MÂTURÎDÎLİK İslam’ı, Vahiy ve Aklın Işığında Anlama,
Anlatma Gayreti
Gürbüz MIZRAK
MÂTURÎDÎLİK
İslam’ı, Vahiy ve Aklın Işığında Anlama, Anlatma Gayreti
Derleyen:
Gürbüz MIZRAK
Ağustos 2017 Ankara
MÂTURÎDÎLİK İslam’ı, Vahiy ve Aklın Işığında Anlama, Anlatma
Gayreti
Derleyen
Gürbüz Mızrak
İletişim
Gürbüz Mızrak Cep: 0532 774 54 50
E-posta: [email protected]
Milli Düşünce Merkezi Adres: GMK Bulvarı Özveren Sokak Nu:2/2 Kızılay/ANKARA
Tel: 0 (312) 231 31 94 Belgeç: 0 (312) 231 31 22
Web: www.millidusunce.org - www.millikanal.com E-posta: [email protected]
ISBN: 978-605-83121-3-5
Bu kitabın tüm hakları yazarına aittir.
MÂTURÎDÎLİK
1
İÇİNDEKİLER
TEŞEKKÜR ................................................................................. 3
TAKDİM ..................................................................................... 4
MÂTURÎDÎLİK ............................................................................ 7
İMAM MÂTURÎDÎ’nin HAYATI ................................................. 12
Yetiştiği Çevre ..................................................................... 15
Eserleri ................................................................................ 18
Te'vîlâtü'l-Kur’an ............................................................. 18
Kitâbü't-Tevhîd ............................................................... 20
Dönemindeki Önemli Dinî Akımlar ..................................... 21
BİLGİ KURAMI ......................................................................... 24
Bilgi Kaynağı Olarak AKIL YÜRÜTME ................................... 30
Aklın Fiilleri Değerlendirmesi .......................................... 33
Nesnelerin Değerlendirilmesi .......................................... 35
Akıl – Ahlak İlişkisi ........................................................... 36
Aklın Bilme Gücü ............................................................. 38
Akıl, İlim ve Âlim İlişkisi ................................................... 40
Bilgi Kaynağı Olarak HABER ................................................ 42
Vahiy ............................................................................... 42
Peygamberimize Atıf Yapılan Haberler ........................... 46
Bilgi Kaynağı Olarak DUYULAR ............................................ 47
Gürbüz MIZRAK
2
Bilgi Kaynağı Olarak İLHAM ve SEZGİ .................................. 48
ALLAH’ın VARLIĞI .................................................................... 49
PEYGAMBER ........................................................................... 53
DİN ve ŞERİAT ......................................................................... 56
MÜMİN, GÜNAHKÂR MÜMİN ve KÂFİR ................................. 61
MÜMİNİN SORUMLULUĞU .................................................... 64
MÂTURÎDÎLİĞİN TARİHİ GELİŞİMİ ........................................... 68
KAYNAKLAR ............................................................................ 84
DİZİN ....................................................................................... 87
MÂTURÎDÎLİK
3
TEŞEKKÜR
Bu derlemenin hazırlanmasında önemli ölçüde Prof Dr. Sönmez KUTLU’nun “KAYNAKLAR” kısmında verilen eserlerinden yararlandım. Yaptığım istişarelerde de Sönmez hocamın değerli görüşleri bana yol gösterici olmuştur.
Kıymetli dostum Salahatin Baysal Bey, derlememin ilk kopyasını Prof. Dr. Hayrani Altıntaş’a ulaştırdı. Değerli Altıntaş Hocamın süzgecinden geçen ilk baskı, Salahatin Baysal Bey’in maddi ve manevi katkılarıyla “MÂTÜRÎDÎLİK İslam’ı, Kur’an’a ve Sünnet’e Uygun An-lama, Anlatma Gayreti” adıyla basıldı.
İlk baskıya yapılan bazı ilavelerle, elinizde olan bu nüsha hazırlandı.
Eserlerinden ve tavsiyelerinden çokça yararlandığım Prof Dr. Sönmez KUTLU’ya, takdiri ile beni cesaretlendiren Prof. Dr. Hayrani Altıntaş’a, manevi desteklerinden do-layı Salahatin Baysal’a, ikinci baskıyı finanse eden ve yayınlatan kızım Tuğba’ya teşekkür ederim.
Gürbüz Mızrak
Gürbüz MIZRAK
4
TAKDİM [1]
İmam Mâturîdî, İslam düşüncesinde, “akılcı din anlayışı-nın” temsilcisi çok büyük bir Türk düşünürüdür. O, hiçbir şeyin hikmet ve gayesiz yaratılmadığını söyleyerek Al-lah’ın yarattığı her şeyde bir hikmetin bulunduğunu ifade etmiştir. Allah’ın güzel olanı emrettiği ve çirkin olanı da yasakladığını bu sebeple, iyi ve kötünün insan aklıyla bilindiğini söyleyerek ahlaki bir görüş getirmiştir.
Böyle bir Türk düşünürünü anlaşılır bir dille kaleme alan yazara teşekkür etmek bir görevdir.
Yazar, “Ayetleri yorumlarken, Kur’an’ın bütünlüğünden hareketle neyin kastedildiğini ortaya çıkarılmalı yani yo-rum yapılmalıdır. Bu yorum, ayetin söylediğini bir kenara atmadan farklı bir yorum geliştirmemelidir,” tarzında Kur’an-ı Kerim’in ruhuna uygun bir fikir serdeden İmamı Mâturîdî’nin bu konudaki düşüncelerini sade ve anlaşılır bir dille serdederek Türk Düşüncesine bir hizmette bu-lunmuştur.
Kitabın yazarı, “Kur’an’daki manaya en yakın olabilecek şekilde yorumlamak lazımdır. Bunu temin etmenin en sağlıklı yolu, düşünmenin ayetleri yorumlarken ayetlerin her birisini Kur’an’ın genel bütünlüğü içerisinde ve Al-lah’ın kastettiği doğru yöntemlerini kullanmaktır. Bu usul, akılla elde edilir. Eğer akıl, doğru yöntemleri kul-lanmazsa üretilen bilgi doğru olmaz.” şeklindeki İmam [
1] Prof. Dr. Hayrani Altıntaş hocamın ilk baskı için yazdığı “TAKTİM”.
MÂTURÎDÎLİK
5
Mâturîdî fikrini halkın anlayacağı şekilde kaleme almıştır.
İmam Mâturîdî’nin, ”Kur’an’ın yorumunda, tefsirle tevil yolunu ayırarak tevil yolunun açık tutulması halinde, sorunların çözümünün kolaylaşacağını belirttiğini ve kendinden sonraki çağlara ışık tuttuğunu, tevil yasak-landığı zaman, meseleleri çözüme kavuşturmanın imkân-sızlaştığı” şeklindeki düşüncesini açıklıkla ortaya koymuş-tur. Bu tespiti takdire şayandır.
Yazar, bir önemli görev daha yapmıştır ki, bu da, belirti-len anlayışı ile İmam Mâturîdî’nin bugünkü anlamda bir selefi zihniyetin karşısında olduğunu tespit etmesi-dir.
İslam’ın ve dinin genel maksatlarını metinlere hapset-meye çalışan selefi anlayışa karşı, dinin asıl amacının, İslam hukukçuları tarafından belirlenmiş olan, canı, aklı, nefsi, nesli ve dini korumak olduğunu söyleyen İmam Mâturîdî’nin insan haklarının ilk müdafii olduğuna atıf yapılması calibi dikkattir.
İnsan aklı doğru çalıştırılırsa günlük meseleleri çözebilme mümkün olur. Bu sebeple, diyanet ve siyaset ayrımı yapmak gerektiğini, dinin bütün peygamberlere hiç de-ğişmeden vahiy yoluyla tekrarlanan kuralların adı oldu-ğunu, Şeriatın ise peygamberden peygambere değişen uygulamalar olduğunu söyleyen İmam Mâturîdî’nin bu fikrini açıkça söylemek önemli bir görevdir.
Diğer yönden, “Din olarak peygamberlere gelen değiş-meyen ve akılla bilinen mutlak bilgidir. Bunlar, Allah’ın
Gürbüz MIZRAK
6
varlığı, birliği, Allah’a şükretmenin gerekliliği ve ahlak ilkeleri olup hem akılla, hem de vahiy ile bilinebi-lir.” şeklindeki Mâturîdî bilgisini Türk insanına sunmak yazarın önemli bir hizmetidir.
Yazarın yaptığı çok önemli bir husus da, İmam Mâturîdî’nin, bilgi kaynağı olarak, akıl, haber(vahiy) ve duyularla elde edilen bilgiler şeklinde belirttiği “gerçek görüşünü” ana çizgileriyle okuyucuya sunmasıdır.
Değerli okuyuculara bir hususu daha hatırlatmamın önemli vecibe olduğunu söylemem gerekir. Türk-İslam kültürünü yayma, okutma ve sağlamlaştırma yolunda hiçbir fedakârlıktan çekinmeyen Aziz Kardeşim Salahattin Baysal beyefendiye hususen teşekkür ederim. Türk ve İslam kültürü ile ilgili eserleri basarak, pek çok adet satın alıp dağıtarak veyahut ta konferans ve benzeri toplantı-lar yaparak Milletimize, Ülkemize ve Türk dünyasına bü-yük hizmetlerde bulunmaktadır. Elinizdeki bu eser ile de, böyle bir fedakârlığın numunesini veren bu Kardeşimize ve Ailesine yüce Allah sağlık ve afiyet versin, çalışmalarını şükürle yâd edilen faaliyetlerden eylesin. Âmin.
Başta değerli Yazar Gürbüz Mızrak Bey’e ve emeği geçen herkese tebrik ve takdirlerimi sunarım.
Prof. Dr. Hayrani Altıntaş
MÂTURÎDÎLİK
7
MÂTURÎDÎLİK
Mâturîdîlik; İslam’ı anlama ve anlatmada, dini konularda
ortaya çıkan problemlere çözüm getirmede vahiy ve akıl
yürütmeden birlikte yararlanan, kurucusu İmam
Mâturîdî’ye atfedilen kelam ekolüdür.
Bilindiği üzere vahiy; Allah(C.C.)’ın buyruk ve talimatları-
nın peygamberlere bildirilmesi eylemine veya bu bildi-
rimin kendisine denir. İslamî inanışta vahiy peygamber-
lere gelir ve sadece Cebrail aracılığıyla iner. Vahiy ile
gelen her türlü söz Allah’ın sözüdür. Dolayısıyla vahiy
sonucu yazılan Kur’anı Kerim mutlak doğruları ihtiva
eder. Kur’an dışındaki diğer kutsal kitaplar tahrif olmuş-
tur.
Bir ilim dalı olarak kelâm ise; vahyin bildirdikleri çerçeve-
sinde Allah’a, peygamberlere ve ahirete iman gibi İslam
dininin temel inanç konularında aklî açıklamalar yapar.
Bu anlamda imanla ilgili sorulara aklî deliller kullanarak
izah ve ispat getirir. Kesin delillerden hareket ederek dinî
inançları açıklamayı, bunlarla ilgili zihinlerde var olan
şüpheleri ortadan kaldırmayı hedefler.
Kelâm öncelikle Allah’ın varlığının delillerini, Allah’ın bir-
liğini, sıfatlarını ve fiillerini konu edinir. Allah’ın birliği,
onun hiçbir varlığa benzememesi, zaman ve mekândan
Gürbüz MIZRAK
8
münezzeh olması, yaratan, bilen, gören, duyan ve işiten
olması gibi özelliklerini ele alır. Kelâm ilmi, Allah’ın varlı-
ğını bazen Kur’an ayetlerinden hareketle, bazen insanın
özelliklerinden hareketle, bazen de Allah’ın ayeti olarak
kabul edilen tabiattan hareketle ispat eder. Bunun için
Kelâmın alt konuları, Allah’ın varlığını ispata götüren ta-
biattaki ayetlerinin açıklamaları ile doludur. Evrenin dü-
zeni, evrendeki varlıkların çeşitliliği ve mükemmelliği
Allah’ın varlığının ve birliğinin en büyük işaretleri olarak
kabul edilmektedir.
İslam dünyasında hicrî 2. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan
yeni akımlara karşı, inanç konularını dönemin geleneksel
usulleriyle savunmada yetersiz kalınıyordu. Ayet ve ha-
dislerin yanında akla da yer verecek, aklî açıklamalar
yaparak konuların daha iyi anlaşılmasını sağlayacak yeni
yöntemlere ihtiyaç duyulmaktaydı. O dönem Ebû Hanîfe,
Kur'an'a ve âlim sahabelerin görüşlerine dayanarak İs-
lam'ın ana ilkelerini belirlemeye çalışmış, itikadî konuları
aklî bilgilerle desteklemiştir. Bu şekilde kelam ilminin
temelleri de atılmaya başlanmıştır.
Aşağı Türkistan (Maveraünnehir) bölgesinde İslâmiyet
çoğunlukla Ebû Hanîfe’nin öğrencileri tarafından yayıl-
mış, onun takipçilerinden Bağdat Başkadılığı’na getirilen
Ebû Yusuf, bu bölgeye Hanefî kadıları görevlendirmiştir.
MÂTURÎDÎLİK
9
Bu sayede, -Mâturîdî'nin ortaya çıkışına kadar- Aşağı
Türkistan’da Ebû Hanîfe ekolünde çeşitli âlimler yetişmiş,
kelamî konularda eserler yazılmış, itikadî ve fıkhî görüşler
yayılmıştır. Semerkant'ta Ebû Hanîfe’nin takipçilerinden
Ebû Süleyman el-Cûzcânî, Dârü'I-Cûzcâniyye diye anılan
önemli bir medrese kurmuştur. Neticede tüm bunlar
“Mâturîdîlik Kelâm Ekolü”nün kurucusu İmam
Mâturîdî'nin yetişmesini sağlayan ortamı hazırlamıştır.
İmam Mâturîdî, dinin anlaşılması için naslar [2] ile birlik-
te, akıl yürütmeyi de gerekli bir temel kabul etmiş;
nasları ihmal etmeden İslam'ın itikadî esaslarını ve ana
ilkelerini aklî bilgilerle yoğun bir şekilde temellendirmeye
çalışmıştır. İnanç konularında meselelere çok iyi nüfuz
ederek, tutarlı ve köklü çözümler getirmiştir.
Mâturîdî'nin görüşleri büyük yankı uyandırmış, ölümün-
den sonra öğrencileri tarafından yayılmış ve bir asrı aşkın
bir zaman içinde ekolleştirilmiştir. Bu şekilde Türkistan
kültür çevresinde ortaya çıkan “Mâturîdîlik Kelâm Eko-
lü”, takip eden dönemlerde de geliştirilmiştir.
Zamanla, akait [3] konusunda Mâturîdîlik görüşlerinin
benimsendiği ve Mâturîdî’nin takipçileri tarafından geliş-
[
2] Nas: İslam fıkıhında Kur'an’da yer alan âyetler ve peygamberin
söylediği sözler olan hadislere verilen genel ad.
[3] Akait: İtikada (imana-itikada) dair öneri ve hükümler, esaslar.
Gürbüz MIZRAK
10
tirilen “Mâturîdîyye” (itikadî mezhep [4]) ortaya çıkmış-
tır. Mâturîdîyye’nin öne çıkan bazı görüşleri aşağıda ve-
rilmiştir:
Dinî tebliğ olmasa da kişi akılla Allah'ı bulabilir.
İyi ve kötü, güzel ve çirkin akılla bilinebilir. Allah Teâlâ
bir şeyi güzel ve iyi olduğu için emretmiş, kötü ve çir-
kin olduğu için yasaklamıştır.
Kulda başlı başına bir cüzî irade vardır. Kul iradesiyle
seçimini yapar, Allah da kulun seçimine göre fiili ya-
ratır.
Yüce Allah'ın diğer sıfatları gibi tekvin (yaratma) sıfatı
da ezelîdir.
Allah kulun gücünün yetmeyeceği şeyleri kula yükle-
mez.
[4] Mezhep, itikadî ve amelî (fıkhî) mezhepler: Mezhep, mezhep
sahibi âlim (müçtehit) ve takipçilerinin hüküm bakımından kapalı
veya kesin olmayan ayet ve hadisleri, İslam’ın temel esaslarına
aykırı olmayacak şekilde yorumlayarak getirdikleri çözümler top-
luluğu olarak tarif edilebilir. İtikadî mezhep bu çözümler toplu-
luğundan imanla-inançla ilgili konulardaki, amelî mezhep ise
ibadet ve muamelelerle ilgili konulardaki görüşlerdir. Kelam eko-
lü için Mâturîdîlik ve İtikadî mezhep için Mâturîdîyye, İmam
Mâturîdî’nin verdiği isimler olmayıp vefatından çok sonra onun
takipçileri tarafından verilmişlerdir.
MÂTURÎDÎLİK
11
Allah'ın fiillerinin muhakkak bir sebep ve hikmeti
vardır. Fakat kul her zaman bu sebep ve hikmetleri
bilemeyebilir.
Bugün dünyadaki Sünnî Müslümanların en azından yarı-
sını oluşturan Hanefîlerin büyük bir çoğunluğu “inançta
Mâturîdîyye mezhebinden olduklarını” ifade ederler [5].
Mâturîdîyye’nin Türkiye, Balkanlar, Orta Asya, Çin, Hin-
distan, Pakistan ve Eritre'de yayıldığı; genellikle “Türkle-
rin fıkıhta Hanefî, inançta (itikatta) ise Mâturîdîyye ol-
dukları” kabul edilir.
“Mâturîdîlik Kelâm Ekolü” ve “Mâturîdîyye İtikadî Mez-
hep”i önemli ölçüde İmam Mâturîdî’nin görüşlerini ihtiva
etmesine rağmen, zaman içinde bu ekol ve mezhep kap-
samında ele alınan bazı konularda Mâturîdî’nin fikirle-
rinden sapmalar olduğu gözlemlenmiştir [6]. Dolayısıyla,
İmam Mâturîdî’nin görüşlerini kendi yazdığı orijinal
eserlerinden öğrenmek gerekmektedir.
[5] Böyle ifade etmelerine rağmen ne kadarının Mâturîdîlik hakkında
bilgi sahibi olduğu soru işaretidir.
[6] Bazı Osmanlı devri Mâturîdiyye âlimleri ekollerine sadece sözde
bağlı kalmışlardır. Zira medreselerde Eş'ariyye âlimlerine ait ke-lam kitapları okutulmuş, teliflerde de Eş'ariyye kelamcılarının gö-rüşlerine ağırlık verilmiştir. Ancak Beyâzîzâde Ahmed Efendi'nin İşârâtü'l-Merâm'ı gibi bazı önemli eserler Mâturîdîyye açısından özellik ve büyük önem taşır.
Gürbüz MIZRAK
12
İMAM MÂTURÎDÎ’nin HAYATI
Mâturîdîlik isimli kelâm ekolü ve Mâturîdîyye olarak
anılan itikadî mezhebin kurucusu sayılan İmam Mâturîdî,
İslam’a çok değerli hizmetler vermiş öncü İslam âlimleri-
nin başında gelir. Semerkant'ın (zamanımızda mahallesi
olan) Mâturîd köyünde 852 (rumî 230) yılında doğduğu
tahmin edilmekte olup, 944’te (rumî 322’de)
Semerkant'ta vefat etmiş, bir ulema mezarlığı olan
Câkerdîze’ye defnedilmiştir.
Semerkant’ta döneminin en önde gelen ve bağları İmam
A’zam Ebû Hanîfe’ye [d. 699 (rumî 77) – ö. 767 (rumî
145)] kadar ulaşan âlimlerinden dersler almıştır. Döne-
minin dinî ve felsefî eserlerini incelemiş, bunlar hakkında
değerlendirme ve eleştiriler yapmış; sınır karakollarında
cihada hazırlanan askerlerin ve gazilerin dinî konulardaki
eğitimlerine katılmıştır.
Mâturîdî, Ebû Hanîfe’nin hem fıkıh hem de itikat alanla-
rındaki görüşleri hakkında derin bilgi sahibiydi. Fıkıh ala-
nında anlaşılması zor olanları açıklamış, döneminin ihti-
yaçlarına cevap verecek bir fıkıh usulü oluşturmaya ça-
lışmıştır.
MÂTURÎDÎLİK
13
Semerkand’da İmam Mâturîdî’nin türbesi (Özbekistan
Hükümeti tarafından inşa edildi) [7].
Ebû Hanîfe öğrencileri ile birlikte tartışarak ortaya koy-
duğu içtihatlar için; “Bizim söylediğimiz en güzel söz bu-
dur. Kim bizim sözümüzden daha doğru bir söz getirirse,
o hakikate şüphesiz bizimkinden daha yakındır” der. Bu
gelenekten gelen Mâturîdî, Ebu Hanife’nin kısa ve öz
olarak açıkladığı itikadî konuları yeni usuller ve deliller ile
sistemli bir şekilde yorumlayarak daha güçlü hale getir-
miştir. Kimi konularda Ebû Hanîfe’den farklı görüşler ileri
sürebilmiş, yeni tanımlar ve kavramlar ortaya atabilmiş-
tir. Ancak kendinden sonra gelenler bu açılımı sürdür-
[7] Semerkant'ın Siyab merkez ilçesinin İkinci Şark Mahallesi
Gucdüvân sokağında.
Gürbüz MIZRAK
14
mekte, onun kadar başarılı olamamışlardır.
İmam Mâturîdî’nin kabri
Mâturîdî, İslam’ı Allah’ın emrine, Hz. Peygamberin Sün-
neti’ne uygun şekilde anlama ve anlatma, aklî delillerle
açıklama, onu aykırı görüşlere karşı savunma yolundaki
hizmetleri sebebiyle övülmüş ve güzel sıfatlarla anılmış
büyük bir Türk düşünürüdür.
Hanîfilik ile birlikte Mâturîdîyye Türk toplumları arasında
yayılmış, bunların yaşandığı coğrafyalarda Türk-İslam
kültürü zirvesine ulaşmıştır (Maveraünnehir Medeni-
yeti). Zamanla Mâturîdîyye’nin ihmali; hurafe ve taassu-
bun dinî, aklî ve ahlakî değerlerin önüne geçmesi; din
MÂTURÎDÎLİK
15
istismarcılığının alıp başını gitmesi, zamanımızda toplu-
muzda yozlaşmalara ve İslam coğrafyasında her açıdan
geri kalmışlıklara sebep olmuştur.
Yetiştiği Çevre
İmam Mâturîdî, Seyhun ve Ceyhun ırmakları arasında
kalan Aşağı Türkistan’daki (Maveraünnehir'deki) Türk
kültür muhitinde yetişmiştir. Halkı Müslüman Türk olan
bölgeyi dönemin coğrafyacıları “mamur, toprakları ve-
rimli, tarım ürünleri bol, yol ve geçitleri mükemmel, hayır
müesseseleri çok; insanları cömert, misafirperver, cesur
ve ilme meyilli” olarak tasvir etmişlerdir.
Abbasi hilafeti iktidarının zayıfladığı dönemde İslam coğ-
rafyasında yarı müstakil devletler ortaya çıkmıştı. Bun-
lardan biri de Aşağı Türkistan’da hüküm süren
Samanoğulları Devleti (844-999) idi. Samanoğulları ilme,
edebiyata ve eğitime önem vermiş, ilim adamlarını ko-
rumuş ve onlara destek olmuştur.
Abbasi iktidarı eski gücünü kaybetmeye başlayınca, Bağ-
dat eskiden olduğu gibi tek ilim merkezi olmaktan çıkmış,
Aşağı Türkistan ve civarı önem arz etmeye başlamış;
Semerkant, Buhara, Merv gibi şehirler eğitim, ilim ve
kültür merkezleri olmuştu. Bu çevre daha çok aklî ve fel-
sefî ilimler sahasında kendini göstermiş, bu alanlardaki
Gürbüz MIZRAK
16
âlimler yönünden zirveye ulaşmıştı. Bölge kültür ve ilim
adamlarıyla önemini tarih boyunca hissettirecekti.
İmam Mâturîdî‘nin yaşadığı şehir Semerkant, 10. yüzyılın
başlarına kadar uzun süre huzur ve sükûnun hâkim oldu-
ğu bir ilim merkezi olarak gösterilmektedir. O dönemden
zamanımıza ulaşan kaynaklara göre Semerkant’ta, istik-
rarlı ve güvenli bir yönetim bulunmaktaydı. İlmî ve ticari
girişimler devlet tarafından teşvik edilip desteklendiğin-
den ekonomik ve ilmî alanlarda önemli gelişmeler kay-
dedildi. Semerkant ilim, kültür ve sanatta hilafet merkezi
olan Bağdat’ı gölgede bırakmıştı. Zamanın ve şartların
elverişli olduğu rekabet ortamında iyi bir öğrenim gören
Mâturîdî, araştırmacı ve sorgulayıcı kimliğiyle öğrencili-
ğinden itibaren Semerkant âlimleri arasında öne çıkmış
ve kendisini kabul ettirmişti. Kaynaklar, Hocası Ebu Nasr
el-İyâzî'nin, Mâturîdî'nin üstün muhakeme kabiliyetine
olan hayranlığını övgüyle dile getirdiğini aktarmaktadır.
Mâturîdî’nin ve takipçilerinden Nesefî'nin eserleri, Tür-
kistan’da bir bilimsel tartışma ortamının olduğunu gös-
termektedir. Bu ortam felsefî ve kelâmî konuların tartı-
şılmasına imkân vermiştir. İmam Mâturîdî böyle bir or-
tamda yetişmiştir. Mâturîdî'nin problemlere, Bağdat’ta
yetişen çağdaşı Ebu'l-Hasen el-Eş’ârî'den daha aklî bir
açıdan yaklaşması, içinde bulunulan bu değişik kültürel
MÂTURÎDÎLİK
17
ortamların etkisinden olsa gerektir [8].
İmam Mâturîdî, karakteri gereği ikbal endişesiyle zama-
nının sultanına yakınlık göstermemekte, bu şekilde dav-
ranmayan âlimleri açıkça tenkit etmekte, sade bir hayat
sürdürmeyi ve ömrünü ilmî faaliyetler içinde geçirmeyi
tercih etmekteydi.
Bazı kaynaklara göre; 10. yüzyılın başlarına kadar tama-
men Ebu Hanife’nin savunduğu Sünnî akideyi destekle-
yen Samanoğulları daha sonra siyasi otoritenin zaafa
uğramaması amacıyla değişik düşünce ve akımlara karşı
çıkarak fikir özgürlüğünü kısıtlamışlardı. Akıl yürütmeyi
ve düşünmeyi esas alan akımlardan uzaklaşmaya, hadis
taraftarlarının zihniyetine yakın duran anlayışları destek-
lemeye ve onların dışındaki görüşleri engellemeye baş-
lamışlardı. Bu kısıtlamalardan İmam Mâturîdî ve takipçi-
leri de etkilenmişti. Mâturîdî’nin vefatıyla birlikte
Semerkant’ta öğretisi resmi olarak desteklenmedi, önce
marjinalleştirildi, ardından terk edildi. Mâturîdî’nin öğre-
tisi ancak taşrada, Nesef’te takipçileri tarafından devam
ettirildi Karahanlılar zamanında (11. yüzyılda) ise
Semerkant’ta tekrar canlandı.
[
8] M. Sait Yazıcıoğlu. Mâturîdî Kelam Ekolünün İki Büyük Siması: Ebu
Mansur Mâturîdî ve Ebu'l-Mu'in Nesefî. Mâturîdî Kelam Ekolü.
Gürbüz MIZRAK
18
Eserleri
Mâturîdî; kelâm, tefsir, mezhepler tarihi, fıkıh [9] ve fıkıh
usulünde derin bilgi sahibiydi. Bu konularda tamamı
Arapça olan 15 civarında eser yazmıştır. Bize ulaşanlar
arasında Te'vîlâtü'l-Kur’an adlı Kur’an yorumu ile
Kitâbü't-Tevhîd adlı kelâmî eseri en önemlilerindendir.
Uzmanlara göre, eserleri geçmişte olduğu gibi bugün,
hatta gelecekte bile insanımızın inanç, kimlik ve benliğini
muhafaza etme ve sağlamlaştırmada rehber olacak kıy-
mettedir.
Te'vîlâtü'l-Kur’an
Mâturîdî, 17 ciltten oluşan Te'vîlâtü'l-Kur’an adlı eseriyle
tefsir çalışmalarına yeni bir boyut kazandırdı. Kur’an’ı
Kur’an’la, Sünnet’e uygun bir şekilde, sahih hadis ve ha-
[
9] Fıkıh: İslam hukukunda din ve dünya işleriyle ilgili ana kaynaklar-
dan yararlanarak konulmuş olan kuralların tümüdür. Fıkıh bir bütün olarak dinin doğru biçimde anlaşılmasıdır. Şeriatin, ulema tarafından verilen fetvaların da katkılarıyla genişletilmesi ve Müslümanların hayatını düzenlemek amacıyla açıklanmasıdır İs-lam hukuku (fıkıh) 4 ana kaynağa dayanır: Kur'an, Hadis, İcma, Kıyas. Bunların dışında istihsan, ıstıhlah, örf, maslahat uygulama-ları vardır. Fıkıh ilmi ile uğraşan, Kur’an ve sünnet gibi delillerden dinî hüküm ortaya koyabilme yeteneğine sahip kimseye fakih denir. Buna göre, fıkıh ile içtihat, fakih ile müçtehit aynı anlamda kullanılmıştır.
MÂTURÎDÎLİK
19
berle, dil bilgisi kuralları ve aklî delillerle açıklayan ilk
müfessirlerdendir.
Mâturîdî, aklın ve naklin ışığında sistemli bir şekilde yo-
rumladığı Kur’an’ın insanlığın problemlerine çözüm geti-
ren ilahî bir kitap olduğunu göstermiş ve bu yolda bir
çığır açmıştır.
Te'vîlâtü'l-Kur’an’da insan psikolojisine hitap eden ve
duyular ötesine ait olan Kur’an beyanlarının lâfzî olarak
anlaşılanı yanında, Kur’an bütünlüğüne göre yorumlar
yapar. Yaptığı yorumla ayetlerin hem aklı hem gönlü
tatmin edecek manalarını bulmaya çalışır. Ancak bu tür
yorumlarda kesin ifadeler kullanmayıp başka anlam alan-
larının yolunu da açık bırakır.
Mâturîdî, bu eserinde ayetlerin yorumuyla yetinmemiş,
konuyla ilgili itikadî ve fıkıhî mezheplerin farklı yorumla-
rına da yer vererek tartışmıştır. Bu çerçevede Te'vîlâtü'l-
Kur’an fıkıhî ve itikadî görüşlerinin tespitinde önemli
bilgiler ihtiva eder. İslamî fırkalar ve İslam dışı akımlarla
dinlere ait inanç ve görüşlerin tenkidi bakımından da
ihmal edilemeyecek bir kaynaktır.
Te'vîlâtü'l-Kur’an, 2008 yılında İran’da İslam inancı ala-
nında "Yılın Kitabı" ödülüne layık görüldü. Ülkemizde
Prof. Dr. Bekir Topaloğlu öncülüğündeki bir uzman gru-
Gürbüz MIZRAK
20
bu, 2014 Kasım’ında Türkçeye çevirme çalışmasını baş-
lattı. Kitabın Türkçe çevirisi tamamlanan ciltleri yayın-
lanmaya başlandı. Kitap, çeviri işlemi tamamlandığında
indeksi ile birlikte 18 cilt olarak planlanmıştır.
Kitâbü't-Tevhîd
Kitâbü't-Tevhîd Mâturîdî’nin kelâmî görüşlerini geniş
olarak anlattığı önemli bir eseridir. Bekir Topaloğlu ve
Muhammed Aruçi’nin yayına hazırladığı eser Bekir
Topaloğlu tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Altmış yedi
bölümden oluşmaktadır. Bölümler genel olarak ayetle
başlar, ardından hadis rivayetleri nakledilir, bazen de
sahabe ve tabiin âlimlerine atıflarda bulunulur. Her bö-
lümün hacminin çoğunu, o bölümde zikredilen ayet ve
hadislerden çıkarılabilecek hükümlerin dökümü oluştu-
rur.
Mâturîdî, yaşadığı dönemde ortaya çıkan dini akımlara
karşı mücadeleler vermişti. Kitâbü't-Tevhîd’de bu cere-
yanları irdelemiş ve bunlar hakkında tenkitler yapmıştır.
M. S. Yazıcıoğlu’na göre, İmam Mâturîdî’nin takipçile-
rinden Ebu’l-Mu’în Nesefî tarafından yazılan ve Mâturîdî
Kelâmının temel kaynaklarından olan Tabsıretü'l-Edille,
Kitâbü't-Tevhîd’de kapalı kalan hususları anlamada yar-
dımcı olmuştur.
MÂTURÎDÎLİK
21
Dönemindeki Önemli Dinî Akımlar
İmam Mâturîdî’nin yaşadığı Semerkant şehri, kültür ve
dinlerin kavşak noktasıydı. Bölgede İslam’ı anlama, açık-
lama ve yaşamaya yönelik kendilerine özgü bilgi kuram-
ları ve fikri yapıları olan, etkileri günümüze kadar ulaşan
mezhep, tarikat ve dinî cemaatler oluşmuştu. Bunlar,
dini anlama ve anlamlandırmada aşağıda özetlenen çe-
şitli prensip ve yöntemleri izlemekteydiler:
Bir kısmı; olgunun tahliline[10] büyük önem vererek
aklın ve akıl yürütmenin etki alanını genişletmekte;
“felsefî [11] kültürün tahakkümü altına girmiş bir ak-
lın önderliğinde dinî bilgi üretmeye” yönelmekteydi.
Bunlar akla güvende aşırılığa kaçmakta, kendilerince
akıl ile nakil (Kur’an ve sünnet) arasında bir çelişme
gördüklerinde ya akla güvenmekte ya da nakli akla
yaklaştırma gayreti içine girmekteydiler.
Kimisi aklı ayet, hadis ve dinî metinlerin lâfzî anlamı-
na hapsederek metnin hâkimiyetini kurmaya çalış-
makta, ayetlerin ve hadis olarak kabul ettikleri metin-
lerin düz anlamları ile yetinmekte, yorumdan (tevil-
den) titizlilikle kaçınmakta, çelişkileri çözememek-
[
10] Olgunun tahlili: Olayların dayandığı sebeplerin veya bu sebeple-
rin yol açtığı sonuçların tahlili, çözümlemesi.
[11
] Felsefe: Varlığın ve bilginin bilimsel olarak araştırılmasıdır.
Gürbüz MIZRAK
22
teydiler. Bunların anlayışı ile dinin savunulması ve
yayılması, insanların iknası, din düşmanları ile müca-
dele, samimi olarak akla takılan hususların halli
mümkün olmamaktaydı. Bunlar katı ve hoşgörüsüz-
düler.
Bir kısmı ise sorunların çözümünü belli şahıslara, yani
siyasî-karizmatik liderlere veya gizemli güçlerle dona-
tılmış önderlere havale etmekte; “doğru bir inanca
ve bilgiye ulaşmada, imamın gizli bilgisi ve aklına
bağlanmayı” şart koşmaktaydılar.
Bazıları dini anlamada; ilk nesillerin dini anlama ve
yaşama biçimlerini ideal bir dönem (Asr-ı Saadet [12])
olarak sunmaktadır. O dönemde “dini yaşama biçimi
olarak varsaydıkları yol ve yöntemlerle, hadis olarak
kabul ettikleri metinleri” ölçü olarak almaktadır.
[Kutlu, 2011(a)].
Mâturîdî imanı güçlendirme ve dini, temel görüşler çer-
çevesinde müdafaa etme konusunda gerek yukarıda
verdiğimiz gerekse İslam dışı akımlara karşı ciddi bir mü-
cadele vermiş, çağdaşı olan Ebu'l-Hasen el-Eş’ârî 'den
daha önce bu alanda etkin bir varlık göstermeye başla-
mıştır.
[
12] Asr-ı Saadet: Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (A.S.M.) pey-
gamber olarak dünyada bulunduğu devir.
MÂTURÎDÎLİK
23
Eleştirdiği rakiplerine karşı genellikle saygılı bir üslup
kullanmıştır. Onların karşı görüşlerini suçlamak ve kü-
çümsemek yerine, ilgili delil ve kanıtları aklî yorum ve
muhakemelerle sıralayıp çürütmüş; hasımlarını, aşağı-
lamadan hoşgörüsünü gösteren bir ilmî üslupla ikna
yolunu seçmiştir. Mâturîdî’nin bu tavrı, günümüzde
mezhep çatışmalarının önlenmesinde de uygun bir for-
mül olabilir.
Kaynaklardan, Müslüman olmayanlara İslam’ın üstün
özelliklerini ve yüceliğini anlatmak için Mâturîdî’nin hoş-
görüye dayalı sosyal ve beşerî ilişkiler kurmakta bir beis
görmediği anlaşılmaktadır. Ancak, onun açısından bu
ilişkilerin -bugün bazı çevrelerin yaptığı gibi- inançların
bir kısmını yok sayarak, başka bir deyişle Müslüman ol-
mayanlara imandan taviz verme anlamına gelecek yakla-
şımlarla gerçekleşmesi mümkün görünmemektedir. Bu
konuda Mâturîdî’nin ihtiyatlı ve temkinli davranılması
yönündeki tavsiyeleri günümüzde daha da anlamlı hale
gelmiştir.
Gerek ikna edici bilgi ve kanıtlarla fikirlerini savunması,
gerekse izlediği insani yaklaşım sayesinde; öğrencileriyle
ile beraber
Aşağı Türkistan’da İslam düşüncesinin belli bir istikra-
ra kavuşmasında,
Gürbüz MIZRAK
24
İslam'ın Türkler arasında yayılmasında
önemli görev yapmış ve bu etkileri zaman içinde artarak
devam etmiştir.
BİLGİ KURAMI
İmam Mâturîdî, yaşadığı bölgedeki dinî anlayışlar ve fel-
sefî akımların temsilcileri ile tartışabilecek bir zemin ve
tutarlı bir bilgi kuramı [13] oluşturmakla işe başlamış;
kendi din anlayışını, genel kabul gören vahiy ve akıl esas-
larına bağlı kalarak savunmuştur. Onun doğru dinî bilgiye
ulaşma ve dinî-toplumsal sorunları çözümlemedeki yön-
tem ve yaklaşımının oluşmasında;
öncelikle tefekküre (düşünmeye), akla, akıl erdirme-
ye ve delil göstermeye vurgu yapan Kur’an ayetleri
ve Hz. Muhammed’in uygulamaları;
ikinci derecede, değişen şartlar dolayısıyla ortaya
çıkan yeni hukûkî-siyasî sorunları, toplum yararını göz
önünde bulundurarak çözümleyen Hz. Ömer’in yak-
laşımı;
üçüncü olarak da şer’i hükümleri toplumun yararına
dayandıran ve dinî sorunların çözümlenmesinde akla
[
13] Kuram: Sistemli bir biçimde düzenlenmiş birçok olayı açıklayan
ve bir bilime temel olan kurallar, yasalar bütünü, nazariye, teori.
MÂTURÎDÎLİK
25
büyük bir nüfuz alanı tanıyan Ebû Hanife’nin akılcı
yöntemi
etkili olmuştur [Kutlu, 2011(b)].
Bilindiği üzere ayet ve hadisler sınırlı, hayatın akışı içinde
ortaya çıkan olay ve olgular ise sınırsızdır. İmam
Mâturîdî, ortaya çıkan yeni olay ve olgulara çözüm üret-
me için mevcut dinî bilgilerin ışığında aklın kullanılmasını
önermiştir. Onun bu yaklaşımı, sosyal yapıların ve ku-
rumların sürekli değiştiği, insanlar ve toplumlar arası
ilişkilerin çeşitlendiği Dünyamızda,
İslam âleminde ortaya çıkan yeni dinî ve hukûkî so-
runların çözümü için imkân sağlamış;
İslam dininin irşadı ve savunulmasında insanların
iknası, samimi olarak akla takılan hususların halli, din
düşmanları ile mücadele gibi alanlarda yardımcı ol-
muş ve
İslam’ın yayılmasını hızlandırmıştır.
Eserleri incelendiğinde, Mâturîdî’nin bilgi kuramını
Kur’an’dan hareketle oluşturduğu ve “Siz, hiç bir şey
bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından çıkardı;
şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler (iç du-
yu) verdi” (Nahl suresi,78) ayetine dayandırdığı anlaşılır.
Mâturîdî, bu ayette geçen
Gürbüz MIZRAK
26
“kulaklar” kelimesini sesleri işitip ve ne olduğunu
belirleme (işiten);
”gözler”i şekil ve renkleri birbirinden ayırma (gören);
“kalpler”i ise, Kur’an’da akla, akıl erdirmeye vurgu
yapan ayetlerle güçlendirerek; gözle görülmeyen ve
kulakla tespit edilemeyen, kişinin lehine ve aleyhine
olacak şeyleri belirlemeye yarayan (akıl yürüten)
nesneleri olarak açıklamaktadır [Kutlu, 2011(b)].
Verilen bu bilgilerden ve Kitâbü't-Tevhîd‘deki açıklama-
larından Mâturîdî’nin, kalpler ile akıl yürütmeyi işaret
etmekte; işitmeyi haberlere, görmeyi duyulara karşılık
kullandığı anlaşılmaktadır. Buradan hareketle geliştirdiği
bilgi kuramında bilgi edinme yollarını (esbab-ı marifet)
duyular (ıyan), haber (nakil) ve akıl yürütme (nazar) şek-
linde açıklar. Duyuyla ve haberle edinilen bilginin doğru-
lamasını akıl yapar. Ortaya çıkan sorunları çözümlemede
mevcut dini bilgilerin ışığında aklın kullanılmasını önerir.
Ona göre:
1) Akıl yürütme: Akıl yürütme ve derinlemesine analiz-
ler (tefekkür) ile bilgiye ulaşmayı, alternatifli tahmin-
lerde bulunmayı ve ortaya atılan fikirlerde değerlen-
dirmeler yapmayı kapsar.
Bu suretle tevhidi (Allah’ın birliğini ve benzerinin ol-
MÂTURÎDÎLİK
27
mamasını), risaleti (peygamberlik makamını) ve ben-
zerlerini bilmeye götürecek türden tecrübelere ve te-
fekkürle ortaya konan kanıtlara ulaşılır.
2) Haberler: Dini bilgiye ulaşmada haberler (1) İlahî
hitap yolu [Vahiy (Kur’an)] ile duyurulanlar ve (2)
Peygamberimize atıf yapılarak ulaştırılanlar (hadis-
ler)dir. Semî olarak isimlendirilen bu iki haber kayna-
ğı, genel olarak şeriatın ve bilemediğimiz ahiret gibi
gaip âleminin bilgilerini kapsar.
Bunlar; Allah elçilerinin getirdiği ve ancak haber ve-
rilme yolu ile öğrenilebilen veya hakikatleri sadece
Allah tarafından bilinebilen haberleri içerirler. İnsan-
lar, Allah’ın emir ve yasaklarını, şeriatın ve bilemedi-
ğimiz ahiret gibi gaip âleminin bilgilerini bu haberler-
le öğrenirler ve kendileri için bunu bir delil olarak ka-
bul ederler.
3) Dış ve İç Duyular (Beş duyular, kanaat ve tepkiler):
Sağlıklı duyu organlarıyla (beş duyuyla) ve iç duyuyla
yapılan gözlemler, idrak ile eşyanın ve varlıkların bil-
gisine ulaşmayı (duyuyla gelen algıyı) ihtiva eder.
Mâturîdî, duyuların kendine has bilgi alanları arasın-
da dünya ve içindeki varlıkları, gök cisimleri; gözle
görülen yaratılmış diğer fiziksel varlıkları; lezzet, zevk
ve şehvet; acı ve hayret; açlık ve susuzluk, sesler ve
renkler; cisimlerin hareketi, sükunu, birleşmesi, da-
Gürbüz MIZRAK
28
ğılması, şekli ve görüntüsü gibi şeyleri saymaktadır.
Dış ve iç duyularla ulaşılan bilgiler;
Çevremizde gözlemlediğimiz ve şahit olduğumuz
Allah’ın birliğine ve benzerinin olmamasına dela-
let eden varlıkları ve olayları,
İnsan gücünü aşan yaratılış örneklerini ve
Resullerin, peygamberlik iddialarını doğrulamaları
ve risaletlerini açıklamaları için Allah’ın kendileri-
ne verdiği mucizeleri, bunlara tanıklık eden diğer
kanıtları içerirler.
Her bilgi kaynağının yukarıda verilen kendilerine has
alanlarının olması, diğer alanlar hakkında bilgi sağlama-
yacakları anlamına gelmez. Bir bilginin doğruluğuna in-
sanları iknada bazen birden fazla kaynaktan yararlanıla-
bilir. Bir konuda bazen bir, bazen iki, bazen da üç bilgi
kaynağından da yararlanılabilir. Mâturîdî, bu üç yolla
elde edilen dinî bilgileri, Allah’ın ayetleri (işaretleri) ve
kanıtları (delilleri) kapsamında değerlendirir. Mâturîdî’ye
göre, gerekli şartları taşıdıkları sürece, bu üç grup kanıt-
tan birisi, ikisi veya üçü ile doğrulanan bilgi kesindir. Yu-
karıda verilen işaret ve delillerden oluşan Allah’ın kanıt-
larını inkâr edenler “Allah’ın ayetlerini inkâr eden” kim-
selerdir. Allah, üç bilgi kaynağıyla ulaşılan delillerin ta-
mamını Peygamberlere kanıtlar (mucizeler/ayetler) ola-
MÂTURÎDÎLİK
29
rak vermiştir.
Bu bilgi kaynakları ile sunulan deliller insanları inanma-
ya zorlamak için değil, ikna içindirler. İmana zorlayan
deliller, kişinin irade ve isteğini devre dışı bıraktığı için,
kişi inanmış gibi gözükse de, gerçekte ikna olmadıkça
(kalben tasdik etmedikçe) inanmış olmaz. Mâturîdî’ye
göre “her inananın, tefekkürle ulaştığı ve/veya akıl süz-
gecinden geçirdiği sağlam bilgi ve delillerle inancını des-
teklemesi şarttır”. Bunu başaramayan kimsenin taklit
yoluyla inanması, mazur görülmez. Çünkü taklit, taklit
edenin vicdanında dinlerin ve mezheplerin doğruluğu-
nun ölçüsü olamaz.
Günümüz bilimsel araştırmalarında İmam Mâturîdî’nin
geliştirdiği bilgi kuramının benzeri uygulanmaktadır.
Planlanan bir bilimsel araştırmada konu hakkında litera-
tür taraması yapılarak geçmişte yapılan çalışmalar ortaya
konmakta. Uygun materyal ve yöntem kullanılarak de-
ney/deneme yapılmakta. Deneyden/denemeden elde
edilen gözlemler ve veriler literatürde verilenlerle karşı-
laştırılıp akılla yorumlandıktan sonra bir sonuca varıl-
maktadır. Mâturîdî’nin “Bilgi Kuramı”ndaki “haberler”,
literatür taramasına; “beş duyuyla ve iç duyuyla yapılan
gözlemler ve idrak”, deneylerden/ denemelerden elde
edilen gözlemler ve verilere; “akıl yürütme” de de-
Gürbüz MIZRAK
30
ney/denemelerden elde edilen bulguların literatürde
verilen bilgiler ile karşılaştırılarak yorumlanmasına karşı-
lık gelmektedir.
Bilgi Kaynağı Olarak AKIL YÜRÜTME
Mâturîdî’ye göre akıl, Allah’ın insanoğluna verdiği en
yüce nimetlerdendir. Duyular aracılığıyla görünen âlemi,
kavramlar ve deliller vasıtasıyla da görünmeyen alanı
algılayan ruhi bir güçtür. Duyuyla gelen algının, haberle
gelen bilginin sağlamasını yapan nihai mercidir. Genel
anlamda haber ve duyuların sağladığı bilgilerin doğrulu-
ğunu ve güvenilirliğini belirlemede ölçüdür. Gerek duyu
yoluyla, gerekse haber yoluyla bilgi edinirken akıl yürüt-
mek gereklidir. Duyulardan uzak olan şeylerin, yahut çok
küçük hacimli olup gözle görülemeyen (duyularla algıla-
namayan) nesnelerin belirlenmesinde duyular yetersiz
kaldığı için akıl yürütmeye ihtiyaç vardır. Ancak, insanın
diğer organları gibi aklın da fonksiyoner olması, dumura
uğramamsı için mutlaka çalıştırılması gerekir.
İslamiyet şüphe yok ki, vahye dayanan bir dindir. Ancak,
vahyi anlayacak ve kalbin eşliğinde benimseyip iman
MÂTURÎDÎLİK
31
haline getirecek olan akıldır [14].
Yukarıdaki gerekçelerle Mâturîdî diğer bilgi kaynaklarını
da kontrol etme niteliği dolayısıyla aklı, bilgi nazariyesi-
nin merkezine yerleştirir. Akla; “olay ve olguları incele-
me, onların iyi ve kötülüğünü belirleyebilme, olaylar ara-
sında ilişki kurma ve onları karşılaştırıp sınıflandırma,
bunun sonucunda genel hükümler elde etme” işlevini
yüklemiştir.
Ona göre akıl yürütmeyle üretilen bilgilerin doğru olma-
dığı iddiası aynı zamanda akıl yürütmeye dayandığından
çelişik ve geçersizdir. Bir konuda akıl yürütenlerin farklı
sonuçlara ulaşması hatalı muhakemeden kaynaklanabi-
leceği gibi aklî bilgiyi kabul etmeme isteğinden de kay-
naklanabilir. Bu durum akıl yürüten insanın duygusal bir
yapıda olmasıyla irtibatlıdır. Çünkü insan doğru bilgiye
tabi olabileceği gibi arzularına tabi olmayı da tercih ede-
bilir. Bu da insandaki psikolojik muhtevanın akli bilgi ye-
rine konulabileceğini gösterir.
Mâturîdî, din konusunda aklı yetkili olarak görmektedir.
Ona göre, Allah'ı bilmek aklen vaciptir. Eğer Allah hiç bir
Elçi göndermeseydi, yine de insanların akıllarıyla Allah'ın
[
14] Bekir Topaloğlu. EBÛ MANSÛR EL MÂTÜRÎDÎ (KUTLU, Prof. Dr.
Sönmez. 2016. İmam Mâturîdî ve Mâturîdîlik. OTTO Yayınları, Anka-ra).
Gürbüz MIZRAK
32
varlığını, birliğini ve evrenin yaratıcısı olduğunu bilmesi
gerekirdi. İnsan, bireysel gayret göstererek, tefekkür
ederek bunları akıl yoluyla bilir. Hatta akıl, “Allah’ın layık
olduğu bazı sıfatlarla nitelendiğine de kesinlikle hükme-
der”. Bu sebeple vahiy ulaşmayan kimse, Allah’ı bilme
konusunda mazur görülmez ve bundan sorumludur.
Allah’ın varlığı ve birliğini bilmede, yalnızca Allah’a iba-
det edilmesinin gerekliliği konusunda hiç bir insanın Al-
lah'a karşı bir mazeret uydurması mazur görülemez.
Mâturîdî'ye göre Allah, emir ve yasakları bildirmeden
önce; akılları, şeylerin doğasını keşfedebilecek ve özle-
rinde bulunan değerleri algılayabilecek şekilde yaratmış-
tır. Dolayısıyla güzel-çirkin konusunda vahiyle bildirilen
emir ve nehiyler, aklî emir ve nehiylerin dini formlarıdır.
Vahiy ulaşmayan birey güzel ve çirkini aklıyla bilebilir.
Dinin bunları bildirmesi bir teyit ve tekittir. İnsandaki
ahlaki duygunun vahiy ile başlamadığı, ancak vahyin za-
ten mevcut olan bu duyguyu pekiştirdiği söylenebilir.
Allah; pek çok ayette “gerçeğe ulaştıran ve doğru yolu
gösteren aklı kullanmayı emretmiş; Kur’an’ın kendi ka-
tından olduğunu” akıl yürütme yöntemiyle ortaya koy-
muştur. Kur’an Hz. Peygamber tarafından insanlara teb-
liğ edildiğinde, dönemin belagatçilerine, hâkimlerine,
şairlerine ve dilcilerine meydan okumuştur; hiç kimse
MÂTURÎDÎLİK
33
onun bir benzerini getirmeye muvaffak olamamıştır.
“Resulün haberi” olarak bilinen vahiy, akıl tarafından
tasdik edilmiştir. Bu anlamda Kur’an, aklî bir mucize
olup, mutlak ve doğru bilgiyi içermektedir.
Peygamberlerin mucizeleri ile sihirbazların mucize olma-
yan davranışlarını ayırt edebilmek için akıl yürütmeye
ihtiyaç vardır. Mâturîdî’ye göre, “Kur’an’ın dışındaki ha-
berlerden Kur’an’a ve aklî delillere aykırı olanlar redde-
dilmelidir”. Bunlara, Peygamberimize atıf yapılarak ulaş-
tırılan haberler de dâhildir.
Aklın Fiilleri Değerlendirmesi
Mâturîdî'ye göre, akıl yalnız dini bilginin değil, aynı za-
manda genel ve ahlaki bilgilerin de kaynağıdır. Bu kap-
samda akıl iyiyi kötüden, yararlıyı zararlıdan, doğruyu
yanlıştan ayıran bir araçtır. Nasıl ki göz güzel renkleri,
kulak güzel sesleri diğerlerinden ayırıyorsa, bunun gibi
akıl yürütme ile iyilikler ve kötülükler tefrik edilir, bilinir.
Bazı durumlarda insanın değer algısı; içinde bulunduğu
ruh haline bağlı olarak, yaşadığı elemin veya tattığı zev-
kin etkisiyle değişkenlik gösterebilir. Böyle durumlarda
aklının güzel bulduğunu doğası çirkin, çirkin bulduğunu
da doğası güzel bulabilir. Bu gibi durumlarda esas alın-
ması gereken aklın yaptığı değerlendirmedir.
Gürbüz MIZRAK
34
İnsan aklının idraki açısından fiiller (işler) üç grupta de-
ğerlendirilir. Bunlar;
1) vacip (insan aklının doğruluğunu/güzelliğini/ yararlı-
lığını anlayabildiği),
2) mümteni (insan aklının yanlışlığını/çirkinliğini/ zarar-
lılığını idrak edebildiği) ve
3) mümkin (sürekli değişebilir olduğu için insan aklının
tek başına karar veremediği ancak bazı alternatifler
ortaya koyduğu)
olarak tasnif edilirler. Bazı fiillerin vacip veya mümteni
olması akıl tarafından idrak edilir. Mâturîdî’ye göre aklın
her zaman güzel (vacip) veya çirkin (mümteni) olarak
değerlendirdiği fiiller, özleri Yaratıcı tarafından o şekilde
belirlenmiş olanlardır. Bunlar sadece akıllar nazarında
değil kalplerde (ahlaken) de öyle kılınmıştır.
Örnek vermek gerekirse
nimet veren Allah’ı tanıma ve O’na şükretme ile doğ-
ruluk ve adaletin vacip;
nimet veren Allah’ı inkâr ve O’na nankörlük etme ile
yalan ve zulmün mümteni olmaları gibi.
Bu örneklerden de anlaşıldığı gibi, güzel ahlakın deneti-
mindeki akıl nimeti, vacip ve mümteni konusunda karar
verecek şekilde yaratılmıştır.
MÂTURÎDÎLİK
35
Mümkin ise farklı konumların bulunduğu ve değişken
olabilen alandır. Akıl, bu kısımda, derinlemesine araştır-
dıktan ve üzerinde düşündükten sonra mümkün olabile-
cek seçenekleri sunabilir. Ancak bu alan değişken olabil-
diği için, akıl her hangi bir seçeneğin vacip kılınması veya
mümteni olmasında karar veremez. Burada aklın vacip
ve mümteni olanı belirlemesinde yetersiz kalması du-
rumlarında insanlara hakikatleri öğretecek bir Peygam-
ber’e ihtiyaç duyulur. Peygamber’in semîne ihtiyaç var-
dır. Peygamberler aklen mümkün olanı açıklamakla gö-
revlendirilmiştir ve her peygambere ait şeriat, bu müm-
kün olabilecek alanla ilgilidir. Peygamberin vahiyle bir
konuyu bildirmesi kesin doğru bilgidir. Şeriat da bir şeyi
iyi olduğu için emretmiş, kötü ve zararlı olduğu için ya-
saklamıştır. Din bu hususlarda akılla birleşmiştir. Ancak
aklın, mükâfat ve cezayı, ahrette olan haram ve helali
belirleme yetkisi yoktur; bu yetkiler Allah’a aittir.
Nesnelerin Değerlendirilmesi
Mâturîdî -fiillerin aksine- nesneleri mutlak anlamda iyi ya
da kötü olarak nitelendirmenin yanlış olduğunu ifade
eder. Bir nesnenin mutlak iyi veya kötü olduğuna hük-
metmek büyük bir yanlıştır. Çünkü farklı durumlara göre
bir nesnenin yarar-zarar durumu da değişebilmektedir.
Allah’ın yarattıklarında “mutlak şer” yoktur; ancak “izafi
Gürbüz MIZRAK
36
şer” vardır. Kötülükler varlıkların bizatihi kendilerinden
kaynaklanmayıp, birbirleriyle olan ilişkilerinden ortaya
çıkmaktadır.
Allah hiçbir nesneyi bütün yönleri ile zararlı, çirkin ve
kötü yaratmamıştır. Hepsinde mutlaka bir fayda, güzellik
ve iyilik bulunmaktadır. Bu sebeple bir şey için her du-
rumda faydalıdır veya zararlıdır şeklinde bir hüküm ver-
mek doğru değildir. Her şey bir açıdan yararlı, bir başka
açıdan zararlı olabilir. Bir kişi için yararlı olan, bir başkası
için zararlı olabilir.
Örnek vermek gerekirse belli bir hastalığın tedavisinde
kullanılan ilaç ilgili hasta için faydalı, sağlıklı kişiler için
zararlı olabilir. Ateş, besinlerin kullanılır hale getirilme-
sinde yararlı iken, bir ormanın yakılmasında zararlıdır. Bir
şeyin yasak ve haram kılınması, zararlı ve kötü yönlerinin
fazlalığından, kulun fiili üzerinde olumsuz etki bırakma-
sındandır.
Akıl – Ahlak İlişkisi
Mâturîdî'ye göre; Allah, emir ve yasakları bildirmeden
önce; akılları, -istisnai durumlar bir kenara bırakıldığında-
fiilleri değerlendirecek şekilde yaratmış; her güzel fiilin
güzelliği, çirkinin de çirkinliği aklın kavrayacağı şekilde
MÂTURÎDÎLİK
37
kendi özlerine yerleştirilmiştir. Hikmetin [15] gereği ola-
rak, akıl tarafından güzel olan “emir”, çirkin olan da “ne-
hiy” olarak getirilmiş; güzelin yapılması, çirkinden de
kaçınılması bildirilmiştir.
Gerçekte güzel-çirkin konusunda vahiyle bildirilen emir
ve nehiyler, akılla varılan kanaatların (akıl aracılığıyla
bilinebilen ahlakî değerlerin) dini formlarıdır. Dolayısıyla
vahiy ulaşmayan birey güzeli ve çirkini aklıyla bilebilir.
Dinin bunları bildirmesi bir teyit ve tekittir. Ancak bireyin
bunları ayrıntılarıyla bilmesi ya vahiyle (bir peygamberin
haber vermesiyle) ya da ciddi bir tefekkürle mümkün
olabilir.
Dolayısıyla insandaki ahlakî duygunun (yatkınlığının) va-
hiy ile başlamadığı, ancak vahyin zaten mevcut olan bu
duyguyu pekiştirdiği söylenebilir. Bu sayede bireyin ahla-
kî yetkinlik elde etmesine zemin hazırlanır. Bu ahlakî yet-
kinlik, öncesinde hazır bulunan ahlakî yatkınlıkla daha
kolay oluşur.
Ahlakî yetkinliğe sahip olmayan (ahlaksız) dindar bilinçli
kimse kendince itikat ve ibadete uygun düşmeyen fiilleri
günah olarak görürken, yaptığı ahlaksızlıklara da dinen
kılıf arar. Dini yanlış yorumlayanların görüşlerinden işine
[
15] Kâinattaki ve yaradılıştaki İlâhî gaye.
Gürbüz MIZRAK
38
gelenlere sahip çıkar [16]. Bu tip ahlakî boyuttan yoksun
dindar bilinç kendince dinen günah olan bir şeyle, ahla-
ken kötü olan arasında bir ilişki görmez.
Buna karşılık ahlakî yetkinliğe sahip bir dindar için “iyi”
bir fiil “sevap” bir fiilken, “kötü” bir fiil de “günah” bir
fiildir. Yalan söylemek bu anlamda onun için sadece kötü
değil aynı zamanda günahtır; çünkü o yalan söylemiş
olmakla Tanrı katında da bir suç işlemiş olduğuna inanır.
Böyle bir dindar için ahlak kurallarını çiğnemenin ahlak
düzeyindeki karşılığı “ahlaksızlık”, inanç düzeyindeki kar-
şılığı ise hem “ahlaksızlık” hem de‚ ”Tanrı’ya isyan”dır.
Allah katında makbul olanı bu tür dindarlıktır (İbiş, 2015).
Aklın Bilme Gücü
Mâturîdî, akla önemli bir fonksiyon yüklemekle birlikte,
haber ve duyular gibi onun da bilgi elde edebilme gücü
ve alanının sınırlılığını kabul eder. Nasıl ki göz uzaklık,
küçüklük ve saydamlık arttıkça nesnesini görmekte zor-
lanır; aynı şekilde tüm yaratılmışlar gibi aklın da bilgi
edinme gücü sınırlıdır.
Bazı durumlarda akıl çok karmaşık olmasından dolayı
incelediği konuyu ayrıntıları ile bilemez. Ayrıca, insanın [
16] Günümüzde Ülkemizi “Darül Harp” (Kâfirlerin ve onların gayr-i
İslâmî hükümlerinin hâkim olduğu) yeri kabul ederek her türlü ahlaksızlığı, yolsuzluğu yapan zihniyetteki insanlar gibi.
MÂTURÎDÎLİK
39
akıl sağlığı bozulmuş olabilir veya dünyevi meşguliyetle-
rinden, nefsanî arzularından ve ahlakî zaaflarından kay-
naklanan “akıl tutulması” zuhur edebilir. Bu durumlarda
aklın sağlıklı bir şekilde çalışması engellenir. Neticede
sağlıklı olmayan bir akıl bilmesi gereken hakikati bilemez
ve gerçek bilgiye ulaşamaz. Buna nefsin arzuları, hazları
da eklenince, arzu edilen eylem de oluşmaz. Neticede
aklın işlevini yerine getirmesi hayli zorlaşır.
Aklı hata ve yanlış algılamalardan korumak ve bu konuda
ihtiyatlı davranmak gerekir. Bu hususta şu sözleri mani-
dardır: "Kim aklı kullanmada dikkatli ve ihtiyatlı olmaz,
akıl erdiremeyeceği şeylerin mahiyet ve tamamını anla-
mak ister, Hz. Peygamber'den bir işaret olmaksızın yeter-
siz ve sınırlı aklıyla Allah'ın hikmetlerinin tamamını kav-
ramaya çalışırsa, aklına zulmeder ve ona kaldıramaya-
cağı şeyleri yüklemiş olur".
Akılların tek başına kavrayamadıkları iyiliklerle kötülükle-
rin
haber (vahiy) ve duyu yoluyla,
"algılayanların" (anlama becerisi olan, ibretle bakıp
tefekkür eden veya akıllarından ve ilimlerinden isti-
fade etmeyi bilen insanların) konuşmaları ve diğerle-
rinin de kulak verip dinlemeleriyle
öğrenilmeleri mümkün olur [Kutlu, 2011(b)].
Gürbüz MIZRAK
40
Akıl, İlim ve Âlim İlişkisi
Mâturîdî, akıl-ilim-âlim ve ilim-amel ilişkileri ile ilim ve
âlimin önemini şu anlama gelen ifadelerle açıklamaya
çalışmıştır:
“Akıl, eşyanın sebebini ve delillerini bilir fakat derin-
lemesine bilgilerini bilemez. Bu bilgilere ulaşmak
ilimle mümkündür.
Kur’an’da bazı yerlerde yalnız (1) ‘Âlimler[17]
aklederler’, (2) ‘Kur’an ayetlerine tefekkür ve ibretle
bakılınca ayet olurlar, yoksa bir şey ifade etmezler’.
denmesinin nedenleri:
1. Kur’an’da misaller, anlaşılması zor şeylerin üze-
rindeki örtüyü açmak yani anlaşılmalarını kolay-
laştırmak için verilir. Âlim Allah’ın verdiği göz, ku-
lak gibi duyu organlarından hakkıyla istifade etti-
ğinden bu misallerin niçin verildiğini akledebilir.
2. Ayetlerin mesajlarından akleden, anlama becerisi
olan, ibretle bakıp tefekkür eden veya akılların-
dan ve ilimlerinden istifade etmeyi bilen insanlar
bir şeyler elde eder. İnat ve kibir içinde olanlar
(şartlanmış olarak muhalefet edenler) hiç bir şey
elde edemezler.
İlimden, görmeden ve duymadan maksat bunlardan
[
17] Akıl sağlığı yerinde, Kur’an’ın bütününe vakıf, ilim sahipleri.
MÂTURÎDÎLİK
41
faydalanarak salih amel işlemektir. Bunlardan fay-
dalanmayan kişi ilim sahibi olduğu halde ilmi olma-
yan, gözü bulunmasına rağmen gözü olmayan, kulak
organı var olmasına halde kulağı olmayan birisi gibi
değerlendirilir. Çünkü bunlardan gereğince fayda-
lanmamış ve onlarla amel etmemiştir” (Ecer,2015).
Tüm yukarıdaki açıklamalar normal bir insan için aklı,
güvenilir ve doğru bilgiye ulaştıran bir kaynak olmaktan
çıkarmaz. Aksine akıl yürütmeyi reddeden kimse, kısır
döngüye yol açar ve çelişkiye düşer. İnsana aklını kul-
lanmaktan vazgeçmeyi telkin eden şeytanî vesveseden
başka bir şey değildir. Şeytanın vesvesesi;
kişiyi aklın ona doğru yolu göstermesinden alıkoyma-
ya,
kişinin kafasını karıştırmaya ve kendine güvenini
sarsmaya
zemin hazırlar.
Kur’an’da yüzlerce ayette “insanlığın; aklını kullanmaya,
idrake ve düşünmeye davet edilmesi”; bu bağlamda
Mâturîdî’nin aklı dinin bilgi kaynakları arasında sayan
anlayışı, İslam dünyasının ilim ve fende yükselmesine;
özellikle de matematik, fizik, astronomi, kimya ve tıp gibi
ilimlerde öncülük yapmasına zemin hazırlamıştır.
Gürbüz MIZRAK
42
Bilgi Kaynağı Olarak HABER
Vahiy
Mâturîdî’ye göre, kesin bilgiye kaynaklık eden haberlerin
başında vahiy (Kur’an) gelir. Kur’an; Resul’e Allah katın-
dan inen, aklî mucize olan ve doğru bilgiyi içeren kutsal
kitabımızdır. “Kur’an’ın dışında Kur’an’a ve aklî delillerle
aykırı olan her haber reddedilmelidir”.
İmam Mâturîdî, Kur’an ayetlerini;
ayetin konusuyla ilgili
diğer ayetlerden ve
Peygamber, sahabe ve tabiinden aktarılan riva-
yetlerden;
ayette kullanılan dil özelliklerinden (dil filolojik izah-
lar, özellikle semantik ve belagat) ve
ayetin nüzul sebebinden yararlanarak açıklar.
Diğer bir ifadeyle bu, Kur’an’ın Kur’an’la, hadisle ve sa-
habe haberleriyle; ilgili ayetinin iniş sebebi ile yapılan
açıklamasıdır. Bu izlediği yol klasik tefsir geleneğiyle ben-
zeşir.
Yoruma ihtiyaç duyulan ayetlerde ise yukarıdakilere ila-
veten -Kur’an’ın bütünlüğü ve muhkem ayetlere ters
düşmeyecek şekilde- bizzat kendi bilgisi, tecrübesi, aklî
MÂTURÎDÎLİK
43
yeteneği ve tefekkürüne dayalı olarak açıklamalar yapar.
Yaptığı yorumla ayetlerin hem aklı hem de kalbi tatmin
edecek manalarını bulmaya çalışır.
Ebû Hanîfe’ye göre, ayetlerden bazılarının anlamı açık ve
seçiktir, ne kadar yorumlanırsa yorumlansın aynı anlam
elde edilir. Bazılarında ise lafzından anlaşılanı (düz anla-
mı) dışında başka bir anlamı vardır, bu anlama yorum
yoluyla ulaşılır. Bu hususta Mâturîdî, Kur’an’ı anlamlan-
dırmada tefsir ve te’vîl [18] ayırımı yapmıştır:
Tefsiri, ilgili ayette Allah’ın muradının ne olduğu ko-
nusunda kesin bir fikir beyan etme olup, peygambe-
rin ve ashabının o ayeti açıklaması;
Te’vîl’i ise, Allah’ın muradının ne olduğu konusunda
[18
] Tefsir ve Te’vîl: Peygamber efendimiz ve Sahabenin Kur’an-ı Kerimi açıklamasına tefsir denir. Sahabe olaylara ve âyetlerin gelişine şahit olduğundan, murad edilen hakiki manaya vakıf ol-muştur. Bir âyet-i kerimenin manasını Peygamber efendimiz ve Sahabe açıkça bildirmemiş ise İslam âlimleri, bu âyet-i kerimenin manalarından dinimize uygun olanı seçerler, buna tevil etmek ve bu seçilen manaya da, meal denir.
Tefsîr ile te'vîl arasında farklar: Tefsîr'de kesinlik, te'vîlde ise ih-timal vardır. Tefsîr, te'vîlden daha geneldir. Tefsîr, lafızlarda, te'vîl ise manalarda olur. Tefsîr rivâyetle, te'vîl ise dirâyetle ilgili-dir. Tefsîr, lafzın konulduğu manayı hakîkî veya mecâzî olarak beyan etmektir. Te'vîl ise iç anlamını, lafızdan murat edileni açık-lamaktır.
Gürbüz MIZRAK
44
kesin hüküm vermeksizin muhtemel olanlardan, aye-
tin bağlamını ve Kur’an bütünlüğünü dikkate alarak,
birisini tercih etme; İslam âlimlerinin yorumu olarak
beyan etmektedir.
Te’vîl, ancak ayeti manalandırmada çeşitli ihtimalle-
rin bulunduğu hallerde söz konusudur. Muhtemel
manalardan birinin tercihi için ortada bir sebep ve
delil bulunması lazımdır. Bu tercih, her ne kadar bir
delile dayandırılıyorsa da, işin içinde zan ve ihtimal
bulunduğundan katiyet ifade etmez, neticede te’vîli
yapanın yorumudur.
Netice olarak İmam Mâturîdî, tefsiri, peygamberin ve
ashabının izahı; te'vîli ise İslam âlimlerinin yorumu ola-
rak açıklamıştır. Yalnızca akıl ve kişisel görüşlerle tefsir
yazılamayacağını, ancak tutarlı bir yöntem izlenerek akıl-
la te’vîl yapılabileceğini savunmuştur. Te’vîle imkân tanı-
yabilmek için de,’’Her kim Kur’an hakkında kendi reyiyle
bir şey söylerse ateşteki yerini hazırlasın’’ hadisini, ‘’Her
kim kendi reyiyle Kur’an’ı tefsir ederse, ateşteki yerine
hazırlansın’’şeklinde alarak, reyle tefsir yapılamayacağı-
nı, ancak te’vîl yapılabileceğini vurgulamıştır. Yapılan
te’vîllerin, sadece sahibini bağlayacağını, bunları kutsal-
laştırma yoluna gidilmemesini önermiştir. Bir aye-
tin te’vîlini inkâr etmenin ayeti inkâr anlamına gelmeye-
ceğini ifade etmiştir.
MÂTURÎDÎLİK
45
İmam Mâturîdî’nin getirdiği anlayış ve yaklaşıma göre,
te’vîlde ihtimaller olduğundan, geçmişte yapılan yorum-
ların zamanla değerini yitirmesi, ortaya çıkan yeni du-
rumlara göre ayetlerin yeniden yorumlanması, imana
zarar vermez ve Kur’an’ın değerini düşürmez.
Onun; inkâra gitmedikçe veya helali haram, haramı helal
saymadıkça, hiçbir mezhebi tekfir etmemesi, günümüz
tefsir faaliyetinde de önemli bir ilke olarak alınmalıdır.
Getirmiş olduğu kıstas ile Mâturîdî, kendisinden sonra
gelen Kur’an yorumcularına daha rahat te’vîl yapabilme,
ortaya çıkan yeni problemlere çözüm geliştirme imkânını
sağlamış, bu yolda büyük bir kapı açmıştır.
Ona göre; “…Siz bildiğiniz bir konuda tartışın…” mealin-
deki ayet, dini konularda tartışmanın ehil olan kişilerce
yürütülmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu doğrultuda
te’vîlin ehliyetsiz kişiler tarafından, büyük yanlışlıklara
neden olacak şekilde denetimsiz ve rastgele yapılmasını
engellemek, yapılan işin zapt u rapt altına alınmasını
sağlamak gerekmektedir. Ayrıca yorum yapan müfessir-
lerin olumlu yanları ve doğruları yanında hatalarını orta-
ya koyacak bir denetim sistemine ihtiyaç vardır.
Mâturîdî, yukarıda bildirdiği gerekçelerle 17 ciltlik kitabı-
na, Kur’an’ın tefsiri yerine tevili anlamına gelen
Te'vîlâtü'l-Kur’an ismini vermiştir.
Gürbüz MIZRAK
46
Peygamberimize Atıf Yapılan Haberler
Mâturîdî, Peygamberimize atıf yapılarak bize ulaştırılan
haberleri mütevâtir[19] ve âhâd haberler olarak gruplar.
İmam Mâturîdî’ye göre, bu tür haberlerin bilgi kaynağı
olması için doğrulanması gerekir.
Mütevâtir haberler çok kimse tarafından nakledilen ha-
berlerdir. Bunlar, yanılmaları ve yalan söylemeleri muh-
temel bulunan kişiler tarafından aktarılmaktadır. Çünkü
onlar (peygamberlerde olduğu gibi) doğruluk ve masu-
miyetlerini kanıtlayacak herhangi bir delil veya belgeye
sahip değillerdir. Dolayısıyla incelemeye tabi tutulmalı-
dırlar. Böyle bir haberin inceleme sonunda yalan oldu-
ğuna ihtimal verilmiyorsa bu durumda yapılacak şey,
onun masumiyetine açık belge bulunan birinden bizzat
duyduğu bir söz gibi algılanıp artık onun mütevâtir hadis
vasfını kazandığının kabul edilmesidir.
Âhâd haberler; ameli konularda bağlayıcılıkta mütevâtir
hadisler derecesinde olmayan, kesin tanıklık edilemeyen
ve doğruluğu şüpheli haberlerdir. Onunla amel etmek
[
19] Mütevâtir: Çok kimselerin naklettikleri haber. Yaygın haber. Herkesin veya alâkadarların işitip doğruluğunu kabul ettikleri kat'i, şüphesiz, sağlam haber. Yalan üzerine birleşmeleri aklen mümkün olmayan bir cemaatin bir hâdise hakkında verdikleri haber.
MÂTURÎDÎLİK
47
veya hiç dikkate almamak gibi iki farklı tavırdan bahset-
mek mümkündür. Bu da aktaranların durumlarının iyiden
iyiye incelenmeye, haberin muhtevasından çıkacak so-
nucu değerlendirip kesinlikle sabit olan nas [20] çerçeve-
sinde olabilirliğini belirlemeye bağlıdır. Bu işlemlerden
sonra ağır basan tarafla yani almak veya terk etmek şık-
larından biriyle –yanılma ihtimali bulunmakla birlikte-
amel edilir.
Yani hem haber hem de rivayet zinciri irdelendikten son-
ra karar verilebilir. Bunlara ancak “(1) nakledenlerin gü-
venilir olması, (2) içeriklerinin Kur’an’a ve aklî delillere
aykırı olmaması ve (3) kesin bir nas ile karşılaştırılması
şartıyla” amel edilmesi gerekir.
Bilgi Kaynağı Olarak DUYULAR
Mâturîdî’nin tanımında duyular dış (beş duyu) ve iç du-
yular olarak verilmektedir. Muşahadat (gözlemler), du-
yuların doğrudan doğruya idrak ettikleri hükümlerdir. Bu
idrak beş duyu yoluyla elde edilirse buna hissiyat ve iç
duyu yoluyla elde edilirse buna vicdaniyyat denir. Beş
duyu organları ile dış dünyadan elde edilen bilgilerin
yanında iç duyularımızın bu bilgileri süzerek elde ettiği
[
20] Nas: İslam fıkıhında Kur'an’da yer alan âyetler ve peygamberin
söylediği sözler olan hadislere verilen genel ad.
Gürbüz MIZRAK
48
kanaatler ve vicdani tepkiler de duyu yoluyla ulaşılabile-
cek bilgi sınıfında sayılmıştır.
Duyularla ulaşılan bilgi, duyu organları sağlam oldukça
doğrudur. Semi’ ve akıl yürütmeyle ulaşılan bilgiler hak-
kında oluşan şüphe ve vesveselerin, duyu organları yo-
luyla ulaşılan kanıtlar suretiyle giderildiği malumumuz-
dur. Buna “Peygamberlerin, topluma mesajlarını verirken
tebliğ sırasında yalnızca aklî mucizelerle yetinmeyip, du-
yulara hitap eden mucizelerin ikna ediciliğinden de yarar-
lanmaları” örnek olarak gösterilebilir.
Bilgi Kaynağı Olarak İLHAM ve SEZGİ
Mâturîdî; ilhama ve sezgiye (kalbe doğmaya) mutlak bilgi
kaynağı olarak yer vermez. İlham ve sezgiye dayalı olarak
bilgi elde ettiklerini iddia edenlerin birbirlerinden farklı
sonuçlara ulaşmalarını sebep göstererek, böyle bir iddia-
yı mantıksız bulur. Ona göre, bu bilgilerin kaynağı tek bir
varlık, yani Allah olsaydı, ortaya konulan inançların farklı
olmamaları ve kişilerin birbiriyle çelişmemeleri gerekirdi.
Diğer taraftan bu tür bilginin doğruluğunu veya yanlışlı-
ğını akıl veya Kur’an yoluyla tayin etmek de mümkün
değildir. Bu sebeple ilham ve sezgi, genel olarak herkesin
kabul edebileceği bir bilgiyi veremez ve gerçeğe ulaştı-
ramaz.
MÂTURÎDÎLİK
49
ALLAH’ın VARLIĞI
Mâturîdî’ye göre Evren ve içindeki tüm varlıklar (Âlem)
ortaya çıkar (yaratılır), değişim gösterir (gelişir, yaşlanır)
ve yok olur (ölür). Bu sürece etrafımızdaki varlıkları izle-
yerek şahit olmaktayız. Bütün bunlar, Evren’in ve içindeki
tüm varlıkların başlangıçta yokken, dışarıdan bir güç (ya-
ratıcı) tarafından varlık alanına çıkarıldığını göstermekte-
dir. Bu güç ise, sonradan yaratılmayan, değişim göster-
meyen, yok olmayan, varlığı başka bir varlığa ihtiyaç
duymayan, diğer bir ifadeyle varlığı kendi başına kaim,
ezelî ve ebedî, yani zat ve sıfatlarında kadim [21] olan tek
bir yaratıcıdır.
Âlem bir yaratıcısı olmadan, kendi kendine vücut bulsay-
dı, onda şu an izlenen zenginlikler oluşmaz, aksine tek
düze bir şekil arz ederdi. Aksine, tabiatta gözlenebilen
her şeyde mutlaka akıllara hayret verici bir hikmet ve
yaratıcısına sanatkârane bir işaret bulunmaktadır. Ev-
rende görülen mükemmel yapı ve işleyiş, onun yaratıcı-
sının ilim, kudret ve irade sahibi olduğunu gösterir.
İmam Mâturîdî’ye göre, yerde ve gökte birbirlerinden
uzak mesafelerde bulunan varlıklar, menfaatleri gereği
karşılıklı ilişki içerisinde yaratılıp düzenlenmiştir. Mesela
[
21] Kadim: Her zaman var olan, (başlangıcı ve sonu olmayan).
Gürbüz MIZRAK
50
yeryüzünde yetişen her türlü bitki, uzaklarda olan güneş
ve bulutlardaki su damlaları gibi varlıkların sayesinde
meydana gelir. Bunun gibi durumlar/kanunlar diğer bü-
tün varlıklar için de geçerlidir. Eğer bütün bu kanunlar
birden fazla yaratıcının eseri olsaydı, varlıklar arasında
böylesine muazzam bir düzenin tesisi imkânsızlaşırdı.
Yaratıcı birden fazla olsaydı, birisi olan bir şeyin varlığını
sürdürmek isterken, diğerleri aynı şeyin yok olmasına
neden olabilirdi. Bu durumda ise, aralarında çekişme ve
uyuşmazlık kaçınılmaz olarak vuku bulacağından,
Âlem’de düzensizlik başlardı. Böyle bir kargaşanın vuku
bulmayışı, aksine Âlemin muhteşem bir nizam ve intizam
içerisinde oluşu, kâinatın yöneticisinin ve yaratıcısının
tek olduğuna işaret etmektedir. Tüm bunlar göstermek-
tedir ki, kâinattaki bütün varlıkların ve olayların düzenli
bir sistem içerisinde meydana gelmesi ve ahenkle devam
etmesi, açıkça O yaratıcı ve yöneticinin birliğine delalet
etmektedir. O yaratıcı ve yönetici Allah’tır. Allah’tan baş-
ka hiçbir varlık bu sanatkârane kâinat’ı yarattığını iddia
etmemiştir. Evreni ve her şeyi yarattığını elçiler göndere-
rek insanlara haber vermiştir.
Kur’an’da Allah’ın birliği, eşi ve benzerinin olmadığı ko-
nusunda birçok ayet vardır. Bu ayetlerden bazıları şun-
lardır:
“Sizin ilahınız, tek bir ilahtır, O’ndan başka ilah yok-
MÂTURÎDÎLİK
51
tur.
“Allah’tan başka ilah yoktur.
“Yerde ve gökte birden fazla ilah olsaydı, yer ve gök
fesada uğrardı.
“Eğer Allah’ın insanların bir kısmının kötülüğünü,
diğerleriyle savması olmasaydı, elbette yeryüzü al-
tüst olurdu”
Allah her şeyi bir hikmete göre yaratır. Her şeyin bir ya-
ratılış sebebi, amacı ve hikmeti vardır. Bu çerçevede Al-
lah’ın yarattıkları ve koyduğu yasalar aklın ilkeleri dışına
çıkmaz.
Mâturîdî’ye göre İnsan; âlem’deki nizam ve intizama,
varlıkların aralarındaki eşsiz ahenge bakıp akıl yürütürse,
Yüce Yaratıcının varlığını ve birliğine (Tevhit inancı)
keşfeder.
Allah’a ibadetin gerekliliğini bireysel gayret göstere-
rek, akıl yürütmeyle ve tefekkürle bilebilir.
Hatta akıl, “Allah’ın bazı sıfatlarla nitelendiğine de
hükmedebilir”.
İnkârcılar Allah'ın varlığını akli bilgilere göre değil de ta-
mamen psikolojik nedenlerle ret etmekte, problemi akli
değil duyu bilgileriyle çözmek istemektedirler. Bu ise
bütün varlık alanını duyusal alana indirgemektedir. Du-
Gürbüz MIZRAK
52
yularla algılanmamak yokluğu gerektirmez. Aksi takdirde
duyuları özürlü olan insanın algılayamadığı varlıkları in-
kâr etmesi tutarlı olurdu.
Tüm yukarıdaki nedenlerden dolayı Allah’ı bilmek aklen
vaciptir. Bunun için akıl yeterlidir. Vahiy ulaşmayan kim-
senin de Yüce bir Yaratıcıya inanması gerekir, kişi bu hu-
susta mazur görülemez.
Ancak, insan aklıyla şerî hükümleri ve ibadetlerin nasıl
olacağını bilemez. Bu nedenle Allah, şeriat (şerî hüküm-
ler ile ibadetlerin nasıl olacağı) konularındakileri bilgileri
Elçileri vasıtasıyla tebliğ etmiş; insanın şeriat konusunda-
ki mazeretini ortadan kaldırmak için Peygamberler gön-
dermiştir.
MÂTURÎDÎLİK
53
PEYGAMBER
Mâturîdî’ye göre, peygamberin haber verdiği vahiy, akıl
yürütmeyle bilinebilen Allah’ın varlığına-biriliğine imanın
ve ahlakî değerlerin pekiştirilmesine zemin hazırlar. Ayrı-
ca insan, -aşağıda açıklanan gerekçelerle- bir peygambe-
re hem din hem de dünya açısından ihtiyaç duyar.
Akıl; Allah'ın varlığını ve bunun vacip oluşunu bilebilirse
de, peygamber gönderilmeden
ibadetlerin nasıl olacağını,
Allah’ın emir ve yasakları ile
diğer dinî hükümleri
tek başına bilemez.
Bu konudaki mazereti ortadan kaldırmak için de Pey-
gamberler gönderilmiştir. Mâturîdî, bu görüşünü "Müj-
deleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler gönderdik ki
insanların peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir ba-
haneleri olmasın! Allah izzet ve hikmet sahibidir." ayeti
ile ilgili yaptığı yorumda ortaya koymaktadır. Mâturîdî'ye
göre, ayette dile getirilen bahaneleri gidermek için pey-
gamberler deliller göstermiş, ibadetleri anlatılmış ve dinî
hükümleri açıklamıştır. Çünkü bu hususlardaki bilgilere
ulaşabilmenin tek aracı akıl değil vahiy(semî)dir. İnsanlar
bu konuda Peygamberlerin gönderilmesinden sonra Al-
Gürbüz MIZRAK
54
lah'a her hangi bir mazerette bulunamazlar.
Aklın bir sınırı vardır, her şeyi kavrayamaz. Tıpkı duyu
organlarına arıza geldiği gibi akla da gelebilir. Nefsanî
arzular, dünya telaşı, ruhsal durumlar, hastalık gibi hu-
suslar aklı meşgul etmekte ve onu gerçeği kavramaktan
alıkoyabilmektedir. Bu durumda yapılacak eylemlerin
doğruluğuna veya yanlışlığına karar vermede akıl zorla-
nabilir, karar verecek bir otoriteye gereksinim duyulur.
Bu sebeple insanlara yol gösterecek ve belirsizliğin baş
gösterdiği durumlarda gerçeğe kılavuzluk edecek bir Al-
lah elçisinin (Peygamberin) bulunması gerekmektedir.
İman, yaratıcının insana yönelik mesajlarının bulunduğu-
nu kabul etmekle başlar. İlahî mesajları getirip tebliğ
eden, onu hayata geçiren ve insanlara öğreten peygam-
berlerdir.
Allah çok değerli bir varlık olan insanı ve onun uğruna
yarattığı evreni yok olmak üzere boşuna yaratmaz. İnsan-
lar yaratıcının kılavuzluğu bulunmadan dirlik düzen için-
de bulunamaz. Aralarında anlaşmazlık durumunda ha-
kemlik görecek, anlaşmazlığa düşenlerin gönüllerini bir-
leştirecek birine ihtiyaç vardır. Bu peygamberdir. Dolayı-
sıyla Allah’ın peygamber göndermesi, O’nun insanlığa bir
lütfüdür.
MÂTURÎDÎLİK
55
Peygamberlik sorumlulukları kaldırmaz artırır, küçük ha-
talar yapmayı ve Allah’ın azabından korkmayı engelle-
mez. Peygamberimiz Hz. Muhammed kendi inisiyatifi ile
yaptığı bazı davranışlarından dolayı nadiren de olsa Allah
(C.C.) tarafından uyarılmış, Kur’an’da çeşitli ayetlerle ikaz
edilmiştir.
Resûlullah’ın aklî ve hissi mucizeleri vardır. Aklî mucizesi
ona indirilen Kur’an’dır.
Gürbüz MIZRAK
56
DİN ve ŞERİAT
Mâturîdî dini, şeriattan ayırır. Ona göre,
Din, inanç ve itikat olarak tanımlanırken;
Şeriat; ibadetler, emir ve yasaklar ile diğer dinî hü-
kümleri içerir.
Mâturîdî’ye göre (Allah’ın bütün peygamberlere tebliğ
ettiği şekilde) din;
Allah’ı birlemeye (tevhit inancı),
O’na kulluk etmeye,
ibadeti sadece Allah için yapmaya ve
Allah'a şükretmeye
inanma ve iman etme ile
ahlakî ilkelerden
oluşur.
Dinin bu unsurları, organlarla gerçekleştirilen davranışlar
(ameller) olmayıp, zihinde ve kalpte yer tutan inançlar-
dan (imandan) ibarettir. İnançlar, düşünce ve duygu ala-
nına özgü davranışlar olup, baskı ve hâkimiyetin kurula-
mayacağı değerlerdir. Hiçbir yaratık başkasının inancına
buyruk olma veya ona engel teşkil etme gücüne sahip
değildir.
MÂTURÎDÎLİK
57
Dinin unsurlarına taklit ve bilgi edinme yoluyla ulaşılmaz.
Onları bilmenin ve onlara inanmanın (kalben tasdikinin)
yolu, kişinin kendisinin akıl yürütmesi, gayret etmesi,
kanıt bulması ve araştırması yoluyla elde ettiği kesin bil-
giden geçer. O halde din, hiçbir dış etkinin baskı ve zor-
laması altında kalmaksızın özgür irade ve kalbî tasdikle
gerçekleşen bir inançtır.
Mâturîdî’ye göre din, Allah’ın bütün peygamberlere
tebliğ ettiği, Allah katında mutlak olan ve değişmeyen
İslam dinidir. Risalet görevini üstlenen bütün peygam-
berler ve nebiler;
tevhit,
Allah’a kulluk ve
ahlakî ilkeleri ortak olan
tek bir dini bildirmek üzere gönderilmişlerdir. Bu din;
Allah katında mutlak olan,
ortadan kaldırılamayan ve değişmeyen,
nefsi, bütün samimiyet ve içtenlikle Allah’a teslim
eden ve
Allah’a başka birisini ortak koşmayan
İslam dinidir.
İslam, bütün akılların gerekli kıldığı ve bütün yaratıkların
yaratılışının şahadette bulunduğu tek dindir. Bu itibarla
Gürbüz MIZRAK
58
mutlak yol, Allah’ın yolu; mutlak din, Allah’ın dinidir.
Mâturîdî, İslam’ı tevhid dini, hak din, hanif dini, fıtrat
dini, gerçek ve kesin delil ve kanıtlarla ayakta duran akıl
dini olarak tanımlar.
Peygamberler tevhit, Allah’a kulluk ve ahlaki ilkelerden
oluşan ortak ve tek bir din tebliğ etmiş olmalarına karşı-
lık; onların şeriatları ve hukuki hükümleri birbirinden
farklıdır.
Şeriat; ibadetlerin türü, şekli ve sayısı ile şer’i hükümler
hakkındaki bilgileri içerir. Farzlar, hadler[22], emir ve ya-
saklardan oluşan şeriat, dinin peygamberinin geldiği dö-
nemin şartlarına ve toplumsal ihtiyaçlara göre oluşturu-
lan ve değişen boyutunu ifade etmektedir. Din kalbin fiili
iken, şeriat daha çok diğer azaların fiilidir. Şeriat daha
çok duyulara hitap eden haram helal gibi hususları ilgi-
lendirir. Sabit unsurlardan oluşan din hiçbir zaman de-
ğişmezken, şeriat peygamberden peygambere değişir.
Hz. Muhammed’e gönderilen şeriat, daha önceki pey-
gamberlerin dinini değil şeriatını değiştirmiştir. Kıyamete
kadar başka bir peygamber gelmeyeceğinden Hz. Mu-
[
22] Hadler: Bir hukuk terimi olarak hadler; İslamî ölçüler, İslam Di-ninin ortaya koyduğu helâl-haram sınırları, miktarı ve niteliği nasslarda belirlenmiş olan şer'î cezalar demektir.
MÂTURÎDÎLİK
59
hammed’in şeriatı devam edecektir.
Mâturîdî;
imanı (dini) kalbin, yani aklın fiili;
şeriatı (amelleri/ibadetleri), bedenin veya diğer aza-
ların fiili
kabul eder. Ona göre akılla din ve şeriatla vahiy arasında
zorunlu bir ilişki vardır.
Mâturîdî, din (iman) ve şeriat (amel) ayrımını çağrıştıran
bazı ayetleri delil göstererek, bir kısım farzları terk eden
müminlere, Allah’ın “Ey inananlar!” şeklinde hitap etme-
ye devam ettiğini söylemekte. Şayet din (iman), şeriatı
da kapsamış olsaydı, bir kısım farzları terk eden kimsele-
re Allah’ın “Ey imanın bir kısmını istisna eden inananlar!”
diye hitap etmesi gerekirdi demektedir. Ona göre “dini
(imanı) bütün farzların ismi olarak kabul edenlerin bu
anlayışı” geçersiz ve tutarsızdır.
Mâturîdî’ye göre, belli dönemin şartları içerisinde şekil-
lenen şeriatın ilahi ve beşeri olmak üzere iki yönü vardır:
Allah, her hangi bir hükmün süresi bittiğinde süresi
belirli yeni hükümler ve şeriatlar koyar. Bunu bazen
kendisi kitabıyla bazen de Resulünün diliyle açıklar.
Mâturîdî’ye göre, şer’i hükümlerde nesh (uygulama-
dan kaldırma işlemi) geçici hükümlerde söz konusu-
Gürbüz MIZRAK
60
dur, ayetin ayetle neshedebileceği söylenebilir.
Şeriattaki her hangi bir hükmün varlık sebebinin or-
tadan kalkması halinde veya süresinin sona ermesi
durumunda beşer aklıyla, yani içtihatla bu hüküm
uygulamadan kaldırılabilir (içtihatla nesih). Mâturîdî
bu konuda “Kalpleri İslam’a ısındırılacak olanlara ze-
kâttan pay verilmesi” hükmünün Hz. Ömer tarafın-
dan uygulamadan kaldırılmasını örnek verir. Şer’i hü-
kümlerde neshin ne zaman ve nasıl olacağını aklın
yetkisine bırakmış ve şöyle demiştir: “Nesihten ka-
çınmanın aklen imkânsız hale geldiği durumlarda ne-
sih caizdir; nesihten kaçınmanın mümkün olduğu du-
rumlarda ise caiz değildir”.
Bir hükmün uygulamadan kaldırma işlemi, ayetin
hükmünün ebediyen ortadan kaldırılması şeklinde
anlaşılmamalıdır. Varlık sebebinin devam ettiği or-
tam ve toplumlarda veya ihtiyaç doğduğunda, o hü-
küm tekrar uygulamaya konulur.
MÂTURÎDÎLİK
61
MÜMİN, GÜNAHKÂR MÜMİN ve KÂFİR
Mâturîdî’ye göre kişi;
Allah’ın varlığına ve birliğine,
Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve Resul’ü olduğunu
ve Resul’ünün Allah’tan getirdiği her şeye
inanıp, kalbiyle tasdik etmek;
imanını ve mümin olduğunu açıkça, şek ve şüpheye
yer vermeden ifade etmek
suretiyle mümin ve müslüman sıfatı kazanmış olur. Bu
şartlarda günah işlediğinde dinden çıkmış olmaz ancak
günahkâr, fâsık yani ahlaksız mümin olur; Allah’ın ceza-
landırma veya cehennemine koyma tehdidinin muhata-
bıdır. Allah, isterse ahrette böyle birinin günahını bağış-
lar veya o kişiyi cezalandırır. Ebedi cehennemine koy-
makla tehdit ettiği kulunu, rahmeti sebebiyle affedebilir.
Mümin, ne günahından dolayı korkup ümitsizliğe kapıl-
malı, ne de affedileceği ümidiyle güven içerisinde yaşa-
malı; kaygı (korku) ve ümit arasında bir tavır takınmalı-
dır.
Mümin kişi, iyi amelleri (1) hafife alamaz ve (2) inkâr
edemez. Kişi iyi amelleri hafife alarak ve/veya inkâr ede-
rek günah işlediğinde imanını kaybeder, dinden çıkmış
(kâfir) olur.
Gürbüz MIZRAK
62
İman ya taklidî iman [23] veyahut sağlam aklî temellen-
dirmelere, bilgi ve delillere dayandırılan imandır.
Mâturîdî’ye göre “iman”ın sözlük anlamı “tasdik”tir. Tas-
dik ise, “kabul etme”, “onaylama” ve “doğrulama” an-
lamlarına gelmektedir. Tasdik etme yani kabul etme,
onaylama ve doğrulama kalpte gerçekleşir. Bundan do-
layı da iman, kalbin tasdiki adı verilen bir fiildir. Kısacası
ona göre iman, kalp ile tasdiktir. Kimin imanı taklidî
imansa, onun imanı hakikî bir iman değildir ve o zor du-
rumda Allah’ın hususi bir lütfü olmazsa imanından vaz-
geçirilebilir. Kimin imanı da akılla elde edilen bir imansa,
onu kimse imanından geri çeviremez, zira o bu imanın
güzelliğini ve hakikatini akılla anlamıştır.
Mümin, “Allah’ın birliğini ve Hz. Muhammed’in resul
olduğunu” özgür iradesi ve ihtiyarıyla[24] tasdik eden, bu
tasdikini sağlam aklî temellendirmelere, bilgi ve delillere
dayandıran kişidir. Bunu başaramayan kişinin taklit yolu
ile inanması mazur görülemez, böyle biri hakikaten iman
etmiş olamaz. Asıl iman, kişinin kendi aklı ve düşüncesiy-
le güzelliğini ve hakikatini bildiği imandır. Böyle bir imana
sahip kişi, hiç kimse tarafından saptırılamaz.
[23
] Az şüphelere mağlup olabilen, başkalarını takliden olan iman. Tahkik ehline ait olmayan, câhillere mahsus iman.
[24
] İhtiyar: İstemek, arzu etmek. Razı olmak. Katlanmak. Seçmek. Tensib etmek. Seçilmek.
MÂTURÎDÎLİK
63
İmam Mâturîdî’nin açıklamalarına göre imanın gerçek-
leşmesi için iman esaslarının tamamına inanmak gerekir.
Bu esasların bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamakla
iman edilmiş olmaz. O halde bir kişide iman ya vardır ya
da yoktur. Diğer bir ifadeyle yarım imanlı olunmaz. Bu
nedenle, imanın kendisinde kesinlikle artma ve eksilme
söz konusu olamaz. Artma ve eksilme ancak imanın kali-
tesinde olabilir. İmanın gerçekleşmesi de iman esasları-
nın tamamına inanmakla olur. Yoksa olmaz.
Mâturîdî’nin tarif ettiği müminler (Müslümanlar, inanan-
lar) imanlarında eşittirler, birinin imanı diğerinden daha
üstün veya daha az değildir. Farklılık sadece amellerde
söz konusudur. İyi ameller, iman olmayıp imanın dışın-
daki farzlardır. Namaz, oruç, zekât ve hac gibi iyi ameller
imanın unsurları değil, imanın dışında birer farz veya
iman ve İslam’ın ilkeleridir. İyi amellere inanmak ayrı,
farz olduklarını bilme halinde yerine getirmek ayrıdır. İyi
amelin farz olduğuna inanmayan kâfir, inandığı halde
yerine getirmeyen günahkâr mümindir.
Gürbüz MIZRAK
64
MÜMİNİN SORUMLULUĞU
Mâturîdî’ye göre Allah Teâlâ insanı (1) hem mükellef
(mükemmel ve sorumluluk sahibi) (2) hem de içinde bu-
lunduğu şartların etkisiyle dünya lezzetlerine meyledebi-
len (nefsanî olabilen) bir karakterde yaratmıştır:
Ona iyiyi kötüden ayırmasını bilen; kötü davranışları
çirkin, iyi davranışları güzel gösteren; güzeli çirkine
tercih etme, övülmeye değer bulunanı yergiye müs-
tahak olandan üstün tutma yetileri olan akıl nimetini
bahşetmiştir.
Aynı zamanda insan, içinde bulunduğu şartlara ve
psikolojik duruma bağlı olarak -yaşadığı elemin veya
tattığı zevkin etkisiyle- doğası gereği değer algısı de-
ğişebilen (nefsanî davranabilen) bir varlık olarak ya-
ratılmıştır.
Mâturîdî insanın fiillerini (eylemlerini) (1) özü itibariyle
(lizatihi) güzel ve çirkin olanlarla, (2) kendisi dışındaki
sebeplerden ötürü (ligayrihi) güzel ve çirkin olanlar diye
ikiye ayırır:
Birinci gruptakilerde aklın güzel gördüğü şey hiçbir
şekilde çirkin olmaz, aklın çirkin gördüğü de güzel
olmaz. Bunlarla ilgili yargıların değişmemesi, onların
özlerinin Yaratıcı tarafından o şekilde belirlenmiş ol-
masındandır. Bunlar için bir misal vermek gerekirse,
MÂTURÎDÎLİK
65
Allah “doğruluğu ve adaleti” akıllarda ve kalpte güzel
(tahsin), buna karşılık “yalanı ve zulmü” çirkin (tak-
bih) kılmıştır.
İkinci gruptakiler de dâhil bazı fiiller vardır ki -içinde
bulunulan şartlara göre- iyi veya kötü olarak algılan-
maları hususunda tereddütte kalınabilir. Bu durumda
öyle biri olmalı ki, bunların hangi hallerde iyi/doğru
hangi hallerde kötü/yanlış olacağını bilsin ve hakla-
rındaki hüküm buna göre belirlensin. O kişi Peygam-
ber, hüküm de O’nun Allah (C.C.) katından getirdiği
Vahiydir.
Bu suretle Allah (C.C.) akıl nimetini yeterince kullanan ve
vahye kulak veren insanı;
kendine zevk verse de aklının ve vahyin çirkin buldu-
ğu davranışlardan sakınan, nefsinin istediği (fıtrî te-
mayüllerinin empoze ettiği) kötü şeyleri yapmama
için sabır gösteren bir konuma getirmiş;
güzel davranışları ve iyi ahlakı teşvik etmiş; ona, nef-
sine zor gelse de aklen ve naklen (vahiyle emredilen)
güzel bulunan (meşru) amelleri işlemeyi, nefsi istese
de aklen ve naklen (vahiyle yasaklanan) çirkin olan-
lardan (meşru olmayanlardan) sakınmayı emretmiş-
tir.
Mâturîdî’ye göre Allah insanı; güç yetirebileceği şeyler-
Gürbüz MIZRAK
66
den sorumlu tutar, güç yetiremeyeceği ibadet ve takat-
lerle yükümlü kılmaz, yapamayacağı şeylere karşı daha
ağırıyla cezalandırmaz. Allah akla dayalı olarak veya va-
hiy yoluyla ne emretmişse, onun anlaşılması için bir yol
göstermiştir. O’nun emir ve yasaklarının ekserisi akıl ve
aklî deliller yoluyla bilinebilir. Bunları anlayamayacak
düzeydeki (akıl baliğ olmayan/akıl hastası olan) kimse
ilahi emrin muhatabı olamaz.
Neticede Allah, insana yol gösterici olarak akıl ve duyular
vermiş, Kur’an ayetleri göndermiş; herhangi bir fiile ka-
rar vermek için cüzi irade ve eylemde bulunabilmek için
de güç ve kuvvet vermiştir. Bunlarla teçhiz edilen insana
bazı görev ve sorumluluklar yüklemiş, karşılığında mükâ-
fat ve ceza koymuştur. İnsan herhangi bir fiili özgün ira-
desi ile seçer ve gücüyle işler. Ancak, insanın bir fiili iş-
lemeye karar vermesinde ölçüsü; taklit değil aklı, duyu-
ları ve nakil (vahiy) ile vakıf olduğu sağlam bilgiler ol-
malıdır. Kişinin yapacağı eylem; onun fikri, inancı ve
doğru olan bilgisi tarafından yönlendirilmelidir.
Mâturîdî, döneminde kulların fiillerinin yaratılması konu-
sunda görüş belirten iki aşırı uca karşı çıkmıştır. Bunlar-
dan birisi insanın fiillerinde, Allah’ın insanlara hakikatte
hiçbir irade ve tasarruf hakkı tanımadığını ileri sürmek-
le; ötekisi ise insanın fiillerinde Allah’ın irade ve tasar-
MÂTURÎDÎLİK
67
rufuna yer vermemekle aşırılığa gitmişlerdir. Bu hususta
Mâturîdî orta bir yol benimsemiştir. Ona göre, kulun
bütün fiillerinin yaratılması, her şeyin yaratıcı olan Al-
lah’ın kudretiyle olur. Kulun herhangi bir eyleme yönel-
mesini engellememek Allah’ın iradesi dâhilindedir. Al-
lah, ezelî ilmiyle insanin neyi yapmayı tercih edeceğini
bilir. Bir insanın fiilini takdir edip yaratırken, o kişinin
kendi iradesiyle yapacağı tercihi esas alır. Dolayısıyla
kul o fiilden sorumludur. Sorumluluktan kurtulmak için
kaderi bahane edip onu ileri sürmek, bir değer taşımaz.
Gürbüz MIZRAK
68
MÂTURÎDÎLİĞİN TARİHİ GELİŞİMİ
İmam Mâturîdî, vahiy ve akıl taraftarlığının Ebû
Hanîfe’den sonraki en mühim temsilcilerindendir. Köklü
bir Kelâm ekolünün gelişmesinde önemli bir rol oynadı.
İmam Mâturîdî ve onu izleyen bilginler tarafından Türkis-
tan kültür çevresinde yeni bir Kelâmî gelenek kuruldu.
Pek çok Kelâmcı onun görüşlerini takip etti.
Mâturîdî Kelâmına ait eserlerin çoğu Sâmânîler,
Karahanlılar ve Selçukluların sağladığı ilmi ve kültürel
ortamda yazıldı. Yazılan eserler, Osmanlının kuruluş yılla-
rına kadar Anadolu, Kafkasya ve Balkanlara taşındı. Bu
dönemlerde Mâturîdîlik bütün Türkistan’a ve İslam dün-
yasının kuzeyinde yayıldı. Bu coğrafyalarda bilimsel ça-
lışmalar yapan ve dünyanın varoluşu hususunda felse-
fî/bilimsel görüşler ileri süren birçok bilim adamı kendi
çalışmalarına cevaz verecek dini görüşe kavuşmuş ol-
du. İslam tarihinin o kesiti incelendiğinde bilimsel araş-
tırma ve buluşların en yoğun yapıldığı, en çok eserin ve-
rildiği dönem olduğu görülecektir. İslam dünyası her
yönden altın çağını yaşamaktaydı. Daha sonraki dönem-
de ne yazık ki bu süreç Moğol istilasıyla kesintiye uğra-
tılmıştır. Moğol istilası sonlandığında ise neredeyse İslam
dünyasında bu tür çalışmaların yapıldığı Türkistan’dan
başka coğrafya kalmamıştır.
MÂTURÎDÎLİK
69
Bazı kaynaklara göre, İmam Mâturîdî’nin yaşadığı dö-
nemde İslam dünyasının güneyinde yaşayan bir kısım din
âlimleri ve bunların takipçileri, “yöneticilerin, dini liderleri
yanlarına çekme ve politikaları doğrultusunda kullanma”
yaklaşımına ayak uydurmuşlar, genellikle
devlet reisi seçimi meselesinde Dört Halife dönemin-
deki seçim sistemini önermek yerine babadan oğula
geçen saltanatın uygulanmasına sessiz kalmışlar;
kargaşaya neden olacağı ve toplumu felakete götüre-
ceği saikını bahane ederek
“en kötü lider (Emir) lidersizlikten iyidir” prensibi-
ne karşı çıkmamışlar ve
iktidarın yanlışlarını düzeltme amacıyla yapılacak
hareketleri desteklememişler, bilakis telkinleriyle
engellemişler;
teslimiyetçi kader anlayışlarından kaynaklanan, “yö-
neticilerinin almış olduğu kararların arkasında Al-
lah’ın bulunduğu” düşüncesinin yerleşmesine sebep
olmuşlardır.
Bu âlimler ve takipçileri, Peygamberimizin ilmin önemi
hakkındaki hadislerinde geçen ilimden kastın “amelî ilim”
olduğunu ileri sürmüşler, aklî ilimlere karşı tavır almış-
lardır.
Gürbüz MIZRAK
70
Neticede İslam dünyasının güney kanadı; nakle dayanan,
İslam’ı temel kaynaklarından araştırmayan, aklı yeterince
kullanmayan, teslimiyetçi bir yaklaşımla yapılan yanlışları
düzeltme basiretini gösteremeyen ve aklî ilimlere gere-
ken önemi vermeyen bir anlayış sonucu hızla gerilemiş-
tir. Mısır dışında bu topraklar üzerinde köklü büyük bir
medeniyet bir daha kurulamamıştır. Mısır’da hüküm
süren, yönetici ve askerî kesimi Türk ve Mâturîdî görüşte
olan Memluk Devleti; basiretsiz sultanların yerine daha
faziletli ve ehil sultanların getirilmesi, bunların emirler ve
bürokrasi tarafından denetlenmesi sayesinde, yüzlerce
yıl iyi yönetim örneği sergilemiş, huzur ve asayiş kaynağı
olmuştur.
Türkler İslam dindarlığının fıkhî-amelî cephesini Hanefi-
lik, itikadî-inanç cephesini Mâturîdîlik ve ahlak boyutunu
Yesevilik olarak kurumsallaştırmıştır. Türklerin yaşadığı
coğrafyada ise Mâturîdîlik, Hanefîlikle birlikte yayılmaya
başlamıştır. İmam Mâturîdî’nin Kitâbü't-Tevhîd ve
Te'vîlâtü'l-Kur’an’ı, Türk’lerin dini düşünce tarihi açısın-
dan çok önem arz etmiştir. Onun bu eserleriyle akılcılık
ve hoş görü, din anlayışımızın temel taşları olmuştur.
Mâturîdî ve çevresinin kelâma dair görüşleri Aşağı Tür-
kistan mutasavvıfları üzerinde etkili olmuş. Mâturîdîliğin
hâkim olduğu kültür havzasında Ahmed Yesevî, Hacı
Bektâş-ı Velî ve Yûnus Emre gibi büyük Türk mutasavvıf-
MÂTURÎDÎLİK
71
ları yetişmiştir. Bu büyüklerimiz ana dilde ve hitap ettik-
leri insanımızın anlayacağı sadelikte İslam’ı irşada devam
etmişlerdir. Bu sayede Kur’an ile Türk kültürü arasında
kadına saygı, hoşgörü, farklı anlayıştakilerle bir ara-
da yaşama, doğruluk, alçak gönüllülük, misafirper-
verlik, nefsine hâkim olma, kanaatkârlık, kazançta
helal olana yönelme, ahde vefa, merhamet, fedakâr-
lık, töreye göre hareket etme, selamlaşma, gönül
alma, atalara saygı ile millet, vatan ve ilim sevgisi…
gibi
ortak noktalar gösterilmiştir. Türk mutasavvıflar; Arap
örfünün -İslâm’la alakası olmayan ancak- İslâm görünü-
mü altında sunulan kuralcı, baskıcı, kavmiyetçi ve tutucu
uygulamalarına karşı alternatif olarak Türk'ün insancıl,
ahlakî ve medenî sufizmini yaymışlardır.
Tüm bu gayretler, Milletimizin İslam Dini’ni kavramasına
ve bütün benliğiyle özümsemesine yardımcı olmuş. Ge-
leneksel Türk Kültürü İslam Dini’yle yoğrulmuş, hem iyi
bir Müslüman olma hem de millî benliği koruma başa-
rılmıştır.
Türk boylarının Hanefî-Mâturîdî çizgide bir din anlayışı
etrafında sıkı sıkıya kenetlenmesi, kökü geçmişe dayanan
ve İslamiyet’le beslenen Türk Dünya Nizâmı’nın[25] can-
[25
] Türk Dünya Nizâmının Millî, İslamî ve İnsanî Esasları: Türk
Gürbüz MIZRAK
72
lanıp gelişmesine zemin hazırlamıştır. Türk Dünya
Nizâmı; milliyet, din ve insanlık ideallerini ahenkli şekilde
kaynaştırmış, bu çerçevede
millî hudutlar genişleyip yabancı kavim ve dinler üze-
rinde kurulu büyük devletlerimiz meydana çıktıkça,
milliyet duygularını insanlık ideali ile birleştirmiş;
sosyal adalete ve nizâma bağlı millî devlet ve demok-
ratik cemiyet anlayışını yerleştirmiş,
yabancı dinlere saygı göstermiş,
Türk devletlerinin yöneticileri, geçmişte olduğu gibi
İslam çağında da dindar ve Allaha samimi kalp ile
inanan, mazlumun yanında ve zalimim karşısında
olan, adalet dağıtan “Cihan ailesinin babaları” mevki-
Dünya Nizâmında milliyet, din ve insanlık idealleri ahenkli şekilde kaynaşmış ve dünya nizâmı hâlinde yükselmiştir. Türklerde milli hudutlar genişleyip yabancı kavim ve dinler üzerinde kurulu bü-yük devletler meydana çıktıkça, milliyet duygularının insanlık ideali ile birleşmesi ve yükselmesi kolay olmuştur. Sosyal adalet ve nizâma bağlı milli devlet ve demokratik cemiyet anlayışının gelişmesi sayesinde milletin babası sayılmakta olan Türk hüküm-darları büyük devlet halinde ve özellikle İslam çağında derhal “Cihan ailesinin babası” mevkiine yükseliyor ve bunu bizzat ifade ediyorlardı. Türkler Şamanî devrinde de ne kadar dindar ve Alla-ha inanmış idiyse yabancı dinlere saygı göstermeyi o derece kendi hâkimiyet, adâlet ve insanlık duygularına uygun buluyor-lardı. İşte Türk Cihân hâkimiyeti ve dünya nizâmı mefkûreleri de bu temeller üzerinde ve bu sayede gelişmiştir (Turan, 1997).
MÂTURÎDÎLİK
73
ine yükseltilmiştir.
Bu temeller üzerinde geliştirilen “Türk Cihan Hâkimiyeti
ve Dünya Nizâmı Mefkûreleri”, Selçuklu ve Osmanlı adıy-
la bilinen büyük Türk devletlerinin kurulmasına zemin
hazırlamış ve uzun süreler yaşatılmalarına vesile olmuş-
tur.
Anadolu; Mâturîdîliğin kültür havzasında doğan Yesevî
Tarikatının öğretilerine (Allaha iman, “Ehl-i beyt” sevgisi,
bilime saygı, kadına saygı, riyasız ibadet, emeğe değer
verme ve yaratılmışa sevgiye) sıkı sıkıya bağlı olan Türk-
men aşiretlerinin sürekli yerleşimiyle, Türk sosyokültürel
ve dini algılarının yaşandığı bir iklim olmuş. Bu ortam
ileriki dönemde Cihan Devletine dönüşecek bir yapının
daha sağlam bir temele oturmasını sağlamıştır.
Takip eden dönemde Türk Milleti, İslam Dini’nde kendi
kültürüyle uyumlu unsurlar bularak kimliğini kaybetme-
miş, dilini ve diğer kültür unsurlarını, İslam’ı yaşayarak
korumasını bilmiştir. Bunda etkili olan hususlar:
Mâturîdî gibi büyük din bilginleri sayesinde İslam,
(hurafeden ve Arap ırkçılığından kaynaklanan taas-
suplardan arındırılarak) Kur’an’a ve Sünnet’e uygun
anlaşılıp yaşanmış, aklı ön planda tutan inanışa (akıl-
cı, hoş görülü anlayışa) bağlanılmış.
Gürbüz MIZRAK
74
Hoca Ahmet Yesevî öğretisi tasavvufi yaşayışta ku-
caklayıcı, sevdirici bir anlayışı benimsenmiş.
Türk tarihi, edebiyatı, destanları, efsaneleri… İslami
ruh ve motiflerle yeniden düzenlenmiş.
İslam Dini, Türk kimliği kaybedilmeden yaşanarak,
İslam düşünce hayatına önemli katkılarda bulunul-
muştur.
Bu sayede Türk millî kimliği ile bütünleştirilen İslam Dini,
Türk kültürüne, hayatına ve medeniyetine damgasını
vurup onu yeniden yoğururken, aynı zamanda Türklerin
İslam Dini ile olan bağları da çok güçlenmiş ve derinleş-
miştir.
Selçuklular döneminde, her ne kadar Eş’arilik resmî bir
mezhep olarak benimsenmiş ve Nizamiye Medreseleri
kurulmuş ise de, Türkler arasında bu medreselerin etki-
sinin sanıldığı kadar güçlü olmadığı anlaşılmaktadır. Ni-
zamiye medreselerinin yanı sıra Hanefî-Mâturîdîlerin
medreselerinde Hanefî-Mâturîdî kültür okutulmaya de-
vam etmiştir. Diğer taraftan Türk Kelâmcıları arasında
Eş’arîliği benimseyen ve bu Kelâmî sistemi desteklemek
için eser yazan âlim yok denecek kadar azdır. Muhteme-
len Nizamiye medreselerinde yetişen ve Eş’arîliği benim-
seyen önemli âlimlerin çoğunluğu Fars asıllılardan oluşu-
yordu.
MÂTURÎDÎLİK
75
Bu dönem Mâturîdî’nin görüşlerini savunan âlimlerin
yetişmesi bakımından verimli olmuş; Hanefî-Mâturîdî
çizgide hem fıkıh hem de Kelâm sahasında çok sayıda
önemli eserler yazılmıştır. Nizamiye medreselerinde oku-
tulan felsefî Eş’arîliğin tesirinde Mâturîdîlik ve Eş’arîliğin
sentezi olan metinler de üretilmiştir. Bu medreselerde
yetişen Râzi ve Eş’arî âlimler zaman zaman Hanefîlik ve
Mâturîdîliğin karşısında yer almışlar ve iki grup arasında
tartışmalar da başlatılmıştır.
Osmanlıların ilk zamanlarında Anadolu'da medreseler-
den yetişen âlimler, sahalarında derinleşmek veya ihtisas
yapmak gayesiyle genelde Suriye, Irak ve Mısır'a gider-
lerdi. Buralarda tefsir, hadis, fıkıh ve edebiyat gibi ilimler
daha çok gelişme göstermişti. Buna karşılık Kelâm ve
felsefe gibi aklî ilimlerde, Semerkant ve Buhara çevresi
tercih ediliyordu [26].
Timur döneminde Aşağı Türkistan’ın (Mâverâünnehir’in)
çeşitli şehirlerinde kurulan medreselerde Mâturîdîlik
hâkim görüştü. Buralarda İslami ilimler yanında fen, ma-
tematik ve astronomi sahasında önemli ilerlemeler kay-
dedildi. Timur’un Anadolu’ya gelişinden sonra, Osmanlı
[
26] M. Sait Yazıcıoğlu. Maturidî Kelam Ekolünün İki Büyük Siması:
Ebu Mansur Maturidî ve Ebu'l-Mu'in Nesefi. Maturidî Kelam Eko-lü.
Gürbüz MIZRAK
76
Semerkant’taki ilmî ve dinî gelişmeleri takibe başladı.
Mâturîdîlik, İstanbul’un fethine kadarki Osmanlının ilk
döneminde büyük ilgi gördü.
İstanbul’u fetheden Fatih Sultan Mehmet devletinin alt-
yapısının bilimsel temellere dayandırılması gereğini bili-
yordu. Anadolu’daki ve Timur İmparatorluğu’ndaki ilim
adamlarını ülkesine davet etti. Davete icap edip gelenle-
re çok itibar gösterdi, taltif etti. Gelen âlimlere, kurdur-
duğu Fatih medreselerinde eğitim verme imkânı tanıdı.
Bu medreselerde değişik görüşler üzerine tartışmalar
yapılıyor, ideal yöntemlerin tespitine çalışılıyordu. Kendi-
si de çok iyi bir eğitim almış olan Fatih, ülkesinin başken-
tindeki bu ilmi hayattan ziyadesi ile memnun olmakta ve
bu tür cemiyetlere katılmakta, görüşlerini belirtmektey-
di.
Kelâm konularında yapılan tartışmaların;
akılcılığı öneren Mâturîdîlik mezhebinin yaygın olarak
yaşandığı Türkistan kökenli ve o coğrafyada iktidar
olan Timur İmparatorluğu yöneticileri tarafından
takdir gören âlimler,
Kelâm eğitimini Eş’ari ekolü üzerine almış Anadolulu
Hanefi mezhebinden Türk âlimler ve
yine İmam Eş’ari’nin takipçilerinden olan yakın Arap
coğrafyasından gelmiş olan Arap kökenli âlimlerin
MÂTURÎDÎLİK
77
arasında yapıldığı, dönemin kaynaklarında görülmek-
tedir.
Mâturîdîlik görüşlerini savunan Türkistanlı âlimlerin en
tanınmışı Ali Kuşçu, Eş’arilik ve onu destekleyen İmam
Gazali ile Fahreddin Razi’nin görüşlerini savunan taraftan
ileri çıkan ise Hocezade Muslihiddin Mustafa’dır.
Bazı araştırıcılara göre; bu iki ekolun hararetli Kelâm tar-
tışmalarında Hocezade Muslihiddin Mustafa’nın etkisiy-
le, Eş’ari okuluna bağlı olanların görüşleri ağırlık kazan-
mış; Osmanlı ulemasının tercihi de amelde İmamı
Azam’ın görüşleri, itikâdi mezhep seçiminde ise Eş’ari
görüşler doğrultusunda olmuştur. Bu tercihte
Mâturîdîliğin;
devlet başkanının saltanat sistemindeki gibi babadan
oğula geçmesi şeklinde değil de, İslam tarihinde Dört
Halife döneminde olduğu gibi liyakat esasına göre ve
istişare ile belirlenmesini savunması [27],
Emevi ve Abbasi iktidarlarının almış olduğu yanlış
kararlara sağlam dini referanslarla karşı çıkmış İmamı
[
27] Mâturîdî’ye göre “dini açıdan, imâm olacak kişinin öncelikle
Allah’tan en çok sakınan, insanların problemlerini çözmede en basiretli ve onların yararına olan şeyleri en iyi bilen birisi olması gözetilmeli ve bu şartları taşıyan kim olursa olsun imâmet ona verilmelidir”.
Gürbüz MIZRAK
78
Azam Ebu Hanife geleneğinden gelmesi [28]
gibi özellikleri rol oynamıştır. Mâturîdîliğin yukarıdaki
hassasiyetlerine karşılık; Eş’ari âlimler genel olarak, sal-
tanatın babadan oğla geçmesinde fazla sakınca görme-
miş, devlet başkanında reşitlik ve fazilet aramamıştır.
Devlet başkanı büyük günah işlese bile, hallinin karışıklı-
ğa sebep olacağını ileri sürerek ona müdahil olunmama-
sını, en kötü yönetimin yönetimsizlikten iyi olduğu görüş-
lerini savunmuştur. Eş’arilik, bu kabulleriyle saltanat yö-
netimine daha uygun bulunarak tercih edilmiş olabilir.
Fatih Sultan Mehmet’in talebi ile İstanbul’a gelmiş olan
Timur İmparatorluğu âlimleri, itikadî mezhep tercihinin
yanlışlığı konusunda uyarılarını sürekli olarak yapmışlar,
fakat her hangi gelişme olmamıştır. Bunların bir kısmı
yine Türkistan’a dönmüşler, Ali Kuşçu gibi bir kısım
âlim ise geldikleri coğrafya kadar Türk olan bu toprak-
larda kalmaya karar vermişlerdir.
Gazalî ve Fahreddîn Râzî’nin görüşleri doğrultusundaki
Eş’arîlik, devlet yönetiminde etkili olmaya devam etmiş, [
28]Mâturîdî’ye göre “bazı filleri zulüm olan bir sultana âdil diyen
kâfir olur. Dolayısıyla “âdil” sıfat sultana, ancak bütün davranışla-rında mutlak olarak âdil olduğu ve hiç bir şekilde zulmetmediği zaman kullanılabilir. Fakat bazı fiilerinde zulüm ve haksızlık yap-mışsa, buna rağmen o kişiyi mutlak âdil olarak isimlendirmek zu-lüm ve adaletsizliğe adalet adını vermek ve ona razı olmak anla-mına gelir. Bu fikri benimseyen küfre girmiş olur”.
MÂTURÎDÎLİK
79
zamanla Hanefi-Mâturîdî kimliğinin zayıflamasına neden
olmuştur. Yine bazı araştırıcılara göre; Yavuz Sultan Se-
lim’in Hicaz ve Mısır seferi dönüşü, yanında getirdiği din
âlimleri, Osmanlı medreseleri yönetimi ve coğrafyasında
dinin algılanışının gittikçe daraltılmasında etkili olmuş-
tur. Devlete ait medreselerde Mâturîdîlik görüşüne ait
kuşak Kanuni zamanına kadar gelmiş, fakat ilmi sahada
fazla bir etkinlik gösterememiştir.
Çoğu Mâturîdîyye âlimleri, ekollerine sadece sözde bağlı
kalmışlar, bunların medreselerinde Eş’ari âlimlerine ait
kelam kitapları okutulmuş, teliflerde de Eş’ari kelamcıla-
rının görüşlerine ağırlık verilmiştir. Seyrek de olsa İbn
Kemal Paşa (1534) ve Akkirmani (1760) gibi âlimler,
İmam Mâturîdî ve onun din anlayışını destekleyen eser-
ler vermeye devam etmişler.
Böylelikle Fatih dönemine kadar gelen ilmi çalışmalar ve
yükseliş, Fatih Sultan Mehmet’ten sonra yavaşlamaya
başlamış, Kanuni döneminden sonra ise duraklamıştır.
Takip eden süreçte zaman zaman istisnaları olsa da, ge-
nelde Emeviler ve Abbasilerdeki gibi yönetimin kanatları
altında ve onun kararları ile uzlaşmış din adamları sınıfı
oluşmuştur.
Müslümanlıkta ilmin önemi, Peygamberimizin
Gürbüz MIZRAK
80
“İlim öğrenmek her Müslüman’a farzdır”,
“İlim Müslüman’ın kayıp malıdır onu nerede bulsa
almalıdır” ve
“İlim Çin’de bile olsa gidip onu alınız”
hadisleriyle ortaya konmuştu. Mâturîdî bu hadislerde
geçen “ilim” sözcüğünü maddi ve manevi ilimler olarak
algılarken, Osmanlı medreselerinde etkili olan gruplar bu
sözcüğü manevi ilimler olarak empoze etmişler ve bu
anlayış, Mâturîdîlik’ten gelen aklî ilimlerin medreselerde
okutulmasına zaman içinde son vermiştir. Bazı araştır-
macılara göre; Osmanlı tarihi incelendiğinde Fatih’ten
sonra dinî konularda verilen eserlerin dışında tıp, kimya,
fizik, astronomi ve bunun gibi dallarda eser veren ilim
adamı çok azdır. 12. ve 13. yüzyıllarda olduğu kadar İs-
lam dünyasında bir ilim ortamı olmamış, sadece dini ve
sosyal alanlarda eserler verilmiştir.
Bazı araştırmacılara göre:
Mâturîdîliğin ihmali Türk dinî düşüncesine pahalıya
mal olmuştur. Türk toplumu Mâturîdîlik ve Yesevî
sûfîliğinden uzaklaşmaya, Bağdat ve Horasan mer-
kezli Eş’arîlikle eklemlenen teslimiyetçi sûfîliğe yak-
laşmaya başlamıştır. Hanefîlik, teslimiyetçi sûfîliğe
yaklaştırılarak korunmuş, fakat Mâturîdîlik kimliği si-
likleşmiştir. Osmanlıda sözde benimsenen fıkıhta
Hanefî düşünce de etkin bir şekilde eyleme dönüş-
MÂTURÎDÎLİK
81
memiş, özellikle medrese eğitimi bundan nasibini
almamıştır.
Oluşan süreç Osmanlı’yı kendisinin içinden çıktığı
Türkmenlere yabancılaştırmış, hatta zaman zaman
düşmanlaştırmıştır. Devletin zayıflaması ve zayıfla-
yan kurumların içinde sistem gereği yer almış olan
devşirmeler, devletin kurucusu olan asli unsura
düşman ve kindar kesilmiştir. Bu dönmeler bozulan
dinî atmosferi, kendilerini savunmak ve menfaatle-
rini korumak için kullanmışlardır.
Osmanlı’nın Mâturîdî Kelâmına yer vermemesi, asır-
lar içerisinde yeniliklere açılmadan çöküşe geçmesi-
ne, dinî ve fikrî yapısında büyük kayıplara sebep ol-
muştur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin de bu akılcı din anlayışını
eyleme geçirememesi, bu kayıpların menfi etkileri-
nin günümüzde de yaşanmasına neden olmaktadır.
M. S. Yazıcıoğlu’na göre; zamanımızda din felsefesi olan
ve Mâturîdî ekolüne ait Ebu’l-Mu’în Nesefî tarafından
geliştirilen ‘’Semantik Metot’’ bırakılmayıp devam ettiril-
seydi, Kelâm ilminin boyutları bugün çok daha değişik
olacak, İslam inanç ve felsefesi çok daha akılcı, felsefî ve
etkili bir şekilde izah edilebilecekti.
İslam’ı, Vahiy ve aklın ışığında anlama ve anlatma gay-
Gürbüz MIZRAK
82
reti göstermiş olan İmam Mâturîdî, yeterince anlaşılsa
ve anlatılsaydı, büyük ihtimalle Dünyada bilim çevrele-
rinde önemli bir kesim Müslüman olur, İslam âlemi in-
sanlığa güzel hizmetler sunmaya devam ederdi. Gere-
ken önem verilseydi, pek çok düşünürümüzün paylaştığı
gibi “gerek din anlayışımız, gerekse İslam Kültür ve Me-
deniyeti her halde bugünkünden çok farklı olurdu”.
Her şeye rağmen:
Sahip olduğumuz köklü kültür mirasımız yanında Ebu
Hanife, Mâturîdî ve öğrencileri, Ahmet Yesevî, Hacı
Bektaş Velî, Mevlana, Yûnus Emre… gibi Türk toplu-
munun takip ettiği önderlerinin İslam Dini’ni doğru
yorumlamaları sayesinde
İslamiyet aslına sadık kalınarak Türk kültürü ile
kaynaştırılmış,
milletimiz, Kur’an ve Sünnet’e karıştırılmak iste-
nen Arap kültürü ile asimile edilememiş, varlığını
devam ettirmiş.
18. ve 19. yüzyıllarda yazılan Bektaşi erkânnâmele-
rinde Mâturîdîliğe yönelik atıflar yer almış.
Hacı Bektâş-ı Velî’nin Makâlâtı’nda Mâturîdî’nin sa-
vunduğu akılcı din anlayışı ve iman tasavvuru izleri
devam etmiş.
Aydınlanma döneminde önemli bazı Mâturîdî kelam
kitapları Türkçe'ye çevrilmeye ve kelam ilminin yeni-
MÂTURÎDÎLİK
83
den inşası başlatılmış, Türkiye'de ve diğer İslam ülke-
lerinde bu ekol canlanma sürecine girmiştir.
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuyla Mâturîdîlik daha
fazla ilgi görmeye ve öğretilmeye başlanmış, bu alan-
da araştırmalar yoğunlaşmış, son yıllarda İmam
Mâturîdî’nin görüşleri hakkında yayınlar artmaya
başlamıştır.
Tüm bunlar teselli duymamıza ve geleceğe ümitle bak-
mamıza vesile olmaktadır.
Gürbüz MIZRAK
84
KAYNAKLAR
AK, Doç. Dr. Ahmet. 2014. “İmâm Mâturîdî’nin Hayatı Eserleri ve Görüşleri”, ULUĞ BİR ÇINAR İmam Mâturîdî. Uluslararası Sempozyum Tebliğler Kitabı (ed. A.Kartal), 28-30 Nisan 2014. Eskişehir.
ECER, Yrd. Doç. Dr. A. Vehbi. 2009. Mâturîdî’nin Türk Kültüründeki Yeri. Hikmet Yurdu, İmam Mâturîdî ve Mâturîdîlik Özel Sayısı, Yıl: 2, S.4 (Temmuz-Aralık 2009), ss. 91 – 107.
ECER, Yrd. Doç. Dr.A. Vehbi. 2015. 115 Soruda Türk Âli-mi İman Mâturîdî. Oğuz Çetinoğlu’nun röportajı. Yesevi Yayıncılık, İstanbul.
İBİŞ, Fatih. 2015. MÂTURÎDÎ’DE İMAN-AHLAK İLİŞKİSİ. KELÂM ARAŞTIRMALARI DERGİSİ. Cilt: 13, Sayı: 2, 2015 Sayfa: 717-734.
KALAYCI, Yrd. Doç. Dr. Mehmet. 2014. ”Eş‘arî’nin İkmali Mâturîdî’nin İhmali: İki İmamın Gelenekleri İçerisindeki Konumlarına Dair Bağlamsal Bir Analiz”, ULUĞ BİR ÇI-NAR İmam Mâturîdî. Uluslararası Sempozyum Tebliğler Kitabı (ed. A.Kartal), 28-30 Nisan 2014. Eskişehir.
KAPLAN, Yrd. Doç. Dr. İbrahim. 2014.”Mâturîdî’de Din ve Vicdan Hürriyeti”, ULUĞ BİR ÇINAR İmam Mâturîdî. Uluslararası Sempozyum Tebliğler Kitabı (ed. A.Kartal), 28-30 Nisan 2014. Eskişehir.
KARTAL, Prof.Dr. Ahmet. 2014. ULUĞ BİR ÇINAR İmam Mâturîdî. Uluslararası Sempozyum Tebliğler Kitabı. 28-30 Nisan 2014. Eskişehir.
MÂTURÎDÎLİK
85
KORKMAZ, S. 2014. İMÂM MÂTURÎDÎ’NİN KADER AN-LAYIŞI. Uluslarası İmam Mâturîdî Sempozyumu, Eskişe-hir.
KUTLU, Prof. Dr. Sönmez. 2003. “Bilinen ve Bilinmeyen Yönleri ile İmam Mâturîdî”, İmam Mâturîdî ve Maturidilik (ed. Sönmez Kutlu), Ankara: Kitâbiyât, s. 17-55.
KUTLU, Prof. Dr. Sönmez. 2011(a). TÜRKLER VE İSLAM TASAVVURU. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM) Yayınları.
KUTLU, Prof. Dr. Sönmez. 2011(b). MÂTURÎDÎ AKILCILIĞI VE GÜNÜMÜZ SORUNLARINI ÇÖZMEYE KATKISI. e-makâlât Mezhep Araştırmaları, II/1 (Bahar 2009), ss. 7-41
KUTLU, Prof. Dr. Sönmez. 2014. Mâturîdî Kimdir? Mâturîdîlik Nedir?: http://Mâturîdîyeseviotagi.com/ Mâturîdî-kimdir.html
KUTLU, Prof. Dr. Sönmez. 2014. Mâturîdî ve İman-Amel İlişkisi: http://Mâturîdîyeseviotagi.com/Mâturîdî-ve-iman-amel-iliskisi.html
KUTLU, Prof. Dr. Sönmez. 2015. Türk Din Anlayışı Mâturîdî ve Mâturîdîlik: http://Mâturîdîyeseviotagi.com/ turk-din-anlayisi-Mâturîdî-ve-Mâturîdîlik.html
KUTLU, Prof. Dr. Sönmez. 2016. İmam Mâturîdî ve Mâturîdîlik. OTTO Yayınları, Ankara.
MUMİNOV, Prof. Dr. Ashirbek. 2014. “Ebû Mansur El-Mâturîdî’nin Semerkand’daki Muasırları”, ULUĞ BİR ÇI-
Gürbüz MIZRAK
86
NAR İmam Mâturîdî. Uluslararası Sempozyum Tebliğler Kitabı (ed. A.Kartal), 28-30 Nisan 2014. Eskişehir.
ŞEN, Yrd. Doç. Dr. Adil. 2014. “İmâm Mâturîdî ve Çevre-si”, ULUĞ BİR ÇINAR İmam Mâturîdî. Uluslararası Sem-pozyum Tebliğler Kitabı (ed. A.Kartal), 28-30 Nisan 2014. Eskişehir.
ŞIK, Doç. Dr. İsmail. 2014.”Mâturîdî’den Farklılaşan Mâturîdîlik”, ULUĞ BİR ÇINAR İmam Mâturîdî. Uluslara-rası Sempozyum Tebliğler Kitabı (ed. A.Kartal), 28-30 Nisan 2014. Eskişehir.
TUNÇPINAR, Ahmed Said. 2010. EBÛ MANSÛR EL-MÂTURÎDÎ’NİN TE’VÎLÂTU’L-KUR’AN ADLI TEFSİRİNİN EĞİTİM VE DİN EĞİTİMİ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ. Yüksek Lisans Tezi. Ank. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Fel-sefe ve Din Bilimleri Anabilimi.
TURAN, Prof. Dr. Osman. 1997. TÜRK CİHÂN HÂKİMİYETİ MEFKÛRESİ TARİHİ. 10. Baskı. Boğaziçi Yayınları. İstan-bul.
YAZICIOĞLU, Doç. Dr. Mustafa Sait. Mâturîdî Kelâm Eko-lü'nün İki Büyük Siması: Ebû Mansûr Mâturîdî ve Ebu’l-Mu’în Nesefî
http://www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=1776
http://www.osmanlicaturkce.com/?k=Kadim&t=%40
http://www.yeniumit.com.tr/konular/detay/imam-Mâturîdî-nin-tevilatul-kur-an-tefsiri
MÂTURÎDÎLİK
87
DİZİN Abbasi ................................ 15, 77 âhâd.........................................46 ahlaksızlık .......................... 37, 38 Ahmed Yesevî ..........................70 akıl 4, 6, 7, 21, 24, 26, 29, 30, 32,
33, 34, 35, 37, 38, 39, 40, 41, 44, 48, 51, 52, 53, 54, 57, 58, 64, 65, 66, 68
Akıl ....... 17, 26, 33, 35, 36, 40, 53 akıl tutulması ...........................39 akıl yürütme 7, 21, 26, 29, 30, 32,
33, 41, 48, 51, 53, 57 akılla tevil ................................44 Akkirmani ................................79 aklî .... 7, 8, 14, 15, 16, 19, 23, 33,
42, 47, 48, 55, 62, 66, 69, 70, 75, 80
Aklî ...........................................55 akli deliller ................... 42, 47, 66 aklî deliller ... 7, 19, 33, 42, 47, 66 aklî ilim .................. 69, 70, 75, 80 akli ilimler .......................... 75, 80 aklî ilimler .............. 69, 70, 75, 80 aklî mucizeler...........................48 âlem .........................................51 Âlem .................................. 49, 50 Ali Kuşçu ............................ 77, 78 âlim .............................. 40, 74, 78 amelî ilim .................................69 Anadolu ................. 68, 73, 75, 76 Arap ırkçılığı .............................73 Asr-ı Saadet .............................22 astronomi .................... 41, 75, 80 Aşağı Türkistan ...... 15, 23, 70, 75 Bağdat ......................... 15, 16, 80 Balkanlar ..................................11 Bektaşi erkânnâmeleri .............82 beş duyu ...................... 27, 29, 47 bilgi kaynakları ................... 29, 41
bilgi kuramı ............ 24, 25, 26, 29 Buhara .............................. 15, 75 Câkerdîze ................................ 12 Ceyhun .................................... 15 Çin ..................................... 11, 80 devlet reisi seçimi ................... 69 din ... 4, 14, 18, 22, 24, 25, 31, 53,
56, 57, 58, 59, 69, 70, 71, 73, 78, 79, 81, 82, 85
din felsefesi ............................. 81 Dört Halife ........................ 69, 77 duyular ....... 19, 26, 27, 38, 47, 66 Dünyada bilim çevreleri .......... 81 Ebû Hanîfe ............. 12, 13, 43, 68 ECER ........................................ 84 Emevi ...................................... 77 Emeviler .................................. 79 Evren ....................................... 49 Fahreddin Razi ........................ 77 Fatih medreseleri .................... 76 Fatih Sultan Mehmet .. 76, 78, 79 felsefe ..................................... 75 felsefî .. 12, 15, 16, 21, 24, 68, 75,
81 fen........................................... 75 fıkıh ........................ 12, 18, 74, 75 Fıkıh .................................. 12, 18 fıkıh usulü ......................... 12, 18 gözler ................................ 25, 26 günahkâr mümin..................... 63 Günahkâr Mümin .................... 61 haberler ................. 27, 29, 33, 46 hac .......................................... 63 Hacı Bektâş-ı Velî .............. 70, 82 Hacı Bektâş-ı Velî’nin Makâlâtı 82 hadler...................................... 58 Hanîfilik ................................... 14 Hissî ........................................ 28
Gürbüz MIZRAK
88
Hocezade Muslihiddin Mustafa ............................................77
Horasan ...................................80 Hz. Muhammed .... 22, 24, 55, 58,
61, 62 Hz. Ömer ........................... 24, 60 Hz. Peygamber ............ 14, 32, 39 ibadetler ............................ 53, 56 İBİŞ, Fatih .................................84 İbn Kemal Paşa ........................79 iç duyu ............. 25, 27, 28, 29, 47 içtihatla nesih ..........................60 ikna .............................. 23, 29, 48 ilham........................................48 ilim .. 7, 15, 16, 40, 41, 49, 69, 71,
76, 80 İmam Gazali .............................77 İmam Mâturîdî . 4, 5, 6, 9, 12, 13,
14, 15, 16, 17, 20, 21, 24, 25, 29, 42, 44, 45, 46, 49, 63, 68, 69, 79, 84, 85, 86
İran ..........................................19 İslam âlimlerinin yorumu .........44 İslâm âlimlerinin yorumu .........44 İslam dünyası8, 41, 68, 69, 70, 80 İslami ilimler ............................75 itikadî ............... 10, 11, 12, 13, 19 itikadi mezhep .........................77 kadim .......................................49 kâfir ............................. 61, 63, 77 Kâfir .........................................61 Kafkasya ..................................68 kalben tasdik ..................... 29, 57 kalpler ................................ 25, 26 Kalpleri İslam’a ısındırılacak ....60 Kanuni .....................................79 Karahanlılar ....................... 17, 68 KARTAL, Prof.Dr. Ahmet ..........84 kelâm ............................. 7, 12, 18 Kelâm 7, 9, 11, 68, 74, 75, 76, 77,
81, 86
KORKMAZ, S. ........................... 85 kulaklar ............................. 25, 26 Kuran .. 18, 21, 33, 40, 42, 44, 47,
55, 66, 73 literatür ................................... 29 matematik ........................ 41, 75 materyal ................................. 29 Mâturîd köyü .......................... 12 Maturidîlik .... 7, 9, 11, 12, 68, 70,
75, 76, 79, 80, 82, 85 Mâturîdîlik .... 7, 9, 11, 12, 68, 70,
75, 76, 79, 80, 82, 84, 85 Mâturîdîyye ........... 10, 11, 12, 14 Mâtürîd köyü .......................... 12 Mâtürîdîliğin Tarihi Gelişimi .... 68 Mâtürîdîlik .. 9, 14, 68, 70, 75, 76,
79, 80, 82 Maveraünnehir ................. 14, 15 Memluk Devleti ...................... 70 Merv ....................................... 15 Mezhep ................................... 85 Mısır ............................ 70, 75, 78 Mısır seferi .............................. 78 Moğol istilası ........................... 68 mucize .............................. 33, 42 Muhammed Aruçi ................... 20 mümin .................................... 61 Mümin .............................. 61, 62 Mümin kişi .............................. 61 Müminin Sorumluluğu ............ 64 mümkin ................................... 34 mümteni ........................... 34, 35 mütevâtir ................................ 46 Nahl suresi,78 ......................... 25 Namaz ..................................... 63 nas .......................................... 47 Nesef ....................................... 17 Nesefî ............... 16, 17, 20, 81, 86 Nizamiye Medreseleri ............. 74 olgunun tahlili ......................... 21 Olgunun tahlili ........................ 21
MÂTURÎDÎLİK
89
oruç .........................................63 Osmanlı ..... 73, 75, 77, 79, 80, 81 Osmanlı medreseleri ......... 79, 80 peygamber ............ 22, 53, 54, 58 Peygamber 32, 35, 39, 42, 43, 65 Prof Dr. Sönmez KUTLU .............3 Prof. Dr. Bekir Topaloğlu .........19 Râzi ve Eş’arî âlimler ................75 Resul ...................... 28, 31, 42, 61 Resulün haberi.........................33 Sait Yazıcıoğlu .................... 17, 75 Sâmânîler ................................68 Samanoğulları .................... 15, 17 Samanoğulları Devleti .............15 Selçuklular ...............................74 Semantik Metot .......................81 Semerkant 12, 13, 15, 16, 17, 21,
75 Seyhun .....................................15 sezgi .........................................48 Sünnet ................... 18, 42, 73, 82 şeriat ..................... 35, 52, 58, 59 tarikat ......................................21 tefekkür ................. 26, 32, 39, 40 tefsir ................ 18, 43, 44, 45, 75 teslimiyetçi kader anlayışları ...69 tevhit inancı .............................56 Tevhit inancı ............................51 Timur ........................... 75, 76, 78 Timur imparatorluğu ...............76 Timur İmparatorluğu ......... 76, 78 TUNÇPINAR .............................86
TUNÇPINAR XE "TUNÇPINAR" , Ahmed Said ........................ 86
TURAN .................................... 86 TURAN XE "TURAN" , Prof. Dr.
Osman ................................ 86 Türk boyları ............................. 71 Türk Cihan Hâkimiyeti ve Dünya
Nizâmı Mefkûreleri ............ 73 Türk Dünya Nizâmı .................. 71 Türk Dünya Nizâmının Millî,
İslamî ve İnsanî Esasları ...... 71 Türk kimliği ............................. 74 Türk kültürü ................ 71, 74, 82 Türk-İslam ........................... 6, 14 Türkistan ..... 9, 15, 16, 23, 68, 70,
75, 76, 78 Türkler ................... 11, 24, 72, 74 vacip ........................... 34, 35, 53 vahiy ... 5, 6, 7, 24, 32, 33, 37, 39,
42, 52, 53, 59, 66, 68 Vahiy ........................ 7, 27, 32, 42 Yavuz Sultan Selim .................. 78 Yazıcıoğlu ............... 17, 20, 75, 81 YAZICIOĞLU, Doç. Dr. Mustafa
Sait ..................................... 86 Yesevî sûfîliği........................... 80 Yesevî Tarikatı ......................... 73 Yılın Kitabı ............................... 19 yöntem ....................... 24, 29, 44 Yûnus Emre ....................... 70, 82 zekât ....................................... 63 zekâttan pay verilmesi ............ 60
Mâturîdî’yi anlama, anlatma gayretleri sürüyor
1. Mâturîdî Yesevi Kurultayı dinleyicileri (Safranbolu, 2014)
Avrasya Araştırma Enstitüsü Semineri (Almatı/Kazakistan, 2016)
MÂTURÎDÎLİK İslam’ı, Vahiy ve Aklın Işığında Anlama,
Anlatma Gayreti
Akıl taraftarlığının Ebu Hanife’den sonraki önemli temsilcile-rinden olan İmam Mâturîdî, Ebu Hanife’nin fikirlerini gelişti-rerek köklü bir kelam ekolünün oluşmasını sağlamıştır. Tür-kistan’da kurulan bu kelami gelenek, onun adına nispetle Mâturîdîlik olarak adlandırıldı. “İslam inancının esaslarının tespiti ve ona yöneltilen eleştirilerin çürütülmesi için akıl ve vahyi birlikte kullanan” bu ekol, Türkistan coğrafyasında yetişmiş mütekellimlerce kurumsallaştırıldı. Mâturîdîlik Ha-nefilik ile birlikte Türk toplumları arasında yayıldı ve günü-müze kadar korunmaya çalışıldı.
Prof. Dr. Sönmez KUTLU (Türkler ve İslâm Tasavvuru)
İmam Mâturîdî, İslam düşüncesinde, “akılcı din anlayışının” temsilcisi büyük bir Türk düşünürüdür. O, “hiçbir şeyin hik-met ve gayesiz yaratılmadığını” söyleyerek “Allahın yarattı-ğı her şeyde bir hikmet bulunduğunu” ifade etmiştir. “Al-lah’ın güzel olanı emrettiği ve çirkin olanı da yasakladığını bu sebeple, iyi ve kötünün insan aklıyla bilindiğini” söyleye-rek ahlaki bir görüş getirmiştir.
Bu eserde, İmam Mâturîdî’nin, “Kur’an’ın yorumunda tefsir-le tevil yolunu ayırarak tevil yolunun açık tutulması halinde, sorunların çözümünün kolaylaşacağını belirttiğini ve ken-dinden sonraki çağlara ışık tuttuğunu, tevil yasaklandığı zaman, meseleleri çözüme kavuşturmanın imkânsızlaştığı” şeklindeki düşüncesi açıklıkla ortaya konmuştur.
Prof. Dr. Hayrani ALTINTAŞ (Takdim)
Top Related