Post on 24-Oct-2021
sbf.hku.edu.tr
Online ISSN: 2687-6671
ZEUGMA JOURNAL OF
HEALTH RESEARCHES
Volume: 2
Number: 2
2020
sbf.hku.edu.tr
Online ISSN: 2687-6671
ZEUGMA JOURNAL OF
HEALTH RESEARCHES Cilt/Volume 2 Sayı/No 2 Ağustos/August 2020
Dergi Hakkında;
Zeugma Sağlık Araştırmaları Dergisi (Zeugma Journal of Health Researches) tıbbi bilimler,
hastalıklarda beslenme, toplumda beslenme ve sağlık sorunları, toplu beslenme sistemleri, besin ve
beslenme bilimi, ortopedik rehabilitasyon, kardiyopulmoner rehabilitasyon, nörolojik
rehabilitasyon, ortez-protez ve rehabilitasyonu, onkolojik rehabilitasyon, geriatrik rehabilitasyon,
kadın sağlığı ve rehabilitasyonu, hemşirelik esasları, iç hastalıkları hemşireliği, cerrahi hastalıkları
hemşireliği, kadın hastalıkları ve doğum hemşireliği, çocuk sağlığı ve hastalıkları hemşireliği, ruh
sağlığı ve psikiyatri hemşireliği, halk sağlığı hemşireliği, hemşirelikte eğitim ve yönetim, ilk ve acil
yardım, sağlık teknolojileri, ergoterapi, odyoloji, konuşma terapisi, sağlık turizmi, sosyoloji,
psikoloji, çocuk gelişimi, işletme ve iktisat gibi sağlıkta kaliteye yönelik çalışmaları içeren İngilizce
ve Türkçe araştırma makaleleri ile birlikte vaka sunumları ve derleme makalelerine yer vermektedir.
Zeugma Sağlık Araştırmaları Dergisi yılda 3 kez Nisan, Ağustos ve Aralık aylarında
yayınlanmaktadır.
Zeugma Sağlık Araştırmaları Dergisi aynı zamanda, başyazılar, editöre mektup, ulusal ve
uluslararası kongreler, panel toplantıları, konferans ve sempozyum sunu özetlerini yayınlar ve
güncel ilgi alanlarının önemli konuları üzerine açık bir tartışma forumu olarak işlev görmeyi
amaçlar.
sbf.hku.edu.tr
ZEUGMA JOURNAL OF
HEALTH RESEARCHES Editorial Board
Editor in Chef Prof. Dr. Yavuz YAKUT, Hasan Kalyoncu University, Gaziantep, Turkey
Technical Editor Dr. Öğr. Üyesi Deniz KOCAMAZ, Hasan Kalyoncu University, Gaziantep, Turkey
Editors (Physical Therapy and Rehabilitation) Prof. Dr. Kezban BAYRAMLAR, Hasan Kalyoncu University, Gaziantep, Turkey
Dr. Öğr. Üyesi Günseli USGU, Hasan Kalyoncu Unıversity, Gaziantep, Turkey
Editors (Nutrition and Dietetics) Prof. Dr. A. Gülden PEKCAN, Hasan Kalyoncu Unıversity, Gaziantep, Turkey
Dr. Öğr. Üyesi Ayşe ÜNLÜ, Hasan Kalyoncu Unıversity, Gaziantep, Turkey
Editors (Nursing) Prof. Dr. Nuran TOSUN, Hasan Kalyoncu Unıversity, Gaziantep, Turkey
Dr. Öğr. Üyesi Betül TOSUN, Hasan Kalyoncu Unıversity, Gaziantep, Turkey
Editors (Medical Sciences) Prof. Dr. Zerrin PELİN, Hasan Kalyoncu Unıversity, Gaziantep, Turkey
Dr. Öğr. Üyesi Deniz KOCAMAZ, Hasan Kalyoncu Unıversity, Gaziantep, Turkey
English Editor Dr. Öğr. Üyesi Ayşenur TUNCER, Hasan Kalyoncu Unıversity, Gaziantep, Turkey
Ethical Editors Prof. Dr. Ayla YAVA, Hasan Kalyoncu Unıversity, Gaziantep, Turkey
Prof. Dr. Nermin OLGUN, Hasan Kalyoncu Unıversity, Gaziantep, Turkey
Statistical Editors Prof. Dr. Şener BÜYÜKÖZTÜRK, Hasan Kalyoncu Unıversity, Gaziantep, Turkey
Prof. Dr. Tülay ORTABAĞ, Hasan Kalyoncu Unıversity, Gaziantep, Turkey
Dr. Öğr. Üyesi Sezer AVCI, Hasan Kalyoncu Unıversity, Gaziantep, Turkey
Associate Technical Editors Öğr. Gör. Aynur EKREN, Hasan Kalyoncu Unıversity, Gaziantep, Turkey
Öğr. Gör. Dilek YAMAK, Hasan Kalyoncu Unıversity, Gaziantep, Turkey
Öğr. Gör. Göksel DÜRMÜŞ, Hasan Kalyoncu Unıversity, Gaziantep, Turkey
Öğr. Gör. İbrahim BİLİR, Hasan Kalyoncu Unıversity, Gaziantep, Turkey
Arş. Gör. A. Batuhan COŞKUN, Hasan Kalyoncu Unıversity, Gaziantep, Turkey
Arş. Gör. Elif DÖKÜNLÜ DİNLER, Hasan Kalyoncu Unıversity, Gaziantep, Turkey
Arş. Gör. Ezgi DİRGAR, Hasan Kalyoncu Unıversity, Gaziantep, Turkey
Arş. Gör. Hülya YILMAZ, Hasan Kalyoncu Unıversity, Gaziantep, Turkey
Arş. Gör. K. Merve KARATEL, Hasan Kalyoncu Unıversity, Gaziantep, Turkey
Arş. Gör. M. Anıl ERBAĞCI, Hasan Kalyoncu Unıversity, Gaziantep, Turkey
Arş. Gör. Murat Ali ÇINAR, Hasan Kalyoncu Unıversity, Gaziantep, Turkey
Uzm. Fzt. Cihad YILMAZ, Hasan Kalyoncu Unıversity, Gaziantep, Turkey
sbf.hku.edu.tr
ZEUGMA JOURNAL OF
HEALTH RESEARCHES
Advisory Board
Prof. Dr. Alihan DERİNCEK, Medline Hastanesi, Ortopedi ve Travmatoloji
Prof. Dr. Arzu DAŞKAPAN, Sanko Üniversitesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü
Prof. Dr. Aygül AKYÜZ, Demiroğlu Bilim Üniversitesi, Florence Nightingale Hastanesi Hemşirelik Yüksekokulu
Prof. Dr. A. Gülden PEKCAN, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, SBF, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Prof. Dr. Ayla YAVA, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, SBF, Hemşirelik Bölümü
Prof. Dr. Banu BAYAR, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü
Prof. Dr. Betül ÇİÇEK, Erciyes Üniversitesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Prof. Dr. Birol YAMAK, Natomed Hastanesi, Kalp ve Damar Cerrahisi
Prof. Dr. Candan ALGUN, Medipol Üniversitesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü
Prof. Dr. Cengiz BAHADIR, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, SBF, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü
Prof. Dr. Eda KÖKSAL, Gazi Üniversitesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Prof. Dr. Efsun KARABUDAK, SANKO Üniversitesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Prof. Dr. Ekin AKALAN, İstanbul Kültür Üniversitesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü
Prof. Dr. Emine EFE, Akdeniz Üniversitesi, Hemşirelik Fakültesi
Prof. Dr. Fatma ÇELİK, Biruni Üniversitesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Prof. Dr. Fatma ETİ ASLAN, Bahçeşehir Üniversitesi, SBF, Hemşirelik Bölümü
Prof. Dr. Ferhan SOYUER, Nuh Naci Yazgan Üniversitesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü
Prof. Dr. Funda ELMACIOĞLU, İstinye Üniversitesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Prof. Dr. Funda Pınar ÇAKIROĞLU, Ankara Üniversitesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Prof. Dr. Funda TÜRKMEN, Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Dahiliye ABD
Prof. Dr. Gül KIZILTAN, Başkent Üniversitesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Prof. Dr. Gülden KÖKSAL, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, SBF, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Prof. Dr. Gülgün ERSOY, İstanbul Medipol Üniveristesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Prof. Dr. Gürsel ÖZTUNÇ, Çukurova Üniversitesi, SBF, Hemşirelik Bölümü
Prof. Dr. Hasan HALLEÇELİ, Mustafa Kemal Üniversitesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü
Prof. Dr. Hülya GÖKMEN ÖZEL, Hacettepe Üniversitesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Prof. Dr. Hülya KAYA, İstanbul Üniversitesi, Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi
Prof. Dr. Kadriye KAYAKIRILMAZ, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, SBF, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Prof. Dr. Kezban BAYRAMLAR, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, SBF, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü
Prof. Dr. Levent ÖZTÜRK, Trakya Üniversitesi, Fizyoloji ABD
Prof. Dr. Lütfiye MÜSLÜMANOĞLU, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, SBF, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü
Prof. Dr. Mehmet ÖZDOĞAN, Medline Hastanesi, Genel Cerrahi
Prof. Dr. Mehtap MALKOÇ, Doğu Akdeniz Üniversitesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü
Prof. Dr. Mine Gülden POLAT, Marmara Üniversitesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü
Prof. Dr. Mine YURTTAGÜL, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, SBF, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Prof. Dr. Muazzez GARİPAĞAOĞLU, Fenerbahçe Üniversitesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Prof. Dr. Necmiye ÜN, Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü
Prof. Dr. Nermin OLGUN, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, SBF, Hemşirelik Bölümü
Prof. Dr. Nevin ŞANLIER, Ankara Medipol Üniversitesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Prof. Dr. Nihal GELECEK, Dokuz Eylül Üniversitesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü
Prof. Dr. Nuran TOSUN, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, SBF, Hemşirelik Bölümü
Prof. Dr. Özlem ALTINDAĞ, Gaziantep Üniversitesi, Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon ABD
Prof. Dr. Perihan ARSLAN, Doğu Akdeniz Üniversitesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Prof. Dr. Sevim BUZLU, İstanbul Üniversitesi, Florence Nightingale Hemşirelik Fakültesi
Prof. Dr. Sevinç YÜCECAN, Yakın Doğu Üniversitesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Prof. Dr. Sezgi ÇINAR PAKYÜZ, Celal Bayar Üniversitesi, SBF, Hemşirelik Bölümü
Prof. Dr. Tülay ORTABAĞ, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, SBF, Hemşirelik Bölümü
sbf.hku.edu.tr
ZEUGMA JOURNAL OF
HEALTH RESEARCHES
Prof. Dr. Tülin DÜGER, Hacettepe Üniversitesi Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü
Prof. Dr. Türkan KUTLUAY MERDOL, Atılım Üniversitesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Prof. Dr. Türkan ÖZBAYIR, Ege Üniversitesi, Hemşirelik Fakültesi
Prof. Dr. Yasemin BEYHAN, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, SBF, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Prof. Dr. Yavuz YAKUT, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, SBF, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü
Prof. Dr. Zerrin PELİN, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, SBF, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü
Doç. Dr. Ayşe ERGÜN, Marmara Üniversitesi, SBF, Hemşirelik Bölümü
Doç. Dr. Gülşah KANER, Katip Çelebi Üniversitesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Doç. Dr. Hacer KUZU OKUR, Acıbadem Hastanesi, Göğüs Hastalıkları
Doç. Dr. Meral YÜKSEL, Marmara Üniveristesi, Biyokimya
Doç. Dr. Reci MESERİ, Ege Üniversitesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Dr. Öğr. Üyesi Ayşe ÜNLÜ, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, SBF, Beslenme ve Diyetetik Bölümü
Dr. Öğr. Üyesi Begümhan TURHAN, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, SBF, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü
Dr. Öğr. Üyesi Betül TOSUN, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, SBF, Hemşirelik Bölümü
Dr. Öğr. Üyesi Deniz KOCAMAZ, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, SBF, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü
Dr. Öğr. Üyesi Günseli USGU, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, SBF, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü
Dr. Öğr. Üyesi Leyla DELİBAŞ, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, MYO, Diyaliz Bölümü
Dr. Öğr. Üyesi Özlem IŞIL, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, SBF, Hemşirelik Bölümü
Dr. Öğr. Üyesi Semra ÇELİKLİ, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, MYO, İlk ve Acil Yardım Bölümü
Dr. Öğr. Üyesi Serap SÖKMEN, Erzincan Üniversitesi, SBF, Hemşirelik Bölümü
Dr. Öğr. Üyesi Serkan USGU, Hasan Kalyoncu Üniversitesi, SBF, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü
Dr. Öğr. Üyesi Serpil ÖZDEMİR, Sağlık Bilimleri Üniversitesi, Gülhane Hemşirelik Fakültesi
sbf.hku.edu.tr
Online ISSN: 2687-6671
ZEUGMA JOURNAL OF
HEALTH RESEARCHES Cilt/Volume 2 Sayı/No 2 Ağustos/August 2020
İÇİNDEKİLER
Fizyoterapi ve rehabilitasyon bölümü öğrencilerinin klinik uygulamaya yönelik kaygı düzeyleri ve
kişilik tiplerinin incelenmesi: Bir pilot çalışma ................................................................................... 51
Examination of physiotherapy and rehabilitation students' anxiety levels intended for clinical practice and
types of personality- a pilot study ............................................................................................................................. 51
Özel bir hastanedeki sağlık çalışanlarının fonksiyonel besinler ile ilgili bilgi düzeyi ve tüketim
durumunun saptanması ....................................................................................................................... 61
The determination of the knowledge level and consumption status of health employees in a private hospital
related to functional foods ......................................................................................................................................... 61
Resistin expression in pancreatic cancer ............................................................................................. 68
Pankreas kanserinde resistin ekspresyonu ............................................................................................................... 68
Oral antidiyabetik ilaç kullanan tip 2 diyabet hastalarında tıbbi beslenme tedavisinin hemoglobin A1c
düzeylerine etkisi.................................................................................................................................. 75
The effect of nutrition therapy on hemoglobin A1c levels in type 2 diabetics using oral antidiabetic drugs 75
El bileği ağrısı olan diş hekimlerinde fizyoterapi programı ile birlikte verilen ergonomik eğitimin ağrı,
yaşam kalitesi ve fonksiyonellik üzerine etkisi .................................................................................... 82
The effect of physical therapy program with ergonomic training on pain, quality of life and functionality in
dentists with wrist pain ............................................................................................................................................... 82
Uyku bozukluklarında egzersiz tedavisinin önemi .............................................................................. 89
The importance of exercise therapy in sleep disorders .......................................................................................... 89
sbf.hku.edu.tr
ZEUGMA
JOURNAL OF
HEALTH RESEARCHES
Zeugma Sağlık Araştırmaları Dergisi. 2020;2(2):51-60
ORIGINAL ARTICLE
Fizyoterapi ve rehabilitasyon bölümü öğrencilerinin klinik uygulamaya yönelik kaygı düzeyleri ve kişilik tiplerinin incelenmesi: Bir
pilot çalışma Dilara Özen Oruk1, Asalet Aybüke Güp1, Özge İpek Dongaz1, Kılıçhan Bayar1, Banu Bayar1
Amaç: Çalışmamızın amacı fizyoterapi ve rehabilitasyon bölümü öğrencilerinin klinik uygulamaya dair kaygı düzeyleri ve kişilik tiplerini incelemekti. Yöntem: Çalışmaya fizyoterapi ve rehabilitasyon bölümünde okuyan 109 gönüllü öğrenci dahil edildi. Olguların çeşitli özellikleri ve klinik uygulama hakkındaki görüşleri sosyodemografik form kullanılarak kaydedildi. Öğrencilerin kişilik tiplerinin belirlenmesinde Beş Faktör Kişilik Envanteri ve kaygı düzeylerinin değerlendirilmesinde Durumluk ve Sürekli Kaygı Ölçeği kullanıldı. Çalışmadan elde edilen verilerin istatistiksel analizinde tanımlayıcı istatistikler, bağımlı ve bağımsız örneklem t testi ile Pearson korelasyon katsayıları kullanıldı. Bulgular: Çalışmaya yaş ortalaması 22,7±2,4 yıl olan 67 kız (%61,5) ve 42 erkek (%38,5) öğrenci katıldı. Öğrencilerin klinik uygulama sonrası kaygı düzeylerinde görülen azalma istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0,05). Öğrencilerin kişilik tipleri incelendiğinde en yüksek puanın “deneyime açıklık” alt boyutuna ait olduğu görüldü. Sonuç: Fizyoterapi ve rehabilitasyon bölümü öğrencilerinin klinik uygulama sonrası kaygı düzeylerinin azaldığı görüldü. Deneyime açıklık alt kişilik tipinin kaygı düzeyini azaltıcı rol oynadığı sonucuna varıldı. Anahtar Kelimeler: Kaygı, kişilik, öğrenciler, sağlık meslekleri, müfredat.
Examination of physiotherapy and rehabilitation students' anxiety levels
intended for clinical practice and types of personality- a pilot study Purpose: The aim of our study was to examine personality types and the anxiety levels about the clinical practice of students of physiotherapy and rehabilitation department. Methods: 109 volunteer students who studying in the physiotherapy and rehabilitation department were included in the study. Various characteristics of the cases and their opinions on clinical practice were recorded using by sociodemographic form. Five-Factor Personality Inventory was used to determine the personality types and the State-Trait Anxiety Scale was used to evaluate levels of anxiety of students. Descriptive statistics, dependent and independent-sample t-test, and Pearson correlation coefficients were used in the statistical analysis of the data obtained from the study. Results: 67 female (61.5%) and 42 male (38.5%) students with a mean age of 22.7±2.4 years participated in the study. The decrease in anxiety levels of the students after clinical practice was statistically significant (p<0.05). When the personality types of the students were examined, it was seen that the highest score belonged to the sub-dimension of "openness to experience”. Conclusion: It was concluded that the anxiety levels of the physiotherapy and rehabilitation department students decreased after clinical practice. "Openness to experience" sub-personality type has been indicated to decrease the anxiety level of students. Keywords: Anxiety, personality, students, health occupations, curriculum.
Oruk DÖ, Güp AA, Dongaz Öİ, Bayar K, Bayar B. Fizyoterapi ve rehabilitasyon bölümü öğrencilerinin klinik uygulamaya yönelik kaygı düzeyleri ve kişilik tiplerinin incelenmesi: Bir pilot çalışma. Zeugma Health Res. 2020;2(2):51-60. Examination of physiotherapy and rehabilitation students' anxiety levels intended for clinical practice and types of personality- a pilot study
1: Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Muğla/Türkiye. Corresponding author: Özge İpek Dongaz: ozgeipek@mu.edu.tr ORCID ID: 0000-0001-9984-7460 Received: May 5, 2020. Accepted: July 7, 2020.
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Oruk ve ark.
52
izyoterapi ve rehabilitasyon lisans programlarında klinik uygulama deneysel öğrenmenin
birincil yoludur [1]. Klinik uygulamada öğrenciler, genellikle klinik bilgileri öğrenme
olasılığının en yüksek olduğu hasta ortamında gerçek koşullara maruz bırakılır [2]. Bu sürecin
ana bileşenlerini bir öğrenci, bir klinik eğitmen ve hastalar oluşturur [3]. Koşullar ise fiziksel çevrenin
yanı sıra, sınıf veya laboratuvarların yerini alan klinikteki tüm insanların davranış ve tutumlarını
içerir [1].
Klinik eğitim, öğrencilerin uygun hasta bakımı sağlama deneyiminde kişisel, mesleki ve
akademik gelişimleri konusunda hem rehberlik hem de geri bildirim sağlar [4]. Öğrenciler için, klinik
şartlarda öğrenme, mesleki değerlerin, tutumların ve becerilerin özümsenmesinin yanı sıra, klinik
eğitimi destekleme konusunda profesyonel bir yükümlülüğe sahip olan deneyimli fizyoterapistlerle
uygulama ortamlarında karşılaşılan gerçek durumların müzakere edilmesi anlamına gelir [3,5].
Kaygı, nesnel olmayan bir tehlikeye karşı duyulan endişe duygusu olarak tanımlanmaktadır
[6]. Bireyin düşünce, inanç ve duyguları tarafından tetiklenebilecek olan kaygı, algılanan bir tehlikeye
bedensel bir yanıttır [7]. Klinik uygulama süreci, öğrencilerin akademik hayatında kaygıya yol açan
en önemli nedenlerden biridir [8]. Öğrenciler klinik uygulama boyunca, teorik dersler ya da
laboratuvardaki öğrenme deneyimlerine göre daha yüksek kaygı yaşamaktadırlar. Hastaya zarar
verme, hata yapma ya da olumsuz tepkilerle karşılaşma korkusu ve düşük özgüven de kaygıyı
arttırmakta ve klinik performansı olumsuz yönde etkilemektedir [9]. Birçok fizyoterapi ve
rehabilitasyon bölümünde sürdürülen otoriter ve katı eğitimin öğrenciler arasındaki işbirliğinden
ziyade rekabeti teşvik ettiği, yoğun ve kapsamlı akademik içeriklerin genel popülasyonla
kıyaslandığında psikolojik rahatsızlıkların yaygınlığını artırabileceği ifade edilmiştir [10].
Kişilik, bireyin doğuştan getirdiği ya da sonradan kazandığı ve onu başkalarından ayıran
özelliklerin tümüdür [11]. Bireyin zihinsel, duygusal, sosyal ve fiziksel özelliklerinin süreklilik
gösteren yönlerini içerir. Kişiliğin oluşumunda başta kalıtım olmak üzere aile içi ve sosyal yaşam,
fiziksel görünüm, yetenek, zeka, ahlak gibi pek çok faktör rol oynamaktadır [12]. Kaygı seviyesi kişilik
durumuna göre farklılık gösterebilir. Kişilik yapısı ve davranışını inceleyen kuramlar ve öğretiler
genellikle kaygıya da yer vermektedir. Kaygı; bir yandan kişiliğin temellerinden biri olarak ele
alınırken, diğer yandan kişiliğin yapılanmasında önemli rolü olan bir etken olarak
değerlendirilmektedir [13].
Beş faktör kişilik envanterinde yer alan alt boyutlar bireyler arası farklılıkların incelenmesi
için yaygın olarak kullanılan ve kabul gören bir yaklaşımdır. Bu kişilik boyutlarının gerçek davranış
özelliklerini yakından yansıttığı dolayısıyla kişilik özelliklerinin etkisinin daha iyi anlaşılmasının,
fizyoterapistlerin oluşturduğu etkinin anlaşılmasına katkıda bulunabileceği ve fizyoterapi eğitimi için
yararlı olabileceği ifade edilmiştir [14]. Kanada’da diş hekimliği fakültesi öğrencilerinde yapılan bir
çalışmada klinik performansın belirleyicileri incelenmiş ve bireyin kişilik tipinin klinik karar verme
sürecini etkilediği bildirilmiştir [15].
Literatürde üniversite öğrencilerinin kişilik tiplerinin öğrenimleri sırasında karşılaştıkları bir
stresöre karşı geliştirdikleri kaygı durumları ile ilişkisini inceleyen bir çalışmaya rastlanmamıştır.
Çalışmamız bu noktadan hareketle fizyoterapi ve rehabilitasyon bölümü öğrencilerinin kişilik tipleri
ve klinik uygulamaya ilişkin kaygı düzeylerini incelemek amacıyla planlanmıştır.
YÖNTEM
Tanımlayıcı ve kesitsel tipteki bu çalışmaya Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Sağlık Bilimleri
Fakültesi Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü öğrencileri dahil edildi. Araştırmanın evrenini 4.
sınıf müfredat programında yer alan “Klinik Çalışma I” dersini alan öğrenciler oluşturdu. Çalışmanın
örneklemi belirlenirken tüm evrene ulaşılması hedeflendi. Çalışma dekanlık ve bölüm başkanlığı izni
ile öğrencilerin gönüllü katılımları esas alınarak gerçekleştirildi. Öğrencilere çalışmanın amacı ve
içeriği açıklanıp, anketlere cevap vermelerinin çalışmaya gönüllü olarak katılmayı kabul ettikleri
anlamına geldiği ifade edildi. Çalışma 121 öğrenciden 109’unun gönüllü katılımıyla tamamlandı.
F
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Oruk ve ark.
53
Veri Toplama Araçları
Araştırmanın verileri Durumluk ve Sürekli Kaygı Ölçeği, Beş Faktör Kişilik Envanteri ve
Vizüel Analog Skalası aracılığıyla toplandı. Durumluk ve Sürekli Kaygı Ölçeği 14 haftalık klinik
uygulama öncesi ve sonrası olmak üzere iki kez uygulandı. Ayrıca öğrencilerin fiziksel özellikleri (yaş,
cinsiyet, boy uzunluğu, vücut ağırlığı), genel not ortalamaları, okudukları bölüme ve klinik
uygulamaya yönelik düşünceleri, literatür desteği ile hazırlanan tanımlayıcı form kullanılarak
kaydedildi.
Durumluk ve Sürekli Kaygı Ölçeği
Öğrencilerin kaygı düzeylerini saptamak için Spielberger et al. tarafından geliştirilen, Türkçe
geçerlik ve güvenirliği Öner ve Le Compte tarafından yapılan Durumluk ve Sürekli Kaygı Ölçeği
kullanıldı [16,17].
Ölçek durumluk kaygı ve sürekli kaygı olmak üzere iki bölüm ve toplam 40 soru içermektedir.
Durumluk kaygı, kişinin belirli bir durumda nasıl hissettiğini; sürekli kaygı ise kişinin genel olarak
nasıl hissettiğini değerlendirir. Ölçekte yer alan ifadeler 1-4 arasında puanlanır ve ölçekten
alınabilecek toplam puan 20-80 arasında değişir. Puanın yüksek olması kaygı seviyesinin yüksek
olduğuna işaret eder [18].
Beş Faktör Kişilik Envanteri
Öğrencilerin kişilik tiplerini saptamak için Benet-Martinez ve John tarafından geliştirilen,
Türkçe geçerlik ve güvenirliği Karaman vd. tarafından 2010 yılında yapılan “Beş Faktör Kişilik
Envanteri” kullanıldı [19,20]. Ölçek 5’li likert tipte 44 maddeden oluşmaktadır. Ölçeğin alt boyutlarını
dışa dönüklük, yumuşak başlılık, sorumluluk, nevrotiklik ve deneyime açıklık oluşturmaktadır. Alt
boyutlardan alınan puan yükseldikçe bireyin o kişilik özelliğini dominant olarak taşıdığı sonucuna
varılmaktadır. Dışa dönüklük; sosyal, insanlarla iletişime açık, temelde hayat dolu ve girişken,
yumuşak başlılık; kişilerarası iletişimde merhametli ve alçakgönüllü, sorumluluk; öz disiplin, başarı
güdüsü, düzen ve titizlik, nevrotiklik; endişeli, kaygılı ve düşünce yapısı olumsuz duygular içeren,
deneyime açıklık; yeniliği seven, değişime açık ve zengin hayal gücü kişilik yapılanmasının baskın
olduğunu göstermektedir [20,21].
Vizüel Analog Skalası (VAS)
Öğrencilerin kendilerini klinik uygulamaya hazır hissetme ve kendilerini klinik uygulama için
yeterli bulma durumları VAS kullanılarak değerlendirildi. Öğrencilerden 10 cm uzunluğundaki yatay
çizgi üzerinde (0: hiç hazır hissetmiyorum; 10: tamamıyla hazır hissediyorum) klinik uygulamaya
hazır hissetme ve kendilerini yeterli bulma durumlarını (0: hiç yeterli hissetmiyorum; 10: tamamıyla
yeterli hissediyorum) dikey bir çizgi ile göstermeleri istendi. Başlangıç noktası ile konulan işaret
arasındaki mesafe bir cetvel yardımıyla ölçülerek cm cinsinden kaydedildi [22].
Verilerin İstatistiksel Analizi
Çalışmadan elde edilen veriler IBM SPSS Statistics 22.0 programı ile analiz edildi. Nicel
veriler ortalama (standart sapma), nitel veriler ise sayı (%) olarak gösterildi. Verilerin normal
dağılıma uygunluğu, Kolmogorov Smirnov testi kullanılarak incelendi. Normal dağılıma uygun olduğu
bulunan veriler, eşleştirilmiş örneklem t testi ve Pearson korelasyon analizi yöntemleri kullanılarak
analiz edildi. İstatiksel anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edildi.
BULGULAR
Çalışmaya 67’si kız (%61,5), 42’si erkek (%38,5) olmak üzere toplam 109 gönüllü öğrenci
katıldı. Çalışmaya katılan öğrencilerin yaş ortalaması 22,7±2,4 yıldı. Çalışmaya katılan öğrencilerin
yaş ortalaması 22,7±2,4 yıl, boy ortalaması 1,6±0,0 m, vücut ağırlığı ortalaması 63,2±12,4 kg ve vücut
kütle indeksi (VKİ) ortalaması 22,0±2,9 kg/m² idi. Öğrencilerin okudukları bölüm ve klinik
uygulamaya ilişkin düşünce ve duyguları Tablo 1’de gösterildi (Tablo 1).
Çalışmaya katılan öğrencilerin klinik uygulama öncesi durumluk ve sürekli kaygı puan
ortalamaları (43,1±9,5; 45,9±9,0) klinik uygulama sonrası alınan puanlardan (38,5±10,2; 43,3±8,7)
daha yüksekti. Öğrencilerin kişilik envanterinden en yüksek puanı deneyime açıklık alt boyutundan
aldıkları görüldü. Öğrencilerin kaygı ve kişilik envanter puanları Tablo 2’de verildi (Tablo 2).
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Oruk ve ark.
54
Tablo 1. Öğrencilerin bölüme ve klinik uygulamaya ilişkin düşünce ve duyguları
Sorular Evet
n (%)
Hayır
n (%)
Bölümü isteyerek mi tercih ettiniz? 72 (%66,1) 37 (%33,9)
Şu an bölümünüzde okumaktan memnun musunuz? 77 (%70,6) 32 (%29,4)
Kendinizi bu bölüme uygun hissediyor musunuz? 88 (%80,7) 21 (%19,3)
Klinik uygulama sizi endişelendiriyor mu? 39 (%35,8) 70 (%64,2)
Klinik uygulama sizi korkutuyor mu? 13 (%11,9) 96 (%88,1)
Klinik uygulama sizi sabırsızlandırıyor mu? 16 (%14,7) 93 (%85,3)
Klinik uygulama sizi heyecanlandırıyor mu? 72 (%66,1) 37 (%33,9)
Klinik uygulama sizi geriyor mu? 42 (%38,5) 67 (%61,5)
VAS’a göre öğrencilerin kendilerini klinik uygulamaya hazır hissetme durumları ortalama
6,8±1,8, klinik uygulama için yeterli bulma durumları ise ortalama 6,2±1,5 olarak hesaplandı.
Öğrencilerin klinik uygulama öncesi durumluk ve sürekli kaygı düzeyleri ile kendilerini klinik
uygulamaya hazır hissetme durumları arasında istatistiksel olarak anlamlı, negatif zayıf bir ilişki
bulunurken (p<0,05, r1=-0,269; r2=-0,269), öğrencilerin kendilerini klinik uygulama için yeterli bulma
durumları arasında anlamlı bir ilişki bulunmadı (p>0,05). Öğrencilerin kaygı düzeyleri klinik
uygulama öncesi ve sonrası karşılaştırıldığında hem durumluk kaygı düzeyleri hem de sürekli kaygı
düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı fark görüldü (p<0,05). Öğrencilerin kaygı düzeyleri ile
ilgili bilgiler Tablo 3’de verildi (Tablo 3).
Tablo 2. Durumluk ve Sürekli Kaygı Ölçek ve Beş Faktör Kişilik Envanter puanları
Değişkenler Kız Öğrenci (n=67)
��±SS
Erkek Öğrenci (n=42)
��±SS
Toplam (n=109)
��±SS
Klinik Uygulama Öncesi
Durumluk Kaygı 42,8±8,0 43,6±11,6 43,1±9,5
Sürekli Kaygı 45,3±8,6 46,9±9,7 45,9±9,0
Klinik Uygulama Sonrası
Durumluk Kaygı 37,9±10,0 39,4±10,6 38,5±10,2
Sürekli Kaygı 42,6±8,9 44,3±8,5 43,3±8,7
Beş Faktör Kişilik Envanteri
Dışa dönüklük 29,1±5,5 26,1±5,9 28,0±5,8
Yumuşak başlılık 36,6±5,2 33,8±5,3 35,5±5,4
Sorumluluk 35,7±5,4 32,6±5,3 34,5±5,6
Nevrotiklik 21,7±5,6 21,2±5,9 21,5±5,7
Deneyime açıklık 37,9±6,5 37,0±6,6 37,6±6,5
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Oruk ve ark.
55
Tablo 3. Öğrencilerin klinik uygulama öncesi ve sonrası durumluk kaygı ve sürekli kaygı
düzeylerinin eşleştirilmiş örneklem t testi sonuçları Değişken Puan (��±SS) t df Sig. (2-tailed)
Durumluk Kaygı Klinik uygulama öncesi 43,1±9,5
-5,205
108
,000* Klinik uygulama sonrası 38,5±10,2
Sürekli Kaygı
Klinik uygulama öncesi 45,9±9,0
-5,205
108
,000* Klinik uygulama sonrası 43,3±8,7
*p<0,05
Öğrencilerin cinsiyetlerine göre klinik uygulama öncesi ve sonrası kaygı düzeyleri
karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir fark görülmedi (p>0,05).
Çalışmaya katılan öğrencilerin genel not ortalamaları 2,7±0,5 idi. Öğrencilerin not
ortalamaları ve klinik uygulama öncesi kaygı düzeyleri arasındaki ilişki incelendiğinde not ortalaması
ile durumluk ve sürekli kaygı düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmadı
(p>0,05).
Bölümü isteyerek seçen öğrencilerin durumluk ve sürekli kaygı puan ortalamaları sırasıyla
42,6±9,7; 45,3±9,1, istemeden seçen öğrencilerin puan ortalamaları sırasıyla 44,3±9,1; 47,0±8,9 olarak
bulundu. Öğrencilerin okudukları bölümü isteyerek seçme durumlarına göre klinik uygulama öncesi
kaygı düzeyleri karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir fark görülmedi (p>0,05).
Bölümde okumaktan memnun olan öğrencilerin durumluk ve sürekli kaygı puan ortalamaları
sırasıyla 41,5±9,4; 44,5±8,7; memnun olmayan öğrencilerin puan ortalamaları sırasıyla 47,0±8,8;
49,2±9,0 olarak bulundu. Öğrencilerin okudukları bölümden memnun olma durumlarına göre klinik
uygulama öncesi kaygı düzeyleri karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir fark olduğu
saptandı (p<0,05).
Öğrencilerin cinsiyetlerine göre kişilik özellikleri karşılaştırıldığında dışa dönüklük, yumuşak
başlılık ve sorumluluk alt boyutlarından alınan puanların kız öğrenciler lehine istatistiksel olarak
anlamlı olduğu saptandı (p<0,05).
Okudukları bölümü isteyerek seçen öğrencilerin öz disiplin alt boyutundan aldıkları ortalama
puanın istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek olduğu görüldü (p<0,05).
Öğrencilerin kişilik özellikleri ile klinik uygulama öncesi kaygı düzeyleri arasındaki ilişki
incelendiğinde, nevrotiklik alt boyutu ile durumluk kaygı düzeyi arasında istatistiksel olarak anlamlı
pozitif ilişki saptandı (p=0,000; r=0,437). Kişiliğin diğer alt boyutları ile klinik uygulama öncesi
durumluk kaygı düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki görülmedi (p>0,05).
Öğrencilerin kişilik özellikleri ve klinik uygulama öncesi sürekli kaygı düzeyleri arasındaki ilişki
incelendiğinde, sürekli kaygı düzeyi ile “nevrotiklik” alt boyutu arasında istatistiksel olarak anlamlı
ve pozitif (p=0,000; r=0,538); “dışadönüklük” alt boyutu ile anlamlı ve negatif ilişki saptandı (p=0,001;
r=-0,308).
Kişilik alt boyutlarının birbiriyle korelasyonuna bakıldığında dışadönüklük ve deneyime
açıklık ile yumuşak başlılık ve sorumluluk alt boyutları arasında istatistiksel olarak anlamlı pozitif
ilişki (p=0,003; r=0,278), yumuşak başlılık ve nevrotiklik alt boyutları arasında istatistiksel olarak
anlamlı negatif ilişki görüldü (p=0,000; r=-0,370).
TARTIŞMA
Çalışmamıza gönüllü olarak katılan dördüncü sınıf fizyoterapi ve rehabilitasyon bölümü
öğrencilerinin klinik uygulama öncesi durumluk ve sürekli kaygı puan ortalamaları klinik uygulama
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Oruk ve ark.
56
sonrasıyla karşılaştırıldığında, klinik uygulamayı tamamlamanın öğrenciler üzerinde kaygı düzeyini
azaltıcı bir etki yarattığı görülmüştür. Bu durumda öğrencilerin bilmedikleri bir süreci
deneyimlemelerinin kaygı düzeyleri üzerinde pozitif bir etki yarattığı düşünülmüştür. İlk kez
intramuskuler enjeksiyon uygulaması yapan hemşirelik bölümü öğrencilerinin uygulama öncesi kaygı
düzeylerinin uygulama sonrası kaygı düzeylerinden yüksek olduğu görülmüştür [23]. Muğla
Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu Hemşirelik Bölümü birinci, ikinci ve üçüncü sınıf öğrencilerin
katılımıyla gerçekleştirilen çalışmada öğrencilerin klinik uygulama sonrası durumluk kaygı puan
ortalamalarında meydana gelen azalmanın istatistiksel olarak anlamlı olduğu bildirilmiştir [24]. Diş
hekimliği fakültesinde okuyan birinci ve beşinci sınıf öğrencilerinin dental kaygı düzeylerinin
araştırıldığı çalışmada birinci sınıfta okuyan öğrencilerin kaygı düzeylerinin daha yüksek olduğu
belirtilmiştir [25]. Literatürdeki çalışmaların bizim sonuçlarımızı destekler nitelikte olduğu
görülmektedir.
Öğrencilerin not ortalamaları ile klinik uygulama öncesi kaygı düzeyleri arasında istatistiksel
olarak anlamlı bir ilişki görülmemiştir. Literatür incelendiğinde yapılan pek çok çalışmada akademik
başarı seviyesi arttıkça kaygı düzeyinin azaldığı görülmektedir [26-29]. Ancak 2018 yılında yapılan
bir çalışmada not ortalaması yüksek olan öğrencilerin kaygı düzeylerinin not ortalaması düşük olan
öğrencilere göre daha yüksek olduğu görülmüştür [30]. Bu durum başarılı öğrencilerin kendileri için
daha zorlayıcı hedefler belirlemelerinin kaygı düzeylerinde artışa neden olduğu sonucuyla izah
edilmiştir. Bununla birlikte Yılmaz vd. tarafından 2014 yılında yapılan çalışmada öğrencilerin
akademik başarı durumları ile kaygı düzeyleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark
bulunmamıştır [31]. Benzer şekilde beden eğitimi ve spor yüksekokulu, fen edebiyat fakültesi ve
ilahiyat fakültesi öğrencileriyle yapılan çalışmalarda da üniversite öğrencilerinin okul başarı
durumlarına göre durumluk ve sürekli kaygı düzeylerinin, istatistiksel olarak anlamlı bir fark
göstermediği görülmektedir [32-34]. Fizyoterapi bölümü öğrencilerinin çoğunun akademik olarak
başarılı olmasına rağmen, özellikle üçüncü ve dördüncü sınıflarda klinik eğitim sırasında duygusal
problemler yaşadığı bildirilmektedir [35]. Literatürde not ortalamasının kaygı düzeyi üzerindeki
etkisine ilişkin sonuçların değişken olduğu görülmektedir. Klinik uygulama sırasında öğrenciler hem
akademik personel hem de klinik eğitmenlik yapan sağlık profesyonelleri ile birlikte çalışmaktadır.
Klinik uygulama; hasta değerlendirmesi, analiz, planlama, müdahale, etik ve kanıta dayalı
uygulamanın yanı sıra disiplin, mevzuat, profesyonel davranış ve iletişim gibi değişkenleri de kapsar.
Dolayısıyla not ortalaması ile kaygı düzeyleri arasında bir ilişki ortaya çıkmamasının nedeninin,
klinik uygulamayı oluşturan bileşenlerin sadece akademik konuları kapsamamasından
kaynaklandığını düşünmekteyiz.
Öğrencilerin fizyoterapi bölümünü isteyerek seçme durumlarına göre klinik uygulama öncesi
durumluk ve sürekli kaygı puan ortalamaları karşılaştırıldığında istatistiksel açıdan anlamlı bir fark
görülmemiştir. Ancak mesleği isteyerek tercih eden öğrencilerin hem durumluk hem de sürekli kaygı
puan ortalamalarının daha düşük olduğu dikkat çekmektedir. Elde edilen bu sonuç istatistiksel olarak
anlamlı olmasa da meslek seçimindeki bilincin, sürekli veya geçici stresörlerle başa çıkmada pozitif
bir etki yarattığı düşünülmüştür. 2017 yılında yapılan bir çalışmada öğrencilerin okudukları bölümü
isteyerek tercih etme durumlarının kaygı düzeyleri arasında anlamlı bir fark oluşturmadığı, ancak
bölümü isteyerek tercih edenlerin her iki kaygı düzeyi ortalamalarının da daha düşük olduğu göze
çarpmaktadır [36]. 2012 yılında yapılan bir çalışmada ise bölümünü isteyerek tercih edenlerin
durumluk ve sürekli kaygı puan ortalamalarının istatistiksel olarak anlamlı düzeyde düşük olduğu
saptanmıştır [37].
Öğrencilerin okudukları bölümden memnun olma durumlarına göre klinik uygulama öncesi
durumluk ve sürekli kaygı puan ortalamaları karşılaştırıldığında istatistiksel olarak anlamlı bir fark
bulunmuştur. Başka bir deyişle okudukları bölümden memnun olan öğrencilerin her iki kaygı
düzeyinin de memnun olmayan öğrencilere göre düşük olduğu söylenebilir. Öğrencilerin kaygı
düzeyleri üzerinde etkili olduğu görülen klinik uygulamanın, okudukları bölümden memnun olan
öğrenciler tarafından bir stresör olarak algılanmadığı, klinik uygulamaya çıkma durumunun
memnuniyetle karşılandığı düşünülmüştür. Literatürde mesleğe veya bölüme ilişkin memnuniyet ve
kaygı düzeyleri arasındaki ilişkinin irdelendiği araştırmalar incelendiğinde çalışmamıza benzer
sonuçlar elde edildiği görülmüştür. Özen’in 2004 yılında yaptığı çalışmasında okuduğu bölümden
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Oruk ve ark.
57
memnun olmayan öğrencilerin durumluk ve sürekli kaygı puan ortalamalarının yüksek olduğu
bildirilmiştir [38]. Doğan vd. tarafından 2009 yılında yapılan çalışmada mesleğini seven ve
yakınlarına öneren öğrencilerin hem kaygı düzeylerinin daha düşük hem de mesleğe ilişkin daha
olumlu bakış açısına sahip oldukları belirtilmiştir [39]. Hemşirelik öğrencilerinin eğitimlerine etki
eden faktörlerin araştırıldığı bir çalışmada hemşirelik bölümünü tercih etmekten memnun olanların
kararsız olanlardan daha yüksek uygulama ve akademik stres puanlarına sahip olduğu görülmüştür
[40].
Öğrencilerin kişilik özellikleri incelendiğinde en yüksek puan deneyime açıklık alt boyutuna aittir.
Kişilik alt boyutlarının genel özelliklerine bakıldığında deneyime açıklık yönü baskın olan bireylerin
yaratıcılık ve bağımsızlık özelliklerinin ön plana çıktığı görülmektedir [41]. Ayrıca bu bireylerin geniş
hayal gücü, açık fikirlilik ve orijinallik kavramlarına eğilimlerinin fazla olduğu ifade edilmektedir
[42]. Öğrencilerin daha çok deneyime açık kişilik özelliği göstermeleri seçtikleri fizyoterapi mesleğinin
bilimsel veriler ışığında sürekli yenilenip gelişen, dinamik bir disiplin olma gereğine uyum açısından
pozitif bir sonuç olarak değerlendirilmiştir. Fizyoterapistlerin egzersiz ve tedavi programlarını
oluşturmada bilimsel alt yapısının yanında kişilik özelliklerinden kaynaklanabilecek farklı bakış
açılarının da önemli olacağı düşüncesindeyiz.
Öğrencilerin kişilik özellikleri cinsiyetlerine göre değerlendirildiğinde kız ve erkek öğrencilerin
deneyime açıklık ve nevrotiklik alt boyut puanları arasında istatistiksel olarak fark yokken, dışa
dönüklük, yumuşak başlılık ve sorumluluk alt boyut puanları arasında kız öğrenciler lehine anlamlı
fark vardır. Aliyev, üniversite öğrencilerinin kişilik alt boyutlarını cinsiyete göre karşılaştırdığında;
yumuşak başlılık, sorumluluk ve nevrotiklik puan ortalamaları arasında fark olmadığını, dışa
dönüklük ve deneyime açıklık puan ortalamaları arasında kız öğrenciler lehine fark olduğunu
belirtmiştir [43]. Üniversite öğrencilerinin kişilik özelliklerinin cinsiyet değişkenine göre incelendiği
diğer çalışmalarda kız öğrencilerin erkek öğrencilere göre daha dışa dönük, daha fazla olumlu sosyal
davranış gösterme eğiliminde oldukları belirtilmiştir [44,45]. 2019 yılında iktisadi ve idari bilimler
fakültesi öğrencileri ile gerçekleştirilen bir çalışmada bizim sonuçlarımıza benzer şekilde öğrencilerin
cinsiyetleri ile dışa dönüklük, uyumluluk ve sorumluluk puanları arasında anlamlı fark olduğu,
nevrotizm ve deneyime açıklık puanları arasında ise fark olmadığı ifade edilmiştir [11]. Üniversite
öğrencilerinin kişilik özelliklerinin incelendiği diğer çalışmada 717 öğrencinin cinsiyet değişkeni
açısından dışa dönüklük, deneyime açıklık, yumuşak başlılık ve sorumluluk puan ortalamaları
arasında fark olmadığı, kız öğrencilerin nevrotiklik puan ortalamalarının daha yüksek olduğu
görülmüştür [12]. Bununla birlikte spor bilimleri fakültesi öğrencilerinin katıldığı bir çalışmada ise
cinsiyetin kişilik alt boyutları üzerinde etkili olmadığı sonucuna ulaşılmıştır [21]. Literatürde cinsiyet
ve kişilik özellikleri arasındaki ilişkinin incelendiği çalışmalarda birbirinden farklı sonuçlara
ulaşıldığı görülmektedir. Bizim çalışmamızda kız öğrencilerde ön plana çıkan kişilik alt boyutlarının
fizyoterapi mesleğinin kız öğrenciler tarafından daha çok tercih edilmesinde bir etken olabileceğini
düşündürmüştür.
Öğrencilerin mesleği isteyerek seçme ve kişilik özellikleri arasındaki ilişki incelendiğinde
okudukları bölümü isteyerek seçen öğrencilerin sorumluk alt boyut puanlarının daha yüksek olduğu
görülmüştür. Bu sonuç mesleğin gerektirdiği önemli kişisel özelliklerden biri olan sorumluluğu
destekler niteliktedir. Literatürde sorumluluk bilinci yüksek olan öğrencilerin disiplin, görev bilinci,
özen, dikkatli olma ve planlama konusunda daha başarılı olduğu belirtilmektedir [46].
Çalışmaya katılan öğrencilerin kişilik özellikleri ve kaygı düzeyleri arasındaki ilişki
incelendiğinde daha çok nevrotiklik alt boyutu baskın olan öğrencilerin durumluk kaygı düzeylerinin
yüksek olduğu görülmüştür. Bu kişilik alt boyutunun özelliklerinden olan duygusal dalgalanmalar,
huzursuzluk, sabırsızlık, tedirginlik, gerginlik ve hüznün öğrencilerin durumluk kaygılarını beslediği
düşünülmüştür. Öğrencilerin kişilik tipleri ve kaygı düzeyleri arasındaki ilişkiden elde edilen diğer
önemli sonuç ise dışadönüklük alt boyutu baskın olan öğrencilerin sürekli kaygı düzeylerinin düşük
olmasıdır. Dışadönüklük alt boyutu samimi, hareketli, konuşkan, dinamik, heyecanlı, katılımcı kişilik
özellikleri yansıtmaktadır. Bu bireyler sevimli, yüksek iletişim becerileri olan, insanlarla olmayı seven
bireyler olarak değerlendirilmektedir [42]. Dışadönüklüğün temelinde olumlu, kendine güvenen,
girişken ve sosyal bireylerin yer aldığı göz önünde bulundurulduğunda bu alt boyut puanı yüksek
öğrencilerin sürekli kaygı düzeylerini kontrol etmekte başarılı olduğu düşünülmüştür.
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Oruk ve ark.
58
Çalışmanın Limitasyonları
Çalışmamız tek bir bölümde nispeten küçük bir örneklem grubunda gerçekleştirilmiştir.
Öğrencilerimizin yaz stajına ilişkin deneyimlerinin klinik uygulama öncesinde ortaya çıkan kaygı
düzeyleri üzerinde nasıl bir etki oluşturduğu değerlendirilememiştir. Öğrencilerin kaygı düzeyleri
üzerinde etkili olabilecek faktörlere kapsamlı bir şekilde yer verilememiştir. Ayrıca öğrencilerin klinik
uygulamaya ilişkin düşünce ve duygularının nedenleri üzerinde de durulamamıştır.
SONUÇ
Bu çalışmada öğrencilerin klinik uygulama sonrası kaygı düzeylerinin anlamlı düzeyde azaldığı,
öğrencilerin kişilik tiplerinden deneyime açıklık alt boyutunun kaygı düzeyini düşürücü, nevrotiklik
alt boyutunun ise kaygı düzeyini artırıcı rol oynadığı sonucuna varılmıştır. Ayrıca bölümde
okumaktan duyulan memnuniyetin kaygı düzeyini azalttığı, kişilik özellikleri açısından kız
öğrencilerde sorumluluk, dışadönüklük ve yumuşak başlılık alt boyutlarının öne çıktığı görülmüştür.
Klinik uygulama öncesi stres ve kaygı yönetimi ile başa çıkma stratejileri üzerinde durulmalıdır.
Hastalara sunulan tedavi hizmetlerinin sağlık profesyonellerinin özelliklerinden etkilendiği göz
önünde bulundurulduğunda öğrencilerin kişilik özelliklerinin getireceği mesleki uyuma dikkat
edilmelidir. Gelecekte klinik uygulama öncesi öğrencilerin kişilik tiplerine ve kaygı düzeylerine ilişkin
stratejilerin geliştirildiği, bu stratejilerin uygulama sonuçlarının değerlendirildiği deneysel
çalışmaların yapılmasının yararlı olacağı düşüncesindeyiz.
Teşekkür: Yok. Çıkar çatışması: Yok. Finans: Yok.
KAYNAKLAR 1. Jarski RW, Kulig K, Olson RE. Clinical teaching in physical therapy: student and teacher perceptions.
Physical Therapy. 1990; 70(3): 173-178.
2. Milne N, Louwen C, Reidlinger D, et al. Physiotherapy students’ DiSC behaviour styles can be used to predict
the likelihood of success in clinical placements. BMC medical education. 2019; 19(1): 379.
3. Smith SN, Crocker AF. Experiential learning in physical therapy education. Advances in medical education
and practice. 2017; 8(1): 427-433.
4. Wijbenga MH, Bovend’Eerd TJ, Driessen EW. Physiotherapy students’ experiences with clinical reasoning
during clinical placements: A qualitative study. Health professions education. 2019; 5(2): 126-135.
5. WCPT guideline for the clinical education component of physical therapist professional entry level education.
World Confederation for Physical Therapy. 2011;1-28.
6. Yeniçeri N, Mevsim V, Özçakar N, vd. Tıp eğitimi son sınıf öğrencilerinin gelecek meslek yaşamları ile ilgili
yaşadıkları anksiyete ile sürekli anksiyetelerinin karşılaştırılması. Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi
Dergisi. 2007;21(1):19-24.
7. Syed A, Ali SS, Khan M. Frequency of depression, anxiety and stress among the undergraduate
physiotherapy students. Pakistan journal of medical sciences. 2018; 34(2), 468.
8. Audet M. Caring in nursing education: reducing anxiety in the clinical setting. Nursingconnections.
1995;8(3):21-8.
9. Melincavage SM. Student nurses' experiences of anxiety in the clinical setting. Nurse education today.
2011;31(8):785-9.
10. Koçyiğit F, Torun ED, Aslan ÜB. Anxiety, depression, physical activity and quality of life in student physical
therapists: A cross-sectional study. American Journal of Educational Research. 2015; 3(10A):26-29.
11. Soba M, Şimşek A, Demir E. Üniversite öğrencileri üzerine ampirik bir uygulama: beş faktör kişilik modeli.
Avrasya Sosyal ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi. 2019;6(2): 28-43.
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Oruk ve ark.
59
12. Tatlıoğlu K. Üniversite öğrencilerinin beş faktör kişilik kuramına göre kişilik özellikleri alt boyutlarının bazı
değişkenlere göre incelenmesi. Journal of History School, 2014; 7(17):939-971.
13. Köknel Ö. Kaygıdan mutluluğa kişilik (17. Baskı). İstanbul: Altın Kitaplar. 2005.
14. Buining EM, Kooijman MK, Swinkels I, et al. Exploring physiotherapists’ personality traits that may
influence treatment outcome in patients with chronic diseases: a cohort study. BMC health services research.
2015; 15(1):558.
15. Vanessa M, Locker D. Canadian dental students' perceptions of stress. Journal of the Canadian Dental
Association. 2007; 7: 4.
16. Spielberger CD, Gorsuch RC, Luschene RE. Manual for the state-trait anxiety invenntory. Consulting
Psychologists Press, California, 1970.
17. Öner N, Le Compte A. Durumluk-sürekli kaygı envanteri el kitabı. Boğaziçi Üniversitesi Yayını, İstanbul,
1983.
18. Yücel EO. Tekvandocuların durumluk ve sürekli kaygı düzeyleri ve müsabakalardaki başarılarına etkisi.
Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Ankara. 2003.
19. Benet-Martinez V, John OP. Los Cinco Grandes across cultures and ethnic groups: Multitrait-multimethod
analyses of the Big Five in Spanish and English. Journal of personality and social psychology. 1998;75(3):729.
20. Karaman NG, Doğan T, Çoban AE. A study to adapt the big five inventory to Turkish. Procedia-Social and
Behavioral Sciences. 2010;2(2):2357-59.
21. Kaplan T, Aktaş S, Tükel Y, vd. Rekreasyonel olarak aktif üniversite öğrencilerinin kişilik tiplerinin
incelenmesi. Spor ve Performans Araştırmaları Dergisi. 2017; 8(2): 144-135.
22. Freyd M. The graphic rating scale. Journal of educational psychology. 1923; 14(2): 83-102.
23. Sabuncu N, Köse S, Özhan F, vd. İlk defa intramüsküler enjeksiyon uygulaması yapan öğrencilerin kaygı
düzeyleri ve sosyo-demografik özellikleri ile ilişkisi. Anadolu Hemşirelik ve Sağlık Bilimleri Dergisi.
2010;11(3): 27-32.
24. Bayar K, Gülcihan Ç, Bayar B. Hemşirelik öğrencilerinin klinik uygulamaya yönelik düşünce ve kaygı
düzeylerinin belirlenmesi. TAF Prev Med Bull. 2009;8(1):37-42.
25. Samur Ergüven S, Işık B, Kılınç Y. Diş hekimliği fakültesi birinci sınıf öğrencileri ile son sınıf öğrencilerinin
dental kaygı-korku düzeylerinin karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesi. Acta Odontologica Turcica. 2013;
30(2): 6-70.
26. Surtees PG, Wainwright NWJ, Pharoah PDP. Psychosocial factors and sex differences in high academic
attainment at Cambridge University. Oxford Review of Education. 2002;28(1):21-38.
27. Alisinaoğlu F, Ulutaş İ. Çocuklarda kaygı ve bunu etkileyen etmenler. Milli Eğitim, 2000;s:145.
28. Baltaş A. Kaygı düzeyi açısından okullar arası farklar. XXII. Ulusal Psikiyatri ve Nöroloji Bilimler Kongresi
Bilimsel Çalışmaları, Ege Üniversitesi Basımevi, İzmir,1988.
29. Varol Ş. Lise son sınıf öğrencilerinin kaygılarını etkileyen etmenler. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Samsun,1990.
30. Aşık NA. Turizm öğrencilerinin kaygı düzeylerini belirlemeye yönelik bir araştırma. Sosyal ve Beseri
Bilimler Dergisi. 2018; 10(2): 83-98.
31. Yılmaz İA, Dursun S, Güzeler EG, vd. Üniversite öğrencilerinin kaygı düzeyinin belirlenmesi: bir örnek
çalışma. Ejovoc (Electronic Journal of Vocational Colleges). 2014;4(4):16-26.
32. Öztürk A. Manisa Celal Bayar Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu Öğretmenlik Programı
öğrencilerinin durumluk ve sürekli kaygı düzeyleri ile akademik başarıları arasındaki ilişki. Pamukkale
Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Sporda Psiko-Sosyal Alanlar Anabilim Dalı. Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi. Denizli. 2003.
33. Gül Akmaz M, Ceyhan N. Fen edebiyat fakültesi Türk dili ve edebiyatı bölümü öğrencilerinin durumluk-
sürekli kaygı düzeyleri ve kaygı nedenleri (Tokat örneği). Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi. 2009; 1: 131-
147.
34. Kaya M, Varol K. İlahiyat fakültesi öğrencilerinin durumluk-sürekli kaygı düzeyleri ve kaygı nedenleri
(Samsun Örneği). Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. 2004; 17(17): 63-31.
35. Janse van Vuuren EC, Bodenstein K, Nel M. Stressors and coping strategies among physiotherapy students:
Towards an integrated support structure. Health SA Gesondheid (Online). 2018; 23(1):1-8
36. Aydın A, Tiryaki S. Üniversite öğrencilerinin kaygı düzeylerini etkileyen faktörleri belirlemeye yönelik bir
çalışma (KTÜ örneği). Kastamonu Üniversitesi Orman Fakültesi Dergisi. 2017;17(4),715-722.
37. Deveci S, Çalmaz A, Açık Y. Doğu Anadolu'da yeni açılan bir üniversitenin öğrencilerinde kaygı düzeylerinin
sağlık, sosyal ve demografik faktörler ile ilişkisi. Dicle Tıp Dergisi. 2012; 39(2): 196-189.
38. Özen Sakın N. Uludağ Üniversitesi öğrencilerinde anksiyete görülme sıklığı ve sosyo-demografik özellikleri
ile karşılaştırılması. Uludağ Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Doktora Tezi. Bursa. 2004.
39. Doğan T, Çoban AE. Eğitim fakültesi öğrencilerinin öğretmenlik mesleğine yönelik tutumları ile kaygı
düzeyleri arasındaki ilişkinin incelenmesi. Eğitim ve Bilim. 2009; 34(153): 157-168.
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Oruk ve ark.
60
40. Akkaya G, Babacan Gümüş A, Akkuş Y. Hemşirelik öğrencilerinin eğitim stresini etkileyen faktörlerin
belirlenmesi. Hemşirelikte eğitim ve araştırma dergisi. 2018;15 (4): 202-208.
41. Chen SC, Wu MC, Chen CH. Employee’s personality traits, work motivation and innovative behavior in
marine tourism ındustry. Journal of Service Science & Management. 2010;(3):198-205.
42. Doğan T. Beş faktör kişilik özellikleri ve öznel iyi oluş. Doğuş Üniversitesi Dergisi. 2013;14(11):56-64.
43. Aliyev P. Beş Faktörlü Kişilik Özellikleri ve Cinsiyet Rollerinin Üniversite Alan Seçimi ile İlişkisinin
İncelenmesi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Psikoloji Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi.
İstanbul. 2008.
44. Atli A, Kaya M. Üniversite öğrencilerinin mesleki kişilik tipleri. Bingöl Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi. 2017; 7(14): 331-342.
45. Yıldız S, Boz Taştan İ, Yıldırım B. Kişilik tipi ile olumlu sosyal davranış arasındaki ilişki: Marmara
üniversitesi öğrencileri üzerinde bir araştırma. Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi. 2012;
(26)1: 215-233.
46. Sığrı Ü, Gürbüz S. Akademik başarı ve kişilik ilişkisi: üniversite öğrencileri üzerinde bir araştırma. Savunma
Bilimleri Dergisi. 2011; 10(1): 48-30.
sbf.hku.edu.tr
ZEUGMA
JOURNAL OF
HEALTH RESEARCHES
Zeugma Sağlık Araştırmaları Dergisi. 2020;2(2):61-67
ORIGINAL ARTICLE
Özel bir hastanedeki sağlık çalışanlarının fonksiyonel besinler ile ilgili bilgi düzeyi ve
tüketim durumunun saptanması Ece Erözgür1, Gülgün Ersoy2
Amaç: Gaziantep’te özel bir hastanede görev yapan sağlık çalışanlarının fonksiyonel besinler ile ilgili bilgi düzeyi ve tüketim durumunun saptanması amacıyla planlanıp yürütülmüştür. Yöntem: Katılımcılar rastgele seçilim yöntemiyle seçilmiştir. Farklı bölümler davet edilerek yüz yüze görüşme metoduyla anket çalışmasına katılmıştır. Katılımcılardan anket öncesi onam formu alınmıştır. Araştırmada kullanılan ankette; katılımcıların kişisel bilgileri, sağlık durumları, bazı antropometrik özellikleri, fonksiyonel besin kavramına yönelik bilgi ve tüketim düzeylerine yönelik sorular yer almıştır. Elde edilen veriler, IBM SPSS 20 programı ile analiz edilmiştir. Bulgular: Çalışmaya 133 (%47,5) erkek, 147 (%52,5) kadın olmak üzere toplam 280 kişi katılmıştır. Katılımcıların yaş ortalaması 33,7±10,4 yıldır. Erkek ve kadın bireylerin ortalama beden kütle indeksi (BKİ) değerleri sırasıyla 27,4±3,3 kg/m2, 23,0±3,5 kg/m2 bulunmuştur. Fonksiyonel besin bilinirliği ile yaş, aylık gelir, öğrenim ve hastalık durumu arasındaki ilişki önemli (p<0.05), cinsiyet ile arasındaki ilişki önemsizdir (p>0.05). Fonksiyonel besin tüketimi ile aylık gelir, öğrenim durumu arasındaki ilişki önemli (p<0.05) cinsiyet, yaş, hastalık durumu arasındaki ilişki ise önemsiz bulunmuştur (p>0.05). Sağlık çalışanları içerisinde doktorların fonksiyonel besin kavramını diğer sağlık çalışanlarına göre daha fazla bildiği ve fonksiyonel besinleri daha fazla tükettiği görülmüştür. Sonuç: Yapılan bu çalışma sonucunda fonksiyonel besin bilinirliği ile fonksiyonel besin tüketimi arasında önemli bir ilişki bulunmuş (p<0.05) ve sağlık çalışanlarının farkındalıklarının artırılması için daha fazla çalışma ve bilgilendirme yapılması öngörülmüştür. Anahtar Kelimeler: Fonksiyonel besinler, bilgi düzeyi, sağlık çalışanları.
The determination of the knowledge level and consumption status of health
employees in a private hospital related to functional foods Purpose: It was planned and carried out in order to determine the knowledge level and consumption status of healthcare professionals working in a private hospital in Gaziantep, releated to functional foods. Methods: Participants were selected by randomized selection method. Different departments were invited and participated in the study by face-to-face interview method. Consent form was taken from the participants before the survey. A questionnaire was applied. The participants' personal information, health status, some anthropometric measurements, knowledge on of functional foods and questions about their level of consumption were determined. The data were analyzed with IBM SPSS 20 programme. Results: A total of 280 people (133(47.5%) males and 147(52.5%) females) participated in the study. The mean age of the participants was 33.7±10.4 years. The mean body mass index (BMI) values of male and female individuals were 27.3±3.3 kg/m2 and 23.0±3.5 kg/m2 respectively. Functional food consumption and monthly income, educational status were found statistically significant (p<0.05), but the relationship between gender, age and disease status were not significant (p>0.05). Among health workers, it is seen that doctors know the concept of functional food more than other health workers and consume more functional foods. Conclusion: As a result of this study, a significant relationship was found between functional food awareness and functional food consumption (p<0.05) and it was concluded that more studies should be held and to increase the awareness of health workers should be encouraged on functional foods. Keywords: Functional foods, knowledge level, supplements, health personnel.
Erözgür E, Ersoy G. Özel bir hastanedeki sağlık çalışanlarının fonksiyonel besinler ile ilgili bilgi düzeyi ve tüketim durumunun saptanması. Zeugma Health Res. 2020;2(2):61-67. The determination of the knowledge level and consumption status of health employees in a private hospital related to functional foods
1: Sanko Üniversitesi, Özel Sani Konukoğlu Uygulama ve Araştırma Hastanesi, Gaziantep/Türkiye. 2: İstanbul Medipol Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, İstanbul/Türkiye. Corresponding author: Ece Erözgür: eceerozgur@gmail.com ORCID ID: 0000-0003-4803-9281 Received: May 5, 2020. Accepted: July 16, 2020.
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Erözgür ve Ersoy
62
onksiyonel besinler ile ilgili olarak dünyaca bilinen düzenleyici otoritelerin yapmış olduğu kesin
bir tanım yoktur [1]. Fonksiyonel besinler; nutrasötikler, sağlık besinleri, düzenleyici, tıbbi,
farmakolojik ve özel beslenme amaçlı besinler ve besin destekleri gibi çeşitli terimlerle
tanımlanabilmektedir [2]. Kısaca yaşamın sürdürülebilmesi için gereksinim duyulan, enerji ve besin
öğelerinin vücutta kullanılmasına yardımcı besinlerdir [3].
Fonksiyonel besinlerle ilgili olarak yürütülen ilk çalışmalar 1984 yılında Japonya
hükümetinin girişimleriyle başlamıştır. Bu çalışmalar sonucunda elde edilen bilimsel verilere
dayanarak sağlık yararı beklenen ve yetkili etiket talep eden besinler BSKİB (Belirli Sağlık
Kullanımları İçin Besin) yani fonksiyonel besin olarak kabul edilmiştir. Bu lisansa sahip ürün sayısı
Japonya’da 300’ün üzerindedir. Fonksiyonel besinler özellikle son yıllarda günlük diyetlerin önemli
bir parçası haline gelmiştir. Bunun başlıca sebepleri; teknolojik ve bilimsel alanda yaşanan hızlı
gelişmeler, tedavi ücretlerindeki artış, toplumun yaşlanması, besin pazarlama sistemlerinde yaşanan
değişiklikler ve tüketicilerin beslenme ile sağlık arasındaki ilişki konusunda bilgi sahibi olmasıdır
[4,5].
Tüketicilerin besinlere yönelik sağlık beklentileri beslenme alanında değişikliklere neden
olmuş ve bu yönelmenin sonucunda güvenli besin ve fonksiyonel besin kavramları önem kazanmıştır.
Fonksiyonel besin vücudun gereksinim duyduğu besin öğelerini karşılamaya ek olarak, insan
fizyolojisi ve metabolik işlevler için yarar sağlayan, böylelikle bireylerin daha sağlıklı yaşamalarına
yardımcı olan besin ve besin bileşenleridir [6].
Günümüzde pek çok tüketici sağlığını korurken aynı zamanda mevcut sağlık sorunlarını
gidermek için ilaçlar yerine daha çok güvendikleri doğal ürünleri/besinleri tercih etmektedir.
Bu araştırma ile sağlık çalışanlarının fonksiyonel besinlere ilişkin bilgi düzeyi ve tüketim
durumları saptanmıştır. Konu literatürde ve ülkemizde oldukça az ele alındığından, bu konuda veri
sağlanması amaçlanmış ayrıca sağlık çalışanlarının bilgi düzeyi toplumun bilgilendirilmesi için önem
taşıdığından, araştırma sırasında ve sonunda araştırmanın yapıldığı kurumda bu konuda eğitim
verilmiştir.
YÖNTEM
Araştırmanın amacı sağlık çalışanlarının fonksiyonel besinlerle ilgili bilgi düzeyleri ve
tüketim durumlarını ortaya koymak ve çalışanları bu konuda bilgilendirmektir.
Araştırma 13 Ağustos- 2 Kasım 2018 tarihleri arasında yapılmıştır. Araştırma evrenini
Gaziantep ilinde özel bir hastanede görev yapan sağlık çalışanları oluşturmuştur. Evreni temsil
edecek olan örneklem, sağlık çalışanlarının mesleklerine göre gruplandırılmıştır. Toplumun
başvurdukları ilk kişinin doktor olması nedeniyle, doktorlar I. grubu; diğer sağlık çalışanlarının görev
tanımlarına göre hemşire, diyetisyen, psikolog, eczacı, fizyoterapist II. grubu; portör, kat hizmetlisi,
sağlık memuru ve diğer sağlık çalışanları III. grubu oluşturmuştur. Her grupta benzer sayıda kişi yer
almıştır. Hastanedeki birimlere haber verilip her gün bir bölüm davet edilmiştir. Randomize gelen
katılımcılar yüz yüze görüşme metoduyla anket sorularını yanıtlamıştır.
Bu çalışma için, Okan Üniversitesi Etik Kurulu tarafından 08/08/2018 tarihinde 2018/97 karar
ile onay alınmıştır. Gönüllülük esası göz önünde bulundurularak çalışmaya katılmayı kabul eden
çalışanlar “Gönüllü Onam Formunu” okumuş ve çalışma şartlarını kabul ettikten sonra çalışmaya
dahil edilmiştir.
Verilerin İstatistiksel Analizi
Elde edilen veriler, IBM SPSS 20 programında incelenmiştir. Öncelikle katılımcıların kişisel
bilgilerine ilişkin elde edilen bulgular değerlendirilmiş, daha sonra fonksiyonel besin kavramına
ilişkin bulgular gösterilmiştir. Katılımcıların kişisel bilgileri ile fonksiyonel besin bilgileri ve
tüketimleri arasındaki ilişkiler bağımsız örneklem t testi ve ki-kare testi ile değerlendirilmiştir.
Sayılarla belirtilen veriler n (%) olarak, ölçümle belirtilen veriler ise aritmetik ortalama olarak (��)
olarak ifade edildi. Yapılan istatistiklerde p anlamlılık değeri 0,05 olarak alındı. Grupların
karşılaştırılmasında Mann Whitney U testi kullanıldı.
F
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Erözgür ve Ersoy
63
BULGULAR
Katılımcılara ait kişisel bilgiler, fonksiyonel besin bilinirliği, fonksiyonel besin tüketimi ve
etkileyen etmenlere ilişkin bulgular istatistiki yöntemler ile tanımlanmıştır. Katılımcıların; yaş, aylık
gelir, öğrenim ve hastalık durumları, cinsiyetleri, meslekleri ile fonksiyonel besin bilgileri ve
tüketimleri arasındaki ilişkiler ki-kare testi ile analiz edilmiştir.
Katılımcıların %47,5’i erkek, %52,5’i kadındır. Yaş ortalamaları 33,7±10,4 yıl’dır. Mesleklere
göre; I. grupta doktor (%31,1), II. grupta hemşire, diyetisyen, psikolog, eczacı, fizyoterapist (%31,1),
III. grupta ise portör, kat hizmetlisi, sağlık memuru ve diğer meslekler (%37,8) yer almıştır.
Katılımcıların öğrenim durumları incelendiğinde; %26,1’inin lise mezunu, %39,6’sının
üniversite mezunu, %30,7’sinin doktora derecesine sahip olduğu görülmüş, %23,9’u aylık gelirinin
giderinden az, %34,3’ü aylık gelirinin gideri ile eşit, %41,8’i ise aylık gelirinin giderinden fazla
olduğunu belirtmiştir. Katılımcıların %85,6’sının bilinen bir hastalığı olmadığı görülmüştür [Tablo 1].
Tablo 1. Katılımcılara ait kişisel bilgiler
Kişisel bilgiler Sayı %
Cinsiyet
Erkek 133 47,5
Kadın 147 52,5
Toplam 280 100,0
Öğrenim durumu
Okur-yazar 2 0,7
Lise 73 26,1
Üniversite 111 39,6
Yüksek lisans 5 1,8
Doktora 86 30,7
Diğer 3 1,1
Toplam 280 100,0
Meslek
1. grup 87 31,1
2. grup 87 31,1
3. grup 106 37,8
Toplam 280 100,0
Aylık gelir
Aylık gelirim giderimden az 67 23,9
Aylık gelirim ile giderim eşit 96 34,3
Aylık gelirim giderimden fazla 117 41,8
Toplam 280 100,0
Yaş ile fonksiyonel besin bilinirliği arasındaki ilişki önemli bulunmuştur (p<0,05).
Fonksiyonel besin tüketimi ve yaş arasındaki ilişki önemsiz (p>0,05) olup, fonksiyonel besin bilinirliği
ise 31-40 yaş arasındaki katılımcılarda diğerlerine göre daha fazla olduğu belirlenmiştir [Tablo 2].
Aylık gelir ile fonksiyonel besin bilinirliği ve fonksiyonel besin tüketimi arasında önemli
ilişkiler bulunmuştur (p<0,05). Aylık geliri giderinden fazla olan katılımcıların, fonksiyonel besin
kavramını diğer katılımcılara göre daha fazla bildiği ve daha fazla tükettiği belirlenmiştir [Tablo 2].
Öğrenim durumu ile fonksiyonel besin bilinirliği ve fonksiyonel besin tüketimi arasında
ilişkiler önemli bulunmuştur (p<0,05). Doktora mezunu olan katılımcıların fonksiyonel besin
kavramını diğer katılımcılara göre daha fazla bildiği ve daha fazla tükettiği görülmüştür [Tablo 2].
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Erözgür ve Ersoy
64
Tablo 2. Yaş, aylık gelir, öğrenim durumu ile fonksiyonel besin kavramı bilinirliği ve tüketimi
arasındaki ilişki Fonksiyonel besin kavramı
bilinirliği ve tüketimi
Yaş (yıl)
x2 p <30 31-40 41<
n % n % n %
Fonksiyonel besin tanımını duyma
8,117 ,017 Evet 57 47,5 51 68,0 43 51,8
Hayır 63 52,5 24 32,0 40 48,2
Fonksiyonel besinleri tüketme
1,877 ,391 Evet 63 52,5 46 61,3 51 60,0
Hayır 57 47,5 29 38,7 34 40,0
Aylık gelir
x2 p
Aylık
gelirim
giderimden
az
Aylık gelirim ile
giderim eşit
Aylık gelirim
giderimden fazla
n % n % n %
Fonksiyonel besin tanımını duyma
14,307 ,001 Evet 31 46,3 41 43,6 79 67,5
Hayır 36 53,7 53 56,4 38 32,5
Fonksiyonel besinleri tüketme
33,958 ,000 Evet 33 49,3 37 38,5 90 76,9
Hayır 34 50,7 59 61,5 27 23,1
Öğrenim durumu
x2 p
Mezun
Değil Lise
Üniversite Yüksek
lisans
Doktora Diğer
n
% n
% n
% n
% n
% n
%
Fonksiyonel besin tanımını duyma
20,534 ,001 Evet 0 0 28 39,4 57 51,4 4 80,0 61 70,9 1 33,3
Hayır 2 100 43 60,6 54 48,6 1 20 25 29,1 2 66,7
Fonksiyonel besinleri tüketme
32,678 ,000 Evet 0 0 38 52,1 48 43,2 4 80 69 80,2 1 33,3
Hayır 2 100 35 47,9 63 56,8 1 20,0 17 19,8 2 66,7
Hastalık durumu ile fonksiyonel besin bilinirliği arasında önemli (p<0,05), fonksiyonel besin
tüketimi arasındaki ilişki ise önemsiz bulunmuştur (p>0,05). Bilinen bir hastalığı olan katılımcıların
fonksiyonel besin kavramını daha az bildikleri görülmüştür [Tablo 3].
Cinsiyet ile fonksiyonel besin kavramı bilinirliği ve fonksiyonel besin tüketimi arasında önemli
bir ilişki bulunmamıştır (p>0,05). Meslek ile fonksiyonel besin bilinirliği ve fonksiyonel besin tüketimi
arasında önemli ilişkiler bulunmuştur (p<0,05). Buna göre 1. gruptaki mesleklere sahip katılımcıların
(doktor) fonksiyonel besin kavramını diğer katılımcılara göre daha fazla bildiği ve fonksiyonel
besinleri diğer katılımcılara göre daha fazla tükettiği görülmektedir [Tablo 3].
Fonksiyonel besin bilinirliği ile tüketimi arasında önemli bir ilişki olduğu (p<0,05) ve
fonksiyonel besin tanımını daha önce duyanların fonksiyonel besinleri daha fazla tükettiği
belirlenmiştir [Tablo 4].
Katılımcıların en çok bildikleri fonksiyonel besinlerin; düşük enerjili besinler (%74,6), enerji
içecekleri (%73,6), diyet lifi içeriği artırılmış besinler (%72,9), diyabetik besinler (%70,7), glutensiz
besinler (%70) ve prebiyotik/probiyotik içeren besinler (%69,3) olduğu bulunmuştur.
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Erözgür ve Ersoy
65
Tablo 3. Hastalık durumu, cinsiyet ve meslek ile fonksiyonel besin bilinirliği ve tüketimi arasındaki
ilişki Fonksiyonel besin kavramı bilinirliği ve
tüketimi
Bilinen bir hastalığınız var mı?
x2 p Var Yok
n (%) n (%)
Fonksiyonel besin tanımını duyma
5,093 0,024 Evet 15 (%37,5) 135 (%56,7)
Hayır 25 (%62,5) 103 (%43,3)
Fonksiyonel besinleri tüketme
0,020 0,888 Evet 23 (%57,5) 134 (%56,3)
Hayır 17 (%42,5) 104 (%43,7)
Cinsiyet
x2 p Erkek Kadın
n % n %
Fonksiyonel besin tanımını duyma
0,428 0,513 Evet 69 51,9 82 55,8
Hayır 64 48,1 65 44,2
Fonksiyonel besinleri tüketme
0,725 0,401 Evet 72 54,1 87 59,2
Hayır 61 45,9 60 40,8
Meslek
x2 p 1. grup 2. grup 3. grup
n % n % n %
Fonksiyonel besin tanımını duyma
15,268 0,000 Evet 62 71,3 40 46,0 49 46,2
Hayır 25 28,7 47 54,0 57 53,8
Fonksiyonel besinleri tüketme
27,877 0,000 Evet 69 79,3 36 41,4 54 50,9
Hayır 18 20,7 51 58,6 52 49,1
TARTIŞMA
Besinler sadece içerdikleri makro ve mikro besin ögeleri ile değerlendirilmeyip, biyolojik
düzenleyici ve metabolik rolleri üzerinde de durulmaktadır. Sağlıklı diyet programlarıyla birlikte
önlenebilir ve kronik hastalıkların riskini azaltmak için uygun fonksiyonel besinlerin tüketilmesi
sağlık için faydalıdır. Buradan yola çıkarak, fonksiyonel besin kavramı günümüzde daha da önem
kazanmaktadır. Toplumun sağlık liderleri olmaları ve toplumun bilinçlenmesinde birincil basamakta
yer almaları nedeniyle, sağlık çalışanlarının bu konuda yeterli bilgiye sahip olmaları önemlidir.
Tablo 4. Fonksiyonel besin bilinirliği ile tüketimi arasındaki ilişki Fonksiyonel besin kavramı bilinirliği Fonksiyonel besin tanımını duyma
x2 p Evet Hayır
n (%) n (%)
Fonksiyonel besinleri tüketme
40,374 ,000 Evet 112 (%74,2) 47 (%36,4)
Hayır 39 (%25,8) 82 (%63,6)
Sağlık çalışanlarının fonksiyonel besinleri bilme ve fonksiyonel besinleri tüketmeleri ile ilgili
etmenlerin araştırıldığı bu çalışmada; katılımcıların yaşları ile fonksiyonel besinleri bilmeleri
arasındaki ilişki önemli bulunmuştur. Ancak yaş ile bu besinleri tüketme durumları arasındaki ilişki
önemsiz olup, cinsiyetler ile fonksiyonel besinleri bilme ve fonksiyonel besinleri tüketme durumları
arasındaki fark da önemsiz bulunmuştur. Yapılan benzer bir çalışmada, katılımcıların cinsiyet ve yaş
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Erözgür ve Ersoy
66
ile fonksiyonel besin bilgileri ve tüketimleri arasında ilişki bulunmamıştır [7]. Çalışmamızın sonuçları
kıyaslandığında yaş ile fonksiyonel besin bilme arasındaki ilişkinin farklı olduğu ancak fonksiyonel
besin tüketme ile ilgili sonuçlarının benzer olduğu görülmektedir. Malezya'daki tüketiciler üzerinde
yapılan bir çalışmada, yaş ile fonksiyonel besinlerin tüketimi arasında önemli bir ilişki bulunmuştur
[8]. Çalışmamızın sonuçları farklıdır.
Sağlık çalışanlarının aylık geliri ile fonksiyonel besinleri bilmeleri ve tüketme durumları arasında
önemli bir ilişki görülmüştür. Yapılan bir başka çalışmada, bu çalışmaya benzer şekilde aylık geliri
yüksek kişilerin daha fazla fonksiyonel besin tükettikleri bulunmuştur [7]. Çalışmamızın sonuçları
benzerdir.
Çalışmamızda öğrenim durumu ile fonksiyonel besinleri bilme ve fonksiyonel besinleri tüketme
arasındaki ilişki önemli bulunmuştur. Yapılan başka bir çalışmada, “Fonksiyonel besin terimini
duydunuz mu?” sorusuna ilköğretim mezunları arasında hayır diyerek cevap veren kişiler %66,7 iken,
bu yüzdenin öğrenim durumu yükseldikçe azaldığı görülmüştür [9]. Çalışmamızın sonuçları
benzerdir.
Araştırmaya katılan sağlık çalışanlarının, meslekleri ile fonksiyonel besin bilinirliği ve
fonksiyonel besin tüketimleri arasında önemli ilişkiler bulunmuş, doktorların fonksiyonel besin
kavramını diğer katılımcılara göre daha fazla bildiği ve diğer katılımcılara göre daha fazla tükettiği
görülmüştür. Fonksiyonel besin bilinirliği ile tüketimi arasında önemli bir ilişki olduğu ve fonksiyonel
besin tanımını daha önce duyanların fonksiyonel besinleri daha fazla tükettiği belirlenmiştir. Jong ve
arkadaşları, yaşları 40- 49 arasında değişen Hollandalı diyetisyenlerin; fonksiyonel besinlere ait bilgi
düzeylerini, tüketim alışkanlıklarını inceledikleri çalışmada, katılımcıların %43’ünün fonksiyonel
besinler hakkında yeterli bilgiye sahip olduğunu belirlemişlerdir [10]. Pelletier ve arkadaşları, eğitim
programlarının fonksiyonel besin tüketimine etkisini araştırdıkları çalışmalarında, katılımcıların
çoğu eğitim programının fonksiyonel besin tüketimini artırdığını ifade etmiştir [11]. Hırvatistan'da
1035 lise ve üniversite öğrencisinin katıldığı fonksiyonel besinler ile ilgili bilinirliğin ölçüldüğü
araştırmada, katılımcıların sadece %39.4’ünün fonksiyonel besin kavramını bildiği saptanmıştır
[12,13]. Uruguaylı 200 yetişkinin yer aldığı bir çalışmada ise, katılımcıların %12,5’inin fonksiyonel
besin tanımını duyduğu bulunmuştur [14]. Çalışmamızdaki katılımcıların %53,9’u fonksiyonel besin
tanımını duyduğu için sonuçlarımızın farklı olduğu görülmektedir.
Bu çalışma sonucunda fonksiyonel besinleri bilme ile hastalık durumu arasındaki ilişki önemli,
ancak hastalık durumu ve fonksiyonel besinleri tüketme arasındaki fark önemsiz bulunmuştur.
Sağlık çalışanlarının en çok bildiği fonksiyonel besinler; düşük enerjili besinler (%74,6), enerji
içecekleri (%73,6), diyet lifi artırılmış besinler (%72,9), diyabetik besinler (%70,7), glutensiz besinler
(%70.0), prebiyotik ve probiyotik içeren besinler (%69,3) olduğu görülmüştür. Yapılan benzer bir
çalışmada en fazla bilinen fonksiyonel besinlerin; omega-3 ve omega-6’dan zenginleştirilmiş
margarinler (%95.6), posadan zenginleştirilmiş tahıllar (%91.9), kolesterol içermeyen margarin (%88)
olduğu saptanmıştır [15]. Sonuçlar kıyaslandığında her iki çalışmada en yüksek oranda tüketilen
fonksiyonel besinlerin ilk üçüne bakıldığı zaman sadece bir tanesinin ortak olduğu görülmüştür.
Çalışmanın limitasyonları
Evren sayısının küçüklüğü nedeniyle araştırmadan elde edilen sonuçlar topluma
genellenemez. Katılımcıların cevapları tutarlı olmayan anketler çalışmaya dahil edilmemiştir.
SONUÇ
Gaziantep'te özel bir hastanedeki sağlık çalışanlarının fonksiyonel besinlerle ilgili bilgi düzeyi ve
tüketim durumunun saptanmasına yönelik olan bu araştırmada, fonksiyonel besinler konusunda
bilgilerin eksik olduğu görülmüştür. Fonksiyonel besin bilme ve bu besinlerin tüketim düzeyini yaş,
aylık gelir, öğrenim düzeyi, hastalık ve meslek gibi çeşitli faktörlerin etkilediği görülmüştür.
Toplumun bilinçlendirilmesi açısından birinci basamakta yer alan sağlık çalışanlarının sağlığı
ilgilendiren konularda yeterli bilgi ve donanıma sahip olmaları, toplum sağlığının geliştirilmesi
açısından önemlidir. Önlenebilir ve kronik hastalık risklerini azaltmak için, bu konuda sağlık
çalışanları öncelikli olmak üzere toplumun bilgilendirilmesi ve yapılacak eğitim ve araştırmaların
artırılması gerekmektedir.
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Erözgür ve Ersoy
67
Teşekkür: Yok. Çıkar çatışması: Yok. Finans: Yok.
KAYNAKLAR 1. Binns N. Perspectives on ILSI's International Activities on Functional Foods. http://ilsi.org/mexico/wp-
content/uploads/sites/29/2016/09/Perspectives-on-ILSIs-International-Activities-on-Functional-Foods.pdf,
2016, (Erişim Tarihi: 8 Ağustos 2018).
2. Love J, Schafer E, Nelson D. ‘What You Need to Know about… New Food Word-Phytochemicals, Funtional
Foods, and Nutraceuticals’. Iowa: Iowa State University of Science and Tecnology, 2000.
3. Clydesdale F. "Functional Foods: Opportunities & challenges", Food Technology, 2004, 12(58); 35-40.
4. Hasler CM, Brown AC. "Position of the American Dietetic Association: Functional foods", Journal of The
American Dietetic Association, 2009, 4(109); 735-746.
5. Kiriş S, Velioğlu S. "Hiperbesleyici gıdalar", Bilim ve Teknik, 2001, 401; 56-57.
6. Pelletier S, Kundrt S, Hasler CM. “Effects of an educational program on intent to consume functional foods”,
Journal of the American Dietetic Association, 2002, (9)102; 1297-1300.
7. Kandıralı Ş. "Özel Bir Sağlıklı Beslenme ve Diyet Danışmanlığı’na Başvuran Danışanların Fonksiyonel
Besinlere Yönelik Farkındalığı, Bilgi Düzeyleri ve Tüketim Sıklıklarının Araştırılması", Yüksek Lisans Tezi.
Ankara: Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, 2014.
8. Onga FS., Singh T. “Purchase Behaviour of Consumers of Functional Foods in Malaysia: An Analysis of
Selected Demographic Variables, Attitude and Health Status”, Asia Pacific Management Review, 2014, (19)1;
81-98.
9. Cempel E. Özel Bir Hastanede Beslenme ve Diyet Polikliniğine Başvuranların Fonksiyonel Besinlere Yönelik
Bilgi Düzeyleri, Farkındalıkları ve Tüketim Sıklıklarının Saptanması. Yüksek Lisans Tezi. İstanbul Okan
Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü, İstabul, 2018.
10. Jong N, Hoendervangers CT, Bleeker JK et al. “The opinion of Dutch dietitians about functional foods”,
Journal of Human Nutrition and Dietetics, 2004, (1)17; 55-62.
11. Pelletier S, Kundrt S, Hasler CM. “Effects of an educational program on intent to consume functional foods”,
Journal of the American Dietetic Association, 2002, (9)102; 1297-1300.
12. Kapsak WR. “Functional Foods: Consumer attitudes, perceptions, and behaviors in a growing market”,
Journal of the American Dietetic Association, 2011, (111)6; 804-810.
13. Wansink B, Westgren RE, Cheney MM. “Hierarchy of nutritional knowledge that relates to the consumption
of a functional food”, Nutrition, 2005, (21)2; 264-268.
14. Krutulyte R. “Perceived fit of different combinations of carriers and functional ingredients and its effect on
purchase intention” Food Quality and Preference, 2011, (22)1; 11-16.
15. Bholah K., Neerghen-Bhujun V. “An insight of the Mauritian consumers’ awareness, perceptions and
expectations of functional foods”, International Journal of Nutrition Food Sciences, 2013, (2)2; 52-59.
sbf.hku.edu.tr
ZEUGMA
JOURNAL OF
HEALTH RESEARCHES
Zeugma Sağlık Araştırmaları Dergisi. 2020;2(2):68-74
ORIGINAL ARTICLE
Resistin expression in pancreatic cancer Arsenal Sezgin Alikanoğlu1, Şeyda Gündüz2, Dinç Süren1, Umut Rıza Gündüz3, Cem Sezer1, Mustafa
Yıldız4, Mustafa Yıldırım5, Vildan Kaya6
Purpose: The aim of this study is to search the expression of resistin and its relation with other prognostic parameters in pancreatic ductal adenocarcinoma by immunohistochemical method. Methods: A total of 26 patients who had a histopathological diagnosis of pancreatic ductal adenocarcinoma and were followed up in Antalya Education and Research Hospital were enrolled in the study. The immunohistochemically stained sections obtained from biopsy materials of these patients were evaluated and scoring was performed. Results: Resistin was found negative in 20 (76.9%) and positive in 6 (23.1%) of the patients. No significant relationship was found between resistin expression and gender, age, stage and the type of surgery applied. When the factors affecting survival were investigated, there was no significant relationship between gender, performance score, stage, and survival. In addition, no significant relationship was found between resistin expression and survival. Conclusion: Some previous studies established that adipocytokines like resistin, leptin, etc. that are derivated from adipose tissue may play a role in the development, progression and determination of prognosis of the cancer types. In our study, no significant relationship was found between resistin expression and the survival in pancreatic cancer. We suggest that more studies are needed to establish the effects of resistin, especially to reveal its effects on pancreatic cancer. Keywords: Resistin, pancreatic cancer, immunohistochemistry.
Pankreas kanserinde resistin ekspresyonu Amaç: Bu çalışmanın amacı pankreatik duktal adenokarsinomda resistin ekspresyonunu ve diğer prognostik parametrelerle ilişkisini immünohistokimyasal yöntemle araştırmaktır. Yöntem: Çalışmaya, histopatolojik olarak pankreas duktal adenokarsinom tanısı konan ve Antalya Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde takip edilen toplam 26 hasta alındı. Bu hastaların biyopsi materyallerinden elde edilen immünohistokimyasal olarak boyanan bölümler değerlendirildi ve skorlama yapıldı. Bulgular: Resistin hastaların 20'sinde (%76.9) negatif, 6'sında (%23.1) pozitif bulundu. Resistin ekspresyonu ile cinsiyet, yaş, evre ve uygulanan ameliyat tipi arasında anlamlı bir ilişki bulunmadı. Sağkalımı etkileyen faktörler araştırıldığında; cinsiyet, performans skoru, evre ve sağkalım arasında anlamlı bir ilişki gözlenmedi. Ayrıca, resistin ekspresyonu ile sağkalım arasında anlamlı bir ilişki bulunamadı. Sonuç: Daha önceki bazı çalışmalar, yağ dokusundan üretilen resistin, leptin vb. gibi adipositokinlerin, farklı kanser türlerinin gelişiminde, ilerlemesinde ve prognozun belirlenmesinde rol oynayabileceğini göstermiştir. Çalışmamızda pankreas kanserinde resistin ekspresyonu ile sağkalım arasında anlamlı bir ilişki bulunmadı. Resistinin, özellikle pankreas kanserindeki etkilerini ortaya koymaya yönelik daha fazla çalışmaya ihtiyaç duyulduğunu düşünüyoruz. Anahtar Kelimeler: Resistin, pankreas kanseri, immünohistokimya.
Alikanoğlu AS, Gündüz Ş, Süren D, Gündüz UR, Sezer C, Yıldız M, Yıldırım M, Kaya V. Resistin expression in pancreatic cancer. Zeugma Health Res. 2020;2(2):68-74. Pankreas kanserinde resistin ekspresyonu
1: Department of Pathology, Sağlık Bilimleri University, Antalya Education and Research Hospital, Antalya, Turkey. 2: Department of Medical Oncology, Memorial Hospital, Antalya, Turkey. 3: Department of General Surgery, Sağlık Bilimleri University, Antalya Education and Research Hospital, Antalya, Turkey. 4: Department of Medical Oncology, Sağlık Bilimleri University, Antalya Education and Research Hospital, Antalya, Turkey. 5: Department of Medical Oncology, Gaziantep Medical Park Hospital, Gaziantep, Turkey. 6: Medstar Antalya Hospital, Department of Radiation Oncology, Antalya, Turkey. Corresponding author: Vildan Kaya: vildansimsir@yahoo.com ORCID ID: 0000-0001-9035-4977 Received: May 17, 2020. Accepted: July 28, 2020.
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Alikanoğlu ve ark.
69
ancreatic cancer presents a high mortality and morbidity rate. It is the eighth most common
reason of cancer-related deaths in the world [1]. The high rate of mortality of this cancer has
led to search for some other prognostic factors.
Fat tissue functions as an endocrine organ that synthesizes and secretes many factors with
various effects [2]. In recent years, it has been shown that adipocytokines secreted by the fat tissue
such as tumor necrosis factor–alpha (TNF-α), interleukin (IL-6), type 1 plasminogen activator
inhibitor, hepatocyte growth factor, adiponectin, leptin, resistin, visfatin, and apelin play a role in
metabolic syndrome and carcinogenesis [3]. Adipocytokines play an important role in tissue
homeostasis; obesity-related diseases such as non-alcoholic liver disease (NALD) and hepatocellular
carcinoma as its complication [4]. Resistin is known as one of these adipocytokines. It is secreted by
the fat tissue and is associated with obesity, insulin resistance, and inflammation [5]. All three of these
factors are known as risk factors for pancreatic cancer. However, the relation between resistin and
pancreatic cancer is not clearly understood yet.
In this study, the resistin expression was searched in pancreatic ductal cancer by
immunohistochemical method.
METHODS
Patient selection
This study included patients who were histopathologically diagnosed pancreatic ductal
adenocarcinoma (Figure 1) and in follow-up in Antalya Education and Research Hospital between
January 2013 and October 2013. Patients who were staged according to radiological and clinical
findings were restaged according to the 7th edition of the American Joint Committee on Cancer
(AJCC). Finally, a total of 26 patients with appropriate tissue samples were enrolled in the study.
Demographic data such as age, gender, and information about the stage of the disease and the
treatment applied were obtained by searching the patient files.
The study protocol was approved by the Ethics Committee of the Antalya Education and
Research Hospital. Ethics committee number is 2017-027.
Figure 1. Perineural invasion of a pancreatic adenocarcinoma (H&E, X100)
Tissue preparation and immunohistochemical staining
Biopsy materials obtained for histopathological diagnosis were placed in 10% formaldehyde
immediately after the process and fixed for 24 hours. After the fixation, materials were grossly
examined and appropriately sampled. Tissue samples were embedded in paraffin after routine tissue
procedure. Immunohistochemical staining was applied on cross-sections obtained from the tissue
samples with tumor chosen after evaluating the hematoxylin and eosin-stained slides. Cross-sections
of 4-μm thickness prepared for immunohistochemical staining were deparaffinised in an oven at 60°C
for 2 h. Subsequently, they were kept in xylene for 30 min and 100% alcohol for 30 min, and then
washed with water. Slides were kept in a solution buffered with 10% citrate in the microwave at
maximum power (800 watts) for 15 min. Afterward, the power was decreased by half for an additional
P
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Alikanoğlu ve ark.
70
20 min in the microwave. Slides brought out of the microwave were kept at room temperature for 20
min. Endogenous peroxidase activity was removed by being kept in 3% hydrogen peroxide for 10 min.
Slides that were washed with Phosphate buffered saline (PBS), were processed with 3x5 PBS and then
kept in protein blockage for 10 min. After being kept in primary antibody Anti-resistin mouse
monoclonal antibody (Anti-Resistin antibody (ab136877), Abcam, England) for 60 min, they were
washed in PBS for 5 min. Afterward, they were treated with biotinylated secondary antibody
(Novocastra peroxidase kit- Newcastle) for 20 min and washed with PBS for 5 min. They were kept
with peroxidase-conjugated antibody for 20 min. Then they were washed in PBS for 5 min. They were
kept in chromogenic Diaminobenzidine (DAB) for 5 min. Slides were washed under tap water and then
counterstained with hematoxylin. They were dehydrated, dried, and mounted with Entellan.
Evaluation of immunohistochemically stained sections
Resistin expression in the tumor cells was evaluated by 2 pathologists (ASA, DS) who were
unaware of the clinicopathological information of the patients. The cytoplasmic staining was evaluated
and the scoring was performed according to the study of Lee YC et al., in which they searched the
expression of resistin in breast cancer [6]. The scoring system is as follows: Score 0: no stained cell is
observed, score 1: staining is observed in 25% and less of the tumor cells, score 2: staining is observed
in 26-50% of the tumor cells, score 3: staining is observed in 51-75% of the tumor cells, and score 4:
staining is observed in 76% and more of the tumor cells. Score 0 cases were evaluated as negative,
whereas cases with score 1,2,3, and 4 were evaluated as positive.
Statistical analysis
Statistical analyses were carried out by SPSS software for Windows 15.0. Suitability of
variables to normal dispersion was observed by using visual (histograms and probability graphics) and
analytical (Kolmogorov-Smirnov, and Shapiro-Wilk test) methods. In Kolmogorov-Smirnov testing, p
values above 0.05 are considered as normal dispersion. Differences between groups were observed by
using the chi-square and Mann-Whitney U test and by Student’s t-tests in the case of normal age
dispersion. Kaplan-Meier survival analysis was performed for the relation of each
immunohistochemical positive and negative result with survival. Statistical differences were
confirmed by the log-ranking test. P values less than 0.05 were considered to be significant.
RESULTS
The study included 11 (42.3%) female and 15 (57.7%) male patients. The mean age of the
patients was 69.1±8.6 (range:51-89). In means of the stage of the disease, 3 (11.5%) patients were in
stage II, 7 (26.9%) patients were in stage III and 16 (61.5%) patients were in stage IV. Palliative
surgery was applied in 3 and curative surgery in 8 patients whereas surgery was not applied in 15 of
the patients, who were diagnosed by histopathologic evaluation of the biopsy material. According to
the ECOG performance score, the ECOG score was found as 0,1,2, and 3 in 6 (%23.1), 11 (%42.3), 8
(%30.8), and 1 (%3.8) of the patients, respectively.
Resistin was found negative in 20 (76.9%) and positive in 6 (23.1%) of the patients (Figure 2,3
and 4). No significant relation was found between resistin expression and gender, age, stage and the
type of surgery applied (p:0.664, p:0.217, p:0.773, p:0.599). The median follow-up was 5 (range:0.43-
50.5) months. The 12-month and 24-month survival rates of the patients were found as was 23%, and
14%, respectively. Median survival was found as 4.4±2 (%95 Confidence Interval:0.38-8.42). When
factors affecting survival were searched; no significant relation was observed between gender,
performance score, stage and survival (p:0.228, p:0.835, p:0.16). There was no significant relationship
between resistin expression and survival (p:0.685).
DISCUSSION
In our study, resistin expression was found positive in 23.1% of the pancreatic ductal
adenocarcinoma cases, by immunohistochemical method. A significant relation was not found between
resistin expression and other prognostic factors.
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Alikanoğlu ve ark.
71
Figure 2. No staining with resistin in tumour cells (Immunohistochemistry,Resistin Antibody, X400)
Resistin is an adipocytokine derived from the adipose tissue that play role in lipid and glucose
metabolism, energy balance, regulation of body homeostasis, inflammatory processes, and
malignancies [7-9].
Among the studies related with adipocytokines, it is established that they play a role in the
development and progression of cancer and determining the prognosis of the patients [10-12]. It is
shown that an adipocytokine- resistin has a role in some cancer processes [11]. Increased expression
of resistin was associated with tumor invasion, lymph node metastasis, and tumor differentiation in
intestinal type gastric carcinomas [12].
Figure 3. Cytoplasmic staining of resistin in tumour cells (Immunohistochemistry,Resistin Antibody, X400)
It has been shown that resistin plays a role in obesity and gastric cancer development with other
adipocytokines such as TNFα, IL-6, adiponectin, leptin, visfatin that are secreted primarily secreted
from the visceral fat tissue [13].
Yung-Yu Hsieh et al. showed that stromal cell-derived factor-1 (SDF-1) activated by resistin
inhibits Toll-like receptor 4 (TLR4) in a series of gastric cancer cells. They suggested that the
interaction between resistin activated SDF-1 and TLR4, p38 MARK, NF-KB may explain the relation
of resistin with obesity and gastric cancer [14].
It is suggested that resistin can be effective in carcinogenesis is the angiogenic pathways. It is
established that resistin can induce endothelial cell proliferation and migration. Resistin plays a role
in the expression of VEGFR and MMP’s and activates the ERK1/2 and p38 pathways, and as a result
plays an important role in angiogenesis-related vascular diseases [15].
Pang et al. suggested that resistin has a role in the regulation of VEGF and angiogenic processes
in ovarian cancer. In their study, they found that (HO-8910) resistin increased in VEGF protein and
mRNA expression according to concentration, in ovarian epithelial carcinoma cells. When resistin was
added to the cell culture formed by HO-8910 cells, a tube formation was observed and it was removed
by anti-VEGF antibodies [16].
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Alikanoğlu ve ark.
72
Figure 4. Cytoplasmic staining of resistin in tumour cells (Immunohistochemistry,Resistin Antibody, X400)
Diakowska et al. investigated resistin expression in normal and tumoral mucosal samples of
gastroesophageal cancer patients and found that it was higher in tumoral mucosa than normal mucosa
[11]. The highest resistin levels were observed among patients with cachexia and distant metastases;
they suggested that resistin is an adipocytokine that is associated with cancer cachexia and metastatic
processes. Their study was similar to our study stating that they found no relation between
clinicopathological parameters.
Nakajimaan et al. evaluated the serum levels of adiponectin, resistin, visfatin, and leptin in their
study and suggested that resistin and visfatin are appropriate biomarkers for evaluating gastric
cancer [17]. In their study, it was found that resistin and visfatin have a significant correlation with
BMI in the patient or control groups. They established that there was a relation between an increase
in resistin and visfatin levels and stage, in contrast to our study.
In a study of Kumor et al. searching patients with an adenomatous polyp and colorectal cancer,
serum levels of resistin were found higher in patients with colorectal cancer than the control group,
but not significantly different from the patients with adenomatous polyp [18].
In a study evaluating the levels of adiponectin, visfatin and resistin in different groups of patients
with colorectal cancer (CRC), colorectal polyp, inflammatory bowel disease (IBD) and in healthy
control groups by ELISA method, different results were obtained. Resistin level was found highly
elevated in the IBD group compared to the other groups, but no significant difference was found
between CRC and control group [19].
In another study investigating the relationship between the serum levels of resistin and colorectal
cancer, a higher resistin level was found in the group with cancer than the control group and that as
the stage of the tumor increased the resistin level increased gradually. Besides, a significant relation
was found between the levels of resistin and CRP pointing to the association with inflammatory
processes [20]. A meta-analysis study summarising the studies searching the relation between the
obese-related adipokines and colorectal cancer risk suggested that an increase in resistin levels
upregulates the inflammatory cytokines that can increase the resistin levels afterward and increase
the risk of cancer via NF-κB signaling pathway [21].
Serum resistin levels and insulin resistance were measured in patients diagnosed HCV related liver
cirrhosis with hepatocellular carcinoma (HCC) and without HCC compared with healthy controls. It
was found that HCC patients had higher mean values of HOMA-IR and resistin than cirrhotic patients
and the control group. The study suggested that resistin and HOMA-IR can be considered as
independent risk factors in the development of HCC and therfore can be used for early identify the
HCV-related cirrhotic patients who are at increased risk for HCC [22].
Resistin has been established to play a role in the development of other types of cancer such as
breast cancer, prostate cancer, endometrial cancer, and multiple myeloma [23-26]. In a study of Ilhan
et al; while the serum level of resistin showed no significant difference between endometrial cancer
patients and controls, high levels of resistin were found to be associated with lymph node metastasis
in patients with endometrial cancer [27]. In a study searching the resistin expression in breast cancer
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Alikanoğlu ve ark.
73
and adjacent normal breast tissue by immunohistochemical method, a high ressistin expression was
found in association with a more malignant clinicopathological status and poorer survival [6].
Resistin is a cancer target as well. In a study searching the effects of the interaction between tumor
and the tumor microenvironment on cancer progression and tumor-associated modulation, it was
established that the tumor-associated dendritic cells (TADCs), which are the source of resistin,
enhances the transition from epithelial to mesencyhmal in lung cancer and resistin in cell culture
environment increases cell migration and invasion [28]. Neutralization of the environment from
resistin has prevented advanced malignancy. In this study, in addition to the cell culture, an anti
resistin antibody was given to the mice and a decrease in development and metastasis of lung cancer
was observed.
Zyromski et al searched the effect of obesity on pancreatic cancer in their study with mice and
found that larger tumors develop in obese mice and higher rates of metastasis and mortality [29].
They concluded that insulin resistance in obesity affects the tumor microenvironment directly and
causes the development and progression of pancreatic cancer in this way.
In a study of Jiang et al, resistin expression was searched among 45 patients diagnosed with
pancreatic ductal adenocarcinoma by the immunohistochemical method. The relation of resistin
expression with clinicopathological features and prognosis was evaluated [30]. Resistin was found
positive in 22 (48.9%) of the patients. They found a significantly higher rate of resistin expression in
stage III-IV patients than stage I-II patients according to the Japan Pancreas Society Staging. In our
study, we found the resistin positivity rate of 23% in patients; however, we did not find a significant
relation between stage and resistin expression.
Limitations
The most important limitation of our research is that the number of patients is relatively low.
CONCLUSION
The most important limitation of our study is the number of cases. Thus, we were not able to
establish the relation of well-known prognostic factors such as performance score and stage with
survival. Furthermore, all of the biopsy materials that were searched for the resistin expression did
not include radical resection specimens as in the other studies. We searched the resistin expression in
very small biopsies in 15 of the cases, that the evaluation of immunohistochemical staining had to be
performed in a few numbers of cells. This situation may be more significant in more heterogeneous
tumors, such as breast cancer that the expression of the immunohistochemical marker may differ from
area to area in the tumor. Nevertheless, our findings suggest that resistin does not have a prognostic
role in pancreatic cancer. More studies are in need to establish the effects of resistin in cell
proliferation, differentiation, and pancreatic cancer.
Acknowledgment: None. Conflict of interest: None. Funding: None.
REFERENCES 1. Siegel R, Ma J, Zou Z, Jemal A. Cancer statistics, 2014. CA Cancer J Clin. 2014;64:9-29.
2. Wozniak SE, Gee LL, Wachtel MS, et al. Adipose tissue: the new endocrine organ? A review article. Dig Dis
Sci. 2009;54(9):1847-56.
3. Booth A, Magnuson A, Fouts J, et al. Adipose tissue, obesity and adipokines: role in cancer promotion. Horm
Mol Biol Clin Investig. 2015;21(1):57-74.
4. Xing SQ, Zhang CG, Yuan JF, et al. Adiponectin induces apoptosis in hepatocellular carcinoma through
differential modulation of thioredoxin proteins. Biochem Pharmacol. 2015;93(2):221-31.
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Alikanoğlu ve ark.
74
5. Filková M, Haluzík M, Gay S, et al. The role of resistin as a regulator of inflammation: Implications for
various human pathologies. Clin Immunol. 2009;133:157-70.
6. Lee YC, Chen YJ, Wu CC, et al. Resistin expression in breast cancer tissue as a marker of prognosis and
hormone therapy stratification. Gynecol Oncol. 2009;133(2):157-70.
7. Kitayama J, Tabuchi M, Tsurita G, et al. Adiposity and gastrointestinal malignancy, Digestion. 2009;79(1):
26–32
8. Lu K, Song XL, Han SL, et al. Potential study perspectives on mechanisms and correlations between adiposity
and malignancy. Asian Pac J Cancer Prev. 2014;15(2):1057-60.
9. Gulen ST, Karadag F, Karul AB, et al. Adipokines and systemic inflammation in weight-losing lung cancer
patients. Lung. 2012;190(3):327-32.
10. Wolf I, Sadetzki S, Kanety H, et al. Adiponectin, ghrelin, and leptin in cancer cachexia in breast and colon
cancer patients. Cancer. 2006;106(4):966-73.
11. Diakowska D, Markocka-Mączka K, Szelachowski P, et al. Serum levels of resistin, adiponectin, and apelin
in gastroesophageal cancer patients. Dis Markers. 2014;2014:619-49.
12. Kusminski CM, McTernan PG, Kumar S. Role of resistin in obesity, insulin resistance and Type II diabetes.
Clin Sci (Lond). 2005;109(3):243-56.
13. Wolk A, Gridley G, Svensson M, et al. A prospective study of obesity and cancer risk (Sweden). Cancer Causes
Control. 2001;12(1):13-21.
14. Hsieh YY, Shen CH, Huang WS, et al. Resistin-induced stromal cell-derived factor-1 expression through Toll-
like receptor 4 and activation of p38 MAPK/ NFκB signaling pathway in gastric cancer cells. J Biomed Sci.
2014;21(1):59.
15. Mu H, Ohashi R, Yan S, et al. Adipokine resistin promotes in vitro angiogenesis of human endothelial cells.
Cardiovasc Res. 2006;70(1):146-57.
16. Pang L, Zhang Y, Yu Y, et al. Resistin promotes the expression of vascular endothelial growth factor in ovary
carcinoma cells. Int J Mol Sci. 2013;14(5):9751-66.
17. Nakajima TE, Yamada Y, Hamano T, et al. Adipocytokine levels in gastric cancer patients: resistin and
visfatin as biomarkers of gastric cancer. J Gastroenterol. 2009;44(7):685-90.
18. Kumor A, Daniel P, Pietruczuk M, et al. Serum leptin, adiponectin, and resistin concentration in colorectal
adenoma and carcinoma (CC) patients. Int J Colorectal Dis. 2009;24(3):275-81.
19. Zekri AR, Bakr YM, Ezzat MM, et al. Circulating levels of adipocytokines as potential biomarkers for early
detection of colorectal carcinoma in Egyptian patients. Asian Pac J Cancer Prev. 2015;16(16):6923-8.
20. Danese E, Montagnana M, Minicozzi AM, et al. The role of resistin in colorectal cancer. Clin Chim Acta.
2012;413(7-8):760-4.
21. Joshi RK, Lee SA. Obesity related adipokines and colorectal cancer: a review and meta-analysis. Asian Pac J
Cancer Prev. 2014;15(1):397-405.
22. Elsayed EY, Mosalam NA, Mohamed NR. Resistin and insulin resistance: A link between inflammation and
hepatocarcinogenesis. Asian Pac J Cancer Prev. 2015;16(16):7139-42.
23. Kang JH, Yu BY, Youn DS. Relationship of serum adiponectin and resistin levels with breast cancer risk. J
Korean Med Sci. 2007;22(1):117-21
24. Dalamaga M, Karmaniolas K, Panagiotou A, et al. Low circulating adiponectin and resistin, but not leptin,
levels are associated with multiple myeloma risk: a case-control study. Cancer Causes Control.
2009;20(2):193-9.
25. Kim HJ, Lee YS, Won EH, et al. Expression of resistin in the prostate and its stimulatory effect on prostate
cancer cell proliferation. BJU Int 2011;108(2):E77-83.
26. Lee JO, Kim N, Lee HJ, et al. Resistin, a fat-derived secretory factor, promotes metastasis of MDA-MB-231
human breast cancer cells through ERM activation. Sci Rep. 2016;6:18923.
27. Ilhan TT, Kebapcilar A, Yilmaz SA, et al. Relations of serum visfatin and resistin levels with endometrial
cancer and factors associated with its prognosis. Asian Pac J Cancer Prev. 2015;16(11):4503-8.
28. Kuo CH, Chen KF, Chou SH, et al. Lung tumor-associated dendritic cell-derived resistin promoted cancer
progression by increasing Wolf-Hirschhorn syndrome candidate 1/Twist pathway. Carcinogenesis.
2013;34(11):2600-9.
29. Zyromski NJ, Mathur A, Pitt HA, et al. Obesity potentiates the growth and dissemination of pancreatic
cancer. Surgery. 2009;146(2):258-63.
30. Jiang CY, Wang W, Yin YL, et al. Expression of the adipocytokine resistin and its association with the
clinicopathological features and prognosis of pancreatic ductal adenocarcinoma. Oncol Lett. 2012;4(5):960-
964.
sbf.hku.edu.tr
ZEUGMA
JOURNAL OF
HEALTH RESEARCHES
Zeugma Sağlık Araştırmaları Dergisi. 2020;2(2):75-81
ORIGINAL ARTICLE
Oral antidiyabetik ilaç kullanan tip 2 diyabet hastalarında tıbbi beslenme tedavisinin
hemoglobin A1c düzeylerine etkisi Erkan Deniz Dinçer1, Gülgün Ersoy2, Muazzez Garipağaoğlu3
Amaç: Bu çalışma; Oral Antidiyabetik (OAD) ilaç kullanan Tip 2 diyabetli bireylerde Tıbbi Beslenme Tedavisi (TBT)’nin HbA1c (Glikozillenmiş Hemoglobin A1c) düzeylerine etkisini incelemek amacıyla yapılmıştır. Yöntem: Çalışma, 18-65 yaş arası daha önce diyetisyen tarafından beslenme eğitimi almamış 52 erkek, 98 kadın olmak üzere toplam 150 birey ile gerçekleştirilmiştir. Bireylerin çalışma öncesi ve sonrası vücut ağırlıkları, boy uzunlukları, bel çevresi ölçümleri ve HbA1c değerleri veri kayıt formuna kaydedilmiştir. Bireylere çalışmanın başında TBT düzenlenmiştir. Bireyler 3 ay boyunca, ayda 1 kez kontrole çağrılmıştır. Bulgular: Erkeklerin ve kadınların yaş ortalamaları (±S) sırasıyla 53.8±8.4, 51.2±10.8 yıldır. Erkeklerin vücut ağırlığı ortalaması çalışma öncesi ve sonrası sırasıyla, 99.1±19.3, 94.3±19.1 kg, kadınların ise 93.1±19.9, 88.5±19.6 kg olarak belirlenmiştir. Erkeklerin bel çevresi ortalaması çalışma öncesi ve sonrası sırasıyla, 103.1±14.5, 99.2±14.2 cm, kadınların ise 103.9±16.6, 97.8±17.7 cm’dir. Erkeklerin vücut kütle indeksi (VKİ) ortalaması çalışma öncesi ve sonrası sırasıyla, 33.2±7.2, 31.3±5.7, kadınların ise 35.7±7.3, 33.8±6.8 kg/m2 bulunmuştur. Erkeklerin ve kadınların vücut ağırlığı, bel çevresi ve VKİ ortalamalarındaki düşüş anlamlıdır. Erkeklerin günlük enerji alımındaki azalma anlamlı (p<0.05), kadınların ise anlamlı değildir (p>0.05). Çalışma öncesi HbA1c düzeyi ortalaması erkeklerde %7.95±1.64, kadınlarda %7.63±1.42, çalışma sonrası erkeklerde %7.08±1.45, kadınlarda %6.85±1 olarak saptanmıştır. HbA1c düzeyi ortalamalarındaki düşüş anlamlıdır (p<0.05). Sonuç: Çalışma sonunda, OAD ilaç kullanan Tip 2 diyabetli bireylerde TBT eğitiminin HbA1c düzeyleri ortalamalarını anlamlı şekilde düşürdüğü görülmüştür (p<0.05). Anahtar Kelimeler: Tip 2 diyabet, tıbbi beslenme tedavisi, HbA1c, oral antidiyabetik.
The effect of nutrition therapy on hemoglobin A1c levels in type 2 diabetics
using oral antidiabetic drugs Purpose: This study was conducted to investigate the effect of Medical Nutrition Therapy (MNT) and on HbA1c (Glycosylated Hemoglobin A1c) in Type 2 diabetics using oral antidiabetic (OAD) medication. Methods: This study was conducted with a total of 150 individuals, including 52 males and 98 females, between the ages of 18-65 years who have not taken any diet programs from a dietitian. Information about individuals was obtained with pre-prepared questionnaire. Body weights, height, waist circumference measurements and HbA1c values of individuals were recorded before and after the study using a pre-prepared questionnaire. MNT was organized to individuals at the beginning of the study. Individuals were called once a month for 3 months. Results: The mean age of men and women are 53.8±8.4 and 51.2±10.8 years, respectively. The average body weight of men was determined as 99.1±19.3 and 94.3±19.1 kg, before and after the study, respectively. The average body weight of women was determined as 93.1±19.9, 88.5±19.6 kg, before and after the study, respectively. The average waist circumference of men before and after the study were 103.1±14.5 and 99.2±14.2 cm, while women were 103.9±16.6 and 97.8±17.1 cm, respectively. The mean body mass index (BMI) of men were 33.2±7.2 and 31.3±5.7, and women were 35.7±7.3 and 33.8±6.8 kg/m2 before and after the study, respectively. The decrease in body weight, waist circumference and BMI averages of men and women were found to be significant. The decrease in daily energy intake of men was significant (p<0.05), while women were not significant (p>0.05). The mean HbA1c level in men and women before the study was 7.95±1.64% and 7.63±1.42%, and after the study was 7.08±1.45% and 6.85±1%, respectively. The decrease in mean HbA1c levels was significant (p<0.05). Conclusion: It was found that MNT training significantly reduced mean HbA1c levels in patients with Type 2 diabetes who use oral antidiabetic (OAD) medication (p <0.05). Keywords: Type 2 diabetes, medical nutrition therapy, HbA1c, oral antidiabetic.
Dinçer ED, Ersoy G, Garipağaoğlu M. Oral antidiyabetik ilaç kullanan tip 2 diyabet hastalarında tıbbi beslenme tedavisinin hemoglobin A1c düzeylerine etkisi. Zeugma Health Res. 2020;2(2):75-81. The effect of nutrition therapy on hemoglobin A1c levels in type 2 diabetics using oral antidiabetic drugs
1: Sağlık Bilimleri Üniversitesi Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve Araştırma Hastanesi, İstanbul/Türkiye. 2: İstanbul Medipol Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Beslenme ve Diyetetik Bölümü, İstanbul/Türkiye. 3: Fenerbahçe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü, İstanbul/Türkiye. Corresponding author: Erkan Deniz Dinçer: dincererkandeniz@hotmail.com ORCID ID: 0000-0003-3648-1195 Received: May 26, 2020. Accepted: July 27, 2020.
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Dinçer ve ark.
76
ip 2 diyabet, yetersiz insülin salgılanması ya da salgılanan insülinin etkinliğindeki yetersizlik
sonucu gelişen hiperglisemi ile karakterize bir hastalıktır [1]. Dünya’da diyabet prevalansı 2015
yılında %8.8 olarak belirlenirken, 2040 yılında %10.4’e yükselmesi beklenmektedir [2].
Türkiye’de 2017 yılında, diyabet prevalansının %9.1 (erkeklerde %7,6, kadınlarda %10.6) olduğu
belirtilmiştir. Diyabet tanısı alanların %23,7’si sadece oral antidiyabetik ilaç tedavisi almaktadır [3].
Diyabetin tanısında, HbA1c ( Glikozillenmiş Hemoglobin A1c) en önemli kriterlerden biridir.
Diyabetli bireyin son 3 aylık dönemdeki ortalama glikoz değerini yansıtır ve komplikasyon gelişme
riskini gösterir. Diyabet; hipoglisemi, ketoasidoz gibi akut, nöropati, nefropati, retinopati, gibi kronik
komplikasyonlara yol açmaktadır. Diyabetik bireylerin HbA1c değerlerindeki %1’lik düşüşün,
diyabete bağlı komplikasyon oluşumunda %37 azalma sağladığı rapor edilmiştir [4].
Diyabetin tedavisinin temel bileşenleri; hasta eğitimi, Tıbbi Beslenme Tedavisi (TBT) ve
düzenli egzersizdir. Diyabet hastaları tanı konduktan sonra, TBT düzenlenmesi için mutlaka ilgili
doktor tarafından diyetisyene yönlendirilmelidir [5, 6].
TBT’ye uyumlu Tip 2 diyabet hastalarının HbA1c düzeyleri, 3 ayda %1-2 civarında
azalmaktadır. Literatür taramasında, TBT’nin HbA1c üzerine etkisini inceleyen izlem çalışmaları çok
azdır ve rastlanan çalışmalar genellikle retrospektiftir [6, 7]. Bu çalışmanın amacı; daha önce
diyetisyen tarafından TBT düzenlenmemiş, sadece oral antidiyabetik ilaç (OAD) kullanan Tip2
diyabet hastalarında TBT’nin, 3. ay sonunda hastaların HbA1c düzeyleri üzerine etkisini inceleyerek,
diyabet hastalığındaki yerini daha iyi kavramaktır.
YÖNTEM
Bu çalışma; 1 Mart - 1 Temmuz 2017 tarihleri arasında, Fatih Sultan Mehmet Eğitim ve
Araştırma Hastanesi Diyet Polikliniği’ne yönlendirilen Tip 2 diyabet tanısı almış, OAD ilaç kullanan,
ilk geliş HbA1c değeri %6.5 ve üzeri olan, 18-65 yaşları arasında 52 (%34.7) erkek ve 98 (%65.3) kadın
olmak üzere toplam 150 diyabetli birey ile yapılmıştır.
Bu çalışma için İstanbul Medipol Üniversitesi Girişimsel Olmayan Klinik Araştırmalar Etik
Kurulu’ndan 10840098-604.01.01-E.3057 sayılı 06/02/2017 tarihli Etik Kurul Onayı alınmıştır.
Bireylerden çalışmaya gönüllü olarak katıldıklarına dair ‘’Bilgilendirilmiş Gönüllü Onam Formu’’
imzalatılmıştır.
Çalışmanın başında, diyabetli bireylerin demografik özellikleri ile ilgili soruları içeren ‘’Anket
Formu’’ uygulanmıştır. Bireylerin çalışma öncesi; vücut ağırlıkları (kg), boy uzunlukları (cm), bel
çevresi ölçümleri (cm), vücut kütle indeksi (VKİ) (kg/m2) ve HbA1c değerleri (%) araştırmacı
tarafından ‘’Veri Kayıt Formu’’na kaydedilmiştir. Bireylerin bir gün öncesine ait 24 saatlik besin
tüketim kaydı alınmış ve sosyo-ekonomik durumları, yaşam koşulları da dikkate alınarak sağlık
otoritelerinin önerdiği şekilde, günlük enerji harcamasının 500 kkal altında, Tip 2 diyabette
uygulanan TBT uygulanmıştır. Günlük enerji ihtiyacını hesaplamada gerekli olan bazal metabolizma
hızını belirlemek için Harris – Benedict formulü kullanılmıştır. Çalışma sonunda (3. ay sonu)
antropometrik ölçümler ve besin tüketim kaydı tekrarlanmıştır [1, 6, 7].
İstatistiksel Analiz
Çalışma verileri değerlendirilirken, niceliksel verilerin karşılaştırılmasında normal dağılım
göstermeyen parametrelerin gruplar arası karşılaştırmalarında Kruskal Wallis testi, farklılığa neden
olan grubun belirlenmesinde Mann Whitney U testi ve Wilcoxon Sign testi kullanılmıştır. Anlamlılık
p<0.05 düzeyinde değerlendirilmiştir. Besin tüketim formundan elden edilen verilerin analizi için
BEBİS kullanılmıştır.
BULGULAR
Bireylerin demografik özellikleri Tablo 1’de gösterildi. Çalışmaya katılan erkeklerin ve
kadınların yaş ortalamaları sırasıyla 53,8±8,4, 51,2±10,8 yıldı ve %78,7’si evliydi. Erkeklerin %34,6’sı
ilkokul, %28,8’i lise, kadınların ise %57,1’i ilkokul mezunuydu. Erkeklerin %51,9’unun serbest meslek
T
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Dinçer ve ark.
77
çalışanı, kadınların %65,3’ünün ev kadını olduğu saptandı. Bireylerin %52’sinin aylık geliri 2000
TL’den azdı.
Tablo 1. Bireylere ait demografik özellikler
Demografik Özellikler
Erkek (n:52) Kadın (n:98) Toplam (n:150) p
n % n % n %
Yaş (yıl)
18-39 3 5.8 14 14.3 17 11.3
40-49 12 23.1 21 21.4 33 22 0.144
50-59 23 44.2 37 37.8 60 40
60-65 14 26.9 26 26.5 40 26.7
Yaş ortalamaları (Ort. ± SS) 53.8 ± 8.4 51.2 ± 10.8 52.1 ± 10.1
Medeni Durum
Evli 49 94.2 69 70.4 118 78.7
Bekar 3 5.8 11 11.2 14 9.3 0.104
Dul 0 0 18 18.4 18 12
Eğitim Düzeyi
İlkokul 18 34.6 56 57.1 74 49.3
Ortaokul 7 13.5 14 14.3 21 14 0.001*
Lise 15 28.8 19 19.4 34 22.7
Üniversite ve üzeri 12 23.1 9 9.2 21 14
Meslek
Serbest meslek 27 51.9 12 12.2 39 26
Çalışan 8 15.4 5 5.1 13 8.6 0.001*
Emekli 16 30.8 15 15.3 31 20.7
Ev hanımı 0 0 64 65.3 64 42.7
Öğrenci 1 1.9 2 2 3 2
Aylık Gelir Düzeyi
2000 TL'den az 14 26.9 64 65.3 78 52
2000-4000 TL 26 50 28 28.6 54 36 0.001*
4000 TL ve üzeri 12 23.1 6 6.1 18 12
*Paired Sample T-test
*p<0.05
Tablo 2’de gösterildiği gibi erkeklerin vücut ağırlık ortalaması çalışma öncesi ve sonrası
sırasıyla, 99,1±19,3, 94,3±19,1 kg, kadınların 93,1±19,9, 88,5±19,6 kg olarak bulundu. Erkeklerin bel
çevresi ortalaması çalışma öncesi ve sonrası sırasıyla, 103,1±14,5, 99,2±14,2 cm, kadınların ise
103,9±16,6, 97,8±17,7 cm olarak saptandı. Erkeklerin VKİ ortalaması çalışma öncesi ve sonrası
sırasıyla, 33,2±7,2, 31,3±5,7 kg/m2, kadınların ise 35,7±7,3, 33,8±6,8 kg/m2 bulundu. Erkeklerin ve
kadınların çalışma sonrasındaki vücut ağırlıkları, bel çevresi ölçümleri ve VKİ ortalamaları çalışma
öncesine göre anlamlı derecede azaldı (p<0.05).
Bireylerin çalışma öncesi ve sonrasındaki HbA1c düzeyleri ortalamalarının farklı
parametrelere göre değerlendirilmesi Tablo 3’te gösterildi. Çalışma öncesi HbA1c düzeyi ortalaması
erkeklerde %7,95±1,64, kadınlarda %7,63±1,42, çalışma sonrası erkeklerde %7,08±1,45, kadınlarda
%6,85±1 olarak saptandı. HbA1c düzeyi ortalamalarındaki düşüş anlamlı bulundu (p<0.05). Çalışma
sonrasında HbA1c düzeyi ortalamalarının her iki cinsiyette, tüm yaşlarda, medeni durum ve gelir
düzeyinde anlamlı olarak azaldığı bulundu (p<0.05). Her iki cinsiyette de tüm yaşlarda, medeni durum
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Dinçer ve ark.
78
ve gelir düzeyi gruplarında da gruplar arasındaki HbA1c düzeyi ortalamaları karşılaştırıldığında,
anlamlı bir farklılık bulunmadı (p>0.05).
Tablo 2. Bireylerin cinsiyete göre çalışma öncesi ve sonrası antropometrik ölçümlerinin
karşılaştırılması
Erkek (n:52) Kadın (n:98)
Çalışma Öncesi Çalışma Sonrası Çalışma Öncesi Çalışma Sonrası
Ort. ± SS Ort. ± SS p Ort. ± SS Ort. ± SS p
Vücut Ağrılığı (kg) 99.1±19.3 94.3±19.1 0.000* 95.2±19.9 88.5±19.6 0.000*
Bel Çevresi (cm) 103.1±14.5 99.2±14.2 0.002* 103.9±16.6 97.8±17.1 0.001*
BKİ ( kg/m2) 33.2±7.2 31.3±5.7 0.000* 35.7±7.3 33.8±6.8 0.000*
% % % %
18.5-24.99 1.9 3.8 3.1 8.1
25.0-29.99 26.9 28.8 11.2 17.3
30.0-34.99 42.4 44.3 30.6 25.6
35.0-39.99 17.3 15.4 22.4 24.5
40 ve üzeri 11.5 7.7 32.7 24.5
*Paired Sample T-test
*p<0.05
Tablo 3. Bireylerin çalışma öncesi ve sonrasındaki HbA1c düzeyleri ortalamalarının farklı
parametrelere göre değerlendirilmesi
HbA1c (%)
Çalışma öncesi Çalışma sonrası Çalışma öncesi-
sonrası pb Ort±SS (medyan) Ort±SS (medyan)
Cinsiyet
Erkek 7.95±1.64 (7.4) 7.08±1.45 (6.7) 0.000*
Kadın 7.63±1.42 (7) 6.85±1 (6.5) 0.000*
pa1
Yaş
18-39 7.59±1.76 (7) 6.95±2.21 (6.3) 0.011*
40-49 7.94±1.64 (7.1) 6.85±1.16 (6.2) 0.000*
50-59 7.77±1.48 (7.2) 6.90±0.97 (6.7) 0.000*
60-65 7.61±1.34 (7.25) 7.03±0.86 (6.8) 0.000*
p a2
Medeni Durum
Evli 7.33±1.32 (7) 6.60±0.94 (6.3) 0.011*
Bekar 7.82±1.56 (7.2) 6.99±1.24 (6.7) 0.000*
Dul 7.59±1.27 (7.2) 6.79±0.91 (6.5) 0.002*
p a2 0.604 0.340
Gelir Düzeyi
2000 TL'den az 7.54±1.36 (7.1) 6.81±0.98 (6.6) 0.000*
2000 -4000 TL 7.91±1.67 (7.1) 7.17±1.47 (6.7) 0.000*
4000 TL'den fazla 8.16±1.52 (7.9) 6.71±0.89 (6.3) 0.000*
p a2 0.509 0.254
*a1Mann Whitney U Test
*a2Kruskal Wallis Test
*bWilcoxon Sign Test
Bireylerin, çalışma öncesi ve sonrası vücut ağırlığı değişimlerine göre HbA1c değerleri
ortalamalarının karşılaştırılması Tablo 4’te gösterildi. Çalışma sonunda vücut ağırlığı artan grubun
HbA1c düzeyleri, diğer tüm gruplardan anlamlı şekilde yüksekti (p<0.05).
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Dinçer ve ark.
79
Tablo 4. Bireylerin vücut ağırlığı değişimine göre HbA1c düzeyleri ortalamalarının karşılaştırılması HbA1c (%)
Vücut ağırlığı değişimi Çalışma öncesi Çalışma sonrası pb
Ort±SS Ort±SS
Vücut ağırlığı artanlar 8.03±1.92 (8) 8.58±2.24 (8.3) 0.002*
Vücut ağırlığı değişmeyenler 6.9±0.58 (6.6) 6.79±0.69 (6.5) 0.039*
<5 kg zayıflayanlar 7.51±1.31 (7.1) 6.87±0.8 (6.6) 0.000*
≤5 kg - >10 kg zayıflayanlar 8.34±1.67 (7.8) 7.03±1.08 (6.9) 0.000*
≤10 kg - >15 kg zayıflayanlar 7.83±1.85 (6.8) 6.13±0.66 (6.2) 0.002*
≥15 kg zayıflayanlar 7.30±0.70 (7.3) 5.84±0.40 (5.8) 0.011*
p a 0.014* 0.000*
*aKruskal Wallis Test
*bWilcoxon Sign Test
Çalışmaya katılan bireylerin, cinsiyetlerine göre çalışma öncesi ve sonrasında günlük diyetle
enerji miktarı ve makro besin ögelerinden sağlanan enerji yüzdeleri Tablo 5’te gösterildi. Erkeklerin
günlük enerji alımındaki azalma istatistiksel olarak anlamlı bulundu (p<0.05), kadınlardaki azalma
ise istatistiksel olarak anlamlı bulunmadı (p>0.05).
Tablo 5. Bireylerin cinsiyetlerine göre çalışma öncesi ve sonrası günlük enerji ve besin öğeleri alım
yüzdeleri
Erkek (n:52) Kadın (n:98)
Çalışma
öncesi
Çalışma
sonrası p
Çalışma
öncesi
Çalışma
sonrası p
Enerji (kkal) 2687± 840 2157± 439 0.009* 2072± 349 1865± 374 0.328
Karbonhidrat (%) 56± 6 51± 5 0.127 55± 5 52± 5 0.157
Protein (%) 13± 2 16± 2 0.006* 14±2 16± 2 0.052
Yağ (%) 31± 2 33±2 0.007* 31±2 32±2 0.385
*Paired Sample T-test
*p<0.05
TARTIŞMA
Bu çalışmada, Tip 2 diyabetli bireylere uygulanan TBT’nin HbA1c düzeylerine etkisi incelenmiş,
bireylerin demografik özellikleri ve antropometrik ölçümleri ile ilişkilendirilmiştir.
Elazığ ilinde yapılan bir çalışmada, hastaneye başvuran Tip 2 diyabetli bireylerin %42’sinin erkek,
%58’inin kadın olduğu bulunmuştur. Ev kadınları toplam popülasyonun %52,2’sini oluşturmuştur [8].
Bu çalışmada da benzer şekilde Tip 2 diyabetli bireylerin %65.3’ü kadındır ve ev kadınları toplam
popülasyonun %42,7’sini oluşturmuştur. Diyabetin önlenmesi ve tedavisinde, ev kadınlarının en
önemli hedef kitle olduğu görülmüştür.
Kayseri ilinde yapılan bir çalışmada da polikliniğe başvuran Tip 2 diyabetli bireylerin yaş
ortalaması 57,6±9,7 yıl olarak bulunmuştur [9]. Bu çalışmaya katılan bireylerin yaş ortalaması da
benzer şekilde 52,1±10,1 yıldır.
Ülkemizde yapılan bir çalışmada, Tip 2 diyabetli hastaların eğitim düzeyleri ile HbA1c
ortalamaları arasındaki ilişki incelenmiş, eğitim düzeyi yüksek grubun HbA1c ortalamalarının diğer
gruplara göre daha düşük olduğu bildirilmiştir [10]. Bu çalışmada ise bireylerin HbA1c değerleri
ortalaması ile eğitim düzeyi arasında anlamlı bir farklılık saptanmamıştır.
Tip 2 diyabet oluşumu, önlenmesi ve tedavisinde VKİ oldukça önemli bir parametredir [6].
Amerika’da yapılan bir çalışmada, Tip 2 diyabetli bireylerin %85’inin VKİ’sinin 30 kg/m2 ve üzerinde
olduğu bildirilmiştir [11]. Bu çalışmada da benzer olarak bireylerin %80,6’sının VKİ’si 30 kg/m2 ve
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Dinçer ve ark.
80
üzerindedir. Dünyada, diyabet ve obezitenin paralel olarak arttığı, obezitenin diyabet oluşumunda
temel risk etmenlerden biri olduğu görülmektedir.
Tip 2 diyabet riskini tanımlamada bel çevresi ölçümü de önemli bir kriterdir. Bel çevresi visseral
yağlanmanın göstergesidir ve kronik hastalıklar için risk değerlendirilmesinde kullanılmaktadır.
Erkek ve kadınlarda sırasıyla <94 ve <80 cm olması önerilmektedir. Erkeklerde ≥102 cm ve kadınlarda
≥88 cm olması metabolik riski tanımlamaktadır [12]. Yapılan bir çalışmada, Tip 2 diyabetli erkeklerin
bel çevresinin 91,1±10,5, kadınların 88,2±9,7 cm olduğu belirlenmiştir [13]. Bu çalışmada, erkeklerin
bel çevreleri ortalamaları 103,1±14,5, kadınların ise 104,4±17,2 cm bulunmuştur. Erkeklerin (%53.8)
ve kadınların (%53,1) yarısından çoğunun bel çevresi ölçümlerinin, kronik hastalıklar ile ilişkili
yüksek risk sınıfında olduğu görülmüştür.
Yaşam tarzı değişikliğine bağlı vücut ağırlık kontrolü müdahalelerinin, Tip 2 diyabet hastalarının
HbA1c düzeylerinde ayda %0,29-%0,61 düşüş sağladığı belirtilmiştir [14]. Tayvan’da yapılan bir
çalışmada, TBT düzenlenen Tip 2 diyabetli bireylerin HbA1c değerlerinin 14 haftada ortalama
%8,1’den %6,9’a düştüğü saptanmıştır [15]. Bu çalışmada da benzer şekilde hastaların HbA1c
değerlerinde 3 aylık izlem sonunda erkek ve kadınlarda ortalama %0,8 düzeyinde düşüş saptanmıştır.
TBT’nin sonuçları incelendiğinde; erkeklerin diyetleri ile günlük enerji alımındaki azalma
istatistiksel olarak anlamlı, kadınların ise anlamlı bulunmamıştır. Erkeklerin diyetle günlük protein
ve yağdan sağlanan enerji yüzdesi ortalamaları anlamlı derecede artmış, kadınların
ortalamalarındaki artış ise istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır. Her iki cinsiyette de diyetle
günlük karbonhidrattan sağlanan enerji yüzdesi ortalamalarındaki düşüş, istatistiksel olarak anlamlı
değildir. Erkeklerin çalışma öncesi diyetle günlük enerjiden sağlanan karbonhidrat, protein ve yağ
yüzdeleri sırasıyla, %56, %13, %31, çalışma sonrası ise %51, %16, %33 olarak bulunmuştur.
Kadınların çalışma öncesi diyetle günlük enerjiden sağlanan karbonhidrat, protein ve yağ yüzdeleri
sırasıyla, %55, %14, %31, çalışma sonrası ise %52, %16, %32 olarak bulunmuştur. Diyetle günlük
enerji ve karbonhidrat alımındaki kontrollü azalma ile HbA1c düzeyleri ortalamalarındaki düşüş
arasında paralellik olduğu gözlemlenmiştir.
Çalışmanın Limitasyonları
Çalışmanın sınırlılığı; bireylerin anket ve besin tüketim kaydında yer alan öznel sorulara
verdikleri cevapların yanıltıcı olabileceği durumudur. Ayrıca, çalışma esnasında bireylerin egzersiz
durumları hastane işleyişinde oluşabilecek aksaklıklar ve zaman kısıtlılığı sebebiyle araştırmacı
tarafından değerlendirilememiştir.
SONUÇ
Tip 2 diyabette bir tanı kriteri olan HbA1c değeri, TBT ile istatistiksel olarak anlamlı derecede
düşmüştür. Çalışmanın örneklem sayısı ve süresi sınırlı olsa da elde edilen sonuçlar, OAD kullanan
Tip 2 diyabet hastalarında TBT’nin önemini ortaya koymakta ve diyetisyenlere çok önemli görevler
düştüğünü göstermektedir. TBT’nin, kılavuz önerileri doğrultusunda bireye özgü olarak
hazırlanmasının gerekliliği de unutulmamalıdır.
Teşekkür: Yok. Çıkar çatışması: Yok. Finans: Yok.
KAYNAKLAR 1. Türkiye Diyabet Vakfı. TÜRKDİAB Diyabet Tanı ve Tedavi Rehberi, 2017, p. 14-168.
2. International Diabetes Federation. Diabetes Atlas 7th edition, 2015, s. 13-138.
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Dinçer ve ark.
81
3. T.C. Sağlık Bakanlığı. Türkiye Hanehalkı Sağlık Araştırması: Bulaşıcı Olmayan Hastalıkların Risk
Faktörleri Prevalansı, 2017, s. 61.
4. King P, Peacock I, Donnelly R. The UK Prospective Diabetes Study (UKPDS): Clinical and therapeutic
implications for Type 2 diabetes, British Journal of Clinical Pharmacology, 1999;48(5):643-648.
5. American Diabetes Association. Nutrition therapy recommendations for the management of adults with
diabetes, Diabetes Care, 2014;37(1):120-143.
6. Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği. Diabetes Mellitus ve Komplikasyonlarının Tanı, Tedavi ve
İzlem Kılavuzu, 9.Baskı, Ankara, 2017, s. 20-95.
7. Sönmez B, Aksoy H, Öztürk Ö, Öztürk Z, ve ark. Oral antidiyabetik kullanan Tip 2 diabetes mellitus
hastalarında diyet ve egzersizin hemoglobin A1c düzeylerine etkisi, Konuralp Tıp Dergisi, 2015;7(2):93-98.
8. Pehlivan E, Günaydın Y. Elazığ Eğitim ve Araştırma Hastanesi Endokrin Polikliniğine başvuran Tip II
diyabetli hastaların HbA1c düzeyleri ve ilişkili faktörler, İnönü Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi,
2014;3(1):6-11.
9. Çıtıl R, Öztürk Y, Günay O. Kayseri il merkezinde bir sağlık ocağına başvuran diyabetik hastalarda
metabolik kontrol durumu ve eşlik eden faktörler, Erciyes Tıp Dergisi, 2010;32(2):111-122.
10. Doğan D. Tip 2 Diyabetli Hastalarda Eğitim Düzeyi ile Diyabet Başlangıç Yaşı, Vücut Kitle İndeksi, HbA1c
Düzeyi ve Mikroanjiopatik Komplikasyonların Karşılaştırılması, İstanbul Haseki Eğitim ve Araştırma
Hastanesi Aile Hekimliği, Uzmanlık Tezi, İstanbul, 2008.
11. Yeboah P, Hsu F, Bertoni A, et al. Body mass index, change in weight, body weight variability and outcomesin
Type 2 diabetes mellitus, American Journal of Cardiology, 2019;123(4):576-581.
12. Pekcan G. Beslenme Durumunun Saptanması, T.C. Sağlık Bakanlığı. Yayın No: 726, 2008, s. 19.
13. Ye M, Robson PJ, Eurich DT, et al. Changes in body mass index and incidence of diabetes, Journal of
Preventive Medicine, 2018;106:157–162.
14. Terranova CO, Brakenridge CL, Lawler SP, et al. Effectiveness of lifestyle-based weight loss interventions
for adults with Type 2 diabetes, Diabetes, Obesity and Metabolism, 2015;17(4):371-378.
15. Wu TS, Chang SC, Chen HL, et al. The role of medical nutrition therapy on components of metabolic
syndrome in community-based population, Diabetes Research and Clinical Practise, 2016;120(1):72.
sbf.hku.edu.tr
ZEUGMA
JOURNAL OF
HEALTH RESEARCHES
Zeugma Sağlık Araştırmaları Dergisi. 2020;2(2):82-88
ORIGINAL ARTICLE
El bileği ağrısı olan diş hekimlerinde fizyoterapi programı ile birlikte verilen ergonomik eğitimin
ağrı, yaşam kalitesi ve fonksiyonellik üzerine etkisi
Rabia Çelikel1, Günseli Usgu2, Yavuz Yakut2
Amaç: İş ile ilişkili kas-iskelet sistemi hastalıkları (İKİH); tekrarlı veya güç sarf edilerek yapılan işlerin yol açtığı hastalıklardır. Farklı ülkelerde yapılan çalışmalar, diş hekimlerinde kas iskelet sistemi problemlerinin görülme sıklığının %64-%93 arasında değiştiğini göstermiştir. Çalışmanın amacı, el bileği ağrısı olan diş hekimlerinde fizyoterapi programı ile birlikte verilen ergonomik eğitimin ağrı, yaşam kalitesi, fonksiyonellik üzerine etkisini incelemekti. Yöntem: Çalışmaya, el bileği ağrısı olan 20 diş hekimi dahil edildi. Bireylere 8 haftalık fizyoterapi programı ile birlikte ergonomik eğitim verildi. Sekiz haftalık fizyoterapi programı ile birlikte verilen ergonomik eğitimin öncesinde ve sonrasında bireylerin ağrı şiddeti Vizüel Analog Skalası, yaşam kalitesi Kısa Form 36 (SF-36), el fonksiyonu ve becerileri ise El Fonksiyonel İndeksi, O’ Conner Parmak Beceri Testi ve Quick Dash Testi ile değerlendirildi. Bulgular: Ergonomik eğitim ile birlikte verilen sekiz haftalık fizyoterapi programı sonrası; ağrı şiddetinde azalma, non dominant taraf el becerisinde artış gözlemlenirken (p<0,05), el fonksiyonları, yaşam kalitesi, fonksiyonel durumda değişiklik bulunmadı (p>0,05). Sonuç: El bileği ağrısı olan diş hekimlerinde fizyoterapi programı ile birlikte verilen ergonomik eğitim ağrı şiddetinde azalma, non dominant taraf el becerisinde ise artış sağladı. Çalışmanın sonucunda, el bileği problemlerinin tedavisinde ergonomik eğitimin, tamamlayıcı bir yöntem olarak fizyoterapi programlarına eklenebileceği düşünüldü. Anahtar Kelimeler: Kas iskelet sistemi ağrısı, diş hekimleri, el becerileri, el fonksiyonları.
The effect of physical therapy program with ergonomic training on pain, quality of life and functionality in dentists with wrist pain
Purpose: Work-related musculoskeletal disorders (WMSD); are caused by repetitive or exerted works. Studies in different countries have shown that the incidence of musculoskeletal problems among dentists ranges from 64% to 93%. This study aimed to investigate the effects of physical therapy program given with the ergonomic training on pain, quality of life, and functionality in dentists with wrist pain. Methods: Twenty dentists with wrist pain included in the study. Individuals in the study received eight weeks of physical therapy program additional to ergonomics training. Before and after the eight weeks of the physical therapy program given with the ergonomics training, pain severity was assessed by the Visual Analogue Scale, quality of life with the Short Form-36 (SF-36), hand function, and skills were evaluated by the Hand Functional Index, O’ Conner Finger Skill Test, and the Quick Dash Test. Results: After the eight-week physiotherapy program given with the ergonomic training, there were significant differences between the pain severity, the non-dominant side hand skill (p<0.05), but the hand functions, the quality of life, and functional status did not change (p> 0.05). Conclusion: The ergonomics training added to the wrist physical therapy program decreased the severity of pain and increased the non dominant side hand skills in dentists. The results of the study reflected that ergonomics training could be added to physiotherapy treatments as complementary methods in wrist problems. Keywords: Musculoskeletal pain, dentists, hand functions, hand skill.
Dinçer ED, Ersoy G, Garipağaoğlu M. El bileği ağrısı olan diş hekimlerinde fizyoterapi programı ile birlikte verilen ergonomik eğitimin ağrı, yaşam kalitesi ve fonksiyonellik üzerine etkisi. Zeugma Health Res. 2020;2(2):82-88. The effect of physical therapy program with ergonomic training on pain, quality of life and functionality in dentists with wrist pain
1: Özel Yuvamız Özel Eğitim Okulu, Elazığ/ Türkiye. 2: Hasan Kalyoncu Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Gaziantep/ Türkiye. Corresponding author: Günseli USGU: gunseli.usgu@hku.edu.tr ORCID ID: 0000-0003-4269-5210 Received: July 7, 2020. Accepted: July 20, 2020.
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Çelikel ve ark.
83
ş ile ilişkili kas-iskelet sistemi hastalıkları (İKİH); tekrarlı veya güç sarf edilerek yapılan işlerin
yol açtığı hastalıklardır. Genelde kas iskelet sistemi üzerinde haftalar, aylar veya yıllarca devam
eden sürekli etkilenme sonucu gelişmektedir [1]. Dünya Sağlık Örgütü İKİH’ ı çalışma koşulları ve
çalışma sırasındaki aktivitelere göre şiddetlenen kas iskelet sistemi hastalığı olarak tanımlamaktadır
[2]. Diş hekimlerinin asimetrik statik pozisyonda dururken tekrarlı üst ekstremite hareketi ile
gerçekleştirdikleri uzun süreli tedaviler üst ekstremite ve vertebral kolonda biyomekaniksel stres
oluşturarak İKİH’ a neden olmaktadır [3]. Ağız gibi dar bir alanda çalışma, tedavi sırasındaki uzamış
oturma süresi, yüksek kuvvet gerektiren tekrarlı hareketler ve dinlenme aralarının azlığı diş
hekimlerinin zorlu çalışma koşullarını oluşturmaktadır [4]. Yaş, cinsiyet, hastaların tedavi süresi,
çalışma sırasında ortamın yetersiz aydınlatılması, tekrarlı hareketler, genetik faktörler, mental stres
ve mesleki deneyim diş hekimlerinde görülen İKİH’da ağrıyı önemli ölçüde artıran risk faktörleridir
[4,5]. Farklı ülkelerde yapılan çalışmalar, diş hekimlerinde kas iskelet sistemi hastalıklarının görülme
sıklığının %64-%93 arasında değiştiğini göstermiştir [6,7]. Yapılan çalışmalarda diş hekimlerinin %
60’ ında bel ağrısı, % 56’ sında boyun ağrısı, % 44’ünde el-el bileği ağrısı, % 37’sinde omuz ağrısı
görüldüğü belirtilmiştir. El-el bileği ağrıları; diş hekimlerinde görülen kas iskelet sistemi hastalıkları
içerisinde görülme sıklığı açısından üçüncü sırada yer almaktadır [8].
Ergonomi çalışma alanındaki personel, ekipman ve çevre arasındaki ilişkiyi inceler. Çalışma
sırasında uygun olmayan ergonomik koşullar; tekrarlı aşırı yüklenme, kas kuvvetindeki zayıflık,
kronik inflamasyon, yanlış postürde uzun süreli çalışma gibi faktörlerle birleşince diş hekimlerinde
tendonları ve eklemleri etkileyerek özellikle boyun, bel ve üst ekstremitede kas iskelet sistemi
hastalıklarına neden olmaktadır [9]. Ergonomik olarak iyi tasarlanmış çevrede çalışmak kas iskelet
sistemi hastalıklarını önlerken aynı zamanda çalışma performansını da arttırır. Ergonomi, iş
ekipmanı ve çalışma ortamını uygun şekilde tasarlayarak çalışanların işleri sırasında karşılaştıkları
riskleri azaltmayı amaçlamaktadır [10].
Son yıllarda hekimler arasında işe bağlı olarak gözlemlenen kas-iskelet sistemi
hastalıklarının sıklığında meydana gelen artışa bağlı olarak meydana gelen erken emeklilik ve sağlık
harcamalarındaki artış; sağlık çalışanlarının, işverenlerin ve sağlık bakım sisteminin dikkatini bu
konuya çekmiştir. Bunun sonucu olarak risk etkenleri, rehabilitasyon yaklaşımları, ergonomi
eğitimleri üzerine yapılan çalışmalar hem hız kazanmış hem de artmıştır [8]. İKİH’ da her ne kadar
postür ve çalışma tekniklerine yönelik ergonomik eğitim önerilse de bu ergonomik eğitimlerin tek
başına veya diğer tedavi yöntemleri ile etkinliğini değerlendiren çalışmalar çok azdır. Çalışmamızın
amacı, el bileği ağrısı olan diş hekimlerine fizyoterapi programı ile birlikte verilen ergonomik eğitimin
ağrı, el fonksiyonu, el becerisi, yaşam kalitesi üzerine olan etkisini değerlendirmekti.
YÖNTEM
Çalışmaya Nisan 2017- Eylül 2017 tarihleri arasında dahil edilme kriterlerine uyan Fırat
Üniversitesi Diş Hastanesinde çalışan, yaşları 27-63 yıl arasında değişen el-el bileği ağrısı bulunan
21 diş hekimi dahil edildi. Çalışmaya katılmayı kabul eden bireylere, gönüllüleri bilgilendirme formu
imzalatıldı ve Helsinki Deklarasyonu’na dayanarak çalışma hakkında bilgi verildi. Bu çalışma Hasan
Kalyoncu Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi, Girişimsel Olmayan Araştırmalar Etik Kurulu
tarafından 02.05.2017 tarihinde 2017/012 karar numarası ile onaylandı.
Bireyler
Çalışmaya en az beş yıllık klinik tecrübeye sahip olan, son 12 ay içerisinde en az bir hafta
süren el bileğinde lokalize ağrı ve rahatsızlık semptomları olan, VAS’a göre ağrı şiddeti en az 5
değerinde olan diş hekimleri dahil edildi. Son üç ay içinde el bileği ağrısı için fizik tedavi almış olan,
fiziksel yüklenmeye engel olabilecek psikolojik durumu olan (ciddi depresyon, psikiyatrik hastalıklar),
yakın zamanda geçirilmiş majör operasyon veya akut enfeksiyon öyküsü olan, egzersiz programına
uyum gösteremeyen bireyler çalışma dışı bırakıldı. Çalışmaya başladıktan sonra bir diş hekimi
egzersiz programına uyum gösteremediği gerekçesiyle çalışmadan ayrıldı, çalışma 20 diş hekimiyle
tamamlandı. Çalışmaya dahil edilen diş hekimlerine sekiz hafta boyunca haftada iki gün fizyoterapi
programı uygulandı. Sekiz haftalık fizyoterapi programı el bileği fleksör, ekstansör ve supinatör
İ
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Çelikel ve ark.
84
kaslarına 10’ar saniye 10 tekrarlı olacak şekilde germe ve kuvvetlendirme egzersizleri, median-
radiyal-ulnar sinirlere sinir mobilizasyonu; el bileği eklemine traksiyon, gliding, radius ve ulna
mobilizasyonunu içermektedir. İlk değerlendirmelerden sonra, üçüncü ve altıncı haftalarda
fizyoterapi programına ek olarak 45 dakika süren teorik ergonomik eğitim verildi. Ergonomik
eğitiminde diş hekimlerine çalışma ve duruş sırasındaki kötü ve iyi postürün nasıl olduğu açıklandı.
Çalışma sırasında nötral pozisyonda nasıl oturulması gerektiği ve nötral oturma pozisyonun nasıl
olması gerektiği açıklandı. Çalışma ortamının düzenlenmesi, araç ve gereçlerin konumlandırılması,
uygun olan sandalyenin ve doğru ışığın nasıl olacağı konusunda bilgilendirme yapıldı. Çalışma
ortamının düzenlenmesinde diş hekimlerine, hastanın çevre alanı bir saat olarak düşünmeleri ve aktif
çalışma bölgelerinin 8-12 saatleri arasında olması gerektiği anlatıldı [11].
Değerlendirmeler
Bireylerin yaş, cinsiyet, boy, vücut ağırlığı, vücut kütle indeksi (VKİ), dominant eli, çalışma
bilgisi (haftalık/günlük çalışma süresi), alışkanlıkları (sigara, alkol, egzersiz) gibi sosyodemografik
özellikleri kaydedildi. Uygulanan tedavi programının öncesinde ve sonrasında bireylerin ağrı şiddeti
Visuel Analog Skalası (VAS), el fonksiyonları El fonksiyonel İndeksi, el becerileri O’ Connor parmak
beceri testi, üst ekstremitenin fonksiyonel durumu Quick Dash ve yaşam kalitesi SF-36 ile
değerlendirildi.
Ağrı Değerlendirmesi
Ağrı şiddeti visuel analog skalası (VAS) ile değerlendirildi. Bireylerin hissettikleri ağrı
şiddetini 10 cm’lik skala üzerinde işaretlemeleri istendi. İşaretlenen yer ile başlangıç noktası
arasındaki mesafe cetvelle ölçülerek ağrı şiddeti belirlendi [12].
El Fonksiyonları
Kişilerin el fonksiyonlarını ölçmek için el fonksiyonel indeksi kullanıldı. El fonksiyonel indeksi
ölçeği 9 maddeden oluşmaktadır. Her madde 0-3 arası puanlanmaktadır. Her iki el için ayrı ayrı
olarak, bütün maddelerden alınan puanlar toplanarak hesaplanmaktadır [13].
Yaşam Kalitesi
Bireylerin yaşam kalitesi Kısa Form-36 (SF-36) kullanılarak değerlendirildi. SF-36; fiziksel
fonksiyon, fiziksel rol, emosyonel rol, ağrı, vitalite, genel sağlık ve mental sağlık alt ölçeklerinden
oluşan 36 soruluk bir ölçektir. Her bir alt ölçek; “0”en düşük, “100” en iyi yaşam kalite düzeyini
gösterecek şekilde puanlanmaktadır [14].
El Becerileri
Hastaların el becerilerini değerlendirmek için O’ Connor parmak beceri testi kullanıldı. Testte
tahta üzerinde 100 adet oyuk, 300 adet metal pim bulunmaktadır. Hastadan, her deliğe 3 pim gelecek
şekilde yerleştirmesi istenir. Kronometre ile test başlatılır. Test sonucunda her iki elin skoru kayıt
edilir [15].
Fonksiyonel Durum
Hastaların üst ekstremite sorunlarını değerlendirmek için kol, omuz ve el yaralanmaları
anketi (Quick-DASH) kullanıldı. Quick-DASH üst ekstremite sorunlarında kişinin yaşam aktiviteleri
esnasındaki zorlanmaları sorgulayarak fonksiyonu ve özrü değerlendirmektedir [16].
İstatistiksel Analiz
Bireylerden elde edilen verilerin istatistiksel analizleri için SPSS 20.00 (SPSS; Inc, Chicago,
IL, USA) programı kullanıldı. Ölçümde elde edilen verilerin sonuçları aritmetik ortalama ± standart
sapma (X±SD) şeklinde gösterildi. Sayısal veriler sayı (N) ve yüzde (%) biçiminde gösterildi.
Demografik bilgiler ve ordinal verilere normal dağılım göstermesi nedeniyle t testi yapıldı. El
fonksiyonu, fonksiyonellik ve yaşam kalitesinin değerlendirilmesinde Wilcoxon ve Mann Whitney U
testi kullanıldı. İstatiksel anlamlılık düzeyi p < 0,05 olarak alındı [17].
BULGULAR
Bireylerin demografik özellikleri Tablo 1’de gösterildi. Fizyoterapi programı ile birlikte verilen
ergonomik eğitimin el becerisi, el fonksiyonları, üst ekstremite fonksiyonellik parametrelerine etkisi
Tablo 2’de, yaşam kalitesine etkisi Tablo 3’de verildi. Sekiz haftalık fizyoterapi programı ile birlikte
verilen ergonomik eğitim sonrasında ağrıda azalma ve non-dominant taraf el becerisinde artış
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Çelikel ve ark.
85
saptanırken (p<0,05), el fonksiyonları, yaşam kalitesi, fonksiyonel durumda değişiklik bulunmadı
(p>0,05).
Tablo 1. Bireylerin demografik özellikleri
Çalışma Grubu (N=20)
��±SD
Yaş (yıl) 37,2 ± 9,3
Boy (cm) 170,7 ± 9,1
Ağırlık (kg) 70,4 ± 13,8
VKİ (kg/m²) 24 ± 3,2
* p<0,05, t Testi, kısaltmalar; VKİ vücut kütle indeksi
Tablo 2. Çalışma grubunun tedavi öncesi-sonrası karşılaştırması
Tedavi öncesi Tedavi sonrası Z/t p
Ağrı (VAS)/ cm
Çalışma Grubu 6,3±1,0 4,3±2,3 3,79 <0,01
El Becerisi (O’ Connor)
Çalışma Grubu- Dom. 471,2±24,6 469,6±25,8 1,061 0,302
Çalışma Grubu-Non Dom. 480,2±28,2 475,5±28,1 4,938 <0,01
El Fonksiyonu
Çalışma Grubu- Dom. 6,20±4,4 7,3±5,4 -0,845 0,398
Çalışma Grubu-Non Dom. 5,1±3,3 5,2±3,2 -0,207 0,836
Fonksiyonellik (Q-DASH)
Çalışma Grubu 45,2±16,0 44,3±17,8 -0,634 0,526
* p<0,05. Q Dash Quick Dash: Üst ekstremite sorunları anketi, dom dominant taraf, non dom non dominant taraf.
VAS: Vizüel Analog Skalası, cm santimetre.
Tablo 3. Çalışma grubunun tedavi öncesi-sonrası yaşam kalitesinin karşılaştırması
SF-36 Tedavi öncesi Tedavi sonrası Z/t p
Fiziksel Fonksiyon
Çalışma Grubu 69,25±16,48 72,00±14,64 -0,697 0,534
Fizksel Rol Güçlüğü
Çalışma Grubu 44,12±36,80 58,75±27,23 -0,789 0,678
Emosyonel Rol Güçlüğü
Çalışma Grubu 45,95±14,90 52,73±12,28 -1,069 0,923
Enerji-Canlıık Vitalite
Çalışma Grubu 45,95±14,90 52,73±12,28 -1,069 0,923
Ruhsal Sağlık
Çalışma Grubu 54,90±11,15 58,80±12,23 -0,832 0,632
Sosyal İşlevsellik
Çalışma Grubu 56,88±21,93 64,25±17,66 -1,168 0,236
Genel Sağlık Algısı
Çalışma Grubu 46,40±16,86 63,00±18,38 -0,627 0,453
*p<0,05. SF-36 Kısa form 36
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Çelikel ve ark.
86
TARTIŞMA
El bileği ağrısı olan diş hekimlerine fizyoterapi programı ile birlikte verilen ergonomik eğitimin
ağrı, el fonksiyonu, el becerisi, yaşam kalitesi üzerine olan etkisini değerlendirmeyi amaçladığımız
çalışmamızda, sekiz haftalık egzersiz eğitimi ile birlikte verilen ergonomik eğitimin ağrının
azaltılmasında ve non dominant tarafta el becerisinin artırılmasında etkili olduğu, yaşam kalitesi ve
üst ekstremite fonksiyonelliği üzerine ise etkisinin olmadığı bulundu.
Sharma vd. yaptıkları çalışmada; kronik boyun ağrısı olan diş hekimlerinde sekiz haftalık germe,
propriosepsiyon, kassal kuvvet, endurans egzersizleri ile birlikte düzgün postüre yönelik tavsiyeler
içeren fizyoterapi programının ağrıyı %35 oranında azalttığını belirtmişlerdir [18]. Çalışmamızda el
bileği ağrısı olan diş hekimlerine egzersiz eğitimi ile birlikte verilen ergonomik eğitimden sonra ağrı
düzeyinde %33 azalma olduğu gözlendi. Fizyoterapi programı süresi çalışmamızla benzerlik gösteren
bu çalışmada, egzersizin çeşitliliği açısından farklılıklar bulunmakla birlikte ağrı seviyesindeki
azalma miktarlarının benzer olduğu görülmektedir. Bilgisayar kullanan ofis çalışanları üzerine
yapılan çalışmada, bir gruba bir ay süre ile boyuna, üst ekstremiteye ve bele germe egzersizleri
verilirken diğer grupta bulunan bireylere işyeri düzenlemeleri yapılmıştır. Ağrı şiddetindeki azalma
miktarları iki grupta da benzer bulunmuştur. Çalışmamızdaki fizyoterapi programının eklem
mobilizasyonlarını içermesi ve egzersiz eğitiminin süresi yönüyle diğer çalışmadan farklılaşmaktadır
[19]. Çalışma ortamında yapılan düzenlemeler ve postüral eğitim ile birlikte, kişinin duruş ve çalışma
sırasındaki postürü düzeltilerek, yaralanma riski azaltılabilir. Kas iskelet sistemi hastalıklarının
tedavisi üzerine yapılmış çalışmaların çoğu ergonomik eğitimleri kapsamaktadır [20,21]. Hastanın
ağız içini doğrudan görmeyi sağlayacak pozisyonda, asistansız, uzun süreli yanlış oturma
pozisyonunda çalışan ve düzenli egzersiz yapmayan diş hekimlerinde, kas iskelet sistemi
yaralanmalarının daha yaygın olduğu bulunmuştur. Bu yaralanmalardan korunmak ve ağrı şiddetini
azaltmak için diş hekimlerine postür ve iş yeri düzenlemelerini içeren ergonomik eğitimin verilmesi
gerekliliği bilinmektedir [22]. Ağrı şiddetinin azalmasında verilen ergonomik eğitimin etkisinin
olduğunu düşünüyoruz.
Üst ekstremiteyi içeren İKİH için yüksek risk grubunda olan 68 metal işçisi ile yapılan çalışmada;
kişiye özel olarak verilen on aylık egzersiz eğitim programı sonrası üst ekstremitede ağrı şiddetinde
değişiklik olmamasına rağmen, Quick DASH ile değerlendirilen üst ekstremite fonksiyonelliğinde
artış bulunmuştur. Çalışmamızda ise üst ekstremite fonksiyonelliğinde değişim gözlemlenmedi. Metal
işçilerin fonksiyonelliğindeki artışın uzun süreli ve bireye özgü egzersiz programları ile ilişkili
olabileceğini düşünüyoruz. [23].
Türk toplumunda SF-36’nın ortalama sayısal değerleri tespit edilmiştir [24]. Hastalarımızın SF-
36 ortalama değerleri incelendiğinde Türk toplumunun ortalamasından daha düşük olduğu bulundu.
İKİH’ ın kişilerin sosyal ve kişisel hayatları, profesyonel performansları, kariyer hedefleri üzerine
olumsuz etkisi olduğu bilinmektedir [25]. Kişilerin yaşam kalitesi düzeylerinin ortalama değerin
altında olmasının diğer nedeninin kişilerin günlük yaşamlarında aktivite sırasında devamlı ağrıyı
deneyimlemelerinden kaynaklandığını düşünüyoruz.
İKİH olan cerrahlara, altı ay süren aktif hareketlerden oluşan kuvvetlendirme ve germe
egzersizleri ile birlikte ameliyathane düzenlemesi gibi önerileri içeren ergonomik eğitim
uygulanmıştır. Yaşam kalitesi SF 36 ile değerlendirilmiş ve üçüncü, altıncı aylarda genel sağlık
parametresinde artış bulunmuştur. Her iki çalışma işyeri düzenlemelerini içerse de egzersiz
programının planlanması yönünden farklılıklar göstermektedir. Sadece tek bir bölgeye değil
etkilenmesi mümkün olan tüm bölgeleri içeren bütüncül egzersiz programları İKİH daha etkili
olmaktadır [25,26]. Egzersiz eğitimi ile genel sağlığın arttırılması, hastalıkların önlenmesi, yaşam
kalitesinin arttırılması sağlanabilmektedir. Fakat kas iskelet sistemi hastalıklarında sadece
semptomun olduğu bölgeye yönelik verilen egzersizler yerine vücudun bütününe etki eden fonksiyonel
egzersizlerin tedavi programına katılmasının yaşam kalitesinin artırılmasında daha faydalı
olabileceğini düşünüyoruz [27]. Kişinin çalışma süresinin uzun olması; stresi artırır ve kas iskelet
sistemi hastalığına yakalanma riskinde artışa neden olurken yaşam kalitesini negatif yönde etkiler
[28]. Sakzewski vd. yaptıkları çalışmada; İKİH’ de ağrı sonucu gelişen kısıtlılığın ve yaşam
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Çelikel ve ark.
87
kalitesindeki olumsuz etkilerin hekimlerde işten ayrılma veya çalışma saatlerinde azaltmaya gitme
gibi önemli sosyal ve ekonomik sonuçlara neden olduğu tespit edilmiştir [29].
Genç diş hekimlerinin ve diş hekimliği öğrencilerinin el becerilerinin değerlendirdiği araştırmada
el becerilerini karşılaştırmak için, O’ Connor parmak beceri testi ve Purdue pegboard testini
kullanmıştır. O’ Connor beceri testinin diş hekimleri için daha uygulanabilir olduğu gözlemlenmiştir
[30]. Lundergan vd. diş hekimliği öğrenim süresince el becerilerindeki farklılığı O’ Connor testi ile
karşılaştırmıştır ve eğitim yılı ile test skoru arasında fark bulunamamıştır [15]. Çalışmamızdaki test
değerleri ile karşılaştırıldığında İKİH olan diş hekimlerinin el beceri test skorlarının daha düşük
olduğu gözlemlendi, bu farkın kişilerin mesleki performansları sırasında yaşadıkları ağrıdan
kaynaklanabileceğini düşünüyoruz.
Çalışmanın Limitasyonları
Çalışmaya dahil edilen diş hekimlerinin fiziksel aktivite düzeyi, günlük çalışma saati ve günlük
alınan hasta sayısı bilgilerinin değerlendirilmemesi, sekiz haftalık tedavi programından sonra takibin
olmaması çalışmanın kısıtlılığıdır. Diş hekimlerinin tedavileri sırasında kullandıkları aletlerin farklı
şekillerde kavramaları gerekirken egzersiz programında kavrama egzersizlerinin olmaması
çalışmanın diğer bir kısıtlılığıdır.
SONUÇ
Sonuç olarak, İKİH’ da fizyoterapi programı ile birlikte verilen ergonomik eğitimin ağrıyı azaltıp,
non dominant tarafta el becerilerini artırdığı, fonksiyonellik düzeyi ve yaşam kalitesi üzerine etkisinin
olmadığı görülmüştür.
Çalışmamızın, tekrarlı ve kuvvet gerektiren üst ekstremite aktiviteleri ile çalışanlar için kas
iskelet sistemi problemlerinin önlenmesine yönelik geliştirilen yaklaşımlara rehberlik edebileceği
görüşündeyiz. Çalışmamızın özellikle sağlık alanında çalışanlara verilecek ergonomik eğitimlerin
etkinliğini inceleyecek çalışmalar için fikir oluşturacağını düşünüyoruz.
Teşekkür: Yok. Çıkar çatışması: Yok. Finans: Yok.
KAYNAKLAR 1. Türkkan A. İşe bağlı kas-iskelet sistemi hastalıkları ve sosyoekonomik eşitsizlikler. Uludağ tıp derg.
2009;35(2):101-106.
2. Zaker Jafari HR, Yekta Kooshali MH. Work-related musculoskeletal disorders in Iranian dentists: A
systematic review and meta-analysis. Saf Health Work. 2018;9(1):1-9.
3. Roll SC, Tung KD, Chang H, et al. Prevention and rehabilitation of musculoskeletal disorders in oral health
care professionals: A systematic review. J Am Dent Assoc. 2019;150(6):489‐502.
4. Meisha DE, Alsharqawi NS, Samarah AA, et al. Prevalence of work-related musculoskeletal disorders and
ergonomic practice among dentists in Jeddah, Saudi Arabia. Clinical, Cosmetic and Investigational Dentistry.
2019;11:171.
5. Rabiei M, Shakiba M, Shahreza HD, Talebzadeh M. Musculoskeletal Disorders in Dentists. International
Journal of Occupational Hygiene. 2012;4(1):36-40
6. Amin J, Siddiqui A, Amin S. Ergonomics, Exercises, and Education to Prevent Neck and Back Pain among
Dentists. J Dent Oral Sci.2019;1:1-3.
7. Yasobant S, Rajkumar P. Work-related musculoskeletal disorders among health care professionals: Across-
sectional assessment of risk factors in a tertiary hospital, India. Indian J Occup Environ Med. 2014;18(2):75.
8. 3Szymańska J. Disorders of the musculoskeletal system among dentists from the aspect of ergonomics and
prophylaxis. Ann Agric Environ Med. 2002;9(2):169-173
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Çelikel ve ark.
88
9. Bedi HS, Moon NJ, Bhatia V, et al. Evaluation of musculoskeletal disorders in dentists and application of
DMAIC technique to improve the ergonomics at dental clinics and meta-analysis of literature. Journal of
clinical and diagnostic research: JCDR. 2015; 9(6): ZC01
10. Özdemir F, Tutus N, Akgün SO, Kılcık MH. Evaluation of work-related musculoskeletal disorders and
ergonomic risk levels among instrumentalist musicians. Age (year). 2019;25:4-17.
11. Esmaeilzadeh S, Özcan E, Çapan N. Effects of ergonomic intervention on work-related upper extremity
musculoskeletal disorders among computer workers: a randomized controlled trial. Int Arch Occup Environ
Health 2014;87(1):73-83.
12. Dixon JS, Bird HA. Reproducibility along a 10-cm vertical visual analogue scale. Ann Rheum Dis. 1981;40:87-
89.
13. Kalla AA, Kotze TJ, Meyers OL, Parkyn ND. Clinical assessment of disease activity in rheumatoid arthritis:
evaluation of a functional test. Ann Rheum Dis. 1988;47(9):773‐779.
14. Demiral Y, Ergör G, Ünal B, Semin S, Akvardar Y, Kıvırcık B, Alptekin K. Normative data and discriminative
properties of short form 36 (SF-36) in Turkish urban population. BMC Public Health. 2006;6(1):247.
15. Lundergan WP, Elizabeth JS, David WC. Tweezer dexterity aptitude of dental students. J Dent Educ.
2007;71(8):1090-1097.
16. Düger T, Yakut E, Öksüz Ç, et al. Kol, omuz, el sorunları (disabilities of the arm, sholder and hand-DSAH)
anketi Türkçe uyarlamasının güvenilirliği ve geçerliliği. Fizyoter. Rehabil.2006;17:99-107.
17. Hayran M, Hayran M. Sağlık araştırmaları için temel istatistik. Ankara: Artofset Matbaacılık Yayıncılık
Organizasyon Ltd; 2011.
18. Sharma P, Golchha V. Awareness among Indian dentist regarding the role of physical activity in prevention
of work related musculoskeletal disorders. Indian J Dent Res.2011;22(3):381-384.
19. Mehrparvar AH, Heydari M, Mirmohammadi SJ, et al. (2014). Ergonomic intervention, workplace exercises
and musculoskeletal complaints: a comparative study. Med J Islam Repub Iran. 2011;28:69-74.
20. Verhagen AP, Karels C, Bierma-Zeinstra SM, et al. Exercise proves effective in a systematic review of work-
related complaints of the arm, neck, or shoulder. J Clin Epidemiol. 2007;60(2):110-117.
21. Hoe VC, Urquhart DM, Kelsall HL, et al. Ergonomic design and training for preventing workrelated
musculoskeletal disorders of the upper limb and neck in adults. Cochrane Database Syst Rev. 2012;15(8):8.
22. Gopinadh A, Devi KN, Chiramana S, et al. Ergonomics and musculoskeletal disorder: as an occupational
hazard in dentistry. The Journal of Contemporary Dental Practice. 2013;14(2):299-303.
23. Rasotto C, Bergamin M, Simonetti A, et al. Tailored exercise program reduces symptoms of upper limb work-
related musculoskeletal disorders in a group of metalworkers: A randomized controlled trial. Man Ther.
2015;20(1):56-62.
24. Koçyiğit H, Aydemir O, Ölmez N, et al. Reliability and validity of the Turkish version of Short-Form-36 (SF-
36).Turkish J Drugs Therap. 1999;12:1026
25. Park AE, Zahiri HR, Hallbeck MS, et al. Intraoperative “micro breaks” with targeted stretching enhance
surgeon physical function and mental focus. Ann Surg. 2017;265(2):340–346.
26. Giagio S, Volpe G, Pillastrini P, et al. A preventive program for work-related musculoskeletal disorders
among surgeons: outcomes of a randomized controlled clinical trial. Ann Surg. 2019;270(6):969-975.
27. Serra MVGB, Camargo PR, Zaia JE, et al. Effects of physical exercise on musculoskeletal disorders, stress
and quality of life in workers. Int J Occup Saf Ergon. 2018;24(1):62-67.
28. Andersen JH, Kaergaard A, Frost P, et al. Physical, psychosocial and individual risk factors for neck/shulder
pain with pressure tenderness in the muscle among workers performing monotonous, repetitive work. Spine.
2002;27(6):660-667.
29. Sakzewski L, Naser-Ud-Din S. Work-related musculoskeletal disorders in dentists and orthodontists: A
review of the literature. Work. 2013;48(1):37-45
30. Lugassy D, Levanon Y, Pilo R, et al. Predicting the clinical performance of dental students with a manual
dexterity test. PLOS ONE. 2018;8;13(3):1-14.
sbf.hku.edu.tr
ZEUGMA
JOURNAL OF
HEALTH RESEARCHES
Zeugma Sağlık Araştırmaları Dergisi. 2020;2(2):89-97
DERLEME
Uyku bozukluklarında egzersiz tedavisinin önemi Ayşenur Tuncer1, Fatih Enzin2, Sevgi Gamze Felek İri3, Elif Dinler1, Zerrin Pelin1, Kezban
Bayramlar1
Özet: Uyku bozuklukları hastalarda birçok hemodinamik ve metabolik bozukluklara yol açan ve ciddi kardiyovasku ler komplikasyonları olan bir hastalıktır. Bu hastalık tablosunun erken ve uygun tedavisi hastalar için hayati önem taşımaktadır. Tedavisinde birincil tedavi olan medikal tedavi ve pozitif hava basınç tedavisine ek olarak ağız içi splint tedavileri tercih edilmektedir. Son yıllarda uyku problemlerinin artması ile bu problemlere yönelik yapılan çalışmalar da artış gözlenmiştir. Bunun neticesinde mevcut tedavi yöntemlerine ek olarak, problemin altında yatan veya eşlik eden
bozuklukların düzeltilmesinde egzersiz tedavilerinin kullanımı artmıştır. Bireye bütüncül bir bakış açısıyla yaklaşan bu tedaviler, semptomların hafifletilmesi ve iyilik halinin artması için kullanılan destekleyici yöntemlerdir. Hastalarının
kronik uyku problemleri ile bas etme becerisine ve yaşam kalitesinin artmasına, toplumsal katılımının desteklenmesine katkı sağlamaktadır. Anahtar Kelimeler: Uyku bozuklukları, egzersiz tedavisi.
The importance of exercise therapy in sleep disorders Summary: The sleep disorders, causes many hemodynamic and metabolic disorders in patients and has serious cardiovascular complications. Early and appropriate treatment of this disorder is vital for patients with sleep disorders. In addition to the initial intervention of medical treatment and positive air pressure treatment, oral splint treatments are preferred methods. In recent years, there is an increase on number of studies about sleep disorders due to increase in sleep related problems. Consequently, in addition to the current treatment methods, exercise treatments have increased in the correction of underlying or associated disorders. These treatments, considering human beings as a whole well-being, are supportive methods used to alleviate symptoms and improve well-being. It contributes to the patients’ ability to cope with chronic sleep problems and to increase their quality of life and to support their social participation. Keywords: Sleep disorders, exercise therapy.
Tuncer A, Enzin F, İri SGF, Dinler E, Pelin Z, Bayramlar K. Uyku bozukluklarında egzersiz tedavisinin önemi. Zeugma Health Res. 2020;2(2):89-97. The importance of exercise therapy in sleep disorders
1: Hasan Kalyoncu Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü, Gaziantep, Türkiye. 2: Harran Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Fakültesi, Fizyoterapi Ve Rehabilitasyon Bölümü, Şanlıurfa, Türkiye. 3: Özel Genç Yaşam Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezi, Şanlıurfa, Türkiye. Corresponding author: Ayşenur Tuncer: aysenur.tuncer@hku.edu.tr ORCID ID: 0000-0002-5660-1134 Received: March 15, 2020. Accepted: March 25, 2020.
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Tuncer ve ark.
90
aşamımızın üçte birini kapsayan uyku, zihinsel ve fiziksel sağlığımızı yenileyerek bağışıklık
sisteminin güçlenmesinde önemli bir rol üstlenmektedir. Sabah zinde ve dinlenmiş olarak
uyanma, uykunun gece ve sürekli olması ve bölünmemesi kaliteli uyku olarak tabir
edilmektedir. Kalitesiz uykuya neden olan uyku bozuklukları, yaşam kalitesinin azalmasına, kişinin
genel sağlığının bozulmasına neden olan ciddi bir sağlık sorunudur. Uyku bozuklukları tedavi
edilmediklerinde çeşitli kronik sistemik hastalıklara neden olabilmektedir [1].
Uyku hastalıkları en son 2014 yılında Amerika Uyku Tıbbı Akademisi tarafından yayınlanan
3. Uluslararası Uyku Bozuklukları Sınıflaması (ICSD-3) ile yeniden düzenlenerek sınıflandırılmıştır
[2]. ICSD-3 sınıflamasına göre uyku bozuklukları 7 ana başlık altında toplanmıştır. Bunlar uyku ile
ilişkili solunum bozuklukları, insomniler, hipersomni ile seyreden santral hastalıklar, sirkadiyen
ritim uyku-uyanıklık bozuklukları, parasomniler, uyku ile ilişkili hareket bozuklukları ve diğer uyku
hastalıklarıdır.
Günümüzde uyku bozukluklarına yönelik tedavilerde yeni arayışlara yönlenilmistir. Bu
uygulamalardan biri de egzersiz tedavileridir. Hastalar egzersiz uygulamalarını, modern tıp ile
birlikte destek tedavisi olarak kullanılırken, fiziksel ve duygusal iyilik halini geliştirmek, daha iyi
hissetmek için ikinci bir seçenek olarak kullanmaktadırlar [3]. Uyku bozukluklarında kullanılan
egzersiz uygulamaları bireyi fiziksel, duygusal ve zihinsel olarak bir bütün olarak öngören ve bütünsel
bir yaklaşımla tedavi sunan uygulamalardır. Bunlar arasında, gevşeme ve solunum egzersizleri,
kuvvetlendirme ve germe egzersizleri, uyku hijyeni, bilişsel ve davranışsal tedaviler, yoga, pilates gibi
pek çok uygulama yer almaktadır [3-5].
Bu derlemenin amacı, uyku bozukluklarına yönelik egzersiz tedavi yaklaşımlarını
açıklamaktır.
Solunum Egzersizleri
Nazal solunumun yani burundan nefes almak ve vermenin, fizyolojik olarak vücut için daha
rahatlatıcı olduğu tespit edilmiştir. Burun boşluğu özellikle solunan havayı ısıtmak ve filtrelemek için
tasarlanmıştır. Ağız ise aynı özelliklere sahip değildir. Burundan nefes almak vücudun havayı daha
verimli bir şekilde almasını sağlamakta, bu da kalbin ve sinir sisteminin daha kontrollü ve aşırı bir
şekilde çalışmasına engel olmaktadır. Vücudun uykuya teşvik edilmesi için zihnin uyarılması ve
yavaşlatılması gerekmektedir. Nefesin biraz daha yavaş ve derin alınması ve solunumun kontrollü
olarak yavaşlatılması ile vücudun gevşemesi ile uykuya geçiş sağlanmalıdır [6].
Çocuklar arasında yapılan bir çalışmada, uykuda solunum bozukluğu olan çocukların,
olmayanlara göre oksidatif strese karşı daha savunmasız olduğu tespit edilmiş, buna bağlı olarak
çocuklarda bilişsel ve dikkat dağınıklığı bulunmuştur [6,7].
Hastalarda solunum ve fiziksel egzersizin solunum fonksiyonları, apne-hipopne indeksi (AHİ)
ve yaşam kalitesi üzerine etkisini değerlendiren bir çalışmada, egzersiz grubuna haftada 3 gün, seansı
1,5 saat solunum ve aerobik egzersizlerden oluşan, toplamda 12 hafta süren bir tedavi programı
uygulanırken, kontrol grubuna herhangi bir tedavi programı uygulanmamıştır. Hafif ve orta şiddette
uykuda solunum bozukluğu olan her iki grup, 12 hafta sonra klinik ve laboratuvar ölçümleri ile
değerlendirilmiştir. Değerlendirmelerde egzersiz kapasitesi, solunum fonksiyon testi, solunum
fonksiyonlarında maksimum inspirasyon-ekspiratuar basınç, bisiklet ergometre testi, AHİ için
polisomnografi, uyku parametreleri, Uyku Anketinin Fonksiyonel Sonuçları (FOSQ), Kısa Form-36
(SF-36) kullanılmış, gündüz uykusu için Epworth Uykululuk Skalası (EUS) ve antropometrik
özellikler için antropometrik ölçümler yapılmıştır. Değerlendirmeler sonucunda, kontrol grubunda, 12
haftalık takip döneminden önceki ve sonraki sonuçların benzer olduğu bulunmuştur. Egzersiz
grubunda ise, antropometrik ve solunum ölçümlerinde bir değişiklik görülmezken, egzersiz
kapasitesi, AHİ, FOSQ ve SF-36 sonuçlarında anlamlı iyileşmeler bulunmuştur. Uykuda solunum
bozukluğu olan hastalarda egzersizin, AHİ, sağlıkla ilişkili yaşam kalitesini, uyku kalitesi ve egzersiz
kapasitesini geliştirebileceği tespit edilmiştir [8].
Gevşeme Egzersizleri
Gevşeme egzersizleri uyku bozuklukları karşısında iyi bir gece uykusunun anahtarıdır.
Gevşeme, uyku öncesi uyarılmayı azaltmayı amaçlayan bir yöntemdir. Gevşeme teknikleri zihin ve
vücuttaki yıpranmayı ve stres semptomlarını azaltmaktadır. Genel olarak, gevşeme teknikleri,
sakinleşmeyi, bir şeye yeniden odaklanmayı ve fiziksel farkındalığı arttırmayı içermektedir. Gevşeme
Y
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Tuncer ve ark.
91
teknikleri, kalp atış hızını ve solunum hızını yavaşlatarak, kan basıncını düşürmekte, birçok ana kas
grubuna kan akışını arttırarak, kas gerginliğini ve kronik ağrıları azaltmakla beraber, bireyin
konsantrasyonunu arttırmaktadır [9].
Gevşemeye dayalı tedavi yaklaşımları, uyku bozuklukları olan hastaların genellikle gece ve
gündüz aşırı derecede fizyolojik ve bilişsel uyarılmaları sonucuna dayanmaktadır. Uyarılma sistemini
devre dışı bırakmak için gevşeme yöntemleri kullanılmaktadır. Ne tür bir fizyolojik veya kognitif
uyarılmanın tedavi için hedeflenip hedeflenmediğine bağlı olarak tedavi yönteminde değişiklik
yapılmaktadır [10]. Gevşeme teknikleri, uyku bozukluğuna bağlı fizyolojik aşırı duyarlılığın
azaltılmasında etkili olmaktadır.
Yaygın olarak kullanılan gevşeme tekniklerinden biri progresif kas gevşemesidir. Bu gevşeme
tekniği, vücuttaki farklı kas gruplarının dönüşümlü olarak kasılması, gerilmesi ve ardından
gevşetilmesini içermektedir [11]. Progresif kas gevşemesi esnasında somatik uyarılmayı azaltmak için
biofeedback aleti ile bireyin önceden belirlenmiş fizyolojik parametrelerinin kontrolü için görsel veya
işitsel geri bildirim sağlanmaktadır.
Diğer bir gevşetme tekniği olan görselleştirme tekniğinde, imgeleme eğitimi ile huzur verici
veya nötr görüntülere odaklanmak suretiyle ve düşünce duruşu gibi dikkat odaklı prosedürlerden
faydalanılarak, uyku öncesi bilişsel uyarılmanın azaltılması ve gevşemenin gerçekleşmesi
amaçlanmaktadır [12].
Uyku sorunu olan 18 adölesan ve ebeveynler üzerinde yapılan çalışmada, adölesanlar için yaşa
yönelik, altı seanstan oluşan kısa süreli psikolojik bir tedavi programı geliştirilmiş ve
değerlendirilmiştir. Tedavi içeriğinde uyku ve uyku bozuklukları hakkında psiko-eğitim, uyaran
kontrol talimatları, uykuda hijyen eğitim, yatma zamanı / uyanma zamanı rutininin düzenlenmesi de
dahil olmak üzere bilişsel terapi, hipnoterapi ve progresif kas gevşemesi yer almıştır. Tedavinin
sonucunda, uygulanan tedavi programının adölesanlar ve ebeveynleri tarafından olumlu bir şekilde
kabul gördüğü uyku başlangıcı, uyku etkinliği, uyku süresi ve ruminasyon gibi bilişsel parametrelerde
ve uyku problemlerinde önemli bir düşüş olduğu tespit edilmiştir. Uyku günlüğü verileri, uykuya
geçişteki gecikme değerlerinde anlamlı bir düşüş göstermiştir. Uyku etkinliği değerlerinde ise önemli
ölçüde artış tespit edilmiştir [13].
Solunum ve gevşeme egzersizlerinin uyku problemlerinde, diğer egzersiz uygulamaları ile
birlikte uygulanması tavsiye edilmektedir. Gevşeme ve nefes teknikleri, başlangıçta bireylere eğitim
aşamasında profesyonel rehberliği ve birkaç hafta boyunca düzenli olarak uygulamayı
gerektirmektedir.
Egzersiz Tedavisi
Uyku, sağlıklı bir yaşam sürdürebilmek için oldukça önemlidir. Kaliteli uyku ise, sadece
sağlıklı yaşamak için değil, aynı zamanda fiziksel ve zihinsel olarak verimli bir yaşam sürmek için de
gereklidir. Ancak günümüzde olduğu gibi korona virüsten dolayı izolasyon, korunma yöntemlerinin
zorluğu gibi bir çok stres faktörleri kronik uyku problemlerini yaygın hale getirmektedir.
Yapılan çalışmalarda, düşük fiziksel aktivite seviyeleri ile uykusuzluk prevalansı arasındaki
bir ilişki bildirilmiştir [14,15]. Egzersizler farmakolojik olmayan, düşük maliyetli ve kolay erişilebilir
olmaları nedeniyle alternatif bir tedavi olarak önerilmektedir. Egzersizlerin anksiyete azaltıcı ve
antidepresan etkisi, uykusuzluğun etiyolojisi ve devamında görülebilecek psikolojik komorbiditelerin
hafifletilmesinde önemli bir rol almaktadır [15,16]. Düzenli olarak egzersiz yapan insanlar daha az
uykusuzluk sorunuyla karşı karşıya kalmaktadır. Egzersiz, uyku döngüleri ve evreleri arasında daha
yumuşak ve daha düzenli geçiş sağlayarak uyku kalitesini arttırmaktadır. Haftada dört ila beş kez
20-30 dakika süren orta şiddetli egzersizler daha iyi bir uykuya yardımcı olmaktadır.
Gün boyunca orta şiddetli egzersiz ve yatma saatinde gevşeme egzersizleri, bireylerin kolayca
uykuya dalmalarına yardımcı olmakla birlikte, aynı zamanda uykuda harcadıkları zamanı
arttırmaktadır. Bazı insanlar için, tek başına egzersiz yapmak uyku problemlerinin üstesinden
gelmek için yeterli olabilmektedir. Passos vd. yaptığı çalışmada, 19 sedanter kronik insomnia hastası,
6 aylık aerobik egzersiz programına alınmıştır. Çalışma sonucunda, polisomnografik verilerde
egzersizi takiben anlamlı derecede, uykuya geçiş süresinde azalma, uyku etkinliğinde artış ve yaşam
kalitesinde iyileşme olmuştur. Uzun süreli orta dereceli aerobik egzersiz, kronik primer uykusuzluğu
olan bireylerde uyku, yaşam kalitesi ve ruh halinde önemli iyileşmeler sağlamıştır [16].
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Tuncer ve ark.
92
Stanford Üniversitesi Tıp Fakültesi araştırmacıları, egzersizin 55 yaş ve üstü erişkinlerin
uyku düzenleri üzerindeki etkilerini inceleyerek, hareketsizlikten ve uykusuzluktan rahatsız
olduklarını tespit etmiştir. Yetişkinlerin orta şiddette günlük 25-30 dakika yaptıkları egzersizlerin 12
ay sonrası değerlendirmelerinde anlamlı değişiklikler saptamışlardır. Değerlendirmede erişkinlerin
uyku kalitesinin arttığı, uykuya dalmak için gereken sürenin azaldığı ve sabah dinlenmiş olarak
uyandıkları görülmüştür [17].
Kline vd. çalışmalarında, 43 sedanter ve aşırı kilolu/obez, en az orta şiddette solunum
bozukluğu olan erişkin bireylerde uyku kalitesini arttırmak amacıyla, 12 haftalık orta yoğunluklu
(150 dk/hafta) aerobik egzersiz eğitimi ve ardından 2 set 10-12 tekrardan oluşan dirençli egzersiz
programı (2 gün/hafta) uygulanmıştır. Kontrol grubuna ise 12 hafta boyunca 15 dk. fleksibilite
programı uygulanmıştır. Sonuç olarak, egzersiz grubunda kontrol grubuna göre anlamlı değişim
belirlenmiştir. Ayrıca bu değişim, bireylerin vücut ağırlığında önemli bir azalma olmadan
sağlanmıştır [18].
Orofarengeal Egzersiz Tedavisi
Son yıllarda dil kaslarının kuvveti ile solunum bozukluğu arası ilişkinin ortaya çıkması ile
artan dil değerlendirme ve çalışmaları sonrası, uyku probleminde dil, dudak, yüz kasları ve yutma
fonksiyonunu içeren çok yönlü bir egzersiz olan Orofarengeal Egzersiz Tedavi (OFET)’lere eğilimi
artırmıştır.
OFET uzun yıllardır mandibular büyümeyi, nazal solunumu ve yüz görünümünü iyileştirmek
kullanılan, ağız boşluğunda dilin konumlandırılması, oral (dudak ve dil) ve orofaringeal yapıları
(yumuşak damak, lateral farenks duvarı) hedef alan izotonik ve izometrik egzersizleri kapsamaktadır.
Dil egzersizleri, dil ucunun dilin istirahat pozisyonu olan üst damak ön bölgeye konumlandırmasını
da içeren egzersizleri kapsamaktadır. Yüz egzersizleri ise, dudaklara, orbicularis oris'in kasılması ve
gevşetilmesi, emme hareketleri ve buccinator kaslarına intraoral olarak parmak basıncının
uygulanmasını içeren egzersizleri kapsamaktadır. Çiğneme kaslarının yan çene hareketleri ile
izotonik ve izometrik kasılmalarını ve gerilmelerini içermektedir. Ayrıca, yutma fonksiyonunu stimüle
etmek için spesifik manevralar ve teknikler ile yutma uyarımı sağlanmaktadır. OFET' nin etkinliğini
değerlendirmeye yönelik birçok yeni vaka çalışmaları, vaka serileri ve randomize kontrollü çalışmalar
yapılmıştır [19-23].
Kanezaki vd., solunum bozukluğu olan hastalarda dil protrüzyon kas gücünün hava yolu
açıklığına etkisini araştırmıştır. Dil protrüzyon gücü, obstrüktif apne zamanı, apne indeksi ve 2.uyku
evresi yüzdesi ile negatif korelasyon göstermiştir. Obstrüktif uyku apnesinde, dil protrüzyon
kuvvetinin uyku sırasındaki hava yolu açıklığının prediktif faktörü olduğu belirtilmiştir [19].
Guimarães vd., solunum bozukluğu olan hastalarda OFET’nin etkisini araştırdıkları
çalışmaya 31 hastayı dahil etmişlerdir. Çalışma grubundaki 16 hasta yumuşak damak, dil ve lateral
farengeal duvarı içeren izometrik ve izotonik egzersizleri 3 ay boyunca uygulamıştır. Hastalarda,
OFET’in horlamanın ciddiyeti ve subjektif ölçümleri, gündüz uykululuk ve uyku kalitesinde
iyileşmeler sağladığı görülmüş ve bireyler için uygun bir alternatif tedavi yöntemi olduğu
savunulmuştur [21].
OFET’nin, solunum parametreleri, AHİ ve uyku sırasında periferik oksijenin doygunluğu
(SpO2) üzerindeki etki potansiyelini değerlendirilen bir başka çalışmada, diş hekimliği fakültesinde
okuyan 92 öğrencinin gündüz uykululuk düzeyleri EUS ile değerlendirilmiş ve yüksek EUS’na sahip
15 öğrenci iki aylık OFET alınmıştır. Çalışma öncesi ve sonrası SpO2 sırasıyla %90.0±2.9 ve
%96.8±0.8 olarak ölçülmüştür. Çalışma sonunda AHİ değerlerinin çalışma öncesine göre önemli ölçüde
azaldığı tespit edilmiştir [22].
Guilleminault vd. yaptıkları çalışmada, adenotonsillektomiyi takiben rezidüel anormal
solunum semptomları ile ortodontik tedaviye sevk edilen solunum bozukluğu olan pubertal dönem
öncesi çocuklarda yaptığı retrospektif çalışmada, hastalara orofarengeal egzersizlere uygulanmıştır.
Uygulama değerleri, tanı anında, adenotonsillektomiyi takiben ve uzun süreli takipte polisomnografi
ile karşılaştırılmıştır. Değerlendirme sonunda tüm bireyler uyanık iken anormal orofasiyal kas tonusu
ile skorlanmıştır. Orofarengeal egzersizlerin alternatif bir tedavi yöntemi olabileceği belirtilmiştir
[23].
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Tuncer ve ark.
93
Klinik ortamlarda orofarengeal tedavinin uygulanmasındaki kanıtların sınırlı olması
nedeniyle, özellikle pediatrik bireyler arasında OFET’nin etkinliğini doğrulamak için araştırmalara
ihtiyaç vardır.
Germe Egzersizleri
Germe egzersizleri ile dokuların istenilen uzunluk ve esnekliğe kavuşması, denge ve
hareketliliğin artırılarak yaralanmaların en asgari seviyeye indirilmesi amaçlanmaktadır. Herhangi
bir patoloji veya immobilizasyona bağlı olarak, hareket açıklığının tamamını veya bir kısmını
kaybetmiş eklem ve diğer gerilebilir yapıların normal fonksiyonlarına döndürülmesi amacıyla germe
egzersizleri uygulanmaktadır [24]. Bu genel kullanım alanlarının dışında germe egzersizleri uyku
kalitesini artırmak amacıyla, bir alternatif yöntem olarak tavsiye edilmektedir. Bu amaçla yaptığımız
tarama sonucunda, germe egzersizlerinin uykuyla olan ilişkisi üzerine yapılmış çok fazla çalışma
olmadığı tespit edilmiştir.
D'Aurea vd., kronik uykusuzluk yaşayan hastalarda egzersiz ve germenin uyku, ruh hali ve
yaşam kalitesi üzerine etkilerini değerlendirmek için 3 gruplu bir randomize çalışma tasarlamışlardır.
Gruplardan birine germe egzersizleri, birine kuvvetlendirme egzersizleri verilirken, diğer grup,
kontrol grubu olarak belirlenmiştir. Yapılan 4 aylık çalışma sonucunda, kuvvetlendirme grubu ile
germe grubu arasında anlamlı bir fark bulunmamıştır. Ancak, kontrol grubu ile karşılaştırıldığında,
her iki egzersiz grubunun, uykusuzluk şiddeti endeksi puanlarında, uyku latansının aktigrafik
ölçümlerinde, uykuya dalma süresinde gecikme ve uyku başlangıcından sonra uyanma verilerinde
anlamlı olarak daha büyük iyileşmeler sağlamıştır. Kontrol grubu ile karşılaştırıldığında her iki deney
grubunda da, Pittsburg Uyku Kalite İndeksi (PUKİ) skorları ve uyku süresi verilerinde iyileşmeler
görülmüştür. Germe ve kuvvetlendirme grupları arasında polisomnografi ve yaşam kalitesi
ölçümlerinde anlamlı bir fark gözlenmemiştir [25].
50-75 yaş arası, fazla kilolu veya obez kadınlarda orta şiddette genel egzersiz ve germe
egzersizlerinin etkilerinin, egzersiz miktarı ve zamanlamasının uyku kalitesiyle olan ilişkilerinin
incelendiği randomize bir çalışmada, egzersiz grubuna 87, germe grubuna 86 olmak üzere toplam 173
kişi dahil edilmiştir. Yapılan değerlendirmeler sonucunda sabahları egzersiz yapan grupta, haftada
en az 225 dakika egzersiz yapan bireylerin, haftada 180 dakikadan daha az egzersiz yapanlara kıyasla
uykuya geçişlerinde daha az sorun yaşadıkları görülmüştür. Egzersizlerini akşam yapan grupta ise,
tam tersi sonuçlar elde edilmiştir. Germe grubundaki hastalar, başlangıç durumlarıyla
kıyaslandığında, müdahale döneminde ilaç kullanma ihtiyaçları ve uykuya dalmak için
zorlanmalarının daha az olduğu gözlenmiştir. Çalışmanın sonuçlarına göre hem germe hem de
egzersiz müdahalelerinin sedanter, fazla kilolu, menopoz sonrası kadınlarda uyku kalitesini
artırabildiği, orta şiddette egzersizin etkisinin, egzersiz miktarına ve egzersizin yapıldığı saate bağlı
olarak değişebildiği görülmüştür [26].
Uyku Hijyeni
Uyku hijyeni, uyku kalitesini artırma amacıyla yapılan uygulama ve ilkeler olarak
tanımlanmaktadır [27]. Uyku kalitesini artırmak için gerekli olan günlük aktiviteler, alışkanlıklar ve
çevresel faktörlerdeki düzenlemeler uyku hijyeni kapsamında ele alınmaktadır. Uyku hijyen eğitimi
uyku bozuklukları yönetiminde ucuz, yan etkisi olmayan etkili bir yaklaşımdır ve uyku bozuklukları
ile mücadelede yaygın olarak başvurulan yöntemlerden birisidir.
Uyku hijyeni, uyku çevresi düzenlemeleri, uyku zamanı ayarlamaları, günlük aktiviteler,
besin alımını düzenleme, zihinsel kontrol davranışlarını geliştirme gibi alt boyutlara ayrılarak
uygulanmaktadır [27,28]. Günlük rutin düzenli uyku, düzenli uyanma saati, bireylerin gün içinde
kalan zamanını daha verimli kullanmasına olanak sağlayacaktır. Kaczor vd., çocuk ve ergenlerde
davranışsal uyku bozukluklarının tedavisi hakkında veri toplamak amacıyla yaptıkları literatür
taramasında, uyku hijyeninin uygulanması, davranışsal düzenlemeler ve farmakolojik tedavi olmak
üzere 3 temel tamamlayıcı prosedür tanımlamışlardır. Sağlıklı ve verimli bir uyku hijyeni için,
etkinliği kanıtlanmış düzenli uyku takvimi, uyumak için hazırlanmış uygun bir ortam, multimedya
içermeyen karanlık ve sessiz bir yatak odası, düzenli bir yatma rutini, kafeinli içeceklerden uzak
durma tavsiye edilmektedir [29].
Elit bayan sporcularda uyku hijyeni eğitim seansının uyku indeksleri üzerindeki etkisini
değerlendirmek amacıyla, 26 sporcu ile yapılan çalışmada, sporcular bir hafta temel uyku takibine
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Tuncer ve ark.
94
alınmış, sonrasında uyku hijyeni eğitimi ile ilgili oturum düzenlenmiş ve yeniden uyku takibine
alınmışlardır. Çalışma sonunda elde edilen verilere göre, yalnızca bir oturumluk uyku hijyeni
eğitiminin, sporcuların uyku miktarının artması yönünde olumlu etki ettiği tespit edilmiş, bu
uygulamayı sporcuların yarışmalar öncesi kullanabilecekleri tavsiye edilmiştir [30].
Rezaei vd., uyku kalitesi, psikolojik durum ve uyku hijyeni arasındaki ilişkiyi incelemek için
553 tıp öğrencisi ile yaptıkları çalışmada, öğrencilerin depresyon, anksiyete ve bazı uyku hijyeni
davranışlarının, PUKİ skoru ile anlamlı şekilde ilişkili olduğu görülmüştür. Ayrıca uyku kalitesinin
yetersiz olmasının tıp öğrencileri arasında yaygın bir sorun olduğu ve bazı psikolojik semptomlar ile
uyku hijyeni davranışlarının ilişkili olduğu görülmüştür [31].
2019 yılında yapılan bir çalışmada, hafif ve orta şiddette uykuda solunum bozukluğu olan 174
hastayı, uyku hijyeninin klinik semptomları ile bununla ilgili faktörler arasındaki ilişki
polisomnografi ve uyku anketleriyle değerlendirmiştir. Değerlendirmeler sonucunda hastaların uyku
hijyeninde yapacakları düzenlemelerin, semptomların hafiflemesinde etkili olduğu görülmüştür [32].
Bilişsel ve Davranışsal Tedavi
Bilişsel ve Davranışsal Tedavi (BDT) kişilerin bilgi seviyelerini artırma ve davranışlarını
düzenleyerek iyilik halini yükseltmeye yönelik bir yaklaşım tarzını içeren tedavi yaklaşımıdır. BDT
de öğrenme ve yeniden öğrenme olarak adlandırılabilecek kuram bulunmaktadır [33]. Öğrenme
temelli ve kişisel beceriye dayalı bu yöntem, uykusuzluğun tedavisi için, ilaca bağlı olmayan
yöntemler arasında en sık başvurulan yöntemlerden birisidir.
BDT’nin uykusuzluk üzerine olan uygulamaları genellikle birkaç bölümden oluşmaktadır.
Bunlar, uyku, uykusuzluk ve uyku hijyeni konularında psiko-eğitim, uyku davranışlarındaki
yanlışların ortaya çıkarılması, zararlı bilişsel süreçleri azaltma teknikleri, inançlar, beklentiler gibi
çeşitli rahatlama ve dikkat eğitimini kapsamaktadır [33]. BDT’nin ilaçlardan daha uzun süreli
cevaplar oluşturduğu gösterilmiştir [34]. Değişik hasta grupları üzerindeki etkinliği hakkında önemli
kanıtlar tespit edilmiştir. BDT' nin meme kanseri, kronik ağrı, fibromiyalji ve diğer tıbbi
komorbiditeleri olan hasta gruplarında, bireylerin uykusuzluk semptomlarında klinik olarak anlamlı
bir iyileşme sağladığı bulunmuştur [34-37].
Avusturalya Uyku Birliği, 2017 yılında yaptığı literatür taraması sonrası uykusuzluk için
BDT’nin tedavide ilk aşamada tavsiye edilmesi yönünde bir bildiri yayınlamıştır [34]. Ayrıca aynı
bildiride, farkındalık tabanlı terapilerin davranışsal tekniklerle birlikte kullanılması, ilaç
kullanımının gereken en düşük doz ve en kısa süre ile sınırlı tutulması gerektiği, BDT’ye erişimin
iyileştirilmesi, BDT’nin etkinliği konusunda farkındalığın arttırılması ve eğitimli uygulayıcıların
sayısının arttırılması yönünde önerilerde bulunmuşlardır.
Van Straten vd., BDT’nin uyku üzerindeki etkilerini araştırdıkları metaanaliz çalışmasında,
87 randomize kontrollü çalışma, 3724 hasta ve 2579 kontrol hastasının verilerini incelemişlerdir.
Genel olarak BDT’nin uykusuzluk şiddet endeksi, PUKİ skoru, uyku başladıktan sonra uyanma,
uykuya dalmada gecikme, uyanma sayısı ve uyku kalitesi üzerinde önemli etkileri olduğu
görülmüştür. Etkinin en az olduğu kısım ise toplam uyku süresi olarak tespit edilmiştir [35].
BTD’nin uykusuzluk üzerinde etkili olduğunu gösteren birçok çalışma mevcut olmasına
rağmen, insanların bu tedaviye ulaşım imkanları kısıtlıdır. BTD’ye ulaşımı kolaylaştırmak için,
internet bu hizmeti sunmak bir seçenek olarak düşünülmüş ve bu yönde çalışmalar yapılmıştır.
İnternet tabanlı BDT’nin çalışanların uykusuzluk problemlerinde faydalı sonuçlara sahip olduğu
görülmüştür [38,39]. Zachariae vd. bu konu ile ilgili olarak, çalışma şartlarına uygun 1460
katılımcının verilerini inceleyen bir meta analiz hazırlamışlardır. Bu analize göre, internet üzerinden
sunulan BTD’nin uykusuzluk şiddeti, uyku etkinliği, öznel uyku kalitesi, uyku başlangıcından sonra
uyanma, uykuya dalmada gecikme, toplam uyku süresi ve tedavi sonrası gece uyanma sayısı gibi konu
başlıklarında olumlu gelişmeler sağladığını tespit etmişlerdir [38].
Yoga
Yoga duruş, nefes egzersizleri ve meditasyonu içeren gevşeme temelli bir egzersiz çeşididir.
Yoganın tercih sebebi olmasının en önemli nedenlerinden biri asana çeşitliliğinin fazla olması ve esnek
bir program olmasından dolayı her kişiye kolayca uyarlanabilmesidir [40]. Bu nedenle yoga sağlıklı
kadınlar da, gebe kadınlar da, post-partum dönemde ve hastalıklarda etkili olarak kullanılmaktadır.
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Tuncer ve ark.
95
Bu genel kullanım alanlarının dışında uyku kalitesini artırmak amacıyla yoganın kullanılması bir
alternatif yöntem olarak tavsiye edilmektedir.
Yoganın uyku problemlerinde etkileri araştırılmış ve otonom sinir sistemini etkilediği
zamanla gama-aminobütirik asit miktarını ve enflamatuar göstergeleri azalttığı ve bu nedenle de
uyku kalitesini ve süresini arttırdığı sonucuna varılmıştır [41,42]. Yoga uygulaması kanser
hastalarının ilaç kullanımını azaltmış, uyku kalitesini artırmış ve sağ kalım oranını arttırmıştır [43].
Osteoartritli hastaların uyku kalitesinin düştüğü ve uyku düzeninin bozulduğu saptanan bir
çalışmada da hastalara verilen düzenli yoga programının uyku problemlerini azalttığı ifade edilmiştir
[44]. Babbar ve arkadaşlarının hazırladığı çalışmada, gebelikte fizyolojik sebepler, doğum ve
ebeveynlik kaygısıyla uyku düzeninin bozulduğu, ancak 2. trimesterden başlayarak uygulanan 7
haftalık düzenli yoga uygulamalarının gebelikte uyku problemlerini düzenlediği ortaya konmuştur
[45].
Yoganın postürün düzelmesi, nefes kontrolünün ve gevşemenin sağlanması ile uyku kalitesi,
uyku süresi üzerine olumlu etkisinin olduğu çalışmalarda gösterilmiştir. Uyku bozukluklarından
uyku ile ilişkili solunum bozuklukları ve uyku ile iliskili hareket bozukluklarında düzenli egzersiz
programı olarak kişiye özel seçilmiş aşamalardan oluşan bir yoga programı önerilmektedir.
Pilates
Uyku problemleri kişinin kısa dönemde performansını düşürmekte, uyku halini ve
yorgunluğunu arttırmaktadır. Uzun dönem uyku problemleri ise kişinin uyku yoksunluğunun neden
olduğu erken ölüm, hipertansiyon, obezite, diabet ve kardiyak problemler olmak üzere pek çok kronik
hastalıklara yol açabilmektedir. Bunların yanında uyku problemleri ile orantılı olarak bireylerde
kaygı ve depresyon düzeylerinin arttığı tespit edilmiştir [46,47]. Tüm bu sebeplerden dolayı, uyku
sorunlarının kısa sürede çözüme ulaşabilmesi için pilates eğitimi alternatif bir yaklaşım olarak
tavsiye edilmektedir.
Pilates merkezleme, konsantrasyon, kontrol, hassasiyet, akış ve nefes kontrolü olmak üzere 6
temel prensibe dayanarak vücudu bir bütün olarak çalıştıran bir yöntemdir [48]. Pilates egzersizleri
her yaştan sağlıklı birey ve hasta birey için uygulanabilir bir yöntem olmasından dolayı sıkça tercih
edilmektedir.
Haftada 2 saat olmak üzere 12 haftalık bir pilates programının uyku problemi olan bireylerde
uyku kalitesini arttırdığı ve gecikmiş uykuyu azalttığı ortaya konmuştur. Bozulmuş ve değişken uyku
kalitesi olan geriatrik bireylerde yapılan 16 haftalık pilates egzersizleri ise hastaların PUKİ skalası
skorlarını arttırmış ve uyku kalitelerini düzenlemiştir [49]. Kronik kalp yetmezliği olan hastalarda
yapılan çalışmalarda ise hastaların uyku kalitesinin düşük olduğu, ancak 10 hafta süreyle yapılan
düzenli kişiye özel pilates programının uyku kalitesini arttırdığı saptanmıştır [50].
Pilates düzenli uygulama gerektirmekte ve eğitimin başlangıç aşamasında profesyonel bir
yardım gerekli görülmektedir. Düzenli egzersiz programı olarak pilates uyku bozukluklarında tavsiye
edilmektedir.
SONUÇ
Sonuç olarak son yıllarda yapılan çalışmalar, egzersiz tedavi yaklaşımlarının uyku
bozukluklarının tedavisinde alternatif bir yöntem olarak dahil edilmesini tavsiye etmektedir. Bireyi
fiziksel, duygusal ve zihinsel olarak değerlendiren, bütünsel bir tedavi yaklaşımı sunan bu tedavi
uygulamaları, bireyin iyi olma halini destekleyerek, yaşam kalitesinin artmasına ve genel sağlığının
korunmasına önemli katkıda bulunmaktadır.
Teşekkür: Yok. Çıkar çatışması: Yok. Finans: Yok.
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Tuncer ve ark.
96
KAYNAKLAR 1. https://www.nhlbi.nih.gov/science/sleep-science-and-sleep-disorders
2. Sateia MJ. International classification of sleep disorders-third edition: highlights and modifications. Chest,
2014;146(5):1387-1394.
3. Gooneratne NS. Complementary and alternative medicine for sleep disturbances in older adults. Clinics in
geriatric medicine, 2008; 24(1): 121–38.
4. Anderson KN. Insomnia and cognitive behavioural therapy-how to assess your patient and why it should be
a standard part of care. Journal of thoracic disease, 2018; 10 (Suppl 1), S94–S102. doi:10.21037/jtd.2018.01.35
5. Siengsukon CF, Al-dughmi M, Stevens S. Sleep Health Promotion: Practical Information for Physical
Therapists, Physical Therapy, 2017:97(8): 826–836.
6. Sozansky J, Houser SM. The physiological mechanism for sensing nasal airflow: a literature review. Int
Forum Allergy Rhinol, 2014; 4(10): 834-8.
7. Um YH, Hong SC, Jeong, JH. Sleep problems as predictors in attention-deficit hyperactivity disorder: Causal
mechanisms, consequences and treatment. Clinical Psychopharmacology and Neuroscience, 2017; 15(1): 9.
8. Sengul Y S, Ozalevli S, Oztura I, Itil O, Baklan B. The effect of exercise on obstructive sleep apnea: a
randomized and controlled trial. Sleep and Breathing, 2011; 15(1): 49-56.
9. Kaur J, Sharma C. Exercise in sleep disorders. Delhi Psychiatry Journal, 2011;14(1):133-137.
10. Morin CM, Hauri PJ, Espie CA, Spielman AJ, Buysse DJ, Bootzin, RR. Nonpharmacologic treatment of
chronic insomnia. Sleep. 1999;22(8):1134-56.
11. Wang W, He G, Wang M, Liu L, Tang H. Effects of patient education and progressive muscle relaxation alone
or combined on adherence to continuous positive airway pressure treatment in obstructive sleep apnea
patients. Sleep Breath. 2012; 16(4): 1049-57.
12. Guo Y, Xu M, Ji M, Wei Z, Zhang J, et al. The effect of Imaginary Working Qigong on the psychological well-
being of college students: Study protocol for a randomized controlled trial. Medicine, 2018; 97(44): e13043.
13. Schlarb AA, Liddle CC, Hautzinger M. JuSt–a multimodal program for treatment of insomnia in adolescents:
a pilot study. Nature and science of sleep, 2011; 3: 13.
14. Kelley GA, Kelley KS. Exercise and sleep: a systematic review of previous meta‐analyses. J Evid Based
Med. 2017;10: 26– 36.
15. Bernard P, Savard J, Steindorf K, Sweegers MG, Courneya KS, et al. Effects and moderators of exercise on
sleep in adults with cancer: Individual patient data and aggregated meta-analyses. J Psychosom Res.
2019;124:109746.
16. Passos GS, Poyares D, Santana MG, D’Aurea CVR, Youngstedt SD, Tufik S, de Mello MT. Effects of moderate
aerobic exercise training on chronic primary insomnia. Sleep medicine, 2011;12(10):1018-1027.
17. King AC, Pruitt LA, Woo S, Castro CM, Ahn DK, et al. Effects of moderate-intensity exercise on
polysomnographic and subjective sleep quality in older adults with mild to moderate sleep complaints. J
Gerontol A Biol Sci Med Sci. 2008; 63(9):997-1004.
18. Kline CE, Crowley EP, Ewing GB, Burch JB, Blair SN, et al. The effect of exercise training on obstructive
sleep apnea and sleep quality: a randomized controlled trial. Sleep, 2011; 34(12): 1631-1640.
19. Kanezaki M, Ogawa T, Izumi T. Tongue protrusion strength in arousal state is predictive of the airway
patency in obstructive sleep apnea. The Tohoku journal of experimental medicine, 2015; 236(4): 241-245.
20. Camacho M, Certal V, Abdullatif J, Zaghi S, Ruoff C, et al. Myofunctional therapy to treat obstructive sleep
apnea: a systematic review and meta-analysis. Sleep, 2015; 38(5): 669-675.
21. Guimarães KC, Drager LF, Genta PR, Marcondes BF, Lorenzi-Filho G. Effects of oropharyngeal exercises on
patients with moderate obstructive sleep apnea syndrome. American journal of respiratory and critical care
medicine, 2009; 179(10): 962-966.
22. Suzuki H, Watanabe A, Akihiro Y, Takao M, Ikemats T, et al. Pilot study to assess the potential of oral
myofunctional therapy for improving respiration during sleep. Journal of prosthodontic research, 2013;
57(3):195-199.
23. Guilleminault C, Huang YS, Monteyrol PJ, Sato R, Quo S et al. Critical role of myofascial reeducation in
pediatric sleep-disordered breathing. Sleep medicine, 2013; 14(6): 518-525.
24. Behm DG, Blazevich AJ, Kay AD, McHugh M. Acute effects of muscle stretching on physical performance,
range of motion, and injury incidence in healthy active individuals: a systematic review. Appl Physiol Nutr
Metab, 2016; 41 (1): 1-11.
25. D'Aurea CVR, Poyares D, Passos GS, Santana MG, Youngstedt SD, Souza AA, Bicudo J, Tufik S, de Mello
MT. Effects of resistance exercise training and stretching on chronic insomnia. Braz J Psychiatry, 2019; 41(1):
51-57.
Zeugma Health Res. 2020;2(2) Tuncer ve ark.
97
26. Tworoger SS, Yasui Y, Vitiello MV, Schwartz RS, Ulrich CM, Aiello EJ, Irwin ML, Bowen D, Potter JD,
McTiernan A. Effects of a yearlong moderate intensity exercise and a stertching intervention on sleep quality
in postmenopausal women. Sleep, 2003;1;26(7): 830-836.
27. Güneş Z. Role and strategies of sleep hygiene in promoting sleep health. Archives Medical Review Journal,
2018:27(2); 188-198.
28. Huang CY, Liao HY, Chang ET, Lai HL. Factors associated with the teaching of sleep hygiene to patients in
nursing studens. Nurse Educ Pract, 2018; 28: 150-155.
29. Kaczor M, Skalski M. Treatment of behavioral sleep problems in children and adolescents - literature review.
Psychiatr Pol. 2016;50(3):571‐584.
30. O’Donnell S, Driller MW. Sleep-hygiene education improves sleep ındices in elite female athletes. Int J Exerc
Sci, 2017;10(4): 522-530.
31. Razaei M, Khormali M, Akbarpour S, Sadeghniiat- Hagighi K, Shamsipour M. Sleep quality and its
association with psychological distress and sleep hygiene: a cross-sectional study among pre-clinical medical
students. Sleep Sci, 2018;11(4): 274-280.
32. Jung SY, Kim HS, Min JY, Hwang KJ, Kim SW. Sleep hygiene-related conditions in patients with mild to
moderate obstructive sleep apnea. Auris Nasus Larynx, 2019; 46(1): 95-100.
33. Jacob W, Alicia R, Karlyn V, Christina S. Cognitive Behavioral Treatment of Insomnia. Chest, 2013; 143(2):
554–565.
34. Ree M, Junge M, Cunnington D. Australasian Sleep Association position statement regarding the use of
psychological/behavioral treatments in the management of insomnia in adults. Sleep Medicine, 36, 2017;
Suppl 1:43-47.
35. van Straten A, van der Zweerde T, Kleiboer A, Cuijpers P, Morin CM, Lancee J. Cognitive and behavioral
therapies in the treatment of insomnia: A meta-analysis. Sleep Med Rev, 2018; 38: 3-16.
36. Herbert V, Kyle SD, Pratt D. Does cognitive behavioural therapy for insomnia improve cognitive
performance? A systematic review and narrative synthesis. Sleep Med Rev, 2018; 39, 37-51.
37. Chung KF, Lee CT, Yeung WF, Chan MS, Chung EW et. Sleep hygiene education as a treatment of insomnia:
a systematic review and meta-analysis. Fam Pract. 2018; 35(4): 365-375.
38. Zachariae R, Lyby MS, Ritterband LM, O'Toole MS. Efficacy of internet-delivered cognitive-behavioral
therapy for insomnia - A systematic review and meta-analysis of randomized controlled trials. Sleep Med
Rev, 2016; 30:1-10.
39. Barnes CM, Miller JA, Bostock S. Helping employees sleep well: Effects of cognitive behavioral therapy for
insomnia on work outcomes. J Appl Psychol, 2017; 102:104-113.
40. Pandurangi AK, Keshavan MS, Ganapathy V, Gangadhar BN. Yoga: Past and Present. Am J Psychiatry,
2017; 174(1):16-17.
41. Streeter CC, Jensen JE, Perlmutter RM, Cabral HJ, Tian H, et al. Yoga Asana sessions increase brain GABA
levels: a pilot study. J Altern Complement Med, 2007; 13(4):419–26
42. Streeter CC, Whitfield TH, Owen L, Rein T, Karri SK, et al. Effects of yoga versus walking on mood, anxiety,
and brain GABA levels: a randomized controlled MRS study. Journal of alternative and complementary
medicine, 2010; 16(11):1145–1152.
43. Mustian KM, Sprod LK, Janelsins M, Peppone LJ, Palesh OG, et al. Multicenter, randomized controlled trial
of yoga for sleep quality among cancer survivors. Journal of clinical oncology : official journal of the American
Society of Clinical Oncology, 2013; 31(26): 3233–3241.
44. Taibi DM, Vitiello MV. A pilot study of gentle yoga for sleep disturbance in women with osteoarthritis. Sleep
medicine, 2011; 12(5): 512–517.
45. Babbar S, Shyken J. Yoga in Pregnancy. Clin Obstet Gynecol, 2016; 59(3): 600–612.
46. Ferrie JE, Shipley MJ, Cappuccio FP, Brunner E, Miller MA, et al. A prospective study of change in sleep
duration; associations with mortality in the whitehall II cohort. SLEEP, 2007; 30(12):1659-1666.
47. Aibar-Almazan A, Hita-Contreras F, Crus-Diaz D, de la Torre-Cruz M, Jimenez-Garcia JD, et al. Effects of
Pilates training on sleep quality, anxiety, depression and fatigue in postmenopausal women: A randomized
controlled trial. Maturitas, 2019; 124:62-67.
48. Di Lorenzo CE. Pilates: what is it? Should it be used in rehabilitation? Sports health, 2011; 3(4): 352–361.
49. García-Soidán JL, Giraldez, VA, Zagalaz, JC, Lara-Sánchez AJ. Does pilates exercise increase physical
activity, quality of life, latency, and sleep quantity in middle-aged people? Percept Mot Skills, 2014;119(3):
838-850.
50. Naqadeh HN. The Effect of Pilates Exercises on Anxiety and Quality of Sleep in Patients with Chronic Heart
Failure. Journal of sport and exercise psychology, 2017; 3(1):8-12.
sbf.hku.edu.tr