Y A R G I T A YD E R G İ S İ
KURULUŞ : OCAK 1975 ^
rK. Ci!t
J c Ekim 1980. J Sayı J
Yargıtay Yayın İşleri Müdürlüğü'nce yılda dört defa (Ocak, Nisan, Temmuz,Ekim) aylarında yayımlanır.
Sahibi : Yargıtay Adma Birinci Başkan Derviş TURHAN
Yayın Müdürü : Yargıtay Yayın İşleri Müdürü Ali Rıza GENİŞ
® Dergide yayımlanan yazılar yazarların kişisel görüşlerini yansıtır.Q Gönderilen yazının hiçbir yerde yayımlanmamış olması gereklidir. Aksi
halde ücret ödenmez.£ Dergide yayımlanan yazılar, Yargıtay Dergisi'nden alındığı belirtilerek
aktarılabilir.$ Yayımlanmayan yazılar istendiğinde geri verilir. Posta ile göndermelerde
PTT. giderleri sahibine aittir. Yayımlanmayan yazılar için gerekçe gösterm e zorunluğu yoktur.
£ Gerekli görüldüğünde yazılarda, öze değinmeyen dil ve yazım düzeltmeleri yapılabilir.
Derginin sayısı 75.— TL., abone bedeli 300.— TL. dır.
Abone işleri için Yargıtay Yayın İşleri M üdürlüğü’ne başvurulm alıdır.
Tel : 17 15 3618 21 90/386
YAYIN KURULU
Başkan : Ali Rıza ÖNDERÜye : M ahmut CUHRUKÜye : M ustafa GÜRSELÜye : Mümin KAVALALIÜye : A. Oğuz AKDOĞANLI
(9 uncu Ceza Dairesi Üyesi) (9 uncu Hukuk Dairesi Üyesi) (14 üncü Hukuk Dairesi Üyesi) (8 inci Ceza Dairesi Üyesi) (1 inci Hukuk Dairesi Üyesi)
İ Ç İ N D E K İ L E R
I — GENEL KONULAR
a) — M. Sabri LİVANELİOĞLU :
b) — Atillâ SAV :
c) — M. Mazhar BUDAK :
II — CEZA HUKUKU
a) — Prof. Dr. Öztekin TOSUN :
b) — Sami SELÇUK
c) — Metin ERTUĞRUL :
III — MEDENİ HUKUK
a) — Zekâi ÖZDİL :
b) — Muammer ŞATIROĞLU :
IV — BORÇLAR HUKUKU
a) — A. İsmet ARSLAN :
b) — Dr. M. Ali ERTEN :
Sayfa
1980- 1981 Adalet Yılı Açış Konuşması ......................... 429 - 435
1980- 1981 Adalet Yılı Açılışında Yaptığı Konuşma ... 436-443
1980 Yılı Adli Araverme Nedeniyle Düzenlediği Basın Toplantısı Konuşması ...... 444-453
Türk Ceza Kanununun 159.Maddesi Ve Basın Hürriyeti île İlişkisi (I) .................. 454-466
Dolandırıcılık Cürmünii Hır- Hırsızlık Ve İnancı Kötüye Kulanma Cürümlerinden Ayıran Ölçütler .................. 667-481
1918 Sayılı Yasanın Uygulanm asında Cif D eğ er 482 - 485
Taşınmaz Mal Edinmede İyiniyet Kuralıyla İlgili Yeni Bir Uygulama ......... 486-491
Babalık Davasında Maddi Ve Manevi Tazminat (I) ... 492-506
Ceza Hukuku Kurallarının Haksız Fiilden Doğan Tazm inat Taleplerine Etkisi (III) .................................... 507-528
Serbest Zaman, Tatil Veya Seyahat Zevkinden Yoksun Kalma Nedeniyle Zarar Kavramı Üzerinde Bir İnceleme ............................... 529 - 537
V — TİCARET KANUNU
a) — Nail SUCU Anonim O rtaklıklarda Pay Senedinin Sahibine Sağladığı H aklar (II) .................. 538- 559
b) — M. Kemal MUTLUAY
VI — CEZA YARGILAMA HUKUKU
a) — Cemil SAATÇİOĞLU
b) — M. Naci ÜNVER
Zamanaşımına Uğramış B ononun Takip Ve Maddi Hukuktaki Yeri ................... 560-566
Sanığın Sorgusu .............. 567-576
Çocuk M ahkemeleri Kurulurken ................................. 577 - 581
VII — KARŞILAŞTIRMALI HUKUK
a) — Nihat YAVUZ : Mukayeseli Hukuk Açısından Dava Açılmasının îyi Niyetli Zilyedi Hangi Andan îtibaren Kötü Niyetli Zilyed Haline Sokacağı Sorunu ................................. 582-599
VIII — DÜNYA HUKUKUNDAN HABERLER
a) — Bülent AKMANLAR : K arşılaştırm alı H ukuk Açısından U luslararası Çalışm alar, Gelişmeler, H aberler ....................................... 600-603
tIX — BİBLİYOGRAFYA
a) — Ali Rıza GENİŞ : 1980 Yılı Yargıtay DergisiBibliyografyası .................. 604 - 609
X — YARGITAY’DAN HABERLER
a) — Ali Rıza GENİŞ : 4 Temmuz Konuşmaları13 Temmuz Konuşması Yeni SeçilenlerEmeklilik Nedeniyle AramızdanAyrılanlarYitirdiklerimizYasalar Tüzükler YönetmeliklerYazarlara AçıklamaYargıtay Yayınları .......... 610-627
GENEL KONULAR
Yargıtay Birinci Başkanvekiii Sayın M. Sabri Livanelioğlu’ııun
■ 1980 - 1981 Adalet Yılı Açış Konuşması. 8 Eylül 1980
SAYIN KONUKLAR
DEĞERLİ MESLEKTAŞLARIM
1980- 1981 Adalet Yılını taze bir güç ve yeni um utlarla açıyorum. Bugün başlayan yeni Adalet Yılının Ülkemize ve Yüce Ulusumuza hayırlı, uğurlu ve başarılı olmasını dilerken toplantımıza onur verdiğiniz için sizlere Yüce Yargıtay adına teşekkürlerim i sunarım.
Acı ve tatlı anılarla dolu b ir yılı daha geride bıraktık. Türk Milleti adına Yargı Yetkisini kullanan Bağımsız Mahkemeler bugün büyük bir coşku ve yurt gerçeklerinin bilinci içinde çalışmaya başladılar.
Yurt gerçekleri derken, iyi niyetle alman tüm önlem ve çabalara karşın özellikle ardı arkası kesilmeden sürüp giden şiddet eylemlerine işaret etmek istiyorum. Ulusumuzun soyluluğuna, yüceliğine, şanlı tarihine inanç ve ahlâk anlayışına ters düşen ve Milletçe büyük acılara, üzüntülere neden olan eylem ve cinayetlerin her gün biraz daha tırm anarak bilinen boyutlara ulaştığı ve giderek Ulusal Birliğimizi, Vatanın Bölünmezliğini ve Cumhuriyetimizi tehdit etmeğe başladığı acı da olsa b ir gerçektir.
Ama hemen belirteyim ki; Ulusal Egemenlik ve Bağımsızlık temeli üzerine kurulm uş bulunan, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olan Türkiye Cumhuriyeti güçlü b ir devlettir. Ne yandan gelirse gelsin, hangi boyutta olursa olsun her türlü terör ve anarşiyi tümüyle yok etmeye daima muktedirdir. Bu bakımdan karam sar değiliz. Yeterki, ülkenin yönetiminde görev alan tüm sorumlular ve bütün kuruluşlar öz varlığımıza yönelik iç ve dış kökenli tehlikelerin bilinci içinde her türlü yan düşünceyi ve kısır çekişmeleri bir yana bırakarak Atatürk miliyetçiliği Atatürk ilkeleri doğrultusunda birleşebilsinler; elbirliğiyle, gönülbirliğiyle önlemler saptayıp vakit geçirmeden uygulamaya koyabilsinler. Böylece ve yansız bir yönetim ile Devlet güçlerinin ülkemizi tehdit eden terör ve anarşiyi ön
430
leyeceğine ve Ulusça özlemini çektiğimiz huzur, refah ve güven ortamına ulaşılacağına yürekten inanıyoruz. Yüce ulusumuzun umut ve sabırsızlıkla beklediği hizmet de kuşkusuz budur.
Devletin temel güçlerinden biri olan Yargı gücü, çok nedenli ve olumsuz etkenlere karşın hukuka bağlılığı, kendisine özgü ağırlığı ve yansızlığı ile ulusunun ve devletinin daima yanında ve hizmetindedir. Yargı organlarını oluşturan hâkim ve Cumhuriyet Savcıları yaşam larına yönelik saldırı ve cinayetlere rağmen Adaletin Mülkün Temeli olduğuna inanarak görevlerini sürdürm ektedirler. Devletin gücünü, hukukun üstünlüğünü ve Anayasal Düzeni korum ada gösterdikleri duyarlılık ve titizlikden dolayı onları huzurlarınızda kutlamayı zevkli b ir görev sayarım.
Giden Adalet yılı içinde aram ızdan ayrılarak sonsuzluğa göçen yada kutsal yargı görevlerini hak için ulus adına yerine getirmelerinden dolayı canlarına kıyılan hâkim, Cumhuriyet Savcısı ve Adalet m ensuplarına ulu Tanrıdan rahm et ve kederli ailelerine dayanma gücü djler, hunharca işlenen insanlık dışı cinayetleri nefretle kınarız.
Yine giden Adalet yılı içinde yasal yaş sınırını doldurarak yada istekleriyle emekliye ayrılmış bulunan, yaşamlarının en değerli, en verimli yıllarını Hak ve Adalet yoluna harcıyan, ülkemize ve Adalete unutulmaz ve erişilmez hizmetleriyle başarının doruğuna erişen çok değerli m eslektaşlarıma yeni yaşam larında da sağlık, m utluluk ve başarılar dilerim.
Sayın Konuklar,
Değerli Meslektaşlarım.
YARGININ ÖNEMİ
Bilindiği gibi Adalet, Toplum yaşamını düzenleyen ve m utluluğun temelini oluşturan asil b ir duygudur. En ilkelinden en uygu- rm a kadar bütün toplum lar tarih boyunca hak ve adalete gereken önemi ve değeri vermiş, onu kutsal bilerek güven ve mutluluğunu onda aram ıştır. Böylece Adalet dağıtımı toplum un en önde gelen hizmeti sayılmış ve zaman zaman bu görev devlet başkanları tarafından yürütülm üştür.
Şurası bir gerçektir ki; Toplum olsun, birey olsun yaşamlarını ve işlerini güvence içinde sürdürmek isterler, bu, onların en doğal haklarıdır. Kimden gelirse gelsin, hangi türden olursa olsun tüm
431
haksızlıklara karşı en büyük güvence ise kuşkusuz bağımsız mahkemelerdir. O halde mahkemelerin kesinlikle yansız, güvenilir, her- türlü kuşku ve etkilerden uzak ve saygın olması, toplumun güven ve huzuru için şarttır. Ancak bu inanç ve güvenle yaşamlarını sürdürecek ve haksızlıklar karşısında «Türkiye'de hâkim var» diyebilmenin güvencesi içinde huzurlu olacaklardır. Bu bakımdan Adalet dağıtımı devletin en önde gelen ve vazgeçilemeyen görevleri arasındadır. Ulusumuzca içtenlikle benimsenen ve yüzyıllar boyu değerini yitirmeden uygulanagelen «Adalet Mülkün Temelidir» ilkesinin anlamı da budur. O halde toplumun huzur ve mutluluğu için Yargıya ve onun temsilcileri olan hâkim, Cumhuriyet Savcısı ve Adalet Mensuplarına en üst düzeyde ilgi göstermek onları maddi ve manevi yönlerden tatm in ederek güvenilir ve saygın kişiler haline getirecek önlemleri almak devletin ve hepimizin ortak görevi olmalıdır.
Kuşkusuz tek yanlı çabalarla amaca ulaşılması düşünülemez. Hâkim ve diğer Adalet Mensuplarının da maddi ve manevi sorumluluklarının bilinci içinde görev yapmaları ve bu yolda alınacak önlem ve çabalara yardımcı olmaları da zorunludur. Zira toplum ve bireyler son merci olan mahkemeye ve onu yöneten hâkime inanmak ve güvenmek ihtiyacmdadırlar. Böyle olunca hâkimin de özel ve resmi yaşantısını hizmetin özelliğine, saygınlığına ve ciddiyetine yaraşır biçimde düzenlemesi gereklidir. Hâkim ciddi, vakur, dürüst - zeki, kavrayışlı ve bilgili olmalı, konuşması, giyinmesi ve davranışlarıyla toplumun güven ve saygısını kazanmalıdır. Hangi koşullar altında olursa olsun daima yansız kalmalı kendisine gösterilen güven ve saygınlığı hiçbir nedenle yitirmemelidir. Bugün Adalet dağıtımında görev alan Hâkim, Cumhuriyet Savcısı ve Adalet mensuplarının bu gerçeklerin bilinci içinde ve hertürlü olumsuz etkilere karşı büyük bir özveri ile görevlerini sürdürdüklerine inanıyor ve bunu huzurlarınızda açıkça belirtm ekten kıvanç duyuyorum.
İŞ VE KADRO DURUMU
Biraz önce değindiğim şiddet eylemleri ve ekonomik kökenli bunalım lar türlü kötülükleri yanında bireyleri olumsuz yönde de etkilemekten geri kalmamış, nüfus artışı ve değişen yaşam koşulla- riyle birlikte toplum düzenini ve güven duygularını sarsarak b ir sürü uyuşmazlık ve sürtüşmelere de neden olmuştur. Bu uyuşmazlıkların büyük bir bölümü dava konusu yapılarak çözüm için yargı organlarına yansımış ve esasen çok dar b ir kadro ve türlü olanaksızlıklar içinde görevlerini sürdürmeye çalışan mahkemelerin işini gi
432
den yıllara oranla önemli ölçüde artırm ıştır. Adli İstatistiklerde yer alan rakam ve bilgilerle sizleri bunaltm ak istemem. Ancak şu kadarını belirteyimki hukuk ve ceza olmak üzere ülkemizdeki bütün mahkemeler, b ir önceki yıldan kalanlarla birlikte her yıl yaşlaşık Üç Milyon davaya bakm ak zorundadırlar. Buna karşın Türkiye'deki hâkim kadrosunun tamamı 3641'dir. Son yıllarda yetenekli hâkim bulunamadığı ve mesleğe karşı rağbet de azaldığı için bu kadrolardan yaklaşık 500 kadarı açık kalm aktadır. 345 Hâkime de Yargıtay, Yüksek Hâkimler Kurulu ve Adalet Bakanlığı nda tetkik hâkimliği ve m üfettiş hâkimlik görevi verilmiştir. Böylece kürsüde çalışan ve yılda üç milyon davaya bakacak olan hâkim adedi 2800 - 3000 dolayındadır. Bu hesaba ve bazı mahkemelerin 3'er hâkimden oluşmuş bulunm asına göre mahkemelere gelen iş her mahkemenin bakabileceğinden kat kat fazladır. Halbuki Yüksek Hâkim ler Kurulu nun deneylere dayanarak kabul ettiği ilkelere göre b ir Ağır Ceza Mahkemesi yılda ortalam a 250, Asliye Ceza ve Asliye Hukuk Mahkemeleri 500 - 750, Sulh Hukuk ve Sülh Ceza Mahkemeleri ise \ 000 - 1200 davaya bakabilirler. Bu durumda davaların zamanında ve isabetle sonuçlandırılmasını beklemek her halde aşırı bir iyimserlik olur. Hâkimlerimizin gelen ve biriken işleri kısa sürede sonuçlandırmak amacıyla gösterdikleri tüm çabalara ve özverili çalışmalara karşın davalar uzamakta ve Adalet dağıtımı gecikmektedir. Geciken adalet ise değerinden çok şey yitirir. Toplumda huzursuzluklara ve yurttaşın haklı yakınm alarına neden olan bu konunun yetkili kurum larca vakit geçirilmeden ele alınmasını ve davaların nitelikleriyle artış oranları, kentlerdeki nüfus yoğunluğu ve ekonomik bunalım lar gözönüne alınarak Adli İstatistikler üzerinde yapılacak bilimsel çalışmalarla yargı organlarının gereksinme duyduğu mahkeme ve hâkim kadrolarının tesbit ve teminini ve hâkimlik mesleğinin daha cazip hale gelmesini sağlayacak önlemlerin alınmasını zorunlu görmekteyiz.
Yargıtay'ın iş durum una gelince : Sadece 1979 yılında gelen işlere ait bilgiler vermekle yetineceğim. 1979 yılında Yargıtay'a 153.301'i hukuk, 71.886'sı ceza olmak üzere toplam 221.953 dava dos* yası gelmiştir. Bir önceki yıldan kalan 18.222 dava ile birlikte 243.409'a ulaşan işten, senesi içinde 224.789'u sonuçlandırılmış geri kalan 15.192 dava 1980 yılma aktarılm ıştır. Yargıtay'a b ir ayda 20.000 dolayında dava geldiğine göre yeni yıla kalan 15.192 dava dosyasının yılın son ayında ve hatta son günlerinde gelen işler olduğunu ve bu nedenle Yargıtay'da b ir iş birikim inden söz edilemeyeceğini kıvanç duyarak açıklamak isterim.
433
Sunulan bu rakam lar hukuk ve ceza daireleriyle genel kurullarda işin üstesinden gelebilmek için Yargıtay Hâkimlerinin ne denli yoğun ve dayanılması gerçekten güç b ir çalışma içinde bulunduğunu açıkça vurgulam aktadır.
Bazı dairelerde işlerin biriktiği, normal çalışmalarla bu birikimin giderilemediği dönemler görülmüş ve bu durum haklı sızlanm alara neden olmuşsa da alman önlemelerle 1979 ve 1980 yıllarında yakınma nedenlerinin büyük ölçüde giderilmiş olduğunu söyleyebilirim. Bu iş çokluğu içinde Yargıtay, îçtihadlarım Birleştirmek, Yasaların Ülkenin her yerinde eşit biçimde uygulanmasını sağlamak, toplumun gelişen ve değişen gereksinmelerine çare olacak nitelikte hukuki içtihatlar yaratm ak gibi asıl görev ve işlevini de yerine getirmiştir.
MAHKEME BİNALARI
Yargı yetkisinin kullanılmasında görülen aksam alar ve davaların uzamasının tek nedeni kuşkusuz iş çokluğu ve hâkim kadrosunun yetersizliği değildir. Yargı organlarının daha birçok sorunları vardır. Bunların önde gelenlerinden biri de mahkeme binalarının durumudur. Başkent Ankara da dahil olmak üzere çoğu il ve ilçedeki mahkeme binalarının bugünkü durumu gerçekten yürekler acısıdır. Çok yerde hâkimlerin çalışma odaları, duruşm a salonları ve dosyaların korunması için yerleri bile yoktur. Var olanlarıda yetersiz, elverişsiz ve en alt düzeyde de olsa huzurlu ve verimli çalışma olanaklarından yoksundur. Halbuki görülen hizmet devletin başta gelen görevlerinden biri Türk Ulusu adına adalet dağıtımıdır. Mahkemelerin kendilerine özgü b ir saygınlığı eski deyimiyle mehabeti olmalıdır. Bu saygınlık duygusunun oluşmasında kuşkusuz hâkimin çalıştığı, tarafları karşısına alıp duruşm a yaptığı ve hükm ünü açıkladığı salon ve binaların önemli katkısı vardır. Ülkemizde ve bütün dünyada mahkemelerin çalıştığı binalara Adalet sarayı denilmesinin nedeni de budur. Mahkeme binalarına verilecek önem ve gösterilecek özen ve o yerde çalışan hâkimin kişiliğine değil tümüyle Türk Milleti'nin yargıya karşı olan güven duygularını sağlamaya yöneliktir.
İşte mahkemelerin en azından hafife alınmasına neden olan bu gerçeğin bilinci içinde yetkili kuruluşların konuyu gereken önem ve ciddiyetle ele alıp köklü tedbirlere yer verecek biçimde işin planlamasını ve bütçe olanakları ölçüsünde hemen uygulamaya konulmasını yürekten diliyoruz.
434
KONUT SORUNU
Yeni yapıların artan nüfusun gereksinmelerini karşılam aktan uzak kalması nedeniyle konut, ülkemizde genel b ir sorun haline gelmiştir. Bir il veya ilçeye atanan hâkim ve Cumhuriyet Savcısının gittiği yerde oturabileceği b ir ev bulabilmek için nedenli zorluklarla karşılaştığını kestirmek zor değildir. Bu koşullar altında hâkim çoğu kez ailesiyle birlikte otel odalarına sığınıp aylarca beklemekte ve ev bulabilme telaşı içinde ezikliğini duya duya, sakıncalarını bile bile istemediğ kişilerin aracılığına başvurm aktadır. Bu durumun yaratabileceği sakıncaların bilinci içinde 1976 yılından bu yana ve yurdumuzun en gelişmiş yörelerine öncelik tanınarak Hâkim, Cumhuriyet Savcısı ve Adalet Mensupları için konut yapımına başlanmış olmasını sevinçle karşılıyoruz. Ne varki bir-kaç yüz milyarı bulan devlet bütçesinden bu iş için ayrılan ödenek amacın gerçekleşmesine hiçbir zaman yeterli olamamıştır. Bu bakımdan konunun daha ciddi bir biçimde ele alınmasını ve sembolik olmaktan ziyade yeterli sayılacak oranda ödenek sağlanarak sorunun çözümlenmesini umutla bekliyoruz.
ADALET PERSONELİNİN SORUNLARI
Bilindiği üzre Adalet hizmeti toplu bir çalışmayı gerektirmektedir. Bu çalışmayı yapan, hizmetini bireyin ve toplum un yararına ortaya koyan insan gücüdür. Hizmeti yapan kişileri hâkim olsun, savcı olsun, hakem personeli olsun birbirinden soyutlamak, ayrı düşünmek olanaksızdır. Böyle olunca çalışan kişilerin hizmetlerinin değerlendirilmesinde farklı yaklaşımlarda bulunm ak son dere- ve üzücü ve sakıncalıdır. Yargıya ait görevlerin yerine getirilmesine özverili çalışmaları ile önemli ölçüde katkıda bulunan ve kuruluş için vazgeçilmez bir unsur olan kalem personelinin ekonomik ve toplumsal sorunlarının çözümüne yardımcı olmak hepimizin ortak görevi olmalıdır. Son derece duyarlı olduğumuz bu konuya gereken önemin verilmesini ve sorunun çalışanlar yararına en ivedi ve gerçekçi biçimde çözümlenmesini yürekten diliyoruz.
Sayın Konuklar,
Değerli Mestektaşlarım.
Hoş görünüze sığınarak ve yararlı olacağı inancı ile sorunlarımızdan bazılarını dile getirmeye çalıştım. Açıklamalarım kesinlikle bir yakınma değil, birer dilek ve uyarma niteliğindedir. Amacımız
435
iyinin daha iyi olması ve yargı organlarının Yüce Ulusumuza lâyık düzeye ulaşmasıdır. Bundan önceki yıllarda Yargıtay Başkanlan tarafından gözler önüne serilen sorunlardan bazıları yetkili makamlarca dikkate alınmış ve olanaklar ölçüsünde çözüme kavuşturulmuştur. Bugüne dek sorunlarımızı ilgi ve duyarlılıkla karşılayıp çözüme ulaşmasını sağlayan yasama meclisleri ve yürütme organlarına şükranlarımı sunarken bu ilgi ve duyarlılığın bundan böyle de sürmesini yargı adına içtenlikle diler, hepinize sonsuz saygılar sunarım.
436
1980 - 1981 Adalet Yılı Açılışında Türkiye B arolar Birliği Başkanı Sayın Atillâ Sav'm Konuşması.
8 Eylül 1980
Adalet yılının açılışı nedeniyle oluşan b ir güzel meslekî gelenekten yararlanarak Türkiye Barolar B irliğinin bazı görüşlerini sunmak istiyorum.
Geçtiğimiz adalet yılı içindeki gelişmeler önümüzdeki dönem- de bu yakınmaları aşan b ir siyasal ve ekonomik gelişmeyi belirlemektedir. Bu gözlem kaygı vericidir.
Geçen dönemde başta avukatlar olmak üzere yargıçlara, savcılara ve adalet görevlilerine saldırılar yapıldı. Yargının anayasal işlevini yapmasını engellemek amacıyla yapılan bu saldırıların bir bölümü silâhla yapılmıştır. Bunlarda yirmiyi aşkın değerli meslektaşımızı yitirdik. îçten dileğimiz önümüzdeki dönemde benzer olayların yinelenmemesidir.
Toplumumuzun -her kurum dan olduğu gibi- adaletten de şikâyetçi olmadığı söylenemez. Y urttaşlarımız -özellikle de biz hukukçular- güncel gelişmelerin arkasında kalmış, eskimiş yasaların yargının onuruna yaraşmıyan elverişsiz yapılarda ve özensiz biçimde uygulanmasından yakınmaktayız.
«Adalet Mülkün Temelidir» özdeyişi bütün adalet yapılarında asılı duruyor. Buradaki «mülk» sözünün «Devlet» anlamında olduğunda kuşku yok. Ama Devlet'in onurunu, kişiliğini ve varlığını korum akla görevli kişilerin yargıya bu gereğe uygun olanaklar hazırladıkları söylenemez. Çoklukla adalet hizmetine elverişsiz, kiralık yapılarda çalışan mahkemeler, hizmetin içerdiği yücelik kavramına aykırı koşullar içinde bulunm aktadır. Araç - gereç - donanım yetersizliğin yanısıra yardımcı personel sıkıntısı da hizmeti büyük ölçüde aksatm aktadır.
Kabul etmek gerekir ki, toplumsal ve ekonomik bunalımlar, adaletin de işini olağandışı biçimde arttırm akta ve ağırlaştırm aktadır. Bugün ülkemizde mahkemelerde görülen dava sayısı yaklaşık 3 milyondur. Özellikle büyük kentlerde ortalam a hemen her
437
ailenin b ir davası bulunm aktadır. Bu iş çokluğu yargının işlemesini güçleştiren ve ağırlaştıran bir durum dur. Ama tek etken değildir.
Cumhuriyetimizin kurucusu A tatürk'ün Devletimize gösterdiği erek «çağdaş uygarlık düzeyi»dir. Çağdaş uygarlık düzeyine erişmiş bütün ülkelerde «adalet sarayı b ir anıttır» özdeyişine uygun yapılarda adalet görevlileri çalışmaktadır.
Ülkemizde - başkent de içinde olmak üzere - büyük kentlerim izin hiçbirinde adalet yapıları çağdaş uygarlık gereklerine uygun durum da değildir. Bu bir gerçektir. Bu gerçek, yoksullukla ya da olanaksızlıkla ilgili değildir. Adalete göre çok daha ikincil görevler yapan kamu kuruluşları «lüks» yapılarda, geniş olanaklarla çalışmaktadır. Benzer olanaklar adaletten esirgenmektedir.
Kuşkusuz bu, temelde bir sorun'a bakış ve anlayış işidir. Devlet kavramını yücelten işlemlerin başında adalet gelir. Adalet'in gereken önemle işletilmediği hiçbir devlet, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşamaz. Bu bakımdan A tatürk'ün hukuk ve adalet için çizdiği ileri ve U3'gar yörüngeye erişebilmek için m utlaka adalet yapılarına, adalet görevlilerine ve en geniş anlamda adalet hizmetine gereken önem verilmelidir.
Cumhuriyetimizin kuruluşunda gerçekleştirilen H ukukta ve Adalet hizmetlerindeki devrim, b ir noktada kalmıştır. Toplumumu- zun gelişmesine ayak uydurarak bu devrimin sürekliliği sağlanmak gerekirken bu noktada gözden uzak tutulm uştur.
Türkiye Barolar Birliğinin kuruluşundanberi desteklediği «Hukuk Reformu» ve «Adalet Reformu» ilkeleri bu anlamda ve doğrultudadır.
\
Türk Hukuku ve Adalet, bu ilgisizlik nedeniyle toplumsal gelişmeye ayak uyduram am a durum unda bırakılm ıştır.
Çağdaş uygarlığın geliştirdiği yöntemlerden, araç - gereç ve donanımdan adalet hizmetlerinde de yararlanm ak zorundayız. Bilgisayar günümüzde her alana girmiştir. Bilişim (informatique) çağdaş bilimsel ve teknik gelişmenin ürünüdür.
îs te r Devlet olsun, ister b ir işletme; yönetimde her zaman bir «karar» söz konusudur. Doğru karar, doğru bilgiye dayanır. Doğru
438
bilgi, verilmesi gereken kararlar için anlamlı olacak biçimde ve zam anda yönetimin çeşitli katlarına akıtılmalıdır. Yönetimi desteklemek üzere bu işleri yüklenen düzene «bilişim sistemi» denmektedir.
Ülkemizde de adaletin bilişimden yararlanm ası zamanı gelmiştir, geçmektedir. Hukuk kaynağı olan yüksek mahkeme içtihatları- nin ve adalet sicillerinin bilişim sistemine aktarılm ası gerekmektedir. Böyle b ir teknik ve bilimsel destek yanlış infaz ve tahliyeler gibi adli sicillerde yapılan her türlü yanlışlıkları da önleyecektir. Öte- yandan, hukuk kaynaklarının en doğru biçimde yargıç, savcı ve avukatların elinin altında bulundurulm ası yargılamanın uzamasını ve yanlış kararları en aza indirecektir. Bir «Türk Hukuk Bilişim Ku- rummmun kurulm ası çalışmalarında Türkiye Barolar Birliği payına düşen görevi yapma çabasında olacaktır.
Üzerinde önemle durulm ası gereken bir nokta da ceza ve tutuk evlerinin durum udur. Özellikle son zam anlar cezaevlerinde olağan durum a gelen «kaçış» olayları çok kaygı vericidir. Bu durum, yargının işlerliğini ve etkinliğini zedelemektedir.
Ülkemizdeki ceza ve tutukevlerinin önemli bölüm ü çağdaş infaz sistemine uygun değildir. Ceza ve tutukevleri yapılması için sağlanan önemli b ir yasal kaynak (ceza ve tevkifevleri harcı) gereği gibi kullanılm am aktadır. Bu alanda m utlaka etkin önlemler alınması ve girişimlerde bulunulması gerektiği görüşünü b ir kez daha yinelemek isteriz.
Anayasamız, savunma hakkı açısından etkin kurallar öngörmektedir. 31. maddede yeralan «hak aram a özgürlüğü» ve «savunma hakkı» kavram ları 11. maddedeki tanımla «kişiliğe bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlükler» dendir. Devlet bunları sınırlayan engelleri kaldırm akla yükümlüdür. Bu hak ve özgürlüklerin özüne yasayla da olsa dokunulamaz.
Anayasal durum bu olduğu halde, yasalardaki düzeltmeler hâlâ yapılmam ıştır. Düzeltme bir yana yasalardaki hüküm lerin dahi tümüyle uygulanmadığı yolunda savunmanın yakınmaları vardır. Bunları b ir kez daha sergilemek zorunda kaldığımız için üzgünüz. «Soruşturm adaki gizlilik» anlayışını savunm anın özüne dokunan biçimde uygulandığı Birliğimize iletilen bilgilerden anlaşılm aktadır.
Temel kural şudur : «Suçlamanın başladığı anda, savunma da başlar.» Bir kimsenin hangi nedenle olursa olsun özgürlüğünün kı
439
sıtlanması, gözaltına alınması hatta «sanık» olarak sorguya çekilmesi onun suçlandığını, «itham» altına alındığım belirler. O andan baş- lıyarak savunma da bütün eşit olanaklara kavuşturulmalıdır, ilgili istediğinde avukatı yanında olmalıdır. Avukatı yanında olmadan «ikrar» da bulunan sanığın açıklaması da geçerli olmamalıdır. Özellikle «işkence» savlarının yaygınlaştığı dönemlerde, bu yöntem sorguyu ve soruşturmayı güvenli ve işler durum a getirecektir.
Gözaltına alman kimsenin nerede olduğunun bilinmediği, öğre- nilemediği, başvuruda bulunan avukata dahi bilgi verilmediği bir ortam da savunma hakkının kısıtlamasız işlediği söylenemez.
Anayasanın 30. maddesinde yer alan «kişi dokunulmazlığı»mn ilkesinden çok ayrık hükümlerinin kural gibi işlemekte olması kaygı vericidir. Gözaltına alman kimsenin en geç 48 saatte yargıç önüne çıkarılması zorunludur. Bu süre sıkıyönetimde onbeş günü geçemez. Aslında bu süre çok uzundur. Ancak onbeş günlük süre ayrık hükmün de üst sınırıdır. Oysa uygulamada kural biçimine dönüştüğü görülmektedir. Yani gözaltına alınan kimsenin onbeş güne kadar yargıç önüne çıkarılmadan tutulduğu ve nerede olduğunun bile yakınlarına ve avukatına söylenmediği b ir ortam da, avukatın çalışamaması savunmaya çok şey kaybettirm ektedir.
Bu uygulamanın yasal dayanağı yoktur. Avukat müvekkili ile her zaman görüşebilir. Görüşme savunmanın gereğidir. Bu nedenle de hak'tır. Hazırlık soruşturm asının gizliliği kuralı savunm aya yönelik olarak düşünelemez. Suçlamayı bilmeden savunma yapılamaz. Oysa bugün uygulama bu yoldadır.
Yakalanan ya da gözaltına alman kimse gözaltı süresinde avukatıyla görüştürülm emektedir. Ceza Yargılama Usulü Y asasının 144. ve Askeri Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Yasası'- nm 91. maddeleri gereğince tutuklu, avukatı ile her zaman görüştürülür.
Tutuklu kişi suçluluğu hakkında inandırıcı kanıtlar ve belirtiler olan sanıktır. Hiç değilse bu noktada hakında b ir yargıç kararı vardır. Oysa yakalanan ve gözaltına alman kişi hakkında böyle bir yargıç kararı da yoktur. Öyleyse gözaltına alman kişinin durumu daha hafiftir. Yorum yöntemi (evveliyat kuralı) uyarınca tutukluya tanınan hakkın gözaltında bulunan kişiye tanınması evleviyetle gereklidir. Tersine tutum yasaya aykırı ve yanlış b ir uygulamadır.
440
Bugün bu yanlış uygulamanın yaygınlığı kaygı verici boyuta ulaşm ıştır. Anayasanın öngördüğü özgürlük düzeni ciddi biçimde yaralanm aktadır.
Bugün olağanüstü b ir ortam ın varlığı kabul olunabilir. Böyle bir ortam da da olsa savunma, görevini eksiksiz yapabilmelidir. Bugün sıkıyönetim ve kolluk güçlerince gözaltına alınanların durum ları günlerce açıklanmamakta, yakınlarına bildirilmem ekte ve avukatları ile görüşmelerine de izin verilmemektedir.
Savunmanın her aşamasında görev yapan avukatın karşılaştığı güçlükler savunmayı engelleme amacına yönelik olamaz. Böyle ise bu çok ağır b ir yanılgı olur. Tarih böyle b ir yargılamayı hiçbir zaman kabul etmiyecektir.
Savunma görevi yapan arkadaşlarım ız her zaman olduğu gibi bütün güçlüklere karşın büyük b ir özveriyle görevlerini yürütm ektedirler. Bunu şükranla karşılam ak gerekir. Çünkü onların bu çaba lan adaletin de «Hukuk Devleti»nin de güvencesidir.
Avukatlık Yasasının 110. maddesinin 6. bendi Türkiye Barolar Birliğine şu görevi vermektedir. «Kanunların memleket ihtiyaçlarına uygun olarak gelişmesi ve yürütülmesi yolunda dileklerde, yayım larda bulunmak, gerekirse ön tasarılar hazırlamak.»
Yasa'nm gerekçesine göz attığımızda Türk Hukukunun gelişmesine katkıda bulunm a işlevinden söz edilmektedir. Bugünkü konuşmamızda hukumuzda kaygı ile izlediğimiz b ir olumsuz gelişmeye değinmek istiyoruz.
Bilindiği gibi, yasama organının ana işlevi yasa yapm aktır.
Hiçbir yasa tam ve kusursuz değildir. Toplumsal durum ve olayların çeşitliliği ve sürekli değişkenliği yasalar yapılırken geleceğe yönelik düzenlemeleri de eksik bırakabilir. Bu nedenle yasaların uygulamasında b ir takım kuşkular ve durakm alar olabilecektir.
Yasayı uygulamak, b ir bakım a yorum lam aktır. Bu bakımdan biz uygulamacılara önemli görevler düşmektedir. Giderek yaratıcı yorum yoluyla toplum un ve zamanın gelişmesini de dikkate alarak uygulayıcının yasalardaki boşlukları dolduracağı düşünülebilir.
Ne var ki, yine de yasalarda değişiklik yapmak, değişen koşullara uymasını sağlamak öncelikle yasama organının görevi ve yetkisidir.
441
Yasama organının bu görevi yaparken hukukun b ir takım temel ilkelerini de gözöniinde tutm ası zorunludur. Bu gereklerden birisi de yasa tekniğidir. Yasaların, hangi toplumsal gerekleri karşılaması istenmekte ise buna göre düzenlenmesi zorunludur.
Her yasa öncelikle b ir alanı düzleme amacına yönelir.
Yasa yapılırken aynı sınıftan hukuki olaylara ilişkin b ir sıra kuralın var olması gerekir. Yasalaştırma, bu kuralların yöntem ve sistem içinde düzenlemektir. Dağınık hükümlerden belli b ir plâna göre düzenli b ir bütün oluşturulur. Hukuk kurallarının böylece düzenlenmesi işlemine «yasa tekniği» diyoruz.
Böyle b ir düzenleme rastlantılara bırakılamaz. Yasa tekniğine uygun olmayan yasa, uygulamada büyük güçlükler yaratır.
Yasa uygulanmak içindir; öğrenmek için yapılmış değildir. İnandırm aya ikna etmeye gereksinimi yoktur. Ancak uygulanamaz yasa yapmak da iş değildir.
Bugün, ülkemizde yürürlükte bulunduğu halde uygulanamıyan birçok hukuk kuralı vardır.
Uygarlık geliştikçe toplumun gereksinimleri karmaşıklaşıyor ve artıyor. Hukuk kuralları da bununla oranlı olarak artıyor ve karmaşık hale geliyor. Giderek yürürlükteki kurallar, birbirini kaldıran veya değiştiren kurallar bütününe dönüşüyor. Eğer geçmişin tasfiyesine bakılmaksızın hep yeni kurallar koyarsak iş bir karışıklığa doğru gider.
Yasa tekniği işte bu karışıklık içinde yeni gelişme yolları açma yöntemidir.
Yasa koyucunun, kötü yaptığı, ya da eceleye gelen, iyi tasarlanıp düşünülmemiş yasalarla hukuk reform u yapılamıyacağı gibi adaletin sağlanması da güçtür.
îyi yapılmış yasa yalnız içeriğindeki kurallar bakım ından değil, biçimsel yönden de yasama tekniğine uygun yasa demektir. Bu tü r yasalarda uygulama, yorumlama ve yasal boşlukları doldurma işlemleri daha kolay olur. Bu da adaletin gerçekleşmesinde kolaylık, çabukluk ve b ir örneklik sağlar.
442
Son yıllarda TBMM'den çıkan yasaların önemli b ir bölüm ünde yasa tekniğinin savsandığmı görmekteyiz.
Ülkemizdeki hızlı toplumsal, ekonomik ve kültürel değişmelerin gereklerini karşılam ak üzere yapılması gereken yasalar ya zam anında çıkarılam am akta ya da çabuk çıkması için yasa tekniği açısından dağınık ve kötü biçimde çıkmaktadır.
Son yıllarda yasal gereksinmeleri karşılam ak için çıkarılan b ir tü r «onarım» yasaları ile sık sık karşılaşıyoruz. Bunlar bölük pörçük ve başka yasaları tamamlayıcı hüküm lerden oluşmaktadır.
Bu sakıncalı çığırın ilk örneği 1318 sayılı Finansman Yasasıdır. Vergi alanını düzenlemek için yapılan bu yasayla dört yeni vergi oluşturulurken, altı vergi yasasında yer alan vergilerde de değiştirmeler yapılmıştır. Köklü bir vergi reform u yerine bütçenin finansmanı öngörülm üştür.
Daha sonra bu sakıncalı tutum , yerleşik b ir yöntem biçimine geldi.
Birbirlerinden çok değişik alanları düzenliyen yasaların b irer - ikişer maddesini değiştiren hüküm ler b ir yasada toplanıyor.
Bu yöntemin - daha doğrusu yöntemsizliğin - son örnekleri 2248, 2249, 2261 sayılı yasalardır. 2248 sayılı Yasa, yedi ayrı yasanın yirmiyedi maddesini değiştirmiştir. Bu yedi yasa arasında Hukuk Yargılama Usulü, Ceza Yargılama Usulü, Ceza infaz, Kaçaklığın in lenmesi, Türk Ceza ve Türk Ceza Yasasının Uygulanması Yasaları gibi birbirinden çok değişik alanları düzenliyen yasalar vardır.
Adı «Kamu Güvenliğine ve Kolluk Hizmetlerine İlişkin Bazı K anunlarda Değişiklik Yapılması ve Bunlara Yeni Hüküm ler Eklenmesi H akkında Kanun» olan 2261 sayılı yasayla da dört ayrı yasanın hüküm leri düzenlenmiştir. Bunlar arasında 2559 sayılı Polis Görev ve Y etkilen Tasası nın yanısıra Dernekler Yasası da vardır.
Bu sakıncalı yöntemin uygulamada çıkardığı güçlüklere b ir de örnek sunmak isteriz. Aynı gün TBMM'den çıkan ve aynı gün Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe 2248 ve 2249 sayılı yasalarda yer alan iki hüküm arasındaki çelişkinin uygulamada giderilmesi gerekmiştir. Yargıtay Sekizinci Ceza Dairesinin 14.4.1980 günlü
443
1980/2411 - 2651 sayılı kararı iki yasanın birbirlerine önceliği söz konusu edilemiyeceğinden «sanığın lehine olan» hükm ün uygulanmasına karar vermek zorunda kalmıştır.
Aynı gün kabul olunan ve yürürlüğe konulan iki yasada çelişik hüküm ler bulunması yasama işlevi açısından eleştirilecek bir durum dur.
Öte yandan aynı yöntemle hazırlanmış yeni yasaların da TBMM, gündeminde bulunduğunu biliyoruz. Bu çalışma yönteminin terke- dilmesini; TBMM’nin temel işlevi olan yasama görevini yaparken daha özenli yasalar çıkarmasını diliyoruz.
Yeni adalet döneminde bütün adalet görevlilerine başarılı bir yıl diler; yeni dönemin ulusumuza da m utluluk getirmesi yolundaki dileklerimizi sunarak hepinizi saygı ile selâmlarım.
444
I Yüksek Hâkim ler Kurulu Başkam Saym M. M azhar Budak'm 1980 Yılı Adli Ara verme Nedeniyle Dü-
İzenlediği Basın Toplantısında Yap* ı tığı Konuşma. 19.7.1980 |
BASINIMIZIN DEĞERLİ TEMSİLCİLERİ
Ülke düzeyinde hâkimlerimiz ve adalet personelinin birlikte yürü ttükleri 1979 -1980 Adli Yılını başarı ile tamamlamış bulunuyoruz.
Her türlü olumsuz şartlara; araç, gereç ve ödenek yokluğuna, silahlı ve bombalı saldırılara, çeşitli tehditlere ve 4 şehit vermemize rağmen adli yılı başarı ile tamamlıyan hâkimlerimiz, gösterdikleri üstün çabalar ile Devletimizin, Cumhuriyetimizin ve Demokratik Parlem enter Hukuk Düzenimizin büyük güvencesi olma görevlerini yerine getirmişlerdir.
Yasalarda 20 Temmuz - 5 Eylül arası Adli Araverme olarak kabul edilmiştir. Bu yıl adli ara vermede; yasalarda belirtilen acele işler nöbetçi mahkemeler tarafından yürütülecek, çift hâkimli asliye teşkilatı bulunan yerlerde hukuk hâkimleri nöbetçi kalacaklardır. Ağır Ceza Mahkemesi bulunan merkezlerde ise; adli ara vermeden yararlanacak hâkim ler ile nöbetçi kalacak mahkemeler Kurulumuzca belirlenmiş ve Adalet Komisyonu Başkanlıklarına duyurulm uştur.
Değerli Basın Mensupları;
Bildiğiniz gibi, yüksek b ir yargı organı olan Yüksek Hâkim ler Kuruluna yasaların verdiği yetki ve görevlerin sonucu olarak; ülke düzeyinde mahkemelerin ve hâkim lerin daha tu tarlı ve etkin b ir şekilde hizmet vermelerinde karşılaştıkları sorunları dile getirmeyi zorunlu bulmaktayız.
Hâkimlerimizin can ve çalışma güvenliklerinin sağlanması için Kurulumuzun Başbakanlık nezdinde yaptığı girişimler üzerine; Adalet ve İçişleri Bakanlıklarınca güvenlik örgütlerine genelgeler yollanarak etkin önlemler alınması sağlanmıştır. Yargı güvenliği konusunda Cumhuriyet Hükümetlerinin gösterdikleri duyarlık, hâkim
lerimize bu olumsuz, engeli aşm alarında büyük bir destek olmuş- tur.
Ülkemizin içerisine itildiği bu ortam dam bir an evvel çıkarılması için, devleti oluşturan tüm kuruluşların sorumluluk duygusu içinde kendilerine düşen ödevleri eksiksiz olarak yerine getirmeleri gerekmektedir.
Anayasamızın ve yasaların kendilerine verdiği yetkiyi kullanmayan, noksan veya taraflı b ir şekilde kullanan herkes, anarşiye yardım etmiş sayılır. Devletimiz, ancak ülkemizin geleceğinden sorum luluk duyan, cesur, bilinçli ve yansız görevliler eliyle bu bunalımdan kurtarılacaktır.
Övünçle belirtmeliyim ki; her türlü saldırıya karşın hâkimlerimiz, devletimizi ayakta tutm ak ve hukukun üstünlüğünü hâkim kılmak için kendilerine düşen görevleri kesintisiz yerine getirmektedirler.
Hâkimlerimizin, ülkemizin içine itildiği bunalım lardan b ir an önce kurtulm ası yolunda, demokrasiye ve Cumhuriyete olan büyük inançlarını yitirmeden, ulusundan aldıkları yargı yetkisini daha duyarlı ve etkin b ir şekilde kullanacaklarından hiç kimsenin kuşkusu olmamalıdır.
445
ADALET SORUNLARI
Türk toplumunun yapısında meydana gelen hızlı gelişme ve bunun doğurduğu siyasi, ekonomik ve sosyal sorunlar, hukuk alanında yeni düzenlemeleri zorunlu kılmaktadır. Hukuk, toplum hareketlerini yakından izlemeli ve her yenileşmeye cevap verebilecek hale getirilmelidir. Hukukun varlığı ve vazgeçilmezliği buna bağlıdır.
Anlamını, amacını yitirerek olayların gerisinde kalan hukuk kuralları, toplumu rahatsız etmekle kalmayıp, onun hukuka ve hukuk kurallarına, daha önemlisi devlete olan güvenini yitirmesine yol açabilir.
Hukuki sorunların, hukuk kurallarına göre çok hızlı gelişmesi karşısında, yasaların ve bunu uygulayan kuram ların sosyal gerçeklere uydurulm ası büyük önem taşım aktadır.
446
Ülkemizde kurallar konulurken yeterince özen gösterildiği söylenemez. Bu gereksinmeyi karşılam ak için konulan b ir kuralın çoğu kez beklenenin aksine sonuçlar ve yeni problem ler ortaya çıkardığı görülmektedir. Halbuki,, yeni b ir yasa hazırlanırken; geçmiş uygulamalar iyice değerlendirilmeli, günlük sorunlar ciddi b ir şekilde saptanm alı ve gelecekteki ihtiyaçlar tu tarlı b ir şekilde tes- bit edilmelidir.
Hukukla kalkınma arasındaki ilişkilerin iyi düzenlenmemesi olumsuz sonuçlar doğurm aktadır. Bu düzensizliğin nedenlerini toplumun sosyo - ekonomik yapısından soyutlamak, her birini bağımsız problem ler olarak ele almak ve aralarındaki kurum sal ve fonksiyonel ilişkileri gözden uzak tutm ak müm kün değildir.
Adaletin başarısı; ekonomik kamu düzeni içerisinde, toplumun sosyal ve ekonomik sorunlarının mevcut koşullara göre çözümleme şekline bağlıdır. Sorunlar, toplum un gereksinmesine ve sosyal adalet duygusuna uygun olarak çözümlenemediği sürece, o ülkede adaletin varlığından ve hukukun üstünlüğünden söz edilemez. Hatta adalet mülkün temelidir ilkesine işlerlik kazandırılamaz.
Hukuk reformu, insan hak ve özgürlüklerine gerçekten inanan yetenekli, bilgili ve uygulaması olan kişilerin uzun süre yılmadan araştırm a ve çalışmaları ile gerçekleşebilir. Yargı organı bu büyük potansiyeli sinesinde taşım anın kıvancı içerisindedir.
Yargı yetkisi Türk Ulusu adına bağımsız mahkemeler eliyle kullanılm aktadır. Bu yetki, devletimizin çağdaş, dem okratik, insan haklarına dayalı b ir hukuk devleti olması yolunda kullanılırken; hâkimlerimiz, adalet reform unun yapılmaması nedeniyle güçlüklerle karşı karşıya kalm aktadırlar.
Anayasamızda yargının bağımsız olması, hiç b ir zaman ve m ercinin yargı yetkisinin kullanılmasında hâkimlere em ir ve talim at ve- rememesi ve tavsiyede dahi bulunamaması, yargının görevini sağlıklı b ir şekilde sürdürm esine yetmemektedir.
Yürütme ve yasama organlarının, yargının içinde bulunduğu zorlukların aşılmasında gösterdikleri çabaları şükranla karşılamakla birlikte; toplum un hızlı gelişmesi nedeniyle adalet hizmetine yapılan katkıların yetersiz kalm akta olduğunu ifade etmek durumundayız.
447
Toplumu oluşturan bireylerin, birbirlerinin haklarına ve düzeni sağlıyan yasalara karşı tutum ve davranışların nitelik ve niceliği, o toplumdaki sosyal barışın açık b ir göstergesidir. Mahkemelerinde her yıl üç milyona yakın dava bulunan ülkemizde, daha da artm a eğiliminde olan çekişmelerin çözümünü sadece adliyeden beklemeyi doğru bulmuyoruz.
Üzülerek belirtmeliyim ki; hâkimlerimiz bütün uğraşılarına rağmen mahkeme kapılarındaki tıkanıklığı istenilen düzeyde giderememişlerdir. Her an değişen ekonomik ortam , geciken adaletten ard niyetli kişilerin yararlanm asına neden olmaktadır.
İçtenlikle vurguladığım bu gerçeklerle birlikte; bütçesi, personel kadrosu, araç ve gereçleri, uyguladıkları yasaları ve yargılama usulleri yasama ve yürütm e organınca düzenlenen hâkimin; geciken adaletin tek sorumlusu olarak kabulü, yargının içinde bulunduğu sorunları bilmemek anlamına gelir.
Adalet hizmetinin devlet katında ve bütçesindeki yeri ve anlamı sübjektif ve siyasal tercihlere göre değil, anayasa doğrultusunda yargının bütünlüğü, devamlılığı ve etkinliği am açlanarak düzenlenmelidir.
İŞ DURUMU
Günümüzün hızla değişen koşulları içerisinde dava sayısı giderek atm aktadır. Kentleşme, nüfus artışı, iç göçler, sosyal hareketlilik ve teknolojik gelişmeler suçluluk oranlarında, suç türlerinde ve özel hukuka ilişkin davaların nitelik ve niceliklerinde zorunlu artışlar meydana getirmiştir.
1970 yılından bu yana, Adliye Mahkemelerindeki iş hacminde, anlaşmazlıkların türüne göre artış oranı % 40 ila % 400 e ulaşmış bulunm aktadır.
1979- 1980 yılı içerisinde mahkemelerimizde bulunan dava sayısı 2.806.569 dur. Aynı süre içerisinde gelen işten 8000 fazlasıyla, 1.641.058 dava karara bağlanmıştır.
Halen 2956 hâkim kadrosu bulunm aktadır. Dördüncü beş yıllık plân döneminde ise mevcut hâkim sayısına ilâveten 1042 hâkime daha gereksinme duyulacaktır.
1979 yılında hâkim sayısında, ancak 172 artış sağlanarak, açık hâkim sayısı 314 e düşürülebilmiştir.
448
Ülkemizde faal olan mahkemelerimizin sayısı ise 2860 dır.
Kurulumuzca, 1977 -1978 -1979 seneleri iş durum ları nazara alınarak yapılan inceleme sonunda; mevcut mahkemelere ilaveten 202 yeni mahkemenin daha kurulm asının gerekli olduğu sonucuna varılmıştır. Böylece kurulupta faaliyete geçirilemiyenlerle birlikte 301 yeni mahkemeye ihtiyaç duyulm aktadır.
Değerli Basın Mensupları;
Ülkemizde giderek artan iş yükü altında çalışan hâkimlerimiz, b ir yılda en az 1000 davayı karara bağlamak zorundadırlar. Dünyanın hiç b ir yerinde adliye ve hâkim ler bu kadar kısıtlı olanaklar ile böylesine ağır ve büyük iş yükünün altında çalışmak zorunda kalmamışlardır.
Şu gerçek kabul ed ilm elid ir: Adalet Mahkemelerine etkinlik ve hız kazandırılmasına sadece hâkim in mesaisi yetmemektedir. Adalete yardımcı olan kuruluşların da kendilerine düşen görevleri aksatm am aları gerekir.
Hâkimlerimiz, im kanları sıkıtlı olan devletimizin hâkimleri olmanın sorumluluğunu duyarak; kendilerine sağlanabilen olanakları en iyi şekilde değerlendirmek suretiyle, adalet hizmetini aksatm adan yürütm enin gayreti içindedirler.
Adalet, iş bölümü ve ahenkli çalışmayı gerektiren b ir hizmettir. Bir davanın yargılama süresi ve verilen kararın doğruluk derecesi Cumhuriyet Savcıları, zabıta, avukatlar ile davanın taraflannm birlikte ve uyumlu çalışmasına bağlıdır.
İçtenlikle açıkladığım mahkemelerimizin durum unun ve iş hacminin değerlendirilmesini takdirlerinize bırakırken; mahkeme kapılarında adalet bekliyen vatandaşlarımız karşısında hâkim lerimizin sorum luluk payının takdirini de Büyük Ulusumuza bırakmayı uygun buluyorum.
YASALARIMIZ
Hâkim ler ile Cumhuriyet Savcılarının nitelikleri, atanm aları, hakları ve ödevleri, aylık ve ödenekleri, meslekte ilerlemeleri, gö-
449
revîerinin veya görev yerlerinin geçici veya sürekli olarak değiştirilmesi ve haklarında soruşturm a, yargılama, disiplin ve özlük işlerine ilişkin Hâkimler Kanunu tasarısı Yargıtay ve Yüksek Hâkim ler Kurulu m ensuplarının da iştiraki ile, Adalet Bakanlığı Kanunlar Plânlama Araştırma Genel Müdürlüğünce, çağdaş b ir yaklaşımla sürdürülen çalışmalar sonunda tamamlandığını, tasarının Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulacak aşamaya geldiğini sevinçle belirtmek isterim.
Anayasamızın geçici 7. ve 8. maddelerinde yürürlüğünden itibaren 6 ay içersinde çıkarılması öngörülen, ancak 20 yıldır beklediğimiz Hâkim ler Kanununun, Yüce Parlamentomuza b ir an evvel sevk edilerek kanunlaşmasının sağlanması halinde yargının hizmet binaları, araç ve gereç dışında, tüm sorunları çözüme kavuşmuş olacaktır.
Çocuk Mahkemelerinin kuruluşuna ilişkin 2253 sayılı Kanun 21.11.1980 günü yürürlüğe girecektir. Suçlu çocukların yaş ortalamasının gittikçe küçülme göstermesine rağmen, işledikleri suçun gerek sayısında, gerekse ağırlığında artm alar meydana gelmektedir. Çağdaş b ir yargılama sistemine geçilirken; çocuk mahkemelerinin şeklen kurulm ası yeterli olmıyacağından, yasanın öngördüğü yardımcı kuruluşların da b ir an önce gerçekleştirilmesi gerekir.
Yüce meclislerde olan üst mahkemeler kanunu tasarısının da yasalaşmasını beklemekteyiz.
ADALET DAİRELERİ
Adalet hizmetinin yürütüldüğü binaların görevin niteliğine uygun b ir şekilde olmaması, gerek adliye de çalışanlar, gerekse iş takip edenler için büyük b ir sorun olarak devam etmektedir.
Görevin, adaletin saygınlığı ve ciddiyetiyle bağdaşmayan binalarda yürütülmesi, tüm ulusumuzca yakınma konusu edilmektedir. Ülkemizin b ir çok yerlerinde dosyalarını rahatça incelemek, temsil görevini yerine getirebilmek için, gereksinme duydukları b ir çalışma odasından yoksun olan hâkimler; ya duruşm a salonunun b ir köşesinde oturm akta yahut odalarında duruşm a yapmak zorunda kalm aktadırlar. Yargılama işleri ve yönteminin ağır sorum luluk altında kaldığı bu durumun düzeltilmesi gereklidir.
450
Devletimiz artık vatandaşlarının hak aram a ve aradığı hakka en kısa yoldan kavuşma özgürlüğü için hiç b ir fedakarlıktan kaçınmamalıdır. Hizmet binalarının b ir plân dahilinde ele alınmasını hukuk devletimizden beklemekteyiz. Hizmet binaları olmıyan, görevin saygınlığına uygun bir şekilde donatılmayan b ir teşkilâtta, alınacak yeni hâkim kadroları ve kurulan yeni mahkemeler beklenen sonuçları veremiyeceği kuşkusuzdur. Mahkemelerin istenilen düzeyde kurulam amasm ın, kurulanlarm ise faaliyete geçirilmemesinin en önde gelen nedeni hizmet binalarının hiçbir surette kafi olmaması ve yeni bina temin edilememesidir.
Başkentimiz Ankara’da mahkemelerimizin b ir kısmı iş hanına yerleşmek zorunda kalmıştır. Bu işhanmm elverişsizliği görevi aksatacak aşamaya getirmiştir. Geçirdiğimiz soğuk kışa rağmen, binanın kaloriferleri yaktırılamam ış, asansörleri işletilememiş, bu nedenle mahkemelerimiz adeta çalışamaz durum a gelmiştir. Hâkimlerimiz paltolarının üstüne cübbe giyerek, adalet personeli ile birlikte sağlıklarını tehlikeye koyarak görevin yürütülmesini sağlamışlardır.
Önümüzdeki kış aynı binalarda hizmetin yürütülm esinin büyük aksam alara yol açacağını ilgililerin dikkatine sunm ak isterim. Yapımı hızla devam eden yeni Adliye Sarayının bir an önce inşaatının tam am lanarak hizmete konulmasını ve bu örnek davranışın ülkemizin diğer yörelerinde de başlatılmasını yürekten dilemekteyiz.
PERSONEL SORUNUt
Mahkemelerde çalışan başkâtip, zabıt kâtibi, m übaşir ve müs- dahdem lerin çok yoğun iş hacmi ve ağır koşullar altında, adalet hizmetine çok büyük katkıda bulundukları herkesçe bilinmektedir. Adalet personelinin özlük haklarının günün ekonomik koşullarına göre düzeltilmesi ve aylıklarının yarısı oranında ödenek verilmesi ile ilgili tasarının yasalaşması sorunu önemli ölçüde çözümleyecektir. Diğer kam u kesiminde çalışan personele verilmekte olan çeşitli tazm inatlar, adalet personeli ile aralarındaki uçurum u gittikçe büyütm ekte bu nedenle yetişmiş adliye personelinin başka kuram lara geçmelerinin önlenmesi müm kün olm am aktadır.
BakanlarKurulunun Resmi Gazete’de dün yayınlanan 8/1249 sayılı kararı ile; 1.3.1980 tarihinden geçerli olmak üzere b ir kısım kam u personeline asıl yasaları çıkana kadar b rü t maaşlarının belirli oranında avans olarak ödeme yapılması öngörülm üştür.
451
Meclislerimizde bulunan ödeneceklerin arttırılm asına ilişkin tasarıların yasalaşmasına kadar, hâkim, cumhuriyet savcısı ve bu meslekten sayılanlar ile özellikle adalet personeline de böyle b ir im kânın tanınmasını, bugünkü yaşam koşulları karşısında Cumhuriyet Hükümetimizden beklemekte kendimizi haklı bulmaktayız.
Adalet personelinin mali durum larının düzeltilmesi, hizmetlerin daha doğru ve tarafsız b ir şekilde yürütülmesine büyük katkı sağlayacaktır.
KONUT SORUNU
Cumhuriyet Hükümetleri lojman sorununu benimseyerek, 1977 yılından itibaren yapımını başlatm ıştır. Yurt düzeyinde Adalet Personeli için lojm an yapımı konusunda Adalet Bakanlığının yürü ttüğü çalışmaları takdirle izlemekteyiz. Sonuca daha kapsamlı ve hızlı b ir şekilde varılması için, çabaların arttırılm asını beklemekteyiz. Tarafsızlığını ve mesleğinin onurunu her şeyin üzerinde tutm asını beklediğimiz hâkim ler görev yaptığı yerlerde devletin evinde kiracı olarak oturm alıdırlar. Halen 352 lojman yapılmış ve hizmete girmiştir. 702 lojman ise bu yıl hizmete girecektir. 95 yörede arsa temin edilmiş, 38 bölgede ise lojman yapımı 1980 yılı program ına alınmış bulunm aktadır. Bugünkü gereksinmeye göre adliyenin 9000 lojmana ihtiyacı vardır.
Öte yandan adliye personeli için Erdek, Yalova ve Bozcaada da yaptırılm asına karar verilen dinlenme tesislerinin hizmete konulm aları için girişimlerin hızlandırılmasını beklemekteyiz.
S O N U Ç ı
Sorunlarımızı adli tatilin başlamasını vesile sayarak açıklarken :
Toplumumuzu daha çok barışa, daha çok özgürlüğe, daha çok insan severliğe ve daha hızlı ve etkin adalete götürmeyi amaçlamaktayız.
Anayasal sorumluluğumuzun gereği olan bu isteklerimizin azının gerçekleşmesinden dolayı duyduğumuz üzüntü, hiçbir zaman şevkimizi kırm am ıştır ve kırmayacaktır.
452
Her insan gibi hâkim ler de yanılabilirler. Verilen kararlarda şekil ve esas bakım ından yanlışlıklar bulunabilir. B ir hukuk kuralının yorum lanm asında mahkemeler arasında görüş ayrılığı olabilir. Yargı kararlarının doğru olması, bu kararlarda yanılma bulunm aması, devletin temel işlerinden olan adalet dağıtım işinin başlıca ilkesidir. Demokratik b ir düzen içinde olan toplum larda temel prensip, kanun hâkimiyetidir. Hukuk ve yasalar ve bunlara dayanılarak verilen kararlar, uygulanmak ve kendisine uyulmak için vardır. Uygulanmayacak olurlarsa toplum sal işlerliğini yerine getiremezler, insanların b ir arada uygarca yaşam sürdürebilm elerinin vazgeçilmez koşulu budur. O nedenledir ki, devleti oluşturan bütün kuruluşların ve tüm Ulusun hukuka ve yasalara saygılı olması ile, ülkemizin içine itildiği bunalım lardan kurtulacağına inanıyoruz.
Değerli Hâkimler;
Özgürlük ve dem okrasilerin tek ve tartışm asız koşulu adaletin varlığıdır.
Türk toplum u çağlardan beri adil b ir toplum olmayı her şeyin üzerinde tutm uştur. Ulusumuzun adalete olan içten tutkusunun simgesi olan hâkime duyduğu güvenin ve saygının temelinde bu gerçek yatm aktadır. Bu güven ve saygıya lâyık olmalısınız.
Bugün devletimize Cumhuriyetimize ve Atatürk devrim ve ilkelerine her günden daha fazla sahip çıkmak ve Ulusumuzdan aldığımız yargı yetkisini daha hassas b ir şekilde kullanmak zorundayız.
Bağımsızlığınız, ancak tarafsızlığınızla, dürüstlüğünüzle, güven verici tutum ve davranışınızla ve adalet duygusunu en üstün düzeyde gerçekleştirmenizle yüce anlamını bulacaktır.
Yargılama yetkisini kullanırken, sizin hakkınızda varılacak yargı, hukuk devletimizin en büyük övüncü olmalıdır. Yanlışlara karşı doğruları, zora karşı hakkı, cehalete karşı bilimi kullanarak; dem okratik hukuk devletinin geleceğini güvence altına almalısınız.
Yaşadığımız toplum un değerleri ile çağdaş hukukun sentezini yaparak, insan m utluluğunu sağlamada hukukun b ir araç olduğunu unutm adan, iç barışın ve kardeşlik ortam ının kurulm ası için çalışmalısınız.
453
Ulusumuzu birbirine kaynaştıran, insana insan olma zevkini veren barış ve sevgiyi hâkim kılma yaklaşımları içerisinde bulunm alısınız.
Uygar b ir devletin hâkimleri olarak, üstlendiğiniz sorumluluğun gereklerini Anayasamızdan ve Büyük A tatürk’ün Devrim ve İlkelerinden aldığınız güçle yerine getireceğinizden eminiz.
1980 adli araverme nedeniyle tüm Adalet m ensuplarına Yüksek Hâkimler Kurulu adına içten m utluluklar diler, saygılar sunarım.
CEZA HUKUKU
TÜRK CEZA KANUNUNUN 159. MADDESİ VE BASIN HÜRRİYETİ İLE İLİŞKİSİ
(I)t '
Prof. Dr. Öztekin TOSUN
PLÂN : Giriş. Birinci kısım : Türk Ceza Kanununun 159/1 maddesindeki suçlar. Birinci suç : Tahkir ve tezyif suçu. § — 1. Fail § — Maddî unsurI — Önşart II — Hareket III — Korunan konular 1 — Türklük 2 — Cumhuriyet 3 — Büyük Millet Meclisi 4 — Hükümetin manevî şahsiyeti 5 — Bakanlıklar 6 — Devletin askerî kuvvetleri 7 — Devletin emniyet muhafaza kuvvetleri 8 — Adliyenin manevî şahsiyeti § — 3. Manevî unsur § — 4. Suçun işlenişine ilişkin sorunlar § — 5. Cezalar § — 6. Muhakeme I — İzin koşulu II — Suçun basm yolu ile işlenmesi durumu İkinci suç : Sövme suçu § — 1. Fail § — 2. Maddî unsur 1 — Önşart II — Hareket III — Korunan konular 1 — Kanunlar 2 — Büyük Millet Meclisi kararlan § — 3. Manevi unsur § — 4. Suçun işlenişine ilişkin sorunlar § — 5. Ceza § — 6. Muhakeme. İkinci kısım. Bu suçların basm hürriyeti ile ilişkileri. § — 1. Maddenin ülkemizde geçirdiği aşamalar. I — Maddenin kapsamının ülkemizde devamlı genişletilmesi durumu. 1 — Kanunlara ve Meclis kararlarına sövme suçu. 2 — Büyük Millet Meclisinin meşruiyetini şüpheye düşürme suçu 3 — Maddede yer alan suçlarm konularının arttırılması.II — Cezaların devamlı olarak arttırılmakta bulunması. § — 2. Bu suçların basın hürriyeti ile ilişkisi. § — 3. Maddenin eleştiri için tehlikeli olması nedenleri. I — Ülkemizde basm hürriyetine inancın bilinçli olmaması. II — Basılı eserleri C. Savcılığına verme zorunluğunun doğurduğu sonuçlar. 1 — Savcılıklarda basm bürolarımn kurulması. 2 — Bakanlıkta Basm büroları kurulması III — Savcılığın dava açmada takdir yetkisi olmaması, zorunluluk sisteminin bulunması. IV — Özel mahkemelerin yargılama yapması. V — Askerî mahkemelerin yargılama yapması § — 4. Maddenin eleştiri için tehlikeli olmasım azaltacak tedbirlerin neler olması gerektiği, I — Kanunlardaki basılmış eserlerin Savcılığa teslim edilmesi hakkmdaki hükümlerin kaldırılması. II — Savcıların dava açmada takdir yetkisine sahip olması. III — Basın bürolarının kaldırılması. IV — Hazırlık soruşturmasında bilirkişiye başvurma uygulamasının kaldırılması. V — Basm suçlarında yargılamanın genel mahkemelere bırakılması. VI — Basm suçlarında askerî mahkemelerin yetkili olmasının açıkça yasaklanması. VII — Bu tedbirler sayesinde basm hürriyetine inancın bilinçli kılınması.
Prof. Dr. ÖZTEKİN TOSUN 455
G İ R İ Ş
Türk Ceza Kanununun 159. maddesinde iki suç yer almış bulunm aktadır. Bunlardan birincisini (Devlet organlarını alenen tahkir ve tezyif etmek suçu), İkincisi de (Kanunlara ve Meclis kararlarına alenen sövme suçu) olarak aldandırabiliriz. Biz bu çalışmamızda önce ilk suçu, sonra ikinci suçu inceliyerek, çalışmamızın üçüncü kısmında bu suçların basın hürriyetini etkileyip etkilemedikleri konusu üzerinde duracağız.
Türk Ceza Kanununun 159. maddesi ilk biçiminden sonra zamanımıza kadar dört değişiklik geçirmiş ve bugünkü durum a gelmiştir. Bu değişiklikleri getiren kanunlar sırasile : 1.10.1936 tarihli 3038 sayılı kanun, 16.7.1938 tarihli 3531 sayılı kanun, 24.9.1946 tarihli 4956 sayılı kanun, 1961 tarihli ve 235 sayılı kanundur. Bunlardan sonuncusunun hazırlık çalışmaları ve Meclis tartışm aları Tutanak Dergilerine geçmemiştir.
Ceza Kanunumuz 1889 İtalyan Kanunundan alınmış bulunduğundan ve sonraki değişiklikler de 1930 İtalyan Ceza Kanunundan esinlendiği genellikle kabul edildiğinden bu iki kanunda bu suçun düzenlenmesinin de gözden uzak tutulm am ası gerektiğini düşündük; bu yüzden çalışmamızın üç kısmını da ilgilendirebileceğini düşünerek bu metinleri de her üç kısım için ortak olan bu giriş kısmına koymayı uygun bulduk.
1889 İtalyan Kanununda bu suç iki ayrı maddede düzenlenmiş görünmektedir.
«m. 123 — Herkim, Senato veya Millet Meclisini alenen tahkir ve tezyif ederse (vilipende), b ir aydan otuz aya kadar hapis (detenzione) cezası ve elli liradan 1500 liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır.
«Eğer tecavüz Senato veya Millet Meclisi huzurunda (al cospetto) olursa, hapis altı aydan üç yıla ve ağır para cezası 300 liradan üç bin liraya kadardır.»
«m. 126 — Herkim Devletin anayasal kuruluşlarını (istituzioni) alenen tahkir ve tezyif ederse, altı aya kadar hapis ve yüz liradan ikibin liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır.»
Görüldüğü gibi, eski İtalyan Kanunu bu suçu iki ayrı maddede düzenlerken, Devlet kuruluşları arasında b ir ayırım yapmıştır. Bu ayırıma göre yasama organına yapılan hareketleri daha ağır, yasama
456 TÜRK CEZA KANUNUNUN 159. MADDESİVE BASIN HÜRRİYETİ ÎLE ÎLÎŞKÎSÎ
organı dışında kalan anayasal kuruluşlara karşı yapılan hareketleri ondan daha hafif b ir biçimde cezalandırmıştır. Bizde ise, bu ikili ayırım yapılmadığından bütün korunan kurumlctra yapılan hareketler aynı ağırlıkta cezalandırılmıştır.
1930 İtalyan Kanununda bizim 159. maddedeki suça karşılık gösterebileceğimiz suçlar hakkında hüküm ler dört maddeye dağılmış görünmektedir, ilk iki maddede asıl suçlar tanım lanm akta, daha sonraki iki maddede de ağırlatıcı nedenler belirtilm ektedir.
«m. 290 — (Cumhuriyetin, Anayasal kuruluşların ve Silahlı Kuvvetlerin tahkir ve tezyifi) (30 temmuz 1957 tarihli ve 655 sayılı K. m. 1) — Herkim, Cumhuriyeti, Yasama Meclislerini veya bunlardan birini yahut H üküm eti veya Anayasa Mahkemesini veya Adliye K uruluşunu alenen tahkir ve tezyif ederse altı aydan üç yıla kadar ağır hapis (reslusione) cezası ile cezalandırılır.
«Devletin Silâhlı Kuvvetlerini veya kurtuluş kuvvetlerini alenen tahkir ve tezyif eden kişi de aynı ceza ile cezalandırılır.»
«m. 291 — (Italyan ulusunu tahkir ve tezyif) — Herkim İtalyan ulusunu tahkir ve tezyif ederse b ir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.»
«m. 292 — Ağırlatıcı sebep. Silâhlı kuvvetleri tahkir ve tezyif izinli asker tarafından işlenirse cezası arttırılır.»
«m. 293 — 291 ve 292 nci maddelerdeki suçlar yabancı ülkelere vatandaş tarafından işlenirse cezası arttırılır.»
Yeni İtalyan Kanununun, 1889 kanunundan ayrıldığı tarafların şunlar olduğunu görmekteyiz :
• 1) Yasama organına yapılan hareketlerle öteki organlara yapılan haraketler arasındaki ayırım ortadan kaldırılm ıştır.
O 2) İtalyan Ulusuna karşı hareketler de suç sayılmış ve cezasıdaha da fazla öngörülm üştür.
• 3) Cezalar daha arttırılm ıştır.
Yeni İtalyan Kanunu bizimkisi ile kısaca b ir karşılaştırdığımızda görünen m anzara da şu olm aktadır :
• 1) Bizde de Türklüğü tahkir ve tezyif cezalandırılmıştır; amaöteki tahkir ve tezyiften daha ağır olmamıştır.
• 2) Bizde de yasama organı ile öteki organlar b ir tutulm uştur.
• 3) Bizde, ne eski ne de yeni İtalyan Kanununda öngörülme-
Prof. Dr. ÖZTEKlN TOSUN 457
yen kanunlara ve meclis kararlarına sövme hareketleri de cezalandırılmıştır.
Yeni Italyan Kanunundaki cezalar eski kanundakinden daha ağırdır. Türk Ceza Kanunundakiler ise Yeni Italyan Kanunundakileri de geçmiştir. Şöyle ki 1930 Italyan Kanunundaki ceza 6 aydan 3 yıla, 1 yıldan 3 yıla kadarken, bizdeki bunun aşağı yukarı iki misli olup, b ir yıldan altı yıla kadardır.
Mehaz ve 1930 İtalyan Kanununun düzenlemesine b ir göz attık tan ve bunlarla Türk Ceza Kanununu en kaba çizgileriyle karşılaştırdıktan sonra, şimdi incelememizin planını verelim.
Biz bu çalışmamızda, Birinci Kısımda önce Türk Ceza Kanununun 159/1’deki suç, sonra da 159/3’deki suç üzerinde duracağız. Bu duruşumuz hem suç unsurları, hem muhakeme bakım ından olacak tır. Çalışmalarımızın ikinci kısımda bu suçların ülkemizde nasıl olup da basm hürriyetini sınırladığını ortaya çıkarmağa çalışacağız. Bu uğraşımız sırasında sadece bu suç hakkm daki hüküm lerden değil, fakat belki de b ir çok suç hakkında uygulanan kanun hüküm lerinden ileri gelen bu sınırlamayı giderme çareleri üzerinde durm ak zorunda kalacağız.
Suçları incelerken, önce fail, sonra maddî unsur, manevî unsur üzerinde duracağız. Dördüncü paragrafta suçun işlenişine ilişkin sorunlara yer ayıracağız. Beşinci paragrafta ceza konusuna ilişeceğiz. Altıncı paragrafta muhakeme konusu üzerinde duracağız. Burada izne bağlı olmak, suçun basm yolu ile veya onsuz işlenmesi konularını ele alacağız. Böylece, ikinci ve son kısmı daha kolaylıkla inceliyebi- leceğimizi ummaktayız.
B İ R İ N C İ K I S I M Türk Ceza Kanununun 159/1 maddesindeki suçlar
Birinci Suç : Tahkir ve Tezyif Suçu
inceleme konusu ilk suç kanunda şu biçimde yer alm ıştır :
«m. 159 — Türklüğü, Cumhuriyeti, Büyük Millet Meclisini, Hükümetin manevî şahsiyetini, Bakanlıkları, Devletin askerî veya emniyet muhafaza kuvvetlerini veya Adliyenin manevî şahsiyetini alenen tahkir ve tezyif edenler b ir seneden altı seneye kadar ağır hapis cezasiyle cezalandırılırlar.
458 TÜRK CEZA KANUNUNUN 159. MADDESİVE BASIN HÜRRÎYETÎ ÎLE ÎLÎŞKÎSÎ
«Birinci fıkrada beyan olunan cürüm lerin irtikâbında m uhatap sarahaten zikredilmiş olmasa bile onlara m atufiyetinde tereddüt edilmeyecek derecede karineler varsa tecavüz sarahaten vukubulmuş addolunur.
«.......... Türklüğü tahkir yabancı m em lekette b ir Türk tarafından işlenirseverilecek ceza üçte birden yarıya kadar arttırılır.»
§ — 1. Fail
Bu suçun faili herkes olabilir. Sadece fail Türk vatandaşı ise, suçu yabancı ülkede işlediğinde cezası arttırılır. Bu hüküm kanunumuza 1936 daki değişiklik sırasında 3038 sayılı kanunla girmiştir; daha önce yoktu. Mehazda da olmayan bu ağırlatıcı sebebin Yeni İtalyan Ceza Kanununun 293. maddesinden alındığı anlaşılm aktadır.
§ — 2. Maddî Unsur
Suçun maddî unsuru kanunda gösterilmiş konulan alenen tahkir ve tezyif etmektedir. Önce önşart, sonra hareket ve nihayet suçun konuları üzerinde durm ak yeterli olacaktır.
I — Önşart
Bu suçun önşart, hareketin (alenen) yapılmasıdır. Alaniyet terimini ceza kanunu tanım lam ıştır. B ir hareketin alenen yapıldığını kabul için, 153. maddenin son fıkrasına göre, ceza kanununun uygulanm asında aşağıdaki durum lar bu lunm alıd ır:
• A — Suç basın aracı ile veya herhangi b ir propaganda aracı ile işlenmelidir;
® B — Umumî veya umum a açık b ir mahalde ve birden fazla kimsenin önünde işlenmelidir;
• C — Toplanılan yer veya toplantıya katılanlarm sayısı veya toplantının konusu ve amacı bakım ından özel nitelikte olmayan bir toplantıda işlenmelidir.
Aleniyet unsurunun hukuksal nitelendirilmesi konusunda ufak b ir tartışm aya değinebiliriz. Manziııi, burada b ir cezalandırılabil- me objektif şartı bulunduğunu kabul etm iştir (1). Böyle kabul edince, failin kasdmm bulunması aranm am aktadır. Pratik sonuç şu ol-
(1) MANZINI, Viconzo : T ratta to di d iritto penale italiano, cilt VI, n. 1830
Prof. Dr. ÖZTEKÎN TOSUN 459
m a k ta d ır : Fail, hareketi yaparken aleniyetin bulunduğunu bilmediği durum larda da cezalandırılacaktır; çünkü, cezalandırılabilme objektif şartlarının fail tarafından istenmesinin veya bilinmesinin önemi yoktur. Buna karşılık, Antolisei, burada herhangi b ir suç unsurundan başka b ir şey bulunmadığını belirtm ektedir; böyle olunca failin bilmemesi durum unda suç cezalandırılamıyacaktır. Ona göre, gerekçe gösterilmeden ileri sürülen Manzini’nin düşüncesi kabul edilemez (2). Biz de ikinci fikre taraftarız. Aleniyet cezalandırılabilirle objektif şartı olmayıp suçun unsurudur; maddî unsurdur. Onu (Önşart) olarak ayırmamız incelemede b ir kolaylık içindir. Aslında önşartlar ile maddî unsur kuramsal olarak aynı şeylerdir.
I
II — Hareket
Bu suçun hareket unsuru (tahkir ve tezyif) olarak gösterilmiştir. Türkçede bu ibarenin hakaretten daha ağır olduğu ilk bakışta anlaşılm aktadır; gerçekten kanun sadece tahkir demekle yetinmemiş, bunun yanında b ir de tezyif'i ekleyerek hakaretten daha ağır b ir kavram a yer vermiştir. Her iki terim i kanun koyucunun yanyana kullanmasının b ir rastlantı olduğu söylense bile, bu rastlantısal açıklama kanunda durdukça tahkir ve tezyifin birlikte bulunm asından dolayı, burada sadece tahkir veya sadece tezyifin suçu meydana getirmekte yetersiz olduğu, her ikisinin de birlikte bulunması gerektiği fikrinden vazgeçilememelidir. Suçların yasallığı ilkesi, sonuçta yasanın onu bizzat ortaya koyanların isteğinden ayrı b ir isteği bulunduğu fikrine götürm ektedir; böyle olunca da yasa koyucunun bunu bilmeden yapmasının önemi olamazdı. Kanunkoyucu- nun bu çeşit davranışı belki b ir fiilin suç teşkil etmediği bakım ından öne sürülebilir, fakat b ir fiilin suç teşkil ettiğini kabulde temel olamaz. Sonuç olarak, sadece (tahkir) ile fiilin suç teşkil edebileceği kabul edilemez. Kaldı ki, bu yorum yasa koyucunun yanılması iddiası kabul edilirse yapılabilir. Yasa koyucunun burada yanılmadığı da açıktır. Gerçekten, bu madde mehaz kanunda maddî unsur olarak (tahkir)’i almış değildir. İtalyan kanununda hakaretteki tahk ir (ingiuria) sözcüğü ile açıklanm ıştır (Yeni İtalyan Kanunu, m. 594). Bizim 159'daki maddî unsur ise başka b ir sözcük olan (vivi- pendio) ile adlandırılm ıştır.
(2) ANTOLLİSEÎ, F rancesco : Manuale di d iritto penale, Parte specialeII, Milano, 1954, sh. 553
460 TÜRK CEZA KANUNUNUN 159. MADDESİVE BASIN HÜRRİYETİ İLE İLİŞKİSİ
İtalyan yazarlar arasında en önemlilerden olanlar burada bizim yasa koyucunun (tahkir ve tezyif) biçiminde çevirdiği (vilipen- dio) sözcüğünün tahkirden daha ağır b ir şey (qualche cosa di piü) olduğunu belirtm ektedir. Ona göre, bu sözcük 1930 İtalyan kanunundaki 342. maddedeki (oltraggio)'dan (bizim 268. maddedeki tecavüz ve hakarette bulunmak), 594. maddedeki (ingiuria)'dan (bizim 480. maddedeki hakaret), 595. maddedeki (diffamazione)’den (bizim 482'deki sövme) daha ağırdır. Saygısızca hareketler ve uygunsuz tu tum lar ne kadar ateşli ve sert olursa olsun ağır tecavüz (offesa grave) şekline dönüşüp dejenere olmadıkça bu kavram a girmezler (1).
Tahkir ve tezyif denen kaba hakaret biçimindeki hareketler kural olarak sözcüklerle açıklanırsa da, bunların yazı ile, resimle ve hareketlerle (örneğin dil çıkarma, tükürm e gibi) de yapılabilir (2).
III — K orunan Konular
Tahkir ve tezyif hareketinden korunan konular yasada sayılmıştır. Bunları teker teker ele alalım.
1 — Türklük
Mehaz İtalyan Ceza yasasında İtalyan Milleti’ni tahkir ve tezyif suçu yer almış değildir. Türk Ceza Kanununda ise nereden geldiğini bilmemekle birlikte, daha 1926 yılında bu suça rastlamaktayız. 1939 İtalyan yasakoyucu, bizden aşağı yukarı dört yıl sonra, kendi kanununa da böyle b ir suçu eklemiştir. Manzini bu hükm ün tasarılarda olmadığını, anlamsız b ir söz karışıklığı ile kesin tasarıya ve yasaya girdiğini belirtm ektedir (1).
2 — Cumhuriyet
Kanunumuzun ilk biçiminde ve 1889 İtalyan kanununda bu sözcük geçmemektedir. Yasamıza ilk girişi 1936 yılında 3038 sayılı kanunla olm uştur. Cumhuriyet sözcüğü Türkiye Cumhuriyeti anlamına gelmektedir. Böyle olunca, Osmanlı Devletine yönelik hareketler madde dışında kalmalıdır.
(1) ANTOLISEI, Francesco : a.g.e. sh. 811.(2) ANTOLISEI, Francesco : a.g.e. sh. 553, 559.
Prof. Dr. ÖZTEKlN TOSUN 461
3 — Büyük Millet Meclisi
Büyük Millet Meclisi tahkir ve tezyif suçu, 1889 Italyan Ceza Yasasından önce İtalya’da yoktu; mehaz’a 123. madde olarak girmesinde eski ve kötü Fransız kanunları (17 mayıs 1819 K., m. 11; 25 m art 1822 K. m. 7; 29 kasım 1830 K. m. 1) kaynak olm uştur; bu kanunlar 1881'de kaldırılm ıştır. Böylece Fransa’da heyetlere hakaret suçu olarak cezalandırılan hareketler, gerek 1889, gerek 1930 İtalyan yasalarında ve sonuç olarak da Türk Ceza Kanununda ayrı suçlar olarak belirtilm işlerdir (2).
Mehaz 1889 Italyan kanunu burada Millet Meclisi ve Senato’dan ayrı ayrı söz etmişti; bizde tek Meclis varken böyle yapılmaması norm aldir. Ama bugün iki meclis vardır; bu durum da Anayasada Türkiye Büyük Millet Meclisinin iki meclisten oluştuğu belirtildiğine göre (AY. m. 63), her iki meclisin de bu maddenin korunmasından faydalandığı kabul edilegelmektedir.
Yeni Italyan Ceza kanunu daha da titiz davranarak (Yasama Meclislerini veya bunlardan birisini) diyerek açıklama yapmıştır. Böylece, her iki meclisi birlikte tahkir durum unda iki suç varsaymanın önüne geçilmiştir. Bizde Büyük Millet Meclisi teriminin her ikisini içine aldığından kuşku yoktur; ama tek meclisi tahkir ve tezyifin suç sayılamıyacağı da söylenemiyecektir. Burada genişletici b ir yorum yapılarak iki meclise işlenen hareket suç olduğu gibi, tek birine işlenenin de suç olduğu sonucuna gidilecektir. Böyle olmakla birlikte, kanun yazma tekniği bakım ından Italyan kanunu daha üstündür, denilmelidir.
Yasa Büyük Millet Meclisi demektir; bundan anlaşılan Meclisin bütünü olduğu gibi Meclisin halen işbaşında olanıdır. Böyle olunca, bu hareketlerin varlığına rağmen aşağıdaki durum larda inceleme konusu suçun işlendiği kabul edilememektedir (1) :
• a) Milletvekillerinin veya senatörlerin kişiliklerine yönelik tahkir ve tezyifler. Bunun nedeni, yasanın kişileri teker teker koru- mayıp, sadece Meclisleri korumasıdır.
• b) Parlam entodaki encümenlerin, çoğunluğun veya azınlı-
(1) MANZINI, Vincenzo : T rattato ... 1961, cilt IV, sh. 553(2) MANZINI, Vincenzo : T rattato ... 1921, basısı, cilt IV, sh. 274/not 1
462 TÜRK CEZA KANUNUNUN 159. MADDESİVE BASIN HÜRRİYETİ İLE ÎLİŞKİSt
ğm tahkir ve tezyifi. Burada da Meclisler bütünlüğü ile hareketin konusu edilmiş değildir.
• c) Feshedilmiş parlam entolar : Yasa görev başındaki parlamentoyu korum aktadır; amaç iş gören kurum u gözden düşürüp zayıflatmamaktır. Feshedilmiş, görev süresi bitm iş parlam ento için böyle b ir amacın konusu kalmamıştır.
• ç) Sadece Parlamenterizmi tahkir ve tezy if: Yasa, gerçek ve işyapan b ir kurum u korum aktadır; Parlam entarizm ise, b ir yöntem olup, devletin b ir organı değildir; yasa organı korum aktadır.
Meclisleri tahkir ve tezyif suçu karşısında yasaların tutum u değişiktir. Bazı yasalar böyle b ir suça yer vermemektedir; bunlar adı geçen eylemler karşısında hakaret suçunun işlenmesindeki işlemlerle yetinmektedirler. Böylece, siyasî heyetlere yapılan hakaret için ne yapılıyorsa, onun yapılması olanağı kalm aktadır. Türk Ceza Kanununun 268. maddesindeki suç ile yetinilmektedir. Fransız 1881 düzenlemesi ile Alman Ceza kanununun tutum unun bu olduğu söylenmektedir; Norveç Ceza yasasının da (§. 130) herhangi b ir salahiyetli resmî makamı tahkir ile Meclisleri tahkir arasında bir ayırım gözetmediği belirtilm iştir.
Buna karşılık, bazı yasaların (Örneğin Avusturya yasası, § -152) bu suça özel b ir yer ayırdığı görülmektedir; Manzini, bu yasanın yaptırım larının azlığına dikkati çekm ektedir (bir haftadan b ir yıla kadar hapis ve 50 K uron’dan 4000 Kuron'a kadar para cezası).
Italyan cezacılarmdan Manzini bu ikinci sistemi üstün görmektedir. Ona göre, «Böyle b ir sevimsiz ve faydasız özel hüküm koyacağına, yasa, Senato'yu ve özellikle bizzat kendi kendisini tahkir ve tezyif eden Millet Meclisini hiç b ir zaman tahkir ve tezyif etmediğini kanıtlayabilen vatandaş için b ir ödül vermeyi öngörseydi, daha iyi ederdi.» dem ektedir (2). Bizce de özel hüküm koymamak daha uygun olurdu.
5 — Hüküm etin manevi şahsiyeti
Mehaz kanunda (devletin anayasal kuruluşları) korunm akta, ayrıca hüküm etten söz edilmemektedir; am a hüküm etin bu kuruluş-
(1) MANZİNİ, Vincenzo : T rattato ... 1921, basısı, sh. 276
Prof. Dr. ÖZTEKÎN TOSUN 463
lardan olduğu kabul edilmekteydi. Yeni îtalyan Ceza kanunu ise, açıkça hüküm etten söz etmiştir. Türk Ceza Yasası, daha ilk biçiminde, hüküm etin (şahs-ı manevisi), daha sonra manevî şahsiyeti demekle îtalyanlardan önce bu konuda açıklık getirmişti. Buradaki manevî şahsiyet terimi ile, hüküm etin b ir tüzel kişiliği olmadığına göre, hareketin hükümettekilerin kişiliğine değil, fakat organın bütünlüğüne yönelmesi gerektiği anlatılmak istenmektedir.
Türk yasakoyucunun Faşist Italyan yasakoyucuya örnek olan bir başka tutum u da, ondan önce yasama organına yapılan hareket ile yürütm e organına yapılan hareketi b ir tutm ası olmuştur. Halbuki, 1889 Mehaz İtalyan kanununda, hükümete yönelik tahkir ve tezyifler daha az, Meclislere yönelikler ise daha fazla ceza gerektirmekteydiler. Türk Ceza kanununu bu ayırımı kabul etmemiş ve hü- mete yönelikleri de yasama organına yönelikler gibi daha ağır cezalandırm ıştır. Bizden dört yıl sonra Yeni îtalyan Yasakoyucu da aynı yoldan gitmiştir. Yasamızdaki hüküm son biçimini 3038 sayılı yasa ile almıştır.
5 — Bakanlıklar
Bakanlıkların yasamızın ilk biçiminde ayrıca gösterilmediği anlaşılmaktadır. 1889 yasası ile 1930 yasası da bu konuda açıklık taşım amaktadır.
Bizde, ilk defa 1946 yılında, hüküm etin ayrılmaz bir cüz u olan Bakanlıklara yöneltilen tahkir ve tezyif fiillerinin suç sayılmadığı, bu durum dan faydalananların hareketlerinin önüne geçilmesi gerektiği ileri sürülerek 4956 sayılı kanunla «Bakanlıklar» da maddeye eklenmiştir (1).
6 — Devletin Askerî Kuvvetleri
Yasamız, başlarda bu kavramı «Ordu ve Donanma» olarak açıklamıştı. 3038 sayılı kanunla onun yerine «Devletin silâhlı kuvvetleri» terim i getirildi; böyle b ir değişiklik 1930 îtalyan kanunundan esinlenmiş olabilir (îtalyan K. m. 290/2).
Bu noktada 1889 îtalyan yasasına dönebiliriz. Bu yasada ne ordu, ne de silâhlı kuvvetler sözü geçmemekteydi. Bu yüzden ordu-
(1) MANZINI, Vincenzo : a.g.e. 1921, c. IV, sh. 274/not 1.(2) MANZINI, Vincenzo : a.g.e. 1921, c. IV, sh. 274/275.
464 TÜRK CEZA KANUNUNUN 159. MADDESÎVE BASIN HÜRRİYETİ ÎLE ÎLÎŞKİSİ
ya yönelik tahkir ve tezyif hareketlerinin cezalandırılmasında ta rtışm a çıkmıştı; b ir kısım yazarlar orduya yönelik hareketlerin bu suçu oluşturm adığını ileri sürm üşlerdir (1). Buna karşılık, uygulamada Ordu nun yasada geçen (anayasal kuruluşlar = Istituzioni costitu- zionali) arasında olduğu 1892 tarihli b ir içtihadı birleştirm e kararı ile kabul edilm iştir (2).
Yasamızda ordu ve donanma yerine silahlı kuvvetler terimleri getirilirken, ordu ve donanma dışında kalan silahlı kuvvetlerin de kanunun korum asından faydalanması istenm iştir (3).
1938 tarihindeki değişiklik sırasında Silahlı Küvetleri terimi de kaldırılmış, yerine askerî kuvvetler terim i konm uştur. Asker! kuvvetler dışında kalan silahlı kuvvetler için aşağıda göreceğimiz (emniyet muhafaza kuvvetleri) terim i yasada yer almıştır.
İtalya'da uygulamada ordunun b ir kısmının tahkir ve tezyifinin bu maddeye girip girmediği üzerinde durulm uştur. Kural olarak belli kişilerin tahkir ve tezyifinin bu suçu oluşturm adığı kabul edilmektedir; bu durum da heyetlere hakaret ile gidilebileceği açıklanmak- tadır. Buna karşılık, silahlı kuvvetlerin belli kısım larına yönelik hareketlerde içtihat daha oynaktır. Örneğin Jandarm aya yönelik hakaretlerde bu suçun söz konusu olduğu kabul edilm iştir (4). Bu durum larda tahkir ve tezyifin silahlı kuvvetlerin bütününe de sira- yet edip etmediğine göre b ir sonuca varılması ölçüsünden hareket edilm iştir (5). Öğretide ise sadece jandarm a, piyade, topçu gibi ordunun kısım larına yönelik hareketlerin suçu oluşturduğu kabul edilmemekte, bütün silahlı kuvvetlerin öngörülmesi aranm aktadır (6).
(1) H üküm et gerekçesi ve Adalet Bakanlığı değiştirgesi için, bk. TBMMTutanak Dergisi, 1946, cilt 1, S. Sayısı 50, sh. 1.
(1) Örneğin, CRÎVELLARI, Giulio : Codice penale. Torino, 1894, cilt 5,sh. 244; PESSINA : Se per gli effetti dell'art. 126 l'esercito sia istituione ecc. (Cassazione Unica, III, 1982, 473); FLORIAN; op. cit. sh. 431; NAPODANO : op. cit. sh. 214 (Son üç yazıyı nakleden, MANZINI, Vincenzo : a.g.e. 1921, cilt IV, sh. 285).
(2) K arar için, CRÎVELLARI, Giulio : a.g.e. cilt 5, sh. 251.(3) 3038 sayılı yasa tasarısının adliye encümeni değiştirgesi için bk. Tutanak
Dergisi, 1936, S. sayısı 250, sh. 37.(4) 1961 tarihli karar için, bk. LATTANZI, Giuseppe : I codici penali. Milano,
1974, sh. 383.(5) Not 4'deki eser, sh. 382.(6) MANZINI, Vicenzo: a.g.e. cilt IV, 1961, sh. 544/545.
Prof. Dr. ÖZTEKİN TOSUN 465
7 — Devletin Emniyeti Muhafaza Kuvvetleri
Yasanın kaynağı olan İtalyan 1889 kanununda ve 1930 İtalyan kanununda böyle bir ibare yoktur. Yeni İtalyan ceza kanunda (Silâhlı kuvvetler» terim i bulunm aktadır (1). Bizde de daha önce böyle iken, sonradan «askerî kuvvetler» deyimi kullanılınca bunların dışında kalan silâhlı kuvvetleri korumasız bırakm am ak için «emniyeti muhafaza kuvvetlerini ayrıca belirtm ek faydalı görülmüştür. Bu kavram silâhlı kuvvetler içinde iken, tereddütlere yer verdiği belirtilm işti (2). Böylece, gümrük, orman kolluğu ile jandarm anın ve polisin aleyhinde hareketlerin de bu suçu oluşturm ası güvenceye alınmıştır.
Yasa «Devletin emniyet muhafaza kuvvetleri» dediği için, belediyelerin kollukları bu madde içinde değildir.
8 — Adliyenin Manevi Şahsiyeti
Mehaz 1889 kanununda adliye açıkça maddede yer almış değildi; fakat onun «anayasal kuruluşlar» içinde olduğu kabul edildiğinden Meclisler kadar değilse de (m. 123), onlardan daha az cezayı gerektiren bir suçu oluşturm aktaydı (m. 126). Yeni İtalyan kanunu böyle genel b ir deyimle değil, fakat açıkça sözünü ederek adliyeye de yer verdi; 1936 yılındaki değişiklik sırasında Türk ka- nunkoyucu da aynı değişikliği benimsedi; hükümet tasarısında olmayan bu sözcük adliye encümeni değiştirgesi sırasında tasarıya girerek kanunlaştı. Burada da kanunun «manevî şahsiyet» terimini kullanması, hareketin hâkimlerin kişiliklerine yönelik olması olasılığı dışarda bırakm ak amacına dayanmaktadır.
1930 İtalyan yasasında İtalya’da Anayasa Mahkemesi kurulm ası üzerine 1957 yılında bir değişiklik yapılarak Anayasa Mahkemesi de maddeye eklenmiştir. Bizim yasamız Anayasa Mahkemesinden söz etmediği için, ona yönelik hareketlerin bu maddedeki suçu değil, fakat Ceza Kanununun daha genel olan «adli heyetlere hakaret» diyebileceğimiz suçu (m. 268) oluşturacağı kabul edilmelidir.
§ — 3. Manevi Unsur
(1) Polis'in bu terim e girdiği hk. karar için, bk. LATTANZI, Giuseppe : a.g.e. sh, 381,
(2) TBMM. Zabıt Ceridesi, 1938, c. 26, S. Sayısı 220, sh.l.
466 TÜRK CEZA KANUNUNUN 159. MADDESİVE BASIN HÜRRİYETİ İLE İLİŞKİSİ
Bu suçun manevi unsuru, tersine bir açıklık olmadığına göre, m. 45 gereğince, kast olmak gerekir. Bu kast tahkir ve tezyif hareketinin bilerek ve istenerek yapılmasından ibarettir. Böylece, fail, yasada korunan konulara yönelik tahkir ve tezyif hareketlerini, alenen de olduğunu bilerek, isteyerek yapmalıdır.
Suçun maddi unsurunda hareket ve netice ayırımı yapılamadığı için, hareket yapılmakla neticede gerçekleştiğinden, hareketin bilerek ve istenerek işlenmesi, neticenin de bilerek ve istenerek işlenmesi olm aktadır. Böylece kasdın neticeyi de kapsadığı, failin tahkir ve tezyifte bulunurken böyle bir konuya zarar verebileceğini bilebilecek durum da olması aranm alıdır (1).
Yukarda suçun «alenen» işlenmesi konusunda belirttiğimiz gibi, bu aleniyet b ir cezalandırabilme şartı olmadığından, kasdm ona da yönelik olması gereklidir.
Sonuç olarak, genel kast ile yetinildiği, ayrıca b ir özel kast aranm adığı da söylenmektedir.
(Devamı Var)
(1) ANTOLÎSEI, Francesco : a.g.e. sh. 553/554
CEZA HUKUKU
DOLANDIRICILIK CÜRMÜNÜ HIRSIZLIK VE İNANCI KÖTÜYE KULLANMA CÜRÜMLERİNDEN AYIRAN ÖLÇÜTLER
Sami SELÇUK (*)
PLÂN : I — Giriş. II — Hırsızlık cürmünden ayıran ölçütler: a) — Suçun maddi konusu, b) — Suç araçları, c) — Uygulamada durum. III — İnancı kötüye kullanma cürmünden ayıran ölçütler: a) — Elmenliğin ve sağlanan yararın kökeni, b)-—Suçun oluşum anlan, c) — İter criminis sürecindeki kast türleri.
KAYNAKÇA (**)
I — G İ R İ Ş
Üç temel suç, yani hırsızlık, dolandırıcılık ve inancı kötüye kullanma cürümleri, günlük dilde hırsızlık diye anılırlar. Romalılar, c o n t r e o t a t i o r e i f r a u d u l o s a deyimini bu geniş anlamda benimsemişlerdi (1). Ortak kökenli olmaları, bu üç suçun, hırsızlık ve dolaylı hırsızlık gibi ayırımlar içinde incelenmelerine (2) ve bugün Fransız öğretisinde, her üçünün de malvarlığına karşı hukukî saldırı olarak ortak bir değerlendirme başlığı altında yer almalarına yol açm ıştır (3).
Gerçekten, her şeyden önce, birbirlerine çok yakın olan bu üç cürm ün (4) kuramsal yapılarını iyi bilmek (5) ve ortak yönlerini saptam ak gerekir.
tikin, her üçünde de, suç öznesinin amacı, haklı olmayan yollarla, başkasının zararına zenginleşmedir (animus lucri) (6). Ancak, bu amaca ulaşm ak için kullanılan araçlar, birbirlerinden ayrılmaktadırlar. Hırsızlıkta çalarak, inancı kötüye kullanmada sahiplenmeye dönüştürülerek, dolandırıcılıkta hile ve sania kullanılarak suç işlenilmektedir (7). Araç ayrılığına karşılık, değindiğimiz öz ve amaç birliği, her üç suçun da kimi durumlarda, sözgelimi tekerrürde, aynı türden cürüm (T. Ceza Yasası, md. 86/9) (8) ve uygulamada yüz kızartıcı suçlardan sayılmalarına yol açm ıştır (9).
(*) Cumhuriyet Başsavcı Yardımcısı.(**) Yazının sonuna bakınız. Dipnotlarında, kaynakçadaki yazarların adları
yazılmakla yetinilmiştir.
468 DOLANDIRICILIK CÜRMÜNÜ HIRSIZLIK VE İNANCIKÖTÜYE KULLANMA CÜRÜMLERİNDEN AYIRAN ÖLÇÜTLER
Öte yandan, inancı kötüye kullanma ciirmüyle hırsızlığın ortak kesişme noktaları, her ikisinin de taşınabilir bir mala karşı işlenmeleridir. Dolandırıcılıkla hırsızlık ise eyleme öncül kast (10), dolandırıcılıkla inancı kötüye kullanma suçları ise teslim konusunda kesişmektedirler.
Ne var ki, her üç suçu da birbirlerinden ayırmak, suçlar arasındaki sınırların çizilmeleri (discontinuite), suçların yasallığı temel ilkesinin zorunlu sonucudur.
II — DOLANDIRICILIK CÜRMÜNÜ HIRSIZLIK CÜRMÜNDEN AYIRAN ÖLÇÜTLER :
a) Suçun Maddî Konusu Açısından
Herşeyden önce, hırsızlık suçunun maddî konusu, yani üzerinde suç işlenilecek şey, taşınabilir nesnelerdir ve suçun oluşması için bunların b ir başkasının malvarlığına geçmeleri gerekir. Buna karşılık dolandırıcılık cürm ünün maddî konusu, malvarlığına konu olabilen, b ir başka deyişle, haksız yarar elde etmeye elverişli, taşınır, taşınmaz, tüketilebilen, tüketilemeyen, katı, sıvı, kamusal, özel, sanatsal tüm nesneleri içerir. Suçlunun yalnızca geniş anlamda çıkar sağlaması yeterlidir. Nitekim, Yargıtay, hizmetlerden yararlanm ayı da bu haksız çıkar sağlama kavramına sokmuştur. Sözgelimi, köyüne yaya gitmemek için, gebe eşini hastaneye getiremediğinden söz ederek, başhekimin verdiği taşıttan yararlanmayı (11) ve babasını ziya- yet edeceğinden söz ederek şikâyetçinin arabasını çok uzak yerlerde ve afyon taşımacılığında kullanmayı (12), haksız yarar, dolayısıyla
(1) Vouin, n. 10.(2) Angelotti, n. 37.(3) Cousin - Houppe, agy. s. 781.(4) Cordova, agy. n. 14.(5) Manzini, n. 3439.(6) Clerc, n. 53, 67; Lambert, s. 255, 501.(7) Lambert, s. 399; Pisapia, s. 504; Vouin, loc. cit.(8) Goyet, n. 947, 960; Vouin. loc. cit.(9) Anayasa, md. 68; Köy Yasası, md. 33/5; 647 sayılı yasa, md. 7, 657 sayılı
yasa md. 48/5. Yargıtayımız, b ir kararında, yasalarda öngörülenler dışında yüz kızartıcı suç olmadığını ve bu arada dolandırıcılığa çok yakın olan T.C. Yasasının 278. maddesindeki cürmün yüz kızartıcı suçlar arasında yer almadığını belirtm iştir. 4. C. D. 8.11.1966 gün ve 7051 -5781S. K. Çağlayan, M. Gerçekeli, Notlu ve İçtihatlı Cezaların İnfazı Hakkında Kanun, Ank. 1966. s. 157.
(10) Garçon, II, md. 379, n. 14; Maggiore, parte speciale, s. 1023.
SAMÎ SELÇUK 469
malvarlığına saldırı ve dolandırıcılık olarak kabul etm iştir. Dolandırıcılık suçunun eski hukukta «dolayısıyla hırsızlık» olarak incelenmesinin bir nedeni de işte budur (13).
b) Kullanılan Suç Araçları
Ayrıca, dolandırıcılık cürmü hırsızlık cürmünden, suçu işlemekte kullanılan araçlar ve yöntemler açısından da ayrılır. Hırsızlık suçunda, suçlu taşınır nesneyi elmenin (zilyedin) bilgi ve rızası dışında elde eder ve doğrudan bir saldırıya girişir. Söz konusu olan, başkasının egemenliğindeki taşınır nesne üzerinde fizikî b ir güç harcanması sonucu, suçun maddî konusunun, yer ve konum değiştirerek suçlunun egemenlik alanına girmesidir. Görülüyor ki, hırsızlıkta çalma, aşırm a gibi, geniş anlamda zor kullanma ve de çokluk gizlilik söz konusudur. Daha doğrusu rızasızlık söz konusudur. Buna karşılık, dolandırıcılıkta malvarlığına doğrudan bir saldırı ve elmenin iradesine karşın aşırm a değil, dolanlı araçlarla yarar sağlama söz konusudur. Mağdurun rızası, dolanlı olarak elde edildiğinden sakat- lanm ıştır ve hırsızlıktaki gibi araçlar fizikî güç kullanmayla sınırlı değil, sınırsız olan tüm dolan türleridir. Özetle, hırsız çalar, aşırır (soustraction, sottrazione), dolandırıcı elde eder (obtient) (14).
Görülüyor ki, hırsızlık alanından dolandırıcılık alanına girmek demek, kaba ve hoyratça işlenilen b ir suçtan, ince b ir ustalık ve kurnazlıkla işlenip kotarılan b ir suç çevrimine geçmek dem ektir (15)
Hırsızlıkta elmenliğin, dolandırıcılıkta mülkiyetin çiğnendiği görüşü ise doğru değildir. Dolandırıcılıkta da elmenlik çiğnenir ve elmen malike karşı sorumludur. O yüzden suçlunun eylemi açısm-
(11) 6. C. D. 10.7.1962, 3359-3576, Akdoğan, s. 229.(12) 6. C. D. 28.2.1964, 988/1008. Özütürk, s. 299.(13) De Marsico, n. 141; Foschini, s. 6; Heiie, n. 630; Manci, n. 39 (s. 62);
Manzini, n. 3384 (s. 572); Puglia, s. 91-92.(14) Antolisei, parte speciale,n. 58 (s. 261); Carrara, n. 2337; Clerc, n. 67;
De Marsico, loc. cit.; Garraud, n. 2379, 2615; Foschini, s. 39; Goedseels,2858, 2894; Goyet, n. 947; Lambert, s. 255, 399, 501; Launais, n. 460; Mag- giore, s. 993, 994; Manzini, loc. cit; Repertoire, n. 18; Sabatini, n. 559; Vouin, n. 10.
(15) Gautier, Graven'de aktarm a, s. 1.(16) Manzini, loc. cit.(17) Antolisei, n. 53; Cordova, n. 15; Dönmezer, n. 282; Ayrıntılı b ilg i: Gar-
çon, II, md. 379, n. 334 vd.; Garraud, n. 2375; Goedseels, n. 2752; Helie,n.670; Şeysoy, n. 37 - 39; Saltelli, n. 1260.
470 DOLANDIRICILIK CÜRMÜNÜ HIRSIZLIK VE ÎNANClKÖTÜYE KULLANMA CÜRÜMLERİNDEN AYIRAN ÖLÇÜTLER
dan iki suç arasındaki ayırım, hırsızlıkta aşırma, öbüründe yanıltarak aktarm adır (16).
Bu konuda elektrik sayacı üzerinde dolanlı eylemlerle etkiler yaparak daha az elektrik parası ödemenin dolandırıcılık olup olmadığı tartışılm ıştır. Ancak, b ir çok yasalar bu konuda özel hüküm ler getirerek ve örneğin İtalyan Ceza Yasası 624. maddesinde açıkça elektrik enerjisinin taşınır mal olduğunu hükme bağlayarak yasal ve yargısal alanda konuyu çözüme bağlamışlardır. Yargıtayımızm, eylemi hırsızlık olarak nitelendiren kararları ise bu konuda kararlılık gösterm ektedir (17).
Kuşkusuz, dolanlı araçlar kullanarak hırsızlıkla dolandırıcılığı ayırm ak her zaman kolay değildir. İtalyan Ceza Yasasının 625/2. maddesinde öngörülen bu tü r hırsızlıkta, kullanılacak araçların geniş anlamda maddî ve gayrimaddî oldukları, sayılamayacakları belirtilm iştir. Mağdurun dikkatini başka yere çekerek, az değerli bir nesneyi daha değerli bir benzeriyle değiştirerek yapılan hırsızlıklar lar buna sokulm uştur (18). Bu tü r hırsızlıkta, dolanlı eylem, bilinen rızasızlığı aşmaya yöneliktir. Rızayı elde etmeye değil. Bir başka deyişle m ağdurun nesneyi vermeye rızası olmadığından, maddî konu olan nesne dolanlı eylemlerle ve çoğu zaman gizlice elde edilm ektedir. Dolandırıcılıkta ise, dolan, nesneyi elde etmek ya da çıkar sağlamak için, m ağdurun rızasını elde etmeye yönelmiştir. Baskı bu rızayı elde etmek için irade üzerine yöneltilm iştir (19).
Türk Ceza Yasasının 493/4. madde ve bendinde öngörülen, kendine resmî görevli süsü vererek hırsızlık da bu türden b ir suçtur. Yasa koyucu, bu niteliği takınarak, sözgelimi polis giysisi giyerek, sağlanılan kolaylıktan yararlanmayı ağırlaştırıcı neden saymıştır. Burada kanımızca, hırsızlık (md. 491) ile resmî görevlilik sanını kullanma (md. 252) suçlarının birleştikleri b ir tü r karm a (muhtelit) suç söz konusudur ve bu durum ağırlaştırılm ış nitelikli hırsızlık sayılmıştır. Ancak, bu nitelik, b ir nesnenin teslimi ya da çıkarın sağlanması için rızayı elde etmeye yönelikse elbette eylem dolandırıcılık olacaktır (20).
(18) Manzini, n. 3243/III.c.(19) Foschini, s. 5.(20) Dönmezer, n. 329; Erem, II. s. 1242; Manzini, s. 228; Santoro, n. 2913;
Şensoy, n. 396.
SAMI SELÇUK 471
c) Uygulamada Durum :
Yargıtayımızm kararları, genellikle yukarıdaki düşünceleri doğrular niteliktedir. Yüksek mahkeme, birçok kararlarında, görevli (memur) olmadığı halde ya da görevinden ayrıldığı halde haksız çıkar sağlamaya dönük eylemlerin tüm ünü dolandırıcılık olarak nitelendirm iştir (21). Çünkü, bu eylemlerde T.C. Yasasının 252. maddesinde öngörülen bir resmî görev yapmaya kalkışma değil, bu görevi dolan olarak kullanmak yoluyla çıkar sağlama söz konusudur ve bu dolanla sakat rızayı elde etmeye yöneliktir.
Buna karşılık, dolanın hırsızlığa ortam ve kolaylık sağlamak için kullanıldığı durum larda bu suç söz konusu olacaktır. Sözgelimi, sivil polis olduğunu ve karakola götüreceğini söyleyerek, mağdurun üzerine arayan ve bu suretle parasını çalan sanığa T. Ceza Yasasının 493/4. madde ve bendinin (22), orman bölge şefi olduğunu söyleyerek ve arabasını durdurup sigara arıyormuş gibi yaparak sanığın parasını alan sanığa aynı yasanın 492/7. madde ve bendinin (23) uygulanacağını, belediyenin yetkili görevlisiymişçesine davranışlarla sayaçlara bakm ak için sandalye isteyip, m ağdurların içeri girmelerinden yararlanarak rızaları dışında saatleri alma (24) ve ilçeye yeni atanan hekim olduğunu söyleyerek ve oluşan güven ortam ından yararlanarak gizlice eşya almanın (25) hırsızlık olduğuna kara r verilmiştir.
Askerî Yargıtay da bir kararında, askerî bölgeden çalı kestiği için tüm eşyaları ve parasıyla birlikte kendisini askerî mercilere teslim edeceğini, tutulacak tutanaktan sonra bunların geri verileceğini söyleyerek, para ve eşyalarını b ir torbaya koydurup aldıktan sonra, kendisiyle birlikte gelen mağduru yanından uzaklaştırm ak amacıyla unuttuğu kavalını ve tepedeki sivil kişiyi getirmesi için yeniden m ağduru geri gönderip bundan yararlanarak torbadaki parayı alıp kaçan sanığın eyleminin dolandırıcılık değil, hırsızlık olduğuna karar verm iştir (26). Gerçekten burada sanık, kimi inandırıcı
(21) 4. C. D. 18.4.1946, 4245/5069, Özütürk, II, s. 871; 5 C. D. 22.9.1949, 2676/4063, îbid. s. 872; 6. C. D. 14.10.1963, 5307/5280, Esin, s. 282; 6. C. D.7.4.1964, 1847/1812, îbid., s. 283; 6. C. D. 29.12.1970, 7338/7326, îbid. s. 304;5. C. D. 23.10.1979, 2845/2833 (yayımlanmamıştır).
(22) 6. C. D. 18.5.1965, 7362/7256 (Yayımlanmamıştır).(23) C. G. K. 17.1.1977, 550/5. Burada eylem T.C. Yasasının 493/4. maddesine
sokulm am ıştır. Konumuzun dışında olduğundan sorunun tartışm asına girmiyoruz.
472 DOLANDIRICILIK CÜRMÜNÜ HIRSIZLIK VE İNANCIKÖTÜYE KOLLANMA CÜRÜMLERİNDEN AYIRAN ÖLÇÜTLER
dolanlı eylemlerle içinde para bulunan torbayı alm ıştır, am a bu torba m ağdurun gözetimindedir. Dolanlı eylemler bunun tam bir teslimini sağlam amışlardır ve paranın sanığa verilmesi konusundaki rızayı sağlayamadığından, son bir dolanlı davranışla yanından uzaklaştırdığı sanığın yokluğundan yararlanm ak ve bu biçimde rızasızlığı aşmaya, özetle hırsızlığı kolaylaştırmaya yönelmişlerdir. Yine, teslime rıza gösterilmeyeceğini bildiği nesneyi almak için, onarım cı olduğu dolanma başvurarak içeri giren sanığın o nesneyi alması eyleminin hırsızlık, dolanın ise bu hırsızlığı kolaylaştırıcı nitelikte b ir davranış olduğu ileri sürülm üştür (27).
Bununla birlikte dolandırıcılıkla hırsızlığı birbirlerinden ayırm anın her olayda her zaman kolay olmadığı, Fransız Yargıtaymm fiilen elde tu tm a ve nesnenin ufak çapta dolanlarla teslimini h ırsızlık saydığı ve böylece, hırsızlıkla dolandırıcılık arasında cezasız kalmaya elverişli boşlukları kapatarak, hırsızlığı dolandırıcılığa yaklaştırdığı, Fransız Ceza Yasasında sınırlandırılan donanlı eylemlerin (md. 405) neredeyse yalın yalanı da içerecek biçimde ge- nişletildiği, vekâlet yetkisini aşmanın bile bu kavram a sokulduğu (29 Aralık 1929 ve 12 Temmuz 1966 tarihli kararlar), bilerek iki suç arasında boşluk koyan yasakoyucunun iradesi ve dolayısıyla suçların yasallığı ilkesinin zorlandığı, böylece pretoryen bir ceza hukuku yaratıldığı ileri sürülmüş, irade üzerine baskıyla nesnenin teslimini hırsızlığa sokan 25 Ocak 1973, 4 Mayıs 1973, 26 Haziran 1974 tarihli Fransız Yargıtaymm kararları eleştirilm iştir (28).
Öğretide, dolandırıcılık suçunun sözkonusu olabilmesi için, rızayı elde etmeye yönelik dolanın, nzaî işlemde bulunabilme yeteneği ve sezginliği olan bir mağdurun iradesi üzerinde etkili olması koşulu ileri sürülm üştür. Kanımızca bu görüş yerindedir. Çünkü, akıl hastası ya da küçükken, dolanlı eylemlerle de olsa b ir çıkar sağlamak, eğer bu dolanlı eylemler olmasaydı aynı sonuç alınacak idiyse, b ir nesneyi gizlice alm aktan farksızdır. Nitekim, İtalyan Yargıtaymm görüşü de bu doğrultudadır (29). Bu konuda Yargı- tayımızm görüşleri ise çelişiktir. «Gel kum ar oynayalım diyerek küçük m ağdurun elindeki parayı almanın hırsızlık olduğuna» (30) karar veren Yargıtay, «saydıktan sonra geri vereceğim» diye
(24) 6. C. D. 18.5.1965, 2987/3003 (yayımlanmamıştır).(25) C. K. K. 14.6.1976, 275/287 (Yayımlanmamıştır).(26) Askerî Yargıtay Drl. Krl. 8.10.1976 ,69/58, Lüleci, s. 1436-2.(27) Logoz, s. 158.
SAMÎ SELÇUK 473
rek küçükten para alma (31), «kendine ait olduğu yalanıyla küçüğün saflığından yararlanarak öküzleri» (32) ve «yedi yaşındaki çocuğa bırakılan yünleri satmayacağını söyleyerek, onu yanıltmak suretiyle» alıp götürme (33) eylemlerinin dolandırıcılık olduğuna karar vermiştir.
îk i kişinin ortaklığıyla işlenen ve düşen cüzdanı arayacakları bahanesiyle mağdurun üzerine ararken parasını ustalıkla alma yöntemi olan zarfçılık (manitacılık, mantarcılık) eylemini önceleri dolandırıcılık olarak nitelendiren (34) Yargıtay, rızaî teslim olmadığından, daha sonraki kararlarında haklı olarak T.C. Yasasının 492/7. madde ve bendinde öngörülen yankesicilik yoluyla hırsızlığa sokm uştur (35).
Yine, Yüksek Mahkeme, mağdurun dalgınlığından yararlanarak bir şey almanın ÇJ6) kuyumcuya verdiği içi mecidiye dolu men^ dille, içi altın dolu aynı renk ve nitelikteki mendili değiştirmenin(37) hırsızlık olduğuna karar vermiştir. Buna karşılık Yargıtayımız, bozdurulmak üzere verilen beşyüzer liralık para karşılığı alman yüzer liralıklardan ikişer tanesini mağdurun ustalıkla alma eylemini önceleri dolandırıcılık diye nitelendirirken (38), daha sonraki kararlarında benzeri eylemlerde, dolanlı eylemle rızaî b ir teslim değil, ustalıkla ve gizlice alma söz konusu bulunmadığından, bunu hırsızlık olarak benimsemiştir (39). Çünkü, burada, dolanlı eylemler, sakatlanmış rızayı sağlamaya değil, bu rızasızlığı gizlice aşmaya yöneliktirler. Olay m ağdurların bilgisi dışında oluşm aktadır (40).
Bu duraksam aların bugün bile sona erdiği söylenemez. Yukarıda elektrik, gaz gibi enerjilerden dolanlı yollarla yararlanm anın önceleri dolandırıcılık olarak, sonraları hırsızlık diye nitelendirildiğini belirtm iştik. Buna karşılık, Fransız Yargıtayı ve
(28) Bozuat, s. 823; Chavanne, n. 24; Cousin - Houppe, s. 778 vd.(29) Manzini, s. 554.(30) 6. C. D. 25.9.1962, 4212/4322, Esin, s. 278(31) C.K .K . 8.6.1942, 149, Özütürk, s. 316; 2. C.D., 18.2.1949, 1424/1334,îbid,
s. 314.(32) 6. C. D. 25.9.1973, 6891/7307, K arateke - Kutlay, s. 126.(33) 6.C..D. 26.1.1976, 435/478, Akdağ, s. 790.(34) 4.C.D. 5.4.1937, 749/732, C. G. K. 9.1.1939, 83/2, Alicanoglu, s. 521.(35) 4.C.D. 13.3.1956, 11780/3077; 6. C. D. 17.2.1960, 4324/1602; C .K .K . 12.2.1962,
6/6, Akdoğan, s. 182, 183; 6. C. D. 20.2.1968, 835/917, Şanal, s. 607; 4. C. D. 22.11.1951, 8812/3573, Perinçek, s. 912.
474 DOLANDIRICILIK CÜRMÜNÜ HIRSIZLIK VE İNANCIKÖTÜYE KULLANMA CÜRÜMLERİNDEN AYIRAN ÖLÇÜTLER
Aix - en - Provence Üst Mahkemesi, parkm etre veya taksifonlardan dolanlı eylemlerle (sözgelimi, içine değersiz yuvarlakçılar atarak) yararlanm ada, dolandırıcılık suçunun var olduğu görüşünü benimsemişlerdir (41).
Elmenliğin aktarılm ası söz konusu olmadığı için Fransız Yar- gıtayı, teslim aldığı malın parasını ödemeden mağazadan sıvışan m üşterinin eylemini hırsızlık diye nitelendirm iştir (42). Türk Yar- gıtayımn görüşü de bu yöndedir (43). Buna karşılık Italyan Yargı- tayı, çalma ya da aşırm a (sottrazione) kavramı, başkasının buyruğundaki nesneyi fiziksel olarak rızasız alıp götürm e anlamına geldiği için, bu eylemde hırsızlık niteliğini görmem iştir (44). Foschini ise, eylemi hırsızlık ve inancı kötüye kullanma açısından irdeleyerek, olayda yalnızca elmenlik değil, mülkiyet de aktarıldığı için, bu suçların oluşmayacağı, ancak kastın iter crim inis'te, en azından zarardan önce gerçekleştiğini, ciddî görünüşlü birinin teslim aldığı nesnenin karşılığını verir gibi yaparak, kalabalıktan yararlanmak suretiyle para ödemeden gitmesinde, parayı hemen ödeyeceği vaadinin ve dolanının, sanığın davranışı nedeniyle gerçekte satıcının düşüncesi arasındaki iletişim eksikliği bulunduğunu, yanılgıya düşürm enin gerçekleştiğini, dolandırıcılığın ilk ve son davranışla bütünleşip dolan kastıyla birlikte suçun oluştuğunu, tersi durumda, yaşamın dinamizminin, soyut formüllerle ceza hukukunun hapsedileceğim söylemektedir (45). Kanımızca burada, sanığın ceza hukuku anlamında, yani özerk bir biçimde elmenliği söz konusu değildir. Kasaya ödeyinceye değin, dükkân sahibinin ya da çalışların gözetimindedir. Kalabalığın sağladığı fırsat ve dükkân sahibinin gafletinden yararlanarak sanık rızasızlığı aşmıştır. Eylem bu nedenlerle hırsızlıktır. Yargıtayımızm görüşü yerindedir.
(36) 6. C. D. 30.6.1963, 4945/4963, Esin, s. 282;(37) 6.C.D. 5.4.1965, 1562/1447, Güner, s. 356.(38) 6.C.D. 19.3.1965. 1965, 1723/1617, Özütürk, md. 503, n. 5.(39) 6. C. D. 25.11.1966, 6047/6194, Çağlayan, s. 940; 6. C. D. 24.12.1966, 6821/
6769, Esin, s. 294; 6. C. D. 10.4.1969, 2206/2045, Akdağ, 797; 6. C. D.22.2.1973, 1314/1492. Karateke, s. 275.
(40) Foschini, s. 5; Manzini, n. 3243/III. c.(41) Yargıtay, 10.12.1970; Aix Üst M. 13.9.1972, Cousin - Houppe, Is. 783, 794.(42) 10.2.1954, 22.12.1958, 4.11.1964, îbid., s. 782.(43) C. G. K. 7.2.1977, 577/47, (Yayımlanmamıştır.)(44) 25.4.1952, Foschini, s. 39.(45) Foschini, s. 39-44.
SAMİ SELÇUK 475
II — DOLANDIRICILIK CÜRMÜNÜ İNANCI KÖTÜYE KULLANMA CÜRMÜNDEN AYIRAN ÖLÇÜTLER
Dolandırıcılık cürmüne en yakın suçlardan biri de kuşkusuz inancı kötüye kullanma suçudur. Her ikisinde de teslim ve rıza, bunların ortak yönlerini oluşturm aktadır (46). Ancak, her iki suç arasındaki ayırımları vurgulayacak ölçütler bulunm aktadır.
a) Elmenliğin Ve Sağlanan Yararın Kökeni Açısından
ilkin nesne üzerindeki elmenliğin ya da çıkar sağlamanın kökeni her iki suçta birbirlerinden ayndır (47). İnancı kötüye kullanma cürmünde belli amaçlarla yapılmış, yöntemlere uygun, aldatılmamış rızaî ve yasal bir teslim söz konusudur. Bir başka deyişle, belli amaçlarla ve inançlı b ir işleme dayanılarak, nesne üzerinde ikinci derecede elmenlik (fer'i zilyetlik) elde edilmektedir. Buna karşılık dolandırıcılıkla, yarar sağlama dolanla sakatlanmış, özgür olmayan bir iradeye dayanmaktadır. O nedenle yarar sağlamanın kökeni, inancı kötüye kullanma suçundan ayrımlı olarak, hukuka aykırıdır. Özetle, dolandırıcılıkta tradens'in geçersiz b ir rızası inancı kötüye kullanmada geçerli bir rızası söz konusudur. Çünkü, ilkinde accipiens dolan kullanmıştır, İkincisinde kullanmamış, iradeler özgürce uyuştuklarından, nesne rızaen verilm iştir (48).
Bu durum, kaynak yasa tasarısının 1887 tarihli Bakanlık gerekçesinde, iyi niyeti saptıran hile ve sanialarla rızanın fesada uğratılarak çıkar sağlanılması söz konusu ise dolandırıcılık, malikin özgür iradesiyle ve geri verilmesi koşuluyla teslim olunan nesnenin kendi ya da başkası yararına harcanılması ya da sahiplenilmesi söz konusu ise inancı kötüye kullanma suçunun oluşacağı biçiminde belirtilm iştir (49). İnancı kötüye kullanma suçundan elmenliğin yasal ve haklı bir irade uyuşmasının, dolandırıcılıkta ise yarar sağlamanın haksız, yasa dışı ve geçersiz b ir rızanın ürünü oldukları, 17.2.1917, 9.12.1935, 8.2.1937 ve 10.10.1966 tarihli İtalyan Yargıtayı- nm kararlarında açıkça belirtilm iştir (50).
Yargıtayımız da, b ir çok kararlarında, iki suç arasındaki bu ayrılığı vurgulamıştır. «Bozdurulmak üzere rızaen verilen parayı
(46) Angelotti, n. 39 (s. 63); Chavanne, n. 24; Goyet, n. 960; Vouin, n. 10.(47) Angelotti, loc. cit.(48) Chavanne, loc. cit.; Crivellari, s. 222; Garçon, md. 379, n. 14; Launais,
n. 490; Goedseels, n. 2894; Maino, n. 1918; Repertoire, n. 19; Santoro,n 2 2953.
476 DOLANDIRICILIK CÜRMÜNÜ HIRSIZLIK VE ÎNANCIKÖTÜYE KULLANMA CÜRÜMLERİNDEN AYIRAN ÖLÇÜTLER
sonradan geri vermemenin» (51) «verilen altınlara kulp takarken değiştirirken yerine penez vermenin» (52) dolandırıcılık değil, inancı kötüye kullanma suçlarını oluşturdukları belirtilm iştir. Çünkü, bütün bu suçlarda, teslim hile ve saniya kullanılarak oluşmamıştır. Aralarındaki anlaşma gereğince hayvan satın alımmda kullanılmak üzere verilen parayı harcayıp geri vermeme eyleminde de durum aynıdır (53). Buna karşılık, Ticaret ve Sanayi Odası Başkanmm, m ağdurun bilgisizliğinden yararlanarak, tescil için harç pulu parası adı altında alınmaması gereken parayı alıp kişisel çıkar sağlaması (54) ve kooperatifin taşıma işlerini taahhüt eden mağdura, ruhsat ve ehliyet belgelerinin yolda trafik polisince alındığını söyleyip sahte plaka göstererek, kendilerini m ağdurun taşıma işlerini yürüten A nın gönderdiği ileri sürerek ve bu suretle fasulyeleri kamyona yükleyip kaçan sanıkların eylemlerinin (55) inancı kötüye kullanma değil, dolandırıcılık olduğu belirtilm iştir. Sanığın, öbür çobanların sürülerine karışan koyunları sahiplerine vereceğini söyleyerek alma sırasında çobanları yanıltıp haksız b ir yarar sağlamayı amaçladığını gösterir inandırıcı kanıtlar açıklanmadan, inancı kötüye kullanma yerine sanığın dolandırıcılıkla cezalandırılmasını uygun bulm ayan (56) Yargıtayımız, teslim ve çıkar sağlama açısından var olan iki suç arasındaki ayrılığa, 22.5.1979 gün ve 3666/3857 sayılı kararıyla açıkça değinmiştir : «Sanığın gerek işçi ödentileri gön- deren daireye ve gerekse bu ödentilerin toplandığı bankaya karşı hile ve saniaya delâlet eden ve onların hulûs ve saffetinden yararlanmayla aldatmaya yönelik herhangi b ir hareketinin bulunm am asına, genel - iş sendikası şube başkanı olan sanığın sendika tüzük hüküm lerine aykırı davranarak gördüğü hizmet ve sanından yararlanıp görevinin gereği kendisine gösterilen güveni kötüye kullanmak suretiyle merkez emrine havalesi gereken paraları kişisel çıkarında kullanmasından ibaret eyleminin dolandırıcılık değil, hizmet nedeniyle inancı kötüye kullanma suçunu oluşturacağı» belirtilm iştir (57).
Askerî Yargıtay da, kendine hamamcı süsü vererek, erat hamamına gelen erlerin hulûs ve saffetlerinden yararlanıp, geri vermek üzere aldığı para ve eşyalarını alıp kaçan sanık erin eylemini
(49) Giurati, n. 137 (s. 349); Manzini, s. 532.(50) Manzini, s. 720; Santoro, n. 2953.(51) 4.C.D. 6.2.1951, 724/724. Özütürk. md. 510, n. 79.(52) 4. C. D. 1.4.1952, 3226/3298, îbid, md. 510, n. 47.(53) 6. C. D. 28.2.1973, 1929/1916, Esin, s. 342.(54) C. G. K. 25.9.1978, 227/296 (Yayımlanmamıştır).
SAMÎ SELÇUK 477
inancı kötüye kullanma suçu değil, haklı olarak dolandırıcılık diye nitelendirm iştir (58).
b) Suçların Oluşma Alanları Açısından :
İkinci derecede elmenlik kurulm ası ile suçun oluşması; ve çıkar sağlama ile suçun oluşması anları arasında eşanlılığm bulunup bulunmaması açısından da birbirlerinden ayırılırlar.
Gerçekten dolandırıcılık suçunda hile ve saniayla çıkar sağlandığı anda suç oluşur (59). İnancı kötüye kullanma suçunda nesnenin teslim alındığı anda henüz oluşmuş bir suç yoktur. Esasen bu suçta, teslim sonucu oluşan ikinci derecede elmenlik, ileride oluşacak suçun b ir tü r dekoru, gerekli ve zorunlu önkoşuludur. Malikin inancının kötüye kullanılarak, nesne sahiplenildiği ya da harcama ve benzeri davranışlar gibi ancak malikin yapabileceği işlemlerde bulunulduğu anda suç oluşacaktır. Böyle, dolandırıcılıkta, yasa koyucu, bu suçun en çarpıcı öğesi olan dolanlı eylemi; inancı kötüye kullanma suçunda ise, aradaki inançlı işleme karşı çıkıp bu inancı kötüye kullanarak, ikinci derecede elmenlik konusu nesne üzerindeki hukukî ilişkiyi saptırarak kendine inanan mağdurun inancını kötüye kullanmak suretiyle dürüst davranmamayı (60) ve bir bakıma malik olmayanın malik olma olanağındaki kolaylığı (61) cezalandırmaktadır. Görülüyor ki, yasa, dolandırıcılıkta, kendine ya da başkasına çıkar sağlama yolundaki suç öncesi amacı gözetmekle malvarlığı ilişkilerinin kurulup oluşturulm asındaki dürüstlüğü; inancı kötüye kullanmada ise, nesnenin tesliminden sonraki amacı gözeterek aynı ilişkilerin gelişim sürecindeki dürüstlüğü ön planda tu tm uştur (62), Özetle, inancı kötüye kullanmada, geleceğin sanığı, geleceğin mağdurundan, bir sözleşme gereği aldığı nesneyi, deyim yerindeyse vekâlet yetkilerini aşarak sahiplenme işlemlerine girişmek; dolandırıcılıkta ise, çıkar sağlandığı anın sanığı, o anın mağdurundan dolanlı eylemlerde bulunm ak suretiyle suç işlemektedirler (63). Bu durum, İtalyan Yargıtayının 30 Mayıs 1921 tarihli kararıyla vurgulanm ıştır (64).
(55) C. G. K.27.12.1976, 534/550 ve 10.11.1978, 6772/6772/6873 (Yayımlanmamıştır).
(56) 6. C. D. 17.11.1978, 7107, 6913 (Yayımlanmamıştır).(57) 6. C. D. (Yayımlanmamıştır).(58) Drl. Krl. 10.6.1966, 60/30, Lüleci, s. 1435.(59) C. G. K. 31.1.1966, 18/14, Esin, s. 292.(60) Bulutoğlu, 12; Cordova, n. 14; De Marsico, n. 141; Goyet, n. 947; Atfaggiore,
P. Speciale, s. 994; Manzini, s. 532; Santaniello, s. 581; Vouin, n. 10.
478 DOLANDIRICILIK CÜRMÜNÜ HIRSIZLIK VE ÎNANCîKÖTÜYE KULLANMA CÜRÜMLERİNDEN AYIRAN ÖLÇÜTLER
c) İter Criminis Sürecindeki Kast Türleri Açısından:
Bir başka ölçü de, iter criminis sürecindeki kastın yeri açısından her iki suçun birbirlerinden ayrıldıklarıdır. Kuramsal açıdan kolay görünen bu ayrılığın, uygulamada kastın oluşumunu saptam anın güçlüğü nedeniyle zorluk çıkaracağı belirtilm iştir (65). Çoğu İtalyan cezacılarmca ve kimi yargı kararlarında bu ölçüte başvurulduğu görülmektedir.
«Bu başlangıçta kast», «sonradan oluşan kast» (66) ölçütüne göre, dolandırıcılıkta çıkar sağlama eylemine öncül kast, yani birincisinin; inancı kötüye kullanma suçunda teslim eylemine ardıl kast, yani İkincisinin söz konusu olduğu ileri sürülm üştür (67).
İtalyan Yargıtayı, 17 Kasım 1905, 19 Ekim 1908, 17 Nisan 1914, 13 Ocak 1930, 7 Şubat 1936 tarihli kararlarında bu ölçüte yer verm iştir. Özellikle 13 Ocak 1930 tarihli kararında geri verilmeyen bisikleti kiralam a sırasında kast varsa (kuşkusuz dolanlı eylemler de kullanılmışsa) suçun dolandırıcılık olduğunu belirtm iştir (68).
Yargıtayımızın da söz konusu ölçüte, eylem öncesi kast adı altında zaman zaman başvurduğu görülmektedir. Bir kararda «sanıkların hileleri yalnız alış veriş sırasındaki hareketlerine m ünhasır kalmayıp, bunlara ek olarak ve ayrıca satış konusu kumaşlara da ilişkin m ütekaddim hile ve şamalarının bulunması ve alış ile satış fiatları arasındaki ölçüsüz farkın, sanıkların önceden ve tahsil sen dolandırıcılık kastıyla hareket ettiklerini gösterir.» (69) denilm iştir. Yine b ir çok kararlarında Yüksek Mahkeme «önceden dolandırm a kastı» (70) ya da «başlangıçtan beri dolandırıcılık kastının» (71) veyahut da «başlangıçta dolandırma kastının» (72) varlığını aram ıştır.
(61) Antolisei, P. Speciale, s. 244, 261.(62) Angelotti, s. 64; Manzini, s. 720.(63) Lam bert, s. 254 - 255, 501.(64) Manzini, loc cit.(65) Erem, Dolandırıcılık, s. 5.(66) Alacakaptan, s. 157; Antolisei, P. Generale, n. 122; Battaglini, s. 143 - 144;
Erem, I. s. 465; Ferri, s. 439; Florian, n. 360; Maggiore, I, P. Generale, s.239; Pannain, I, n. 187; Vannini, s. 50 vd.
(67) Tolomei, Angelotti'den aktarm a, s. 64; Bulutoğlu, n. 12; Carrara, n. 2337;Cordova, n. 15; Crivellari, s. 222; Erem, II, s. 1165; Giuroti, n. 137 (s. 348).
(68) Manzini, s. 533.
SAMİ SELÇUK 479
Bununla birlikte, bu ölçütün her zaman sağlıklı sonuçlar vermediği, özellikle inancı kötüye kullanma suçunda, kastın teslimden sonra oluştuğu kuralının her zaman geçerli olmadığı ileri sürülmüş tür. Gerçekten, bu ikinci derecede elmenliğin kurulm asından önce de olabilir. Yeter ki, elmenlik, dolanlı eylemlerle oluşturulm uş olmasın. O yüzden, çam aşırları bilerek saymadan teslim alıp eksik geri verme eyleminde, doğru saymamağı elmenliği elde etmek için bir dolan saymayan İtalyan Yargıtayı, eylemi dolandırıcılık değil, inancı kötüye kullanda olarak nitelendirm iştir (73). Ancak, yanılgılı teslim, dolanlı eylemlerin kışkırtılm ası sonucu ise, b ir başka deyişle, yanılgılı teslimle dolan arasında bir nedensellik bağı varsa, suçun dolandırıcılık olacağı belirtilm iştir (74).
Şunu da belirtelim ki, dolanlı davranış nesneyi ya da haksız çıkarı elde etmeye yönelik olmalıdır (75). Eğer, geçerli ve yasal ikinci derecede elmenlik kurulduktan, yani teslimden sonra, suçlu ister nesneye sahiplenmek için, ister onu gizlemek için olsun; özetle, geri vermek yükümlülüğünden kurtulm ak amacıyla hile ve sa- niaya başvurmuşsa yine eylem elbette inancı kötüye kullanma olacaktır (76). Nitekim, Italyan Yargıtaymm 17 Mayıs 1905, 18 Haziran 1905, 30 Kasım 1916, 26 Şubat 1919 tarihli kararları bu doğrultudadır (76).
Bununla birlikte, yukarıda da değindiğimiz gibi, dolandırıcılık cürmüyle inancı kötüye kullanma cürm ünü birbirlerinden ayırm anın, uygulama alanında kuramsal alandan daha güç bulunduğunu kabul etmek yerinde olur (77). Çünkü, uygulamada, kuram sal alandaki saydamlık, yerini çoğu kez eylem karmaşıklığına bırakm aktadır.
(69) 6. C. D. 30.11.1967, 4146/6476 (Yayımlanmamıştır), C. G. K. 7.7.1969, 545. 335. Akdağ, s. 832; 10.11.1978, 6772/6873 (Yayımlanmamıştır).
(70) 6.C.D. 8.11.1978, 6988/6688, 27.4.1979, 3072/3048 (Yayımlanmamışlardır).(71) 6. C. D. 22.12.1978, 7619/8071, 18.12.1979, 8238/8491 (Yayımlanmamışlardır).(72) 6.C.D. 11.10.1979, 6580/6472 (Yayımlanmamıştır).(73) Manzini, n. 3425 (s. 750)(74) Manzini, n. 3458 (s. 779) n. 3461 (s.784) : Yukarıda değindiğimiz C. G. K.'-
nun 25.9.1978 gün ve 227/296 sayılı kararı buna örnektir. (Dipnotu No. 54)(75) Angclotti, n. (s. 64).(76) Manzini, n. 3381 (s. 533)'teki 1 num aralı dip notu.(77) Giurati, n. 137 (s. 349).
480 DOLANDIRICILIK CÜRMÜNÜ HIRSIZLIK VE İNANCIKÖTÜYE KULLANMA CÜRÜMLERİNDEN AYIRAN ÖLÇÜTLER
KAYNAKÇA
I — ÖĞRETİ (Doktrin):
a) Türkçe : Alacakaptan, U. Suçun unsurları, Ank. 1975; Bulutoğlu, K. Emniyeti suistim al cürümleri, İst. 1955; Dönmezer, S. Kişilere ve mala karşı cürüm ler, İst., 1977; Erem, F. Ümanist doktrin açısından Türk ceza hukuku, Ank., 1968; Erem, F. Türk Ceza Hukuku, Özel hüküm ler, II, Ank., 1968; Erem,F. Dolandırıcılık, Ank. 1956; Maino, Ceza kanunun şerhi, İst. 1928. C. IV; Şensoy, N. Basit hırsızlık ve çeşitli mevsuf hırsızlıklar. İst. 1963.
b) İtalyanca : Angelotti, D. Le Appropriazioni indebite, Napoli, 1930; Antolisei, F. Manuale di diritto penale, parte generale, Milano, 1947; Anto- lisei, F. Manuale di diritto penale, Parte speciale, I, Milano, 1972; Battaglini,G. Diritto penale (Teorie generali), Bologna, 1937; Carrara, F. F. Program m a del corso di diritto criminale, Parte speciale, V. IV. Firenze, 1923; Cordova, A. Truffa, Nuovo digesto İtaliano, XII, 1940; Crivellari, G. (G. Suman), İl codice penale, V. VIII. Torino, 1898; De Marsico, A. Delitti contro il patri- monio, Napoli, 1951; Ferri, E. Principii di diritto criminale, Torino, 1928; Florian, E. Parte generale del diritto, Milano, 1934; Foschini, G. Reati e pene, Milano, 1960; Giurati, G. Delitti contro la proprietâ, Milano, 1913; Maggiore, G. Principi di diritto penale, V. I. Parte generale, Bologne, 1932; Maggiore,G. Diritto penale, V. II, Parte speciale, Bologna, 1948; Manci, F. La Truffa, nel codice penale İtaliano; Torino, 1930; Manzini, V. T rattato di diritto penale italiano, V. IX, Torino, 1938; Pannain, R. Manuale di diritto penale, Parte generale I, Torino, 1950; Pisapia, G. D. İstituzioni di d iritto penale, Padova, 1965; Puglia, F. Dei delitti contro la proprietâ, Enciclopedia del diritto penale italiano (in Pessina), V. X, Milano, 1908; Sabatini, G. İstituzioni di d iritto penale, Parte speciale, V. II, Catania, 1947; Saltelli, C. -R om ano- di Falco, E-C om m ento teorico - pratico del nuovo codice penale, V. II, Torino, 1931; Santeniello, G. Manuale di diritto penale, Milano, 1967; Santoro A. Manuale di diritto penale, T.V. Torino, 1968; Vannini, O. Quid iuris? V. X. (in tem a di dolo), Milano, 1953.
c) Fransızca : Bouzat, P. Vol, Detention purem ent materielle, Revue de Science criminelle et de droit compare, 1977, 4, s. 823; Chavanne, A -
Fayard, M.C. Escroquerie, J.C. 1973-78; Clerc, F. Cours elem entaire sur le code penal Suisse, Partie speciale, T. I. Lausanne, 1943; Cousin - Houppe, M.S. Vers une continuite de la loi penale dans le domaıne des principales infractions portan t atteinte juridique aux biens (vol, abus de confiance, escroquerie), Revue de soience criminelle et de droit compare, 1977, 4, s. 779- 794; Garçon, E. Code penal annote, T. II, Paris, 1952, T. III, Paris, 1959; Garraud, R. Traite de droit penal Français, 1935, T. VI.; Goedseeels, M.C. Commentaire du droit belge, Bruxelles; T. II, 1948; Goyet, F. (M. Rousselet- P. Arpaillange - J. Patin), Droit penal special, Paris, 1972; Graven. J. L 'Escroquerie en droit penal suisse, Basel, 1947; Helie, F. (J. Brouchot - F. Brouchot), Pratique criminelle des cours et tribunaux, Paris. II, 1954
SAMÎ SELÇUK 481
Lambert, L. Cours de droit penal special, Lyon, 1950; Launais, H. -de la Villequerin Y -A tcarias, L. Droit penal financier, Paris, 1947; Logoz, P. Com- m entaire du code penal suisse, Partie speciale, I, Neuchâtel, 1955; Repertoire (Lalloz), T. I, 1953; Vouin, R. Droit penal special, T. I., Paris, 1968.
II — İÇTİHAT : Akdağ, S. Türk ceza kanunu şerhi, Ank. 1976; Akdoğan, K. - Köseoğlu, C. Devlet ve şahıs m allarına karşı işlenen cürüm lerle sahtecilik suçları, Ank. 1963; Alicanoğlu, M. Tarihçeli, izahlı, notlu Türk C. Kanunu, 1952; Çağlayan, M. Gerekçeli, notlu ve içtihatlı T.C. Kanunu, Ank. 1970; Esin, K. Devlet ve şahıs m allarına karşı işlenen suçlar, Ank. 1974, Güner, Ş. T.C. Kanunu ve ilgili Yargıtay kararları, Ank. 1976; Karateke, O.N. - Kutlay, A. 1973 yılı Ceza genel kurulu ve ceza daireleri kararları, Ank. 1974; Lüleci, T. - Özbakan, H. T.C. Kanunu ile ilgili içtihatlar, (Askerî Yargıtay), Ank. 1971 - 78; Perinçek, S. - Özden, C. T.C. Kanunu ve buna ait seçilmiş Temyiz Mahkemesi kararları, İst. 1959; Şanal, S - Aydmöz, S. Notlu ve içtihatlı T. Ceza Kanunu, İst. 1979; Odyakmaz, N. Uygulamalı Türk Ceza Yasası, İst. 1980; Öztürk, N. TCK. Şerhi ve Tatbikatı, Ank. 1966.
1918 SAYILI YASANIN UYGULANMASINDA CİF DEĞER
Metin ERTUĞRUL (*)
PLAN : 1 — Giriş. 2 — Tarif ve kapsamı. 3 — Uygulamada durum.4 — Sonuç.
* 1 — G İ R İ Ş
1918 Sayılı Yasanın 25 ve 27. m addelerinin uygulanmasında CİF değerin tesbiti ayrı b ir önem kazanmaktadır. Belirtilen maddelere giren b ir suç işleyen kişiye 1918 Sayılı Yasaya göre ceza verebilmek için öncelikle CİF değerin tesbiti gerekmektedir. Zira kişiye verilecek para cezasının tayininde diğer unsurlarla birlikte CİF değerin tesbiti de zorunludur. Uygulamada evvelce alman İçtihadı birleştirm e kararm a rağmen değişik sonuçlar doğurması bakım ından son zam anlarda bu konuda verilen Yargıtay K ararları tereddüt doğurduğundan, CİF değerin tesbit usulü inceleme konusu edilmiştir.
2 — TARİF VE KAPSAMI
CİF kelimesi İngilizce (Cost,’ Insurance And Freight) kelimelerinin baş harflerinden alınarak meydana getirilmiştir. Manası ise, yabancı çıkışlı kaçak eşya, alet ve taşıma araçlarının ihraç edildiği yerlerdeki satış kıymeti ile nakliye ücreti ve sigorta m asrafları toplamı sonucu elde edilen kıymetin karşılığıdır. Ele geçen yabancı çıkışlı kaçak m alların CİF değerinin tesbiti sırasında bu hususlar nazara alınacaktır.
3 — UYGULAMADA DURUM
Kaçakçılık konusunda bu derece önemli olan CİF kıymetin tesbiti esasında ilgili idareye ait b ir husustur. 1918 Sayılı Yasanın 24.
(*) Bilecik Ceza Hâkimi.
METİN ERTUĞRUL 483
maddesi de bu hususu doğrulam aktadır. Ancak belirtilen 24. maddenin 2. fıkrası 152 Sayılı Kanunla kaldırılmış olduğundan aradaki boşluğun doldurulması, aşağıda belirtilen tevhidi içtihat kararı gereğince yap ılm aktad ır:
• a — Kaçakçılık davalarına ilgili idare müdahil olup, davada taraf sıfatını aldıktan sonra idarenin bildireceği CİF değerin kabulü tereddüt doğurmuştur. Bu tereddütü gidermek için Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel K urulunca 6.5.1968 gün 15/9 sayılı karar alınmıştır. Bu karara göre kaçakçılık suçlarında idareye CİF değer tesbit ve takdir yetkisi veren 1918 Sayılı Yasanın 24. maddesinin 2. fıkrası 152 Sayılı Yasa ile kaldırılmış olmasına göre bir itiraz olsun veya olmasın, genel usul hükümleri çevresinde CİF değeri tarafsız mercilere veya uzman bilirkişilere resen tesbit ve takdir ettirm ekle mahkemeler zorunludur. Bu değer uygulamalarda esas alınacaktır.
Görüldüğü üzere belirtilen İçtihadı Birleştirme K ararında hiç b ir tefrik yapılmaksızın tüm kaçakçılık suçlarında CİF değerin tesbit şekli hükme bağlanmıştır. Bu İçtihadı Birleştirm e K ararı gereğince tekel kaçakçılıklarında da, özellikle sigara kağıdı ve yabancı sigara kaçakçılığında da CİF değerin tesbitinde aynı işleme başvurulacaktır.
i
• b — Nitekim Bilecik Asliye Ceza Mahkemesi’nden verilen ve yabancı sigara kağıdı kaçakçılığına dair olan 27.12.1977 gün 91/134 sayılı karar Yargıtay 7. CD. nin 23.2.1978 gün 1140/1236 sayılı ilâmı ile mahkumiyet hükm ü onanarak kesinleşmiştir.
Bilahare Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 27.9.1978 gün 1210 sayı ile aynı daireden karar düzeltilmesi istenmesi üzerine aynı mahkumiyet hükm ü Yargıtay 7. CD. nin 28.9.1978 gün 5836/5698 sayılı kararı ile Tekel Genel M üdürlüğü’nün 18.4.1974 günlü genelgesinden bahisle kaldırılarak evvelce Bilecik Asliye Ceza Mahkemesi’nden verilip onanmak suretiyle kesinleşen hüküm bozulmuştur. Müteakiben bu bozmaya karşı Bilecik Asliye Ceza M ahkemesinin 24.10.1978 gün 93/99 sayılı kararı ile eski kararda ısrar edilmiştir.
Bu arada ilk verilen mahkûmiyet hükm ünün onanarak kesinleşmesi üzerine infaza başlanan hürriyeti bağlayıcı cezanın infazı da Bilecik C. Savcılığı’nın isteği ile tehir edilmiştir.
484 1918 SAYILI YASANIN UYGULANMASINDA CİF DEĞER
• c — Yukarıda belirtilen direnme kararı Yargıtay C.G.K. nun 12.2.1979 gün 7-485/67 sayılı kararı ile Tekel Genel M üdürlüğü'nün aynı genelgesinden bahisle bozulmuştur.
Görüldüğü üzere hiç b ir istisna tanımayan ve bağlıyıcı nitelikte olan İçtihadı Birleştirm e K ararm a rağmen Tekel Genel Müdür- lüğü’nün genelgesi ve buna göre yapılan uygulama değişik sonuçlar doğurm uştur.
# d — Tekel Genel M üdürlüğü’nün 18.12.1974 gün 2575 sayılı genelgesinde açıkça (1918 sayılı Yasanın 60/A. maddesi gereğince Tekel konusuna giren kaçak maddelerin CİF değerleri saptanm ış ve bu değerlerin kaçak maddeler için görevlilere ödenecek ikram iyelerin tesbitinde nazara alınacağı) belirtilm iştir. Genelgenin yayınlanm asından üç sene gibi uzun süre sonra işlenen b ir Tekel kaçakçılığı suçunda üstelik görevlilere verilecek ikramiyelerin tesbitinde nazara alınacağı da belirtilmesine rağmen aynı genelgeye göre para cezasının tayini yasaya ters düşmektedir.
Yukarıda sözü edilen İçtihadı Birleştirm e K ararının tekel kaçakçılığında bağlıyıcı olmadığı bir an için düşünülse bile, Tekel Genel M üdürlüğü’nün ikramiyelerle ilgili genelgesinin CİF değerin tesbitinde nazara alınacağı ve bağlıyıcı olduğu hususunda ise hiç bir hüküm yoktur.
Zira belirtilen genelge 1918 sayılı yasanın 60/A. maddesine dayanılarak davada taraf olan idarece çıkarılm ıştır. Bu madde ise kaçağın ele geçirilmesinde yardımı bulunan görevlilere verilecek tazm inatı gösterm iştir.
Sigara kağıdının veya yabancı menşeli sigaranın tek ithalatçısının Tekel Genel Müdürlüğü olduğu ve bu nedenle CİF değerin genel m üdürlükçe bilinebileceği, özel kişilerin sigara kağıdı veya sigara ithal yetkisi bulunmadığı bu nedenle de bunlar arasından bilirkişi seçilmesi olanağı kalmadığı ileri sürülse bile, konusu tam amen başka olan genelgenin ceza uygulamasında nazara alınması müm kün değildir. Sigara kağıdının veya yabancı sigaranın tek ithalatçısının Tekel Genel Müdürlüğü olduğu kabul edilse bile bu takdirde suç tarihindeki CİF değerin ne olduğu aynı genel m üdürlükten yeniden sorulması gerekmektedir. Oysa ki, yukarıda belirtilen Yargıtay kararlarında ileri sürüldüğü gibi suç tarihinden üç sene önce çıkarılan b ir genelgenin uygulama konusu başka olan b ir da
METİN ERTUĞRUL 485
vada paranın bugünkü değeri de nazara alınarak sonradan ceza uygulamasında gözönünde alınması kabul edilir nitelikte değildir.
4 — S O N U Ç
İzah edildiği üzere 1918 sayılı yasanın 60/A. maddesine daya- yanılarak yayınlanan ve kaçağın ele geçirilmesinde yardımı olan görevlilere verilecek ikramiyeyi belirleyen genelgenin ceza uygulamasında nazara alınması, kabul edilir nitelikte değildir. Davada taraf olan idarenin başka konuda yayınladığı genelgede gösterdiği CİF değerin mahkemelerin yetkisini kısıtlar nitelikte olduğu ve uygulamada tereddüt doğurduğu açıktır. Bu durum da belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararının yabancı çıkışlı sigara kağıdı veya sigara kaçakçılıklarına da aynen uygulanmasının hukuka daha uygun düşeceği kabul edilmelidir.
KAYNAKÇA
1 — Adil Sanal-H akkı Egeseli-Edip Şimşek. Gümrük Ve Tekel KaçakçılığıMevzuatı.
2 — Tekel Genel Müdürlüğümün Genelgeleri.
3 — Özel İçtihat Dosyası.
KISALTMALAR
Y.C.D. : Yargıtay Ceza Dairesi
Y.C.G.K. : Yargıtay Ceza Genel Kurulu.
CİF : Yabancı çıkışlı kaçak m alların ihraç edildiği yerdeki satış kıymeti, nakliye ücreti ve sigorta m asrafı toplamı karşılığı.
1918 s.K. : Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair Kanun.
1177 s.K. : Tütün Ve Tütün Tekeli Kanunu.
MEDENİ HUKUK
TAŞINMAZ MAL EDİNMEDE İYİNİYET KURALIYLA İLGİLİ YENİ BİR UYGULAMA
Zekâi ÖZDİL (*)
PLAN : 1 — Konuya giriş. 2 — «Niyet» nedir? 3 — İyiniyet asildir.4 — MK. nun 931. maddesine dayanacak olan davaların ön koşulu. 5 — Davada yer almayan kişi kötü niyetli olmakla mahkûm edilemez. 6 — icra ihalesinden iktisap ile satış sözleşmesi arasındaki farklar ve hukuki sonuçlan. 7 — Hâkime düşen görev. 8 — Sonuç.
0 Yazının kaynağı, Yargıtay 1. HD. nin 28.3.1980 gün ve 2163/4016 sayılı kararıdır.
KONUYA GİRİŞ
Çok sayıda dava dosyasından anlıyoruz ki; yasa ve ahlâk dışı çeşitli tertiplerle taşınmaz mallar, hak sahibi olmayan kişiler ta rafından edinildikten sonra satılıyor. Çoğu kez son alıcının da iş ve elbirliği içinde bulunduğu görülüyor. Taşınmazı «çalmak» amacı güden bu kişiler, taşınmaz, b ir yada b ir kaç el değiştirdikten sonra MK. nun 931 inci maddesinden yararlanacaklarını düşünüyorlar.
HUKUKİ DURUM
Dünyanın dem okratik her ülkesinde (mülkiyet) en (kutsal) b ir haktır. Yurdumuzda da yasa koyucu, konunun büyük önem ve ağırlığına uygun bir düzenleme getirmiş, taşınmaz malların devlet kütüklerinde sicillerinin tutulmasını, kadastro ve tapulam alarının yapılmasını üstlenmiş, sicillerinin aleni, iktisapların resmi şekle bağlı olmasını (MK. 633, 634, 634, 910) öngörmüş, tapu siciline güvenerek işlem yapabilmeyi Devletin garantisi altına almış ve hatta güvençten doğacak zararları Devletin ödemesini taahhüt etm iştir (MK. 917). Kişiye o kadar çok güvence vermek istem iştir ki; mülkiyetin resmi şekilde ve hukuken geçerli b ir nedene dayanılarak iktisap edilmesi kuralına 931. madde ile b ir ayrıcalık getirmiş, sicildeki «kayda inanarak» taşınmaza sahip olan kişilerin doğan haklarını ko
(*) Yargıtay 1. HD. Üyesi.
ZEKAî ÖZDİL 487
rumuş ve sicile güven duygusunun zedelenmemesine büyük özen gösterm iştir.
Ancak; anılan maddeye göre; tapu siciline dayanarak taşınmaz malı iktisap eden kimsenin (iyi niyetli) olması, satıcı üzerindeki tapu kaydının her hangi bir nedenle geçerli olmadığını kesinlikle bilmemesi, tertiplerle ve hukuken dayanaksız işlemlerle uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmaması, başkalarının kötü niyetlerini paylaşmaması ve hatta içinde yaşadığı iş ve sosyal koşulların böyle b ir kötülüğü bilmesine olanak vermemesi zorunludur. Bu konuda hiç bir kuşku olmamalıdır. Eğer son alıcının durumu, hayatın olağan akışı «bilmesini» gerektiriyorsa, onun iyi niyetli sayılması müm kün değildir.
NİYET NEDİR?
«Niyet» eski deyimle «deruni» b ir olaydır. Sübjektif b ir haldir. Elle tutulmaz, gözle görülmez. Fakat niyetin dışa yansıyan görüntüleri olur, tyi ya da kötü niyetin varlığı, alıcının, satıcının veya her ikisinin ortak davranışlariyle ortaya çıkar. Satış sözleşmesi sırasında satıcıya düşen ve ondan beklenen bazı görevler vardır. Tapu sicilinin, satın almak istediği taşınmaza ve satıcıya ait olup olmadığı gibi esaslı konularda gerekli dikkat ve ihtimamı esirgememelidir. Aksi halde iyi niyet savunması gereçerli olmaz.
İYİ NİYETLE İKTİSABIN KURALI
Ancak, sicildeki kayda dayanarak, güvenerek satın alan kişiden beklenen görev sınırsız değildir. Sicilin dayanağı olan tüm belgeleri, kaydın geldilerini, önceki maliklerin durumlarını, kuruluşa kadar inip taşınmazın sicildeki tarihini inceleme zorunluğunu, külfetini alıcılara yüklemek yasanın amacına, hayatın gerçeklerine ters düşer. Hiç kimse taşınmaz mal edinmeye cesaret gösteremez. Ne zaman, nereden, nasıl ve kimler tarafından ileri sürülecek sebeplerle tapusunun iptali olanağı bulunan bir taşınmazı kimse satın almak istemez. Böyle b ir endişe ve güvensizliğe yasa koyucu asla izin vermez. Sosyal ve ekonomik yaşamı işlemez hale getirmez.
Dairemizin 6.5.1955 gün ve 3054/2650 sayılı ilâmında ve Dr. Suat Bertan tarafından çevirisi yapılan Hanberger' in eserinde, «sicilin doğru ve tam olarak tutulduğuna güvenmenin esas olduğu, sicili in
488 TAŞINMAZ MAL EDİNMEDE tY lN lY E TKURALIYLA İLGlLÎ YENÎ BİR UYGULAMA
celeyen kişinin, tescilin hukuki nedenine uyup uymadığını, hukuki sebebin geçerli olup olmadığını ve kayıtllarm öncesini incelemekle sorumlu ve yükümlü bulunmadığı» belirlenmiştir.
Yukarda açıklandığı gibi alıcının görevi, ondan beklenen dikkat, iyi niyet kuralının çerçevesi ile sınırlıdır.
Böylece Medeni Yasamız sicil üzerinden işlem yapan alıcının, satıcının, gerçek hak sahibinin haklarını düzenli b ir şekilde bağdaştırıp koruyuculuğu altına almıştır.
İYİ NİYET ASİLDİR
Medeni Yasamızın 3. maddesinde vurgulandığı gibi «bir hakkın doğumu için kanunen hüsnüniyet şart kılman hallerde asıl olan, onun vücududur.»
Taşınmazı tapu siciline dayanarak satın alan kimse, aksi kanıtlanmadığı sürece iyi niyetlidir. Yasal ayrıcalıklar dışında, «Müddei iddiasını isbata mecburdur» MK. Md. 6.
O halde, MK. nun 931. maddesine dayanacak olan davaların ön koşulu ne olmalıdır?
Kötü niyetle iktisap iddiası, son alıcıdan geriye doğru eski maliklere kadar uzandığı hallerde bile, üzerinde halen tapu kaydı bulunan kişilerin hasım gösterilmesi, şimdiye kadarki uygulamalarda yeterli sayılmıştır. Bu uygulamanın son derece sakıncalı ve adaleti incitecek nitelikte olduğu, 1. Hukuk Dairesi’nin 28.3.1980 gün ve 2163/4016 sayılı ilâmında yansıyan görüşlerle ortaya konmuştur.
Şöyleki, dava konusu taşınmazın malikinin ölümü üzerine tapu sicilinde intikal sahte veraset ilâmına dayanılarak yapılmış, sonra ikinci ele bağışlanmış, ikinci el üçüncü ele satmış, bu arada taşınmaz kadastro görüp ifrazlara tâbi tutulm uş, parsellerden biri, üçüncü elin borcundan dolayı cebri ihale yolu ile dördüncü ele, satışlar yolu ile 5,6 ve 7. ellere kadar ulaşm ıştır. îlk elden son ellere geçiş süreci bazı eller için 10, bazı eller için 20 yılı aşmıştır.
Davacı, sahte veraset ilâmını iptal ettirdikten ve gerçek m irasçı olduğunu kanıtladıktan sonra, ilk intikalin geçersizliğini, alıp sa
ZEKÂt ÖZDÎL 489
tan kişilerin tamamının kötü niyetli olduğunu ileri sürerek ve en son el durum unda bulunan tapu kayıt maliklerini hasım tutm ak suretiyle tapuların iptalini ve adına tescilini istemiştir.
Mahkemece, tanıkların (Bu taşınmazı satın almaya gelenlere ih- litâflı olduğunu söylüyorduk) yolundaki sözlerine ve karine olarak nitelendirilen bazı olaylara dayanılarak, 22 yıllık zaman dilimi içinde taşınmazı alıp satan tüm kişilerin ve davalıların kötü niyetli oldukları kabul edilmiş ve davalılara ait tapuların iptaline karar verilmiştir.
Bu hüküm karar düzeltme yolu ile bozulmuş ve uygulamaya yeni bir yön verilmek istenmiştir. Şöyle k i :
Davada yer almayan kişi kötü niyetli olmakla mahkûm edilemez :
1944 yılından 1966 yılma kadar dava konusu taşınmazı alıp satan bunca kişinin kötü niyetli olduğu ileri sürüldüğüne göre, halen üstlerinde tapu kaydı ve taşınmazla mülkiyet ilişkisi olmasa bile bu kişilerin davalı safında bulunmaları, başka bir anlatım la husumetin bu kişilere de yöneltilmesi zorunludur. Çünkü bu kişiler «kötü niyetli olmakla» itham edilmişlerdir. İnsan onurunu inciten böyle b ir iddiadan dolayı onların mahkûm edilebilmeleri için savunmalarının alınması, gösterecekleri delillerin incelenmesi, davacı tanıklarının bu kişilerin yüzlerine karşı dinlenilmesi, onlara soru sormak, taanda bulunm ak hakkının tanınması hukukun en kesin ve hiç vazgeçilmeyecek olan, kutsal savunma hakkına ilişkin kuraldır. O halde davada yer almayan ve savunma hakları kullandırılmayan kişileri kötü niyetli olmakla suçlamak, öncelikle hukuka aykırıdır. Davacıların iddialarının kapsamına göre, davalı safına alınması gereken kişilerin bu kuraldan hareketle saptanm ası ve bunların hasım tutulm asından doğacak usulî külfet, maddi ve hukuki sorumlulukları, kötü niyet iddiasında bulunan davacıların göze almaları, aksi halde «ön koşulu» yerine getirilmeyen davanın reddedilmesi gerekir.
Kötü niyetli olmakla suçlanan eski ve yeni malikler böylece davalı safına alınınca; yasaya uygun biçimde doğru sonuca ulaşm anın yolu açılmış demektir. Böylece satın alanlar zincirinde kimlerin iyi, kimlerin kötü niyetle taşınmazı iktisap ettiğini, başından sonuna kadar iyi niyetin mi, kötü niyetin mi sürüp gittiğini, ya da bu konularda kesilmeler olup olmadığını, her iki tarafın göstereceği her tü r
490 TAŞINMAZ MAL EDİNMEDE İYlNlYETKURALIYLA İLGÎLt Y ENl B lR UYGULAMA
lü delili dinleyerek saptamak, değerlendirme yapabilmek kolaylaşacaktır.
Böylece ortaya konan ilk kural, ikinci kuralı da beraberinde getirm ektedir.
İyi niyetle iktisapta bulunan kişiden ve sonrakilerden satın alanlarla, daha önce satın alanları birbirinden kesinlikle ayırm a zorun- luğu vardır. Olayda; icra ihalesine kadar satın alanlarla icra ihalesinden sonra satın alanların hukuki durum ları çok farklıdır. îc ra ihalesinden satın alan kişileri kötü niyetli saymaya yasal olanak yoktur. Çünkü bu kişiler taşınmazı tapu siciline dayanarak değil, icra ihalesindeki usul ve yasalara göre iktisap etmişlerdir. İcra ihalesi bir kam u tasarrufudur. Onun içindir ki, M.K. nun 633. maddesine göre, cebri icra yolu ile mülkiyet, tapuya tescilden önce, alıcıya geçer. Taşınmazı, maliki olan kişi değil b ir kam u mercii satışa çıkarır. Yani taşınmazın maliki ile alıcısı karşı karşıya gelip iradelerini birleştirmiş değillerdir. Birlikte tapu dairesine gidip satış sözleşmesi yapmazlar. İcra ihalesi feshedilinceye kadar, alıcıya geçen mülkiyet hakkı sağlığını korur. İhalenin feshine ancak İcra Tetkik Mercii Hâkimi karar verebilir. Cebri icra satışlarının feshi de cebri icra hukukuna göre olur. Fesih için genel mahkemede dava açılamaz. Alım - satım sözleşmelerinde ise, hukuki durum çok değişiktir. Burada, özel hukuk ilişkilerini düzenleyen yasal kurallar işler. Satıcı ve alıcı ya da vekilleri Tapu Dairesine giderler. Sicili görüp incelerler. İradelerini yazılı şekilde belirleyip b ir sözleşme yaparlar. İcra ihalesi Tapu dairesinde yapılmaz. Çünkü adi b ir satım akti değildir. Sözleşmedeki resmi şekile uyma zorunluğu icra ihalesine uygulanamaz.
Bu iki hukuki müesseseyi böylece birbirinden ayırınca, 931. m addenin sadece sicile dayanarak sözleşme suretiyle yapılan akitler için söz konusu olacağı kendiliğinden ortaya çıkm aktadır.
Burada icra ihalesinin «muvazaalı» olabileceği belki hatıra gelebilir. Böyle b ir iddia, yasaya ve ahlâka aykırılığı kapsadığı için BK. nun 226. ve 1İK. nun 134. maddeleri gereğince ihalenin feshi sebebi olarak ileri sürülebilir.
Olayımızda, icra ihalesinden iktisap eden kişinin satışından sonra taşınmaz yine satış yolu ile b ir kaç el daha değiştirmiştir.
Görülüyor ki, icra ihalesine kadar satın alan kişilerin kötü niyetli oldukları kanıtlansa bile, icra ihalesinden satın alan kişinin
ZEKA! ö z d îl 491
kötü niyetli sayılmasına öncelikle «ihale hukuku» engel olm aktadır. Kötü niyet iddiası bu aşamada eriyip bitm iştir. Kilitlenip kalmıştır. Tapu sicilinin tarih sahifesi artık geriye doğru kapanm ıştır. El değiştirmeler zinciri burada kopmuş, ikiye bölünm üştür. İkinci parçanın başında icra ihalesine ait halka vardır. Bu halkayı izleyen diğer halkaları da bu başlık (iyi niyetli) durum a getirmiştir. H atta bu halkalar, ilk intikalin geçersiz olduğunu bildikleri kanıtlansa dahi, açıklanan nedenden ötürü iktisaplarına dokunulamaz.
HÂKİME DÜŞEN GÖREV
Örnek bu davada icra ihalesi, kötü niyet zincirini koparm ıştır. Her iptal davasında böylesine güçlü b ir koparıcı hukuki neden bulunmayabilir. Bu takdirde hâkime düşen görev, her tedavül basam ağındaki alıcıların 931. madde karşısındaki durum larını b irer birer dikkatle incelemek ve ilk basam aktan son basamağa kadar tüm iktisap edenlerin kötü niyetli, iş ve elbirliği içinde oldukları meydana çıkıyorsa iptal davasını kabul etmek, şayet son kayıt malikinden evvelki basam aklardan birinde iyi niyetle iktisap saptanıyorsa, davayı reddetmekten ibarettir.
S O N U Ç
Bu naçiz yazımızla Hukukçu arkadaşlarımızın takdir ve eleştirilerine sunmak istediğimiz Daire kararında özetle iki kural uygulama alanına getirilmek istenmiştir.
• MK. nun 931. maddesine dayanılarak açılan tapu iptali davalarında, sadece üzerlerinde tapu kaydı bulunan son m aliklerin değil, eğer daha önceki maliklerinde kötü niyetli oldukları iddia ediliyorsa, onların davada yer almaları, davalı safında bulunm aları gerekir.
• Taşınmazın el değiştirmeler zincirindeki halkalarda bulunan alıcılardan birinin iyi niyetli olduğu saptanırsa, ondan sonra gelen halkalardaki davalıları kötü niyetli saymak müm kün değildir.
• İcra ihalesinden iktisapta bulunan kişinin 931. m addenin koruyuculuğu altında olduğunu kabul etmek zorunluğu vardır.
BABALIK DAVASINDA MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT(I)
Muammer ŞATIROĞLU (*)
PLAN : I — Giriş. II — Genel olarak zarar ve tazm inat: A — Zarar:1 — Kavram ve Tanımı. 2 — Zarar Türleri: a — Maddî-manevî zarar,b — Olumlu (müsbet) - Olumsuz (menfî) zarar, c — Doğrudan doğruya - Dolayısıyla zarar, d — Somut (müşahhas) - Soyut (mücerret) zarar, e — Kişiye ilişkin - şey’e ilişkin zarar. B — Tazminat (Ödence - Giderim). 1 — Kavram ve tanım. 2 — Tazminat türleri: a — Maddî tazminat, b — Manevîtazminat. 3 — Tazminat şekilleri: a — Nakdî (para ile) tazminat, b — Aynî (mal ile) tazminat. III — Babalık Davasında Tazminat. A — Kavram. B — Konusu ve Amaçları. C — Hukukî Niteliği. 1 — Haksız eylem (suç) kuramı. 2 — Babalık olasılığı (ihtimali) kuramı, «Windscheid» kuramı. 3 — İrade kuramı (Grimmerthal kuramı» 4 — Çocuk meydana getirme kuramı. 5 — Hısımlık(nesep) veya Babalık ilişkisi kuramı. D — G elişim i:1 — Karşılaştırmalı hukukta. 2 — Türk Hukukunda. 3 — Son eğitim ve görüşler. E — Davamn Tarafları. 1 — Davacı, a — Ana. b — Mirasçılar.2 — Davalı, a — Baba, b — Mirasçılar. F — Yargılama Usulü: 1 — Yetkili mahkeme, a — Taraflar yurt içinde olması halinde, aa — Davacınınikametgâhı mahkemesi, bb — Davalının ikametgâhı mahkemesi, b — Ana ve çocuğun ikametgâh yurt dışmda olması halinde, aa — Davalının ikametgâhı yurt içinde ise, davaya bakacak olan yetkili mahkeme, davalının ikametgâhı mahkemesidir, bb — Davalının ikametgâhı Yurt dışında ise, davaya bakacak yetkili mahkeme, davalının Türkiye’de nüfusa kayıtlı olduğu yer mahkemesidir, c — Yabancı uyrukluların durumu. 2 — Görevli mahkeme. G — Süre. 1 — Genel açıklama ve diğer ülkelerde süre. 2 — Doğumdan önce. 3 — Doğumdan sonra, a — Sürenin niteliği ve kapsamı, b — Sürenin hesaplanması, c — Sürenin uzatılması ve ek süre. H — Kanıtlama Yükü. 1 — Davacı yönünden (Babalık karinesi), a — Davalının ana ile cinsî ilişkide bulunması, b — Cinsî ilişkinin ihtibal yani kritik dönem içinde olması. 2 — Davalı yönünden (Babalık karinesinin çürütülmesi). a — Babalığın olanaksız olması, b — Ciddî şüphelerin bulunması, c — Ananın iffetsiz olması, d — Ananın evli bulunması. 3 — Çürüyen karinenin yeniden güç kazanması. IV — Maddî Tazminat. A — Genel açıklama. B — Hukukî niteliği C — Koşullan. D — Kapsamı (içeriği). 1 — Doğum giderleri. 2 — Bakım giderleri. 3 — Öteki giderler. E — Haksız Eylem Unsurlannm Tazminat İstemi İle İlişkisi. V — Manevi Tazminat. A — Genel açıklama. B — Koşulları. 1 — Genel koşullar. 2 — Özel koşullar, a — Evlenme vaadi, b — Cinsî ilişkinin suç olması, c — Nüfuzun kötüye kullanılma, d — Ananın küçük olması, d — Ananın küçük olması. C — Tazminat Hesaplanması. VI — S o n u ç .
(*) Yargıtay 2. HD. Tetkik Hâkimi.
MUAMMER ŞATIOROĞLU 493
I — G İ R İ Ş
Babalık davasında maddi ve manevi tazminat alından anlaşılacağı üzere babalık davasına sıkı sıkıya bağlı, iç içe b ir konudur. Çoğu kez konuyu açıklamada ve anlatım da doğrudan babalık davasının kurallarına yer verilmiştir.
t
Girişte önce zarar ve tazminat hakkında kısa bir açıklamada bulunup, sonra babalık davasında tazminatın konusu, amaçları gelişimi, tarafları, yargılama usulü, kanıtlam a yükü, maddi ve manevi tazminatın hukuki niteliği, koşulları, kapsamı ve tazminatın hesaplaması olarak incelenecektir.
II — GENEL OLARAK ZARAR VE TAZMİNATLAR
A — ZARAR
1 — Kavram ve Tanımı :
Zarar, dar ve geniş olarak iki anlamda kullanılm aktadır (1). Dar anlamda zarar, b ir kimsenin mal varlığında iradesi dışında meydana gelen eksilmedir. Geniş anlamda zarar, b ir kimseye ait hukuken korunan maddi ve manevi değerlerine isteği dışında zarar verici eylemin önceki ve sonraki durum ları arasındaki fark olarak tanım lanm aktadır (2). Sayın Prof. Gürsoy, bu tanım da maddi ve manevi sözcükleri kullanmadan «Bir mal varlığının zararı meydana getiren olaydan evvelki haliyle sonraki hali arasındaki fark» olarak tanım lanm aktadır (3).
2 — Zarar Türleri
Öğretide, zarar genel olarak şu şekilde türlere ayrılm aktadır (4).
(1) Tandoğan H. age. s. 63, Saym en-E lbir age. s. 456, Velidedeoğlu : Umumi bakım dan zarar ve tazm inat M ardin'e arm ağan 1943 s. 743 - İm res. 9. Karahasan s. 16-17 (age.), Kaneti age. s. 31,
(2) 1 nolu dip notdaki yazarlar ve eserleri.(3) Gürsoy age.s. 293.(4) Gürsoy age. s. 294 ve sonrası, Tandoğan age. s. 69, K arahasan age.
s. 17, Saymen - Elbir age. s. 457, Olgaç age. s. 271.
494 BABALIK DAVASINDA MADDÎ VE MANEVİ TAZMİNAT (I)
a) M addi-M anevi Zarar
Maddi zarar, b ir kimsenin mal varlığında meydana gelen para ile değerlendirilebilen zarardır. Örneğin arabanın çalınması veya hasarı v.s.
Manevi zarar, manevi varlığımızda uğradığımız b ir sald ın sonucu olarak duyduğumuz derin acı, elem, keder ve üzüntüdür. Örneğin, nişanın bozulmasından duyulan üzüntü, hakaret, tehdit gibi hallerden meydana gelen zarar yani kişilik haklarına yapılan saldırının meydana getirdiği manevi sarsıntı ve çöküntüdür.
b) Olumlu (Müsbet) - Olumsuz (Menfi) Zarar
Bu ayırım genel olarak sözleşmeden doğan zararlar için yapılm aktadır. Olumlu zarar sözleşmenin yerine getirilmemesi nedeniyle uğranılan zarardır. Diğer b ir deyişle borcun ifa edilmemesi veya geç ifa edilmesinden doğan zarardıır. Olumsuz zarar, b ir kimsenin geçerli olduğuna inanılan b ir sözleşmenin, herhangi b ir nedenle, geçerli olmaması nedeniyle meydana gelen zarardır, örneğin, hatalı yapılan aktin feshedilmesi karşısında uğranılan özellikle Bk. 26, 39/1 maddelerine ilişkin zarardır (5).
c) Doğrudan Doğruya - Dolayısiyle Zarar
Doğrudan doğruya zarar, haksız eylemin ilk ve en yakın sonucu olan zarardır. Otonun hasarı, bedenin yaralanm ası gibi. Burada zara r ile kusur arasında tam bir illiyet bağı vardır.
Dolayısiyle zarar, haksız eylemin ilk sonucu meydana gelen zarara bağlı bulunan ve ondan doğan zarardır. Örneğin, otonun hasarı nedeniyle çalışılmamış olm aktan ileri gelen zarar, tam irde tamircinin cismani b ir zarara uğraması gibi (6).
d) Somut (Müşahhas) - Soyut (Mücerret) Zarar
Somut zarar, zarara uğrayan eşyanın doğrudan doğruya ve aynı türden eşya ile anlatım ıdır. Örneğin, arabanın ön kapısının hasara uğram ası halinde meydana gelen zararı anlatır.
(5) Gürsoy age. s. 292, Tandoğan age. s. 71-426 - 427, K arahasan age. s.s. 22-23, Saymen - E lbir age. s. 462.
(6) Gürsoy age. s. 269, Tandoğan age. s. 70, Saymen - E lbir age. s. 463 VonTuhr s. 83, Yrd. 4. HD. 17.7.1942 T. 1890 E. /2049 K.
MUAMMER ŞATIROĞLU 495
Soyut zarar, zarara uğrayan şeyin piyasa, borsa, objektif değeridir. Zarara uğrayan malın mâliki ile özel ilişkisi gözönünde bulundurulamaz. Örneğin, Atatürk tarafında hediye edilen saat mâlikinin yanında değeri çok yüksek olduğu halde bu saatm hasara uğraması ile değerlendirilen zarar, o saatin piyasa değerini karşılayan zarardır.
e) Kişiye İlişkin - Şey e ilişkin Zarar
Kişiye ilişkin zarar beden tamlığınm ihlali veya adam ölmesi halinde uğranılan zarardır.
Şey e ilişkin zarar ise eşyanın yok edilmesi hasara veya tahribe uğraması ile meydana gelen zararları içerir (7).
Zararın başka türleri de vardır. Burada öğretideki baskın görüş olan ayrımı kısaca belirttik.
B — TAZMİNAT
1) Kavram Ve Tanımı
Bir zarar meydana gelince gerek ahlâken ve gerek hukuken bunu yapan veya bundan dolayı sorumlu olan kimse bu zararı yerine getirmekle yükümlüdür. Haksız eylem ilişkisinden doğan edim ve haksız eylem sorumluluğunun müeyyidesi (yaptırımı) tazm inattır. Bu özellik haksız eylemi, suçtan ayıran b ir farktır. Kişinin uğramış olduğu zararların yerine getirilmesi kurallarını kapsam aktadır. Buna göre tazm in a t: Kişinin yasaya aykırı b ir eylemden dolayı uğradığı maddi ve manevi varlığında meydana geeln eksilmeyi doldurm ak için sorumlu olan kişi tarafından yapılan edime (ödenceye) tazminat veya giderim, denir (8).
f
2) Tazminat Türleri :
(7) Gürsoy age. s. 296, Tandoğan age. s. 69, Karahasan age. 23(8) Gürsoy age. s. 360 - 361, Saymen - Albir age. s. 490 - 491, K arahasan age.
s. 23 - 24.
496 BABALIK DAVASINDA MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT (I)
a — Maddi Tazminat
Maddi tazminat, kişinin mal varlığında isteği dışında meydana gelen eksilmenin karşılanması için zararları, sorum lu olanın yerine getirmekle yükümlü bulunduğu edimi (ödencesidir)
b — Manevi Tazminat
Manevi tazminat, kişinin mal varlığı dışında hukuksal değerlere yapılan saldırılar ile meydana gelen eksiltmenin giderilmesidir. Bundan amaç, çekilen acıları dindirmek, bozulan ruhsal düzeni dengelemek, kırılan yaşam arzusunu tazelemektir (9).
3 — Tazminat Şekilleri
a — Nakdi (para ile) Tazminat
Nakdi tazminat, mal varlığında meydana gelen eksilmenin para ile değerlendirilmesi, ödenmesidir. Zarar değeri ile paranın değeri birbirine eşit olmalıdır. Bu giderim şekli daha kolaydır. Zarar gören bunu dilediği şekilde kullanabilir. Nakdi tazm inat sermaye veya irat şeklinde olabilir.
b — Aynî (Mal île) Tazminat
Aynî tazminat, zararın paradan başka ödeme şeklidir. Başka bir anlatım la zarara uğrayan şeyin eski hale getirilmesidir. Zararla sorum lu olan kişinin yaptığı zararın nev’i ve m iktarını aynen ödemesidir. Bu tü r giderim özellikle misli eşyalarda yapılabilir. Örneğin, zarara uğrayan b ir kitabın aynen iadesidir. Misli olmayan eşyaların aynen tazmini olarak dışıdır. Örneğin, b ir tablonun yanması ile, bir-göz veya b ir organın sakanlanm asında eserin ve organın aynen yerine getirilmesi olanak dışıdır (10).
III — BABALIK DAVASINDA TAZMİNAT
A — KAVRAM
Babalık davasında tazminat, babalık davasından doğmaktadır. O halde önce «Babalık davası nedir?» sorusuna yanıt aramamız ge
(9) K arahasan age. s. 24.(10) K arahasan age. s. 24, Saymen - E lbir age. s. 491 Tandoğan age. s. 253.
MUAMMER ŞATIROĞLU 497
rekir. Babalık davası ise baba, ana ve çocuk arasında nesep bağından oluşur.
Nesep (Soydanlık, hısımlık bağı), geniş anlamda aile kurum u içinde kişilerin akrabalık bağlantısını içerir. Ana, baba, çocuk arasındaki hısımlık ilişkisi dar anlamda nesep bağıdır.
Nesep, yasalarda sahih (düzgün) ve gayri sahih (düzgün olmayan) diye ikiye ayrılır. Düzgün nesep, evlilik içinde doğan çocuğun ana ve babaya bağlantısıdır. Evlilik dışı çocukların nesebi ise düzgün olmayan neseptir (11).
Evlilik dışı doğan çocuğun anasına nisbeti, ilişkisi, hukukta kural, doğuran kadındır (MK. 290/1). Doğum genellikle bilinir ve kolaylıkla saptanabilir. Buna karşılık evlilik dışı çocuğun babasını saptamak, tayin etmek daima kolay olmadığı gibi çocuğun baba ile hukuki ilişkisini tesbit etmek de hayli güçtür. Bu konuda çeşitli görüşler ileri sürülmektedir. Bir görüşe göre, evlilik dışı doğan çocuğun baba ile hiçbir hukuki ilişkisi olmamalıdır. Başka b ir görüş, evlilik dışı çocukla baba arasında sadece malî ilişkiler olmalıdır. Bunlardan ayrı b ir görüş de, evlilik dışı çocukla baba arasında aile aile ve miras ilişkileri bulunmalıdır.
Evlilik dışı çocukların hukuki durum larının düzenlenmesinde yukarıda belirtilen görüşlere göre, meşru ailenin korunması yönünden evliliğin saygınlığı, ailenin devletin temel yapısını meydana getirmesi sebebiyle, meşru ailenin yararı herşeyden üstün tu tu larak, evlilik dışı çocukların hukuk dışı çocukların hukuk dışında tutulm ası görüşü etkili olduğu gibi, diğer bir eğilim ise çocuğun korunm ası yönünden çocuğa, kendi iradesi dışında ana, babasının kusurunu ve günahını ödetmek haksız ve insani olmayan amacını güder.
Evlilik dışı çocuğun toplum ve hukuk içinde aile düzeninden yoksun etmek sonu belirsiz birçok tehlikelere bırakm ak ve itmek olur (12). Bu durum daki çocuklar, sayıları hergün biraz daha a rtması nedeniyle aynı zamanda topluma büyük ve güç sosyal b ir sorun olm aktadır, iş te hukuk düzeni bu tü r çocukların baba ile hısımlık bağını düzenleyerek, düzgün nesepli çocuklar düzeyine getirmek istemektedir. Yasal düzenlemede babalığın saptanması, tanıma, Af
(11) 2. HD. 29.1.1976 T. 483 E, 654 K., Başaklar agm. s. 64, Akmtürk age. s. 251, Tekinay age. s. 369, Saymen - E lbir age. s. 406.
498 BABALIK DAVASINDA MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT (I)
Yasası ile tanım a veya hâkim kararı ile yapılmakta, baba ile çocuğun ilişkisi düzeltilmektedir (12a).
Babalığın hükümle belli olması, babalık davasının konusunu teşkil eder. Yasamız iki türlü babalık davasını öngörür (MK. 297). Şahsi neticeli babalık davası ve malî sonuçlu babalık davasıdır. Konumuz, mali sonuçlar doğuran (MK. 304 - 305) maddi ve manevi tazminat davasıdır (12b).
B — KONUSU VE AMAÇLARI
Tazminat hakkı, yasadan doğmakta ve yalnız anaya tanınan dava hakkıdır (13). Anne, çocuğa ve çocuk nam ına maddi ve manevi tazm inat isteyemez. Ancak nafaka isteyebilir. Çocuğunda kendisinin maddi ve manevi tazminat hakkı ve davası yoktur (14).
MK. 304 - 305 md. göre ananın tazminat istem hakları babalık davasının b ir kısmını teşkil eder. Bu dava hakkında da babalık davasına ilişkin (MK. 295, 296, 297, 299, 301, 302, 303 md.) kurallar uygulanır (15).
(12) Tour §. 34 s. 221, Velidedeoğlu age. s. 311,(12a) 2. HD. 31.10.1978 T. 6759 E. 7556 K. : ...... Gerek 554 sayılı gerekse on-
önceki ve sonraki kanunların tüm ünün amacı «zina m ahsulü çocukların» babalarına kanunen nisbetlerini (bağlantılarını) önleyen Medeni Kanunun 310/2. maddesindeki hükm ü ortadan kaldırm aktır. Başka bir anlatımla, bütün bu kanunların gayesi, baba yönünden nesepsiz çocuk bırakm am aktır. Onun için tescil amaç değil araçtır. Bu bakım dan ço- cuğun babaya nisbetinin (bağlantısının) kabulünü gerektiren öteki şa rtlar varsa, sırf şekil eksikliği yönünden tescil iptal etmek, bu kanunlarla güdülen m aksada ters düşer. Onun için tescil ile ilgili istemin davacıların m iras bırakanına tebliğ edilmemiş olması başlı başına iptal sebebi sayılamaz......
(12b)) 2. HD. 9.3.1978 T. 1723 E. 1843 K Babalık davası iki yönlüdür. Biribabalığa hüküm öteki ise bunun sonucu olarak tazm inat ve nafaka takdirine ilişkindir. Bu iki istek birbirinden tam am en ayrıdır. Ne var ki, babalık sabit olmassa tazm inat ve nafaka söz konusu olamaz. Duruşma sırasında çocuğun ölmesi sebebiyle babalığa k arar verilmesinden vazgeçilmiş olması, tazm inat isteklerinin reddini gerektirm ez..........
(13) HGK. 29.1.1964 T. 2/623 - E. 92 K., 2. HD. 29.1.1973 T. 345 E. 395 K.(14) 2. HD. 20.4.1976 T. 2112 E. 3465 K Evlilik dışı doğan çocuk baba-
balığma hüküm verilen kişiden manevî tazm inat isteyemez. Kanunla bunu m üm kün kılan bir hüküm yoktur. Bunun için davanın .......... reddedilmesinde gösterilen sebeblerle isabetsizlik yoktur.,
(15) Hegnauer age. s. 220 N. 5.
MUAMMER ŞATIROĞLU 499
Davanın hukuki nedeni, evlilik dışı gebeliktir. Sosyal yardım düşüncesiyle ananın yararlarının daha etkili b ir şekilde korunm ası amacına yöneliktir. Evlilik dışı çocuğun onun babası olduğu iddia olunan kimsenin sublünden geldiğinin sabit olmasıdır. Manevi tazm inat davasında ise, bundan başka bazı özel koşulların varlığını gerektirir. Bu unsurların oluşması halinde bir m iktar paranın ödenmesine yöneliktir. Bizde yasa babalık davası uygulamasında tazminata hükmedilebilmesi için M.K. 310 Md. koşullarının varlığı gerektiği, MK. 304 - 306 Md. ki «babalık davası sabit olduğu takdirde» ibaresinin buna delâlet ettiği yolunda meydana gelen yanlış kanıyı Yargıtay 2. HD. nin kökleşen kararı ile kesin hallederek babalık davasının iki türünün bir yandan maddi tazminat ve diğer yandan babalığa hüküm ve manevi tazminatı birbirinden kati surette ayırm ıştır (16).
Öğretide tüm yazarlar aynı görüştedir (17).
C — HUKUKİ NİTELİĞİ :
Babalık davasında tazminat hakkında çeşitli kuram lar (nazari- yeler) vardır. Hukuki niteliği tartışm alara neden olmuştur. Buna göre,
(16) 2. HD. 8.5.1939 T. 1157 E. 1557 K. Olgaç age. 1349 .......... Medeni Kanunun305. maddesi mucibince manevi tazm inata ve 310. maddesi mucibince babalığa hüküm için babanın m ünasebeti cinsiyeden evvel anaya evlenme vaadetmiş olması veya m ünasebeti cinsiyenin b ir cürüm veya nüfuzu suistim al teşkil eylemesi şart olup m ünasebeti cinsiye zam anında evli olan kimsenin babalığına hüküm ve kanunen cevaz yok ise de, Mezkûr Kanunun 304 ve 306 nci maddelerinde babalık davası sabit olduğu yani çocuğun davalının sulbünden geldiği tahakkuk ettiği takdirde ana için maddi ve çocuk için nafaka hükmedileceği sureti m utlakada tasrih kılınm ıştır. Şu hale göre lüzum itibariyle dava iki kısmı muhtevi olmak üzere m ütâlâa edilmek muktazi olup bunlardan b iti ana için maddi tazminat ile çocuk için nafaka ve diğeri manevi tazm inat ile babalığın bütün negatiyici ile tayini hususlardan ibarettir ki, İsviçreli müelliflerin dahi şerh ve izahları veçhile ana için maddî tazm inat ile çocuk için nafakanın lüzumunda yalnız çocuğun davalının sulbünden gelmiş olmasının sübutu ve manevi tazm inatla babalığa hükümde ise kanunda tasrih edilen ahvallerden birinin tahakkuku şarttır. Filhakika aczi m utlak içinde bir hayatın vücuda gelmesine sebebiyet verenlerin onu m uhafaza ve idame ile mükellef olmaları adaletin icabatındandır. Bu itibarla verilen hüküm doğrudur.
(17) Tekinay age. s. 524, Akıntürk age. ss. 342, Başaklar agm. s. 105 -106, Artus agm. s. 605, Velidedeoğlu age. s. 387.
500 BABALIK DAVASINDA MADDİ VE MANEVÎ TAZMİNAT (I)
1 — Haksız Eylem (Suç) Kuramı
Eski Alman Hukuku, adi babalık davasını bir haksız eylem davası görerek, Borçlar H ukukuna dahil etmekteydi. Bu görüş kuram sal bakım dan yetersiz olmasına rağmen haksız eylem olarak evlilik dışı cinsi ilişki, ilkâh veya bunun sonucu olan evlilik dışı doğumu kabul ediyordu. Uygulama yönünden işe de yarıyordu. Çünkü tam surette tazm inat hakkı veriyor, ananın başkaları ile de cinsi ilişkide bulunduğu def’ini ortadan kaldırılıyor. H atta birçok kişilerin sorum luluğuna olanak sağlıyordu (18). Bu kuram a göre, babanın biyolojik çocuğa karşı olan yükümlülüğü haksız eylemden doğan bir ödevdir. Baba, ana ile cinsi ilişkide bulunm ak suretiyle haksız b ir eylemde bulunm uştur. Genel hükümlere göre bunun sonuçlarını gidermek, tam ir etmek zorunluluğundadır.
Babalık davasında ayrıca bir haksız eylem var ise bu davadan ayrı olarak, haksız eylem davası daima müm kündür. Irza geçme, tehdit, hile, aldatıcı beyanat ile cinsi ilişkinin temini halelrinde durum böyledir. Babalık davasına olanak tanımıyan eski Fransız yasasında haksız fiil davasının özellikle önemi vardır. 1912 yılından sonra yeni hüküm ler karşısında da önemini yitirm em iştir (19). Federal mahkeme, uygulamada babalık davasının kanton hukukundaki düzenleme şekline bakmaksızın, haksız eylem davasını eski İsviçre Borçlar Yasası (O.R. Md. 50-55) daima tanım ıştır (19a). Yeni hukukta da zarar gören anaya bu yol yine açık kalmıştır.
Bu görüş şöyle eleştirilmektedir. Evlilik dışı ilişkide bulunmak (bu eylem ayrıca suç teşkil etmediği takdirde) başlıbaşına haksız eylemlerde aranan hukuka aykırılık unsuru yoktur. Ayrıca cinsi ilişkide yalnız erkeği haksız eylemi yapan göstermekte yerinde değildir. Genellikle bu ilişki her iki tarafın arzusu ile yapılacağına göre eğer haksız eylem kabul edilecekse kadını zarar gören, m ağdur değil, m üşterek fail görmek gerekecektir. Rıza göstermek ise, haksız eylemi ortadan kaldırır. Kaldı ki, bu görüş çocuğun nafaka istemini açıklam aktan uzaktır. Çünkü cinsi ilişki gününde henüz çocuk yoktur. Yok olan varlığa karşı haksız eylemin işlenmesi söz konusu olamaz (20).
(18) Egger 214.(19) Egger(e atfen Rouast. N. 887.(19a) FMK. 14 120. 525, 24 II823, 271. 165, Weip, ZSR 15, 32, Mohr 55.(20) Egger age. s. 215, Artus agm. s. 598, 599, Saymen - E lbir age. s. 427.
MUAMMER ŞATIROĞLU 501
İsviçre, Türk, Alman yasaları bu görüşleri kabul etmemiştir. Öğretide de bu görüşü savunan Türk Hukuk düşünürlerine rastlayamadım. Kanımca bu kuram konuyu nitelemekten uzaktır.
2 — Babalık Olasılığı (İhtimali) Kuramı «Windscheid Kuramı»
Alman Hukukçusu Windscheid tarafından ileri sürülen bu görüş, haksız eylem kuram ına çok yaklaşm aktadır. Buna göre sırf cinsi ilişki o anki baba olarak görmemize yetmez. Bunun yanında kadının başka kimselerle cinsi ilişkide de bulunmaması gerekir. Başka bir anlatımla, ananın başka erkeklerle cinsi ilişkide bulunduğu kanıtlanm aması lâzımdır. Bu halde çocuğun, ana ile cinsi ilişkide bulunan erkekten olduğu büyük bir olasılık içindedir. Bu olasılık var oldukça babanın haksız eylemde bulunduğunu ve bunu tanzim etmesi gerektiği kabul edilmelidir, savını güder.
Birinci görüşe yapılan eleştiriler bu görüşte de geçerli olup, üstelik bu görüş sırf b ir olasılık üzerine kişiyi tazminata yükümlü kılmak kuram ı daha zayıf düşürmekte ve savunmasız b ırakm aktadır (21).
3 — İrade Kuramı (Grimmerthal Kuramı)
Bu görüşü de Alman H ukukçularından Grimm erthal şöyle açıklam aktadır : Babanın malî yükümlülüğü onun iradesine bağlıdır. Her cinsi ilişkinin temeli iradeye dayanır. Erkek, bu eylemi iradesiyle yani isteyerek yapmakla, ağır b ir kusur işlemiştir. Bu onu, eyleminin sonuçlarından sorumlu kılar. Evlilik dışı cinsi ilişkide bulunan erkek, bu eylemin tehlike ve rizikosunu bilmekte ve bilecek durum ddaır. Bunları peşinen kabul etmektedir. Kendini teslim eden kadının gebe kalacağını veya doğacak çocuğa bakm ak zorunda kalacağını hiç değilse tasavvur eder. Buna rağmen cinsi ilişkide bulunm ası erkeğin ağır b ir kusurudur. Hukuki bakımdan erkeğin iradesinin oynadığı role bakıldığı takdirde, erkek ile kadın ve doğacak arasında akit benzeri (Şibih akid) ilişkisi vardır, denilebilir (22).
(21) Saymen - Elbir 427, Artus agm. s. 599.(22) Saymen - Elbir age. s. 427 ve dipnotu 100.
502 BABALIK DAVASINDA MADDÎ VE MANEVÎ TAZMİNAT (I)
Bu görüşte doyurucu değildir. Her evlilik dışı cinsi ilişkide bulunan kimselerin, yaşam denemelerine göre, böyle b ir irade sahibi oldukları da söylenemez. Olsa dahi burada ağır kusur görmek, diğer kusurları aram adan, yalnız bu kusur unsuru ile sonuca varmak yerinde olamaz. Henüz cenin halinde bulunmayan çocuk ile ötekiler arasında, Şibih akid ilişkisinin meydana geldiği de düşünülemez.
4 — Çocuk Meydana Getirme Kuramı
Bu görüşün taraftarlarına göre, baba sırf çocuğun doğumuna neden olmakla, ona, parasal ödencede bulunm ak yükümlülüğüne girmiştir. Bu yükümlülük ne hısımlık bağına ve ne de kişisel ilişkiye bağlıdır. Sadece bu eylem, yükümlülüğü meydana getirmek için ye- terlidir.
Bu kuram da, eylem ile hısımlık ilişkisini birbirinden ayırmayı am açlam aktadır. Fakat, bu iki hususun birbirinden ayrılması güçtür, ayrılamaz. Ayrıca diğer görüşteki eleştirilerde de olduğu gibi, henüz var olmayan çocuğa karşı yükümlülük altına girmek söz konusu olamaz (23).
5 — Hısımlık (Nesep) Veya Babalık İlişkisi Kuramı
Bu kuram, biyolojik babanın parasal ödeme yükümlülüğünün kaynağını baba ile çocuk arasındaki hısımlık ilişkisinde kabul eder. Nasıl babanın evlilik içi çocuğuna bakm ak yükümlülüğü varsa evlilik dışı çocuğuna da bakm ak yükümlülüğü vardır. İkisinde de bir aykırılık gösterilemez. Yükümlülük aynıdır. Bu hısımlık bağıdır. Babanın her iki çocuğa karşı görevleri aynıdır. Fakat, gerçek düzenlemede evlilik içi çocukla evlilik dışı çocuk arasında hukuki durum yönünden ayrıcalığın olması yapaydır. Yasa koyucu toplum daki ahlâki ve dini kuralların oluşturduğu ve etkilediği evlenme ve aile kuram larını korum ak düşüncesiyle, bu yöne gitm ektedir Evlilik ve aile değer yargılarında, zayıflama ve çöküntüyü engellemek ve bu kuram ları korum ak amacını güder. Günümüzde bu amaç gittikçe evlilik dışı çocuğun yararına ve evlenme, aile kurum lan aleyhinde bir zayıflama göstermekte olup, pek çok yeni yasa düzenlemeleri evlilik içi çocuk ile evlilik dışı çocuk arasındaki ayrıcalığı kaldırm aktadır (24).
(23) Saymen - E lbir age, s. 428(24) Aksoy age. s. 2 dipnot 3 bkz. fazla bilgi için.
MUAMMER ŞATIROĞLU 503
Bu görüş gerçeğe en uygun gelenidir. Babalık davası ve ona dayanan tazminat davası, niteliği itibariyle esasını (kaynağını) nesep ilişkisinin teşkil ettiği aile hukukuna ait b ir davadır. Bu dava ile babanın, ahlâk ve hukuk düzenine göre yükümlü ve sorumlu olduğu görevleri, yerine getirme zorunluluğu vardır. Bunun kabulü için babalığın tesbiti şarttır (25). Ananın tazminata ait talep hakkının, hukuki dayanağı yalnız çocuk meydana getirmek olayı (eylemi) değildir. Bunu biyolojik ana, baba arasındaki ahlâki bağlılıkta aram ak gerekmektedir. Hegnauer (202 N5) ise «baba olduğu iddia olunan kimsenin evlilik dışı ilişkisinden ileri gelen gebelikte, doğmuş olan çocuktur» der. Maddi tazminat hakları karı - koca rasm daki bakım hakkına paraleldir. Ölü doğum halinde dahi ayrı b ir dava olarak dermeyan edilebilir. Bunun için MK. 304 md. öngörüldüğü tazminat yükümlülüğü, temyiz kudretinden (Ayırtım gücüne) sahip olmayanlar hakkında da mevcuttur.
Bu görüş özellikle Alman Hukuk Öğretisinde Medeni Kanun gerekçesinde kabul edilmekle, aynı görüşü kaynak İsviçre Medeni Kanunu ve Türk Medeni Kanunu benimsemiştir. Buna kanıt olarak da Medeni Kanun, tazminat davasını aile hukuku kurum u olarak babalık davası içinde düzenlemiştir. İsviçre Federal Mahkemesi bu görüşü kabul eden kararında, «Tabii çocuğun babasından nafaka istemesi baba ve çocuk arasında tabii nesep bağına dayanır.» der (26). Başaklar aksi görüşte (27) Yargıtayımızm yukarıda 16 numara- li dipnotda belirtilen ve açıklanan kararı da bu görüşü benimser niteliktedir. MK. 304-305 maddeleri de «Babalık sabit olduğu takdirde» ........... şeklindeki beyan (babalık ile çocuk arasındaki hısımlık - nesep - bağı gerçekleştiği takdirde) demek istemektedir. Nakdi babalık davasının niteliği ve esas kökü nesep bağının olduğunu gösterm ektedir. Yargıtaym adı geçen kararında ............» Ana için m addi tazminat ile çocuk için nafakanın lüzumuna ........... yalnız çocuğunun davalının sulbünden gelmesinin sübutu şarttır. «Filhakika acz
(25) Egger age. s. 215.(26) Artus age. s. 600 ve dipnotu ATF. RO. cilt 14, s. 117.(27) Başaklar agm. s. 67 d e Babalık davalarında k o n u maddi tazm inat
ve nafakaya ilişkin istekleri bir alacak davası, babalığa bütün neticeleri ile hükmedilmesi isteği ise ahvali şahsiye davası niteliğindedir» demektedir. Ve 2 HD. 29.1.1973 T. 345 E. 395 K. dayanak gösterm ektedir. Adı geçen karar davanın hukuki niteliğini değil, babalık davasının türlerini açıklam ada olduğu kanısında olduğumdan başakların görüşüne katılamıyorum.
504 BABALIK DAVASINDA MADDÎ VE MANEVÎ TAZMİNAT (I)
içinde bir hayatın vücuda gelmesine sebebiyet verenlerin, onu koruma ve idame ile yükümlü olmaları hakkaniyet gereğidir» (27a).
D — GELİŞİMİ
Babalık davasına paralel olarak, evlilik dışı çocukların durum u da zaman içinde hukukî kuram ların oluşması ile yeni düzenlemeler değişik ülkelerde değişik zam anlarda farklılıklar göstererek, bugünkü düzeye yükselmişse de birkaç düzenleme dışında evlilik içi çocuğa tamamen eşit b ir düzeye erişememiştir.
1 — Karşılaştırmalı Hukukta
îslâm hukukunda nesebi belli olmayan, b ir kimsenin sulbünden geldiği bilinmeyen, b ir kişi hakkında, nesebi gizli b ir çocuğu, yaşı onun babası olmaya uygun olan b ir erkeğin, «Bu benim çocuğum- dur»» ikrarında bulunm ası ile nesep sabit olur. Böyle b ir çocuk evlilik içi çocuktan farksızdır (Mısır Medeni Kanunu md. 350). Evli erkek çocuğunu «benim değildir» diye reddedemez. Yine îslâm H ukukunda babalık davası ile nesep düzeltme olanağı tanınm am ıştır. Başka b ir anlatımla, b ir kimsenin nesebi ya sahih olur veya meşhul kalır. îslâm hukukunda zina ürünü çocuk tanınamaz. Bu şekilde doğan b ir çocuk, nesebi sahih b ir çocuk durum una soku- lamaz. Ancak bu çocukların doğuş nedeni belirtilmeden nesebi bilinmeyen kabul edilerek tanınması m üm kündür. Bu da ikrarla veya ölümden sonra mirasçıların ikrarı ile gerçekleşebilir.
Yine îslâm hukukunda nikâh ister sahih, ister fasit olsun, nikâhtan itibaren altı ay geçtikten sonra ve boşanm adan itibaren iki sene bitm eden önce, doğan çocuğun babası kocasıdır. Bu hüküm, Medeni Kanunun 241. nci maddesine paralel olarak sadece süreler değişiktir. Bu düzenlemler, İslâm da babalık davasına olanak b ırakm am ıştır, babalık davası olmadığı için de, anaya evlilik dışı çocuktan dolayı maddi ve manevi tazminat hakkı tanınm am ıştır (28).
Eski îskândinav hukukunda (İzlanda, Norveç, îsveç, Danimarka) ve Cermen hukukunda tanınmış evlilik dışı çocuklar, (Norveç ve Cermen hukunda esir anadan olmamak koşuluyla) diğer çocuklarla tamamen eşit idiler.
(27a) Artus agm. s. 600.(28) Necip Ali Küçüka. age. s. 76 ve devamı, fazla bilgi için bkz.
MUAMMER ŞATIROĞLU 505
Fransa'da ise ihtilâl öncesine kadar, İskandinav hukukuna benzemekte idi. Sonradan evlilik dışı çocuğun bütün sonuçları ile tanınmasına olanak verilmekle beraber, babalık davasını, haksız eylemler davası dışında yasaklıyordu. (Fransız Medenî Kanunu md. 340). Bu uygulama İsviçre'nin bazı kantonlarına da geçmiştir. Eski İsviçre hukukunda çocuklar babalığın saptanabilmesi halinde babanın kişisel durum una bağlanabilirdi. Öteden beri nişanlılardan olma çocuklar buna sahiptiler. Bu durum daha da genelleşerek, iffetli anaların çocuklarına da tanındı. Bunların dışında babalık sisteminde, büyük (kodifikasyonların) kanunlaştırm aların baskısı altında bu durum gerileme göstererek analık sistemine geçilmiştir. Sonradan, büyük hukukçuların çabaları ile, tanım a uğruna çalışmalar devam etmiş, İsviçre'de gelişme bugünkü düzeye erişmiştir.
Sovyet Rusya'da ve bazı sosyalist ülkelerde, baba tarafından tanınan veya babalığına hükmedilen çocuk, evlilik içi çocukların bütün haklarına sahip olur, ana, baba ve çocuğun karşılıklı hak lan kan hısımlığına dayanır (S.S.C.B. Ev. Ai. K. md. 25).
2 — Türk Hukukunda
Medeni kanunumuz kaynak kanunda olduğu gibi, hısımlık ve evlilik dışı çocukların durum u çok az ayrılıklar gösterir. Yasa, ailenin ve çocuğun yararlarını dengeli tutm ağa ve korumaya çalışarak, orta- yol b ir çözüm şekli kabul etmiştir. Bir taraftan malî sonuçlar doğuran babalık davası ile çocuğun ve ananın yararını, tanım a ve bütün sonuçları ile babalığa hüküm ile de çocuğun kişisel yararlarını korumuş, öte yandan evli erkek ve kadınların zinasından doğan çocukların tanınamayacağını (MK. 292) ve cinsî ilişki zamanında evli baba hakkında babalık sabit olsa bile, babalığa hükmedilemeyece- ğini (MK. 310/2) belirterek, aileyi ve düzgün nesepli çocukların yararlarını korum aktadır. Aynca, miras hukukunda tanınan ve babalık davası ile baba yönünden hısımlık bağı kurulan evlilik dışı çocuğa, 1/2 miras payı tanımakla, hem aileyi hem de evlilik içi çocukların yararlarını, dengelemeye çalışmıştır. Yine, TCK. nun da 445 ... 447 maddeleri ile nesep cürümlerini düzenlemekle normal aileyi ve evlilik dışı çocukları koruma yoluna gitm iştir (29).
(29) Fazla bilgi için Egger. age. s. 187 ve sonrası, Aksoy. age. s. 52 ve sonrası, Velidedeoğlu. age. s. 356 - 361
506 BABALIK DAVASINDA MADDİ VE MANEVÎ TAZMİNAT (I)
3 — Son Eğilim Ve Görüşler
Medeni Kanun Öntasarısı
Medeni Kanun Öntasarısı, evlilik dışı çocukların durumunu, 8. bölümde genel kurallar (289 - 290), tanım a ve soydanlık davası (291 -307. madde), para ödenimi için babalık davası (308...314. madde), olarak düzenmiştir. Bizi ilgilendiren, para ödenimi için babalık davasıdır.
Tasarıda, evlilik dışı çocukları daha düzenli durum a getirilmiş ve çocuklar yönünden gelişmeler sağlanmıştır. Konumuzu ilgilendiren maddi ve manevi tazminat, PARA ÖDENİMİ İÇİN BABALIK DAVASI adı ile ayrı b ir dava olarak düzenlenmiştir. Ayrıca, babalık davasına serpiştirilen kurallar da, davacı ve davalı kenar başlığı altında toplanm ıştır, birkaç madde tek madde altında toplanm ıştır. Önemli b ir değişiklik, babalık davasının her iki türünde de, bir senelik hak düşürücü süresi beş (5) yıla çıkarm akla çocuk ve ana yararına, çağın gelişimine uygun olarak b ir düzenleme getirilmiştir (Medeni Kanun Öntasarısı madde 296-309). Yine tasarının, 310. maddesinde maddi tazm inattaki doğumdan önce dört, doğumdan sonra dört hafta olan bakım giderlerini, doğumdan önce ve sonra en az 3'er aydan toplam 6 aya çıkararak günün ekonomik koşullarına uydurulm uştur. Tasarının 311. maddesinde anneye tanınan manevi tazminatın yürürlükteki maddeden tek farkı, mahkemeye doğrudan doğruya, kendiliğinden manevi tazm inata hükmedilme olanağının tanınm asıdır.
Babalık davasında konumuz dışında bulunan diğer maddelerde de çağın görüşüne uygun düzenlemeler getirilmektedir.
(Devamı var)
BORÇLAR HUKUKU
CEZA «UKUKU KURALLARININ HAKSIZ FİİLDEN DOĞAN TAZMİNAT TALEPLERİNE ETKİSİ (*)
(III)
A. İsmet ARSLAN (**)
IV — CEZA MAHKEMESİ KARARLARININ HUKUK DAVASINA ETKİSİ
1 — Genel Olarak
Devletin tüm yasaları özelikle ceza yasaları da yargılamada hukuk hâkimi bağlar. Ceza hâkimlerinin hukukta, hukuk hâkim lerinin cezada uygulanmasını engeleyici kesin bir ayrım yoktur. Örneğin : Telif hakkı, ih tira hakkı yasası ve diğer yasalar gibi, biribirine sıkı sıkıya bağlı ceza ve adi hukuk hükümlerini içeren çeşitli yasaların yürürlükte olması bu görüşü açıklıkla doğrulam aktadır (223) Haksız fiiller çok defa gerek ceza hukuku, gerekse cezai hüküm ler taşıyan sair özel konular anlamında bir suç teşkil eder ve (224) bu eylemi işleyen cezalandırılır. Bir eylem ceza yasasına göre suç, borçlar yasasına göre haksız fiil (eylem) olduğunda ortaya şu sorun çıkm aktadır. Hukuk hâkimi haksız eyleme dayanılan b ir tazm inat davasında karar verirken, ceza hukukundaki hükümlerle ve ceza hâkiminin kararıyla ne biçim, şekil ve oranda ve hangi alanlarda bağlıdır?. Bu sorunlar kendisini özellikle ceza davasında tazminat talep edilmemiş, edilmiş olsa da hukuk mahkemesine gönderilmiş olduğu takdirde kendini gösterir (225). Zira ceza mahkemesi tazminat miktarını saptam ışsa bunu borçlar yasasına göre hükme bağlamıştır, o zamanda kalkıp o konuda bir defa da hukuk mahkemesinden istemde bulunulam ayacaktır (226). Öğretide bazı yazarlar hukuk hâkiminin ancak ceza hâkiminden tazminat istenilip de hükmedilme-
(*) Cilt : 6, Sayı : 3, Temmuz - 1980’den devam.(**) Yargıtay 4. HD. Üyesi(223) Oser Schönenberger - age. N. 2., Sh : 492.(224) Doğanay - age. Sh : 22.(225) Bkz. Sh : 23 vd.
508 CEZA HUKUKU KURALLARININ HAKSIZ FİİLDENDOĞAN TAZMİNAT TALEPLERİNE ETKİSİ (III)
diği, özelikle ceza hâkiminin kararında sadece zarar m iktarının tayini ile ilgili b ir kısım olması durum unda ceza kararıyla bağlı olmayacağını savunm aktadırlar (227).
Kural olarak çeşitli yargılama organlarının gördüğü işler farklı olduğu için birinin verdiği kararının, diğerinin verdiği kararda, birinin yaptığı yargılamanın diğerinin yaptığı yargılama ile ilk nazarda ilişkisi yoktur denilebilir. Yalnız bu kuralın ayrıcalıkları da vardır. Yani çeşitli yargılama organlarının verdiği karar ve yaptığı yargılama, birbirini etkiliyebilir. Bu konuyu şu şekilde bölümlere ayırarak incelemekte yarar görülm üştür.
2) Uyuşmazlığın Ceza Mahkemesinde Yargılanmakta Olmasının Hukuk Mahkemesine Etkisi :
Kural olarak, bir uyuşmazlığın b ir yargılama organında İncelenmekte iken, bu durum öteki yargılama organlarını ilgilendirmeyecektir. Çünkü, aynı uyuşmazlığın birden fazla yargılama organında görülmesi kabul edilemez. Yalnız b ir eylemin aynı zamanda suç teşkil etmesi yanında, tazminatı da gerektirir durum ları da vardır. Örneğin, müessir fiili halinde, m ağdurun sanık aleyhinde, uğradığı zararın tazmini için hukuk mahkemesinde tazminat davası açabilir, aynı eylemden dolayı sanık hakkında ceza mahkemesinde müessir fiilden dolayı ceza davası yürüyebilir. Burada aynı eyleme ilişkin olarak, hem suç, hem de haksız fiil vardır. Her iki yargılama organının eylemin yapılıp yapılmadığı açısından aynı sonuca kavuşması zorunludur. Bir yargılama organı eylem işlenmiştir, diğeri işlenmem iştir sonucuna kavuşursa, yargılamada çelişkiler adalete güvensizlik getirir. Çelişkilerin önlenmesi adalet ilkelerinin gereğidir. Mantığa aykırı b ir durum da ortaya çıkacaktır. Kaldı ki, hukukta belki öteki bilimler gibi, mantığa uygun sonuçlara kişileri götürm ekte
(226) Tosun - age. Sh : 259 «Borçlar yasasının 53. maddesinde ceza mahkemesi kararının «zararın m iktarını tayin» hususunda hukuk hâkimini bağlamadığını hükm e bağlam ıştır. Ceza mahkemesi zarar m iktarını ta yin etmemiş ise, zaten böyle b ir açıklama olmadan, hukuk mahkemesi onu saptam akta bağımsız olm aktadır. Ceza m ahkemesi zarar m iktarını tayin etmiş ise, şahsi hak isteğinde bulunulm uş dem ektir; böyle bir istek karşısında ceza mahkemesi k arar vermiş ise, bunu borçlar yasası hüküm lerine ve sorum luluk ilkelerine dayanarak verecektir, o zam anda kalkıp o konuda bir defada hukuk mahkemesinden zarar istenm eyecektir.»
A. ÎSMET ARSLAN 509
dir (228). İtalya'da bir eyleme ilişkin ceza muhakemesi başlamış ise, hukuk mahkemesini durduracağı kabul edilm iştir (229). Buna gerekçe olarak, ceza muhakemesinde devletin yardım ından faydalanılacak, delil araştırm ası, gerçeğin ortaya çıkarılması ceza hâkiminin geniş doğrudan doğruya hareket etme kabiliyetine sahip olması gerekçe olarak gösterilm iştir (230). Uygulamada aynı zamanda suç ve haksız fiil teşkil eden bir eylem için kamu davasından (ceza davasından) ayrı ve bağımsız olarak hukuk mahkemesinde açılan tazm inat davasının, hukuk mahkemesi tarafından ceza mahkemesinin neticesini beklemeden yargılamasını sürdürüp uyuşmazlığı çözüm- lenemisinin m üm kün olup olmayacağı veya ceza mahkemesinde açılan bir davanın, hukuk mahkemesinde açılacak olan tazminat davasının görülmesi için b ir ön mesele teşkil edip etmeyeceği konusunda; diğer bir anlatım la da, b ir eylem hem suj, hem de medeni haksız fiil olduğundan, medeni yargılamanın durcağı, suç yargılamasının sonucunu bekleyeceği konusunda yasalarımızda bir açıklık yoktur. Bu alanda uygulamada da istikrarsızlık görülmektedir. Yargıtaym bu husustaki görüşlerinde çelişki vardır. Yüksek mahkeme bazı kararlarında (231) «hukuk mahkemesinde talep olunan kişisel hakla ilgili ceza davasının da rüyet olduğunun anlaşılması halinde ceza mahkemesince mahkûmiyet kararı verilmesi muhtemel bulunduğundan ve bu kabil mahkûmiyet kararları, hukuk mahkemesini tahdit edeceğinden, tazminat davasının ceza davası neticesine taliki lâzım gelir.» denilmektedir (232) Yargıtay, hukuk mahkemesinin ceza mahkemesinde görülmekte olan, ceza davasının neticesini beklemek zorunda olduğunu ifade ederken, bazı kararlarında da (233) hukuk mahkemesinin ceza davasının neticesini beklemek zorunluluğunda olmadığı içtihadında bulunm uştur. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi nin kararlar kartonundan aldığımız b ir kararında da (234) «olayda sahtecilik suçundan ötürü, davalı hakkında kamu davası açıldığı, tarafların iddia ve savunmalarından açıkça anlaşılm akta bulunduğuna göre, ceza mahkemesinde derdest davanın sonucu araştırılmaksı- zm, davacının bilirkişi inceleme yaptırm a olanağı sağlamadığından
(228) Tosun - age. Sh : 225.(229) Tosun - age. Sh : 255 (îtalyan ceza muhakemesi usulü kanunu md. 3).(230) Tosun - age. Sh : 255.(231) Ömerbaş - Çetintaş - Temyiz mahkemesi hukuk genel kurulunun em
sal kararları, C. 2, Ank. 1955. HGK : 10.4.1957 T., 4-33/K.27.(232) Tandoğan - age. Sh : 355 Dip not : 39.(233) Tandoğan - age. Sh : 355 Dip not : 40 4. HD. 31.3.1938.(234) Yarg. 4. HD. 12.11.1973 T., E. 973/100887, K. 973/9212
510 CEZA HUKUKU KURALLARININ HAKSIZ FİİLDENDOĞAN TAZMİNAT TALEPLERİNE ETKİSİ (III)
söz edilerek, davanın reddedilmesi usul ve yasaya aykırıdır.» denilerek, ceza davasının sonucunu beklemek gerektiği önerilmiştir.
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi nin 17.10.1958 gün, 6256 esas, 3277 karar sayılı ilamına göre «Borçlar Kanununun 53. maddesi gereğince ceza mahkemesinin mahkûmiyet kararı hukuk hâkimini takyit eder. Davalı aleyhine ceza mahkemesinde açılan amme davası henüz intaç edilmediği ve derdest bulunduğu anlaşılm aktadır. Bu cihetler gözönünde tutularak, ceza davasının neticesinin beklenmesi gerekir.» olduğu bildirilm iştir (235). Hukuk Genel Kurulu nun 10.4.1959 gün, 4-33 esas, 27 karar sayılı ilâmında da, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin doğrultusunda «hukuk mahkemesinde talep olunan şahsi halka alakalı ceza davasının da rüyet olunduğunun anlaşılması halinde, ceza mahkemesince mahkûmiyet kararı verilmesi muhtemel bulunduğundan ve bu kabil mahkûmiyet kararları, hukuk mahkemesini takyit edeceğinden, tazminat davasının ceza davası neticesine taliki lâzım gelir.» denilm iştir (236). Von Tuhr, hukuk mahkemesinin ceza davası neticesine intizar zorunluluğunda olmadığını «kantonlar 41. maddenin derpiş ettiği zarar ve ziyan hakkını mukaddem bir ceza kararm a, ceza davası açılmasına talik edemez. FM. 275 s. 148» diyerek vurgulam ıştır (237).
Oser - Schönenberger ise «53. madde hükm ünden kanton kanunlarınca, 41 ve sonraki maddelere dayanılan hakların, daha önce ceza davası açmak hakkının tesbitine bağlı tutulmayacağı ve haksız eylemden doğan b ir alacağın takibinin aynı esasa dayanan ceza davasının açılmasına tabi bulunduğu yollu hükmün, m uteber olmadığı neticesi çıkmaktadır.» demek suretiyle Von Tuhr doğrultusunda görüşünü belirtm iştir (238). Muhsin Tuğsavul'da hukuk hâkiminin ceza davasının neticesini beklemek zorunda olduğu görüşündedir (239). Tosun ise, ceza hâkiminin son kararının hukuk hâkiminin bağlayıcı olduğu kabul edilen durum larda, medeni yargılamanın durm asını mantığa uygun düşeceğini ileri sürm ektedir (240). Tunçomağ ve Kı- lıçoğlu ise aynı fiil hakkında açılmış olan ceza davasının sonucunu beklemek, onu ön mesele olarak kabul etmek zorunluğunun hukuk
(235) K arahasan - age. Sh : 729.(236) K arahasan - age. Sh : 729.(237) Von Tuhr - age. Sh : 48, N. 23.(238) Oser - Schönenberger - age. No. 2, Sh : 493.(239) Tuğsavul Muhsin - Haksız fiil zamanaşımı, Sh : 379.(240)
A. ÎSMET ARSLAN 511
hâkimine yüklenemeyeceğini savunm aktadır (241). Kişisel görüşü- müz, sayın Tosun un doğrultusundadır. Gerçekten de mahkûmiyet kararlarının hukuk hâkimini kesinlikle bağladığı yönler de vardır, bağlamadığı yönler de vardır. Bu durum BK. 53. maddesi hükm ü ve uygulama ile doğrulanan kuşkusu olmayan bir gerçektir. Hukukta güvenlilik, itim at kararlarının istikrarlılığı b ir noktada amme intizamı ile ilgilidir. Hukuka, adelete güven ve itim at duygusu kararların istikrarlı olması, b ir mahkemeden verilen bir kararın, diğer, bir mahkemeden tamamen çelişik b ir kabul ve biçim çıkması bir noktada toplum yararını ve toplum vicdanının zedelenmesine yol acar, kamu düzenini sarsar. Madem ki, ceza mahkemesinin bazı kararlarının hukuk hâkimini bağlamayacağı kabul edilmiştir, o halde bu bağlayıcılık alanında da hukuk hâkiminin ceza yargılaması sonucunu beklemiş gerekir. Kaldı ki, bu durum mantığa da en uygun düşen bir çözüm şekli olacaktır.
3) Ceza Mahkemesi Kesin Hükmünün Hukuk Davasına E tk isi:
Ceza hukuku ile medeni hukuk ve ceza yargılama usulü ile hukuk yargılama usulü arasındaki yukarıda açıkladığımız ayrıcalıklar nedeniyle, ceza kesin hükmünün, hukuk yargıcını bağlamayacağı genel olarak söylenebilir. Fakat bu kural kesin ve m utlak değildir. Yalnız bir takım ayrıcalıklar ile birlikte yoruma tabi b ir durum getirmektedir. Yalnız kusurun takdiri ve zararın m iktarını belirleme yönünden hukuk hâkiminin bağımsız oluşunun m utlâk olduğunu özellikle belirtm ek yerinde olacaktır. 53. maddede yasa koyucu beraat kararları yönünden de kesin b ir bağımsızlığı önerir görünm ekte ise de, beraat kararları karşısında hukuk hâkiminin ceza kararları karşısında kesin bağlılığı yoktur. Öğretide ve aşağıda değineceğimiz uygulama alanında hukuk hâkimine ceza mahkemesinin beraat kararları karşısında nisbi b ir bağımlılık tanımış olduğunu görürüz (242). İtalyan ceza usulü yasasının bu alanda madde metinleri aynen şu şekildedir :
Madde — 27 : «Hükmü veya müteakip maddede gösterilen kararı m üteakip suçluya veya medeni hukuk bakım ından sorum lu kişiye karşı başlatılan veya devam edilen tazm inata veya iadeye ilişkin medeni ve idari yargılamada söz konusu hüküm veya karar fiilin mevcut olduğu, fiilin hukuka aykın
(241) Kılıçoğlu - age. Sh : 205 - Tunçomağ - Mahkeme kararları kroniği. Î.H.F.H. 1962 S. 3-4, C. XXVIII Sh : 844.
(242) Kılıçoğlu - age. Sh : 296
512 CEZA HUKUKU KURALLARININ HAKSIZ FİİLDENDOĞAN TAZMİNAT TALEPLERİNE ETKİSİ (III)
olduğu veya m ahkûm un sorumluluğu konularında kesin hüküm niteliğini taşırlar... Hukuk hâkim i veya idare mahkemesi hâkim i ceza hükm ünden veya karardan sonra gerçekleşmiş olan zararları da nazara alabilir...«
Madde — 28 : «Yukarıdaki m addede gösterilen haller dışında yargılama sonucu verilmiş olan ve kesinleşen mahkûm iyet ve beraat hüküm leri... medeni kanunun ihtilâflı hakkın ispatına sınırlar koyması hali hariç kabulü ceza m ahkemesinin konusunu teşkil eden maddi fiillerin tesbitine bağlı b ir hakla ilgili ihtilâflara dair hukuk veya idare m ahkemelerinde de kesin hüküm otoritesine sahiptir...»
Görüldüğü şekilde îtalyan ceza usulü yasasında ise, ceza yasasının, hukuk hâkimine, medeni yargıya etkisinin koşullan, alanı kesin çizgilerle sınırlandırm ış olduğunu görmekteyiz. Kanaatimizce, temenni olunur ki, bizim yasamızda da bu açıklığa yer verilmesi, uygulamadan doğan ve beliren tüm sorunları kapsayan b ir 53. madde düzenlenmesidir.
Konuya «ceza mahkemesi kararlarının hukuk hâkimini bağlayıp bağlamayacağı hususunu verilen kararın «beraat» veya «mahkûmiyet» kararı olması ayırımına tutm ak suretiyle incelenmesi, konunun daha rahat ve kolay dağıtılmadan, toplayıcı b ir şekilde sistemli anlaşılmasını sağlayacaktır, düşüncesindeyim. Genellikle öğretide ve yazarların incelemelerinde de bu ayırım yolu üstün görülm üştür (243).
1 — Ceza Mahkemesi Kararının, Hukuk Mahkemesinde «Kesin Hüküm» Ve «Kesin Delil» Sayılıp Sayılmayacağı: (Bağlayıcılık Şartları: «Kesin Delil», «Kesin Hüküm»)
H ukukumuzda maddi anlamda kesin hükm ü düzenleyen tek hüküm, HUMK. nun 237. m addesidir (244). Kazai kararlara tanınan kanuna hakikat vasfından dolayı, aynı taraflar arasında, aynı dava konusu hakkında ve aynı dava nedenine dayanılarak yeni b ir dava açılamaz : açılırsa bu dava dinlenemez. Buna maddi anlamda kesin hüküm deriz, «şekli anlamlı kesinlik» ise o karara karşı artık normal yasal yollara «temyiz, karar tashihi» başvurulamayacağı anlaşılır.
(243) Oser Schönenberger - age. Sh : 494, N. 7 - Doğanay - Age. Sh : 28 Kı- lıçoğlu - age. Sh : 199 - Bağatur - age. Sh : 583 - Tunçomağ - age. Sh : 518. Tandoğan - age. Sh : 352 - Müderrisoğlu - age. Sh : 109
(244) Bkz. ayrıca : Danıştay K.M. 95, I; Askeri Yüksek îdare Mahkemesi K.M. 63, I; Uyuşmazlık Mahkemesi K.M. 13/1, Kuru Baki - Hukuk Muhakem eleri Usulü. 3. B., Ank. 1974 Sh : 784 S. 51
a . İs m e t a r s l a n 513
Bu durum muhtelif kanunlarda da yer alm ıştır (245). Yasa (md. 237), kesin hüküm için «kazieyi muhkeme» terimini kullanm aktadır. Kesin hüküm kişiler ve devlet için hukuki durum larda, kararlılığı, yargı erkine güven ve saygıyı sağlar. Taraflar arasındaki uyuşmazlıkları bütün b ir gelecek sona erdirmesini temin eder (246). Kesin hüküm taraflar arasında uyuşmazlığı b ir daha ortaya atılmayacak şekilde çözümlemekten ibarettir (247).
Kesin hüküm hukuki güvenlik ve barışa hizmet eden b ir kurum dur (248). Kesin hükmü, hukuki güvenliğe dayandıran düşünceler vardır (249). Ceza kesin hükmü karşısında hukuk hâkimine bağımsız b ir serbestçe hareket etme imkânını sağlayan ve aynı zamanda huku usulu yargılaması yasasının kesin hüküm müessesesine dayanılarak yapılacak «kesin hüküm» (250) «itirazı» nm gözönünde tutulamayacağını da içine alır (251). Ceza kesin hükümleri karşısında hukuk hâkiminin serbestiyesi kuralını içeren BK. nun 53. maddesi doğrultusunda HUMK. nun 315. maddesi düzenlenmiştir. Anılan madde «sahtelik nedeniyle açılan senet iptali davasında, ciheti ce- zaiyece ademi mesuliyete ve beraate dair verilecek karar, hukuk mahkemesince senedin iptali hakkında karara haiz değildir.» demek suretiyle senetlerin sahteliğiyle ilgili konularda ceza mahkemesince verilen beraat kararlarının hukuk hâkimini bağlamayacağını açıkça ortaya koymaktadır.
HUMK. nun 314. maddesine göre, b ir senedin sahteliği hukuk mahkemesinde dava edilipte bu dava reddedilmiş ise, artık bu se
(245) Hukuk Yargılamaları Yasasında yer alan. 62, 314, 427, 443, 445 ve 539. maddeler, Medeni Yasada, 360 ve 922. maddeler, Türk Ticaret Yasasında yer alanlar : 34, 61, 64, 150, 383, 761, 1213 ve 1469. tc ra îflas Yasasında yer alanlar : 40, 249, 322 ve 363. Tapulama Yasasında yer alanlar : 61 ve67. maddeler,
(246) Kuru- age. Sh : 781, 784. Çemberci - age. Sh : 14, 15(247) Yargıtay îçt. Bir. K., 23.10.1972 T., E.2, K. 12. R.G. 18.12.1972 gün ve
14395 s.(248) Y urtcan Erdener - Kesin hükm ün ceza mahkemesini önleme yetkisi.
İst. 1973 Sh : 11.(249) Erem - age. Sh : 528 - Kunter - age. S h : 195 - Taner - age. Sh : 100
Gürdoğan - Medeni usul hukukunda kesin hüküm itirazı. Ank. 960 Sh : 6(250) Bu hüküm aynı veya başka yargı kolundaki b ir mahkeme tarafından
verilmiş olabileceği gibi, b ir hakem kararı da olabilir. Kuru - age. Sh : 805 s. 51
(251) Gürdoğan - age. Sh : 805 - Tunçomağ - Mahkeme kararları kroniği İst.H.F.M. 1962, C. 28, S. 1, Sh : 270.
514 CEZA HUKUKU KURALLARININ HAKSIZ FİİLDENDOĞAN TAZMİNAT TALEPLERİNE E T K İsf (III)
nedin sahteliği ceza mahkemesince dahi tartışm a konusu yapılamaz. Buna karşılık hukuk mahkemesi senedin sahteliğine hükmederse, bu karar ceza hâkimini bağlamaz (Bkz. TCK. 339 - 349), Ceza hâkimi beraat kararı verebilir (252). Bir ilâmın kesin hüküm sayılması ile, kesin delil sayılmasının esas ve usul hukuku açısından farklılığı açıktır. Kesin delil konusu, HUMK. nun 295. maddesinde düzenlenerek kapsamı ve hukuki biçimi belirlenm iştir. Bu hükme göre, «mahkeme ilâmları ile kâtibi adilerce re'sen tanzim olunan senetler sahteliği ve selâhiyettar m em urların selahiyetleri dahilinde usulyüne tevfikan tanzim ve tasdik ettikleri vesiakalar hilâfı ispat oluncaya kadar delili kati teşkil ederler» madde metninde yer alan mahkme ilâmlarıyla, hem ceza hem de hukuk mahkemelerinin «kesinleşen» ilâmları kastedildiği açıktır. Kesin delil, birolaym, b ir hukuki ilişkisinin veya bir hukuki durum un nasıl gerçekleştiğinin tesbitinde kullanılan, onu reddedilemez biçimde belirleyen araştır (253). İlk dava sonunda verilmiş olan hüküm - aynı taraflar için - aynı davada «kesin hüküme» bağlanmış olan husus (HUMK. nun 237/1. m) hakkında «kesin delil» teşkil eder. Konuyu somut b ir biçimde ele alırsak, yargıtay içtihatı birleştirm e karram ran söz edilmesi gerekmektedir. 6570 sayılı «Gayrimenkul Kiraları» ile ilgili özel kanunun 2 ve 3. maddeleri hükümlerinin, Anayasa M ahkemesince 26 Mart 1963 gün ve 3/67 sayılı b ir kararla iptal edilmesinden sonra, mu- sakkaf gayrimenkul kiraları tamamen serbest b ir hale gelmiş ve o tarihten sonraki kiraların ne şekilde takdir edileceği hususunda 18.11.1974 gün ve 2/4 sayılı Yargıtay içtihadı Birleştirm e ile tesbit edilmiştir. Bu tevhidi içtihat kararm a dayanarak, kiracı ve kiralayan ilgili sulh hukuk mahkemesine başvurarak «kira tesbiti» davası açıp, yargılama sonunda «kira bedelinin takdir ve tesbiti» ne ilişkin b ir kesin ilâmı aldığında, bu ilâm daha sonra, «kira bedelinin tahsili» konusuna ve hukuki nedenini taşıyan eda davasında «kesin delil» teşkil edecektir. Nitekim, 7.7.1965 gün ve 5/5 sayılı İçtihadı Birleştirme K ararında da açıklandığı üzere, açılacak olan, «tesbit davası» nın b ir öncüsü durum undadır (254).
İlâmın Usulün 295. maddesi uyarınca kesindelil sayılması, Borçlar Yasasının 53. maddesiyle kıymetlendirilince, ancak bu ve genellikle olaylar yönündendir (255). Yani ceza hâkim inin b ir takım
(252) Postacıoğlu İlhan - Medeni usul hukuku dersleri B. 5. İst. 970 Sh : 590 Kuru - age. Sh : 397
(253) M üderrisoğlu - age. Sh : 112(254) Doğanay - age. Sh : 26
A. ÎSMET ARSLAN 515
olayların belli b ir biçimde gerçekleştiğini kesinlikle tesbit etmesi durumu, bizi kesin delil karşısında bırakacaktır. Tosun ise bu konu ve sorunun kendi deyimiyle yargı «kesin hüküm» kavramı ile çözümlemeye gidilmesinin doğru olmayacağını, ancak yargılama birliği ilkesi yönünden ele alınması gerektiğini savunm aktadır (256). Yargılama birliği, yargılama organlarının tek b ir devletten kuvvet aldıklarını, bu devlet adına uyuşmazlıkları çözümlediklerini, bu bakımdan birinin yaptığı iş ile, ötekinin yaptığı işin birbirinden üstün olmadığını kabul etmektedir (257). Mahkemeler birbirinin kararlarına saygılı olacaklardır. Yargılama birliği ilkesine göre, mahkemeler m utlak bağımsızlık içinde çalışmaları zorunludur (258). Tosun, yargı «kesin hüküm» kavramı ile sorunun çözümlenmeyeceğini savunurken, şu nedene dayanmaktadır. «Yargı durm una b ir son kararın erişmesi için yani ilişkin olduğu uyuşmazlığın b ir daha ele alınamaması için üç koşul gerektiğini, bunların konunun, sebebin ve tarafların aynı olması olduğunu, b ir uyuşmazlığın hukuk mahkemesinde çözümlenmesi sırasında, taraflar (a) ve (b) olabileceği, ceza mahkemesinde ise tarafların savcı ve b) şeklinde teşekkül ettiğini ve tarafların aynı olmadığın, ceza mahkemesinde ise tarafların bu nedenle aynı kimseler olamayacağını, bir hukuk mahkemesinde kara r verilirken dava konusunun tazminat olduğunu, ceza mahkemesinde ise cezalandırmak olduğunu, bu nedenle konunun aynı görünümde bulunmadığım ayrıca, hukuk mahkemesinde dava nedeninin haksız fiil olduğu halde, ceza mahkemesinde ise, suç olduğunu, bununla da hukuki nedenin aynı olamayacağını o halde yargı «kesin hüküm» bulunması için gerekli üç koşulun aynı olması durum unu incelediğimiz sorun bakımından söz konusu bulunmadığını yargı «kesin hüküm» ile bu işi çözümlemenin sıhhatli b ir sonuca kavuşula- mayacağma sorunu yargılama ilkesi bakımından eel almanın zorunlu olduğunu» ileri sürm ektedir (259).
Tosun'un, düşüncesi özetlendiğinde: Bağımsız mahkemelerarasında görülen uyuşmazlık devletten kuvvet alınarak görüldüğüne, birinin yaptığı işin diğerine üstün olmamasına göre, olay bir mahkemece incelenmiş ve tesbit edilmiş olduğundan, buna dayanmak zorunluğu vardır. Tunçomağ'da bağlayıcılık koşunda, kesin
(255) Müderrisoğlu - age. Sh : 112(256) Tosun - age. Sh : 248.(257) Tosun - age. Sh : 248(258) Tosun - age. Sh : 257,(259) Tosun - age. Sh : 248, 249
516 CEZA HUKUKU KURALLARININ HAKSIZ FİİLDENDOĞAN TAZMİNAT TALEPLERİNE ETKİSİ (III)
hükme dayanmayı doğru bulm am akta, olayın mahkemece incelenmiş ve tesbit edilmiş olmasını dayanmayı daha uygun bulm aktadır (259).
Kişisel kanaatimiz şudur : Ceza hâkimi ve hukuk hâkimininfaili sorumlu görmek için dayanacakları ve gözetecekleri hukuki kurallar ve anlayışlar ayrıdır. Belilleri tesbit ve takdirleri yönünden de dayandıkları noktalar ve hukuki görüş açıları değişiktir. Bu konuya değişik açıdan bakış ve ayrıcalıkların zorunlu kıldığı sonuç, ceza hâkiminin hükm ü hukuk hâkimine kesin hüküm teşkil etmeyeceğini ortaya koymaktadır. Konuyu kesin delil ve yargılama birliği kavram larından gidilerek açıklamak ve bunlara dayanarak sorunu çözümlemek gerekir, kanaatindeyiz. Ayrıca konuya m ünhasıran m utlak kesin hüküm açısından bakmayacağımızı BK. nun 53. maddesi bize önermektedir. Zira ceza hâkiminin hükmünü, hukuk hâkim ine kesin hüküm olarak kabul ettirm ek zorunluluğunda bıraktığımızda BK. nun 53. maddesi anlamı kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Yani çekilşki kendiliğinden belirlenmiş olacaktır. Örneğin, onun değil, başka birinin işlediğinin anlaşıldığını belirleyen veya bir takım olayların belli b ir biçimde sübut bulduğunu tesbit eden beraat kararları hukuk hâkimini bağlayacaktır. Çünkü, bu sonuca kavuşan hâkim, millet adına yargılama yapmağa yetkili, bağımsız hâkimdir. Hâkim ler arasında bir farklılık yoktur. Öyse ise hukuk hâkimi için b ir kesin hüküm değil, fakat b ir kesin delil mevcuttur. Öyle ise bu bağlama kesin hüküm açısından olmayıp, kesin delil yönünden olması hukuki b ir zorunluğun sonucudur, denilebilir. Yalnız şu ayrıcalık unutulm am alıdır. Ceza hâkimi tazm inata da hükm etmiş ise, bu hüküm, hukuk hâkimine karşı kesin hükm ün bütün sonuçlarını doğuracaktır (260). Zira ceza hâkimi tazm inata da hükmederken hukuk hâkiminin bağlı olduğu hukuk kurallarına göre ve onun gibi hükm etm et zorunluğundadır (261). Haksız fiil nedeniyle açılan fazlaya ilişkin istem saklı tutulan b ir «kısmî tazminat» (262) davası sonunda, tahsile ilişkin olarak verilmiş olan hüküm, kalan kısım için sonradan açılacak olan davada «kesin hü
(259) Tunçomağ - age. Sh : 326(260) Yarg. 4. H ukuk Dairesi K ararlar Kartonundan. Yarg. 4.HD. 972/14907 E.,
1974/1031 K. 1.3.1974 T. «Haksız eylemi işleyenlere karşı açılan ceza davasında ileri sürülen tazm inat dileğinin bu yollu reddi sonunda verilen karar sonradan hukuk mahkemesi için usulün 237. maddesinde açıklanan kesin hüküm niteliğindedir.»
(261) Bkz. Sh : 26(262) Doğanay - age. Sh : 27
A. İSMET ARSLAN 517
küm» teşkil etmeyecektir. Ancak ceza kesin hükmünce haksız fiil failinin (sanığın) kusurlu olduğunu belirleyen bölümü, saklı tutulan bölüm için açılan davada, kesin delil teşkil edecektir, yani haksız fiil faili, ikinci tazminat davasında, olayda kendisine atfedilecek, isnat edilecek hiçbir kusur olmadığını ileri süremez, kusur yokluğunu iddia edemez. Ancak kusur derecesi ve oranına itiraz hakkı vardır. Davaya bakan mahkeme bu şekilde belirlenen bir savunmaya itibar etmeyecektir (263). Zira haksız fiil faili artık belirlenmiş, diğer b ir anlatım la hükmen tesbit edilmiştir. Ceza ve hukuk mahkemesinin ortaklaşa yargılama görevi olayın ne şekilde vukuageldiğini tesbit ile olaya uygulanacak hukuki yönü tesbit eder. HUMK. nun 295. maddesi hükmüne göre, «kesin delil» sayılması hali Borçlar Yasasının 53. maddesi bakımından genellikle (maddi vakıa) nm cereyan ve tesbit edilmiş olması bakımındandır.
4) Hukuk Hâkimi İçin Bağlayıcı Hususlar :
Bir eylem suç teşkil ettiği için sanık cezalandırılmış ise, aynı eylemin haksız fiil teşkil edip etmediğini araştırırken hukuk mahkemesi, ceza mahkemesinin var gördüğü eylemi yok diyebilir mi? (264). Diğer bir anlatım la ceza mahkemesi mahkûmiyet kararı- nu, fiil ve bunun haksız mahiyette olduğunu tesbit etmesi halinde hukuk hâkimini bağlayacak m ıdır? Kendisine karşı olaylardan dolayı tazminat davası açılmış olan kimse, bir ceza ilâmı ile mahkûm edilmiş olursa, hukuk yargıcı bunu gözönünde tutm ayabilir mi?
BK. m. 53/2. cümlesi (İsviçre BK. 53 md. in 2. fıkrası) «ceza mahkemesi mahkûmiyet kararının, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayini hususunda olsa dahi, hukuk hâkimini bağlamayacağı» kuralını koymuştur. Fakat genel olarak mahkûmiyet kararı hukuk hâkimini bağlamalıdır (265). Aksini kabul etmek mahkemelerin bağımsızlığı ilkesine ters düşen b ir durum olursa da, böyle çelişik bir sonuçta mantığa aykırı düşecektir (266). Uygulamada (267) ve öğretide (268) hukuk hâkiminin aynı konuda daha önce verilmiş ceza mahkemesi kararı ile bağlı olduğu görüşü baskındır. Bu konuca kavuşulmada gerekçe olarak, BK. nun 53. maddesinde, hukuk hâkimi
(263) Doğanay - age. Sh : 27. Yarg. HGK. 16.2.1972 gün, E. 9/295, K. 974/90(264) Tosun - age. Sh : 258(265) Bagatur - age. Sh : 581(266) Tosun - age. Sh : 258
518 CEZA HUKUKU KURALLARININ HAKSIZ FİİLDENDOĞAN TAZMİNAT TALEPLERİNE ETKİSİ (III)
nin beraat kararı ile bağlı olmadığı hükme bağlandığını, karşıt kavram dan gidildiğinde mahkûmiyet kararıyla bağlı olduğu anlamına erişileceğini gösterm ektedir (269). Diğer b ir gerekçe olarakta HUMK. nun 295. maddesine dayanılmaktadır. Bu maddeye göre «mahkeme ilâmları sahteliği ispat olunana kadar delil-i kati teşkil eder» ceza mahkemesi kararı da bu maddede belirtilen mahkeme ilâmı olduğundan, hukuk hâkimi bunu kabul etmek zorunluğunda- dır.
Dikkat edilirse anılan yargıtay kararı (270) m utlak olarak ceza mahkemesi kararının medeni yargıyı bağlayacağını önermemektedir. Aksine ceza mahkemesinin b ir vakıanın tesbit edilmesi haline bağlı tutm aktadır. Kusurun takdiri veya zararın takdiri açısından hiçbir önermesi görülmemektedir. Aşağıda görüleceği üzere (271) ceza mahkemesinin vakıanın tesbitine ilişkin kararının hukuk hâkimini bağlayacağı hususu kökleşmiş b ir fikir olarak oluşmuştur. Müşevvik ve Fer'an m ethaldar sıfatlarının tesbitinde hukuk hâkimi ceza hukukundaki esaslarla bağlı değildir (276).
Netice olarak diyebiliriz ki, ortada bir mahkûmiyet kararı bulunsa da, hukuk hâkimi kusur temyiz kudreti ve zararın m iktarını tayin sorunlarını kendi takdiri ve özel hukuk açısından ve ona bağlı olarak çözmeye yetkili ve bağımsız mevkidedir (272). Madde : 53, ceza ve hukuk mahkemelerinde farklı hüküm leri intaç edebilen önemli noktaları anlatm aktadır. Fakat yasa koyucunun amacı özellikle anılan maddenin özü ve ruhi yapısı, hukuki esprisi bu saymanın m utlak ve sınırlandırıcı olmadığını göstermektedir. Diğer b ir anlatım la bu maddede sayılmayan noktalarda hukuk hâkiminin, ceza hükmüne
(267) Yarg. 4. HD. karar kartonundan, alman Yarg. 4. HD. 25.3.1958 T., 4096 E., 2105 K., sayılı ilamında, «ceza mahkemesinin vermiş olduğu m ahkûm iyet kararı kesinleştiği takdirde, ilişkin olduğu vakıa hakkında vakıa hakkında bütün devlet m akam larını bu arada, aynı vakıa üzerine tazm inat kararı vermesi gereken hukuk hâkim ini bağlayan b ir muhkem kaziye teşkil eder. BK. nun 54. maddesinin yazılışından bu cihet açıkça anlaşılm aktadır. Bu durum karşısında ceza m ahkemesinin kararını şu veya bu şekilde incelemeye selâhiyeti yoktur. Esasen bugünkü adli teşkilât bakım ından mahal mahkem elerinin kararlarını kaide olarak yalnız temyiz inceleyebiliriz.»
(268) Arsebük E sa t-B orç la r Hukuku. Ank. 1950 Sh : 568(269) Tosun - age. Sh : 258(270) Bkz. Sh : 68 dipnot 267(271) Bkz. Sh : 71(272) Von Tuhr - age. Sh : 412
A. ÎSMET ARSLAN 519
bağlı olacağı sonucu çıkarılm ayacaktır (273). Yalnız bunların dışında kalan hallerde örneğin fiilin hukuka aykırılığı veya davalı ta rafından işlenip işlenmediği konusunda mahkûmiyet kararı hukuk hâkimini bağlayacaktır. Hukuk hâkimi bu alanda bağımsız değildir. Mahkûmiyet kararlarında bağımsızlık ilkesi sadece kusurun takdiri ve zararın m iktarını tayine dayandırılmış ve sınırlandırılm ıştır. Mahkûmiyet kararının bağlayıcı olmamasının kapsamı, beraat kararm a oranla daha dar ve sınırlıdır (274). Gerçekten de mahkûm iyet kararları bu iki halin dışına taşırılamaz. Aksi b ir tutum bir kimsenin bir fiili işlemiş olduğu için, cezasını çekmesi diğer taraftan bu fiili işlememiş olduğu kabul edilerek tazmnatla sorumlu tu tu lması gbi, hukuken çelişkili b ir sonucun doğumuna yol açar, bu da adaletin saygınlığını ve otoritesini sarsar (275).
K unter'de ceza yargısının olayın belirlenmesi bakımından, ceza dışı yargılama m akamlarını (örneğin hukuk mahkemesini) bağlayacağını, bu bağlayışın hukuki sorun olmaktan çok, sadece olay belirlenmesi bakımından bir otorite (276) kabul edildiğini ifade etmektedir (277). BK. nun 53. maddesinde «bundan başka ceza mahkemesi kararı kusurun takdiri ve zararın m iktarını tayin hususunda dahi hukuk hâkimini takyit etmez» şeklinde açık ve seçik sözlerine
(273) Becker - age. Sh : 323, N. 2, md. 53(274) Tandoğan - age. Sh : 352(275) Kılıçoğlu - age. Sh : 201 - Belgesay. age. Sh : 62(276) Becker - Art No, Nr. 6, Schamann Sh : 33 - 34, B G E 25 2 823 Tandoğan
Sh : 274 dipnot 34(276) K unter - age. Sh : 189- 190 N. 148 «yargılanacak uyuşmazlığın, yargı
dan sonra, yargılanmış uyuşmazlık olmasının özelliklerine yabancı dillerde «yargılanmış şeyin otoritesi» anlam ına gelen deyimler kullanılm aktadır. Dilimizde son yüzyıl içinde «Kaziye-i muhkeme», «muhkeme kaziye» denilmiştir. Son zam anlarda «kesin hüküm veya «kesin karar» denilmekte ise de bunlar uygun değildir, «yargı dediğimizden» uyuşmazlığın yargılanmış olmasının otoritesi ne de «yargının otoritesi» diyoruz. Yargının otoritesi bakımından, uyuşmazlığını dolayısıyla veya doğrudan doğruya çözülmesi arasında fark yoktur. Uyuşmazlığı doğrudan doğruya çözen beraat, mahkûmiyet gibi kararlar ile dolayısıyla çözen örneğin, ilk soruşturm a sırasında verilen düşme veya sanığın cezai mucip suç işlediği zehabını vereceü kafi sebep görülmemesine dayanan son soruşturm anın açılması kararı arasında otorite bakım ından fark yoktur. Ancak istisna olarak şüphenin geri döndüğünün kabul edilmesi ve yargılanmış olan uyuşmazlığın tek rar yargılanacak uyuşmazlık halini alması m üm kündür. Örneğin, yeni delil ve olaylar bulunduğu zaman aynı dava yeni baştan olması dahi tek rar açılabilecektir.»
(277) K unter - age. Sh : 195 N. 150
520 CEZA HUKUKU KURALLARININ HAKSIZ FİİLDENDOĞAN TAZMİNAT TALEPLERİNE ETKİSİ (III)
karşı, Yargıtay'ın mahkûmiyet kararlarının m utlak şekilde bağlayıcı olacağını gösteren bazı yanlış kararları da görülm ektedir (278).
• A — Ceza mahkemesinin mahkûmiyet kesin hükmünün, hukuk hâkimini bağlayan y ö n le ri: Hukuk hâkimini ceza yargısının(kesin hükmünün) bağlanması yönünden öğretide ve uygulamada hiçbir kuşkuya yer vermeden istik rar bulmuş noktaları; maddi bulgu ve olayların var olup olmadığı, özellikle isnat olunan fiilin vuku bulup bulmadığı, failin hüviyetinin ve yaşının tesbiti yönlerini kapsar (279). Yani bu hukuki alan ve yönlerde ceza mahkemesinin kararı (ceza yargısı) «ceza kesin hükmü» hukuk hâkimi kayıtsız bağlı kalacaktır. Bu alanda hukuk hâkiminin bağımsızlığı söz konusu değildir. Hukuk hâkiminin sahip olduğu bağımsızlık ilkesinin tek ve m utlak ayrıcalığı bu noktalarda toplanm aktadır. Becker «medeni hukuk yönünden ceza hâkimi tarafından, ceza hükmünde yapılan fiili tedbitlerin, hukuk davasında da nazarı itibare alınmasına bir engel yoktur, esasen hukuk hâkimi hukuk yargılama usulünde kendisine tanınan yetki çerçevesi içinde buna mezundur» demek suretiyle görüşünü belirlem iştir (280).
Von Tuhr'da «ceza mahkemesi mahkûmiyet kararının, fiili ve bunun haksız mahiyette olduğunu tesbit etmesi halinde hukuk hâkimini takyit eder.» sözleriyle belirlem iştir (281).
O. Oser ve W. S’chönenberger'de «ceza ilâmının hüküm fıkrasının mütemm i cüzi olan b ir olay hakkında ceza ilâmına dayanıldığı takdirde, hukuk yargıcı o olayaı sabit saymaya zorunludur, elverir- ki ceza ilâmı alanında, hükm ü yerine getirecek mahiyette b ir ilâm olsun. Hukuk yargıcının bu bağlılığı tıpkı ceza davasında şahsi hak
(278) Yarg. 3. HD. 17.10.1958 T. E. 6256/K.5277, AD. 1961 S. 11-12 Sh : 1173Yarg. 3. HD. 5. 6.1959 T. E. 3754/3235, AD. 1962 S. 1, Sh : 70Yarg. 3. HD. 17. 2.1961 T. E. 1665/K.1275, AD. 1961 S. 11-12 Sh : 1178Yarg. 3. HD. 27. 1.1961 T. E. 1951/K. 658, AD. 1961 S. 11-12 Sh : 1177Bu kararlar tarihlerine göre eskidir. Aşağıda görüleceği üzere yargıta- yımız sonradan BK. 53. m addenin anlamına uygun doğrultuda içtihatlar getirm iştir.
(279) «ceza mahkemesinde yanlışlıkla failden başka b ir kimsenin mahkûm edilmeşi olması halinde, cezada kesinleşen mahkûm iyet kararı kaldırılmadıkça asıl fail hakkında hukuk mahkemesinde dava açılmayacaktır.» Yarg. 3. HD. 4.10.1951 T., E. 12905/K. 5859 İçtihatlar külliyatı 4. N. 2079
(280) Becker - age. md. 53, N. 4, Sh : 323(281) Von Tuhr - age. Sh : 412
A. ÎSMET ARSLAN 521
talebi üzerine tazminata hükmeden ceza yargıcının bağlı oluşu (yani ceza yargıcının b ir vakıayı cezaya mahkûm etmek üzere sabit sayması halinde, aynı vakıayı şahsi hakka - tazminata - hükmetmek içinde sabit sayılmağa mecbur oluşu) gibidir. Nitekim ceza m ahkûmiyetine esas olan olayın sabit görülmesi (suçlu adam öldürme veya başkasının malını zararlandırm a suçların işlememiştir) halinde hukuk yargıcı da aynı olayı sabit sayacaktır.» denilmektedir (282). Bu eserin atıfta bulunarak izahına jalıştığı Rossel (S. 105 F) de aynı düşüncede olup, Haberstich ise daha geniş yorumuyla «ceza kararının b ir sonucu da suçun medeni hukuk bakım ından meydana getirdiği sorumluluğun gerekli kıldığı mahkûmiyettir.» demektedir (283). Ceza yargılaması sırasında olayın kanıtlanm ası için, başka usul ve kanıt vasıtalarının kullanılması, hukuk yargıcının durumunu değiştirmeyecektir. Zira olayı sabit ve kabul etmek bakım ından cezada daha sıkı davranılır (284).
Yalnız Umar (285) ve Doğanay (286) başka bir görüş açısından aynı sonuca kavuşmaktadırlar. Demek ki, bizim hukukumuzda, ceza mahkemesinin kararı, «fiilin varlığı», onun fail tarafından işlenmiş olduğu, fiilin haksızlığı» bakımından hukuk hâkimini bağlayıcıdır. Hukuk yargılamasında bu konuların yeniden yargılanmasını önleyi
(282) Oser - Schönenberger - age. Sh : 494-495 N. 7(283) » » » » »(284) Oser - Schönenberger - age. Sh : 495, N. 7
Tunçomağ - age. Sh : 518Tandoğan - age. Sh : 56 Bağatur - age. Sh : 579 Tuğsavul Muhsin - age. Sh : 379 Saymen, Erbil - age. Sh : 385Fevzioğlu - age. Sh : 313 (Feyzioğlu Necmettin - Borçlar Hukuk Umumi EsaslarıBecker - age. Sh : 523 Tosun - age. Sh : 259Oktay Çubukgil . «Ceza Mahkemesince kusurluluğun tayini için yaptırılan bilirkişi tetkikatı sonunda verilen mahkûmiyet hükm üne rağmen Hukuk Hâkiminin oranıyla ilgili yeniden bilirkişi tetkikatı yaptırılıp yaptıram ayacağı hususu mübayin içtihatların telifi sonunda açıklığa kavuşacaktır. A.B.D. 1972 S : 6, Sh : 491.Olgaç - age. Sh : 425 Arsebük - age. Sh : 568 Von Thr - age. Sh : 412
(285) Umar, Bilge - Temyiz mahkemesi içtihatlarına göre ceza m uhakemesinin, hukuk muhakemesine tesiri. I.B.D. 1950 S. 11-12 Sh : 388
522 CEZA HUKUKU KURALLARININ HAKSIZ FİİLDENDOĞAN TAZMİNAT TALEPLERİNE ETKİSİ (III)
cidir. Yasa b ir fiile haksız fiil vasfının verilmesi için b ir suç niteliğinde görüyorsa, ceza hâkiminin suç olarak nitelendirdiği eylemi, hukuk hâkimi tartışamaz. Örneğin, BK. nun 244. maddesinin 2. fıkrasına göre bağışmadan suçu için, bağışlananmğ bağışlayana veya yakınlarına ağır b ir cürüm işlemesi lâzımdır, iş te bu fiilin cürüm ve cürm ün ağır olup olmadığına ilişkin ceza hâkiminin kararı hukuk hâkimini bağlayacaktır (287). Yargıtay 9. HD. nin 17.6.1966 gün, 1916 esas, 5416 karar, 4. HD. nin 24.12.1965 gün 1964/10321 esas, 7791 karar, yine aynı dairenin 21.9'1967 tarih, 6657 karar, 20.4.1965 tarih 963/12561 essa, 1968 karar ve 19.4.1965 tarih, 1964/5159 esas, 2061 karar (288) HGK.nun 22.9.1965 gün 4/172 esas, 319 karar sayılı ve yine 1.2.1967 tarih, 4/184 esas, 27 karar sayılı ilâm larına göre (289), b ir olayın meydana geldiğine ilişkin ceza mahkemesinin ceza mahkemesinin kararı hukuk hâkimini bağlayacaktır.
Yargıtay 4. HD.nin karar kartonundan alman 29.9.1967 gün ve 1966/3263 esas, 8540 karar num aralı içtihadı da aynı sonucu teyit etmektedir. Hazayı yapan şoförün saatte 70 km. süratle gittiği ve yolun tozlu ve görüş açısının daralmış bulunduğu ceza ilâmı ile sabit olduğuna göre, bu durum hukuk hâkimini bağlayacaktır (290). Ceza mahkemesinin davacının manevi tazm inat isteği konusunda olumlu veya olumsuz verdiği karar hukuk hâkimini bağlar. Ceza mahkemesinin davacının manevi tazminat isteği konusunda verdiği
(285) «Umar başka b ir görüş açısından ceza hâkim inin m addi olayları belirleyen kararının hukuk hâkimini bağlaması, hukuk yargılam aları usulü yasasının delil sistemini yıkmak anlam ına gelir. Yalnız HUMK. 240 maddesi uyarınca, yasanın öngördüğü durum lar ayrık olmak üzere, hukuk hâkimi delilleri serbestçe ve bağımsız olarak kıymetlendirip, takdir etme yetkisine sahip olmasını ve maddi olayların belirlenmesi yönünden ceza mahkemesi kararlarında yasada belirtilen ayrık durum lar yanında yer aldığına ilişkin b ir hüküm olmadığı gözönünde tutularak, ceza mahkemesinin maddi olayları tesbit eden kararı hukuk hakim ini bağlayacaktır. Umar, Bilge - age. Sh : 386, 388
(286) Doğanay - age. Sh : 29 «Doğanay da ceza mahkemesinde, maddi olaylar failin kim olduğu, isnad olunan fiilin işleniş şekli yönünden kesin olarak belirlendiği durum larında hukuk hâkim in davalıya spat mkâm vermesinin abes olacağını, hem de ceza mahkemesi kararını değersiz hale sokacağını, HUMK. 295. maddesine aykırı hareket edilmiş olunacağını zira, yasa nazarında ceza mahkemesi kararının kesin delil niteliğinde olduğunu savunm aktadır.
(287) Saymen - E lbir - age. Sh : 385(288) Olgaç - age. Sh : 426 Nr. 3(289) K arahasan - age. Sh : 272, 810(290) Yarg. 9. HD. 13.2.1969 T., 1126 E., 1515 K. K arahasan - age. Sh : 809
A. İSMET ARSLAN 523
bu karar, hukuk hâkimini bağlayıp aynı konunun yeniden incelenmesine usulün 237. maddesi hükmü engeldir (291). Kesinleşen ceza ilâmındaki zimmet tu tarı 15.583,40 TL. olarak kesinleşmiştir. Bu m iktar davalı yönünden kazanılmış bir haktır. Hukuk hâkimini bağlar (292). Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'de aynı şekilde karar vererek «şayet ceza mahkemesi kararında saptanan eylem para konusundaki haksız eyleme ilişkin olup ta bu kararda açığın m iktarı gösterilmiş ise bu da vagıa olarak hukuk hâkimini bağlar» denilm ektedir (293). BK. nun 54. maddesi uyarınca hukuk mahkemesi ceza mahkemesinin kesinleşen hükümlülük kararında, sabit görülen olaylarla bağlıdır. Hukuk mahkemesinde davalı, ortak olayın başka bir biçimde gerçekleşmiş bulunuğunu ileri sürerek, kanıt getiremez. Getirse dahi kanıtları hukuk hâkimi dinlememesi gerekir. Zira ceza mahkemesinde olayın oluşan biçimi, hukuk mahkemesinde toplanan delillere göre, başka bir biçimde oluştuğunun kabulü mümkün olamaz (294).
Bu konuda Öztek ise, ceza mahkemesinin mahkûmiyet hükm ünün hukuk hâkimini bağlamasını geniş bir yoruma tabi tu tm aktadır. Yazara göre, ceza mahkûmiyet hükmü karşısında hukuk hâkimi zarar vereni kusur ve tazminatla yükümlü görmüyorum deyemeye- çektir (295). Kanaatimizce bu görüşü katıtlam ak için makûl b ir hu^ kuki neden gösterilmektedir. Bunun tipik örneği M. Kanununun 65. maddesinde kendini gösterir. Yargıtay 3. HD. nin 13.1.1961 tarih 623 esas, 275 karar num aralı ilâmında da bu yön açıkça doğrulanm ıştır (296). Davalı davacı kadının hulus ve saffetinden istifade edip, kandırarak kocasını cezai takibattan kurtarm ak için, 700 TL. para vereceğini bildirerek, dolandırdığı, dolandırıcılık suçundan ceza mahkemesince mahkûm edildikten sonra, davacı kadın 700 IL. nın kendisini kandıran davalıdan tahsilini istemiştir. Yargıtay Borçlar Yassaı'nm 53. maddesi uyarınca ceza mahkemesinin mahkûmiyet kararları hukuk hâkimini bağlarsa da bu yöndeki kesin hüküm fiilin sübutuna ilişkin olup, aynı yasanın 65. maddesi uyarınca kişisel hak talebine etkili değildir. Çünkü anılan maddede haksız, yahut ah
(291) Yarg. 4. HD. 4.2.1966 T., 965/1638 E., 1263 K. Karahasan - age. Sh : 813(292) Yarg. TD. 6.7.1965 T., 964/1870 E., 2279 K. Karahasan - age. Sh : 815(293) Yarg. 4. HD. 16.1.1976 T., 1975/1130., 976/486 K. Yarg. K arar Kartonu.(294) Yar. 4. HD. 14.3.1972 T. 1971/14343 E., 2194 K. Çubukgil Oktay - age. Sh :
491 S. 6, Yarg. 4. HD. 9.1.1973 T., 1972/4940 E., 1973/189 K., Müderrisoğ- lu age. Sh : 123, 124
(295) Öztek Esat - Ceza mahkemesinde beraat - JURÎSDÎCTÎO, 1957 Sh : 725 vd.(296) Kazancı Sadi - îlm i ve Kazai İçtihatlar Dergisi C. 1, Sh : 183
524 CEZA HUKUKU KURALLARININ HAKSIZ FÎÎLDENDOĞAN TAZMİNAT TALEPLERİNE ETKİSİ (III)
lâka (adaba) aykırı bir m aksat istihsali için verilen b ir şeyin geri alınamayacağı açıklıkla belirtilm iştir. Bu nedenle 700 TL. nın tah- siline karar verilemez, denmiştir. K arar BK. nun 65. maddesinin getirdiği özel durum açısından haklıdır. Yine de, fiilin sübutuna ve hukuka aykırı olduğunun tesbitine ilişkin ceza kararının hukuk hâkimini bağlayacağı kabul edilmekte, sadece 65. maddedeki amaç açısından verileni geri alınamayacağı bildirilm ektedir (297).
Yargıtay b ir kararında (298) maddi olayların olumlu olarak saptanm asına ilişkin kararların hukuk hâkimini bağlayacağını, ceza mhkemesinin kesinleşen ilâmında davalının m eşru savunma sınırları içerisinde kalarak davacıyı öldürmeye teşebbüs ettiği saptanm ış böylece ceza mahkemesi olayı ve bunun ne yolda gerçekleştiğini doğru bir deyimle «maddi olayı» kesinlikle saptayan ilâmı taraflar yönünden kesin b ir hüküm niteliğini taşıyacağından, artık hukuk mahkemesince bu olayın aksi iddia ve ispat edilemeyeceğini, hukuk hâkiminin ceza hâkimi - mevcut delilelri hatalı takdir ettiğinden - söz ederek, tamamen aksi b ir konuya ulaşm asının anılan ilke ile uzlaşmayacağını, m eşru savunmanın varlığı halinde saldıranın kişiliğine ve m allarına yapılan zararın haksız olamayacağını ve tazm inatla yükümlü tutulam ayacağını bildirm iştir. Gönensay, Yargıtay'ın bu görüşüne aykırı düşünce içindedir. Gönensay'a göre, b ir kimse meşru savunma halinde olduğu düşüncesiyle işlemiş olduğu suçtan dolayı ceza mahkemesinde beraat etmede, hukuk hâkiminin meşru savunmayı sabit görmeyerek aynı kimseyi tazm inata m ahkûm etmelidir (199). Gönensay Samim'in anlatılan hukuka aykırılık kavramı açısından izah edeceğimiz gerekçe ile Gönensay'm görüşüne k a t ı l mamaktayız (300).
Aftan önce kesinleşen mahkûmiyet hükm ünün suç tarihi ve suçun nevi ve mahiyeti itibarıyla, affın kapsamında bulunm ası ancak hükmedilen cezanın ortadan kaldırılmasını gerektirir. Bu durumda, hukuk mahkemesinin sonradan ceza kısmı afla ortadan kalkan mah- humiyet ilâmının olayı tesbit eden kısmıyla bağlı olacaktır (301). Bu kararda mahkûmiyet kararı kesinleşmiş, sanık sonradan çıkan
(297) » » » » » » » »(298) Yar. 4. HD. 15.3.1976 T., 1975/6678 E., 1976/2634 K. Yargıtay 4. Hukuk
Dairesi k arar kartonundan(299) Gönensay Samim - Borçlar Hukuku C. I., İst. 1948 Sh : 207(300) Bkz. Sh : 80, 81(301) Y. HGK. 5.2.1969 T., E. 966/4-975 - 975/93 K. Hukuk Genel Kurulu ka
ra r kartonundan.
A. ÎSMET ARSLAN 525
af kanunu ile, asliye ceza mahkemesine yargılamanın iadesine başvurması üzerine af nedeniyle kam u davası ortadan kaldırılm ıştır.
Sulh ceza mahkemesinde, davalının kiracılık durum u kabuledi- lerek böyle bir hakkın verdiği yetki ile davacıların tarlasına su bırakılması suç niteliğinde görülmemiş beraatine karar verilmiştir. BK. nun 53. maddesine göre hâkim kusur olup olmadığına karar vermek iiçn ceza hukukunun sorumluluğa ilişkin hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde «kiracılık sıfatını (durumu), tesbit eden «delil niteliğini taşım aktadır ve hukuk hâkimini bu yön bağlar (302). Gürülüyor ki, Yargı tayımız ceza hâkiminin kararlarına hukuk hâkiminin bağlanma nedenlerini bazı durum larda kesin delil veya kesin hüküm açılarından gitmek suretiyle de açıklamaya çalışmaktadır. Yalnız kökleşmiş b ir görüşü belirlenmemiştir. Bu yöndeki kanaatimizi yukarıda anlatm ıştık (303). Yalnız Tunçomağ aksi görüştedir (304). Davacının geçiş üstünlüğü bulunan araç karşısında yanlış davranışı ile haksız b ir tutum içine girdiği esasen ceza davası sırasında, TCK. nun 51. maddesinin 2. fıkrasının uygulanması suretiyle ağır tahrikte bulunduğu kabul edilmiştir. Davalının böyle bir durum ve tutumuyla beliren ağır tahrik yönüne ilişkin ceza mahkemesi kararı, hukuk hâkimini bağlayacaktır (305).
Yargıtayımız «tahrik» veya «ağır tahrik» yönünden ceza mahkemesinde oluşan «maddi olayı» hukuk hâkiminin kabul etmek zorunluluğunda bulunduğunu ifade etmektedir. Yalnız tahrik veya ağır tahrikin ağırlığı derecesi, oranı hukuk hâkimini bağlamayacaktır. Hukuk hâkimi bu durum larda tazminat m iktarını belirlerken BK. nin 44. maddesi kapsamı içinde kalarak sonuca kavuşması gerekmektedir. Hukuk hâkimi BK. nun 44. maddesine göre cezadan bir m iktar, adalete uygun indirimde bulunacaktır. Cezadan b ir m iktar indirim yaparken, bunun m iktarı, hem ceza davasında olsun hem de kendi yargılama alanınla toplanan olsun, tüm ünü Usulün 240. maddesine dayanarak, serbestçe tahlil ve m ünakaşa ederek tesbit edecektir. Yoksa, TCK. nun 51. maddesinde, cezanın indirilmesi gereken yasaca belirlenen oranlarla bağlı kalması da düşünülemeyecektir (TCK. 513).
(302) YHGK. 29.4.1964 T., E. 157/D-4 K. 33. Hukuk Genel Kurulu karar kartonu
(303) Bkz. Sh : 66(304) Tunçomağ - age. Sh : 518(305) Yarg. 4. HD. 6.12.1974 T., 973/6169 E., 974/16584 K. Yargıtay 4. Hukuk
Dairesi karar kartonundan.
526 CEZA HUKUKU KURALLARININ HAKSIZ FİİLDENDOĞAN TAZMİNAT TALEPLERİNE ETKİSİ (III)
Davalı ağır ceza mahkemesinde yapılan duruşm a sonunda, sabit olduğu üzere, kendisi tarafından imzaalnan bononun altındaki im* zayi inkâr etm iştir. Ceza mahkemesinin bu yoldaki kararı tarafları bağlar (306).
Ceza mahkemesinin müsadere kararı, hukuk hâkimini bağlar. Çünkü, ceza mahkemesinin müsadereye ait kararı BK. nun 53. maddesi hükm ünün şumülü dışında kalan ve bu itibarla müsadere edilen m alların mülkiyeti bakımından, hukuk hâkimini bağlayan bir karardır. (307).
Yangının elektrik kontağından çıktığı ve sobadan çıkmadığı konusundaki maddi olaylar tesbit edilmiştir. Ceza mahkemesinde tesbit edilen bu maddi olaylar hukuk hâkimini bağlar (308).
Ceza mahkemeleri, davacının aracını yolun üzerinde ışık işaretlerini yakm adan bıraktığı olayını benimsemiştir. Bu benimseme, bu olay bakım ından hukuk hâkimini bağlar (309). Yine aynı şekilde ceza hâkimliğince tesbit edilen maddi olaylardan, araçların farlarının yanıp yanmadığı, frenlerinin tu tup tutm adığı hususları da maddi bulgu ve olaylara ilişkin olduğundan hukuk hâkimini bağlayacaktır (310). Yargıtayımızm yukarıda özetini yaptığımız kararlarından,
(306) Yarg. 4. HD. 40.9.1975 T., 974/1141 E., 975/10360 K. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi karar kartonundan.
(307) Yarg. 4. HD. 23.3.1957 T., E. 1736 K. 2226. Olgaç - Kazai ve ilmi içtihatlarla Türk Borçlar Kanunu 2. B. îst. 1969 C. 1. Sh : 498 N. 46
(308) Yarg. 4. HD. 9.7.1968 T., K. 5947 E. 8520 - Yarg. 4. HD. k arar kantonundan.
(309) Yarg. 4. HD. 1976/8126 K. 1974/731 E. Yargıtay 4. HD. k arar kartonundan.(310) Yarg. 4. HD. 9.1.1973 T., 4940/189 K. Resmi K ararlar Dergisi 973/4-5
Sh : 180, 181.(311) Yarg. H ukuk Genel Kurulu. 1.2.1967 T. E. 184, K. 27 - Doğanay - age. Sh :
dipnot 5.Y.H.G.K. 22.5.1963 T., 3/4 E., 13 - Hukuk Genel Kurul k arar kartonu. Y.H.G.K. 20.3.1968 T., E. 9/678., K. 157 »Y.H.G.K. 22.5.1963 T., E. 3/14, K. 13 »Y.H.G.K. 1.2.1967 T. 4/184 E., K. 27 »Yarg. 4. HD. 9.7.1968 T., E. 8520., K. 5947 - Yarg. 4. HD. k arar kartonu. Yarg. 4. HD. 24.6.1968., E. 7655., 5357. » » » » »Yarg. 4. HD. 13.4.1973 T., E. 972/8863., K. 973/4550 »Yarg. 4. HD. 27.2.1967 T., E. 775., K. 1713 »Yarg. 4. HD. 16.1.1976 T., E. 975/1130., K. 976/486 »Yarg. 4. HD. 14.3.1972 T., E. 971/11464 K. 972/2198 »Yarg. 4. HD. 13.4.1973 T., E. 1973/5079., K. 1973/4629, Olanoğlu İ. Teoman
A. İSMET ARSLAN 527
özellik arzedenleri bildirilmiş bulunuyoruz. Aynı konuda kökleşmiş emsal kararları mevcuttur. Bunların özetini yapm akta yarar görülm emiştir (311).
Aynı zamanda suç ve haksız fiil teşkil eden eylemler yönünden Türk Ceza Y asasında daha uzun süreli ceza zamanaşımı mevcut olabilir. Yasa koyucu, BK. nun 125. maddesindeki genel zamanaşımı süresinden ayrılarak haksız eylemler için BK. 60 ile zamanaşımı sürelerini kabul etmiştir. Anılan maddeye göre «m utazarrır olan tarafın zarar ve failine ıttıla tarihinden itibaren bir sene her halde
Yanlızoğlu Sıddık, Tümer H, Avni - Açıklamalı - îçtihatlı Sosyal Sigorta lar mevzuatı - 1. C. 1974 Ank. Sh : 658 N. 581 Yarg. 4. HD. 12.11.1973 T., 972/10580 K. 973/9224 »Yarg. 9. HD. 6. 12.1971 T., 18005/23991 K. »Yarg. 11. HD. 7.12.1973 T., E. 973/4848., IC. 973/4899 - Doganay - age. Sh : 28 dp. 13Yarg. 11. HD. 6.12.1974 T., E. 973/6231., K. 974/16596 - Yarg. 11. HD. K arar kartonundanYarg. 11. HD. 27.2.1967 T., E. 966/775., 967/1713 »Yrg. 11. HD. 8.3.1974 T., 974/697 E., 974/1174 K. » » »Yarg. 4. HD. 22.9.1965 T., E. 172, K. 319 - Kazancı Sadi - age. S. 58, Y. 5, Sh : 4054Yarg. 9. HD. 17.6.1966 T., E. 1916 K. 5416 - Kazancı Sadi - age. S. 58 Eylül. 966 Sh : 4781 -4782
(311) ...maddi olguların ceza hâkimince tesbiti ve hükme bağlanışının hukuk hâkimini bağlayıcı görüşünü teyit eden ilginç b ir davanın özetinin bura- dayapılmasmda yarar görülm üştür «Türk Eğitim Tic. Büro İşçileri Sendikası tarafından, davalılar noter ve Türk Büro İşçi Sendikası aleyhine Ankara Asliye Hukuk Mahkemesine ikame edilen davada, noterin tasdik etmiş olduğu sendika üyelerinin istifa belgelerinin geçersiz olduğunun tesbiti «tesbit davası» şeklinde istenm iştir. Bu davada noter Ankere Ağır Ceza M ahkem esinde T.C.K. 240. maddesi uyarınca mahkûm olmuş, Ceza Mahkemesi kararında da, her sendika üyesinin istediği zaman üyesi bulunduğu kuruluştan çekilmesinin noter önünde tek tek ayrı ayrı, kimliğin saptanm ası ve kişinin imzasının onaylanması ile olacağı 274 sayılı Sendikalar Yasasının 1317 sayılı yasa ile değişik 6. maddesinin am ir hükm ü olduğu halde, sanık noterin elden getirilene istifa dilekçelerini, dilekçe sahiplerinin (üyelerin) notere gelmişcesine muameleye konulm asından dolayı yasaya aykırı işlem yapıldığından ve bunun tesbitiy- le TCK. 240. maddesi uyarınca mahkûm olm uştur.
(311) ...Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi kesinleşen ağır ceza dava dosyasına göre, imzaların huzurda atılmadığı sabit olduğu ve bu nedenle m ahkûmiyet hükm ünün tesis edildiği kesin olarak anlaşıldığına, ağır ceza mahkemesinin hükm ü Yargıtay 4. Ceza Dairesi’nce onanmış olmasına, bunun sonucu olarak işçilerin istifasının biçimsel ve yasal yönlerden ge
zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene «geçmesiyle tazm inat davası dinlenemeyecektir. BK. 60/2'ye göre, haksız eylem suç niteliğinde olması şartıyla, o suç için ceza yasasının öngördüğü dava zamanaşımı süresi BK. nun m. 60;daki sürelerden daha uzun bulunuyor ise, tazminat davasında, ceza yasasındaki dava zamanaşımı uygulanması gerekecektir. Burada daha uzun süreli ceza davasının zamanaşımının uygulanmasına gidilmiştir (312), (312-a).
(Devamı var)
5 2 8 CEZA HUKUKU KURALLARININ HAKSIZ FİİLDENDOĞAN TAZMİNAT TALEPLERİNE ETKİSİ (III)
rekli koşulları taşımadığı kesin hükümle sübut bulmasına, bu şekildeki kesin ceza hükm ünün hukuk hâkim ini bağlayacağı gerekçesine dayanılarak, işlemin Noterlik Kanununun 92 ve Sendikalar Yasasının 6/1. maddesine uygun olarak noterlikçe düzenlenmediğinin hükm en tesbiti* ne karar verilm iştir. Yargıtay 4. HD. işbu kararı 978/4501 E. 978/6806 K. num arası ile 16.2.1978 tarihinde şu şekilde bozm uştur, «noterin tasdik etm iş olduğu istifa belgelerinin geçersizliği ağır ceza mahkemesinin ilâmı ile TCK. 240. maddesihükmünce noterin m ahkûm olduğu ve Yargıtay Ceza Dairesince onandığı ve kesinleştiği anlaşıldığına göre, bu davada tesbiti istenilen «maddi olgu» kesin b ir ceza ilâmıyla tesbit edilmiş olduğuna göre bu yoldaki isteğin, ayrı b ir tesbit davasına konu edilmesine gerek yoktur. Çünkü, eda ve tesbit davalarında hukuki yarar dava şartlarm dandır. Mahkemece re'sen gözetilmesi gerekir. Noter hakkında- ki tesbit davasında, davacının hukuki yararı da yoktur.» Yargıtay 4. HD. karar kartonundan.
(312) K arahasan - age. Sh : 735(312-a) Tuncer Sıtkı - Haksız Fiilde Ceza M üruru Zamanı. AD. 1953, s. 12. Sh :
1423-geniş bilgi yönünden.
SERBEST ZAMAN, TATİL VEYA SEYAHAT ZEVKİNDEN YOKSUN KALMA NEDENİYLE ZARAR KAVRAMI
ÜZERİNDE BİR İNCELEME
Dr. M. Ali ERTEN (*)
PLAN : Giriş. I — Yıllık izin hakkının mameleki bir değer arzetmesi. II — Yıllık izin hakkının engellenmesinin ve kaybının mameleki bir zarar oluşturması.
G İ R İ Ş
Son zamanlarda, dünya yüzünde turizm gelişmesinin doğal bir sonucu olarak kişilerin yıl içinde yorucu çalışmalarının sonucunda elde ettikleri, hak kazandıkları yıllık izinleri süresi içindeki «serbest zaman»larında (Freizeit) kendilerini tatm in edebilmeleri ve daha iyi dinlenebilmeleri amacıyla, bulundukları yerde kalmamayı üstün tu ttukları ve maddi olanaklarının elverdiği ölçüde seyahata çıkmayı plânladıkları genellikle karşılaşılan durum lardır. Bu amaçla seyahat acentalarına ve hatta tatillerini geçirmek istedikleri merkezlerdeki konaklama yerlerine başvurarak, bunlarla b ir takım ön anlaşm alara girdikleri de bir gerçektir.
îşte incelemek istediğimiz sorun da kendini bu noktada ortaya çıkarm aktadır. Evvelden yıllık iznini kendi zevkine uygun bir şekilde geçirerek dinlenmeyi plânlamış bir kişi, kendi kusuru dışında bir engelle karşılaşması nedeniyle «serbest zaman zevki»nden (Frei- zeitgenuss) veya «seyahat zevki »nden (Reisegenuss) mahrum kalırsa, acaba onun, hukuksal yönden, kaybolan veya boşa geçirilen tatil günlerinden dolayı b ir talep hakkı doğacak mıdır? Daha başka bir deyişle kısmen veya tamamen engellenmiş b ir «tatil zevki »nden (Urlaubsfreude) dolayı b ir talep hakkı doğacak mıdır? Bu husus tazminat hukukuna yabancı b ir kavram dır (1).
Üzerinde durm ak istediğimiz sorunu bir kaç örnek vererek daha iyi aydınlatabilmek m üm kündür :
(*) A.Ü. Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Asistanı.(1) NJW 1974, 150
5 3 0 SERBEST ZAMAN, TATİL VEYA SEYAHAT ZEVKİNDEN YOKSUNKALMA NEDENİYLE ZARAR KAVPvAMl ÜZERİNDE BİR İNCELEME
(A) özel arabası ile yıllık izin hakkını geçirmek üzere seyahate çıkacaktır. Seyahate çıkmadan b ir akşam evvel (B) nin kullandığı kamyon arabasına çarpıyor ve zarar veriyor. Olayda (A)nm kusuru yoktur. Ortada cismani zarar da yoktur. Arabanın tam ir edilmesi dolayısıyla, (A) tatiline kararlaştırdığı tarihten ancak b ir hafta sonra çıkabiliyor. İznini başka bir tarihe kaydırabilme olanağı ise yoktur. Bu nedenle evvelden plânlamış olduğu gibi üç haftalık değil, ancak iki haftalık b ir tatil yapabiliyor (2).
(A) Ispanya'da b ir tatil evi kiralıyor. Annesi, babası ve 2 çocuğu ile birlikte kiraladığı eve gittiğinde görüyor ki, ev prospektüste belirtilm iş olan özelliklere uygun değil. Ailesi hemen geri dönüyor. Kendi ise 2 çocuğu ile birlikte, 10 gün müddetle başka b ir otelde kalıyor (3).
Yukarıda verilmiş olan her iki örnekte de görüldüğü üzere, evvelden b ir takım plânlar yapılarak arzu edilmiş olan tatil, ortaya çıkan engeller yüzünden tam olarak gerçekleştirilememiştir.
Acaba bu örneklerdeki kişilerin, bu şekilde kaybolan veya istenildiği gibi geçirilememiş tatil günlerinden dolayı tazm inat istemeye hakları var m ıdır?
Bu gibi durum larda hareket noktası, TBK. mad. 41/dir. (BGB § 249/11). Fakat önümüzdeki sorunda, kaybolan tatil günlerinin bir daha geri getirilebilmesi olanağı yoktur. Mamelekteki azalmayı ifade eden maddî zarar, başka b ir deyişle zarar verici olaydan evvelki mamelekin durum u ile, zarar verici olaydan sonraki durum u arasındaki fark, «aynen» veya «nakden» olmak üzere iki şekilde telâfi edilir (TBK. Mad. 41), (BGB § 249, § 251). Yukarıda da belirttiğimiz gibi yılık izin günlerinin b ir daha geri getirilebilmesi olanağının olmaması, uğranılan zararın «aynen» tazmini yolunu kapatm aktadır.
Dolayısıyla yıllık izin günleri boşa geçmiş olan kişinin bu kaybından doğan zararının, aynen tazmini yerine, nakden tazmini (TBK. Mad. 41, BGB § 251) gözönünde tutulm alıdır. Fakat bu sefer de karşımıza, ortada gerçekten b ir zararın olup olmadığı sorunu çıkmaktadır. Sırf yılık izin günlerinin engellenmesi, boşa geçirilmesi olayı, acaba gerçekten b ir zarar ortaya çıkarmış mıdır? Çünkü, hangi hal
(2) NJW 1969, 1150(3) NJW 1974, 561
Dr. M. ALÎ ERTEN 531
lerde bir zarardan söz edilebileceği bizzat kanunda gösterilm iştir (Mameleki zarar, cismani zarar vb.). Yıllık izin günlerinin kaybolması halinde ise, kişinin uğradığını iddia edeceği zarar bunlardan hiç birinin kapsam ına girmemektedir.
Şayet yılık izin günlerinin kaybolması durumu, birinci örnekteki gibi b ir engel nedeniyle ortaya çıkıp da, olayda da b ir cismani zarar söz konusu olursa, o zaman en azından, kaybolan izin günleri için yapılmış harcam alara eşit b ir tazminata TBK. Mad. 46’ya (BGB § 823, § 847) dayanarak olanak tanınabilir. Çünkü hakkaniyete uygjın bir zararın saptanm asında TBK. Mad. 47'ye göre (BGB § 847), tekra r sıhhate kavuşma olanaklarından ve uğranılan acı ve ızdıraplar- dan dolayı kayıplar da gözönünde tutulm aktadır. Fakat bunlar bilindiği üzere, manevi tazminat kavramının kapsamına girmektedirler.
Fakat bu şekilde, yukarıda verilmiş örneklerdeki gibi, sırf maddî zarar gören kişinin, kendi kusuru dışında yıllık izin günlerinin kaybından dolayı hiç b ir talepde bulunamamasının, ne derece hakkaniyete aykırı olduğu ise ortadadır. Dolayısıyla tatil zevkinden (Urlaubsfreude), serbest zaman zevkinden (Freizeitgenuss), seyahat zevkinden (Reisegenuss) m ahrum kalınması nedeniyle, böyle b ir talep hakkının gerçekleştirilebilmesi yolunda, soruna b ir çözüm bulunması uygun olacaktır. Bu çözüm, özellikle, Alman doktrin ve uygulaması yönünden, yıllık izin hakinin, mameleki b ir değer arzedip etmemesine bağlıdır.
Yıllık izin hakkı, eğer mameleki b ir değer olarak kabul edilecek olursa, bunun sonucunda, bu günlerin kaybolması da doğal olarak mameleki b ir zarar oluşturacağından, zarara uğrayanın bu yönde bir talep hakkı ortaya çıkacaktır.
I) YILLIK İZİN HAKKININ MAMELEKİ BİR DEĞER
ARZETMESİ
Yıllık izin hakkının mameleki bir değer olarak karşımıza çıkabilmesi, herşeyden önce, bu hakkın «ticarileşmiş» (kommerzialisiert) b ir hak olarak kabul edilip edilmemesine bağlıdır (4).
(4) Mammey, NJW 1969, 1152
532 SERBEST ZAMAN, TATİL VEYA SEYAHAT ZEVKİNDEN YOKSUN KALMA NEDENİYLE ZARAR KAVRAMI ÜZERİNDE BİR İNCELEME
Alman uygulamasında yıllık izin hakkı genellikle, diğer serbest zamanların aksine, kapsamlı b ir şekilde «ticarileştirilmiş» (kom- merzialisiert) olarak kabul edilmektedir (5).
Muhakkak ki, yıllık izin hakkı, iş hukuku yönünden genel bir kanı olarak, geçmişte görülmüş hizmetlerin mutlak bir ivazı olarak kabul edilemez. Bu hak daha ziyade, işverenin sosyal yardım yükümlülüğünden doğan, çalışanın çalışma gücünü tekrar elde etmesi ve sıhhatini kazanması amacına yönelik bir haktır (6).
Çalışan kişi, çalışması ile tatil olarak, sadece bir «serbest zaman» (Freizeit) elde eder. Tatil, temel ilke olarak, b ir kimseye para ile hakkını ödemek değildir. Dolayısıyla tatilde ödenen ücret de, hiç b ir zaman bir yıl boyunca yapılmış olan bir işin ivazı (karşı edimi) olarak görülemez. Söz konusu olan bu ücret, daha ziyade sosyal yardım yükümlülüğünün bir sonucudur (7).
Fakat yılık izin hakkının iş hukuku yönünden bu şekilde açıklanması üzerinde durulm akta olan konu yönünden fazla önemli bir rol oynamaz. Çünkü, «zararın sonuçları özel hukuk kuralları çerçevesinde hesaplandığı durum larda, iş hukukuna dayanan açıklamalar tek basma esas alınamaz.» (8).
Yıllık izin hakkının ticarileşmiş olması ve mameleki b ir değer olarak kabul olunması şu noktalarda kendini gösterir :
(5) Mammey, NJW 1969, 1150; NJW 1956, 1234; NJW 1970, 474; OLG Frankfurt NJW 1967, 1372; Aksi görüş NJW 1974, 150.
(6) HEUCK - NIPPERDY : «Arbeitsrecht», 7. Aufl., Sh. 432; NIKISCH : «Arbeitsrecht», 3. Aulfl., Sh. 531; NJW 1974, 150, Düsseldorf Üst Mahkemesi (OLG) b ir kararında, izin hakkının mameleki b ir değer olmadığı ve sırf bunun engellenmesinin de mameleki b ir zarar niteliği gösteremiye* ceğini belirtm iştir. K arara göre, bu gibi durum larda, mameleki b ir zarardan söz edilebilmesi için, herşeyden önce, evvelden planlanm ış olan tatilin engellenmesinin, ilgili kişinin mameleki durum unda herhangi bir şekilde olumsuz bir azalmaya neden olması gerekir. Her tatil ise, malî bir harcam ayı gerektirm ektedir. Dolayısıyla bu tü r harcam alar mameleki durum da bir eksilmeye neden olacağından, bu eksilme oranında zarar talep edilebilir. Eğer evvelden bu tip harcam ada bulunulm am ış ise, o takdirde, artık boşa geçen veya evvelden plânlanmış şekilden değişik geçen izin günlerinin ticarî olduğundan söz etm ek olanağı çok azdır - Tıpkı diğer serbest zam anların kaybı halinde kabul edildiği gibi NJW 68, 221) -
(7) NIKISSH : age., Sh. 542(8) MAMMEY : NJW 1969, 1152
Dr. M. ALİ ERTEN 533
9 1) Ücretle ilgili kurallar, aynı zamanda yıllık izinde almanücret yönünden de uygulanmaktadır. Aynı şekilde yıllık izin hakkı kurallarım kapsayan bazı yasalar ve çok sayıda toplu sözleşme işçiye, belirli çalışma süresini tamamlamamış olsa dahi, çalıştığı yerde geçirdiği her ay için, yıllık izin hakkının belirli b ir oranında, kısmi izin hakkı tanım aktadır. îş te bütün bunlar da gösterm ektedir ki, yıllık izin hakkı, Iş Hukuk yönünden olmasa dahi, özellikle ekonomik açıdan, görülmüş olan yıllık hizmetin b ir ivazı niteliğindedir. Dolayısıyla yılık izin günleri, mameleki bir değer olarak görülmek gerekir (9).
• 2) Yıllık izin hakkının doğal b ir sonucu olarak elde edilen«serbest zaman» (Freizeit) ile arzu edilmiş olan, tatm in duygusu ve dinlenme keyfiyetidir (10) ki, buna «serbest zaman zevki» (Frei- zeitgenuss) denebilir. Bu ise, sırf manevi b ir nitelik taşımaz (11). Bu arzu edilmiş olan tatm in duygusu ve dinlenme keyfiyeti, diğer bir deyişle «serbest zaman zevki» (Freizeitgenuss), diğer serbest zamanların aksine, objektif ölçülerde genellikle, b ir takım zorunlu muame- lekî harcam alar yoluyla, yani para karşılığında satın alınabilir. Örneğin; dinlenmek için b ir deniz seyahatine çıkılmasının plânlanmış olduğu durumda, kişinin rezervasyon yaptırm ası gibi (12). Bundan da yıllık izin hakkından doğan «serbest zaman zevki» nin «Freizeitgenuss), gerçek b ir «mameleki kazanç» (Vermögensvorteil) oluşturduğu gerçeği ortaya çıkar (13). Dolayısıyla da «serbest zaman zevki» nin (Freizeitgenuss), belirli b ir çerçevede «ticarileşmiş» kom- merzialisiert) olduğunun kabulü zorunludur (14).
II) YILLIK İZİN HAKKININ ENGELLENMESİNİN VE KAYBININ MAMELEKİ BİR ZARAR OLUŞTURMASI
Mameleki zarar, b ir kimsenin mamelekinde meydana gelen ve para ile ölçülen kayıplardır (15). Bunun sınırının saptanm asında ise, fark teorisine dayanılmaktadır. (Differenzhypothese). Dolayısıyla da,
(9) MAMMEY : NJW 69, 1152, Aksi görüş NJW 74, 150(10) HEDRİCH : Vergeudung von Freizeit als Vermögensschaden? NJW 67.
1737(11) NJW 56, 1234(12) HELDRİCH : NJW 67, 1737; NJW 56, 1234(13) HELDRİCH : NJW 67, 1737(14) NJW 56, 1234; NJW 69, 1150;NJW 67, 1372 NJW 74, 561;NJW 70, 747;
NJW 73. 470: NJW 73.1083
534 SERBEST ZAMAN, TATİL VEYA SEYAHAT ZEVKİNDEN YOKSUN KALMA NEDENİYLE ZARAR KAVRAMI ÜZERİNDE BÎR İNCELEME
zarar verici olay meydana gelmeseydi, mamelek ne durum da olacak idiyse, bunun, zarar meydana geldikten sonraki mamelekin durumu ile arasındaki fark, mameleki zarardır (16). Ekonomik hayatta para ile ölçülebilen bütün değerler, mamelekin b ir cüz u olarak kabul edilirler (17). Meydana gelen zararın tazmini ise, mamelekin zarar verici olayın meydana gelmesinden önceki durum u ile sonraki durumu arasındaki farkı kapatm aktır. Zarar veren, zarar görenin .mamelekini, tazmini gerektiren olay meydana gelmeden önceki durum a getirmelidir.
Zararın tazmini talebinin cins ve kapsamının sınırları üzerinde, uzun zam andanberi tartışılm aktadır (18).
Yukarıdaki açıklam alarda, yıllık izin hakkının, yasalar açısın dan olmasa bile, ekonomik açıdan mameleki b ir değer olarak kabul edilebileceğini ve bugünkü Alman uygulamasının da bu yönde geliştiğini belirlemeye çalışmıştık (19).
Yılık izin, özellikle ekonomik açıdan, görülmüş olan hizmetin b ir ivazı niteliğindedir ve bu ilkeye göre de izin günleri, objektif ölçülerle saptanan mameleki bir değerdir. Alman mahkemeleri de kararların ı esas olarak, izin günlerinden faydalanma olanağının kaybına dayandırdıklarından ortada mameleki b ir zararın varlığının kabulü ve uğranıldığı ileri sürülen bu zararın tazmini talebinin geçerliliği m antıkidir (20).
Alman hukuku yönünden bugün için geçerli olan görüşe göre de (21), yıllık iznin mameleki b ir değer arzetmesi, sözü edilen izin günlerinin engellenmesi ve plânlandığı gibi kullanılamaması halinde
(15) PALAND : BGB, bearbeitet von Danckelmann, Degenhart, Heinrichs, Keidel, Lauterbach, Putzö, Thomas, 30. Aufl., München 1971, Vorbem. V. § 249,1, 2, Sh. 203
(16) BGH 27,183; 40, 347; 43, 381; 45, 218; NJW 70, 1411(17) SOERGEL-SCHMİDT : BGB m it Einführungssetz und nebengesetzen,
10. Aufl., Bd. I, S tu ttgart 1970, § 249 - §253, Anm. 85; LARENZ : Vers : R. 63, 312
(18) MAMMEY : NJW 69, 1151; LARENZ : Schuldrecht Ali. Teil, 8. Aufl., 1967, § 14 b, Sh. 155 - yenisine bkz.
(19) PALAND : § 249, 2, b, dd, Sh. 204(20) MAMMEY : NJW 69, 1152(21) Aksi görüşteki bazı yazarlar, serbest zamanın sadece kaybının mame
leki b ir zarar oluşturamıyacağmı, bu yöndeki b ir tazm inat talebine ancak iş gücünün kullanılabilmesi olanağının b ir gerekçe olarak kabul edilebileceği kam sm dadırlar. bkz., Celle DAR 64, 191; Bag, NJW 68, 221
Dr. M. ALÎ ERTEN 535
ortaya mameleki zir zarar çıkaracaktır (22). îzin günlerinin kaybı mameleki b ir zarar olarak kabul edildiğine göre, acaba bu zararın hesaplanmasında hangi ölçüler gözönünde tutulacaktır? Ve yine, acaba zararın tazmini yönünden BK. muzun hangi maddelerine dayanılacaktır?
Şimdi bu iki soruyu inceleyelim :
• 1) Bu sorulardan ilki yönünden, önümüzde büyük b ir problem yoktur. Geçerli olan fikre göre kaybedilmiş izin günlerinden dolayı ortaya çıkan zarar m iktarının hesabında, zarara uğrayanın, ken- kisine ilâve ücretsiz izin alması halinde yapacağı m asraflar ve yoksun kalacağı ücret m iktarı gözönünde tutulm alıdır. Fakat MAM- MEY m fikrince (23) bu tü r b ir hesap tarzına gidilmesi pratik değildir. Çünkü bir çok durumda, zarar gören için ilâve ücretsiz izin alınması hiç b ir şekilde mümkün olmayabilir. Eğer zarar gören, ücretsiz izin alabilirse, bu takdirde, kendisinin - rakam la belirli - açık bir zararı söz konusudur. Yani ilâve izin günlerinden dolayı kaçırılmış iş ücreti söz konusudur. «îş gücü - izin - iş» kavram ları arasındaki bu sıkı ilişkiden dolayı, genel olarak günlük iş kazancının, bu tür zararın hesaplanmasında gözönünde tutulm ası gereklidir (24). Çünkü zarara uğrayan, söz konusu olan bu kazancı, yararsız, boşa geçirilen tatil zamanına eş zaman zarfında elde edebilecekti. Bu iş kazancı, zarara uğrayan yönünden, tıpkı onun ücretsiz izin yapmış ol* ması durum unda elinden kaçıracağı iş kazancı ile eş değerdedir (25).
® 2) îkinci soru yönünden ise, önümüze bazı problem ler çıkmaktadır. Acaba ileri sürülen tazminat talebine dayanak olarak hangi maddeler söz konusu olacaktır?
Herşeyden önce şunu belirtm ekte yarar vardır. «îzin günlerinin kaybı» (Verlorene Urlaubstage), aslında gerçek b ir doğrudan doğruya zarardan daha başka bir nitelik gösterm ektedir (26). Bu nedenle
(22) NJW 67, 1373; Brem, Vers. R. 69, 929; NJW 70, 474; Heldrich tarafından genişletilerek ileri sürülen sigortacının, örneğin kamyonu sigorta edenin, ileride kaza dolayısıyla engellenmiş boş zaman zevkini dahi tazmin edeceği yollu sonuçlar, kaçırılmış tatilin değerinin ister istemez mameleki b ir zarar olduğunu ortaya çıkarır, bkz., NJW 67, 1737
(23) NJW 69,1153(24) MAMMEY : NJW 69, 1153; NJW 70, 474(25) NJW 70, 474(26) MAMMEY : NJW 69, 1151
536 SERBEST ZAMAN, TATÎL VEYA SEYAHAT ZEVKİNDEN YOKSUN KALMA NEDENİYLE ZARAR KAVRAMI ÜZERİNDE BİR İNCELEME
zarar verenin, yani izin günlerinin kaybına sebep olanın, bu zararı tazmin yükümlülüğü, dogmatik hukukta belirlenmiş ve sınırlanmış olan zararın cins ve kapsamından tamamiyle bağımsızdır.
Ekonomik açıdan ise, yıllık izin hakkı, mameleki bir değer olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla bu hakkın engellenmesi veya istenildiği şekilde kullanılamaması, mamalekî b ir zarar meydana getirm ektedir (27). Frankfurt yüksek mahkemesi ise b ir kararında (28) daha değişik b ir yol izlemiş ve § 253 BGB yi genişleterek sözleşmenin ihlâli durum una da uygulamıştır (29). Kanunda belirtilen durum larda para olarak istenen ve mameleki b ir nitelik arzetmeyen zararla r yönünden söz konusu olan § 253 BGB, izin günlerinin kaybının, mameleki b ir zarar olarak kabul edildiği durum larda kesinlikle uygulanamaz (30). B ugibi durum larda zarar gören gayrimaddi değil, maddi bir zarara uğram ıştır (31). MAMMEY'e göre (32), eğer tatil genellikle kabul edildiği gibi, iş gücünün ve sıhhatin tekrar elde edilmesine hizmet ediyorsa, bu takdirde kaybedilen izin günlerinden doğacak tazminat yükümlülüğü sorunu dayanağını kişiye yönelmiş haksız fiil kavram ında bulabilir (BGB § 842); TBK. Md. 46) (33). Dolayısıyla, kişiye yönelmiş b ir haksız fiilden doğan zararın tazmini yükümlülüğü, sonuç olarak, zarar görenin kazanç veya kaybına neden olan fiilden doğan zararlara da şâmil olur. Çalışan insanların hakkı olan izin günlerinin kaybı ise, kendini, izine hak kazanmış olanın kazancının b ir zararı olarak gösterir (34).
Fakat üzerinde durduğumuz bu sorun yönünden, kişiye yönelmiş haksız fiil kavramına dayanmak ve kanunda hükme bağlanmış bulunla ilgili kuralın (TBK. Md. 46, BGB § 842) uygulamasını kabul etmek, b ir takım problemleri de peşinden getirmektedir.
(27) HELDRİCH : NJW 67, 1738(28) GLG Frankfurt : NJW 69, 1150(29) § 253'ün kenar başlığı manevi zarar, manevi tazm inattır. Madde ise
şöyledir : Mameleki zarar niteliği taşım ayan b ir zarardan dolayı, tazm inat ancak kanunda belirtilen durum larda istenebilir.
(30) MAMMEY : NJW 69, 1152(31) NJW 70, 474; NJW 56, 1234(32) NJW 69, 1152(33) § 842 BGB'nin kenar başlığı «Tazminat yükümlülüğünün kapsamı» adı
nı taşım aktadır. İlgili madde ise «kişiye yönelmiş haksız fiillerden doğacak tazm inat yükümlülüğünü» hükme bağlam aktadır.
(34) MAMMEY : NJW 69, 1152
t)r. M. ALÎ ERTEM 537
Eğer sorumluluğu doğuran olay - haksız fiiller sınırı içerisinde - kişisel zarar doğurmuş ise, BK. Md. 46 (BGB § 842) mn uygulanmasında bir sakınca yoktur. Kaçırılmış, gerçekten m ahrum kalınmış izin günlerinin tazminini haklı kılabilir. Fakat buna karşılık, sorum luluğu doğuran olay ile sadece maddî zarar meydana gelmişse, durum ne olacaktır? Bu takdirde BK. Md. 46 (BGB § 842) yı uygulamak çok güçtür. Çünkü adı geçen madde «kişiye yönelmiş haksız fiil» kuralını koymaktadır. MAMMEY'in fikrince ise, bu şekilde bir ayırıma gitmek (35), yani sadece maddi zarar mı var? yoksa cismani zarar da var mı? ayırımına gitmek âdil bir sonuç ortaya çıkaramaz. Yazara göre şu şekilde bir çözüm yoluna gitmek m üm kündür : Bu gibi durum larda yani «bir şeye, örneğin b ir arabaya verilmiş zarar (36) şu sonuçları kendinde toplar : Zarar gören bundan dolayı izninin tamamını veya bir kısmını kaybetmiş ise, bu takdirde, o, zarar verenin sorumlu olduğu fiilin, geniş anlamda kendi cismanî bütünlüğüne yönelmiş bir davranış olduğunu isbat edecektir ki, kanunda ifadesini bulan kişiye yönelmiş haksız fiil kuralı BK. Md. 46, BGB § 842 uygulanabilsin (37). Dolayısıyla kişiye yönelmiş haksız fiil kuralı (BK. Md. 46, BGB §842) hukuki niteliği gözönünde tu tu larak, bu gibi durum larda, yani iznin engellenmesi durum larında uygulanabilme kaabiliyetinin olması gerekir (38).
(35) MAMMEY : NJW 69, 1153(36) bkz., en baştaki örnek(37) Uygulamada § 842 BGB’nin isim, şeref, kadınlara tecavüz edilmesi halin
de tatbik edilebileceği kabul edilmiştir. - MAMMEY : NJW 69, 1153(38) HAMMEY : NJW 69, 1153
TİCARET HUKUKU
ANONİM ORTAK ALIKLARDA PAY SENEDİNİN SAHİBİNE SAĞLADIĞI HAKLAR (*)
(II)
Nail SUCU (**)
B) YÖNETSEL HAKLAR
1. Yönetim hakkı : Anonim ortaklıkların yönetimi, yönetim kurullarınca yerine getirilir (TTK. m. 317). Paydaşın yönetimde etkinliği yönetim kurulu üyelerinin seçim ve azlinde genel kurullarda kullanacağı oylarla veya azınlık ve bireysel hakların kullanılmasıyla gerçekleşebilir.
2. Temsil yetkisi : Ortaklığın temsil yetkisi de yönetim kuruluna ait olup (TTK. m. 317) yukarıda belirtildiği gibi paydaş yöneticiler için kullanacağı oylarla dolaylı biçimde etkili olabilecektir.
Yargıtay'da «şirketi idare ve temsil edecek organlar; genel kurul, yönetim kurulu ve denetçilerden ib a re ttir anonim şirket hissedarları, yönetim kurulu başkan ve m üdünü denetçiye şikâyet etm ek hakkına sahip iseler de iç ve dış münasebetlerinde şirketitemsil yetkisini haiz değildirler. Bu nedenle şirket hakkm daki kararı (iflas kararı) temyiz yetkileri de yoktur» (30) diye verdiği hükümle paydaşın ortaklığı içte ve dışta temsil edemiyeceğini belirtm iştir.
3. Denetim hakkı : Bu hak da aslında denetleme organına ait olmakla birlikte paydaş özel ve genel denetçi seçiminde ve azlinde oy kullanmak (TTK. m. 347, 348, 350) genel kurul kararları aleyhinde iptal davası açmak (TTK. m. 381), özel izinle ortaklık defterlerini incelemek (TTK. m. 363), kâr zarar hesabı, bilânço ve yönetim kurulu ve denetçi raporlarını toplantıdan önce (TTK. m. 362) inceleyip bilgi edinerek bilinçli oy kullanmak, sorum lular hakkında dava açmak suretiyle dolaylı biçimde denetlemiş olur.
(*) Cilt : 6, Sayı : 3, Temmuz - 1980'den devam.(**) Yargıtay Tetkik Hâkimi - Özetleme ve Tasnif Kurulu Üyesi.(30) ÎDD, 2.7.1968, E. 3615 K. 6990, 3 Res. Kar. Der. 123 Ansay, agm, s. 126
NAÎL SUCU 539
4. Genel kurul toplantısına katılma hakkı: Toplantılara katılma hakkı doğal olarak görüşmelere katılma, söz söyleme, sual sorma önerge verme ve oy kullanma hakkını kapsar. Her pay en az bir oy hakkı verdiğinden, 7129 s. Bankalar K. m. 14 ayrık olmak üzere ana sözleşmeye, kurula katılm ak için belli tu tarda pay senedine sahip olmak veya belli b ir süre senet sahibi olmak koşulu konamaz.
Ticaret Yasası bu hakkı oy kullanma hakkıyla birlikte düzenlemiş olmakla bu kurallar toplantıya katılm a hakkında da uygulanacak demektir.
Paydaş genel kurula katılm a hakkını kendisi veya temsilci aracılığıyla kullanabilir. Ortaklık pay defterinde ismi kayıtlı pay sahibi, kimliğini kanıtlayarak toplantıya katılır. Hamiline yazı pay senetlerinde ise senetlerin toplantıdan b ir hafta önce ortaklığa verilmesi gereklidir (TTK. m. 360/3). Üzerinde rehin hakkı bulunan senetlerde toplantıya katılm a hakkı senet sahibine, intifa hakkı bulunan senetlerde ise katılm a ve oy hakkı intifa sahibine aittir. İştirak ve m üşterek mülkiyete konu senetlerde, onların iştirak halindeki veya m üşterek sahipleri bu haklarını seçecekleri temsilci aracılığıyla kullanırlar (TTK. m. 373/2, 400/1).
5 — Oy hakkı : Ticaret Yasası nin 385. maddesinde, paydaşınoy hakkı onun ortaklık yönetimini etkiliyebilmekteki önemi nedeniyle kazanılmış hak olarak belirtilm iştir.
Pay sahibine tanınan bu haktan vazgeçilemez, sınırlandırılamaz ve kullanılmasının koşullandırılması veya zorlaştırılması ana sözleşme ile de geçerlik kazanamaz.
Ticaret Yasası'nm 373. maddesi uyarınca pay senedi en az bir oy hakkı verir. Bundan da anlaşılm aktadır ki, oy hakkı pay sahibine değil senede bağlanmıştır. O halde oy hakkı olmayan senet düşünülemez. Yasaca ortağın sahip olacağı oy tu tarı sınırlandırılmadığın- dan, paydaş edildiği pay senedi sayısınca oy hakkına sahiptir. Ancak her pay senedi en az b ir oy hakkı verdiğine göre fazla oy hakkı veren imtiyazlı senetler çıkarılabilir.
a. Oy hakkının kullanılması : Her pay senedi en az b ir oyhakkı verdiğine göre doğal olarak bu hakkın kullanılması da pay sahibine a ittir ve TTK. m. 360/2'de de bu doğal sonuç (....... pay sahibi umumi heyet toplantısında bu hakkını bizzat kullanabileceği
540 ANONİM ORTAKLIKLARDA PAY SENEDİNİNSAHİBİNE SAĞLADIĞI HAKLAR (II)
gibi ) diye tekrarlanm ıştır: Yine doğaldır ki, medeni hakları kullanma ehliyeti olmayan ya da kısıtlı olanlar yasaca yetkili kılman kimseler aracılığıyla kullanırlar.
Oy hakkı yukarıda anılan hükümde de açıkça belirtildiği gibi temsil yoluyla kullanılabilir. Nama yazılı pay senetlerinde bu tem sil yetkisi yazılı olmalıdır (TTK. m. 360/3). Hamile pay senetlerinde senedin zilyedi olduğunu kanıtlayan kimse oy hakkını kullanma yetkisine sahiptir (TTK. m. 360/3). Rehin veya tevdi edilmiş yahut şri- yet olarak bir kimseye bırakılmış hamiline yazılı pay senetlerinde oy hakkı senet sahibinindir ancak temsil yetkisi ayrı b ir senede yazılmışsa temsile yetkili zilyet senet sahibi yerine ve onun yararına oy hakkını kullanabilir (TTK. m. 360/3).
Pay üzerinde intifa hakkı kurulm uşsa oy kullanma hakkı intifa sahibine aittir. Ne var ki, senet sahibinin yararları gözönüııde tu tu lm alıdır (TTK. m. 360/4).
Birden çok kimseler pay senedine sahipse oylarını seçecekleri temsilci aracılığıyla kullanm alıdırlar (TTK. m. 373/2, 400/1).
b. Oy hakkının iradi sınırlanması : Pay sahibi oyunu dilediği yönde kullanabilir.
Oy hakkı, sahibinin yapacağı sözleşmelerde iradi olarak smır- landırabilir.
M oroğlu'na göre, oy sözleşmeleri genelde, buyurucu hükümlere, ahlâka ve kişilik haklarına aykırı ve geçersiz sayılamaz, ancak özelde, buyurucu kurallara, kamu düzenine, ahlâka veya kişilik haklarına aykırılık ya da olanaksızlık nedeniyle geçersiz olabilirler. Bu sözleşmelerin geçerliği ana sözleşmede hüküm bulunm asına bağlı değildir ve ana sözleşme ile önlenemiyeceği gibi ortaklığın onayına da bağlanamaz ve oy kullanımına ilişkin yüklenimler ana sözleşmede yer alamaz. Yazar oy sözleşmelerini :
• • 1. Tarafların yükümlülükleri yönünden :
9 a. Bir taraflı oy sözleşmeleri,
• b. Karşılıklı (iki taraflı) oy sözleşmeleri,
• c. Konsorsiyumlar.
NAİL SUCU 541
2. Sözleşme taraflarının sıfatları yönünden :
• a. Pay sahipleri arasında yapılan oy sözleşmeleri,
• b. Pay sahipleriyle üçüncü kişiler arasında yapılanoy sözleşmeleri.
® c. Pay sahipleriyle ortaklık ya da yönetim kurulu veya yavru ortaklı arasında yapılan oy sözleşmeleri.
• 3. Oy sözleşmelerinin yalın olup olmamaları yönünden :
• a. Yalın oy sözleşmeleri,
• b. Karmaşık ya da bağlantılı oy sözleşmeleri.
• 4. Oy kullanma yükleniminin bir defalık veya sürekli olması yönünden :
® a. Sürekli olmayan (bir defalık) oy sözleşmeleri,
• b. Sürekli oy sözleşmeleri diye gruplara ayırır (31).
Arslanlı, paydaşın birden çok payı varsa bunların şahsileştiğini, o nedenle her oyun aynı yönde olması gerektiğini aksi halde b ir icaba hem hayır hem evet gibi bir durum ortaya çıkacağını öne sürer (32).
Teoman ise, dernek ve kooperatifler gibi kişi birliklerinin aksine oyun pay sahibine değil paya bağlandığını, sermaye ortaklığı sayılan anonim ortaklığın nitelikleri de gözönüne alınarak paydaşa değişik yönde oy kullanma olanağının sağlanması gerektiğini, b irden çok oya sahip paydaşın bunlardan bir kısmını belli yönde kullanmak üzere anlaşma yapabileceğini ve bunda onun yararının da olabileceğini, diğer yandan senet üzerinde intifa hakkına sahip kimsenin aynı zamanda paydaş olması halinde kendi oyunu dilediği gibi kullanacakken intifa haklı pay senedine ait oyu senet sahibinin yararına kullanmak zorunda olduğunu savunur (33). Ne var ki, paydaş intifa hakkı sahibi olarak da oy kullandığında değişik sıfatla ve aynı zam anda TTK. m. 360/4 uyarınca zorunlu olarak senet sahibinin yararına kullanmaktadır.
(31) Moroğlu, age. s. 37-40-48(32) Arslanlı, age. C. II, s. 47, 48(33) Teoman, agm. s. 4
542 ANONİM ORTAKLIKLARDA PAY SENEDİNİNSAHİBİNE SAĞLADIĞI HAKLAR (II)
Tekinalp, birden fazla oy sahibinin aynı zamanda olumlu ve olusuz oy vermesine, kimseye zarar vermemesi ve haklı b ir amacı olması halinde örneğin pay sahibinin bir kısım oylar için sözleşme yapması ya da tüzel kişinin çeşitli nedenlerle oylarını çeşitli temsilcilere temsil ettirm esi halinde olanak tanınması görüşündedir (34).
Biz de oy sözleşmelerinin geçerli kabul edildiğinde bu sonucu da kabul etmenin gerektiği kanısındayız.
c. Oy hakkından yoksunluk : Her pay en az b ir oy hakkı verirse de bazı hallerde bu hakkın kullanılması yasaklanmıştır. TTK. m. 374 uyarınca paydaşlar kendisi veya karı ve kaçası, alt soy ve üst soyu ile ortaklık arasındaki kişisel b ir işe veya davaya ilişkin görüşmelerde oy veremez. Yine aynı hüküm uyarınca ortaklık işlerinin görülmesine herhangi biçimde katılmış olanlar yönetim kurulu üyelerinin ibrası görüşmelerinde oy kullanamazlar.
Ortaklık, kendi pay senetlerini devraldığında bu senetler için oy kullanamaz (TTK. m. 329).
6 — Bilgi alma hakkı : Paydaşın ortaklık yönetiminde etkinolabilmesi, temel haklarından olan oy hakkını bilinçli olarak kullanabilmesi, sorum lular hakkında dava açabilmesi b ir yerde, ortaklık hakkında sahip olacağı bilgi ile sınırlı olacaktır. Kamuyu aydınlatma ilkesinin benimsenmesi yolunun seçildiği bu dönemlerde paydaşın ortak olduğu kuruluş hakkında başkalarından daha çok bilgi sahibi olması onun en doğal hakkı sayılmalıdır. Bu nedenle de bilgi alma hakkı ortaklığın iş ve işlemlerini diğer işletmelerle iş ilişkilerini kapsam alıdır (35).
Ne var ki, bu hakkın kullanılmasında paydaşın yararlarıyla ortaklığın yararları bazı hallerde çatışabilir. Bu çatışm ada ortaklığın yararlarının seçilmesi nedeniyle ortağın bilgi alma hakkı nisbî kazanılmış hak olarak nitelendirilm ektedir.
Ancak bu seçim de yapılırken Tekipalp'in de belirttiği gibi gerçekten ortaklığın mı yoksa b ir kısım pay sahiplerinin mi yararının korunduğu Medeni Yasanın 2. maddesinde anlamını bulan dürüstlük kuralları içinde özenle araştırılm alıdır (36).
(34) TEKÎNALP (Poroy/Çamoğlu), age, C. I, s. 477(35) TEKÎNALP (Poroy/Çamoğlu),age. C, I, s. 479(36) TEKİNALP, (Poroy/Çamoğlu), age. C, I, s. 480
NAİL SUCU 543
Ortaklık yararının yönetim kurulunca kanıtlanm ası gerekir. Paydaşın yasayla tanınmış olan bu bilgi alma hakkı kaldırılamıyaca- ğı gibi sınırlandırılamazda. Doğal olarak daha genişletilmesine yasaca engel yoktur. İsviçre Federal Mahkemesi nin b ir kararında da belirtildiği gibi bilgi alma hakkı, paydaşın ortaklıktan doğan bağımsız b ir hakkıdır (37).
Paydaşın edinebileceği bilgileri iki ayrı grupta toplayabiliriz. Birinci grup bilgiler yasaca sayılmış olup, edinilmesi herhangi bir organın iznine bağlı olm ayanlardır : Ortaklık yönetim kurulu ta rafından düzenlenen bilançoyu (TTK. m. 325) yıllık raporu, kâr dağıtım ına ilişkin öneriyi (TTK. m. 327) kâr ve zarar hesabını, denetçi- lerce hazırlanacak raporu (TTK. m. 362), ana sözleşmenin olanaklı kıldığı belgeleri paydaş izne gerek olmadan inceleyebilir, şüpheli gördükleri konularda denetçilerden gerekli açıklamayı isteyebilir (TTK. m. 363/1).
İkinci grubu ise paydaşın izinle elde edebileceği bilgiler oluşturur. Paydaş ortaklığın ticari defterlerini ve yazışmalarını genel kurul veya yönetim kurulunun izni ile inceleyebilir (TTK. m. 363). Bu halde de organın yetkisi MK. m. 2 ile sınırlı olmalıdır. Ancak ortak bu yolda öğrendiği, ortaklığa ait ticari sırları bu sıfatını kaybettikten sonra da saklamak zorundadır (TTK. m. 363).
7 — ÇIKARLARIN KORUNMASINA VE YARARLARIN SAVUNULMASINA İLİŞKİN HAKLAR
A — BİREYSEL HAKLAR : Hakların kullanılış biçimine göre yapılan sınıflandırm ada belirttiğimiz bireysel haklar genel anlamda paydaşın b sıfatla sahip olduğu ve tek basma kullanabildiği haklardır. Anılan bu haklardan burada yalnızca iptal davası açma hakkı, Yönetim kurulu üyeleri ve denetçilere karşı dava açma hakkı ve denetçilere başvurma hakkına değinilecektir.
a — İPTAL DAVASI AÇMA HAKKI
aa — Genel olarak : Paydaşa ortaklığa karşı çıkarlarını korum a olanağı veren hakların en önemlilerinden biri de genel kurul kararlarının iptalini isteyebilme hakkıdır.
(37) Öçal, age. s. 105
544 ANONÎM ORTAKLIKLARDA PAY SENEDİNİNSAHİBİNE SAĞLADIĞI HAKLAR (II)
îp tal davasının açılabilmesinin ilk koşulu, iptali istenebilecek bir genel kurul kararının varlığıdır. O halde ortada biçimsel olarak da olsa b ir karar yoksa bunun iptali istenemez, ancak kararın yokluğunun saptanm ası istenebilir. Örneğin toplantı ve karar yeter sayıları hiç olmadan ortaya çıkan bir genel kurul kararının varlığından söz edilemez.
Öğretide azınlık kararlarının da iptalinin istenebileceği ileri sürülmüşse de (38) yasanın 381. maddesinde açıkça genel kurul kararından söz edilmiş olmasını ve azınlık haklarının veriliş amacım gözönüne alarak bu görüşe katılamıyoruz.
bb — îp tal nedenleri : Ticaret Yasasının 381. maddesi uyarınca yasaya ana sözleşmeye ve nesnel iyiniyet kurallarına aykırı genel kurul kararlarının iptali ortaklarca istenebilir :
1 — Yasaya aykırılık : Burada üzerinde önemle durulacaknokta maddenin, yasanın tüm kurallarını kapsayıp kapsamadığı, kurallar arasında bir ayırım yapmanın gerekip gerekmediğidir. Çünkü böyle b ir ayırımın uygulamada bazı sonuçları olacak, yokluk ve butlan herkes tarafından her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece doğrudan doğruya gözönüne alınacağı halde feshedilebilirlik belli süre içinde belli kişilerce iptal davası biçiminde öne sürülebilecektir.
Hirş, Borçlar Yasasının, yasaya aykırılığı hükme bağlayan 19 ve 20. madelerinin Ticaret Yassaınm 381. maddesi ile değişikliğe uğradığını, yasaya aykırı kararların doğrudan doğruya batıl olmadığını, iptalinin istenebileceğini, hâkimin hükmüne kadar batıl olan evlenmenin, hukuksal sonuç doğurması gibi yasaya aykırı genel kurul kararının da aynı işleme bağlanması gerektiğini ileri sürm ektedir (39).
İkinci görüşte ise yasaya aykırılık ikiye ayrılarak anonim ortaklıklardaki yarar durum u nedeniyle yasaya aykırılığın bazı hallerdeiptale yol açacağı öne sürülmektedir.
\
Nitekim îm regün, TTK. m. 381’de yasaya aykırı tüm genel kurul kararlarının iptal davası ile yaptırım a bağlanmasının ve BK. m.
(38) Moroğlu, a g e . s. 12-13 dn. 31(39) Hirş, age. s. 298
i
</
19,2 O'de öngörülen m utlak butlan yaptırım ından ayrılmanın yerinde olmadığına değinerek yasa değişikliği ile genel kurul kararlarının «batıl» ve »iptal edilebilir» kararlar olmak üzere ikiye ayrılması gerektiğini, bu sağlanıncaya kadar kamu düzenine, ahlâk ve adaba, anonim ortaklıkların bünye ve niteliklerine uymayan kararların butlanı gerektiği görüşündedir (40).
Domaniç, b ir kısım yasa hükümlerine uymamanın iptale değil genel kurulu toplantıya çağıran kimselerle, ilgili görülebilecek diğer kimselerin sorumluluğuna yol açacağına, diğer b ir kısım hükümlere uymamanın ise genel kurul kararlarının hükümsüz sayılmasını ge rektireceğine, bu iki grup arasında yer alan buyurucu kurallara uyulmadığında da iptal davası açılabileceğine işaretle uyulmadığında sadece sorumluluğa yol açıp kararın hükümsüzlüğünü gerektirmeyen yasa hüküm lerinin emredici ve yorumlayıcı olmasına karşı uyulmadığında hükümsüzlüğü gerektiren kuralların tüm ünün buyurucu nitelikte olduğunu, ne var ki, her buyurucu kurala uymamanın da hükümsüzlüğü doğurmayacağını, iptale yol açabileceğini belirtir (41).
Poroy, sistemimizin eksik düzenleme ile genel kurul kararlarının sadece iptal edilebileceği halleri ele aldığını, yokluk ve butlan hallerinin genel hükümlere bıraktığını, TTK. m. 381'deki yasaya aykırılığın yokluk ve butlan haleri dışındaki hükümlere aykırılık olduğunu öne sürer (42).
Moroğlu, Ticaret Yasasının, genel kurul kararlarının feshedile- bilirliğinin yanında butlanı ayrıca düzenlemediğini ancak, MK. m. 5 ve TTK. m. 1 aracılığıyla BK. m. 19-20 nin ticaret hukuku alanına giren hukuksal işlemlere ve b ir hukuksal işlem olan genel kurul kararlarına da uygulanacağına, TTK. m. 381'de kural olarak feshedi- lebilirliğin benimsendiğine işaretle öğretide olduğu gibi, buyurucu hüküm lerin doğrudan doğruya kamu yararına ilişkin ve kişilerin iradesini gözönüne almadan b ir davranışı buyuran m utlak buyurucu hüküm ler ve doğrudan doğruya kamusal değil özel çıkarları koruyan nisbî buyurucu kurallar olarak ikiye ayrıldığını ve m utlak buyurucu kurallara aykırı kararların yok veya batıl olduğunu, nisbî buyurucu kurallara aykırılığın yaptırım ının ise kararın feshi olduğunu ileri sürer ve TTK. m. 381'deki yasaya aykırılığın yalnız ticaret hukuku kurallarına değil, özel ve kamu hukuku ve örf ve âdet
NAİL SUCU 5 4 5
(40) Imregün, age. s. 125(41) Domaniç, age. s. 641 - 642(42) POROY/ (Tekinalp/Çamoğlu), age. s. 377 - 383(43) Moroğlu, age. s. 18 - 20, 42, III
546 ANONİM ORTAKLIKLARDA PAY SENEDİNİNSAHİBİNE SAĞLADIĞI HAKLAR (II)
kurallarına, genel hukuk ilkelerine aykırılığı da kapsadığını belirtir (43).
Von Steiger'e göre, buyurucu kurallara, kam u düzenine, ahlâk ve adaba aykırı kararlar m utlak butlanla batıldır (44).
Yargıtay II. Hukuk Dairesinin de «kararın oluşması için yasanın öngördüğü öğe ve koşulların hiçbiri olmadığında o kararın yok sayılacağını, karar içeriği ve esasa ilişkin öğeleri yönünden BK. m. 19 ve 20'de yazılı olduğu gibi kam u düzenine, yasanın kat'i biçimde buyurduğu hukuk kurallarına veya adaba ve ahlâka aykırı ya da konusu olanaksızsa m utlak butlanla sakat olduğunu, bu tü r kararların başlangıçtan beri hükümsüz olm aları nedeniyle sonradan geçerlik kazanamıyacaklarmı, butlanla ilgisi olan herkesin bunların batıl olduğunun saptanmasını, TTK. m. 381'deki öngörülen dava açma koşullarına ve hak düşürücü süreye bağlı kalmaksızın isteyebileceğini, karar içeriğiyle yasanın buyurucu değil yorumlayıcı kurallarına aykırı ya da yasada yazılı biçim koşulu eksik olarak yerine getirilmişse onun iptal edilebileceğini, TTK. m. 381'deki «kanuna aykırı umumi heyet kararından» bu tü r kararların amaçlandığını, yokluk ya da m utlak butlanla sakat olan kararların bu madde kapsamına girmediğini» belirttiği 6/7/1978 tarihli kararıyla anonim ortaklığın mahiyetiyle ilgili buyurucu kurallara aykırılık halinde yokluk yaptırım ını uygulama yolunu seçtiği gözlenmektedir (45).
Bizde anonim ortaklığın ekonomik hayattaki rolünü, toplumsal yararlarının yanında zararlarını da birlikte getirmesini, Medeni Yasa ile Ticaret Yasası arasındaki tamamlayıcılık niteliğini gözönüne alarak son görüşe katılıyoruz.
2 — Ana sözleşmeye aykırılık : Tarafların yasası diyebileceğimiz ana sözleşme hüküm lerine aykırılık da kararın iptali için bir nedendir. Burada zedelenen tarafların yararı olup kam u düzenini doğrudan doğruya etkilemediğinden sözleşmeye aykırılık yalın bir iptal nedeni olarak ortaya çıkmaktadır.
3 — Nesnel iyiniyet kurallarına aykırılık : Bundan amaç Medeni Yasanın 2. maddesinde ifadesini bulan dürüstlük kurallarıdır. Bu halde karar yasa ve sözleşme hüküm lerine uygun olsa bile nesnel iyiniyet kurallarına aykırı ise iptal olanağı var demektir.
îm regün «afaki iyiniyet esaslarına aykırılığın yetmediği, pay-
(44) Von Steiger, age. s. 238(45) II. HD. 6.7.1978, E. 1978/3158, K. 1978/3661, D. Arşivi
NAÎL SUCU 547
daşlarm bu sıfattan doğan haklarını açık bir biçimde zararlandırm ası gerektiği» görüşündedir (46). «
Moroğlu'na göre, TTK. m. 381'deki amaçlanan MK. nun 2/2 madde ve fıkrasının genel kurul kararları yönünden anlamı, çoğunluğu oluşturan pay sahiplerince alman ve konusu, saik ve maksadı açısından genel niteliğiyle azınlığın, çoğunluğun bencil çıkarları veya sa- dece kasdı uğruna açıkça zararlandırılm ası niteliğini taşıyan kararların feshedilebileceğidir (47).
Yargıtay, sırf bazı pay sahiplerini zarara sokma amacının (48), b ir evvelki yıl kâr edildiği halde kâr dağıtılmamışken, olağan dışı zarar halinde kâr dağıtılması yoluna gidilmesinin (49) nesnel iyiniyet kurallarına aykırı olduğu, gündemde bulunmayan b ir husus hakkında verilen genel kurul kararının iptal edilebileceği (50), esas sermayeyi aşan değer fazlası olmadan kâr dağıtılması kararının sermayenin geri verilmesi niteliğinde olmakla iptali gerektiği (51), ana sözleşmede çıkarma hakkında hüküm yoksa paydaşın ortaklıktan çıkarılmasının iptal edilebilir kararlardan olduğu (52), TTK. m. 381'- de daha çok ortakların yararlarını koruyan hukuk kurallarının ihlâlinin söz konusu olduğunu, karar yorumlayıcı kurallara aykırı ise ya da yasada yazılı biçim koşulları eksik olarak yerine getirilmişse iptal edilebilir kararlardan olup bütün pay sahiplerinin katılması ve hiç birinin itirazda bulunmaması koşuluyla çağrıya ilişkin merasime uyulmadan toplanabileceği görüşündedir (53).
Fransız Temyiz Mahkemesi de, genel kurul çoğunluğunun, karşı çıkanların yararlarına aykırı kararını, ancak onların zararı istenmiş olmak koşuluyla hakkın kötüye kullanılması olarak kabul eder (54).
(46) İmregün, age. s. 120. Von Steiger, age. s. 238(47) Moroğlu, age. s. 115(48) TD. 6.1.1966, E. 965/2583, K. 966/57, (Drl. Türk, H.S.), Batider, 1968, C. IV,
s. 353(49) TD. 3.4.1967, E. 965/1343, K. 967/1352, (Drl. Türk, H.S.), Batider, 1968, C. IV,
s. 55450) HGK. 15.3.1967, 9666/400, K. 967/154, Ank. Bar. Der. 505 (967)(51) TD. 3.4.1967, E. 965/1343, K. 967/1352 (Drl. Türk, H.S.), Batider, 1968, C. IV,
s. 55(52) TD. 16/1/1968, E. 966/4479, K. 968/243 (Drl. Türk, H.S.), Batider, 1968,
C. IV, s. 72(53) II. HD. 6.7.1978, E. 978/3158, K. 978/3661, D. arşivi(54) Belgesay, agm. s. 555-557
548 ANONİM ORTAKLIKLARDA PAY SENEDİNİNSAHİBİNE SAĞLADIĞI HAKLAR (II)
Ticaret Yasası 381. maddesi ile paydaşa genel kurul kararının iptalini isteyebilme hakkını tanım ıştır. Bu nedenle oy hakkından yoksun paydaş da iptal davası açabilir (55).
Yargıtay'ın da «genel kurul toplantısına katılan pay sahibinin iptal davası açabilmesinin, karara muhafelefini tutanağa geçirtmesine bağlı olduğuna, kendisinin oy hakkından yoksun bulunmasının durum u değiştirmiyeceğine» ilişkin karram dan aynı görüşte olduğu gözlenmektedir (56). Ancak dava açacak kişinin gerek karar ve gerekse dava açıldığı tarih te paydaş sıfatını taşım ası gerekir. H ukuksal yararının varlığını kanıtlam ak zorunda değilse de dava açması hakkın kötüye kullanılması anlamını taşım am alıdır (57).
Yasa hükm üne göre iptal davası açabilme olanağı yönünden pay sahipleri üç gruba ayrılır :
• 1. Toplantıda hazır bulunan pay sah ip le ri: Bunların davaaçabilmesi için karara, karşı oy vermeleri ve durum u tutanağa geçirtm iş olm aları veya haksız yere oylarını kullanm alarına engel olunmalıdır. Maddede karşı oydan bahsedildiğine göre çekimser oy kullananlar bundan yoksun kalacaklardır. Ancak oy b ir irade açıklaması olduğuna göre, iradeyi bozucu hallerin varlığında karşı oy kullanm ayanlar da bu oylarını genel hükümflere göre iptal ettirm ek koşuluyla dava açma hakkına sahip olm alıdırlar (58). Doğal olarak çekimser oy kullananlardan muhalefeti tutanağa geçirtme zorunluğu aranamaz. Çünkü o anda olumlu ya da olumsuz oy verme yönünde irade oluşmamıştır.
Domaniç, toplantıya katılanlarm , çağrı yöntemine uyulmadığı ve gündemin gereği gibi duyurulmadığı nedenine dayanarak dava açabilmeleri için, bunların toplantıda ileri sürülmesi ve tutanağa geçirilmesi gerektiği görüşünü ileri sürer (59).
Poroy, gündemin gereği gibi duyurulmadığını ya da bildirilme- diğini öne süren pay sahibinin, toplantıya katılsın katılmasın, mu-
(55) Moroğlu, age. s. 120(56) TD. 3.6.1967, E. 965/2410, K. 967/2379 (Drl. Türk. H.S.), Batider, 1968,
C. IV, s. 553(57) Von Steiger, age. s.238(58) İmregün, age. s. 135, Moroğlu, age. s. 122(59) Domaniç, age. s. 647
halefet şerhini tutanağa geçirtmeksizin iptal davası açabileceğini, haksız olarak toplantıya alınmayan ya da haksız olarak toplantıdan çıkarılan pay sahiplerinin, toplantıya katılm ayanlar gibi aynı haklara sahip olmaları gerektiğini öne sürer (60).
® 2. Toplantıya katılmayan pay sah ip leri: Ticaret Kanununun 381. maddesinde, toplantıya çağrının usulünce yapılmadığını, gündemin gereği gibi duyurulup bildirilmediğini ileri sürerek paydaşın iptal davası açabileceği belirtilm iştir.
İmregün, toplantıya katılan paydaş zaten karşı oy kullanıp itirazını da tutanağa geçirterek iptal davası açma hakkına sahip olduğuna göre, maddede yukarıda sayılan hallerin, toplantıya katılmayan paydaş için olduğunun kabulü gerektiği görüşündedir (61).
® 3. Toplantıya katılm a koşulu aranmaksızın tüm pay sahipleri : Toplantıya katılmaya yetkili olmayan kimsenin karara katılması halinde her paydaşın, kararın iptalini istemey hakkı vardır, im regün, maddede toplantıya katılm a yetkisinin olmaması belirtildiğine göre katılm a hakkı olup da oy hakkından yoksun kimselerin karara katılm ası halinde bu maddenin uygulanamıyacağmı bu durum da TTK. m. 374’e aykırılık nedeniyle yasaya aykırı karar olarak iptalinin gerektiğini belirtir (62).
İp tal davası ortaklığa karşı açılır.
• 4. Dava açma sü re s i: İptal davası, kararın alındığı tarihten başlayarak 3 aylık hak düşürücü süre içerisinde açılmalıdır. Yargıtay da «İptal davasının, en geç karar aym kaçıncı günü verilmişse üçüncü ayın buna karşılık olan günü açılması gerektiğini» hükme bağlam ıştır (63).
Paydaş bu davayı açmak için bir tem inat vermek zorunda değildir. Ancak ortaklığın istemi ile mahkemece uygun görülürse teminat istenebilir (TTK. m. 381/son).
NAİL SUCU 5 4 9
(60) POROY (Tekinalp/Çamoğlu), age. C. I, s. 368(61) İmregün, age. s. 135 -136(62) İmregün, age. s. 138(63) TD. 3.6.1967, E. 965/2410, K. 967/2379 (Drl. Türk, H.S.), Batider, 1968,
C. IV, s. 553
550 ANONİM ORTAKLIKLARDA PAY SENEDİNİNSAHİBİNE SAĞLADIĞI HAKLAR (II)
Nitekim Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 15.6.1978 ve 22.2.1979 günlü kararlarıyla «Mahkemece istenen tem inat davacı paydaş tarafından yatırılmadığından davanın reddine» ilişkin ilk mahkeme kararım onam ıştır (64).
Yine aynı daire 1.4.1978 günlü kararıyla «..toplantıda hazır bulunan ortağın karşı oy kullanması ve durum u tutanağa geçirtmesi gerektiğine» işaretle «paydaş tarafından açılan iptal davasının reddine» ilişkin mahkeme kararının «sonucu itibarıyla onanmasına» karar verm iştir (65). Anılan daire 27.2.1978 günlü kararıyla da üç aylık hak düşürücü süre sonunda açılan davanın reddine ilişkin kararı «hak düşürücü sürenin mahkemece doğrudan doğruya gözönü- ne alınacağı, bu süre geçtikten sonra hakkın özünün ortadan kalkacağı» gerekçesiyle onam ıştır (66).
îp ta l davasının açılması, kararın geçerliğini etkilemez. Ancak mahkeme yönetim kurulu ve denetçilerin görüşünü aldıktan sonra yürütm enin geriye bırakılm asına karar verebilir (TTK. m. 382).
b — YÖNETİM KURULU ÜYELERİNE KARŞI DAVA AÇMA HAKKI : Paydaşın iptal davasından başka, yararlarını savunmasına ilişkin haklar arasında yönetim kurulu üyelerine karşı açabileceği dava hakkını da saymak gerekir. Nitekim TTK. m. 340'da, 336 ve 337. m addeler uyarınca yönetim kurulu üyelerine yükletilen sorum luluk hakkında 309. maddenin uygulanacağı öngörülmüş olmakla TTK. m. 336'da sayılan hallerde pay sahipleri zararı ve zararı doğuran kimseyi öğrendikleri tarihten başlayarak iki yıl içinde, eylem cezayı gerektiriyor ve ceza yasası uyarınca daha uzun zaman aşımına bağlı ise o zaman aşımı süresi içinde yönetim kurulu üyelerine karşı ödence davası açabilir. Ancak bu davada hükmolunacak öden- ce ortaklığa verilir.
c — DENETÇİLERE KARŞI DAVA AÇMA HAKKI :
Denetçiler, yasa ve sözleşmelerin kendilerine yüklediği görev ve yetkilerini hiç veya gereği gibi yapm adıklarında doğan zarar nedeniyle kusurlu olmaları halinde paydaşlara karşı da dayanışmalı olarak sorum ludurlar.
(64) 11. HD. 15.6.1978, E. 978/3210, K. 978/3231 ve 22.2.1979, E. 979/235, K. 979/854, D. arşiv.
(65) II. HD. 18.4.1978, E. 978/1956, K. 978/2051, D. arşiv(66) II. HD. 27.2.1978, E. 978/732, K. 978/858, D arşiv
NAÎL SUCU 551
TTK. m. 359'da denetçilerin sorumluluğu hakkında 309. maddeye yollama yapılmış olmakla paydaş zararı ve sorumlusunu öğrendiği günden başlayarak iki yıl içinde, eylem cezayı gerektiriyor ve ceza yasası uyarınca daha uzun zamanaşımına bağlı ise o zamanaşımı süresi içinde denetçilere karşı ödence davası açabilir.
Burada denetçiler için kusurun varlığı asildir, sorumluluktan kurtulm ak için kusursuz olduklarını kanıtlam ak zorundadırlar.
Dava sonucu hükmolunacak ödence ortaklığa verilir.
d — DENETÇİLERE BAŞVURMA HAKKI : TTK. m. 356/1 uyarınca her paydaşa ortaklığın yönetim kurulu üyeleri ya da müdürleri hakkında denetçilere başvurma hakkı tanınm ıştır. Bu başvuruları inceleme zorunda olan denetçiler şikâyet konusunun gerçekliği halinde durum u yıllık raporlarına yazarlar. Esas sermayenin onda birine sahip paydaş ya da paydaşların başvurması haline ise olumlu azınlık hakları içinde değinilmiştir.
B — AZINLIK - (AZLIK) HAKLARI
a — Genel olarak azınlık h a k la r ı: Yapıları nedeniyle anonimortaklıklar çoğunluk sistemine göre yönetilirler. Genel kurulda pay sahipleri çoğunluğunun oyları sonucu oluşan karar sistem uyarınca toplantıya katılsın katılmasın, oy kullansın kullanmasın tüm pay sahiplerini bağlayacak dem ektir (TTK. m. 379). Ancak bunun m utlak olarak kabulü çoğunluk sisteminin yararları yanında zararlarını da getirir. îş te burada bir denge sağlamak için yasa koyucu bazı konularda m utlak çoğunluk oluşmasına karşın azınlığa bazı haklar tanımış, böylece çoğunluğun yetkilerini o alanda sınırlanmıştır. Bu anılan haklar pay sahibi veya sahiplerine sadece pay sahibi veya sahipleri oldukları için değil sermayenin belirli b ir oranını tamsil eden paylar grubunna sahip olduğu veya oldukları için tanınan haklardır. Diğer b ir deyişle sermayenin azınlık olmasına karşın belirli b ir oranını oluşturan paylar grubuna tanınan haklardır. O halde bir tek pay sahibi de bu orana sahipse anılan hakkı kullanabilir. Bu hakları da aa — Olumsuz azınlık hakları bb — Olumlu azınlık hakları diye ikiye ayırmak gerekir.
Öğretide kararın niteliği ve önemi nedeniyle yasaca ve bazı hallerde ana sözleşme ile anonim ortaklığın mahiyet ve bünyesine ve
552 ANONİM ORTAKLIKLARDA PAY SENEDİNİNSAHİBİNE SAĞLADIĞI HAKLAR (II)
yasaya aykırı olmamak üzere toplantı ve karar yeter sayılarının artırılm ası hali ne artırılm ış çoğunluk hali ve olumsuz azınlık hakları denm ektedir (67).
Kanımızca bu halde ortada sadece artırılm ış (veya özellikli) çoğunluk hali vardır. Örneğin kuruluş genel kurulunun bilirkişi atam asına ilişkin TTK. m. 293’de aranan akçeli sermayenin en az üçte ikisini temsil eden pay sahiplerinin bulunm asına ilişkin üçte ikilik oranda hangi pay sahibini nsalt çoğunluğu aşan ve azınlık içinde kalan pay sahibi olduğu belirlenemez. İlk pay sahibinden üçte ikilik oran oluşuncaya kadar o yönde toplanan ve oy kullanan her pay sahibi bu çoğunluğun içindedir. Bu nedenle salt çoğunluktaki tek bir oyla fazlalık sınır oluşturup bundan sonrakiler azınlığı oluşturduğuna göre o sınırdan üçte ikilik b ir oranı buluncaya kadar katılanlar azınlık olmakla bunların hakları azınlık haklarıdır ve toplantının veya kararın oluşmasında olumsuz etkileri vardır diye düşünülemez. Yukarıda belirtildiği gibi bu da salt çoğunluk gibi b ir çoğunluk olup, özellik taşım aktadır diğer b ir deyişle özellikli çoğunluktur, oran artırılm ıştır, üçe ikiye kadar olan çoğunluk kalanı ise azınlıktır.
Bu nedenle de biz bu grubu olumsuz azınlık hakları dışında sadece artırılm ış (veya özellikli) çoğunluk hali olarak kabul ediyoruz.
aa — Olumsuz azınlık h a k la r ı: K urucuların ve yönetim kurulu üyelerinin sulh ve ibraları ancak genel kurulun onamasıyla tam amlanır. Ancak sermayenin onda birini temsil eden pay sahipleri karşı iseler sulh ve ibra genel kurulca onaylanamaz. Sulh ve ibranın onaylanması için salt çoğunluk yeterli olduğu halde, sermayenin onda birini temsil edenlerin karşı olmalarıyla karar alınam am aktadır ve olumsuz azınlık hakkı burada ortaya çıkmakta, salt çoğunluğun dışında kalanlar karşı oylarıyla kararın oluşmasını engelleyebilmektedir.
Olumsuz azınlık haklarına uymamanın son u ç la rı: B ir genelkurul toplantısında alman b ir kararla anılan haklara uyulmamışsa yaptırım , kararın iptalidir (TTK. m. 361. 381).
bb — Olumlu azınlık h a k la r ı: Belirli oranda b ir azınlık grubu oyları ile ortaklık adına olumlu istemde bulunabilir.
(67) îm regün, age. s. 246, Ansay, age. s. 258
NAÎL SUCU 553
1 — Genel kurul, yönetim kurulu üyelerine karşı dava açılmamasına karar verdiğinde sermayenin onda birini temsil eden pay sahipleri dava açılması yönünde oy kullanmışlarsa, ortaklık dava açmak zorundadır. Davayı, azınlık grubu ayrı vekil atamamışsa, ortaklık adına denetçiler açar ve davanın açılmasını isteyen pay sahipleri hisse senetlerini dava sonuna kadar m uteber bir bankaya yatırm ak zorundadırlar (TTK. m. 341).
Denetçiler hakkında da aynı yol izlenir.
2 — Bilanço hakkm daki görüşmelerin ertelenmesi is te m i: Sermayenin onda birini temsil eden azınlık, bilanço görüşmelerinin b ir ay sonraya bırakılm asını genel kurulda, gerekçe göstermeden, isteyebilir, bu halde erteleme zorunludur (TTK. m. 377). Görüşmelerin ikinci kez ertelenmesini isteyebilmek için, bilançonun itiraza uğrayan noktaları hakkında yönetim kurulunca gerekli açıklama yapılmamış olmalıdır. O halde burada da bir azınlık hakkı ortaya çıkmaktadır.
3 — Özel denetçi atanm ası is te m i: TTK. m. 348'deki koşullar içinde, toplantı tarihinden en az altı ay öncesinden beri ortaklık sermayesinin onda birine sahip azınlık grubu, genel kurulda özel denetçi atanmasını isteyipte istem reddedilmişse, anılan maddedeki belli koşulları yerine getirerek mahkemeden özel denetçi atanm asını isteyebilirler.
4 — Denetçilere şikâyet hakkı : TTK. m. 356/2 uyarınca,ortaklık sermayesinin onda birini temsil eden azınlık grubu, yönetim kurulu üyeleri veya ortaklık m üdürlerine karşı şikâyette bulunurlarsa, hisse senetlerini m uteber b ir bankaya rehin olarak yatırm aları koşuluyla, denetçiler şikâyet konusunu araştırıp sonucunu, m utlaka düşünceleriyle birlikte yıllık raporlarına geçirmek ve «zaruri ve müstacel hal varsa» genel kurulu olağanüstü toplantıya çağırmak zorundadırlar.
Öğretide haklı olarak, paydaşa tek başına da denetçilere başvurma hakkının tanınmış olması ve iddia gerçekleştiğinde denetçi raporuna geçirilme zorunluğunun bulunması, «zaruri ve müstacel hallerde» genel kurulu toplantıya çağırmanın zaten denetçilerin görevine girmesi ve azınlığında genel kurulu toplantıya çağırma hakkına sahip olması karşısında, azınlığa TTK. m. 356/2'de tanınan bu hakkın pratik değeri olmadığı savunulm uştur (68).
554 ANONİM ORTAKLIKLARDA PAY SENEDİNİNSAHİBİNE SAĞLADIĞI HAKLAR (II)
5 — Genel kurulun toplantıya çağrılması ve gündeme madde eklenmesi is te m i: Ortaklık sermayesinin onda birine sahip azınlık grubu gerekçeyi içeren yazılı istemle, yönetim kurulunun genel kurulu olağanüstü toplantıya çağırmasını veya toplanm ası kararlaştırılan genel kurulda gündeme madde eklenmesini isteyebilir. Yönetim kurulu istemi olumlu karşılamazsa, denetçilere başvurulur. Onların olumsuz tutum ları halinde, azınlık grubu, aynı orandaki pay senetlerini m uteber b ir bankaya yatırarak, mahkemeden, toplantıya çağırmak ve gündeme madde ekletmek için, yetki verilmesini isteyebilirler (TTK. m. 366). Yine aynı madde uyarınca, anılan bu hakkın kullanılması için ana sözleşme ile onda birden daha düşük b ir oran kabul edilebilir.
îş te yukarıda kısaca açıklanan hallerde görüldüğü gibi azınlık grubunun bu hakları, kararları engeleyici veya belirli b ir sonuca ulaştırıcı hak olarak ortaya çıkm aktadır ve bunlar aynı zamanda yasada öngörülen hallerdir. Bazı yazarlar, bu yasal hallerin dışında sözleşme ile, yasanın buyurucu kurallarına aykırı olmayan azınlık haklarının tanınabileceği görüşündedirler (69).
Olumlu azınlık haklarına uyulmamasının son u ç la rı: Bu haklara uymayan yönetim kurulu üyeleri ve denetçiler, görevlerini yapmamış olacaklarından, sorumlu olurlar (TTK. m. 336, 359).
C — M Ü K T E SE P H A K L A R : Ortak, anonim ortaklığa girmekle çoğunluk kararıyla bağlı olmayı, b ir yerde, kabul etmiş sayılır. Yine yasa uyarınca ana sözleşmede tersine b ir hüküm yoksa, genel kurul, belli koşullar içinde, ana sözleşmeni nbütün hüküm lerini değiştirebilmekte (TT. m. 385) ve anonim ortaklığın bünyesi de bunu gerektirm ektedir.
Ancak ilkenin hiç ödünsüz uygulanması, yararlarının yanında, zararlarını da getirecek demektir. Bu nedenle, ortakların bazı haklarının, çoğunluk karşısında korunması, çoğunluk kararm a bağlı olmayan b ir haklar grubunun oluşturulm ası zorunluğu doğmaktadır ki, bu grup haklara müktesep hak demekteyiz.
Müktesep hak TTK. m. 385'de düzenlenmiştir. Anılan hüküm de, ana sözleşmede tersine hüküm yoksa ve paydaşın pay sahipliği
(68) Imregün, age. s. 254, POROY (Tekinalp/Çamoğlu), age. C. I, s. 399(69) Domaniç, age. s. 868, Imregün, age. s. 248
NAÎL SUCU 555
nedeniyle sahip olduğu müktesep haklarda da rızaları dışında olmamak koşuluyla, yasal diğer gereklere de uyularak, genel kurulun ana sözleşmenin bütün hükümlerini değiştirebileceği açıklanmıştır. O halde maddede, değiştirilecek ana sözleşme hükümlerinden söz edilip ortağın o sıfatla sahip olduğu müktesep haklarda değişiklik için rıza koşulu arandığına göre, bu hakkın sözleşme ile verilen bir hak olduğu, hak ile paydaşlık arasında, zorunlu b ir bağlılık bulunduğu ortaya çıkmaktadır. Diğer yandan, aynı hüküm müktesep hakların, yasa ve ana sözleşme hükümleri uyarınca genel kurul ve yönetim kurulu kararlarına bağlı olmayan ya da genel kurul toplantısına katılma hakkından doğan haklar olduğunu da açıklamıştır. Ancak burada, Arslanlı'mn da haklı olarak belirttiği gibi yasanın buyurucu biçimde ortağa verdiği ve genel kurul ile yönetim kurulunun yetkisi dışında tuttuğu haklar değil, bu hakların kullanılmasını önleme hali amaçlanmış olmalıdır (70). Çünkü m utlak buyurucu kurallara aykırı olarak yapılan değişiklik zaten hükümsüzdür, yasa koyucu da «abesle iştigal» etmez.
Arslanlı, ana sözleşme ile tanınan özel yararlarla (TTK. m. 279/ 4, 5), intifa haklarının (TTK. m. 402) alacak niteliğini taşıması ve hak sahiplerine kişi olarak tanınması, kâr payı ve hazırlık dönemi faizinin de alacak niteliğini kazandıktan sonra ortaklık sıfatıyla bağlantısız hale geldiğinden, özel tü r paylara tanınan imtiyaz hakları, bunları zedeleyici genel kurul kararlarının özel tü r pay sahipleri kurulunun onayına bağlı olup böylece genel kurulun tasarruf yetkisi olmaması nedeniyle müktesep hak olmadığını öne sürer (71).
Yine anılan hüküm «hususiyle» diyerek bir bölüm müktesep hakları da saymaktadır. Ancak bu sayılanlar da m utlak anlamda müktesep hak değildir, anonim ortaklıkların bünyesi de bunu gerektirir.
Önce belirtildiği gibi, çoğunluk yararı ile ortağın yararının çatıştığı yerde b ir sınır çizebilmek için, o halde ölçü ne olmalıdır?
Arslanlı'ya göre, b ir hakkı, müktesep durum a getiren başlıca neden, onun çoğunluğun yararı karşısında daha üstün değer taşımasıdır. Karşılaşılan yararları değerlendirmek de içinde bulunulan hal ve koşullara göre olacaktır. Bu yönde iki ilkeden yararlanılabilir :
(70) Arslanlı, age. s. 246(71) Arslanlı, age. s. 243-244
556 ANONİM ORTAKLIKLARDA PAY SENEDİNİNSAHİBİNE SAĞLADIĞI HAKLAR (II)
a — Eşitlik ilk e s i: Her paydaşa, kendi grubunda aynı ko-şullar içinde aynı işlem yapılmalı.
b — İyiniyet k u ru lla rı: Çoğunluk kararları yalnızca, yasa veana sözleşme hükümlerine değil, nesnel iyiniyet kurallarına da uymalıdır (72).
TTK. m. 385'de sayılan müktesep haklar bütün olarak kaldırılamazsa da içerikleri kısıtlanabilir. Örneğin, oy hakkı paydaştan alınamazsa da, koşullarına uygun biçimde, çok oylu paylar çıkarılarak oyun etkisi kısıtlanmış olur. Yargıtay da, «ortak sıfatına bağlı kazanılmış hakların bunların tam am ına veya özüne dokunulm am ak şartıyla - ortaklık yararına sınırlandırılabileceğini» hükme bağlanm ıştır (73).
İmregün, TTK. m. 385'de sayılan müktesep haklar aslında yasayla tanınmış olup pay sahibinin rızasıyla da vazgeçilemiyecek haklardan olmakla, müktesep hak olamıyacağım ve b ir hakkın m üktesep oldup olmadığı, yanlış olarak da olsa, hakkın içeriğine göre belirlendiğinden, hakkın kazanılış biçimini değil içeriğini esas alan «hakkın kötüye kullanılması» ve «nesnel iyiniyet» teorilerinin, müktesep hak teorisinin yerini alması gerektiğini öne sürer (74).
Tekinalp'e göre, müktesep haklar, ortak yararlara zarar vermedikleri ölçüde geçerlidir ve hakkın kötüye kullanılması ve dürüstlük kuralları b ir sınır o luşturur görüşündedir (75).
D — S O N U Ç :
Yukarıdan beri yapılan açıklam alardan da anlaşılacağı gibi :
a — Ticaret Kanunu'muzda, kazançtan belli b ir oranda kâr payı dağıtımı yapılması zorunluğuna ilişkin açık b ir hüküm yoktur. Öğretide TT. m. 466'da yer alan ve ödenmiş sermayenin % 5'ini oluşturan «ilk temettü» nün dağıtılmasının zorunlu olduğu öne sürülm üşse de (76), küçük tasarruf sahiplerinin ortaklığa katılmala- rm ı özendirme ve sermaye piyasasının gelişmesini sağlamada yapa-
(72) Arslanlı, age. s. 248(73) TD. 6.1.1966, E. 965/2583, K. 966/57 (Drl. Türk, H.S.), Batider, 1968,
C. IV, s. 353(74) îm regün, age. s. 261 - 262(75) TEKİNALP (Poroy/Çamoğlu), age. C. I, s. 467(76) Tekinalp, Ünal, age. s. 277-278
NAÎL SUCU 557
cağı etkiler nedeniyle, kazançtan belli b ir oranın pay sahiplerine dağıtılması zorunluğu getirilmeli (77) ve bu arada yönetim kurulu üyelerinin kazanç paylarına ilişkin TTK. m. 472'de belirlenen, pay sahiplerine ayrılacak en az kâr payı % 4 oranı ile 466. maddede anılan yine pay sahipleri için ayrılacak % 5 oranları arasındaki farklılık giderilmelidir.
b — Paydaş bilerek haksız yere aldığı kâr payını geri vermek zorunda ve yönetim kurulu üyeleriyle denetçiler bu hususta hukuksal sorumluluk altında iseler de (TTK. m. 336, 473) yöneticilerin, ortaklığın para ve malları, bilanço, tutanak, rapor ve diğer belgeleri üzerinde işledikleri suçlara ilişkin etkin cezasal yaptırım lar getirilmeli, böylece kamunun güveni artırılarak ortaklığa katılma özendirilmeli, kuşkular giderilmelidir (78).
c — Ticaret Kanunu'nun, «şirketin kuruluşuna veya idare muamelelerine müteallik suiistimalin vuku bulduğu veya kanun yahut esas mukavele hükümlerine önemli b ir surette aykırı hareket edildiği» iddiasının incelenmesi için azınlığın özel denetçi atanmasını istiyebilmesini anılan eylemlerin son iki yıl içinde yapılması koşuluna bağlayan 348. maddesi değiştirilerek bu süre, TTK. m. 309'daki, ortaklığı zarara uğratan kimseler hakkında açılacak ödence davası zamanaşımı olan 2 ve 5 yıllık sürelere uygun hale getirilmeli, böylece belirlenen sürede dava açma hakkına sahip olan paydaşa, kanıt toplayabilme ve buna göre dava açıp açmama konusunda daha bilinçli hareket etme olanağı tanınm alıdır (79).
d — Ticaret Kanunu nun bilgi alma hakkına ilişkin 362. m addesi pay sahibinin incelenmesine hazır bulundurulacak; kâr ve zara r hesabı, bilanço, yıllık rapor ve kazanç dağıtımına ilişkin önerilerle, denetçi raporlarını saymakta, 363. maddede ise, paydaşın şüpheli gördüğü noktalarda denetçilerin dikkatini çekeceği ve açıklama istiyebileceği, «ticari defter ve muhaberatı» izinle inceliyebile- ceği belirtilmektedir. Normal düzeydeki bir paydaş için, çoğun zaman b ir rakam lar yığını olan bu belgelerin ona verebileceği bilgi, haklarını yerinde ve zamanında kullanabilmesi için, yeterli olmayacaktır. Bu nedenlerle anılan bilgi alma hakkının sınırları, ortaklığın ekonomik ve parasal durumunu, çalışmalarını paydaşın ayrıntılı ve doğru olarak öğrenmesini, böylece oyunu ve diğer haklarını bilinçli olarak kullanmasını sağlayacak bir biçimde saptanm alıdır.
(Bitti)(77) im regün, age, s. 234, dn. 38(78) Yarayalçm, a g e . s. 89(79) tm regün, age. s. 253,dn. 69
558 ANONİM ORTAKLIKLARDA PAY SENEDİNİNSAHİBİNE SAĞLADIĞI HAKLAR (II)
B İ B L İ Y O G R A F Y A
GENEL YAPITLAR :
Ansay, Tuğrul :
Arslanlı, Halil :
Domaniç, Hayri :
Hirş, E. E.
îm regün, Oğuz :
Poroy, Reha/Tekinalp, Ünal/ Çamoğlu, Ersin :
Von Steiger, F (Çev. Tahir Çağa) :
Anonim Şirketler Hukuku, Ankara 1975
Anonim Şirketler, C. I, İstanbul 1959 Anonim Şirketler, C. II, İstanbul 1960
Anonim Şirketler, İstanbul 1978
Ticaret Hukuku Dersleri, İstanbul 1948
Anonim Ortaklıklar, İstanbul 1974
O rtaklıklar Hukuku - Adi O rtaklık - Ticaret O rtaklıkları ve Kooperatifler - Birleşme Nev'i Değiştirme, C. I, İstanbul 1975
C. II, İstanbul 1976
İsviçre’de Anonim Şirketler Hukuku, İstanbul 1968^
II — MONOGRAFİLER :
Birsel, M ahmut T.
Öçal, Akar
Karayalçm, Yaşar
Moroğlu, Erdoğan
Yargıtay K ararlarının Işığı Altında Şirket Kârı Konusunda Anonim Şirket ile Pay Sahibi Arasındaki Menfaat Çatışması, Ankara 1971
Anonim Şirketlerle İlgili Federal Mahkeme K ararları, (1960 - 1970), Ankara 1961
Bilânço Hukuku, Ankara 1979
Türk Ticaret Kanununa göre Anonim Ortaklıkta Genel Kurul K ararlarının Hükümsüzlüğü, Ankara 1967Özellikle Anonim ve Limited O rtaklıklarda Oy Sözleşmeleri, İstanbul 1978
Tekinalp, Ünal Anonim Ortaklığının Bilânçosu ve Yedek Akçeleri - Kamuoyu Aydınlatma İlkesi ile İstanbul 1970
NAÎL SUCU 559
III — MAKALELER :
Belgesay, Mustafa Reşit : Anonim Şirketlerde Kârın İhtiyata Alınmasıve Hakkın Suiistimali,(Batider, 1962 C. I, sa. 4, s. 555-557)
Teoman, Ömer : Anonim Ortaklıklar Genel K urulunda BirdenFazla Paya Sahip Olan O rtaklar Bir Öneri Konusunda Aynı Zamanda Olumlu ve Olumsuz Oy Kullanabilir mi?(İkt. Mal, Temmuz 1971, C. X V //, s. 4
K I S A L T M A L A R
age. Adı geçen eserage. Adı geçen makaleAnk. Barö Der. Ankara Barosu DergisiBatider Banka ve Ticaret Hukuku DergisiBK. Borçlar KanunuC. Cilt .Çev. ÇevirenD. Arşiv Daire Arşivindendn. Dip not
Drl. DerleyenE. EsasHD. Yargıtay Hukuk DairesiGHK. Yargıtay Hukuk Genel KuruluİİD. Yargıtay İcra İflas Dairesiİkt. Mal. İk tisat Maliye DergisiK. K arar
m. Madde
MK. Medeni Kanun
Res. Kar. Der. Resmi K ararlar Dergisi
s. Sayfa
sa. Sayı
TD. Yargıtay Ticaret Dairesi
TTK. Türk Ticaret Kanunu
vd. Ve devamı
ZAMANAŞIMINA UĞRAMIŞ BONONUN TAKİP VE MADDİ HUKUKTAKİ YERİ
M. Kemal MUTLUAY (*)
PLAN: 1 — Giriş. 2 — Takip Hukukunda zamanaşımına uğramış bononun yer i: a) — Alacaklı elinde bono varken hangi çeşit haciz yoluna gidebilir? b) — Bono tutan hangi şartlarla kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile tahsil edilebilir? c) — Zamanaşımının takibe etkisi. 3 — Maddi Hukukta zamanaşımına uğramış bononun yeri : a) — Genel olarak bono ve temel borç ilişkisi, b) — Zamanaşımına uğramış bononun, temel borç ilişkisindeki yeri. 4 — Sonuç.
1 _ G İ R İ Ş
Türkiye’de en çok kullanılan ticari senet, bono'dur. Ancak, buna rağmen Türk Ticaret Kanunu’nda bonoya ait sadece dört madde vardır (TTK. md. 688. 689, 690, 691). «Bono, muayyen şekil şartlarına tabi ve muayyen bir m iktar paranın ödenmesi taahhüdünü havi ve kıymetli evrak vasfını haiz b ir borç senedidir» (1). Bir senedin bono sayılabilmesi için TTK. md. 688’de belirtilen unsurları bünyesinde taşım ası şarttır.
Zamanaşımına uğramış b ir bononun takip hukukunda ve maddi hukuktaki yeri ayrı ayrıdır. Bunun için, uygulamaya genel ölçüde yer verilmiş olup, bu hususla ilgili Yargıtay kararları birlikte incelenmiştir.
2 — TAKİP HUKUKUNDA ZAMANAŞIMINA UĞRAMIŞ BONONUN YERİ :
a) Alacaklı elinde bono varken hangi çeşit haciz yoluna gidebilir?
Para alacağı b ir bonoya dayanm akta ise, alacaklı borçlu aleyhine ya kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluna (ÎİK. md. 167 -176
(*) Çayıralan C. Savcısı.(1) DOMANİÇ, H. : Kıymetli Evrak Hukuku, 2. baskı İstanbul 1975, s. 339
M. KEMAL MUTLUAY 561
ya da genel haciz yoluna (ÎÎK. md. 46 -144) başvurulabilir. Ticaret hayatının çabukluk ihtiyacı ve bu senetlerin (bonoların) kolayca tedavül edebilmesi dolayısiyle ÎÎK. bu senetlerin (bonoların) takibi için özel bir yol kabul etmiştir» (2). Yoksa alacağı b ir bonoya bağlı olan alacaklının kambiyo senetlerine mahsus olan özel haciz yoluna gidileceği hakkında IÎK. umuz da âm ir b ir hüküm yoktur. Bu husus sadece bir yetki meselesidir. Yani alacaklı dilerse alacağı b ir bonoya dayanmakta ise bile genel haciz yoluna gidebilir (*).
b) Bono tutan hangi şartlarla kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile tahsil edilebilir?
Bononun, kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip edilebilmesi için aşağıda belirteceğimiz iki unsurun bulunması lâzımdır :
aa — Senedin, bono sayılması lâzımdır. Yani TTK. md. 688’- de sayılan unsurların senet metninde bulunması lâzımdır. Örneğin tanzim tarihi olmayan bono, kambiyo senedi vasfında değildir. Bu yüzden tanzim tarihi olmayan bono, kambiyo senetlerine mahsus olan haciz yoluyla takip edilemez.
bb — Bononun yukarıda belirtilen unsurları, kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takibe gidildiği vakit, muhafazaya devam etmesi lâzımdır.
c) Zamanaşımının takibe tesir i:
Bonolar, kambiyo senetlerinin b ir çeşididir. Kambiyo senetleri de, ispat hukuku bakımından bir adi senettir. Ancak, kambiyo senetleri TTK. nun dördüncü faslında düzenlenmiştir. Yani her senet kendisini düzenleyen kanun hükmüne tabidir.
Bono genel haciz yoluyla takip edilmesi halinde adi senet hükmüne tabi olmaz. Yine bono, TTK. un 688 - 691 maddeleri hükm üne tabidir . Yani bono genel haciz yoluyla takip edilse bile TTK. md. 690, 661'de belirtilen zamanaşımı süresine tabidir.
(2) GÜRDOĞAN, B. : îc ra Hukuku Dersleri, Ankara 1970 s. 47
562 ZAMANAŞIMINA UĞRAMIŞ BONONUN TAKİP VE MADDİ HUKUKTAKİ YERİ
Bononun zamanaşımı süresi içerisinde kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluna başvurmalıdır. Yani «zamanaşımı süresi içinde bono dolayısıyla borçlu olanlar aleyhine icra yoluna başvurulabilir. Bonoyu tanzim eden aleyhine özel icra yoluna m üracaat edebilmek için vadede m üracaat veya protestonun tanzim edilmiş bulunm ası şart değildir» (3).
Hamil : Ciranta ve lehtar ve onların lehine aval verenler aleyhindeki m üracat hakkı protesto tarihinden itibaren b ir yıllık zam anaşımına tabidir (TTK. md. 690, 661/11, 665).
Bonoyu ödeyen cirantanın kendisinden önceki m üracaat borçlularına karşı m üracaat hakkı altı aylık zamanaşımı süresine tabidir (TTK. md. 690, 661/III, 665).
Bu yukarıda belirttiğimiz husus Yargıtay içtihatları ile teyid edilm iştir (**). Daha açık b ir deyişle örneğin, adi senetlerin tabi olduğu BK. md. 125'de öngördüğü on senelik zamanaşımı süresi hükm üne tabi değildir.
Bono ister genel haciz yoluyla, isterse kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takibe konulsun, her iki halde de bono üç senelik zamanaşımı süresine tabidir. Yani bono üç senelik zamanaşımı süresi gerçekleştikten sonra, takip hukuku bakımından alacaklı alacağını boçludan alamıyacaktır.
(*) «Bonoya istinaden adi haciz yolu ile takip yap ılm ası: Kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip alacaklı lehine kabul edilmiş, hususi bir takip şeklidir. Alacaklının bu hakkını kullanm ayarak adi haciz yolu ile takipte bulunm asını önleyici bir hüküm yoktur. Bu cihet gözetilmeksizin takibin iptaline karar verilmesi icra yasasına ve dosya muhtevasına aykırıdır (İ.İ.D. 8.6.1971 G. 6643 E. 6495 K.)ÖĞÜTÇÜ, A, T - ÇÎTOĞLU, A : Uygulamalı îc ra ve İflâs Kanunu, Ankara 1977 s. 805 C il t : 2
(3) KARAYALÇIN, Y. : Ticari Senetler, 4. baskı, Ankara 1970, s. 324.(**) Zamanaşımı : «Takip dayanağı yapılan senetler T.T.K. 688 md. sinde ya
zılı bono niteliğindedir. Bonolarla takibe ait özel yol seçilmeyip, genel haciz yoluyla takip yapılabilirse de, takibin şekli, bononun vasfını değiştir- miyeceğini ve zamanaşımı yönünden T.T.K. 661 md. sinin uygulanması gerektiği düşünülmeden ve senetlerin vadelerine göre takip talebine 3 senelik zamanaşımının doldurduğu gözetilmeden itirazın kaldırılm ası isabetsiz olduğundan İ.İ.K. nun 366 ve H.U.M.K. 428 md. leri uyarınca bozulmasına 17.10.1978 günde oybirliğiyle karar verildi.» (Yargıtay 12. Hukuk Dairesi, 17.10.1978 gün ve 7621/8267 sayılı kararı. Yayınlanmamıştır.)
M. KEMAL MUTLUAY 563
Zamanaşımına uğramış b ir bono takibe konursa, borçlu zamanaşımı definde bulunabilir. Bono ister genel haciz yoluyla ister kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takibe konmuş olsun, borçlunun zamanaşımı defi her iki halde de îc ra Tetkik Merciince incelenecektir. «Borçlunun bu itirazı senet m etninden anlaşılacağından, bu itirazın alacaklıdan sadır ve imzası tasdikli b ir belge ile ispatı yahut alacaklının ikrarı şart değildir» (4).
Alacaklı zamanaşımının kesildiğini, Türk Ticaret Kanunu nun 162. maddesinde belirtilen sebeplere dayanarak ileri sürebilir.
Borçlu, takip sırasında zamanaşımı definde bulunacaksa, bu d efi b ir borca itirazdır. Bu sebeple bu defin i dilekçe ile tetkik merciinde ileri sürmesi gerekir. Bu defin ileri sürülmesi, satıştan başka icra işlemlerini durdurmaz (ÎÎK. md. 169).
3 — MADDÎ HUKUKTA ZAMANAŞIMINA UĞRAMIŞ BONONUN YERİ
a) Genel olarak bono ve temel borç ilişk isi:
Bono, bir para alacağını temsil eder. Bir bono tanzimi ile bu ilişkinin altında temel borç ilişkisi vardır. «Doktrinde hakim görüşe göre, kambiyo senetlerinde hakların yarışması vardır» (5). Uygulamada bono ve temel borç ilişkisinin varlığı Yargıtay kararları ile açıkça belirtilm iştir (***).
Alacaklı, alacağını bononun zamanaşımına uğramış olması sebebiyle alamazsa, bu takdirde temel alacağa dayanarak alacağım genel mahkemede talep edebilir. Temel borç ilişkisine dayalı olarak alacaklının hakkı sadece borçluya karşı ileri sürülen nisbi bir haktır.
(4) DOMANİÇ, H. : age. s. 778(5) ÖZTAN, F. : Kıymetli Evrak Hukuku, Ankara 1976, s. 174, SUNGUR-
BEY, 1. : Borç İkrarı ve Borç Vaadi, İstanbul 1957, s. 89.(***) : «Dava dilekçesinde davalı ile aralarında (para alıp vermesinden do
layı) bononun tanzim edildiği ileri sürülm üş ve netice bölümünde de (mevcut borcun ve alacağın tespiti ile alacağın tahsili) istenm iştir. Özellikle bononun zamanaşımına uğradığından söz edilmesi, esas borç iliş- kişine dayanılmak istendiğini göstermektedir.TTK. ile benimsenen kambiyo hukuku sisteminde bononun temelinde esas borç ilişkisinin varlığı kabul edilmiştir. Kesideci ve lehtar arasında temeldeki ilişkinin kambiyo senedine dönüştürülm esi yolunda yaptıkları
564 ZAMANAŞIMINA UĞRAMIŞ BONONUN TAKİP VE MADDİ HUKUKTAKİ YERİ
Bononun temel alacağa dayanarak tanzim edilmesi kuraldır. Ancak bu kuralın tek istisnası hatır bonosudur. H atır bonosu şu iki gayeden birini sağlamak için tanzim edilebilinir : 1 — Taraflardan birinin itibarını sağlamak (Bu bono tanzim edilirken tedavül gayesi yoktur), 2 — Taraflardan birinin nakit kredi temini için düzenlenir (Bu bono tanzim edilirken tedavül gayesi vardır). «Hatır senetleri m utlak anlamda bedelsizdir. Yani senedin temel alacağı mevcut değildir, hiç doğmamıştır ve doğması ihtimali de yoktur» (6).
b) Zamanaşımına uğramış bononun, temel borç ilişkisindeki y er i:
«Bir kambiyo senedinin düzenlenmiş olduğu hallerde, taraflar arasında kaideden iki ayrı borç münasebeti meydana gelir» (7). «Demek oluyor ki, kambiyo ilişkisi diye adlandırılan bu ikinci ilişkinin altında, esas itibarıyla b ir asıl borç ilişkisi vardır» (8). Her iki münasebetten dolayı ayrı ayrı talep hakkı vardır. «Her iki talep hakkının da amacı b ird ir ve borçlu ancak bir defa ödemek zorundadır» (9).
ek bağıt, önceki alacak ve borçluluğun biçimsel açıdan yeni b ir görünüm üne bürünm esi amacına yöneliktir. Yoksa, temeldeki borç ilişkisini sona erdirm ez ve yeniden ortaya çıkarmaz. Çünkü BK. nun 114. maddesi gereğince, mevcut b ir borç için kambiyo taahhüdünde bulunm ak, kural olarak tecdidi tazam m un etmez. Böyle olunca, TTK. nun 577. md. sindeki ana kural dışında kalan ve senede dayanma olanağı bulunm ayan istisna hallerde alacaklı kambiyo senedini b ir tarafa b ırakarak esas borç ilişkisini ileri sürebileceği gibi hem senede hem de temel borç ilişkisine de dayanmağa hakkı vardır. Gerçekten TTK. nun 557. md. sinde kıymetli evrakta yerleşen hakkın senetten ayrı olarak dermeyan edilemeyeceğine ilişkin hüküm, senedin geçerliliğini koruduğu ve ona dayanma olanağı bulunduğu sürece temel borç ilişkisinin dava konusu yapılamayacağı anlam ındadır. Çünkü bu durum da davalı senedin ibrazını istem ek hakkına sahiptir. Hukuki ilişkiye dayanma olanağı bulunduğu hallerde zamanaşımı süresinin de buna göre hesap edilmesi gerekeceğinden mahkemece bononun düzenlenmesine yol açan hukuki ilişkinin saptanm ası ve HUMK. nun 76. md. si gereğince onunla ilgili zamanaşımının uygulanması icap ederken yazılı olduğu şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.» (Yargıtay II. Hukuk Diresi, E : 78/2055, K : 78/2164. YKD. 1979, C ilt : 5, Sayı: 1, s. 82)
(6) ÎNAN, N . : Türk H ukukunda H atır Senetleri, Özellikle H atır Bonosu, Ankara 1969, s. 55
(7) ÖZTAN, F. : age. s. 172(8) ÖZTAN, F. : age. s. 172(9) ÖZTAN, F. : age. s. 174
M. KEMAL MUTLUAY 565
Kambiyo borcu; ifa, takas gibi hallerde ortadan kalktığından asıl borç ilişkisi de ortadan kalkar. Ancak kambiyo borcunun zamanaşımı ile son bulması halinde bunun asıl borç ilişkisine etkisi olup olmaması doktrinde ve uygulamada üzerinde çok durulan bir problemdir.
Alacaklı, bononun üç senelik zamanaşımına uğraması halinde, borçlu zamanaşımı definde bulunursa ne kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla ne de genel haciz yoluyla alacağını alamaz. Buna karşılık, alacaklının temel borç ilişkisine dayanarak genel mahkemelerde açacağı alacak davasında (****), bu zamanaşımına uğramış bono yazılı b ir beyyine başlangıcıdır. Şu nedenlerle bu bono yazılı beyyine başlangıcıdır: a) — Yazılı b ir belgedir, b) — Bu yazılıbelge, aleyhine kullanılacak kimse tarafından imzalanmıştır, c) — Bu belge, meseleyi çözmemekle beraber, yol göstericidir, asıl alacak ilişkisinin varlığını muhtemel gösterm ektedir (10).
Görevli mahkeme ise, temel alacağın bedeline göre tesbit edilecektir. (HUMK. md. 8). Bu durum da alacaklının asıl borç ilişkisinden doğan bu ilişkinin tabi olduğu zamanaşımı süresine tabidir. Böylece alacaklı, alacağının varlığını alacak davasında ispat edecek ve borçludan bu alacağını alacaktır.
4 — S O N U Ç
Alacaklı, bonoya m üsnet olan alacağının tahsili için, bu bonoyu isterse kambiyo senetlerine mahsus olan haciz yoluyla, isterse ge-
(****) Alacak davası: Alacak davası b ir eda davasıdır. Alacak davasında, davacı (alacaklı), davalının (borçlunun) bir şey vermeye veya b ir şey yapmaya m ahkûm edilmesini genel mahkemeden talep etmesidir. Alacak davasının açılması için de, alacaklının (davacının) hukuki m enfaati bulunması lâzımdır. Alacaklı, bononun dayandığı temel alacak muaccel alacak davasının, davacı lehine hüküm verilmesinde, bu hüküm şu iki hususu bünyesinde taşır :a) — Alacağın tesbiti,b) — Bu alacağın, davacıya (alacaklıya) verilmesini belirten b ir emir. Alacaklı lehine hüküm, ilâmlı icra ile icra olunur (ÎİK. md. 24-41). Buna karşılık alacaklının, alacak davasının esasdan reddedilmesi halinde iddia edilen hak veya hukuki m enfaatin mevcut olmadığı tesbit edilmiş olunur.
(10) Yazılı beyyine başlangıcı: Daha geniş bilgi için bak. KURU, B .: Hukuk M uhakemeleri Usulü, 3. baskı, Ankara 1974, s. 414-416, ÜSTÜNDAĞ, S. : Medeni Yargılama Hukuku, C ilt: 1, 2. baskı İstanbul 1977, s. 568-570.
5 6 6 ZAMANAŞIMINA UĞRAMIŞ BONONUNTAKİP VE MADDÎ HUKUKTAKİ YERÎ
nel haciz yoluyla takibe koyabilir. Eğer bono kambiyo senetlerine mahsus yolla takibe konacaksa TTK. md. 688'de belirtilen unsurları bünyesinde taşımalı ve ayrıca vadesi gelmiş olmalıdır.
Bir bono zamanaşımına uğramışsa, bu bononun dayandığı temel borç ilişkisine dayanarak alacak davası açılabilir. Bu takdirde alacak olduğu için de, hukuki m enfaat mevcuttur.
Zamanaşımına uğramış olan bono, temel borç ilişkisi bakımından yazılı beyyine başlangıcıdır. Bu temel alacak tabi olduğu yasanın öngördüğü zamanaşımı süresine bağlıdır. Bu alacak davası, genel mahkemede açılacaktır.
KAYNAKÇA :
Kıymetli Evrak Hukuku, 2 Baskı, İstanbul 1075
îcra Hukuku Dersleri, Ankara 1970
Türk H ukukunda H atır Senetleri, Özellikle H atır Bonosu, Ankara 1969
Ticarit Senetler, 4 baskı Ankara 1970
Hukuk Muhakemeleri Usulü, 3. baskı, Ankara 1974
Uygulamalı ic ra ve iflas Kanunu, Ankara 1977, C ilt : 2
Kıymetli Evrak Hukuku, Ankara 1976
Borç îrra r ı ve Borç Vaadi, İstanbul 1957
Medeni Yargılama Hukuku, C ilt : 1, 2. baskı, İstanbul 1977
KISALTMALAR:
HUMK. Adı geçen eserage. Bakınızbak Borçlar KanunuBK. Huku Usulü Muhakemeleri KanunuİlK . ic ra ve iflas Kanunumd. MaddeTTK. Türk Ticaret Kanunus. SahifeYKD. Yargıtay K ararlan Dergisi
DOMANİÇ, H. :
GÜRDOAN, B. :
İNAN, N. :
KARAYALÇIN, Y. :
KURU, B.
ÖĞÜÇTÜ - ÇİTOĞLU :
ÖZTAN, F. :
SUNGURBEY, I. :
ÜSTÜNDAĞ, S. :
CEZA YARGILAMA HUKUKU
SANIĞIN SORGUSU
Cemil SAATÇİOĞLU (*)
PLAN : 1 — Giriş. 2 — Sanığın sorgusu. 3 — Hazırlık kovuşturmasısafhasında sanığın sorgusu. 4 — Sanığın sorgu tarzı. 5 — İlk soruşturmada sanığın sorgusu. 6 — Son soruşturma safhasında sanığın sorguya çe- kilmesi.
G İ R İ Ş
Herkes kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir (1).
Herkes yaşama, maddi ve manevi varlığını geliştirme haklarına ve kişi hürriyetine sahiptir. Kişi dokunulmazlığı ve hürriyeti kanunun açıkça gösterdiği hallerde usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça kayıtlanamaz.
Kimseye eziyet ve işkence yapılmaz (2).
Suçluluğu hakkında kuvvetli belirli bulunan koşullara ancak kaçmaya ve delillerin yokedilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadiyle veya bunlar gibi tutuklanm ayı zorunlu kılan ve kanunla gösterilen diğer hallerde hâkim kararı ile tutuklanabilir (3).
Hiç kimse kanunen tabii olduğu mahkemeden başka b ir m ercii huzuruna çıkarılamaz (4).
Kimse işlediği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı b ir fiilden dolayı cezalandırılamaz (5).
(*) Yargıtay 2. CD. Tetkik Hâkimi.(1) T.C. Anayasası Madde : 10(2) » » » : 14(3) » » » : 30(4) » » » : 32(5) » » » : 33
568 SANIĞIN SORGUSU
Kimse kendisini veya kanunun gösterdiği yakınlarını suçlandırm a sonucu doğuracak beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz (6).
Ceza sorumluluğu şahsidir (7).
Mahkemelerde duruşm alar herkese açıktır. Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır (8).
Sanık hakkında ceza davası açılan kim sedir diye Türk Hukuk Lügati tarafından tarif edilmekte ise de, bu tarifin noksan olduğunu belirtm ek gerekir. Çünkü sanık hakkında kovuşturm a yapılan kişidir. Kamu davası açılsın açılmasın suç isnadında bulunan her kişi sanıktır. Buna göre sanığın sorgusunun yapılması safahata göre değişiklik arzeder. Bu nedenle hazırlık ilk soruşturm a ve son soruşturm a safahatına göre sanığın sorguya çekilmesi hususunu incelemek gerekir. Bu incelemeyi yapmadan önce Anayasanın yukarıda belirtilen m addelerinin kural olarak gözönünde bulundurulması ve genel olarak durum un belirtilmesinde zaruret vardır.
SANIĞIN SORGUSU :
Sanık ceza mahkemesinin ilişkisinin sujderindendir. Bu sujelik üç bakım dandır.
® 1) Sanık yargılanacak uyuşmazlığın taraflarm dandır.
• 2) Sanık ferdi müdafaa makamını işgal eder.
• 3) Sanık fazla olarak korum a tedbiri ve delil suj esidir (9).
Yakalanan kimsenin sorguya çekilmesi başlığını taşıyan CMUK. m n 128. maddesi yakalanan şahıs bırakılm azsa lüzumsuz veya m uhik olmayan b ir gecikmeye vermiyecek surette sulh hâkimi huzuruna sevkolunur. Kuralını benimsemiştir.
Sanığın sorgusu m ünhasıran ispat vasıtası değildir. Aynı za
(6) T.C. Anayasası Madde : 33/4(7) » » » : 33/5(8) » » » : 135 ve CYUK. 32(9) Ceza Muhakemesi H ukuku - Prof. Nurullah KUNTER - 1974 Sh. 293 - 294.
CEMlL SAATÇlOĞLU 569
manda savunma vasıtasıdır. Yine aynı zamanda ispat vasıtasıdır. Suçun hususiyetlerini bilhassa suçun sahikini açıklar (10).
Sanığın isiçvabmdan m aksat sırf suçun delilini elde etmek, o rtaya bir suçlu çıkartm ak değildir. Belki ayni zamanda tahtızanda bulunan bir ferdi bu şüpheden kurtaracak, kendisini cemiyete saf ve temiz bir halde iade edecek vesaiti ihsar etm ektir (11).
Sorgu savunma aracı olduğundan sanık için b ir haktır.
Cerraranm belirttiği gibi sorgudan önce sanık üzerine atılan suçun söylemesi şartır. CMUK. nun gerekçesinde belirtildiği gibi sanığa anlamayacağı sualleri sormak, şaşırtıcı sualleri sormak doğru değildir. CMUK. nun 135. maddesinin 1. fıkrasına göre sanığa cevap verip vermiyeceği sorulacaktır. Yalnız sükutundan çıkan sonuçları bildirmek doğru olur. Örneğin : suçu sen mi işledin veya bunu sen mi yaptın tarzındaki soruya sükunla karşılık vermek kabul olarak nitelendirilebilir. Aksi takdirde sakıta söz atfolunmaz. Ancak, hini- hacette sükut ikrard ır (12).
Sanığın iç varlığını araştırm a yolu ile doğruyu söyleyip söylemediğini denetlemek doğru değildir. Buna manevi keşif denir. Bu hareketler irade dışı harektlerdir. CMUK. nun gerekçesinde belirtildiği gibi istiçvapta tam bir serbesti şarttır.
Üzerinde durulm ası gereken b ir hususta sanığın sorgusunun kimin tarafından yapılacağıdır. Uygulamada güvenlik kuvvetleri C. Savcısı tarafından da sanık sorguya çekilmektedir. Üzülerek belirtelim ki, sanığın buradaki beyanları delil olarak nazara alınıp değerlendirilmektedir. Sayın Prof. Dr. Faruk Erem 'in belirttiği gibi hâkimin dışında hatta savcının önündeki ikrar delil sayılamaz. Uygulamada zabıtanın tanzim ettiği tutanakların mahkûmiyet hükümlerinde ikrara delil olarak gösterilmesi usul hükümlerine aykırıdır.
Ceza alimlerinin fikirlerine göre sorgu ancak suçun hangi şera itte işlenmiş olduğuna ve hangi ahvalin buna inzimam eylediğine taallûk edebilir, fakat hâkim doğrudan doğruya suça temas eder
(10) Ceza Usulü H ukuku - Prof. Faruk Erem - 1970 Sh. 156(11) » » » - » » » - » » 162(12) Mecelle Genel Hüküm ler
570 SANIĞIN SORGUSU
şekilde sorgu yapmamalıdır. Zira bu m üttehim e hemen kendini m üdafaa eder yollu cevap vermesini telkin ve ilham eder (13).
Görüldüğü gibi doktirinde alimlerin üzerinde durdukları önemli konulardan birisi sanığın sorgusunun hâkim tarafından yapılmasıdır. Ve yine sorgu yapılırken sanığın serbest irade mahsulü beyanda bulunm asını sağlaması ve sorguya çekilme tarzıdır. Çünkü üzerine suç atılan zanlının suçlu olup olmadığına ve adaletin tecellisinde sorgunun tarzı önemlidir.
Uygulamada hâkim tarafından sorgu yapılırken hâkim in yanında kimin bulunm ası gerektiği hususu önemlidir. Aşağıda bu husus geniş olarak inceleneceğinden kısaca değinilmesi gereken bir husus geniş olarak inceleneceğinden kısaca değinilmesi gereken bir hususu belirteceğiz. Sanık hâkim huzuruna güvenlik kuvvetleri tarafından getirilmektedir. Güvenlik kuvvetinin sanık sorguya çekilirken sanığın yanında bulundurulm ası salim ve sıhhatli b ir savunma alınmadığını gösterir. Sanığın iradesi üzerinde manevi baskı hasıl eder. Bu nedenle bu konu üzerinde önemle durulm ası gerekir.
Üzerinde önemle durulm ası gereken diğer b ir hususta Anayasa'- mn benimsediği tabii hâkim kuralıdır. Sanık bağlı bulunduğu tabii hâkim dışında baskı b ir hâkime çıkarılmamalıdır. Suçun işlendiği ve yetkili bulunan hâkim tabii hâkimdir. Hâkimin olmadığından bahisle b ir sanığı b ir yerden alıp diğer b ir yere götürüp sorgusunun yaptırılm ası Anayasa kuralına ve usul hüküm lerine aykırıdır. Bu konuya değinmemizin nedeni uygulamada bu hususa çok defa başvurulm uş olmasıdır.
HAZIRLIK KOVUŞTURMASI SAFHASINDA SANIĞIN SORGUSU :
® A) CMUK. nda hazırlık safhasında güvenlik kuvvetleri ve C. Savcısı tarafından sanığın sorguya çekileceğine dair b ir hüküm bulunm am aktadır. Buna rağmen güvenlik kuvvetleri ve C. Savcısı tarafından sanık sorguya çekilmektedir. Doktrinde bu şekildeki bir ikrarın delil olarak kabul edilmemesi gerektiğine değinildiği halde uygulamada b ir çok mahkemeler güvenlik kuvvetleri veya C. Savcısı tarafından sanığın suçunun ikrar etmesinin delil olarak kabul
(13) Suçlar ve Cezalar - Markı Maccaria - İstanbul - MCML . Sh. 174
CEMİL SAATÇlOĞLU 571
etmekte ve hüküm buna dayanılarak verilmektedir. Yargıtay dahi bu safhada sanığın suçu ikrar edip mahkemenin hükm ünü buna dayandırması olumlu karşılam aktadır. C. Savcısı, jandarm a veya polis huzurunda suçunu kabul eden bir kişinin hâkim huzurunda da kabul etmemesinin nedenini izah etmek mümkün değildir. Bu itibarla hâkim huzurunda yapılmayan bir ikrarın samimi olarak kabul edilmemesi gerekir. Bu husus üzerinde ciddiyetle durulup uygulamadaki bu hatanın giderilmesi temenniye şayandır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin bir dosyasında rastladığımız sanığın sor- gu tarzına değinmek istiyoruz. Bu da sanığa yapılan telkindir. Sanık günlerce bir odaya konulup devamlı olarak teyple suçu nasıl ve ne şekilde işlendiği empoze edilmektedir. Bunun sonucu sanık bir papağan gibi teypte belirtilen hususu tekrar etmektedir. Atasö- zümüzde belirtildiği gibi bir kişiye 40 gün delisin deyince deli olur gibi bunu görünce Sayın İçişleri Bakanının bir olayı anlatırken yeni delil usulü ile tesbit ettiğimizden değimini hatırladım .
Eğer Güvenlik Kuvvetleri ve C. Savcısının sanığı sorguya çekme yetkisi olsaydı 3005 sayılı Meşhut Suçların Muhakeme Usulü Kanunundaki «Cumhuriyet Müdemmimisi sorguya çektikten sonr a » diye b ir hükme lüzum olmazdı (14).
® B) Hazırlık kovuşturması safhasında sanığın sorguya çekecek yetkili merci sulh hâkimidir. Yakalanan kimsenin sorguya çekilmesi başlığını taşıyan CMUK. nun 128. maddesi yakalanan şahıs bırakılmazsa lüzumsuz veya muhik olmayan bir gecikmeye meydan vermeyecek surette sulh hâkimi huzuruna celp olunur. Hâkim tarafından da nihayet ertesi günü sorguya çekilir hükmü mevcut iken ileri gidilmiyerek geri gidilmiş 334 sayılı A nayasanın hakların korunması ile ilgili hüküm ler başlığı taşıyan kural ile yakalanan ve tu- tuklanan kimse tutulm a yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için gerekli süre hariç 48 saat ve devlet güvenlik mahkemeleri görevve yetkilerine giren suçlar ile yasanın açıkça belli ettiği h a lle rd e .......yasalarda gösterilen sürelerde hâkim önüne çıkarılır. Bu süre 15 günü geçemez hükm ü getirilm iştir (15).
Burada önemli olan husus sanığın sorgusunun zamanında yapılması ve bunun serbest iradeye dayanmasıdır. Maddede tutulm a yerine en yakın mahkemeye gönderilmesi için gerekli süre hariç den
(14) 3005 sayılı Yasa Madde : 4/4(15) Anayasa Madde : 30/4
572 SANIĞIN SORGUSU
mektedir. Bu sürenin ne kadar olacağının takdirin sanığı yakalayan kişinin insiyatifine kalmıştır. Bu husus ise suistimale m üsaittir. Bu nedenle sanığın gözetim altında kalması gereken sürenin gözetim altında kalma şeklinin bir kurala bağlanması güvenlik kuvvetlerinin maddi ve manevi baskısından uzak tutulm ası gerektir.
CMUK. nun 128. ve 129. maddelerine göre sanığı sorguya çekme yetkisi sulh hâkiminindir. Sulh hâkimi sorguyu yaparken sanığın baskı altında tutulm am ası gerekir. Bu nedenle sorguya çekilirken hâkimin yanında kimin bulunm ası gerektiği hususu önemlidir. Kanımızca tutanak kâtibi dışında kimsenin bulunm am ası gereklidir. Halbuki uygulamada sanığı hâkim huzuruna getiren güvenlik m ensubu sanığın yanında bulunm aktadır. Bu ise manevi baskı olduğundan alınacak savunmanın sıhhatm a hâleldar getirir.
Sulh hâkimi beyanı tesbit ederken bunun b ir tutanakla saptanması gerekir. CMUK. nu hâkim ile hazır bulunan zabıt kâtibi tarafından tutanağın imzalanacağına dair hüküm koym uştur (16).
CMUK. ndaki sanığın daveti hakkm daki hüküm ler incelendiğinden sanığın tam bir serbesti içinde beyanda bulunm a şeklinin benimsendiğini görmekteyiz. CMUK. nun 132. maddesi sanığın daveti ile celp edileceği hususunu belirtm iş davetiye ile gelmediği takdirde ihsar diğer b ir deyimle zorla getirileceğinin yazılacağını açıklam aktadır. Bu kurala istisna olarak hakkında tutuklam a müzekkeresi kesilmesi için kafi sebepler bulunan sanığın zorla getirilebileceği kabul edilmektedir (17).
Ihsar olunan ve yakalanan sanığın hâkim tarafından hemen m üm kün olmaz ise yasalarda belirtilen süre içersinde sorguya çekilmesi gerekir. Bu süre Usul Yasasında 24 saat içinde şeklinde açıklanmıştır.
SANIĞIN SORGU TARZI :
Sanığın önce hüviyetinin tesbit edilmesi sonra üzerine atılan suç anlatılıp nasıl nerede ne şekilde tarzındaki sualler sorulmak suretiyle sorgusunun tesbiti gerekir (18).
(16) CYUK. Md. 181 ve Yargıtay CGK. nun 22.1.1979 gün ve 979/15 S.K.(17) CYUK. Madde : 133(18) CYUK. Madde : 135 ve Yargıtay 4. CD. 21.6.1964 gün ve 610 S. K ararı
CEMÎL SAATÇÎOĞLU 573
İLK SORUŞTURMADA SANIĞIN SORGUSU :
Sanık ilk soruşturm adan önce sorguya çekilse bile ilk soruşturma sırasında yeniden sorguya çekilecektir. Bu husus CMUK. nun 185. maddesinin am ir hükmüdür.
Sanığın sorgusu yapılmadan ilk soruşturm a sonuçlandırılamaz. ilk soruşturm ada sanığın hangi safhada sorgusunun yapılacağı hususunda yasamızda bir hüküm yoktur. Bu nedenle soruşturm a kararı açıldıktan önce mi yoksa sonra mı sanık dinlenmelidir, hususu üzerinde durm ak gerekir. İlk soruşturm a gizlidir. Deliller toplanırken sanık hazır bulunamaz. Aynı zamanda sanığın talepnameyi reddetme yetkisi de bulunm aktadır. Bu nedenle sanık hakkında bütün itham delilleri toplandıktan sonra sanığın sorguya çekilmesi daha uygundur (19).
Soruşturm a gizli yapıldığına göre vusuki temin için her soruşturm a işleminin b ir tutanak ile saptanm ası tutanağın sorgu hâkimi zabıt kâtibi ve alakadarlarca imzalanması gerektiğine dair Usulün 181. maddesi hükm ü isabetli olarak konulmuştur.
Mehaz kanunun gerekçesinde «ilk tahkikatın açılması talebi hukuki amme davasının açılması talebini de mutazammm bulunm asından ve hukuki amme davasının açılması hakkında da maznunun dinlenmesi lâzım olduğundan hazırlık tahkikatı sırasında dinlenmiş olması ilk tahkikata da dinlenmesi zait kılmaz» denilmektedir (20).
Son soruşturm a açılıp mahkemelerce hüküm kurulduktan sonra Yargıtay'da yapılan incelemede, sanığın ilk soruşturm ada sorguya çekilmemesi halinde bunun biz bozma sebebi olarak kabul edildiği Yargıtay'ın bütün dairelerince benimsenmiştir.
SON SORUŞTURMADA SANIĞIN SORGUYA ÇEKİLMESİ :
CMUK. nun 208. maddesi son soruşturm a kararı ilk soruşturma yapılmayan işlerde C. Savcısının iddianamesinin sanığa tebliğ edileceği hükmüne am irdir. Maddeden m urad sanık sorguya çekilmeden üzerine atılan suçun ne olduğunu ve delillerin neden ibaret
(19) Ceza Usul Hukuku - Prof. Faruk Erem : 1970 Sahife : 239(20) Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununu M. M uhtar Çağlayan - 1960 Sa
hife : 360
574 SANIĞIN SORGUSU
olduğunu bilmesidir. Yasa ayrıca tutuklu bulunan sanıklar için bir hak koymuştur. Usulün 209. maddesinde sanığın duruşm ada kendisini müdafaa için b ir taleple bulunup bulunmayacağı ve bulunacaksa neden ibaret olduğunu bildirmeye davet olunacağını kabul etm iştir. Uygulamada bazı mahkemelerde buna riayet edilmediği gibi bazıları da b ir form alitenin yerine getirilmesi şeklinde telakki edilmektedir. Yasanın amacının iyi kavranması gerekli önemin verilmesi hususunun gözönünde bulundurulm ası lâzımdır.
Sanığın duruşm ada sorguya çekilmesinin incelenmeden önce sanığın mahkemeye gelmemesi halinde duruşm a yapılıp yapılamayacağı kuralı üzerinde durm ak gerekir.
CMUK. nun 223. maddesi uyarınca mahkemeye gelmeyen sanık hakkında yapılamaz. Bu nedenle duruşm anın yapılıp delillerin toplanıp hüküm kurulabilmesi için sanığın evvel emirde duruşm ada bulunm ası şarttır. Burada sanığın duruşm ada hazır bulunm adığı takdirde istinabe yolu ile sorgusunun yapılıp yapılamıyacağı hak- kmdaki hüküm leri incelememiz gerekir. Bu husus içinde üzerinde durulm ası gereken hüküm CMUK. nun 226. maddesidir. Usûlde en çok değişikliğe uğrayan bu madde sorgunun salim ve sıhhatli yapılmasından ziyade Türkiye'de sanığın getirilmesindeki güçlükler ve koşullara göre değiştirilmiştir. Madde 3006 sayılı Yasa ile hazır bulundurm ak mecburiyetinden vareste tutabilir.
Bu takdirde maznun ilk tahkikat sırasında sorguya çekilmemiş ise, davaya esas olan vakalar üzerine istinabe suretiyle sorguya çekilir tarzında iken 1696 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikle sanık veya vekaletnamesinde sarahat bulunması halinde müdafii isterse mahkeme sanığı duruşm ada hazır bulunm a mecburiyetinde vareste tutabilir.
Ağır cezalı suçların maadasında sanık daha önce sulh ceza veya sorgu hâkimi tarafından sorguya çekilmemiş ise davaya esas olan olaylar üzerine istinabe suretiyle sorguya çekilir tarzında tetvin edilmiştir. Maddede sanık veya vekilinin denmek suretiyle müdafiiede yetki tanımış ağır cezalı suçlar için ayrı b ir koşul getirilm iştir. Buna göre suç ağır cezalı ise, sulh ceza veya sorgu hâkimi tarafından sorguya çekilse bile davaya esas olan olaylar üzerine istinabe suretiyle sorguya çekilebileceğidir. Maddenin yapılan değişiklikle eklenen 4. fıkrasında duruşm adan vareste tutulm asını talep etmese bile davanın görüldüğü yer mahkemesinin yargı çevresi dışında baş
CEMİL SAATÇİOĞLU 575
ka b ir suçtan tutuklu veya cezası infaz edilmekte olan sanığın sorgusu bulunduğu yerdeki mahkeme aracılığı ile yaptırılabilir, hükmüdür. Bu madde uygulamada ayrı ayrı şekilde tefsir edilmiştir. Şayet sanık aynı suçtan tutuklu ise istinabe yolu ile savunmasının alınması mümkün değildir. Maddenin mefhumu mualifinde bu görüşü çıkartm ak gerekir. Yargıtay «Sanık Örfi İdare Mahkemesince tutuklanm ış 1402 sayılı Yasanın 15. maddesi uyarınca Sıkıyönetim Komutanlığı dosyayı Ağır Cezaya iade etmiş olmasına suçun ağır cezalı bulunm asına göre CMUK. nun 226. maddesine göre sanığın duruşm ada hazır bulundurulm ası gerekirken gıyabında hüküm kurulm ası isabetsizdir.» hükm ünü koymuştur (21).
Yargıtay bir kararında usulü yönünden bozmaya uyulmasından sonra bu suçtan başka cezaevinde tutuklu bulunan sanığın getirtilip yüzüne karşı duruşm a yapılması gerekli iken talim atla ifadesinin alınmasının yolsuz olduğuna değinmiştir (22).
Yargıtay 1. Ceza D airesinin görüşünün aksine Yargıtay Ceza Genel Kurulu herne kadar sanık tutuklu ise de, tutuklu bulunan bir sanığın CMUK. nun 226. maddesinden yararlanamıyacağı, duruşm ada vareste tutulm asını istemiyeceği ve mahkemenin tutuklu bulunan sanığı duruşm ada her zaman hazır bulunm a zorunluğunda olduğu hususunda usûl yasasında bir hüküm mevcut olmadığı kararlaştırılm ıştır (23).
Genel Kurulun bu görüşü hukuki olm aktan ziyade uygulamadaki güçlükler sanığın getirilmemesi im kânları nazarı itibare alınarak kabul edilmiştir. Ancak 1412 sayılı Yasanın 226. maddesi 2248 sayılı Yasanın 4. maddesi ile değiştirilmiş daha doğrusu maddeye b ir fıkra eklenmiştir. Adı geçen fıkraya göre hastalık veya disiplin önlemi nedeni ile yargılamanın yapıldığı yargı çevresi dışındaki b ir hastahaneye veya tutuk evine nakledilmiş olan tutuklunun sorgusunun yapılmış olması ve duruşm anın esaslı muamelelerinin yapılmaması şartı ile hazır bulundurulm asına gerekli görülmeyen oturum lar için celp edilememesine mahkemece karar verilebilir. Maddeye göre :
$ 1) Sanığın sorgusunun yapılmış olması,
(21) Yargıtay 1. CD. nin 14.2.1973 gün ve 1972/517 Esas, 1973/544 Sayılı Kararı(22) Yargıtay 1. CD. nin 27.2.1973 gün ve 1973/708 Sayılı Kararı,(23) Yargıtay CGK. nun 19.6.1978 gün ve 1978/149 Esas, 1978/255 Sayılı Kararı.
576 SANIĞIN SORGUSU
• 2) Esaslı işlemlerin yapılmaması gerekir. Üzerinde durulm ası gereken husus esaslı işlemlerin neler olduğudur. Bu husus içinde uygulamada istikrar olmadığını belirtm ekle yetiniyoruz.
Sanığın son soruşturm a safhasında sorguya çekilmesine dair hüküm CMUK. nun 236. maddesinde yer almıştır. Maddeye göre duruşm ada sanığın sorguya çekilmesi gerekir. Bunun içinde önce sanığın hüviyeti ve kişiliğinin tesbiti gerekir. Bundan sonra son soruşturm a kararı veya iddianame okunur sanık sorguya çekilecektir (24).
Son soruşturm ada iddianame veya son soruşturm a kararı varsa görevsizlik kararı sanığa okunmadan hüküm tesis edilmesi CMUK. nun 135 ve 263. maddelerine aykırıdır (25).
Duruşma safhasında sanığın hüviyetinin alınmaması yasaya aykırı olduğu gibi sanığın sorgusu yapılmadan duruşm anın bitirile- miyeceği de takarrü r etmiş içtihadlar cümlesindendir.
Hukukumuzda sanığın savunmasının alınması gerektiğine o kadar önem verilm iştir ki, evvelce sorgusu yapılan ve tutuklu bulunan sanık cezaevinden kaçtığı takdirde sanığın gıyabında duruşma yapılıp hüküm verilmesinin m üm kün olmadığı ve bunun CMUK. nun 226. maddesine aykırı bulunduğu içtihadlarla belirlenm iştir (26).
(24) Yargıtay 1. CD. nin 19.11.1977 gün ve Esas 1977/3530, K arar 1977/3435 Sayılı İlâmı,
(25) Yargıtay 4. CD. nin 22. 1.1970 gün ve 1848/602 sayılı K ararı,Yargıtay 6. CD. nin 23.12.1961 gün ve 4118/4193 sayılı Kararı.Yargıtay 1. CD. nin 29. 1.1970 gün ve 1970/335 sayılı Kararı,Yargıtay 2. CD. nin 18. 9.1979 gün ve 1979/5756 sayılı K ararı,
(26) Yargıtay İçtihadı Birleştirm e Büyük Genel K urulunun 10.6.1931 gün ve 29/4 sayılı Kararı,Yargıtay CGK. nun 9.12.1968 gün ve 395 sayılı Kararı.
ÇOCUK MAHKEMELERİ KURULURKEN
M. Naci ÜNVER (*)
PLAN : 1 — Giriş. 2 — Yasanın getirdikleri. 3 — Yasanın getirmedikleri. 4 — Sonuç.
G İ R İ Ş
Çocuk mahkemelerinin kuruluşu ve yargılama yöntemleri yasası tasarısı yayımı tarihinden bir yıl sonra yürürlüğe girmesi koşuluyla Meclislerde benimsenerek yasalaşmıştır. Dördü geçici olmak üzere toplam ellibir maddeden oluşan yasa 21 Kasım 1979 günlü Resmi Gazete'de yayımlanmış bulunm aktadır. Buna göre ülkemizde çocuk mahkemelerinin 21 Kasım 1980 gününde yaşama geçmesi gerekm ektedir (7.11.1979 tarih ve 2253 s. Yasa).
Yıllardır çocuklara özgü çağdaş b ir yargı sisteminin özlemi çekilen ülkemizde bu olayın önemi yadsınamaz. Ancak bu konuda geç kaldığımızı da vurgulamak isteriz şöyle k i ; Dünyada ilk çocuk mahkemesi 1889 yılında kurulm uş ve b ir çok batı ülkesi soruna içinde bulunduğumuz yüzyılın başlarında çözüm getirebilm iştir (1). H atta kimi Asya Ülkelerinde bile yıllar önce bu konuda önemli gelişmeler sağlanmış bulunm aktadır. Bu bilgiler bize ülkemizde çocuk yargısı konusunun nedenli gecikmeyle ele alındığını göstermek yönünden ilginçtir.
YASANIN GETİRDİKLERİ : Yasa her il ve asliye örgütü bulunan her ilçede çocuk mahkemesi kurulmasını, illerdekinin Ağır Cezalık işlere bakm ak üzere toplu, ilçelerdekinin ise tek yargıçlı olmasını öngörmektedir (M. 1).
Yasanın önlemler bölümünde 11 yaşını bitirmiyen küçüklerin b ir yıldan fazla hapis veya ağır hapis cezasını gerektiren b ir suç işlemeleri halinde eskiden olduğu gibi ceza verilmiyeceği, ancak kimi önlemler uygulanacağı esası benimsenmiştir. Bu önlemler arasında :
(*) Yargıtay 8. CD. Tetkik Hâkimi.
578 ÇOCUK MAHKEMELERİ KURULURKEN
• 1. Veli, vasi ya da bakıp gözetmeyi üstlenen yakınının birineteslim.
® 2. Bakıp gözetmeyi üstlenen güvenilir b ir aile yanma yerleştirme.
9 3. Bu amaçla kurulm uş yetiştirm e yurtlarına veya benzeriresmi ya da özel kurum lara yerleştirme.
• 4. Genel ve katm a bütçeli daireler yerel yönetimler bankalar, iktisadi Devlet Kuruluşlarının ve bunların ortaklıkları tarafından kurulm uş fabrika, kuruluş yahut tarım işletmeleri ve benzeri yerlere ya da meslek sahibi b ir ustanın yanma yerleştirilmek.
• 5. Resmi veya özel b ir hastahane ya da iyileştirme evine veya eğitimi güç çocuklara özgü kurum lara yerleştirme biçimindedir (M. 10).
Bu maddedeki önlemlerin 11 yaşını bitirm elerine karşın ceza ehliyeti olm ayanlara da uygulanacağı öngörülm üştür (M. 12).
Evvelce Türk Ceza Yasasının 53. maddesinde de böyle durum larda küçüğün 18 yaşını bitirinceye kadar veli ve vasiye yahut Devlet Kurum u yönetimindeki b ir kuruluşa yerleştirilebileceğine ilişkin kural bulunmaktaydı.
Yasada önemli sayılabilecek başka bir yenilik, 11 yaşını bitirip te 15 yaşını bitirmeyenler ve ceza ehliyeti bulunan küçüklere uygulanacak cezalarla ilgilidir. Bu küçüklere ölüm cezası yerine 15 yıl ve ömürboyu ağır hapis yerine 10 yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezası verilecek, bunun dışındaki cezalar yarıya indirilecek ağır hapis cezalar yarıya indirilecek ağır hapis cezaları hapise çevrilecek ve 7 yıldan fazla hapis cezası verilmiyecektir.
Yasada ayrıca küçüklere kamu hizmetlerinden yasaklılık ve genel güvenlik gözetimi altına alınma cezaları uygulanmıyacağı bu hüküm lülüklerin tekerrüre esas almmıyacağı da öngörülmüş bulunm aktadır (M. 12).
Bu durum a göre Türk Ceza Yasasının 54. maddesinde küçüklere verilmesi gereken cezalarda belirli ölçülerde azaltma öngörülm üştür. Çünkü anılan maddede ölüm cezası yerine en az 15 yıl en
M. NACt ÜNVER 579
fazla 24 yıl ağır hapis, öm ür-boyu hapis yerine de 10 yıldan 15 yıla kadar ağır hapis uygulanacağı öteki cezaların da salt yarısının indirileceği kuralı benimsenmiştir.
Yasanın getirdiği günümüz koşullarına uygun gördüğümüz başka bir yenilik de : Beden, ruh ve ahlâk gelişmeleriyle kişisel güvenlikleri tehlikede olan, ya da ana ve babasına karşı ağır b ir baş kaldırm a içinde bulunan küçükler hakkında veli, vasi ve C. Savcılığının istemi üzeri 10. maddedeki iyileştirici önlemlerin uygulanacağı yönündedir (M. 14).
Yasanın soruşturm a ve kovuşturma yöntemlerine ilişkin bölümünde de küçüklerle ilgili hazırlık soruşturm asını ancak C. Savcılarınca yapılacağı kuralına yer verilmiştir (M. 19).
Bu bölümde gerekirse ceza ve önlemlerden önce çocuğun aile ve okul durumu, davranışları ve içinde yetiştiği koşulların sosyal hizmet uzmanlarınca inceleneceği, ayrıca işlediği suçun anlam ve sonuçlarını kavrıyabilme yönünden bedensel ve akılsal, ayrıca ruhsal durum u da uzman kişilerce saptanm asına karar verilebileceği yönünde önemli b ir kural yer alm aktadır (M. 20).
Aynı bölümde gördüğümüz başka b ir yenilik ise ceza ve önlem uygulanmış ya da cezası ertelenmiş küçüklerin 3 yıla kadar gözetim altında bulundurulm alarına karar verilebileceği ve gözetim görevinin de çocuk mahkemeleri nezdinde bulunan veya mahkemece görevlendirilen gözetim delegelerince yerine getirilebileceği yolundaki hüküm dür (M. 29, 30).
Yasada küçüklerin suçları ve yargılanmaları ile ilgili her türlü yayının yasaklandığını ve yaptırım a bağlandığını da görmekteyiz (M. 40).
Bu arada yasayla, önemli bir kuruluşun getirildiğini görüyoruz. Bu kuruluş Adalet Bakanlığına bağlı «Çocuk Eğitim, Islâh ve înfaz işleri Genel Müdürlüğü» dür. Bu kuruluş küçüklerin cezalarının yerine getirileceği Islâh ve Eğitim kuruluşları ve Çocuk Mahkemelerinin gereksinimi olan binalarla küçükler için tutuk evleri yaptırmak, çocuk mahkemelerinin gereksinimi olan personeli sağlamak, çocuk suçluluğu hakkında inceleme yapıp istatistik hazırlamak gibi b ir çok hizmetleri yerine getirecektir (M. 44).
580 ÇOCUK MAHKEMELERİ KURULURKEN
Yasanın geçici 1. maddesine göre : Tüm yurtta çocuk mahkemelerinin kuruluşu yasanın yürürlük tarihinden başlıyarak 5 yı] içinde tam am lanm ası öngörülmüş bulunm aktadır.
YASANIN GETİREMEDİKLERİ : Getirdiği yenilikleri ana çizgileriyle vurgulamaya çalıştığımız yasanın günümüzde gerekli olup da getiremediği kimi yeniliklere de kısaca değinmek isteriz : Yasanın sakıncalı gördüğümüz en önemli yanı, salt yaşının küçüklüğü nedeniyle çocuğa daha hafif b ir ceza uygulanması gibi çağdaş hukuk anlayışıyla bağdaşmayan hukuksal bir ilkenin benimsenmiş olmasıdır. Aslında Türk Ceza Yasası’nda yer alan ve ondokuzuncu yüzyıl ceza hukukunun hatası o larak nitelenen bu ilkenin terkedil- mesi gerekirdi. Bunun yerine belli sürelerdeki kimi cezalar kaldırılıp iyileştirici önlemlere yer verilmesi kanımızca daha yararlı sonuçlar doğurabilirdi.
Önemli gördüğümüz başka bir eksiklik de, ceza hukukumuzda çocuk yaşının üst sınırı 18 olarak belirlenmesine karşın 15 yaşından küçüklerin yasa kapsam ına alınmasıdır. Türkiye bir çok batı ülkeleri arasında çocuk yaşının üst sınırının daha alt düzeyde tutulduğu ülkelerden birisidir. Yasa'da bu sınır daha da daraltılarak 15 yaşından büyük çocukların kapsam dışında bırakılm ası kanımızca büyük b ir sakıncadır. Yasa’da ceza yargılama yöntemi yasasında tu tuklama için öngörülen ölçütün çocuklar açısından değiştirilmesi gerekirken bu konuda her hangi b ir hükme yer verilmemesi de ayrı bir sakınca olarak görülmektedir. Tutuklam anın önemi ve çocuklar üzerindeki olumsuz etkileri gözönüne alınarak küçüklerin tutuklanmasının daha sıkı koşullara bağlanması gerekirdi.
Bugün ülkemizde normal adalet hizmetlerinin gereksinimi olan binaların yapımının gerçekleştirilemediği, araç gereç ve kırtasiye giderlerinin yeterince karşılanamadığı gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bu gerçekler ortada iken yasada çocuk mahkemeleri için öngörülen bina yapımı, eğitim ve ıslah kurum lannın kurulm ası ve personel giderlerinin karşılanm ası için gerekli ve yeterli mali kaynağın karşılanması konusu ilerde büyük b ir olasılıkla sorun yaratacaktır. Tüm bunlar dışında ülkemizin geri kalmış yörelerinde özellikle kırsal kesimlerde yasanın önlemlerle ilgili hüküm lerinin uygulanmasının zorluğu da ortadadır. Ayrıca bu yörelerde uzman bulunm ası konusunun güçlüğünü gözden uzak tutm am ak gerekir.
S O N U Ç : Yasa, çocuk yargısı oluşturm a yolunda yeni atılmışb ir adım olarak, kuşkusuz, iyi b ir başlangıçtır. Ancak : Amaç çocuk
M. NACİ ÜNVER 581
ların salt başka bir mahkeme yargılanmasına yönelik olmamalıdır. Çünkü böyle b ir uygulamanın fazla b ir yarar sağlıyamıyacağı açıktır. Bu durum da asıl amacın çocuklara özgü ve günümüz koşullarına uygun bir yargı sistemi oluşturmaya yönelik olması gerekir. Bu nedenle zaman geçirilmeden yasada kimi değişikliklerin yapılması zorunludur.
Bu değişiklikler arasında : 15 yaş ile 18 yaş arasındaki çocukların da yasa kapsamına alınması cezalarla ilgili bölümde önlemlere ağırlık verilmesi ve tutuklam a ile ilgili yeni ölçüt getirilmesi ayrıca çocuk kolluğu oluşturulmasını sayabiliriz. Bunlardan başka yasanın uygulanabilmesi için gerekli mali kaynağın sağlanması yönünden b ir vakıf kurulm ası konusu üzerinde durulm alıdır. Bu kuruluş gerçekleştiğinde yasanın işlerlik kazanmasına büyük çapta katkısı olacaktır. Üstelik konu çevresinde geniş b ir kam u oyu oluşturulacak ve yurttaşların da konuya ilgileri ve yardım ları böyle bir girişimle gerçekleşebilecektir.
Ancak bütün bu saydığımız eksiklerin giderilmesi halinde uygulama etkinlik kazanacak ve yararlı sonuçlar verebilecektir.
( 1 ) D ü n y a d a i l k ç o c u k m a h k e m e s i A . B . D . n i n Ş i k a g o k e n t i n d e k u r u l m u ş , b u
n u 1 9 0 5 t a r i h i n d e İ n g i l t e r e i z l e m i ş t i n
KARŞILAŞTIRMALI HUKUK
MUKAYESELİ HUKUK AÇISINDAN DAVA AÇILMASININ İYİ NİYETLİ ZİLYEDİ HANGİ ANDAN İTİBAREN KÖTÜ
NİYETLİ ZİLYET HALİNE SOKACAĞI SORUNU
Nihat YAVUZ (*)
PLAN : 1 — Giriş. 2 — Roma, Cermen ve Pandekt, Fransız, Avusturya,Alman, Sosyalist Avrupa Ülkeleri Hukuku Yönünden Durum : A — Roma Hu* kuku’nda. B — Cermen ve Pandekt Hukuku'nda. C — Fransız Hukuku'nda. Ç — Avusturya Hukuku'nda. D — Alman Hukuku'nda. E — Sosyalist Avrupa Ülkelerinde. 3 — İsviçre ve Türk Hukuku Yönünden Durum : A — İsviçre Hukuku'nda : 1 — Rossel - Mentha. 2 — Ostertag. 3 — Homberger.4 — Wieland. B — Türk Hukuku'nda: 1 — Belgesay. 2 — Sungurbey.3 — Feyzioğlu. 4 — Akipek. 5 — Oğuzman - Seliçi. 6 — Gürsoy - Eren - Cansel. 7 — Tekinay. 8 — Utku. C — Medeni Ulusal Hukukçularının Görüşleri :1 — Bilge - Kuru. 2 — Postacıoğlu. 3 — Bilge Önen. 4 — Belgesay. 5 — An- say. Ç — Bu Konuda Federal Mahkeme İle Yargıtay'ımızın Görüşü : 1 — Federal Mahkemenin Görüşü. 2 — Yargıtay'ımızın Görüşü. 3 — Görüşümüz.
1 — G İ R İ Ş
Davanın açılmasının maddi ve usul hukuku yönünden bazı sonuçları doğurduğu kuşkusuzdur. Örneğin maddi hukuk yönünden zamanaşımını kestiği (BK. m. 133/2, TK. m. 662, MK. m. 640, 701/2), kişisel haklarla ilgili bazı davaların (MK. 85/2, 127) koğuşturm a haklarının m irasçılara geçmesi ve davalının direngen durum a düşürülmesi sonuçlarını meydana getirmektedir. Usul hukuk bakım ından ise, mahkemeyi harekete geçirmek, davanın açıldığı tarihe göre dava şartlarının olup olmadığının araştırılm ası ve hükme bağlanması, derdestlik halinin doğması (HUMK. 187/4), davacının, davalının rızası haricinde davasından vazgeçemeyeceği (HUMK. 185/1), ile iddianın değiştirilemeyeceği ve de genişletilemeyeceği (HUMK. 185/2) yasağı durum u doğar. Ayrıca özel yasalarda bazı ayrık hükümler getirilmiş olabilir (Ör. 1ÎK. 72, Vergi Usul Yasası m. 323/1).
Biz burada, bunlardan ayrı olarak dava açılmasının iyi niyetli zilyedi kötü niyetli hale sokup sokmayacağı ve eğer sokacaksa hangi andan itibaren bu sonucun doğacağı durumunu, sırasiyle Roma, Cermen, Fransız, Avusturya, Alman, İsviçre ve Türk hukuku yö
(*) Yargıtay 3. HD. Tetkik Hâkimi.
NİHAT YAVUZ 583
nünden incelemek olacaktır. Ayrıca konu taşınmaz durum larının özellikleri gözden kaçırılmaksızın Avrupa’nın sosyalist kesimindeki ülkeleri yönünden de işlenecektir. Doğal olarak öncelikle doktrindeki (öğreti) ve ardından yargısal inançları saptadıktan sonra görüşümüzü açıklayacağız.
Ancak burada kısacada olsa iyi ve kötü niyete tem asta fayda vardır. Bilindiği üzere BGB. 932 gibi Türk - İsviçre hukukunda sübjektif iyi niyeti olumsuz yönden ele almıştır. Genellikle gerçekte hakkı mevcut olmadığını bilmeyen ve bilmesi gerekmeyen olarak tanım lanm aktadır. Bu böyle olunca kötü niyetli kişi gerçekte hakkı olmadığını bilen veya durum a göre bilmesi gereken olarak tanımlanabilir. Ancak burada hemen belirtelim ki, MK. m. 3'te geçen iyi niyet sözcüğü ile aynı yasanın 2. m. de de geçen iyi niyet sözcüğü aynı anlam da değildir. 3. maddedeki iyi niyet, b ir hak üzerinde yanılmayı, sübjektif b ir durumu, 2. madde geçen iyi niyet ise dürüst b ir kişinin herhangi b ir durum karşısında alacağı pozisyonu anlatır. Öğretide genellikle sübjektif iyi niyet kavramı (BONNE FOÎ, GUTER GLAUBE), objektif iyi niyet kavramı ise (BONNE FOÎ TREU UND GLAUBEN) terimleri ile ayırtedilmektedir.
Fransız ve Alman Medeni Yasaları (Fr. MY., 1134, AMY. 157) iyi niyete ancak sözleşmeler de ve onların yorumunda dokunmuşlardır. Oysa MK. numuz daha ileriye giderek iyi niyet konusuna genel b ir esas olarak başlangıç kısmında temas etmiştir.
îyi niyet kaidelerinin ise uygulamadaki yararları şunlar olabi- bilir : a) Sözleşmelerin yorumunda iyi niyet kaidelerine tu tunarak hakseverlik ve denkseverlik’e uygun olarak uygulama imkânı sağlanabilir. b) Eylemi yapan kimsenin hukuksal sorumluluğu buna göre tayin edilebilir, c) Yasal hilelerin önüne böylece geçilebilir.
Bizim burada tartışm a konumuz ise «BONA FİDES EST İLLA- ESA COSCÎENCİA PUTONTİS REM SUAM ESSE» 4dir. Yani bir şeyin kendisine ait olduğunu zan eden kimsenin samimi inancıdır, îş te bu inançta olan zilyede karşı açılan geri alma davasında davalı hangi anda kötü niyetli durum a girer. Araştırma konumuz budur.
2 — ROMA, CERMEN, FRANSIZ, AVUSTURYA, ALMAN, SOSYALİST AVRUPA ÜLKELERİ HUKUKU YÖNÜNDEN DURUM
a) Roma Hukukunda : İlk önce klasik hukukla, Justinianushukuku devrelerini biribirinden ayırmak lâzımdır. Her iki devrede
de soyut davanın açılması, onun iyi niyetini kayıbetmesini gerektirmez (Bununla beraber J. Gaillot zorunlu nedenlere dayanan durum ayrık, iyi niyetli zilyedi, davanın başlangıcından sonraki devrede kötü niyetli zilyede benzetir). Zira dava zilyede göre haksız olabilir. Ve bu inancında samimi olabilir. Buna rağmen davanın açılması Litis Contestatio - her iki hukuk devrinde de iyi niyetli zilyedin semereleri kazanma hakkı üzerinde rol oynar ve ona bu bakım dan kişisel de olsa b ir geri verme borcu doğurur. Justinianus hukukuna kadar, davalı (iyi niyetli zilyet) davanın başlangıcına kadar elde etmiş olduğu semereleri kazandığı ve semerelerden dava veya hüküm zamanında elinde bulunanları dahi geri vermediği halde, Justinianus hukuku ile birlikte bu semerelerden hükm ün verildiği anda halen elinde kalanları, yani istihlâk etmediklerini de geri vermeye zorunlu tu tu lm uştur (*).
b) Cermen ve Pandekt Hukukunda : Geri verme davasının açılması ile artık zilyet kötü niyetli sayılmağa başlardı. Ve bu andan sonraki semereler üzerinde b ir hak savlayamazdı. Şey'in geri verilmesi istenilmeksizin yalnız semerelerin geri verilmesi hususunda dava açılamazdı. İyi niyetli zilyedin şey'e yaptığı ve davacıdan isteyebileceği tazmini m asrafların semerelerden indirilmesi orada da geçerli idi.
c) Fransız Hukukunda : Kötü niyetli zilyet, zilyetliğinin nedensiz olduğunu veya şey'i kendisine intikal ettiren geçirimli işlemde sakatlığı bilen kimsedir. Soyut dava açılması iyi niyetli zilyedi kötü niyetli yapar mı? Bugünkü görüş, soyut dava açılmasının zilyedin iyi niyetini ortadan kaldırmayacağı merkezindedir (Planiol - Capitant). Denir ki : Zilyet davaya rağmen kendisini haklı gör
5 8 4 MUKAYASELİ HUKUK AÇISINDAN DAVA AÇILMASININÎYÎ NİYETLÎ ZÎLYEDİ HANGÎ ANDAN İTİBARENKÖTÜ NİYETLÎ ZİLYET HALİNE SOKACAĞI SORUNU
( * ) : « M a l i k i n , h ü s n ü n i y e t s a h i b i z i l y e t a l e y h i n e , m ü l k i y e t d a v a s ı a ç m a s ı , z i l
y e d i n h ü s n ü n i y e t i n i k a y ı b e t m e s i n e s e b e p o l m a z . Ç ü n k ü z i l y e d e g ö r e d a v a
h a k s ı z o l a b i l i r . A n c a k d a v a a ç ı l d ı k t a n s o n r a m a l i k o l m a d ı ğ ı i h t i m a l i n i
h e s a b a k a t m a s ı l â z ı m d ı r v e b u h u s u s d a v a y ı k a y b e t t i ğ i t a k d i r d e m e s u
l i y e t i n e t e s i r e d e r . V a k ı a d a v a n ı n b a ş l a n g ı c ı n a k a d a r ( L i t i s C o n t e s t a t i o )
e l d e e t m i ş o l d u ğ u s e m e r e l e r i m u h a f a z a e d e r . J u s t i n i a n u s h u k u k u n a g ö r e
b u s e m e r e l e r d e n , h ü k m ü n v e r i l d i ğ i a n d a , d a h a m e v c u t o l a n l a r ı ( F r u c t u s
E x t a n t e s ) y a l n ı z i a d e e t m e ğ e m e c b u r d u r . D a v a n ı n a ç ı l m a s ı n d a n s o n r a
e l d e e t t i ğ i s e m e r e l e r i ( F r u c t u s P e r c e p t i ) i a d e e t m e ğ e m e c b u r o l m a k l a
k a l m a y ı p , i s t i h s a l e t t i k l e r i ( F r u c t u s C o n s u m p t i ) i ç i n v e y a e l d e e d i l m e
s i n i k u s u r l u ş e k i l d e i h m a l e t t i ğ i s e m e r e l e r ( F r u c t u s P e r c i p i e n d i = t o p
l a n m a s ı i c a p e d e n s e m e r e l e r ) i ç i n t a z m i n a t v e r m e ğ e m e c b u r d u . » ( K o s c h a -
ker. age. s. 149 vd.).
NİHAT YAVUZ 585
mekte devam edebilir. Ve Sav'in haksız, yersiz olduğunu da ortaya koyabilir. Fakat bu fikirle - iyi niyetli zilyedin semereleri kazanma haki davanın açılması ile sona erer - kaidesi nasıl bağdaştırılacaktır? Eğer onun iyi niyeti devam ediyorsa, semereleri kazanma yet
k is i de hüküm tarihine kadar devam etmelidir, yok eğer davanın açılması ile bu yetki son bulur dersek, bu onun o andan itibaren iyi niyetini kötü niyete çevireceğini kabul etmek demek değil m idir? Bir an için zihinleri duraksamaya sevk eden bu m antık oyunu hemen söyleyelim ki, hatalıdır. Çünkü, iyi niyetli zilyedin semereleri kazanma yetkisinin davanın açılması ile son buluşunun nedeni, onun artık kötü niyetli sayılmağa başlaması demek değil, belki verilmiş olan hükm ün geriye etkili olmasının b ir sonucudur. Bir Fransız yazarının söylediği gibi usulü muhakemedeki gecikmeler, malikin zararına sonuçlar doğurmamalıdır. Dava açıldığı gün hükme bağlanacak olsaydı doğacak sonuca, kararın geç verilmiş olmasına karşın - geriye yayma yolundan giderek - varmak müm kündür.
ç) Avusturya Hukukunda : A.B.G.B. 326. m addesi: «Zilyedibulunduğu şeyin kendisine ait olduğunu düşündürecek, hakikate yakın olan sebeplere sahip olan kimse hüsnüniyetli zilyettir. Şey'in zilyetliğinin başkasına ait bulunduğunu bilen veya ahvalü vaziyete göre bunu düşünebilen (bilmesi gereken) kimse ise, suiniyetli zilyettir. Bir kimse, b ir maddi hata veya kanuni hükümleri bilmemesi yüzünden haksız zilyet olmasına rağmen hüsnüniyetlidir.»
Fakat A.B.G.B. de hüsnüniyet asıl farz olunduğu için, kuşku halinde zilyet iyi niyetli kabul edilmiştir (M. 328). Medeni semerelerin toplanmış olanları, zilyetliğin kavgasız b ir surette devam ettiği b ir devre içinde vadeleri son bulan kısmı iyi niyetli zilyede ait- dir (ABGB. 330/fıkra 2).
® ® Kötü niyetli zilyetlikte geri verme borcu :
O 1 — Aslında iyi niyetli iken, davanın açılmasından itibaren kötü niyetli sayılan zilyet,
® 2 — Başlangıçtan beri veya sonradan şey'in zilyetliğini başkasına ait bulunduğunu bilen veya bilmesi gereken zilyetler,
® 3 — Şey'in zilyetliğini ceza yasasının yasakladığı b ir işlemdolayısiyle elde eden zilyetler için söz konusudur.
d) Alman Hukukunda : BGB. Avusturya Medeni Yasası gibiaçık b ir şekilde «artık kötü niyetli olarak kabul edilir» dememiştir.Fakat daha çok belki Fransız öğretisindeki açıklama tarzına uygun b ir şekilde «Onun sorumluluk derecesini ağırlaştırm ış ve çok yer-i ler de bu durum daki b ir zilyedi, kötü niyetlilerle birlikte zikretmiştir. Esasen Prof. Von Philipp Beck'de kötü olan sorumluluğu üçe ayırm ıştır :
• 1 — Davalı, yani hakkında geri verme davası açılan zilyet (987/988-2)
• 2 — Hakkı olmadığını bilerek veya büyük savsama dolayı- siyle bilmeyerek şey'i iktisap eden zilyet,
• 3 — Hakkı olmadığını bilâhare öğrenen iyi niyetli zilyet.
Prof, işte bunları «Kötü niyet sahibi zilyet» adı altında toplanan üç tip olarak kabul etmektedir. BGB. 989. sorumluluğun derecesini şöyle tayin eyler : Zilyet malike karşı, davanın açılmasındanitibaren kusuru ile şey'in harap olması veya kayıbolmasmdan yahut diğer herhangi b ir sebeple şey'i ona iade edememekten doğan zarardan sorumludur.» Demek oluyor ki, o aleyhine b ir istihkak iddiası vaki olunca, kendisinin sonuçta haklı çıkacağına inançlı olsa bile - yanılmak insanlara hastır - düşüncesini gözden uzaklaştırm amak ve hüküm zamanına kadar şey'i korum ada kusur etmemekle yükümlü tutulm uştur. Şayet dava aleyhine sonuçlanırsa, onun ikame tarihinden itibaren şey'in semerelerinden de öncelikle sorumlu olacağına işaret edelim. BGB. 987/2 (1).
e) Sosyalist Avrupa Ülkeleri Hukukjunda : Konumuz direkt olarak yargılama hukukunu çok yakından ilgilendirmektedir. Herhangi b ir ülkedeki Medeni Yargılama yöntemini kuşbaşkışı da olsa bilebilmek karşılaştırm alı düşünmeyi ve sağlıklı sonucu sağlar.
Biz burada nisbeten genç olan (la) Sosyalist Avrupa Hukuk Yargılamasının konumuzu aydınlatıcı bölümleri olan «Mahkemelerin
586 MUKAYASELİ HUKUK AÇISINDAN DAVA AÇILMASININÎY l NİYETLİ ZİLYEDİ HANGİ ANDAN İTİBARENKÖTÜ NİYETLİ ZİLYET HALİNE SOKACAĞI SORUNU
( 1 ) F e y z i o ğ l u . a g e . s . 1 5 , 2 6 , 2 7 , 6 8 , 9 1 v d .
( l a ) « S o s y a l i s t y a r g ı l a m a y a s a l a r ı a r a s ı n d a k i e n e s k i y a s a , 1 . 9 . 1 9 2 3 t a r i h l i
R u s S o s y a l i s t F e d e r a l S o v y e t C u m h u r i y e t i n i n y a s a s ı d ı r . 1 . 5 . 1 9 6 2 t a r i h i m
d e « S o v y e t S o s y a l i s t C u m h u r i y e t l e r B i r l i ğ i v e B i r l i k C u m h u r i y e t l e r i H u
k u k Y a r g ı l a m a s ı n ı n k u r a l l a r ı » y ü r ü r l ü ğ e g i r m i ş t i r . B u n a u y g u n o l a r a k ,
NİHAT YAVUZ 587
tarafalara yardım etme yükümü» ile «Objektif gerçekliğin araştırılması ilkesi» kısım larından kısa alıntılarla yetineceğiz.
1 — Mahkemelerin taraflara yardım etme yükümü : «Tarafların yöntemsel haklarını kullanırken gerçek (fiili) eşitliklerini sağlamak, yargısal düellonun tehlikesini ortadan kaldırmak ve gerçeğin aydınlatılmasına tarafların en yüksek ölçüde katılm alarını sağlamak için sosyalist hukuk yargılaması, mahkemelere, haklarını kullanırken taraflara yardım etme yükümlülüğü vermiştir. Bu yüküm, sosyal adaletin sağlanmasına ve erdemce güçlü karar verilmesine yardım eder.
Mahkemelerin taraflara yardım etme yükümlülüğü, hukuk yargılama yasalarının başlangıç hükümlerine (RSFSR, ZPO m. 14, 11, Bulgar ZPO m. 4, 111, Polonya ZPO m. 5, Yugoslav ZPO 10) sosyalist hukuk yargılamasının ana ilkelerinden birisi olarak gösterilmiştir. Bu ilkeye aykırı davranılması, daima kararın bozulmasına, temyiz yoluyla ortadan kaldırılmasına neden olur.
Mahkemelerin taraflara yardım etme yükümlülüğü, tarafların bütün yöntemsel işlemleri bakımından geçerlidir. (Mahkemenin yardım edici rolünün önemli uygulama alanları şunlardır : a — Tecrübeli hukukçuları bile zorluklarla karşı karşıya bırakabilen isbat yükünün aykmlatılması. b — Yanlış yapılan yöntemsel işlemler, c — Gerçek davalının belirtilmesi. Mahkemelerin davacıya davayı düzeltebilme (ıslah debilme) olanağının da bulunduğunu bildirmesi yükümü vardır...)
1 9 6 3 - 1 9 6 4 y ı l l a r ı a r a s ı n d a , h e r b i r o n b e ş b i r l i k c u m h u r i y e t i n i n y e n i y a r
g ı l a m a y a s a l a r ı y a p ı l m ı ş t ı r . S o v y e t S o s y a l i s t C u m h u r i y e t l e r B i r l i ğ i n d e
ş u a n d a y ü r ü r l ü k t e b u l u n a n h u k u k y a r g ı l a m a s ı n ı n t a r i h i , 1 . 1 0 . 1 9 6 4 ' t ü r .
B u y a s a , a ç ı k l a m a l a r ı n k o n u s u n u t e ş k i l e t m e k t e d i r . Ş i m d i y ü r ü r l ü k t e
o l a n s o s y a l i s t ü l k e l e r i n y e n i h u k u k y a r g ı l a m a y a s a l a r ı n ı n t a r i h l e r i s ı
r a y l a ş ö y l e d i r : 8 . 2 . 1 9 5 2 t a r i h l i B u l g a r i s t a n H a l k C u m h u r i y e t i ( B u y a s a
1 0 . 1 1 . 1 9 6 1 t a r i h i n d e e s a s l ı b i ç i m d e d e ğ i ş t i r i l m i ş t i r ) , 6 . 6 . 1 9 5 2 t a r i h l i M a
c a r i s t a n H a l k C u m h u r i y e t i ( B u y a s a , 8 . 7 . 1 9 7 2 t a r i h i n d e e s a s l ı b i ç i m d e d e
ğ i ş t i r i l m i ş t i r ) , 2 4 . 4 . 1 9 5 7 t a r i h l i Y u g o s l a v S o s y a l i s t F e d e r a l C u m h u r i y e t i
( B u y a s a , 2 9 . 1 2 . 1 9 6 1 v e 1 5 . 3 . 1 9 6 5 t a r i h l e r i n d e e s a s l ı b i ç i m d e d e ğ i ş t i r i l
m i ş t i r ) , 1 7 . 1 2 . 1 9 6 3 t a r i h l i Ç e k o s l o v a k S o s y a l i s t C u m h u r i y e t i v e 1 7 . 1 1 . 1 9 6 4
t a r i h l i P o l o n y a H a l k C u m h u r i y e t i H u k u k Y a r g ı l a m a y a s a l a r ı . S o s y a l i s t
R o m a n y a C u m h u r i y e t i H u k u k Y a r g ı l a m a Y a s a s ı 1 8 6 5 y ı l ı n d a y ü r ü r l ü ğ e
g i r m i ş v e 1 . 3 . 1 9 4 8 t a r i h i n d e e s a s l ı b i ç i m d e , 1 9 5 0 - 1 9 6 9 t a r i h l e r i a r a s ı n d a
d a p e k ç o k d e ğ i ş i k l i ğ e u ğ r a m ı ş t ı r . . . D e m o k r a t i k A l m a n C u m h u r i y e t i
H u k u k Y a r g ı l a m a Y a s a s ı , 1 . 1 . 1 9 7 6 t a r i h i n d e n i t i b a r e n y ü r ü r l ü ğ e g i r m i ş
b u l u n m a k t a d ı r .
2 — Objektif Gerçekliğin Araştırılması t ik e s i : Sosyalist hukuk yargılaması kuram ında «Objektif gerçeklik» sözcüğü, «biçimsel gerçeklik» sözcüğünün karşıtı olarak kullanılm aktadır. Gerçek hukuksal durum, dava dışında olduğu gibi ortaya çıkarsa karar objektif gerçekliğe sahip demektir. Eğer karar, yalnızca tarafların öne sürdükleri sav ve savunmalardan ortaya çıkıyorsa, o zaman biçimsel gerçekliğe varılmış demektir. Klasik tasarruf ilkesi, yalnızca biçimsel gerçeklikle yetinir. Objektif gerçekliğin araştırılm ası ilkesinden şu anlaşılır : Mahkeme tarafların ileri sürdükleri delil ve olgularlabağlı değildir, aksine kendiliğinden olgular ve deliler toplayarak gerçeği ortaya çıkarm a yetki ve yükümlülüğüne sahiptir. Eğer mahkemenin böyle b ir yükümlülüğü ve yetkisi bulunmasaydı, yapacağı saptam a (yani vereceği karar) yanlış olabilirdi... Bu nedenle objektif gerçeğin araştırılm ası ilkesi, sosyalist hukuk yargılamasının temel direklerinden birisi olarak kabul edilir, anayasalarda ve de hukuk yargılama yasalarında bu böyle gösterilir...» (laa).
3 — İsviçre ve Türk Hukuku Yönünden Durum :
A) İsviçre Hukukunda :
1 — ROSSEL - Mentha : «Münhasıran davanın ikamesi anında müddeinin hakkı bedihi olduğu takdirde zilyedin davası red olunacağı nazarı mülahazaya alınarak o dakikadan itibaren zilyet vekaleti olmadan başkası hesabına tasarruf etmiş ad ve itibar olunur» (2).
2 — OSTERTAG : «Objektif hüsnüniyet kaidelerine tevfikan,zilyedin artık kendisini hak sahibi telâkki etmesini imkânsız kılacak bir derecede, davacının hakkı açıkça kabili isbat bulunduğu takdirde, davanın ikamesi ile o, kötü niyetli zilyet gibi geniş ölçüde mesul olur» (3).
3 — HOMBERGER : «Vaki her ihbar veya hak sahibinin her dava ikamesi zilyedin hüsnüniyetini ihlâl eder mahiyette sayılamaz. Ancak mukni delillerle teyit edilmiş olanları bu mahiyette kabul olunm ak gerekir. Eğer şüpheli ahval ile dikkat çekilmiş ve bu du-
5 8 8 MUKAYASELİ HUKUK AÇISINDAN DAVA AÇILMASININÎYÎ NİYETLÎ ZİLYEDÎ HANGİ ANDAN İTİBARENKÖTÜ NİYETLİ ZİLYET HALİNE SOKACAĞI SORUNU
( l a a ) : S t a l e v . a g m . s . 1 5 2 , 1 7 0 v d .
( 2 ) R o s s e l E t M e n t h a . a g e . s . 6 5 0 v e 1 3 7 9
( 3 ) O s t e r t a g . F e y z i o ğ l u , a g e . s . 1 3 7 ' d e n n a k l e n .
NİHAT YAVUZ 589
rum da dikkatli bir zilyedin vaziyeti aydınlatıcı araştırm alarda bulunması gerekmişse, o halde, zilyet iktisabına dair tahkik mükellefiyetini tahmil muhik görünür. Aynı şey, esas bakımından başka dava ikamesi hali veya mahkemeye yapılan talepler için de varittir. Davanın müstenidatı tebliğ olunmakla bir çok hallerde davalının hüsnüniyeti ihlâl olunduğu halde, İsviçre MK., BGB/den farklı olarak bu tarzda bir m üracaattan sonra zilyedin daha ağır b ir mesuliyete tabi olunacağına dair b ir hüküm ihtiva etmez» (4).
4 — WÎELAND : «Nihayet fıkra 3, hak sahibi tarafından dava ikamesi tarihinden hüsnüniyet sahibi zilyede de tatbik olunur. Bununla beraber buna da dermeyan olunan fikir zilyedin kendi aleyhine b ir talep vukubulduğu andan itibaren iade ihtimalini nazarı dikkate alınması lâzım geldiği mülâhazasına istinat eder. Buna bu davacının dava açıldığı zaman iade vaki olsaydı ne alabilecekse onu istemekte hakkı olduğunu da ilâve etmek lâzım gelir» (5).
B) Türk Hukukunda :
1 — BELGESAY : «Kaide olarak aleyhine dava açılmakla iyi niyetli zilyedin kötü niyetli zilyet sayılamayacağını kabul eder. Fakat dayanılan kanıtlardan haksızlığını anlayabilmişse iyi niyet kötü niyete çevrilir. BGB.'deki kaideler TMK. da yoksa da hükm ün neticelerinin dava gününe irca edilmesi genel kaide olduğundan, taraflar arasındaki hesaplaşmanın dava günündeki durum a göre yapılmasını önerir» (6).
2 — SUNGURBEY : «... MK. 935. maddesine göre açılacak olan tapu kaydının düzeltilmesi davası, Muratoğlu nun iyi niyetini kötü niyete dönüştürecek ve davanın açıldığı andan başlayarak, şirket, M uratoğlu'ndan hak konusunu kiralamakla elde etmiş olacağı çıkarları ile bizzat kullanmakla elde etmiş olacağı çıkarlar arasındaki farkları isteyebilecek midir?
Bu sorun, Yarg. Üyesi Sayın Mustafa Reşit K arahasan'm «G. Menkul Hukuk Davaları» adlı eserinin (İst. 1974) 318. sayfasında verdiği ve Yargıtay içtihatlarına dayanan bilgilere göre şöyle çözülebilir :
( 4 ) H o m b e r g e r . a g e . s . 1 4 8 , N o : 8 - 9 .
( 5 ) W i e l a n d . a g e . s . 8 4 1 .
( 6 ) B e l g e s a y . a g e . ( T K M . Ş e r h i . ) s . 3 9 2 .
Zilyede karşı açılmış geri verme davası üzerine zilyedin iyi inancının kalkıp kalkmayacağı yani böylece kötü niyetli «inançlı» zilyet durum una sokulmuş olup olmayacağı yönü tartışm alıdır. Yargıtay'ın (Örneğin HGK. 15.4.1953, 4/40-44, 3. HD. 7.10.1963, 8136/6353 sayılı ilâm larında olduğu gibi) davanın açılması ile zilyedin kötü inançlı durum a düşmeyeceği, iyi inancın ortadan kalkmayacağı görüşünü yansıtan kararlarının baskın olduğu söylenebilir. Öyle ki, açılan davaya ilişkin karar gününden başlayarak zilyet kötü inançlı durum a girer. Eğer, açılan dava, davacının hakim pek açık olarak ortaya koyuyorsa, zilyet, MK. 2'deki dürüstlük kuralları gereği, artık iyi inancı bulunduğunu ileri sürememelidir. Böylece, dava günü, kötü inancın başlangıcı olarak kabul edilmelidir.
Olayımızda Muratoğlu, mahkeme kararlarında hakkının intifa hakkı olarak nitelendirilmesi nedeni ile hak konusu yeri kiraya vermiş olduğundan, ona karşı, tapu kütüğünün düzeltilmesi için MK. 935'e göre dava açılması, başlı başına iyi niyetini kötü niyete dönüştürm ek açısından yeterli omayacaktır. Ancak mahkemece bu yolda karar verildikten sonra, Muratoğlu nun iyi niyetinin kötü niyete dönüştüğü kabul edilebilir. Bu nedenle - M uratoğlu'na karşı, geçen paragrafta belirtildiği üzere MK. 935 e göre açılacak tapu kütüğünün düzeltilmesi davası sonuca ulaşılmadıkça, hükme konu bu yeri kullanmasından ötürü elde ettiği çıkarlar kendisinden istenemiyecek- tir. Ancak davayı olumlu olarak sonuçlandıran karar tarihinden sonra, böyle b ir istem ileri sürülebilecektir» (7).
3 — FEYZÎOĞLU : «Bizim de kanaatimiz odur ki, davadansonra, fakat daha hüküm sadır olmadan önce m ücerret şeyin zilyetliğini muhafaza etmek, suiniyete hamlonulamaz. Aynı şekilde davanın ikamesi ile de, hüsnüniyetli zilyedi m utlaka kötüniyetliler arasına katm ak icab etmez. Hakikat, belki vakıaların içinde daha kolaylıkla anlaşılabilir. Fakat biz, bu takdiri meseledir diyerek işin içinden çıkamayız. Kanaatinde ne kadar samimi olursa olsun hüsnüniyetli zilyedin davayı kazanamamak ihtimalini de artık gözönünde tutm ası lâzım gelir. Bu sebeple onun davadan sonraki mesuliyetini ağırlaştırm ak, yani Wieland'm teklifi veçhile, kusuru ile şey'e arız olacak zararlardan artık mesul tutm ak lâzımdır. Şüphesiz kanunda ayrı b ir maddenin bulunm asını biz de Sayın Dr. Utku gibi temenni ederdik. Fakat bu hal tarzına MK. 3'ten de ulaşmanın müm-
5 9 0 MUKAYASELİ HUKUK AÇISINDAN DAVA AÇILMASININİYİ NİYETLİ ZÎLYEDÎ HANGİ ANDAN İTİBARENKÖTÜ NİYETLİ ZİLYET HALİNE SOKACAĞI SORUNU
( 7 ) S u n g u r b e y - K a n i t i : a g e . s . 1 7 5 - 1 7 6 .
NlHAT YAVUZ 591
kün olduğunu sanıyoruz. MK. m. 3/2. diyor k i : Ancak icabı hale göre kendisinden beklenen ihtimamı göstermeyen kimse hüsnüniyet iddiasında bulunamaz. Bizim de hüsnüniyetli zilyetten davanın ikâmesinden sonra beklediğimiz b ir ihtimam vardır. Bu ihtimam, neticeye kadar şey e kusuru ile zarar iras etmemek hatta semereleri v.s. yi b ir yere tevdi etmek, yahut muhafaza etmektir. Binaenaleyh o hüsnüniyet iddiaları elbette dinlenmeyecektir» (8).
4 — AKÎPEK : Yapıtının 268 ve 269. sayfalarında öğreti veuygulamadaki durum u kısaca açıkladıktan sonra ileri sayfalarda şöyle der : «Dava açılması kural olarak zilyedi suiniyetli hale sokmaz.Bununla beraber mesuliyetin ağırlaştığını kabul etmek yerinde olur» (9).
5 — OĞUZMAN - SELİÇİ ise fikir beyan etmeksizin tartışm ayı ortaya koyarlar : «Zilyet aleyhine dava açılmasının onu hüsnüniyetli olm aktan çıkarıp çıkarmayacağı tartışm alıdır. Yargıtay sadece dava açılmasının zilyedi kötü kötü niyetli kılacağını kabul etmemektedir» (10).
6 — GÜRSOY - EREN - CANSEL : «Zilyetliğin haksız olduğunu öğrenmesi veya öğrenmesinin gerekli olduğu andan itibaren kötü niyetlilik başlar. Zilyetliğinin haksız olabileceğinin ciddi olarak kabul edilebileceği halerde, bunu araştırm a zorunluluğu vardır. Bununla birlikte, diğer tarafın b ir iddiası tek başına zilyedi kötü niyetli hale sokmaz, dava ikamesinde de durum böyledir. Ciddi dayanakları bulunması halinde sadece davanın açılmış olması, iyi niyetliyi kötü niyetli haline getirebilir. Durum hale göre takdir olunur (MK. 4)» (11).
7 — TEKÎNAY : «tade ile yükümlü bulunan zilyet, malı iyiniyetle iktisap etmiş olsa bile onu iade ile mükelef bulunduğunu öğrendiği andan itibaren kötü niyetli sayılmalı ve bundan sonra vuku bulan ziya ve hasardan sorumlu tutulmalıdır. Meselâ, sahibinin rızası olmadan elinden çıkan bir malı iyi niyetle iktisap eden zilyede, asıl hak sahibi, gerçek durum u yani malın rızası hilâfına elinden çıktığını, inandırıcı delillerle birlikte bildirerek ondan iade talebinde
( 8 ) F e y z i o ğ l u : a g e . s . 1 4 0 .
( 9 ) A k i p e k . a g e . s . 2 7 5 .
( 1 0 ) O ğ u z m a n - S e l i ç i : a g e . 1 2 4 .
( 1 1 ) G ü r s o y - E r e n - C a n s e l : a g e . s . 1 6 5 .
bulunm uştur. Bu iddia ve delillere rağmen zilyet malı iade etmemekte direnirse artık kötü niyetli sayılacaktır. Fakat şu noktayı özellikle belirtelim ki, iade ile yükümlü zilyedin böyle b ir iddiaya ve kendisine bildirilen delillere derhal inanması gerektiği söylenemez, dürüstlük kurallarına göre onun bu iddiaya ne zaman inanm ası gerektiğini Yargıç tayin etmelidir. Sözü edilen zamanın, mahkemece iadeye karar verildiği tarih olduğu da m utlak olarak kabul edilemez, zilyet sırf iadeyi geciktirmek amacına dayanmayan temyiz ve karar düzeltilmesi gibi kanun yollarına başvurmuşsa, onu bu safhaların sonuna kadar iyi niyetli saymak müm kündür. Gerçi iade ile yükümlü zilyedin önceki zilyet tarafından ileri sürülen hakkın gerçekten mevcut olup olmadığını incelemek veya bu hususta alabileceği bilgileri edinmekle yükümlü bulunduğu, yine dürüstlük kuralları çevresinde kabul edilebilir, ne var ki, değerlendirilmesi güç hal şartlar karşısında yanlış, fakat mazur görülebilir b ir düşünceyle iadeden kaçman zilyet iyi niyetli olm aktan çıkmış sayılmaz» (12).
8 — UTKU : «Esas itibariyle dava açılmakla iyi niyetin devam edeceğini, ancaksorumluluğun ağırlaşmış sayılacağını, yani davanın açılmasından itibaren kusuru ile olacak zararlardan iyi niyetli zilyedin sorumlu tutulacağını kabul ve yasanın suskunluğu karşısında BGB. 989'a benzer b ir hükm ü ÎMK. ve dolayısiyle TMK. görmeyi temenni eder» (13).
c) Medeni Usul Hukukçularının Görüşleri
1 — BÎLGE ve KURU : Bilge (14) ve Kuru (15) gerekçesiz b ir şekilde iyi niyetli zilyedin MK. 908. yönünden, davanın açılması ve dava dilekçesinin davalıya tebliği ile bazı halerde, davalının iyi niyetinin kötü niyete dönüşeceğini beyan ederler.
2 — POSTACIOĞLU : «Borçlunun hüsnüniyet sahibi olabilmesi bilâhare haksız çıktığı takdirde dava tarihinden itibaren semereleri iade mecburiyetine nihayet vermez. Zira davacı davayı kazandığı takdirde bunun davanın ikamesi gününde elde etmiş gibi kendisine b ir durum temin etmek istemektedir» (16).
5 9 2 MUKAYASELİ HUKUK AÇISINDAN DAVA AÇILMASININİYİ NÎYETLÎ ZÎLYEDÎ HANGÎ ANDAN İTİBARENKÖTÜ NİYETLİ ZİLYET HALİNE SOKACAĞI SORUNU
( 1 2 ) T e k i n a y : a g e . 1 5 8 - 1 5 9 .
( 1 3 ) U t k u : a g e . s . F e y z i o ğ l u ’ d a n n a k l e n s . 1 3 8 - 1 3 9 .
( 1 4 ) B i l g e : a g e . s . 3 9 6 .
( 1 5 ) K u r u : a g e . s . 3 1 2 ( 1 9 6 8 b a s k ı s ı ) , s . 2 9 6 ( 1 9 7 4 b a s k ı s ı ) , s . 1 1 4 9 ( 1 9 8 0 b a s k ı s ı
2 . c i l t )
( 1 6 ) P o s t a c ı o ğ l u : a g e . s . 2 9 6 ( 1 9 6 6 b a s k ı s ı ) , s . 4 0 1 ( 1 9 7 5 b a s k ı s ı ) .
NÎHAT YAVUZ 593
3 — BİLGE - ÖNEN : «Mesuliyetin şumulünü tayinde hüsnüniyetli veya suiniyetli olmanın tesir ettiği halerde, önce hüsnüniyetli durum da olan davalı, davanın açılmış olduğunun kendisine tebliği ile kötüniyetli durum a düşer. Örneğin MK. m. 908 fıkra 3. gereğince iade ile mükellef olan zilyet ve BK. 63 uyarınca sebepsiz iktisapta iade mükelefi olan kimse davanın kendisine tebliği ile kötü niyetli durum a girerler ve mesuliyetleri ona göre hesaplanır» (17).
4 — BELGESÂY : «Davaların tahkiki ile hükme bağlanması, zamana mütevakkıf olduğundan dava ikame edildiği gün bazı neticeler doğurması zaruri görülmüş, böylece hakkını, daha açtığı gün alamayan davacının bu yüzden uğrayabileceği zararlar tahdit edilm iştir. ..
Dava, davalının hüsnüniyetini suiniyete çevirmezse de bütün neticelerini açıldığı güne irca zarureti bulunduğundan, davalı hüsnüniyeti devam etse bile dava gününden itibaren dava olunan şeyin hasarından mesuldür. Davalı, davacının şekilli b ir surette kendinden istenen şeyde ne dereceye kadar haklı olabileceğini araştırmalıdır» (18).
5 — ANSAY : «MK. 908/3. mucibince zilyet hak sahibi tarafından dava açıldıktan sonra kötü niyetli durum a girecektir. Fakat zilyedin bundan haberdar olması şarttır (Bern Usulü, m. 161 f. 3, Alman MK. m. 978. f. 1, m. 989 ve 292)» (19).
ç — Bu Konuda Federal Mahkeme İle Yargıtay'ımızın Görüşü :
1 — FEDERAL MAHKEMENİN GÖRÜŞÜ : «Kanunun sükutuönünde, zilyedin davayı hüsnüniyetle, yani kendisinin haklı olduğu ^ yolunda samimi bir kanaat taşıyarak itiraz etmesi şartiyle, mücerret dava ikamesinin onu zaruri olarak suiniyetli saymayı icabettir- mez. «JDT. 1929 - 15 Mart. s. 130 vd. Responsabilite envertu de la possession» (20).
2 _ YARGITAYIMIZIN GÖRÜŞÜ :
( 1 7 ) B i l g e - Ö n e n : a g e . s . 4 4 6 .
( 1 8 ) B e l g e s a y : a g e . s . 2 5 0 v d . ( H U M K . Ş e r h i ) .
( 1 9 ) A n s a y : a g e . s . 2 1 8 .
( 2 0 ) F e y z i o ğ l u ' n d a n n a k l e n a g e . s . 1 3 8 . v e a y r ı c a d i p n o t : 8 8 .
( 2 1 ) T e p e c i , K a m i l : N o t l u T K M . C i l t : 2 , İ s t . 1 9 4 6 . s . 2 6 4
1 — « . . . m e n i m ü d a h a l e d a v a s ı n d a n s o n r a h ü s n ü n i y e t m e f r u z o l m a y a
c a ğ ı n d a n m e n i m ü d a h a l e d a v a s ı n ı n a ç ı l d ı ğ ı t a r i h i l e t a r l a n ı n h ü k m e n i a d e s i
t a r i h i a r a s ı d a g e ç e n m ü d d e t i ç i n e c r i m i s i l l â z ı m g e l i r » 4 . H D . 1 1 . 9 . 1 9 3 7 ,
2 3 0 4 / 1 8 2 2 ( 2 1 ) .
2 — « . . . h e m e k a d a r d a v a l ı n ı n , d a v a k o n u s u o l a n G . m e n k u l ü n k e n d i
s i n e t a h s i s e d i l d i ğ i v e b u i t i b a r l a m a l i k o l d u ğ u z a n n ı i l e v e i y i n i y e t l e b u G .
m e n k u l d e s a r f i y a t t a b u l u n d u ğ u t a k d i r d e M K . 9 0 6 g e r e ğ i n c e h i ç b i r t a z m i n a t
l a s o r u m l u o l m a y a c a ğ ı a ş i k â r i s e d e , d a v a l ı n ı n , d a v a c ı n ı n a ç t ı ğ ı m ü d a h a l e n i n
m e n ' i d a v a s ı n d a n s o n r a d a b u y e r i e l i n d e b u l u n d u r m a k t a d e v a m e t t i ğ i t a k
d i r d e o l a y d a i y i n i y e t b a h s e k o n u o l a m a y a c a ğ ı n d a n b u c i h e t i n a r a ş t ı r ı l a r a k
m ü d a h a l e n i n ö n l e n m e s i n d e n s o n r a d a d a v a l ı n ı n z i l y e t l i ğ e d e v a m e t t i ğ i a n
l a ş ı l d ı ğ ı t a k d i r d e b u m ü d d e t e m ü n h a s ı r o l m a k ü z e r e d e ğ e r k i r a y a h ü k m e
d i l m e k g e r e k i r » 4 . H D . 1 1 . 2 . 1 9 4 9 , 3 8 0 / 7 1 2 ( 2 2 ) .
3 — « G a y r i m e n k u l ü n m ü l k i y e t i t a r a f l a r a r a s ı n d a i h t i l â f l ı b u l u n d u ğ u
m ü d d e t ç e z i l y e t b u l u n a n v e d a v a c ı y ı i n t i f a d a n m e n e t m i ş b u l u n a n d a v a l ı
l a r ı n m ü d a h a l e l e r i n i n ö n l e n m e s i n e k a r a r v e r i l m i ş o l m a s ı m ü c e r r e t k ö t ü n i
y e t l i o l d u k l a r ı n ı n k a b u l ü i ç i n k a f i o l m a y a c a ğ ı n d a n m e n ’ i m ü d a h a l e d o s y a s ı
m ü n d e r e c a t ı t e t k i k v e d a v a d a d a v a l ı l a r ı n i s t i n a t e t t i k l e r i v a k ı a l a r a n a z a r a n
h a k s ı z o l d u k l a r ı n ı b i l e r e k s u i n i y e t l e z i l y e t o l u p o l m a d ı k l a r ı t e s b i t e d i l m e k
v e h a s ı l o l a c a k s o n u ç d a i r e s i n d e b i r k a r a r v e r i l m e k i c a b e d e r » H G K .
1 5 . 4 . 1 9 5 3 , 4 0 / 4 4 ( 2 3 ) .
4 — « D a v a k o n u s u t a ş ı n m a z d a v a l ı t a r a f ı n m i r a s b ı r a k a n ı a d ı n a s e n e t -
s i z d e n t e s b i t g ö r m ü ş t ü r . T e s b i t i n i p t a l i n e i l i ş k i n d a v a k a b u l e d i l m i ş v e d a v a
k o n u s u y e r l e r h ü k m e n d a v a c ı l a r a d ı n a t e s c i l e d i l m i ş t i r . B u d r u m a g ö r e
d a v a l ı t a r a f ı n ö t e k i t e m y i z i t i r a z l a r ı n ı n r e d d i n e , a n c a k , t e s b i t i n i p t a l i n e i l i ş
k i n b u l u n a n k a r a r ı n k e s i n l e ş m e s i n e k a d a r d a v a l ı t a r a f ı n n i z a l ı y e r i k u l l a n
m a s ı i y i n i y e t e d a y a n d ı ğ ı c i h e t l e y a z ı l ı ş e k i l d e d a v a t a r i h i n d e n g e r i y e d o ğ r u
b e ş y ı l l ı k e c r i m i s i l i n t a h s i l i n e k a r a r v e r i l m e s i d o ğ r u d e ğ i l d i r . H ü k m ü n b u
n e d e n l e H U M K . 4 2 8 . m a d d e s i g e r e ğ i n c e b o z u l m a s ı n a » 1 . H D . 2 2 . 1 . 1 9 7 9 , 1 7 0 /
5 5 3 ( 2 4 ) 2 5 ) .
5 — « D a v a k o n u s u t a ş ı n m a z m a l t a r a f l a r ı n m ü ş t e r e k m u r i s l e r i a d ı n a
1 2 8 8 t a r i h v e v e 1 6 4 / 1 6 6 s a y ı l ı i l e k a y ı t l ı t a p u l u b i r y e r i k e n , d a v a l ı l a r a ç t ı ğ ı
t e s c i l d a v a s ı i l e t a m a m ı n ı a d ı n a t e s ç i l e t t i r i p N i s a n 1 9 6 5 t a r i h l i t a p u y u a l
m ı ş l a r v e t a ş ı n m a z ı e l l e r i n d e b u l u n d u r m u ş l a r d ı r . D a v a c ı l a r ı n t a r a f o l m a d ı k
l a r ı t e s ç i l d a v a s ı n ı a ç a r l a r k e n m ü ş t e r e k m u r i s t e n k a l d ı ğ ı n ı b i l e c e k d u r u m
d a o l a n d a v a l ı l a r ı n i y i n i y e t l i o l d u k l a r ı s ö y l e n e m e z . N i t e k i m s o n r a d a n a l d ı k
l a r ı N i s a n 1 9 6 5 t a r i h l i t a p u m a h k e m e y o l u y l a i p t a l e d i l m i ş v e d a v a c ı l a r ı n
p a y d a ş o l d u k l a r ı s a p t a n m ı ş t ı r . B u n e d e n l e r l e d a v a c ı l a r ı n d a v a l ı l a r d a n e c r i
m i s i l i s t e m e y e h a k l a r ı v a r d ı r » 3. H D . 1 4 . 5 . 1 9 7 9 , 3 0 9 5 / 3 2 4 4 .
594 MUKAYASELİ HUKUK AÇISINDAN DAVA AÇILMASININİYİ NİYETLİ ZİLYEDİ HANGİ ANDAN İTİBARENKÖTÜ NİYETLİ ZİLYET HALİNE SOKACAĞI SORUNU
( 2 2 ) T u ğ s a v u l , M u h s i n : E m s a l i ç t i h a t l a r : 1 9 4 9 . s . 3 2 9 .
( 2 3 ) A d a l e t V e k a l e t i T e m y i z K a r a r l a r ı . H u t y u k K ı s m ı . 1 9 5 3 . s . 1 7 2 - 1 7 3 .
( 2 4 ) S e l ç u k , A s l i y e H u k u k H â k i m l i ğ i n i n ’ 1 6 7 / 1 3 8 e s a s s a y ı l ı d o s y a s ı n d a n .
Y a y ı n l a n m a m ı ş t ı r .
( 2 5 ) N o t : Ö z e l l i k l e e n e s k i v e e n y e n i k a r a r l a r d a n ö r n e k l e r s e ç i l m i ş t i r .
NÎHAT YAVUZ/ 595
6 — « D a v a c ı B e l e d i y e ' n i n a ç t ı ğ ı i p t a l d a v a s ı s o n u c u d a v a l ı y a a i t y e r i n
1 5 6 5 0 m e t r e k a r e o l m a y ı p 7 5 0 0 m e t r e k a r e b u l u n d u ğ u s a p t a n m ı ş v e b u k a r a r
2 7 . 9 . 1 9 7 7 g ü n ü k e s i n l e ş m i ş t i r . B u t a r i h e k a d a r d a v a c ı t a p u d a y a z ı l ı m i k t a r
o l a n 1 5 6 5 0 m e t r e k a r e y e r i e k e r k e n t a p u d a k i t a p u k a y d ı n a d a y a n d ı ğ ı n d a n b u
k ı s ı m i ç i n i y i n i y e t l i v e t a p u d a k i m ü l k i y e t h a k k ı n a d a y a n d ı ğ ı n d a n k a b u l ü
g e r e k i r .
D e l i l t e s b i t i r a p o r u n d a d a v a l ı n ı n 7 5 0 0 m e t r e k a r e i p t a l d e n s o n r a e l i n d e
k a l a n k ı s ı m d ı ş ı n d a 1 2 2 5 0 m e t r e k a r e y e r i e k t i ğ i s a p t a n d ı ğ ı n d a n d a v a c ı n ı n
a n c a k 4 1 0 0 m e t r e k a r e y e r i t a p u d ı ş ı k ö t ü n i y e t l e e k t i ğ i d i k k a t e a l ı n a r a k b u
n a g ö r e e c r i m i s i l e h ü k m e t m e k g e r e k i r » 3 . H D . 2 1 . 9 . 1 9 7 9 , 5 5 9 4 . . . 5 5 9 1 .
\7 — « D a v a l ı , d a v a c ı l a r ı n , m u r i s i A l i ' d e n h a r i c e n s a t m a l d ı ğ ı y e r d e t a
s a r r u f e t m e k t e d i r . S a t ı ş b e d e l i ö d e n e n e k a d a r d a v a l ı n ı n b u y e r d e h a p i s h a k
k ı b u l u n d u ğ u n d a n k ö t ü n i y e t l i z i l y e t o l a r a k k a b u l ü m ü m k ü n d e ğ i l d i r .
B u d a v a 5 . 5 . 1 9 7 8 t a r i h i n d e a ç ı l d ı ğ ı n a v e b e d e l d e 2 0 . 3 . 1 9 7 9 t a r i h i n d e ö d e n d i
ğ i n e g ö r e , b e d e l i n ö d e n m e s i n d e n s o n r a d a v a l ı i ş g a l e d e v a m e t t i ğ i t a k d i r d e
a n c a k b u s ü r e i ç i n i ş g a l t a z m i n a t ı i l e s o r u m l u o l a c a ğ ı n d a n , d a v a n ı n r e d d i
g e r e k i r » 3 . H D . 1 3 . 1 2 . 1 9 7 9 , 6 9 8 8 / 7 1 5 2 .
8 — « D a v a l ı h a r i c i s a t ı ş a d a y a n ı l a r a k t a ş ı n m a z m a l ı s a t ı n a l m ı ş v e z i l
y e t l i ğ i n i b u s a t ı ş a d a y a n ı l a r a k s ü r d ü r m ü ş t ü r . T a p u l u y e r i n h a r i c i s a t ı ş ı g e ç e r
s i z i s e d e s a t ı n a l a n d a v a l ı s a t ı ş b e d e l i k e n d i s i n e ö d e n e n e k a d a r h a p i s h a k
k ı n a h a i z b u l u n d u ğ u n d a n k ö t ü n i y e t l i z i l y e t o l a r a k k a b u l e d i l e m e y e c e ğ i n d e n
e c r i m i s i l l e s o r u m l u t u t u l a m a z .
M a h k e m e c e d a v a l ı t a r a f a h a r i c i b e d e l i n i n i a d e e d i l i p e d i l m e d i ğ i a r a ş
t ı r ı l m a d a n d a v a n ı n k a b u l ü d o ğ r u d e ğ i l d i r .
S a t ı ş b e d e l i d a v a l ı t a r a f a ö d e n m i ş i s e a n c a k o t a r i h t e n b a ş l a y a r a k d a
v a c ı t a r a f d a v a l ı d a n e c r i m i s i l i s t e y e b i l i r » 3 . H D . 2 5 . 2 . 1 9 8 0 , 1 1 4 9 / 1 2 5 9 ( 2 6 ) .
3 — G Ö R Ü Ş Ü M Ü Z : Konu geniş çapta her olayda duruma göre yargıcın takdir hakkına dayanm aktadır (MK. m. 4). Zira bu konuda Alman ve Avusturya Medeni Yasalarmdakine benzer b ir hüküm, Medeni Yasamızda veya başka bir yasamızda yer almamış bulunm aktadır. Onun için yargıcın takdir hakkına dayanmak kaçınılmaz hal alm aktadır. Ancak yargıç sonuca giderken ve takdir hakkını kullanırken yaşamın olağan akışını ve içinde bulunduğu toplum un sosyal, ekonomik ve kültürel özelliklerini de düşünerek yanların yararlarını, MK. m. 4 gereğince hakseverlik ölçüleri içinde birleştirm ek işlevinde olacaktır.
( 2 6 ) 3 . H u k u k D a i r e s i n i n a k t a r ı l a n t ü m k a r a r l a n y a y ı n l a n m a m ı ş t ı r .
Alman öğretisinde ortaya konup «Interessenjurisprudenz» adı verilen, Menfaat Bağdaştırma metodu diyebileceğimiz, usule göre hukuk, karşılaşan türlü yararlar arasında b ir birleştirm e yapan ve üstün tu tan kurallardan oluşmuştur. İşte yargıç her olayda ilintisi olan yararları araştırıp karşılaştırm ak ve bağdaştırm ak durum unda olacaktır. Çünkü, gerçekten dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren kesin olarak iyi niyetin kötü niyete dönüştüğünü kabul etmek yaşamın olağan akışına uygun düşmez. Ancak bunun tam tersi de olabilir. Yani davalı dilekçenin tebliği veyahut dava sırasında dahi - örneğin keşifte yapılan uygulama ve dinlenen tanık sözleri üzerine - durum u anlayıp gerçeği kavrayabilir. îş te o andan itibaren davalının iyi niyetli sayılmaması ise çok açıktır. Belirtelim ki, bütün bunlara karşın davalı gerçekten dayandığı kanıtlarına iyi niyetle inanarak savunma yapmış ve davayı da kaybetmişse, ancak kararın kesinleşmesi ile kötü niyetli durum a girer.
Yeri gelmişken b ir konuya dokunm akta fayda görürüz. MK. 908. maddesinin 3. fıkrası örnek İsviçre Medeni Yasasından yanlış tercüme edilmiştir. Aslı, «Zilyet o şey'in kime iadesi lâzımgel- diğini bilmediği müddetçe, ancak kendi kusuruyla vukubulan zararlardan sorumlu olur» şeklindedir. O zaman bu durum a özgü olarak dava açılması halinde dilekçenin davalıya tebliği tarihinden itibaren artık davalı dava açıldığı anda ne verebilecekse onu iade edecek ve doîayısiyle iyi niyet savında bulunamayacaktır.
fDavacının dilekçesine eklediği kanıtların gücü yanların sos-
sal ve kültürel durumu, davanın akışı ile davalının mahkemeye sunduğu savunma araçlarının içeriği -zira davalı davayı uzatmak için pekte yararlı olmayan savlarda bulunabileceği gibi yargıcı da rededebilir ve hatta hakkım dır diyerek çok güçlü delillerle kanıtlanmış davaya kanun yollarına başvurarak elden geldiğince zaman kazanmaya çalışabilir- hep birlikte takdir edilerek sonuca gidilecektir. Çünkü iyi veya kötü niyet yargıcın görevinden ötürü nazara alacağı hususlardır. Burada gözönünde tutacağı konuda davalının gerçekten kusursuz bilgisiz olup olmadığıdır. Bir başka anlatım la dava açıldıktan sonra dahi davalının haksız olarak zilyet olmakta devam etmesi hakm daki bilgisizliği hoşgörü ile karşılanmalıdır.
s
Diyelim ki, buradaki kusur ve özen tamamen objektiftir. Onun için yargıcın takdir hakkını yakından ilgilendirmektedir.
5 9 6 MUKAYASELİ HUKUK AÇISINDAN DAVA AÇILMASININÎYİ NÎYETLÎ ZİLYEDÎ HANGÎ ANDAN İTİBARENKÖTÜ NÎYETLÎ ZÎLYET HALÎNE SOKACAĞI SORUNU
NİHAT YAVUZ 597
Nitekim EGGER (26a) burada koşulların farklı oluşundan, iyi niyeti takdir yetkisine yer veren bir kavram haline getirdiğini işaretlemekte, ayrıca güvenin yerine olup olmadığı ve korunacak değerde bulunup bulunmadığı incelenmelidir demektedir. Bundan başka olayın özellikleri, yanlara ait yararların önemi, durum ları, mesleki bilgileri, iş hayatındaki mevkileri de gözönünde tutulm alıdır.
Konuya ters cepheden bakıldığında da aynı sonuca varılması müm kündür. Zira kötüniyet sahibi bilendir (27). Ayrıca bilmesi lâzım gelen de kötüniyet sahibidir (28).
S O N U Ç : Görüşümüzü açıklamaya başlarken konunu genişçapta takdir yetkisi ile yakından ilgili bulunduğunu belirtm iştik. Ancak uygulama yönünden önemli olan bu yetkinin keyfi ve sübjektif duygulara göre değil de, işin gereğine ve prensiplere uygun olarak kullanılması dır. Aksi halde - örneğin gerekçe gösterilmeksizin ve salt takdir yetkisinden bahsedilerek - verilecek hüküm bozulmaya mahkûm olacaktır (29).
( 2 6 a ) E g g e r , D r . A . : İ s v i ç r e M e d e n i K a n u n u Ş e r h i , Ç e v . V o l f Ç e r n i ş . A n k . 1 9 4 7 .
s . 1 0 6 .
( 2 7 ) E g g e r , a g e . s . 1 0 6 , H G K . n u n 1 3 . 2 . 1 9 8 0 t a r i h v e 8 9 8 / 1 7 9 s a y ı l ı i l â m ı i l e
( Y a y ı n l a n m a m ı ş t ı r ) o y b i r l i ğ i i l e o n a n a n 6 . H D . s i n i n 2 8 . 6 . 1 9 7 7 g ü n v e
3 8 6 9 / 4 8 7 9 s a y ı l ı i l â m ı ( Y a y ı n l a n m a m ı ş t ı r ) n i n 2 . b e n d i d e ş ö y l e d i r : « İ h
t a r g ü n ü n e k a d a r d a v a l m m - i y i n i y e t l i o l d u ğ u n d a n , i h b a r ı n t e b l i ğ i n d e n s o n
r a k i z a m a n l a r i ç i n t a z m i n a t a h ü k m e d i l m e ' s i g e r e k i r k e n , i h t a r a t e k a d d ü m
e d e n z a m a n ı d a i ç i n e a l ı r b i r b i ç i m d e v e d a v a c ı l a r d a n H . O . n u n y a p t ı ğ ı
i h t a r ı n d a v a l ı y a h a n g i t a r i h t e t e b l i ğ o l u n d u ğ u d a k e s i n o l a r a k t e s b i t
o l u n m a d a n 1 . 1 . 1 9 7 5 t a r i h i n d e n i t i b a r e n d a v a t a r i h i n a z a r a a l ı n m a d a n b e ş
a y l ı k e c r i m i s i l h ü k m o l u n m a s ı . . . »
( 2 8 ) « 2 - İ ş g a l t a z m i n a t ı i s t e n i l e n t a ş ı n m a z m a l t a p u d a k a y ı t l ı d e ğ i l d i r . D a
v a c ı n ı n m u r i s i İ b r a h i m A k a t ' ı n m a l ı i k e n , M . K . y ü r ü r l ü k t e b u l u n d u ğ u
t a r i h t e ö l ü m ü i l e d a v a c ı H a v v a v e k a r d e ş i A l i ’ y e k a l m ı ş v e A l i t a r a f ı n
d a n s a t ı l m ı ş v e H a v v a i l e A l i a r a s ı n d a g e ç e r l i b i r t a k s i m b u l u n m a d ı ğ ı n
d a n A l i i l e H a v v a a r a s ı n d a i ş t i r a k h a l i n d e m ü l k i y e t h a l i n d e o l d u ğ u n d a n
d a v a c ı n ı n a ç t ı ğ ı m e n i m ü d a h a l e d a v a s ı s o n u n d a d a v a l ı n ı n m ü d a h a l e s i
n i n m e n ' i n e k a r a r v e r i l m i ş v e i ş b u k a r a r k e s i n l e ş m i ş t i r . K e s i n l e ş e n b u
d a v a k a r ş ı s ı n d a d a v a l ı n ı n i y i n i y e t l i o l d u ğ u k a b u l e d i l e m e z . H a p i s h a k k ı
d a s a t ı n a l d ı ğ ı A l i ' y e k a r ş ı i l e r i s ü r ü l e b i l e c e ğ i n d e n d a v a c ı y a k a r ş ı t a ş ı n
m a z ı e l i n d e b u l u n d u r m a h a k k ı v e r m e z . » 6 . H D . 2 2 . 3 . 1 9 7 9 , 1 7 / 2 4 8 6 ( Y a y ı n
l a n m a m ı ş t ı r . N o t : Y e r s e l m a h k e m e t a ş ı n m a z ı d a v a l ı n ı n d a v a c ı n ı n
k a r d e ş i A l i ' d e n s a t ı n a l d ı ğ ı v e i y i n i y e t l i b u l u n d u ğ u g e r e k ç e s i i l e d a v a
n i n r e d d i n e k a r a r v e r m i ş t i .
( 2 9 ) E g g e r , a g e . s . 1 1 1 v e l l 6 .
598 KÖTÜ NİYETLİ ZİLYET HALİNE SOKACAĞI SORUNUİYİ NİYETLİ ZİLYEDİ HANGİ ANDAN İTİBARENKÖTÜ NİYETLİ ZİLYET HALİNE SOKACAĞI SORUNU
K A Y N A K Ç A
1 — A . H O M B E R G E R . Z i l y e t l i k v e T a p u S i c i l i . A d . B a k . Y a y . S u a t B e r t a n
Ç e v . A n k . 1 9 5 1 .
2 — A K Î P E K , P r o f . D r . J a l e G . T ü r k E ş y a H u k u k u . 1 . K i t a p . Z i l y e t l i k v e
T a p u S i c i l i . A n k . 1 9 7 2 .
3 — A N S A Y , O r d . P r o f . S A B R I Ş A K I R . H u k u k Y a r g ı l a m a U s u l e r i . 7 . B a s ı .
A n k . 1 9 6 0
4 — B E L G E S A Y , O r d . P r o f . M . R . H u k u k U s u l ü M u h a k e m e l e r i K a n u n u
Ş e r h i . T e o r i l e r . 3 . B a s ı . î s t . 1 9 4 8 .
6 — B E R K İ , A L İ H İ M M E T . E c r i m i s i l v e M ü r u r u z a m a n ı . A d a l e t C e r i d e s i .
Y ı l . 1 9 3 7 .
7 — B İ L G E , P r o f . D r . N E C İ B - M e d e n i Y a r g ı l a m a H u k u k u D e r s l e r i . 2 . B a
s ı m . A n k . 1 9 6 7 .
8 — B İ L G E , P r o f . D r . N E C İ B - Ö N E N , D o ç . D r . E R G U N . M e d e n i Y a r g ı l a
m a H u k u k u D e r s l e r i . 3 . B a s ı m . A n k . 1 9 7 8 .
9 _ _ O Ğ U Z M A N , P r o f . D r . K E M A L - S E L İ Ç İ , D o ç . D r . Ö Z E R . E ş y a H u k u k u .
2 . B a s ı . İ s t . 1 9 7 8 .
1 0 — G Ü R S O Y , P r o f . D r . K E M A L - E R E N , P r o f . D r . F İ K R E T - C A N S E L ,
P r o f . D r . E R O L . T ü r k E ş y a H u k u k u . 1 9 7 8 .
1 1 — D E M İ R E L L İ , F U A T H U L U S İ . Y e d i n H i m a y e s i n e T e f e r r ü E d e n B i r K a ç
M e s e l e . A d a l e t C e r i d e s i . 1 9 3 8 .
1 2 — H İ R Ş , E R N E S T . Z i l y e t l i ğ i G a s b v e O n a T e v a c ü z ( F u z u l i İ ş g a l d e n ) D o
ğ a n T a z m i n a t ( E c r i m i s i l ) T a l e p l e r i . M e d e n i K a n u n u n 1 5 . Y ı l d ö n ü m ü
İ ç i n . İ s t . 1 9 4 4 .
1 3 — U T K U , D r . K E M A L E T T İ N . L a R e s t i t u t i o n D e L a P o s s e s s i o n S e l o n L e s
A r t i c l e s 9 3 8 - 9 4 0 . C . C . S . T h e s e . G e n e v e . 1 9 3 9 .
1 4 — F . O S T E R T A G . S c h w e i z e t i s c h e s Z i v i l g e s e t z b u c h S a c h e n r e n c h t 3 . A b -
t e i l u n g A r t . 9 1 9 - 9 7 7 , 2 . A u f B e r n . 1 9 1 7 .
1 5 — F E Y Z İ O Ğ L U , D r . F E Y Z İ N E C M E D D İ N . Z i l y e t l i k t e İ a d e n i n M e v z u u v e
Ş u m u l ü . 2 . B a s ı . İ s t . 1 9 6 1 .
1 6 — P O S T A C I O Ğ L U , P r o f . D r . İ L H A N E . M e d e n i U s u l H u k u k u D e r s l e r i .
3 . B a s ı . İ s t . 1 9 6 6 , A y r ı c a İ s t . 1 9 7 5 y ı l ı o l a n 6 . B a s ı s ı .
1 7 — T E K İ N A Y , P r o f . D r . S E L A H A T T İ N S U L H İ . E ş y a H u k u k u . 3 . B a s ı .
İ s t . 1 9 7 8 .
1 8 — S U N G U R B E Y , D r . İ S M E T - K A N İ T İ , D r . S E L İ M . M e d e n i H u k u k S o
r u n l a r ı . İ s t . 1 9 7 6 .
NİHAT YAVUZ 599
1 9 — S T A L E V , P r o f . D r . Z H Î V K O . S o s y a l i s t A v r u p a Ü l k e l e r i n d e H u k u k
Y a r g ı l a m a s ı . ( K a r ş ı l a ş t ı r m a l ı B i r D e n e m e ) Ç e v . D r . E j d e r Y ı l m a z
A . Ü . H . F . D e r g i s i . Y ı l : 1 9 7 6 , S a y ı : 1 - 4 , s . 1 5 1 v d .
2 0 — K A R A H A S A N , M U S T A F A R E Ş İ T : T ü r k M e d e n i H u k u k u . E ş y a H u -
k u k u . A n k . 1 9 7 7 .
2 1 — K O S C H A K E R , P r o f . D r . P A U L . R o m a H u s u s i H u k u k u n u n A n a H a t l a r ı .
Ç e v . D r . K u d r e t A y i t e r . A n k . 1 9 7 1 .
2 2 — K U R U , P r o f . D r . B A K Î . H u k u k M u h a k e m e l e r i U s u l ü . A n k . 1 9 6 8 . A y r ı c a
1 9 7 4 y ı l ı 3 . B a s k ı s ı .
2 3 — R O S S E L E T M E N T H A : M a n u e l D u D r o i t C i v i l S u i s s e ( T e r . A d . B a k . )
3 . C i l t : 1 9 2 7 .
2 4 — W Î E L A N D : K a n u n u M e d e n i d e A y n i H a k l a r . î . H a k k ı K a r a f a k i h T e r
m e s i . C . 2 . A n k . 1 9 4 9 .
2 5 — Ç e ş i t l i D e r g i l e r v e Ö z e l K a r t o n .
DÜNYA HUKUKUNDAN HABERLER
KARŞILAŞTIRMALI HUKUK AÇISINDAN ULUSLARARASI ÇALIŞMALAR, GELİŞMELER, HABERLER
Bülent AKMANLAR (*)
PLAN : 1 — Giriş. 2 — Avusturya. 3 — Birleşik Krallık (İngiltere)4 — Fransa. 5 — Hollanda. 6 — İspanya. 7 — Lüksemburg. 8 — Norveç.
1 — G İ R İ Ş
Hukuk biliminde süreklilik ve kalıcılık bulunduğu yolunda tutucu çevrelerden kaynaklanan yanlış b ir düşünce vardır. Genellikle uygulayıcılarda ve b ir ölçüde de bu bilimin öğretimini yapan kişilerde yanlış b ir yaklaşımın sonucu olan bu anlayış, çağdaş gelişim içinde çözülmeye başlam ıştır. Bunu hukuk biliminin geleceği açısından m utlu b ir evrim sayabiliriz. Hukuku toplum yaşantısından olduğu kadar diğer bilimlerden de soyutlama olanağı bulunmadığına göre, evrensel içeriğinin öncelikle sosyal ve giderek ekonomik ve teknolojik gelişimin etki alanı dışında kaldığı düşünülemez. İdeolojik biçimlenmeleri değişik toplum larda bile hukuk, bu etki alanı içindeki değişim ve gelişimi ile benzerlik gösterm ektedir. Çok sınırlı sayıda ve teokratik devlet anlayışının bağnazlığı içinde kalan toplum lar ayrık tutulursa, evrensellik yönü ve insancıl yaklaşımları ile hukuk da pozitif bilimler içindeki yerini almış bulunm aktadır.
Aşağıdaki örnekleri bu düşünce oluşumunun kanıtları olarak gösterebiliriz (1).
2 — AVUSTURYA
Suçlunun ödeme gücünün bulunmadığı anlaşıldığında suç kıygınına ödence verilmesi kabul edilmiştir. Ancak bu ödence kıygının bedensel zarara uğraması koşuluna bağlı olup malca zararında söz
(*) Yargıtay 8. CD. Üyesi.( 1 ) H a z ı r l a y a n ı n d ü ş ü n c e s i .
BÜLENT AKMANLAR 601
konusu edilemiyecektir. Diğer yandan kıygının zararı örneğin sigortalı bulunduğu şirketçe karşılanıyorsa devletten ödence alamı- yacaktır.
3 — BİRLEŞİK KIRALLIK (İngiltere)
Çocukların korunmasına ilişkin yasada, ahlâk dışı fotoğrafların dağıtımı, yayınlanması ve gösterilmesini önleyici hükümlerle çocuğu bu açıdan sömürmek isteyenlere engel olunmak istenilmiştir.
4 — FRANSA
Fransız Ceza Yasasının 211. maddesinin değiştirilmesine ilişkin olarak 2 Haziran 1978 tarihinde Adalet Bakanlığına sunulan b ir ön tasarıda, yer ve zaman koşullarına göre çağdaş sorunlara yönelik yeni düzenlemeler önerilmektedir. Örneğin :
Deniz trafiği suçları ile deniz kirlenmesi suçları için öngörülmüş olan cezalar (yüz katma) çıkarılm aktadır.
»Alkol etkisi altında bulunan sürücülerin % 3 ünün ölümle so
nuçlanan yol kazalarının % 40 ma neden oldukları anlaşıldıktan sonra alkollü olarak oto kullanırken ölüme veya yaralanmaya neden olan veya herhangi b ir kaza yapmamış olsa bile sarhoş olarak yakalanan sürücülerin ehliyetnamelerinin geri alınması ve en az üç yıl bekledikten sonra yeniden sınava girmek ve başarı göstermek koşulu ile yenilenmesi öngörülm ektedir (Kanımızca böylesine b ir yaptırım trafik suçlarından, her türlü cezadan daha etkili ve önleyicidir).
Çok tehlikeli suçlularla ilgili olarak hüküm mahkemesi, ceza evinde özel b ir güvenlik rejim i uygulanmasına karar verebilecek ve hükümlü şartlı salıverme, izin kullanma gibi haklardan ancak tam b ir uyum sağladığını kanıtlam ak koşulu ile yeni b ir başvuru üzerine yararlandırılabilecektir. Böylece cezaların yerine getirilmesindeki insancıl yaklaşım düşüncesinde b ir sertleşme eğilimi belirmektedir.
Parlam ento Komisyonu, ölüm cezasının uygulama alanını kısıtlamakla yetinmiş ve bu cezanın tümüyle kaldırılması önerisini kabul etmemiştir.
602 KARŞILAŞTIRMALI HUKUK AÇISINDAN ULUSLARARASI ÇALIŞMALAR, GELİŞMELER HABERLER
5 — HOLLANDA
Gebeliğin ilk üç aynı geçmemek ve belirli nedenlerle b ir hasta- hanede yapılması koşulu ile çocuk düşürmek yasalaştırılm aktadır. Bu işlem bir hekim tarafından yerine getirilmezse yasa dışı sayılacaktır. Bu yasa tasarısı konusunda Devlet Konseyinin düşüncesi sorulm uştur.
6 — İSPANYA
Parlamento, 27 Temmuz 1978 tarihinde hüküm etin terörle daha iyi savaşabilmesi için iki yasa tasarısını kabul etmiştir.
îlk yasa, örgütlenmiş veya silâhlı kuruluş üyeleri ile bunlarla ilgili olduklarından kuşku duyulan kişilerin SEKÎZ gün süre ile gözaltına alınm aları ve bu süre içinde yalnız avukatları ile görüşebilmelerine olanak sağlam akta ve İçişleri Bakanına bu suç ve kişilerle ilgili olarak telefon dinleme ve yazışmaları denetleme yetkisi vermektedir. Ancak hükümet, bu yasa uygulaması ve sonuçları konusunda her üç ayda b ir Anayasa Komisyonuna bilgi vermekle yükümlü tutulm aktadır.
İkinci yasa ile, polisin yeniden örgütlendirilmesi ve gereğinde doğrudan doğruya Yerel Yönetime bağlı (Devlet Güvenlik Gücü) adı altında yeni b ir örgüt kurulm ası ve bu güçlere ateşli silah ve patlayıcı maddelerle saldırıp polis öldürenlere ölüm cezası verilmesi sağlanm aktadır.
7 — LÜKSEMBURG
Devlet Konseyi, 8 Haziran 1978 tarihinde ölüm cezasının kaldırılm ası yolundaki Adalet Bakanlığı tasarısına karşı çıkmıştır.
Ceza Yasasının 491. maddesinde b ir değişiklik yapılarak bugüne kadar suç sayılmayan akaryakıt hırsızlığını da cezalandıran yasa tasarısı hükümetçe Devlet Konseyine sunulmuştur.
8 — NORVEÇ
Parlam ento 1975 tarihli yasanın çocuk düşürmekle ilgili bazı hüküm lerinde değişiklik yapılmasına ilişkin tasarıyı kabul etm iştir.
ÇALIŞMALAR, GELİŞMELER HABERLER 603
Gebeliğin onikinci haftasına kadar çocuk aldırm a özgürlüğü ile birlikte toplum un çocuklara karşı sorumlulukları ve doğumun denetimi konusunda bilgi edinme hakkı da düzenlenmektedir. Tıp ilgilisinin gebeliği kesme eylemine katılmayı kendi kişisel görüşleri ve ahlâk anlayışı açısından reddetmesi hakkını saklı tutan hükümlere de yer verilmektedir.
Ceza politikasını yeniden düzenleyen tasarıda, suçluluğun önlenmesi çarelerini araştıracak geniş kapsamlı ve çeşitli meslek kuruluşlarının da temsil edileceği b ir kurul öngörülmektedir. Hapis cezalarının uygulanmasını gerektiren durum lar azaltılırken ekonomik ve mali suçlara önem verilmekte ve ceza sorumluluğu 14 yaştan 15 yaşa yükseltilmektedir. Aşağı sınırı 21 gün olan hapis cezasında bu sınır 7 güne indirilmekte, hırsızlık ve benzeri suçlarda hapis cezası vahim sayılacak durum larda uygulanabilemektedir. Suç kıygınlarının durum ları da yeniden düzenlenmektedir. Geleneksel hapis cezasının hafta sonlarında, geceleri veya kamu hizm etlerinde çalıştırılarak çektirilmesi de getirilen yenilikler arasındadır.
K A Y N A K : R e v u e p e n i t e n t i a i r e e t d e d r o i t p e n a l . P a r i s - 1 9 7 9 S a y ı 4 ,
S a y f a 6 0 9 - 6 1 5 .
BİBLİYOGRAFYA
1980 YILI YARGITAY DERGİSİ BİBLİYOGRAFYASI
Ali Rıza GENİŞ (*)
O 9 A — Konulara Göre (**)
9 I — GENEL HUKUK
Y A R G I T A Y , Dergisi. A l t ı y a ş m a g i r e r k e n . V I ( l - 2 ) 1 9 8 0 , 5 - 6 .
B A Y K A L , A l i . A d l i a r a v e r m e k a l d ı r ı l m a l ı m ı d ı r ? V I ( 3 ) 1 9 8 0 ,
2 7 3 - 2 7 6 .
Y A Z A N , Durusoy. İ s v e ç y a r g ı o r g a n l a r ı . V I ( 3 ) 1 9 8 0 , 2 7 7 - 2 8 3 .
L Î V A N E L Î O Ğ L U , M . Sabri. 1 9 8 0 - 1 9 8 1 A d a l e t y ı l ı a ç ı ş k o n u ş m a s ı .
V I ( 4 ) 1 9 8 0 , 4 2 9 - 4 3 5 .
S A V , A t i l l â . 1 9 8 0 - 1 9 8 1 A d a l e t y ı l ı a ç ı l ı ş ı n d a y a p t ı ğ ı k o n u ş m a .
V I ( 4 ) 1 9 8 0 , 4 3 6 - 4 4 3 .
BUDAK, M. Mazhar. 1980 Y ı l ı a d l i a r a v e r m e n e d e n i y l e d ü z e n l e
d i ğ i b a s m t o p l a n t ı s ı k o n u s m a s ı . I V ( 4 ) 1 9 8 0 , 4 4 4 - 4 5 3 .
1 — YARGISAL ÖRGÜTLENME
GÖKÇE, Abbas. Y e n i U y u ş m a z l ı k M a h k e m e s i Y a s a s ı n ı n g e t i r d i k l e r i .
V I ( 1 - 2 ) 1 9 8 0 , 2 3 9 - 2 5 6 .
2 — KARŞILAŞTIRMALI HUKUK
Y E N İ S E Y , D r . F e r i d u n . A n a r ş i s t i n g e r i v e r i l m e s i . V I ( 1 - 2 ) 1 9 8 0
2 9 9 - 2 3 7 .
Y A L K U T , D r . Necdet. M u k a y e s e l i C e z a H u k u k u A ç ı s m d a n Z a r u r e t
H a l i , V I ( 3 ) 1 9 8 0 , 3 7 7 - 3 8 6 .
Y A V U Z , Nihat. M u k a y e s e l i h u k u k a ç ı s m d a n d a v a a ç ı l m a s ı n ı n i y i
n i y e t l i z i l y e d i h a n g i a n d a n i t i b a r e n k ö t ü n i y e t l i
z i l y e d h a l i n e s o k a c a ğ ı s o r u n u . V I ( 4 ) 1 9 8 0 , 5 8 2 - 5 9 9 .
(*) Yargıtay Yaym Müdürü.(**) Sıra itibariyle makalenin yayımlandığı dergi cilt sayısı ile sıra sayısı esas
alınmıştır.
605
3 — KARAR TAHLİLİ
N A L B A N T O Ğ L U C a h i t . Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun bir karanüzerine düşünceler. VI (1 -2) 1980, 257-264.
4 — BİBLİYOGRAFYA
K A R A E R İ b r a h i m . Yargıtay Kütüphanesi hukuk makaleleri bibliyografyası, Yargıtay Kütüphanesine gelen kitaplar. V I (3) 1980, 395-409.
G E N İ Ş , A l i R ı z a . 1980 Yılı Yargıtay Dergisi bibliyografyası. V I (4) 1980, 604-609.
5 — KİTAP TANITMA
Ö N D E R , A l i R ı z a . Yargı yılı konuşmaları. V I (1 -2) 1980, 265-268.
H A N , B e n i . En son değişiklikleriyle ssoyal sigortada ölçümleme ve itiraz yollan. V I (3) 1980, 393-394.
6 — YARGITAY’DAN HABERLER
G E N İ Ş , A l i R ı z a . Sempozyum, vefat ve emeklilik nedeniyle aramızdan ayrılaniar, yeni seçilenler. V I (3) 1980, 411-420,
G E N İ Ş , A l i R ı z a . 4 Temmuz konuşmalan, 13 Temmuz konuşması, yeni seçilenler, emeklilik nedeniyle aramızdan ay- nlanlar, yitirdiklerimiz. V I (4) 1980, 610-627
7 — DÜNYA HUKUKUNDAN HABERLER
A K M A N L A R , B ü l e n t . Karşılaştırmalı hukuk açısından ceza hukuku alamnda uluslararası çalışmalar, gelişmeler,haberler. V I (3, 4) 1980, 387-392; 600-603.
8 — DUYURULAR
Yasalar, Tüzükler, Yönetmelikler - Yazarlara açıklama - Yazarlara duy uru-Y argıtay yayınları. V I (1-2, 3, A ) 1980, 169-272; 421-420; 623-627.
• II — CEZA HUKUKU
K E S K İ N , O . K a d r i . 2 2 4 8 Sayılı Kanunla yapılan değişikliklere göre Türk Ceza Kanunu ve bazı özel kanunlardaki para cezalarının artışı. V I ( 1 - 2 ) 1 9 8 0 , 7 - 2 5 .
606
Y I L M A Z , D r . E j d e r . H u k u k y a r g ı l a m a y ö n t e m l e r i y a s a s ı n d a k i p a r a
c e z a l a r ı n ı n 1 2 . 6 . 1 9 7 9 g ü n v e 2 2 4 8 s a y ı l ı Y a s a
k a r ş ı s ı n d a k i d u r u m u v e y a s a y a p m a t e k n i ğ i .
V I ( 1 - 2 ) 1 9 8 0 , 2 7 - 4 0 .
M U T L U A Y , M . K e m a l . C e z a h u k u k u n d a b o n o . I V ( 1 - 2) 1 9 8 0 , 4 1 - 4 6 .
Y E N E R , O r h a n . G ö r e v i n k ö t ü y e k u l l a n ı l m a s ı . I V ( 1 - 2 ) 1 9 8 0 , 4 7 - 5 0 .
H A C I H A S A N O Ğ L U , M u a m m e r . T ü r k C e z a Y a s a s ı n d a k i s o n d e ğ i ş i k
l i k l e r . V I ( 3 ) 1 9 8 0 , 2 8 5 - 2 8 8 .
M A L K O Ç , İ s m a i l . T ü r k C e z a Y a s a s ı n ı n 2 8 1 . m a d d e s i ü z e r i n e b i r
i n c e l e m e . V I ( 3 ) 1 9 8 0 , 2 8 9 - 2 9 4 .
T O S U N , P r o f . D r . Ö z t e k i n . T ü r k C e z a K a n u n u n u n 159. m a d d e s i v e
b a s ı n h ü r r i y e t i i l e i l i ş k i s i ( I ) . V I ( 4 )
1 9 8 0 , 4 5 4 - 4 6 6 .
S E L Ç U K , S a m i . D o l a n d ı r ı c ı l ı k c ü r m ü n ü h ı r s ı z l ı k v e i n a n c ı k ö t ü y e
k u l l a n m a c ü r ü m l e r i n d e n a y ı r a n s u ç l a r . V I ( 4 )
1 9 8 0 , 6 6 7 - 4 8 1 .
E R T U Ğ R U L M e t i n . 1918 s a y ı l ı Y a s a n ı n u y g u l a n m a s ı n d a « c i f » d e ğ e r .
V I ( 4 ) 1 9 8 0 , 4 8 2 - 4 8 5 . ,
1 — CEZA YARGILAMA HUKUKU
Y Ü C E , P r o f . D r . T . T u f a n . C e z a y a r g ı l a m a h u k u k u n d a m e s l e k a d a
m ı n ı n t a n ı k l ı k t a n ç e k i n m e h a k k ı . V I ( 1 - 2 )
1 9 8 0 , 5 1 - 6 2 .
Ç A Ğ L A Y A N , M . M u h t a r . Ç e ş i t l i y ö n l e r i y l e a d l i g ö r e v v e u y g u l a m a
m ı z . V I ( 1 - 2 ) 1 9 8 0 , 6 3 - 8 1 .
S A A T Ç l O Ğ L U , C e m i l . S a n ı ğ ı n s o r g u s u . V I ( 4 ) 1 9 8 0 , 5 6 7 - 5 7 6 .
Ü N V E R , M . N a c i . Ç o c u k m a h k e m e l e r i k u r u l u r k e n . V I ( 4 ) 1 9 8 0 .
5 7 7 - 5 8 1 .
% III — MEDENİ HUKUK
Ö Z D l L , Z e k â i . T a ş ı n m a z m a l e d i n m e d e i y i n i y e t k u r a l ı y l a i l g i l i y e n i
b i r u y g u l a m a . V I ( 4 ) 1 9 8 0 , 4 8 6 - 4 9 1 .
Ş A T I R O Ğ L U , M u a m m e r . B a b a l ı k d a v a s ı n d a m a d d i v e m a n e v i t a z
m i n a t ( I ) . V I ( 4 ) 1 9 8 0 , 4 0 2 - 5 0 6
1 — EŞYA HUKUKU
S Î R M E N , D r . L â l e . Kıyı d e ğ i ş i k l i k l e r i (II). V I ( 1 - 2 ) 1 9 8 0 , 8 3 - 1 0 5 .
607
® I V — B O R Ç L A R H U K U K U
ATALAY, Özcan. Ö z e l y a ş a m ı n ( ş e r e f v e h a y s i y e t i n ) z e d e l e n m e s i h a
l i n d e m a n e v i z a r a r ı n t a z m i n i ( I I ) . V I ( 1 - 2 ) 1 9 8 0 ,
1 0 7 - 1 1 9 .
ŞENEL, M. Erdal. î z i n s i z y a r a r l a n ı l a n m o t o r l u t a ş ı t a r a ç l a r ı n ı n
s e b e p o l d u ğ u z a r a r l a r d a n d o ğ a n h u k u k i s o r u m
l u l u k . V I ( 1 - 2 ) 1 9 8 0 , 1 2 1 - 1 5 5 .
ARSLAN, A. İsmet. C e z a h u k u k u k u r a l l a r ı n ı n h a k s ı z f i i l d e n d o ğ a n
t a z m i n a t t a l e p l e r i n e e t k i s i . V I ( 1 - 2 , 3 , 4 ) 1 9 8 0 ,
1 5 7 - 1 7 8 ; 2 9 5 - 3 2 3 ; 5 0 7 - 5 2 8 .
ERTEN, Dr. M. Ali. S e r b e s t z a m a n , t a t i l v e y a s e y a h a t z e v k i n d e n
y o k s u n k a l m a n e d e n i y l e z a r a r k a v r a m ı ü z e r i n
d e b i r i n c e l e m e . V I ( 4 ) 1 9 8 0 , 5 2 9 - 5 3 7 .
1 — F İ K İ R V E S A N A T H U K U K U
KARACABEY, Ö. Faruk. S a n a t ç ı n ı n b a ş k a s ı n a d e v r e t t i ğ i e s e r i ü z e
r i n d e k i h a k k ı n ı n h u k u k s a l d e ğ e r i . V I ( 1 - 2 )
1 9 8 0 , 1 7 9 - 1 9 4 .
® V — İ C R A V E İ F L A S H U K U K U
UYAR, Talih. T e t k i k m e r c i i n d e y a r g ı l a m a u s u l ü ( İ İ K . m . 18). V I ( 3 )
1 9 8 0 , 3 3 9 - 3 5 9 .
q V I — T İ C A R E T H U K U K U
ERİŞ, Gönen. A y r ı c a l ı k l ı p a y s e n e t l e r i ( I I ) . V I ( 1 - 2 ) 1 9 8 0 , 1 9 5 - 2 1 7 .
ERGÜN, Mevci. K o n ş i m e n t o l a r d a d e f i l e r . V I ( 1 - 2 ) 1 9 8 0 , 2 1 9 - 2 2 8 .
S U C U , Nail. A n o n i m o r t a k l ı k l a r d a pay s e n e d i n i n s a h i b i n e s a ğ l a d ı ğ ı
h a k l a r . V I ( 3 , 4 ) 1 9 8 0 , 3 2 5 - 3 3 8 ; 5 3 8 - 5 5 9 .
M U T L U A Y , M . Kemal. Z a m a n a ş ı m ı n a u ğ r a m ı ş b o n o n u n t a k i p v e
m a d d i h u k u k t a k i y e r i . V I ( 4 ) 1 9 8 0 , 5 6 0 - 5 6 6 .
9 V I I — T R A F İ K H U K U K U
GÖKALP, Mehmet. T r a f i k k a z a l a r ı n d a k u s u r u n s a p t a n m a s ı . V I ( 3 )
1 9 8 0 , 3 6 1 - 3 7 6 .
608
O 9 B — K o n u l a r a G ö r e
— A —
A K M A N L A R , B ü l e n t . V I ( 3 , 4 ) 1 9 8 0 ,
3 8 7 - 3 9 2 ; 6 0 0 - 6 0 3 .
A R S L A N , î s m e t . V I ( 1 - 2 , 3 , 4 ) 1 9 8 0 ,
1 5 7 - 1 7 8 ; 2 9 5 - 3 2 3 ; 5 0 7 - 5 2 8 .
A T A L A Y , Ö z c a n . V I ( 1 - 2 ) 1 9 8 0 , 1 0 7 - 1 1 9 .
— B —
B A Y K A L , A l i . V I ( 3 ) 1 9 8 0 , 2 7 3 - 2 7 6 .
B U D A K , M . M a z h a r . V I ( 4 ) 1 9 8 0 , 4 4 4 - 4 5 3 .
- ç -
Ç A Ğ L A Y A N , M . M u h t a r . V I ( 1 - 2 ) 1 9 8 0 ,
6 3 - 8 1 .
— E —
E R G Ü N , M e v c i . V I ( 1 - 2 ) 1 9 8 0 , 2 1 9 - 2 2 8 .
E R İ Ş , G ö n e n . V I ( 1 - 2 ) 1 9 8 0 , 1 9 5 - 2 1 7 .
E R T E N , M r . M . A l i . V I ( 4 ) 1 9 8 0 , 5 2 9 - 5 3 7 .
E R T U Ğ R U L , M e t i n V I ( 4 ) 1 9 8 0 , 4 8 2 4 8 5 .
— G —
G E N İ Ş , A l i R ı z a . V I ( 4 ) 6 9 8 0 , 6 0 4 - 6 0 9 .
G E N İ Ş , A l i R ı z a . V I ( 3 , 4 ) 1 9 8 0 ,
4 1 1 - 4 2 0 ; 6 1 0 - 6 2 7 .
G Ö K A L P , M e h m e t . V I ( 3 ) 1 9 8 0 , 3 6 1 - 3 7 6 .
G Ö K Ç E , A b b a s . V I ( 1 - 2 ) 1 9 8 0 , 2 3 9 - 2 5 6 .
— H —
HACIHASANOĞLU, Muammer. VI (3) 1980, 285-288.
HAN, Beni. VI (3) 1980, 393-394.— K —
KARACABEY, Ö. Faruk. VI (1 - 2) 1980, 1979 -194.
KARAER, İbrahim. VI (3) 1980, 395-409.
KESKİN, O. Kadri. VI (1-2) 1980, 7 - 25.
LİVANELİOĞLU, M. Sabri. VI (4) 1980, 429-435.
— M —
MALKOÇ, İsmail. VI (3) 1980, 289 - 294
MUTLUAY, M. Kemal. VI (1-2, 4) 1980, 41-46; 560-566.
— N —
NALBANTOĞLU, Cahit. VI (1-2) 1980, 257-264.
- Ö -
ÖNDER, Ali Rıza. VI (1-2) 1980, 265-268.
ÖZDİL, Zekâi. VI (4) 1980, 486-491.
— S —
SAV, Atillâ, VI (4) 1980, 436-443.
SAATÇİOĞLU, Cemil. VI (4) 1980,567-576.
SELÇUK, Sami. VI (4) 1980, 667-481.
SİRMEN, D r . L â l e . V I ( 1 - 2 ) 1 9 8 0 , 8 3 - 1 0 5 .
SUCU, N a i l . V I ( 3 , 4 ) 1 9 8 0 , 3 2 5 - 3 3 8 ;
5 3 8 - 5 5 9 .
I
- Ş -
ŞATIROĞLU, M u a m m e r . V I ( 4 )
1 9 8 0 , 4 9 2 - 5 0 6 .
ŞENEL, M . E r d a l . V I ( 1 - 2 ) 1 9 8 0 , 1 2 1 - 1 5 5 .
— T —
TOSUN, P r o f . D r . Ö z t e k i n . V I ( 4 )
1 9 8 0 , 4 5 4 - 4 6 6 .
— U —
UYAR, T a r i h . V I ( 3 ) 1 9 8 0 , 3 3 9 - 3 5 9 .
— Ü -
ÜNVER, M . N a c i . V I ( 4 ) 1 9 8 0 , 5 7 7 - 5 8 1 .
— Y —
YALKUT, D r . N e c d e t . V I ( 3 ) 1 9 8 0 ,
3 7 7 - 3 8 6 .
YARGITAY, D e r g i s i . V I ( 1 - 2 ) 1 9 8 0 , 5 - 6 .
YARGITAY'DAN H a b e r l e r . V I ( 1 - 2 , 3 , 4 )
1 9 8 0 , 2 6 9 - 2 7 2 ; 4 2 1 - 4 2 8 ; 6 1 0 - 6 2 7 .
YAVUZ, N i h a t . V I ( 4 ) 1 9 8 0 , 5 8 2 - 5 9 9 .
YAZAN, D u r u s o y . V I ( 3 ) 1 9 8 0 , 2 7 7 - 2 8 3 .
YENER, O r h a n . V I ( 1 - 2 ) 1 9 8 0 , 4 7 - 5 0 .
YENİSEY, D r . F e r i d u n . V I ( 1 - 2 ) , 1 9 8 0 ,
2 2 9 - 2 3 7 .
YILMAZ, D r . E j d e r . V I ( 1 - 2 ) 1 9 8 0 , 2 7 4 0 .
YÜCE, P r o f . D r . T . T u f a n . V I ( 1 - 2 ) 1 9 8 0 ,
5 1 - 6 2 .
609
YARGITAY'DAN HABERLER
Derleyen : Ali Rıza GENİŞ (*)
Yasal yaş sının nedeniyle, 13.7.1980 günü emekliye ayrılan Yargıtay Birinci Başkanı sayın CEVDET MENTEŞ'in, adına düzenlenen veda toplantısında yaptığı konuşma. 4.7.1980
S A Y I N V E D E Ğ E R L İ A R K A D A Ş L A R I M
Y a ş s ı n ı r ı n e d e n i y l e 1 3 T e m m u z g ü n ü e m e k l i o l a c a ğ ı m . B i l i y o r s u n u z .
Ç o k ş e r e f l i H â k i m l i k m e s l e ğ i n d e b u l u n d u ğ u m 4 2 y ı l ı n y a r ı d a n f a z l a s ı n ı
Y ü c e Y a r g ı t a y ' ı n k u t s a l ç a t ı s ı a l t ı n d a , a r a n ı z d a g e ç i r d i m .
B e n i i k i n c i k e z B i r i n c i B a ş k a n l ı ğ a s e ç t i n i z . O n u r l a n d ı r d ı n ı z . A i l e m e , e v l â t
l a r ı m a v e t o r u n l a r ı m a b ı r a k a c a ğ ı m e n b ü y ü k m i r a s b u p a y e , b u o n u r o l a c a k t ı r .
B a ş k a n b u l u n d u ğ u m s ü r e c e g ü v e n i n i z e l â y ı k o l m a ğ a ç a l ı ş t ı m . H e r ş e y d e n
ö n c e Y ü c e Y a r g ı t a y ' ı n t a r a f s ı z l ı ğ ı n ı v e o n u r u n u k o r u m a k v e d a h a d a y ü c e l t
m e k i ç i n ç a b a g ö s t e r d i m .
Y ü c e Y a r g ı t a y v e s i z l e r i ç i n y a p ı l a n l a r k o n u s u n d a b i r s ö z s ö y l e m e k i s t e m i '
y o r u m . T a k d i r i n i ş a ş m a z s a ğ d u y u v e e n g i n k a d i r ş i n a s l ı ğ ı n ı z a b ı r a k ı y o r u m .
S a d e c e y a p ı l a n l a r ı d e ğ e r l e n d i r i r k e n g e ç m i ş i y e t e r i n c e a n ı m s a m a n ı z ı d i l i y o
r u m . N e d e n i n e o l u r s a o l s u n i s t e y i p d e y a d a i s t e n i p d e y a p ı l a m ı y a n l a r m
ü z ü n t ü s ü n ü i s e b e r a b e r i m d e g ö t ü r ü y o r u m .
G ö r e v i m i y a p m a m d a h e r z a m a n y a r d ı m , t e ş v i k , d e s t e k v e k a r ş ı l ı k l ı s e v g i
v e s a y g ı g ö r d ü ğ ü m S a y ı n B i r i n c i B a ş k a n v e k i l l e r i n e , S a y ı n C u m h u r i y e t B a ş s a v
c ı l a r ı n a , S a y ı n D a i r e B a ş k a n l a r m a , S a y ı n Ü y e l e r e , B i r i n c i B a ş k a n l ı k D i v a
n ı n d a v e Y ö n e t i m K u r u l u n d a g ö r e v a l a n , b i r l i k t e h i z m e t v e r m e k t e n o n u r v e
g u r u r d u y d u ğ u m d e ğ e r l i B a ş k a n v e Ü y e a r k a d a ş l a r ı m a , y a r d ı m l a r ı n ı u n u t a -
m ı y a c a ğ ı m g ü v e n i l i r i y i i n s a n G e n e l S e k r e t e r S a y ı n F a r u k K ı v a n ç ’ a m i n n e t
v e ş ü k r a n l a r ı m ı s u n a r ı m .
Y ü c e Y a r g ı t a y ' ı n y o ğ u n ç a l ı ş m a l a r ı n a ö n e m l i k a t k ı l a r ı b u l u n a n S a y ı n T e t «
k i k H â k i m i v e C u m h u r i y e t B a ş s a v c ı Y a r d ı m c ı l a r ı k a r d e ş l e r i m e v e t ü m Y a r
g ı t a y P e r s o n e l i n e d e g ö n ü l d e n t e ş e k k ü r e d e r i m .
G ö r e v i m s ü r e s i n c e t u t u m v e d a v r a n ı ş l a r ı m d a k e s i n l i k l e d u y g u s a l o l m a
d ı m . B u n u n l a b e r a b e r i s t e m i y e r e k y a d a b i l m i y e r e k h e r h a n g i b i r i n i z i k ı r -
d ı m s a , g ö n ü l k o y a n ı n ı z v a r s a l ü t f e n b e n i b a ğ ı ş l a y ı n ı z .
( * ) Y a r g ı t a y Y a y ı n M ü d ü r ü .
611
Ö l ü n c ü y e d e k s ü r e c e k o l a n i n s a n , a r k a d a ş , ö z e l l i k l e m e s l e k v e m e s l e k -
d a ş s e v g i s i i l e d o p d o l u o l a r a k s i z l e r i a y r ı a y r ı k u c a k l ı y o r v e d a e d i y o r u m .
Y a k m e n b i l d i ğ i m , g e r ç e k t e n i n s a n g ü c ü n ü a ş a n ç a l ı ş m a v e b a ş a r ı l a r ı n ı z ı
s a ğ l ı k v e e s e n l i k i ç i n d e s ü r d ü r m e n i z i d i l i y o r , s o n s u z s e v g i v e s a y g ı l a r s u n u
y o r u m .
Yasal yaş sının nedeniyle 13.7.1980 günü emekliye aynlan Yargıtay Birinci Başkanı Cevdet Menteş adına düzenlenen veda toplantısında Yargıtay Birinci Başkanvekili sayın M. Sabri LİVANE- LİOĞLU’nun yaptığı konuşma. 4.7.1980
DEĞERLİ ARKADAŞLARIM
Y a s a l y a ş s ı n ı r ı n e d e n i y l e ö n ü m ü z d e k i g ü n l e r d e e m e k l i y e a y r ı l a c a k o l a n
Y ü c e Y a r g ı t a y ' ı n Y ü c e B a ş k a n ' ı s a y ı n C e v d e t M e n t e ş ' l e v e d a l a ş m a k ü z e r e
t o p l a n m ı ş b u l u n u y o r u z .
H e r y ö n ü y l e g ü v e n i l i r , c a n d a n b i r d o s t o l a r a k s e v i l i p s a y ı l m a s ı y a n ı n d a ,
ü s t ü n y e t e n e k l e r i n e , ü s t ü n b a ş a r ı l a r ı n a d a t a n ı k o l d u ğ u m u z s a y ı n B a ş k a n ı m ı z -
l a v e d a l a ş m a n ı n ü z ü n t ü s ü i ç i n d e k e n d i l e r i n i s a y g ı i l e s e l â m l ı y o r s a ğ l ı k , m u t
l u l u k v e e s e n l i k d i l e k l e r i y l e ö z e l y a ş a m ı n a u ğ u r l u y o r u z .
Y a r g ı o r g a n l a r ı n d a g ö r e v e b a ş l a d ı ğ ı 1 9 3 8 y ı l ı n d a n b e r i m e s l e ğ i n t ü r l ü
k a d e m e l e r i n d e v e r i m l i v e b a ş a r ı l ı ç a l ı ş m a l a r i y l e t e m a y ü z e d e n , y a ş a m ı n ı n
e n g ü z e l , e n v e r i m l i v e e n d e ğ e r l i y ı l l a r ı n ı h a k v e a d a l e t y o l u n a h a r c a y a n ,
ü l k e m i z e Y ü c e U l u s u m u z a v e ö z e l l i k l e y a r g ı g ü c ü n e u n u t u l m a z v e e r i ş i l m e z
h i z m e t l e r i y l e b a ş a r ı n ı n d o r u ğ u n a e r i ş e n s a y ı n M e n t e ş ' i d a i m a m i n n e t v e
ş ü k r a n d u y g u l a r ı y l a a n a c a ğ ı z .
S e ç k i n k i ş i l i ğ i n i v e ü s t ü n n i t e l i k l e r i n i b u r a d a u z u n u z u n a n l a t m a y a g e
r e k d u y m u y o r u m . O l g u n , v e f a l ı v e m e r t k i ş i l i ğ i y l e d a i m a a r a n a n v e g ü v e
n i l e n b i r d o s t , k e d e r l i g ü n l e r i m i z d e a c ı l a r ı m ı z ı y ü r e k t e n p a y l a ş a n d u y g u l u
v e s a m i m i b i r a r k a d a ş v e ö r n e k b i r i n s a n o l a r a k h e p i m i z i n g ö n l ü n ü k a z a n m ı ş
b u l u n a n s a y ı n M e n t e ş ' i n ü s t ü n b i r g ö r e v a n l a y ı ş ı y l a s ü r d ü r d ü ğ ü m e s l e k y a
ş a m ı n d a u l a ş t ı ğ ı a ş a m a v e b a ş a r ı l a r d a k u ş k u s u z h e r t ü r l ü t a k d i r i n ü s t ü n
d e d i r .
C u m h u r i y e t v e A t a t ü r k i l k e l e r i n e , h u k u k u n ü s t ü n l ü ğ ü n e y a r g ı g ü c ü n ü n e t
k i n l i k v e s a y g ı n l ı ğ ı n a y ü r e k t e n i n a n m ı ş b i r b a ş k a n o l a r a k ö d ü n v e r m e d e n ,
g ö l g e d ü ş ü r m e d e n b u n l a r ı n d o k u n u l m a z l ı ğ ı n ı k o r u m a d a g ö s t e r d i ğ i t i t i z l i k v e
d u y a r l ı k t a n d o l a y ı k e n d i l e r i n i k u t l a m a y ı d a z e v k l i b i r g ö r e v s a y a r ı z .
612
S a y ı n M e n t e ş , y a k l a ş ı k 8 y ı l d a n b e r i B i r i n c i B a ş k a n o l a r a k Y ü c e Y a r g ı
t a y ' ı ş a n ı n a l â y ı k b i r b i ç i m d e t e m s i l e d i p y ö n e t m i ş Y a r g ı t a y ' ı n m a d d i v e m a
n e v i t ü m g e r e k s i n m e l e r i n i s a ğ l a m a y a y ö n e l i k ç a b a l a r ı y a n ı n d a p r a t i k z e k â
s ı , m e d e n i c e s a r e t i v e ü s t ü n y e t e n e k l e r i y l e ç ı k a b i l e n s o r u n l a r ı ç ö z ü m l e y e r e k
Y a r g ı t a y ' a u n u t u l m a z e s e r l e r k a z a n d ı r m ı ş t ı r . T ü m p e r s o n e l i ç i n r a h a t v e h u
z u r l u ç a l ı ş m a o l a n a k l a r ı n d a n t u t u n d a i ç i n d e t o p l a n d ı ğ ı m ı z b u s a l o n l a r a
ç a l ı ş m a o d a l a r ı n ı n d o n a t ı m ı n a , s a ğ l ı k v e s o s y a l y a r d ı m l a ş m a a l a n ı n d a k i
o l u m l u a ş a m a y a k a d a r p e k ç o k ş e y i n s a y ı n M e n t e ş ' i n k i ş i s e l y e t e n e k v e ç a b a
l a r ı y l a y a p ı l a b i l d i ğ i n i y a k ı n d a n b i l m e k t e y i z . B u g ü n Y a r g ı t a y ' d a b i r ç o k e s e
r i n a l t ı n d a s a y ı n M e n t e ş ' i n i m z a s ı v a r d ı r . K e n d i l e r i n i , ü s t ü n y e t e n e k l e r e v e
g ü ç l ü b i r k i ş i l i ğ e s a h i p b i r B a ş k a n o l a r a k t a n ı y o r v e y a s a l n e d e n l e d e o l s a
g ö r e v i n d e n a y r ı l m a s ı n ı k u r u l u ş u m u z i ç i n b i r e k s i k l i k s a y ı y o r u z .
S a y ı n M e n t e ş ,
Y a ş a m ı n ı z b o y u n c a t ü r l ü o l a n a k s ı z l ı k l a r v e z o r k o ş u l l a r a l t ı n d a d a o l s a
k u t s a l v e ş e r e f l i g ö r e v i n i z i e n i y i b i ç i m d e y e r i n e g e t i r m i ş v e h a k k ı y l e b a ş a
r ı y a u l a ş m ı ş o l m a n ı n h u z u r v e m u t l u l u ğ u i ç i n d e o l m a n ı z ı t ü m y a r g ı m e n
s u p l a r ı a d ı n a s i z d e n r i c a e d i y o r u m . Y a r g ı y a y ö n e l i k h e r t ü r l ü h a k s ı z s a t a ş
m a l a r ı d a i m a b ü y ü k b i r d u y a r l ı l ı k v e c e s a r e t l e g ö ğ ü s l e d i n i z , s o r u n l a r ı ç ö
z ü m l e d i n i z , y a r g ı n ı n v e Y a r g ı t a y ' ı n y ü c e l m e s i n e b u g ü n k ü v a k a r l ı d ü z e y e v e
k i ş i l i ğ e u l a ş m a s ı n a ö n e m l i ö l ç ü d e k a t k ı d a b u l u n d u n u z . H i z m e t v e e s e r l e r i n i z l e
Ö ğ ü n ü y o r s i z i n l e i f t i h a r e d i y o r u z .
G ö r e v i n i z r e s m e n s o n a e r m i ş o l a b i l i r a m a s i z m ü m t a z k i ş i l i ğ i n i z , d o s t l u
ğ u n u z , b a ş a r ı l a r ı n ı z , h i z m e t v e e s e r l e r i n i z l e d a i m a a r a m ı z d a v e g ö n l ü m ü z d e
y a ş a y a c a k s ı n ı z . K u r d u ğ u n u z d ü z e n , k o y d u ğ u n u z s i s t e m v e i l k e l e r l e Y a r g ı t a y
b ı r a k t ı ğ ı n ı z y e r d e n y o l u n a v e i ş l e v i n e d e v a m e d e c e k t i r .
Y a r g ı t a y a d ı n a b u n d a n s o n r a k i y a ş a m ı n ı z d a d a s a ğ l ı k , m u t l u l u k v e e s e n
l i k d i l e k l e r i m i z i y i n e l e r s o n s u z s a y g ı l a r s u n a r ı m .
Yasal yaş sının nedeniyle 13.7.1980 günü emekliye ayrılan Yargıtay Birinci Başkanı Cevdet Menteş adına düzenlenen veda toplantısında Cumhuriyet Başsavcısı sayın Fahrettin KIYAK’m yaptığı konuşma. 4.7.1980
AZİZ MESLEKTAŞLARIM
B u g ü n b u r a d a , ç o k d e ğ e r l i v e m ü m t a z B i r i n c i B a ş k a m m ı z s a y ı n C e v d e t
M e n t e ş ' i n v e d a t o p l a n t ı s ı n d a b u l u n u y o r u z .
G ö r e v d e k e n d i l e r i n d e n a y r ı l m a k b i z i m i ç i n h a y l i ü z ü c ü i s e d e , k a l b e n
a y r ı l m a d ı ğ ı m ı z i ç i n o d e r e c e m u t l u y u z .
613
Y ü c e Y a r g ı t a y ' d a b i n a , y e r l e ş m e v e p e r s o n e l s o r u n l a r ı i l e d i ğ e r g e r e k
s i n m e l e r v e h e l e m ü e s s e s e n i n v e a y r ı c a t ü m y a r g ı n ı n i t i b a r ı n ı n k o r u n m a s ı
y ö n l e r i n d e n b ü y ü k g a y r e t l e r i n i v e ç o k d e ğ e r l i h i z m e t l e r i n i u n u t m a k o l a n a k
s ı z d ı r .
B u n d a n ö n c e k o n u ş a n d e ğ e r l i a r k a d a ş l a r ı m , b i z e t a m a n l a m ı y l a t e r c ü
m a n o l d u k l a r ı i ç i n d a h a d e t a y l a r a g i r m i y o r u m .
Ü s t ü n n i t e l i k l i B a ş k a n ı m ı z a u z u n ö m ü r l e r , b u n d a n s o n r a k i y a ş a m ı n d a
s a ğ l ı k v e m u t l u l u k l a r d i l e r , d a i r e m i z a d ı n a s a y g ı l a r s u n a r ı z .
Yasal yaş sının nedeniyle 13.7.1980 günü emekliye ayrılan Yargıtay Birinci Başkam Cevdet Menteş adına düzenlenen veda toplantısında Yüksek Hâkimler Kurulu Başkam sayın M. Mazhar BUDAK'm yaptığı konuşma. 4.7.1980
SAYIN CEVDET MENTEŞ
ONURSAL YARGITAY BİRİNCİ BAŞKANI
Y a ş a m l a r ı n ı n e n v e r i m l i y ı l l a r ı n ı h a k v e a d a l e t h i z m e t i n e h a r c a m ı ş ,
H â k i m l i k v e S a v c ı l ı k m e s l e ğ i n i n z i r v e s i n e u l a ş m ı ş o l a n e m e k l i Y a r g ı t a y
B a ş k a n v e Ü y e l e r i i l e C u m h u r i y e t B a ş s a v c ı s ı n ı n U n v a n l a r ı n a b a t ı ü l k e l e r i n
d e k i ö r n e k l e r d e g ö z e t i l e r e k (ONURSAL) s ö z c ü ğ ü n ü n e k l e n m e s i n i n u y g u n -
o l a c a ğ m a , Y ü c e Y a r g ı t a y B i r i n c i B a ş k a n l ı k D i v a m ' n c a 2 8 . 6 . 1 9 7 9 g ü n 5 5 s a y ı
i l e k a r a r v e r m i ş t i r .
S e ç k i n k i ş i l i ğ i n i z , ü s t ü n e r d e m i n i z , b i l i m s e l k u d r e t v e y e t e n e ğ i n i z l e
Y ü c e Y a r g ı t a y ı m ı z d a ö z e l l i k l e B i r i n c i B a ş k a n ı m ı z o l a r a k , Y a r g ı t a y Y a s a s ı m
ç ı k a r m a k , b ü t ç e s i n i a y ı r m a k B ü y ü k H â k i m l e r i m i z i n o n u r l a r ı n a y a k ı ş a c a k
b i ç i m d e d a i r e l e r i n i t a n z i m e t t i r m e k . T e t k i k H â k i m l e r i n e b u m u k a d d e s y u v a
a l t ı n d a h i z m e t l e r i n i s ü r d ü r m e k , a r a ç v e g e r e ç l e r i n i t a m i r e t t i r m e k g i b i h e r
k u l a n a s i p o l m a y a n k a l ı c ı h i z m e t l e r i n i z l e s ü r e k l i o l a r a k a d ı n ı z Y a r g ı k e s i
m i n d e o l d u ğ u k a d a r V a t a n d a ş l a r ı m ı z ı n g ö n ü l l e r i n d e d e t a k d i r v e ş ü k r a n l a
y â d e d i l e c e k t i r .
A s l ı n d a s i z i s o n u n a d e k a y n l m a m ı ş b i r b ü y ü ğ ü m ü z o l a r a k k a b u l e t m e k
t e y i z .
K u r u l u m u z a d ı n a d a h a n i c e y ı l l a r , s a ğ l ı k v e m u t l u l u k l a r d i l e r , e n i ç t e n
s a y g ı l a n m ı z ı a r z e d e r i z .
614
Yasal yaş sının nedeniyle 13.7.1980 günü emekliye ayrılan Yargıtay Birinci Başkanı Cevdet Menteş adına düzenlenen veda toplantısında Yargıtay Tetkik Hâkimi saym Muharrem DİNÇ’in yaptığı konuşma. 4.7.1980
SAYIN BİRİNCİ BAŞKANIMIZ
B a ş a r ı l ı v e o n u r l u b i ç i m d e s ü r d ü r d ü ğ ü n ü z m e s l e k y a ş a m ı n ı z ı n d o r u ğ u n a
u l a ş t ı ğ ı n ı z ş u a n d a , t e t k i k h â k i m l e r i a d ı n a k o n u ş m a k o l a n a ğ ı n ı b u l d u ğ u m
i ç i n k ı v a n ç d u y u y o r u m .
D e ğ e r l i a r k a d a ş l a r ı m ı n h a k k m ı z d a k i i ç t e n d u y g u l a r ı n ı b u r a d a d i l e g e
t i r m e n i n g ü ç l ü ğ ü n ü t a k d i r b u y u r u r s u n u z .
B a ş k a n ı m ı z s a y m L i v a n e l i o ğ l u ' n u n , Y ü k s e k H â k i m l e r K u i a ı l u B a ş k a n ı m ı z
S a y m B u d a k ' m v e C u m h u r i y e t B a ş s a v c ı m ı z S a y m K ı y a k ' m a z ö n c e k i k o n u ş
m a l a r ı n d a v e c i z b i r ş e k i l d e i f a d e o l u n a n d ü ş ü n c e l e r i p a y l a ş ı y o r u z .
Ö z e l i k l e , t o p l u m u m u z u n s o n y ı l l a r d a k a r ş ı k a r ş ı y a k a l d ı ğ ı b u n a l ı m l a r a
r a ğ m e n , A t a t ü r k ç ü b i r y a k l a ş ı m l a , b a ğ ı m s ı z A d a l e t i n , b a ş ı n d a b u l u n d u ğ u n u z
v e t e m s i l e t t i ğ i n i z Y ü c e Y a r g ı t a y ' ı n v e b ü t ü n Y a r g ı o r g a n ı i l e m e n s u p l a r ı n ı n
s a y g ı n l ı ğ ı n ı , e t k i n l i ğ i n i k o r u y a n , y ü c e l t e n ; y u r t t a ş l a r ı n g ü v e n v e ü m i t d u y
g u l a r ı n ı p e k i ş t i r e n ç a b a l a r ı n b a ş ı n d a s i z i g ö r m e k b i z l e r i ç i n a y n b i r ö v ü n ç
v e s i l e s i o l m u ş t u r . G e r ç e k t e n , A d a l e t e o l a n g ü v e n i n s a r s ı l d ı ğ ı , Y a r g ı o r g a
n ı n ı n v e m e n s u p l a r ı n ı n s a y g ı n l ı ğ ı n ı v e e t k i n l i ğ i n i y i t i r d i ğ i b i r o r t a m d a e l -
b e t t e k i t o p l u m u n g e l i ş m e s i v e m u t l u l u ğ u t e h l i k e y e d ü ş e r .
İ z n i n i z l e , a r k a d a ş l a r ı m a d ı n a , s i z i n b i r b a ş k a y ö n ü n ü z e , b u y ö n ü n ü z l e
m e s l e ğ e v e m e s l e k t a ş l a r ı n ı z a y a p t ı ğ ı n ı z o l u m l u k a t k ı v e h i z m e t l e r e d e ğ i n
m e k i s t i y o r u m .
Y a r g ı t a y ' ı n b a ş a r ı s ı n d a , T e t k i k H â k i m l e r i n i n b ü y ü k k a t k ı l a r ı v e e t k i l e r i
o l d u ğ u g e r ç e ğ i n e i ç t e n l i k l e i n a n m ı ş b i r B a ş k a n o l a r a k , b i z l e r i n i ç i n d e b u
l u n d u ğ u m u z k o ş u l l a r ı i y i l e ş t i r i c i g i r i ş i m l e r l e , g ö n ü l l e r d e b u r u k l u k y a r a t ı c ı b i r
d u r u m a s o n v e r d i n i z . İ n a n ı y o r u z k i , d ü ş ü n c e l e r i n i z s a d e c e g e r ç e k l e ş t i r d i k
l e r i n i z d e n i b a r e t d e ğ i l d i .
Y u r d u n d ö r t b i r t a r a f ı n d a k ü r s ü l e r d e y ı l l a r ı n ı A d a l e t h i z m e t i n e , d a r
d u r u m a d ü ş e n v e b u n a l ı m g e ç i r e n i n s a n l a r a y a r d ı m a v a k f e d e n H â k i m l e r b u
m ü e s s e s e y e g e l d i k l e r i n d e , o t u r a c a ğ ı b i r s a n d a l y e , ç a l ı ş a c a ğ ı b i r m a s a b u l a m a
m a n ı n ; k o r i d o r l a r d a v e y a k a l e m l e r d e b o ş b i r y e r e i l i ş m e z o r u n d a k a l m a
n ı n , b u r u k l u ğ u n u g ö n ü l l e r i n d e d u y u y o r l a r , f a k a t h e r ş e y e r a ğ m e n b u k o ş u l
l a r d a d a h i g ö r e v l e r i n i y e r i n e g e t i r m e ğ e ç a l ı ş ı y o r l a r d ı .
615
G ö r e v l e r i m i z i d a h a b ü y ü k b i r ş e v k v e a r z u i l e e t k i n b i ç i m d e y a p a b i l e c e
ğ i m i z , k i ş i l i ğ i m i z i b u l a b i l e c e ğ i m i z o r t a m ı v e o l a n a k l a r ı e l v e r d i ğ i n c e ö n ü
m ü z e s e r m e k s u r e t i y l e m e s l e ğ e b ü y ü k k a t k ı l a r ı o l a c a k g i r i ş i m l e r i b a ş l a t m ı ş
o l d u n u z . K ı s a c a d e ğ i n m e k g e r e k i r s e , b i z l e r e ; r a h a t v e h u z u r l a ç a l ı ş a b i l e c e
ğ i m i z b i r e r ç a l ı ş m a y e r i n i , a r a ş t ı r m a y a p a b i l e c e ğ i m i z d ü z e n l i b i r k i t a p l ı k
h i z m e t i n i , a y r ı c a ö n e m l i b i r i h t i y a c ı m ı z ı k a r ş ı l a y a n m i s a f i r h a n e , l o k a n t a v e s e r
v i s g i b i h i z m e t l e r i t a h s i s e t t i n i z . P e ş i n h ü k ü m l e r d e n u z a k v e a y ı r ı m g ö z e t
m e k s i z i n ç e ş i t l i f a a l i y e t v e t o p l a n t ı l a r a b i z l e r i n d e k a t ı l m a m ı z ı s a ğ l a m a k ,
k i ş i s e l s o r u n v e a c ı l ı a n l a r ı m ı z d a y a n ı m ı z d a o l m a k n e z a k e t , a ğ a b e y l i k v e
b ü y ü k l ü ğ ü n ü g ö s t e r d i n i z .
İ t i m a t b u y u r u n u z , T e t k i k H â k i m l e r i b u y a n ı n ı z ı d a u n u t m a y a c a k l a r ,
s i z i d a i m a ş ü k r a n l a y â d e d e c e k l e r d i r .
S a y ı n B a ş k a n ı m ı z ;
B u n d a n s o n r a k i y a ş a m ı n ı z d a s i z e s a ğ l ı k v e m u t l u l u k l a r d i l e r , i ç t e n
s a y g ı l a r ı m ı z ı s u n a r ı z .
YÜCE BAŞKAN (*)
C a n d a n b i r d o s t , b i r c e v h e r
E m i n k e n d i n d e n , i n s a n l a r ı s e v e r
V a k u r , ü s t ü n m e z i y e t l i , y a p ı c ı
D e r i n v u k u f l u , e s e r l e r i k a l ı c ı
E n z o r g ü n l e r i n b u l u n m a z y a r g ı c ı
T a d e r i n l e r d e Y a r g ı t a y ' ı n k a l b i n d e .
M a a l e s e f a y r ı l ı y o r a r a m ı z d a n
E m i n o l u n , y a n ı y o r u z a c ı n ı z d a n
N e o l u r b i r a z d a h a k a l s a y d ı n ı z
T e m e n n i m i z o d u r , e s e r l e r i n i z e e s e r k a t s a y d m ı z
E n v e r i m l i z a m a n d a b u l u n m a z b i r e ş
Ş e n k a l , B a ş k a n l a r B a ş k a n ı C e v d e t M e n t e ş .
D r . Vafi E R A R
Y a r g ı t a y T a b i b i
3.7.1980
( * ) Ş i i r , a k r o s t i ş ş e k l i n d e y a z ı l m ı ş t ı r .
Yasal yaş sınırını doldurarak ya da istekleriyle emekliye ayrılan Yargıtay'ın sayın Başkan, Cumhuriyet Başsavcısı ve Üyeleri onuruna düzenlenen toplantıda Yargıtay Birinci Başkan vekili sayın M. Sabri LİVANELİOĞLU'nun yaptığı konuşma. 13.7.1980
S A Y I N K O N U K L A R ,
D E Ğ E R L İ M E S L E K T A Ş L A R I M .
H â k i m l i k g i b i y o r u c u , y ı p r a t ı c ı f a k a t o o r a n d a d a ş e r e f l i v e k u t s a l b i r
g ö r e v i b u n c a y ı l ü s t ü n b i r g ö r e v a n l a y ı ş ı i ç i n d e b a ş a r ı y l a y e r i n e g e t i r d i k t e n
s o n r a y a s a l y a ş s ı n ı r ı n ı d o l d u r a r a k y a d a i s t e k l e r i y l e e m e k l i y e a y r ı l a n Y a r
g ı t a y ' ı n S a y ı n B a ş k a n , S a y ı n C u m h u r i y e t B a ş s a v c ı s ı v e S a y m Ü y e l e r i o n u r u
n a d ü z e n l e d i ğ i m i z t o p l a n t ı y a h o ş g e l d i n i z .
G i d e n A d a l e t y ı l ı i ç i n d e ç o k d e ğ e r l i a r k a d a ş l a r ı m ı z ,
1 — Y a r g ı t a y B i r i n c i B a ş k a n ı S a y m C e v d e t M e n t e ş ,
2 — C u m h u r i y e t B a ş s a v c ı s ı S a y m K â z ı m A k d o ğ a n ,
3 — Y a r g ı t a y 9. H u k u k D a i r e s i B a ş k a n ı S a y m İ b r a h i m G a f f a r o ğ l u ,
4 — Y a r g ı t a y 2 . C e z a D a i r e s i B a ş k a n ı S a y m H a y r i K o k s a l ,
5 — Y a r g ı t a y 5 . C e z a D a i r e s i B a ş k a n ı S a y m N u r i S ü e r ,
6 — Y a r g ı t a y 6 . H u k u k D a i r e s i B a ş k a n ı S a y m K u t s i M a l a t y a l ı o ğ l u ,
7 — Y a r g ı t a y 6 . H u k u k D a i r e s i B a ş k a n ı S a y m R ü ş t ü B a y k a l ,
8 — Y a r g ı t a y Ü y e s i S a y m S a b a h a t K u r t u l u ş ,
9 — Y a r g ı t a y Ü y e s i S a y m R e b i i A k t ü r k ,
1 0 — Y a r g ı t a y Ü y e s i S a y m H a m i E r t a ş ,
1 1 — Y a r g ı t a y Ç y e s i S a y m R a u f D e n k e r ,
1 2 — Y a r g ı t a y Ü y e s i S a y m H a y r e t t i n A r g u n ,
1 3 — Y a r g ı t a y Ü y e s i S a y m A v n i B ü k e y ,
1 4 — Y a r g ı t a y Ü y e s i S a y m İ r f a n Ö z k a n ,
1 5 — Y a r g ı t a y Ü y e s i S a y m C e v d e t G ü l ş e n i ,
1 6 — Y a r g ı t a y Ü y e s i S a y m U l u z a f e r B a ş t ü r k m e n ,
17 — Y a r g ı t a y Ü y e s i S a y m C e m â l D i r i k ,
1 8 — Y a r g ı t a y Ü y e s i S a y m H a l i t Z i y a E k m e k ç i o ğ l u ,
E m e k l i y e a y r ı l m ı ş b u l u n u y o r l a r .
617
Y a ş a m l a r ı n ı n e n g ü z e l , e n d e ğ e r l i , e n v e r i m l i y ı l l a r ı n ı h a k v e A d a l e t y o
l u n a h a r c a y a r a k y a r g ı g ü c ü n e v e Y ü c e U l u s u m u z a u n u t u l m a z , e r i ş i l m e z h i z
m e t l e r v e r e n , ü s t ü n y e t e n e k l e r i y a n ı n d a s a y g ı n v e s e ç k i n k i ş i l i k l e r i y l e d e t e m a
y ü z e d i p b a ş a r ı n ı n d o r u ğ u n a e r i ş m i ş b u l u n a n d e ğ e r l i a r k a d a ş l a r ı m ı z ı b u g ü n
m i n n e t v e ş ü k r a n d u y g u l a r i y l e ö z e l y a ş a m l a r ı n a u ğ u r l u y o r u z . Y a r g ı t a y ' d a k i
g ö r e v l e r i r e s m e n s o n a e r m i ş o l s a d a o n l a r g ü ç l ü v e e r d e m l i k i ş i l i k l e r i , h i z m e t
v e e s e r l e r i y l e d a i m a a r a m ı z d a v e g ö n l ü m ü z d e y a ş a y a c a k l a r d ı r . Y a r g ı t a y o l a
r a k k e n d i l e r i y l e d a i m a i f t i h a r e d e c e k , s a y g ı i l e a n a c a ğ ı z .
Y a ş a m l a r ı b o y u n c a t ü r l ü o l a n a k s ı z l ı k l a r v e z o r k o ş u l l a r a l t ı n d a d a o l s a
k u t s a l g ö r e v l e r i n i g e r e ğ i g i b i y e r i n e g e t i r m i ş o l m a n ı n h u z u r v e m u t l u l u ğ u
i ç i n d e g ö r d ü ğ ü m ü z b u b ü y ü k h â k i m l e r i Y ü c e Y a r g ı t a y a d ı n a i ç t e n l i k l e k u t *
l a r , k e n d i l e r i n e ö z e l y a ş a m l a r ı n d a d a s a ğ l ı k , m u t l u l u k v e e s e n l i k l e r d i l e r i m .
G i d e n A d a l e t y ı l ı i ç i n d e T a n r ı n ı n r a h m e t i n e k a v u ş a n ç o k d e ğ e r l i a r k a *
d a ş l a r ı m ı z Y a r g ı t a y Ü y e l e r i S a y m İ l h a n A r ı k a n v e M e h m e t İ h s a n T ü z ü n e r ' i n
a n ı l a r ı n ı d a b u v e s i l e y l e t a z e l e m e k i s t e r i m . Y a ş a m l a r ı n ı n e n v e r i m l i , e n o l g u n
ç a ğ ı n d a v e b e k l e n m e d i k b i r z a m a n d a a r a m ı z d a n a y r ı l m a l a r ı n d a n d o l a y ı a c ı
m ı z b ü y ü k , ü z ü n t ü m ü z s o n s u z d u r . K e n d i l e r i n e Y ü c e T a n r ı d a n r a h m e t v e
k e d e r l i a i l e s i n e d a y a n m a g ü c ü d i l e r i m .
S a y m K o n u k l a r , D e ğ e r l i A r k a d a ş l a r ı m .
O n u r s a l B i r i n c i B a ş k a n ı m ı z S a y m M e n t e ş ' i n , k o n t e n j a n s e n a t ö r l ü ğ ü n e
a t a n d ı ğ ı m ö ğ r e n m i ş b u l u n u y o r u z . K e n d i l e r i n i i ç t e n l i k l e k u t l a r ı m . U y g a r v e
e r d e m l i k i ş i l i ğ i , A t a t ü r k d ü ş ü n c e v e i l k e l e r i n e y ü r e k t e n b a ğ l ı l ı ğ ı v e e n g i n
t e c r ü b e l e r i y l e S a y m M e n t e ş ' i n y e n i g ö r e v i n d e d e b a ş a r ı y a u l a ş a c a ğ ı n a , Ü l
k e m i z e v e Y ü c e U l u s u m u z a ç o k d e ğ e r l i h i z m e t l e r y a p a c a ğ ı n a i ç t e n l i k l e i n a
n ı y o r u m .
Ö t e y a n d a n 1 9 6 1 A n a y a s a s ı n ı n y a k l a ş ı k 2 0 y ı l l ı k u y g u l a m a s ı n d a b i r y a r g ı
t e m s i l c i s i i l k k e z k o n t e n j a n s e n a t ö r ü o l a r a k a t a n ı y o r . B u n c a y ı l s o n r a d a
o l s a y a r g ı o r g a n l a r ı n ı n v a r l ı ğ ı n ı i l k k e z h a t ı r l a y a n , g e r ç e k ç i v e i s a b e t l i b i r
a t a m a i l e y a r g ı y a d e ğ e r v e r d i ğ i n i k a n ı t l a y a n p e k m u h t e r e m C u m h u r b a ş k a n ı
V e k i l i n e h u z u r l a r ı n ı z d a a l e n e n t e ş e k k ü r e t m e y i k a ç ı n ı l m a z b i r g ö r e v s a y a r ı m .
Ş i m d i , y a ş s ı n ı r ı n e d e n i y l e y a d a i s t e k l e r i y l e e m e k l i y e a y r ı l m ı ş b u l u
n a n v e b u t o p l a n t ı m ı z a k a t ı l a b i l e n ç o k d e ğ e r l i a r k a d a ş l a r ı m ı z a Y a r g ı t a y ' ı n
m i n n e t v e ş ü k r a n d u y g u l a r ı n ı s i m g e l e y e n b i r e r p l â k e t t a k d i m e t m e k i s t i y o
r u m . E n g e l l e r i n e d e n i y l e g e l e m e y e n a r k a d a ş l a r ı m ı z ı n p l â k e t l e r i k e n d i l e r i n e
u l a ş t ı r ı l a c a k t ı r .
YENİ SEÇİLENLER
EMEKLİLİK NEDENİYLE ARAMIZDAN AYRILANLAR
YİTİRDİKLERİMİZ
@ DERVİŞ TURHAN
1 9 1 9 y ı l ı n d a M a r d i n ’ d e d o ğ m u ş t u r .
A n k a r a H u k u k F a k ü l t e s i ' n i 1 9 4 2 y ı l ı n d a
b i t i r d i k t e n s o n r a , A r t v i n C . S a v c ı Y a r d ı m
c ı s ı o l a r a k 1 6 A ğ u s t o s 1 9 4 5 ' d e i l k m e s l e k
h a y a t ı n a b a ş l a y a n T u r h a n , s ı r a s ı y l a b u
m e s l e ğ i n i Ç e m i ş g e z e k H â k i m l i ğ i , S i m a v v e
E s k i ş e h i r H u k u k H â k i m l i k l e r i y a p a r a k
s ü r d ü r m ü ş t ü r .
2 8 E k i m 1 9 6 3 t a r i h i n d e Y a r g ı t a y Ü y e
l i ğ i n e , 7 H a z i r a n 1 9 7 3 ' d e d e a y n ı K u r u l u
ş u n O n ü ç ü n c ü H u k u k D a i r e s i B a ş k a n l ı ğ ı
n a s e ç i l e n D e r v i ş T u r h a n , b i r a r a e k g ö r e v
o l a r a k Y ü k s e k S e ç i m K u r u l u B a ş k a n l ı ğ ı m d a
y a p m ı ş t ı r .
Y a r g ı t a y O n ü ç ü n c ü H u k u k D a i r e s i
B a ş k a n l ı ğ ı g ö r e v i n i s ü r d ü r ü r k e n , Y a r g ı
t a y B ü y ü k G e n e l K u r u l u ' n c a 1 5 E y l ü l 1 9 8 0
g ü n ü B i r i n c i B a ş k a n l ı ğ a s e ç i l m i ş t i r .
İ s p a r t a 1 9 2 0 d o ğ u m l u D e r e l i , A n k a r a H u k u k F a k ü l t e s i n i 1 9 4 1 y ı l ı n d a b i t i r
d i k t e n s o n r a , B a f r a H â k i m Y a r d ı m c ı s ı o l a r a k m e s l e ğ e g i r m i ş , d a h a s o n r a l a r ı
İ l g a z H â k i m Y a r d ı m c ı l ı ğ ı , B o l v a d i n C e z a H â k i m l i ğ i , D e m i r c i H â k i m l i ğ i v e a y n ı
y e r H u k u k H â k i m l i ğ i , A l a ş e h i r Ç a n k a y a T a p u l a m a H â k i m l i ğ i v e Y a r g ı t a y
Ü y e Y a r d ı m c ı l ı ğ ı g ö r e v l e r i n d e b u l u n m u ş t u r .
2 1 K a s ı m 1 9 6 6 t a r i h i n d e Y a r g ı t a y Ü y e l i ğ i n e s e ç i l e n M e h m e t R a ş i t D e r e l i ,
Y a r g ı t a y A l t ı n c ı H u k u k D a i r e s i Ü y e s i i k e n , 1 2 . 5 . 1 9 8 0 g ü n ü a y n ı d a i r e n i n B a ş
k a n l ı ğ ı n a s e ç i l m i ş t i r .
© A. NUSRET OZANALP
1 9 1 9 y ı l ı n d a İ s t a n b u l ’ d a d o ğ m u ş t u r . 1 9 4 2 ' d e A n k a r a H u k u k F a k ü l t e s i ' n i
b i t i r d i k t e n s o n r a , 1 9 4 6 H a z i r a n ı n ı n 1 T i n d e O l t u H â k i m Y a r d ı m c ı s ı o l a r a k
m e s l e ğ e g i r m i ş t i r . S ı r a s ı y l a ; K a r s H â k i m Y a r d ı m c ı l ı ğ ı , S i l i f k e S u l h H â k i m l i ğ i
v e A s l i y e H u k u k H â k i m l i ğ i , K o n y a H u k u k H â k i m l i ğ i g ö r e v l e r i n d e b u l u n a r a k
m e s l e ğ i n i s ü r d ü r m ü ş t ü r .
@ ® YENİ SEÇİLENLER
Derviş TURHAN
$ MEHMET RAŞİT DERELİ
619
5 E k i m 1 9 6 3 ' t e Y a r g ı t a y Ü y e l iğ in e s e ç i l e n A . N u s r e t O z a n a l p , a y n ı K u r u
l u ş u n Y e d i n c i H u k u k D a i r e s i Ü y e s i i k e n 2 . 7 . 1 9 7 6 g ü n ü a n ı l a n d a i r e n i n B a ş
k a n l ı ğ ı n a s e ç i l m i ş t i r .
« T a p u l a m a K a n u n u Ş e r h i » a d l ı y a y ı n l a n m ı ş e s e r i b u l u n a n O z a n a l p , b i r a r a
e k g ö r e v o l a r a k Y a r g ı t a y Y a y ı n K u r u l u B a ş k a n l ı ğ ı d a y a p m ı ş t ı r . 2 . 7 . 1 9 8 0
g ü n ü y a p ı l a n s e ç i m l e t e k r a r Y a r g ı t a y Y e d i n c i H u k u k D a i r e s i B a ş k a n l ı ğ ı n a
s e ç i l m i ş t i r .
® FAHRİ DURUDOĞAN
İ s t a n b u l 1 9 2 2 d o ğ u m l u D u r u d o ğ a n , A n k a r a H u k u k F a k ü l t e s i ' n i 1 9 4 5 ' t e b i
t i r d i k t e n i k i y ı l s o n r a , K e l k i t C . S a v c ı Y a r d ı m c ı s ı o l a r a k m e s l e ğ e b a ş l a m ı ş , b u
m e s l e ğ i n i ; S i n o p C . S a v c ı Y a r d ı m c ı l ı ğ ı , M a n i s a S u l h H â k i m l i ğ i , B a l ı k e s i r S o r g u
v e A s l i y e C e z a H â k i m l i ğ i i l e a y n ı i l A ğ ı r C e z a M a h k e m e s i B a ş k a n l ı ğ ı y a p a r a k
ç e ş i t l i y u r t k ö ş e l e r i n d e s ü r d ü r m ü ş t ü r .
2 7 E y l ü l 1 9 6 7 g ü n ü Y a r g ı t a y Ü y e l i ğ i n e s e ç i l e n F a h r i D u r u d o ğ a n , a y n ı
K u r u l u ş B e ş i n c i C e z a D a i r e s i B a ş k a n l ı ğ ı y a p t ı ğ ı b i r s ı r a d a , a y n ı d a i r e n i n ü y e
l i ğ i n e d ö n m ü ş , 1 6 . 9 . 1 9 8 0 g ü n ü y a p ı l a n s e ç i m l e d e t e k r a r a n ı l a n d a i r e n i n B a ş
k a n l ı ğ ı n a g e t i r i l m i ş t i r .
© NACİ VARLIK
1 9 2 0 y ı l ı n d a A k ç a a b a t ' t a d ü n y a y a g e l e n V a r l ı k , 1 9 4 4 s e n e s i n d e İ s t a n b u l
H u k u k F a k ü l t e s i ' n i b i t i r d i k t e n s o n r a 1 9 4 5 y ı l ı 1 6 M a r t ' m d a M e s u d i y e C . S a v
c ı s ı o l a r a k c ü b b e g i y d i k t e n s o n r a , K a r l ı o v a S u l h H â k i m l i ğ i , K u r t a l a n H â -
k i m l i ğ i , Ç o r l u H u k u k H â k i m l i ğ i g ö r e v l e r i n d e d e b u l u n m u ş t u r .
2 3 E y l ü l 1 9 6 7 t a r i h i n d e Y a r g ı t a y Ü y e l i ğ i n e s e ç i l e n N a c i V a r l ı k , D o k u z u n
c u H u k u k D a i r e s i Ü y e s i i k e n , 1 7 . 9 . 1 9 8 0 g ü n ü a y n ı d a i r e n i n B a ş k a n l ı ğ ı n a s e
ç i l m i ş t i r .
9 MUSTAFA REŞİT KARAHASAN
1 9 2 5 y ı l ı n d a T r a b z o n ' d a d o ğ a n K a r a h a s a n , A n k a r a H u k u k F a k ü l t e s i ' n i
1 9 4 8 ' d e b i t i r d i k t e n s o n r a , A r d a h a n H â k i m Y a r d ı m c ı s ı o l a r a k m e s l e ğ e b a ş l a
m ı ş t ı r .
G ö l e H â k i m Y a r d ı m c ı l ı ğ ı i l e İ s t a n b u l v e K a d ı k ö y H â k i m l i k l e r i d e y a
p a n M . R e ş i t K a r a h a s a n , 1 9 7 3 E y l ü l ü n d e Y a r g ı t a y Ü y e l i ğ i n e s e ç i l m i ş t i r .
« T a z m i n a t D a v a l a r ı » , « M ü l k i y e t H u k u k u » v e « İ n ş a a t - İ m a r - İ h a l e H u k u
k u » a d l ı e s e r l e r i y a y ı m l a n a n K a r a h a s a n , Y a r g ı t a y O n b e ş i n c i H u k u k D a i r e s i
Ü y e s i b u l u n d u ğ u s ı r a d a , 2 9 . 9 . 1 9 8 0 g ü n ü O n ü ç ü n c ü H u k u k D a i r e s i B a ş k a n l ı ğ ı ' n a
s e ç i l m i ş t i r .
620
• • EMEKLİLİK NEDENİYLE ARAMIZDAN AYRILANLAR
© CEVDET MENTEŞ
1 9 1 5 y ı l ı n d a B i t l i s ' t e d o ğ m u ş t u r . İ s t a n
b u l E r k e k L i s e s i ' n i 1 9 3 4 ' d e b i t i r d i k t e n s o n
r a , İ s t a n b u l H u k u k F a k ü l t e s i ' n e g i r m i ş
v e b u r a d a n d a 1 9 3 7 y ı l ı n d a m e z u n o l m u ş
t u r .
M e s l e k h a y a t ı n a 1 K a s ı m 1 9 3 8 t a r i
h i n d e b a ş l a y a n C e v d e t M e n t e ş , s ı r a s ı y l a ;
T o r b a l ı , S a l i h l i v e A y d ı n C . S a v c ı l ı k l a r ı i l e
İ z m i r A s l i y e C e z a H â k i m l i ğ i ' n d e b u l u n
m u ş t u r .
2 8 Ş u b a t 1 9 5 8 ' d e Y a r g ı t a y Ü y e l i ğ i n e
a t a n d ı k t a n s o n r a , Y e d i n c i C e z a D a i r e s i
B a ş k a n l ı ğ ı g ö r e v i n i 2 7 E k i m 1 9 6 7 ' d e n 1 3
E y l ü l 1 9 7 2 ' y e k a d a r s ü r d ü r e n M e n t e ş , 1 3
E y l ü l 1 9 7 2 t a r i h i n d e Y a r g ı t a y B i r i n c i B a ş
k a n l ı ğ ı n a s e ç i l m i ş t i r .
Y a r g ı t a y B ü y ü k G e n e l K u r u l u ' n c a i k i n c i k e z B i r i n c i B a ş k a n l ı ğ a s e ç i l e n
C e v d e t M e n t e ş , 1 3 . 7 . 1 9 8 0 g ü n ü y a s a l y a ş s ı n ı r ı n e d e n i y l e b u g ö r e v d e n e m e k
l i y e a y r ı l m ı ş t ı r .
« K a ç a k ç ı l ı k M e v z u a t ı v e T a t b i k a t ı » , « T ü r k P a r a s ı n ı n K ı y m e t i n i K o r u m a
( K a m b i y o ) » , « V e r g i K a ç a k ç ı l ı ğ ı M e v z u a t ı » i l e « Ö z e l C e z a l ı K a n u n l a r » a d l ı y a
p ı t l a r ı y a y ı m l a n a n M e n t e ş , e m e k l i o l d u k t a n s o n r a 1 2 . 7 . 1 9 8 0 g ü n ü K o n t e n j a n
S e n a t ö r l ü ğ ü n e s e ç i l m i ş , b u g ö r e v d e k ı s a b i r m ü d d e t b u l u n d u k t a n s o n r a d a ,
T ü r k i y e C u m h u r i y e t i ' n i n 4 4 . H ü k ü m e t i ' n d e A d a l e t B a k a n ı o l a r a k g ö r e v a l
m ı ş t ı r .
9 RÜŞTÜ BAYKAL
1 9 1 5 y ı l ı n d a S i v a s ' t a d o ğ a n B a y k a l , A n k a r a H u k u k F a k ü l t e s i ' n i 1 9 3 5 ' d e
b i t i r m i ş t i r . K a r a d e n i z - E r e ğ l i ' s i H â k i m Y a r d ı m c ı s ı o l a r a k i l k m e s l e ğ e
1 4 . 1 0 . 1 9 3 7 g ü n ü b a ş l a y a n R ü ş t ü B a y k a l , s ı r a s ı y l a ; A r t o v a , U l u s S u l h H â k i m l i ğ i ,
Y ı l d ı z e l i H â k i m l i ğ i , S i v a s S u l h v e A s l i y e C e z a H â k i m l i ğ i g ö r e v l e r i n d e b u l u n
m u ş t u r . D a h a s o n r a y a r g ı l a m a y ı b ı r a k a r a k s a v u n m a m e s l e ğ i n e g e ç e n B a y k a l
b i r m ü d d e t a v u k a t l ı k y a p t ı k t a n s o n r a , t e k r a r V e z i r k ö p r ü H u k u k H â k i m i
o l a r a k k ü r s ü y e d ö n m ü ş , S a m s u n A s l i y e H u k u k H â k i m l i ğ i ' n d e b u l u n m u ş t u r .
Y ü k s e k H â k i m l e r K u r u l u T e t k i k H â k i m l i ğ i , a y n ı K u r u l u ş Ü y e l i ğ i y a p
t ı k t a n s o n r a 2 2 . 1 1 . 1 9 6 7 g ü n ü Y a r g ı t a y Ü y e l i ğ i n e s e ç i l m i ş t i r . Y a r g ı t a y A l t ı n
c ı H u k u k D a i r e s i Ü y e l e ğ i n d e n s e ç i m l e a y n ı D a i r e n i n B a ş k a n l ı ğ ı n a g e t i r i l e n
R ü ş t ü B a y k a l , 2 8 . 4 . 1 9 8 0 g ü n ü y a s a l y a ş s ı n ı r ı n e d e n i y l e b u g ö r e v d e n e m e k
l i y e a y r ı l m ı ş t ı r .
Cevdet MENTEŞ
621
1 9 1 6 y ı l ı n d a F e t h i y e ' d e d o ğ m u ş t u r . A n k a r a H u k u k F a k ü l t e s i ' n i 1 9 4 2 y ı
l ı n d a b i t i r d i k t e n s o n r a , 2 9 . 2 . 1 9 6 4 ' d e S o r g u n H â k i m Y a r d ı m c ı s ı o l a r a k m e s l e
ğ e g i r m i ş , s ı r a s ı i l e F i n i k e , B o d r u m , T e f e n n i , A k h i s a r H â k i m l i k l e r i i l e Y a r
g ı t a y Ü y e Y a r d ı m c ı l ı ğ ı g ö r e v l e r i n d e b u l u n m u ş t u r .
1 7 . 3 . 1 9 7 0 t a r i h i n d e Y a r g ı t a y Ü y e l i ğ i n e s e ç i l e n A r ı k a n , Y ü k s e k H â k i m l e r
K u r u l u Ü y e l i ğ i d e y a p t ı k t a n s o n r a 1 0 . 7 . 1 9 8 0 g ü n ü v e k e n d i i s t e ğ i y l e Y a r g ı t a y
O n i k i n c i H u k u k D a i r e s i Ü y e l i ğ i n d e n e m e k l i y e a y r ı l m ı ş t ı r .
İBRAHİM GAFFAROĞLU
1 9 1 5 y ı l ı n d a K o z a n ' d a d o ğ m u ş , 1 9 4 5 y ı l ı n d a A n k a r a H u k u k F a k ü l t e s i ' n i
b i t i r m i ş t i r . 1 9 4 6 ' d a S a l i h l i H â k i m Y a r d ı m c ı s ı o l a r a k m e s l e ğ e g i r m i ş , b u m e s
l e ğ i n i A d a n a S u l h H â k i m l i ğ i , A n k a r a S u l h v e A s l i y e H u k u k H â k i m l i k l e r i y a p a
r a k s ü r d ü r m ü ş t ü r .
1 9 6 0 t a r i h i n d e Y a r g ı t a y Ü y e l i ğ i n e s e ç i l m i ş , D o k u z u n c u H u k u k D a i r e s i
B a ş k a n l ı ğ ı n d a n 1 3 . 7 . 1 9 8 0 g ü n ü y a s a l y a ş s ı n ı r ı n e d e n i y l e e m e k l i o l m u ş t u r .
M. FAHRETTİN AKŞAR
Ö d e m i ş 1 9 1 5 d o ğ u m l u A k ş a r , A n k a r a H u k u k F a k ü l t e s i ' n i 1 9 4 1 y ı l ı n d a
b i t i r d i k t e n s o n r a , T e m m u z 1 9 4 1 ' d e Ç e r m i k C . S a v c ı s ı o l a r a k m e s l e ğ e b a ş l a
m ı ş , b u m e s l e ğ i n i M i l a s C . S a v c ı l ı ğ ı , B u r h a n i y e S u l h v e A s l i y e C e z a H â k i m l i ğ i
i l e B a l ı k e s i r A ğ ı r C e z a M a h k e m e s i B a ş k a n l ı ğ ı y a p a r a k ç e ş i t l i Y u r t k ö ş e l e
r i n d e s ü r d ü r m ü ş t ü r .
9 E k i m 1 9 6 3 t a r i h i n d e Y a r g ı t a y Ü y e l i ğ i n e s e ç i l e n M . F a h r e t t i n A k ş a r ,
B e ş i n c i C e z a D a i r e s i Ü y e s i i k e n a y n ı D a i r e n i n B a ş k a n l ı ğ ı n a s e ç i l m i ş , b u g ö
r e v i n i s ü r d ü r d ü ğ ü s ı r a d a 2 . 9 . 1 9 8 0 g ü n ü y a s a l y a ş s ı n ı r ı n e d e n i y l e e m e k l i
o l m u ş t u r .
• MEHMET KABACAOĞLU
1 9 2 8 y ı l ı n d a K u l a ' d a d o ğ m u ş t u r . İ s t a n b u l H u k u k F a k ü l t e s i ' n i b i t i r d i k
t e n s o n r a , E s p i y e , B a n a z , S a r u h a n l ı H â k i m l i k l e r i n d e b u l u n m u ş t u r . D a h a s o n
r a Y a r g ı t a y T e t k i k H â k i m l i ğ i ' n e a t a n a n K a b a c a o ğ l u , Y a r g ı t a y Y e d i n c i C e z a
D a i r e s i T e t k i k H â k i m l i ğ i ' n d e n 5 . 3 . 1 9 8 0 g ü n ü k e n d i i s t e ğ i y l e e m e k l i o l m u ş t u r .
SÜLEYMAN NACİ TÜREMAN
U r l a 1 9 1 5 d o ğ u m l u T ü r e m a n , A n k a r a H u k u k F a k ü l t e s i ' n i 1 9 4 2 y ı l ı n d a
b i t i r d i k t e n s o n r a , s ı r a s ı y l a Y o z g a t C . S a v c ı Y a r d ı m c ı l ı ğ ı , B a y ı n d ı r S o r g u
H â k i m l i ğ i , C e y h a n C e z a H â k i m l i ğ i g ö r e v l e r i n d e b u l u n m u ş t u r . Y a r g ı t a y
Ü ç ü n c ü C e z a D a i r e s i T e t k i k H â k i m l i ğ i d e y a p a n S . N a c i T ü r e m a n , 2 8 . 3 . 1 9 8 0
g ü n ü v e k e n d i i s t e ğ i y l e b u g ö r e v d e n e m e k l i y e a y r ı l m ı ş t ı r .
Q A H M E T A R I K A N
622
® K E M A L Ç E L İ K T İ N
1 9 2 4 y ı l ı n d a A d ı y a m a n ’ d a d o ğ m u ş t u r . A n k a r a H u k u k F a k ü l t e s i ' n i 1 9 5 1
y ı l ı n d a b i t i r d i k t e n s o n r a , S i i r t H â k i m Y a r d ı m c ı l ı ğ ı , G e m l i k S o r g u H â k i m l i ğ i ,
A l t ı n d a ğ S u l h H â k i m l i ğ i , A n k a r a A ğ ı r C e z a M a h k e m e s i Ü y e l i ğ i v e Y a r g ı t a y
C . B a ş s a v c ı Y a r d ı m c ı l ı ğ ı g ö r e v l e r i n d e b u l u n m u ş t u r .
Y e d i n c i H u k u k D a i r e s i T e t k i k H â k i m l i ğ i d e y a p a n K e m a l Ç e l i k t i n , D o
k u z u n c u H u k u k D a i r e s i T e t k i k H â k i m l i ğ i n d e n 5 . 7 . 1 9 8 0 g ü n ü k e n d i i s t e ğ i y l e
e m e k l i o l m u ş t u r .
« B A H A T T İ N K A R A K Ü Ç Ü K
1 9 1 5 y ı l ı n d a K a h r a m a n m a r a ş ' t a d o ğ d u k t a n s o n r a , 1 9 3 8 y ı l ı n d a İ s t a n b u l
H u k u k F a k ü l t e s i ' n i b i t i r e n K a r a k ü ç ü k ; N a z i m i y e , A k h i s a r , İ s l a h i y e , A d ı y a
m a n v e N i z i p C e z a H â k i m l i k l e r i y l e G a z i a n t e p A ğ ı r C e z a M a h k e m e s i B a ş k a n
l ı ğ ı n d a b u l u n m u ş t u r .
Y a r g ı t a y A l t ı n c ı C e z a D a i r e s i T e t k i k H â k i m l i ğ i g ö r e v i n d e u z u n z a m a n
g ö r e v y a p a n B a h a t t i n K a r a k ü ç ü k , 1 3 . 7 . 1 9 8 0 g ü n ü y a s a l y a ş s ı n ı r ı n e d e n i y l e
b u g ö r e v d e n e m e k l i y e a y r ı l m ı ş t ı r .
A y r ı c a C u m h u r i y e t B a ş s a v c ı Y a r d ı m c ı s ı A H M E T H A K K I C O Ş K U N
3 . 4 . 1 9 8 0 g ü n ü k e n d i i s t e ğ i y l e ; F A T M A S A B A H A T K I Z I L T A N ' d a y a s a l y a ş
s ı n ı r ı n e d e n i y l e 1 1 . 7 . 1 9 8 0 g ü n ü e m e k l i o l m u ş l a r d ı r .
• @ YİTİRDİKLERİMİZ
H H Ü S A M E T T İ N İ L H A N A R I K A N
1922 yılında Mut'da doğmuştur. Ankara Hukuk Fakültesi'ni 1944 yılında bitiren Ankan, 1947 Temmuzunun 31'inde Eğil Sulh Hâkim Yardımcısı olarak mesleğe girmiş, bu mesleğini; Gülşehir Hâkimliği, Maraş Sulh, Maraş Asliye Ceza Hâkimliği, Yüksek Hâkimler Kurulu Üyeliği ve tekrar Kahramanmaraş Asliye Ceza Hâkimliği yaparak sürdürmüştür.
23 Eylül 1967'de Yargıtay Üyeliğine seçilen H. İlhan Ankan, bu görevini sürdürdüğü sırada ve umulmadık bir zamanda 29.5.1980 günü vefat etmiştir.
« RECAİ BAYSAL1932 yılında Kahramanmaraş'da doğmuştur. Ankara Hukuk Fakültesini
1954 yılında bitirdikten sonra, Şubat 1958'de Solhan Hâkim Yardımcısı olarak mesleğe giren Baysal, Hınıs C. Savcılığı, Gaziantep C. Savcılığı görevlerinde bulunmuştur.
Yargıtay C. Başsavcı Yardımcısı bulunduğu sırada, henüz mesleğine doyamadan 16.6.1980 günü vefat etmiştir.
Y e n i s e ç i l e n : T U R H A N , D E R E L İ , O Z A N A L P , D U R U D O Ğ A N , V A R L I K v e
K A R A H A S A N ' a g ö r e v l e r i n d e b a ş a r ı l a r , e m e k l i l i k n e d e n i y l e a r a m ı z d a n a y r ı l a n
M E N T E Ş , B A Y K A L , A R I K A N , G A F F A R O Ğ L U , A K Ş A R , K A B A C A O Ğ L U ,
T Ü R E M A N , Ç E L İ K T İ N , K A R A K Ü Ç Ü K , C O Ş K U N v e K I Z I L T A N a y a ş a m l a r ı
b o y u s a ğ l ı k v e m u t l u l u k l a r ; y i t i r d i ğ i m i z A R I K A N v e B A Y S A L ' a d a T a n r ı d a n
r a h m e t d i l e r i z .
DUYURULAR
YASALARTÜZÜKLERYÖNETMELİKLER
® YASALAR
Tarih : Resmî Gazete No : Sayfa :
2 1 . 9 . 1 9 8 0 1 7 1 1 2 1
Yasanın Adı
1 4 0 2 s a y ı l ı S ı k ı y ö n e t i m K a n u n u n u n b a
z ı h ü k ü m l e r i n i n d e ğ i ş t i r i l m e s i n e v e b a z ı
h ü k ü m l e r e k l e n m e s i n e d a i r k a n u n .
( K a n u n N o : 2 3 0 1 ) K a b u l T a r i h i :
1 9 . 9 . 1 9 8 0 )
© TÜZÜKLER
Tarih : Resmî Gazete No : Sayfa : Tüzüğün Adı
7 . 4 . 1 9 8 0 1 6 9 5 3 2 4 . 1 . 1 9 7 5 T a r i h l i v e 7 / 9 3 4 8 s a y ı l ı k a r a r
n a m e y e e k t i r . G ü m r ü k v e T e k e l B a
k a n l ı ğ ı n c a h a z ı r l a n a n v e D a n ı ş t a y ' c a
i n c e l e n m i ş b u l u n a n « G ı d a m a d d e l e r i
n i n v e u m u m i s a ğ l ı ğ ı i l g i l e n d i r e n e ş y a
v e l e v a z ı m ı n h u s u s i v a s ı f l a r ı n ı g ö s t e r e n
t ü z ü ğ ü n b a z ı m a d d e l e r i n i n d e ğ i ş t i r i l
m e s i h a k k ı n d a t ü z ü k » . K a r a r S a y ı s ı :
8 / 5 2 4
1 1 . 4 . 1 9 8 0 1 6 9 5 7 \ \ G ı d a - T a r ı m v e H a y v a n c ı l ı k B a k a n l ı ğ ı
n c a h a z ı r l a n a n v e D a n ı ş t a y ' c a i n c e l e n
m i ş o l a n « H a y v a n s a ğ l ı k z a b ı t a s ı t ü z ü
ğ ü n e m a v i d i l h a s t a l ı ğ ı h a k k ı n d a e k t ü
z ü k » . K a r a r S a y ı s ı : 8 / 6 1 1
1 7 . 8 . 1 9 8 0 1 7 0 7 8 « T ü r k B a y r a ğ ı T ü z ü ğ ü n ü n 1 2 . m a d d e
s i n i n d e ğ i ş t i r i l m e s i n e d a i r t ü z ü k » . K a
r a r S a y ı s ı : 8 / 1 3 9 0
2 3 . 8 . 1 9 8 0 1 7 0 8 4 « B a r u t v e p a t l a y ı c ı m a d d e l e r l e s i l â h v e
t e f e r r u a t ı n ı n v e a v m a l z e m e s i n i n s u r e -
t i m u r a k a b e s i n e d a i r t ü z ü ğ ü n d e ğ i ş t i r i l
m e ş i n e d a i r t ü z ü k » . K a r a r S a y ı s ı :
8 / 1 3 9 1
% Y Ö N E T M E L İ K L E R
Tarih : Resmî Gazete No : Sayfa : Yönetmeliğin Adı
1 1 . 4 . 1 9 8 0 1 6 9 5 7 1 6
1 3 . 4 . 1 9 8 0 1 6 9 5 9 8
2 9 . 4 . 1 9 8 0 1 6 9 7 4 9
3 0 . 4 . 1 9 8 0 1 6 9 7 5 2 4
4 . 5 . 1 9 8 0 1 6 9 7 8 5
9 . 5 . 1 9 8 0 1 6 9 8 3 7
9 . 5 . 1 9 8 0 1 6 9 8 3 7
9 . 5 . 1 9 8 0 1 6 9 8 3 7
2 8 . 5 . 1 9 8 0 1 7 0 0 0 2 0
1 5 . 6 . 1 9 8 0 1 7 0 1 8 7
6 . 7 . 1 9 8 0 1 7 0 3 9 3
1 6 . 7 . 1 9 8 0 1 7 0 4 9
4 . 8 . 1 9 8 0 1 7 0 6 8 , 7
2 5 . 8 . 1 9 8 0 1 7 0 8 6 1 4
2 9 . 8 . 1 9 8 0 1 7 0 9 0 2 6
5 . 9 . 1 9 8 0 1 7 0 9 6 1 0
M e m u r l a r a y a p ı l a c a k g i y e c e k y a r d ı m ı
y ö n e t m e l i ğ i n e e k l i ( 1 ) s a y ı l ı c e t v e l e b i r
n o t e k l e n m e s i h a k k ı n d a y ö n e t m e l i k .
G ü m r ü k y ö n e t m e l i ğ i v e e k i n d e y a p ı l a n
d e ğ i ş i k l i ğ e i l i ş k i n y ö n e t m e l i k .
T ü r k i y e T i c a r e t S i c i l i G a z e t e s i Y ö n e t -
m e l i ğ i .
N o t e r l i k K a n u n u Y ö n e t m e l i ğ i n i n b a z ı
m a d d e l e r i n i n d e ğ i ş t i r i l m e s i n e d a i r y ö
n e t m e l i k .
7 7 5 s a y ı l ı G e c e k o n d u K a n u n u U y g u l a
m a Y ö n e t m e l i ğ i n i n b i r M a d d e s i n i n D e
ğ i ş t i r i l m e s i n e D a i r Y ö n e t m e l i k .
G ü m r ü k Y ö n e t m e l i ğ i n i n 4 1 2 . M a d d e s i
n i n ( a ) v e ( b ) f ı k r a s ı n ı n D e ğ i ş t i r i l d i ğ i n e
D a i r Y ö n e t m e l i k .
G ü m r ü k Y ö n e t m e l i ğ i n d e D e ğ i ş i k l i k Y a
p ı l m a s ı n a D a i r Y ö n e t m e l i k .
G ü m r ü k Y ö n e t m e l i ğ i E k i n d e Y a p ı l a n
D e ğ i ş i k l i ğ e İ l i ş k i n Y ö n e t m e l i ğ i n Y ü
r ü r l ü k t e n K a l d ı r ı l m a s ı n a D a i r Y ö n e t
m e l i k .
G ü m r ü k Y ö n e t m e l i ğ i n i n 4 4 0 . M a d d e s i
n i n 1 . F ı k r a s ı n ı n D e ğ i ş t i r i l d i ğ i n e D a i r
Y ö n e t m e l i k .
Y a r g ı t a y K i t a p l ı k Y ö n e t m e l i ğ i .
G ü m r ü k Y ö n e t m e l i ğ i n i n 1 5 3 1 . M a d d e s i
n i n D e ğ i ş t i r i l m e s i n e D a i r Y ö n e t m e l i k .
B a s ı n K a r t l a r ı Y ö n e t m e l i ğ i .
D a n ı ş t a y G e n e l K u r u l u n u n Ç a l ı ş m a l a
r ı n a İ l i ş k i n Y ö n e t m e l i k .
G ü m r ü k Y ö n e t m e l i ğ i n d e k i D e ğ i ş i k l i ğ e
İ l i ş k i n Y ö n e t m e l i k .
G ü m r ü k Y ö n e t m e l i ğ i n i n 1 5 0 5 . M a d d e s i
n e F ı k r a İ l â v e E d i l m e s i n e D a i r Y ö n e t
m e l i k .
T e l g r a f D a ğ ı t ı m H i z m e t l e r i Y ö n e t m e
l i ğ i .
YAZARLARA AÇIKLAMA
Y a r g ı t a y D e r g i s i ' n d e y e r a l a c a k i n c e l e m e , a r a ş t ı r m a , e l e ş t i r i , k r o n i k v e
ç e v i r i g i b i y a z ı l a r d a b u l u n m a s ı g e r e k e n ö z e l l i k l e r ş u n l a r d ı r :
1 — K o n u ö z g ü n v e y e n i o l m a l ı , i n c e l e m e y e v e a r a ş t ı r m a y a e l v e r i ş l i
b u l u n m a l ı d ı r .
2 — K o n u , d a h a ö n c e a r a ş t ı r ı l m a m ı ş v e s o r u n l a r ı ç ö z ü m l e n m e m i ş o l a n
l a r d a n s e ç i l m e l i d i r .
3 — Y a z ı b a ş l ı ğ ı k o n u n u n v e a r a ş t ı r m a n ı n i ç e r i ğ i n i y a n s ı t ı c ı b i ç i m d e ,
k ı s a o l m a l ı , d e ğ i ş i k a n l a m l a r a y o l a ç a c a k n i t e l i k t e b u l u n m a m a l ı d ı r .
4 — İ n c e l e m e n i n v e y a a r a ş t ı r m a n ı n b i r p l â n ı b u l u n m a l ı v e b a ş l ı k t a n
s o n r a y a z ı n ı n i ç e r i ğ i b u p l â n d a s e r g i l e n m e l i d i r .
5 — İ n c e l e m e y a d a a r a ş t ı r m a d a y a r a r l a n ı l a n k i t a p v e y a z ı l a r ( k a y n a k -
ç a ) g ö s t e r i l m e l i d i r .
6 — İ n c e l e n e n k o n u a ç ı k , t a m v e a n l a ş ı l ı r b i ç i m d e e l e a l ı n m a l ı , s a d e
b i r d i l l e y a z ı l m a l ı d ı r .
7 — Ö z T ü r k ç e s ö z c ü k l e r k u l l a n ı l ı r k e n g e r e k i r s e e s k i k a r ş ı l ı k l a r ı a y r a ç
( p a r a n t e z ) i ç i n d e b e l i r t i l m e l i d i r .
8 — D i p n o t l a r v e g ö n d e r m e l e r ( a t ı f l a r ) b i l i m s e l y ö n t e m l e r e u y g u n o l
m a l ı d ı r .
9 — Y a z ı d a , y a z ı m ( i m l â ) k u r a l l a r ı n a ö z e n g ö s t e r i l m e l i d i r .
1 0 — Y a z ı l a r d a k t i l o k a ğ ı d ı n ı n b i r y ü z ü n e i k i a r a l ı k l a v e d a k t i l o i l e y a z ı l
m a l ı v e i k i ö r n e k , b a ş v u r u y a z ı s ı n a e k l i o l a r a k g ö n d e r i l m e l i d i r .
YARGITAY YAYINLARI
# YARGITAY İÇTİHADI BİRLEŞTİRME KARARLARI
C e z a B ö l ü m ü C i l t : I X I I + 7 6 4 s a y f a L ü k s C i l t l i 1 0 0 . — L i r a
C e z a B ö l ü m ü C i l t : I I 5 4 8 s a y f a L ü k s C i l t l i 3 5 0 . — L i r a
H u k u k B ö l ü m ü C i l t : I X I I + 8 0 0 s a y f a L ü k s C i l t l i 1 5 0 . — L i r a
H u k u k B ö l ü m ü C i l t : I I 6 8 0 s a y f a L ü k s C i l t l i 4 5 0 . — L i r a
H u k u k B ö l ü m ü C i l t : I I I 9 3 2 s a y f a L ü k s C i l t l i 6 0 0 . — L i r a
H u k u k B ö l ü m ü C i l t : I V 7 6 8 s a y f a L ü k s C i l t l i 6 2 5 . — L i r a
« CEZA KANUNU ŞERHİ (MAJNO)
C i l t : I X V + 5 9 5 s a y f a L ü k s C i l t l i 7 5 . — L i r a
C i l t : I I X V + 3 3 3 s a y f a L ü k s C i l t l i 1 0 0 . — L i r a
C i l t : I I I X V + 3 9 8 s a y f a L ü k s C i l t l i 3 0 0 . — L i r a
# YARGITAY BİRİNCİ BAŞKANLARININ YARGI YILI KONUŞMALARI 1943 - 1978
V I I + 3 6 8 s a y f a , ü ç r e n k l i k a p a k 1 5 0 . — L i r a .
® YARGITAY KARARLARI DERGİSİ
C i l t : I Y ı l 1 9 7 5 1 — 1 2 s a y ı
C i l t : I I Y ı l 1 9 7 6 1 — 1 2 s a y ı ( T ü k e n d i )
C i l t : I I I Y ı l 1 9 7 7 1 — 1 2 s a y ı ( T ü k e n d i )
C i l t : I V Y ı l 1 9 7 8 1 — 1 2 s a y ı ( 1 v e 2 . s a y ı l a r t ü k e n d i )
C i l t : V Y ı l 1 9 7 9 1 — 1 2 s a y ı
C i l t : V I Y ı l 1 9 8 0 1 , 2 , 3 , 4 , 5 , 6 , 7 , 8 , 9 , 1 0 , d e v a m e d i y o r .
Y ı l l ı k a b o n e b e d e l i 1 9 8 0 y ı l ı 9 0 0 . — , 1 9 7 9 y ı l ı 4 2 0 . — , 1 9 7 8 y ı l ı 3 C 0 . — d i ğ e r
y ı l l a r 1 8 0 . — L i r a d ı r .
© YARGITAY DERGİSİ
C i l t : I Y ı l 1 9 7 5 1 — 4 s a y ı
C i l t : I I Y ı l 1 9 7 6 1 — 4 s a y ı
C i l t : I I I Y ı l 1 9 7 7 1 — 4 s a y ı ( T ü k e n d i )
C i l t : I V Y ı l 1 9 7 8 1 — 4 s a y ı
C i l t : V Y ı l 1 9 7 9 1 — 4 s a y ı
C i l t : V I Y ı l 1 9 8 0 1 — 4 s a y ı
Y ı l l ı k a b o n e b e d e l i 1 9 8 0 y ı l ı 3 0 0 . — , 1 9 7 9 y ı l ı 1 4 0 . — , 1 9 7 8 y ı l ı 1 2 0 . — d i ğ e r
y ı l l a r 8 0 . — L i r a d ı r .
İSTEME VE HABERLEŞME ADRESİ
A ş a ğ ı d a k i h e s a p n u m a r a l a r ı m ı z d a n b i r i n e b e d e l y a t ı r ı l a r a k
M ü d ü r l ü ğ ü m ü z e b a ş v u r u l m a l ı d ı r .
— P o s t a Ç e k l e r i M e r k e z i H e s a p N o : 9 2 9 3 2
— T . C . Z i r a a t B a n k a s ı K ı z ı l a y Ş u b e s i H e s a p N o : 640-110
A d r e s : YARGITAY YAYIN MÜDÜRLÜĞÜ — ANKARA
O T : a ) — Ö d e m e l i g ö n d e r i l m e z .
b ) — T e m s i l c i m i z y o k t u r .
c ) — G ö n d e r i l e n b e d e l i n h a n g i d e r g i v e y ı l a a i t o l d u ğ u b e l i r t i l
m e l i d i r .
ç ) — 1 9 7 5 yılı d e r g i l e r i v e k i t a p l a r ı m ı z h a r i ç d i ğ e r y ı l l a r i ç i n H â k i m
v e C. S a v c ı l a r ı i l e e n a z 5 0 a d e t a l a n a % 2 0 i n d i r i m u y g u l a n ı r .
d ) — A b o n e b e d e l i g ö n d e r i l i r k e n a ç ı k a d r e s y a z ı l m a l ı , a d r e s d e ğ i ş i k
l i ğ i h e m e n b i l d i r i l m e l i d i r .
Top Related