı olanlarda kullanılamaması ve tPA sonrası oluşan komplikasyonlar bu kısıtlamalardan bazılarıdır. Bu nedenle inme tedavisinde yeni seçeneklerin oluşturulması önemlidir. 12/15 LOX’un ateroskleroz gelişimi, diyabet, inme, kalp yetmezliği, hipertansiyon ve beyin iskemi-rekanalizasyon (İ/R) hasarında rolü olduğu bilinmektedir. Deneysel iskemi modellerinde 12/15 LOX inhibisyonunun erken dönemde enfarkt alanını küçülttüğü, beyin ödemini azalttığı, geç dönemde ise aksonal rejenerasyon ve revaskülarizasyon etkileri ile iyileşme sürecini hızlandırdığı gösterilmiştir. Daha yeni çalışmalarda ise 12/15 LOX inhibitörlerinin iskemi tedavisinde kullanılan tPA ilişkili hemoraji ve ödemi azalttığı gösterilmiştir. Warfarin verilen ve orta serebral arter oklüzyon modeli uygulanan farelerde 12/15 LOX inhibitörünün hemorajik transformasyonu baskıladığı saptanmıştır. Subaraknoid kanama hastalarının beyin omurilik sıvısında lipoksijenaz metabolik ürünü olan 12- Hidroksieikozatetraenoik Asit seviyesinin arttığı gösterilmiştir ve subaraknoid kanama deneysel modelinde 12/15 LOX inhibitörü nöronal hasarı azaltmıştır. Literatür 12/15 LOX inhibisyonunun hem serebral iskemi hasarını azaltmada hem de tPA tedavisine bağlı hemoraji komplikasyonunu sınırlamada rol oynadığını belirtmektedir. Ayrıca warfarin kullanırken inme geçiren hastalarda hemorajik transformasyona bağlı veya subaraknoid kanama sonrası oluşan nöronal hasarı azaltmada da 12/15 LOX inhibitörünün koruyucu etkisi olabileceğini düşündürmektedir. Bu çalışmalar klinikte 12/15 lipoksijenaz inhibisyonunu iskemik, hemorajik inme ve hemorajik komplikasyonlarda etkin ve güvenilir bir tedavi seçeneği olarak gündeme getirmektedir. S8.3: Alzheimer Hastalığı Tanısında Biomarker ve Nörogörüntüleme Odaklı Son Translasyonel Yaklaşımlar Burak Yuluğ Alaaddin Keykubat Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Antalya Terminolojik olarak Alzheimer hastalığının (AH) evreleri asemptomatik, presemptomatik, premild cognitive deficit (MCI), MCI, AH şeklinde adlandırılır. Alzheimer hastalığında biomarkerlar ve nörogörüntülemenin önemi büyüktür. Demans tanısından yıllar önce başlayan bir latent nörodejeneratif süreç vardır. Bu süreçte hastalığın gelişmesini önleyecek tedaviler için nörogörüntüleme, kan veya beyin omurilik sıvısındaki (BOS) değişiklikleri saptamak gerekir. Yapılan çalışmalara göre BOS biomarkerları, plazmadakilerden daha sensitif ve spesifiktir. Hastalığın evrelendirmesi sadece kliniğe dayalı terminolojiye göre değil, ek olarak saptanan biomarkerlara göre yapılmaktadır. Biomarkerlardaki değişiklikler, olası klinik değişikliklerin habercisi olabilir. Ayrıca parenkimal değişikliklerin glukoz metabolizmasıyla ilişkisi, hipokampal volümün azalmaya başladığı zaman, amiloid ve tau patolojisinin nörogörüntüleme ile saptanabilmesi hastalığın karakterini ortaya koyan faktörlerdir. Demansta nörogörüntüleme için kullanılan MRI ve PET bu değişimleri anlamamıza yarayan önemli araçlardır. Yapılan çalışmalarda BOS’da

Page 25: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

düşük düzeyde amiloid B, artmış tau düzeyi ve hipokampal volüm arasında korelasyon saptanmıştır. Amiloid Beta ve tau PET moleküler görüntüleme son zamanlarda güncel olmasına karşın MR anatomik morfometrik ölçüm (hipokampal volüm) AH tanısında BOS ve PET biomarkerlarından daha sensitiftir. Kombinasyon ise (hipokampal volüm ve FDG-PET) kognitif yıkımı BOS biyomarkerlarından daha iyi belirlemektedir. MRG’nin avantajı ise kognitif yıkımı yüksek doğrulukta göstermekte ve BOS, PET çalışmalarına kıyasla noninvaziv ve ucuz olmasıdır. Diffusion Tensor Imaging (DTI) (Anatomik bağlantılar) AH da beyaz cevher değişikliği, azalmış anizotropi ve artmış difüzyon özellikle frontal, temporal loblar ile singulum ve unsinat fasikulus, korpus kallosum, and posterior singulum da görülmüştür. Fonksiyonel MRI (fMRI) (Fonsiyonel bağlantılar) ise bozulmuş fonksiyonel konnektivite networkleri saptamıştır. Bunların yanı sıra 18F-FDG PET Amiloid PET, Tau PET tanıda kullanılmaktadır. Gerek amiloid PET gerekse Tau PET’in progresyon ve patofizyoloji hakkında daha fazla prediktivitesi mevcuttur. Tüm bu bulguların ışığında hastalığı tüm yönleriyle ele alan bütün markerlar, patofizyolojik değişimler ve tüm korelasyon analizlerinin toplamının kantifiye değerleri olması (Örnek: TNM sınıflaması gibi) sınıflandırmada yer alması, tanı ve tedavi stratejilerinin daha hedefe yönelik olmasını sağlayacaktır. S8.4: Deneysel ve Klinik Çalışmalar Işığında Alzheimer Hastalığında Yeni Nöroprotektif Tedavi Yaklaşımları Şeyda Çankaya Alaaddin Keykubat Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Antalya Alzheimer Hastalığı (AH)’nın tedavisinde kullanılan ilaçlar asetilkolin, glutamat, amiloid plak yükü, nörofibriler yumaklar ve nöroinflamasyon üzerinden etki göstermektedir. Geçtiğimiz 2018 yılı içinde yaklaşık 112 ajan AH tedavisinde çalışılmıştır. Bu çalışmaların büyük bölümü (%65) modifiye edici, %31’i nöropsikiyatrik semptomları baskılayıcı, %4’lük en küçük dilimi ise semptomatik kognisyonu iyileştiren ajanlar üzerine odaklanmıştır. Modifiye edici tedaviler içerisinde anti-amiloid mekanizmaya dayalı çalışmalar önde gelmektedir. AH’da bu kadar çok çalışmanın yapılmasının nedenine epidemiyolojik çalışmalar yanıt verir. 2050 yılına kadar, 7 milyon 85 yaş ve üstü, 65 yaş ve üstündeki tüm insanların da yarısının (% 51) Alzheimer hastası olacağı tahmin edilmektedir. Bu nedenle AH’nın ilerlemesini önleyecek veya geciktirecek hastalığı modifiye edici terapilere acilen ihtiyaç vardır. Benzer şekilde, AH’nın semptomatik evrelerindeki hastaların nöropsikiyatrik semptomları ve davranış bozuklukları için çalışmaların artması gereklidir. Deneysel ve klinik açıdan yeni yaklaşımlar kognitif açıdan normal ama BOS veya PET’de amiloid patolojisi saptanmış veya genetik yükü olan ileride kuvvetle muhtemel Alzheimer hastası olacak kişilerin korunmasına odaklanmıştır. Bu konuda Faz III çalışmalar devam etmektedir. Ayrıca taunun fosforilasyonu, taunun post-traslasyonel modifikasyonu, tau agregasyon inhibitörleri, anti-tau immunoterapisi başlığı altında bir çok ajan test edilmiştir. Bunların yanı sıra biomarkerlar, semptomatik ve modifiye edici terapide önemli role sahiptir. Aktif ve pasif yolla yapılan immunoterapilerin AH ve PSP’de klinik çalışmaları devam etmektedir. Yeni tau ve B Amiloid hedefli immünoterapi stratejileri hevesle takip edilmektedir. Özellikle immünojenin seçimi, hedeflenecek tau türleri, güvenlik ve aksiyon mekanizması ile ilgili bir takım kilit sorular yanıtlanmayı beklemektedir. Kapsamlı ve hastanın ihtiyaçlarına cevap veren kişisel tedavilerin artması amaçlanmaktadır. Sempozyum 9: SİNİR SİSTEMİ GELİŞİMİNDE NÖRON-GLİYA ETKİLEŞİMLERİ S9.1: The Connection Between Nervous and Immune System in Drosophila Melanogaster Angela Giangrande IGBMC, Strasbourg, France Drosophila glia originate from neural stem cells and strictly depend on the expression of a single transcription factor that makes the choice between the glial and the neuronal fates, Glide/Gcm. Glia ensure normal development of the nervous system, including the regulation of stem cell proliferation. They are also required for the function of the nervous system and act as immune cells in a broad range of pathological conditions, such as brain injury and degeneration. The Drosophila glia therefore display the combined features of the vertebrate micro- and macroglia, mesoderm-derived immune cells that invade the CNS during development and neuroectodermally derived cells, respectively. Microglia represent the professional scavenger cells of the nervous system, macroglia insulate/protect the axons and control the proliferative state of the CNS. Thus, the complex nervous system of vertebrates requires more cell types, calling for a division of labor occurring during evolution. Interestingly, the Drosophila Glide/Gcm transcription factor is also expressed and required in the immune cells of the fly called hemocytes. These are cells that patrol the organism and control the immune response outside the nervous system. Glide/Gcm inhibits the inflammatory response in these cells. This suggests that Glide/Gcm may have a function in immunity in vertebrates. Recent data support this hypothesis.

Page 26: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

S9.2: Nörogliyal Devrelerde PEA3 Proteinleri? Işıl Aksan Kurnaz Gebze Teknik Üniversitesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, Gebze, Kocaeli ETS transkripsiyon faktörü süperailesinin bir alt ailesi olan Pea3 proteinlerinin metastazda, özellikle de HER2/neu-pozitif meme kanseri alt tipinde önemli olduğu ve prostat kanser hücrelerinde ise bağlanmadan bağımsız büyümeyi ve epitel-mezenkimal geçişi kontrol ettiği gösterilmiştir. Pea3 proteinleri normal gelişimde de rol oynamaktadırlar, örneğin FGF’e bağlı retinal hücre farklılaşmasında ve omurilikteki motor nöron devrelerinin oluşumunda kritik öneme sahiptirler. Laboratuvarımız uzun yıllardan beri bu spesifik nöron devresinin oluşumunda hangi Pea3 hedef genlerinin rol oynuyor olabileceğini incelemektedir. Öte yandan, astrositler ve mikrogliya gibi gliyal hücrelerin de nöral devre oluşumundaki önemi bilinmekte ve son yıllarda farklı beyin devrelerinde bölgesel sinyalleşme farklılıkları veya erişkin nörojenezdeki özgün gliyal altpopülasyonları gibi fonksiyonel çeşitlilikleri gösterilmektedir. Bu çeşitliliğin gelişimsel mi yoksa sonradan edinilmiş mi olduğu ve bu gliyal çeşitliliğin SSS hastalıklarını iyileştirmek için kullanılıp kullanılmayacağı hatta yönlendirilip yönlendirilemeyeceği, ve bu yönlendirmede Pea3 proteinlerinin kullanılabilirliği ilginç bir soru olarak karşımıza çıkmaktadır. S9.3: PEA3 Proteinlerinin Nöronlardaki Rolü Başak Kandemir Gebze Teknik Üniversitesi, Biyoteknoloji Enstitüsü, Gebze, Kocaeli ve Yeditepe Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Biyoteknoloji Programı, İstanbul Pea3 proteinleri, Pea3, Erm ve Er81’den oluşan ETS transkripsiyon faktörü süper ailesinin bir alt ailesidir. Dallanma sergileyen farklı dokularda eksprese edilen bu proteinler, sinir sisteminde motor nöronal devrelerin oluşumu, retina farklılaşması, nörit uzaması gibi çeşitli olaylarda rol oynarlar. Laboratuvarımızda yıllardır çalışılmakta olan bu proteinlerin yakın zamanda nörit uzama mekanizmalarındaki görevleri belirlenmeye başlanmıştır. Bu çalışmanın amacı, Pea3 aracılığıyla gerçekleşen nörit uzama mekanizmalarını anlamak, Pea3 tarafından düzenlenen genleri tanımlamaktır. Bunun için, yeni hedef gen ekspresyon seviyeleri, Pea3 aşırı anlatımlı çeşitli nöral hücre hatlarında mikrodizin analizi ve qPCR ile araştırıldı. Genler biyoinformatik analizler ile sınıflandırılmış, nöronlarla ilişkili yolaklar (nörotrofin sinyal yolu, akson dinamiği vb.) seçilmiş ve bu yollar içindeki genler arasındaki ilişki biyoinformatik analizler ile incelenerek haritalandırılmıştır. Sonuçlarımız, Pea3 ailesi üyelerinin, benzer ve / veya farklı seviyelerde nöron spesifik yolaklardaki hem ortak hem de farklı genlerin ekspresyonunu düzenlediğini gösterdi. Ek olarak, etkileşim haritalaması biyoinformatik analizi sonucunda oluşturuldu. Bu tanımlanmış genlerden hangisinin Pea3 aşırı anlatımlı hücrelerde motor nöron - duyusal nöron devrelerinin seçiciliğinde rol oynadığını açıklamak için ko-kültür sisteminde farklı Pea3 ailesi üyeleri arasındaki ilişki ve Pea’ün nörit uzama, devre oluşturma ve nöroglial bağlantıdaki rolünü anlamaya yönelik çalışmalar devam etmektedir.

Page 27: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

RASOPATİLER: RAS YOLAĞI VE HASTALIKLARI

Panel 1.1: Ras Yolağı ve Hastalıkları Kürşat Bora Çarman Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı, Eskişehir

RAS, hücre büyümesini, çoğalmasını ve farklılaşmasını düzenleyen küçük GTPazların bir üyesidir. RAS GTPazlar hücre içindeki

hedefleri olan efektör protein bir sinyal iletir. RAS, guanosin difosfat (GDP) bağlı inaktif form ile guanosin trifosfat (GTP) bağlı aktif

form arasında dönüşümü sağlar. RAS / mitojenle aktifleştirilen protein kinazı (MAPK) yolu, hücre çoğalmasını, farklılaşmasını ve

hayatta kalmasını kontrol eden temel bir sinyal yolağıdır. Yapılan çok sayıda çalışma, RAS / MAPK yolunun düzensizliğinin,

“RASopathies” veya “RAS / MAPK sendromları” olarak adlandırılan, klinik olarak örtüşen genetik hastalıklara neden olduğunu

ortaya koymuştur. Tüm RASopatinin kendine özgü bir fenotipik özellikleri olsa da kraniyofasiyal dismorfoloji, kardiyovasküler

anormallikler, kas-iskelet sistemi anormallikleri, kutanöz lezyonlar, nörobilişsel bozukluk ve artmış tümör riski dâhil olmak üzere

birçok örtüşen özelliğe sahiptirler. Başlıca RASopati hastalıkları; (a) nörofibrominin haploinsin yetmezliğinden kaynaklanan

nörofibromatozis tip 1 (NF1); (b) SPRED1'in haploinsin yetmezliğinden kaynaklanan NF1 benzeri sendrom; (c) PTPN11, SOS1, RAF1,

KRAS, BRAF ve NRAS'taki mutasyonların neden olduğu Noonan sendromu (NS); (d) PTPN11 ve RAF1'deki mutasyonların neden

olduğu çoklu lentijinlere (NSML) sahip olan NS: (e) HRAS'da aktif mutasyonların neden olduğu Costello sendromu; (f) BRAF,

MAP2K1 / 2 ve KRAS'taki mutasyonların neden olduğu kardiyofaskütan (CFC) sendromu; (g) SHOC220 veya CBL'deki mutasyonların

neden olduğu noonan benzeri sendrom; (h) SOS1'deki bir mutasyonun neden olduğu kalıtsal dişeti fibromatozu; ve (i) RASA1'in

haploins yetmezliğinden kaynaklanan kılcal malformasyon-arteriyovenöz malformasyondur.

Panel 1.2: Nörofibromatozis ve Tüberöz Skleroz, İki Ras’opati: Klinik Özellikler Banu Anlar Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Nörolojisi Bilim Dalı, Ankara

Nörofibromatozis tip 1 (NF1) ve Tüberöz Skleroz (TS) otozomal dominant tek gen hastalıklarıdır. Majör bulgular sinir ve deri

dokularına ait olup “nörokütane hastalık” tanımına uymaktadır. NF1’de pigmente deri lekeleri, nörofibromlar, beyinde miyelin

yapısında değişiklikler, ayrıca baş büyüklüğü, öğrenme güçlüğü ve bir kısmında epilepsi bulunur. Ancak iskelet displazisi, damar

tıkanıklıkları, ya da boy kısalığı gibi mezenkimal doku bulgularının görülmesi, hastalığın deri ve sinir sisteminin ortak (ektodermal)

kökeni ile tamamen açıklanamayacağını ve “nörokütane hastalık” teriminin ancak kısmen doğru olduğunu göstermektedir.

Bulguları NF1 geninin nöral krestteki ve Ras yolağındaki rolleri ile açıklamak mümkündür. Genin ürünü olan nörofibromin, Ras ve

Mechanistic target of rapamycin (mTOR) aracılığı ile nöral kreştin gelişim ve farklılaşmasını etkiler. Bu da NF1’deki melanosit,

kraniyal kemik ve nöroendokrin doku gibi nöral krest kökenli yapıların tutulmuş olasını açıklar. NF1deki tümörler ise mutant NF1

in Ras yolağını ve dolayısı ile onkogenezi kontrol altında tutma işlevinin bozulmasından kaynaklanır. Tüberöz skleroz RAS yolağının

diğer bir hastalığı olup iki gende: TSC1 ya da TSC2 deki mutasyonlar sonucu oluşmaktadır. Bu genlerin ürünleri olan hamartin ve

tuberin Ras ile etkileşirler. TS ‘un tümörlerinde mTOR complex 1 (mTORC1) aktif durumdadır. Ayrıca mTORC1 nöral progenitor

hücrelerin farklılaşmasında da rol oynadığından TS’da başın büyük, korteksin kalın oluşundan sorumlu olabilir. Deneysel

çalışmalarda mTORC’un aktivasyonu hipokampuste epileptogenezle sonuçlanmıştır. NF1’de olduğu gibi TS’da da nörolojik ve deri

bulguları ön plandadır. Ancak birçok başka tipik bulgular da görülür: kemik kistleri, diş ve gingiva değişiklikleri, kalpte

rabdomiyomlar, intrakraniyal anevrizmalar. Beyin, böbrek ve akciğerde neoplazmlar TS’da Ras-MAPK ve PI3K-AKT-mTOR kanser

kontrolünün bozuluşunu yansıtır. Bu yolağın diğer önemli rolü sinaptik plastisitedeki etkileri olup, TS mutasyonlarındaki bilişsel

sorunlar ve epilepsiyi açıklar. Ancak bu iki multisistem hastalığın moleküler patogenezlerinde ve örneğin aynı ailede, aynı

mutasyonu bulunduran bireylerde birbirlerinden çok farklı klinik bulguların ortaya çıkmasında araştırılması gereken birçok nokta

ve yolak vardır.

Panel 1.3: NF1 Klinik Değişkenliğinin Moleküler Mekanizmaları Şükriye Ayter TOBB Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyoloji ve Genetik Anabilim Dalı, Ankara

Paneller

Page 28: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

Nörofibromatozis tip 1 (NF1), nörofibromatozis tip 1 (NF1) genindeki mutasyonların neden olduğu en yaygın görülen nörogenetik

bir hastalıktır. NF1, Ras proteinlerinin negatif regülatörü nörofibromini kodlayan NF1 genindeki dominant fonksiyon kaybı (LOH)

mutasyonlarından kaynaklanır. Gen ürününün 360-amino asitlik bir bölgesi, memeli GTPaz-aktive edici proteinin (GAP) katalitik

bolgesine homoloji gösterir. Bu bölge NF1-GAP ile ilişkili bölge (NF1-GRD) olarak adlandırılır ve NF1 geninin merkezi kısmı

tarafından kodlanır. GAP proteinleri, Ras onkoproteinin aktivitesini, intrinsik GTPaz aktivitesini uyararak düşürür. Bu nedenle,

nörofibromin, Ras sinyal iletim mekanizmasının bir parçasıdır. Bazı genetik hastalılara bu yolakla ilişkili gen ürünlerin fonksiyon

bozukluğu neden olur ve ortak fenotipleri nedeniyle yakın zamanda bir arada sınıflandırılmış ve “Rasopatiler” olarak

adlandırılmıştır. Üç gen EVI2A, EVI2B ve OMGP, NF1 geni intron 27b içine gömülmüştür. Bununla birlikte, bu genlerin fonksiyonu

hakkında çok az şey bilinmektedir. NF1 geninin önemli bir özelliği yüksek sıklıkta mutasyon görülmesidir. NF1 vakalarının

neredeyse yarısı yeni mutasyonlarla ortaya çıkar. NF1 otozomal dominant kalıtılan bir tek gen bir hastalığı olmasına rağmen, klinik

ekspresyonu oldukça değişkendir ve önceden tahmin edilemez. NF1 hastaları, çok yüksek mutasyon sıklığına sahiptir ve net bir

genotip-fenotip korelasyonu yoktur. Bu nedenle, NF1 mutasyonlarındaki varyasyonlar klinik fenotipteki varyasyonlarla ilişkili

olmayabilir. Aynı mutasyonu taşıyan NF1 hastalarının bir kısmı ciddi klinik semptomlar geliştirebilirken bazılarında hafif bir fenotip

gelişir. Mutant NF1 alelindeki varyasyonlar, modifiye edici genlerin, çevresel faktörlerin veya bunların kombinasyonlarının katkısı

ile nasıl bir fenotip göstereceğini önceden tahmin etmek olası değildir. Gen yapısı ve nörofibromin proteininin hücresel bileşenlerle

etkileşimi göz önüne alındığında, birçok olası aday modifiye edici gen vardır. Değişken fenotiplerin moleküler temeli hakkında daha

derin ve detaylı bilgi edinmek NF1 ile ilişkili komplikasyonların öngörülmesi, tedavisi ve önlenmesi konularına katkı sağlayabilir. Bu

yeni bulgular daha doğru genetik danışmanlık sağlanmasında da çok önemli olacaktır. Bu sunum NF1 klinik değişkenliğine katkıda

bulunan moleküler mekanizmaları ve potansiyel modifiye edici genlere genel bir bakış sunmayı amaçlamaktadır.

Panel 2: İYON KANALLARI VE GÜNCEL ARAŞTIRMA YÖNTEMLERİ

Panel 2.1: Mekanosensitif Kanallar Nuhan Puralı Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, Ankara

Mekanik duyu filogenetik açıdan muhtemelen en eski olmasına rağmen, mekanik uyarının biyolektriksel sinyallere dönüşmesinden

(mekanoçevrimden) sorumlu olan mekanosensitif iyon kanalları ve ilişkili olduğu yapılar henüz bilimsel kesinlikte belirlenmiş

değildir. Aslında mekanosensitif iyon kanallarının varlığı ile ilgili bilgilerin büyük kısmı patch clamp deneylerindeki akım kayıtlarına

dayanır. Mekanosensitif kanalın genetik ve moleküler özellikleriyle ilgili ikna edici bir bilgi henüz mevcut değildir. Bu eksiklik,

hücresel düzeyde deneyler yapmaya uygun preparatın kısıtlı olması, mekanik uyarının üretim ve uygulanmasındaki zorluk,

mekanosensitif duyunun polimorfik vasfı ve kanala spesifik farmakolojik ajan eksikliği olarak sıralanabilir. Ancak son yıllarda bu

alandaki çabalar sayesinde bazı önemli gelişmeler elde edilmiş, bazı iyon kanallarının mekano-çevrim ile ilişkili olduğu rapor

edilmiştir. Biz uzun süredir ideal bir mekanoreseptör preparatı olan gerim reseptörü üzerinde çalışmaktayız. Hacettepe üniversitesi

tarafında desteklenen bir araştırma projesi kapsamında, mekanosensitif iyon kanalı veya iyon kanalı kompleksi ile ilgili proteinlere

ait genleri klonlamak üzere çalışma başlattık. Biyoinformatik analizler ve klasik klonlama yöntemleri kullanarak araştırdığımız

yaklaşık on hedef yapıdan beşine ait geni klonladık. Klonladığımız genlerden birisinin, birçok yazar tarafından mekanosensitif

olduğu ileri sürülen Piezo kanalı dizisiyle önemli ölçüde benzerliğe sahip olması bizleri çok heyecanlandırdı. Mekanosensitif kanal

ve/veya kompleksini konu alan bu sunum iki kısımdan oluşmaktadır. ilk kısmında mekanosensitif kanal (kompleksi) hakkında

mevcut bilgiler tartışılmakta ikinci kısımda bizim uyguladığımız araştırma yöntemi ve elde edilen ilk sonuçlarımız tartışılmaktadır.

Panel 2.2: P2X7 iyonotropik reseptör kanallarının çalışma mekanizması Mehmet Uğur Ankara Üniversitesi Biyofizik Anabilim Dalı

P2X7 reseptörü iyonotropik bir pürinerjik reseptördür. Pürinerjik reseptörlerin bilinen doğal ligandı ATP, ADP ve UTP dir. ATP’nin

çok iyi bilinen görevi hücre içinde enerji metabolizmasında oynadığı roldür. Ancak bunun dışında ATP hücre dışına çeşitli yollarla

salınır ve bir nörotransmitter ya da otakoid olarak görev yapar. ATP hücre zarında iki çeşit pürinerjik reseptörü uyararak bu haberci

işlevini görmektedir, P2Y ve P2X reseptörleri pürinerjik reseptörlerin iki ana sınıfını oluşturur. P2Y reseptörleri G-proteini kenetli

metabotropik reseptörlerdir, ATP, ADP ve UTP ile uyarılabilirler. P2X ler ise iyonotropik reseptörlerdir ve P2Y lerin aksine sadece

ATP ile uyarlırlar. P2X reseptörünü 7alt-tipi vardır (P2X1-7). P2X reseptör alt tiplerinin aktivasyon/inaktivasyon kinetikleri ve

agonist duyarlılıkları birbirlerinden oldukça farklıdır. P2X reseptörleri Ligand bağımlı katyon kanalları olarak membran

Page 29: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

depolarizasyonu, hücre içine Ca+2 girişi ve hücreden K+ kaybı gibi mekanizmalarla etkilerini gösterirler. Ancak P2X reseptörleri,

özellikle de P2X7 diğer ligand bağımlı katyon kanallarından (Nikotinik asetik kolin reseptörü ya da 5-HT3 reseptörü gibi) büyük

moleküllere zar geçirgenliğini arttırmak ve iyon kanalı aktivetisinden bağımsız olarak, henüz tam anlaşılamayan bir yolla, bazı sinyal

yolaklarını doğrudan uyarmak gibi özellikleri ile belirgin olarak ayrılırlar. Bu gün P2X7 reseptörünün kanser hücrelerinin büyümesi

ve metastazı, ayrıca makrofaj benzeri hücrelerden interlökin salınması gibi bağışıklıkda önemli cevapların oluşmasında kritik hatta

merkezi rolü olduğu düşünülmektedir. Bu reseptör memelilerde immün sistemden düz kaslara çok geniş bir dağılım

göstermektedir. Dolayısı ile bu reseptör henüz detayları tam anlaşılamamış pek çok fizyolojik/patolojik olayda rol almakta ve önemi

her geçen gün daha iyi ortaya çıkmaktadır. Bu konuşma P2X7 reseptörünün yanıt oluşturma mekanizmaları ile ilgili deneysel

verilere topluca bir bakış içermektedir.

Panel 2.3: İyon Kanallarının Moleküler Modelleme Yöntemiyle Araştırılması Turgut Baştuğ Hacettepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, Ankara

Hücre zarına gömülü belirli proteinler tarafından oluşturulan iyon kanalları elektrokimyasal gradyan yönünde iyonların hızlı ve

kontrollü akışını sağlamak için yollar sağlar. Bu aktivite sinirlerde, kaslarda ve diğer uyarılabilir hücrelerde aksiyon potansiyeli

oluşturur ve canlılardaki tüm hareket ve duyum süreçlerinin temelini oluşturur. İyon kanallarının fonksiyonel özellikleri fizyolojik

çalışmalardan iyi bilinmesine rağmen, yapısal bilgi eksikliği bu özelliklerin anlaşılması ve yorumlanması için gerekli olan teorik

modellerin geliştirilmesini engellemiştir. İyon kanallarının (sodyum ve potasyum kanalları) üç boyutlu yapılarının x-ışını

kristalografisinden belirlenmesi, yapı-fonksiyon ilişkilerinin çalışmasının merkezi bir aşamaya gireceği, kanallar alanında yeni bir

çağ başlayarak nihayet bu çıkmazı kırdı. MD simülasyonları biyolojik moleküllerin yapı ve fonksiyonlarının araştırılmasında

vazgeçilmez araçlardır. Kanal çalışmalarında MD'nin başarılarını ve eksikliklerini araştırdık. Bu sunumda iyon kanallarındaki MD

çalışmalarımıza genel bir bakış sunacağım.

Panel 3: NÖROLOJİK HASTALIKLARDA SANTRAL SİNİR SİSTEMİ MİKROSİRKÜLASYONU

Panel 3.1: Hipertansiyon ve Diyabetin Beyin Mikrosirkülasyonu Üzerine Etkileri Yasemin Gürsoy Özdemir Koç Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Istanbul

İnsan yaşam süresinin uzaması ile birlikte demans ve kognitif kayıp önemli bir halk sağlığı problem olarak ortaya çıkmaktadır. 2015

yılında dünya üzerinde resmi olarak demans tanısı alan vaka sayısı 46 milyon olup, 2050 yılında bu rakamın 3 katına çıkması

beklenmektedir. Yapılan metanalizlerde 60 yaş üzeri demans tanısı alan hastaların %7-13’ünde tip-2 diyabet veya metabolik

sendrom beraber görülmektedir ve grubun Alzheimer hastalığı tanısı alma oranı normal popülasyonun 2 katından fazladır. Buna

karşılık hipertansiyon ve tip 1 diyabet ile kognitif yıkım arasındaki ilişki tartışmalıdır. Orta yaş hipertansif kognitif yıkım ile ilişkili

bulunurken, geç yaşta hipotansiyonun daha önemli olduğu bilinmektedir. Bu konuşmada tip-1 DM, metabolik sendrom ve

hipertansiyon ile ortaya çıkan mikrosirkülasyon ile kognitif değişiklikler deneysel modellerde edilen bilgiler ışığında sunulacaktır.

Beyin mikrosirkulasyon değişiklikleri immünfloresan boyamalar ve iDisco metodu ile üç boyutlu olarak incelenmiştir. Kognitif

değişiklikler ise in vivo davranış deneyleri sonucu elde edilen verilerle incelenmiştir. Elde edilen verilerden mikrosirkülasyonda

özellikle metabolik sendrom ve hipertansiyonda disfonksiyonu gösterirken, mikrosirkülasyon etrafında artmış bağ dokusu yapımı

ve fibrosis dikkat çekmektedir.

Panel 3.2: İskemik Penumbrada Mikrodolaşımın Dinamik Problemleri Şefik Evren Erdener Hacettepe Üniversitesi, Nörolojik Bilimler ve Psikiyatri Enstitüsü, Ankara

Serebral mikrodolaşım ağı, beynin sürekli devam eden yüksek metabolik ihtiyaçlarını karşılayabilmek için özelleşmiştir. Özellikle

iskemik inme gibi vasküler patolojlerde, mikrodolaşımın etkilenim tarzı büyük damarlardan oldukça farklı olabilmekte ve bunun

ciddi fonksiyonel sonuçları olabilmektedir. Mikrodolaşımın in vivo deneysel modellerde çalışılması, yapıların çok küçük, karmaşık

ve dinamik olması nedeniyle oldukça zordur. Bunun için yüksek teknoloji ürünü ekipmanların, doğru şekilde kullanılması ve doğru

algoritmalar kullanılarak veri analizi gereklidir. Özellikle giderek gelişmekte olan in vivo multifoton mikroskopi (MFM) ve optik

koherans tomografi (OKT) uygulamaları, bize mikrodolaşımdaki yapıları, bu yapılardaki akım parametrelerini ve hatta

oksijenizasyon düzeyini oldukça yüksek uzaysal ve zamansal çözünürlükle gösterebilmekte ve daha önceden fark edilmemiş

Page 30: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

sorunların saptanmasına ve çözüm önerileri geliştirilmesine yardımcı olmaktadır. Serebral iskemi sırasında mikrodolaşım ağır ve

geri dönüşsüz bir şekilde etkilenebilmektedir. Erken dönem iskemik değişiklikler ile tetiklenebilen kapiller disfonksiyon, çoğunlukla

endotel veya glikokaliks hasarı, kan hücrelerinin adezyonundaki değişiklikler veya perisit kasılmaları gibi faktörler neticesinde

ortaya çıkmakta ve tıkalı damarın rekanalizasyonu sonrasında da kapiller dolaşım eski haline geri dönemeyebilmektedir. Dokunun

optimal oksijenizasyonu için, kapiller morfolojinin kendisi kadar, kapiller ağdaki akımın dağılımı ve heterojenitesi de önem

taşımaktadır. Reperfüzyon sonrası risk altındaki iskemik beyin dokusunda yapılan OKT ve MFM zaman serileri, dokudaki zamana

bağlı değişiklikleri çok detaylı olarak karakterize ederek, akışın devam ettiği kapillerlerde dahi, akımın geçici olarak sekteye

uğrayabildiğini, bu geçici akım durmalarının kümülatif olarak ciddi bir akım heterojenitesi ile sonuçlandığını göstermektedir. Bu

akım sektelerinin, kapiller lümenden güçlükle geçmeye çalışan lökositlerden kaynaklandığı, mikrooksijenizasyonun da bu esnada

belirgin olarak dalgalanabildiği görülmektedir. Tariflenen dinamik sorunların hücre altı düzeyde nedenlerinin ve sonuçlarının daha

iyi anlaşılması için çalışmalar sürerken, bu deneysel verilerin, hem iskemik inme hastalarındaki klinik ve görüntüleme bulgularının

daha iyi anlaşılmasına hem de tedavilerde mikrodolaşımı hedefleyen yenilikçi yaklaşımlarının geliştirilmesine öncülük etmesi

beklenebilir.

Panel 3.3: Multipl Skleroz Patofizyolojisinde Perisitlerin Rolü Emine Şekerdağ Koç Üniversitesi, Translasyonel Tıp Araştırma Merkezi, İstanbul Perisitler, kan damarı oluşumunda ve bütünlüğünde önemli bir rol oynayan ve kılcal damarların genişlemesinde ve kasılmasında ve beyin kan akışının düzenlenmesinde rol oynayan mezenkimal hücrelerdir. Ayrıca perisitler, merkezi sinir sisteminde (MSS) glial skar oluşumu gibi immünolojik tepkilere ve onarım mekanizmalarına dâhil olurlar; bu nedenle perisitlerin, MSS’in kronik enflamatuar demiyelinizan bir hastalığı olan Multipl skleroz (MS) patofizyolojisinde önemli bir rolü olduğu düşünülmektedir. MS patofizyolojisinde, özellikle MSS'deki kan damarları çevresinde lezyon oluşumu, kan‐beyin bariyeri (KBB) sızıntısı, enflamatuar hücrelerin sızması, miyelin ve nöronların hasar görmesi ve glial skar oluşumu görülmektedir. Her ne kadar birçok çalışma MS patofizyolojisinde perisitler için olası rollere işaret etse de, perisit disfonksiyonunun hastalığı tetikleyip tetiklemediği veya bunun tam tersi olarak hastalığın perisit disfonksiyonuna yol açıp açmadığı ayrıntılı olarak belgelenmemiştir. Perisitler fenotiplerini farklı ortamlara göre değiştirme kabiliyetleri nedeniyle tek bir spesifik işaretliyiciden yoksundur, genellikle kombinasyon yüzey markerleri ve anatomik konumları ile tanımlanırlar. Konumlarına ve koşullarına bağlı olarak, perisitler, kök hücre, (miyo-) fibroblastlar, mikroglia ve diğer sınıflandırılmamış fenotipler gibi davranabilirler ve bu nedenle takipleri oldukça zordur. MS hastalığının ilerlemesinde dikkat çeken bulgular, lezyon bölgelerindeki artmış perisit sayılarının olması, endotelyal bölgelerdeki perisit kapsamının azalması ve farklı perisit fenotiplerinin ortaya çıkmasıdır. Bu sunum, vasküler MS patofizyolojisindeki moleküler ve hücresel değişikliklerin anlaşılmasını geliştirmek için MS'de perisitlerin rolüne kısa bir genel bakış sunmayı amaçlamaktadır.

Page 31: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

SS-01 Merkezi sinir sistemi perisitlerinde kasılmanın moleküler motor mekanizması Gülce Küreli1, Sinem Yılmaz Özcan1, Alp Can2, Buket Dönmez Demir1, Müge Yemişci1, Hülya Karataş Kurşun1, Emine Eren Koçak1, Turgay Dalkara1

1Hacettepe Üniversitesi, Nörolojik Bilimler ve Psikiyatri Enstitüsü, Ankara; 2Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Ankara AMAÇ: Mikrodamarların çeperlerinde bulunan perisitler merkezi sinir sisteminde en yüksek yoğunluğa ulaşır. Perisitlerin kasılabilir hücreler oldukları bilinmekle birlikte, altta yatan moleküler motor mekanizma ve bu mekanizmada rol oynayan proteinler in vivo koşullarda tanımlanmamıştır. Merkezi sinir sisteminde arteriyo-venöz eksen boyunca yer alan perisitlerin kasılma mekanizmasının ortaya konulmasıyla in vivo mikrovasküler kan akımı düzenlenme mekanizmalarının da daha iyi anlaşılması sağlanacaktır. YÖNTEM: 25-35g ağırlığındaki dişi ve erkek Swiss albino farelerin retina dokularında intravitreal noradrenalin enjeksiyonuyla perisit kasılması uyarılmıştır. Metanol ile tespit edilen retina dokuları, alfa düz kas aktini (α-SMA) ve düz kas miyozin ağır zinciri (Myh11) proteinlerine özgü antikorlarla veya globüler (G) ve filamentöz (F) aktin işaretçileriyle floresan işaretlemeye tâbi tutulmuştur. α-SMA ifadesinin susturulması Acta2 geninin transkriptine yönelik siRNA’nın intravitreal enjeksiyonu ile gerçekleştirilmiştir. Konfokal mikroskop ile elde edilen görüntüler üzerinde sinyal ölçümleri gerçekleştirilmiş veya eş-yerleşim değerlendirilmiştir. BULGULAR: Perisitlerin tipik gövde morfolojileri ile ayırt edildiği fare retina dokularında, Myh11’in perisit gövde ve uzantılarında pozitif olduğu ve işaretlenmesinin α-SMA ile yüksek düzeyde örtüşme gösterdiği görülmüştür (n=6). Bu işaretlenme fiksasyon yöntemi (n=4), α-SMA ifade düzeyi, retinal damar derecesi veya tabakasından bağımsız olarak bütün mikrodamarlardaki perisitlerde gösterilebilmiştir. α-SMA ifadesinin azaltılması α-SMA protein miktarını ve mikrodamar kasılmasını etkilemiş ancak Myh11 ifadesinde değişikliğe yol açmamıştır (n=2). Noradrenalin ile kasılmanın uyarıldığı mikrodamar segmentlerinde F-aktin sinyalinin G-aktin sinyaline oranı, kasılmamış segmentlere oranla 2,05±0,43 kat artmış olarak bulunmuştur (n=4). F-aktinin kasıldığını destekleyen bu bulgu F-aktin işaretlenmesinin yoğunlaşarak doğrusal bir form almasıyla da desteklenmiştir. SONUÇ: Erişkin farede retinal perisitler kasılabilir hücrelerdir ve α-SMA’ya ek olarak düz kas hücrelerine özgü olarak tanımlanan Myh11 proteinini ifade ederler. α-SMA ve Myh11 proteinleri yüksek kenetlenme göstermektedir. Kasılmanın uyarılmasıyla retinal perisitlerde F-aktin polimerizasyonu gerçekleşir. Bu veriler perisitlerin göreceli olarak daha ince lifler içermelerine rağmen in vivo koşullarda düz kas hücrelerine benzer bir mekanizmayla kasıldıklarını göstermektedir. Bu çalışma için Hacettepe Üniversitesi Hayvan Deneyleri Etik Kurulu’nun 2018/02-18 numaralı onayı alınmıştır. Anahtar Kelimeler: perisit, mikrodamar, aktin, miyozin, kontraktilite/kasılma SS-02 İki ve üç boyutlu primer nöron kültürlerinde kullanılan farklı kaplama malzemelerinin hücrelerin yapı ve fonksiyonlarına etkisi Emine Şekerdağ1, Serçin Karahüseyinoğlu2, Mohammad Mohammadi Aria3, Yağmur Çetin Taş1, Dila Atak1, Sedat Nizamoğlu4, İhsan Solaroğlu5, Yasemin Gürsoy Özdemir6

1Koҫ Üniversitesi Translasyonel Tıp Araştırma Merkezi (KUTTAM), İstanbul;2Koҫ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Ana Bilim Dalı, İstanbul,3Koҫ Üniversitesi, Biyomedikal Bilimler ve Mühendislik Bölümü, İstanbul;4Koҫ Üniversitesi, Elektrik ve Elektronik Mühendisliği, İstanbul;5Koҫ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Beyin Cerrahisi Ana Bilim Dalı, İstanbul;6Koҫ Üniversitesi Tıp Fakültesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, İstanbul AMAÇ: Primer nöron kültürü pek çok nörolojik hastalığı anlamaya yönelik deneylerde ve tedavilerin etkisini test etmekte yaygın olarak kullanılmasına rağmen, deneysel düzenek oluşturulurken kullanılan farklı kaplama malzemelerinin etkisi detaylı olarak incelenmemiştir. Bu çalışmanın amacı iki değişik kaplama malzemesi üzerine ekilen primer nöronlarda hücre büyümesi parametrelerinin, hücre morfolojisinin ve işlevsel özelliklerinin karşılaştırılmasıdır. Bu amaçla, kaplama malzemesi olarak poly-D-lizin (PDL) ve Matrigel® iki ve üç-boyutlu kültürlerin oluşturulması için kullanılmıştır. YÖNTEM: Primer karışık kortikal nöronlar E15 fare (Balb/C) embriyolarından elde edilerek PDL veya Matrigel® ile kaplı kültür tabaklarına ekilmiştir. Ekimi takiben 4-14 günde nöronlar fluoresan/konfokal/süperçözünürlük mikroskopisi (Leica dmi8/SP8/STED) için % 4 paraformaldehid, taramalı elektron mikroskopi için %2,5 glutaraldehid ile fikse edilerek incelenmiştir. Hücreler GFAP, beta III tubulin, MAP2, Neu N, Nav 1.2 ve Nav 1.6 ile işaretlenmiş, görüntüler Image J ile analiz edilmiştir. 14 günlük kültür sonunda hücrelerin fonksiyonel durumu araştırmak amacıyla hücrelerin nöron ateşleme özellikleri “patch klamp” yöntemi ile test edilmiştir. Primer nöronlarda, erişkin fare ve yeni doğan fare beyinlerinde qPCR ve Western blot yöntemleri ile nöronal sodyum ve potasyum kanal ifade paternleri kantitatif ve semi-kantitatif olarak incelenmiştir.

Sözlü bildiriler

Page 32: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

BULGULAR: Hücre dışı matriks yapısı bileşenlerini içeren Matrigel® üzerine ekilen primer nöron kültürlerinin gruplar halinde büyüdüğü ve diğer gruplarla, akson kümelerine benzer sıkı, lineer uzantılarla etkileştiği gözlemlenmiştir. Buna karşın PDL üzerine ekilen nöronların sıklıkla tek tek yerleşerek, kısa ve büklümlü uzantılarla birbiri ile ilişki kurduğu izlenmiştir. Neu-N gibi spesifik nöron belirteçleri ve nöronal sodyum kanal belirteçleri Matrigel® grubunda PDL grubuna göre daha yüksek olarak izlenmiştir. "Patch klamp" çalışmaları ile nöron ateşleme özelliklerinin iki kaplama malzemesinde belirgin farklılıklar gösterdiği tespit edilmiş, ve nöron ateşleme eşik seviyesi PDL için 80<Iinj>120 pA iken Matrigel® için 2< Iinj>160 pA olarak belirlenmiştir. SONUÇ: Hücrelerin fonksiyonel, morfolojik, ve nöron ateşleme ile ilgili özellikleri nedeni ile primer nöronların Matrigel® üzerine ekilmesinin erişkin nöron hücresini daha iyi taklit edebilecek bir üç boyutlu kültür modeli oluşturabileceği sonucuna varılmıştır. Anahtar Kelimeler: nöron, kültür, matrigel, PDL SS-03 Merkezi sinir sisteminde miyelin membranının genişleme dinamiğinin incelenmesi Tuba Oğuz1, Bilal Ersen Kerman2

1İstanbul Medipol Üniversitesi, Sinirbilim Ana Bilim Dalı, Rejeneratif ve Restoratif Tıp Araştırmaları Merkezi (REMER), İstanbul, Türkiye; 2İstanbul Medipol Üniversitesi, Histoloji ve Embryoloji Ana Bilim Dalı, Rejeneratif ve Restoratif Tıp Araştırmaları Merkezi (REMER), İstanbul AMAÇ: Miyelin membranı, akson boyunca sinyal iletiminin hızlanması ve hücre gövdesinden çok ileri uzanan aksonların işlevlerini sağlıklı yapabilmelerinde görev üstlenmiş bir yapıdır. Merkezi sinir sisteminde özelleşmiş glia hücresi olan oligodendrositler, uzantılarıyla aksonları sararlar. Ranvier boğumları arasında kaldığı için internod adı verilen miyelinlenmiş akson bölümlerinden 30-40 tanesinin bir oligodendrosit tarafından sarılabildiği göz önüne alındığında bir hücrenin üretmesi gereken membran miktarı çarpıcıdır. Oligodendrosit membranının Ranvier boğumlarına doğru genişleyip tüm internodu kaplaması sırasında çok miktarda lipit ve protein membrana taşınır. Dolayısıyla hücre içi veziküler transportta ortaya çıkan aksaklıklar "Pelizaeus–Merzbacher" hastalığı (PMD) gibi miyelin bozukluklarının ortaya çıkmasına neden olur. Hücre içi transport ve sonucu olan membran genişlemesi süreçleri ağırlıklı olarak immünositokimya ve elektron mikroskobu teknikleri ile ultrastrüktürel seviyede ayrıntılı bir şekilde çalışılmış olsa da bunların miyelin oluşumu sırasındaki dinamikleri pek bilinmemektedir. Amacımız membrana lipit ve protein transportunu ve bu kargo veziküllerin membrana füzyonunu gerçek zamanlı takip ederek ayrıntılı olarak incelemek ve özelliklerini ortaya çıkarmaktır. YÖNTEM: Bu amaçla florasan işaretli sentetik lipitlerle ve lentivirüs yardımıyla florasan molekülleri ifade ederek oligodendrositlerde lipit sallarını ve kargo veziküllerini işaretledik. Kök hücrelerden üretilen oligodendrositler ile in vitro kültür ortamında canlı görüntüleme yaptık. Hücreleri daha iyi analiz edebilmek için öncelikle morfolojilerini kıstas alarak olgunlaşma seviyelerine göre gruplandırdık. BULGULAR: İlk analizlerimiz, farklı proteinleri taşıyan kargo veziküllerinin ve florasan işaretli lipitlerin hücre içinde farklı taşınma paternine sahip olduklarını ve oligodendrosit membranına farklı yerlerden entegre olabildiklerini göstermiştir. SONUÇ: Daha yüksek zamansal ve uzaysal çözünürlükte elde edilecek görüntüler bize miyelinleşmenin moleküler fizyolojisi hakkında daha detaylı bilgi elde etmemizi sağlayacaktır. Miyelinleşme ile ilgili elde edeceğimiz bilgiler, oligodendrositlerin moleküler yapısını ve gerçekleşen hücresel olayları daha iyi anlamamızı sağlamakla beraber bu olayları PMD gibi miyelin hastalıklarında da daha iyi incelememizi sağlayacaktır. Bu proje TÜBİTAK'ın 116S506 proje numaralı desteği ile desteklenmektedir. Anahtar Kelimeler: miyelin, oligodendrosit, Pelizaeus-Merzbacher hastalığı, embriyonik kök hücre, canlı görüntüleme SS-04 Parasetamolün glioblastoma hücrelerinde proliferasyona etkisi: Apoptoz, COX-2, IRS ve Cyclin B’nin rolü Hamdi Muhammed Demirkol1

1Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Van AMAÇ: Glioblastoma en sık görülen santral sinir sistemi tümörüdür. Parasetamol oldukça sık kullanılan analjezik ilaçtır. Parasetamolün birçok çalışmada anti-kanser özelliğinin olduğu tespit edilmiş ve zayıf siklooksijenaz enzim inhibisyonu nedeniyle bu etkilerini farklı mekanizmalar üzerinden gerçekleştirdiği ileri sürülmüştür. Bu çalışmada, in vitro insan glioblastoma hücre kültüründe parasetamolün COX-2, IRS1 ve cyclin B düzeyleri ile hücre proliferasyonu, apoptozun arasındaki ilişkinin araştırılması planlanmıştır. YÖNTEM: Çalışmada A172 glioblastoma hücreleri kullanıldı. Hücreler değişik konsantrasyonlarda parasetamol ve kontrol olarak fosfat tamponlu salin (PBS) ile 24, 48 and 72 saat inkübe edilmiştir. Hücre proliferasyonu MTT testi ile değerlendirilmiştir. Western blot tekniği ile Bax, Caspase 3, COX2, Cyclin B and IRS1 ekspresyonu incelenmiştir. Elde edilen verilerin analizleri Microsoft Excel ve SPSS programları kullanılarak değerlendirilmiştir. Deney sonuçlarının p değerleri One way ANOVA (Dunnet t-test) testi ile hesaplandı. Sonuçlar normalize edilerek ve ± standart hata değerleri belirlenerek gösterildi. BULGULAR: 24, 48 ve 72 saat inkübasyonda proliferasyondaki azalma 0.05 mg/ml parasetamol dozunda kontrole göre anlamlı olarak düşümüştür (sırasıyla 16%, 28%, 33%). Proliferasyondaki düşüş doz ve süreye bağlı olarak artmıştı: 24 saat 1,3,5 (sırasıyla %33, %50, %55), 48 saat 1,3,5 (sırasıyla %50, %75, %80), 72 saat (sırasıyla %80, %82, %85). Parasetamol 0.05 dozunda COX-2, cyclin

Page 33: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

B, IRS1 düzeyini anlamlı olarak düşürmüştü (sırasıyla %38, %57, %8). Proliferasyonla benzer olarak doz artışıyla bu düşüş artmıştı (sırasıyla %42, %60, %24). Procaspase 3 ve Bax düzeyi 0.05 mg/ml dozunda anlamlı olarak yükselmişti (sırasıyla 40%, 20%). Ancak doz artışı ile bu değerlerde artış düşmüştü (sırasıyla 19%, 18%). SONUÇ: Çalışmamızın sonuçları, parasetamolün glioblastoma hücreleri üzerinde anti-tümöral etki gösterdiği ve bu etkilerini, COX enzimi, apoptoz kaskadı, hücre içi sinyal yolakları ve IRS gibi birçok farklı mekanizmalar üzerinden gerçekleştirdiğini göstermektedir. Anahtar Kelimeler: parasetamol, glioblastom, COX-2, IRS, siklin B, apoptoz SS-05 BDNF heterozigot fare hipokampus ve entorhinal korteksinde yüksek frekanslı dalgalanmaların incelenmesi İsmail Abidin1, Selcen Aydin Abidin1

1Karadeniz Teknik Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı,Trabzon AMAÇ: Merkezi sinir sisteminde yüksek frekanslı dalgalanmalar (high frequency oscillations) (YFD) nöronal membranda potansiyel dalgalanmaları ve sinaptik geçişler sırasında oluşan potansiyel değişimlerin bir birleşimini yansıtmaktadır. Bu dalgalanmalar “ripple” dalgalanmaları (120-240 Hz), ve “hızlı ripple” dalgalanmaları (240-500 Hz) olarak kabaca iki band aralığında incelenmektedir. YFD normal gelişim sırasında ve de epilepsi gibi patolojik durumlarda farklılaşmalar gösterir. YFD’ın oluşumunun hücresel düzeyde mekanizmaları ve epileptik durumlardaki değişimlerinin mekanizmaları tam olarak bilinmemektedir. Beyin kaynaklı nörotrofik faktör (BDNF) merkezi sinir sisteminde nöronal fonksiyon ve adaptif cevaplarda rol alır. Nöron uyarılabilirliği ve sinaptik geçişlere etkisi gösterilmiştir. Çalışmamızın amacı fizyolojik olarak kronik BDNF eksikliğinde YFD’ın nasıl etkilendiğinin araştırılması ve BDNF’ün YFD’ların oluşumunda etkisinin olup olmadığının gösterilmesidir. YÖNTEM: Çalışma Karadeniz Teknik Üniversitesi hayvan deneyleri etik kurulunca onaylanmıştır. Çalışmamızda, BDNF proteinini kodlayan alellerin birinden yoksun; beyindeki BDNF ekspresyonun kronik olarak azalmış olduğu BDNF heterozigot fareler kullandık. 30-35 günlük farelerden 400 mikrometre kalınlığında kesitler elde edildi. Entorhinal korteks-hippokampus transvers kesitlerinden elektrofizyolojik alan potansiyelleri kayıt edildi. Kesitlerde 4-Aminopyridine uygulaması ile yapay olarak senkronize boşalmalar oluşturuldu. Kısa süreli (<3 s.) boşalmaları içeren kayıt bölgeleri uygun filtrelerden geçirilerek ripple ve hızlı ripple dalgalanmalarının varlığı tespit edildi. YFD içeren kısa süreli boşalmaların bütün senkronize boşalmalara oranı elde edildi. Oranlar yabanıl tip ve heterozigot fare arasında t-testi ile istatistiksel olarak karşılaştırıldı. BULGULAR: Heterozigot farenin entorhinal korteksinde (p<0.05) ve hipokampus CA1 bölgesinde (p<0.05) YFD içeren senkronize olayların oranı aynı yaş ve cinsiyetteki heterozigot farelere göre anlamlı olarak daha azdı. SONUÇ: Beyinde BDNF’ün ekspresyonunun azalması sonucu sinaptik geçişlerde değişikliler meydana geldiği gösterilmiştir. Ayrıca BDNF heterozigot farelerde de EEG sinyallerinde farklılıklar bilinmektedir. Elde ettiğimiz veriler, benzer şekilde düşük BDNF konsantrasyonlarının yüksek frekanslı dalgalanmaları da azalttığını göstermektedir. YFD’ların senkronizasyonunda BDNF’ün de katkısı vardır. Anahtar Kelimeler: BDNF, beyin kesiti, fare, ripple, yüksek frekanslı dalgalanmalar SS-06 Tirozin Kinaz-B reseptör agonisti 7,8-dihidroksiflavon’un fare beyin kesitlerinde oluşturulan epilepsi benzeri aktiviteye etkileri Selcen Aydın Abidin1, İsmail Abidin1

1Karadeniz Teknik Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyofizik Ana Bilim Dalı, Trabzon AMAÇ: Tirozin Kinaz B (TrkB) yolağı uzun dönemde yapısal değişikliklerde rol alırken; akut olarak sinaptik fonksiyonlar ve uyarılabilirliğin düzenlenmesinde etkilidir. TrkB reseptörüne bağlanarak Beyin kaynaklı nörotrofik faktör (BDNF) benzeri özellikler gösteren 7,8-Dihidroksiflavone (DHF), son yıllarda pek çok deneysel modelde olumlu etkiler göstermiştir. TrkB reseptörünün akut aktivasyonunun, GABAerjik inhibisyonu baskıladığı ve nöronal uyarılabilirliği arttırdığı gösterilmiştir. Bu değişiklikler epileptiform aktivitenin hücresel nedenleri ile benzeşmektedir. Bu nedenle çalışma, DHF uygulanması sonucu akut TrkB aktivasyonunun nöronal devrelerde aktiviteyi değiştirebileceği hipotezine dayanır. Çalışmanın amacı, akut DHF uygulamasının normal ve epileptiform aktivite oluşturulmuş kesitlerdeki etkisinin incelenmesidir. YÖNTEM: Çalışma Karadeniz Teknik Üniversitesi hayvan deneyleri etik kurulunca onaylanmıştır. Çalışmamızda, 30-35 günlük farelerden elde edilmiş, transvers entorhinal korteks-hippokampus kesitleri (n=10) kullanıldı. Entorhinal korteks (EK) ve CA1 bölgelerinden olmak üzere iki ayrı beyin bölgesinden hücre dışı alan potansiyelleri kayıt edildi. Kesitlerde 4-Aminopiridine (4AP) ile epilepsi benzeri senkronize aktiviteler oluşturuldu. Epileptiform aktivitede iktal ve interiktal aktiviteler ayrı ayrı gözlendi. DHF’nin bu iki farklı aktiviteye etkileri, DHF uygulanmadan önce ve sonra elde edilen kayıtlar incelenerek değerlendirildi. İktal ve interiktal aktivitelerin frekans ve süreleri karşılaştırıldı. İstatistiksel karşılaştırmalar ikili t testi ile yapıldı. BULGULAR: Dihidroksiflavon entorhinal korteks ve hipokamus kesitlerine tek başına uygulandığında epileptiform benzeri bir aktivite tetiklememiştir. Ancak, 4-Aminopiridinin başlattığı epileptiform aktivitede iktal ve interiktal olayların frekansını artırdığı gözlenmiştir (p<0,005). Ayrıca, kesitlere DHF uygulanmasının ardından iktal olayların sürelerinin de uzadığı görülmüştür (p<0,05). Son olarak, iktal aktivite gözlenmeyen bazı EK ve CA1 kesitlerinde iktal aktive oluşturarak iktogeneze sebep olmuştur. SONUÇ: Merkezi sinir sisteminde TrkB yolağının nöronal fonksiyonları uzun süreli ve güçlü bir şekilde değiştirebilme potansiyeli

Page 34: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

sonucu, bu yolak yeni ilaç ve tedavi stratejileri için bir ideal bir hedef olarak görülmektedir. Bir TrkB agonisti olan DHF’nin de olumlu etkileri pek çok deneysel çalışmada gösterilmiştir. Ancak TrkB yolağının akut modülasyonunun sinir devrelerinin aktivitesini arttırıcı bir etkisi olduğu bu çalışmada gösterilmiş olup DHF’nin bu etkisinin gelecekteki tedavi yaklaşımlarında göz önünde bulundurulması gereklidir. Anahtar Kelimeler: 7,8-Dihidroksiflavone, BDNF, entorhinal korteks, epileptiform aktivite, Tirozin kinaz-B SS-07 Uzun süreli güçlenmenin tersine çevrilmesinde dentat girusun GABAerjik kontrolünün araştırılması Sümeyra Delibaş1, Hatice Saray1, Nurcan Dursun1, Cem Süer1

1Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Kayseri AMAÇ: γ-aminobutirik asit (GABA) yetişkin beynindeki ana inhibitör nörotransmiterdir. GABAerjik fonksiyonun değişmesi, Alzheimer hastalığında gözlenen uzun süreli baskılanma (UDB) ile ilişkilidir. Bununla birlikte, GABAerjik değişikliklerin sinapsların zayıflatılmasının bozulmasına yol açıp açmadığı büyük ölçüde anlaşılamamıştır. GABA fonksiyonunun, öğrenme ve hafızada yer alan kritik bir beyin bölgesi olan hipokampüse bilgi girişi için geçit olan dentat girusta (DG) uzun dönemli güçlenmenin (UDG) ters çevrilmesine katkısını araştırdık. YÖNTEM: Çalışmaya toplam 30 yetişkin Wistar rat alındı. 15 dakikalık bir başlangıç kaydının ardından, yüksek frekanslı uyaran (YFU) protokolünün uygulanmasıyla indüklenen UDG, UDG indüksiyonundan sonra ilk 5 dakika içinde uygulanan düşük frekanslı uyaran (DFU) ile tersine çevrildi. Hamilton pompası kullanılarak, YFU uygulamasından başlayarak 1 saat süreyle salin, pikrotoksin (50 µmol) veya bikukulin (20 µmol) infüzyonları yapıldı. UDG tersinin büyüklüğünün bir ölçüsü olarak DFU öncesi ve sonrası uyarıcı post-sinaptik potansiyel (EPSP) eğimlerinin ve popülasyon spike (PS) genliklerinin 5 dakikalık ortalamaları kullanıldı. Bu çalışma Erciyes Üniversitesi Hayvan Deneyleri Etik Kurulu tarafından onaylandı (karar no: 18/022). BULGULAR: Uyaran şiddeti ile infüze edilen madde arasındaki etkileşimin anlamlı bulunmaması infüzyon gruplarının input-output eğrilerinin birbirinden farklı olmadığını göstermektedir. Tek yönlü ANOVA, grupların fEPSP eğimi (F2,23 = 5.93; P = 0.009) ve PS genliği (F2,23 = 4.29; P = 0.027) için depotansiyasyon büyüklüklerinin gruplar arasında farklılık olduğunu gösterdi. Post-hoc Tukey’in testi, bikukulinin EPSP-UDG’nin tersine çevrilmesini (P=0.007), pikrotoksinin ise PS-UDG’nin tersine çevrilmesini engellediğini (p = 0,026) gösterdi. SONUÇ: Bu çalışma, GABAerjik iletinin UDG'nin tersine çevrilmesindeki rolüne dair kanıt sunmaktadır ve bu da GABAerjik hipokampal nöronların nörodejenerasyonunun, hipokampüs aracılı öğrenmede eksikliklere neden olabileceğini göstermektedir. Erciyes Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından TTU-2018-8240 no’lu proje kapsamında desteklenmiştir. Anahtar Kelimeler: GABA, plastisite, dentat Girus, UDG’nin ters çevrilmes SS-08 Gama-aminobütirik asit reseptörlerinin inhibisyonunun düşük frekansta prime edilmiş uzun vadeli güçlendirme üzerine etkisi Bilal Koşar1, Sümeyra Delibaş1, Nurcan Dursun1, Cem Süer1

1Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilimdalı, Kayseri AMAÇ: Gama-aminobutirik asit (GABA), inhibe edici etkisini GABA-A reseptörleri yoluyla ileten başlıca inhibitör nörotransmiterdir. Metaplastisite, uzun dönemli güçlenme (UDG) gibi sinaptik plastisite formlarını modüle eden nöral fonksiyonların aktivite bağımlı değişikliklerini ifade eder. Metaplastisite üzerine birçok araştırma, hipokampustaki glutamaterjik uyarıcı sinaptik sisteme odaklanırken, inhibe edici GABA'erjik sinaptik sistem daha az dikkat çekmiştir. Bu çalışmada, GABA-A reseptör antagonistlerinin varlığında, dentat girus (DG) sinapslarında metaplastik UDG'nin nasıl bir değişme göstereceği araştırıldı. YÖNTEM: Çalışma Erciyes Üniversitesi Hayvan Deneyleri Yerel Etik Kurulunun 14.02.2018 tarihli ve 18/022 no'lu kararı ile gerçekleştirilmiştir. Çalışmaya toplam 30 yetişkin Wistar rat alındı. 15 dakikalık bir başlangıç kaydının ardından, UDG'yi yüksek frekanslı uyarı (YFU) protokolü uygulamasıyla indüklemeden önce düşük frekanslı uyarı (DFU) uygulandı. Hamilton pompası kullanılarak, YFU uygulamasından başlayarak 1 saat süreyle salin, pikrotoksin (50 µmol) veya bikukulin (20 µmol) infüzyonları yapıldı. Eksitatör postsinaptik potansiyel (EPSP) eğimlerinin ve popülasyon spike (PS) genliklerinin 5 dakikalık ortalamaları, YFU'dan 60 dakika sonra metaplastik UDG’nin bir ölçüsü olarak kullanıldı. BULGULAR: İnfüzyon gruplarının giriş-çıkış eğrileri, uyaran yoğunluğu ile infüze edilen ilaç arasında gözlenen anlamlı olmayan etkileşimle gösterildiği gibi birbirinden farklı bulunmadı. 1-Hz uyarımın, GABA-A reseptörleri fonksiyonel olduğunda DG sinapslarında sonraki UDG indüksiyonunu önlediği bulundu. Bununla birlikte, salin infüze edilen gruba göre artmış bir UDG bikukulin (p<0,05) veya picrotoksin (p<0,05) varlığında gözlendi. SONUÇ: Bu çalışma, GABA'erjik iletinin UDG'nin metaplastik kontrolünde bir rolü olduğuna dair kanıtlar sunmakta ve bu da GABA'erjik hipokampal nöronların nörodejenerasyonunun, hipokampus aracılı öğrenmede eksikliklere neden olabileceğini göstermektedir. Erciyes Üniversitesi bilimsel araştırma projeleri birimi tarafından TTU-2018-8240 nolu proje kapsamında desteklenmiştir. Anahtar Kelimeler: metaplastisite, dentat girus, GABA, hipokampüs

Page 35: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

SS-09 Şizofreni hastalarında saat çizim testinin değerlendirilmesi Aslıhan Degerli1, Aslıhan Dönmez2, Celal Şalçini2

1Değerli Psikoloji, İzmir; 2NP İstanbul Beyin Hastanesi, İstanbul AMAÇ: Bu çalışmanın amacı cinsiyet, yaş ve eğitim açısından eşleştirilmiş şizofreni hastaları ile sağlıklı kontrol grubunun saat çizim testi performanslarını karşılaştırmaktır. YÖNTEM: Çalışmaya şizofreni tanısı almış 50 hasta ve cinsiyet, eğitim, yaş açısından eşleştirilmiş 50 sağlıklı katılımcı dahil edilmiştir. Katılımcılar eğitimli kişiler için olan Mini-Mental Test (MMT) ile değerlendirilmiş, daha sonra MMT'den 24 veya daha fazla puan almış olanlar Saat Çizim Testi (SÇT) performanslarıyla değerlendirilmiştir. Şizofreni hastalarının semptom şiddeti Pozitif ve Negatif Sendrom Ölçeği (PANSS) ve Kısa Psikiyatrik Değerlendirme Ölçeği (BPRS) ile değerlendirilmiştir. BULGULAR: Gruplar arasında yaş ve MMT ile değerlendirilen eğitim düzeyi açısından anlamlı fark saptanmadı (p=0,898) (p=0,129). Hasta grubunda kontrol grubuna göre SÇT performansının anlamlı derecede düşük olduğu tespit edildi (p<0,001). Hasta grubunda anti-kolinerjik ilaç kullananlar ile kullanmayanlar arasında SÇT performansı açısından anlamlı fark yoktu (p=0,690). SÇT ile PANSS puanı arasında negatif yönde anlamlı korelasyon bulunmuştur (p<0,05). MMT ile PANSS arasında negatif yönde anlamlı korelasyon olduğu görüldü (p<0,05). SONUÇLAR: Çalışmamızda şizofreni hastalarında SÇT performansının kontrol grubuna göre düşük olduğu ve bu düşüklüğün genel hastalık şiddetiyle orantılı olduğu bulunmuştur. Antikolinerjik ilaç kullanan ve kullanmayan hastaların SÇT performansları karşılaştırıldığında anlamlı bir fark yoktu. SÇT sadece bilişsel kusurları değil, aynı zamanda görsel-analitik işlevlerdeki değişikliklere de duyarlıdır. Semantik bellek, dikkat ve yürütücü işlevler de dahil olmak üzere nörokognitif işlevlerin birçok yönündeki bozulma bu testle ortaya çıkabilmektedir. Literatürde beyin görüntüleme bulguları açısından sağlıklı kontrollere göre şizofreni hastalarında nöroanatomik farklılıklar ortaya çıkmaktadır. Şizofreni hastalarında ortaya çıkan SÇT performansındaki düşüşün nöroanatomik farklılıklardan kaynaklanıyor olabileceği düşünülebilir. Anahtar Kelimeler: saat çizim testi, kognitif nöropsikoloji, şizofreni SS-10 Alzheimer hastalığında flaş bellek Merve Çebi1, Barış Metin1, Burak Çevre1, Kemal Arıkan1, Nevzat Tarhan1

1Üsküdar Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Psikoloji Bölümü, İstanbul AMAÇ: Alzheimer hastalığı primer olarak bellek bozukluğuyla karakterize ilerleyici bir nörodejeneratif hastalıktır. Öte yandan, emosyonel içeriği olan ve otobiyografik belleğin bir alt parçası olarak kabul edilen flaş belleğin Alzheimer hastalığında ne oranda etkilendiği halen net değildir. Bu çalışmada, erken evre Alzheimer hastalığında flaş belleğin ölçülmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM: Çalışmaya NINCDS-ADRDA kriterlerine göre olası erken evre Alzheimer hastalığı (AH) tanısı almış 29 Türk katılımcı dahil edilmiştir. Katılımcıların sözel belleği, Öktem Sözel Bellek Süreçleri Testi kullanılarak ölçülmüştür. 15 Temmuz Darbe Girişimi olayı flaş bellek olarak kullanılmıştır. Katılımcıların flaş belleği ilk olarak darbe girişiminin gerçekleştiği ay, ikinci olarak da Şubat 2017 ayında ölçülmüştür. Flaş belleğin karşılaştırılması için, 18 sağlıklı genç katılımcı çalışmaya kontrol grubu olarak dahil edilmiştir. BULGULAR: Beklendiği üzere, AH grubunun anlık bellek skoru (M = 3.10 ± 1.58; t(28)= -6.90, p <.01), toplam öğrenme skoru (M = 62.07 ± 20.697; t(28)= -11.644, p <.01) ve toplam gecikmeli bellek skoru (M = 10.82 ± 3.23; t(28)= -2.95, p <.01) yaşı eşleştirilmiş normal Türk populasyon skorundan anlamlı düzeyde düşük bulunmuştur. Fakat, AH grubu ile kontrol grubu flaş bellek skoru açısından karşılaştırıldığında ne ilk ölçüm ne de ikinci ölçümde gruplara arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. SONUÇ: Bu çalışmanın en önemli bulgusu, Alzheimer hastalığı olan grubun açık bellek kaydında anlamlı bozulma olduğu tespit edilirken; flaş bellek skorlarının genç kontrol grubuyla eşdeğer düzeylerde bulunması oldu. Sonuç olarak, çalışmamız flaş belleğin beyinde özel bir nöral mekanizması olduğu görüşünü destekleyerek, erken evre Alzheimer hastalığında nispeten korunduğunu öne sürmektedir. Anahtar Kelimeler: Alzheimer Hastalığı, demans, flaş bellek, emosyonel bellek SS-11 Parkinson hastalığı demansı ve lewy cisimcikli demanslı hastalarda bilişsel bozukluk anormal olaya ilişkin EEG teta ve alfa yanıtlarıyla yansıtılır Ebru Yıldırım1, Tuba Aktürk2, Lütfü Hanoğlu3, Bahar Güntekin4

1İstanbul Medipol Üniversitesi, Uluslararası Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, İstanbul; İstanbul Medipol Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sinirbilim Anabilim Dalı, İstanbul; İstanbul Medipol Üniversitesi, REMER, Klinik Elektrofizyoloji, Nörogörüntüleme ve Nöromodülasyon Lab, İstanbul; 2İstanbul Medipol Üniversitesi, Meslek Yüksekokulu, Elektronörofizyoloji Programı, İstanbul; İstanbul Medipol Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sinirbilim Anabilim Dalı, İstanbul; İstanbul Medipol Üniversitesi, REMER, Klinik Elektrofizyoloji, Nörogörüntüleme ve Nöromodülasyon Lab, İstanbul; 3İstanbul Medipol Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul; REMER, Klinik Elektrofizyoloji, Nörogörüntüleme ve Nöromodülasyon Lab, İstanbul; İstanbul Medipol Üniversitesi, Uluslararası Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, İstanbul; REMER, Klinik Elektrofizyoloji, Nörogörüntüleme ve Nöromodülasyon Lab, İstanbul

Page 36: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

AMAÇ: Parkinson hastalığı demansı (PH-D) ve Lewy cisimcikli demans (LCD) benzer patofizyolojiye sahiptir. Bu iki hastalığın klinik semptomları farklıdır. PH-D ve LCD’ de olaya ilişkin EEG yanıtlarının araştırılması, patofizyolojinin altında yatan mekanizmaları anlamak açısından önemlidir. Bundan yola çıkılarak, bu çalışmada PH-D ve LCD' li hastalarda görsel bilişsel görev sırasında ortaya çıkan olaya ilişkin teta ve alfa yanıtlarının araştırılması amaçlandı. YÖNTEM: 15 PH-D hastası (70.2±6.48), 12 LCD hastası (72.2±9.69) ve cinsiyet, eğitim ve yaş eşleştirilmiş 15 sağlıklı control (67.8±6.69) çalışmaya dahil edildi. Standardize Mini Mental Test skoru açısından iki demans grubu arasında anlamlı fark yoktu. Görsel oddball paradigması sırasında 32 kanaldan EEG kayıtları alındı. Teta (4-7 Hz) ve iki farklı alfa (8-10 Hz ve 10-13 Hz) frekans bandı için EEGLAB programı kullanılarak faz kitlenmesi analizi ve güç spektrumu analizi yapıldı. İstatistiksel analiz için tekrarlı ölçümler ANOVA kullanıldı (p<0.05). BULGULAR: Bulgulara bakıldığında, teta faz kitlenmesi ve teta gücü için grup farkı anlamlıydı (p<0.05). Sağlıklı kontroller, artan bilişsel yükleme ile teta gücünü ve teta faz kitlenmesini arttırdı. Sağlıklı kontroller hem PH-D hastaları hem de LCD hastalarından daha yüksek teta gücü ve teta faz kitlenmesine sahipti. Diğer gruplarla karşılaştırıldığında, PH-D hastaları oksipital bölgelerde en kötü teta gücüne sahipken, LCD hastaları frontal bölgelerde en kötü teta faz kitlenmesine sahipti. Yüksek alfa gücü (10-13 Hz) için grup farkı anlamlıydı (p<0.05). Oksipital bölgelerde yüksek alfa gücü için, PH-D hastaları en yüksek alfa gücüne sahipken sağlıklı kontroller en düşük alfa gücüne sahipti. SONUÇ: Bu çalışma demansın hem PH-D hastalarında hem de LCD hastalarında azalmış teta yanıtları ve PH-D hastalarında artmış yüksek alfa yanıtları ile yansıdığını gösterdi. Bu anormal yanıtlar, PH-D ve LCD hastalarında demans için biyobelirteçlere aday olabilir. Etik onay belgesi İstanbul Medipol Üniversitesi etik kurul karar no: E30217-E30218. Anahtar Kelimeler: alfa, EEG, Lewy cisimcikli demans, parkinson hastalığı demansı, teta SS-12 Duyusal görsel uyarılmış osilasyonlar Parkinson Hastalığı'ndaki hafif kognitif bozuklukta azalır Yağmur Özbek1, Ezgi Fide1, Derya Durusu Emek Savaş2, Bahar Güntekin3, Görsev Yener4

1Dokuz Eylül Üniversitesi, Sinirbilimler Anabilim Dalı, İzmir;2Dokuz Eylül Üniversitesi, Deneysel Psikoloji Anabilim Dalı, İzmir;3istanbul Medipol Üniversitesi, Biyofizik Anabilim Dalı, İstanbul;4Dokuz Eylül Üniversitesi, Nöroloji Anabilim Dalı, İzmir AMAÇ: Amnestik Hafif Kognitif Bozukluk (aHKB), Alzheimer öncesi asemptomatik evre olarak görülmektedir. Parkinson Hastalığı’nda motor bozulmaya eşlik eden kognitif semptomların varlığına Parkinson Hastalığı-Hafif Kognitif Bozukluk (PH-HKB) adı verilmektedir. Önceki çalışmalarımızda, kognitif görev sonrası elde edilen görsel olaya ilişkin teta gücünün aHKB ve PH-HKB'de azaldığını bildirmiştik. Bu çalışmada, duyusal-uyarılmış-osilasyonlar (DUO) aHKB, PH-HKB ve sağlıklı kontrollerde (SK) zaman-frekans analiziyle incelenmiş ve iki farklı HKB koşulundaki olaya-ilişkin-spektral-perturbasyon (OİSP) ve denemeler arası faz kilitlenmesi değerleri karşılaştırılmıştır. YÖNTEM: 30 aHKB, 30 PH-HKB ile yaş-eğitim-cinsiyet uyumlu 30 SK dahil edilmiştir. DUO için 10cd/cm2 luminanstaki ekran uyaran olarak kullanılmıştır. 1-30 Hz aralığında Morlet dalgacık dönüşümüyle, frontal (F3,Fz,F4), santral (C3,Cz,C4), parietal (P3,Pz,P4), oksipital (O1,Oz,O2) yerleşimlerden kaydedilen delta (1-3.5 Hz,0-600ms), teta (4-7 Hz,0-600ms), alfa (8-13 Hz,0-500ms) ve beta (15-30 Hz,0-400ms) frekans bantlarındaki OİSP ve denemeler arası faz kilitlenmesi değerleri karşılaştırılmıştır. Çalışmamız, 2018/09-08 karar numarası ile DEU Girişimsel Olmayan Etik Kurulu tarafından onaylanmıştır. BULGULAR: Teta OİSP değerlerinde ana GRUP etkisi [F2,87=4.948;p=0.009] ile GRUPxLOKASYON etkileşim etkisi [F6,261=3.139;p=0.020] bulunmuştur. PH-HKB olgularının frontal, santral ve parietal yanıtları SK’dan (p<0.031); oksipital yanıtları aHKB’den düşüktür (p=0.031). Alfa OİSP değerlerindeki ana GRUP etkisi [F2,87=9.844;p<0.001]; PH-HKB olgularının, aHKB ve SK’dan daha düşük yanıtlara sahip olduğunu göstermektedir (tümü, p=0.001). Teta faz kilitlenmesi ölçümlerinde ana GRUP etkisi saptanmıştır [F2,87=5.846;p=0.004]; PH-HKB olguları, aHKB ve SK’dan daha düşük yanıtlara sahiptir (tümü, p<0.019). Alfa faz kilitlenmesi değerlerinde ana GRUP etkisi [F2,87=18.544;p<0.001] ve GRUPxLOKASYON etkileşim etkisi [F6,261=2.664;p=0.030] gözlenmiştir; PH-HKB olgularının tüm lokasyonlardaki yanıtları, aHKB ve SK’dan küçüktür. Faz kilitlenmesi değerlerinde ana GRUP etkisi [F2,87=8.744;p<0.001] ile GRUPxLATERALİTE etkileşim etkisi [F4,174=2.543;p=0.045] gözlenmiştir.PH-HKB olgularının faz kilitlenmesi değerleri tüm elektrot yerleşimlerinde aHKB ve SK’dan düşüktür (p<0.050). SONUÇ: PH-HKB’de görsel uyarılmış teta ve alfa osilatuar yanıtları hem sağlıklı kontrollerden hem de aHKB olgularından daha düşük bulunmuştur. Bu bulgular, duysal görsel sistemin PH-HKB’de diğer iki gruptan farklı biçimde bozukluğuna işaret etmektedir. Bu tablo, PH-HKB’de duyusal kortikal alanların dejenerasyonundan ve/veya retinal dopaminerjik yetmezlikten kaynaklanıyor olabilir. Anahtar Kelimeler: olaya ilişkin spektral perturbasyon, denemeler arası faz kilitlenmesi, parkinson hastalığı, amnestik, HKB, osilasyon SS-13 Multipl Skleroz (MS) hastalarının beyin omurilik sıvılarında (BOS) CXCL-13 aktivitesinin Lyme hastalığı ile ilişkisinin araştırılması Hayriye Orallar1, Şeyda Karabörk2, Şule Aydın Türkoğlu3, Serpil Yıldız3

1Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Disiplinlerarası Sinirbilimleri Anabilim Dalı, Bolu; 2Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Bolu; 3Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Nöroloji Anabilim Dalı, Bolu

Page 37: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

AMAÇ: Multipl skleroz (MS), kronik inflamasyon, demiyelinizasyon ve nöronal hasar ile karakterize otoimmün bir hastalıktır. MS'in tanısal kriterleri, farklı merkezi sinir sistemindeki lezyonları gösterme ihtiyacını vurgulayan klinik ve paraklinik değerlendirmelere dayanmaktadır. MS ayırıcı tanıda benzer klinik ve MR bulguları olan SLE, APS, Behçet Hastalığı, Sjögren Sendromu, izole SSS vasküliti gibi romatolojik ve nörosarkoidoz, nöroborelyoz, sifiliz gibi enfeksiyöz nedenler bulunmaktadır. Bu iki hastalığın immün mekanizmasının birbirine benzer olması her ikisinin de nörolojik bir hastalık olması bazı durumlarda tanıyı zorlaştırmaktadır. Özellikle Lyme hastalığının birçok hastalığı taklit edebilmesi bazen ortak semptomlar göstermesi belirli sıkıntılara neden olabilmektedir. Lyme neuroborreliosis (LNB) laboratuvar tanısı kısmen intratekal Borrelia burgdorferi spesifik antikorun saptanmasına dayanmaktadır. Literatürler incelendiğinde beyin omurilik sıvısındaki (BOS) kemokin CXCL13'ün aktif LNB için bir biyobelirteç olduğunu ileri sürmüştür. BOS'dan kemokin CXCL13 konsantrasyonunun ölçülmesi, LNB'nin antikor bazlı tanı yöntemlerini tamamlamak için yeni ve umut veren bir teşhis aracı olarak sunulmuştur. Bu çalışmada; 4 yıl boyunca Nöroloji kliniğine başvuran, MS tanısı almış hastaların BOS örneklerinde Lyme hastalığının kontrolü için Anti-Borrelia IgG ve IgM ve CXCL-13 ün taranmasını amaçlanmıştır. YÖNTEM: Bu çalışmaya MS hastalarının BOS örnekleri dahil edildi (n=28). BOS Borrelia IgG ve IgM ELİSA ve Western blot testleri firma önerileri doğrultusunda çalışıldı. CXCL13 konsantrasyonu, ELISA yöntemiyle analiz edildi. BULGULAR: Çalışmamızın sonuçları değerlendirildiğinde; Borrelia ELİSA testlerinde pozitiflik saptanan MS hastalarının BOS örneklerinde CXCL-13’ün yüksek bulunması, CXCL13’ün hala LNB için en iyi işaret/biyomarker olduğunu birkez daha kanıtlamıştır. SONUÇ: Nöroborelyoz tanısı konulurken sadece serum örneklerinden değil gerekirse BOS örneklerinde de Borrelia antikorlarının araştırılması gerektiğine dikkat çekilmiştir. Anahtar Kelimeler: CXCL-13, lyme, multipl skleroz SS-14 Multipl Skleroz hastalarında BOS oligoklonal bant pozitifliği ve IgG indeksi ile görsel uyarılmış potansiyel ölçümler arasındaki ilişki Sinem Tosun1, İlkem Duman2, Murat Terzi31Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Ana Bilim Dalı, Samsun; 2Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Halk Sağlığı AD, Samsun; 3Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji AD, Samsun AMAÇ: Multipl skleroz kronik inflamatuar ve nörodejeneratif bir hastalıktır. İlerleyici nörolojik disfonksiyon ile seyreder. Tanı, laboratuar yöntemleriyle desteklenerek öykü ve klinik bulgularla konulmaktadır. Bu hastalıkta beyin omurilik sıvısı IgG artşı ve IgG oligoklonal band pozitifliği görülebilmektedir. Hastalığın başlangıç belirtilerinin %30'u görme siniri ile ilgilidir. Görsel uyarılmış potansiyel ile retinadan oksipital kortekse kadar görme yolları değerlendirilir. Bu çalışmada multipl skleroz tanılı hastalarda beyin omurilik sıvısı (BOS) bulguları ve görsel uyarılmış potansiyel ilişkisi araştırılmıştır. YÖNTEM: Bu çalışmaya Ondokuz Mayıs Üniversitesi Nöroloji Polikliniği'ne başvuran ve multipl skleroz tanısı alan 16-78 yaş arasındaki 186 kişi alınmıştır. İstatistiksel analiz için SPSS v.22 paket programı kullanılmıştır. BULGULAR: Çalışmaya alınan hastaların yaş ortalaması 45,6±11,9 idi ve bu hastaların %68,3'ü (n=127) kadın hastalardan oluşmaktaydı. BOS incelemesi yapılan 176 hastada %77,8 oranında oligoklonal bant pozitifliği görülmüştür. Oligoklonal bant pozitifliği görülen bu hastaların %63,5'inde görsel uyarılmış potansiyel sonucu patolojik bulunmuştur ve bu istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0,05, p=0,945). Çalışmaya alınan IgG indeksi ölçümü yapılan 121 hastadan IgG indeksi pozitif olan 57 hastanın %70,2'sinde görsel uyarılmış potansiyel sonucu patolojik bulunmuştur (p>0,05, p=0,287). Çalışmadaki hem oligoklonal bant testi hem de IgG indeks ölçümü yapılan 113 hastanın 50'sinde iki testte patolojik bulunmuştur ve bunun %70inde görsel uyarılmış potansiyel ölçümüne göre patoloji vardır. Ancak bu istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p>0,05)(p=0,369). SONUÇ: Bu çalışmanın bulgularına göre oligoklonal bant testi ve/veya IgG indeksi pozitif olanlarda görsel uyarılmış potansiyel anormalliği anlamlı görülmedi. Farklı klinik formlarda ve farklı özürlülükte daha fazla sayıda MS hastasının yer aldığı, uyarılmış potansiyel anormalliği ile BOS bulguları arasındaki ilişkinin araştırıldığı çalışmalara ihtiyaç vardır. Anahtar Kelimeler: multiple skleroz, görsel uyarılmış potansiyel, oligoklonal bant, IgG indeksi SS-15 Türkçe’de ilgi tümceciklerinin bilişsel işlemlenmesi: olaya ilişkin beyin potensiyelleri incelemesi Merve Akyıldız1, Serkan Şener2, Çiğdem Ulaşoğlu3, Mehmet Aygüneş4

1Yeditepe Üniversitesi, Bilişsel Bilimler Ana Bilim Dalı, İstanbul; 2Yeditepe Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü ve Bilişsel Bilimler Ana Bilim Dalı, İstanbul; 3İstanbul Üniversitesi, Hulusi Behçet Yaşam Bilimleri Merkezi, İstanbul; 4İstanbul Üniversitesi, Dilbilim Bölümü ve Hulusi Behçet Yaşam Bilimleri Merkezi, İstanbul AMAÇ: Farklı yapısal biçimleniş sergileyen iki tip ilgi tümceciğinin (Nesne İlgi Tümceciği [NİT] - Özne İlgi Tümceciği [ÖİT]) anadili konuşucularının sözdizimsel işlemleme hızı ve yetkinliği açısından bir bakışımsızlık sergilediği psiko-dilbilim çalışmalarında ortaya konmuştur. Bu çalışma, aynı olguları Türkçe üzerinden Olaya İlişkin Beyin Potansiyelleri (OİP) yöntemiyle inceleyerek sorunlu noktalara çözüm getirmeyi amaçlamaktadır. YÖNTEM: 32 sağlıklı katılımcının yer aldığı bu çalışmada her katılımcıya özne ve nesne işlevi taşıyan bir ÖİT (Başbakanı alkışlayAN milletvekili bakanı azarladı/Başbakanı alkışlayAN milletvekilini bakan azarladı) ve bir NİT’in (Başbakanın alkışlaDIĞI milletvekili bakanı azarladı/Başbakanın alkışlaDIĞI milletvekilini bakan azarladı) yer aldığı tümceler görsel olarak sunulmuştur. İstatistiksel

Page 38: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

analizde Dilbilgisel İşlev (özne ve nesne işlevi) × Tümcecik Biçimi (ÖİT ve NİT) × A(nterior)-P(osterior) dağılım (ön ve arka alan) × LAT(erizasyon) (sağ ve sol yarıküre) faktörleri kullanılmıştır. BULGULAR: OİP verileri ilk zaman penceresinde P200 bileşeninin oluştuğunu ve dilbilgisel işlevin, F (1,31) = 4.032,p <.05, ve tümcecik biçimlerinde, F (1,31) = 10.849, p <.01, anlamlı farklılığın oluştuğunu göstermiştir. İkinci zaman penceresinde LAN bileşeninin gözlemlendiği ve tümcecik biçimi F (1,31) = 5.283, p <.05 ve Dilbilgisel İşlev x Tümcecik Biçimi etkileşiminde F (1,31) = 5.589, p <.05 anlamlı farklılığın oluştuğu görülmüştür. Son zaman penceresinde ise geç LAN bileşeninin oluştuğu ve Dilbilgisel İşlev x Tümcecik Biçimi etkileşiminde F (1,31) = 4.530, p <.05 farklılık ortaya çıkmıştır. SONUÇ: Önceki psiko-dilbilim çalışmalarında elde edilen bulguları bir adım ileri götürerek bu çalışma hem NİT’in ÖİT’den daha zor işlemlendiğini göstermekte hem de sözkonusu bakışımsızlığın NİT ve ÖİT’nin başat konumunda ortaya çıktığını net olarak göstermektedir. Ayrıca, bu çalışma ilgi tümceciğinin taşıdığı dilbilgisel işlevin işlemlenme sürecine etkisi olduğunu göstermektedir. Buna göre, özne işlevi taşıdıklarında ÖİT ile NİT arasında farklılık oluşurken nesne işlevi taşıdıklarında bu farklılık ortadan kalkmıştır. Bu araştırma TÜBİTAK tarafından desteklenmiştir (Proje No:218S242). Anahtar Kelimeler: dil işlemleme, ilgi tümcecikleri, LAN, olaya ilişkin beyin potansiyelleri, P200 SS-16 Serebellar transkraniyal elektriksel doğru akım uyarımının sağlıklı gönüllülerde statik ve dinamik denge üzerine etkisi Ezgi Tuna Erdoğan1, Can Kır2, Esin Beycan2, Esin Karakaya2, Sanem Altınçınar2, Türkü Bayramoğlu2, Gökçer Eskikurt1, Sacit Karamürsel1

1İstinye Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji AD, Nörolojik Bilimler Araştırma ve Uygulama Merkezi, İstanbul; 2İstinye Üniversitesi, Nörolojik Bilimler Araştırma ve Uygulama Merkezi, İstanbul AMAÇ: Postural kontrol, motor adaptasyon ve motor öğrenme hem hastaların rehabilitasyonu hem de sağlıklılarda performans açısından araştırılan konulardır. Transkraniyel doğru akım uyarımı (tDCS) ile klinik ve deneysel araştırmalarda, hastalarda ve yaşlılarda olumlu sonuçlar elde edilmiştir. Bu çalışmamızda ise amacımız sağlıklı gençlerde serebellumun anodal uyarımının daha önce ölçüm için kullanılmamış dinamik ve statik denge testleri üzerindeki etkisini, bunun yanında dürtüsellik, dikkat ve reaksiyon zamanına etkisini araştırmak, yöntemin ileride sağlıklılarda performans arttırımına yönelik kullanımını değerlendirmektir. YÖNTEM: Çalışma İstinye Üniversitesi Klinik Araştırmalar Etik Kurul'undan onay almıştır (Karar no:12). Onbir genç sağlıklı gönüllü çalışmaya katıldı. Minimum 1 hafta ara ile 2 ayrı serebellar tDCS uygulaması yapıldı (anodal tDCS-sahte/sham tDCS). tDCS süresi 20 dk idi. Anod vermis üzerinde orta hatta, katod sağ omuz başına yerleştirildi. tDCS uygulaması öncesi ve sonrası gönüllülere Y-denge testi, flamingo denge testi ve sürekli performans testleri yapıldı. Çalışma dizaynı randomize, sham-kontrollü olarak tasarlandı. Katılımcılar ve tüm denge testlerini yapan araştırmacılar uyaran çeşidine kördü. Y denge testi, flamingo denge testi skorları ve sürekli performans testinde elde edilen hata sayısı (dürtüsellik), hedefi kaçırma sayısı (dikkat) ve reaksiyon zamanı değişimleri, anodal ve sham tDCS uygulamaları arasında kıyaslandı. BULGULAR: Anodal ve sham tDCS uygulamaları arasında, Y-denge testi, Flamingo denge testi skorları ve sürekli performans testinde elde edilen hata ve hedefi kaçırma sayısı bakımından istatistiksel olarak (RM-ANOVA) anlamlı bir fark bulunamadı (sırasıyla p= 0.9, p=0.7, p=0.6, p=0.5). Reaksiyon zamanı açısından ise anodal uyarım sonrasında sham uyarıma göre reaksiyon zamanında anlamlı bir uzama bulundu (p=0.02). SONUÇ: Anodal serebellar tDCS’nin dinamik ve statik denge testleri üzerinde bir etkisi gösterilememiştir. Literatürde tDCS’nin hasta ve yaşlılarda gösterilen postural kontrole olumlu etkisi, sağlıklı gençlerde kullandığımız testlere yansımamıştır. Diğer taraftan her ne kadar hata sayısı artmasa da reaksiyon zamanının uzaması sağlıklı genç bireylerde performans arttırmada istenen bir etki değildir. Çalışmanın sonucunda serebellar tDCS’nin sağlıklı genç bireylerde denge performansını arttırmaya yönelik kullanımını destekleyecek bir bulgu elde edilememiştir. Anahtar Kelimeler: denge, nöromodulasyon, serebellar transkraniyel elektriksel uyarım SS-17 Menstrual siklus fazlarının kısa süreli bellek üzerine etkileri Mehmet Alkanat1, Hafize Özdemir2

1Giresun Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Ana Bilim Dalı, Giresun;2Giresun Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Giresun AMAÇ: Kadınlarda ergenlikten başlayıp neredeyse tüm yaşamları boyunca görülen hormonal dalgalanmalar fizyolojik birçok değişime neden olur. Çalışmalar kadınlarda menstrual siklusun duygusal ve bilişsel işlemleri değiştirdiğini göstermektedir. Bu çalışma foliküler ve luteal fazların kısa süreli bellek üzerine etkilerinin araştırılmasını amaçlamıştır. YÖNTEM: Çalışmaya düzenli menstrual siklus gösteren 18-38 (24.2±6) yaş aralığına sahip 32 kadın katıldı. Katılımcıların 13'ü foliküler, 19'u luteal faz gruplarındaydı. Katılımcıların el tercihi Edinburg Oldfield Handedness anketi ile değerlendirildi ve teste katılanların tümü sağlaktı (87.2±12.9). Çalışmada uyaranların katılımcıya sunumu Sternberg paradigması kullanılarak gerçekleştirildi. Bu paradigma görsel ve işitsel kısa süreli bellek / çalışma belleğinin araştırılmasında yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. Paradigmanın uygulanması ve katılımcıya stimulusların sunumu E-prime programı ile gerçekleştirildi. EEG kayıtlarından elde edilen olayla ilişkili potansiyel (OİP) analizleri Acqknowledge veri edinme sistemi ile hesaplandı. Davranışsal ölçümlerden elde edilen veriler Mann Whitney U testi, OİP verileri ise bağımsız örneklemde t testi kullanılarak değerlendirildi.

Page 39: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

BULGULAR: Sternberg paradigmasında kontrol, 3 ve 6 koşullu bellek setleri kullanıldı. Her iki fazda da koşulun artmasına bağlı olarak öğe başına reaksiyon süresi uzadı ve % hata oranı arttı (p<0.001). Gruplar arası değerlendirmede, iki faz arasında reaksiyon süresi ve hata oranlarında fark görülmedi(p>0.05). Uyuşan doğru tepkilerde P100 bileşeni zirvesinin foliküler fazda lüteal faza göre latansın kısaldığı, amplitüdün ise arttığı görüldü (p<0.05). Diğer OİP zirvelerinde ise anlamlı bir fark görülmedi. SONUÇ:P100 piki, dış uyaranı algılamanın ilk basamağı olup, uyarana yönelik dikkatin foliküler fazda daha etkin kullanıldığı gösterilirken, fazlar arasında kısa süreli bellek bakımından fark olmadığı saptandı. Anahtar Kelimeler: EEG, menstrual, OİP, P100, Sternerg SS-18 Transgenik (TH-Cre) farelerde katekolaminerjik yolak ile hipotalamik açlık devrelerinin modülasyonu İltan Aklan1, Nilüfer Sayar Atasoy2, Yavuz Yavuz1, Tayfun Ateş2, İlknur Çoban2, Gizem Filiz2, Fulya Köksalar Alkan2, İskalen Cansu Topçu1, Merve Öncül2, Pelin Dilsiz2, Utku Cebecioğlu2, Muhammed İkbal Alp2, Bayram Yılmaz1, Deniz Atasoy2 1Yeditepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, İstanbul; 2İstanbul Medipol Üniversitesi, Rejeneratif ve Restoratif Tıp Araştırma Merkezi (REMER), İstanbul AMAÇ: Enerji dengesi, periferik sinyalleri sürekli izleyen özel merkezi devreler tarafından düzenlenir. Hipotalamustaki arkuat çekirdek (ARC) ve beyin sapındaki nucleus traktus solitarius (NTS), enerji dengesi ile ilişkili sinyalleri alan, yiyecek arama ve tüketimini düzenleyen iki kritik beyin bölgesidir. ARC’nin beslenmeyi arttırıcı ve azaltıcı yönde, NTS’in ise vagal sinyal yoluyla beslenmeyi durdurucu yönde etkisi olduğu düşünülmektedir. Ayrıca, ARC’deki Agouti-related peptid (AgRP) ve proopiomelanokortin (POMC) nöronlarının iştah ve metabolizmanın düzenlenmesinde rol oynayan başlıca nöron grupları olduğu bilinmektedir. AgRP ve POMC nöronlarının aktivitesini modüle eden sinyaller yeterince anlaşılamamıştır. Bu amaçla, çalışmamızda hipotalamustaki ARC çekirdek ile beyin sapındaki NTS bölgesinin beslenme davranışı üzerindeki etkileri araştırılmıştır. YÖNTEM: Stereotaksik çerçevede rAAV2/1-EF1a-FLEX-hChR2(H134R)-eYFP, rAAV-EF1a-DIO-hM4D(Gi)-mCherry ve rAAV2/1-CAG-FLEX-tdTomato virüsleri kullanılarak her gruptan 15’er Tirozin hidroksilaz (TH)- Cre (8 erkek/ 7 dişi) farenin NTS bölgesine intrakraniyal enjeksiyon yapıldı. Enfekte edilen NTS bölgesinden ARC’ye uzanan aksonlar, optogenetik ve kemogenetik olarak uyarıldı ve besin alımı davranışı üzerindeki etkisine bakıldı. Uyarılmış TH aksonlarının sinaptik akımlarını, ARCAgRP ve ARCPOMC nöronlarından izole edebilmek için yama kıskacı tekniği kullanılarak elektrofizyolojik kayıt alındı. BULGULAR: NTS’deki TH nöronlarının ARC’ye yoğun bir projeksiyonu olduğu bulundu. ARC’nin aktivasyonuyla AgRP ve POMC eksprese eden nöronların iki yönlü düzenlemesi sonucunda iştahı artırdığı keşfedildi. Optogenetik ve kemogenetik analizler, ARC'deki NTSTH terminallerinden gelen norepinefrin (NE) sinyalinin iştah stimülasyonu için kritik olduğunu gösterdi (p<0.001). NTSTH fiberlerinin, MC4R eksprese edici nöronları inhibe edip gıda alımını arttırdığı ve paraventriküler hipotalamik çekirdeği (PVH) inerve ettiği önceden yapılan çalışmalarca gösterilmiştir. Buna ek olarak, yaptığımız deneyler sonucunda, PVHMC4R nöronlarının inhibisyonunun, kısmen ARCAgRP→PVH terminallerinden NE'ye bağlı salınımın kuvvetlenmesine aracılık ettiği belirlendi (p<0.05). SONUÇ: Sonuç olarak, bu çalışmada NTSTH ifade eden nöronların ARC’ye uzanan aksonları uyarıldığında, beslenme üzerinde güçlü bir oreksijenik etkiye sebep olduğu ilk kez gösterilmiştir. Anahtar Kelimeler: elektrofizyoloji, hipotalamus, katekolamin, optogenetik, tirozin hidroksilaz SS-19 Açlığın ve yeniden beslenmenin nöronal aktivasyona etkisi Aslı Zengin Türkmen1, Asiye Nurten1, Mine Ergüven2, Emine Bilge3

1İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, İstanbul; 2İstanbul Aydın Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, İstanbul; 3İstanbul Üniversitesi, Aziz Sancar Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü, Sinirbilim Anabilim Dalı, İstanbul AMAÇ: c-fos ekspresyonu, nöronal aktivitenin dolaylı bir belirteci olarak kabul edilmektedir. Işık, koku, beslenme ve stres gibi çeşitli faktörlerin etkisi ile, beynin farklı bölgelerinde c-fos immunoreaktivitesinin arttığı saptanmıştır. Bu çalışmada farklı sürelerdeki açlığın ve bu süre sonunda yeniden beslenmenin c-fos ekspresyonuna etkisi incelenmiştir. YÖNTEM: Çalışmada kullanılan Balb/C erkek fareler (27-30 gr), tartıldıktan sonra tok (kontrol) ve 1,3-,6-,12-, 24- ve 48-saat aç kalacak şekilde gruplara (n=8) ayrıldı. Açlık süresi sonunda tekrar tartılan hayvanların yarısına yem verilerek 30 dakika süre ile yemelerine izin verildi. Tüm hayvanların hızla beyinleri çıkarıldı, alınan parafin kesitlerde arkuat çekirdekteki c-fos ekspresyonu immunohistokimyasal olarak araştırıldı. BULGULAR:1- ile 48-saat arasında değişen açlık süreleri sonunda, hayvanlar başlangıca göre vücut ağırlığının %2,5-18,9’unu kaybetti. İstatistiksel olarak anlamlı ağırlık kaybı, 6-saat (p<0,05), 12-, 24- ve 48-saat (p<0,001) arasındaki açlık sürelerinde saptandı. Açlık süresinin etkisi incelendiğinde, 12-saat aç kalan hayvanlarda c-fos pozitif hücre sayısının kontrol grubuna göre azaldığı belirlendi (p<0,05). Farklı açlık süreleri ile bu süre sonunda yeniden beslenmenin c-fos ekspresyonuna etkisi karşılaştırıldığında, 1-, 6- saat (p<0,05), 3- ve 12-saat (p<0,005) açlık sonrası yeniden yem yiyen gruplarda c-fos ekspresyonunda anlamlı artış olduğu saptandı. SONUÇ: Literatürle uyumlu olarak 6- ve 24- saat açlığın arkuat çekirdekte c-fos ekspresyonunu etkilemediği görülmüştür. Ancak sabah 08:00’da aç bırakılan ve 12-saat yemden yoksun kalan farelerin arkuat çekirdeğinde c-fos pozitif hücre sayısının anlamlı

Page 40: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

derecede azaldığı saptanmıştır. Nöronal aktivitenin 1-, 3-, 6- ve 12-saatlik açlık sonrasında yeniden beslenen hayvanlarda arttığı gösterilmiştir. Açlığın, arkuat çekirdekteki c-fos ekspresyonunu 12-saatlik süre dışında etkilemediği, açlık sonrası yeniden beslenmenin c-fos ekspresyonunu artırdığı belirlenmiştir. Anahtar Kelimeler: açlık, fare, c-fos, nöron aktivasyonu SS-20 Pmch-cre transgenik farelerde MCH nöron aktivasyonunun ödül ve iştah algısı üzerindeki etkisi Pelin Dilsiz1, Iltan Aklan2, Nilufer Atasoy1, Yavuz Yavuz2, Gizem Filiz1, Fulya Köksalar1, Tayfun Ateş1, Merve Öncül1, Ilknur Çoban1, Edanur Ateş Öz1, Utku Cebecioğlu1, Muhammed İkbal Alp1, Bayram Yılmaz2, Deniz Atasoy1

1Rejeneratif Ve Restoratif Tıp Araştırmaları Merkezi, Istanbul Medipol Üniversitesi, Istanbul;2Yeditepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Istanbul AMAÇ: Beyin, haz veren besinleri tüketmeyi teşvik etmektedir. Yüksek yağlı veya şekerli yiyeceklere duyulan dürtü, çoğunlukla yaşamsal beslenmenin önüne geçmektedir. Bazı beyin bölgelerinin fizyolojik açlık ve tokluk durumlarını kontrol ettiği bilinse de, hedonik beslenmenin hangi nöral popülasyonlar tarafından düzenlendiği hala bilinmemektedir. Yapılan genetik çalışmalar, beynin lateral hipotalamus (LHA) bölgesinde bulunan melanin konsantre eden hormon (MCH) nöronlarının manipülasyonunun, besinlerin ödül değeri üzerinde etkisi olabileceğini göstermiştir. Bu çalışmada amacımız, MCH nöronlarının iştah ve ödül algısındaki rolünü araştırmaktır. YÖNTEM: Çalışmamızda, Pmch-cre transgenik farelerin MCH nöronlarını akut olarak aktive veya inhibe edebilmek için optogenetik ve kemogenetik yöntemler kullanılmıştır. Bu farelerin iştah kontrolü, lokomotor aktiviteleri, anksiyete durumları, glikoz metabolizmaları ve ödül algılarındaki değişimler test edilmiştir. Optogenetik aktivasyon ile MCH nöronlarının ödül kapasiteleri incelenmiştir. Bu sebeple oto-uyarım deneyleri yapılmıştır. BULGULAR: Yapılan deneyler sonucunda MCH nöron aktivasyonunun kısa süreli iştah kontrolü üzerinde etkisi olmadığı belirlenmiştir. Ancak, aktivasyonun besin tüketimiyle senkronize edilmesi durumunda, tüketimin arttığı gözlenmiştir. MCH nöronları uyarıldığında lokomotor aktivite değişmezken, inhibe edildiğinde glikoz toleransında iyileşme görülmüştür. Oto-uyarım deneyleri sonucunda MCH nöronlarının ödül değerini arttırdığı tespit edilmiştir. SONUÇ: Pmch-cre fareler ile yaptığımız bu deneyler, MCH nöronlarının ödül algısı üzerinde çeşitli davranışsal ve fizyolojik etkileri olduğunu göstermiştir. Bulgularımız, MCH nöronlarının iştahı düzenlemekten ziyade, ödül değerini arttırdığını ortaya koymuştur. Anahtar Kelimeler: MCH, iştah, ödül algısı, optogenetik, kemogenetik SS-21 Viral aracılıklı gen transfer yöntemi ile nöronlarda proteinopatik değişikliklere yol açan bir hayvan modelinin oluşturulması Birce Erçelen1, Handan Açelya Kapkaç2, Elif Polat Çorumlu3, Muhittin Arslanyolu2, Emel Ulupınar1

1Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Eskişehir; 2Eskişehir Teknik Üniversitesi, Biyoloji Bölümü, Eskişehir; Eskişehir Osmangazi Üniversitesi,Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Disiplinlerarası Sinirbilimleri Anabilim Dalı, Eskişehir AMAÇ: Nöronlarda trans-etkili RNA bağlayıcı proteinler aksonlarda ve dendritlerde taşıma, stabilite ve poliadenilasyonu düzenler. Bunların mutasyonlara veya nükleer ya da sitoplazmik inklüzyonlar şeklindeki tutulumunlarından kaynaklanan işlev bozuklukları çeşitli nöropsikiyatrik ve nörodejeneratif hastalıkların patogeneziyle ilişkilendirilmiştir. Bu çalışmada, nöronlarda proteinopatik değişiklikleri indüklemek için virüs aracılıklı gen transferi yöntemi kullanılarak bir hayvan modelinin oluşturulması amaçlanmıştır. YÖNTEM: TarDNA bağlayıcı protein-43'ü (TDP43) kodlayan genin ekspresyonu için tasarlanan kaset Adeno-Assosiye Virüs (AAV) serotip-9 içine paketlenmiştir. Kontrol plazmitinde iki terminal bölge (ITR) arasında yapısal ve replikasyon için gerekli gen dizileri, yeşil floresan proteini (GFP), sitomegalovirüs promotoru (CMV) ve poliadenilasyon sinyalini içeren gen dizileri bulunurken; transgen kasetinde bunlara ilaveten yabanıl tip TDP43’ü kodlayan gen dizileri eklenmiştir. Virüslerin sistemik yolla dağılımı için farklı yaşlardaki sıçanlarda (her yaş için n= 3) farklı enjeksiyon bölgeleri kullanılmıştır. Yenidoğan sıçanlarda (postnatal 3. günde) fasiyal ven, erişkinlerde (postnatal 80. günde) ise kuyruk veni kullanılmıştır. Daha sonra oluşan fenotipik değişiklikler yürüme patern analizi ve rota-rod testleri ile takip edilmiştir. BULGULAR: Yenidoğan hayvanlarda, motor defisitler enjeksiyonlardan iki hafta sonra gözlenmeye başlanmıştır. Arka ayak çekme refleksi CMV-TDP43-GFP enjekte edilen tüm hayvanlarda bozulmuştur. Aşırı kilo kaybı, kas güçsüzlüğü ve solunum sorunları nedeniyle hayvanlar postnatal 15. günde perfüze edilmiştir. Yetişkin hayvanların motor performansları ise P80-P350 günleri arasında rota-rod testi ile düzenli aralıklarla incelenmiştir. CMV-TDP43-GFP ve CMV-GFP enjekte edilen hayvanlar arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. SONUÇ: Kan-beyin bariyerini başarıyla geçebilen yeni AAV vektörlerinin keşfedilmesi sayesinde erişkin hayvanlara damar içi enjeksiyon yoluyla gen transferi mümkün hale gelmiştir. Ancak enjeksiyon zamanı AAV'nin biyolojik dağılımını önemli ölçüde etkileyen bir faktördür. Yenidoğan hayvanlarda yapılan enjeksiyonlar merkezi sinir sisteminde yaygın ifadeye neden olurken, yetişkin hayvanlarda transdüksiyon verimliliği oldukça sınırlıdır. Bu nedenle translasyonel gen terapisi paradigmalarının geliştirilmesinde vektörlerin üretimiyle ilgili bu hususlar mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır. Bu çalışma Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Komisyonu tarafından desteklenmektedir. Anahtar Kelimeler: AAV, viral vektör, gen transferi, TDP43, rota-rod

Page 41: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

SS-22 BDNF eksikliğinin ve endoplazmik retikulum stresinin GABAerjik sistem üzerine etkileri Gülay Hacıoğlu1, Selma Cırrık2, Selcen Abidin3, İsmail Abidin3

1Giresun Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Giresun; 2Ordu Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Ordu; 3Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, Trabzon AMAÇ: BDNF’nin endojen eksikliğinde ve endoplazmik retikulum stresinde (ERS) Ca2+ homeostazındaki değişikliklerle birlikte, GABAerjik sistemin farklı Ca2+-bağlayan proteinlerini eksprese eden inhibitör ara nöron tiplerinin nasıl etkileneceği bilinmemektedir. Çalışma, bu faktörlerin etkileşimini ortaya koymak amacıyla planlanmıştır. GEREÇ-YÖNTEM: Çalışmada 6-8 aylık, yabanıl tip (WT) ve BDNF heterozigot (BDNF+/-) erkek fareler kullanılmış ve 4 grup oluşturulmuştur (n=7-8); WT, BDNF(+/-), WT+Tm, BDNF(+/-)+Tm. 3 ve 4. gruplara tek doz Tunikamisin (Tm) uygulanarak (0.5 mg/kg, intraperitoneal) ERS oluşturulmuştur. Enjeksiyonunun 3. gününde denekler feda edilerek kan ve beyin dokuları alınmıştır. Serum örneklerinde BDNF, doku homojenatlarında ise GRP78, Caspase-12, Parvalbumin, Calretinin, Calbindin, GAD65 ve GAD67 düzeyleri ELISA yöntemiyle incelenmiştir. İstatistiksel değerlendirmede one-way ANOVA ve post-hoc test olarak Tukey kullanılmıştır. BULGULAR: BDNF(+/-) ve BDNF(+/-)+Tm gruplarında serum BDNF düzeyi, WT ve WT+Tm gruplarından anlamlı olarak daha düşük bulunmuştur. GRP78 düzeyi gruplar arasında anlamlı farklılık göstermemiştir. Caspase-12 seviyesi WT ve BDNF(+/-) gruplarında birbirine yakın değerde saptanmış, fakat Tm enjeksiyonu Caspase-12 düzeyini önemli derecede arttırmıştır. Bazal şartlarda Parvalbumin, Calretinin ve Calbindin düzeyleri BDNF(+/-) grubunda daha yüksek değerlerde olsa da, bu fark istatistiksel önemli değildir. Ancak, Calbindin düzeyi ERS ile birlikte anlamlı derecede düşmüştür. GAD65 ve GAD67 düzeyleri WT ve BDNF(+/-) gruplarında benzer değerlerdedir. Bununla birlikte, GAD65 düzeyi hem WT, hem de BDNF(+/-) gruplarında ERS sırasında önemli derecede azalmıştır. SONUÇ: Parvalbumin pozitif nöronların GAD67 eksprese ettiği, fakat Calbindin ve Calretinin pozitif nöronların tercihen GAD65 eksprese ettiği bilinmektedir. ERS sırasında Calbindin ve glutamik asit dekarboksilaz enziminin GAD65 izoformunun düzeylerinde önemli azalış olduğunu gösteren bulgularımız, GABAerjik sistemdeki farklı ara nöronların ERS’ye olan duyarlılığının farklı olabileceğini göstermektedir. Ancak endojen BDNF eksikliği bu ara nöronların ERS duyarlılığını etkilememiştir. Anahtar Kelimeler: BDNF, endoplazmik retikulum stresi, kalsiyum homeostazisi, GABA SS-23 Absans epilepsi modelinde T tipi kalsiyum iyon kanallarının P2X7 reseptörü ile ilişkisi Elif Şen1, Hatice Aygün2, Gökhan Arslan1, Bahattin Avcı3, Mustafa Ayyıldız1, Erdal Ağar1

1Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Samsun; 2Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Tokat; 3Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Samsun AMAÇ: Absans epilepsi çocukluk çağında görülen konvülsif olmayan bir epilepsi türüdür. ATP’ye duyarlı P2X7 reseptörleri sinir sisteminde bulunan seçici olmayan katyon kanallarıdır. P2X7 reseptör aktivasyonun hücre içi kalsiyumu arttırdığı ve T-tipi kalsiyum kanal aktivasyonunun artmasına yol açtığı bilinmektedir. Sunulan çalışmada NNC 55-0396’un insanlarda görülen absans epilepsinin genetik bir modeli olan WAG/Rij sıçanlardaki epileptik aktiviteye etkisini ve P2X7 reseptör agonisti olan BzATP ve antagonisti olan A-438079’un NNC 55-0396’un etkisini nasıl değiştirdiğini araştırdık. YÖNTEM: Bu çalışmada 6-8 aylık 21 WAG/Rij sıçan kullandık. Tripolar elektrotlar hayvanların kafataslarına yerleştirildi. Bazal elektrokortikografi (ECoG) kayıtları alınıp 30µg NNC 55-0396 (i.k.); on dakika arayla 20µg (i.c.v.) A-438079- NNC 55-0396 (i.k.); 100µg(i.c.v.) BzATP- NNC 55-0396 (i.k.) enjeksiyonları yapılarak kayda devam edildi. Elde edilen veriler SPSS15.0’te Kruskal Wallis ve Mann Withney U testleri kullanılarak değerlendirildi. Çalışma OMÜ Hayvan Deneyleri Yerel Etik Kurulu’nun 2015/56 sayılı izni ile yapılmıştır. BULGULAR: Bazal kayıtlarıyla karşılaştırıldığında NNC 55-0396, BzATP-NNC 55-0396 ve A-438079-NNC 55-0396 yiminci dakikadan itibaren küme sayısını, süresini, diken dalga sayısını anlamlı derecede azalttı (p<0,01) ancak amplitüdlerde anlamlı bir değişiklik olmadı. NNC 55-0396 ve BzATP-NNC 55-0396 ve A-438079-NNC 55-0396 grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu. SONUÇ: Çalışmamızda T tipi kalsiyum blokörü olan NNC 55-0396 antikonvülsif yönde etki etmiştir. P2X7 reseptörü agonisti BzATP ve antagonisti A-438079, NNC 55-0396’nın etkisini değiştirmemiştir. P2X7 reseptörlerinin, WAG/Rij sıçanlarda görülen absans epilepsi üzerine etkisinin aydınlatılması için ileri çalışmalara ihtiyaç vardır. Bu çalışma OMÜ BAP tarafından desteklenmektedir (PYO.TIP.1905.15.002). Anahtar Kelimeler: absans, epilepsi, kalsiyum, P2X7, WAG/Rij SS-24 Penisilinle oluşturulan epileptiform aktivitede kafein ile kanabinoid CB1 reseptörlerinin etkileşimi Emre Soner Tiryaki1, Gökhan Arslan1, Mustafa Ayyıldız1, Erdal Ağar1

1Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Samsun

Page 42: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

AMAÇ: Birçok içecekte bulunan psikoaktif bir madde olan kafein, adenozin reseptörlerini antagonize ederek etki etmektedir. Kafeinin epilepsi üzerine olan prokonvulzan etkisi bilinmektedir. Epilepsi dışında yapılan çalışmalarda, adenozin reseptörleri ile kanabinoid CB1 reseptörlerinin muhtemel ilişkisi olduğu gösterilmiştir. Sunulan çalışma ile, penisilinle oluşturulan epileptiform aktivitede kafein ve CB1 reseptörleri arasındaki ilişkiyi bulmayı amaçladık. YÖNTEM: 205-225 gr ağırlığındaki erkek Wistar sıçanlar (n=36) rastgele 6 gruba ayrıldı. Üretan anestezisi altındaki hayvanlar stereotaksik cihaza sabitlendikten sonra beyin korteksi üzerine elektrofizyolojik kayıtlar için bipolar elektrotlar takıldı. 500 IU penisilin-G potasyum intrakortikal olarak enjekte edildi. Penisilin enjeksiyonundan 30 dakika sonra kafein (10 mg/kg; i.p.), CB1 reseptör agonisti ACEA (7,5 µg; i.s.v.), CB1 reseptör antagonisti AM251 (0,25 µg; i.s.v.) ve bu maddelerin kombinasyonları uygulandı. İlk ilaç enjeksiyonundan 180 dakika sonra deney sonlandırıldı ve ECoG aktiviteleri değerlendirildi. Elde edilen veriler, One-way ANOVA Tukey-Kramer post-hoc testi ile analiz edildi. BULGULAR: İntraperitoneal olarak uygulanan kafein spike frekansını 20. dakikadan itibaren anlamlı olarak artırdı (p<0,05). Kafein ile birlikte AM251 verildiğinde spike frekansında artış meydana geldi, ancak bu artış kafein grubuna göre anlamlı değildi (p>0,05). Kafein ile birlikte ACEA uygulandığında ise, ACEA, kafeinin prokonvulzan etkisini tersine çevirerek ACEA grubuna yaklaştırdı (p<0,05). Amplitüd açısından hiçbir grup arasında anlamlı bir fark saptanmadı (p>0,05). SONUÇ: Non-selektif olarak adenozin reseptörlerini inhibe eden kafein epileptiform aktiviteyi artırmaktadır. CB1 reseptör agonisti uygulanmasıyla kafeinin etkisinin tersine çevrilmesi ve CB1 reseptör antagonistinin kafeinin prokonvulzan etkisini artırmaması, kafein ile CB1 reseptörleri arasında muhtemel bir ilişki olduğunu düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler: sıçan, epilepsi, penisilin, kafein, kanabinoid CB1 reseptörü SS-25 Bazal önbeyin uyarımının sıçan beynindeki beden-duyusu ve motor kortekslerinde α4/α7 alt tipli nikotinik asetilkolin reseptör dağılımlarına etkisi Begüm Devlet1, Bige Vardar1, Batuhan Babür1, Burak Güçlü1

1Boğaziçi Üniversitesi, Biyomedikal Mühendisliği Enstitüsü, İstanbul AMAÇ: Bu ön çalışmada, özellikle (kolinerjik sistemi etkinleştiren) bazal önbeyin uyarımının sıçan birincil beden-duyusu korteksi (bıyık ve arka bacak alanları) ve motor korteksteki dağılımlara etkisi farklı katmanlarda incelenmiştir. YÖNTEM: Çalışmada anestezi altında 14 Wistar albino sıçan (kontrol n=5, ipsilateral n=5, kontralateral n=4) bazal önbeyin sağ veya sol yarımküreden elektriksel olarak uyarılmıştır (240 deneme; her denemede 50 adet 50 μA'lik, 100 Hz'te akım darbesi). Koronal kesitler (kalınlık: 50 µm) üzerinde standart immünofloresans protokolü uygulanmıştır. α4 ve α7 içeren nikotinik asetilkolin reseptör alt tipleri poliklonal antikorlar ile işaretlenmiştir. Floresan görüntüleme için sekonder antikora bağlanmış AlexaFluor 594 kullanılmıştır. İstatistiksel analizler iki değişken (boyanmış reseptör kompleks sayısı: N, katman kalınlığına normalize reseptör sayısı: D) üzerinde ölçümlü ANOVA ile gerçekleştirilmiştir. BULGULAR: Üç yönlü ANOVA sonuçları korteks katman ve alanının, hem α4 hem de α7 alt tipli reseptörlere ilişkin N ve D değişkenleri üzerinde anlamlı ana etkileri olduğunu göstermiştir (tüm p değerleri < 0.01). Ayrıca bazal ön beyin uyarımının α7 alt tipine ilişkin N ve D değişkenlerine anlamlı etkisi bulunmuştur (sırasıyla p = 0.003 ve p = 0.008). Post-hoc testler ise değişkenlerin ipsilateral (uyarımla aynı yarımküre) ve kontralateral alanlarda kontrol (uyarım almayan) grupla farklılaştığını, ancak ipsilateral ve kontralateral alanlar arasında fark olmadığını göstermektedir. Öte yandan, üç deney grubu da α4 alt tipli reseptör dağılımı açısından benzer bulunmuştur. Ek olarak korteks katmanları ve alanları arasında istatistiksel etkileşim de çıkmıştır. SONUÇ: Sensorimotor kortekse gelen kolinerjik bağlantıların elektriksel uyarımla etkinleştirilmesinin özellikle α7 alt tipli nikotinik reseptör dağılımını değiştirdiği gösterilmiştir. α4 alt tipli reseptör dağılımında ise benzer bir etki görülmemiştir. Sonuçlar literatürde α7 alt tipi ile dikkat mekanizmalarının ilişkisi açısından tutarlı çıkmıştır. Bu reseptör tipine asetilkolinin bağlanma gücünün diğerinden düşük olduğu düşünüldüğünde, dikkate ilişkin nöral işaretlerin hem sinaptik hem de sinaps dışı reseptörlerden kaynaklandığı öne sürülebilir. Anahtar Kelimeler: nikotinik asetilkolin reseptörleri, bazal önbeyin, kolinerjik sistem, beden duyusu korteksi SS-26 Timokinon tedavisi Prilokain indüklü epileptiform aktivite ve kardiyotoksisiteyi azaltır Sendegül Yıldırım1, Gamze Tanrıöver1, Barış Akgül2, İlker Öngüç Aycan2, Enis Hidişoğlu3, Ebru Afşar4, Mutay Aslan4

1Akdeniz Üniversitesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Antalya; 2Akdeniz Üniversitesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı, Antalya;3Akdeniz Üniversitesi, Biyofizik Anabilim Dalı, Antalya; 4Akdeniz Üniversitesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Antalya AMAÇ: Bu çalışmada; anestezi uygulanmış sıçanlarda timokinonun (TQ) prilokain (PRL) kaynaklı merkezi sinir sistemi ve kardiyovasküler toksisiteyi hafifletip hafifletemeyeceğini araştırmak amaçlandı. YÖNTEM: Akdeniz Üniversitesi Hayvan Deneyleri Yerel Etik Kurulu' nun onayı ile ratlarda; Kontrol, PRL,TQ, PRL+TQ grupları oluşturuldu. Sıçanlara intraperitoneal anestezi uygulandı. EEG monitörizasyonu için elektrotlar yerleştirildi ve trakeostomi açıldı. 6 CH aspirasyon sondası trakeaya yerleştirilerek 10 mg/kg (%50 O2/hava), 50-55 solunum/dk ayarda olan mekanik ventilatöre

Page 43: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

bağlandı. Sağ femoral arter sürekli kan basıncı ölçümleri ve kan gazı örneklemesi için kanüle edilirken, sol femoral arter PRL infüzyonu için kanüle edildi (8 mg/kg/ dk). TQ, ilaç verilmesinden 3 gün önce gavaj (günde 15 mg / kg) ile verildi. Kan gazı analizi için ilaç infüzyonu öncesinde,infüzyon sırasında ve kardiyak arestten sonra arteriyel kan örneği alındı. Miyokard hasarı, oksijen/nitrojen türlerinin oluşumu ve antioksidan kapasitelerinin belirteçleri standart kitlerle test edildi. Beyin dokusundaki AQP4, p50 ve p65 immünohistokimyasal olarak değerlendirildi. BULGULAR: PRL infüzyonundan sonra kan pH'sı ve kısmi oksijen basıncı önemli ölçüde azaldı. TQ tedavisi sonrasında (PRL+TQ) bu düşüş azaldı(p<0,005). PRL, EEG'de; PRL + TQ sıçanlarına kıyasla önemli ölçüde daha düşük nöbet aktivitesi gösterdi. PRL'de kardiyak aritmi ve EKG'de asistol anlamlı derecede düşüktü. PRL serum miyoglobin, CK-MB seviyelerinde önemli bir artışa neden oldu. PRL + TQ tedavisi miyokard hasarını hafifletti. PRL ile oluşan ROS/RNS artışı ve kalpte ve beyin dokularında TAC azalması TQ ile tedavi edildi. PRL verilen sıçanların serebellum, serebral kortex ve koroid pleksuslarında AQP4, p50 ve p65 ekspresyonları arttı; TQ tedavisinda bu ekspresyonlar azaldı(p < 0,05). Gruplar arasındaki istatistiksel anlamlılık için One-way Anova testi kullanıldı. SONUÇ: Veriler, TQ'nun PRL kaynaklı MSS ve kardiyovasküler toksisiteye karşı koruyucu bir ajan olduğunu göstermektedir. TQ, PRL kaynaklı MSS ve kardiyovasküler toksisiteyi iyileştirebilir. Anahtar Kelimeler: epilepsi, kardiyotoksisite, timokinon, prilokain, AQP4, EEG SS-27 Tek bir nöbette yaygın flavonoidler: davranışsal ve bilişsel yönler Enver Ahmet Demir1, Atakan Ozturk2, Okan Tutuk1, Hatice Dogan1, Cemil Tumer1

1Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi,Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı, Hatay; 2Dicle Üniversitesi, Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı, Diyarbakır AMAÇ: Flavonoidlerin antikonvülsif özelliklerinin bulunduğu ve davranışsal bozuklukları iyileştirdikleri öne sürülmektedir. Sayısız araştırmaya karşın tek bir nöbetin ve flavonoidlerin davranışsal ve bilişsel etkilerinin ortaya çıkartılmasına hala ihtiyaç bulunmaktadır. YÖNTEM: Farelerde tek bir GABA ilişkili nöbette yaygın iki flavonoid olan soforetin (kuersetin) ve rutosit’i (rutin) araştırdık. Kontroller (n=10) dışında 21 gün süreyle taşıyıcı (n=10), soforetin (n=10, 50 mg/kg/gün) veya rutosit (n=10, 50 mg/kg/gün) tedavileri uygulandıktan sonra nöbetleri provoke etmek için tek doz pikrotoksin (3 mg/kg) enjeksiyonu gerçekleştirildi. Tüm hayvanlar davranışsal (zorlu yüzme, açık alan, sıcak zemin) ve bilişsel (yeni nesne tanıma, Morris su labirenti) testlere maruz bırakıldı. Çalışma yerel etik kurul tarafından onaylandı (#2018/9-11). Parametrik veriler için tek yönlü ANOVA, non-parametrik veriler için Kruskal-Wallis test kullanıldı. BULGULAR: Hem soforetin hem rutosit nöbet başlangıcını ve evresini düşürdü (p<0.05). Tek bir nöbet herhangi bir davranışsal bozulmaya yol açmadı (p>0.05); ancak her iki flavonoid de antidepresan benzeri etki sergiledi (p<0.05). Hayvanların bilişsel performansları nöbet ya da tedavilerden etkilenmedi (p>0.05). SONUÇ: Proksismal konvülsiyonların belirgin olduğu epilepsilerden farklı olarak tek bir GABA ilişkili nöbet davranışsal ve bilişsel bozukluklara yol açmamaktadır. Ayrıca soforetin ve rutosit davranış ve bilişi bozmaksızın nöbet şiddetini azaltmaktadır. Anahtar Kelimeler: nöbet, GABA, soforetin, rutosit, kognisyon, davranış SS-28 MPTP marmoset modelinde L-DOPA tedavisinin striatal sekretogranin II ve alfa-sinüklein mRNA ifadesine etkileri Banu Cahide Tel1

1Hacettepe Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, Ankara AMAÇ: Agrege alfa-sinüklein, Parkinson hastalığında Lewy cisimciklerinin yapısında bulunur. Sinapslardaki rolü tam olarak aydınlatılamamıştır ancak, temel fonksiyonunun nörotransmitter salıverilmesinin kontrolü olduğu düşünülmektedir. Benzer olarak, sekretogranin II (SgII)’nin de bazal gangliada işlevi tam olarak bilinmemekle birlikte endoproteolitik işlevlerin modülasyonu, vezikül formasyonu ve nörojenik inflamasyonda rol oynadığı sanılmaktadır. Bu çalışmada, marmosetlere MPTP uygulaması ardından kronik L-DOPA, bromokriptin ve ropinirole tedavilerinin diskinezi oluşturmaları ile ilişkili olarak striatumda alfa-sinüklein ve SgII mRNA ifadeleri in situ hibridizasyon yöntemiyle incelenmiştir. YÖNTEM: MPTP uygulanması ardından marmosetler 4 gruba ayrılmış ve oral olarak plasebo (%10 sukroz), bromokriptin (0.5mg/kg) L-DOPA ve karbidopa (12.5mg/kg+12.5mg/kg) ya da ropinirol (0.3mg/kg) 4 hafta boyunca günde bir kez uygulanmıştır. Tüm ilaçlar motor semptomları eşit derecede geri çevirmiştir. Ayrıca 4 marmoset kontrol olarak kullanılmıştır. İn situ hibridizasyon histokimya yöntemi, beyin kesitler üzerine insan alfa-sinüklein ve SgII oligonükleotid probları kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Bu çalışma Home Office, Scientific Procedures, UK Act 1986’a uygun olarak gerçekleştirilmiştir (Home Office Licence PPL 70/03563). BULGULAR:L-DOPA hızla belirgin derecede diskinezi oluşturken, bromokriptin ve ropinirol gruplarında hafif diskinezi gözlemlenmiştir. MPTP uygulaması, kaudat nükleus ve putamende alfa-sinüklein ve SgII mRNA ifadelerinde bir değişiklik yapmamıştır. Bromokriptin grubunda da alfa-sinüklein ve SgII mRNA ifade düzeyinde bir değişiklik gözlenmemiştir. Ropinirol tedavisi alfa-sinüklein mRNA düzeyinde hafif bir artmaya sebep olmakla beraber SgII mRNA düzeyinde bir değişiklik gözlenmemiştir. Ancak L-DOPA uygulanması hem alfa-sinüklein hem de SgII mRNA düzeylerini kaudat nucleus (p<0.05) ve putamende (p<0.05) arttırmıştır

Page 44: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

SONUÇ: L-DOPA tedavisi striatumda sinaptik disfonksiyon oluşturmuş olabilir. Dolayısıyla alfa-sinüklein ve SgII mRNA düzeylerindeki artışın, kronik Parkinson hastalığı tedavisi sonucunda ortaya çıkan motor komplikasyonların oluşum mekanizmasını açıklayabilir. Bu çalışma Parkinson's Disease Society, UK ve National Parkinson Foundation, USA tarafından desteklenmiştir. Anahtar Kelimeler: parkinson hastalığı, diskinezi, L-DOPA, marmoset SS-29 Deneysel Parkinson modelinde Ursodeoxycholic Asit'in (UDCA) nöroprotektif etkileri Mümin Alper Erdoğan1, Gürkan Yiğittürk2, Oytun Erbaş3

1İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji AD, İzmir; 2Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji AD, Muğla; 3İstanbul Bilim Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji AD, İstanbul AMAÇ: Parkinson hastalığı (PH) ilerleyici dopaminerjik nöron ölümü ile karakterize kronik bir nörodejeneratif hastalıktır. Artan veriler Parkinson hastalığındaki nörodejenerasyonun olasılıkla inflamasyon, apoptoz ve oksidatif stresi içerdiğini doğrulamaktadır. Ursodeoksikolik asit (UDCA), klinikte uzun yıllardan beri karaciğer hastalıklarının tedavisinde kullanılan endojen bir safra asididir. UDCA için çeşitli anti-apoptotik, anti-oksidan ve anti-inflamatuar mekanizmaların varlığı çalışmalarla desteklenmiştir. UDCA'nın Alzheimer ve Huntington hastalığında nöroprotektif etkileri olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada, sıçanlarda rotenon tarafından indüklenen deneysel nörodejeneratif Parkinson modelinde UDCA'nın anti-oksidan, nöroprotektif ve anti-inflamatuar etkilerini araştırdık. YÖNTEM:Çalışmada 18 adet Sprague-Dawley tipi erişkin erkek sıçanın sterotaksik olarak sol substansiya nigra pars kompaktasına rotenon (DMSO içinde 3 μg/μl dozda) ve çözücü (1 µl DMSO) mikroenjektör yardımı ile enjekte edildi. Bu çalışma için Ege Üniversitesi Hayvan Deneyleri Yerel Etik Kurulu onayı alınmıştır. Parkinson modeli, ilaç infüzyonundan on gün sonra rotasyon testi ile değerlendirildi. Parkinson modeli oluştuğu doğrulanan hayvanlar rastgele iki gruba dağıtıldı; Grup 1 (n = 6) ve Grup 2’ye (n = 6) sırasıyla serum fizyolojik (1 ml/kg/gün, oral gavaj) ve UDCA (250 mg/kg/gün, oral gavaj) 28 gün süreyle uygulandı. UDCA tedavisinin etkileri davranışsal (rotasyon skoru/apomorfin testinde kendi etrafında dönme sayısı), biyokimyasal (oksidan/antioksidan durum, Elisa ölçümleriyle) ve immünohistokimyasal (tirozin hidroksilaz (TH)) parametreler ile değerlendirildi. İstatistiksel analizler iki-yönlü ANOVA ve bağımsız t testi kullanılarak yapıldı. BULGULAR:Parkinson model grubunda sıçanların rotasyon skorları UDCA tedavisi ile anlamlı şekilde azalış gösterdi (p<0.05). Rotenon ile Parkinson indüklenmiş sıçanlar, MDA düzeylerinde artış ve TH seviyelerinde azalma göstermiştir. Öte yandan, UDCA tedavisi alan grupta belirgin derecede azalmış MDA ve artmış TH düzeyleri tespit edildi (p<0.05). Grup 2'deki UDCA tedavisi, striatal nörodejenerasyonun iyileşmesine ve immünohistokimyasal olarak pozitif TH nöronlarında anlamlı bir artışa neden oldu (p<0.05). SONUÇ: Bu çalışmanın sonuçları, UDCA'nın rotenon tarafından indüklenen deneysel nörodejeneratif Parkinson modelinde nöroprotektif, anti-inflamatuar ve antioksidan etkilerini ortaya koymaktadır. Anahtar Kelimeler: Ursodeoxycholic asit, UDCA, rotenon, parkinson hastalığı, oksidatif stres SS-30 In vitro Parkinson hastalığı modelinde humanin’in nöroprotektif etkisinin araştırılması Şeyhmus Bayar1, Şeyma Taşdemir2, Buse Kayhan1, Aylin Şendemir2, Gülgün Şengül3

1Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sinirbilim Anabilim Dalı, İzmir; 2Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi, Biyomühendislik Bölümü, İzmir;3Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, İzmir AMAÇ: 24 amino asitli bir peptit olan humanin (HN), keşfedildikten sonra Alzheimer hastalığı da dahil olmak üzere birçok nörodejeneratif hastalıkta incelenmiştir. Bu çalışmanın amacı, HN'nin 6-hidroksidopamin (6-OHDA) ile indüklenen in vitro Parkinson hastalığı modelinde nöroprotektif bir etkiye sahip olup olmadığını araştırmaktır. YÖNTEM: HN'nin 6-OHDA nörotoksisitesine karşı nöroprotektif etkisi mitokondriyal disfonksiyon, apoptoz ve sitotoksisite parametreleri ile araştırıldı. SH-SY5Y insan nöroblastoma hücreleri farklı konsantrasyonlarda 6-OHDA (1600-100 µM) ve humanin (20-0.3125 µM) uygulandı. Humaninin nöroprotektif etkisi MTT, LDH ve kaspaz-3 analizleri kullanılarak araştırıldı. İstatistiksel analizler GraphPad Prism 8 programı kullanılarak yapıldı. Gruplar arası farklar tek yönlü ANOVA istatistiğiyle değerlendirildi. BULGULAR:IC50 dozu 233.7 µM olarak hesaplandı. HN, tek başına uygulandığında proliferatif bir etki göstermedi. Bununla birlikte, 10 µM ve 20 µM HN ile 24 saat süre ile ön muamele sonrası, 6-OHDA nörotoksisitesine karşı nöroprotektif ve proliferatif bir etki göstermiştir. SONUÇ: Bu çalışmada HN'nin 6-OHDA nörotoksisitesine karşı nöroprotektif etkisi gösterilmiştir. Bu nedenle HN, Parkinson hastalığının tedavisi için kullanılıp kullanılamayacağını araştırmak için diğer in vitro ve in vivo Parkinson hastalığı modellerinde de incelenebilir. Anahtar Kelimeler: apoptoz, sitotoksisite, humanin, nöroprotektif etki, mitokondriyal disfonksiyon, Parkinson hastalığı

Page 45: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

SS-31 Transkriptom verilerinin genom ölçekli metabolik ağlara haritalanması ile Parkinson hastalığı için ilaç hedeflerinin belirlenmesi Ali Kaynar1, Tunahan Çakır1, Işıl Aksan Kurnaz2

1Gebze Teknik Üniversitesi, Biyomühendislik Bölümü, Gebze, Kocaeli; 2Gebze Teknik Üniversitesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü, Gebze, Kocaeli AMAÇ: Bu çalışmada, genom ölçekli metabolik ağlar ile gen anlatım bilgisini birleştirerek hastalığa özgü moleküler mekanizmaları ortaya çıkarmak ve bu bilgiye dayalı olarak aday ilaç hedeflerini bulmak amaçlanmıştır. YÖNTEM:Bu çalışmada, Parkinson hastalığında meydana gelen metabolik değişimleri tahmin etmek için beyne özgü metabolik ağ modeli olan iBrain606 kullanılmıştır. Bu modelde 857 tepkime, ve bu tepkimeleri katalizleyen enzimleri kodlayan 606 gen yer almaktadır. Çalışmada kullanılan traskriptom verileri NCBI Gene Expression Omnibus veritabanından indirilmiştir. iBrain606 ve transkriptom verisi, hastalıklı ve sağlıklı durumda metabolizmadaki tepkimelerin hızlarını hesaplamaya olanak sağlayan bir biyoinformatik yöntemle birlikte kullanılarak tepkime hızları hesaplanmıştır. Susturulduğunda Genel metabolizma aktivitesini tepkime hızları cinsinden sağlıklı duruma en yaklaştıracak genler bu yöntem sayesinde tahmin edilerek ilaç hedefi adayları belirlenmiştir. BULGULAR: Simülasyon sonuçları, glikoz ve oksijen alım oranlarında düşüş, laktat salınımında önemli artış, ATP üretiminde bir düşüş ve Krebs döngüsünde önemli ölçüde düşüş olduğunu göstermektedir. İlaç hedeflerinin inhibisyonu ile hastalıklı durum sağlıklı duruma getirmek için yapılan ek simülasyonlar, yeni ilaç hedeflerinin tespitini sağlamıştır. SONUÇ: Transkriptom verilerinin metabolik modele entegrasyonuyla birlikte MCBA kısıtı kullanarak Parkinson hastalığına özgü metabolik akışları hesaplama yaklaşımı Parkinson hastalığının mekamizmasını anlamak, yeni ilaç hedefi ve adaylarını bulmak için başarılı bir yaklaşımdır., Bu çalışma TÜBİTAK (Proje no: 315S302) ve TÜBA (GEBİP 2015) tarafından desteklenmiştir. Anahtar Kelimeler: Parkinson hastalığı, genom-ölçekli metabolik network, kısıt-balı metabolik modelleme, transkriptom verisi, moleküler sıkışıklık SS-32 Farklı sekilerde uygulanan kalori kısıtlamasının dolaşımdaki miRNAlere etkisi Bilge G Tuna1, Munevver Burcu Cicekdal2, Umit Ozorhan2, Isın D Ekici3, Emre C. Tuysuz4, Aysegul Kuskucu4, Omer F. Bayrak4, Akif Maharramov1, Soner Dogan2

1Yeditepe Üniversitesi, Biyofizik Ana Bilim Dalı, Istanbul; 2Yeditepe Üniversitesi, Tıbbi Biyoloji Ana Bilim Dalı, Istanbul; 3Yeditepe Üniversitesi, Patoloji Ana Bilim Dalı, Istanbul; 4Yeditepe Üniversitesi, Genetik Ana Bilim Dalı, Istanbul AMAÇ: Kalori kısıtlamasının (KK) nörolojik hastalıklar, kardiyovasküler hastalıklar, yaşlanma ve kanser gibi birçok patofizyolojik durumda yararlı etkilerinin olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmanın amacı iki farklı kalori kısıtlaması olan Kronik Kalori Kısıtlaması (KKK) ve Aralıklı Kalori Kısıtlamasının (AKK) kandaki miRNA profillerinin analiz edilip karşılaştırılmasıdır. Aynı zamanda, yolak analizleri de yapılmıştır. YÖNTEM: MMTV-TGF-α dişi transgenik fareler, 10. haftalarından 82. haftalarına kadar üç farklı diyet grubuna dâhil edilmiştir; ad libitum (AL, kontrol gurubu olarak istediği kadar yeme ulaşabilen, n=3), KKK (AL grubuna göre%15 KK uygulaması, n=3) ya da AKK (periyodik şekilde bir hafta %60 KK uygulaması ve üç hafta AL beslenme, n=3). Kan örnekleri 10, 49/50 ve 81/82.haftalarda toplanmıştır ve her örnek için toplamda 3.195 miRNA analiz edilmiştir (Affymetrix microarray, ebayes ANOVA, n=3). Daha sonra, Gene Ontology analizleri Cytoscape add-on CluGO v2.5.3 programı kullanılarak nörojenezi sinyal yolakları için uygulanmıştır. Hayvan calışmalari Yeditepe Üniversitesi Deney Hayvanları Etik kurulu tarafından onaylanmıştır. BULGULAR:49/50. haftada AL grubuna göre; KKK grubunda 11 miRNA, AKK-K grubunda 39 miRNA ve AKK-NB grubunda 11 miRNA diferansiyel farklı olarak eksprese edilmiştir. GO analiz sonuçları, nöral tüp gelişimi, nöronları gelişimi ve nöron farklılaşmasının pozitif regülasyonu eylemlerinde yoğun olarak düzenlendiğini ortaya çıkarmıştır. 81/82. haftada AL grubuna göre; KKK grubunda 6 miRNA ve AKK-K grubunda diferansiyel farklı olarak eksprese edilmiştir. GO analiz sonuçları, sinaptik membran eylemlerinde yoğun olarak düzenlendiğini ortaya çıkarmıştır. Aynı şekilde 81/82.haftada AL grubuna göre; AKK-NB grubunda 33 miRNA farklı olarak eksprese edilmiştir. Aksonal transport eylemi yoğun olarak düzenlenmiştir. SONUÇ: Sonuç olarak, farklı kalori kısıtlaması türlerinden kaynaklı olarak kanda elde edilen farklı miRNA profilleri, nöronları gelişimi ve nöron farklılaşmasının pozitif regülasyonu, sinaptik membran ve aksonal transport eylemlerinde rol aldığı ortaya konmuştur. Anahtar Kelimeler: kalori kısıtlaması, aralıklı kalori kısıtlaması, microRNA, nörogenez SS-33 Erkek Sprague Dawley yavru sıçanların maternal ve maturasyon dönemlerinde farklı yağ içeriğindeki diyetlere maruz kalmalarının yağlı tat algısı ve yağ tercihi üzerine etkisi Elif Günalan1, Cihan Civan Cıvaş1, Cihan Süleyman Erdoğan1, Aylin Güven1, Bayram Yılmaz1, Burcu Gemici Başol1

1Yeditepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, İstanbul

Page 46: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, erkek Sprague Dawley yavrularında, gestasyon-laktasyon ve maturasyon dönemlerinde farklı yağ içeriğindeki diyete maruz kalmanın, yağ tadının algılanması ve yağ tercihine olası etkisini araştırmaktır. YÖNTEM: Gebe sıçanlar, gebelik ve emzirme dönemlerinde (maternal dönem) standart yağlı diyet (SYD), yüksek yağlı diyet (YYD) ve düşük yağlı diyet (DYD) olarak rastgele üç ana gruba ayrılmıştır. Sonraki 120 gün; Üç ana gruptan elde edilen erkek yavrular maturasyon döneminde SYD, YYD ve DYD ile beslenmiştir. Bu çalışma için dokuz farklı grupta 84 erkek yavru sıçan kullanılmış, yavruların uzun ve kısa vadeli yağ tercihleri, sırasıyla iki şişe tercih testi ve likometre algoritması ile ölçülmüştür. İstatistiksel analizler Kruskal Wallis ve Mann-Whitney U testleri ile yapılmış, p <0,05 istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir. BULGULAR:48 saatlik iki şişe tercih testi sonunda elde edilen verilere göre maternal periyotta SYD ile beslenen yavrular, maturasyon dönemlerinde DYD’ye maruz bırakıldıklarında %2’lik kolza yağı içeren solüsyonu daha fazla tercih ederken (p<0,05), maturasyon döneminde YYD’yle beslenen yavrulardan maternal dönemde YYD’ye maruz bırakılmış yavruların, maternal dönemde standart ve düşük yağlı diyet ile beslenmiş yavrulara göre %2’lik kolza yağı içeren solüsyonu daha fazla tercih etmişlerdir (p<0,05). Benzer şekilde, maturasyon döneminde DYD’yle beslenen yavrulardan, maternal dönemde YYD’ye maruz bırakılmış olan hayvanlar, maternal dönemde DYD’yle beslenenlere göre %2’lik kolza yağı içeren solüsyonu daha fazla tercih ettiği belirlenmiştir (p<0,05). Likometre ile yapılan yağlı tat tercihi testi sonucunda ise maternal periyotta SYD ile beslenip maturasyon döneminde DYD’yle beslenen sıçanların, maturasyon döneminde YYD’yle beslenenlere göre %1 oleik asit içeren solüsyonu yalama yüzdesinin azaldığı gözlenmiştir (p<0,05). SONUÇ: Maternal ve maturasyon dönemlerinde maruz kalınan yağ oranı, erkek Sprague Dawley yavruların yağlı solüsyon tercihi ve tat algısını etkilemektedir. TÜBİTAK tarafından desteklenmekte olan projenin deney protokolü Yeditepe Üniversitesi Yerel Etik Kurulu (2017/575) tarafından onaylanmıştır. Anahtar Kelimeler: maternal beslenme, iki şişe tercih testi, likometre, tad algısı SS-34 Genç sıçanlarda selenyumun öğrenme ve bellek üzerine etkisi ve Tau ilişkisi Ercan Babur1, Burak Tan2, Cem Süer2, Nurcan Dursun2 1Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Ana Bilim Dalı, Tokat; 2Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Ana Bilim Dalı, Kayseri AMAÇ: Son yıllardaki çalışmalar, demans hastalıklarının patogenezinde antioksidan teori üzerine yoğunlaşmıştır. Selenyum (Se) antioksidan özellikli selenoproteinlerin yapısında bulunan önemli bir eser elementtir. Demans hastalıklarında, Se etkisinin araştırılması bu hastalıkların moleküler yolaklarının aydınlatılmasında rol alabilir. Bu raporda selenyumun öğrenme, hafıza ve tau ilişkisi üzerindeki etkisi açıklanmaktadır. YÖNTEM: Deneyler 2 aylık yetişkin erkek Wistar sıçanları üzerinde gerçekleştirildi. Sıçanlar 3 gruba ayrıldı; standart yem ile beslenen (Kontrol grubu, n=7), Se eksik diyet (Se- grubu, 0.007 ppm Na2SeO3, n=7) ve Se takviyesi (Se+ grubu, 10 ppm Na2SeO3, n=7). Bu diyetler deney hayvanlarına 21 gün boyunca uygulandıktan sonra deneylere başlanmıştır. Hipokampüse bağlı uzamsal öğrenme su labirenti kullanılarak ölçülmüştür. Sıçanların hipokampal Se düzeyleri ICP-MS (inductively coupled plasma mass spectrometry) yöntemi ile ölçülmüştür. Hippokampüs fosforile ve toplam Tau seviyeleri Western blot ile ölçülmüştür. BULGULAR: Selenyum eksikliği, KS (Kaçış süresi) ve KM (Katedilen mesafe) üzerine anlamlı etki gösterdi(p<0,05). Her iki parametre de selenyum eksikliğinin öğrenmeyi bozduğunu desteklemektedir. Ancak Se eksik grup, Kontrol (p = 0.002) ve Se takviyeli gruba (p= 0.027) göre düşük yüzme hızlarına sahipti. Yüzme hızlarından etkilenmeyen platforma olan ortalama uzaklık, Se eksik sıçanların öğrenme performansını bozulduğunu gösterdi. Grupların hedef kadranda bulunma süresi istatistiksel olarak anlamlı değildi. Se takviyesi öğrenme ve hafıza üzerinde bir etki göstermedi. Se takviyesi, kan ve hipokampüs dokusunda Se seviyesinde artışa ve hipokampusta p231 Tau/Tau oranında artışa neden oldu. SONUÇ: Bu çalışma, yetersiz Se seviyelerinin motor fonksiyon ve spasyal öğrenmeyi zayıflattığını, ancak sıçanlarda hafıza fonksiyonlarını olumsuz etkilemediğini göstermiştir. Fosforile tau/ tau oranındaki değişiklikler selenyumun nöronal dejenerasyonu önlemedeki antioksidan mekanizmalarda rol aldığını düşündürmektedir. Bu çalışma Erciyes Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından TYL-2014-5101 numaralı proje ile desteklenmiştir. Anahtar Kelimeler: hipokampüs, öğrenme, selenyum, Tau SS-35 Sıçanlarda prenatal ve/veya postnatal dönemde sülfit maruziyetine bağlı nörotoksisitede glutamatın rolü Güven Akçay1, Ceren Kencebay2, Betül Danışman1, Tuğberk Denizaltı1, Çiğdem Gökçek Saraç3, Mutay Aslan4, Narin Derin1

1Akdeniz Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, Antalya; 2Akdeniz Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı, Antalya; 3Akdeniz Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Biyomedikal Mühendisliği Bölümü, Antalya; 4Akdeniz Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Antalya AMAÇ: En çok kullanılan gıda katkı maddelerinden biri de sülfittir. Sülfitin günlük alınabilir güvenli düzeyinin üzerinde tüketilmesinin toksik etkilere yol açtığı bilinmektedir. Sülfitin hipokampal dokudaki piramidal nöronlarda hasara yol açtığı,

Page 47: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

sıçanlarda öğrenme ve uzaysal hafızayı bozduğu gösterilmiştir. Çalışmamızda prenatal ve postnatal dönemde sülfit nörotoksisitesinin glutamat yolağı üzerindeki etkileri araştırılmıştır. YÖNTEM: Çalışmamızda kontrol(K), prenatal(PR), postnatal(PS), prenatal ve postnatal(PR+PS) grupları oluşturulmuştur. K grubuna normal içme suyu verilirken diğer gruplara 100 mg/kg/gün dozunda sodyum metabisülfit içeren içme suyu verilmiştir. Plazma S-sülfonat düzeyine bakılmıştır. Sıçanların hipokampus dokularında ise glutamat ve glutamin seviyeleri kütle spektrometresiyle, NMDA ve AMPA reseptörleri, CaMKII, PKA ve CREB düzeyleri Western-Blotting metoduyla analiz edilmiştir. İstatistiksel analizler One-Way ANOVA testiyle yapılmıştır. BULGULAR: Morris water maze testinde PS ve PR+PS gruplarının kontrole kıyasla hedef kadrana varış süresinde artma olduğu görülmüştür(p<0.05). PS ve PR+PS gruplarında plazma S-sülfonat düzeylerinde kontrole göre artış olduğu tespit edilmiştir(p<0.01). Kontrole göre glutamat ve glutamin konsantrasyonlarının PR ve PR+PS gruplarında(p<0.05), AMPA reseptör subtiplerinin PS ve PR+PS gruplarında, NMDA reseptör subtiplerinin PR, PS ve PR+PS gruplarında azaldığı görülmüştür(p<0.01). Ayrıca benzer olarak CaMKII ve PKA protein düzeylerinin de PS ve PR+PS gruplarında azaldığı saptanmıştır. Kontrole göre PS grubunda CREB protein düzeyinin azaldığı da tespit edilmiştir(p<0.001). SONUÇ: Prenatal ve/veya postnatal dönemde sülfit maruziyetinin öğrenme, glutamat ve glutamat reseptörleri üzerinde olumsuz etkilerinin olabileceği gösterilmiştir. Projemiz TÜBİTAK tarafından desteklenmiştir (Proje numarası: 116S382). Anahtar Kelimeler: süllfit, öğrenme, glutamat SS-36 Trigeminal nevralji tedavisinde uygulanan gasser gangliyonu radyofrekans termokoagülasyonun analjezik etkinliğinin incelenmesi Sibel Özcan1

1Fırat Üniversitesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon ABD, Algoloji BD, Elazığ AMAÇ: Trigeminal nevralji (TN) paroksismal elektrik çarpar tarzda,ağrı ile karakterize trigeminal sinirin bir veya birkaç dalını tutan bir nöropatik ağrı sendromudur. TN tedavisinde antikonvülzanlar özellikle de karbamazepin halen altın standarttır ve medikal tedavinin yetersiz olduğu durumlarda cerrahi veya minimal invaziv girişimler uygulanabilir. Bu çalışmanın amacı TN’de uygulanan gasser gangliyonuna perkütan radyofrekans termokoagülasyon (PRFT) tedavisinin analjezik etki, komplikasyonlar ve hasta memnuniyeti açısından değerlendirmekti. YÖNTEM: Fırat Üniversitesi Girişimsel Olmayan Araştırmalar Etik Kurul onayı alındıktan sonra Gasser gangliyonuna PRFT uygulanan trigeminal nevraljili 53 hasta (29 kadın, 24 erkek) değerlendirildi. Çalışmaya 53 hasta ile başlanmasına rağmen ancak 40 hastayla çalışma tamamlanabildi. Hastaların ağrı süresi, tutulan tarafı ve dalı, kullanılan ilaç dozu ve işlem öncesi ağrı skoru (VAS) kaydedildi. İşlem sonrası 1., 3., 6., 12. ay VAS skorları ve Odom’s kriterine göre hasta memnuniyeti değerlendirildi. BULGULAR: Değerlendirilen hastaların yaş ortalaması 60.5/yıl, ortalama ağrı süresi 65/aydı. Hastaların işlem öncesi VAS skoru ort 6.7 idi. Takibi tamamlanan 40 hastada işlem sonrası 1. ayda VAS skoru ort 1.8 (min:1, max:6), 3. ayda 2.05, 6. ayda 2.9, 12. ayda 3.1 olarak tespit edildi ve hastaların ortalama 10.8 ay ağrısız olduğu belirlendi. Odom’s kriterine göre hasta memnuniyeti değerlendirildiğinde % 44’ünde mükemmel-iyi iken, 4 hastada zayıf olarak bildirildi. Hastaların hiçbirinde ciddi komplikasyon gelişmemekle beraber 3 hastada hipoestezi bildirildi. SONUÇ: Trigeminal nevralji hastaların yaşam kalitesini etkilemektedir. Temel tedavi antikonvülzanlar olmakla beraber medikal tedavinin yetersiz olduğu durumlarda minimal invaziv girişimlerden özellikle gasser gangliyonuna PRFT etkili ve güvenli bir seçenek olarak kullanılmakta ve bu çalışmanın sonuçları da bunu desteklemektedir. Anahtar Kelimeler: trigeminal nevralji, gasser gangliyonu, radyofrekans termokoagülasyon, analjezi SS-37 Periferik sinir hasarı tedavisinde yeni bir yaklaşım: Elektro-akupunktur uyarımı Özlem Bozkurt Girit1, Mahmut Alp Kılıç1, Yasemin Özkan2, Mehmet Dinçer Bilgin1

1Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, Aydın; 2Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı, Aydın AMAÇ: Motor fonksiyon, duyusal fonksiyon veya her ikisinin birden kaybına neden olan periferik sinir hasarı genellikle travma veya akut kompresyon gibi yaralanmalar sonucu ortaya çıkmaktadır. Sinir rejenerasyonunu hızlandıracak yöntemlerin geliştirilmesi hasta refahını artırmak açısından önemlidir. Melatoninin, serbest radikal temizleme ve antioksidan özelliklere sahip olduğu ve sinir dokusundaki hasarı azalttığı gösterilmiştir. Elektro-akupunktur, geleneksel akupunktur ile modern elektroterapiyi birleştiren bir tamamlayıcı tıp yöntemidir. Bu çalışmada, elektro-akupunktur ve melatoninin sıçan siyatik sinir hasarı üzerindeki terapötik etkilerinin belirlenmesi ve karşılaştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM: Yetişkin Wistar sıçanlar kontrol, sinir hasarı, sinir hasarı sonrası 5 mg/kg melatonin uygulanmış ve sinir hasarı sonrası elektro-akupunktur uygulanmış olmak üzere dört gruba ayrılmıştır. Sıçanlarda unilateral sinir yaralanması nervus ischiadicus üzerine avnevrizma klibi yerleştirilip 1 dakika tutulması ile oluşturulmuştur. Hasar sonrası tedaviler beş günde bir olacak şekilde 4 hafta boyunca uygulanmıştır. Elektro-akupunkturda, hasarlı bölgenin altı ve üstündeki akupunktur noktalarına (GB30 ve GB34) yerleştirilen paslanmaz çelik akupunktur iğnesi aracılığıyla 70 Hz frekanslı elektrik akımı 15 dakika boyunca uygulanmıştır. Tedavi

Page 48: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

süresince haftada bir kez siyatik fonksiyonel indeks ölçümü, tedavi sonunda siyatik sinir ileti hızı ölçülerek istatistiksel olarak tek yönlü varyan analizi ile karşılaştırılmıştır. BULGULAR: Sonuçlara göre siyatik sinir hasarı sinir ileti hızında anlamlı bir azalmaya neden olmuştur (p<0.05). Elektro-akupunktur tedavisi sinir ileti hızlarında sinir hasarlı gruba kıyasla anlamlı bir artıma (p<0.05) neden olurken pozitif kontrol olarak kullanılan melatonin tedavisi ileti hızlarında anlamlı olmayan bir artıma neden olmuştur. Siyatik fonksiyonel indeks ölçüm sonuçlarına göre, tedavi gruplarında sinir hasarlı gruba nazaran siyatik fonksiyon iyileşmesi daha hızlı gerçekleşmiştir. Fakat, iki tedavi grubu arasında anlamlı bir farklılık gözlenmemiştir. SONUÇ: Elektro-akupunktur periferik sinir hasarı tedavisinde umut verici bir tamamlayıcı tıp yöntemidir ve ileride çalışmalarda detaylı olarak incelenebilir. Anahtar Kelimeler: Siyatik sinir hasarı, elektro-akupunktur, melatonin, siyatik fonksiyon indeksi, sinir ileti hızı SS-38 Multiple intrakranial menenjiom Ali Rıza Güvercin1, Ali Samet Topsakal1

1Karadeniz Teknik Üniversitesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı, Trabzon AMAÇ: Menenjiomlar beyin ve spinal kordun zarlarından köken alan erişkinlerde en sık görülen intrakranial tümörlerdir. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) sınıflamasına göre meningotelyal, fibroblastik, transizyonel (Grade 1), kordoid, berrak hücreli, atipik ( Grade 2), papiller, rabdoik, anaplastik ise ( Grade 3) alt tipleri mevcuttur ve sıklıkla grade 1 görülmektedir. Multiple intrakranial menenjiomlar ise Nörofibramatozis (NF) Tip2 olmaksızın çok nadir görülen tümörlerdir. Bu bildiride primer multipl intrakranial menenjiomu olan bir olgudan bahsedilecektir. YÖNTEM: Menenjiomlar primer intrakranial tümörlerin %24-30 ‘unu oluşturmaktadır. Sıklıkla orta ve ileri yaş yetişkinlerde olmakla birlikte çocuklarda da görülebilirler. Menenjiomlar araknoid cap hücrelerinden köken alırlar. Etiyolojisinde iyonize radyasyon, hormonal faktörler, obezite, genetik yatkınlık yer almaktadır. İntrakranial en sık yerleşim yerleri, serebral konveksiteler, falks ve parasagittal alanlardır. Sıklıkla soliter tümörlerdir ancak çok odaklı da olabilirler. Multiple intrakranial menenjiomlar terminoloji olarak, farklı lokalizasyonda iki ya da daha fazla menenjiom bulunmasıdır. Özellikle NF Tip 2 zemininde multiple menenjiom gelişimi bilinmektedir. NF Tip 2 olmaksızın multiple menenjiom gelişimi çok yaygın olmamakla birlikte literatürde bildirilmiştir. BULGULAR:68 yaşında erkek hasta, 2 ay önce başlayan koku almada azalma ve 15 gündür ellerde titreme şikayeti ile kliniğimize başvurdu. Hastanın kranial beyin MRG ‘da frontalde anterior klinoidde 23x30 mm, sol parietalde yaklaşık 25 mm, sağ occipitalde 40x52 mm boyutunda, sağ temporalde 25 mm boyutunda menenjiomla uyumlu kitle lezyonları mevcuttu. Kitle etkisine neden olan büyük lezyon olan oksipital menenjiomaya cerrahi planlandı. SONUÇ: Multiple intrakranial menenjiomlar NF Tip 2 olmaksızın çok nadir görülen lezyonlardır. Tek olarak görülen intrakranial menenjiomlar arasında histopatolojik tip ve tedavi açısından farklılık yoktur. Bununla birlikte multiple menenjiomu olan olgularda, menenjiomların her biri değişik grade ve malignitede olabilir. Menenjiomların temel tedavisi cerrahi total eksizyondur. Cerrahi yaş, performans skalası, morbidite gibi hasta bağımlı faktörlerle, semptomların derecesi ve cerrahi başarı gibi tedavi bağımlı faktörlere göre düzenlenir. Cerrahi seçim; cerrahi olarak ulaşılabilir, 3cm‘den büyük olan kitle ve semptomatik olarak büyüyen tümörden başlanmalıdır. Anahtar Kelimeler: menenjiom, multiple menenjiom, nörofibromatozis SS-39 Transpediküler vidalama tekniğine rehberlik edecek vida giriş noktaları ve açılarının 3-boyutlu rekonstrüksiyon yöntemi ile değerlendirilmesi Kerem Atalar1, Zafer Kutay Coşkun2

1Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Zonguldak; 2Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara AMAÇ: Yapmış olduğumuz bu çalışmada Türk toplumunda C2'den C7'ye kadar vida giriş noktalarının referans noktalara olan uzaklıklarının, vida giriş yönlerinin transvers ve sagittal düzleme olan açılarının ve kullanılabilecek maksimum vida uzunluklarının cinsiyet, yaş grupları ve vertebralara göre belirlenmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM: Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı’nda çeşitli nedenlerle boyun bölgesi (Bilgisayarlı Tomografi) BT incelemesi yapılmış hastalara ait görüntüler retrospektif olarak değerlendirildi. Değerlendirilmek üzere seçilen ve yaşları 18-79 arası değişen 100 hastaya ait BT görüntüsü (41 erkek, 59 kadın) DICOM formatında OSIRIX programına aktarıldı. Görüntüler 3 boyuta çevrildi ve kemik dokusunun en iyi gözlenebileceği şekilde yoğunluk ayarları yapıldı. Elde edilen son görüntüler üzerinden pedikül axis uzunluğu (PAU), pedikül transvers açısı (PTA), pedikül sagittal açısı (PSA), vida giriş noktasının lateral çentiğe uzaklığı (LNU) ve vida giriş noktasının processus articularis inferior’a uzaklığı (PAIU) C2’den C7’ye kadar her bir vertebrada sağ ve sol olarak ayrı ayrı ölçüldü. BULGULAR: C2’de LNUL ve PAIUL, C3’te LNUR, PAIUR ve PAIUL, C4’te PAIUR ve PAIUL, C5’te PAIUR kadın ve erkek grupları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark gösterirken (p<0,005) C6 ve C7’de hiçbir parametre anlamlı fark göstermemiştir (p>0,005). C2’de

Page 49: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

LNUR ve LNUL, C3’te LNUL’nin yaş arttıkça artarken, C7’de PTAL’nin istatistiksel olarak anlamlı şekilde azaldığı belirlendi (p<0,005). PAUR ve PAUL kadınlarda en fazla C3’te (%36,58) erkeklerde ise en fazla C4’te (%25,37) kesişim göstermiştir. SONUÇ: Çalışmamız sonucunda elde ettiğimiz veriler, Servikal Transpediküler Vidalama Tekniği’nin (STVT) uygulanmasına yönelik olarak cerrahlara uygun vida seçimi ve cerrahi metodun belirlenmesinde yardımcı olabileceği düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: anatomi, servikal vertebra, servikal pedikül vidalama, 3 boyutlu rekonstrüksiyon SS-40 D Deneysel periferik nöropati modelinde Hericium erinaceus'un iyileştirici etkisi Ramazan Üstün1, Mustafa Aden1, Elif Kaval Oğuz2, Filiz Taşpınar1, Ayşe Şeker1

1Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Van; 2Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Sinirbilim Araştırma Birimi, Van AMAÇ: Sisplatin, çeşitli solid tümörlerin tedavisinde kullanılan en etkili anti-kanser ilaçlardan biridir. Bununla birlikte, sisplatinin neden olduğu periferik nöropati (CIPN), sisplatinin en yaygın ve doz sınırlayıcı yan etkisidir. Klinikte, kemoterapi alan kanser hastalarının hem hayatta kalma oranının yükseltilmesi hem de yaşam kalitelerinin artırılması hedeflenir. Bu bağlamda periferik nöropati komplikasyonunu tedavi etmek ya da meydana çıkmasını önlemek önemli bir gereksinimdir. Aslanın yelesi (Hericium erinaceus) (HE) mantarı, yenilebilir ve tıbbi bir mantardır, anti-kanser ve nöroprotektif aktiviteler sergilediği bildirilmiştir. Bu çalışmada, HE'nin BALB / c farelerinde periferik nöropati modeli üzerindeki terapötik etkisini araştırmak amaçlandı. YÖNTEM: Çalışmada, BALB / c farelerinde sisplatin kullanılarak deneysel periferik nöropati modeli oluşturuldu. HE'nin sıcak su ekstraktı hazırlandı ve periferik nöropatiyi tedavi etmek için hayvanlara intraperitonal enjeksiyonla verildi. Terapötik etkiler, vücut ağırlığı değişikliklerinin analizi, elektromiyografik (EMG) ölçümler ve lazer taramalı konfokal mikroskop kullanılarak immünohistokimya teknikler ile araştırıldı. BULGULAR: HE'nin sıcak su ekstraktı sisplatin kaynaklı kilo kaybını önemli derecede önledi (p <0.05). EMG ölçümlerinde gruplar arasında anlamlı bir fark olmamasına rağmen, HE tedavisi, bileşik kas aksiyon potansiyeli (BKAP) genliğini artırarak ve latans süresini hızlandırarak fonksiyonel iyileşme eğilimi gösterdi. İmmünohistokimyasal bulgular, Hericium erinaceus tedavisinin CIPN'li hayvanlarda miyelin ve akson rejenerasyonunu önemli ölçüde başlattığını gösterdi (p <0.05). SONUÇ: HE deneysel periferik nöropati modeli üzerinde iyileştirici etkiler sergilemiştir. HE periferik nöropatide kullanılacak etkili ve güvenli bir terapötik ajan olabilir. Bu nedenle, çalışmamız HE'nin potansiyel bir terapötik ajan olarak daha ayrıntılı araştırılmasını garanti eder. Bu proje [2014-SBEYL149] kod numarasıyla Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Bilimsel Araştırma Proje Koordinatörlüğü tarafından finanse edilmiştir. Anahtar Kelimeler: sisplatin, periferik nöropati, hericium erinaceus, tedavi etkisi SS-41 Diyabetik nöropatide curcuminin nöroprotektif etkisi: FTIR görüntüleme çalışması Mehmet Melih Pınarbaşı1, Özlem Bozkurt Girit2, Nagihan Erten1, Mehmet Dinçer Bilgin2

1Adnan Menderes Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Biyofizik Anabilim Dalı, Aytepe, Aydın; 2Adnan Menderes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, 09010 Aydın AMAÇ: Diyabetik nöropati diyabetin en sık karşılaşılan komplikasyonları arasında yer almaktadır. Kan şekeri kontrolünden başka bir tedavi yöntemi bulunmayan diyabetik nöropatinin oluşumunun engellenmesi hasta refahını artıracaktır. Bu çalışmada, potent bir antioksidan olan curcuminin deneysel diyabetik sıçan modelinde siyatik siniri üzerine olan olası nöroprotektif etkilerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM: Yetişkin Wistar sıçanlarda tek doz 50 mg/kg STZ (streptozotosin) enjeksiyonu ile diyabet oluşturulmasının ardından periferal nöropati gelişmesi beklenmeden sıçanlara gliklazid (10 mg/kg), düşük doz (60 mg/kg) ve yüksek doz curcumin (200 mg/kg) oral gavaj ile 5 hafta boyunca her gün uygulanmıştır. Kontrol grubuna sadece çözücü verilmiştir. Soğutmalı mikrotom ile 12 μm kalınlığında alınan siyatik sinir kesitleri BaF₂ camlar üzerine yerleştirilerek Fourier dönüşüm kızılötesi (FTIR) mikrospektroskopisi ile incelenmiştir. BULGULAR: Diyabetin siyatik sinirde lipit/protein oranını ve lipitlerdeki karbonil miktarını artırdığı gözlenmiştir. Curcumin uygulamasının, özellikle düşük dozda bu değişimleri önlemede etkili olduğu gözlenmiştir. Diyabete bağlı artan doymamış lipid miktarı ve doymamışlık indeksinde, özellikle düşük doz curcumin uygulamasında artım gözlenmemiştir; bu sonuç lipit peroksidasyon son ürünlerinin curcumin uygulamasıyla azaldığını göstermektedir. Ayrıca, diyabet nedenli lipit yapısında görülen açil zincir uzunluğundaki artımın curcumin uygulamasıyla önlendiği görülmüştür. Diyabette fosfat grubu içeren lipitlerin oranında bir değişim görülmezken fosfat grubu içermeyen ve ester grubu içeren lipitlerin miktarında artım görülmüştür. Curcumin uygulanmasıyla fosfat grubu içeren lipitlerin oranının daha yüksek olduğu ve özellikle yüksek doz curcumin uygulamasında ester grubu içeren lipitlerin miktarının daha az olduğu görülmüştür. SONUÇ: Diyabet siyatik sinir doku makromoleküllerinde yapısal değişimler oluşturarak nörodejenerasyona neden olmaktadır. Diyabetik nöropati gelişiminin engellenmesinde curcumin umut verici nöroprotektif etkisi olan bir maddedir.

Page 50: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

Bu çalışma Adnan Menderes Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından TPF-17039 proje numarasıyla desteklenmiştir. Anahtar Kelimeler: Curcumin, diyabet, diyabetik nöropati, FTIR görüntüleme SS-42 Travmatik beyin hasarı oluşturulmuş sıçan modelinde sesamolün sekonder hasara karşı koruyucu etkileri Emine Arık1, Habibullah Dolgun2, Çağhan Töngen2, Çiğdem Fidan3, Erdinç Devrim3, Banu Coşkun Yılmaz4, Gülsen Bayrak4, Bora Gürer5 1Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Anesteziyoloji ve Reanimasyon, Ankara; 2Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Beyin Cerrahi (Nöroşirurji) Kliniği, Ankara 3Ankara Üniversitesi, Tıbbi Biyokimya Anabilim Dalı, Ankara; 4Mersin Üniversitesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Mersin; 5Fatih Sultan Mehmet Eğitim Araştırma Hastanesi, Beyin ve Sinir Cerrahisi, İstanbul AMAÇ: Travmatik beyin hasarı (TBH) yüksek mortalite ve morbidite oranlarına sahiptir. Oksidatif stres, apoptoz, enflamasyon ve iskemi TBH sonrası doku hasarına neden olur. Sesamol güçlü bir antioksidan, antiapoptotik ve nöroprotektif bir maddedir. Bu çalışmanın amacı, sıçan TBH modelinde sesamolün olası antioksidan, antiapoptotik etkilerini araştırmaktır. YÖNTEM: 32 adet erkek sıçan kontrol, travma, taşıt solüsyonu ve sesamol grubu olmak üzere dört gruba ayrılmıştır. Travma, taşıt solüsyonu ve sesamol gruplarına ağırlık düşürülmesiyle oluşan kapalı beyin kontüzyonu uygulandı ve taşıt solüsyonu grubuna salin, sesamol grubuna ise sesamol (100 mg / kg) travmadan hemen sonra intraperitoneal olarak uygulandı. Travma indüksiyonundan sonraki 24. saatte, beyin numuneleri çıkarıldı ve glutation peroksidaz (GSH-Px), malondialdehit (MDA), süperoksit dismutaz (SOD), katalaz (CAT), nitrik oksit (NO), nitrik oksit sentaz (NOS), ksantin oksidaz (XO) ve kaspaz-3 ölçüldü ve beyin korteksinde elektron ve ışık mikroskobu ile histomorfolojik değerlendirmeler yapıldı. BULGULAR: Travma ve taşıt solüsyonu gruplarında, GSH-Px, SOD ve CAT aktivitesinde TBH kaynaklı düşüş, sesamol tedavisi ile tersine çevrildi. Travma ve taşıt solüsyonu gruplarında artan MDA ve XO aktiviteleri, sesamol grubunda baskılandı. Travma ve taşıt solüsyonu gruplarında daha yüksek NO seviyeleri sesamol grubunda düşmüştür. NOS seviyesi travma ve taşıt solüsyonu grubunda daha düşükken sesamol grubunda arttığı gözlenmiştir. Travma ve taşıt solüsyonu gruplarında artmış kaspaz-3 aktivitesi, sesamol grubunda baskılandı. Histopatolojik incelemede, TBH'nın neden olduğu beyin korteksindeki hasar, sesamol grubunda daha hafif idi. SONUÇ: Yapılan bu çalışma ile ilk kez sesamolün antioksidan ve antiapoptotik aktiviteler aracılığıyla TBH'na karşı nöroprotektif etkiler gösterdiği ortaya koyulmuştur. Anahtar Kelimeler: sesamol, antioksidan, beyin SS-43 Endokrin bozucu kimyasalların beyindeki eser element ve mineral düzeylerine etkileri Duygu Aydemir1, Gözde Karabulut2, Gülsu Şimşek3, Müslüm Gök4, Nurhayat Barlas5, Nuriye Nuray Ulusu1

1Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi/Koç Üniversitesi Translasyonel Tıp Araştırma Merkezi (KUTTAM); 2Dumlupınar Universitesi Fen Fakültesi;3Koç Üniversitesi Yüzey Araştırmaları Merkezi (KUYTAM); 4Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi; 5Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi AMAÇ: Günümüzde insanlar tehlikeli kimyasallara kozmetik ürünler, yiyecek paketleri, kişisel bakım ürünleri, medikal ürünler, plastik şişeler ve oyuncaklar gibi endüstriyel ürünler aracılığı ile her gün maruz kalmaktadır. Di-2-etilhekzil fitalat (DEHP) endüstride en yaygın olarak kullanılan plastikleştirici maddedir ve endokrin sistemi bozma özelliği olan bir kimyasaldır. İnsanların günlük olarak DEHP’ye maruz kaldıkları miktar 3-30 μg/kg arasındadır ve bu maruz kalma soluma, beslenme ve dermal yoldan olabilir. Günümüzde DEHP ve metabolitlerine karşı artan bir endişe vardır, bunun nedeni bu kimyasalların sağlığı tehdit eden kimyasallar olmasından kaynaklanmaktadır. YÖNTEM: 24 adet prepubertal erkek Wistar albino sıçanlar DEHP uygulaması için rasgele dört grubu ayrıldı. DEHP dozları 0, 100, 200 ve 400 mg/kg/gün olarak belirlendi ve sıçanlara oral gavaj yoluyla uygulandı. Glikoz-6-fosfat (G6PD), 6-fosfoglukanat dehidrogenaz (6-PGD), glutatyon redüktaz (GR), glutatyon-S transferaz enzim aktiviteleri spektrofotometrik olarak ölçüldü. Eser element (Ag, Al, As, Ba, Be, Cd, Co, Cr, Cs, Cu, Fe, Ga, Li, Mn, Ni, Pb, Rb, Se, Sr, Ti, U, V, Zn) ve minerallerin (Ca, K, Mg, Na) seviyeleri DEHP’ye maruz bırakılan sıçanların beyin örneklerinde ICP-MS ile ölçüldü. BULGULAR: Sodyum (Na), magnezyum (Mg), potasyum (K), manganez (Mn), rubidium (Rb) ve demir (Fe) miktarları 400 mg/kg/gün DEHP’ye maruz bırakılan sıçanlarda control sıçanlara göre artış gösterdi ve bu artış istatiksel olarak anlamlı bulundur (p ≤ 0,0001). Çinko ve stransiyum miktarları ise 200 mg/kg/gün DEHP’ye maruz bırakılmış sıçanların beyninde istatiksel olarak anlamlı bir şekilde arttı (p ≤ 0,0001). Diğer yandan bakır seviyeleri ise 200 mg/kg/gün grubunda diğer DEHP doz gruplarına göre 1,5 kat azaldı ve bu azalma istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p ≤ 0,0001). SONUÇ: Sonuçlarımız gösterdiği üzere DEHP beyindeki eser element ve mineral seviyelerinin dengelerini bozmaktadır, bu nedenle sonuçlarımız uzun süreli DEHP’ye maruz kalınmasının beyindeki çeşitli fizyolojik ve biyokimyasal sorunlara yol açabileceğine işaret etmektedir. Anahtar Kelimeler: DEHP, beyin, antioksidan metabolizma, mineraller

Page 51: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

SS-44 Uzun süreli artımda glia hücreleri ile ilişkili nitrik oksitin etkisine dair bir hesaplamalı model Onur Alptürk1, Neslihan Serap Şengör2

1İstanbul Teknik Üniversitesi, Kimya Bölümü, İstanbul; 2İstanbul Teknik Üniversitesi, Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği Bölümü, İstanbul AMAÇ: Bilişsel süreçlerin oluşumu ve motor hareketlerin yapılabilmesi sinir hücreleri arasındaki iletişim ile mümkündür. Yakın zamana kadar glia hücrelerinin bu iletişimdeki rolü ihmal edilmiştir. Günümüzde glia hücrelerine ilişkin çalışmalar artmaktadır ve özellikle öğrenme ve hafıza oluşumunda etkin olduğuna dair çok sayıda çalışma yapılmaktadır. Son zamanlarda, glia hücrelerinin uzun süreli potansiyel artışı (Long-Term-Potentiation- LTP) sürecine etkisini içeren temel ve kapsamlı matematiksel modeller önerilmiştir. Bu modellerde bir nörotransmiter olan nitrik oksidin etkisinden bahsedilmiş ancak bu etki modele dâhil edilmemiştir. Bu çalışmada Hodgkin-Huxley hücre modelinden yola çıkılarak, nitrik oksidin etkilediği kalsiyum kanalları sinir hücresi modeline eklenmiş ve nitrik oksidin kalsiyum kanallarına etkisine dair bir model önerilmiştir. YÖNTEM: Sinir hücrelerinin fizyolojik özelliğine dayanarak önerilen en detaylı model, Hodgkin-Huxley modelidir. Ancak orijinal hali ile bu model, sadece hücre zarındaki potasyum, sodyum kanallarının etkisini detaylı olarak ele almış ve diğer kanalların etkisi sızıntı akımı aracılığı ile modellenmiştir. Nitrik oksitin etkisini model aracılığı ile gözlemleyebilmek için kalsiyum kanallarına gerek vardır. Bu çalışmada öncelikle nitrik oksitin etkin olduğu kalsiyum kanalları üç ayrı özellikte olmak üzere modele eklenmiş ve nitrik oksit derişimin değişimi de bir diferansiyel denklem ile modele eklenmiştir. Dinamik sistem yapısı gözönüne alınarak bir diferansiyel denklem takımı ile ifade edilen modele ilişkin benzetimler, Python yazılım dilinde BRIAN2 kütüphanesi kullanılarak gerçekleştirilmiştir. BULGULAR: Yapılan benzetimler ile nitrik oksitin etkisi ile kalsiyum konsantrasyonunun arttığı ve bunun sonucunda sinir hücresinin davranışının değiştiği gözlenmiştir. Buna ek olarak, uyaran akım değeri sabit iken nitrik oksidin değerinin artırılması ile sinir hücresinin ürettiği vuru katarının frekansını artmıştır. SONUÇ: Özellikle hippokampal nöronlarda yapılan deneysel çalışmalarda belirtildiği gibi modelde de nitrik oksit derişimi artıkça vuru frekansı arttığı görülmüştür. Anahtar Kelimeler: hesaplamalı sinirbilim, glia, öğrenme, LTP SS-45 TRPA1 ve TRPM7 iyon kanalları arasındaki GG4 (GXXXG) motif farklılığı Süleyman Aydın1, Ayça Çakmak2

1Anadolu Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, Eskişehir; 2Yozgat Bozok Üniversitesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, Yozgat AMAÇ: Bazı ligandların TRPA1 ve TRPM7 iyon kanalları üzerinde etkili olduğu bildirilmiştir. Bu ligandların farklı TRP iyon kanalları üzerinde nasıl bağlandığı henüz bilinmemektedir. Son yıllarda protein-protein etkileşmesinde motiflerin önem taşıdığı gösterilmiştir. Bu çalışmada karvakrolun etkileştiği bildirilmiş olan TRPA1 ve TRPM7 iyon kanalları arasında GXXXG (GG4) motif farklılıklarının biyoinformatik yöntemlerle araştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM: Bu çalışmada, insan TRPA1 ve TRPM7 iyon kanallarının yapılarına ait bilgiler UniProt web server kullanılarak elde edilmiş, GNU/Linux işletim sistemi Bash komutarı ile işlenmiş, iyon kanallarına ait protein dizileri arasındaki benzerliklerin gösterilmesi için Clustal omega (ver. 1.2.4) kullanılmıştır. TRPA1 ve TRPM7 yapısındaki amino asit dağılımlarının gösterilmesinde R programlama dili kullanılmıştır. BULGULAR: Bu çalışmada TRPA1 ve TRPM7 üzerinde GG4 motiflerinin var olduğu bulunmuştur. Her iki proteinde birbirlerine benzer özellikte birden fazla sayıda GG4 motifinin varlığı gözlenmiş, sadece TRPA1 iyon kanalının yapısındaki GG4 motifinin tirozin içerdiği görülmüştür. TRPM7 üzerinde bulunan GG4 motifi ile nikotinik reseptör alt birimlerinden olan ACH10 yapısındaki GG4 motifi arasında benzerlik bulunduğu bulunmuştur. MXXXM (MM4) motifinin sadece TRPM7 yapısında bulunduğu ancak TRPA1 yapısında bulunmadığı gözlenmiştir. SONUÇ: GG4 motifinin her iki iyon kanalının yapısında var olması bu motifin birçok ligand için ortak etkileşme noktası olabileceğini düşündürmektedir. Bu iki iyon kanalı arasında sadece TRPA1 yapısında bulunan GG4 motifinin tirozin içermesinin önemi bugün bilinmemektedir. TRPA1’den farklı olarak, TRPM7 iyon kanalı ile nikotinik reseptör birimlerinden birisi olan ACH10 arasında GG4 motifi açısından benzerliğin varlığı, etki mekanizması ve ilaç etkisi açısından TRPA1 ile TRPM7 arasındaki önemli farklılıklardan birisidir. TRPM7 ile nikotinik aktivite arasında bir ilişkinin olabileceği ve araştırılması gerektiği sonucuna varılmıştır. Anahtar Kelimeler: TRPA1, TRPM7, GG4 motifi, biyoinformatik SS-46 Kullanıcı dostu yazılım kullanılarak morfolojik ve biyofiziksel olarak gerçekçi tekil sinir hücrelerin simulasyonu Zübeyir Özcan1, İlknur Kayıkçıoğlu2, Ömer Yıldırım3, Cemal Köse2, Temel Kayıkçıoğlu1

1Karadeniz Teknik Üniversitesi, Elektrik Elektronik Mühendisliği, Trabzon; 2Karadeniz Teknik Üniversitesi, Bilgisayar Mühendisliği, Trabzon; 3Gümüşhane Üniversitesi, Elektrik Elektronik Mühendisliği, Gümüşhane

Page 52: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, morfolojik ve biyofiziksel olarak gerçekçi tekil hücrelerde nöronal dinamiklerin simülasyonu için tasarlanmış kullanıcı dostu yazılımın yeteneklerini tanıtmaktır. YÖNTEM: Önceki çalışmalarımızdan görülebileceği üzere, çok yönlü bir eğitim yazılımı geliştirilmiştir. Bu çalışmada, yazılım bilimsel amaçlara da hizmet edebilmesi için ek özelliklerle genişletilmiştir. Bu geliştirmeyle, akım kenetleme, gerilim kenetleme ve sinaptik girişler olmak üzere çeşitli tipte uyarımlar kullanılabilir duruma getirilmiştir. Örnek olarak, birincil görsel alanın 4. katmanında bulunan morfolojik ve biyofiziksel olarak gerçekçi bir fare beyin hücresi seçilmiştir. Bu hücrenin morfolojik detayları Allen Institute tarafından, yapılan deneysel çalışmalara göre yeniden inşa edilmiş ve biyofiziksel parametreler uydurulmuştur. Bunlar kullanılarak, genişletilmiş yazılımda bu deney şartları yeniden oluşturulmuş ve uzun kare, kısa kare, rampa akım kenetlemeleri gibi girişlerle test edilmiştir. BULGULAR: 34 °C sıcaklık koşulları altında, sinir hücresi 217 pA uzun kare akıma 21 spayk/sn ile tepki vermiştir. 35 saniyede 800 pA genliğine çıkan rampa akım kenetleme deneyine hücre 7460 ms de ilk spayk olmak üzere 61,57 spayk/sn frekansı ile karşılık vermiştir. Kısa kare deneyinde, hücrenin ateşlenmesi için minimum akım genliğinin 570 pA olduğu görülmüştür. Sonuçlara göre, simülasyon deneylerle anlamlı bir uyum göstermiştir. SONUÇ: Bu çalışma, yazılımın sadece eğitim amaçlı değil aynı zamanda bilimsel amaçlar için de uygun olduğunu göstermektedir. Herhangi bir kullanıcı bunu, çeşitli hücrelerin nöronal dinamiklerini araştırmak için kullanabilir. Çok yönlü bir ara yüz olduğundan, kullanıcıların kodlama konusunda uzman olmaları gerekmez. Bu yazılımın öğrencilerden bilim insanlarına kadar geniş bir yelpazedeki insanlara yardım etmesi beklenmektedir. Anahtar Kelimeler: hesaplamalı sinirbilim, modelleme, NEURON, yazılım SS-47 Kortikal kaynak uzayı kullanarak yüksek doğruluklu beyin bilgisayar ara yüzü geliştirme Mustafa Yazici1, Mustafa Ulutaş1, Mukadder Okuyan2

1Karadeniz Teknik Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, Bilgisayar Mühendisliği Bölümü, Trabzon; 2Karadeniz Teknik Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Temel Tıp, Fizyoloji Anabilim Dalı,Trabzon AMAÇ: Bu çalışmada sağ el ve sağ ayak motor imgelemi sırasında kaydedilen EEG sinyalleri ile aynı sinyallerin kortikal aktivasyonlarının doğruluklarının karşılaştırılması hedeflenmiştir. Kortikal aktivasyonlar, elektrot kayıtlarını kortikal kaynaklara dönüştüren EEG kaynak görüntüleme ile elde edildi. Beyin Bilgisayar Ara yüzü (BBA) tabanlı el ve ayak protezlerinin hem hesaplanan kortikal seviyesinde hem de elektrot seviyesinde, yüksek doğrulukla kontrolü bu çalışmada amaçlanmıştır. YÖNTEM: Çalışmada 5 sağlıklı insandan alınan 118 kanalla kaydedilen EEG motor imgelemi verileri BCI Competition III Dataset IVa kullanılmıştır. Denekler ekrandaki ipuçlarına göre, sağ ellerini veya sağ ayaklarını hareket ettirdiklerini hayal etmişlerdir. Kortikal işaretleri hesaplamak için Brainstorm yazılımı ve gerek duyulan kafa modeli olarak ICBM152 modeli tercih edilmiştir. Ortak Uzamsal Örüntüler (OUÖ) (Common Spatial Patterns, CSP) özellikleri çıkarılan işaretler, Destek Vektör Makinesi (DVM) (Support Vector Machine, SVM) ile sınıflandırılmıştır. BULGULAR:Bu çalışmada ham elektrot verileri ve fizyolog tarafından işaretlen motor hayal alanlarına (sensorimotor) karşılık gelen hesaplanan kortikal kaynak sinyalleri kullanılmıştır. Kullanılan 6 alan, sağ ve sol lobda bulunan birincil ayak somatosensör alanı, birincil el somatosensör alanı ve somatosensör ortak bölgeleridir. Bu alanlardaki kaynak verileri ile 5 denek için sırasıyla %100, %98.21, %100, %100 ve %98.81’lik doğruluk sağlanmasına karşılık elektrot verileri ile %100, %92.86, %99.49, %87.95 ve %64.29’luk doğruluk sağlanabilmiştir. SONUÇ: BBA özellikle motor engelli kişiler için yardımcı olabilecek bir teknoloji olmasına karşılık, sınırlı işaret sınıflama başarısı ve kullanım kolaylığı yanında standartlar ve yasal düzenlemelerin olmaması, yaygın olarak kullanılmasını engellemektedir. Bu çalışmada kaynak EEG verileri kullanılarak önce motor imgeleme hareketleri sınıflandırılmış ve sonuçları hem elektrot hem de kayda değer sınıflama iyileşmesi sağlayan, hesaplanan kortikal işaretlerin kullanımı ile karşılaştırılmıştır. İşaretlenen kortikal alanlar içindeki hesaplanan sensorimotor işaretler kullanıldığında özellikle eğitim verilerinin daha az olduğu 5. denek için başarı artışı sağlanmıştır. Teşekkür: Değerli fikir alışverişi için Dr. Arif Kamil Salihoğlu’na teşekkür ederiz. Anahtar Kelimeler: EEG, beyin bilgisayar ara yüzü, motor imgeleme, kortikal kaynaklar SS-48 İnsan vomeronasal organı üzerine radyolojik ve biyoinformatik bir ön çalışma Arif Kamil Salihoğlu1, Serbülent Ünsal2, Cemal Aydoğan3, Merve Celep4, Aykut Teymur3, Ahmet Sarı3, Ahmet Ayar1

1Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Trabzon; 2Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Biyoistatistik ve Tıp Bilişimi Anabilim Dalı, Trabzon; 3Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Radyoloji Anabilim Dalı, Trabzon; 4Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Trabzon AMAÇ: Vomeronazal organ (VNO), omurgalılarda nazal septumun antero-inferior bölgesinde bilateral olarak bulunan, olfaktör bulbusa projekte olabilen, nöroepitel bir yapıdır. Yardımcı olfaktör sistemin parçası olduğu kabul edilen bu organdaki reseptörler feromonlar aracılı sosyal ve cinsel davranışların şekillenmesine katkısı hayvanlar için belirgin, insanlar için hem anatomik varlığı

Page 53: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

hem de fizyolojik işlevi tartışmalıdır. Bu çalışmada, insanda erişkin dönemde çoğunlukla atrofiye uğradığı düşünülen bu yapının varlığının tespiti ve olası işlevlerinin derlenmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM: Literatürde yer alan radyolojik çalışmalarda vomeronazal yapının nazal septum üzerinde uni-/bi-lateral olarak pit (çukur) veya duktus şeklinde bulunduğu bildirilmektedir. Dolayısıyla KTÜ Tıp Fakültesi Farabi Hastanesinde son bir yılda çekilmiş temporal kemik yüksek çözünürlüklü bilgisayarlı tomografi (YÇBT) görüntülerinde vomeronazal pit/ductus yapısı üzerinden VNO araştırıldı. Ayrıca, biyoinformatik çalışmalar kapsamında omurgalı canlılarda vomeronazal reseptörlerin sentezinde rol aldığı bilinen VN1R(1-5) genlerine ait, insanda hangi dokularda eksprese oldukları İsviçre Biyoinformatik Enstitüsü 'Bgee' veri tabanında, sentezlenen proteinlerin hücre içi fonksiyonları FFPred uygulamasında, olası protein etkileşimleri String veri tabanında incelendi. BULGULAR: İncelenen 288 YÇBT kaydında vomeronasal pit görülme sıklığı %14.2 (40/282), [erkeklerde %16.7 (28/168), kadınlarda %10.5 (12/114)] olarak gözlendi. Biyoinformatik veritabanının insanlarda VNO reseptörlerinin lokalizasyonu açısından analizinde VN1R1’in adenohipofiz, prefrontal korteks, nükleus akumbens, hipotalamus gibi birçok beyin bölgelerinde; VN1R2’nin testis, kalp, mesane, tiroid, vagina, ovaryum, beyin gibi birçok organda; VN1R3’ün testisler ve vaginada; VN1R4’ün yalnızca testislerde; VN1R5’in prefrontal korteks ve hipotalamusta eksprese edildiği tespit edildi. VN1R1 reseptör proteininin OR7D4, OMP, CNGA2 gibi olfaktör reseptör proteinleriyle, RHO/rodopsin proteini ile, RTP1-2 gibi reseptör transport proteinleriyle, ZNF772 ve ZNF773 gibi çinko-parmak proteinleriyle; VN1R2 ve VN1R4 reseptörlerinin OMP, RHO, RTP2 yanı sıra AVPR2 (vazopressin-2 reseptörü) ile fonksiyonel olarak etkileşim tahminleri yapıldığı belirlendi. SONUÇ: Bu kesitsel çalışmada VNO bulunma oranı literatürden (>%25) daha düşüktür. Biyoinformatik verilerin VNO reseptörlerine ilişkin genlerin insanda özellikle reprodüktif organlarda yoğunlaştığını ve koku reseptörleri ve rodopsin proteinleriyle ilişkisini ortaya koyması bu yapının insanda da işlevsel olabileceğini düşündürmekte olup; kesin kanı için multidisipliner çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır. Anahtar Kelimeler: vomeronasal organ, nöroepitel, kemoresepsiyon, bilgisayarlı tomografi, biyoinformatik SS-49 Meningeal lenfatik sistemin bağlantıları ve drenajı: nörodejeneratif hastalıkların patogenezini çalışmak için yeni bir hedef Erkan Kılınç1, Francesco Mattia Noè2, Fatma Töre3, Rashid Giniatullin2

1Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Bolu; 2A.I. Virtanen Enstitüsü, Doğu Finlandiya Üniversitesi, Kuopio, Finlandiya; 3Fizyoloji Anabilim Dalı, Biruni Üniversitesi, İstanbul AMAÇ: Beynin drenaj sistemi, serebrospinal sıvıyı ve beynin interstisyel sıvısındaki atık ve nörotoksik maddeleri uzaklaştırmak için hayati öneme sahiptir. Yakın zamanda beynin meningeal lenfatik drenaj sistemi keşfedilmiştir. Ancak bu sistemin ekstraserebral yapılara olan drenaj ağları ve mekanizmaları henüz iyi bilinmemektedir. Sunulan çalışmada, kemirgenlerde sisterna magnaya evans-mavisi enjekte ederek menenjiyal lenfatik sistemin bağlantıları ve drenajını araştırmak amaçlanmıştır. YÖNTEM: Deneylerde altı adet 250-300 g ağırlığında erkek Wistar sıçan ve 24-28 g ağırlığında fareler kullanılmıştır. Sıçanların sisterna magnasına Hamilton iğne ile 60 μl evans-mavisi (%2) 30 dak boyunca enjekte edildi. Diğer deney serilerinde, farelerin sisterna magnasına mikropompa ile 10 μl evans-mavisi 10 dak boyunca enjekte edildi. İki saat sonra, süperfisyal ve derin servikal lenf nodları, beyin, duramater, serebellum ve gözler bu dokularda evans-mavisi birikimi açısından kalitatif ve kantitatif olarak değerlendirildi. Dokulardaki evans-mavisi konsantrasyonları elisa okuyucu ile spektrofotometrik olarak ölçüldü. Kantitatif veriler one-way ANOVA ile analiz edildi. BULGULAR: Hem sıçanlarda hem de farelerde beyin omurilik sıvısına (BOS) enjekte edilen evans-mavisi meningeal lenfatik damarlardan süperfisyal ve derin servikal lenf nodlarına, gözlere, serebral arterlere ve serebelluma drene oldu ve bu dokularda farklı konsantrasyonlarda birikti. Bununla birlikte her iki kemirgen türünde evans-mavisi’nin beyin ve duramater dokusuna geçmediği tespit edildi ve derin servikal lenf nodlarındaki evans-mavisi konsantrasyonu süperfisyal servikal lenf nodlarındakinden daha yüksekti (p<0.05), ayrıca serebellumdaki ise hem servikal lenf nodlarındakinden hem de gözlerdekinden daha yüksekti (p<0.05). SONUÇ: Bulgularımız beynin interstisyel sıvısındaki nörotoksik solütlerin ve metabolik son ürünlerin BOS ile birlikte çoğunlukla derin servikal lenf nodlarına uzaklaştırıldığını önermektedir. Bu sistemin obstrüksiyonu veya disfonksiyonu Alzheimer, Parkinson ve migren gibi nöroimmün ve nörodejeneratif hastalıkların patogenezinde rol oynayabilir. Meningeal lenfatik damarlar nöroimmün ve nörodejeneratif hastalıkların patofizyolojisini çalışmak için çok önemli hedefler olabilir. *Bu çalışma TUBITAK-2219 ve Virtanen Enstitüsü tarafından desteklenmiştir. Anahtar Kelimeler: lenfatik klirens, meningeal lenfatikler, nörodejeneratif hastalıklar, servikal lenf nodları SS-50 Diyabetik sıçanlara uygulanan intravitreal mezenkimal kök hücre ve tamoksifen uygulamalarının intraoküler basınç ve VEP üzerine etkisi Sevil Kestane1, Bekir Çoksevim1

1Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi,Fizyoloji Ana Bilim Dalı, Kayseri

Page 54: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

AMAÇ: Tamoksifen ve kemik iliği kaynaklı Mezenkimal Kök Hücre (MKH) intravitreal transplantasyonunun, diyabetik sıçanların göz içi basıncı ve Visual Evoked Potential (VEP) üzerine etkileri araştırıldı. YÖNTEM: Çalışmada 2-3 aylık, 150-250gr ağırlığında 64adet Spraque Dawley cinsi sıçan kullanıldı. Rastgele yöntemle deneklerden 8 grup oluşturuldu ve gerekli uygulamalar 25 gün süreyle yapıldı. Çalışmaya alınan grupların fiziksel nitelikleri ve bazı fizyolojik özellikleri belirlendi. Diyabetik sıçan modeli tek doz streptozotozin ile oluşturuldu(60mg/kg). Tamoxifen uygulaması ise 10mg/kg doz’da 25 gün uygulandı. Tüm grupların İntraoküler Basıncı (İOB) portable tonometre ile takip edildi ve ölçümler ilk gün, onuncu ve yirminci günlerde yapıldı. Kemik iliğinden edinilen MKH uygulamaları ilgili gruplara iki defa 4µl/1x10⁶ kök hücre, 48 saat arayla sağ göze intravitreal injeksiyon yapıldı ve sol göz kontrol olarak kullanıldı.Çalışmanın 21. gün ile 23’cü gününde intravitreal MKH enjeksiyonundan sonra İOB ölçümleri ve VEP kayıtları gerçekleştirildi. Veriler bilgisayar ortamında istatistik yöntemler kullanılarak değerlendirildi ve anlamlılık düzeyi 0,05 alındı. BULGULAR: Kontrol bulgularına göre, vücut ağırlıklarında özellikle diyabet grubunda anlamlı bir artış görülürken, tamoksifen grubunda anlamlı bir azalma görüldü. Açlık kan şeker düzeylerinde Kontrol grubuna göre, MKH grubu ve Tamoksifen grubunda önemli azalmalar görüldü. Vücut sıcaklığı düzeylerinde MKH-Diyabet ve Tamoksifen uygulanan gruplarda önemli düzeyde artışlar tespit edildi. Göz içi basıncı düzeylerinde kök hücre uygulanan tüm gruplarda anlamlı azalmalar olduğu görüldü. Oksijen saturasyonu düzeyleri, Diyabet, MKH ve Tamoksifen gruplarında kontrol grubu verileri ile karşılaştırıldıklarında, gruplar arasındaki farklar istatistiksel olarak anlamlı bulundu. VEP verilerinden latans ve genlik düzeyleri 24Hz vizüel uyaranlara alınan yanıtlar kontrole göre diyabet grubu verileri arasındaki farklar anlamlı bulundu. SONUÇ: Diyabet ve tamoksifen gibi retinal dejenerasyona neden faktörlerin VEP genliklerinde yükselme, Diyabet, MKH ve tamoksifen gruplarında beden derecesinde artma, göz içi basıncındaki değişken bulgular, sempatik sistem cevabı yanında, GABAerjik ve dopaminerjik sistemlerin etkisi altında oluştuğu düşünüldü. *Çalışma Erciyes Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından 7751 proje kodu ile desteklenmiştir. Anahtar Kelimeler: mezenkimal kök hücre, intravitreal enjeksiyon, intraoküler basınç, diyabet, streptozotozin SS-51 Dipiron’un kronik öngörülemeyen hafif stres modelindeki antidepresan-benzeri etkisinde sitokinlerin rolü Olcay Kıroğlu1, Fatih Berktaş1, Erkan Maytalman2, Fazilet Aksu1

1Çukurova Üniversitesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, Adana;2Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi,Farmakoloji Anabilim Dalı, Antalya AMAÇ: Bazı klinik çalışmalarda ağrı ve depresyonun iki yönlü ilişkisinden söz edilmektedir. Bu ilişkide ağrı ve depresyon mekanizmalarındaki rollerinden dolayı sitokinlerin etkisi olması muhtemeldir. Çalışmamızda güçlü bir analjezik olan dipironun kronik öngörülemeyen hafif stres modelindeki (KÖHS) antidepresan-benzeri etkisinde sitokinlerin rolünü araştırmayı amaçladık. YÖNTEM: Çalışmada 20-25 g ağırlığında erkek fareler kontrol, stres ve stres+dipiron gruplarına ayrıldı. Depresyon oluşturmak için KÖHS modeli kullanıldı. Bunun için farelere 6 hafta boyunca çeşitli hafif stresörler uygulandı. 2. Haftadan itibaren her gün stres grubuna 0.1 ml/10 g salin, ilaçlı gruba 8 mg/g dipiron intraperitoneal uygulandı. Yedinci haftada davranış testleri olarak rota-rod (RR), zorlu yüzdürme testi ve splash testleri uygulandı. Tüm deneyler süresince farelerin ağırlığı ölçüldü ve dış görünümlerindeki değişiklikler skorlandı. Deneylerin sonunda sakrifiye edilen farelerden alınan kan örneklerinde; proinflamatuar IL1β, IL6, IL17, IFN ve TNF-α, antiinflamatuar IL-10, M-CSF, G-CSF düzeylerine bakıldı. Sonuçlar tek yönlü ANOVA ve Bonferonni testiyle değerlendirildi. Çalışmamız Ç.Ü Bilimsel Araştırma Projeleri No: TSA-2016-5856 desteklidir. BULGULAR: Farelerin ağırlıklarında bir değişiklik olmadı. Stresli farelerde dış görünüm skorları kontrol grubuna göre belirgin fark gösterdi (p<0,05), RR test süresi azaldı (sırasıyla 64.4±16.7 sn, 115±5 sn, p<0.05), zorlu yüzdürme testinde hareketsizlik zamanı arttı (194.6±10.9 ve 124.3±25.7 sn, p<0.05), splash teste yalanma hareket sayısı (181.5±19.25 ve 122.6±12.86 sn, p<0.05) azaldı. Dipiron uygulanan grupta stresli gruba göre RR (sırasıyla, 64.4±16.7 ve 111.2±5.3 sn, p<0.05) ve hareketsizlik süresi (199.8±5.2 ve 143.4±10.4 sn, p<0.05) belirgin şekilde düzeldi ve yalanma hareketleri sayısında artış oldu (181.5±19.25 ve 113.6±4.3 sn, p<0.05). Stresli hayvanlarda proinflamatuar sitokinlerin düzeyi artarken (p<0.05), antiinflamatuar sitokinlerin düzeyleri değişmedi. Dipiron grubunda proinflamatuar sitokinlerin düzeyi azalırken (p<0.05), antiinflamatuar sitokinlerin düzeyleri değişmedi. SONUÇ: Bu sonuçlar, kronik öngörülemeyen hafif stres modelinde dipironun antidepresan-benzeri etkisinin olduğunu, dipironun stresle artan proinflamatuvar sitokin düzeylerini azaltmasının antidepresan-benzeri etkisinde rolü olabileceğini göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Dipiron, antidepresan-benzeri etki, kronik öngörülemeyen hafif stres, sitokin, fare

Page 55: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

PS-01 Kronik Beyin Kaynaklı Nörotrofik Faktör (BDNF) eksikliğinin duyusal motor performanslara etkisi Hatice Keser1, Selcen Aydın Abidin1, İsmail Abidin1

1Karadeniz Teknik Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, Trabzon AMAÇ: Beyin Kaynaklı Nörotrofik Faktör (BDNF) merkezi sinir sisteminin hücresel düzeyde yapısal ve fonksiyonel gelişiminde rol oynar. Beyinde kronik BDNF eksikliği ile karakterize olan BDNF heterozigot fare, hipokampal öğrenme ve korku öğrenme gibi testlerde düşük performans göstermiştir. Fakat düşük BDNF konsantrasyonlarının kortikal fonksiyonları nasıl etkilediği bilinmemektedir. Çalışmanın amacı BDNF heterozigot farelerin korteks ile ilişkilendirilen duyusal motor davranış test performanslarının değerlendirilmesidir. YÖNTEM: Fareler KTÜ Tıp Fakültesi Cerrahi Araştırma Merkezi’nden temin edilmiştir. Deneylerde ortalama 20-25 g erkek C57BL/6 ırkı BDNF heterozigot (+/-) ve normal (+/+) fareler kullanılmıştır. Çalışma Karadeniz Teknik Üniversitesi Hayvan Deneyleri Yerel Etik Kurulu tarafından onaylanmıştır. Çalışmada yapılan deneyler için n=8 olmak üzere iki grup oluşturulmuştur; I. Grup: 8 adet normal yabanıl tip (wild type) fare: BDNF homozigot (+/+) II. Grup: 8 adet heterozigot fare: BDNF heterozigot (+/-) Duyusal-motor (sensory-motor) sinir fonksiyonlarını test etmek için üç ayrı davranış deneyi uygulanmıştır. 1. Silindir testi (cylender test), 2. Telde asılı kalma testi (hang wire test), 3. Yapışkandan kurtulma testi (adhesive removal test). Davranış deneyleri görüntüleri kayıt edilmiştir. Skorlama ve analizler daha sonra kaydedilen görüntülerden yapılarak teyit edilmiştir. İstatiksel analizleri student t testi ile yapılmıştır. BULGULAR:Yapılan davranış testlerinin tümünde BDNF heterozigot farelerin yabanıl tip farelere göre performanslarının daha düşük olduğu tespit edilmiştir. Bu azalmanın, silindir test (p<0,05), ve yapışkandan kurtulma testlerinde (p<0,05), istatistik olarak anlamlı olduğu görülmüştür. SONUÇ:BDNF’ün normal sinaptik fonksiyon için gerekli olduğu, nöroplastisiteyi etkileyerek normal gelişimsel ve bilişsel süreçlerde rol oynadığı bilinmektedir. Duyusal motor korteks hareket kontrolünü sağlar ve bedensel duyulardan sorumludur. Uygulanan testler postural koordinasyon, kas kuvveti, dokunma uyaranlarına cevap verme gibi duyusal motor korteksin organize ettiği fonksiyonları değerlendirir. Elde ettiğimiz bulgulara göre korteksteki BDNF eksikliğinin işlev bozukluklarına yol açabileceği gözlemlenmiştir. Normal kortikal gelişim ve fonksiyonlar için BDNF ekspresyon seviyesinin önemli olduğu gösterilmiştir. Anahtar Kelimeler: BDNF, duyusal motor davranış deneyleri, korteks, fare PS-02 Deneysel diyabetin serebellar oksidatif stres ve motor fonksiyona etkisi Birgül Altuğ1, İnci Turan2, Büşra Onar1, Hale Sayan Özaçmak2

1Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Fizyoloji Ana Bilim Dalı, Zonguldak;2Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Ana Bilim Dalı, Zonguldak AMAÇ: Diabetes mellitus (DM), yüksek mortalite ve morbidite riski olan kronik bir hastalıktır. Diyabetle oluşan santral sinir sistemindeki değişikliklerin lokomotor bozulma ve nöro-davranışsal bozuklukların oluşma riskini arttırdığı bilinmektedir. Serebellum, hareketlerin koordinasyonu ve vücuttaki motor fonksiyonların yerine getirilmesinde temel bir rol oynar. Oksidatif stres gibi karmaşık patofizyolojik mekanizmaların, diabetes mellitus ile ortaya çıkan nöronal hücre hasarında rol oynadığı gösterilmiştir. Deneysel diyabetin beyincik üzerindeki olası zararlı etkileri çok iyi anlaşılamamıştır. Bu çalışmanın amacı deneysel olarak oluşturulan diyabetin serebellumdaki etkilerini incelemektir. YÖNTEM: Çalışmamızda 24 adet 300-350 gr ağırlığında erkek Wistar Albino cinsi sıçan rastgele iki gruba ayrılmıştır. 1) Normoglisemik grup, 2) Diyabet grubu. DM oluşturmak için streptozotosin (STZ) tek doz (60 mg/kg) olarak intraperitoneal yolla uygulanmıştır. STZ uygulamasından 3 gün sonra açlık kan şekeri düzeyinin >250 mg/kg olması diabet olarak kabul edilmiştir. Deney sonlandırılmadan önce hayvanlarda motor koordinasyonu değerlendirmek için kiriş yürüme testi (Beam Walking test) uygulandı. Feda edilen sıçanlardan serebellum dokuları toplanarak lipid peroksidasyonunu göstermesi açısından malondialdehid (MDA) düzeyi ve antioksidan gösterge olarak glutatyon (GSH) seviyeleri ölçüldü. BULGULAR: Kiriş yürüme testinde platformu tamamlama süresi diyabet grubunda normoglisemik gruba göre düşük bulundu (p<0,05). Serebellum MDA düzeyleri diyabet grubunda kontrol grubuna göre yüksek saptandı (p<0,05). Serebellum GSH düzeyleri ise diyabet grubunda düşük bulunmasına rağmen iki grup arasında anlamlı farklılık yoktu. SONUÇ: Bu çalışma diyabetin serebellumda oksidatif stresi arttırarak motor fonksiyonlarda bozulma yarattığını göstermiştir. Anahtar Kelimeler: Diabetes Mellitus, serebellum, oksidatif Stres, streptozotosin PS-03

Poster bildirileri

Page 56: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

Kuprizon ile indüklenmiş demiyelinizasyon fare modelinde glial hücrelerde toll like reseptör-4 ekspresyonu Serra Öztürk1, Asiye Kübra Göksu2, Güneş Aytaç3, Gamze Tanrıöver2, Muzaffer Sindel1

1Akdeniz Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Antalya; 2Akdeniz Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Antalya; 3Yüksek İhtisas Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara AMAÇ: Multipl skleroz (MS), T hücrelere bağlı bir otoimmün merkezi sinir sistemi (MSS) hastalığıdır. Her ne kadar MS’in etiyopatogenetik faktörleri belirsizliğini korusa da, genetik yatkınlık ve çevresel indükleyicilerle ilişkili otoimmün mekanizmalardan şüphelenilmektedir. Toll-benzeri reseptörler (TLR'ler), otolog bileşenlere karşı immün reaksiyona aracılık ederler. MSS’nde ortaya çıkan inflamatuvar yanıtlarda mikrogliaların aktive olduğu bilinmektedir. Ancak,TLR4'ün kuprizona bağlı demiyelizasyondaki mikroglial ekspresyonu daha önce gösterilmemiştir. Bu bilgiler ışığında, kuprizon ile oluşturulan demiyelinizasyon modelinde glial hücrelerde TLR4 ekspresyonunu değerlendirmeyi amaçladık. YÖNTEM: Bu çalışmada, TLR4 ekspresyonunu araştırmak için C57BL/6 erkek farelerde kuprizon ile demiyelinizasyon modeli oluşturuldu. Demiyelinizasyon/kontrol ve remiyelinizasyon/kontrol olarak dört grup tasarlandı. Demiyelinizasyonu indüklemek için ise %0,2'lik kuprizon kullanıldı. Glial hücrelerde TLR4 ekspresyonu immünohistokimya ile değerlendirildi. BULGULAR: Demiyelinizasyon grubunun glial hücrelerinde TLR4'ün anlamlı bir şekilde artmış olduğu görüldü. Remiyelinizasyon grubu ile ekspresyon patternleri karşılaştırıldığında demiyelinizasyon grubunda TLR4 ekspresyonunun yoğunluğu dikkat çekiciydi. SONUÇ: Çalışmamızda TLR4 ekspresyonlarının demiyelinizasyon grubu farelerde anlamlı derecede yüksek olduğunu gösterdik. Glial hücrelerdeki yoğun TLR4'ün ekspresyonu, MS'in altında yatan immün aktivasyon mekanizmalarından biri olabileceğini düşündürmektedir. Hastalık hakkında daha fazla bilgi edinmek için histopatolojik ve moleküler çalışmaların yapılması gerektiği kanaatindeyiz. Anahtar Kelimeler: Multiple skleroz, toll-benzeri reseptörler, kuprizon, inflamasyon, TLR4 PS-04 Obstetrik brakial pleksus paralizisinde imgelemenin değerlendirilmesi Nursena Şengün1, Burcu Dilek1

1İstanbul Medipol Üniversitesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, İstanbul AMAÇ: Obstetrik brakial pleksus paralizisi (OBPP), doğum sırasında brakial pleksusun gerilme veya kopma nedeniyle yaralanması sonucu gelişen, ipsilateral üst ekstremitenin farklı bölgelerinde değişik derecelerde paraliziler ile birlikte ortaya çıkan klinik bir tablodur. İmgeleme, nörolojik ve ortopedik tedavilerde yeni bir rehabilitasyon aracı olarak belirlenmiştir. Bu çalışmanın amacı OBPP'li çocuklarda motor ve kinestetik imgeleme yeteneğini araştırmaktır. YÖNTEM: Çalışma, Medipol Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Girişimsel Olmayan Klinik Araştırmalar Etik Kurulu tarafından 159 karar no, 10840098-604.01.01-E.10507 sayılı onay ile onaylandı. 20 OBPP’li çocuk (8-18 yaş; 12 kız 8 erkek) ve OBPP grubuna göre yaş ve cinsiyet yönünden benzer şekilde seçilen 20 sağlıklı çocuk (8-18 yaş; 10 kız 10 erkek) değerlendirildi. OBPP’li çocukların 13’ünün sağ ekstremitesi, 7’sinin sol ekstremitesi etkilenmişti. 20 OBPP’li olgunun 11’i Narakas Sınıflandırma Sistemine göre Tip 1 grubunda, 4’ü Tip 2a grubunda, 2’si Tip 2b grubunda, 3’ü Tip 3 grubunda yer almaktaydı. İmgeleme yeteneği, Hareket İmgeleme Anketi-3 (HİA-3) ve Kinestetik ve Görsel İmgeleme Anketi (KGİA) ile değerlendirildi. BULGULAR: Kontrol grubuyla karşılaştırıldığında OBPP’li olguların imgeleme yeteneğinin daha zayıf olduğu görüldü (p<0,05). Gruplar arasında Hareket İmgeleme Anketi’nin içsel imgeleme, dışsal imgeleme ve kinestetik imgeleme alt skorları arasında anlamlı farklılıklar bulundu. SONUÇ: OBPP'li çocuklarda imgeleme yeteneğinin zayıf olması nedeniyle imgeleme yeteneğinin değerlendirilmesi ve imgeleme uygulamalarının rehabilitasyon programına eklenmesinin önemli olduğu sonucuna varıldı. Anahtar Kelimeler: obstetrik brakial pleksus paralizisi, imgeleme, motor imgeleme, kinestetik imgeleme PS-05 Parkinson hastalarının olaya ilişkin eeg beyin osilasyonlarının boylamsal olarak incelenmesi Tuba Aktürk1, Ebru Yıldırım2, Lütfü Hanoğlu3, Nesrin Helvacı Yılmaz3, Görsev G Yener4, Bahar Güntekin2

1İstanbul Medipol Üniversitesi, Meslek Yüksekokulu, Elektronörofizyoloji Programı, İstanbul; İstanbul Medipol Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sinirbilim Anabilim Dalı, İstanbul; İstanbul Medipol Üniversitesi, Rejeneratif ve Restoratif Tıp Araştırmaları Merkezi, İstanbul, 2İstanbul Medipol Üniversitesi, Uluslararası Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, İstanbul; İstanbul Medipol Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sinirbilim Anabilim Dalı, İstanbul; İstanbul Medipol Üniversitesi, REMER, Klinik Elektrofizyoloji, Nörogörüntüleme and Nöromodülasyon Lab, İstanbul; 3İstanbul Medipol Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Bölümü, İstanbul; 4Dokuz Eylül Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sinirbilim Bölümü, İzmir, Türkiye; Dokuz Eylül Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Bölümü, İzmir AMAÇ: Parkinson hastalığında kognitif bozulmalar gibi motor olmayan semptomlar görülmektedir. Bu kognitif yıkım özellikle artan hastalık süresiyle ortaya çıkmaktadır. Olaya ilişkin teta ve alfa yanıtlarının kognitif süreçleri yansıttığı bilinen bir bulgudur. Bu çalışmada Parkinson hastalarının olaya ilişkin EEG yanıtlarındaki değişikliklerinin boylamsal olarak incelenmesi amaçlanmıştır.

Page 57: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

YÖNTEM: 8 Parkinson hastası (PH) (hastalık süresi 1,5–15 yıl, eğitim 14±5 yıl, yaş 67±9, levodopa-eşdeğer doz 361±177 mg) ve eşleştirilmiş 8 sağlıklı kontrol çalışmaya dahil edilmiştir. Katılımcılara, sözel bellek süreçleri, görsel bellek, sözel akıcılık, görsel-algısal testleri içeren nöropsikolojik değerlendirme (NPD) ve Standardize Mini-Mental Test uygulanmıştır. EEG kaydı 32 Channel-DC sistemle gerçekleştirilmiştir. EEG kaydı sırasında, kognitif görev olarak görsel seyrek uyaran paradigması kullanılmıştır. EEG kaydı ve NPD PH’lara, yaklaşık bir yıl sonra, tekrar uygulanmıştır. EEG analizi için yedi lokasyon seçilmiştir (frontal, santral, temporal, temporopariyetal, pariyetal-1, pariyetal-2, oksipital). Olaya ilişkin teta (4-7 Hz) ve alfa (8-13 Hz) cevapları faz kitlenmesi (inter-trial coherence/ITC) ve güç spektrum (event-related spectral perturbation/ERSP) yöntemleri kullanılarak EEGLAB’de analiz edilmiştir. İstatistiksel analizler için tekrarlayan ölçümlerde ANOVA ve Kruskal-Wallis kullanılmıştır. BULGULAR: Teta ERSP için gruplar-arası fark istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur (p=0,01). Buna göre Sağlıklı kontroller, PH, PH izlem grubu şeklinde sıralı bir düşüş görülmektedir. Alfa ITC için gruplar-arası fark istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur (p=0,02). Sağlıklı kontroller en yüksek faz kitlenmesine sahipken PH izlem grubu PH’dan daha yüksek görülmektedir. Teta ITC ve Alfa ERSP’de istatistiksel açıdan anlamlı fark görülmemiştir. PH ve PH izlem grubu arasında NPD skorlarında istatistiksel açıdan anlamlı fark bulunamamıştır. SONUÇ: Bu ön çalışmada, bir yıllık periyottaki boylamsal kayıtlar, PH’larda teta gücünün azalmasının hastalık boyunca giderek artan sürekli bir süreç olduğunu göstermiştir. Ancak NPD’ye yansıyan bir fark görülmemektedir. Alfa ITC’lerde izlem grubundaki artış teta ERSP’deki düşüşün bir kompansatuar mekanizması olarak da yorumlanabilir. Istanbul Medipol Üniversitesi etik kurul karar no:E30217 Anahtar Kelimeler: alfa, EEG, olaya ilişkin osilasyonlar, Parkinson hastalığı, teta PS-06 Mental yorgunluk ve dikkat kontrolü becerisinin obstrüktif uyku apne (oua) hastalarında incelenmesi Farhad Nassehi1, Galip Özdemir1, Nart Bedin Atalay2, Melike Yüceege3, Hikmet Fırat3, Osman Eroğul1

1TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Biyomedikal Mühendisliği, Ankara; 2TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, Psikoloji Bölümü, Ankara; 3Dışkapı Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Göğüs Hastalıkları ve Uyku Merkezi Ana Bilim Dalı, Ankara AMAÇ:Obstrüktif uyku apnesi (OUA) uykuda en sık görülen solunum rahatsızlığıdır. OUA hastalarında gün içinde zihinsel yorgunluk ve dikkat kontrolü zorluğu yaşandığı bilinmektedir. Bu çalışmada, OUA hastalarından, dinlenim durumunda ve seçici dikkat testi sırasında EEG kayıtları alınmıştır. Çalışmanın amacı EEG sinyallerinin Apne Hipopne indeksi (AHI) bakımından farklılaşıp farklılaşmadığını incelemektir. YÖNTEM:Çalışmaya OUA tanısı alan 10 erkek katılımcı gönüllü olarak katılmıştır. Yapılan işlemler ve prosedürler için TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi İnsan Araştırmaları Etik Kurulundan gerekli izinler alınmıştır. Katılımcılar sabah uyanır uyanmaz zihinsel yorgunluklarını ölçmek için önce 3 dakikalık gözleri kapalı ve hareketsiz bir biçimde dinlenim durumu görevine ve dikkat kontrolünü ölçmek için 13 dakikalık Simon-Flanker görevine katılmışlardır. İki görev esnasında da EEG elektrotları 10-20 sistemine göre yerleşitirilmiş ve kayıtlar Fp1, Fp2, F1, F2, P3, P4, C3, C4, O1, O2 elektrotlarından alınmıştır. Sinyaller 5.dereceden 61.örneklik Savitzky-Golay süzgeci kullanılarak temel gürültüden arındırılmışlardır. Sinyallerin analizinde öznitelik olarak EEG sinyalinin alt bantları, bantların birbirine oranı ve bantların bağıl güç değerleri kullanılmıştır. Özniteliklerin gruplar arasındaki farkı araştırmak için Mixed-ANOVA istatistiksel yöntemi kullanılmıştır. BULGULAR:Öncelikle katılımcılar AHI >15 kriterine göre iki gruba ayrılmıştır. İstatistiksel analiz sonuçları gruplar arasında alt bantların bağıl güçlerinin; elektrot ve lateralizasyon değişkenlerinde, ayrıca elektrot x AHI>15, lateralizasyon x elektrot x AHI >15 etkileşimlerinde güçlü, anlamlı farklar(p<0.05) bulunmuştur. SONUÇ:Alfa bandının bağıl gücü için oturumlar arasında AHI<15 olan hastalarında iki görev arasında çok bir fark olmadığı ve dikkat kontrolü testini zorlanmadan yaptıkları ortaya çıkmıştır. Bunun sebebi AHI<15 olan hastaların daha az yorgun uyandıkları gösterilebilir. Bu sonuç literatürde kontrol grubu üzerinde yapılan diğer çalışmaların sonuçlar ile eşleşmektedir. Ayrıca Teta bandının bağıl gücü ve Alfa bandının bağıl gücünün yükselme trendleri arasında ters ilişki vardır. EEG sinyalinin her bandının farklı bilişsel görevlerle bağlantılı olduğundan bant tabanlı analizler, iki grubu ayırmada daha başarılı bulunmuştur. Anahtar Kelimeler: dikkat kontrolü, EEG, Epworth, mental yorgunluk, obstrüktif uyku apnesi PS-07 Zihnimizde kadın ve erkeği nasıl yerleştiriyoruz?: Erkeksilik ve kadınsılık temsillerinin SNARC ile incelenmesi Beyza Yener1, Tuğba Kocabaş1, Elif Kübra Erdoğan1, Kevser Gören1

1Ankara Üniversitesi, Psikoloji Bölümü, Ankara AMAÇ:Zihinsel Sayı Doğrusu (MNL) hipotezine göre, sayısal nicelikler soldan sağa doğru yönelen bir doğru üzerinde eşlemlenir. Bu yordama, büyük sayılara sağda, küçüklere ise solda daha hızlı tepki verme eğilimine karşılık gelen SNARC (Spatial Numerical Association of Response Codes) etkisi ile desteklenmiştir. Sonraki çalışmalar bu eğilimin sayısal olmayan büyüklüklere de genellenebileceğini göstermiştir. Öte yandan, maskülenlik-feminenlik boyutu üzerinde cinsiyet gibi bir takım psikolojik niteliklerin zihinde uzamsal temsil özellikleri konusunda oldukça az sayıda çalışma bulunmaktadır. Dolayısıyla, bu çalışma ile temel cinsiyet karakteristiklerinin görsel ve kavramsal temsilinde uzamın rolününün SNARC-benzeri bir yöntem ile araştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM:Yaşları 18-24 arasında, tümüyle sağlak 79 üniversite öğrencisi çalışmada katılımcı olarak yer almıştır. Deneylerde Boğaziçi

Page 58: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

Üniversitesi Yüz Veri Tabanı’ndan alınan ve farklı maskülinite-feminite puanlarına sahip kadın ve erkek yüz resimleri ile bağımsız bir ön çalışma ile maskülen-feminenlik ve nötrlük açısından değerlendirilmiş kelimeler kullanılmıştır. Uyarıcıların tümü ekranın ortasında seçkisiz olarak sunulmuş ve katılımcılardan uyarıcıları kadın ve erkek olmaları bakımından sağ ve sol tuşları kullanarak saptamaları istenmiştir. Denemeler karşıt dengeleme yolu dengelenmiştir. Analizler reaksiyon zamanları üzerinden yapılmıştır. BULGULAR:Fotoğrafın cinsiyeti ve maskülenlik-feminenliği arasında anlamlı bir etkileşim gözlenmiştir (F(1,70)=104.68, p=.000). Feminen kadın fotoğraflarına verilen tepkiler maskülen kadın fotoğraflarından; maskülen erkek fotoğraflarına verilen tepkiler de feminen erkek fotoğraflarından daha hızlı bulunmuştur. Ancak, bu etki tepki yönüne göre değişmemiştir. Kelimeler uyarıcı olarak kullanıldığında, tepki süreleri feminenlik veya maskülenlik açısından farklılaşmamıştır. Nötr kelimelere ilişkin tepki süreleri her iki kelime grubundan daha kısadır (F(2,138)=214.05, p=.000). İlginç bir biçimde, katılımcılar yüksek maskülenliğe sahip erkek ve yüksek feminenliğe sahip kadın resimlerine daha hızlı tepki vermişlerdir. SONUÇ:Bu bulgular şema-tutarlı bilgi işleme yaklaşımını destekler yöndedir ve cinsiyetlerin zihindeki temsillerinin muhtemelen cinsiyetin göstergesi olan özelliğin en uç düzeylerini yansıtan örneklerden oluştuğunu göstermiştir. Anahtar Kelimeler: erkeksilik/kadınsılık, sayısal olmayan büyüklükler, SNARC, zihinsel temsil PS-08 Sağlıklı genç yetişkinlerde görsel ve işitsel bellek süreçlerinin eeg olaya ilişkin osilasyonlar yöntemi ile incelenmesi Samet Hakan Uzunlar1, Pervin Çalışoğlu1, Tuba Aktürk2, Ebru Yıldırım3, Bahar Güntekin4

1İstanbul Medipol Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sinirbilim Anabilim Dalı, İstanbul; İstanbul Medipol Üniversitesi, REMER, Klinik Elektrofizyoloji, Nörogörüntüleme ve Nöromodülasyon Lab., İstanbul;İstanbul Medipol Üniversitesi, Meslek Yüksekokulu, Elektronörofizyoloji Programı, İstanbul; İstanbul Medipol Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sinirbilim Anabilim Dalı, İstanbul; İstanbul Medipol Üniversitesi, REMER, Klinik Elektrofizyoloji, Nörogörüntüleme ve Nöromodülasyon Lab., İstanbul;3İstanbul Medipol Üniversitesi, Uluslararası Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, İstanbul; İstanbul Medipol Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sinirbilim Anabilim Dalı, İstanbul; İstanbul Medipol Üniversitesi, REMER, Klinik Elektrofizyoloji, Nörogörüntüleme ve Nöromodülasyon Lab., İstanbul;4İstanbul Medipol Üniversitesi, Uluslararası Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, İstanbul; İstanbul Medipol Üniversitesi, REMER, Klinik Elektrofizyoloji, Nörogörüntüleme ve Nöromodülasyon Laboratuvarı, İstanbul AMAÇ: Bu çalışma, genç-yetişkinlerde görsel ve sözel bellek süreçlerinin farklı dinamik özelliklerini araştırmayı hedeflemektedir. Genç yetişkinlerde beynin dinamik yanıtları iki ayrı bellek paradigması ile elektroensefalografi (EEG) Olaya ilişkin teta ve alfa yanıtları analiz edilerek incelenmiştir. YÖNTEM: Araştırmaya nörolojik ve psikiyatrik bir bozukluğu bulunmayan, 8 genç-yetişkin (18-24 yaş) katılmıştır.Kişilere görsel ve işitsel, iki ayrı bellek paradigması uygulanmıştır. Ag/AgCl elektrotlarla, 20 kanallı EEG çekimi yapılmıştır. Görsel uyaran paradigmasında kişilere Boston Adlandırma Testinde (BAT) yer alan 15 farklı resim gösterilmiştir. İşitsel uyaran paradigmasında, BAT’tan seçilen, görselde kullanılanlardan farklı 15 nesnenin sesli okunuşları dinletilmiştir. Kişilere paradigma öncesinde, uyaranlara dikkat etmeleri istenmiştir. İşitsel ve görsel uyaranları akıllarında tutmaya çalışmaları ve çıkışta bunların kendilerine sorulacağı belirtilmiştir.Kayıt, uyaranlara göre dilimlenmiştir ve Bağımsız Bileşen Analizi de kullanılarak gürültülerden arındırılmıştır. Verilere, EEGLAB programında, 4-7 Hz, 8-13 Hz ve 0-400 ms aralığında; Event-Related Spectral Perturbation (ERSP) ve Inter-Trial Coherence (ITC) analizleri yapılmıştır. BULGULAR: Teta frekans bandının ERSP’lerinde, paradigma ve bölge etkileşiminde (F(6, 36)= 4,036; p=.049) anlamlı fark bulunmuştur. Santral bölge dışındaki tüm bölgelerdeki teta gücü, oksipitalde en yüksek olmak üzere görsellerde daha yüksektir. Alfa frekans bandının ERSP’lerinde anlamlı fark bulunamamıştır. ITC’lerde, paradigmalarda (F(1, 6)= 14,020; p=.010) ve bölgelerde (F(6, 36)= 8,884; p=.004) anlamlı fark bulunmuştur. Faz kilitlenmesi görsellerde ve frontal-santral bölgelerde yüksektir. SONUÇ: Bu bulgular doğrultusunda, görsel bellek süreçlerinin sözel bellek süreçlerinden tetada güç artışıyla ve alfada faz kitlenmesiyle ayrıştığı düşünülmektedir. Görsel bellek paradigmasında teta yanıtlarının işitsel paradigmadan daha yüksek olması, bellek süreçlerinde görsel sistemde işitsel sisteme göre artmış seviyede aktivitenin gerçekleşebileceğini gösterebilir. Etik Onay Belgesi İstanbul Medipol Üniversitesi Etik Kurul Karar No.: E53567 Anahtar Kelimeler: bellek, EEG, olaya ilişkin osilasyon,teta PS-09 Dinamik yüz ifadelerinin işlenmesinde EEG olaya ilişkin teta yanıtlarının incelenmesi Tuba Aktürk1, Sevilay Şahoğlu Göktaş2, Reyyan Uysal Kaba3, Yasemin Abra4, Dilek Özkan5, Aysun Kula6, Bahar Güntekin7

1İstanbul Medipol Üniversitesi, Meslek Yüksekokulu, Elektronörofizyoloji Programı, İstanbul; İstanbul Medipol Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sinirbilim Anabilim Dalı, İstanbul; İstanbul Medipol Üniversitesi, Rejeneratif ve Restoratif Tıp Araştırmaları Merkezi, İstanbul; 2İstanbul Medipol Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sinirbilim Anabilim Dalı, İstanbul; İstanbul Medipol Üniversitesi, Rejeneratif ve Restoratif Tıp Araştırmaları Merkezi, İstanbul; 3İstinye Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Psikoloji Anabilim Dalı, İstanbul; 4Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Biyolojik Bilimler Bölümü, Ankara; 5Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Konya; 6Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, Fen Fakültesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Anabilim Dalı, Sivas; 7İstanbul Medipol Üniversitesi, Uluslararası Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, İstanbul; İstanbul Medipol Üniversitesi, Rejeneratif ve Restoratif Tıp Araştırmaları Merkezi, İstanbul

Page 59: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

AMAÇ:Yüz ifadesi tanımak insan türünün sosyal yaşamının devamlılığı açısından son derece öneli bir yere sahiptir. Bu alanda yapılan araştırmalarda uyaran olarak fotoğraf kullanılması yaygın, kabul edilmiş bir yaklaşım olmakla birlikte günlük hayatta yüz ifadesi tanımada kullandığımız nöral prosesi gerçeğe yakın anlamamızda yetersiz kalıyor olabilir. Bu çalışmanın amacı elde edilen araştırma bulgularının, olayın dış dünyadaki karşılığını temsil etme derecesinin daha yüksek olacağını düşündüğümüz dinamik yüz ifadelerini algılamanın ve tanımanın beyindeki dinamik yapısını EEG-Beyin osilasyonları yöntemi ile incelemektir. YÖNTEM:15 sağlıklı genç-yetişkin katılımcı çalışmamıza dahil edilmiştir. Uyaran olarak “Amsterdam Dynamic Facial Expression Set” içinden 3 farklı yüz ifadesini (neşeli, korkmuş, nötr) gösteren 12 video seçilmiştir. EEG analizi için yedi lokasyon seçilmiştir (frontal, santral, temporal, temporopariyetal, pariyetal-1, pariyetal-2, oksipital). Analizler iki farklı zaman penceresinde yapılmıştır (0-400 ms, 1000-1400 ms). Olaya ilişkin teta (4-7 Hz) cevapları denemeler arası koherans (inter-trial coherence, ITC) ve olaya ilişkin spektral perturbasyon (event-related spectral perturbation, ERSP) yöntemleri kullanılarak analiz edilmiştir. EEG verilerinin istatistik analizinde tekrarlayan ölçümler için ANOVA kullanılmıştır. BULGULAR:Yapılan istatistik sonucunda, teta gücü (p=0,03) ve faz kitlenmesi (p=0,001) için “zaman” istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur. Buna göre ilk zaman penceresinde açığa çıkan teta gücü ve teta faz kitlenmesi ikinci zaman penceresindekinden daha yüksektir. Zaman*yüz ifadesi karşılaştırması da hem teta gücü (p=0,008) hem de teta faz kitlenmesi (p=0,011) için istatistiksel açıdan anlamlı bulunmuştur. Buna göre, ilk zaman penceresindeki cevaplar yüz ifadelerine göre değişmezken ikinci zaman penceresinde en yüksek faz kitlenmesi korkmuş yüzde, en az düşük ise nötr yüzde görülmektedir; en yüksek teta gücü neşeli yüzde en düşük teta gücü ise nötr yüzde görülmektedir. SONUÇ:Bulgular; ilk zaman penceresinde verilen teta cevaplarının yüz ifadesi fark etmeksizin daha çok görsel algının fizyolojik bir cevabını temsil ettiğini düşündürürken asıl yüz ifadesi işlemlemenin ikinci zaman penceresinde olduğu ve yüz ifadelerinin ayrımlanmasının burada gerçekleştiği düşünülmektedir. Istanbul Medipol Üniversitesi etik kurul karar no:E47609 Anahtar Kelimeler: EEG, emosyon, olaya ilişkin osilasyonlar, teta, yüz ifadesi PS-10 Çocuklarda başarılı çalışan bellek kodlaması artmış EEG theta yanıtları ile temsil edilir Bahar Güntekin1, Tuba Aktürk3, Figen Eroğlu Ada5, Ebru Yıldırım2, Hakan Uzunlar4, Pervin Çalışoğlu4, Enver Atay6, Ömer Ceran6

1İstanbul Medipol Üniversitesi, Uluslararası Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, İstanbul; 2Istanbul Medipol Üniversitesi, REMER, Klinik Elektrofizyoloji, Nörogörüntüleme ve Nöromodülasyon Lab, İstanbul; 3İstanbul Medipol Üniversitesi, Meslek Yüksekokulu, Elektronörofizyoloji Programı, İstanbul; 4İstanbul Medipol Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sinirbilim Anabilim Dalı, İstanbul; 5Istanbul Medipol Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi, Psikoloji Anabilim Dalı, İstanbul; 6İstanbul Medipol Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı, İstanbul AMAÇ: Beyin Dinamiği araştırmaları ile beynin kognitif süreçleri, dikkat, algılama ve bellek süreçleri çalışılmakta ve bu çalışmalar bize beynin dinamik yapısı ile ilgili önemli bilgiler vermektedir. Çocuklarda görsel ve işitsel bellek süreçleri sırasında beynin dinamik yanıtlarını inceleyen çok az sayıda araştırma vardır. Bu çalışmanın amacı çocuklarda işitsel ve görsel bellek süreçlerinin arasındaki farklılıkların EEG Beyin Dinamiği yöntemleri ile araştırılmasıdır. YÖNTEM: 6-7 yaş aralığında toplam 10 sağlıklı çocuk denemelere katılmıştır. Çocuklarda ilk olarak 18 kanal üzerinden EEG kayıtları görsel ve işitsel bellek paradigması sırasında alınmış sonrasında çocuklara WISC-IV zeka testi uygulanmıştır. EEG kaydı örneklem hızı 500 Hz, bant limitleri 0,01-250 Hz olacak şekilde alınmıştır. Görsel ve işitsel bellek paradigmasında Boston Adlandırma Testi içerisinden 6-7 yaş grubuna uygun nesneler seçilmiş, görsel paradigmada resimler çocuklara gösterilmiş, işitsel paradigmada ise çocukların nesnelerin isimlerini dinlemeleri sağlanmıştır. Her bir bellek paradigmasında 15 farklı nesne grubu dört set olacak şekilde uygulama yapılmıştır. Çocuklardan her bir deneme sonunda gördükleri ya da duydukları nesnelerden hatırladıklarını söylemeleri istenmiştir. EEG’de olaya ilişkin teta(4-7 Hz) ve alfa(8-13) yanıtlarında güç spectrum analizi ve faz kilitlenmesi analizi gerçekleştirilmiştir. BULGULAR:Çocukların görsel bellek paradigmasında ortalama 7,8±1,8 nesne ismini hatırladığı, işitsel paradigmada ise 6,6±2,6 nesne ismini hatırladığı tespit edilmiştir. Çocukların hatırladıkları ve unuttukları nesnelere verdikleri EEG yanıtları karşılaştırıldığında özellikle frontal bölge teta faz kilitlenmesinde anlamlı sonuçlara ulaşılmıştır. Teta faz kilitlenmesinin hem görsel hem işitsel paradigmada hatırlanan nesnelerde unutulanlara oranla daha yüksek olduğu tespit edilmiştir (p=0,011). Genel olarak hem teta hem alfa yanıtlarının görsel paradigmada işitsel paradigmadan daha yüksek olduğu tespit edilmiştir (p<0.05). SONUÇ:Çocuklarda aktif bir bellek sürecinde hatırlanan ve unutulan nesneleri özellikle frontal teta faz kilitlenmesi yöntemi ile tespit etmek mümkündür. Frontal teta yanıtının bellek süreçlerinde önemli bir rolü olduğu bilinmektedir. Bu çalışma ile birlikte çocuklarda da kognitif süreçlerde frontal teta yanıtının önemli bir rolü olduğu tespit edilmiştir. Etik Onay belgesi İstanbul Medipol Üniversitesi etik kurul karar no:E34153 Anahtar Kelimeler: alfa, bellek, çocuk, EEG osilasyonları,teta

Page 60: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

PS-11 Prenatal radyofrekans elektromanyetik alana maruz kalan erkek sıçan beyninde hipokampal değişiklikler Fazile Cantürk Tan1, Burak Tan2, Yasin Karamazı3, Süleyman Daşdağ4, Arzu Hanım Yay5

1Erciyes Üniversitesi, Biyofizik Ana Bilim Dalı, Kayseri; 2Erciyes Üniversitesi, Fizyoloji Ana Bilim Dalı, Kayseri; 3Çukurova Üniversitesi, Biyofizik Ana Bilim Dalı, Adana; 4Medeniyet Üniversitesi, Biyofizik Ana Bilim Dalı, İstanbul; 5Erciyes Üniversitesi, Histoloji-Embriyoloji Ana Bilim Dalı, Kayseri AMAÇ:Çalışmamızın amacı, 2450 MHz radyofrekans-elektromanyetik alana (RF-EMA) prenatal maruziyetin; iki nesil yavru erkek sıçanda MAPK proteinlerin hipokampal seviyede etkilerini araştırmaktır. YÖNTEM:Çalışmada Wistar Albino cinsi 12 adet dişi ve 4 adet erkek sıçan kullanıldı. 1 erkek ve 3 dişi sıçandan oluşan dört gruba bölündü. Maruziyet gruplarına 2450 MHz RF-EMA deney boyunca 12 saat/gün uygulandı. Kontrol grubu RF-EMA’ ya maruz kalmadı, 1. grup erkek sıçan maruz kaldı dişi sıçan maruz kalmadı, 2. grup hem erkek hem dişi sıçan maruz kaldı. 3. grup erkek sıçan maruz kalmadı dişi sıçan maruz kaldı. Döllemeden 30 gün önce 12 saat/gün RF uygulandı. 30 günün sonunda tüm gruplar döllendirildi. Yavru erkek sıçanlar iki aylık olunca her gruptan altı adet erkek sıçan genel anestezi altında sakrifiye edilerek hipokampüsleri alındı. Hipokampüste Western Blot tekniği kullanılarak seçilen kinazlar ölçüldü. Diğer erkek ve dişi sıçanlar 2. nesil çalışmalarında kullanıldı. BULGULAR:Birinci nesil erkek sıçanlarda; pERK düzeyinde kontrol ve maruziyet grupları arasında istatistiksel kayda değer bir fark vardı (p˂0,05). Ancak ERK, p38 ve p-P38 düzeylerinde kontrol ve maruziyet grupları arasında istatistiksel kayda değer bir fark yoktu. İkinici nesil erkek sıçanlarda; p-ERK ve p-P38 MAPK seviyelerinin 2. grupta kontrol grubuna göre anlamlı ölçüde azaldığı bulundu (p˂0,05). Total protein seviyeleri bakımından gruplar arası anlamlı farklılık bulunmadı (p>0,05). SONUÇ:Çalışma bulguları, sıçanların EMA’ya maruziyeti sonrası p-ERK ve p-P38 fosforilasyon düzeylerinin önemli ölçüde arttığını gösterdi. Bu bulgular, sıçanlarda EMA’ ya maruziyetin, öğrenme ve bellek gibi bilişsel süreçleri etkileyen MAPK yolunun işlevinde değişikliklere yol açabileceğine işaret etmektedir. Bu çalışma Erciyes Üniversitesi-Türkiye Bilimsel Araştırma Projeleri (ERUBAP) tarafından Proje numarası: TCD-2017-7275 desteklenmiştir. Anahtar Kelimeler: RF-EMA, nesil, beyin, ERK/MAPK, p38/38. PS-12 Kronik irisin uygulamasının sıçanlarda vücut ağırlığı ve üreme organ ağırlıkları üzerine etkileri Sinan Canpolat1, Özgür Bulmuş2, Nazife Ülker1, Ahmet Yardımcı1, Gaffari Türk3, Mete Özcan4

1Fırat Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Elazığ; 2Fırat Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Elazığ; 3Fırat Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Dölerme ve Suni Tohumlama Anabilim Dalı, Elazığ; 4Fırat Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, Elazığ AMAÇ:Bir egzersiz hormonu olan irisinin, enerji tüketimini artırarak vücut ağırlığı ve yağ kütlesinin azalmasına neden olduğu için anti-obezite etkili olabileceği ifade edilmektedir. Ekzojen irisin uygulamasının sıçanlardaki bu etkisinin mekanizması tam olarak bilinmemektedir. Bu çalışmada, puberte dönemindeki dişi ve erkek sıçanlarda kronik ekzojen irisin uygulamasının vücut ağırlığı ve üreme organ ağırlıkları üzerindeki etkinliğinin belirlenmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM:Çalışmada, 21 günlük ve 35 ± 2 gram ağırlığında olan toplam 48 adet Sprague-Dawley ırkı dişi ve erkek sıçan, kontrol ve irisin gruplarına ayrılmıştır (n=12). Postnatal 21. günden itibaren başlanarak ortalama 10 hafta boyunca, irisin gruplarına intraperitoneal olarak her gün 100 ng/kg irisin, kontrol grubuna ise serum fizyolojik verilmiştir. Deney süresince haftalık olarak tüm hayvanların vücut ağırlıkları ölçülmüştür. Deney sonunda alınan total over, uterus, testis, epididimis ve ventral prostat ağırlıkları 100 g canlı ağırlığa göre hesaplanmıştır. BULGULAR:Kontrol grubuyla karşılaştırıldığında, irisin uygulamasının dişi sıçanların vücut ağırlığını istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde artırdığı (1. ve 2. hafta için p˂0.05, 3-7.haftalar için p˂0.001 ve 8. ve 9. haftalar için p˂0.01), ancak erkek hayvanlarda ise bir farklılık görülmemiştir. İrisin uygulaması dişilerde total over ve uterus ağırlıklarını değiştirmemiştir. Erkeklerde ise total testis ve epididimis ağırlıklarını değiştirmezken ventral prostat ağırlığını istatistiksel olarak azaltmıştır(p˂0.05). SONUÇ:Bu çalışmada eksojen irisin uygulamasının sadece dişi sıçanlarda vücut ağırlığında artışa neden olması, irisinin dişilerde farklı bir mekanizma üzerinden bu etkisini göstermiş olabileceğini düşündürmektedir. Bu çalışma TÜBİTAK-118S519 no’lu proje kapsamında desteklenmektedir. Anahtar Kelimeler: İrisin, vücut ağırlığı, üreme organları, sıçan PS-13 Vanilya kokusu bilişsel fonksiyonları iyileştirir Leyla Aydın1, Begüm Senanur Baldan3, Hakan Topal3, Begüm Aydın2, Erhan Kızıltan4

1Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Konya; 2Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Dönem III Öğrencisi, Ankara; 3Necmettin Erbakan Üniversitesi, Meram Tıp Fakültesi, Dönem II Öğrencisi, Konya; 4Başkent Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Biyofizik Anabilim Dalı, Ankara

Page 61: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

AMAÇ:Çeşitli kokular kullanılarak gerçekleştirilen aromaterapinin geçmişi M.Ö. 5000’li yıllara uzanmaktadır. Son dönemlerde de kokunun antidepresan, uyarılmışlık, hafızanın arttırılması ve bilişsel bozukluğun düzeltilmesi gibi birçok etkilere sahip olduğu savunulmaktadır. Bu durum halk arasında da oldukça ilgi görmektetir. Özellikle vanilya kokusunun öğrenmede etkili olduğu kanısı yaygındır. Şeker ve Özerdem, kokuların beynin aktivitesi üzerine olan etkilerini araştırdıkları çalışmada, vanilya kokusunun EEG’de dalga değişikliklerine sebep olduğunu göstermişlerdir. Ancak vanilya kokusunun bilişsel fonksiyonlar üzerine etkisi ile ilgili çalışmaya rastlanmamıştır. Çalışmamızda, vanilya kokusunun bilişsel fonksiyonlar üzerine olası etkisini araştırmak amaçlanmıştır. YÖNTEM:Çalışmaya sağ el tercihli, renk körü olmayan, yaşları 18-22 arasında değişen sağlıklı erkek gönüllüler dahil edilmiştir (n=20). Çalışmada vanilya kokusunun olası bilişsel etkilerini değerlendirmek adına basit görsel reaksiyon zamanı (GRZ), kompleks GRZ, basit tanıma GRZ ve kompleks tanıma GRZ testleri uygulanmıştır. Testler normal oda atmosferinde, vanilya kokusu ve soğan kokusu olan odada olmak üzere 3 farklı günde tekrarlanmıştır. Kokuların kullanılması; vanilya kokusunun bilişsel fonksiyonlar üzerine etkisini incelerken kokunun genel olarak bir etkisi olup olmadığını dışlamak için de kötü koku olarak soğan kokusu kullanılmıştır. Koku yoğunluğunun standart olması amacı ile 5x5x2 cm boyutlarında 2 adet süngere 1’er ml vanilya yağı damlatılmış ve test yapılan oda kapalı olarak 30 dk bekletilmiştir. Soğan kokusu için, 5x5x2 cm boyutlarında hazırlanan 2 adet soğan dilimi kullanılmıştır. BULGULAR:Çalışmada, normal oda atmosferinde yapılan kompleks GRZ testine ait Median(IQR) süresi 325.77(162.97) ms bulunurken vanilya kokusu bulunan ortamda yapılan testte süre 309.57(34.64) ms olarak bulunmuştur (p<0.05). Kompleks tanıma GRZ testlerinde ise normal oda atmosferinde yapılan testte ortalama±standart sapma değeri 580.14±134.94 ms, vanilya kokulu ortamda yapılan testte 495.50±96.55 ms bulunmuştur (p<0.001). Diğer testler arasında istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır. SONUÇ:Çalışmanın sonuçlarından, vanilya kokusunun kompleks GRZ ve kompleks tanıma GRZ sürelerini hızlandırarak bilişsel fonksiyonlar üzerinde olumlu etki oluşturduğu görülmüştür. Bu nedenle kütüphanelerde, çalışma odalarında ve işyerlerinde vanilya kokusu kullanılmasının faydalı olabileceğini düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: bilişsel fonksiyon,reaksiyon zamanı, vanilya kokusu PS-14 Zamana ve olaya bağlı prospektif bellek işlevlerinin ERP ile incelenmesi Betül Zülbiye Şekerci1, Betül Zülbiye Şekerci2, Merve Dikmen3, Lütfü Hanoğlu4

1İstanbul Üniversitesi Aziz Sancar Deneysel Tıp Araştırmaları Enstitüsü Sinirbilim Anabilim Dalı, İstanbul; 2Bezmialem Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu; 3İstanbul Medipol Üniversitesi Sinirbilim Anabilim Dalı, İstanbul; 4İstanbul Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı, İstanbul AMAÇ:Prospektif bellek niyetlenilen eylemin yapılmasının belli bir zaman sonra hatırlanmasıdır. Niyetlenilen olayın dışsal bir ipucuyla (yemeklerden sonra ilaç iç) geri çağrılması olaya bağlı, belirli bir zaman diliminde (saat 6’da fırını kapat) geri çağrılması zamana bağlı prospektif bellek görevi olarak sınıflandırılmaktadır. Bu çalışmanın amacı zamana ve olaya bağlı prospektif bellek görevleri ile ilişkili beyin aktivitelerini ortaya koymaktır. YÖNTEM:Katılımcı: 5 sağlıklı katılımcı (18-30 yaş) deneye katılmıştır. Deney Dizaynı: Katılımcılara prospektif belleği değerlendirmek amacıyla ongoing task, olaya bağlı ve zamana bağlı prospektif bellek taskı uygulanmıştır. Task E-prime (2.0) kullanılarak hazırlanmıştır. EEG kaydı: 32 kanal (Fp1, Fp2, F7, F3, Fz, F8, FT7, FC3, FCz, FC4, FT8, T7, C3, Cz, C4, T8, TP7, CP3, CPz, CP4, TP8, P7, P3, Pz, P4, P8, O1, Oz, O2, EOGH, EOGV) EEG kaydı alınmıştır. Kayıtlar low cut off (Hz): 0.1 Hz; high cut off (Hz): 70 Hz; örneklem hızı; 1000 Hz şeklinde alınmıştır. Empedans 10 kilo ohm altındadır. BULGULAR:ERP analizi örneklem hızı 250 Hz’te BrainVision Analyzer 2 (Brainproduct, Munich, Germany, 2.0.4 Version) Programı kullanılarak analiz edilecektir. 2 farklı prospektif bellek durumu için N300 amplitüd ve latans değişimleri değerlendirilecektir. SONUÇ: Çalışmanın bulguları literatür ışığında tartışılacaktır. Anahtar Kelimeler: prospektif bellek, EEG, zamana bağlı, olaya bağlı PS-15 Metformin overektomize dişi sıçanlarda oksidatif stresi azaltarak depresif ve anksiyete benzeri davranışları azaltır İnci Turan1, Meryem Ergenç2, Salih Erdem2, Hale Sayan Özaçmak1

1Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Zonguldak; 2Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi Sağlık Bilimleri enstitüsü Fizyoloji Bölümü, Zonguldak AMAÇ:Menopoz sonrası dönemde östrojen seviyesindeki azalma, depresyon insidansı ile ilişkilidir. Overektomi (OVX) sıçanlarda depresyona neden olmaktadır. Tip 2 diyabetin tedavisinde yaygın olarak kullanılan Metformin, güçlü antihiperglisemik aktivite gösterir. Son çalışmalar, metforminin beyinde, anti-inflamatuar ve nöroprotektif etkilere sahip olduğunu göstermiştir. Prefrontal korteks (PFC) ve hipokampus gibi beyin bölgelerindeki oksidatif stres, OVX sıçanlarında depresyon patofizyolojisine önemli katkıda bulunur. Bu çalışmada, metforminin depresif ve anksiyete benzeri davranışlardaki terapötik potansiyelini ve ayrıca PFC ve hipokampüsde oksidatif stres üzerine etkisini inceledik.

Page 62: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

YÖNTEM:Her grupta 8 sıçan olmak üzere dört grup tasarlandı: kontrol, metforminle tedavi edilen kontrol, OVX kontrol ve metforminle tedavi edilen OVX grubu. Sıçanlar, 2 hafta boyunca metformin (25 mg / kg, peroral) uygulandı. Beyindeki oksidatif stresin durumu, doku malondialdehit (MDA), askorbik asit ve indirgenmiş glutatyon (GSH) içeriği ölçümleriyle değerlendirildi. Depresif ve anksiyete benzeri davranışlar zorlu yüzme testi (FST) ve açık alan testi ile belirlendi. İstatistiksel analiz Kruskal Wallis testi ve Bonferroni testi kullanılarak yapıldı. BULGULAR:Metformin uygulaması OVX sıçanlarda FST'de immobilite süresinde azalma ile karakterize olan antidepresan benzeri etki gösterdi. OVX yapılan hayvanlarda açık alan testinde ambulatuar aktivitede azalma ile merkezde kalma süreside artma bulundu. Metformin tedavisi kontrol grubuna kıyasla OVX ile oluşan depresyon ve anksiyete benzeri davranışda iyileşmeye sebep olmuştur. OVX, PFC ve hipokampüsde aynı zamanda MDA düzeyinde bir artışa ve askorbik asit seviyesinde düşüşe yol açmıştır. Metformin tedavisi, PFC'de MDA seviyesini düşürmede etkili olmuştur. SONUÇ:Sonuçlarımız metforminin postmenopozal dönemdeki kadınlarda nöropsikiyatrik komplikasyonların tedavisinde potansiyel yeni bir kullanım alanı olduğunu göstermektedir. Anahtar Kelimeler: Metformin, anksiyete, depresyon benzeri davranış, oksidatif stres PS-16 Davranışsal varyant frontotemporal demansta yeme ve iştah değişikliği tedavisinde yüksek frekanslı rTMS uygulamasının etkileri Hatice Kübra Işıldar1, Merve Alökten1, Lütfü Hanoğlu2

1İstanbul Medipol Üniversitesi, Sinirbilim Anabilim Dalı, İstanbul; 2İstanbul Medipol Üniversitesi, Tıp Fakültesi Nöroloji Ana Bilim Dalı, İstanbul AMAÇ:Davranışsal varyant Frontotemporal Demans (dvFTD) progresif davranışsal anormallikler, kişilik değişiklikleri, sosyal davranışlarda bozulma ve yürütücü işlevlerde bozulma ile karakterizedir. Bu özelliklerin yanında 1998'de Neary tarafından dvFTD’nin ilk tanı ölçütleri önerildiğinden beri, yeme anormallikleri ve aşırı yeme tanıda ana belirtilerden biridir. dvFTD hastalarındaki yeme değişikliklerinin orbito-frontal-striatal döngüyle ilişkili olduğu bilinmektedir. Bu sistem, dorsolateralprefrontal korteks(DLPFC)deki kortikal projeksiyonlarından dolayı rTMS ile indirekt olarak uyarılabilmektedir. Bu bildiride aşırı yeme ve kilo şikayetleri olan bir dvFTD hastasında rTMS ile DLPFC’e uygulanan nöromodülasyonun sonuçları sunulmuştur. YÖNTEM:İstanbul Medipol Üniversitesi Demans polikliniğinde unutkanlık, durgunluk ve konuşmada belirgin bozukluk şikayetlerinin yanı sıra ortaya çıkan doyma hissinde kayıp ve kilo artışı şikayetiyle dvFTD tanısıyla takip edilen ve tıbbi tedaviden yararlanmayan hastaya uygulanmıştır. Tedavide 10 gün süresince; sol DLPFC her train için 75 atım ve 50 sn ara, total olarak 3000 atım rTMS uygulanmıştır. TMS Nöromodülasyon öncesi ve sonrası iştah ve yeme alışkanlıklarını ölçmek üzere Ikeda ve ark. tarafından FTD’li hastalarda uygulanmak üzere geliştirilen İştah ve Yeme Alışkanlıkları Anketi (Appetite and Eating Habits Questionnaire) kullanılmıştır. BULGULAR:Hastada özellikle iştah değişiklikleri alanındaki sıkıntılarında azalma görülürken, ankette izlenen yiyecek seçimi, yeme alışkanlıkları ve oral davranışlar kategorilerinden de iyileşme gözlenmiştir. SONUÇ:Bildirimiz, bir nöromodulasyon tekniği olan rTMS'in DLPFC’e uygulamasının dvFTD'de doyma hissinde kayıp ve iştah değişiklikleri semptomlarında belirgin düzelme sağladığını gösteren ilk çalışmadır. Bu çalışmadan elde edilen sonuçlar dvFTDli hastaların yeme değişikliklerinin tedavisi için sol DLPFC yüksek frekanslı rTMS uygulamasının alternatif bir tedavi yöntemi olarak kullanılabileceğini düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler: dvFTD, rTMS, iştah ve yeme değişiklikleri PS-17 Parkinson hastalığında amnestik hafif bilişsel bozukluk alt tipleri ile bilişsel, duygudurum ve motor semptomların ilişkisi Emine Merve Yalçın1, Sidrenur Aslan1, Vildan Söğüt2, Lütfü Hanoğlu3

1İstanbul Medipol Üniversitesi, Bilişsel Rehabilitasyon Ana Bilim Dalı, İstanbul; 2İstanbul Medipol Üniversitesi, Sinirbilim Ana Bilim Dalı, İstanbul; 3İstanbul Medipol Üniversitesi, Nöroloji Ana Bilim Dalı, İstanbul AMAÇ:Parkinson hastalığı (PH); titreme, rijidite, bradikinezi, postüral instabilite ve yürüyüş bozukluğu gibi motor semptomların ön planda olduğu nörodejneratif hastalıkların en sık rastlanılanlarından biridir. PH’da davranışsal ve bilişsel bozukluklarda hastalığın “nonmotor” semptomlarının bir kısmını oluşturmaktadır. Son zamanlarda hastalığın farklı klinik özellikler ve farklı prognozlara sahip subtiplerinin olduğu düşünülmektedir. Parkinson Hastalığında Hafif Bilişsel Bozulma (PH-HBB) ise normal yaşlanma ile demans arasında bir ara evre olarak adlandırılan ve hastalarda sağlıklı yaşıtlarından farklı olarak bilişsel düşüşü gösteren ancak fonksiyonelliği önemli derecede etkilemeyen durum olarak ifade edilir. Bu çalışmanın amacı Parkinson hastalığının olası alt tiplerini belirleyebilmek amacıyla, HBB amnestik alt tipleri ile kognitif, duygudurum ve motor semptomlar arasındaki ilişkiyi incelemektir. YÖNTEM:Çalışmaya Medipol Üniversitesi’nde yürütülen 10840098-51 nolu etik kurul onaylı TÜBİTAK projesindeki 8 kadın, 16 erkek olmak üzere toplam 24 PH-HBB amnestik hasta dahil edilmiştir. Tüm hastalardan bilgilendirilmiş onam formu alınmıştır. Dahil edilme kriterleri olarak; Parkinson Hastalığı tanısı almış olup Klinik Demans Derecelendirme Ölçeği (CDR) skorunun 0,5 (HBB sınırı) olmasına ve bellek etkileniminin bulunmasına dikkat edilmiştir. Tüm hastalara dikkat, yürütücü işlevler, bellek, görsel mekansal

Page 63: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

işlevler ve dil olmak üzere 5 alanı kapsayan ayrıntılı nöropsikometrik değerlendirme bataryası uygulanmıştır. Ek olarak duygudurum ve motor semptomlar değerlendirilmiştir. BULGULAR:Amnestik alt türündeki 24 PH-HBB hastasının yapılan nöropsikometrik değerlendirme sonuçları incelendiğinde 12’sinin sadece belleğinin (amnestik-tek alan); diğer 12’sinin ise bellek ve diğer işlevlerinin etkilendiği (amnestik-çok alan) bulunmuştur. İki grup arasında duygudurum ve motor davranışları açısından anlamlı bir fark bulunmamıştır. Bilişsel işlevler kapsamında sadece görsel mekansal işlevler amnestik-çok alan grubunda, amnestik-tek alan grubuna göre anlamlı bozuk bulunmuştur. SONUÇ:Bulgularımız PH-HBB grubu içinde (buradan en sık ibaresini kaldırdık)HBB alt tiplerinin (amnestik-çok alan/amnestik-tek alan) PH’nın motor ve davranışsal semptomları bakımından ayırt edici bir fenotip göstermediğini ortaya koymaktadır. Amnestik-çok alan HBB grubunda ise bellek dışındaki başat bozukluk görsel algısal işlevler olarak bulunmuştur. Anahtar Kelimeler: parkinson hastalığı, hafif kognitif bozukluk, amnestik, duygudurum, motor semptomlar PS-18 Nişasta bazlı şeker ile beslenen sıçanlarda hipokampüs alan potansiyellerinin incelenmesi Yeliz Taşçı1, Aslıhan Temeltaş1, Özlem Barutçu2, Cem Süer2

1Kayseri Şeker Fabrikası,Arge Merkezi, Kayseri; 2Erciyes Üniversitesi,Fizyoloji Ana Bilim Dalı, Kayseri AMAÇ:Deney hayvanlarının uzun süre fruktozla beslendiği çalışmalarda insülin direncinin oluştuğu ve bunun hipokampüs bağımlı işlerdeki kötü performansla ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bu projede yüksek-fruktozlu rafine şeker tüketiminin (YFŞ) öğrenme ve bellek süreçlerinin gerçekleşmesini sağlayan sinaptik plastisite formları üzerine olan etkisi araştırılmıştır. YÖNTEM:Çalışma Erciyes Üniversitesi Deneysel Hayvanları Araştırma Merkezi’nden sağlanan 60 adet (100±15 gr;20/grup ) 21 günlük erkek Wistar Albino sıçanlar ile gerçekleştirildi. 21nci gününde annesinden ayrılan yavru erkek sıçanlar (1) kısıtsız standart sıçan yemi ve çeşme suyu, (2) kısıtsız yem ve YFŞ solüsyonu (%8; 0.24 Kcal/mL) ve (3) kısıtsız yem ve sükroz solüsyonu (%10, 0.4 Kcal/mL) ile en az 21 gün süreyle beslendi. Alan potansiyelleri, sağ mediyal perforan yolun uyarımı ile sağ dentat girustan kaydedildi. Uzun dönemli güçlenme (UDG), yüksek frekanslı uyarım (YFU); uzun dönemli baskılanma (UDB) düşük frekanslı uyarım (DFU) ile indüklendi. BULGULAR:Çalışma gruplarının indüksiyon öncesi input/output eğrileri farklılık göstermedi (P > 0.05). İndüksiyonundan 1 saat sonra UDB, kontrol ve sükroz gruplarında, sırasıyla, indüksiyon öncesi değerinin %92±8 ve %90±5’i; UDG ise %121±4 ve %119±5’i olarak ölçüldü. Bu gruplar arasında istatistiksel bir anlamlılık bulunmadı (P > 0.05). YFŞ ile beslenen grupta ise, DFU ve YFU, UDG veya UDB cevaplarını indüklemedi. Kontrol ve sükroz gruplarında, indüklenen UDB’ya spike potansiyalizasyonunun eşlik ettiği (sırasıyla %154±8 ve %128±15) ve bu potansiyalizasyonun YFŞ grubunda görülmediği bulundu (P < 0.01). SONUÇ:Bu bulgular, yüksek oranda fruktoz içeren gıdalarla beslenmenin sinaptik plastisitenin iki formu arasındaki dengeyi bozabileceğine ve böylece öğrenme süreçlerini olumsuz etkileyebileceğine işaret etmektedir. Anahtar Kelimeler: yüksek fruktozlu mısır şurubu, uzun dönemli güçlenme, uzun dönemli baskılanma,hipokampus PS-19 Aşırı şeker tüketiminin uzamış strese maruz kalan sıçanlardaki sosyal tanıma davranışı üzerindeki etkileri İlkim Büyükgüdük1, Elif Polat Çorumlu1, Birce Erçelen2, Emel Ulupınar1

1Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Disiplinler Arası Sinirbilimleri Anabilim Dalı; 2Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Anatomi Anabilim Dalı AMAÇ:İnsanlarda olumsuz yaşam deneyimleri sonucu oluşan ve tolere edilemeyen toksik stres maruziyetinde bireyin işlevselliğinde bozulmalara neden olan ilk semptomlar sosyal alanda görülmektedir. Bu çalışmada, aşırı şeker tüketen deney hayvanlarında uzamış stres sonucu oluşan sosyal tanıma ve hafızadaki değişikliklerin araştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM:Erişkin Sprague-Dawley cinsi dişi sıçanlar (n=15) iki gruba ayrıldıktan sonra deney grubunun diyetine 10 gün süreyle %10’luk mısır şurubu eklenirken, kontrol grubuna sadece su ve yem verilmiştir. Diyet uygulamasının bitimini takiben tek seferlik uzamış stres protokolü (ardışık olarak uygulanan 2 saatlik immobilizasyon, 20 dakikalık zorlu yüzdürme ve anestezi sağlanana dek eter uygulaması) uygulanan hayvanlar 7 gün boyunca kontrol koşullarında tutulmuştur. Ardından bağlamsal korku koşulu oluşturmak üzere yüksek şiddette ses ve ışıkla koşullandırılan hayvanlara sosyal tanıma testi ve yükseltilmiş artı labirent testi uygulanmıştır. BULGULAR:Sosyal tanıma testinin alıştırma aşamasında kontrol ve deney gruplarının odalarda geçirdiği zamanlar arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. Deney hayvanlarının testin tanıma fazında yabancı sıçanı ve objeyi koklama sayıları anlamlı düzeyde (p<0,01) farklılık göstermesine rağmen, deney ve kontrol grupları karşılaştırıldığında anlamlı bir fark gözlenmemiştir. Benzer

şekilde sosyal tercih testinde kontrol (3.511.4) ve deney grubundaki (7.252.1) hayvanların tanıdık veya yabancı sıçanı koklama sayıları karşılaştırıldığında anlamlı bir fark gözlenmemiştir. Yükseltilmiş artı labirentte de deney ve kontrol grubu hayvanların kapalı kolda geçirdikleri süreler arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. SONUÇ:Tek seferlik uzamış stres maruziyeti uygulanan deney hayvanlarında sosyal tanıma davranışları, aşırı şeker tüketiminden bağımsız olarak, olumsuz yönde etkilenmektedir. Aşırı şeker tüketilen grupta yükseltilmiş artı labirent testinde bir farklılık

Page 64: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

gözlenmemiş olması deney hayvanlarının strese tolerans düzeyinin, anksiyete düzeylerinden bağımsız olarak, sosyal tanıma testi ile değerlendirilebileceğini göstermektedir. Anahtar Kelimeler: uzamış stres, sosyal tanıma, sosyal tercih, mısır şurubu PS-20 Depresif erkek sıçanlarda agomelatinin ağrı eşiğine ve nörogeneze etkisi Umut Bakkaloğlu1, Ercan Babur2, Burak Tan3, Kamile Yazgan4, Betül Yalçın3, Arzu Hanım Yay3, Asuman Gölgeli3

1Mustafa Kemal Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Ana bilim Dalı, Hatay; 2Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Ana bilim Dalı, Kayseri; 3Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Ana bilim Dalı, Kayseri; 4Kapadokya Üniversitesi, Kapadokya Meslek Yüksek Okulu, Nevşehir AMAÇ:Depresyon hastalığının nörogenezi azalttığı ve ağrı eşiğini düşürdüğü bilinmektedir. Depresyon ve depresyonun ikincil etkilerinin tedavisi için yeni ilaçlar üretilmeye devam etmektedir. Geliştirilen bu ilaçlara rağmen depresyon hala önemli bir sağlık sorunudur. Bu çalışmada; Depresif sıçanlarda agomelatinin ağrı eşiğine ve nörogeneze etkisinin gösterilmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM:Çalışmada Wistar albino türü 40 adet erkek sıçan (10-12 haftalık) kullanıldı. Sıçanlar; Kontrol (KONT), Kontrol-Agomelatin (KONT-AGO), Depresyon (DEP), Depresyon-Agomeletin (DEP-AGO) olmak üzere dört gruba ayrıldı. DEP grubu sıçanlara, depresyon modeli oluşturmak için Porsolt’un geliştirmiş olduğu zorlu yüzme testi (ZST) uygulandı ve bu gruba 15 gün boyunca serum fizyolojik verildi (gavaj). DEP-AGO grubuna, depresyon modeli oluşturulduktan sonra 15 gün boyunca agomelatin (1mg/kg) verildi (gavaj). KONT-AGO grubuna ise ZST uygulanmadan 15 gün boyunca agomelatin (1mg/kg) verildi. Tüm gruplara sükroz tercih testi uygulandı. Sıçanların ağrı eşikleri (sakınma süreleri) “hot plate” ve “tail flick” yöntemleri ile ölçüldü. Beynin hipokampüs bölgesinden kesitler alınıp DCX (Doublecortin) immunreaktivite yoğunluğu değerlendirilerek nörogenez gösterildi. Gruplar arası istatistiksel karşılaştırmalar Tek-yönlü ANOVA testini takiben yapılan LSD testi ile değerlendirildi. BULGULAR:Sükroz tercihi, ağrı eşiği (sakınma süreleri) ve DCX immunreaktivitesi değerlendirildiğinde DEP grubu sıçanların KONT ve KONT-AGO grubuna göre anlamlı ölçüde azaldığı bulundu (p<0,05). Ayrıca aynı parametreler değerlendirildiğinde DEP+AGO grubu sıçanların DEP grubuna göre anlamlı ölçüde arttığı bulundu (p<0,05). Bu parametreler bakımından, KONT, KONT-AGO ve DEP-AGO grupları arasında anlamlı farklılık bulunmamıştır (p>0,05). SONUÇ:Çalışma bulguları; depresyonun ağrı eşiği ve nörogenezi azalttığı ve antidepresan olarak kullanılan melatonin analoğu agomelatinin ağrı eşiğini ve nörogenezi arttırdığını desteklemektedir. Bu çalışma Erciyes Üniversitesi Araştırma Fonu (TTU-2016-6430) tarafından desteklenmiştir. Anahtar Kelimeler: depresyon, zorlu yüzme testi, sükroz tercih testi, ağrı eşiği, nörogenez, agomelatin PS-21 Alzheimer hastalığı fare modelinde arkuat nükleusta bulunan kisspeptin nöronlarının mekansal öğrenme ve hafıza üzerindeki etkisinin farmakogenetik yöntemlerle araştırılması Özge Başer1, Siğnem Eyuboğlu1, Sami Ağuş1, Yavuz Yavuz1, Volkan Adem Bilgin1, İskalen Cansu Topçu1, Cihan Civan Civaş1, Deniz Atasoy2, Bayram Yılmaz1

1Yeditepe Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, İstanbul; 2İstanbul Medipol Üniversitesi,Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, İstanbul AMAÇ:Bu çalışmada, dişi kiss-cre transgenik farelere amyloid-β infüzyonu ile oluşturulan deneysel Alzheimer Hastalığı (AH) modelinde kisspeptin nöronlarının kronik aktivasyonu veya inhibisyonunun mekânsal öğrenme / hafıza üzerindeki etkileri araştırılmıştır. YÖNTEM:Kiss-cre farelere bilateral intrahipokampal amyloid-β infüzyonu yapılarak AH modeli oluşturuldu. Kisspeptin nöronlarının farmakogenetik (kronik) manipülasyonları için adeno bağımlı virüs (AAV) aracılığıyla hM3D reseptör (aktivasyon için) veya hM4D reseptör (inhibisyon için) genleri hipotalamusa intrakraniyal olarak enjekte edildi. Bu hayvanlara bir ay süreyle intraperitoneal yolla klozapin-N-oksit (CNO) uygulanarak kisspeptin nöronlarının kronik uyarımı veya inhibisyonu gerçekleştirildi. Tüm hayvanların mekânsal öğrenme ve hafıza performansları Morris Water Maze (MWM) testi ile değerlendirildi. Enjeksiyon koordinatları ve amyloid-β varlığı immunfluoresan boyamalar ile konfokal mikroskop kullanılarak gösterildi. Deney protokolü Yeditepe Üniversitesi Hayvan Deneyleri Etik Kurulu tarafından onaylandı. BULGULAR:AH farelerde kisspeptin nöronlarının kronik manipülasyonu, aktivasyon grubunda öğrenme performansında azalan yönde, inhibisyon grubunda ise kognitif parametrelerin artışı yönünde bir eğilim ortaya koymuştur. Gruplar arası istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki gözlenmemiştir (One-Way ANOVA). SONUÇ:Kronik kisspeptin uyarım grubu, AH modeli farelerde azalmış kognitif performans ile ilişkilendirilmiştir. Mekânsal öğrenme üzerine kisspeptinin doğrudan etkisi olmayıp, dolaylı bir etkisinin olabileceği düşünülmüştür. Bu çalışma TUBİTAK tarafından desteklenmiştir (Proje # 115S327) Anahtar Kelimeler: Alzheimer Hastalığı, arkuat çekirdek, bilişsel fonksiyonlar, farmakogenetik, kisspeptin nöronları

Page 65: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

PS-22 ERK inhibitörü pd98059’ün dentat girustan kaydedilen uzun süreli depresyon üzerine zamana bağımlı etkisi Marwa Yousef1, Cem Süer1, Nurcan Dursun1, Burak Tan1

1Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Kayseri AMAÇ:Genellikle, yüksek frekans aktivitesinin uzun dönemli güçlenme (UDG) ve uzun süren, düşük frekans aktivitesinin uzun süreli depresyona (UDB) neden olduğu varsayılır. MAPK / ERK yolunun esas olarak bütün UDG formları için gerekli olduğu gösterilmiştir, ancak daha önceki bazı çalışmalar, bu kaskadın UDG sırasında sinapstan çekirdeğe sinyalleri iletmede de rol oynadığını bildirmektedir. Düşük frekanslı uyaran (DFU) ile indüklenen yeni bir sinaptik plastisite formu, spike genliğinde, sinaptik güçte oluşan UDG'den beklenene göre daha büyük bir güçlenme ile karakterlidir (E-S güçlendirmesi). Bu çalışmada DFU ile uyarılan E-S bileşen güçlenmesinde ERK enziminin rolü, üretanla anestezi yapılmış sıçanlarda in vivo olarak araştırılmıştır. YÖNTEM:Deneyler 2-3 aylık yetişkin erkek Wistar Albino sıçanlarında yapıldı. Hayvanlar 3 gruba ayrıldı (n = 8 / grup). 15 dakikalık bir başlangıç kaydının ardından, UDB, bir DFU protokolünün (1 Hz'de 900 uyaran) uygulanmasıyla indüklendi ve indüksiyondan 60 dakika sonra alan potansiyeli bileşenleri (EPSP ve spike) 5 dakikalık değerlerinin ortalaması alınarak olarak ölçüldü. ERK inhibitörünün (PD98059) infüzyonları, DFU uygulamasından başlayarak 15 dakika veya 60 dakika süreyle yapıldı. Salin infüze edilen sıçanlar kontrol olarak kullanıldı. UDB büyüklüğü, tek yönlü ANOVA testi kullanılarak karşılaştırıldı. BULGULAR:ERK inhibisyonunun sinaptik bileşenin UDB'si üzerinde etkisinin olmadığını; DFU ile indüklenen E-S potensiasyonunun, salin infüze edilen grupla karşılaştırıldığında (bazal değerin %153±8'i), 15 dakikalık ERK inhibisyonu ile anlamlı seviyede arttığı (bazal değerin %234±16’sı; P <0.01), fakat 60 dk infüze edilmesi halinde azaldığı (bazal değerin %105±16'sı; P <0.05) bulundu. SONUÇ:Bulgularımız, ERK kaskadının aktivasyonunun, UDB'nin kalıcılığına kritik bir katkıda bulunmadığını ve kısa süreli inhibisyonunun, muhtemelen nöronal deşarj eşiğinin azaltılmasından dolayı, spike güçlenmesini arttırdığını göstermektedir. Bu çalışma Erciyes Üniversitesi Araştırma Fonu tarafından desteklenmiştir (TDK-2016-6628, TSA-2018-7748). Anahtar Kelimeler: ERK, plastisite, dentat girus, hipokampüs PS-23 Metilen mavisinin uzun dönemli güçlenmeye eşlik eden tau fosforilasyonu üzerine etkisi Nurbanu Yıldız1, Nurcan Dursun1, Abdullah Kömür1, Cem Süer1

1Erciyes Üniversitesi, Fizyoloji Ana Bilim Dalı, Kayseri AMAÇ:Hipokampal nöronlardaki uzun dönemli güçlenme (UDG), bazıları tau-kinaz aktivitesine sahip olan kinazların aracılık ettiği, membrandaki AMPA reseptör artışı ile ilişkilidir. Öğrenme bozuklukları ve Alzheimer hastalığı (AH) için potansiyel bir terapötik ve potansiyel bir nöroprotektör olarak Metilen mavisinin (MB) test edildiği hayvan araştırmalarının sonuçlarına rağmen, metilen mavisinin UDG ile ilişkili tau’nun fosforilasyonuna etkisi henüz bilinmemektedir. YÖNTEM:16 (2-3 ay,n:8/grup) erişkin erkek sıçan 2 gruba ayrıldı.15 dakikalık bir başlangıç kaydının ardından, UDG, yüksek frekanslı uyaran (YFU) protokolü uygulanarak indüklendi. YFU uygulamasından başlayarak 1 saat boyunca serum fizyolojik veya MB infüzyonları yapıldı. Eksitatör postsinaptik potansiyel (EPSP) eğimlerinin ve popülasyon spike (PS) genliklerinin ortalamaları, 55 ila 60 dakika arasında, UDG büyüklüğünün bir ölçüsü olarak kullanıldı. UDG'nin MB varlığında (50 µM, 0.33 µL / dak, 20 uL) ve yokluğunda indüklediği hipokampüslerde, toplam ve fosforillenmiş tau seviyeleri, indüksiyondan 1 saat sonra ölçüldü. Bu çalışma Erciyes Üniversitesi Etik Kurulu tarafından onaylandı. (Karar No:18/139) BULGULAR:MB infüzyonunun yapıldığı deneylerde fEPSP eğimi ve PS genliği (P <0.001), salin infüzyonu yapılanlara göre anlamlı derecede düşük bulundu. MB infüzyonunun bir sonucu olarak azalmış UDG indüklenen hipokampus, salin infüze edilenler ile karşılaştırıldığında, total tau protein miktarı farklı bulunmadı (P>0.05). Genel olarak, MB infüzyonunda, salin infüzyonuna göre thr231 epitopunun fosforile edilmiş formunun miktarı daha düşük (P<0.05), ser416 epitopunun ise daha yüksek bulundu. SONUÇ:Bu bulgular, AH'daki en önemli fosforilasyon bölgesinden birinin thr231 olması nedeni ile, bu hastalığın tedavisinde MB kullanımını desteklemekte ve olası bir etki mekanizmasını ortaya koymaktadır. Bu çalışma Erciyes Üniversitesi Araştırma Fonu (TYL-2018-8661) tarafından desteklenmiştir. Anahtar Kelimeler: Alzheimer hastalığı, hipokampus, metilen mavisi, uzun dönemli güçlenme PS-24 Uzun süreli potansiyasyonun tersinimiyle ilişkili tau fosforilasyonunda tiroid hormonunun doz-bağımlı etkileri Cem Süer1, Özlem Barutçu1, Burak Tan1, Nurcan Dursun1, Marwa Yousef1

1Erciyes Üniversitesi, Fizyoloji Ana Bilim Dalı, Kayseri AMAÇ:Hipo ve hipertiroidizm gibi tiroid fonksiyon bozuklukları demans gelişimi için yüksek risk oluşturur. Yüksek tau BOS seviyelerinin, Alzheimer hastalığı olan hastalarda uzun dönemli güçlenme (UDG) benzeri kortikal plastisitenin tersine dönmesi ve daha hızlı klinik ilerlemeyle ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada, T4'ün farklı dozlarda intra-hipokampal infüzyonunun, UDG'nin tersinimi sırasındaki tau protein fosforilasyonunu etkileyip etkilemediği araştırıldı. YÖNTEM:Yirmi dört (2-3 ay, n = 6 / grup) erişkin erkek sıçan 4 gruba ayrıldı. 15 dakikalık bir başlangıç kaydının ardından, yüksek frekanslı uyaran (YFU) protokolünün uygulanmasıyla indüklenen UDG, düşük frekanslı uyaran (DFU) protokolü (1 Hz'de 900

Page 66: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

stimulus) ile tersine çevrildi. YFU uygulamasından başlayarak 1 saat süreyle serum fizyolojik, T4 (100 pM) veya T4 (100 nM) infüzyonları yapıldı. Gruplardan biri deney sırasında 0.33 Hz ile uyarıldı ve infüzyon gruplarından elde edilen örneklerdeki protein miktarındaki değişiklikler bu gruba göre değerlendirildi. Bu çalışma Erciyes Üniversitesi Etik Kurulu tarafından onaylandı (Karar no: 17/044). BULGULAR:Kruskal-Wallis testinin sonuçları toplam tau protein düzeylerinin grup arasında farklılık gösterdiğini ortaya koydu (P=0,017). Fosforile-toplam tau protein oranının analizi, Thr231'deki fosforile tau oranının, gruplarına bakılmaksızın bütün sıçanlarda benzer olduğunu gösterdi (P>0.05), Ser416'da ise önemli farklılıklar vardı (P=0,005). Mann-Whitney U testlerinin, serum fizyolojik infüzyon grubundaki pSer416 tau-to-t-Tau oranının artmasının, 100 pM (P>0,05) dozunda değil ama 100 pM (P=0.016) dozunda T4 tarafından inhibe edildiğini gösterdi. SONUÇ:Bu gözlemler, güçlendirilmiş sinapsların zayıflatılmasının, Ser416 epitopunda bariz bir tau fosforilasyonu ile ilişkili olduğunu ve bunun T4’ün düşük konsantrasyonunun tatbik edilmesiyle azaltılabileceğini düşündürmektedir. Bu çalışma Erciyes Üniversitesi Araştırma Fonu (TDK-2016-6628, TSA-2018-7748) tarafından desteklenmiştir. Anahtar Kelimeler: hipokampus, protein tau, tiroid hormonları, UDG'nin tersinimi PS-25 (+)-Terpinen-4-ol'ün enflamasyon üzerindeki inhibitör etkisi Ayça Çakmak1, Süleyman Aydın2

1Yozgat Bozok Üniversitesi, Yozgat; 2Anadolu Üniversitesi, Eczacılık fakültesi, Farmakoloji Anabilim Dalı, Eskişehir AMAÇ:Terpinen-4-ol, (+) ve (-) olmak üzere izomerleri ile doğada bulunan ve aynı zamanda sentez ile elde edilebilen oksijenli monoterpendir. Bir çok bitkisel karışımda bulunan doğal madde olarak, etnofarmakolojik açıdan önemli rol oynadığı düşünülmektedir. Terpinen-4-ol'un sinir sisteminde etkili olduğu bildirilmiş ve terpinen-4-ol içeren bitki ekstrelerinin antienflamatuvar etkilerinin bulunduğu gösterilmiştir. Bu çalışmada (+)-terpinen-4-ol'un kronik enflamasyon üzerindeki etkisinin araştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM:Denek olarak her iki cinsiyete ait erişkin Wistar albino sıçanlar kullanılmış ve çalışma için Anadolu Üniversitesi'nden yerel etik kurul izinleri alınmıştır. Propofol ile genel anestezi edilmiş deneklerin skapula yöresindeki deri altına sterilize edilmiş ve önceden tartılmış olan pamuk pelletler yerleştirilmiştir. Test maddesi olarak 3 farklı dozda (+)-terpinen-4-ol (10, 50 ve 100 mg/kg, i.p.) uygulanmıştır. Çözücü olarak dimetilsulfoksit, kontrol grubu olarak indometazin kullanılmıştır. 7 gün boyunca günde bir kez test maddesinin uygulanması sonunda çıkarılan pelletlerin kurutulması ve tartılması ile elde edilen verilerin istatistiksel değerlendirilmesinde tek yönlü varyans analizi ve post hoc Tukey HSD testi kullanılmış, farklılıkların anlamlılık derecesi için p < 0.05 kabul edilmiştir. BULGULAR:(+)-Terpinen-4-ol'un kullanılan tüm dozlarında antienflamatuvar etkili olduğu, etkisinin doza bağımlı olduğu bulunmuştur. SONUÇ:(+)-Terpinen-4-ol'ün, erişkin albino sıçanlarda oluşturulan kronik enflamasyon üzerinde antienflamatuvar etkili olduğu in vivo koşullarda gösterilmiş bulunmaktadır. Bildiğimiz kadarıyla (+)-terpinen-4-ol'ün in vivo koşullarda anti-inflamatuvar etkisi daha önce gösterilmemiştir. Lipofilik özellikte olması ve bu maddeyi içeren ekstrelerin etnofarmakolojik kullanımları da dikkate alınacak olursa, (+)-terpinen-4-ol'ün sinir dokusu dahil olmak üzere antienflamatuvar etkili bir ilaç adayı olduğu, üzerinde daha detaylı araştırmaların yapılması gerektiği düşünülmektedir. Anahtar Kelimeler: Monoterpen, terpinen-4-ol, enflamasyon PS-26 Perforant yol-dentat girus sinapslarında uzun-dönemli güçlenmenin düşük frekanslı uyarımla önlenmesi Ayşenur Çimen1, Salih Varol2, Nurcan Dursun1, Cem Süer1, Burak Tan1 1Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Ana Bilim Dalı, Kayseri; 2KTO Karatay üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Ana Bilim Dalı, Konya AMAÇ:Uzun dönemli güçlenme (UDG) ve baskılanma (UDB), sinaptik gücün uyarım sıklığına bağımlı bir değişimi olarak düşünülebilir. UDG'nin indüksiyonundan önce verilen düşük frekanslı stimülasyon (DFU), bazal sinaptik kuvveti veya UDG'nin erken fazını etkilemeden onu aktiviteye bağımlı bir şekilde inhibe eder ve fosfataz inhibitörleri tarafından bloke edilir. Bu çalışmada, dört farklı uyaran frekansı kullanarak DFU'nun sonraki UDG büyüklüğü üzerindeki etkisini araştırdık. YÖNTEM:Çalışmaya dahil edilen dört grup yetişkin Wistar rat, uyarım kalıbının frekansına göre ayrıldı (0,5-Hz, 1-Hz, 2-Hz ve 5-Hz, n = 8 / grup). Uzun dönemli baskılanma oluşturması beklenen bu farklı kalıpların sonraki UDG indüksiyonuna etkisi in-vivo yöntemle araştırıldı. Tüm düşük freakns kalıpları 900 puls’tan oluşturuldu. UDG güçlü bir tetanizasyon protokolü kullanılarak indüklendi (100 Hz, 1 saniye, 4 kez, 5 dakika aralıklı) ve eksitatör postsinaptik potansiyel (EPSP) eğiminin ve populasyon spike (PS) genliğinin, UDG indüksiyonundan 5 ve 60 dakika sonrasındaki 5’er dakikalık zaman aralığındaki ortalaması alınarak ölçüldü. UDG büyüklüğü, tek yönlü ANOVA testi kullanılarak karşılaştırıldı. BULGULAR:Uyaran şiddeti ile frekans arasında gözlenen anlamlı olmayan etkileşim, grupların input-output eğrilerinin farklı olmadığını gösterdi. Kalıcı bir UDG indüklemesi beklenen tetanizasyon protokolü, öncesinde 0,5-Hz frekanslı DFU kalıbı verildiğinde, EPSP-UDG oluşumunu 60 dakika boyunca inhibe etti ve bu inhibisyon 5-Hz uyarım kalıbından sonra gözlenmedi. PS-

Page 67: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

UDG genliği, ölçüm yapılan iki zaman aralığında da gruplar arasında anlamlı farklılık gösterdi (P < 0.001) ve büyüklükler ile DFU kalıbı frekansları arasında pozitif bir ilişki bulundu. SONUÇ:Bu veriler, belirli DFU kalıplarının, farklı hücre içi moleküler kaskadları aktive edebileceğini ve fosfatazların uzun süreli aktivasyona neden olan frekanslarda, erken UDG'yi etkilemeden sonraki UDG ekspresyonunu baskılayabileceğini göstermektedir. UDG'nin bu inhibisyonunun sinaptik aktivitenin daha düşük frekanslarında görülmesi, bu metaplastisite formunun, tekrarlanan nöronal aktivite sonrasında UDG eksprese etme kapasitesini değiştirebileceğini ve böylece bellek oluşum etkileyebileceğini düşündürmektedir. Bu çalışma, Erciyes Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından TYL-2018-82105, TYL-2018-8210) nolu projeler kapsamında desteklenmiştir. Anahtar Kelimeler: hipokampus, priming stimulasyon, uzun dönemli güçlenme, metaplastisite, sıçan PS-27 Yetişkin başlangıçlı hipotiroidizmde akt fosforilasyonunu azaltarak değişen dentat granül hücrelerinin metaplastik özellikleri Nurcan Dursun1, Ercan Babür1, Cem Süer1, Burak Tan1

1Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Kayseri AMAÇ:Bu çalışmada, uzun dönemli baskılanmayı (UDB) indüklediği bilinen stimülasyonun, dentat girus sinapslarında uzun dönemli güçlenmeyi (UDG) indüksiyonu üzerinde modüle edici etkiye sahip olup olmadığını, tiroit hormonlarının UDB'de ve UDG modülasyonunda rol alıp almadığını inceledik. Ayrıca, MAPK ve Akt'nin aktivasyonundaki, başlangıçtan 95 dakika sonra diseke edilen hipokampüsteki kontrol ve hipotiroidi sıçanları arasındaki farklılıkları araştırdık. YÖNTEM:In-vivo elektrofizyolojik kayıtlar, dentat girustan kontrol grubu ve 6-n-propil-2-tiourasil (PTU) verilen 2 gruptan alındı. UDG indüksiyonu için uygulanan tetanik stimülasyondan önce iki farklı tipte düşük frekanslı uyaran (DFU) (1-Hz ve 5-Hz) verildi. ERK 1/2, c-Jun N-terminal kinaz ve Akt düzeyleri, beyinden diseke edilen hipokampüste ölçüldü. BULGULAR:Hipotiroidi hayvanlarda 5-Hz uyarımı ile ortaya çıkan UDB, daha sonra tetanik uyarım tarafından indüklenen UDG’yi olumsuz yönde etkiledi; fEPSP eğiminde ve populasyon yükselme genliğinde hızlı bir azalma ile kendini gösterdi. Bu fenomene, hipotiroidili sıçan hipokampüslerinde, ötiroid sıçanlara kıyasla daha düşük fosforile edilmiş Akt seviyeleri eşlik etti. İki grup arasında hipokampüste metataplastik cevap ve belirtilen proteinlerin ekspresyonu farklı değildi. SONUÇ:Bu sonuçlar, azalmış PI3K / Akt sinyalinin, bu durumla ilişkili öğrenme güçlüğü / bilişsel bozulmaları açıklayab ilen hipotiroidizmde görülen UDG'nin bozulmuş metaplastik düzenlemesinde rol oynayabileceğini ileri sürebilir. Erciyes Üniversitesi bilimsel araştırma projeleri birimi tarafından TSA-2018-7748 nolu proje kapsamında desteklenmiştir. Anahtar Kelimeler: tiroit hormonları, plastisite, dentat girus, hipokampüs, protein kinaz PS-28 Yetişkin dönem başlangıçlı hipotiroidizm akt'yi inhibe ederek dentat girus granül hücrelerinin metaplastik özelliklerini değiştirir Burak Tan1, Bilal Koşar1, Nurcan Dursun1, Ercan Babur2, Cem Süer1

1Erciyes Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Ana Bilim Dalı, Kayseri; 2Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Ana Bilim Dalı, Tokat AMAÇ:Tiroid hormonu (TH) eksikliği, yetişkinlik çağında uzun dönemli güçlenme (UDG) ve davranış eksikliklerinde değişikliklere neden olmaktadır. Bununla birlikte, UDG'yi uyarma kabiliyeti, önceki nöronal aktivite geçmişine bağlıdır. Metaplastisite denilen bu işlem, Akt kinaz gibi birkaç kinazda geçici bir artışla ilişkilidir. Bu çalışmada, distiroidizmin beynin tiroid hormon reseptörü yönünden zengin bölgesi olan dentat gyrusta metaplastisite üzerindeki etkilerini belirlemek amaçlandı. YÖNTEM:Tiroid hormon seviyelerindeki değişiklikler, doğum sonrası 40. günden başlayarak 3 hafta boyunca genç yetişkin sıçanlara 6-n-propil-2-tiourasil (içme suyu,% 0.5) veya L-tiroksin (ip, 400 µg/kg) uygulanarak oluşturuldu. Ad libitum beslenen sıçanlar, kontrol grubu olarak kullanıldı. Postsinaptik potansiyel (fEPSP) ve popülasyon spike (PS) bileşenlerini içeren alan potansiyelleri, üretan anestezisi altında perforan yolağın (PP) uyarılmasına cevap olarak, dentat girusun granül hücre katmanından kaydedildi. UDG'nin metaplastisitesini araştırmak için, yüksek frekanslı stimülasyon protokolünden (YFU: 100 Hz, 4 kez, 5 dakikalık aralıklarla) önce 5 sn'de 180 saniye boyunca düşük frekanslı stimülasyon protokolü kullanıldı. Fosforile edilmiş ve toplam Akt seviyeleri, hipokampüste Western blot yöntemi ile YFU uygulamasından en az 95 dakika sonra ölçüldü. BULGULAR:Üç saniye süreli 5 Hz'de uyarımın, hipotiroidi hayvanlarda takip eden tetanik uyarım ile indüklenen UDG'yi olumsuz yönde etkilediği; bu inhibisyonun fEPSP eğiminde ve popülasyon spike genliğinde belirgin bir azalma ile ortaya çıktığı bulundu. Bu fenomene, hipotiroidi sıçanların cerrahi olarak çıkarılmış hipokampuslarında, kontrol sıçanlarına kıyasla daha düşük fosforile edilmiş Akt seviyeleri eşlik etti. Metaplastik UDG hipertiroid sıçanlarda indüklenebilirken, Akt ekspresyonu bu hayvanlarda kontrol grubundan farklı değildi. SONUÇ:Bu gözlemler, tiroit hormonunun azlığı ile ilişkili öğrenme güçlüğü / bilişsel bozulmaların UDG'nin metaplastik düzenlenmesinin bozulmasına bağlanabileceğinden hareketle; PI3K/Akt kaskadının önemine işaret etmektedir. Erciyes üniversitesi bilimsel araştırma projeleri birimi tarafından TDK-2017-7696 nolu proje kapsamında desteklenmiştir.

Page 68: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

Anahtar Kelimeler: tiroit hormonları, plastisite, dentat girus, hipokampüs, protein kinaz PS-29 Pentilentetrazolle kronik epilepsi oluşturulmuş sıçanlarda 5-hidroksitriptamin-1 (5 HT1) reseptörünün rolünün araştırılması Bilal Şahin1, Ercan Özdemir1, Ahmet Şevki Taşkıran1, Sebahattin Karabulut1, Handan Güneş1

1Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Ana Bilim Dalı, Sivas AMAÇ:Güncel nörofizyolojik çalışmalar 5-hidroksitriptamin-1 reseptörünün (5-HT1) anti-epileptik bir etkiye sahip olabileceğini göstermektedir. Bu çalışmanın amacı pentilentetrazolle oluşturulmuş kronik epilepsi modelinde 5 HT1 reseptörünün etkilerini araştırmaktır. YÖNTEM: Çalışmamızda 24 adet 240-260 gr erkek Wistar Albino sıçan kullanılmıştır. Hayvanlara pazartesi, çarşamba ve cuma günleri toplamda 15 enjeksiyon olacak şekilde 35 mg/kg pentilentetrazol (ptz) intraperitoneal olarak uygulandı. Her bir enjeksiyon sonrasında hayvanlar otuz dakika boyunca gözlemlendi ve Nöbet evreleri Racine skalasına göre belirlendi. Ardışık olarak üç defa evre 5 nöbet geçiren hayvanlar tutuşmuş kabul edildi. Bu hayvanlara sterotaksi altında kafataslarına EEG kaydı almak için elektrot yerleştirildi. Bu hayvanlar saline (1 ml/kg serum fizyolojik; n=8; i.p.), 5-HT1 agonist (8-OH-DPAT; 0.3 mg/kg; n=8; ) ve 5-HT1 antagonist (WAY-100135; 1 mg/kg; n=8) olarak gruplara ayrıldı. İlaçlar belirtilen dozlarda intraperitoneal olarak uygulanmasından otuz dakika sonra hayvanlara 35 mg/kg ptz ile nöbet indüklemesi yapıldı. Hayvanların EEG ve video kayıtları eş zamanlı olarak otuz dakika süreyle alındı. Alınan video ve EEG kayıtları değerlendirilerek, hayvanların nöbet evreleri, ilk miyoklonik jerk zamanı (FMJ), dakika başına düşen diken dalga deşarj sayısı (DDD) ve toplam diken dalga deşarj süresi yüzdesi (%DDDs) hesaplandı. BULGULAR:5HT1 agonisti ve antagonisti nöbet evresini salin grubuna göre anlamlı olarak değiştirmedi (p>0,05). 5HT1 agonisti FMJ süresini salin grubuna göre anlamlı olarak uzattı (p<0,05). Fakat 5HT1 antagonisti FMJ süresini kısaltsa da bu salin grubuna göre anlamlı bulunmadı (p>0,05). Ayrıca 5HT1 agonisti DDD ve %DDDs’i salin grubuna göre anlamlı olarak azalttı (p<0,05). Ancak 5HT1 antagonisti DDD ve %DDDs’i arttırsa da bu salin grubuna göre anlamlı bulunmadı (p>0,05). SONUÇ:5HT1 reseptörünün kronik epilepside anti epileptik özelliğe sahip olduğunu fakat mekanizmasının aydınlatılması için ileri moleküler çalışmalara ihtiyaç olduğunu düşünmekteyiz. Anahtar Kelimeler: epilepsi, Pentilentetrazol, 5-hidroksitriptamin-1 reseptör, sıçan PS-30 Agomelatin’in sıçanların besin alımı ve vücut ağırlıkları üzerine etkileri Mehmet Refik Bahar1, Damla Aykora1, Dilara Öztürk1, Suat Tekin1, Süleyman Sandal1

İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı, Malatya AMAÇ: Hipotalamus, enerji homeostazisinin düzenlenmesinde anahtar bir rol oynar ve bu düzenlemede birçok hormon da işe karışır. Agomelatin, melatonerjik reseptör (MT1/MT2) agonisti ve serotonerjik reseptör (5-HT2C) antagonisti gibi davranış gösteren yeni bir antidepresandır. Agomelatinin antidepresan özellikleri hem klinik hem de deneysel model oluşturulmuş hayvanlarda ortaya konulmuştur. Son on yılda, araştırmaların büyük çoğunluğunda vücut ağırlığı değişimi ve enerji alımı/harcanmasının kontrolünde kognitif süreçlerin önemi üzerine odaklanılmıştır. Bu çalışma, sıçanlarda agomelatinin gıda alımı ve vücut ağırlığı üzerine etkilerini araştırmak için tasarlandı. YÖNTEM: Çalışmada 40 adet Wistar-Albino cinsi erkek sıçan kullanıldı ve sıçanlar dört gruba ayrıldı (n=10). Deney gruplarındaki hayvanlara 20 and 40 mg/kg dozunda agomelatin; sham gruptaki sıçanlara ise çözücü (%10’luk hidroksi metil selülöz) oral gavaj ile yedi gün süreyle uygulandı. Kontrol grubundaki sıçanlara ise herhangi bir uygulama yapılmadı. Sıçanlar, deney süresince bireysel kafeslerde tutuldular ve günlük olarak yem tüketimleri ve vücut ağırlıkları ölçülerek kaydedildi. BULGULAR: Deneylerin sonunda, agomelatinin her iki konsantrasyonunun da sıçanların hem yem tüketiminde hem de vücut ağırlığında anlamlı azalmalara sebep olduğu belirlendi (p<0.05). SONUÇ: Çalışma sonuçları, agomelatinin iştahı baskıladığını ortaya koydu. Ayrıca bu sonuçlar, agomelatinin hipotalamusta enerji metabolizmasının kontrolü ve yeme davranışının düzenlenmesi üzerinde önemli roller oynayabileceğine de deliller sağlamaktadır. Anahtar kelimeler: Agomelatin, gıda alımı, vücut ağırlığı, obezite PS-31 Biyolojik sinir ağlarının simülasyonu Ömer Yıldırım1, Zübeyir Özcan1, Hilal Turhan1, Temel Kayıkçıoğlu1

1Karadeniz Teknik Üniversitesi, Elektrik Elektronik Mühendisliği, Trabzon AMAÇ:Yapılan bu çalışma, çoklu biyolojik sinir hücre modelleri arasında bir ağ yapısının oluşturulup, oluşturulan bu ağ yapısının simülasyon işlemlerinin kullanıcı dostu bir arayüz yardımı ile esnek bir şekilde gerçekleştirilmesini amaçlamaktadır. YÖNTEM:Yapılan bu çalışmada simülasyonu gerçekleştirilen hücre modelleri, gerçek sinir hücrelerinin üç boyutlu olarak taranıp elde edilen morfoloji verilerinin açık kaynak kodlu olarak paylaşıldığı Allen Institute sitesi üzerinden indirilmiştir. Morfolojik verileri elde edilen sinir hücreleri arasında sinaptik bağlantıların kurulması NEURON programı yardımı ile yapılmıştır. Tasarlanan ağ

Page 69: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

yapısındaki sinir hücrelerinde Hodgkin &Huxley modeli kullanılmıştır. En son oluşturulan ağ modelinin simülasyonu ise NEURON tabanlı olarak tasarlanan ve esnek bir yapıya sahip olan arayüz yardımı ile yapılmıştır. BULGULAR:Bireysel olarak deneysel çalışmaları ve simülasyonları Allen Institute tarafından yapılan sinir hücre modelleri arasında sinaptik bağlar kurularak simülasyonları başarılı bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Yapılan bu simülasyon çalışmasında dışarıdan uyarılan kaynak hücre üzerinde aksiyon potansiyeli oluşturulmuş ve hedef hücre üzerindeki etkileri incelenmiştir. Tasarlanan arayüz programı üzerinden sinaptik bağlantıların parametreleri değiştirilerek kaynak hücrenin hedef hücre üzerindeki etkileri grafiksel olarak incelenmiş ve kullanılan matematiksel modelin gerçek hücre fizyolojilerine ne kadar yakın olduğu sinir hücrelerinin bireysel olarak deneylerinin yapıldığı çalışmalar göz önünde bulundurularak incelenmiştir. Ayrıca sinir ağ modeli üzerinde uyarı yerlerinin, sinaps bağlantı sayılarının ve sinaps bağlantı yerlerinin hedef hücre üzerindeki etkileri tekrar grafiksel olarak incelenmiştir. SONUÇ:Yapılan çalışmada sinir ağ modellerinin simülasyonu NEURON tabanlı olarak tasarlanan arayüz yardımı ile kolay bir şekilde gerçekleştirilmektedir. NEURON programından farklı olarak ağ modelindeki parametreler çok daha kolay bir şekilde değiştirilerek bu parametrelerin hedef hücre üzerindeki etkileri hızlı bir şekilde elde edilebilmiştir. Yapılan bu çalışma temel olarak, tasarlanan arayüzün sinir ağ modellerinin simülasyonu için oluşturduğu kolaylıkları göstermek amacı ile yapılmıştır. Tasarlanan arayüzün daha da geliştirilip açık kaynak kodlu olarak yayınlanması düşünülmektedir. Böylelikle bu alanda çalışan kişiler için simülasyon işlemleri çok daha kolay ve hızlı bir şekilde gerçekleşebilecektir. Anahtar Kelimeler: arayüz, NEURON, simülasyon, sinir ağ modeli, sinir hücre modeli, PS-32 Vuru üreten hücre modellerine dair frekans-akım eğrilerinin parametre değişimine göre analizi Rahmi Elibol1, Neslihan Serap Şengör2

1Erzincan Üniversitesi, Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü, Erzincan; 2İstanbul Teknik Üniversitesi, Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği Bölümü, İstanbul AMAÇ:Hesaplamalı sinirbilim alanında vuru üreten hücreler ile oluşturulan modeller ile bilişsel süreçlerin, nöral devrelerin, nörolojik ve nöropsikiyatrik hastalıkların oluşumları ve bu oluşumda etkin fizyolojik, kimyasal süreçlerin etkisi anlaşılmaya çalışılmaktadır. Vuru üreten hücreler ile kurulan bu modellerde istenen ve olması gereken bir fizyolojik olgu, hücre modelini etkileyen girişler ile hücrenin ürettiği vuruların frekansı arasındaki ilişkidir. Bu olgunun fizyolojik sonuçlara uygun olması kurulan modelin biyofiziksel olarak ne kadar anlamlı olduğunun bir ölçüsüdür. Bu çalışmada hücre modellerinde bulunan parametre değişikliklerinin, hücrelerin uyaran akımı ve vuru üretme frekansları arasındaki (fI) ilişkiyi nasıl etkilediği incelenecektir. YÖNTEM:Sinir hücrelerine önerilen modellerin dinamik denklemlerinde birtakım parametreler bulunmaktadır. Bu parametreler hücrelerin farklı davranışlarını temsil edebilmek üzere değiştirilebilirdir. Bu parametre değişiklikleri sadece farklı tipte hücrelerin modellenmesinde değil, aynı hücre çeşidinde dahi morfolojik, fizyolojik ve sinaptik bağlantı farklılıklarına göre farklı davranışları gösterebilmek için gerekebilmektedir. Çalışmada hücre modellerinde bulunan parametre değişikliklerinin hücrelerin uyaran akımı ve vuru üretme frekansları arasındaki (fI) ilişkiyi nasıl değiştirdiğine dair bir model sunulmuştur. Alt ve üst seviye gerilimlerine sahip iki kararlı davranış gösteren hücrelerden oluşan bir nöral altyapının modellenmesinde kullanılan Izhikevich modelinin denklemlerinde bulunan a, b, c ve d parametrelerinin, alınan bir aralığa bağlı olarak fI ilişkisinin bir aralıkta kalması ele alınmıştır. Benzetim ortamı Python programlama dili üzerindeki BRIAN kütüphanesi ile hazırlanmıştır. BULGULAR:Yapılan benzetimler ile modelde aynı davranışa sahip hücrelerin fI eğrilerinin eğimlerinin sabit kalarak, seçilen parametre aralığının genişlemesine bağlı olarak, hücrelerin ateşleme sıklığının da bir bant üzerinde değiştiği gözlemlenmiştir. SONUÇ:Vuru üreten hücre modelleri kullanılarak oluşturulacak bir nöral yapının modellenmesinde, hücre modelinin dinamik denklemlerine ait parametrelerin hangi aralıkta seçilebileceği ve bu aralıkların fI ilişkilerine nasıl yansıyacağına dair bir analiz yapılmıştır. Yapılan çalışma özellikle akumbens çekirdeğinin modellenmesinde kolaylık sağlamıştır.. Anahtar Kelimeler: vuru üreten hücre ağları, vuru sıklığı-uyaran akımı ilişkisi, hesaplamalı sinirbilim PS-33 Parkinson hastalığının insan ve fare metabolizmasındaki etkilerinin genom ölçekli ve karşılaştırılmalı incelenmesi Ecehan Abdik1, Tunahan Çakır1

1Gebze Teknik Üniversitesi, Biyomühendislik Ana Bilim Dalı, Kocaeli AMAÇ:Hedef hücrenin metabolizmasındaki tüm tepkimelerin bir listesini yapmanın, organizmanın metabolik davranışlarını ve yolak aktivitelerini modellemek için çok kullanışlı olduğu kanıtlanmıştır. Bu tepkimelerin bütünü, metabolik ağ olarak adlandırılır. Böyle bir metabolik model daha önce beyne özgü olarak nöron ve astrosit hücreleri için yapılmıştır. Fakat deneysel ve klinik çalışmalar çoğunlukla model organizmalar kullanılarak gerçekleştirilmektedir. Mus musculus (Fare), insan hastalıkları için en yaygın kullanılan model organizmalardan biridir. Ayrıca fare için birçok transkriptom verisine Gene Expression Omnibus (GEO) gibi kamuya açık veri tabanlarından ulaşılabilmektedir. Bu çalışmada; Parkinson hastalığının metabolizma üzerinde transkripsiyonel seviyedeki etkilerini tahmin etmek için hayvan modellerinin kullanılabilirliğinin, beyine özgü genom ölçekli ilk fare metabolik modeli oluşturularak incelenmesi amaçlanmıştır.

Page 70: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

YÖNTEM:Beyine özgü fare metabolik ağ modeli, homoloji temelli bir yaklaşımla oluşturuldu. Mevcut insan modeli temel alınarak, homolog fare reaksiyonları ve bu reaksiyonlardan sorumlu genler listelendi. Daha sonra 107 yolakta gerçekleşen 871 tepkimeden oluşan, ve bu tepkimelerin her birini kontrol eden gen bilgisini de içeren bir fare metabolik ağ modeli geliştirildi. Model oluşturulduktan sonra reaksiyon hızları bilgisayar tabanlı hesaplama yöntemleriyle tahmin edildi. Bu tahminler, çeşitli algoritmalar ve transkriptom verileri kullanılarak gen ifadesi verisinin metabolik modele entegre edilmesiyle gerçekleştirildi. BULGULAR:İnsan ve fare metabolizmasında Parkinson hastalığından etkilenen reaksiyonlar ve yolaklar, hastalıklı ve sağlıklı grupların reaksiyon hızlarının karşılaştırılmasıyla belirlendi. SONUÇ:Bu yeni model sayesinde, Parkinson hastalığına bağlı fare beyin metabolizması değişiklikleri hesaplamalı yöntemlerle tahmin edilebilmektedir. Ayrıca beyne özgü insan ve fare metabolik modellerinin karşılaştırılmalı olarak kullanımı, fare modellerinde gerçekleştirilen klinik öncesi çalışmaların yorumlanması ve geliştirilmesi için yeni bir yaklaşım olarak hizmet edebilir. Anahtar Kelimeler: Parkinson hastalığı, fare, metabolik model, genom ölçekli, transkriptom seviyesi PS-34 Multipl skleroz hastalarında intihar düşüncesinin klinik ve demografik özelliklerle ilgisi Nargiz Allahguluzada1, Murat Terzi1, Yüksel Terzi2

1Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sinir Bilimleri Ana Bilim Dalı, Samsun; 2Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, İstatistik Ana Bilim Dalı, Samsun AMAÇ: Multipl Skleroz hastalarında intihar vakaları incelendiğinde bu riskin genel toplumdakının iki katı olduğu bildirilmiştir. Çalışmanın amacı, MS hastalarının psikolojik durumunu çeşitli envanterler ile değerlendirilerek, intihar düşüncesinin klinik ve demografik özelliklerle ilgisine bakmaktır. Hastalardakı psikiyatrik değerlendirmenin yapılması intihar düşüncesini ve davranışını önlemek için etkili olabilir. Psikolog desteği. bilişsel rehabilitasyonlar MS hastalarının yaşam kalitesini artırmak açısından oldukça önemlidir. YÖNTEM:Çalışma, Samsun OMU Tıp Fakültesi Hastanesi’nde gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın evrenini, Nöroloji Polikliniği’nde kayıtlı olan 179 MS hastası oluşturmuştur. Türkiye’de MS hastalığına özgül ölçümler olmadığından verilerin toplanmasında araştırmacı tarafından bu konuya ilişkin literatür incelenerek geliştirilmiş bilgi formu, İntihar Düşüncesi Ölçeği, Beck Depresyon Envanteri, Strese Yatkınlık Ölçeği, Yaşam Doyum Ölçeği, Yorgunluk için Görsel Benzerlik Skalası ve EDSS (Expanded Disability Status Scale-Genişletilmiş Özürlülük Durum Ölçeğİ) kullanılmıştır. Bu çalışmadakı verilerin analizi IBM SPSS.22 paket programıyla değerlendirilmiştir. Verilerin değerlendirilmesinde; tanımlayıcı istatistikler, T testi, Mann-Whitney U testi, Kruskal-Wallis H testi kullanıldı. İntihar düşüncesi ölçeği ile diğer ölçeklerin arasındakı ilişkiye korelasyon analizi ile bakıldı. BULGULAR:Hastaların yaş ortalaması 41,3±11,44’tür. Hastalardan %68,2’i kadın, %31,8’i ise erkek cinsiyettedir. Hastaların %38’inin ilk öğretim, %33’ünün lise, %23,5’inin ise universite eğitim durumuna sahip olduğu, %5,6’sının eğitimsiz olduğu görülmüştür. Hastaların EDSS puanı ile intihar düşüncesi arasında ilişki korelasyon testi sonucuna göre pozitif yönde güçlü seviyede anlamlı bir ilişki görülmüştür (r=0,244; p<0,05). İntihar düşüncesi ile depresyon puanları arasında pozitif yönde önemli düzeyde ilişki olduğu saptanmıştır (r=0,772; p<0,05). İntihar düşüncesi ile yorgunluk puanları arasında da istatiksel olarak pozitif yönde yüksek düzeyde ilişki olduğu görülmüştür (r=0,377; p<0,05). İntihar düşüncesi ile strese yatkınlık ölçeği arasında pozitif düzeyde farklılık olduğu ortaya çıkmıştır (r=0,421; p<0,05). İntihar düşüncesi ile yaşam doyum ölçeği puanları arasında negatif yönde ilişki görülmüştür (r=-0,607; p<0,05). SONUÇ:MS hastalarında depresyon ve yorgunluk intihar düşüncesini artırabilmektedir. Aynı zamanda yaşam kalitesinin azalması, strese yatkınlığın artması da intihar düşüncesini etkilemektedir. Çalışmanın sonuçları doğrultusunda bu etkinin daha iyi anlaşılması MS hastalarına yönelik daha stratejik tedavilerin geliştirilmesini sağlayacaktır. Anahtar Kelimeler: depresyon, intihar düşüncesi, yaşam kalitesi, yorgunluk, Multipl Skleroz, stres PS-35 Multipl sklerozda klinik bulguların hasta yakını bakım yükü üzerinde etkisi Rana Imanova Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Sinir Bilimleri Anabilim Dalı, Samsun AMAÇ:Bu araştırma Multipl Skleroz hasta yakınlarının bakım yüklerinin ölçülmesi, klinik ve demografik bulguların bakım yükü üzerindeki etkisinin belirlenmesi amacıyla yapılmıştır. Hastalığa bağlı oluşan mobilite kaybı, bireyin Günlük Yaşam Aktivitelerini (GYA) yüksek derecede etkilemekte ve aynı zamanda yerine getirme yeteneğini azaltmakta, başkalarına bağımlılığı zorunlu hale getirmektedir. Hastalık ilerledikçe bireyin öz-bakım kapasitesi gittikce azalmakta ve aile üyelerinin yardımına gereksinimi artmaktadır. YÖNTEM:Tanımlayıcı nitelikli olan bu araştırma, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Araştırma Hastanesi Nöroloji Anabilim Dalı MS Polikliğinde 01.08.2018- 07.11.2018 tarihleri arasında yapılmıştır. Amaçlı örneklem yöntemi kullanılarak hesaplamalarda örneklem sayısı 100 olarak belirlenmiştir. Veriler, araştırmacılar tarafından hazırlanan Anket Formu, Beck Depresyon Edvanteri, Stresle Başaçıkma Tarzları Ölçeği, Pier Yorgunuk Ölçeği ve Zarit Bakım Yükü Ölçeği ile değerlendirilmiştir. BULGULAR:Katılımcıların çoğunun erkek, eş ve ilköğretim mezunu olduğu saptanmıştır. Yaş ilerledikce bakım yükünün arttığı belirlenmiştir. Yeni teşhis konulmuş hastaların yakınlarının yük oranının düşük olduğu hastalık süresi ve EDSS arttıkça bakıcı

Page 71: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

yükünün arttığı saptanmaktadır. Katılımcıların Zarit Bakım Yükü Ölçeğine göre puan ortalaması 29.3±1.68 (2-75) olarak elde edilmiştir. Klinik bulgular ile bakım yükü arasında ilişkiye bakılmıştır. SONUÇ:MS hastalarında hastaların klinik özellikleri ile bakıcı yükü arasında ilişki olabilmekte ve bu hastalık sürecinde önemi bir sorun olarak karşımıza çıkabilmektedir. MS hastalarında bakıcı yükünün belirlenip bu konuda destek sağlanması hastaya destek sağlayan bakıcı yükünü azaltacak ve hastaların yaşam kalitesini olumlu yönde etkileyecektir. Anahtar Kelimeler: bakım vericiler, bakım yükü, Multipl Skleroz PS-36 COX ve 5-LOX yolaklarının penisilinle oluşturulan deneysel epileptiform aktiviteye etkisi Mehmet Taşkıran1, Abdulkadir Taşdemir2

1Erciyes Üniversitesi, Fen Fakültesi, Biyoloji Bölümü; 2Erciyes Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Biyoloji AMAÇ:Son yıllarda gerçekleştirilen çalışmalar, inflamasyonun dolayısıyla siklooksigenaz (COX) ve lipoksigenaz (5-LOX) yolaklarının epileptogenez ile ilişkili olabileceğini ortaya koymaktadır. Ancak literatürde yer alan çalışmalar da birbirleri ile zıt etki lere sahip sonuçlar ortaya koymaktadır. Sunulan bu çalışma ile deneysel epilepsi modellerinde COX ve 5-LOX yolaklarının etkisinin incelenmesi amaçlanmıştır. YÖNTEM:Çalışmada toplam 24 adet Wistar albino sıçan, penisilin, DMSO, Penisilin+Esculetin ve Penisilin+Licofelone olmak üzere 4 gruba ayrılarak kullanıldı. Hayvanlar üretan anestezisine alındıktan sonra kafataslarına vida elektrot bağlantısı ve penisilin enjeksiyonu için belirlenen koordinatlara 3 adet delik açıldı. Epileptiform aktivite intrakortikal penisilin (500 IU, 2,5 μl) enjeksiyonu ile başlatıldı. Kararlı epileptiform aktivite elde edildikten yaklaşık 30 dakika sonra Licofelone (20 mg/kg) ve Esculetin (20 mg/kg) intraperitoneal olarak uygulandı. BULGULAR:Penisilin grubunda spike frekansı ortalama 28.86 sp/dk olarak bulundu. 5-LOX inhibitörü Esculetin 20 mg/kg dozu uygulanan gruplarda ortalama spike frekans değerleri 30., 60., 90., 120. ve 180. dakikada sırasıyla 37.3, 29.61, 27.05, 24.62 ve 16.9 sp/dk olarak azalmıştır (p<0.05). Dual inhibitör olan Licofelone 20 mg/kg grubunda ise ortalama spike frekans değerleri 30., 60., 90., 120. ve 180. dakikada sırasıyla 47.05, 39.28, 33.74, 24.72 ve 21.28 sp/dk olarak tespit edilmiştir (p<0.05). SONUÇ:Hem Esculetin hem de Licofelone grubu kontrol grubu ile karşılaştırıldığında akut deneysel modelde antikonvülzan aktiviteye sahip olduğu gözlenmiştir. Ayrıca bu bildiri, projemizin akut kısmını oluşturmaktadır. Kronik grupların deneyleri yapıldıktan sonra, sonuçların karşılaştırılması ve yorumlanması daha sağlıklı olacaktır. Anahtar Kelimeler: Penisilin-indüklü epilepsi, Esculetin, Licofelone PS-37 Ekstrasellüler ATP duramaterde nosiseptif ateşlemeyi ve mast hücre aracılı oksidatif stresi tetikliyor Fatma Töre1, Erkan Kılınç2, Atalay Mustafa3, Rashid Giniatullin3

1Biruni Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, İstanbul; 2Abant İzzet Baysal Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Bolu; 3A.I. Virtanen Enstitüsü, Doğu Finlandiya Üniversitesi, Kuopio, Finlandiya AMAÇ:Yeni çıkan bilgiler oksidatif stresin migren patofizyolojisi ile ilişkili olduğunu önermektedir. Duramaterdeki mast hücre degranülasyonu migrendeki ağrı yolağını uyarmaktadır. Mast hücreleri yüksek konsantrasyonda nosiseptif nörotransmitter ATP içermektedir ve ATP’nin reseptörlerini eksprese etmektedir. ATP, dural mast hücreleri ve oksidatif stres arasındaki ilişkiyi direk olarak gösteren bir çalışma bulunmamaktadır. Sunulan çalışmada, bir mast hücre degranülatörü olan compound-48/80 ve ATP’nin meningeal trigeminal sinir aktivitesi ve oksidatif stres üzerine etkilerinin araştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM:Deneylerde beş haftalık Wistar erkek sıçanlar kullanıldı (n=6). İzofluran anestezisi altında, sıçanlar dekapite edildi. Duramater kafatasına yapışık halde çıkarıldı ve farklı preparatlara 10 dakika compound-48/80 (10µg/ml) ve 30 dakika ATP (1mmol) uygulandı. Duramaterde protein karbonilleri, ORAC ve lipit peroksidasyonu ve ayrıca medyum-sıvısında ORAC seviyeleri ölçülerek oksidatif stres değerlendirildi. Ex-vivo reaktif oksijen türleri (ROS) ölçümleri için ise H2DCFDA-görüntüleme gerçekleştirildi. Mast hücreleri toluidine-blue ile boyandı ve degranülasyon değerlendirildi. Trigeminal sinirdeki nosiseptif ateşleme suction electrode tekniği kullanılarak kaydedildi. Veriler one-way ANOVA veya t-testi ile analiz edildi. BULGULAR:Hem compound-48/80 hem de ATP mast hücre degranülasyonunu (p<0.01) ve ayrıca trigeminal sinir sonlarında nosiseptif ateşlemeyi (p<0.05) tetiklediler. Compound-48/80 ile tetiklenmiş mast hücre degranülasyonu, duramaterde ORAC ve protein karbonillerinin seviyelerini arttırdı (p<0.01). ATP medyum-sıvısındaki ORAC seviyelerini artırdı (p<0.05). Olasıkla maruziyet zamanı nedeniyle ne compound-48/80 ne de ATP duramaterdeki lipit peroksidasyonunu tetiklemedi. H2DCFDA görüntüleme ile yapılan ex-vivo ROS analizi, duramaterde compound-48/80 ile tetiklenmiş mast hücre degranülasyonuna bağlı olarak oksidatif stresin arttığını gösterdi (p<0.05). SONUÇ:Mast hücre degranülasyonu duramaterde ROS’u artırmak suretiyle oksidatif stresi ve ayrıca nosiseptif ateşlemeyi tetiklemektedir. ATP, duramaterde mast hücre degranülasyonu ve lokal ROS üretimi ve ayrıca trigeminal sinir sonlarında nosiseptif ateşlemeyi tetikleyerek migren patogenezine katılmaktadır. Anahtar Kelimeler: duramater, mast hücresi, ATP, oksidatif stres, nosiseptif ateşleme, migren

Page 72: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

PS-38 Ketaminle indüklenen şizofreni modelinin davranışsal ve histopatolojik olarak doğrulanması Nurdan Tekin1, Tuğba Karamahmutoğlu1, Medine Gülçebi İdrizoğlu1, Dilek Bangır2, Mehmet Zafer Gören1

1Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tıbbi Farmakoloji Ana Bilim Dalı, İstanbul; 2Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Histoloji Ana Bilim Dalı, İstanbul AMAÇ:Şizofreni en karmaşık ve yıkıcı psikiyatrik hastalıklardan birisidir. Hastalığın etiyopatolojisinde dopaminerjik, glutamaterjik ve GABAerjik gibi birçok farklı nörotransmitter sistemi yer alır. Etiyopatolojisindeki bu karmaşıklıktan dolayı preklinik çalışmalar için uygun hayvan modeli bulmak zordur. D-amfetamin, fensiklidin ve ketaminin insan ve kemirgenlerde psikotik etkilere neden olduğu uzun zamandır bilinmekte ve bu ilaçlar hastalık modellemesinde kullanılmaktadır. Bu çalışmada, ketaminle indüklenmiş sıçan şizofreni modelinde görülen davranışsal ve histopatolojik değişikliklerin doğrulamasını yapmayı planladık. YÖNTEM:Modeli oluşturmak için öncelikle erişkin Wistar sıçanlara,8 gün boyunca günlük subanestezik dozda (25 mg/kg, i.p.) ketamin uygulandı (n=8). Ketamin uygulanan gruptaki hayvanlara test günlerinde intraperitoneal olarak klorpromazin (1 mg/kg) veya salin uygulandı. 7. ve 8. günlerde davranışsal testler yapıldı. Şizofreninin pozitif, negatif ve kognitif semptomlarının değerlendirilmesi için sırasıyla lokomotor aktivite, sosyal etkileşim ve yeni obje tanıma testi uygulandı. Davranışsal testlerin ardından striatum dokusundaki dopaminerjik nöronları değerlendirmek için immonuhistokimyasal tirozin hidroksilaz (TH) boyama gerçekleştirildi. BULGULAR:Lokomotor aktivite testinin sonuçlarına göre, ketamin uygulaması kontrol grubuna göre toplam katedilen mesafeyi ve sterotipik davranış yüzdesini anlamlı bir şekilde arttırdı (3626±350.6 ve 2176±169.8, p<0.01; 11.07±0.917 ve 7.14±0.63, p<0.05, sırasıyla). Ayrıca akut klorpromazin uygulaması ketamin grubuna göre hiperlokomosyonu ve sterotipiyi anlamlı olarak azalttı (2381±220.4 ve 3626±350.6, p<0.05; 7.769±0.49 ve 11.07±0.9, 1, p<0.05, sırasıyla). Kontrol grubuna göre ketamin sosyal etkileşim zamanını anlamlı olarak azalttı (331±24.7 ve 171.1±22.2, p<0.0001) ve klorpromazin bu sosyal bozukluğu geri çeviremedi. Ayrıca kontrol grubuna göre ketamin, obje tanıma testinde yeni objeyi ayırma indeksini anlamlı olarak azalttı (0.457±0.02 ve 0.677±0.03, p<0.002) ve klorpromazin bu azalmayı düzeltemedi. Histopatolojik değerlendirmede ise ketamin uygulanan sıçanlarda kontrollere göre striatumda TH immunoreaktivitesindeki yoğunlukta anlamlı bir artış gözlemlendi (p<0.001). SONUÇ:Bu çalışmanın sonuçları, ketaminin subkronik uygulamasının, sıçanlarda şizofreni benzeri değişiklikler meydana getirebildiğini ve böylece bu hayvan modelinin şizofreni araştırmalarında faydalı olabileceğini göstermektedir. Anahtar Kelimeler: şizofreni, ketamin, davranışsal test, tirozin hidroksilaz PS-39 Periferik nöropati fare modelinde Lignosus rhinocerotis ’in rejeneratif etkisi Ayşe Şeker1, Filiz Taşpinar1, Elif Kaval Oğuz2, Ramazan Üstün1

1Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Van; 2Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Sinir Bilim Birim, Van AMAÇ:Günümüzde, sisplatin kaynaklı periferik nöropatiyi önleyen veya tedavi eden farmakolojik bir ajan yoktur. Tıbbi mantarlar, kanser tedavisinde hastaların hayatta kalmalarını artırabilecek doğal ilaçlar olarak önerilmektedir. Bu çalışmada Lignosus rhinocerotis ’in (L. rhinocerotis ) periferik nöropati fare modeli üzerinde rejeneratif etkisinin araştırılması amaçlandı. YÖNTEM:L. rhinocerotis mantarının soğuk su ekstraktı hazırlandı. BALB/c ırkı fareler kontrol (N=12), sisplatin (N=12) ve sisplatin+ L. rhinocerotis (N=12) olmak üzere üç gruba ayrıldı. Sisplatin ve sisplatin+ L. rhinocerotis gruplarına sisplatin (2.4 mg/kg/gün-total doz 24 mg/kg) uygulayarak periferik nöropati modeli oluşturuldu. Kontrol grubuna aynı hacimde serum fizyolojik verildi. Periferik nöropatiyi tedavi etmek için ssplatin+ L. rhinocerotis grubuna L. rhinocerotis ekstraktı intraperitonal yolla verildi. Rejeneratif etkiler, vücut ağırlığı analizi, termal hiperaljezi ile periferik sinir duysal fonksiyon testi ve elektromiyografi (EMG) cihazı ile bileşik kas aksiyon potansiyelinin (BKAP) ölçümü gerçekleştirildi. BULGULAR:Sisplatin, deney gruplarında kontrol grubuna göre önemli oranda kilo ve duysal fonksiyon kaybına yol açtı (p<0.05). L. rhinocerotis ile tedavi edilen periferik nöropatili hayvanların termal hiperaljeziye duysal yanıtları sisplatin grubuna göre anlamlı derecede arttı (p<0.05). Siyatik sinir ve gastrocnemius kasının elektromiyografik incelemesinde L. rhinocerotis ile tedavi edilen hayvanların BKAP bulguları sisplatin grubuna göre önemli oranda yüksekti (p<0.05). Bununla birlikte kontrol grubu ile sisplatin+L. rhinocerotis grubu duysal fonksiyon ve BKAP bulguları bakımından karşılaştırıldığında aralarında istatistiksel fark yoktu. SONUÇ:L. rhinocerotis periferik nöropatili farelerde rejeneratif etkiler gösterdi. Bu mantar türü periferik nöropatinin önlenmesi ve tedavisinde etkili biyoaktif maddeler içeriyor olabilir. L. rhinocerotis potansiyel bir terapötik ajan olarak daha ayrıntılı araştırılmalıdır. Anahtar Kelimeler: Cisplatin, periferik nöropati, lignosus rhinocerotis, rejenerasyon PS-40 Pirogallol maddesinin nöron koruyucu ve antikanser etkilerinin araştırılması: in vitro çalışma Betül Çiçek1, Ali Alitaghizadehghalehjoughi2, Esra Şentürk3, Murat Şentürk4, Ahmet Hacımüftüoglu5, Mustafa Gül1 1Atatürk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Erzurum; 2Atatürk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Farmakoloji ve

Page 73: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

Toksikoloji Anabilim Dalı, Erzurum,3Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu, Hemşirelik Bölümü, Ağrı; 4Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Ağrı; 5Atatürk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı, Erzurum AMAÇ:Nöroblastom çocukluk çağının en sık karşılaşılan solid tümörüdür ve çocuklarda kansere bağlı ölümlerin yaklaşık %15’lik bir bölümünden sorumludur. Oksidatif stres kanser oluşumunun farklı evrelerine etki ederek kanser patogenezinde önemli rol oynamaktadır. Antioksidan özelliğe sahip olan fenolik bileşikler kanser üzerinde yeni tedavi stratejileri geliştirilmesi açısından önemlidir. Bu çalışmada bir fenolik bileşik olan pirogallolun nöroblastoma (SH-SY5Y) ve primer kortikal nöron hücre dizileri üzerinde etkinliğinin araştırılması amaçlanmıştır. YÖNTEM:SH-SY5Y insan nöroblastom ve fareden elde edilen primer kortikal nöron hücreleri uygun kültür ortamında çoğaltıldı. Hücreler 24 saat boyunca farklı konsantrasyonlarda pirogallole (20, 40, 80, 200 µM) maruz bırakıldı ve hücre canlılığı üzerindeki etkisi MTT metodu ile belirlendi. Hücrelerdeki oksidatif etkilenme göstergesi olarak GSH düzeyleri tayin edildi. İstatistiksel değerlendirme, tek yönlü varyans analizi (ANOVA) ve Tukey'in HSD programıyla yapıldı. BULGULAR:MTT sonuçlarına göre kortikal nöron hücre kültüründe pirogallolün 200 µM konsantrasyonda hücre canlılığını kontrol grubuna kıyasla anlamlı ölçüde azalttığı (p<0.05), fakat bu azalmanın 20, 40 ve 80 µM pirogallol gruplarında kontrol grubuna kıyasla istatistiksel olarak anlamlı olmadığı tespit edildi. Pirogallolün (20-200 µM) SH-SY5Y insan nöroblastoma hücre hattında hücre canlılığını kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı ölçüde azalttığı saptandı (p<0.001). GSH düzeyinin kortikal nöron ve SH-SY5Y insan nöroblastoma hücre hattında MTT sonuçları ile uyumluluk gösterdiği belirlendi. SONUÇ:Bu çalışmada antioksidan özelliğe sahip olan pirogallolün SH-SY5Y insan nöroblastoma hücre hattında kanser hücre inhibisyonuna yol açarken, nöron hücreleri üzerinde ise koruyucu etkiye sahip olduğu gösterilmiştir. Ancak pirogallolün antikanser ve nöron koruyucu etkisini açıklığa kavuşturmak için daha ileri çalışmaların yapılması gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: pirogallol, SH-SY5Y, nöron, MTT, GSH PS-41 Gliserol Guaiacol maddesinin nöron koruyucu ve antikanser etkilerinin araştırılması: in vitro deney Betül Çiçek1, Ali Taghizadehghalehjoughi2, Esra Şentürk3, Murat Şentürk4, Mustafa Gül1, Ahmet Hacımüftüoglu5 1Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı, Erzurum; 2Atatürk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Farmakoloji ve Toksikoloji Anabilim Dalı, Erzurum; 3Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi, Sağlık Yüksekokulu, Hemşirelik Bölümü, Ağrı; 4Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi, Biyokimya Anabilim Dalı, Ağrı; 5Atatürk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı, Erzurum AMAÇ: Gliserol Guaiacol (GG) soğuk algınlığı ve alerji gibi durumlarda yaygın olarak kullanılan bir ilaçtır. Aynı zamanda meme kanserinde hücre migrasyonunu doz bağımlı olarak azalttığı ve apoptozu indüklediği saptanmıştır. Bu çalışmada GG’nin nöron ve SH-SY5Y (nöroblastoma) hücre hatları üzerindeki olası etkilerinin araştırılması amaçlandı. YÖNTEM: Primer kortikal nöron ve nöroblastoma (SH-SY5Y) hücreleri uygun kültür ortamında çoğaltıldı. Hücrelere 5, 10, 20, 40 µM konsantrasyonlarda GG uygulanarak 24 saat inkübasyona bırakıldı. İnkübasyon sonrası MTT yöntemi uygulanarak hücre canlılığı tespit edildi. Oksidatif etki GSH düzeyleri ölçülerek saptandı. BULGULAR: 24 saat inkübasyon sonrası MTT testi sonuçlarına göre kortikal hücre hattında GG’nin konsantrasyona bağımlı olarak kontrol grubuna kıyasla hücre canlılığını anlamlı derecede azalttığı tespit edildi (p<0.001). Nöroblastoma hücre hattında ise 5 ve 10 µM konsantrasyonunda kontrole yakın değerde kanser hücre canlılığını arttırdığı, fakat 20 ve 40 µM konsantrasyonunda ise kontrol grubuna kıyasla hücre canlılığını anlamlı ölçüde azalttığı saptandı (p<0.001). GSH düzeyinin kortikal hücre hattında azaldığı fakat nöroblastoma hücre hattında 5 ve 10 µM GG konsantrasyonlarında artış gösterdiği tespit edildi. SONUÇ: Bu çalışmada GG’nin nöron hücrelerinde toksik etkiye sahip olduğu gösterildi. Ayrıca, kanser hücre inhibisyonnu doz bağımlı olarak gerçekleşteştirdiği tespit edildi. Ancak, GG’nin etki mekanizmasını açıklığa kavuşturmak için ileri çalışmalar yapılması gerekmektedir. Anahtar Kelimeler: Gliserol Guaiacol, nöron, kanser, apoptoz PS-42 Kurkuemulsom’un Leishmania ile enfekte edilmiş astrositler üzerindeki nöroprotektif etkisi Zeynep İşlek1, Ezgi Taşkan1, Elif Nur Yılmaz2, Fikrettin Şahin1, Mehmet Hikmet Üçışık2

1Yeditepe Üniversitesi, Genetik ve Biyomühendislik Bölümü, Biyoteknoloji, İstanbul; 2İstanbul Medipol Üniversitesi, Biyomedikal Mühendisliği Bölümü, İstanbul AMAÇ:Leishmaniasis, Leishmania protozoan parazitleri tarafından insan dahil birçok canlıda hastalık etkeni oluşturan ve Türkiye'yi kapsayan 98'den fazla ülkede görülen tropikal bir hastalıktır. Kurkumin, anti-leishmanial aktivite göstermesine rağmen, sudaki çözünürlüğü düşüktür ve hücre toksisitesi gibi limitasyonları vardır. Kurkuminin potansiyelini göz önüne alınarak, kurkumin l ipid-bazlı nanotaşıyıcı sistemlerin içine enkapsüle edilerek astrositlere verilmiştir. Çalışmanın kapsamında, kurkuemulsomun Leishmania infantum parazitleri ve enfekte astrositler üzerindeki anti-leishmanial etkilerine ve enfekte olmamış astrositlerdeki etkilerine odaklanılmıştır.

Page 74: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

YÖNTEM:Kurkuemulsomlar, daha önce tanımlanmış, film hidrasyon yöntemi ile sentezlenmiştir. Formulasyonların partikül boyutu ve zeta potansiyeli Zetasizer'da ölçülmüştür. Morfolojik analizler Taramalı Elektron Mikroskobunda yapılmıştır. Enkapsülasyon oranı 430 nm'de absorbans analizi yoluyla belirlenmiştir. Kurkuemulsomların Leishmania parazitleri üzerindeki sitotoksisitesi Alamar Blue analizi ile test edilmiş, Leishmania enfekte astrositlerin ise hücre canlılığı akış sitometrisi kullanılarak belirlenmiştir. BULGULAR:Kurkuemulsomlar, Leishmania parazitlerinde ve enfekte olmuş astrositlerde etkili bulunmuştur. Kurkuemulsom, serbest halde kurkumin ile karşılaştırıldığında hücre canlılığı çalışmaları dikkate alındığında, kurkuemulsomun uzatılmış terapötik etki gösterdiği belirlenmiştir. Kurkuemulsomların %50 azalmaya neden olan inhibitör konsantrasyonun yani IC50 dozunun Leishmania parazitlerine karşı serbest formuna kıyasla daha düşük olduğu gösterilmiştir. SONUÇ:Kurkuemulsomlar, Leishmania parazitlerine ve Leishmania ile enfekte olmuş astrositlere karşı in vitro modelde etkili olduğu bulunmuş, antileishmanial terapide potansiyel terapötik bir sistemin altı çizilmiştir. Emulsom formulasyonları, kurkumin ile kıyaslandığında Kurkuemulsomların Leishmania ile enfekte olmuş astrositlerde etkili olduğu ve biyoyararlanımın serbest kurkumine oranla artırıldığı sonucuna varılmıştır.Bu çalışma TÜBİTAK (Project Nr.115C022)tarafından desteklenmiştir. Anahtar Kelimeler: Leishmania, Astrosit, Leishmaniasis, Kurkumin, Emulsom PS-43 Karpal tünel sendromu - B12 vitamini ilişkisi Deniz Tonyalı1, Kemal Balcı1

1Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Sinir Bilimleri Anabilim Dalı, Samsun AMAÇ:Karpal tünel sendromu (KTS), el bileği içindeki karpal kemiklerin oluşturduğu tünelden geçen ve parmakların hareketine yardımcı olan medyan sinirin üzerindeki aşırı basınçtan kaynaklanan, medyan sinirin eldeki dağılım bölgelerinde ağrı ve parestezi ile karakterize olan en yaygın sağlık sorunlarından biridir. Bu çalışmanın amacı, B12 vitamini eksikliği ile karpal tünel sendromu arasındaki ilişkiyi araştırmaktır. YÖNTEM:Aralık 2013 ile Mart 2018 tarihleri arasında Ondokuz Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Polikliniğine başvuran, klinik ve elektrofizyolojik testlerle KTS tanısı doğrulanan ve B12 vitamini değerine bakılmış olan 4 erkek ve 36 kadından oluşan toplam 40 hasta çalışmaya alındı.Kontrol grubu ise KTS tanısı konulmamış olan ve B12 vitamini değerine bakılmış olan 1 erkek ve 19 kadından oluşan toplam 20 sağlıklı kişiden oluşturulmuştur. Klinik ve elektrofizyolojik testlerle KTS tanısı doğrulanan ve B12 vitamini değerine bakılmış olan 40 hastanın ve KTS tanısı konulmamış olan ve B12 değerine bakılmış olan 20 kişinin önceden ölçülmüş olan B12 vitamini değerlerine bakıldı. İstatistik analiz için IBM SPSS Statistics V21 istatiksel analiz programı kullanıldı. BULGULAR:Hasta grubunun B12 vitamini değerleri ortalaması 339,28±212,652 iken kontrol grubunun B12 vitamini değerleri ortalaması ise 318,15±97,942'dir. İstatistiksel analizde B12 vitamini değerlerinin normal dağılıma sahip olmadığı, yaş değerlerinin ise normal dağılıma sahip olduğu tespit edildi. Kontrol grubu ve hasta grubu arasında B12 vitamini değeri bakımından anlamlı bir fark olmadığı saptanmıştır. SONUÇ:Çalışmada, hasta grubunun ve kontrol grubunun B12 vitamini değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunamamıştır. Bu çalışmanın sonuçları, KTS ile B12 vitamini eksikliği arasında anlamlı bir ilişkinin olamayabileceğini göstermektedir. Anahtar Kelimeler: B12 vitamini, karpal tünel sendromu, medyan sinir, tuzak nöropati PS-44 Olumsuz duygulanımın görsel korteksin işlevsel faaliyetleri üzerinde etkisi Cemre Yılmaz1, Orhan Batuhan Erkat1, Hüseyin Boyacı2

1Nörobilimler Lisansüstü Programı, Bilkent Üniversitesi, Ankara; 2Psikoloji Bölümü, Bilkent Üniversitesi, Ankara AMAÇ:İnsanlarda görsel algı, duygulanımdan etkilenmektedir. Duygusal içerikli görsel uyaranların görsel korteks faaliyetlerini kolaylaştırdığı daha önceki çalışmalarda gösterilmiştir. Bu çalışmanın amacı, olumsuz duygusal içerikli görsellerin görsel korteks alıcı alanları üzerindeki etkisini ortaya koymaktır. YÖNTEM:İşlevsel Manyetik Rezonans Görüntüleme (iMRG) aracılığıyla uygulanan Popülasyon Alıcı Alanı (pAA) belirleme yöntemi, gösterilen görsel uyaran ile görsel korteksten elde edilen iMRG verilerini ilişkilendirerek, korteksteki her bir noktanın görsel uzamda tepki verdiği bölgeyi ve o bölgenin büyüklüğünü belirlemekte kullanılmaktadır. pAA protokolü, üç görsel grubu kullanılarak uygulanmıştır: (1) korku içerikli görseller, (2) korku içerikli görsellerin karıştırılmış biçimleri, ve (3) duygusal içerik açısından nötr görseller. Tüm görseller Nencki Afektif Görsel Seti’nden Basit Duygusal Ölçeklendirme sonuçlarına göre seçilmiştir. Bu görseller, genişleyen halka ile saat yönünde dönen pasta dilimi ve büzülen halka ile saat yönünün aksine dönen pasta dilimi şeklinde maskelenerek gösterilmiştir. Bir katılımcıdan elde edilen pAA sonuçları, tekrarlı ölçümler ANOVA ve post-hoc analizi ile karşılaştırılmıştır. BULGULAR:Çalışma sonucunda karıştırılmış görsellerin, duygusal içerik açısından nötr ve korku içerikli görsellere göre görme alanını pAA tahmin yöntemi ile haritalandırmada daha başarısız olduğu anlaşılmıştır. Korku içerikli görsellerin ve karıştırılmış biçimleri için, nötr görsellere kıyasla istatistiksel olarak anlamlı şekilde (p<0.001) daha küçük pAA büyüklüğü belirlenmiştir. Haritaların güvenilirlikleri açısından korku içerikli görsellerin güvenilirliğinin nötr görsellerden anlamlı ölçüde (p<0.001) fazla

Page 75: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

olduğu bulunmuştur. Korku içerikli görseller ile karıştırılmış biçimleri arasında pAA büyüklüğü ve güvenilirlik açısından bir fark görülmemiştir (p=0.085 ve p=0.615, sırasıyla). SONUÇ:Elde edilen bulgular ışığında, korku içerikli görsellerin, görsel korteksteki pAA boyutlarında küçülmeye neden olduğu ortaya çıkmıştır. pAA boyutlarındaki küçülme, görsel algıyı kuvvetlendirici etkiye sahip olduğundan olumsuz duygular, alıcı alan boyutlarındaki küçülme aracılığıyla görsel korteksin faaliyetlerini keskinleştirmektedir. Anahtar Kelimeler: popülasyon alıcı alanı, işlevsel MRG, duygu içerikli görseller PS-45 Sıçanlarda vinposetin kullanımının teta dalgalarına etkileri Asiye Nurten1, Aslı Zengin Türkmen1, Can Kayacılar2, İhsan Kara2

1İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, İstanbul; 2İstanbul Üniversitesi, Aziz Sancar Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü, Sinirbilim Anabilim Dalı, İstanbul AMAÇ:Nöronları koruyucu etkisiyle bilinen bir antioksidan olan vinposetin, bilişsel işlev bozukluklarının tedavisinde kullanılmasına rağmen etki mekanizması halen tam anlaşılamamıştır. Bilişsel işlevler beynin elektriksel aktivitesini ölçerek değerlendirilebilir, bu nedenle EEG verileri bilişsel işlevleri anlamamıza yardımcı olmaktadır. Çalışmamızda vinposetin uygulanmasının sıçanlardaki EEG bulgularına etkisi araştırılmıştır. YÖNTEM:Tiyopental anestezisi altındaki erkek Wistar albino sıçanlara kortikal (frontal, pariyetal ve oksipital) ve hipokampal elektrotlar stereotaksik yöntem ile bilateral olarak yerleştirildi. Elektrot takıldıktan 1 hafta sonra tüm hayvanlardan 10 dakika süre ile bazal EEG kaydı alındı. Hayvanlar kontrol ve deney gruplarına ayrıldı. Kontrol grubuna 15 gün süreyle serum fizyolojik, deney grubuna ise vinposetin (5 mg/kg/gün,i.p.) uygulandı ve bu süre sonunda tekrar EEG kayıtları alındı. Alınan EEG kayıtları 2 saniyelik dilimlere bölündükten sonra artefaktlı dilimler atıldı. Her kanal için bazal ve 15. gün kayıt edilen EEG bulguları Student’s t-test ile karşılaştırıldı. p değeri 0,05'ten küçük ise istatistiksel olarak anlamlı fark olduğu kabul edildi. BULGULAR:Kontrol grubunda teta frekans bandının genliğinde herhangi bir değişiklik olmadığı belirlendi. Onbeş gün vinposetin uygulanmasının, sol frontal ile sol oksipital kortekste ve sağ hipokampal alanda teta frekans bandının genliğinde istatistiksel olarak anlamlı artmaya neden olduğu saptandı. SONUÇ:EEG’de teta frekansında aktivite artışı uyanıklık ve dikkat düzeyi gibi bilişsel süreçler ile ilişkilendirilmektedir. Kontrol grubunda herhangi bir değişiklik olmamasına karşın, 15 gün vinposetin uygulamasının teta frekans bandında genlik artışına neden olduğu saptanmıştır. Bu bulgular, vinposetinin uyanıklığı ve dikkati artırıcı etkisi olabileceğini düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler: Vinposetin, sıçan, EEG, teta PS-46 İntraserebroventriküler salusin-beta infüzyonunun sıçan testisine etkileri: morfolojik bir yaklaşım İlker Demir1, Suat Tekin1, Nigar Vardı2, Süleyman Sandal1

1İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizyoloji Anabilim Dalı, Malatya; 2İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Malatya AMAÇ:Salusinler son zamanlarda keşfedilmiş, sırasıyla 28 ve 20 aminoasitten oluşan salusin-alfa ve betadan oluşan iki peptittir. Hipotalamus, üremenin kontrolünde önemli roller üstlenmiş bir merkezdir ve bu merkezde başta gonadotropin salgılatıcı hormon (GnRH) olmak üzere üremeyi kontrol eden birçok peptidin aktif rol aldığı bilinmektedir. İmmünohistokimya teknikleri kullanılarak, sıçan hipotalamo-nörohipofizeal kanalında salusin benzeri immünoreaktivitenin tespit edildiği bildirilmiştir. Daha önceden intraserebroventriküler (icv) salusin-betanın icv infüzyonun sıçanların serum LH, FSH ve testosteron seviyesini azalttığını rapor etmiştik. Bu çalışma icv salusin-beta infüzyonunun testisler üzerindeki etkisini belirlemek amacıyla planlandı. YÖNTEM:Çalışmada 40 adet Wistar-Albino cinsi erkek sıçan kullanıldı. Hayvanlar rastgele atama yöntemiyle kontrol, sham ve düşük ve yüksek doz salusin-beta uygulanan gruplar olarak dörde ayrıldı (n=10). Sham grubundaki sıçanlara çözücü (yapay beyin omurilik sıvısı), uygulama gruplarına ise 7 gün süreyle, 2 ve 20 nmol salusin-beta ozmotik mini pompalar yardımıyla icv olarak infüze edildi. Çalışma sonunda hayvanlar dekapite edilerek testis doku örnekleri alındı ve morfolojileri incelendi. BULGULAR:Histolojik incelemeler sonucunda, tüm gruplarda seminifer tübüller, bazal laminadan lümene doğru uzanan normal histolojik görünüme sahip germinal epitelden oluşmaktaydı. Ortalama tübül çapı ve germinal epitel kalınlığının, salusin-beta uygulanan gruplarda azaldığı belirlendi (p<0.05). SONUÇ:Bu çalışma sonuçları, salusin-betanın testiküler seviyede üreme davranışını etkileyebileceğini göstermektedir. Bu çalışma İnönü Üniversitesi BAP birimi tarafından desteklenmiştir (Proje no: TSG-2017-952) Anahtar Kelimeler: Salusin-beta, testis histolojisi, üreme, seminifer tübül, sıçan PS-47 Desimetre erimli mikrodalgalara maruz kalan sıçanlarda periferik kan lökosit formülündeki değişiklikler Mushgunaz Abbasova1, Ahmed Hajiyev1, Akif Maharramov2

1Azerbaycan Ulusal Bilimler Akademisi, Abdulla Karayev adına Fizyoloji Enstitüsü, Bakü; 2Yeditepe Üniversitesi, İstanbul

Page 76: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

AMAÇ:Mikrodalgalara maruz bırakılan organizmadaki kan hücrelerinin reaksiyonu, hem canlı organizmadaki iyonlaştırıcı olmayan radyasyonun etki mekanizmalarının aydınlatılması, hem de tamamen tıbbi bakış açısından büyük ilgi çekmektedir. Bu çalışma tüm vücutun desimetre erimli mikrodalga radyasyonuna maruz kaldığında, periferik kanın lökosit formülündeki değişiklikleri tanımlamak için yapıldı. YÖNTEM:Araştırmalar normal vivarium koşullarında bulunan ve ağırlığı 250-300 g aralığında olan Wistar sıçanlar üzerinde yürütüldü. Deney ve kontrol gruplarından herbiri 10 hayvandan oluşmaktaydı. Deney hayvanları grubu fizyoterapi cihazından günde 20 dakika ila 28 gün boyunca 30 µW /cm2'lik bir doğrudan akı yoğunluğunda 460 MHz radyasyona maruz bırakıldı. Lökosit formülü, Putintseva ve ark. deney ve kontrol gruplarındaki farklılıkların anlamlılık düzeyi Student t-testi ile değerlendirildi. BULGULAR:Lökosit formülü çalışması şu sonuçları göstermiştir: kontrol grubunun kanında lenfositler %83±, nötrofiller ise % 15±'ten fazla değildi. Desimetre erimli mikrodalgalara maruz kalan hayvanların lenfositlerin yüzdesinde belirgin bir azalma, nötrofillerin yüzdesinde ise anlamlı artış olduğu gözlendi. 28 gün süren deney sonucunda, lenfositlerin yoğunluğu %78±’e kadar azaldığı (p<0.05), nötrofiller ise %20±’ye yükseldiği belirlendi (p<0.05). Bunu da kayıt etmek gerekiyor ki deneylerin ilk günlerinde nötrofillerin yüzdesinde, anlamlı olmasa da, düşüşler gözlenmiştir. SONUÇ:Organizmanın desimetre eriminde mikrodalga radyasyonuna kronik olarak maruz kalması kan lökoformülünde değişikliklere neden olarak, periferik kandaki lenfositlerin ve nötrofillerin yüzde oranını düşürerek olgunlaşmamış miyelositlerde ve metamiyelositlerde artışa neden oluyor. Gözlemlenen ılımlı lenfopeni ve nötrofilositoz değişimleri, mikrodalga radyasyonunun canlı organizmalar için potansiyel bir stres faktörü olduğunu göstermektedir. Anahtar Kelimeler: sıçanlar, mikrodalga radyasyonu, kan, lökosit formülü PS-48 Nöron hücrelerinde Ser9Leu proopiomelanokortin (POMC) mutasyonunun hücresel mekanizmalarinin incelenmesi Merve Vural Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Moleküler Biyoloji ve Genetik Ana Bilim Dalı, Ankara AMAÇ:POMC hipolatamusun arkuat nukleusunda bulunan nöronlardan salgılanan ve vücut ağırlığında rolü olan bir nörohormondur. POMC geninde bulunan birçok mutasyonun obeziteye yol açtığı saptanmıştır. Obez İtalyan çocuklar arasında yapılan mutasyon analizleri sonucunda POMC`nin 9. kodonunda tek nükleotit değişimiyle tek amino asit değişimine neden olan Ser9Leu POMC mutasyonu tespit edilmiştir. Ser9Leu POMC mutasyonu proteinin hücre içi trafiğinde etkin rol oynayan ve proteinin translokasyonunda görev alan sinyal peptidinde bulunur. Bu nedenle, Ser9Leu POMC mutasyonunun da POMC`nin sinyal peptidi üzerinde olmasından dolayı hücre içi translokasyonda sorunlara neden olacağı hipotez edilmiştir. Bu çalışmada Ser9Leu POMC mutasyonunun hücresel mekanizmaları incelenmiştir. YÖNTEM:Ser9Leu POMC mutasyonunun hücresel mekanizmasını araştırmak için moleküler biyoloji yöntemleriyle oluşturulan POMC yabanıl tür (WT) ve Ser9Leu POMC plazmitleri kullanılmıştır. Hücre kültürü deneyleriyle, plazmitler fare nöroblastom (N2a) hücrelerine transfekte edilip, sekresyon deneyleri gerçekleştirilmiştir. Sekresyon deneyleri için, her 30 dakikada, salgılanan protein düzeyini incelememize olanak sağlayacak bazal (B) ortamlar toplanmıştır. Daha sonra hücreler 30 dakika boyunca stimulasyona (S) maruz bırakılmıştır. Son olarak, hücre içi protein seviyesinin analizi için, hücrelerin lizatlari toplanmıştır. Hem B hem de S örnekleri salgılanan POMC proteini dışında birçok atık madde içermektedir. Protein örneklerini bu atik maddelerden arındırmak için protein örnekleri %100 TCA (trichloroacetic acid) ile çökeltilerek konsantre edilmiştir. Elde edilen protein örnekleri Western blot yöntemi ile anti-ACTH antikoru kullanılarak analiz edilmiştir. BULGULAR:Western blot sonucunda, WT POMC ile transfekte edilen N2a hücrelerinin protein örneklerinde 35 kDa civarında bantlar görülmüştür. Bu bant POMC'nin kesilmemiş, inaktif formunun varlığını göstermektedir. Stimulasyondan sonra bu POMC formunun miktarında azalma görülmüştür. Aynı sonuçlar Ser9Leu POMC ile transfekte olan hücrelerin örneklerinde de görülmüştür. Ancak POMC’nin küçük formları görülemediği için, mutasyonun proteinin salgılanmasında ve işlenmesindeki etkisi açıklanamamaktadır. SONUÇ:Elimizdeki antikorla sadece POMC'nin inaktif formu tespit edilebildi. İleriki çalışmalarda tüm formlarını gösteren antikor kullanılarak, daha küçük formlarını görmeyi beklemekteyiz. Bu sayede mutasyonun, proteinin salgılanmasında ve işlenmesindeki etkisi daha iyi anlaşılabilecektir. Anahtar Kelimeler: nöroblastom hücreleri, obezite, proopiomelanikortin, western blot PS-49 Gebe sıçanlarda kullanılan fenobarbital’in yavruların motor davranışları üzerindeki etkileri Emel Ulupınar1, Mahmut Güner1

1Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Eskişehir AMAÇ:Gebelikte kontrol edilemeyen konvülsif nöbetler yavruların gelişimi üzerinde olumsuz etkilere sahiptir. Bu çalışmada, klinikte kullanılan antikonvülsan ilaçlardan biri olan fenobarbital’e prenatal dönemde maruz kalan yavruların sinir sistemi gelişimi tamamlandıktan sonraki dönemlerinde motor davranışlarında meydana gelen değişikliklerin araştırılması amaçlanmıştır.

Page 77: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

YÖNTEM:Erişkin Spraque-Dawley cinsi sıçanlar çiftleştirildikten sonra alınan vajinal simirlerdeki sperm mevcudiyetine göre gebelik yaşı tayin edilmiştir. Embriyonik 14-21 günler arasında, oral gavaj yoluyla, deney grubuna fenobarbital (20 mg/kg), kontrol gruplarına da serum fizyolojik uygulanmıştır. Dölden kaynaklanabilecek hata payını en aza indirgemek için üç farklı anneden doğan yavrular cinsiyetlerine göre gruplandırılmıştır. Yavrular (n=7, her iki grup ve cinsiyet için) postnatal 40. günden itibaren rota-rod, yükseltilmiş artı labirent, spontan lokomotor aktivite, açık alan, beceri gerektiren kavrama ve grip testlerine tabi tutulmuştur. BULGULAR:Aktivitemetrede ve açık alan testlerinde fenobarbital uygulanan dişilerde kontrollere göre hareket sayıları ve test süresince katedilen toplam mesafede anlamlı bir azalma gözlenmiştir. Rota-rod testinde ise fenobarbital uygulanan erkeklerin motor becerilerinde anlamlı bir bozukluk saptanmıştır. Öte yandan fenobarbital uygulanan annelerden doğan yavruların beceri gerektiren kavrama testindeki 5 günlük test performansları cinsiyete göre karşılaştırıldığında erkek yavruların dişilere göre daha iyi skorlara sahip oldukları belirlenmiştir. Diğer testlerde ise anlamlı bir farklılık bulunmamıştır. SONUÇ:Gebelikte kontrol edilemeyen konvülsif nöbetler yavruların gelişimi üzerinde en az antiepileptik ajanlar kadar olumsuz etkilere sahiptir. Ancak çalışmamızdan elde edilen veriler doğrultusunda, fenobarbital maruziyetinin yavrularda yol açtığı uzun vadeli davranış ve motor fonksiyon bozuklukları göz önünde bulundurularak, gebelikte daha güvenilir antiepileptik ajanların tercih edilmesi önerilmektedir. Bu çalışma ESOGÜ bilimsel araştırma projeleri komisyonu tarafından desteklenmiştir (Proje no: 2017-1602). Anahtar Kelimeler: Fenobarbital, antikonvülsan, motor beceri, rota-rod, aktivitemetre PS-50 Parkinson Hastalığında Cinsiyetin miRNA ve Transkripsiyon Faktörlerinin Aktivitesine Etkisi İsa Yüksel, Tunahan Çakır Gebze Teknik Üniversitesi, Biyomühendislik Bölümü, Kocaeli AMAÇ:Önemli nörodejeneratif hastalıklardan biri olan Parkinson hastalığının (PH) cinsiyete göre görülme sıklığında bariz farklılık olduğu bilinmektedir. Bu cinsiyet farkının göz önüne alınıp, hastalıkla ilgili transkriptom verilerinin PPE (Protein-Protein Etkileşimi) temelli yaklaşımlarla incelendikten sonra aktivitesi hastalıkla değişen transkripsiyon faktörleri (TF) ve miRNA’larına tespiti ve PH için yeni ilaç hedefi adaylarının bulunması bu çalışmanın öncelikli amacıdır. YÖNTEM:Bu çalışmada kullanılan transkriptom verileri, veritabanlarından indirilmiştir. İlgili veriler, beynin prefrontal korteksinde bulunan BA9’dan (5 kadın kontrol, 6 kadın PH ve 10 erkek kontrol, 8 erkek PH), putamen (5 kadın kontrol, 6 kadın PH ve 15 erkek kontrol, 9 erkek PH) ve substantia nigradan (5 kadın kontrol, 5 kadın PH ve 13 erkek kontrol, 6 erkek PH) alınan Parkinson hastalarına ait doku örneklerinin mikrodizi analizi ile elde edilmiştir. Kullanılan PPE ağı ise 19.339 protein arasındaki 501.141 etkileşimi içermektedir. Bu çalışma kapsamında, omik veriler PPE ağına çeşitli istatistiksel analiz araçlarıyla ve biyoinformatik yöntemlerle haritalanarak analiz edildi. BULGULAR:Cinsiyet farkı göz önüne alınarak, beynin farklı bölgelerinde hastalıktan anlamlı bir şekilde etkilenen ve birbirleriyle etkileşen protein grupları tespit edildi. Bu gruplarda yer alan ve nörodejeneratif hastalıklarda kullanılan ilaçlarla etkileşen proteinler ilaç hedefi adayı olarak belirlendi. Ayrıca regülasyon düzeyindeki etkilenmeler de dahil edilip hastalığa ve cinsiyete özgü moleküler modüller tespit edildi. SONUÇ:Bu çalışma sayesinde, Parkinson hastalığında cinsiyetin farklı beyin bölgelerindeki PPE ve regülasyon sistemine (miRNA ve TF) etkisi tespit edilmiştir. Elde edilen sonuçlar, Parkinson hastalığına karşı yeni ilaç hedefi adaylarının belirlenmesini sağlamıştır. Bu çalışma, TÜBİTAK tarafından (Proje No: 315S302) ve TÜBA-GEBİP (2015)tarafından desteklenmiştir. Anahtar Kelimeler: genom-ölçekli veri, protein-protein etkileşimleri, Parkinson hastalığı, ilaç hedefi, miRNA, transkripsiyon faktör PS-51 Hücre kültüründe yapılan LPS uyarımı sonrasında kemik iliği kökenli makrofajların mikroglia inflamazom yolağı üzerine etkileri Arzu L Aral1, Samuel David2

1Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi İmmünoloji Anabilim Dalı, Ankara; 2McGill Üniversitesi Sağlık Merkezi Araştırma Enstitüsü, Sinirbilim Araştırma Merkezi, Montreal, Kanada AMAÇ:Santral sinir sisteminde gelişen inflamasyon sürecinde, yerleşik mikroglialar ile periferden gelen kemik iliği kökenli makrofajların (KİKM) karşılıklı iletişim halinde oldukları bilinmektedir. Yapılan çalışmalar, hasar sonrası beyne gelen KİKM’nin mikroglialar tarafından üretilen proinflamatuvar sitokinleri baskıladığını göstermektedir. KİKM, mikroglia aracılı inflamasyonu düzenleyerek, kontrolsüz inflamasyonun hasar verici etkilerine karşı doğal bir kontrol mekanizması oluşturmaktadır. Bu ön çalışmada, lipopolisakarit (LPS) uyarımı sonrasında KİKM’nin mikroglialar üzerindeki antiinflamatuar etkisinin inflamazom yolağı ile ilişkisi değerlendirilmiştir. YÖNTEM:Çalışmada erişkin C57BL/6 farelerin beyinlerinden elde edilen primer mikroglia hücreleri ile KİKM kullanıldı (n=3). Hücreler birlikte kültüre edilerek 4 saat boyunca LPS ile uyarıldıktan sonra yıkandı ve 20 saat boyunca serum içermeyen hücre kültür besiyerinde inkübe edildi. İnflamazom yolağı ile ilişkili genlerin ekspresyonu RT qPCR yöntemi kullanılarak ve ilgili kit aracılığı ile değerlendirildi; gen ekspresyonları, CT değeri olarak hesaplanıp kontrole göre artış ve azalma “kat değişim değerleri” olarak karşılaştırıldı.

Page 78: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

BULGULAR:LPS uyarımı sonrasında IL-1, IL-6 ve TNF-α genlerinin ifadelenmeleri arttı, bu artış KİKM ile kokültür sonrası literatüre uygun şekilde baskılandı. KİKM’nin NLRP3 ve IL-18 ekspresyonundaki inhibisyonu ise istatistiksel olarak anlamlı değildi (p>0,05). LPS ile uyarılan mikrogliaların KİKM ile kokültürü, TGF-β ile aktive olan kinaz 1/MAP3K37 bağlayıcı protein (Tab) 1 ve 2 ile Fas-ilişkili ölüm bölgesi (FADD) ve katepsin D genlerinin ekspresyonlarını istatistiksel olarak anlamlı şekilde değiştirdi (p<0,05). SONUÇ:Gerçekleştirilen bu ön çalışmanın sonuçlarına göre; LPS uyarımı sonrasında KİKM’nin IL-1 üretimi üzerindeki baskılayıcı etkisi, kanonik inflamazom yolağının birinci sinyali sürecinde düzenlenmektedir. Bu düzenlenme; NFKB yolağından daha önce, Tab ve FADD basamaklarında gerçekleşmektedir. Hücre içi p38 MAPK yerleşimini değiştirerek etki yaptığı bilinen Tab genlerinin ekspresyonlarının, proinflamatuvar sitokinler ile ters ilişkili olacak şekilde değişmesi ve FADD ekspresyonuna eşlik etmesi, bu genlerin inflamasyon sürecinde mikroglial hücrelerin yaşamda kalımından çok polarizasyonu üzerinde yönlendirici etkileri olabileceğini akla getirmektedir. Saptamış olduğumuz (şimdilik) zayıf nitelikli ipucu bağıntıların, istatistiksel anlamlı düzeylere çıkması için n sayımızı artırarak çalışmamızı devam ettirmeyi planlamaktayız. Anahtar Kelimeler: mikroglia, kemik iliği kökenli makrofaj, inflamasyon, inflamazom, Tab, FADD PS-52 Aloe barbadensisin miller su ekstresinin nöron kültüründe oluşturulan Glufosinat zehirlenmesine karşı koruyucu etkilerinin araştırılması Ayşegül Yilmaz1, Ali Taghizadehghalehjoughi2, Fatma Yeşilyurt1, Ahmet Hacımüftüoğlu1

1Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı, Tıp Fakültesi, Atatürk Üniversitesi, Erzurum; 2Toksikoloji ve Farmakoloji Anabilim Dalı, Veterinerlik Fakültesi, Atatürk Üniversitesi, Erzurum AMAÇ:Aloe vera ailesinin nöron üzerine koruyucu etkileri olduğu bilinmekle birlikte Aloe Barbadensis Miller bitkisinin nöron koruyucu etkisi henüz bilinmemektedir. Glufosinat yapısal olarak glutamatı andırır ve glutamin sentetazı bloke eden bir herbisittir. Yaptığımız çalışmada Aloe Barbadensis Miller bitkisinin sulu ekstratını izole ederek korteks nöron kültüründe oluşturulan glufosinat toksisitesi modeli üzerindeki koruyucu etkilerinin araştırılması hedeflenmektedir. YÖNTEM:Nöron korteks hücreleri Atatürk Üniversitesi tıp farmakoloji bölümünden temin edildi. Aloe barbadensis miller bitki ekstratı Nurbal, İstanbul firmasından temin edildi. Bitki sulu ekstratı 100, 200, 400 mikrogram (µgr) dozlarında, glufosinat ise 50, 100, 200 ve 400 mM dozlarında kullanıldı. Oluşturulan on üç grup norön korteks hücrelerine uygulandı, 24 saat muameleden sonra 570 nm dalga boyunda okundu. MTT sonuçları SPSS, IBM 21.00 programında one way ANOVA yöntemiyle analiz edilmiştir. BULGULAR:Kontrol grubumuzda canlılık %100 olarak tanımlanmış ve diğer gruplar buna göre oranlanmıştır. Aloe Barbadensis doz artışına bağlı olarak glufosinat toksisitesinin azaldığı görülmüştür. Gruplar kendi içinde değerlendirildiğinde ise glufosinat dozu arttıkça canlılığın azaldığı gözlenmiştir. En yüksek canlılık %82 oranıyla glufosinat 400mM dozuna uygulanan Aloe Barbadensisin 400µgr ında görülmüştür(p<0.001). SONUÇ:PC12 hücreleri, nöron hücre çalışmalarında model olarak iyi bilinir ve büyüme faktörleri veya hücre dışı matris gibi farklı faktörlerle tedavi edildiklerinde proliferasyon veya farklılaşmaya uğrarlar. Catherine F. Bouthet ve arkadaşları da çalışmalarında Aloe barbadensis Miller'den ekstrakte edilen Aloe maddelerinin insan embriyonik akciğer hücrelerinde (HEL) ve kültürlenmiş PC12 hücrelerinde proliferasyon üzerindeki karşılaştırmalı etkilerini ölçmüşlerdir. Elde edilen sonuçlarımız bu çalışmayla uyum göstermektir. Çalışmamıza göre barbadensis dozu arttıkça koruyucu etki artmaktadır. Anahtar Kelimeler: Aloe barbadensis miller, glufosinat, mtt, nöroprotektif, korteks nöron PS-53 Alzheimer hastalığında farklı beyin bölgelerine göre metabolik tepkime hızlarındaki değişikliklerin hesaplamalı tahmini Hatice Büşra Konuk1, Tunahan Çakır1

1Gebze Teknik Üniversitesi, Biyomühendislik Bölümü, Kocaeli AMAÇ:Alzheimer hastalığı (AD), hafıza, mantık ve düşünmede bozulmaya neden olan bir tür bunamadır. Hastalığın gelişimi ve sıklığı metabolik işlev bozukluğu ile ilişkilidir. Amacımız, hipokampus, entorinal korteks, üst frontal girus, orta temporal girus ve primer görme korteksi olmak üzere beş farklı beyin bölgesi için metabolik tepkime hızlarındaki değişikliği, hesaplamalı bir yöntemle tahmin etmektir. Bunun için, Alzheimer hastalarının gen ekspresyonundaki değişiklikleri ölçümü kolay tepkime hızlarının değerleriyle birleştiren bir hesaplamalı yaklaşım kullanılmıştır. YÖNTEM:Sağlıklı beynin beş farklı bölgesinde metabolik tepkime hızlarını tahmin etmek için, 71 merkezi karbon metabolizması tekpimesini içeren temel bir metabolik ağ modeli kullanılmıştır. Hesaplamalı yaklaşım, bu ağ modelinde yer alan metabolitlerin denge durumuyla ilgili denklemleri optimizasyonla çözerek tepkime hızlarını tahmin etmektedir. Alzheimer hastalarının metabolik tepkime hızları ise yine aynı model kullanarak; herkesin erişimine açık bir transkriptom veritabanından (Gene Expression Omnibus) alınan gen ekspresyon verilerinin yardımıyla tahmin edilmiştir. BULGULAR:Sağlıklı bireyler ve Alzheimer hastalarının metabolik tepkime hızları, beş farklı beyin bölgesindeki metabolik bozukluğu anlamak için karşılaştırılmıştır. Sağlıklı beyin için tepkime hızları literatüre uygun şekilde belirlenmiştir, ancak beyin bölgeleri arasında bazı farklılıklar vardır. Alzheimer hastalarının tepkime hızlarının karşılaştırılması, hipokampus ve entorhinal korteksin daha fazla etkilenen beyin bölgeleri olduğunu ve primer görsel korteksin en az etkilenen bölge olduğunu göstermektedir. En çok

Page 79: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

etkilenen bölgelerde glukoz ve oksijen alım oranları önemli ölçüde azalmaktadır. Ayrıca, hesaplanan hızlar literatürle uyumlu olarak Alzheimer hastalarında ATP üretim hızının düştüğünü ve GABA geçiş aktivitesinin yükseldiğini göstermektedir. SONUÇ:Hesaplamalı yaklaşımlar ve gen ekspresyon profilinin metabolik ağ modeline haritalandığı yöntemler, Alzheimer hastalığında metabolik yolaklardaki değişiklikler hakkında bize kritik bir bakış açısı sunar. Daha güvenilir sonuçlar elde etmek için beyne özgü daha kapsamlı bir metabolik model ve haritalama için alternatif hesaplama yöntemleri uygulanacaktır. Anahtar Kelimeler: Alzheimer hastalığı, metabolik işlev bozukluğu, beyin bölgeleri, hesaplamalı yaklaşım, gen ekspresyonu verisi. PS-54 Ceviz yaprağı uçucu yağının korteks nöron ve LN405 kanseri hattı üzerindeki etkilerinin araştırılması: in vitro deneyi Fatma Yeşilyurt1, Ali Taghizadehghalehjoughi2, Songül Karakaya3,4, Ahmet Hacımüftüoğlu1

1Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı, Tıp Fakültesi, Atatürk Üniversitesi, Erzurum; 2Farmakoloji ve Toksikoloji Anabilim Dalı, Veterinerlik Fakültesi, Atatürk Üniversitesi, Erzurum; 3Farmakognozi Anabilim Dalı, Eczacılık Fakültesi, Atatürk Üniversitesi, Erzurum; 4Farmakognozi Anabilim Dalı, Eczacılık Fakültesi, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir AMAÇ:Ceviz yaprakları bir sağlık bakımı bileşik kaynağı olarak kabul edilmektedir. Çalışmanın amacı ceviz yaprağından elde edilen uçucu yağının (CYEO) farklı dozları kullanılarak korteks nöron ve LN405 hücre kültürlerinde oluşturulan glutamat toksisite modelinin üzerindeki etkilerin araştırılması hedeflenmiştir. YÖNTEM:Nöron hücreleri, Atatürk Üniversitesi (Erzurum, Türkiye) tıbbi farmakoloji bölümünden elde edilmiştir. Ceviz yaprakları, Clevenger tipi ekipman kullanılarak 3 saat boyunca hidrodilizasyona tabi tutulmuştur. Elde edilen yağ 10-1, 10-2, 10-3, 10-4 ve 10-5 konsantrasyonlarında dozlarında ve glutamat ise 10-5 mM dozunda hazırlanarak kullanıldı. Hazırlanan yedi deney grubu nöron ve LN405 hücrelerine 24 saat muameleden sonra sitotoksisitesi olan MTT ile incelendi. Sonuçlar SPSS, IBM 21.00 programında one way ANOVA yöntemiyle analiz edilmiştir. BULGULAR:Kontrol gruplarında canlılık %100 olarak tanımlanmış ve diğer gruplar buna göre oranlanmıştır. Kortekste glutamat 10-5 mM %62 canlılık oranını göstermiştir. CYEO ise canlılığın doza bağlı olarak artmadığı ve en yüksek canlılık oranı CYEO 10-4 konsantrasyonları’de görülmüştür. LN405 kanser hücrelerinde ise glutamat 10-5 mM %77 canlılık oranına sahiptir. CYEO ise canlılığın doza bağlı olarak artmadığı ve en yüksek ölüm oranının CYEO 10-2 ve 10-4 konsantrasyonlarında gözlemlenmiştir. SONUÇ:Rather MA. ve arkadaşlarının çalışmalarına göre CYEO içerisinde önemli miktarda β-pinen ve α-pinen bulunmuştur. Eraldo J'nın yaptığı çalışmada pinenlerin kanser öldürücü ve nöron koruyucu etkileri ortaya konulmuştur. Bu çalışmalar bizim çalışmamızı desteklemektedir. Anahtar Kelimeler: ceviz yaprağı uçucu yağı, MTT, nöron, LN-405 PS-55 Ceviz yaprağı su ekstresinin korteks nöron ve LN405 kanseri hattı üzerindeki etkilerin araştırılması: in vitro deneyi Fatma Yeşilyurt1, Ali Taghizadehghalehjoughi2, Ayşegül Yılmaz1, Songül Karakaya3, Ahmet Hacımüftüoğlu1 1Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı, Tıp Fakültesi, Atatürk Üniversitesi, Erzurum; 2Farmakoloji ve Toksikoloji Anabilim Dalı, Veterinerlik Fakültesi, Atatürk Üniversitesi, Erzurum; 3Farmakognozi Anabilim Dalı, Eczacılık Fakültesi, Atatürk Üniversitesi, Erzurum AMAÇ:Ceviz ağacı, ilaç ve kozmetik endüstrisinde çekirdekler, kabuklar, yapraklar ve tohumlar kullanılır. Ceviz yaprakları hemoroid, venöz yetmezlik, mantar veya mikrobiyal enfeksiyonlar ve hipogliseminin küratörlüğünde yoğun olarak halk hekimliğinde kullanılmaktadır. Bu çalışmada ceviz yaprağının sulu ekstresinin (CYSE) farklı dozları kullanılarak korteks nöron üzerindeki koruyucu ve LN405 kanser hücre hattı üzerinde öldürücü etki oluşturulan glutamat toksisitesinin araştırılması hedeflenmiştir. YÖNTEM:Nöron kültürleri, Atatürk Üniversitesi (Erzurum, Türkiye) Tıbbi Farmakoloji bölümünden elde edilmiştir. Ceviz yaprakları 30-35 °C'de 8 saat/3 gün boyunca distile su ile yumuşatılmıştır. Sulu ekstre süzülmüş, dondurulmuş ve sulu yaprak ekstresi (CYSE) vermek üzere liyofilize edilmiştir. CYSE 1, 25, 50, 75, 100 ve 125 mikrogram (µgr) dozlarında, glutamat ise 10-5 mM dozunda kullanılmıştır. Hazırlanan sekiz deney grubu nöron ve LN405 hücrelerine uygulanmıştır. 24 saat muameleden sonra sitotoksisitesi incelendi. MTT sonuçları SPSS, IBM 21.00 programında one way ANOVA yöntemiyle analiz edilmiştir. BULGULAR:Kontrol gruplarında canlılık %100 olarak tanımlanmıştır. Kortekste glutamat 10-5 mM %62 oranıyla en az canlılık oranını göstermiştir. CYSE ise canlılığın doza bağlı olarak artmadığı ve en yüksek canlılık oranı CYSE 25 µgr da görülmüştür. CYSE 125 µgr ise kontrol grubuna göre anlamlı farklılık vardır. LN405 kanser hücrelerinde ise glutamat 10-5 mM %97 canlılık oranına sahiptir. CYSE ise canlılığın doza bağlı olarak artmamaktadır. En yüksek ölüm oranı %67 oranıyla CYSE 25 µgr dozuna aittir ve kontrol grubu arasında anlamlı bir fark vardır. SONUÇ:Pereira ve ark. 2007, ceviz yaprağının yaprak özlerinin antioksidan aktiviteleri incelenmiş ve güçlü bir antioksidan kapasiteye sahip olduğu bulunmuştur. Çalışmamızda antioksitant aktivitesinin yüksek olması nöron hücrelerinin korunmasına ve kanser hücrelerinin ölümüne neden olmuştur. Anahtar Kelimeler: glutamat, korteks nöron, LN405, ceviz yaprağı, MTT

Page 80: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

PS-56 Transkriptom verileri kullanılarak bilişsel bozulma ve hafıza zayıflıklarının hücresel ağlara dayalı analizi Elif Emanetci1, Tunahan Cakır1

1Gebze Teknik Üniversitesi, Biyomühendislik Ana Bilim Dalı, Kocaeli AMAÇ:Hafıza ve bilişsel bozukluklar canlıların yaşam kalitesini etkileyen fiziksel etmenlerdir. Literatürde fareler ve sıçanların ilgili beyin bölgelerinden transkriptom verileri alınarak yaş ve çeşitli faktörlerin hafızaya etkisini inceleyen mikrodizi analizleri yapılmıştır. Bu çalışmalarda, anlamlı değişen genler ve bu genlerin ortak yer aldığı moleküler mekanizmalar saptanmıştır. Bu çalışmalar literatür açısından zengin bir veri seti sunsa da moleküler etkileşim ağlarına haritalanarak incelenmediği için mekanizmaların aydınlatılması açısından sınırlı kalmıştır. Çalışmamız; hafıza ve bilişsel bozukluklar ile ilgili transkriptom deneyleri sonuçlarının protein etkileşim ağlarıyla birlikte incelenmesini sağlamış olup tespit ettiği moleküler etkileşimlerle bu bozuklukların moleküler mekanizmalarının aydınlatılmasına katkı sağlayacaktır. YÖNTEM:Transkriptom verisini protein etkileşim ağlarına haritalamak için, performansı yüksek olduğu literatürde belirtilen iki algoritma (BioNet ve KeyPathwayMiner) karşılaştırmalı olarak kullanılmıştır. Bu algoritmalar, büyük etkileşim ağından daha küçük, anlamlı ve fonksiyonel grupları bulmayı hedeflemektedir. Çeşitli yaş gruplarını karşılaştıran, stres, anne ayrılığı gibi faktörleri inceleyen ve öğrenme mekanizmasını aydınlatmaya çalışan sıçan transkriptom verileri literatürden indirilmiştir (Gene Expression Omnibus Veritabanı). Literatürdeki veri tabanlarından elde edilen sıçan protein etkileşim verisi kısıtlı olduğu için (3704 protein-7304 etkileşim) farede homoloğu olan ve protein etkileşim bilgisi raporlanmış sıçan protein çiftlerinin etkileştiği varsayılarak etkileşim verisi genişletilmiştir (9500 protein -37043 etkileşim). BULGULAR:Her iki algoritma da bilişsel bozulma ve hafıza bozukluklarını açıklayabilen anlamlı moleküler etkileşim gruplarını tespit etmeyi başarabilmiştir. Fonksiyonel olarak incelenen gruplarda hafıza, biliş, öğrenme, yaşlanma ve plastisite ile alakalı proteinler tespit edilmiştir. SONUÇ:Organizmaya özgü binlerce etkileşim içeren ağın transkriptom verisi yardımı ile taranmasıyla hafıza ile ilişkisi bilinen miyelinasyon, sitokin, hücreler arası sinyalleşme, biyolojik saat gibi proseslerde yer alan proteinler uygulanan biyoinformatik yaklaşımla tespit edilebilmiştir. Anahtar Kelimeler: biyoinformatik, transkriptom verisi, protein etkileşim ağı, hafıza, öğrenme mekanizması PS-57 Sıçan beyninde kronik nikotin uygulamasının MC3R ve MC4R mRNA ekspresyonu üzerine etkileri Damla Ece Tapınç1, Egemen Kaya2, Oğuz Gözen2, Ersin Oğuz Koylu3, Lütfiye Kanit2, Ayşegül Keser2, Burcu Balkan2

1Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sinirbilim AD, İzmir; 2Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji AD, İzmir; 3Ege Üniversitesi, Beyin Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi, İzmir AMAÇ:Alfa-melanosit stimüle edici hormon (α-MSH) proopiomelanokortinden köken alan birkaç nöropeptidden biridir. Rodent beyninde temel olarak melanokortin 3 (MC3R) ve melanokortin 4 reseptörlerine (MC4R) bağlanarak hedef hücrelerdeki etkilerini gösterir. Bağımlılık yapıcı ajanların ödül duygusunu ortaya çıkarışı sırasında α-MSH ve reseptörlerinin rol oynayabileceği ileri sürülmektedir. Ancak α-MSH ve reseptörlerinin nikotin ödülü sırasındaki etkileri veya nasıl düzenlendikleri henüz bilinmemektedir. Bu çalışmada nikotinin hipotalamus ve mezokortikolimbik sistemdeki MC3R ve MC4R mRNA’ları üzerine düzenleyici etkilerinin araştırılması hedeflendi. YÖNTEM:Sıçanlara 5 gün boyunca subkutan nikotin (0.2, 0.4 veya 0.6 mg/kg/gün, serbest baz) uygulanmıştır. Altıncı gün, sıçanlar son enjeksiyondan bir saat sonra dekapite edilmişlerdir. Kantitatif real-time PCR yöntemi ile ventral tegmental alanda (VTA) MC3R mRNA ekspresyonu ile medial prefrontal korteks (mPFC), nukleus akkumbens (NAc), dorsal striatum, amigdala, lateral hipotalamik alan ve VTA’da MC4R mRNA ekspresyonu değerlendirilmiştir. BULGULAR:PCR ile elde edilen verilerin tek-yönlü ANOVA ve post-hoc Tukey testi ile istatistiksel değerlendirmesi 0.6 mg/kg nikotin uygulamasının mPFC’de MC4R mRNA ekspresyonunu arttırdığını göstermiştir (p = 0.029). Ayrıca, kullanılan üç farklı nikotin dozu sıçanların VTA’larında MC3R mRNA ekspresyonunu arttırmıştır (0.2 mg/kg için p = 0.002, 0.4 mg/kg için p = 0.023, 0.6 mg/kg için p = 0.001). SONUÇ:Bu çalışmada kullanılan nikotin tedavi protokolünün sıçanlarda lökomotor sensitizasyona, NAc’da dopamin salgısının artışına ve böylece ödül duygusuna yol açtığı iyi bilinmektedir. Ayrıca önceki çalışmalar VTA’da melanokortin reseptörlerinin aktivasyonunun dopaminerjik nöronları uyardığını göstermektedir. Böylece, çalışmamızda nikotin uygulaması sonrasında mezokortikolimbik sistemde elde ettiğimiz MC3R ve MC4R ekspresyonu artışı melanokortin sinyalizasyonunun arttığını ve bu değişikliğin nikotin ile tetiklenen ödül yanıtının gelişiminde önemli bir mekanizma olabileceğini düşündürmektedir. Bu çalışma Ege Üniversitesi BAP Koordinatörlüğü tarafından 16-SBE-007 no’lu projeler ile desteklenmiştir. Anahtar Kelimeler: nikotin, POMC, melanokortin reseptörü, mesokortikolimbik sistem

Page 81: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

PS-58 Sıçan beyninde nikotin uygulamasının MCH VE MCHR1 ekspresyonu üzerine etkileri Mevsim Güliz Sezer1, Egemen Kaya2, Oğuz Gözen2, Ersin Oğuz Koylu3, Lütfiye Kanit2, Ayşegül Keser2, Burcu Balkan2 1Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sinirbilim AD, İzmir;2Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji AD, İzmir; 3Ege Üniversitesi, Beyin Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi, İzmir AMAÇ:Melanin konsantre edici hormon (MCH) ve reseptörü MCHR1, ödül devresi olarak anılan mezokortikolimbik sistemde yoğun ekspresyon göstermektedir. MCH sinyalizasyonunun sukroz, yiyecek gibi doğal maddelerin yanı sıra alkol, kokain, amfetamin, metamfetamin gibi bağımlılık yapıcı ajanların ödüllendirici etkilerinde rol oynayabileceği ileri sürülmektedir. Çalışmamızın amacı nikotinin ödül etkisinin oluşumu sırasında, mezokortikolimbik sisteme dahil olan anatomik yapılarda eksprese edilen MCH ve MCHR1 mRNA’sındaki düzenlemeyi araştırmaktır. YÖNTEM:Bu amaçla yetişkin erkek sıçanlara altı gün boyunca üç farklı nikotin dozundan biri (0.2, 0.4, 0.6 mg/kg/gün, serbest baz) subkutan enjekte edilip son enjeksiyondan bir saat sonra dekapitasyon gerçekleştirilmiştir. Kantitatif gerçek-zamanlı PCR yöntemi kullanılarak lateral hipotalamik alanda MCH mRNA ekspresyonu ve medial prefrontal korteks, nukleus akkumbens, dorsal striatum, amigdala, lateral hipotalamik alan, medial hipotalamik alan ve ventral tegmental alanda MCHR1 mRNA ekspresyonu incelenmiştir. BULGULAR:Kantitatif gerçek-zamanlı PCR ile elde edilen verilerin tek yönlü ANOVA testi ile yapılan istatistiksel analizi uygulanan nikotin dozlarının hiçbirinin incelenen beyin bölgelerinde MCH ve MCHR1 mRNA ekspresyonunu değiştirmediğini göstermiştir. SONUÇ:Nikotin tedavisi hipotalamus ve mezokortikolimbik sistemde MCH ve MCHR1 transkripsiyonunu değişmemiştir. Bu sonuç nikotin ödülü sırasında MCH sinyalizasyonunun düzenlenmiyor olabileceğini düşündürmektedir. Ancak, çalışmamızda MCH ve MCHR1 ekspresyonu sadece mRNA düzeyinde incelenmiş olup protein ekspresyonu değerlendirilmemiştir. Nikotin, MCH ve MCHR1 ekspresyonu üzerine posttranskripsiyon, translasyon veya posttranslasyon aşamalarında düzenleyici etki gösteriyor olabilir. Bu çalışma Ege Üniversitesi BAP Koordinatörlüğü tarafından 16-SBE-006 ve 16-BAUM-003 no’lu projeler ile desteklenmiştir. Anahtar Kelimeler: nikotin, MCH, MCHR1, mezokortikolimbik sistem PS-59 Nikotin uygulamasının sıçan beyninde pro-opiomelanokortin (POMC) ve µ opioid reseptör (MOR) mRNA ekspresyonu üzerine etkileri Rabia Ilgın1, Egemen Kaya2, Oğuz Gözen2, Ersin Oğuz Koylu3, Lütfiye Kanıt2, Ayşegül Keser2, Burcu Balkan2

1Ege Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sinirbilim AD, İzmir; 2Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji AD, İzmir; 3Ege Üniversitesi, Beyin Araştırmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi, İzmir AMAÇ:Pro-opiomelanokortin (POMC), endojen opioiderjik sistemi oluşturan en önemli peptid prekürsörlerinden biridir. POMC’den türeyen peptidlerin stres yanıtı, yeme davranışı, madde bağımlılığı gibi süreçlerde rolleri olduğu bilinmektedir. POMC mRNA’dan sentezlenen bir nöropeptid olan β-endorfin bağımlılık ile ilgili süreçlerde anahtar rol oynar. Madde bağımlılığının gelişiminden mezokortikolimbik sistemin aktivitesi ile ortaya çıkan ödül duygusu sorumludur. Çalışmamızda, nikotin ödülü sırasında mezokortikolimbik sistemi oluşturan anatomik yapılarda POMC mRNA ve β-endorfinin bağlandığı µ-opioid reseptör (MOR) mRNA’sının regülasyonunun araştırılması hedeflenmiştir. YÖNTEM:Üç farklı nikotin dozu (0.2, 0.4, 0.6 mg/kg/gün, serbest baz) beş gün boyunca sıçanlara enjekte edilmiştir. Tedavinin altıncı gününde sıçanlar son enjeksiyondan bir saat sonra dekapite edilmişlerdir. Kantitatif real-time PCR yöntemi ile medial hipotalamik alanda POMC mRNA ekspresyonu, medial prefrontal korteks, nukleus akkumbens, dorsal striatum, amigdala, lateral hipotalamik alan ve ventral tegmental alanda ise MOR mRNA ekspresyonu değerlendirilmiştir. BULGULAR: Kantitatif real-time PCR sonuçlarının tek yönlü ANOVA ve post-hoc Tukey testleri ile değerlendirmesi hipotalamustaki POMC mRNA düzeylerinin 0.6 mg/kg nikotin uygulaması ile arttığını göstermiştir (p = 0.022). Ancak, uygulanan nikotin dozlarının hiçbiri limbik yapılarda ve mezokortikolimbik sistemi oluşturan bölgelerde MOR mRNA düzeylerini değiştirmemiştir. SONUÇ:Medial hipotalamik alan içinde kalan arkuat çekirdek nöronlarında sentezlenen POMC transkripsiyonu nikotin tedavisi ile artmaktadır. Bu sonuç POMC nöronların aksonal projeksiyon bölgelerinde β-endorfinin sentez ve salgısının artabileceğini düşündürmektedir. Böylece, nikotin MOR transkripsiyonunu değiştirmemekle beraber β-endorfin sentezinin artışı üzerinden mezokortikolimbik sistemde POMC sinyalizasyonunu arttırabilir ve nikotin ödülünün ortaya çıkışında önemli rol oynuyor olabilir. Bu çalışma Ege Üniversitesi BAP Koordinatörlüğü tarafından 16-TIP-078 ve 15-BAUM-003 no’lu projeler ile desteklenmiştir. Anahtar Kelimeler: nikotin, POMC, MOR, mezokortikolimbik sistem PS-60 Motor nöronlarda hasar oluşturmayı hedefleyen bir viral vektör tasarımının oluşturulması Birce Erçelen1, Handan Açelya Kapkaç2, Muhittin Arslanyolu2, Elif Polat Çorumlu3, Emel Ulupınar1

1Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Anatomi Anabilim Dalı, Eskişehir; 2Eskişehir Teknik Üniversitesi, Biyoloji Bölümü, Eskişehir; 3Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Disiplinlerarası Sinirbilimleri Anabilim Dalı, Eskişehir AMAÇ:Viral vektörlerin gen terapisinde kullanımı son yıllarda hızlı bir artış göstermiştir. Bu tedavi yönteminin başarılı bir şekilde

Page 82: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

uygulanabilmesi için viral ekspresyon kasetlerinin her hastalığın karakteristik özelliklerine göre tasarlanması gerekmektedir. Tasarımlarda hedef dokuya özgün ekspresyon elementlerinin seçilmesi ve optimizasyonunun sağlanması kritik öneme sahiptir. Bu çalışmada, motor nöronlarda hasara neden olduğu gösterilen bir proteinin motor nöronlara özgün olarak ekspresyonunu sağlayacak bir viral vektör tasarımının oluşturulması amaçlanmıştır. YÖNTEM:Nöronlarda hasara neden olduğu gösterilen TAR DNA bağlayıcı proteini (TDP-43)'ni kodlayan hedef genin spesifik olarak üst motor nöronlarda verimli ve yüksek düzeyde ifade edilimini sağlamak amacıyla Adeno-Assosiye Virüs (AAV) vektörü kullanılmıştır. Hedef dokuya özgünlüğün sağlanmasındaki en önemli basamaklardan biri promotor seçimi olduğu için ekspresyon kasetlerinin tasarımında iki farklı promotor kullanılmıştır. Bunlardan birisi (CMV) tüm nöronlarda benzer düzeyde ekspresyon sağlarken, diğeri (UCHL1) kortikal motor nöronlara özgündür. Viral vektörlerin tasarımında iki tekrarlayan ters dizi (ITR) bölgesinin arasındaki 4-5 kb boyutundaki bölgeye yerleşebilecek büyüklükteki uygun transkripsiyonel düzenleyici elemanlar seçilmiştir. Bu diziler sırasıyla post-transkripsiyonel düzenleyici element, transkripsiyonun terminasyon dizileri ve mRNA’nın çekirdekten eksportu ve sitoplazmada kullanım ömrünü artırmak için gerekli dizileri kapsamaktadır. BULGULAR:Kaynak plazmitlerden alınan elementler ve hedef genle örtüşen bölgelerin primerleri tasarlanarak ekspresyon kasetinde arka arkaya eklenmiştir. Transdüksiyon verimliliğini takip etmek açısından hedef genle birlikte green fluorescent protein (GFP) geni marker olarak seçilmiştir. Dizi analizi ile kasetteki elementlerde herhangi bir bazda mutasyonun ya da çerçeve kaymasının olup olmadığı teyit edilmiştir. Tüm kaset oluşturulduktan sonra E.coli transformasyonu takiben pozitif transformantlar koloni PCR yöntemiyle seçilerek AAV kapsidine paketlenmeye hazır hale getirilmiştir. SONUÇ:Viral vektör aracılı gen ekspresyonu preklinik çalışmalarda yeni ve güçlü, gen tedavisinde de umut vaat eden bir araçtır. Başarılı tedavilerin geliştirilmesinde viral vektör kaset tasarımlarında kullanılan elementler kadar vektörlerin dozu, enjeksiyon bölgesi, veriliş zamanı da yöntemin etkinliğinde önemli rol oynamaktadır. Bu çalışma Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Bilimsel Araştırma Projeleri Komisyonu ve TÜBİTAK (Proje No:116S408) tarafından desteklenmektedir. Anahtar Kelimeler: AAV, viral vektör tasarımı, gen tedavisi, TDP-43 PS-61 Sıçan trigeminal gangliyon sinir hücrelerinde nosiseptif kalsiyum sinyalleşmesi üzerine lidokain ve artikainin etkisi Kürşat Er1, Ayşegül Kurt2, Tamer Taşdemir3, Ahmet Ayar2

1Akdeniz Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi, Endodonti Anabilim Dalı, Antalya; 2Karadeniz Teknik Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Trabzon; 3Karadeniz Teknik Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi, Endodonti Anabilim Dalı, Trabzon AMAÇ:Bu araştırmada duyusal nöronlarda kalsiyum sinyalleşmesini bir ağrı belirteci olarak kullanarak, orofasiyal bölgede primer ağrı duyusundan sorumlu trigeminal gangliyon (TG) sinir hücrelerinde hücre içi kalsiyum ([Ca2+]i) sinyalizasyonuna, ağızda lokal anestetik olarak yaygın kullanılan artikain ve lidokainin etkilerinin sıçan TG gangliyon hücre kültüründe incelenerek; seçilen lokal anestetiklerden hangisinin daha belirgin anestetik etkiye sahip olduğunun belirlenmesi amaçlandı. YÖNTEM:TG nöronları 1-2 günlük Wistar sıçanlardan izole edilerek enzimatik muamele ile primer kültürü hazırlandı. TG nöronları Ca2+-duyarlı flüoresan boya fura-2 (1 µM) ile 37°C’de %5 CO2 içeren inkübatörde 60 dakika muamele edilerek yüklendi. TG hücreleri sırasıyla 340 nm ve 380 nm dalga boylarında uyarılarak 510 nm’de emisyonları kayıt edildi ve 340/380nm oranı [Ca2+]i belirteci olarak kullanıldı. Hücreler kapsaisin (1 µM) veya yüksek hücre dışı K+ (30 mM) ile non-spesifik membran depolarizasyonuyla uyarılarak, lidokain ve artikain [Ca+2]i cevapları üzerine etkileri incelendi. BULGULAR:KCl (30 mM) ile uyarı bazal [Ca2+]i düzeyinde anlamlı artış sağlarken; ardından uygulanan lidokain (0.1, 0.3 ve 0.5 mM) [Ca2+]i düzeylerini anlamlı derecede baskıladı; bu baskılayıcı etki yıkama sonrası 5. dakikada geri dönmedi. Bazal koşullarda flüoresan oranı 0.89±0.06 iken KCl (30 mM) ile uyarı sonucunda bu oran 1.55±0.43 düzeyine yükseldi; 0.1 mM lidokain uygulaması bu artışı anlamlı derecede baskılayarak 1.04±0.08 değerine geriletti (p<0.05); bu inhibisyon 5 dakikalık yıkama sonrası anlamlı ölçüde geri dönmedi (1.05±0.05). Lidokain kapsaisinle indüklenen [Ca2+]i cevaplarını da baskıladı. Artikain (5 mM) hem kapsaisin hem de KCl ile indüklenen [Ca2+]i artışını anlamlı düzeyde baskıladı. Bazal oran 1.07±0.04 iken kapsaisin (1 µM) ile uyarı sonucunda bu değer 1.21±0.02 düzeyine yükseldi; 5 mM artikain bu artışı anlamlı derecede baskılayarak 0.97±0.03 değerine geriletti (p<0.05). SONUÇ:Bu araştırmanın bulguları test edilen lokal anestetiklerin her ikisinin de orofasiyal bölge ağrı sinyallerini taşıyan TG nöronlarında ağrıyla alakalı kalsiyum sinyallerini blokladığını; doz düzeyi ve test edilen dozların etkinliği değerlendirildiğinde lidokain daha etkili olduğunu göstermektedir. Anahtar Kelimeler: lokal anestezik, kalsiyum sinyalleşmesi, trigeminal gangliyon PS-62 Endokrin bozucu kimyasal bütilparaben anti-oksidant enzim metabolizmasını bozarak beyinde doku hasarını indükler Duygu Aydemir1, Burcu Öztaşçı2, Nurhayat Barlas2, Nuriye Nuray Ulusu1

1Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi/Koç Üniversitesi Translasyonel Tıp Araştırma Merkezi (KUTTAM); 2Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi AMAÇ:Endokrin bozucular gibi sentetik kimyasallar insan ve çevre sağlığını etkilemektedir. Parabenler endokrin bozucu kimyasal ailesine dahildirler ve hormon metabolizmasının bozulmasına neden olurlar. Bu kimyasallar 50 yıldan fazla süredir kişisel bakım

Page 83: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

ürünleri, kozmetikler,deodorantlar, yüz kremleri, ilaçlar, çocuk ürünleri gibi endüstriyel ürünlerde,aynı zamanda yiyecek ve içeceklerde de anti-mikrobiyal ve anti-fungal koruyucu olarak kullanılmaktadır. Bütilparaben tam olarak metabolize edilememektedir ve bunun sonucunda bir kısmı vücutta birikmektedir, bu da hastalıklara neden olabilmektedir. Fakat bütilparabenin beyindeki anti-oksidan enzim metabolizması üzerindeki etkisi daha önce araştırılmamıştır. YÖNTEM:24 adet erkek Wistar albino sıçan rasgele dört gruba ayrıldı ve bütilparaben 0, 200, 400 ve 800 mg/kg/gün olmak üzere 14 gün boyunca sıçanlara gavaj yolu ile verildi. Daha sonra glukoz-6-fosfat dehidrogenaz (G6PD), 6-fosfoglukanat dehidrogenaz (6-PGD), glutatyon peroksidaz (GPx), glutatyon redüktaz (GR) ve glutatyon-s trasnferaz (GST) enzimleri beyin örneklerinde ölçüldü ve bunun yanında beyin dokusundaki histopatolojik değişimler incelendi. BULGULAR:G6PD, 6-PGD, GR, GST ve GPx enzim aktiviteleri istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde 400 ve 800 mg/kg/gün gruplarında kontrole göre artış gösterdi (p≤0.0001). Tüm enzim aktivitelerinin 400 mg/kg/gün grubunda en üst noktaya çıktığı gözlendi, ancak incelenen enzimlerin aktiviteleri 800 mg/kg/gün grubunda 400 mg/kg/gün grubuna göre anlamlı bir şekilde azaldı (p≤0.0001). Bunun yanında GR ve G6PD enzim aktiviteleri 200 mg/kg/gün grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel olarak anlamlı bir şekilde artış gösterdi (p≤0.0001). Ayrıca beynin parietal lobunda, özellikle yüksek dozda bütilparaben uygulanmış sıçan beyinlerinde, hiperkromatik hücreler gözlemlendi. SONUÇ:Çalışmamız sonucunda bütilparabenin beyindeki anti-oksidan enzim aktivitesini bozduğu ve doku hasarına sebep olduğu gösterilmiştir. Sonuçlarımız bütilparabenin hücresel redoks dengesideki dejeneratif rolünü gözler önüne sermiştir. Bunlar bize bütilparabein daha önce sanıldığı gibi güvenli bir kimyasal olmadığını gözler önüne sermiştir ve hücresel redoks dengesi üzerindeki olumsuz etkileri kanıtlanmıştır. Anahtar Kelimeler: bütilparaben, beyin, anti-oksidant metabolizma, histopatolojik değişimler PS-63 Aloe barbadensis miller bitkisinin sulu ekstratının glutamat toksisitesi üzerindeki koruyucu etkilerinin araştırılması Ayşegül Yılmaz1, Ali Taghizadehghalehjoughi2, Ahmet Hacımüftüoğlu1

1Atatürk Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı, Erzurum; 2Atatürk Üniversitesi, Veteriner Fakültesi, Toksikoloji ve Farmakoloji Anabilim Dalı, Erzurum AMAÇ:Aloe vera ailesinin nöron üzerine koruyucu etkileri olduğu bilinmekle birlikte aloe barbadensis miller bitkisinin nöron koruyucu etkisi üzerine çalışma yapılmamıştır. Yapılan çalışmada aloe barbadensis miller bitkisinin su ekstresini izole ederek korteks nöron kültüründe oluşturulan glutamat toksisitesi modeli üzerindeki koruyucu etkilerinin araştırılması hedeflenmiştir. YÖNTEM:Nöron korteks hücreleri atatürk üniversitesi tıp fakültesi tıbbi farmakoloji anabilim dalından temin edilmiştir. Aloe barbadensis miller bitki ekstratı Nurbal, İstanbul firmasından temin edildi. Bitki sulu ekstratı 25, 50, 100, 200, 400, 800 ve 1600 mikrogram (µgr) dozlarında, glutamat ise 10-5 mM dozunda kullanıldı. Ayarlanan dozlar norön korteks hücrelerine uygulandı, 24 saat muameleden sonra 570 nm dalga boyunda okundu. 3-(4,5-dimethylthiazol-2-yl)-2,5-diphenyltetrazolium bromide (MTT) sonuçları SPSS, IBM 21.00 programında one way ANOVA yöntemiyle analiz edilmiştir. BULGULAR:Kontrol grubumuzda canlılık %100 olarak tanımlanmış ve diğer gruplar buna göre oranlanmıştır. Glutamat 10-5 mM grubunun canlılık oranını %59 olarak tespit edilmiştir (p<0.001). Aloe barbadensisde ise canlılığın doza bağlı olarak artmadığı ve en yüksek canlılık oranının 100 ve 400 µgr (%93-%89) arasında olduğu gözlenlenmiştir. En düşük canlılık oranı 25 µgr (%61) da gözlenmiştir (p<0.001). SONUÇ: Aloe vera barbadensis’in nöronları eksitotoksik hasara karşı 100 ve 400µgr dozlarında koruduğunu gösterdik. Anahtar Kelimeler: Aloe barbadensis miller, glutamate, mtt, nöroprotektif, korteks nöron PS-64 TLR4 artışına bağlı gelişen yanıtlar Parkinson hastalığı fare modelinde inflamatuvar yolakları tetikler Sendegul Yıldırım1, Güneş Aytaç2, Hande Parlak3, Aysel Agar3, Gamze Tanriover1

1Akdeniz Üniversitesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Antalya; 2Yüksek İhtisas Üniversitesi, Anatomi Anabilim Dalı, Ankara; 3Akdeniz Üniversitesi, Fizyoloji Anabilim Dalı, Antalya

AMAÇ:Parkinson hastalığı (PH), dopaminerjik nöronların kaybıyla karakterize sık görülen progresif nörodejeneratif bir hastalıktır. Mikroglial aktivasyon, PD patogenezinin önemli bir parçası olan nöroinflamasyona yol açar. 1-metil-4-fenil-1,2,3,6-tetrahidropiridin (MPTP), PH modeli oluşturmak için en yaygın kullanılan toksindir. Toksinler tarafından indüklenen alfa-sinüklein (α-sinüklein) artışının, dopaminerjik nöronlarda ölüme neden olduğu gösterilmiştir. Literatürde yer alan bazı çalışmalar α-sinüklein artışının, toksin kaynaklı PH modelinde toll-like reseptör 4'ü (TLR4) aktive edebileceğini mikroglial aktivasyona bağlı olarak ortaya çıkan bu yolun dopaminerjik nöronlarda NF-κB aracılı sitokin yanıtlarını tetikleyebileceğini belirtmektedir. Bu hipoteze dayanarak, fare PH modelinde SNpc alanında yer alan dopaminerjik nöronlarda tirozin hidroksilaz (TH), TLR4 ve NF-kB p65 (RelA) ekspresyonlarını değerlendirmeyi amaçladık. YÖNTEM:Çalışmamızda 3 aylık erkek C57BL/6 farelerinde PH modeli oluşturmak için MPTP kullanıldı.Hayvanlar sakrifiye edildi ve beyin dokuları alındı. Beyin dokularında TH, TLR4 ve NF-kB p65 (RelA) antikorları ile immünohistokimyasal ve immünofloresan boyamalar yapıldı.

Page 84: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

BULGULAR:SNpc'da TH ekspresyonu dopaminerjik nöron sayısındaki azalmaya bağlı olarak önemli ölçüde azalmış saptandı. PH gruplarında mikroglialara ek olarak SNpc'daki dopaminerjik nöronlarda da TLR4 ekspresyonu gözlendi. Aynı nöronlarda p65 ekspresyonunun da varlığı dikkat çekiciydi. SONUÇ:Sonuçlarımız, TLR4 ekspresyonundaki artışın, deneysel PH modelinde mikroglial aktiviteyi indüklediğini ve NF-kB yolağını aktive ederek dopaminerjik nöron kaybını arttırdığını düşündürmektedir. Anahtar Kelimeler: Parkinson hastalığı, MPTP, p65, TLR4, NF-kB PS-65 GBM’de SOX2 ve NANOG ekspresyonu Gamze Tanrıöver1, Sendegül Yıldırım1, Mustafa Gökhan Ertosun2

1Akdeniz Üniversitesi, Histoloji ve Embriyoloji Anabilim Dalı, Antalya; 2Akdeniz Üniversitesi, Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Anabilim Dalı, Antalya AMAÇ: Glioblastoma multiforme (GBM), santral sinir sisteminde en yaygın görülen malign beyin tümörüdür. Beyin tümörlerinin, özellikle de GBM'in kanser kök hücresi (KKH) barındırdığına dair güçlü kanıtlar bulunmaktadır. Bu KKH'leri kendini yenileyebilir, tümörogenezi başlatabilir ve tedaviye de oldukça dirençlidirler. GBM’de bulunan KKH’lerinin, SOX2 ve NANOG gibi KKH belirteçlerini ekspre edebildiklerini gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Tümörle ilgili bu çalışmalarda, tıpkı gliomalarda olduğu gibi, SOX2 ve NANOG'un aşırı ekspresyonunun veya gen amplifikasyonunun, nöral ve nöral krest orijinli tümörlerin büyümesi ve metastazına destek olabileceği yorumları yapılmıştır. GBM patogenezinde yer alan moleküler mekanizmalar hakkında çok az bilgi sahibi olmamız nedeniyle, KKH’lerinin gliomaların agresivitesi ve metastazında rol oynayabileceği hipotezinden yola çıkarak; KKH belirteçlerinden SOX2 ve NANOG’un GBM dokusunda ekspresyonlarının gösterilmesi hedeflendi. Bu nedenle de; GBM ve normal beyin dokularında, SOX2 ve NANOG ekspresyonlarını immünohistokimyasal olarak işaretleyerek hastalığın prognozuyla ilişkilendirilmesi sağlandı.

YÖNTEM: Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Klinik Araştırmalar Etik Kurulu’nun onayı ile daha önce GBM tedavisi almayan ve Akdeniz Üniversitesi'nde rezeksiyon yapılan iki (n = 2) hastadan GBM örnekleri alındı. Karşılaştırma için, travmaya bağlı kısmi beyin rezeksiyonu yapılan iki hastanın beyin dokuları kullanıldı. Dokularda SOX2 ve NANOG antikorları immünohistokimyasal olarak işaretlendi. BULGULAR: Çalışmamız, GBM'de SOX2 ve NANOG ekspresyonunun normal beyin dokularına kıyasla yoğun bir immunoreaktivite sergilediğini göstermektedir. SONUÇ: Bulgularımız doğrultusunda SOX2 ve NANOG’un GBM dokularında aşırı ekspresyonu, tümör gelişiminde bu iki molekülün birlikte çalışabileceğine işaret etmektedir. Ancak, hala SOX2 ve NANOG’un tümördeki varlığı, GBM hastalarının prognozundaki rolünü tam olarak açıklayamamaktadır. Bu durum çalışmanın az sayıda örnekle yapılmasına bağlanabileceğinden çalışmanın devamlılığı hasta materyali ile şekillenecektir. GBM dokularında diğer KKH belirteçlerinin de incelenmesi için gelecekte çalışmalar planlanmaktadır. Anahtar Kelimeler: GBM, SOX2, NANOG, immünohistokimya PS-66 Ginkgo biloba ekstraktının nörotoksisite, nöroprotektivite ve nörorejeneratif etkinliğinin ın vitro olarak incelenmesi Zeynep Karavelioğlu1, Rabia Çakır Koç1 1Yıldız Teknik Üniversitesi, Biyomühendislik Ana Bilim Dalı, İstanbul

AMAÇ:Mabet ağacı olarak da bilinen Ginkgo biloba, uzun yıllardır Çin başta olmak üzere birçok ülkede geleneksel tıp alanında farklı hastalıkların tedavi edilmesinde kullanılmaktadır. Ağacın yapraklarından elde edilen standart ekstraktlar; kemferol, izorhamnetin, kuersetin gibi maddelerin yanı sıra, ginkgolidler ve bilobalidler gibi içerdikleri birçok bileşenin etkisine bağlı olarak hafıza problemleri, depresyon, anksiyete, baş dönmesi ve kulak çınlaması gibi çeşitli rahatsızlıkların tedavisinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Ancak Ginkgo biloba ekstraktının hücresel düzeyde nöroprotektif ve nörorejeneratif etkisinin değerlendirilmesi üzerine yapılan çalışmalar oldukça sınırlıdır. Bu nedenle çalışmanın amacı; dopaminerjik nöronlarla olan benzerlikleri sebebiyle Alzheimer ve Parkinson gibi hastalıklar üzerine yapılan çalışmalarda hücre modeli olarak kullanılan nöroblastoma (SHSY-5Y) hücreleri ve glioblastoma (U87) hücreleri üzerinde Ginkgo biloba ekstraktının nöroprotektif ve nörorejeneratif etkisinin in vitro olarak incelenmesidir.

YÖNTEM:Ginkgo biloba ekstraktının nöroprotektif ve nörorejeneratif etkisinin incelenmesi için U87 ve SHSY-5Y hücre hatları kullanılırken, toksik etkisi fare fibroblast hücre serisinde (L929) incelenmiştir. Hücreler %10 FBS ve %0,5 Pen-Strep içeren DMEM F12 içerisinde çoğaltılmıştır. Hücre canlılığı için XTT testi yapılmış, DAPI boyama ile hücre nükleusundaki değişimler takip edilmiş ve Ginkgo biloba ekstraktının hücreler üzerinde meydana getirdiği rejeneratif etkiyi incelemek amacıyla Scratch Assay uygulanmıştır. BULGULAR:Elde edilen sonuçlara göre Ginkgo biloba sıvı ekstraktının hücre hatları üzerinde herhangi bir toksik etki göstermediği, 50 mg/mL’ye kadar olan konsantrasyon değerlerinde SHSY-5Y ve U87 hücre hatları üzerinde canlılığı arttırdığı ve nöroprotektif etki gösterdiği belirlenmiştir.

Page 85: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

SONUÇ:Bu çalışmada, Ginkgo biloba sıvı ekstraktının hücre hatları üzerinde oluşturduğu efektif konsantrasyonlar & nöroprotektif ve nörorejeneratif etki in vitro olarak gösterilmiştir. Elde edilen sonuçlar, ileride Ginko biloba ekstraktına dayalı farklı formülasyonların geliştirilmesine temel hazırlamaktadır. Kullandığımız etken maddenin temininden dolayı IMMUNAT firmasına teşekkür ederiz. Anahtar Kelimeler: Ginkgo biloba, nöroprotektif, nörorejeneratif, nörotoksisite, Scratch Assay, XTT PS-67 Anatomide yeni fiksasyon metodu: polimerizasyon Ayşegül Güngör Aydın1 , Esat Adıgüzel1 Pamukkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Anatomi Anabilim Dalı, Denizli AMAÇ: Kadavra, vital fonksiyonlarını tamamen yitirmiş bir insanın bedeninin eğitim ve araştırmalarda incelenmek amacıyla muhafaza edilmesidir. Bugün tıpta Anatomi eğitimde yoğun şekilde kadavra ve kadavralardan elde edilen doku piyesleri kullanılmaktadır. Kadavra tespitinde amaç enfeksiyöz ajanlardan arındırılarak yapıların en az bozulmayla organ ve dokuların doğal halinin korunmasıdır. Bakteri ve mantar gibi bir enfeksiyöz ajanların tekrar üremesi ve kokuşmanın engellenmesi de önemlidir. Kadavra tespiti için en çok kullanılan madde (%80-90 sıklıkla) formaldehittir. Ancak formaldehid buharı çalışan sağlığı açısından sorun yaratmasının yanı sıra kötü kokusu nedeni ile alternatif yöntemler her zaman araştırma konusu olmuştur. Bu çalışmada formaldehit fiksasyonuna alternatif olarak kullanılabilecek olan “polimerazisyon yöntemi” ile sıçan organlarından örnek piyeslerin hazırlanması amaçlanmıştır. GEREÇ VE YÖNTEM: Bu çalışmada, ketamin/ksilazin anestezisi altına alınan yetişkin erkek sıçana özel olarak hazırlanan monomer karışımı solüsyonla transkardiyak perfüzyon uygulandı. Perfüzyon sonrası organ piyesi olarak hazırlanacak karaciğer, pankreas, kalp ve beyin çıkartılarak aynı solüsyonun içerisinde 4 °C’ de gece boyu inkübe edildi. Sonrasında organ piyeslerinin bulunduğu kaptan oksijen tamamen uzaklaştırıldı ve sıcaklık yükseltildi. Yaklaşık 4 saat sonra dokuların içinde polimerizasyon oluşumu tamamlanarak, organ piyesleri uzun süreli kullanıma hazır hale geldi. BULGULAR- SONUÇ: Konvansiyonel fiksasyon yöntemine kıyasla polimerizasyon tekniğinin en büyük avantajı, organ piyeslerinin kullanımı sırasında eğiticilerin ve öğrencilerin maruz kaldıkları formaldehit buharlaşmasını ortadan kaldırmasıdır. Bu yeni teknikle hazırlanacak vücut parçaları veya organ piyesleri, öğrencilerin kullanımı için zararlı olmayan, kuru, kokusuz ve tekrarlanan kullanımlara dayanacak kadar sağlam bir eğitim materyalidir. Bunun yanı sıra bu teknikle hazırlanan dokular şeffaflaştırılarak yeni nesil mikroskoplarla incelenmeye de uygundur. Yöntemin dezavantajı, polimerizasyon için kullanılacak kimyasalların, formaldehite kıyasla daha yüksek maliyetli olması ve elde edilen doku piyesinin polimer yapısı nedeniyle tabakalı diseksiyonun zorluğudur. Ancak elde edilen doku deforme olmadan dilimlemeye izin verdiği için kesitsel anatomi için oldukça kullanışlıdır. Anahtar Kelimeler: Fiksasyon, kadavra, polimerizasyon PS-68 Brain Awareness Week activities of Neuroscience Society of Turkey – 2019 Gülgün Şengül Department of Anatomy, School of Medicine, Ege University, Izmir, Turkey OBJECTIVE: The Brain Awareness Week (BAW) was celebrated in Turkey March 11–17, 2019, parallel o the global campaign to let people know about the progress in brain research as well as diagnosis, treatment and prevention of disorders of the brain, such as Alzheimer’s, Parkinson’s, stroke, schizophrenia and depression. This presentation gives a resume of the 2010 BAW activities organized by Neuroscience Society of Turkey (NST) in different cities of Turkey. METHODS: NST with a grant support from Society for Neuroscience (SfN) given to SfN Turkey Chapter performed a large number of events throughout Turkey in 10 cities with a high number of collaborators.The BAW team was as follows: Necip Kutlu in Manisa, Ferhan Esen in Eskişehir, Ahmet Ayar in Trabzon, İlker M. Kafa in Bursa, Mahmud Mustafa Özkut in Yozgat, Piraye Kervancıoğlu and Mustafa Orhan in Gaziantep, Işıl Aksan Kurnaz and Meral Yüksel in Istanbul, Hilmi Uysal in Antalya, Leyla Şahin in Mersin, and Gülgün Şengül, Burcu Balkan, Ayşegül Keser and Vedat Evren in İzmir. RESULTS: We performed a high variety of activities including public conferences, school conferences, nursery school activities, visits to house for the elderly, activities in shopping malls, neuroanatomy laboratory tours to high school students, movie evenings, television and radio programs. We estimate we have reached a total of two thousand people in person, and many more with radio and television programs, and newspaper articles. CONCLUSION: NST and SfN Turkey Chapter aims to cover more activities in many more cities every coming year and also increase public outreach by media to have an impact on understanding the brain and brain research in our community. Grant support: BAW 2019 Turkey activities were supported by Society for Neuroscience (SfN). Keywords: Brain Awareness Week, activity, Turkey

Page 86: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

17. Ulusal Sinirbilim Kongresi

Poster Sunumları

PS01-PS068

PS01 Kronik Beyin Kaynaklı Nörotrofik Faktör (BDNF) eksikliğinin duyusal motor performanslara etkisi Hatice Keser, Selcen Aydın Abidin, İsmail Abidin PS02 Deneysel diyabetin serebellar oksidatif stres ve motor fonksiyona etkisi Birgül Altuğ, İnci Turan, Büşra Onar, Hale Sayan Özaçmak PS03 Kuprizon ile indüklenmiş demiyelinizasyon fare modelinde glial hücrelerde toll like reseptör-4 ekspresyonu Serra Öztürk, Asiye Kübra Göksu, Güneş Aytaç, Gamze Tanrıöver, Muzaffer Sindel PS04 Obstetrik brakial pleksus paralizisinde imgelemenin değerlendirilmesi Nursena Şengün, Burcu Dilek PS05 Parkinson hastalarının olaya ilişkin EEG beyin osilasyonlarının boylamsal olarak incelenmesi Tuba Aktürk, Ebru Yıldırım, Lütfü Hanoğlu, Nesrin Helvacı Yılmaz, Görsev G Yener, Bahar Güntekin PS06 Mental yorgunluk ve dikkat kontrolü becerisinin obstrüktif uyku apne (OUA) hastalarında incelenmesi Farhad Nassehi, Galip Özdemir, Nart Bedin Atalay, Melike Yüceege, Hikmet Fırat, Osman Eroğul PS07 Zihnimizde kadın ve erkeği nasıl yerleştiriyoruz?: Erkeksilik ve kadınsılık temsillerinin SNARC ile incelenmesi Beyza Yener, Tuğba Kocabaş, Elif Kübra Erdoğan, Kevser Gören PS08 Sağlıklı genç yetişkinlerde görsel ve işitsel bellek süreçlerinin EEG olaya ilişkin osilasyonlar yöntemi ile incelenmesi Samet Hakan Uzunlar, Pervin Çalışoğlu, Tuba Aktürk, Ebru Yıldırım, Bahar Güntekin PS09 Dinamik yüz ifadelerinin işlenmesinde EEG olaya ilişkin teta yanıtlarının incelenmesi Tuba Aktürk, Sevilay Şahoğlu Göktaş, Reyyan Uysal Kaba, Yasemin Abra, Dilek Özkan, Aysun Kula, Bahar Güntekin PS10 Çocuklarda başarılı çalışan bellek kodlaması artmış EEG theta yanıtları ile temsil edilir Bahar Güntekin, Tuba Aktürk, Figen Eroğlu Ada, Ebru Yıldırım, Hakan Uzunlar, Pervin Çalışoğlu, Enver Atay, Ömer Ceran PS11 Prenatal radyofrekans elektromanyetik alana maruz kalan erkek sıçan beyninde hipokampal değişiklikler Fazile Cantürk Tan, Burak Tan, Yasin Karamazı, Süleyman Daşdağ, Arzu Hanım Yay PS12 Kronik irisin uygulamasının sıçanlarda vücut ağırlığı ve üreme organ ağırlıkları üzerine etkileri Sinan Canpolat, Özgür Bulmuş, Nazife Ülker, Ahmet Yardımcı, Gaffari Türk, Mete Özcan PS13 Vanilya kokusu bilişsel fonksiyonları iyileştirir Leyla Aydın, Begüm Senanur Baldan, Hakan Topal, Begüm Aydın, Erhan Kızıltan PS14 Zamana ve olaya bağlı prospektif bellek işlevlerinin ERP ile incelenmesi Betül Zülbiye Şekerci, Betül Zülbiye Şekerci, Merve Dikmen, Lütfü Hanoğlu PS15 Metformin overektomize dişi sıçanlarda oksidatif stresi azaltarak depresif ve anksiyete benzeri davranışları azaltır İnci Turan, Meryem Ergenç, Salih Erdem, Hale Sayan Özaçmak PS16 Davranışsal varyant frontotemporal demansta yeme ve iştah değişikliği tedavisinde yüksek frekanslı rTMS uygulamasının etkileri Hatice Kübra Işıldar, Merve Alökten, Lütfü Hanoğlu PS17 Parkinson hastalığında amnestik hafif bilişsel bozukluk alt tipleri ile bilişsel, duygudurum ve motor semptomların ilişkisi Emine Merve Yalçın, Sidrenur Aslan, Vildan Söğüt, Lütfü Hanoğlu

Page 87: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

PS18 Nişasta bazlı şeker ile beslenen sıçanlarda hipokampüs alan potansiyellerinin incelenmesi Yeliz Taşçı, Aslıhan Temeltaş, Özlem Barutçu, Cem Süer PS19 Aşırı şeker tüketiminin uzamış strese maruz kalan sıçanlardaki sosyal tanıma davranışı üzerindeki etkileri Ilkim Büyükgüdük, Elif Polat Çorumlu, Birce Erçelen, Emel Ulupınar PS20 Depresif erkek sıçanlarda agomelatinin ağrı eşiğine ve nörogeneze etkisi Umut Bakkaloğlu, Ercan Babur, Burak Tan, Kamile Yazgan, Betül Yalçın, Arzu Hanım Yay, Asuman Gölgeli PS21 Alzheimer hastalığı fare modelinde Arkuat Nükleusta bulunan kisspeptin nöronlarının mekansal öğrenme ve hafıza üzerindeki etkisinin farmakogenetik yöntemlerle araştırılması Özge Başer, Siğnem Eyuboğlu, Sami Ağuş, Yavuz Yavuz, Volkan Adem Bilgin, İskalen Cansu Topçu, Cihan Civan Civaş, Deniz Atasoy, Bayram Yılmaz PS22 ERK inhibitörü PD98059’ün dentat girus’tan kaydedilen uzun süreli depresyon üzerine zamana bağımlı etkisi Marwa Yousef, Cem Süer, Nurcan Dursun, Burak Tan PS23 Metilen mavisinin uzun dönemli güçlenmeye eşlik eden tau fosforilasyonu üzerine etkisi Nurbanu Yıldız, Nurcan Dursun, Abdullah Kömür, Cem Süer PS24 Uzun süreli potansiyasyonun tersinimiyle ilişkili tau fosforilasyonunda tiroid hormonunun doz- bağımlı etkileri Cem Süer, Özlem Barutçu, Burak Tan, Nurcan Dursun, Marwa Yousef PS25 (+)-Terpinen-4-ol'ün enflamasyon üzerindeki inhibitör etkisi Ayça Çakmak, Süleyman Aydın PS26 Perforant yol – dentat girus sinapslarında uzun-dönemli güçlenmenin düşük frekanslı uyarımla önlenmesi Ayşenur Çimen, Salih Varol, Nurcan Dursun, Cem Süer, Burak Tan PS27 Yetişkin başlangıçlı hipotiroidizmde akt fosforilasyonunu azaltarak değişen dentat granül hücrelerinin metaplastik özellikleri Nurcan Dursun, Ercan Babür, Cem Süer, Burak Tan PS28 Yetişkin dönem başlangıçlı hipotiroidizm AKT'yi inhibe ederek dentat girus granül hücrelerinin metaplastik özelliklerini Değiştirir Burak Tan, Bilal Koşar, Nurcan Dursun, Ercan Babur, Cem Süer PS29 Pentilentetrazolle kronik epilepsi oluşturulmuş sıçanlarda 5-hidroksitriptamin-1 (5 HT1) reseptörünün rolünün araştırılması Bilal Şahin, Ercan Özdemir, Ahmet Şevki Taşkıran, Sebahattin Karabulut, Handan Güneş PS30 Agomelatin’in sıçanların besin alımı ve vücut ağırlıkları üzerine etkileri Mehmet Refik Bahar, Damla Aykora, Dilara Öztürk, Suat Tekin, Suleyman Sandal PS31 Biyolojik sinir ağlarının simülasyonu Ömer Yıldırım, Zübeyir Özcan, Hilal Turhan, Temel Kayıkçıoğlu PS32 Vuru üreten hücre modellerine dair frekans-akım eğrilerinin parametre değişimine göre analizi Rahmi Elibol, Neslihan Serap Şengör PS33 Parkinson hastalığının insan ve fare metabolizmasındaki etkilerinin genom ölçekli ve karşılaştırılmalı incelenmesi Ecehan Abdik, Tunahan Çakır PS34 Multipl skleroz hastalarında intihar düşüncesinin klinik ve demografik özelliklerle ilgisi Nargiz Allahguluzada, Murat Terzi, Yüksel Terzi PS35 Multipl skleroz’da klinik bulguların hasta yakını bakım yükü üzerinde etkisi Rana Imanova

Page 88: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

PS36 COX ve 5-LOX yolaklarının penisilinle oluşturulan deneysel epileptiform aktiviteye etkisi Mehmet Taşkıran, Abdulkadir Taşdemir PS37 Ekstrasellüler ATP duramaterde nosiseptif ateşlemeyi ve mast hücre aracılı oksidatif stresi tetikliyor Fatma Töre, Erkan Kılınç, Atalay Mustafa, Rashid Giniatullin PS38 Ketaminle indüklenen şizofreni modelinin davranışsal ve histopatolojik olarak doğrulanması Nurdan Tekin, Tuğba Karamahmutoğlu, Medine Gülçebi İdrizoğlu, Dilek Bangır, Mehmet Zafer Gören PS39 Periferik nöropati fare modelinde Lignosus rhinocerotis ’in rejeneratif etkisi Ayşe Şeker, Filiz Taşpinar, Elif Kaval Oğuz, Ramazan Üstün PS40 Pirogallol maddesinin nöron koruyucu ve antikanser etkilerinin araştırılması: in vitro çalışma Betül Çiçek, Ali Alitaghizadehghalehjoughi, Esra Şentürk, Murat Şentürk, Ahmet Hacımüftüoglu, Mustafa Gül PS41 Gliserol Guaiacol maddesinin nöron koruyucu ve antikanser etkilerinin araştırılması:in vitro deney Betül Çiçek, Ali Taghizadehghalehjoughi, Esra Şentürk, Murat Şentürk, Mustafa Gül, Ahmet Hacımüftüoglu PS42 Kurkuemulsomun Leishmania ile enfekte edilmiş astrositler üzerindeki nöroprotektif etkisi Zeynep İşlek, Ezgi Taşkan, Elif Nur Yılmaz, Fikrettin Şahin, Mehmet Hikmet Üçışık PS43 Karpal Tünel Sendromu - B12 Vitamini İlişkisi Deniz Tonyalı, Kemal Balcı PS44 Olumsuz duygulanımın görsel korteksin işlevsel faaliyetleri üzerinde etkisi Cemre Yılmaz, Orhan Batuhan Erkat, Hüseyin Boyacı PS45 Sıçanlarda vinposetin kullanımının teta dalgalarına etkileri Asiye Nurten, Aslı Zengin Türkmen, Can Kayacılar, İhsan Kara PS46 İntraserebroventriküler salusin-beta infüzyonunun sıçan testisine etkileri: morfolojik bir yaklaşım İlker Demir, Suat Tekin, Nigar Vardı, Süleyman Sandal PS47 Desimetre erimli mikrodalgalara maruz kalan sıçanlarda periferik kan lökosit formülündeki değişiklikler Mushgunaz Abbasova, Ahmed Hajiyev, Akif Maharramov PS48 Nöron hücrelerinde Ser9Leu Proopiomelanokortin (POMC) mutasyonunun hücresel mekanizmalarının incelenmesi Merve Vural PS49 Gebe sıçanlarda kullanılan fenobarbital’in yavruların motor davranışları üzerindeki etkileri Emel Ulupınar, Mahmut Güner PS50 Parkinson hastalığında cinsiyetin miRNA ve transkripsiyon faktörlerinin aktivitesine etkisi İsa Yüksel, Tunahan Çakır PS51 Hücre kültüründe yapılan LPS uyarımı sonrasında kemik iliği kökenli makrofajların mikroglia inflamazom yolağı üzerine etkileri Arzu L Aral, Samuel David PS52 Aloe barbadensis’in miller su ekstresinin nöron kültüründe oluşturulan Glufosinat zehirlenmesine karşı koruyucu etkilerinin araştırılması Ayşegül Yilmaz, Ali Taghizadehghalehjoughi, Fatma Yeşilyurt, Ahmet Hacımüftüoğlu PS53 Alzheimer hastalığında farklı beyin bölgelerine göre metabolik tepkime hızlarındaki değişikliklerin hesaplamalı tahmini Hatice Büşra Konuk, Tunahan Çakır PS54 Ceviz yaprağı uçucu yağının korteks nöron ve LN405 kanseri hattı üzerindeki etkilerinin araştırılması:in vitro deneyi Fatma Yeşilyurt, Ali Taghizadehghalehjoughi, Songül Karakaya, Songül Karakaya, Ahmet Hacımüftüoğlu

Page 89: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

PS55 Ceviz yaprağı su ekstresinin korteks nöron ve LN405 kanseri hattı üzerindeki etkilerin araştırılması:in vitro deneyi Fatma Yeşilyurt, Ali Taghizadehghalehjoughi, Ayşegül Yılmaz, Songül Karakaya, Ahmet Hacımüftüoğlu PS56 Transkriptom verileri kullanılarak bilişsel bozulma ve hafıza zayıflıklarının hücresel ağlara dayalı analizi Elif Emanetci, Tunahan Cakır PS57 Sıçan beyninde kronik nikotin uygulamasının MC3R ve MC4R mRNA ekspresyonu üzerine etkileri Damla Ece Tapınç, Egemen Kaya, Oğuz Gözen, Ersin Oğuz Koylu, Lütfiye Kanıt, Ayşegül Keser, Burcu Balkan PS58 Sıçan beyninde nikotin uygulamasının MCH VE MCHR1 ekspresyonu üzerine etkileri Mevsim Güliz Sezer, Egemen Kaya, Oğuz Gözen, Ersin Oğuz Koylu, Lütfiye Kanıt, Ayşegül Keser, Burcu Balkan PS59 Nikotin Uygulamasının Sıçan Beyninde Pro-Opiomelanokortin (POMC) ve µ Opioid Reseptör (MOR) mRNA Ekspresyonu Üzerine Etkileri Rabia Ilgın, Egemen Kaya, Oğuz Gözen, Ersin Oğuz Koylu, Lütfiye Kanıt, Ayşegül Keser, Burcu Balkan PS60 Motor nöronlarda hasar oluşturmayı hedefleyen bir viral vektör tasarımının oluşturulması Birce Erçelen, Handan Açelya Kapkaç, Muhittin Arslanyolu, Elif Polat Çorumlu, Emel Ulupınar PS61 Sıçan trigeminal gangliyon sinir hücrelerinde nosiseptif kalsiyum sinyalleşmesi üzerine lidokain ve artikainin etkisi Kürşat Er, Ayşegül Kurt, Tamer Taşdemir, Ahmet Ayar PS62 Endokrin bozucu kimyasal bütilparaben anti-oksidant enzim metabolizmasını bozarak beyinde doku hasarını indükler Duygu Aydemir, Burcu Öztaşçı, Nurhayat Barlas, Nuriye Nuray Ulusu PS63 Aloe barbadensis miller bitkisinin sulu ekstratının glutamat toksisitesi üzerindeki koruyucu etkilerinin araştırılması Ayşegül Yılmaz, Ali Taghizadehghalehjoughi, Ahmet Hacımüftüoğlu PS64 TLR4 artışına bağlı gelişen yanıtlar Parkinson hastalığı fare modelinde inflamatuvar yolakları tetikler Sendegul Yıldırım, Güneş Aytaç, Hande Parlak, Aysel Agar, Gamze Tanrıöver PS65 GBM’de SOX2 ve NANOG ekspresyonu Gamze Tanrıöver, Sendegül Yıldırım, Mustafa Gökhan Ertosun PS66 Ginkgo biloba ekstraktının nörotoksisite, nöroprotektivite ve nörorejeneratif etkinliğinin in vitro olarak incelenmesi Zeynep Karavelioğlu, Rabia Çakır Koç PS67 Anatomide yeni bir fiksasyon yöntemi: polimerizasyon Ayşegül Güngör Aydın, Esat Adıgüzel PS68 Türkiye Beyin Araştırmaları ve Sinirbilim Derneği Beyin Farkındalığı Haftası etkinlikleri - 2019 Gülgün Şengül SiNİRBİLİM TARİHİ KÖŞESİ (HISTORY CORNER) POSTERLERİ HC1 M. Gazi Yaşargil: man of the century (1950-1999) Sami Ağuş, Özge Başer, İskalen Cansu Topçu, Cihan Civan Civaş, Bayram Yılmaz HC2 The first trepanation technique in Turkey and Dr. Cemil Topuzlu Esma Deniz Barç, Meltem Bahçelioğlu, Rağbet Gözil, Ece Alim, Kerem Atalar, Merve Sevgi İnce HC3 Mazhar Osman: A distinguished scientist who sheded light on the history and future of neuropsychiatry in Turkey Birce Erçelen HC4 Avicenna: contribution to the historical development of neuroscience Nuriye Ezgi Bektur Aykanat, Hilmi Özden H, Emel Ulupınar HC5 Development of neuropsychiatry in Turkey İlkim Büyükgüdük

Page 90: 17.ulusal sinirbilim kongresi - usktubas.orgusktubas.org/wp-content/uploads/2019/03/Özet-Kitabı-17.-USK-v1.pdf · 17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi

17. ULUSAL SİNİRBİLİM KONGRESİ Karadeniz Teknik Üniversitesi Kongre Merkezi

04-07 Nisan 2019 ÖZET KİTABI

HC6 Connecting the past and the present: historical background of neuroscience development in Anatolia Ali Tuğberk Bulut, Emel Ulupınar HC7 Who is Şerefeddin Sabuncuoğlu? Kerem Atalar, Esma Deniz Barç, Merve Sevgi İnce, Ece Alim, Meltem Bahçelioglu, Rağbet Gözil HC8 The overview history of neurosurgery in Republic of Turkey Şule Aydın

HC9 Alhazen (Al-Hasan Ibn Al-Haytham): a pioneering neuroscientist in the study of optics and vision Mahmut Güner HC10 History of neuroscience and neurosurgery in Anatolia before the foundation of Turkish Republic Cansu Kılıç HC11 History of psychiatric care and music therapy in Anatolia Elif Polat Çorumlu HC12 Abulcasis: neurosurgical contribution to history Çiğdem Çengelli Ünel, Hilmi Özden, Emel Ulupınar HC13 The history of neuroscience in Anatolia and Turkey Ece Alim, Merve Sevgi İnce, Esma Deniz Barç, Kerem Atalar, Meltem Bahçelioğlu HC14 Trace Hulusi Behçet’s history of medicine Ayşen Çalıkuşu, Hasan Kılınç, Esma Deniz Barç, Meltem Bahçelioğlu HC15 History of Turkish neuroscience meetings (USK), in memory of our esteemed plenary lecturer: Yücel Kanpolat Emel Ulupınar HC16 Milestones of neural sciences in Turkey Arif Kamil Salihoğlu HC17 A rising phoenix: Dr. Aysima Altınok Merve Sevgi İnce, Rağbet Gözil, Meltem Bahçelioğlu, Kerem Atalar, Ece Alim, Esma Deniz Barç HC18 Rufus of Ephesus - the precious historical insight into neuroscience Esra Candar, Gülgün Şengül HC19 Herophilos: the great anatomist and neuroscientist of antiquity Buse Kayhan, Pelin İlhan, Şeyhmus Bayar, Esra Candar, Gülgün Şengül