Post on 04-Feb-2018
1
1. BÖLÜM: GİRİŞ
İçinde yaşadığımız toplumu şekillendiren iki baskın eğilimin varlığından söz edilmektedir. Bunlardan biri sayısallaştırma diğeri ise çokkültürlülük olarak tanımlanmaktadır (Castells,
2000; Wood & Landry, 2008). Her iki olgu da toplumun kültürel ve bilimsel gelişimine katkılar
sağlayacak vaatler içermektedir. Sayısallaştırma, toplumsal gelişimi şekillendiren insan
sayısını artırmakta (Qvortrup, 2000; aktaran Aabø ve diğerleri, 2010) aynı zamanda halkın
hem kendi arasında hem de politikaları oluşturup uygulayanlarla arasında yeni iletişim
kanalları açmaktadır. Demokrasinin gelişmesine katkı sağlayan bu önemli unsurun yanı sıra çokkültürlülük farklı kültürlerden gelen insanlar arasında canlı bir iletişim ve fikir alışverişi
ortamı yaratmaktadır. Bu gelişmeler kültürler arasındaki değer ve kural farklılıklarını sosyal
eksende ortaya çıkaracak ve kültürlerarası iletişimi artıracak merkezlerin varlığına gerek
duyulmasına neden olmaktadır.
Toplum içinde var olan farklı kültürlerin egemen kültür ile alt kültürler arasındaki ilişkisini konu
edinen çokkültürlülük, aynı zamanda farklı kültürlerin kendilerini yaşadıkları ülkeye ait
hissedebilmeleri için gerekli ortak kamu kültürünün yaratılması düşüncesini destekleyen bir
olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bireylerin kimliklerini korumasını, var olan kültürel değerleri ile toplum içinde kamusal hayata eşit haklarla dahil olabilmesini bir başka deyişle
kendilerine sunulacak alternatifler içinde seçim yapabilme özgürlüğüne sahip olmalarını
savunan bir yaklaşımdır. İngilizcesi multiculturalism olan kavramın Türkçe karşılığının ne
olması gerektiği ile ilgili olarak Yürüşen (1998; aktaran Barın, 2016) tarafından yapılan
değerlendirmede aynı zamanda kavramın içeriğine yönelik betimlemeler de bulunmaktadır. İçinde birden fazla kültürü barındıran toplumun çok kültürlü toplum olarak tanımlanması
halinde söz konusu çokkültürlülüğün, multiculturality ya da multicultureness kavramlarına
karşılık gelmesi gerektiği şeklinde yapılan değerlendirmede, bunun bir ideoloji olmadığı
sadece bir durumdan ibaret olduğu ifade edilmektedir. Bu yönüyle çokkültürlülük, toplum
içinde kültürel bakımdan anlamlı farklılıklar gösteren sosyolojik grupların var olmasıdır.
Kavram normatif bir yaklaşımla ele alındığında; ideal bir toplum biçiminde belirli toplumsal farklılıkların, kamusal alana siyasi mekanizmanın kullanılmasıyla yansıtılmasını temel alan
değerler bütünü olarak karşımıza çıkar. Bu yönüyle kavram çokkültürlülük olmaktan çıkarak
çokkültürcülük kavramına dönüşmektedir (Yürüşen, 1998; aktaran Barın, 2016).
Bu çalışmada çokkültürlülük kavramının kullanılması gerek ilgili literatürde egemen kavram olması gerekse gündelik konuşma dilinde tercih ediliyor olması nedeniyledir. Çalışmada,
kavramı ortaya çıkaran, toplum içindeki kültürel çeşitlenmeye bağlı demografik değişimleri
ele almak öncelik kazanmaktadır. Bu yaklaşımla; uluslararası göçler, emekli göçleri özelinde
referans kaynaklardan alınan veriler ve nedenleri ile tartışılacaktır. Türkiye’de 2000’li yılların
2
başından itibaren artarak gerçekleşen ve yasal reformlar yapılmasına neden olan emekli
göçleri, çokkültürlülük kavramını tartışmaya değer kılan gelişmelerden biri olmuştur. Farklı
kültürlerin bir araya gelmesiyle kamusal alandaki çoğul kültür için kültürelerarası iletişim ve
sosyo-kültürel uyum gibi süreçlerin planlanması ve sürdürülmesi kamu kurumlarının görev ve
sorumluluk alanlarına dahil olmaktadır.
Kanunlar aracılığıyla koruma altına alınan azınlık haklarının toplumsal yaşam içinde egemen
kültürün baskısı altında kalmaması için bireylerarası sosyal ve kültürel uyum kaçınılmazdır.
Bu uyum sağlama sürecinin siyasi misyon edinmemiş, bağımsız ve tarafsız kurumlar
aracılığıyla yürütülmesi, bireylerin yerel halk ile kesintisiz iletişim kurabilecekleri mekanlarda kendilerini rahat ifade edebilmeleri ile mümkündür. Uyum sürecinde tercih edilecek yöntemler
kültürel çeşitliliğe neden olan toplulukların niteliklerine göre belirlenebilir. Emekli göçmenlerin
demografik nitelikleri dikkate alındığında bu süreci yönetmek için geçerli olan yöntemin;
azınlık kültürünü benimseyen, farklılıkları koruyan ancak çoğunluk kültürüyle bütünleştirmeyi
hedefleyen entegrasyon yöntemi yerine kültürel ve dilsel farklılıkların kamu politikalarıyla
güvence altına alındığı, uyum sürecinin kamusal hayatta sivil toplum örgütleri, ilgili kurum ve kuruluşlar aracılığıyla desteklendiği, kültürlerarası iletişimin canlı tutulduğu, toplum içinde
bireylerce farklı kültürlerle birlikte yaşama ilkesinin benimsendiği bir yöntem olması gerektiği
açıktır. Kamu hizmetlerine yansıyacak çokkültürlü bakış açısının; toplum içinde demokrasi
kültürünü pekiştireceği, bireylerin davranış biçimlerine; farklılıklara saygı gösterme, fırsat
eşitliğini destekleme, sosyo-kültürel dışlanmaya karşı olma gibi değerler katarak toplumsal çağdaşlaşmayı besleyeceği açıktır. Charles Taylor’ın Çokkültürcülük: Tanınma Politikası
başlıklı çalışmasında belirttiği gibi (Taylor, 2005): “Çokkültürlülük; farklı kültürlerin eşit
değerde olduğunu hepimizin kabul etmesidir; bu kültürlerin yalnızca hayatlarını
sürdürmelerine izin vermekle kalmayıp onların değerli olduklarını kabul etmemizdir.”
1.1. Göç
Kültürel çeşitlilik uluslararası göçlerle birlikte ülkelerin nüfuslarına gözle görülür oranlarda
yansımaktadır. Avrupa Birliği ülkelerinde 2014 yılı istatistiklerine göre yaşadığı ülkeden farklı bir ülkede doğan kişi sayısı 52 milyona yükselmiş olup bu sayı Avrupa Birliği nüfusunun
%10,2’sini temsil etmektedir (Eurostat, 2014). Amerika Birleşik Devletlerinde 21,1 milyon kişi
ile bu oran toplam ülke nüfusunun %6,8’ine (United States Census Bureau, 2013),
Kanada’da ise 6,8 milyon kişi le ile toplam nüfusun %20,6’sına karşılık gelmektedir (Statistics
Canada, 2013). Dünyadaki göç hareketleri tarihsel olarak incelendiğinde uluslararası göçün
her zaman var olduğu ancak küresel ekonomik sistemlerin farklılaşmasıyla birlikte göç biçimlerinin de farklılaştığı belirtilmektedir (Fassmann ve Lane, 2009). Ortadoğu Stratejik
Araştırmalar Merkezi (ORSAM) tarafından hazırlanan Küresel Göç ve Avrupa Birliği ile
3
Türkiye’nin Göç Politikalarının Gelişimi başlıklı raporda, 20. yüzyılın ikinci yarısında göç tarihi
bakımından yaşanan iki önemli gelişmeden ilkinin Avrupa Birliğinin kuruluşu olduğu,
ikincisinin de serbest dolaşımın gelişimi ile birlikte demir perdenin 1989 yılında yıkılması ve
sonrasında Doğu Avrupa’dan Batı Avrupa’ya doğru başlayan göç olduğu belirtilmiştir.
Bununla birlikte adı geçen raporda yapılan projeksiyona göre göçün küresel rotasının küresel ekonomik eksenin doğuya kayması ile birlikte yeniden değişeceği şeklindedir (ORSAM,
2012). OECD tarafından yapılan değerlendirmeler; dünya nüfusunda 21.yüzyıla kadar
artarak devam eden nüfus oranlarının azalmaya başlayacağı ve nüfus oranlarında
yaşanacak değişikliklerin gelişmiş ülkelerin genç nüfuslarını olumsuz etkileyeceği yönündedir
(OECD, 2009). Dünya nüfusu içinde gelişmiş ülkelerin yaşlanma oranları dikkate alındığında ise, söz konusu ülkelerde nüfusun yaşlanmasına bağlı işgücü açığının giderilmesi için gerekli
göçmen ihtiyacı büyümeye devam edecektir (OECD, 2009). Görüldüğü üzere uluslararası
göç hareketleri sosyal ve demografik niteliklerin tetiklediği ekonomik sonuçlara bağlı olarak
da bir ivme kazanabilmektedir.
Avrupa coğrafyasında son yıllarda artarak gerçekleştiği gözlenen göç hareketlerinden biri de Kuzey Avrupa ülkelerinden Akdeniz sahillerine yönelik gerçekleşen uluslararası emekli göçü
olmuştur. Bu göç hareketinin nedenleri arasında yaşam süresinin artması ve yasal emeklilik
yaşının düşürülmesi yer almaktadır (Avrupa Toplulukları Komisyonu, 1994). Bunlara; gelir
artışı, uluslararası kitle turizminin gelişimi ve insanların yaşam tarzlarındaki değişiklikler gibi faktörler de eklenebilir. Çalışmaya konu olan emekli göçü gelişmiş ülkelerdeki vatandaşların
değişen yaşam beklentilerine bağlı oluşuyla büyük oranda işgücü ve ekonomik temelli olduğu
kabul edilen uluslararası göç hareketlerine farklı bir boyut kazandırmıştır.
1.2. Türkiye’ye Yönelik Göç Hareketleri
Uluslararası göç hareketleri içindeki konumu giderek önem kazanan Türkiye, geleneksel
olarak göç veren bir ülke olarak tanınırken, günümüzde önemli miktarda göç almaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde uluslararası göç hareketleri içindeki konumunu belirleyen başlıca göçler; çeşitli dönemlerde gerçekleşen Yunanistan ve Bulgaristan kaynaklı soydaş
göçleri ile 1960’larda başlayan Batı Avrupa ülkelerine yönelik işçi göçleri olmuştur. Ancak
uluslararası nüfus hareketleri içinde Türkiye’nin göç alan bir ülke olarak ele alınması oldukça
yeni bir yaklaşımdır (Balkır ve diğerleri, 2008).
Türkiye’ye yönelik uluslararası göçler; düzenli ve düzensiz göçler olmak üzere iki grupta
değerlendirilmektedir. Buna göre, düzenli göçler kapsamında oturma ve çalışma iznine sahip
göçmenler yer almaktadır. Düzensiz göçler kapsamında ise, kayıt dışı veya yasa dışı olarak
adlandırılabilecek transit göç, sığınmacı ve mülteci hareketleri yer almaktadır. Türkiye’ye yönelik uluslararası göç hareketleri içinde küreselleşmeye ve 1980 sonrası ekonomide
4
yaşanan liberalleşmeye bağlı olarak göçmenlerin demografik niteliklerinde değişiklikler
gözlendiği belirtilmektedir (İçduygu ve diğerleri, 2009). Yabancı ülke vatandaşlarının büyük
şehirlere iş bularak yerleşmesi, uluslararası öğrenci sayısındaki artış ve emekli statüsünde
Türkiye’de oturma ve çalışma iznine sahip uluslararası nüfusun artışı gözlenen değişiklikler
arasındadır. (İçduygu ve diğerleri, 2009). Grafik 1’de Türkiye’de yıllara göre oturma izni alan yabancı sayılarına yer verilmiştir. Grafikte yer alan verilere göre 2005-2015 yılları arasında
oturma izni alma artış oranının %146 gibi ciddi bir artış yakaladığını görmek mümkündür
(Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, 2016a).
Grafik 1. Yıllara Göre Oturma İzni Alan Yabancı Sayısı (Göç İdaresi Genel Müdürlüğü,
2016a)
Türkiye’ye yönelik gerçekleşen düzensiz göçlerle ilgili verilere Grafik 2’de yer verilmiştir. Bu
grafikte de görüldüğü üzere yıllara göre artış seyreden düzensiz bir göç trafiği
gözlenmektedir (Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, 2016b).
Grafik 2. Yıllara Göre Düzensiz Göçmen Sayısı (Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, 2016b)
5
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) yabancı nüfusu; Türkiye’de kalma niyetiyle Adrese Dayalı
Nüfus Kayıt Sistemine kaydolan yabancılar, en az 6 aylık oturma izni devam eden yabancılar
ve izinle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkıp adres beyanında bulunmak suretiyle
ülkede oturma izni devam eden kişiler şeklinde tanımlamaktadır (TÜİK, 2013). Buna göre
2013 yılı TÜİK istatistiklerine göre Türkiye’deki toplam yabancı nüfus 456.506 kişiye ulaşmıştır. Bu sayı içinde en kalabalık grubu 135.726 ile Avrupa ülkelerinden gelenler
oluşturmaktadır (TÜİK, 2013). Toplam yabancı nüfusun %29,7’sine karşılık gelen bu oranı
referans alarak Avrupa ülkeleri vatandaşları için Türkiye’ye göçte etkili olan nedenleri
sıralamakta fayda görülmektedir (Kaiser, 2003):
a) 1980’li yıllardan bu yana devam eden siyasal ve ekonomik dışa açılım süreci
Türkiye’yi göçmenler için daha çekici bir konuma getirmiştir,
b) Türkiye, 1980’li yılların ikinci yarısından itibaren Avrupalıların giderek daha fazla tercih ettiği bir tatil ülkesi olmuştur. Türkiye ile ilgili ilk olumlu izlenimi tatilde edinmiş
birçok kişide daha sonra uzun süre kalma isteği uyanmıştır,
c) Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB)’ne tam üyelik adaylığı konusundaki ilerleme de önemli nedenler arasındadır. Türkiye’nin Ekim 2005’te AB ile müzakerelere başlaması
Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir döneme girildiğini göstermiştir. Bu gelişmeler
Türkiye’yi AB ülkelerinin vatandaşları için daha cazip bir göç ülkesi konumuna
getirmiştir.
Farklı nedenlerle Türkiye’ye yerleşen AB göçmenleri sosyo-ekonomik nitelikleri bakımından heterojen bir yapıya sahiptir. Yapılabilecek genel bir sınıflandırmada söz konusu göçmenleri;
AB menşeli ya da yabancı şirket veya kurumların görevlileri ve temsilcileri, eşi Türk vatandaşı
olan AB vatandaşları, karma evliliklerle kurulan AB-Türk ailelerinin çocukları, emekli AB
vatandaşları, alternatif bir yaşam tarzı arayan AB vatandaşları1, Türk kökenli AB vatandaşları, İstanbul Boğazı Almanları2, Mülteciler3 şeklinde sekiz farklı başlıkta
adlandırmak mümkündür (Erbaş, 1998).
AB ile Türkiye arasında karşılıklı göçe neden olan itici ve çekici (push-pull) faktörlere yönelik bir değerlendirme yapıldığında öne çıkan faktörler arasında; AB’nin kimi bölgelerinde artan
işsizlik ve yaşam koşullarının zorluğu, AB ülkelerindeki yabancı düşmanlığı, Türkiye’nin
Akdeniz iklimi ve sosyal hayat içinde yabancılara karşı olumlu yaklaşımı, Türkiye’de geçim
1Ağırlıklı olarak 35-55 yaş arasında olup Türkiye’de yeni bir düzen kurmak isteyen serbest sanatçıların oluşturduğu grup.2 Osmanlı İmparatorluğu döneminde Almanya veya başka Batı Avrupa ülkelerinden günümüz Türkiye topraklarına gelmiş olan göçmenlerin torunlarıdır. Bu kişilerin ataları genellikle Osmanlı’da ticaret yapıyor ya da Osmanlı ordusuna danışmanlık yapıyorlardı. Bunların bir çoğu, çocukları ya da torunları Türk vatandaşlığına geçmiştir. 3Nazi rejimi çerçevesinde 1933-1944 yılları arasında Almanya’dan Türkiye’ye gelen ve çoğunluğu Musevi olan vatandaşlar.
6
masraflarının daha düşük olması, Türkiye ile AB ülkeleri arasında ulaşım ve iletişim kolaylığı
gibi faktörler yer almaktadır (Balkır ve Böcker, 2010). Bu çalışmada ele alınan Avrupa
ülkelerinden gerçekleşen emekli göçleri, demografik nitelikleri bakımından diğer göçlerden
farklıdır. AB vatandaşları arasında artan alternatif yaşam tarzı arayışı ve emeklilik yıllarını
finansal ve iklim olarak geldikleri ülkeye göre daha avantajlı gördükleri ülkelerde geçirme isteği “life-style migration”4 olarak adlandırılan yeni bir göç tanımı yaratmıştır.
1.3. Araştırma Sorunları
Şu an için bu konuda yapılacak geniş kapsamlı araştırmaların önündeki en belirgin engeller; mevzuattan kaynaklanan sorunlar nedeniyle Türkiye’ye yerleşmiş yabancıların demografik
dağılımlarına erişmek konusundaki zorlukların yanı sıra kurumlar arasındaki istatistiksel
verilere yönelik tutarlılık düzeyidir.
1.4. Türkiye’de Yabancı İstatistikleri
Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK) tarafından TÜBİTAK'ın desteğiyle
hazırlanan rapora göre, Türkiye’de yaşayan yerleşik yabancılarla ilgili ulaşılan resmi verilerin eksikliğinde en temel neden, resmi kurumların bu konudaki isteksizliğidir (USAK, 2008). Bu
yönüyle 2013 yılında T.C. İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün kuruluşuna
kadar geçen sürede veri iletişimi açısından kurumlar arasında koordinasyon sorunu olduğu
açıktır. Bu süre, ülkemizdeki yabancı nüfus artışının 2000’li yıllardan itibaren ivme kazandığı
dikkate alındığında on yıldan fazla bir süreye karşılık gelmektedir. Günümüzde; İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün kuruluşu, yasal reformların ardından Tapu ve
Kadastro Genel Müdürlüğü tarafından sağlanan veriler, T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı çalışma izin istatistikleri ve Emniyet Genel Müdürlüğü Yabancılar Hudut İltica Daire
Başkanlığı tarafından sağlanan veriler TÜİK için referans teşkil ederken bu konuda yapılacak
araştırmalar için de güncel başvuru kaynakları konumundadır. Yurtiçinden sağlanan bilgiler arasındaki tutarlılık şüphesiz bu konuda geliştirilecek politikalar ve yapılacak araştırmalar için
önem taşımaktadır. Benzer bir tutarlılığın uluslararası düzeyde yakalanabilmesi planlanacak
politikalarda ve yapılacak araştırmalarda uluslararası işbirliğini güçlendirir nitelikte olabilir.
Tahmini verilerin yerini somut verilerin alması bu anlamda önem taşımaktadır.
Türkiye’de yaşayan yabancıların il ve ilçe bazında yoğunlaştıkları ve çokça batı ve güney batı
yerleşim merkezlerini tercih ettikleri görülmektedir. Yabancıların tercih ettikleri illerin başında
İstanbul, Antalya, Ankara, Bursa, İzmir ve Muğla gelmektedir. İller bazında ulaşılan
istatistiklere göre Türkiye’deki yabancı nüfusun %70’i Tablo 1’deki ilk on il arasında dağılım
4Uluslararası emekli göçünü tanımlamak için kullanılan bir kavramdır. Siyasi nedenlerden çok sosyal ve kişisel nedenlerle tercih edilen bir göç türüdür.
7
göstermektedir. Antalya, Muğla, Aydın ve İzmir gibi turistik illerin ve ilçelerinin bu pay
içindeki oranları %19,3’tür. Toplam yabancı nüfus içinde AB ülkelerinden gelenler; Türkiye
içinde %29,7’lik orana, tablodaki iller bazında %21,6’lik orana sahiptir. AB ülkelerinden gelen
yabancıların Antalya, Muğla, Aydın ve İzmir illeri içindeki dağılım oranları ise %9,6’dır (TÜİK,
2013).
Tablo 1. Türkiye’de Yabancı Nüfus (TÜİK, 2013)
İl Toplamı Yabancı Nüfus İçindeki Oranı (%)
İller Toplam Yabancı AB Ülkelerinden Toplam Yabancı AB Ülkelerinden
İstanbul 135.018 35.677 %29.6 %7.8
Antalya 42.310 16.287 %9.2 %3.6
Ankara 31.416 5.818 %6.9 %1.3
Bursa 22.591 5.919 %4.9 %1.3
İzmir 21.597 9.416 %4.7 %2.0
Muğla 16.490 11.996 %3.6 %2.6
Mersin 11.404 1.682 %2.5 %0.4
Adana 10.309 1.153 %2.2 %0.2
Konya 10.238 3.193 %2.2 %0.7
Gaziantep 8.729 1.073 %1.9 %0.2
Aydın 8.088 6.438 %1.8 %1.4
Grafik Toplamı
318.190 98.652 %70 %21.6
Genel Toplam
456.506 135.726 %100 %29.7
Türkiye’de yaşayan yabancıların sayısına dair referans kaynaklar arasında yer alan T.C.
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü (TKGM)’nden alınan ve Türkiye’de mülk sahibi olan yabancı uyruklu sayısının ilk 10 sıradaki ülkelere göre dağılımına
Grafik 3’te yer verilmiştir. Oturma ve/veya çalışma izinlerine sahip olup aynı zamanda
taşınmaz mülk sahipliğini gösteren grafikte, sıralamadaki ilk 10 ülkeye yer verilmiştir. 2013
8
yılına ait TÜİK yabancı nüfus verilerini destekler nitelikte, mülk sahibi olan yabancıların
ağırlıklı olarak AB ülkelerinden olduğu gözlenmektedir (TKGM, 2015).
Grafik 3. Ülkelere Göre Türkiye’de Mülk Sahibi Olan Kişi Sayısı (TKGM, 2015)
Grafik 4. İllere Göre Türkiye’de Mülk Sahibi Olan Kişi Sayısı (TKGM, 2015)
Grafik 4’te yer alan ve Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü (TKGM)’nün ülkemizde mülk edinen yabancıların en çok tercih ettiği iller sıralamasına bakıldığında, Türkiye’nin kıyı
şeridindeki illerin çekim merkezleri olduğu gözlenmektedir (TKGM, 2015). Bu veriler (Grafik 3
ve Grafik 4), Avrupa’dan ve diğer ülkelerden, ülkemize yönelik gerçekleşen emekli göçünün
şimdilik en güçlü kanıtı olarak değerlendirilebilir. Bu iller arasında Antalya en fazla mülk
alımının gerçekleştiği ildir ve bunu Muğla ve Aydın illeri izlemektedir. Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, söz konusu istatistiklerinde Avrupa pasaportu taşıyan Türk vatandaşlarını
bu sayıların dışında tutmuştur. Bu yönüyle, Grafik 3 ve Grafik 4’de yer alan veriler çifte
vatandaşlık, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı gibi çelişkileri ortadan kaldırmış olması
bakımından önemli ve anlamlıdır.
Yukarıdaki verilere ek olarak üzerinde durulması gerektiği düşünülen bir diğer gelişme, 6302
sayılı yabancılara mülk satışını düzenleyen Tapu Kanunu ve Kadastro Kanununda Değişiklik
9
Yapılmasına İlişkin Kanun’un 3 Mayıs 2012 tarihinde T.B.M.M. Genel kurulunda görüşülerek
kabul edilmiş ve 18 Mayıs 2012 tarihli ve 28296 sayılı T.C. Resmi Gazetede yayımlanmış
olmasıdır (Resmi Gazete, 2012). Bu kanunun 35. Maddesi ile birlikte yabancılara toprak
satışında geçerli olan kısıtlama oranı 2,5 hektardan 30 hektara çıkarılmıştır (Resmi Gazete,
2012). Bu düzenlemeyle gelecek yıllarda Türkiye’de taşınmaz mülk sahibi olan yabancıların sayısında artış öngörülebilir. Yabancı uyrukluların Türkiye'de gayrimenkul sahibi olmalarını
kolaylaştıran mütekabiliyet5 ilkesi ile ilgili yasal düzenlemenin ardından, 4 Nisan 2013
tarihinde T.B.M.M. Genel Kurulunda kabul edilen yabancılara 1 yıllık oturma izni veren 6458
sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’ndaki düzenleme, 11 Nisan 2013 tarihli ve
28615 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir (Resmi Gazete, 2013). Böylece Türkiye’den gayrimenkul alan yabancılara 1 yıllık oturma izni verilmesi karara
bağlanmıştır. Buna göre, gayrimenkuller başka birisine satılmadığı sürece de oturma izni 1
yıllık süreler halinde devam edecektir. Daha önceki uygulamada gayrimenkul alsalar dahi
Türkiye’de 3 aydan daha uzun süre kalamayan yabancı ülke vatandaşları için oturma izniyle
birlikte bu sorun da ortadan kalkarken, gayrimenkul sahibi olan yabancılar, o gayrimenkul üzerlerine kayıtlı olduğu sürece Türkiye’de oturma iznine sahip olmuşlardır. Söz konusu
yasal düzenlemelerin Türkiye’de mülk alımının cazip hale getirmesinin yanı sıra ülkemizde
yaşayan yabancılarla ilgili daha sağlıklı verilerin elde edilmesine olanak sağlayacağı da
söylenebilir.
Yasal düzenlemeler bağlamında reformlara konu olan Türkiye’ye göç olgusu 04/04/2013 yılında kabul edilen ve 2014 yılında yürürlüğe giren 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası
Koruma Kanunu ile düzenli veya düzensiz olmasına bakılmaksızın her türlü göçmenin aile
birleşimi, uzun süreli oturma, eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlanma, iş piyasalarında yer
alabilme gibi önemli haklar elde ettiği görülmektedir (Resmi Gazete, 2013). Adı geçen kanunun 44. Maddesine göre kesintisiz en az 8 yıl oturma izni ile Türkiye’de kalan
yabancıların 43. Maddedeki diğer hükümleri yerine getirmiş olması şartıyla; askerlik yapma,
seçme ve seçilme, kamu görevlerine getirilme gibi haklar elde edebildikleri görülmektedir
(Resmi Gazete, 2013). Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun getirdiği en önemli
yeniliklerden bir diğeri ise T.C. İçişleri Bakanlığına bağlı olarak ilgili kanunun 103. Maddesi gereği Göç İşleri Genel Müdürlüğü’nün kurulmasıdır. Bu maddeye göre; göç alanına ilişkin
politika ve stratejileri uygulamak, bu konularla ilgili kurum ve kuruluşlar arasında
koordinasyonu sağlamak, yabancıların Türkiye’ye giriş ve Türkiye’de kalışları, Türkiye’den
çıkışları ve sınır dışı edilmeleri, uluslararası koruma, geçici koruma ve insan ticareti
mağdurlarının korunmasıyla ilgili iş ve işlemleri yürütmek üzere İçişleri Bakanlığına bağlı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü kurulmuştur (Resmi Gazete, 2013). Genel Müdürlüğün yabancıların
5Mütekabiliyet, devletler arası ilişkilerde maruz kalınan davranışa aynı şekilde karşılık verme prensibini tanımlar.
10
uyum konusuna ilişkin iş ve işlemleri yürütmek ve kamu kurum ve kuruluşlarının göç alanına
ilişkin faaliyetlerinin programlanmasına ve projelendirilmesine yardımcı olmak, proje
tekliflerini değerlendirmek ve onaylamak, yürütülen projeleri izlemek, bu çalışma ve projelerin
uluslararası standartlara uygun destek vermek şeklinde tanımlanan görev ve yetkileri ile
sivilleştiği ve yabancıların uyumu konusunda ilgili paydaşlarla işbirliği ilkesini benimsediği görülmektedir (Resmi Gazete, 2013).
2000 yılı sonrasında elde edilen istatistikler beraberinde önemli sorumlulukları beraberinde
getirmiştir. Bunların başında Türkiye’nin ve toplumun bu göçlere ne kadar hazır olduğu gelmektedir. Türkiye’ye gelerek yerleşen yabancılar farklı bir dile, dine ve kültüre sahip bu
ülkede yaşarken ne gibi zorluklarla karşılaşmaktadırlar?, yerel topluma ekonomik, sosyal ve
kültürel alanda ne tür katkılarda bulunmaktadırlar?, kamusal hayata katılım konusundaki
istek düzeyleri nasıldır?, göç ettikleri ülkede yaşamlarını devam ettirebilmek için gereksinim
duydukları bilgilere ne kadar ulaşabilmektedirler?, gibi önemli sorular gündeme gelmektedir.
Bu sorular farklı disiplinlerin araştırma konuları arasında cevap bekleyen, aynı zamanda orta ve uzun vadede devlet politikaları aracılığıyla çözüm bekleyen sorulardır.