ÇEVRE EKOLOJİSİ
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi,
Fethiye A.S.M.K. Meslek Yüksekokulu
Çevre Koruma ve Kontrol Programı
Dersin Kodu: CEK 2001
Dönem: III
Öğretim Elemanı: Öğr. Gör. Dr. Yasin İLEMİN
DERS İÇERİĞİ
• Ekoloji nedir? • Ekosistem • Ekosistemlerde enerji akımı • Ekosistemlerde madde dolaşımları • Ekolojik faktörler ve canlılar üzerine etkisi • Karasal ekosistemler • Süksesyon • Deniz ve tatlısu ekosistemleri • Ötrofikasyon • Populasyon ekolojisi • Ekolojik problemler
• Ekoloji sözcüğü Yunanca Oikos = ev ve Logos = bilim kelimelerinden gelir.
• Yani “canlının yaşadığı yer ile ilgili bilim” anlamına gelir.
• İlk kez 1865’de Reuter tarafından ortaya atılmıştır. Bir yıl sonra 1866’da Haeckel, ekoloji sözcüğünü daha da geliştirerek bugün kullanmakta olduğumuz şeklini ortaya koydu.
• Buna göre ekoloji, canlıların birbirleriyle ve yaşama ortamlarındaki tüm etmenlerle olan ilişkilerini inceleyen bilim koludur.
• Her canlı yaşadığı yerde çeşitli etmenlerin etkisi altındadır.
• Bu etmenler yere ve zamana göre değişmektedir.
Canlılar çevresel tarihi ile ( zigot durumundan bugünkü şeklini alıncaya kadar etkilendiği çevre faktörleri) genetik yapısının ortaklaşa bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. (ikiz örneği...)
• Bitkiler de kendine özgü bir genetik yapı ve çevreye
sahiptir. Ancak çevre sabit olduğundan (hayvanlar için değil onlar hareketli) çevresel etmenlerin yalnızca zamana bağlı olarak değişmesi söz konusudur. Aynı şekilde biyotik etmenler de zamana bağlı olarak değişim göstermektedir.
• İşte ekoloji bir zaman süreci içinde canlıların çevreyle ve birbirleriyle olan ilişkilerini inceler. Ekoloji bu incelemeyi yaparken; genetik, taksonomi, morfoloji, fizyoloji, toprak bilimi, klimatoloji, jeoloji, coğrafya ve paleontoloji bilim dallarından yararlanmak zorundadır.
• Bu nedenle bir ekolog, iyi bir gözlem yanında, bu değişik bilim dallarından elde ettiği bilgileri birleştirip sentezleyebilmelidir.
Bölümleri
1)İncelenen canlı tipi:
• Bitki ekolojisi: Orman, Çayır, Tarım
• Hayvan ekolojisi: Omurgalı, Omurgasız, Böcek ekolojisi .....
2)Ortamdaki çevre şartları söz konusu olursa:
• Deniz ekolojisi (kıyı, derin deniz ...)
• Tatlı su ekolojisi (göl, akarsu, bataklık...)
• Karasal ekoloji (Alpin, tundra, çöl...)
Bölümleri
3) Canlıların sayısı söz konusu olursa:
• Otoekoloji : Bir bireyin habitatındaki çevre faktörleriyle olan ilişkisini inceler.
• Sinekoloji : Tek bir bireyin değil bir çok bireylerin, populasyonların, birliklerin çevreyle olan ilişkilerini inceler. Bu kola Ekositem Ekolojisi adı da verilmektedir. Komünite Ekolojisi de sinekoloji içinde düşünülmektedir.
Bölümleri
4) Konulara yaklaşımına göre:
• Ekolojik Genetik (Genekoloji): Konulara genetik açıdan yaklaşır. Çevre koşullarına bağlı olarak populasyonlardaki genetik çeşitliliği inceler.
• Fizyolojik Ekoloji : Çevre faktörlerine bağlı olarak bireylerin gösterdiği fizyolojik değişiklikleri inceler.
• Ekolojik Anatomi: Çevre faktörlerinin etkisi altında bireylerin gösterdiği anatomik değişiklikleri inceler.
• Ekolojinin bu şekilde alt dallara ayrılması, ilgili konuları daha açık ve somut bir hale getirmek için yapılır.
• Gerçekte ise doğada böyle bir bölünme yoktur.
• Ancak doğada tüm canlılar iç içe birbirlerine etki ederek yaşadıkladıklarından, bir grubu diğerinden ayırmak olanaksızdır.
• Örneğin hayvanlar ve bitkiler ayrı ayrı incelenemez. Zira, doğada karşılıklı etkiler söz konusudur.
• Diğer taraftan, tatlı su ekolojisini çalışırken karadaki ve diğer su ekosistemlerindeki faktörlerin bilinmesi gerekir.
• Bireylerin çevreyle olan ilişkileri bilinmezse o bireyin oluşturduğu populasyonun çevre ile olan ilişkileri incelenemez.
• Bu yüzden ekolojinin kolları kendi içinde alt dallara ayrılmış olsa da aralarında vazgeçilemez ilişkiler vardır. Ancak canlıların çevreyle olan çok karmaşık ilişkilerinin kolayca incelenebilmesi için yine de kolların alt dallara ayrılması uygundur.
Ekolojinin Gelişimi: • İlkel toplumdan tarım toplumuna doğru
ilerledikçe insanlar toprak-su , su-bitki, toprak-bitki ilişkilerini anlamaya çalıştılar.
• Yerleşme toplumuna geçildiğinde insanlar bitkiler üzerinde daha etkili oldular. Konut yapımı, tarım alanlarının açılması, bazı bitkilerin ve hayvanların üretilmesi başlayınca insan-bitki arasındaki ilişkiler daha da gelişti.
• İnsanoğlunun doğayı koruması ise mistik inançlardan doğmuştur.
• Eskiçağlarda insanoğlunu aşırı derecede korkutan her varlık saygınlık kazanmış ve insanlar için tabu olmuştur.
• Tarım toplumu sırasında bazı tip bitkilerin üretilmesine başlanması, farkında olmadan populasyonun geç yapısında bir değişmeye, bir yapay seleksiyona neden olmuştur. (günümüzdeki tarım bitkilerinin ataları çok farklı....)
• Görüldüğü gibi ekoloji teriminin yüz yıllık bir geçmişi olduğu halde insan ve bitkiler arasındaki ilişkiler çok eskiden başlamıştır.
• Ekolojik konuları anlayabilmek için diğer bilim dallarından da yararlanmanın zorunlu olduğunu söylemiştik. Bu durumda bitki ekolojisinin de gelişebilmesi için, diğer bilim dallarından da atılımlar olması gerekir.
Ekolojiye katkıları olan diğer bilim adamlarının adlarından başkaları kronolojik sıraya göre ve uğraş alanlarıyla birlikte şu şekilde yazılabilir:
• Buffon (1742) : Yer-alım(süksesyon) olayını inceledi • Humbolt (1830) : Bitki coğrafyası • Liebig (1840) : Minimum kanunu • Haeckel (1869) : Ekoloji sözcüğünü kullandı • Clements (1910) : Bitki birlikleri ve klimax kavramı • Cieslar (1909) : Tolerans(hoşgörü) çalışmaları • Turesson (1922) : Ekotip kavramı • Broun-Balanquet (1930) : Bitki coğrafyası • Tansley (1935) : Ekosistem kavramı • Odum (1955): Deniz ekolojisi çalışmaları
Ekolojide Hiyerarşik Sıralama
• Bir organizmayı oluşturan en küçük birimden, en büyük birime doğru yapılan sıralamaya biyolojik aşama sırası veya biyolojik spektrum denir. Bu sıralama şöyledir:
AtomMolekülProtoplazmaHücreDokuOrganOrganizmaPopulasyonKomüniteEkosistemBiyosfer
• Ekoloji burada genellikle organizma düzeyinden
başlayıp daha yukarıda yer alan üniteleri ele alıp bunların çevreyle olan ilişkilerini inceler. Şimdi sırayla bunların tanımlarına geçelim:
• Populasyon : Aynı türün, belli bir alandaki bireylerinden oluşan, birbirleriyle doğal üreme ilişkileri içinde bulunan ve ortak bir gen havuzunu paylaşan bireyler topluluğudur.
• Komünite (Birlik) : Belirli bir alanda yaşayan, değişik türlere ait tüm populasyonların oluşturduğu ekolojik bir birimdir. Bu birimde bireylerin hem kendi aralarında hem de kendileriyle çevreleri arasında bir adaptasyon vardır. Ayrıca kommünite kendine özgü bir flora kompozisyonuna sahiptir.
• Ekosistem : Bir alandaki canlı ve cansız varlıklar tüm çevresel etmenlerle beraber
ekosistemi oluşturur. ( Kommünite + Cansız sistem ). Eğer bir kommünitede tek bir baskın tür bulunuyorsa o zaman birim konsosiasyon(consosiation) adını alır. Eğer konsosiasyonda da tek bir bitki topluluğu varsa buna da sosyete(society) denir, fakat bu terim tüm ekologlar tarafından kabul edilmez.
• Biyosfer : Yer kürenin değişik ekosistemleri içeren parçasıdır.
• Hiyerarşi içindeki birimlerden herhangi biri üzerinde yapılan bir çalışma, kendinden önce ve sonra gelen birimlerdeki biyolojik olayların anlaşılmasına yardım eder. Örneğin kommünite düzeyinde artan bilgiler, populasyon düzeyindeki bilgilerin de artmasına yol açar.
Ekosistem ve Genel Özellikleri
Ekosistem terimi ilk kez Tansley tarafından 1935 yılında ortaya atılmıştır. Bugünkü anlamda tanımı şöyledir:
• Aralarında biyolojik, kimyasal, fiziksel ilişkiler ve etkileşimler bulunan canlı ve cansız varlıkların oluşturduğu fonksiyonel bir doğa bilimidir. Başka bir deyişle yerkürenin canlı barındıran herhangi bir dilimidir.
Ekosistemin Elemanları: Ekosistemi oluşturan varlıklar 4 ana grupta toplanır.
• Cansız elemanlar: Ekosistemde yer alan toprak, su, mineraller ve ölmüş canlıların
kalıntılarıdır.
• Üreticiler : Organik madde üreten(fotosentez yoluyla) yeşil bitkiler, asıl üreticileri oluşturur.
• Tüketiciler: Bitkileri yiyenler(otoburlar) ve hayvanları yiyenler(etoburlar) canlılar
kendi besinlerini kendileri yapmazlar(heterotrof beslenme). • Ayrıştırıcılar: Ölmüş canlı ortakları üzerinde beslenirler. Yani heteretrof canlılardır.
Gereksinim duydukları enerjiyi ayrıştırma sırasında elde ederler. Bakteri ve mantarlar bu grubun asıl elemanlarıdır. Artık maddelerin bu canlılar tarafından ayrıştırılmasıyla bu artıkların bünyesindeki organik maddeler tekrar madde siklusuna sokulmuş olur. Başka bir deyişle ekosistemden organik madde kaybına engel olurlar. Bu nedenle önemleri büyüktür.
Ekosistemin Elemanları ve Besin Zinciri:
Ekosistemin Sınırları:
• Ekosistem bir doğa parçası olduğu için açık bir sistemdir ve sınırları amaca göre değişir. Genel olarak üst ve alt sınırı atmosfer tabakası ve yer kabuğu oluşturur.
• Yatay sınırlar ise amaca göre değişir. Bir akvaryum, göl, vadi, orman kendi sınırları içinde değişik ekosistemleri oluşturur. Ancak bu yatay sınırları saptamakta değişik görüşler ileri sürülmektedir. Bazı araştırmacılara göre arazinin topoğrafik yapısı, bazılarına göre de ekosistemdeki girdi-çıktılar yönünden olan farklar ölçü olarak alınmaktadır.
• Yapay ekosistemler hariç, doğal sistemlerde kesin bir sınır koymak oldukça güçtür. Gepel(1976), orman ekosisteminin sınırlarının saptanmasında ağaç türü, topoğrafya, mikroklima ve toprak yapımı gibi göz önünde tutulması gerektiğini belirtmiştir.
• Genel olarak ekosistem sınırlarını, vejetasyon türünün yayılma sınırı ya da doğal arazi yapısı oluşturmaktadır.
Ekosistem Çeşitleri
• Çevredeki fiziki değişikliğe bağlı olarak ekosistemler de çeşitlilik gösterirler. Yerkürede 2 temel ekosistem çeşidi bulunmaktadır.
1-Terrestrial (karasal) Ekosistemler
2-Akuatik (sucul) Ekosistemler
Ekosistemler büyüklük bakımından da sınıflandırılabilir:
1) Mikro ekosistem: Havuz, akvaryum, çayır gibi küçük ekosistemlerdir. 2) Makro ekosistem: Orman, göl, okyanus, kıta gibi büyük alanlar içerir. İnsan müdahalesi olup olmamasına göre ekosistemler 2’ye ayrılır: 1) Yapay Ekosistem : İnsan eliyle oluşturulan ekosistemlerdir. Örneğin
akvaryum, havuz, baraj, ağaçlandırma alanları gibi.. 2) Doğal Ekosistem : İnsan müdahalesi olmadan doğada kendiliğinden
oluşmuş bulunan ekosistemlerdir. Orman, çayır, çöl, step ekosistemleri gibi..
Ekosistemin Girdi ve Çıktıları : • Bir ekosistem sürekli olarak aynı kalmaz, zamanla bir değişime uğrar. Zira
bir ekosistem çevreye madde alışverişiyle bağlanma durumundadır.
• Madde ve enerji bir ekosisteme gazlar, inorganik maddeler, organik maddeler ve güneş enerjisi halinde girip çıkar. Bu girdi ve çıktıları kaynaklarına göre şu şekilde sınıflandırabiliriz:
Girdiler Çıktılar 1-Meteorolojik girdiler 2-Biyolojik girdiler 3-Jeolojik girdiler
Madde döngüleri
• Tüm canlılar dünyanın yüzeyinde ya da yüzeye çok yakın ince bir toprak katmanında yaşarlar ve güneş enerjisinin dışındaki gereksinimlerini bu katmanın içerdiği kaynaklardan karşılar.
• Eğer yaşamın sürmesi için gerekli olan su, oksijen ve diğer maddeler sadece bir tek kez kullanılsaydı, şimdiye kadar hepsi çoktan tükenmiş olurdu.
• Doğanın tüm işlevlerinin çevrimler halinde düzenlenmiş olması bu işlevlerin sonsuza dek yinelenmesini sağlamaktır.
• Hava, su, toprak, bitkiler ve hayvanlar arasında sürekli bir alışveriş olması yeryüzünün tüm zenginliklerinin tekrar tekrar kullanılabilmesine ve böylelikle yaşamın sürmesine olanak verir
Su Döngüsü
• Yeryüzündeki suların buharlaşarak bulutu oluşturması ve sonra da yağış halinde yeryüzüne dönmesi olayına suyun döngüsü denir.
Su Döngüsü
• Çok büyük miktarda suyun hidrosfer, atmosfer ve litosfer boyunca dolaşımı su döngüsünü meydana getirir. Bulutlar ve su buharı, yerkürenin yüzeyinden buharlaştıktan sonra atmosfere geçen suyun yeniden dağılımını sağlar. Bu suyun çoğu okyanusların yüzeyinden buharlaşma (evaporasyon) ile gelir, ancak büyük miktarlarda su ayrıca evapotranspirasyon (toprak ve yapraklardan buharlaşmayla su kaybı) yoluyla da buharlaşır.
• Yaprak örtüsünden buharlaşma, bitki sirkülasyonunu ve soğumasını yürütür (transpirasyon). Bu süreçler için gerekli enerji doğrudan ya da dolaylı olarak güneş ışınımından gelmektedir. Yüzeye yağmur ve kar olarak dönen su, bitkiler ve hayvanlar tarafından alınır, topraktan süzülerek yer altı sularına karışır, ya da akarsulara, nehirlere ve göllere doğru akar. En sonunda, bu suyun tümü denize ya da atmosfere tekrar katılır ve döngü bu şekilde devam eder.
• Su döngüsü bölgesel iklimleri değiştiren temel bir faktördür ve bir ekosistemdeki
besin maddeleri ve kirleticiler gibi çözülebilir maddeleri taşıyabilme yeteneğinden ötürü önemlidir. Su, ayrıca tüm yaşam formları için vazgeçilmez olmasından dolayı da son derece önemlidir.
Karbon (C) Döngüsü
Karbon (C) Döngüsü • Yaşamın tümü karbon kimyası üzerine kurulmuştur. Atmosferdeki karbondioksit gazı (yaklaşık
%0.03) ve sudaki çözünmüş bikarbonat ve karbonat iyonları, inorganik karbonun ana depolarını oluşturur.
• Üretici bitkiler, havadan aldığı CO2’i fotosentezle işleyerek bol karbonlu besinler haline dönüştürür. Bu arada oksijeni atmosfere verir.
• Bitkiler ürettikleriyle, besin zincirindeki tüketicilere besin kaynağı olurlar. Böylece bol karbonlu besinler ve oksijen tüketicilerce alınır.
• Tüketiciler besinleri oksijen ile yakarak solunum sonucunda karbonu CO2 şeklinde atarlar.
• Havadaki CO2 tekrar üreticiler tarafından kullanılır.
• Ayrıca karbon içeren ölü maddeler ve atıklar, ayrıştırıcılar tarafından besin olarak kullanıldıktan sonra CO2 gazı şeklinde atılırlar. Böylece CO2 ve oksijen döngüsü tamamlanmış olur.
• Fosil yakıtlarda (petrol, kömür ve doğalgaz) ve odunda bağlanan organik karbon, zamanımızda yakılmakta ve atmosfere karbondioksit olarak giderek artan hızlarda geri dönmektedir (küresel ısınma).
Oksijen (O) Döngüsü
• Atmosferik oksijen (%20) iki ana kaynaktan gelmektedir. Çoğu fotosentezden, az miktarda da su moleküllerinin üst atmosfer katlarında ayrışmasından gelir.
• Atmosferik oksijen seviyeleri, oksijen kullanımı (temel olarak solunum) ve oksijen üretimi (temel olarak fotosentez) arasında bir dengededir. Bundan dolayı, dünyanın büyük ormanları ve sucul fitoplanktonlar çok önemlidir,.
• Oksijen, atmosferin dış katlarında ozon (O3) olarak bulunur. Yaşamsal ozon tabakası Yerküre’yi sarar ve mor ötesi ışığın (UV) mutajen ve karsinojen etkilerinden yüzeyi korur. UV’den korunma, UV’nin ozonla etkileşimi sonucunda olur, UV şu şekilde ısı halinde dağılır:
UV + O3 O + O2 O3 + ısı • Kloroflorokarbonlar (CFC) ve azot oksitler gibi kirleticiler tarafından ozon
tabakasının yıkımı, gezegenin yaşam formları için büyük öneme sahiptir. Bunun insan populasyonları üzerine etkisi de deri kanseri gibi hastalıklarda artış şeklinde ortaya çıkmaktadır.
Azot (N) Döngüsü
• Azot, Yerküre’nin atmosferinin neredeyse %80’ini oluşturan, kimyasal olarak inaktif bir gazdır. Proteinler ve nükleik asitler gibi çoğu biyomolekülün yapısına girdiğinden yaşamsal öneme sahiptir.
• Ancak, azotun gaz molekülü çok kararlıdır ve çoğu organizma tarafından kullanılabilmesi için önce dönüşüm geçirmesi gereklidir. Sadece birkaç bakteri ve siyanobakteri (cyanobacteria) türü, yüksek miktarda enerji gerektiren bir süreçle azot gazını biyolojik olarak kullanışlı forma dönüştürebilmektedir
• Bundan dolayı, atmosferik bolluğuna rağmen, biyolojik olarak kullanılabilir azot sıklıkla çok azdır ve çoğu kez bir ekosistemdeki sınırlayıcı faktörlerden birisidir.
• Biyolojik maddelerin yapısına girdiğinde, geri dönüşümü mikrobik bozunma süreçlerine bağımlıdır. Azot döngüsünde beş temel adım vardır.
Azot Döngüsü
• Biyolojik azot fiksasyonu: gaz halindeki azotun nitrojenaz adı verilen ve sadece oksijensiz koşullarda çalışan bir enzim kullanılarak yüksek miktarlarda enerji harcanarak amonyağa dönüşümü. Bu yetenek sadece bazı toprak ve sucul bakterilerde ve siyanobakterilerde mevcuttur.
• Nitrifikasyon: amonyağın toprak bakterileri tarafından nitrata dönüşümü. İlk önce Nitrosomonas ve Nitrococcus türleri amonyağı nitrite dönüştürür, daha sonra Nitrobakter nitriti nitrata yükseltger. Bu süreç sırasında enerji açığa çıkar.
• Özümseme: nitratın ve/veya amonyağın birincil üreticiler tarafından alınması ve bitki proteinleri ve nükleik asitleriyle birleşmesi. Bu maddeler, daha sonra besin zinciri boyunca her bir trofik seviyede sindirme yoluyla yine özümsenir.
• Amonifikasyon: organizmaların azot içeren atık ürünlerinin, toprakta ve sucul ortamda bulunan amonifikasyon bakterileri tarafından amonyağa ayrıştırılması. Bu amonyak nitrifikasyon ve özümseme için hazır haldedir.
• Denitrifikasyon: nitratın kullanılamayan gaz haldeki azota indirgenmesi. Çok masraflı olmayan fakat biyolojik olarak aktif azotun sürekli ve önemli bir miktarda kaybını içeren bu süreci anaerobik denitrifiye edici bakteriler yürütür.
Azot Döngüsü
Ekosistemde Doğal Kaynaklar : Bir ekosistemin doğal kaynakları tükenebilirliklerine ve
yenilenebilirliklerine göre şu şekilde sınıflandırılabilir: 1-Tükenmeyen kaynaklar : Hava, su, güneş enerjisi, taş, kaya vs.. 2-Tükenebilen fakat yenilenebilen kaynaklar : Kullanılan su, bitkiler,
hayvanlar, imar populasyonları, toprakaltındaki bazı mineraller, O2 ve CO2 gazları.
3-Tükenebilen ve yenilenemeyen kaynaklar : Toprak, bazı toprak
mineralleri, yer altı su kaynakları, bazı özel ekosistem tipleri.
Ekosistemle İlgili Temel Kavramlar :
• Çevre : Bir canlıya etki eden dış kaynaklı varlıkların ve koşulların toplamıdır.
• Biojeozenöz : Bazı araştırıcılar tarafından ekosistem anlamında kullanılır.
• Biyom (Biome) : Ekosistem çeşitlerinden her biridir. Her biyomun kendine özgü bir iklimi, hayvan ve bitki populasyonları vardır. Yer küre üzerinde 8 büyük biyom çeşidi bulunmaktadır:
Biyomlar (karasal)
1-Tundra(Alpin, Arktik)
Biyomlar
2- İğne Yapraklı Ormanlar (Taygalar)
Biyomlar
3- Geniş Yapraklı Ormanlar
Biyomlar
4- Herdemyeşil Ormanlar (Akdeniz)
Biyomlar
5- Ilıman bölge çayırları (bozkırlar)
Biyomlar
6-Savanlar
Biyomlar
7) Çöller
Biyomlar
8) Yağmur Ormanları
Bir çok araştırıcı biyom yerine “önemli hayat zonları” terimini de kullanmaktadır.
Ekosistemle İlgili Temel Kavramlar
Ekotop : Toprak, su ve hava gibi elemanların oluşturduğu cansız sistemdir. Ekoton : Birbirinden farklı 2 bitki birliği veya vejetasyonu arasındaki geçiş zonudur. Bu
geçiş zonunda her iki vejetasyon tipine ait örnekler bulunur. Step, orman geçiş sahasında olduğu gibi genellikle vejetasyon tipleri, hiçbir zaman bıçak gibi kesilip başka bir vejetasyon tipine dönüşmez.
Biomass : Bir ekosistemdeki tüm canlı organizmaların birim alandaki toplam ağırlığıdır.
Yaş ağırlık veya kuru ağırlık olarak gösterilir. Bazı durumlarda bir ekosistemin(örneğin çayır) verimliliğinin ölçüsü olarak kullanılır.
Habitat : Bir canlı türünü barındıran, kendine özgü özellikleri olan yaşama ortamıdır.
Bazı araştırıcılar bunun yerine biyotop terimini kullanırlar. Biyotop daha geniş anlamda, sinekolojik anlamda kullanılır. Habitat ise çoğu kez dar anlamda (otoekolojik) kullanılır .
Ekosistemle İlgili Temel Kavramlar
Ekolojik niş : Bir canlının bulunduğu habitattaki yaşayış şekliyle, habitatı kullanış şekli ve bu habitatta benimsediği davranış biçimidir. İş.
• Her bitki türü bulunduğu birlik içinde kendine göre bir yaşam tarzı gösterir ve
böylece birlik içindeki bireyler arasındaki rekabet en az seviyeye iner. • Başka bir deyişle bitki türleri kendilerine özgü olan ekolojik nişleriyle çevre
faktörlerinden azami derecede yararlanarak bulundukları ekosisteme adaptasyon gösterirler.
• Örneğin bazı bitkilerin kökleri yüzeysel, bazılarının ise derinlere inen kazık kök halindedir. Bazılarının kökü ise orta uzunluktadır. Bu durumda kökleri farklı uzunlukta olan bu bitkiler arasında toprak suyunu kullanma bakımından herhangi bir çekişme de yoktur.
• Şayet bu bitkinin ekolojik nişleri aynı olsaydı, o zaman büyük bir çekişme olacaktı ve bunda başarı sağlayanlar baskın duruma geçecekti.
• Diğer bir örnek de şu olabilir; kapalı bir ormanın alt katında yaşayan otsu bitki şayet gölge bitkisi değilse orman ağaçları yapraklanıp, gölge yapmadan gelişimini tamamlamak zorundadır. Nitekim bu tip bitkiler bahar sonlarına doğru çiçeklenip tohuma geçmiş olurlar ve gölgeli olan devreyi tohumlarıyla geçirirler.
Ekosistemle İlgili Temel Kavramlar
• Klimax (Climax) : Vejetasyonun gelişiminde son safhadır.Bu safhada
vejetasyon çevresiyle dengeye erişmiş durumdadır.
Örnek: Gelişim Suda başlar.
CharaNymphaTyphaCarexSalixNemli ÇayırOrman
Ekosistemle İlgili Temel Kavramlar
• Süksesyon (Yer-Alım) : Yer hareketleri, kıvrımlar, püskürmeler, su altında kalmalar, erozyon, yangın ve biyotik faktörlerle bir alandaki klimaxın ortadan kalkıp zamanla bu yerde başka klimax oluşturması olayıdır.
• Bu olayla değişen çevre şartlarına göre yeni bir kommünite
ortaya çıkmış olur. Bu kommüniteye sekonder kommünite denir. Bu olay oluşurken 2 klimax arasında sırayla oluşan kommünitelerden her birine de seral kommünite denir.
• Doğal afetlerle ya da başka nedenlerle bitki örtüsü tümüyle
tahrip olan bir alana ilk yerleşen kommüniteye de öncü kommünite denir.
Minimum Yasası: • Liebig tarafından 1840 yılında ortaya atılmıştır. Tarım bitkilerinde toprakta bol
olarak bulunan maddelerin değil, az olarak bulunan maddelerin sınırlama yapabileceğini düşünmüş ve bu hipotezini çeşitli deneylerle ispat etmiştir.
Örneğin Geranium bitkisinin optimum büyümesi için 100 birim su, 1 birim K ve 1 birim Na gerekmektedir. Biz burada suyu 10 misli artırıp 1000 birim yapsak bile bitki sudan yine eskisi gibi yararlanacaktır.
Yani miktarı az olan elementin sınırlayıcı etkisi söz konusudur. Diğer bir örnek olarak bor elementi verilebilir. Bitki gelişimi için çok düşük konsantrasyonları yeterli olan, yani minimum element olan bor, toprakta bulunmadığı zaman, diğer elementlerin miktarı ne kadar artırılırsa artırılsın, bitkinin büyümesi durur.
• Minimum sınırlaması olduğu gibi, bitkilerde ayrıca maksimum sınırlaması da
görülmektedir. Bu kavram ilk olarak 1905 yılında Blackman tarafından ortaya atılmıştır.
Tolerans Kuralı : • 1913 yılında Shelford tarafından ortaya atılmıştır. Buna göre bitkilerin
çevresel etmenlere adaptasyonunda minimum ve maksimum olmak üzere 2 tolerans sınırı bulunmaktadır. Minimumun altındaki ve maksimumun üstündeki miktarlar bitki için sınırlayıcı olmaktadır. Bu min ve max arasındaki sınır ne kadar geniş ise bitki yayılışı o kadar geniş ve ne kadar dar ise o kadar sınırlı bir yayılış ortaya çıkar.
Yasanın diğer kuralları: -Bir etmene karşı geniş toleransı olan bir bitki başka bir etmene karşı dar
toleranslı olabilir. -Uygun olmayan durumdaki etmen, bitkinin diğer etmenlere olan toleransını
da değiştirebilir. Örneğin azot değişikliği kuraklığa dayanıklılığı da azaltır.
• Konvergensi : Belli bir iklim havzasında yetişen, belli bir yöreye ait tipik bitkiler bu havzanın dışındaki başka alanlarda da yetiştirilebilir ve oluşturduğu fizyonomi aynıdır. Örneğin Akdeniz havzasındaki maki bitki örtüsü bu kazanın dışında Kaliforniya, Şili ve Güney Avusturalya’da da görülür. Vejetasyonun dış görünüşü aynıdır(her dem yeşil, kserofit, sarımsı,derimsi yapraklı).
• Divergensi : Konvergensinin karşıtıdır. Fakat burada sadece habitat farklıdır. Örneğin İsveçli Turesson, Plantago maritimo
bitkisinin kıyıdaki tuzlu bataklıklarda çok iyi geliştiğini,fakat aynı bitkinin yamaçlarda ise kısa boylu, sürünücü olduğunu gözledi.
Acaba farklılık genetik yapıdan mı, yoksa çevre şartlarından mı kaynaklanıyordur? Bunu anlamak için her iki populasyon aynı bahçede yetiştirilmelidir. Sonuçta her
populasyonun kendi morfolojik özelliğinde geliştiğini gördü, yani türler genetik olarak biraz farklılaşmıştır. İşte genetik olarak farklılaşan aynı türün değişik populasyonlarına ekotip denmektedir. Ekotipler; coğrafik, ekolojik ve üreme açısından izole olmuş olabilir. Bunları giderek ayrı bir tek tür haline dönüşürler.
Yani kısa boylu ve sürünücü olanlar yamaçlarda daha çok hayatta kalırlar ve onların
genleri gelecek kuşaklara aktarılır. Git gide türler birbirinden farklılaşır.
EKOLOJİK FAKTÖRLERE GENEL BAKIŞ
Canlıları, hayat sürelerinin herhangi bir evresinde doğrudan etkileyen etmenlere çevre faktörleri ya da ekolojik faktörler denir. Bu faktörler kaynaklarına göre şu şekilde sınıflandırılabilir:
1-İklimsel Etmenler : Sıcaklık, yağış, nem, rüzgar, ışık, radyasyon, atmosferik gazlar
2-Topoğrafik Etmenler : Arazinin denizden yüksekliği, eğimi, bakısı.
3-Edafik Etmenler (Topraksal Etmenler ): Toprağın fiziksel ve kimyasal özellikleri, ana kaya, toprak suyu, mineralleri, organizmaları, diğer kimyasal maddeler.
Buraya kadar olan 3 etmene cansız (abiyotik) etmenler denir.
4-Biyotik (Dirimsel) Etmenler : Yeşil bitkiler, insanlar, hayvanlar, bakteriler, mantarlar, simbiyontlar, parazitler.
Çevresel etmenler bu şekilde sınıflandırılmasına rağmen aralarında kesin bir sınır yoktur. Yani bu etmenler canlıya tek tek değil toplu olarak bir etkide bulunurlar. Örneğin sıcaklık, yağış ve nem birbirine bağlı etmenlerdir. Bu etmenlerden birinde olan değişim diğer etmenleri de etkiler. Örneğin yağış atmosfer nemini, toprak atmosferini, toprak atmosferi içindeki mikroorganizmaları ve mineral maddeleri, bunlar da bitki gelişimini etkiler. Yani çevre faktörlerinin birisi diğerlerinden soyutlanamaz. Bir etmenin etkisini düşünürken, diğer etmenleri de göz önünde tutmak gerekir.
Çevresel etmenlerin bitkiler üzerine olan genel etkileri şunlardır:
1-Bitkilerin büyüme, çiçek açma ve tohum verme zamanlarının başlamasında ve durmasında diğer metabolik faaliyetlerin yürümesinde
2-Bitkilerin uyum yapabilmeleri için yeni değişim ve tiplerin ortaya çıkmasında
3-Bitkiler arasındaki rekabetin yönlendirilmesinde
4-Türlerin yayılış alanlarının genişlemesinde ve daralmasında veya ortadan kalkmasında etkilidirler
• EKOLOJİK FAKTÖRLER
Bitkiler ve Sıcaklık Etmeni
• Isı bir enerji çeşidi, sıcaklık ise bu enerjinin bir ölçüsüdür. Bitkilerdeki ısı enerjisinin asıl kaynağı güneşten gelen radyasyon(ışıma) enerjisidir.
• Bu enerjinin büyük bir kısmı atmosferdeki moleküller tarafından emilir, bir bölümü geri yansır, bir kısmı ısı enerjisi olarak emilir, geri kalan kısmı da fotosentezde enerji kaynağı olarak kullanılır.
• Atmosfer olmasa idi. Bize gelen güneş ışınları çok daha şiddetli ve öldürücü olurdu.
Bitki organları tarafından emilen ışık enerjisi miktarı şu faktörlere göre değişir:
1-Yaprağın klorofilinde yer alan pigment sistemlerine
2-Bitkinin morfolojik özelliklerine
3-Yaprağın, güneşe yönelme açısına
4-Yaprağın güneş enerjisini emme ve yansıtma özelliklerine
• Güneşten gelen ısı enerjisi, bitki tarafından absorblanır ve onun ısısını yükseltir. Böylece metabolik olayların randımanlı yürümesi sağlanmış olur.
• Düşük ısılarda, bitkinin metabolik faaliyetleri yavaşlar ya da tamamen durur. Isı enerjisinin çok fazla absorblanması durumunda ise bitkinin su dengesi bozulmuş olacağından bitki hayatiyetini kaybeder.
• Bitkiler için optimum olan sıcaklık derecesi 10-40 derece arasındadır. Bunun dışındaki dereceler bitki için zararlı olmaktadır.
• Bitkilerde fazla ısıyı bir miktar da olsa önleyici bazı mekanizmalar vardır. Bunlar, gelen enerjinin bir kısmının geri yansıtılması, bir kısmının yayılma yoluyla çevreye verilmesi, diğer kısmının da terleme sırasında harcanmasıdır.
IŞIK KALİTESİ • Güneş ışınları, boyları farklı dalgalar halinde yeryüzüne ulaşır.
• Bu dalga boylan mikron (m), angstrom (A°) veya nanometre (nm) ölçü birimindedir.
• 10 Angstrom=l milimikron=1 nanometre=1×10−9 m (Bir milimetrenin milyonda biridir.)
• Yeryüzüne ulaşan ışık, dalga boylarına göre 3 ana gruba ayrılır:
-Ultraviyole(=morötesi)ışınlar.
-Görünür ışık
-Infrared(=kızılötesi) ışınlar
• Genel olarak 400-700 nm dalga boylan arasında değişen ışınlar görünür ışık olarak adlandırılır. 400 nm den daha kısa dalga boylu ışınlar morötesi (ultraviyole); 700 nm den uzun olanlar ise kızılötesi (infrared) olarak tanımlanır,
• Yeryüzüne ulaşan ışığın % 39’u görünür ışık, % 60'ı kızılötesi ve % l'i ise morötesi olduğu kabul edilir.
• Kızılötesi ışınların etkisi kesin olarak bilinmemektedir. Genel olarak bitkiler tarafından ısıya dönüştürüldükleri kabul edilir. 800-700 nm dalga boyundaki ışınlar bitkilerin uzaması, fotoperiyot ve çimlenme üzerine etkilidir. Bu ışınlar hayvanların vücutlarında ısı meydana getirmekte ve kan dolaşımını artırmaktadır.
Görünür Işık Dalga Boylarına Göre Altı Bant
Halinde İncelenir
*700-610 nm dalga boyundaki ışınlar phytochrome
sistemde kırmızı renk etkisi yaparlar ve
fotosentezde en etkili banttır.
*610-590 nm arasındaki bant portakal renkli
ışındır. Kırmızı ışınlardan sonra fotosentezde en
etkili 2. Bant olarak kabul edilir.
*590-570 nm arasındaki sarı ışınlar ile 570-500
nm arasındaki yeşil ışınların fotosentezdeki
etkinliği zayıftır.
*Dalga boyları 500-450 nm arasında değişen mavi
ışınlar ile 450-400 nm arasındaki mor ışınlar
fotosentez üzerine oldukça etkili bantlardır.
Morötesi ışınların canlılar üzerine zararlı etkileri vardır.
Morötesi ışınlar dalga boylarına göre üçe ayrılır:
Ultraviyole A: Dalga boyları 400-315 nm arasındaki
ışınlardır. Bitkileri bodurlaştırır, boğum aralarını
kısaltır, yaprakları kalınlaştırır.
Ultraviyole B: dalga boyları 315-280' nm arasındaki
ışınlardır. Hemen tüm canlılar için zararlıdır.
Ultraviyole C: Dalga boyları 280 nm den kısa olan ışınlardır.Tüm canlılar için zararlıdır
Bodur alpin dağ bitkileri
Sıcaklığın Yerel Değişimi
• Sıcaklık, zamana, mevsime ve klimatolojik faktörlere göre değişebildiği gibi, bir ekosistemde o ekosistemin yapısına göre bir yerden başka bir yere göre de değişir. Bu değişime neden olan etkenler şunlardır:
1- Üst toprak yüzeyinin kompozisyonu ve rengi : Açık renkli topraklar gelen ışığın
çoğunu yansıttığından sıcaklıkları koyu renkli topraklara nazaran daha azdır. Ancak toprak yüzeyinin hemen üzerindeki hava tabakasının sıcaklığı açık renkli topraklarda daha fazladır.
2-Toprağın su kapsamı : Toprağın kapsamı ne kadar fazla olursa ısı değişimi o kadar az
olur. Zira suyun ısınması ve soğuması daha geç olur. 3-Bitki örtüsü: Bitki örtüsü altında bulunan alanlar çok az güneş ışını alacağından bu
alanların ısısı açık alanlara oranla daha azdır. 4-Kar örtüsü : Toprak üzerindeki kar örtüsü ısı kaybını önler ve ayrıca toprağın çabuk
ısınıp yarılmasına engel olur. Bu iki durumda da genç fideler kış şartlarını zararsız olarak atlatırlar.
5-Şehirler arası mikroklima : • Özellikle sanayinin yoğun olduğu büyük şehirler üzerindeki toz
partikül ve gazlar yönünden zengin hava tabakası ısı bakımından bir çeşit izolasyon yapmakta atmosferdeki bu maddeler güneş ışığının bir kısmını geri yansıttığı gibi şehirden yükselen ışığı da korumaktadır.
• Bu durumda şehir üzerlerinde ısı değişimi diğer kırsal kesimlere göre daha az olmaktadır. Diğer şartların da uygun olması durumunda bu alanlarda bitki gelişimi daha iyi olabilmektedir.
• Bu durum dünya çapında olduğunda küresel ısınmanın önü aılmış
olunuyor.
6-Arazi yönü, eğim derecesi ve enlemi: Kuzey yarım kürede güneye bakan yamaçlar, kuzeye bakan yamaçlardan daha sıcaktır. Ekvatora doğru gidildikçe güneş ışını daha dik geleceğinden sıcaklık da güney enlemlerinde daha fazladır. Eğim derecesi arttıkça toprak sıcaklığı da azalır. Zira güneş ışını daha eğik gelir.
7-Denizden yükseklik : Denizden yükseklik arttıkça sıcaklık da azalır. Genellikle her 1000m.de ısı 5,5 derece düşer.
8-Kara ve suların dağılışı : Gece gündüz ve mevsimsel sıcaklık farkları denize yakın olan yerlerde daha azdır. Zira bu alanlarda atmosferdeki nem miktarı fazla olduğunda kaçan ısı önleneceği gibi fazla ısınma da engellenir. Bu yüzden denizden çok uzak olan kesimlerde karalar çabuk ısınıp sabah soğuduğundan tipik bir kara iklimi söz konusudur ve ısı farkları çok fazladır ( çöllerde olduğu gibi).
9- Deniz ve okyanus akıntıları : Gulf Stream Akıntısı Norveç’in batı ve kıyı batı kesimlerinin iklimini aynı enlem derecesindeki diğer bölgelerden daha sıcak yapar. Bunun tersine, Kuzey buz denizinden gelen soğuk su akıntısı da Labrador ve Kuzey Doğu Kanada’yı daha soğuk yapar.
10- Hava hareketlerinin yönü : Genel olarak kuzeyden gelen rüzgarlar güneyden gelene; dağ yönünden gelen rüzgarlar ise ve yönünden gelen rüzgarlara oranla daha soğuktur.
Doğu-Batı yönünde uzanan dağların güneye bakan yamaçlarının daha sıcak olmasının nedeni hem daha fazla güneş görmesinden, hem de soğuk kuzey rüzgarlarının engellenmesinden ileri gelir.
BİTKİLERDE SICAKLIĞIN ÖNEMİ (vize)
Bitkilerde sıcaklık şu metabolik olaylar için gereklidir: 1- Kimyasal reaksiyonlar: Enzimler uygun ısılarda(10-30 derece
arasında) randımanlı olarak çalışabilir. 2- Gazların çözünebilirliği : Orta ve düşük sıcaklıklarda CO2 ve O2 Daha
fazla çözünür. Karbonhidratların depolanması ve iletilmesi hızlanır. CO2 artması ayrıca hücre asitliğini artırır ve topraktan besin alınımı hızlanır.
3- Minerallerin alınması : Düşük ısılarda aktif taşımayla mineral alınması
durur. Ayrıca mineraller kil partiküllerine daha sıkı bağlanır. 4- Suyun topraktan alınması :Düşük sıcaklıklarda bitki kökleriyle su
alınması güçleşir. Zira su moleküllerinin adezyon kuvveti(yapışkanlığı) artar.
Bitkilerin Yüksek Sıcaklığa Adaptasyonu
Bitkiler ekstrem sıcaklıklara karşı morfolojik ve fizyolojik uyum mekanizmaları geliştirmişlerdir. Bu mekanizmalar;
1- Yaprakların yön değiştirmesi ve diziliş şekilleri: Işınlar yaprağa ne kadar dik gelirse o kadar fazla ısınır.Bu nedenle aşırı sıcaklık durumlarında yapraklar ışını mümkün olduğu kadar eğik almaya çalışırlar. Örneğin 10 derecelik bir eğilmede ısı %15 azalır.
2- Renk: Açık renkler ışığın çoğunu geri
yansıttığı için, koyu yapraklara göre daha az ısınırlar.Bu nedenle sıcaklığın çok fazla olduğu durumlarda, step veya çöllerde, bitki üzerinde bol miktarda beyaz tüy bulunur. Tüyü olmayanlarda ise yaprak rengi daha açıktır.
3- Kutikula tabakası: Bir çok çöl bitkisinde
bitkinin yüzeye yakın kısımlarında bulunan iyi gelişmiş kutikula tabakası, fazla ışığı hem yansıtır, hem de alt tabakalara geçirmez.
Bitkilerin Yüksek Sıcaklığa Adaptasyonu
4- Yaprak tüyleri: Hem yaprağa gölge yaparlar, hem de ısıyı emerler. Ayrıca iletim yoluyla ısının dağıtılmasında yüzey genişliği sağlarlar (Salvia türleri).
5- Terleme: Fazla ısı suyun buhar
getirilmesinde enerji olarak harcanır. Ayrıca buharlaşmayla çevre atmosferinin nisbi nemi artar ve bu da ısıyı azaltır.
6- Protoplazmadaki su miktarı:
Protoplazmadaki su miktarı ne kadar az ise bitki o kadar fazla ısıya dayanabilir, zira bu durumda hidrojen molekülleri proteine daha sıkı bağlanırlar. Örneğin likenler 70 derece ısıya kadar dayanabilirler.
7- Derine giden kök sistemi: Çok kurak ve
sıcak bölgelerde yetişen bitkiler genellikle çok derine inebilen bir kazık köke sahiptir. Taban suyuna kadar inen bu kök sistemiyle suya ulaşırlar (okaliptus).
Yüksek Sıcaklığın Yol Açtığı Zararlar
1-Klorozis (Yaprak Sararması) : Kloroplast parçalanır, sarı ve turuncu renk maddeleri oluşur, sonra yaprak solar ve ölür.
2-Yaprak kavrulması (Su kaybına bağlı olarak)
3-Gövde bükülmesi: Özellikle genç fidelerde görülür. Çok fazla toprak yüzeyi ısısı gövdenin yüzeye yakın olan kesiminde kambiyuma zarar verdiğinden fide bükülür.
4-Gövde kabuğu yanması: İnce kabuklu ağaçlarda kış aylarında ısının sürekli emilmesi sonucu kambiyumda ısı çok yükselir. Örneğin şeftali bitkisinde hava sıcaklığı sıfırın altında olmasına rağmen, kambiyum 30 dereceyi bulmuştur. Bu şekildeki ani yükselmeler kambiyumun ölmesine ve giderek kabuğun yarılmasına yol açar.
Prunus persica
Bitki yüksek ısıdan zarar gördüğü gibi düşük ısılardan da etkilenir
• Bitkinin dışarı verdiği ısının aldığı ısıdan fazla
olması durumu • Bitkinin dışa olan ısı kaybı ya radyasyon ya da
iletim(conduction) yoluyla • Dış yüzeydeki yapraklar özellikle geceleyin
radyasyonla çok ısı yayar. • Böyle durumlarda yaprak ısısı hava sıcaklığından 6
derece daha az olabilir. • İletim yoluyla ısı kaybı ise, bitkinin çevresi
soğuduğu zaman olur. Bu tip ani ısı kayıpları bitkinin donmasına yol açar.
Isı kaybı: radyasyon ve iletim yoluyla
BİTKİLER YÜKSEK SICAKLIĞA ADAPTASYON GÖSTERDİKLERİ GİBİ, DÜŞÜK SICAKLIKLARA KARŞI DA BAZI ÖNLEYİCİ MEKANİZMALAR GELİŞTİRMİŞLERDİR. DÜŞÜK SICAKLIK ZARARLARINA ETKİ EDEN BU FAKTÖRLER
ŞUNLARDIR:
1-Hardening Olayı (Dayanıklılık Kazanma) : Eğer sıcaklık azalması ani değil de yavaş yavaş olmuşsa bitki soğuğa karşı geçici bir dirençlilik kazanır. Bu olaya Hardening olayı denir.
• Hücre zarının geçirgenliği artar, hücreler arası boşluktaki madde geçişi ile hücre özsuyundaki şeker ve protein miktarının artmasına yol açar (antifiriz).
• Protoplazmanın yoğunluğunun bu şekilde artması donma derecesini düşürür.
• Böylece bitki soğuğa karşı koyabilir. Bu mekanizmayla bazı çamların –90 dereceye, hatta bazı Sibirya Karaağaçlarının –196 dereceye kadar dayandıkları saptanmıştır.
Düşük Sıcaklığa Karşı Adaptasyon
2-Bitkinin Fizyolojik Durumu:
Bitkinin bol azot içeren hücreleri ince hücre duvarına sahip olduğundan ve daha büyük olduğundan soğuğa karşı duyarlıdır.
Az azot içeren hücreler ise daha dayanıklıdır. Fazla karbonhidrat içeren hücreler de soğuğa daha dayanıklıdır.
Düşük Sıcaklığa Karşı Adaptasyon 3-Yaş: Genç organlar, yaşlı organlardan daha duyarlı 4-Toprak nemi: Nemli ve ıslak toprakta yetişen bitkiler, kuru
yerlerde yetişen bitkilerden daha fazla zarar görürler (suyun soğuğu tutma kapasitesi).
5-Mevsim: Düşük sıcaklığın ortaya çıktığı mevsime bağlı
olarak zarar değişir. Örneğin kış soğuğuna dayanıklı olan bir bitki , Nisan ve Mayıs aylarında görülen düşük sıcaklıklardan çok etkilenirler (Bademlerdeki bahar donları gibi).
• Sıcaklığın yıl içindeki dağılışı da bitkiler ve onların yayılışı üzerine etkilidir. Bitkinin hayatsal fonksiyonlarını tam olarak yapabilmesi için, belirli dönemlerde, belirli sıcaklığı almaları gerekir.
• Ilıman bölge bitkileri kış mevsimindeki düşük sıcaklıklara karşı koyabilmek için yapraklarını döker, yüzeyini küçültür. Bazı otsu bitkiler de toprak altı organlarıyla bu dönemi geçirirler.
• Diğer taraftan sıcaklığın yıl içinde düzgün olarak dağıldığı subtropik ve tropik kuşaklarda, kış döneminde sıcaklık fazla değişmediğinden ya da hiç değişmediğinden bu kuşakta yer alan bitkiler hiç yaprağını dökmeyen, her dem yeşil bitkilerdir. Bu şekilde sıcaklığın yıl içindeki dağılış tarzına göre yer yüzünde değişik flora kuşakları oluşmuştur.
Düşük Sıcaklığa Karşı Adaptasyon
Ilıman bölge bitkileri, sıcaklık etmeninin olumsuz etkisine uygun olarak Danimarkalı botanikçi Raunkier tarafından 5 gruba ayrılmıştır. RAUNKİER bu sınıflamada bitkilerin sürgün ve tomurcuklarını göz önünde tutmuştur. Hayat formları ya da vejetasyon formları adını alan bu gruplar şunlardır:
• Fanerofitler
• Kamefitler
• Hemikriptofitler
• Geofitler
• Terofitler
Fanerofitler
Kışı toprak üstündeki tomurcuk taşıyan sürgünleriyle geçiren bitkilerdir. Yaygın oldukları bölge tropikler ve subtropiklerdir. Pek azı soğuk iklime adapte olmuştur. Hepsi odunlu olan bu bitkiler 2 alt gruba ayrılır.
a- Megafanerofitler : Tüm ağaçlar bu gruba girer. Tomurcukları yerden 2m ya da daha yukarıdadır.
b- Nanofanerofitler : Tabandan itibaren dallanan, taç ve gövde kısımlarına ayrılmayan uzun ömürlü çalımsı bitkilerdir. Tomurcukları yerden 0.25- 2 m yukarıdadır.
Kamefitler (Yüzey Bitkileri)
Tomurcukları topraktan 30 cm kadar yukarıda olan kar örtüsü veya toprağa yakın mikroklima tarafından korunan bitkilerdir. Bodur, yastık teşkil eden çalılar, sürünücü gövdeli bitkiler, bodur sukkulentler bu gruba girer.
Sedum, Astragalus (Geven), Calluna vulgaris(süpürge otu), Acanthalimon (kar dikeni), Thymus gibi..
Sedum Calluna vulgaris
Acanthalimon Astragalus
Hemikriptofitler
• Kışı, toprağın hemen üstündeki tomurcuklarıyla geçiren bitkilerdir. Bu tomurcuklar toprak yüzeyindeki artık maddeler arasında korunur. Ilıman bölgelerdeki bitkilerin çoğu, hemen hemen yarısı bu tip bitkilerdir. Bu bitkilerin kök sistemleri canlı kalarak depo vazifesi görür. Bazıları şunlardır:
• Ranunculus repens, Fragaria
vesca, Verbascum türleri, Plantago türleri,Taraxacum türleri.
Geofitler
Kışlama organları toprak içinde olan bitkilerdir. Bu bitkiler, rizom, yumru, soğan, gibi organlarıyla kışı toprak içinde geçirirler.
İris (süsen), Crocus, Cyclamen, Orchis,Solanum tuberosum gibi..
Terofitler (Efemerler)
Bir yıllık bitkilerdir. Uygun olmayan dönemi tohumlarıyla toprakta geçirirler.
Bunlara efemer bitkiler de denir. Toprak üstü kısımları tamamen ölür.
Brassicaceae familyasının çoğu türü, Papaver türlerinin çoğu, Adonis, bazı Centaurea türleri.
IŞIK ETMENİ Bitkilerin kullandığı ışık dalga boyu, görülen ışık dalga boyları arasındadır. Görünmeyen ışık
bitkiler tarafından kullanılmaz(görünen ışık dalga boyu : 390-760 m). Ancak yükseklere çıkıldığında atmosfer kalınlığının azalmasına bağlı olarak bir miktar kısa dalga boylu ışık yer yüzüne ulaşabilir. Bu ışık daha yakıcıdır. Ancak bitkiler üzerine herhangi bir olumsuz etkisi yoktur.
Coğrafik konumda ışığın şiddetine etki eder. Ekvatorda ışık şiddeti fazla olduğu halde, kutuplara doğru gidildikçe bu şiddet azalır.
Su tabakası da güneş ışınlarının önemli bir kısmını geri yansıtır. Berrak bir deniz ortamında ışığın ancak %50’si denizin 18 m derinine ulaşır. 30 m derinliğe ise toplam ışığın ancak milyonda biri ulaşır. Sudan yansıyan ışınların büyük bir kesimi mavi, yeşil dalga boyundaki ışınlardır.
Bitki örtüsü de ışık şiddetinin azalmasına yol açar. Bir orman vejetasyonunda en bol ışığı, ağaç katı alır. Işığın bir kısmı bu kattaki bitkiler tarafından tutulur, bir kısmı da geri yansıtılır. (Yeşil) ışığın ancak %10’u alt tabakalara ulaşır.
Topoğrafyanın da ışık şiddeti üzerine etkisi vardır (bakı).
Bitkiler ışık şiddetine gösterdikleri
tepkilere göre ayrılırlar 1- Heliofitler (Işık bitkileri) : Bu bitkiler en iyi
gelişimlerini tam güneş ışığında yaparlar. Bu bitkilerden bazıları gölgede de yaşayabilirler. Bu tip bitkilere zorunlu olmayan heliofitler denir. Mutlaka tam güneş ışınına gerek duyan bitkilere ise zorunlu heliofitler denir (Pinus)
2- Sciofitler (Gölge bitkileri) : En iyi gelişimlerini
gölgede tamamlayan bitkilerdir. Bu tip bitkiler orman vejetasyonu tabanında yer alırlar (Carpinus).
Gövde Büyümesine Etkisi (Işık)
• Ponderosa çamı :
%50 güneş ışığında max. boylanma
• Huş ağacında:
% 25-30 güneş ışığında max boylanma
Işık Süresi (Fotoperiot)
1-Kısa Gün Bitkileri: Bu tip bitkilerin çiçek açabilmeleri için belirli bir sınırdan daha az ışık almaları gerekir. 13-14 s. az (Çilek, Kasımpatı, Yıldız çiçeği, pirinç).
2-Uzun Gün Bitkileri: Bu bitkiler ancak
13-14 saatten fazla ışık süresi ile çiçek açarlar. Bundan daha kısa ışık sürelerinde ise vejetatif olarak gelişirler(Pancar, Ispanak, Mısır, Buğday, Patates, bezelye)
3-Nötr Bitkiler: Fotoperiyot süresine
bağlı olmadan çiçek açan bitkilerdir. (Pamuk, ayçiçeği, domates, biber, fasulye,
Optimum ışıklanma sürelerinin dışında bir ışığa tabi kaldıklarında bitki türünde sadece vejetatif büyüme görülür. Generatif büyüme görülmez.
Atmosferik Etmenler
Bitkilere:
• Direk etkisi:Bitkiler için gerekli olan O2 ve CO2’i sağlama
• Dolaylı olarak: Sıcaklık, ışık, terleme, tozlaşma ve tohum yayılmasına etkisi
• Atmosfer yapısı : Atmosferde azot %79, oksijen %21, karbondioksit %0,03 su buharı, toz, mikroorganizmalar, polen ve sporlar, endüstri artığı partiküller ve gazlar bulunur.
• Gazların girişi : stoma veya lentisel (kovuklar) yoluyla. Difüzyon kurallarına göre olur. Bu açıklıktan giren gazlar hücreler arası boşluğa geçer. Buradaki suda çözünür ve sitoplazmaya geçer. Dışarı verilen gazlar da aynı yolu tersine izler.
• Toprak atmosferi : Toprak altındaki bitki kökleri, buradaki oksijeni
kullanarak solunum faaliyeti yaparlar. Yeterli O2 olmadığı gibi CO2 birikmesi görülür. Bunun sonucu bitki kökleri yeterli solunum faaliyeti yapamayacağından, köklerin emme kuvveti azalır, bitki zayıflar ve kurur (killi topraklarda). Drenajı iyi olan topraklarda toprak atmosferi optimumdur.
• Organik madde miktarı fazla olan topraklarda diğer şartlar uygunsa, fazla miktarda mikroorganizma ürer ve bunun sonucu CO2 oranı artar(%13).
• Bu fazla CO2 toprağın pH’sını, karbonik asit
oluşturarak düşürür. Bu da bazı elementlerin alınmasını engeller.
• Topraktaki O2 oranının %10’dan daha az olması
durumunda bitkiler için uygun olmayan bir ortam oluşmuş demektir, bitkilerde bazı fonksiyon bozuklukları görülür. %2 de tamamen ölüm.
• Bununla birlikte bataklık gibi O2’si az olan şartlara
uyum yapmış olan bitkiler de vardır; Thypha, Scirpus, Juncus ve Carex gibi..
• Yüzeysel kök sisteminin gelişmesi parenkima hücreleri boyunca hava boşluklarının bulunması(aerenkima) gibi ..
• Bazı bitkilerde ise havalandırma kökleri bulunur. Mangrov ağacı bataklıklarda yaşar ve havaya doğru köklerini uzatır. Bu köklerle alınan hava, su ve toprak içindeki kısımlara ulaştırılır.
Yıldırım Etmeni:
• Bu etmen genellikle uzun boylu ve su içeriği fazla olan ağaçlarda (konifer) daha fazla hasara sebep olur.Tepeden tabana kadar bir kabuk yarılması veya gövde çatlaması görülür. Elektrik hücreler yardımıyla tüm kambiyum boyunca yayılır. Çok fazla olan bu enerji nedeniyle hücre muhteviyatı buharlaşır ve hücreler ölür. Bu basınçla gövde çatlayabilir ya da odun ve kabuk kısmı ayrılır, yani ağaç soyulur.
• Yıldırımın bu direkt etkisi yanında dolaylı etkisi de vardır. Yıldırım
zararına uğrayan ağaçlarda zararlılar kolayca yerleşip hastalık yaparlar.
Dolu etmeni: Bitkiler mekanik etki yaparlar.
• Yani apikal dominansı ortadan kaldırır (bodurluk).
• Yaprak hasarı ile fotosentez yüzeyini azalttığından bitki zayıflar.
• Çiçeklenme döneminde ise bitkinin ürün vermesine engel olur.
Rüzgar Etkisi
• Kurutucu etki: Yükseklerde bundan korunmak için yastık formu gelişir. (apikal dominansi kalkıyor).
• Şekil bozukluğu: Deniz kıyısında sürekli rüzgar alan yerlerde bayrak etkisi.
Sulak kesimlerde büyüyen ağaçların
kökü de yüzeysel olduğundan böyle
habitattaki ağaçlarda rüzgara
dayanıksızdır. Bunu önlemek için bu
gibi alanlarda bu gibi alanlarda drenaj
çalışmaları yapılıp köklerin derine
inmesi sağlanır.
Yangın etmeni
Örtü yangını: Örtü yangını sadece tabandaki otsu vejetasyonu tahrip eder.
Tepe yangını: Ormanın sadece taç kısmını etkileyen yangına ise tepe yangını denir.
• Eğer ormanda ağaç ve ot katı birbirine geçişli ise 2 tip yangın da tüm ormanı yok eder.
Yangına Adaptasyon
1-Tohumları çok sert kabuklu olur
2-Çok kısa sürede hayat devresini tamamlarlar, çok sayıda tohum verirler
3-Kabukları kalındır
4-Bazıları uyur tomurcuklarıyla ya da toprakaltı organlarıyla yeni sürgünler verirler.
Yangının dolaylı etkileri
Sıcaklık fazla ise (konifer ormanlarında 1000 derece) 1- Duyarlı türler ise ortadan kalkar 2- Yangın nedeniyle çevre koşulları tümüyle değişir 3- Gölge yokluğu yüzünden, gölge seven bitkiler yeni şartlara ayak
uyduramaz. 4-Şiddetli yağmurlarda toprak yüzeyi aşınır ve toprak su tutamayacağı
için mineral madde azalır. 5- Yangının ısı etkisiyle topraktaki mineral madde döngüsü bozulur, Eğer sıcaklık fazla yüksek değilse (karışık orman 260 derece); • Toprak mineral madde bakımından zenginleşir. Bitki artıklarının
yanmasıyla bitkinin bünyesindeki elementler toprağa geçip diğer bitkilerin faydalanmasına olanak sağlar.
• Ölü örtü yok olacağından tohum çimlenmesi artar.
Kızılçam Ormanı Yangınları: Yangın sonrası süksesyon gelişimi
incelendiğinde sekonder olarak gelişen vejetasyonda en bol bulunan türler:
Cistus salviifolius (tohumla gelişme
stratejisi), daha hızlı gelirler Cistus creticus (tohumla gelişme
stratejisi), daha hızlı gelirler Quercus infectria (sürgün ile gelişme) Phillyrea latifolia (sürgün ile gelişme) Smilax aspera (sürgün ile gelişme) yüksek örtüş değerine sahiptir. Çamların
tohumla gelişmesi ve boylanması çok uzun zaman alır.
• Yangın sonrasında toprak pH’ı genelde artıar. Katyonların serbest hale gelir. Buna bağlı olarak N bakterilerinin(Nitrobacter, Azotobacter) faaliyeti artar.
• Sert, derimsi veya sukkulent yapraklı veya geniş rozet yapraklı
bitkilerin populasyonlarının artması kaçınılmazdır. • Ayrıca yangının olumsuz etkisini toprak altında geçiren geofitler
yaygından sonra iyi gelişirler.
• Reçineli koniferler ile uçucu yağ taşıyan maki elemanları çok hızlı yanar
• Su oranı nisbeten fazla olan Acacia, Nerium, Cupressus sempervirens daha yavaş yanmaktadır.
• Yangın etkilerinin azaltılmasında ormancılıkta bu özelliklerden yararlanılmaktadır.
• Örneğin Kızılçam orman bölgelerinde kara yollarının hemen kenarına dikilerek sık Nerium oleander çalıları hem peyzaj yönünden güzel bir görüntü oluştururken, hem de insan etkisiyle çıkabilecek bir yangının ormanın iç kesimlerine girmesine engel olur.
• Tepe yangınlarının önlenmesinde ise iyi bir perdeleme yaptığı için Cupresus ağaçları kullanılır.
SERA ETKİSİ
• Günümüz dünyasında giderek artan sanayileşme veya endüstrileşme sonucu ozon tabakası giderek incelmekte ve bazı yerlerde de delinmektedir.
• Buna bağlı olarak da iklim koşulları etkilenmekte, ani iklim değişmeleri, El Nino felaketleri yaşanabilmektedir.
• Ayrıca atmosferdeki delikten sızan zararlı dalga boyundaki ışınlar yeryüzüne kadar ulaşarak canlıları da olumsuz yönde etkilemektedir.
Atmosferin yapısını bozan ve bir sera gibi iş gören başlıca gazlar;
• CO2, • Metan, • Floroklorokarbon, • Ozon(O3), • Azot dioksit(NO2) ve su
buharından ibarettir. Bu gazlar atmosferde bir tabaka
oluşturarak aynı sera camı etkisi göstererek atmosferin iç kısmının sıcaklığının yani yeryüzü sıcaklığının yükselmesine neden olur.
Sera Etkisine Karşı Alınabilecek Önlemler
Sürekli ağaçlandırma yapılarak orman alanları genişletilmeli Ormanlar sıkı koruma altına alınmalı, ne sebeple olursa olsun tahribine izin
verilmemeli(Türkiye örneği) Enerji tasarrufu(konutlarda, işyerlerinde ısı izolasyonu), trafikte toplu taşım
araçlarının tercih edilmesi, petrol ürünleri yerine alternatif enerji kaynaklarının kullanımı
Hızlı nüfus artışının önlenmesi Etkin bir eğitim ile insanların bu konuda bilinçlendirilmesi Ozon tabakasının yıkımına neden olan klima ve sprey
gazları(florklorokarbon) kullanımı sınırlandırılmalı veya tümüyle yasaklanmalı
Alternatif enerji kaynaklarının(güneş, rüzgar, elektrik) kullanımının yaygınlaştırılması
NO2 emisyonunun azaltılması doğrultusunda aşırı gübrelemelerden kaçınılması
SU ETMENİ
• Yeryüzünde iklim farklılıkları, topoğrafya farklılıkları ve edafik farklılıklar gibi etmenler nedeniyle su içeriği çok farklı habitatlar bulunmaktadır.
• Bu şekilde su içeriği birbirinden çok farklı alanlarda da morfolojileri çok farklı bitkiler yetişmektedir. Başka bir deyişle su durumuna göre bitkiler farklı morfolojik yapı kazanarak bulunduğu yere uyum gösterirler.
• Önce suyun canlılık açısından önemine bakalım
Neden Su Önemli? • Sıvılar sıcaklık düştükçe
yoğunlukları nasıl değişir?
• Su’da (H20) durum nasıldır?
• Suyun katı hali?, sıvı hali?.
• Metabolik faaliyetler için gerekli. Dünya üzerindeki canlılık için nasıl bir faydası var?
• Bu dünya üzerindeki canlılığı nasıl etkiler?
Su
• Düşük sıcaklıklara doğru yoğunluğu artar 4 °C’ en yoğun halidir.
• 4 °C’in altında yoğunluğu azalmaya başlar.
• Buzun yoğunluğu sudan azdır. Bu nedenle buz su üzerinde yüzer.
SU
Suya olan uyum tarzına göre bitkiler;
• Hidrofitler (Su bitkileri) • Kserofitler (Kurakçıl bitkiler) • Mezofitler (Normal ortam bitkileri) Adaptasyonların amacı bitki bünyesindeki su miktarının belirli bir seviyede
tutulması içindir. Bitkinin köklerindeki emme kuvvetiyle aldıkları suyun miktarı ile transpirasyonla kaybedilen su miktarı arasında belirli bir denge bulunmakta olup buna su dengesi denmektedir.
Bitkilerin yaşamlarını sağlıklı olarak sürdürebilmeleri için bu dengeyi sabit
tutmaları gerekmektedir. İşte bu amaca yönelik olarak yukarıda belirtilen 3 farklı bitki farklı morfolojik yapılarıyla bu uyumu sağlamaktadırlar.
Hidrofitler (Su bitkileri)
• Su ve bataklıklarda yaşarlar, Kısa köklüdür, dokular gevşek, hücreler arası boşluklar geniştir.
Hidrofitlerin Ekolojik Uyumu
Ortamda su çok fazla bulunduğu için ya daha fazla suyun hızla dışarı atılması gerekir ya da ortamdan çok az alınması gerekir.
Buna yönelik olarak şu değişimler ortaya çıkmıştır; 1. Kökler ya yoktur ya da çok zayıftır. 2. Kök emici tüy bölgesi yoktur. 3. Gövde ince, uzun, elastikidir. 4. Kutikula yoktur ya da yüzen bitkilerde ot yüzeyde olabilir. 5. Epidermis incedir 6. Parankima hücreleri ince çeperlidir 7. Tüm dokularda içi gelişmiş bir hücreler arası boşluk ve bunun açılacağı stoma altı boşluğu
(atmosferdeki yapraklarda) ile oluşan iyi gelişmiş bir aerankima sistemi vardır. Böylece oksijen en uç noktalara kadar taşınabilir.
8. Destek doku gelişmemiştir. Gereksinim duyulan destek, çevredeki sudan sağlanmaktadır. 9. İletim dokuları gelişmemiştir. Buna gerek duyulmaz, zira suyun iletilmesi gibi bir gereklilik yoktur. 10. Suyun çürütücü etkisine karşı bitkinin korunması amacıyla bitki yüzeyi müsilajla kaplıdır. 11. Transpirasyon hızının fazla olması için atmosferdeki yapraklarda stoma kümesinin yaprağın
üstünde yer alması 12. Yaprak ayası geniş, düz, ince ve tüysüzdür(atmosferdeki)
Hidrofitlerin Sınıflandırılması
1- Su dışındaki hidrofitler: Göllerin kenarındaki çamur veya bataklıklarda yetişen bitkiler
Sazlık grubu bitkiler: Typha, Phragmites, Carex, Juncus, Polyganum, Oryza
2- Yarı batık köklüler: Kıyıdan biraz daha içerde,
gövdesi kısmen suyun içinde, kök dipte çamurun içinde. Potamogeton, Najas, Valisneria, Phragmites.
3- Yüzen yapraklar: Ortalama derinliği 3m olan
sularda yaşayan köklü bitkiler. Nelumbo, Victoria, Nuphar, Nymphaea, Potomogeton, Ranunculus.
4- Serbest yüzenler: Su ortamının her yerinde dağınık
olarak yer alan bitkilerdir. Rüzgar veya akıntıyla serbest olarak yüzebilirler. Lemna, Trapa netano,Azallo, Salvinia, Volffia, Utricularia
KSEROFİTLER (KURAKÇIL BİTKİLER)
• Su içeriği çok az olan kurak bölgelerde yaşamaya adapte olmuş bitkilerdir.
• Bu bitkiler su kaybını olabildiğince azaltacak yönde bir morfolojik değişim gösterirler.
• Kurak habitatlar da topoğrafya ve edafik faktörlere bağlı olarak çeşitlilik göstermektedir.
KSEROFİTLER (KURAKÇIL BİTKİLER)
1- Psammofitler: Kum veya çakıl gibi geçirgenliğin çok fazla olduğu yerde yetişen bitkiler. Ammophila arenaria, Alkagi camelorum, Acacia senegal,
2- Litofitler: Suyun hiç tutulmadığı veya çok
az tutulduğu kaya yüzeylerinde veya dik yamaçlarda yetişen bitkiler. Sedum, Inuna candida, Ceterach officinarum, Astragalus.
3- Psikofitler: Çok soğuk bölgelerde toprakta
suyun donması nedeniyle suyu çok az olan bitkiler. Salix nana.
4- Halofitler: Aşırı tuz konsantrasyonuna bağlı
olarak yüksek osmotik basınç nedeniyle topraktan suyu yeterince alamayan bitkiler. Salicornia, Salsola, Sueda, Holocnemum vs..
Kserofitlerin Uyumu
1. Batık stoma 2. Kalın kutikula 3. Yapraklar düz değil kıvrılıp bükülmüş 4. Yapraklarda aşırı tüylenme 5. Yaprakların aşırı parçalanması, bileşik yapraklar 6. Yaprakların indirgenmesi, dikensi yapraklar 7. Yaprak veya gövdenin etlenerek su depo etmesi 8. Derine giden kazık kök sistemi 9. Hücrelerde suyu tutup bağlayarak buharlaşmayı azaltan
musilaj bulunması 10. Uygun hayat devresi, kısa sürede tohum bağlama,
MEZOFİTLER
• Su içeriği normal olan topraklarda yetişen bitkilerdir.
• Bitkilerin morfolojileri ilk 2 grup arasında yer alır.
• Yerine göre basit veya bileşik yaprak, tüylü veya tüysüz yaprak gibi çeşitlenme veya varyasyon gösterebilen bitkilerdir.
• Toprak atmosferinde yeteri kadar su ve hava yer alır. Drenaj oldukça iyidir.
• İklim olarak da yağışın yıl içerisinde homojen olarak dağıldığı yerlerde yayılış gösterirler.
• Kültürü yapılan tüm bitkiler bu gruba girmektedir.
BİTKİLER VE ÇEVRE KİRLENMESİ
KÜKÜRT DİOKSİT ( SO2 )
Çıktığı Kaynaklar: Maden arıtma fabrikaları ( Fe, Cu, vs.). Kömür kullanan endüstri kolları ve konutlar. Petrol rafinerileri. A tmosfere Yayılış: Bu kaynaklardan gaz halinde çıkan kükürt dioksit, atmosfere karıştığında su
buharı, çiğ ve yağmur zerreleri tarafından kolayca emilir ve böylece SO2 eriyerek H2SO4 haline geçer. Bu nedenle nemli hava koşullarında bu gazın zararlı etkisi daha fazla olur, ancak fazla yağış alan kesimlerde devamlı yıkanma olacağından atmosfer kısmen de olsa SO2 den temizlenmiş olur.
Bitkilere Ulaşım: SO2 , bitkilere stomalardan girer, Bitkilere Etkisi: Kloroplastların oluşumunda katalizör görevi yapan Fe bileşiklerini etkisiz duruma
getirir. Yaprak hücrelerinde asitli ortamlar oluşturur, klorofilin yapısı bozulur. Mg
elementi ayrılır. Yapraklar zamanla sararır ve dökülür. Hücrede biriken sülfatlar, Ca elementini bağlar ve bitkide Ca noksanlığı görülür.
FLOR ETMENİ ve BİTKİLERE ETKİSİ
Flor, yer küreyi oluşturan kayalarda, topaz, mika ve ...... gibi minerallerin yapısında bulunur. Bunların
arıtma amacıyla yüksek derecelerde ısıtılmasıyla flor gazı (F2) atmosfere çıkar. Özellikle aliminyum fabrikalarından bol miktarda flor gazı çevreye yayılır.
Bitkilere Giriş: Flor bitkilere atmosfer ve toprak olmak üzere iki yoldan girer. Atmosferden giren miktar tabiki daha
fazladır. Stomadan girer. Flor gazı, stoplazmada kolayca eriyerek hücre organellerine dağılır. Özellikle hücre duvarında birikir. Bu durumda hücre organellerinin görevi kısıtlanmış olur.
Flor bitkilerde en fazla yapraklarda birikir. Endüstrinin yoğun olduğu alanlarda yaprakta biriken
miktar genellikle Bazı bitkiler flora karşı oldukça dayanıklıdır. Özellikle çay bitkisi. Bitkilere Etkisi: Yaprak kenarlarının sararması, dokuların parçalanması. İğne yapraklılarda sararma ve sonrada kırmızı- kahverengi yanmalar olur. Genç yapraklar daha
duyarlıdır. Meyvelerde çürüme olur. Bitkinin tümünde büyüme gerilemesi ve yaprakların küçülmesi.
• Süksesyon
• Deniz ve tatlısu ekosistemleri
• Ötrofikasyon
• Populasyon ekolojisi
• Ekolojik problemler
Süksesyon (Yer-Alım) : Yer hareketleri, kıvrımlar, püskürmeler, su altında kalmalar, erozyon, yangın ve biyotik faktörlerle bir alandaki klimaxın ortadan kalkıp zamanla bu yerde başka klimax oluşturması olayıdır.
Bu olayla değişen çevre şartlarına göre yeni bir kommünite ortaya çıkmış olur. Bu kommüniteye sekonder kommünite denir. Bu olay oluşurken 2 klimax arasında sırayla oluşan kommünitelerden her birine de seral kommünite denir.
Doğal afetlerle ya da başka nedenlerle bitki örtüsü tümüyle tahrip olan bir alana ilk yerleşen kommüniteye de öncü kommünite denir.
Seral kommüniteler
Öncü kommüniteKlimax Süksesyon
Preklimax : Vejetasyon son denge durumuna gelmeden çevre faktörlerinin etkisiyle bir önceki safhada kalır, buna preklimax denir.
Postklimax : Eğer çevre şartları çok uygunsa klimax daha ileri bir gelişim gösterir. Bu tip klimaxlara da postklimax denir.
Hidroser : Gelişmenin suda başlaması olayıdır.
Örnek: CharaNymphaTyphaCarexSalixNemli ÇayırOrman
Klimaxın değişmesi ancak çevre şartlarının, vejetasyonun, baskın türlerinin ekolojik toleransları sınırı dışına çıktığı zaman gerçekleşir. Bu durumda baskın türlerin ortadan kalkması sonucu habitat şartları da tümüyle değişeceğinden ve diğer bitkiler önceki şartlara adapte olduklarından, ortadan kalkarlar(ormanda kesim ve otlatma sonucu çalı ve ot katındaki bitkilerin ortadan kalkıp, bu alanlara yeni
kurakçıl bitkilerin gelmesi).
Ekosistemlerdeki Değişimler: Bir orman habitatında Süksesyon
6/5/03 M-DCC / PCB 2340C 122
Ekolojik Bir Süksesyonun İki Tipi Vardır…
• Primer Succession: Hayatın olmadığı bir alanda yaşamın başlaması..
• Sekonder Succession: Bir ekosistemde oluşan bir yıkım sonrası ortamın tekrar canlanması
Tanım
• Yapay veya insan eliyle türlerin yaşadığı bir habitatta meydana gelenler değişimlerden sonra primer veya sekonder süksesyon olabilir.
6/5/03 M-DCC / PCB 2340C 124
Primer Süksesyon
• Daha önceden hiçbir komünitenin yaşamadığı bir alanda bir ekosistemin oluşmasıdır.
• Örnek: Oluşan yeni bir ada, volkan püskürmesi sonucu boşalan bir habitatta yeni bir ekosistemin oluşması…
Primer Süksesyon
• Hiçbir şekilde toprağın olmadı bir yerde başlar;
– Bu alanda başlangıçta; sadece kaya, kum ve volkanik küller bulunur.
– Toprak olmadığı için bir komüniteden söz edilemez.
Why is there no soil?
Toprak olabilmesi için nutrientler
olması gerekir (azot gibi).
In order for there to be soil there must
be nutrients like nitrogen. So … why
is there no soil?
6/5/03 M-DCC / PCB 2340C 127
Primer Süksesyon
• Likenlerin kayalar üzerinde büyümesi sonucu yıllar sonra kayalar kumlara parçalanır.
• Ayrıca hava koşullarıda kum oluşmasını kolaylaştırır.
Primer Süksesyon
• Likenler yaşamak için toprağa ihtiyaç duymazlar.
• Öncü türlerdir. Called PIONEER SPECIES (Why?)
Primer Süksesyon
• Likenlerin büyümesi ile bazıları normal ömrünü bitirip ölürler alana ayrıştırıcıların gelmesi ile ölü likenler kumu nütrientler bakımından zenginleştirir. Ve Azot döngüsü başlar.
• Sonuç olarak yeterli nütrientler kuma karışınca toprak oluşumu başlamış olur.
http://www.life.uiuc.edu
6/5/03 M-DCC / PCB 2340C 132
Primary Succession
Primary Succession
• Sonrasında tohumlar rüzgar ve hayvanlar ile alana taşınır basit bitkiler gelişebilir.
• The plants grow and the soil gets enriched as plants die..
6/5/03 M-DCC / PCB 2340C 134
Primary Succession
Primary Succession
• Otlar ve daha yüksek organizasyonlu bitkiler büyür ve ölür böylece toprak daha da verimli hale gelir.
Primary Succession
• The simple plants die, adding more organic material
• The soil layer thickens, and grasses, wildflowers, and other plants begin to take over
http://www.cwrl.utexas.edu
Primer Süksesyon
• Sonrasında orta boylu hayvanlar ve kuşlar bu alanlara yerleşip habitatlarını oluştururlar.
• Alanda likenler ve gelişmiş bitkiler arasında rekabet başlar aynı alanda bulunmaya çalışırlar ve rekabeti gelişmiş bitkiler kazanır.
6/5/03 M-DCC / PCB 2340C 138
Primary Succession
Primer Süksesyon
• Gelişmiş bitkiler öldükçe toprak daha da verimli hala gelir ve büyük ağaçların ve ormanların gelişme şansı artar.
Primary Succession
• Insects, small birds, and mammals have begun to move in
• What was once bare rock now supports a variety of life
http://p2-raw.greenpeace.org
6/5/03 M-DCC / PCB 2340C 141
Primary Succession
6/5/03 M-DCC / PCB 2340C 142
Klimax Komünitesi (The Climax Community)
• Bir klimax komünitesi ekolojik süksesyon basamakları sonucunda oluşan kararlı ve gelişmiş süksesyonun son evresidir. Komünitedeki tüm türler için koşullar uygundur.
6/5/03 M-DCC / PCB 2340C 143
Bunlar Klimax Komünitelerdir (Climax Communities)
• Öncü türler tahrip olmuş alanları kolonize eder ve toprak oluşumunu başlatır.
• Fiziksel çevrede değişimler başlar ( ışık ve nem gibi) • Yeni bitki türleri önceki bitkilerle yer değiştirmeye başlar çünkü bunların
tohumları önceki bitkilere göre değişen çevre şartlarına daha iyi uyum sağlarlar.
• Yeni gelen bu türler çevre şartlarını tekrar değiştirirler ve bu değişen çevre şartlarında ayakta kalacak yeni türleri davet edeler. Bir nevi kendi sonlarını hazırlarlar.
• İhtiyacı olan bitki türleri oluştuktan sonra bu yeni habitata hayvan türleri de yerleşmeye başlar.
• Sonrasında Klimax komünite oluşur ve kendi içinde kararlı bir hal alır ve başka bir değişim görülmez.
• Herhangi bir olumsuz etki sonucunda süksesyon döngüsü tekrar başlayabilir.
Süksesyon boyunca oluşan değişimlerin özeti:
What if?
What if?
What if?
• An avalanche?
What if?
• Deforestation?
Bunlar Klimax komüniteleri Rahatsız eder ve Yıkarsa Ne olur?
• Forest Fires
• Humans building cities and roads
• Flooding, Volcanic eruptions
• Clearing a community for agricultural purposes
• Herhangi bir etmenle mevcut klimax komünite tahrip olursa habitat büyük ölçüde yıkılır ancak primer süksesyondan farklı olarak toprak yerinde kalır.
Sekonder Süksesyon
Secondary Seccession
Secondary Succession
• Organizmalar zarar görür ancak toprak yerindedir.
• Toprakta hali hazırda tohumlar vardır ayrıca rüzgar ve canlılar ile yeni tohumlar alana taşınır.
• Süksesyon tekrar başlar ancak öncü türler farklıdır. Çünkü toprak vardır ve süksesyon daha hızlı gelişir.
Ecological Succession
•N
Sekonder Süksesyon
• 1. Topraktaki bazı tohumlar büyür.
• Daha büyük çalılar alana gelir
Sekonder Süksesyon
• 3. Hızlı büyüyen çamgiller alana yerleşir.
• 4. Sonrasında daha yavaş büyüyen geniş yapraklı ormanlar alana yerleşir.
Sekonder Süksesyon
http://www.ux1.eiu.edu
http://www.agen.ufl.edu
Klimax Komünite
• Süksesyon sonucunda oluşan son aşamadaki bitki ve hayvan türlerini barındırır.
• Bu her zaman büyük ağaçların oluşması anlamına gelmez:
– Steplerdeki tek yıllık otsu bitkiler
– Çöllerdeki kaktüs türleri de klimax komünite türleridir.
• Insects • Nationwide, 70 million acres of public and private lands are at
serious risk from insects and diseases
• Across the South, one of the biggest forest management challenges is the Southern Pine Beetle. Attacking timber stands throughout the region, it is estimated that 57 million acres are at risk of infestation. From 1999 to the present, the Southern Pine Beetle outbreak has caused timber value losses of over $1.5 billion.
Gypsy Moth, Lymantria dispar
(Linnaeus) female Photo from USDA APHIS PPQ archives
• Diseases • Forest pests and disease have seriously harmed the environment and have imposed
significant cost to the U.S. economy. Exotic pests and pathogens, such as the chestnut blight, Dutch elm disease, and beech bark disease have had a profound effect on Eastern forests.
• Management of these pests and diseases has been impacted by a variety of factors such as forest fragmentation, increasing human population, and the expansion of invasive species.
• Prompt identification and treatment of forest diseases often means the difference between losing or saving a valuable forest stand.
Annosum Root Disease
• Invasive Plants • Invasive species have been characterized as a “catastrophic wildfire in slow
motion.” Thousands of nonnative invasive plants have infested millions of acres of land and water across the Nation.
• These invaders cause massive disruptions in ecosystems by reducing biodiversity and degrading the health of our nation’s forests, prairies, mountains, wetlands, rivers, and oceans. They have the capacity to dominate, overwhelm, or wipe out native species.
• The financial impact from invasive species infestations in the United States has been estimated at $138 billion per year in total economic damages and associated control costs.
Congongrass Kudzu
• Human Development
Ötrofikasyon
Yapay ve doğal gübrelerden , sentetik deterjan üretiminden kaynaklanan atık sulardaki Fosfat (P) miktarı; sucul hayat için bulunması gereken miktardan fazla olması, yüzeysel sularda aşırı bitki üreyerek “Ötrof” ortamlar oluşur. Ötrofikasyon olayı, yüzeysel sularda estetik kirlenmeye ve oksijen azalmasına neden olur.
Komünite ve Populasyon Ekolojisi
Ekoloji içerisinde yer alan canlıların organizasyonu;
• Hücre
• Doku
• Organ
• Organ sistemleri
• Organizma
• Popülasyon
• Komünite
• Ekosistem
• Biyosfer
KOMÜNİTE EKOLOJİSİ
KOMÜNİTE YAPISI VE ETKİ EDEN FAKTÖRLER
Belirli sınırlar içinde yaşayan, karşılıklı ilişkilerde bulunan ve çeşitli canlı türlerinin oluşturduğu topluluğa komünite
adı verilir.
• Komünite (biyosenöz), birbirine bağlı ve dayanışmalı olarak aynı ortamda yaşayan bitki, hayvan ve diğer canlı türlerinin oluşturduğu doğal bir topluluktur.
• Komünite, içinde başka komüniteleri de barındırabilir. • Komünitelerin büyüklüğü; bir coğrafi alanın çevre koşullarının farklılığına, canlı çeşitliliğine ve bu koşulların
organizmalar üzerindeki etkisine bağlıdır.
• Özellikle çevre faktörlerinin bazıları (yağış, nem, ışık, toprak yapısı v.b) komüniteler üzerinde etkilidir.
Komünitelerde biyolojik çeşitlilik; karasal ekosistemlerde
başlıca, enlem faktöründen, sucul ekosistemlerde ise suyun derinliği ve suyun kirliliğinden etkilenir.
Kutup iklim kuşağı 66°33’90° enlem dereceleri arasındadır.
Doğada komüniteler tamamen birbirinden bağımsız olmayıp komşu komüniteler arasında geçiş bölgeleri vardır. Bu geçiş bölgelerine ekoton denir.
II. TÜR İÇİ VE TÜRLER ARASI REKABET
Rekabet; belli bir yaşam kaynağı için, tür içi iki canlının veya iki farklı tür arasında oluşan mücadeledir.
Canlılar arasındaki rekabete; • ışık, • besin bulma, • saklanma, • yuva yapma gibi faktörler neden olabilmektedir.
İki kedinin bir parça ciğer için birbirleriyle mücadele etmesi tür içi rekabete, kedi ile köpeğin bir parça tavuk eti için birbirleri ile mücadelesi ise türler arası rekabete örnek gösterilebilir.
Tür içi rekabet genellikle popülasyon yoğunluğuna bağlı faktörlerle incelenir. Popülasyon yoğunluğunun aşırı artması canlılar arasında; • besin, • barınak,
• eş seçimi gibi durumlar bakımından rekabete neden olur.
Rekabete örnek olarak:
• Paramecium caudatum ve Paramecium aurelia aynı besin ortamında tutulursa, P. aurelianın sayısının arttığı görülmüştür.
• Bunun nedeni sınırlı besinden dolayı meydana gelen rekabette P. caudatum’ un elenmesidir.
Bazı canlıların popülasyondaki sayısı, bir başka popülasyondaki
canlı ile sınırlandırılabilir. Bu durum av-avcı ilişkisini oluşturabilir. Bu ilişkide av-avcı sayıları birbirleriyle zıt yönde değişir
Av-avcı ilişkisini gösteren grafik
Av-Avcı İlişkisi
Örneğin; tavşan ve vaşak popülasyonları arasında av-avcı ilişkisi bulunmaktadır. Vaşak, beslenmek amacıyla tavşanı avlar. Buna bağlı olarak vaşak popülasyonu artarken tavşan popülasyonu belli bir süre azalır. Bir süre sonra vaşaklar besin sıkıntısı çekmeye başlar ve vaşak popülasyonunda ölüm, göç, rekabet gibi faktörlerden dolayı vaşak sayısı giderek azalır. Vaşak sayısının azalması tavşan sayısının
yeniden artmasına neden olur.
Tavşan ile vaşak arasındaki av-avcı ilişkisi grafiği
III.SİMBİYOTİK İLİŞKİLER
Birlikte yaşam üç temel grupta incelenebilir. Bunlar; • kommensalizm • mutualizm • parazitizm
1-)Kommensalizm (Tek Taraflı Yararlanma) Birlikte yaşayan canlılardan biri yarar görürken, diğeri bu ilişkiden yarar ya da zarar görmez.
Yarar sağlayan canlıya “kommensal” denir.
Kommensalizm ilişkisi
Kommensalizme örnek hangi birliktelikler verilebilir?
Köpekbalığı ve karnına tutunan balıklar arasında kommensalizm ilişkisi vardır.
2-) Mutualizm (Ortak Yaşam)
Birlikte yaşayan iki organizmanın, birbirlerine karşılıklı yarar sağladığı yaşama birliğidir
Mutualizm ilişkisi
Mutualizme örnek hangi birliktelikler verilebilir?
Liken birliği
3-) Parazitizm (Asalak Yaşam)
• Bir canlının başka bir canlının içinde veya üzerinde yaşayarak, besinini bu canlıdan karşılamasını sağlayan birlikteliktir.
• Parazit yaşayan canlıların sindirim enzimleri iyi gelişmemesine karşın, üreme sistemleri gelişmiştir. • Parazit canlı (konukçu canlı) yaşaması için gerekli olan sindirilmiş besini üzerinde yaşadığı konak canlıdan
sağlar
Parazitizm çeşitleri
1-)Hayvanlarda Parazitlik İç ve dış parazit olmak üzere ikiye ayrılır. a) İç parazitlik (Endoparazitlik) b) Dış parazitlik (Ektoparazitlik)
a-)İç parazitlik (Endoparazitlik)
• Sindirim enzimleri gelişmediği için sindirilmiş besinlerden faydalanırlar.
• Tenya, bağırsak solucanı ve bazı parazitler iç parazittir.
İç parazitlerin sindirim enzimleri gelişmemiştir.
b-) Dış parazitlik (Ektoparazitlik)
• Canlının vücudunun dışında yaşarlar. • Konaklarından aldıkları besinleri kısmen sindirebilirler.
• Enzim sistemleri tam gelişmemiş olduğu için kan emerek beslenirler.
• Bit, pire, tahta kurusu gibi canlılar dış parazittir.
2-) Bitkilerde Parazitlik Bazı bitki türleri “tam parazit” veya “yarı parazit” olarak gruplandırılabilir. a) Tam Parazit Bitkiler b) Yarı Parazit Bitkiler
a) Tam Parazit Bitkiler
• Kloroplastları yoktur. • Odun boruları (ksilem) zayıf olup, kökleri bulunmaz. • Emeçlerini, üzerinde yaşadıkları konak bitkinin iletim sistemine (floem ve ksilem boruları) uzatarak, suyu ve organik besinleri konak bitkilerden hazır halde alarak kullanırlar. • Canavar otu, verem otu tam parazit bitkilerdir.
Tam parazit bitkilerin emeçleri gelişmiştir.
b) Yarı Parazit Bitkiler • Klorofilleri olduğu için fotosentez yaparak kendi organik besinlerini sentezlerler. • Bu bitkiler emeçlerini konak bitkinin odun borularına (ksilem) uzatarak, su ve mineral ihtiyaçlarını karşılarlar.
• Ökse otu, yarı parazit bir bitkidir.
Ökse otu, yarı parazit bir bitkidir.
POPÜLASYON EKOLOJİSİ
• Popülasyon, aynı anda aynı alanı işgal eden, tek bir türe ait bireylerin oluşturduğu bir topluluktur.
• Popülasyonun özellikleri bireylerin birbirleriyle ve çevreleriyle olan ilişkileri tarafından biçimlendirilir.
• Popülasyon ekolojisi, popülasyonların dinamiğini ve bu popülasyonların çevreleriyle olan etkileşimlerini inceleyen ekolojinin alt bilim dallarından biridir.
POPÜLASYON DİNAMİĞİ
1)Popülasyon yoğunluğu
• Popülasyon yoğunluğu; birim alan veya hacimdeki aynı türden bireylerin sayısı ile ifade edilir.
• Popülasyon yoğunluğunun bilinmesi, popülasyonun ekosistem içindeki işlevini belirlemede etkilidir.
Popülasyon yoğunluğunu etkileyen faktörler:
• doğum oranı,
• ölüm oranı,
• dışa göç,
• içe göç
• Popülasyona birim zamanda üreme sonucu katılan birey sayısı doğum oranını ,popülasyondan birim zamanda ölüm sonucu ayrılan birey sayısı ise ölüm oranını belirler.
• Doğum ve ölüm oranı ölçüldüğünde elde edilen veriler,popülasyonun büyüklüğünün zaman içinde nasıl değişeceğini tahmin etmemizi sağlar.
2)Popülasyon büyüklüğü
• Popülasyon büyümesi,bir popülasyonu oluşturan bireylerin sayısındaki artıştır.
• Temelde üç etkenin kontrolü altındadır.
_doğum
_ölüm
_göç
• Popülasyon büyüklüğünü düzenleyen faktörler başlıca iki grupta incelenebilir.
Bunlar;
• Yoğunluğa bağlı faktörler: Rekabet, hastalık, parazitler,yaşam alanı darlığı v.b
• Yoğunluğa bağlı olmayan faktörler: Işık, sıcaklık, nem v.b
Popülasyonun dengelenmesinde etkili başlıca faktörler.
Popülasyonun Büyüme Tipleri
Popülasyonun büyümesi iki şekilde incelenebilir:
• I. S gelişme tipi
• II. J gelişme tipi
S Gelişme Tipi
Bu şekilde büyüyen bir popülasyonda sırayla şu fazlar (evreler) görülür:
• Popülasyonun Kuruluş Fazı
• Logaritmik Artış Fazı
• Negatif Artış Fazı
• Denge Fazı
Popülasyonda S tipi büyüme evresi
J Gelişme Tipi
• J gelişme tipi bazı böcek popülasyonlarında görülür.
• Bu gelişme tipinde önce kısa bir kuruluş fazı olur.
• Daha sonra logaritmik faz olarak tanımlanan hızlı bir çoğalma fazı görülür.
• Fakat çevre direncinden dolayı bir süre sonra popülasyon yoğunluğunda hızlı bir düşme olur. Bu nedenle J tipi gelişmede denge düzeyi görülmez
Popülasyonda J tipi büyüme evresi
Popülasyonun Taşıma Kapasitesi
Bir popülasyondaki birey sayısının birim alandaki yoğunluğu maksimum (en yüksek) seviyeye ulaştığı zaman popülasyonda meydana gelen doyma noktasına popülasyonun taşıma kapasitesi denir.
Bir popülasyonun zamana bağlı olarak birey sayısındaki değişim
• a ve c zaman aralıklarında popülasyonda büyüme olmuştur. • e ve g zaman aralıklarında popülasyondan ayrılan birey sayısı fazladır. • b, d ve f zaman aralıklarında, popülasyon dengededir. • Popülasyon d zaman aralığında taşıma kapasitesine ulaşmış olabilir. • b ve f zaman aralıklarında sabitliğe neden olan ortam şartları aynı değildir.
Popülasyon yoğunluğunun aşırı artışı
nelere sebep olabilir?
• besin, eş seçimi, barınak gibi nedenlerle
rekabetin ortaya çıkmasına,
• avcı (predatör) sayısının artmasına,
• parazit artışına,
• dış göçlerin artışına,
• ölüm olaylarının artışına,
• doğum oranının artmasına,
• besin miktarı yetersizliğine,
• salgın hastalıkların artmasına neden
olur.
Fareler üzerinde yapılan çalışmalar
3)Popülasyonda Yaş Dağılımı
Bir popülasyonda bireyler 3 ayrı gruba ayrılır;
• üreme öncesi (genç)
• üreme dönemi (ergin)
• üreme sonrası (yaşlı)
Ülkemizde genç nüfus sayısı oldukça fazladır.
Piramit Çeşitleri
a-Geniş Tabanlı Yaş Piramidi (Gelişen Popülasyon)
• Bu piramit büyümekte olan popülasyonlara aittir. Bu tür popülasyonlarda doğum oranı ölüm oranından daha fazladır.
• Bu tip yaş piramidine Hindistan’ da yaşayan insan popülasyonu örnek verilebilir.
b-Düzgün Yaş Piramidi (Dengeli Popülasyon)
• Bu tür piramide sahip popülasyonlarda doğum ve ölüm oranları birbirine eşittir.
• Bu tip popülasyona örnek olarak İsveç’ teki insan popülasyonu örnek verilebilir.
c-Dar Tabanlı Yaş Piramidi (Gerileyen Popülasyon)
• Bu tür popülasyonlarda yaşlı birey sayısı genç birey sayısından fazladır.
Çeşitli yaş piramitleri
4-Popülasyondaki Bireylerin Dağılım Şekilleri
• Bir popülasyonun coğrafik dağılım alanı, onun yer aldığı coğrafik sınırlarını tanımlar.
• Dağılma, popülasyonda göç etme anlamına gelmektedir.
• Göçün en önemli nedeni habitatta görülen olumsuzluklardır.
Popülasyonların habitat dağılış tipleri üçe ayrılır; • Düzgün (Tekdüze) Dağılım:Bu tip dağılımda bireyler arasındaki uzaklık eşittir. • Kümeli Dağılım:Bu tip dağılımda popülasyondaki bireyler biraraya gelerek gruplar
oluşturur. Bu tip dağılım doğada en çok rastlanan tiptir. İnsan ve kuşların dağılışı bu tiptir.
• Rastgele (Düzensiz) Dağılım:Bireyler arasında karşılıklı bir etki bulunmadığı için bireyler kendileri için gerekli olan en uygun ortamı seçerler. Aralarındaki uzaklıklar farklılık gösterir.
Popülasyonlarda dağılma a) kümeli dağılım b) düzgün dağılım c) rastgele dağılım.
Populasyonlarda aşırı büyümenin olası sonuçları nelerdir?
• Popülasyonlarda meydana gelen aşırı büyümeye bağlı olarak nüfus artışı görülür.
• Nüfus artışı, popülasyonun taşıma kapasitesini ve popülasyon dinamiğini etkileyen bir faktördür.
• Yoğunluk artışına bağlı olarak ortamda biriken zehirli madde,yaşama alanı darlığı,besin yetersizliği vb.etkenler popülasyonun büyümesini engeller.
• Çeşitli hayvanlarda yapılan çalışmalarda, popülasyon yoğunluğu nedeniyle bireylerin üretkenliklerinin büyük ölçüde azaldığı görülmüştür.
• Bitkilerde popülasyon büyüklüğü hayvanlarda olduğu gibi biyolojik faktörlerle kontrol edilir.Genç fideler;su,ışık,mineral vb.için birbiriyle rekabete girer ve bu fidelerin çoğu ölür.Rekebet devam ettiği sürece popülasyon yoğunluğu azalır.
SON
Top Related