Download - Der neue Sultan

Transcript
Page 1: Der neue Sultan

Titel Kapak

Scharfschützen wachen auf den Dächern, und Hubschrauberkreisen über dem Platz, auf dem die Menge rote Fahnenmit Halbmond schwenkt. Tausende sind gekommen, aus

Istanbul, aus Ankara und vom Schwarzen Meer, hierher, in dieKleinstadt Yozgat in Zentralanatolien. Sie haben stundenlang inder Hitze gewartet, um ihn zu feiern. Sie skandieren seinen Namen, aus den Lautsprechern dröhnt die Hymne seines Wahl-kampfes: „Mann des Volkes, Recep Tayyip Erdoğan.“

Als der türkische Premier auf die Bühne tritt, brechen Frauenmit Kopftuch in Tränen aus, bärtige Männer fallen auf die Knie.Erdoğan hebt die Hände und brüllt: „Sind wir Geschwister? Sindwir Türken?“ Die Masse antwortet: „Tayyip, wir gehen bis inden Tod für dich!“ Es ist Wahlkampf in der Türkei, aber dasdrückt nicht aus, was hier passiert, und deshalb hat Erdoğanseine Kampagne als Befreiungskrieg beschrieben. Seine Wählersind seine Truppen, die ihn nun zum Präsidenten machen sollen. 

„Befreiungskrieg“, so nannte Mustafa Kemal, genannt Atatürk,vor 95 Jahren den Feldzug gegen die westlichen Alliierten, derzur Gründung der türkischen Republik führte. Erdoğanreist jetzt in seinem Wahlkampf die Orte ab, von denendieser Krieg ausging. Und wie ein moderner Atatürk brüllter ins Mikrofon: „Wir werden nicht zulassen, dass fremdeKräfte der Türkei schaden!“ Er meint die Studenten, dieden Gezi-Park besetzten, die säkulare Opposition, Europa.

Seit elf Jahren regiert Erdoğan, 60, und da er nach drei Amts-zeiten nicht mehr als Premier antreten darf, will er sich am 10. August zum Präsidenten küren lassen. Am liebsten aber willer Herrscher auf Lebenszeit werden; zumindest bis zum Jahr2023, wenn sich die Staatsgründung zum 100. Mal jährt. Er sprichtoft von 2023, auch auf den Wahlkampfplakaten prangt die Zahl. 

Die Türkei hat während seiner Amtszeit einen enormen Wan-del durchgemacht, vom Krisenland zur Regionalmacht. Auch Er-doğan hat sich gewandelt, vom religiösen Fundamentalisten zumdemokratischen Reformer, der die Eliten entmachtete, einenWirtschaftsboom entfachte und die konservativ-fromme Mehrheitdes Landes aus der Armut und politischen Sprachlosigkeit be-freite.

Mit jedem Wahlsieg jedoch wurde er autoritärer. Er ließ Pro-teste niederschlagen und Kritiker verhaften, setzte nach undnach islamische Moralvorstellungen durch. Der Reformer wurdezum Patriarchen, aus dem Hoffnungsträger wurde ein Risiko.Als Erdoğan sich in Yozgat von seinen Fans verabschiedet,

Keskin nişancılar çatılarda bekliyor, büyük bir kitlenin, ayyıldızlı kırmızı bayraklar salladığı meydanın üzerinde he-likopterler daireler çiziyor. Yozgat'a, Anadolu'nun mer-

kezindeki bu küçük şehre İstanbul'dan, Ankara'dan, Karade-niz'den, binlerce insan akın etmiş. Cayır cayır yakıcı sıcakta saat-lerce beklemişler, onu karşılamak için. Hep bir ağızdan adınısöylüyorlar, hoparlörlerden, karşıladıkları insanın seçim kampan -yasının marşı çalıyor gümbür gümbür: “Halkın adamı RecepTayyip Erdoğan”.

Başbakan sahneye adım atıyor ve başörtülü kadınlar ağlamayabaşlıyor, sakallı erkekler dizlerinin üzerine çöküyor. Erdoğankollarını kaldırıp haykırıyor: “Hepimiz kardeş miyiz? Hepimizbirlikte Türkiye miyiz?” Kitle cevap veriyor: “Tayyip, senin içinölmeye hazırız!” Türkiye'de seçim mücadelesi sürüyor, ama buifade, burada olanları anlatmaya yetmiyor. İşte bu yüzden Er-doğan kampanyasına “İstiklal Savaşı” adını takmış. Ordularsaonu cumhurbaşkanı yapacak olan seçmenleri.

“İstiklal Savaşı”; Mustafa Kemal Atatürk 95 yıl önce Batılı müttefik güçlere karşı yürüttüğü ve Türkiye Cumhuriye-ti'nin kurulmasıyla sonuçlanan mücadelesine bu adı ver-mişti. Şimdi Erdoğan seçim mücadelesinde bu savaşın to -humlarının atıldığı yerleri dolaşıyor. Ve modern bir Atatürkgibi kükrüyor mikrofona: “Dış güçlerin Türkiye'ye zarar

vermesine izin vermeyeceğiz!” Bu cümlenin bir ok gibi yöneldiğihedef, Gezi Parkı'nı işgal eden üniversiteliler, muhalif laikler veAvrupa.

Erdoğan onbir yıldır iktidar koltuğunda oturuyor ve üç seçimdöneminden sonra bir kez daha başbakanlığa aday olamayacağıiçin, 10 Ağustosta cumhurbaşkanı seçtirmek istiyor kendisini. As-lında ona kalsa, hayatı boyunca hükmetmeyi yeğleyecek; amahiç değilse cumhuriyetin kuruluşunun yüzüncü yılına, yani 2023yılına kadar kalmak istiyor. Nitekim, sıkça sözünü ettiği 2023 ta-rihi, seçim afişlerine de koskocaman yazılmış.

Türkiye, onun iktidarı döneminde müthiş bir değişim geçirdi;bir kriz ülkesiyken bölgesel bir güce dönüştü. Erdoğan da değişimgeçirdi; köktendinci bir siyasetçi iken, demokratik reformlar ya-pan, elitlerin gücünü kıran, ekonomik atılımı körükleyen ve ül-kesinin inançlı muhafazakar çoğunluğunu yoksulluktan ve siyasalsuskunluktan kurtaran bir insan haline geldi. Kazandığı her seçimzaferinden sonra bir kat daha otoriterleşti. Protesto gösterilerinişiddetle bastırttı, iktidarını eleştirenleri tutuklattı ve islami ahlaktasavvurlarını adım adım yerleştirdi. Reformcuyken hüküm-

68 DER SPIEGEL 32 / 2014

FO

TO:

UM

IT B

EK

TAS

/ R

EU

TE

RS

Der neue SultanYeni Padişah

Türkei Premier Erdoğan begann alsdemokratischer Reformer, doch im

Kampf gegen die alten Eliten und die Gezi-Demonstranten entwickelte er sich zum

Patriarchen. Jetzt will er sich zum Präsidentenwählen lassen. Wird er damit zum Despoten?

Diese Titelgeschichte erscheint auch auf Türkisch – wie schon jenezu den Protesten in Istanbul vor einem Jahr. Nicht etwa, weil es den fast drei Millionen Deutschtürken an Sprachkenntnissen fehlenwürde. Es geht – anlässlich der Wahl – um eine Geste an die größteEinwanderergruppe in Deutschland und an die Leser in der Türkei.

Kapak yazımız, Türkçe yayınlanıyor, aynen bir yıl önce İstanbul'daki di-reniş hakkındaki yazılar gibi. Almanya'daki Türkiye kökenli yaklaşık üçmilyon insanın Almancasının yetersiz olduğunu düşündüğümüz içindeğil. Cumhurbaşkanlığı seçimi vesilesiyle ülkemizdeki en büyükgöçmen grubuna ve Türkiye'deki okurlarımıza yönelik bir jest olarak.

Türkiye Başbakan Erdoğan demokratikreformlarla çıktı yola, ancak eski döneminseçkinleriyle ve Gezi Parkı direnişçileriylemücadelesinde hükümdara dönüştü. Şimdi

kendisini cumhurbaşkanı seçtirmekniyetinde. Despot mu olacak bu sefer de?

� �

Page 2: Der neue Sultan

Politiker Erdoğan

Siyasetçi Erdoğan

Page 3: Der neue Sultan

hebt er die Hand zum Gruß der Muslimbrüder und ruft: „Un-sere Mission hat gerade erst begonnen.“

Um zu erahnen, was Erdoğan antreibt, was er will und wohin ersein Land führen könnte, hilft es zurückzublicken, auf den Aufstiegdieses Mannes. Die Geschichte einer Verwandlung in fünf Akten.

Der Aufstieg: Istanbul

Im Istanbuler Hafenviertel Kasımpaşa sind die Haustüren ausden Angeln gerissen, unter den Brücken schnüffeln ObdachloseKlebstoff. Hier ist Erdoğan aufgewachsen, hier liegen seine Wur-zeln. Der jugendliche Erdoğan war ein „Schwarztürke“, ein Au-ßenseiter, sein Vater Ahmet verdiente sein Geld damit, Güterüber den Bosporus zu schiffen. Der junge Erdoğan lernte früh,sich durchzusetzen. Er verkaufte Sesamkringel auf der Straße,und wenn ihn jemand prellte, schlug er angeblich zu. Die Altenhier erinnern sich an einen Jugendlichen voller Zorn: „Tayyipging keiner Prügelei aus dem Weg“, sagt ein Mann. „Er kletterteauf das Dach der Moschee und zitierte Verse aus dem Koran.“

Erdoğan war Stürmer bei dem lokalen Fußballverein Erokspor,besuchte eine religiöse İmam-Hatip-Schule, studierte Betriebs-wirtschaft und arbeitete als Buchhalter in einer Wurstfabrik. Under trat der islamistischen Refah-Partei bei, wo er seine Frau Eminekennenlernte. Mit 40 Jahren war er ganz oben, wurde er zumBürgermeister von Istanbul gewählt. Die Eliten verachteten ihn,doch Erdoğan regierte effizient, baute denNahverkehr aus, verbesserte die Wasser-versorgung und ließ die Straßen reinigen.

Schon als Jugendlicher ist Erdoğan be-sessen von dem Gedanken aufzusteigen.Die Verachtung, die er zu Beginn seinerKarriere durch das säkulare Bürgertum er-fährt, verbittert ihn und treibt ihn an. „Er-doğan hat den Ehrgeiz und die Ausdauer,die nur Außenseiter mitbringen“, sagt der

dara dönüştü, vaktiyle kendisine büyük umutlar bağlanırken,risk olarak görülmeye başlandı. Bugün de, Yozgat'ta taraftarlarınaveda ederken, elini Müslüman Kardeşler'in selamıyla kaldırıyorve “Bitmedi, bu daha başlangıç” diye sesleniyor onlara.

Erdoğan'ı kamçılayan şeyi, amacının ne olduğunu ve ülkesininereye götürebileceğini tahmin edebilmek için, geçmişe dönüp,bu insanın yükselişine bakmak yerinde olur. Beş perdede bir dö-nüşüm öyküsü bu.

Yükseliş: Istanbul

İstanbul'un liman semti Kasımpaşa'da, kapılar menteşelerindensökülmüş, köprü altlarında evsiz barksız insanlar tiner çekiyor.Erdoğan burada yetişmiş, kökleri burada. Delikanlılığında “siyahTürk” idi Erdoğan, dışarıda tutulandı, babası Ahmet, Boğaz'dayük taşıyarak kazanırdı hayatını. Genç Erdoğan, boyun eğme-meyi erken yaşta öğrendi. Sokakta simit satıyordu ve kendisineyamuk yapan olursa, rivayet o ki, yumruğu yiyordu. Bu semtinyaşlılarının aklında öfkeli bir genç kalmış: “Tayyip kavgadan hiçkaçmazdı”, diyor semtin bir sakini. “Caminin damına çıkar,Kur'an'dan sureler okurdu.”

Erdoğan yerel futbol takımı Erok Spor'da forvet olarak oynadı,imam hatip okuluna gitti, işletme okudu ve bir sucuk fabrikasındamuhasebecilik yaptı. Ve islamcı Refah Partisi'ne üye oldu, oradamüstakbel eşi Emine'yle tanıştı. 40 yaşına geldiğinde zirvedeydi,

İstanbul'un belediye başkanı seçilmişti.Seçkinler onu küçümsüyordu, ama Er-doğan verimli çalışan bir belediye başka-nıydı. Şehir içi toplu taşımacılığını geliştir-di, şehrin su ihtiyacının daha iyi karşılan-masını sağladı ve caddeleri temizletti.

Erdoğan delikanlılığından beri yükselmefikrine tutkundu. Kariyerinin başlarındalaik orta sınıf tarafından küçümsenmek,onu öfkeyle doldurdu ve kamçıladı. “Er-

70 DER SPIEGEL 32 / 2014

FO

TOS

: G

EO

RG

E G

EO

RG

IOU

Rohbauten in Istanbul: „Wir haben Malls, Malls, Malls, vor allem die Bauindustrie boomt“ İstanbul´da kaba inşaatlar: “Her taraf AVM, her taraf AVM, hele inşaat sektörü patladı”

� �

350 km

T Ü R K E I

KasimpaşaIstanbul

Ankara

Diyarbakır

Yozgat

S c h w a r z e s M e e r

Page 4: Der neue Sultan

Titel

Anwalt Turgut Kazan, der den Premier seit Jahren kennt. „Er-doğan ist auch als Politiker ein Straßenkämpfer geblieben.“

Die Menschen in Kasımpaşa sind arm, aber voller Stolz, undso ist auch Erdoğan. „Schau, wie Erdoğan geht, wie er redet,das ist Kasımpaşa“, sagen sie hier. Stolz bedeutet aber auch,dass er jede Kritik an seiner Regierung als persönliche Beleidi-gung sieht – und als Aufforderung zurückzuschlagen. Wer Er-doğan enttäuscht, der wird von ihm bestraft und verfolgt. 

Erdoğan ist ein begnadeter Populist, ein Menschenfänger, derMassen für sich einnehmen kann. Aber er hat keine Übung darin,seine Ziele durch Diplomatie zu erreichen. Beim Weltwirtschafts-forum in Davos stürmte er 2009 während einer Diskussion vomPodium, als er sich von dem israelischen Präsidenten SchimonPeres herausgefordert fühlte. Der Premier sei nun mal ein „Ka-sımpaşalı“, ein Draufgänger, entschuldigen ihn seine Berater. Sei-ne Wähler lieben ihn für solche Auftritte. Erdoğan ist so, wieviele Türken gern wären: selbstbewusst, dominant, furchtlos. 

Aber der Premier hält auch viel auf Gehorsam und Loyalität.Er ist dem Friseur seiner Jugend stets treu geblieben, heute schnei-det ihm dessen Sohn die Haare. In dem Salon von Yaşar Ayhanin Kasımpaşa hängt sein Foto an der Wand. „Tayyip hat seineHerkunft nie vergessen“, sagt Ayhan. Er wird auch bei der Präsi-dentenwahl für Erdoğan stimmen. „Tayyip lässt uns stolz sein aufKasımpaşa, auf unser Land, unsere Religion.“

Der Höhenflug: Kayseri

Bevor die AKP an die Macht kam, lebten in Kayseri etwa einehalbe Million Menschen. Jetzt sind es mehr als doppelt so viele.Die Stadt steht für den wirtschaftlichen Erfolg der Türkei; sie istdas Zentrum der „anatolischen Tiger“, jener Aufsteigermetropo-len, in denen der türkische Wohlstand der vergangenen Jahreentstanden ist. Die Stadt liegt am Fuß des 3916 Meter hohen Vul-kans Erciyes, und oben, auf dem Gipfel, wo sechs Monate imJahr Schnee liegt, hat gerade ein neues Resort mit Sessellift, Pis-ten und Restaurants eröffnet. In der Innenstadt reihen sich Fast-Food-Restaurants und Filialen europäischer Modeketten aneinan-der, und vor den Vorstadtvillen stehen Limousinen und Gelän-dewagen von Mercedes, BMW und Audi. 

Hunderte neue Firmen sind hier entstanden, Textilfabriken,Maschinenhersteller, international tätige Konzerne wie die BoydakHolding, zu der eine Bank, eine Kabelfabrik und die größte tür-kische Möbelfirma Istikbal gehören. Nahezu alle Sofas, Schrank-wände und Einbauküchen des Landes werden hier gebaut, aucheuropäische Unternehmen lassen in der Stadt fertigen. 

„Kayseri ist das Schwaben der Türkei“, sagt Şafak Çivici. „DieMenschen sind konservativ, fleißig und bescheiden.“ Die 50-jäh-rige Unternehmerin ist in Stuttgart aufgewachsen, dann zog essie in die Heimat ihrer Eltern. 1997 eröffnete sie mit ihrem Manneine Holzwerkstatt, inzwischen hat ihr Unternehmen 60 Mitar-beiter und produziert Stühle für Europa. „Das ist auch ein Erfolgvon Erdoğan“, sagt Çivici. „Vor seiner Amtszeit betrug die Infla-tion über 40 Prozent. Die Regierungen waren chaotisch und kor-rupt, ständig gab es Streit in den Koalitionen, auf nichts war Ver-lass.“ Viele ihrer Freunde, sagt Çivici, hätten Erdoğan und seineAKP aus Protest gewählt. „Seit seinem Amtsantritt ist die türki-sche Lira relativ stabil und hat sogar an Wert gewonnen.“

Zuvor wurde die Wirtschaft von der kemalistischen Elite kon-trolliert, doch Erdoğan öffnete die Märkte für Unternehmer ausAnatolien. Er privatisierte große staatliche Unternehmen wieTürk Telekom, die Öl- und Gasindustrie, Häfen und Flughäfen;er liberalisierte den Arbeitsmarkt, reformierte den Banken- undKreditsektor und förderte die Wirtschaft.

Zu Beginn der AKP-Ära wuchs die Wirtschaft jährlich um bis zuneun Prozent. Ausländische Anleger investierten von 2003 bis 2012rund 400 Milliarden Dollar. In den 20 Jahren zuvor waren es lediglich35 Milliarden gewesen. So stiegen unbedeutende Orte in Zen-

doğan, sadece dışlananların sahip olabileceği bir hırsa ve azmesahip” diyor Başbakan'ı yıllardır tanıyan avukat Turgut Kazan.“Erdoğan siyasetçi olarak da sokak savaşçısı olmayı sürdürdü.”

Kasımpaşalılar yoksul, ama gururlu insanlar. Erdoğan da öyle.“Erdoğan'in yürüyüşüne bak, konuşmasına bak, işte Kasımpaşabu!” diyor burada insanlar. Ama gurur, hükümetine yönelen hereleştiriyi, şahsına yapılmış bir hakaret olarak görmesine ve bunu,karşı darbeyi indirmek için bir kışkırtma olarak yorumlamasınada yol açıyor. Erdoğan'ı hayal kırıklığına uğratanlar, cezalandırı-lıyor ve onun gazabından kurtulamıyor.

Erdoğan mükemmel bir popülist, kitleleri peşinden sürükleye-bilen bir insanlı köyün kavalcısı. Ama hedeflerine diplomatikyollardan ulaşma konusunda tecrübesiz. 2009'da Davos DünyaEkonomi Forumu'nda bir tartışma esnasında İsrail BaşbakanıŞimon Peres tarafından kışkırtıldığı duygusuna kapılmış ve sah-neyi paldır küldür terketmişti. Ne yapalım, başbakan Kasımpaşalı,serde kabadayılık var ne de olsa, diye durumu açıklamıştı da-nışmanları. Seçmenleriyse, bu çıkışlarından dolayı seviyor onu.Erdoğan, birçok Türkün olmayı isteyip de olamadığı bir adam:kendinden emin, duruma hakim, gözüpek.

Ama başbakan sadakate de çok önem veriyor. Halen, delikan-lılık döneminin berberine gidiyor. Kasımpaşa'da Yaşar Aydın'ınberber salonunun duvarında fotoğrafı asılı. “Tayyip köklerini hiçunutmadı” diyor Ayhan. Cumhurbaşkanlığı seçiminde de Er-doğan'a oy verecek. “Tayyip sayesinde Kasımpaşa'yla, ülkemizle,dinimizle gurur duyuyoruz”, diye devam ediyor.

Zirveye Tirmaniș: Kayseri

AKP iktidarından önce Kayseri'nin nüfusu yarım milyon kadardı.Bugünse, bunun iki katından fazla. Bu şehir, Türkiye'nin ekono-mik başarısının simgesi. Türkiye'de geçtiğimiz yıllarda yükselenrefahın doğduğu, “Anadolu kaplanları” olarak anılan metropol-lerin merkezi. Şehir, 3.916 metre yüksekliğindeki Erciyes yanar-dağının eteklerine kurulmuş. Senenin altı ayı karlarla kaplı zir-vedeyse, teleferikler, pistler ve restoranlarla donanmış yeni birkış sporları tesisi açıldı. Çarşıda fast food lokantaları ve Avrupamoda zincirlerinin şubeleri yanyana sıralanıyor, şehrin kıyısındakivillaların önündeyse Mercedes, BMW ve Audi limuzinleri ve cip-leri park etmiş.

Burada yüzlerce yeni şirket kuruldu, tekstil fabrikaları, makinaimalatçıları, Boydak Holding gibi uluslararası alanda çalışan veçatısı altında bir bankayı, bir kablo fabrikasını ve Türkiye'nin enbüyük mobilya şirketi İstikbal'i de barındıran şirket grupları bu-raya yerleşti. Türkiye'de kullanılan koltukların, vitrinli dolaplarınve ankastre mutfakların neredeyse tamamı burada üretiliyor. Av-rupa şirketleri de bu şehirde üretim yapıyor.

“Almanya'da Suebya neyse, Türkiye'de de Kayseri o” diyorŞafak Çivici. “Buranın insanı muhafazakar, çalışkan ve müteva-zıdır.” 50 yaşındaki bu iş kadını Stuttgart'ta, yani Suebya bölge-sinde yetişmiş, ardından, ebeveyninin memleketine yerleşmiş.1997'de eşiyle birlikte bir kereste imalathanesi açmış. Bugün şir-keti 60 eleman çalıştırıyor ve Avrupa pazarına sandalye üretiyor.“Bu aynı zamanda Erdoğan'ın da başarısı”, diyor Çivici. “Erdoğaniktidara gelmeden önce enflasyon yüzde 40'ın üstündeydi. Hü-kümetlerde kaos ve yolsuzluk egemendi, koalisyonlarda habirebirbirlerine girerlerdi, hiçbir şeye güvenemezdiniz.” Çivici, birçokarkadaşının Erdoğan'a ve AKP'ye oy vermelerinin bir protestoolduğunu söylüyor. “Erdoğan iktidara geldiğinden beri TürkLirası oldukça istikrar kazandı, hatta değeri de arttı.”

Daha önce ekonomi Kemalist seçkinlerin denetimindeydi, an-cak Erdoğan pazarı Anadolu işadamlarına açtı. Türk Telekomgibi büyük kamu şirketlerini, petrol ve doğal gaz sanayiini, liman -ları ve hava limanlarını özelleştirdi, istihdam piyasasını liberalizeetti, banka ve kredi sektörünü reforma tabi tuttu ve ekonomiyidestekledi.

AKP döneminin başlarında ekonomi yılda yüzde dokuza

71DER SPIEGEL 32 / 2014

� �

Page 5: Der neue Sultan

tralanatolien zu Industriestädten auf – es entstand eine neueMittelschicht: das islamisch-konservative Bürgertum, wohlhabendund fromm zugleich. Zugleich wurden im ganzen Land Neubau-siedlungen für die zugezogene arme Landbevölkerung errichtet.

So wie Kayseri stellt sich Erdoğan die ganze Türkei vor. In denRestaurants wird kein Alkohol ausgeschenkt, viele Frauen tragenKopftuch, fast jede Firma verfügt über einen Gebetsraum. Glaubeund Leistung, sagen sie hier, ergänzten sich. „Islamische Calvinis-ten“ werden sie von Soziologen genannt. Die AKP bekommt beiWahlen regelmäßig bis zu 70 Prozent der Stimmen. Kayseri istein Ort, an dem es für Erdoğan wenig Widerworte gibt.

Zumindest bis jetzt. Doch ganz langsam und leise ändert sichdas. Erdoğan sei nicht mehr so unumstritten wie noch vor einpaar Jahren, sagt Çivici. Sein harsches Vorgehen gegen die Gezi-Demonstranten und kritische Journalisten sei ihr unverständlich,„ebenso seine Abkehr vom Reformkurs und seine Abwendungvon der EU“. Und auch Erdoğans wichtigstes Fundament bröckelt:Die Wirtschaft wuchs 2013 nur noch um drei Prozent. Der IWFwarnte, die Türkei sei der fragilste aller Schwellenmärkte. 

Denn der Erfolg täuschte lange Zeit über ein strukturelles De-fizit hinweg, das die AKP noch befördert hat. Die Türkei impor-tiert seit Jahren deutlich mehr Güter, als sie exportiert – undhäuft so Schulden an. Das Handelsbilanzdefizit stieg unter Er-doğan von 16 Milliarden auf 84 Milliarden Dollar im Jahr 2012.Ausländische Geldgeber hätten zudem nur kurzfristig investiert,sagt Çivici. „Kaum begann die weltweite Finanzkrise, haben sieihr Kapital wieder abgezogen.“ Nachhaltig sei die Entwicklungdaher nicht. „Wir haben Malls, Malls, Malls, vor allem die Bau-branche boomt“, sagt die Unternehmerin. „Eine solide Industrieoder einen langfristig erfolgreichen IT-Sektor gibt es nicht.“

Die Versöhnung: Diyarbakır

Noch vor zehn Jahren herrschte in der größten kurdischen Stadtder Ausnahmezustand. Heute kommen Touristen in die Stadt

varan büyüme hızlarına ulaştı. Yabancı yatırımcılar 2003 ile2012 yılları arasında yaklaşık 400 milyar dolarlık yatırım yaptı.Daha önceki 20 yıl içinde yapılan yabancı yatırımlarsa sadece 35milyardı. Böylece Orta Anadolu'da vaktiyle önemsiz olan yerlersanayi kentleri haline geldi ve yeni bir orta sınıf doğdu, müslümanve muhafazakar, hem zengin, hem dindar olan bir orta sınıf.Aynı zamanda ülkenin tamamında, şehirlere göç eden yoksulköylüler için yeni yerleşim bölgeleri inşa edildi.

Erdoğan bütün Türkiye'nin Kayseri gibi olmasını hayal ediyor.Burada lokantalarda alkollü içki yok, birçok kadın başörtülü veneredeyse bütün şirketlerde mescit var. İman ve zenginlik birbi-rini tamamlar, diyorlar burada insanlar. “Müslüman Kalvinistler”diyor sosyologlar bu kesime. AKP her seçimde yüzde 70'e varanoy oranlarına ulaşıyor. Erdoğan'a karşı çıkanların az olduğu biryer burası.

En azından şimdilik. Ama yavaş yavaş, alttan alta değişmeyebaşladı bu durum. Erdoğan artık birkaç yıl önceki kadar benim-senmiyor, diyor Çivici. Gezi direnişi sırasında ve muhalif gazete-cilere karşı sergilediği hırçın tutumunu, “reform çizgisinden ay-rılmasını ve AB'ye sırt çevirmesini” anlamadığını söylüyor. Er-doğan'ın ayağını bastığı zemin de sarsılıyor bu arada. Ekonomi2013 yılında sadece yüzde üçlük bir büyüme gösterdi. İMF, Tür-kiye'nin gelişmekte olan tüm piyasalar içinde en kırılganı olduğuuyarısını yaptı.

Çünkü başarı, uzun bir süre boyunca, AKP'nin daha da kes-kinleştirdiği yapısal bir sorunun farkedilmesini engelledi. Türkiyeyıllardır, ihraç ettiğinden fazla mal ithal ediyor; dolayısıyla dahafazla borçlanıyor. Erdoğan'ın iktidarında dış ticaret açığı 16 milyardolardan, 2012 rakamlarıyla 84 milyar dolara tırmandı. Çivici,ayrıca yabancı sermayenin kısa vadeli yatırımlar yaptığını söylüyor. “Dünya mali krizi patlak verir vermez, sermayeleriniçektiler.” Bu yüzden, gelişmenin kalıcı olmadığını belirtiyor. “Her taraf AVM, her taraf AVM, hele inşaat sektörü patladı. Ama ortada ne sağlam bir sanayi var, ne de başarılı bir bilişimsektörü.”

72 DER SPIEGEL 32 / 2014

FO

TO:

ER

EN

AY

TU

G /

NA

R P

HO

TOS

/ D

ER

SP

IEG

EL

� �

Café im kurdischen Diyarbakır: Noch vor zehn Jahren herrschte hier der AusnahmezustandKürt şehri Diyarbakır´da bir kahve: “Daha on yıl önce burada olağanüstü hal vardı”

Page 6: Der neue Sultan

Titel

am Tigris, Hilton hat ein Hotel eröffnet, der Flughafen wird  zueinem der größten des Landes ausgebaut. Wo früher Soldatenpatrouillierten, verkaufen heute Händler T-Shirts mit dem Porträtdes PKK-Führers Abdullah Öcalan.

Bis 2004 war es verboten, Kurdisch zu sprechen, kurdische Bü-cher zu lesen oder kurdische Musik zu hören. Doch Erdoğan ent-schuldigte sich als erster türkischer Regierungschef für die Ver-brechen des Staates an den Kurden. Die Regierung handelteeinen Waffenstillstand aus, sie lockerte das Sprachverbot undförderte die Wirtschaft in der Region, inzwischen gibt es sogarkurdischsprachiges Fernsehen. Uneigennützig war das alles nicht,denn damit erschloss Erdoğan sich eine neue Wählerschicht. ErstEnde Juni brachte die Regierung ein Amnestiegesetz für PKK-Kämpfer ins Parlament ein, ein Wahlgeschenk an die Kurden,deren Stimmen er für eine Mehrheit im ersten Wahlgang braucht.

Denn Erdoğan konkurriert mit einem kurdischen Präsident-schaftskandidaten, dem ersten überhaupt. Selahattin Demirtaş isthier im Südosten aufgewachsen, er erlebte als Kind, wie türkischeSoldaten Dörfer niederbrannten und die Bewohner hinrichteten,angeblich, weil sie PKK-Kämpfer waren oder sie versteckten. Heuteist Demirtaş der Spitzenkandidat der kurdischen Partei HDP, un-terstützt wird er auch von jungen und liberalen Türken. Meinungs-umfragen sehen ihn bei nur etwa zehn Prozent,doch allein seine Kandidatur ist eine Sensation. 

„Erdoğan hat das Land verändert“, gibt Demir-taş zu. Aber er sagt auch: „Unter Erdoğan ist einedemokratische Türkei nicht möglich.“ Er will einelinksliberale Opposition etablieren, für Kurdenund säkulare Türken. „Wir träumen von einer plu-ralistischen Türkei, die nicht nur Kemalisten oderkonservativen Sunniten gehört.“

Der Machtkampf: Ankara 

„Keine Angst! Treten Sie ein!“, ruft AbdüllatifŞener. Seine Stimme wird von einer Bohrmaschi-ne übertönt, Bauarbeiter schleppen Schutt durchsTreppenhaus. Şener hat kein besseres Büro ge-funden, Hauseigentümer in Ankara weigern sich,an den Wirtschaftsprofessor zu vermieten. Dabeihat er einst die AKP mitgegründet, er war Finanz-minister und Vizepremier. Doch 2008 hat er diePartei im Streit verlassen.

Şener knetet eine Gebetskette. Erdoğan, erzählter, sei unter den AKP-Gründern umstritten gewe-sen. Er habe kein politisches Konzept gehabt, ge-radezu provinziell sei er gewesen. Doch Erdoğanwar der populärste muslimische Politiker des Lan-des, vor allem, seit er 1997 vom Militärregime verhaftet und zuzehn Monaten Haft verurteilt wurde – weil er in einer Rede auseinem Gedicht den als islamistischen Aufruf verstandenen Satzzitiert hatte: „Die Moscheen sind unsere Kasernen, die Minaretteunsere Bajonette.“ Die Haftstrafe machte Erdoğan zum Märtyrer.

Die AKP-Gründer wollten, dass ihre Partei als moderate Krafterschien, erzählt Şener. Forderungen wie die Einführung der Scha-ria oder die Abkehr vom Westen wurden daher aus taktischenErwägungen gestrichen. „Wir benutzten die säkulare Rhetorik,um das Militär zu besänftigen.“ Nachdem der erste islamistischePremier Necmettin Erbakan von der Refah-Partei, aus der dieAKP hervorging, 1997 aus dem Amt geputscht worden war, wollteman vorsichtiger vorgehen. „Aber wir haben unsere religiösenÜberzeugungen nicht verworfen“, sagt Şener. „Wir haben begrif-fen, dass wir die Gesellschaft nur langsam verändern können.“

Die säkular-kemalistischen Militärs beobachteten den Premiermit Sorge, doch lange reagierten sie nicht, auch weil Erdoğan dieAnnährung an die EU vorantrieb und den Verdacht der Islami-sierung nicht bestätigte. Doch spätestens im Jahr 2007 merk-

Barişma: Diyarbakir

Daha on yıl önce en büyük Kürt şehri Diyarbakır'da olağanüstühal egemendi. Bugün, Dicle kıyısına turistler geliyor, Hilton bu-rada otel açtı ve hava limanı genişletilerek, ülkenin en büyükle-rinden biri haline getiriliyor. Vaktiyle askerlerin devriye gezdiğiyerde şimdi PKK lideri Abdullah Öcalan'ın portresinin basılı ol-duğu tişörtler satılıyor.

2004 yılına kadar Kürtçe konuşmak, Kürtçe kitap okumak,Kürtçe müzik dinlemek yasaktı. Ama Erdoğan, devletin Kürtlerekarşı işlediği suçlar için özür dileyen ilk Türk başbakanı oldu.Hükümet ateşkes için uzlaşmaya vardı, dil yasağını hafifletti vebölgede ekonomiyi teşvik etti; bugün Kürtçe televizyon bile var.Bunlar sadece alicenaplık olsun diye yapılmadı, çünkü Erdoğanbu sayede yeni bir seçmen kesimi kazandı. Hükümet, Haziransonunda meclise PKK saflarında savaşmış olanlara yönelik biryasa tasarısı sundu. Bu Kürtlere seçim öncesinde verilen bir he-diyeydi, zira Erdoğan ilk turda çoğunluğu sağlayabilmek içinKürtlerin oylarını da almak zorunda.

Cumhurbaşkanı seçiminde Erdoğan'ın karşısında bir Kürt rakipvar, ilk Kürt cumhurbaşkanı adayı. Selahattin Demirtaş bu böl-gede büyümüş, daha çocukken, Türk askerlerinin köyleri yak-

masına ve PKK üyesi oldukları ya da onlara yatak -lık ettikleri gerekçesiyle köylüleri öldürmesineşahit olmuş. Demirtaş Kürt partisi HDP'nin cum-hurbaşkanı adayı, ayrıca genç ve liberal Türkler-den de destek görüyor. Kamuoyu araştırmalarındaoy oranı yüzde ondan ibaret görünüyor, ama adayolması bile kendi başına bir olay.

İktidar Mücadelesi: Ankara

“Korkmayın! Buyrun, gelin!” diye sesleniyor Ab-düllatif Şener. Sesi elektrikli bir matkabın gürül-tüsünde kayboluyor, inşaat işçileri merdivenler-den molozlar indiriyor. Şener daha uygun bir ofisbulamamış, Ankara'da bu iktisat profesörünü kim-se kiracılığa kabul etmemiş. Halbuki AKP'nin ku-rucularından biri Şener, maliye bakanlığı ve başba-kan yardımcılığı yapmış. Ama 2008'de partidenkavgalı ayrılmış.

Tesbih çekerek anlatıyor. Erdoğan, diyor, AKPkurucuları arasında tartışmalı bir isimdi. Siyasibir tasarısı yoktu, düpedüz taşralıydı, diyor. Amaülkenin en popüler Müslüman siyasetçisiydi, hele1997'de askerleri vesayet rejimi tarafından tutuk-landıktan ve on yıl hapse mahkum edildikten son-ra. Yaptığı bir konuşmada, bir şiirden alıntı yapmış

ve bu alıntı İslamcı bir kışkırtma olarak yorumlanmıştı: “Camilerkışla, minareler süngü.” Hapse girince kahraman oldu Erdoğan.

AKP kurucuları, partilerinin ılımlı bir siyasi güç olarak görül-mesini istiyordu, diyor Şener. Bu yüzden şeriatın getirilmesi yada Batı'dan uzaklaşma gibi taleplerden taktik nedenlerle vazge-çildiğini söylüyor. “Askerleri kızdırmamak için laik bir üslup kul-lanıyorduk.” İlk İslamcı başbakan Necmettin Erbakan darbeyleindirildikten sonra, daha temkinli davranmaya karar verdiklerinianlatıyor. Erbakan, AKP'nin de kaynağı olan Refah Partisi'ninbaşbakanıydı. “Ama dini inançlarımızdan vazgeçmedik. Yalnız,toplumu değiştirmenin zaman alacağını kavradık.”

Laik Kemalist ordu başbakanı endişeyle izliyordu, ancak uzunbir süre tepki göstermedi; Erdoğan'ın AB'yle ilişkileri geliştirmesive ülkeyi İslamileştireceği yolundaki kuşkuları haklı çıkarmamasıda bunda rol oynadı. Ancak generaller en geç 2007 yılında, güç-lerinin ciddi bir tehdit altında olduğunu farkettiler. Zira Erdoğan,kendi partisinden Abdullah Gül'ü cumhurbaşkanı seçtirmek is-tediğini açıkladı. Generaller darbe yapmayı planladı, ama Er-doğan askerlerin tehditlerine cevap vermekte gecikmedi.

73DER SPIEGEL 32 / 2014

� �

2014Prognose

projeksiyonu

2003

2014Prognose

projeksiyonu

+ 73,1

25,3

7,8

WirtschaftsleistungVeränderung desBIP in Prozent gegen-

über 2002

Ekonomik Performans2002 yılına göre

GSYİH değişim oranı

2003

+ 5,3

Inflationsrate in Prozent

Enflasyon Oranı

Quelle: IWF

Page 7: Der neue Sultan

ten die Generäle, dass ihre Macht ernsthaft gefährdet war.Anlass war Erdoğans Ankündigung, seinen Parteifreund AbdullahGül zum Präsidenten machen zu wollen. Die Generäle planteneinen Putsch, doch Erdoğan reagierte schnell auf ihre Drohungen.Er kanzelte die Militärführung öffentlich ab und installierte Güldrei Monate später als Präsidenten. Der Kämpfer aus Kasımpaşahatte die Generäle überlistet und sich durchgesetzt. 

Nachdem Erdoğan die Kraftprobe gewonnen hatte, begann er,die staatlichen Institutionen von der alten Elite zu säubern. DieStaatsanwaltschaft leitete Ermittlungen gegen die sogenannte Ergenekon-Gruppe ein, die angeblich den Putsch gegen die Regie-rung geplant hatte. Erdoğan stellte sie als Rückgrat des „tiefenStaats“ dar und versprach, deren Verbrechen aufzuarbeiten. Mit-glieder dieses „tiefen Staats“ hatten in den Achtzigerjahren, zumTeil im Auftrag der Regierung, vermeintliche Staatsfeinde ver-schleppt. In der Ergenekon-Anklageschrift fand sich jedoch nichtsdavon. Stattdessen schwadronierten die Ermittler über vermeint -liche Anschlagspläne, die Vorwürfe stützten sich auf anonyme Zeu-gen, und entscheidende Dokumente stellten sich oft als Fälschungenheraus. Hunderte Offiziere, Akademiker und Journalisten wurdenverhaftet und in Schauprozessen zu langen Haftstrafen verurteilt. 

„Die Vorwürfe waren offensichtlich frei erfunden“, sagt RizaTürmen, ein früherer Richter am Europäischen Gerichtshof fürMenschenrechte. „Erdoğan hat nie beabsichtigt, gegen die Ver-brecher des ‚tiefen Staates‘ vorzugehen. Er hat den Prozess miss-braucht, um Kritiker auszuschalten.“ Zwischen 2001 und 2011wurden weltweit 35000 Menschen wegen Terrorverdachts ver-haftet, davon allein 12897 in der Türkei. 

„Der Ergenekon-Prozess hat Erdoğan das Gefühl gegeben, all-mächtig zu sein“, sagt seine einstige Vertraute Nazlı Ilıcak. „Seit-dem glaubt er, an Gesetze nicht mehr gebunden zu sein.“ ManchePolitiker werden mit wachsendem Erfolg gelassener und souve-räner. Erdoğan jedoch wurde machtgierig und dünnhäutig.

Als Nächstes griff der Premier seinen einstigen Verbündetenan: den Prediger Fetullah Gülen, der 1999 vor dem Militär in die

Ordu yönetimini kamuoyu önünde azarladı ve üç ay sonraGül'ü cumhurbaşkanlığına getirdi. Kasımpaşa'lı savaşçı generalleridevre dışı bırakmış ve amacına ulaşmıştı.

Erdoğan bu güç mücadelesini kazandıktan sonra, devlet ku -rumlarını eski seçkinlerden temizlemeye girişti. Savcılık, “Erge-nekon” olarak adlandırılan gruba karşı, hükümeti devirmek içindarbe planladıkları gerekçesiyle soruşturma başlattı. Erdoğan Er-genekon'u “derin devletin” belkemiği olarak niteledi ve işlediklerisuçların aydınlatılacağını vaadetti. Bu “derin devletin” üyeleriseksenli yıllarda, kısmen hükümetin de verdiği görevle, devletdüşmanı olduğu öne sürülen insanları kaçırmışlardı. Ancak Er-genekon iddianamesinde bundan tek kelimeyle bile bahsedilmedi.Soruşturmayı yürütenler suikast planları yapıldığını geveleyipdurmakla yetindiler; iddialarını gizli tanıklarla gerekçelendirdilerve önemli belgelerin çoğunun sahte olduğu ortaya çıktı. Yüzlercesubay, akademisyen ve gazeteci tutuklandı ve göstermelik du-ruşmaları takiben uzun hapis cezalarına çarptırıldı.

“Belli ki, suçlamalar uydurmaydı” diyor Avrupa İnsan HaklarıMahkemesi eski hakimi Rıza Türmen. “Erdoğan'ın amacı hiçbirzaman, derin devletin suçlularını cezalandırmak olmadı. Bu da-vayı, muhaliflerini devre dışı bırakmak için istismar etti.” 2001ile 2011 yılları arasında terör kuşkusuyla dünyada toplam 35.000kişi tutuklandı; bunların 12.897'si Türkiye'de tutuklanmıştı.

“Ergenekon süreci Erdoğan'a mutlak güç sahibi olduğu duygu-sunu verdi”, diyor bir zamanlar başbakanın yakın çevresinde bu-lunmuş olan Nazlı Ilıcak. “O zamandan beri, kanunların artıkkendisini bağlamadığını zannediyor.” Bazı siyasetçiler, başarılarıarttıkça daha rahat ve kendine güvenli hale gelir. Erdoğan ise git-tikçe daha iktidar tutkunu ve alıngan bir insan oldu.

Başbakan, bir sonraki hamlede eski bir müttefikine karşı hü-cuma geçti. 1999'da askerlerden kaçmak için ABD'ye giden ce-maat lideri Fetullah Gülen'i hedef almıştı. Gülen başbakana din-dar seçmenlerin desteğini sağlıyor, Erdoğan da buna karşılık ola-rak Gülen cemaatinin ticari çıkarlarını koruyordu. Erdoğan Er-genekon davasını, üyelerini adalet mekanizmasına sızdırmış olan

74 DER SPIEGEL 32 / 2014

FO

TO:

EM

IN O

ZM

EN

Festgenommener Demonstrant in Istanbul: „Wer gegen die Türkei arbeitet, wird vor Angst zittern“ İstanbul´da gözaltına alınan bir gösterici: “Türkiye aleyhine çalışanlar korkudan titreyeceklerdir”

� �

Page 8: Der neue Sultan

Titel

USA geflohen war. Gülen sicherte dem Premier die Unterstüt-zung frommer Wähler, Erdoğan schützte dafür die Geschäftevon dessen Gemeinde. Den Ergenekon-Prozess hätte Erdoğannicht ohne die Hilfe der Gülen-Gemeinde führen können, dieihre Leute auf Posten in der Justiz geschleust hatte. Doch nach-dem er die Parlamentswahl im Juni 2011 gewonnen hatte, wolltesich Erdoğan von der Bewegung befreien, weil er deren Forde-rungen nach Ämtern und Aufträgen nicht mehr erfüllen wollte.Im Herbst 2013 forcierte er den Machtkampf, indem er ankün-digte, Gülen-Nachhilfeschulen schließen zu lassen. 

Kurz darauf verhafteten Polizisten mehr als 50 AKP-Politiker,Unternehmer sowie die Söhne dreier Minister wegen des Ver-dachts auf Korruption. Staatsanwälte, die offenbar Gülen ver-bunden waren, leiteten die Ermittlungen, die schließlich sogarauf Erdoğans Sohn Bilal ausgedehnt wurden.

Erdoğan tauschte zwar sein halbes Kabinett aus, aber er wei-gerte sich, die Affäre aufzuklären. Und er tat so, als hätte er niemit Gülen zusammengearbeitet. Im Frühjahr wurden etliche Er-genekon-Beschuldigte freigelassen; der Premier nannte den Pro-zess nun ein Komplott der Gülen-Bewegung gegen die Armee.

Vor elf Jahren trat Erdoğan mit dem Versprechen an, die Türkeizu demokratisieren. Tatsächlich schaffte er die Todesstrafe ab, li-beralisierte das Strafrecht, erlaubte Studentinnen und Staatsbe-diensteten das Tragen von Kopftüchern und räumte Christenund Juden mehr Rechte ein denn je. Doch die Institutionen hater nicht reformiert, sondern selbst besetzt. Nicht viel anders alsdie Kemalisten vor ihm missbraucht er Justiz, Geheimdienst undPolizei, um Kritiker zu beseitigen. Der Inlandsgeheimdienst MİTwurde von Erdoğan mit nahezu uneingeschränkten Befugnissenausgestattet; er kann ohne richterlichen Beschluss Telefone ab-hören, auf Daten von Behörden und Unternehmen zurückgreifen.

Wer sich der Regierung widersetzt, wird als Staatsfeind verfolgt.In den vergangenen Monaten wurden Hunderte unliebsameStaatsanwälte, Richter und Polizisten versetzt. Journalisten, diekritisch berichteten, wurden verhaftet oder entlassen. Studenten,die während einer Rede Erdoğans ein Banner mit der Forderungnach freier Bildung entrollten, wurden wegen der Mitgliedschaftin einer Terrorgruppe angeklagt. Twitter, Facebook und YouTubewurden immer wieder gesperrt.

„In der Türkei sind manchmal andere, weniger feine Mittel alsin Europa geboten, um politische Ziele zu erreichen“, verteidigtder AKP-Politiker Osman Can das autoritäre Gebaren. 

Erdoğan scheint sich um die Meinung im europäischen Aus-land nicht mehr zu scheren. Anders als zu Beginn seiner Amts-zeit, als er den EU-Beitritt nutzen wollte, um die Macht desMili tärs zu beschränken, ist er nicht länger auf Brüssel angewie-sen. Und auch in der Bevölkerung ist die Begeisterung für Europagesunken. Die halbherzigen Beitrittsgespräche haben viele Tür-ken frustriert. Noch vor zehn Jahren befürworteten 73 Prozenteinen EU-Beitritt. Heute wünschen sich dies nur noch 44 Prozent.Europa sei ein Verlierer und steuere auf den Kollaps zu, sagtheute Erdoğans Chefberater. Die Türkei sei auf dem Weg zu einer Weltmacht – und stehe bald auf einer Stufe mit China undden USA.

Die Krise: Gezi-Park

Eigentlich war dieser Park am Taksim-Platz nur eine Fußnote inErdoğans großen Plänen. Der Premier will einen dritten Flughafenin Istanbul bauen, dreimal so groß wie der in Frankfurt; einedritte Bosporus-Brücke mit den mächtigsten Pfeilern und eineMoschee mit den höchsten Minaretten der Welt. Geplant ist auchein Kanal zwischen Marmara- und Schwarzem Meer, so absurdund teuer, dass selbst die Regierung ihn ein „verrücktes Projekt“nannte. Gigantische Motoren der Bauwirtschaft, vor allem aberDenkmäler für Erdoğan. Und dann dieser winzige, gar nicht idyl-lische Park, der einem Einkaufzentrum weichen sollte.

Gülen cemaatinin desteği olmadan yürütemezdi. Ancak 2011 yı-lında genel seçimi kazandıktan sonra cemaatten kurtulmaya kararverdi, çünkü artık cemaatin yetkili makamlara adam yerleştirmeve ihale alma taleplerini yerine getirmek istemiyordu. 2013 son-baharında Gülen'in dersanelerini kapatacağını açıklayarak güçmücadelesini körükledi.

Bundan kısa bir süre sonra emniyet görevlileri, aralarındaAKP'li siyasetçilerin, işverenlerin ve üç bakanın oğullarının ye-raldığı 50'den fazla kişiyi yolsuzluk kuşkusuyla gözaltına aldı.Soruşturmalar, Gülen'e bağlı oldukları tahmin edilen savcılar ta-rafından yürütüldü ve sonunda Erdoğan'ın oğlu Bilal'e kadaruzandı.

Erdoğan kabinenin yarısını değiştirdi değiştirmesine, ama olayıaydınlatmaya yanaşmadı. Ve sanki, hayatında Gülen'le hiç işbirliğiyapmamış gibi davrandı. İlbaharda bütün Ergenekon sanıklarıserbest bırakıldı; başbakan bu sefer de davayı Gülen hareketininorduya karşı giriştiği bir komplo olarak takdim etti.

Erdoğan onbir yıl önce, Türkiye'yi demokratikleştirme vaadiyleyola çıkmıştı. Gerçekten idam cezasını kaldırdı, ceza hukukunuliberalleştirdi, üniversite öğrencisi ve devlet memuru olan kadın-lara başörtüsü takma hakkını verdi ve Hıristiyanlara ve Musevi-lere daha önce hiç sahip olmadıkları kadar hak tanıdı. Ama ku -rumlarda reform yapmak yerine, buralara kendi adamlarını yer-leştirdi. Kendisinden önce Kemalistlerin yaptığına benzer birşekilde adaleti, istihbaratı ve emniyeti, muhaliflerini devre dışıbırakmak için kullandı. Milli İstihbarat Teşkilatı neredeyse sınırsızyetkilerle donatıldı; bugün MİT hakim kararı olmadan telefondinleyebiliyor ve devlet kurumlarının ve şirketlerin verilerineulaşabiliyor.

Hükümete karşı gelenler devlet düşmanı muamelesi görüyor.Geçtiğimiz aylar içinde yüzlerce savcı, hakim ve polisin görevyeri değiştirildi. Muhalif gazeteciler tutuklandı ya da işten çıka-rıldı. Erdoğan'ın bir konuşması sırasında ücretsiz eğitim hakkıiçin pankart açan üniversite öğrencileri hakkında terör örgütüneüye oldukları gerekçesiyle dava açıldı. Twitter, Facebook ve You-Tube defalarca kapatıldı.

“Türkiye'de siyasi hedeflere ulaşmak için bazen Avrupa'dakin-den daha az ince usuller kullanmak gerekebiliyor” diyor AKP'lisiyasetçi Osman Can bu otoriter tutumu açıklamak için.

Erdoğan Avrupa ülkelerinde ne düşünüldüğünü umursamazgibi. İlk göreve geldiği dönemlerde, ordunun iktidarını sınırlamakiçin AB üyeliğini kullanmak istiyordu; ama artık Brüksel'e ihtiyacıkalmadı. Halkın Avrupa şevki de kırıldı. Gönülsüzce sürdürülenüyelik müzakereleri birçok Türkte hayal kırıklığı yarattı. Dahaon yıl önce nüfusun yüzde 73'ü AB üyeliğini savunuyordu. Bugünbunu isteyenler, yüzde 44'ten ibaret. Erdoğan'ın başdanışmanıAvrupa'nın iflas ettiğini ve çöküşe doğru gittiğini söylüyor bugün.Ona göre Türkiye dünya çapında bir güç olma yolunda ve yakındaÇin ve ABD ile aynı seviyede olacak.

Kriz: Gezi Parkı

Aslında Taksim Meydanı'ndaki bu park Erdoğan'ın büyük planlarıiçinde bir dipnottan ibaretti. Başbakan, İstanbul'da, Frankfurt'ta-kinin üç katı büyüklüğünde bir havalimanı, bugüne kadar görülenen muazzam ayaklara sahip bir üçüncü Boğaz köprüsü, dünyanınen yüksek minarelerine sahip bir cami yapmak niyetinde.

Marmara Denizi ve Karadeniz arasında bir yapay kanal planıda var, öylesine absürd ve pahalı bir tasarı ki, bizzat hükümetbile “çılgın proje" diyor buna. Bunlar inşaat sektörü için dev mo-torlar ve her şeyden önce Erdoğan için dikilen birer anıt. Bütünbunlar varken, bu el kadar, üstelik hiç de doğal cennet filan ol-mayan, yerini alışveriş merkezine bırakması tasarlanan park çıktıortaya.

2013 Haziranında İstanbul'da yüzbinlerce insan, parkın yıkıl-masını engellemek için sokaklara döküldü. Ancak olay kısa birsüre içinde hükümete karşı bir isyana dönüştü, çünkü polis

75DER SPIEGEL 32 / 2014

� �

Page 9: Der neue Sultan

Hunderttausende Menschen gingen im Juni 2013 in Istanbulauf die Straße, um seinen Abriss zu verhindern. Doch schnellwurde daraus ein Aufstand gegen die Regierung, denn die Polizeischlug die Proteste brutal nieder, setzte Gasgranaten und Was-serwerfer ein. In diesen Tagen erhielt İpek Akpınar einen Anruf.„Frau Professorin, was können wir tun?“, fragte eine Beraterindes Premiers. „Wie bringen wir diese Leute zur Besinnung?“

Die Architektin Akpınar hatte die Proteste mitinitiiert, sie ant-wortete: „Erklären Sie dem Premier, er soll auf die Demonstran-ten zugehen.“ Erdoğan war da gerade auf Staatsbesuch in Nord-afrika. Doch als er nach Istanbul zurückkehrte, ignorierte er denRat. Noch am Flughafen hielt er eine hasserfüllte Rede, in der erdie Demonstranten „Plünderer“ und „Terroristen“ nannte. „Wergegen die Türkei arbeitet“, rief er, „wird vor Angst zittern!“

Auf dem Höhepunkt der Proteste lud Erdoğan einige der Ak-tivisten nach Ankara ein, auch Akpınar war dabei. Im Gesprächwirkte der Premier abwesend, bis eine junge Architektin mitKopftuch fragte: „Herr Premier, warum hassen Sie uns?“ Erdoğansprang auf und brüllte: „Warum verleugnest du deine Identität?“

Landesweit wurden Hunderte Demonstranten verhaftet, vielezu langen Haftstrafen verurteilt. Erdoğan sprach von einer Ver-schwörung gegen seine Regierung. Er polarisierte damit sein Land;seine Gegner und Unterstützer sind seitdem radikaler geworden.Und je mehr Erdoğan unter Druck geriet, desto mehr schlug erum sich. Das zeigte sich auch bei der Korruptionsaffäre und demScheitern seines Traums von einem neuen Osmanischen Reich.

Bei seiner Wiederwahl im Juni 2011 hatte er gesagt: „Sarajevohat heute ebenso sehr gewonnen wie Istanbul, Damaskus ebensowie Ankara.“ Nach dem Arabischen Frühling hoffte der Premier,mit den in Ägypten regierenden Muslimbrüdern eine sunnitischeAllianz bilden zu können. Doch der ägyptische Militärputschvereitelte den Plan. Auch das Engagement für die syrischen Re-bellen, die die Türkei in ihrem Kampf gegen das Assad-Regimeunterstützte, brachte wenig Erfolg – der Bürgerkrieg destabilisiertstattdessen zunehmend die Türkei selbst. 

göstericilerin üzerine acımasızca bir şiddetle, gaz fişekleri veTOMA'larla yürüdü. O günlerde İpek Akpınar'a bir telefon geldi.Başbakanın kadın danışmanlarından biri “Sayın profesör, neyapabiliriz?" diye soruyordu. “Bu insanları nasıl sakinleştirebili-riz?"

Mimar Akpınar protestolara önayak olanlardan biriydi. Cevabışu oldu: “Başbakan'a, göstericilerle diyalog kurması gerektiğinisöyleyin." Erdoğan o sırada Kuzey Afrika'da resmi ziyaret yap-maktaydı. Ancak İstanbul'a döndüğünde bu öğüdü kulak arkasıetti. Daha havalimanındayken nefret dolu bir konuşma yaptı vegöstericileri “yağmacı" ve “terörist" olarak niteledi. “Türkiyealeyhine çalışanlar korkudan titreyeceklerdir!" dedi.

Erdoğan protestoların zirveye tırmandığı bir sırada bazı ey-lemcileri Ankara'ya davet etti, aralarında Akpınar da vardı. Başba-kan görüşme boyunca dalgın görünüyordu, ta ki başörtülü bireylemci “Sayın Başbakan, neden bizden nefret ediyorsunuz?"diye soruncaya kadar. Bu soru üzerine Erdoğan ayağa fırladı vehaykırdı: “Sen neden kimliğini reddediyorsun?"

Ülke çapında yüzlerce gösterici tutuklandı, birçoğu uzun hapiscezalarına çarptırıldı. Erdoğan, hükümetine karşı bir komplo ku-rulduğundan sözetti. Böylece ülkesini ikiye böldü; o günlerdenberi onu destekleyenler ve ona karşı olanlar daha da radikalleşti.Ve üzerindeki baskı arttıkça sağa sola daha fazla saldırır halegeldi. Yolsuzluk skandalında ve yeni bir Osmanlı İmparatorluğudüşünün iflas etmesinde de aynı tutumu sergiledi.

2011'de yeniden seçildiğinde şöyle demişti: “Bugün İstanbulkadar Saraybosna kazanmıştır, Ankara kadar Şam kazanmıştır."Arap Baharı'nın ardından, Mısır'da iktidara gelen Müslüman Kar-deşler'le bir Sünni ittifak kurabileceğini ummuştu. Ama Mısır'dakiaskeri darbe bu planın önünü tıkadı. Türkiye'nin Esad rejiminekarşı mücadelelerinde destek verdiği Suriye muhaliflerinden yanaalınan tavır da pek olumlu sonuçlar doğurmadı. Suriye'deki içsavaş Türkiye'nin de istikrarını giderek daha fazla tehdit etmeyebaşladı.

Bir dönem Türkiye'nin yoğun bir işbirliği yaptığı İsrail'le de

76 DER SPIEGEL 32 / 2014

FO

TOS

QU

ELLE

: T

WIT

TE

R

� �

Lachprotest gegen Vizepremier Arinç in sozialen Medien: Ist weibliche Heiterkeit in der Öffentlichkeit ein Laster? Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç´a kahkahalı protesto: Kadınların herkesin içinde neşelenmesi iffetsizlik midir?

Page 10: Der neue Sultan

Titel

Und mit Israel, einst enger Partner der Türkei, zerstritt sichErdoğan – und schürt seither den Antisemitismus seiner Wähler-schaft. So trat er Ende Juli in seiner letzten Parlamentsrede alsPremier mit einem Palästinensertuch vor die Abgeordneten. Ineinem Interview sagte er: „Das, was Israel den Palästinensernantut, übertrifft die Verbrechen Hitlers an den Juden.“

***

Erdoğan beschwört den wirtschaftlichen Fortschritt, aber daswachsende Bedürfnis vieler Türken nach einem selbstbestimmtenLeben will der Premier nicht wahrhaben. Widerspruch kann ernicht ertragen. Mit dem Gezi-Aufstand wurde Erdoğan endgültigzum autoritären Patriarchen. Und dieser Patriarch möchte alleskontrollieren, bis ins Privatleben der Bürger hinein. 

Das Abtreibungsrecht wurde in den vergangenen Jahren ver-schärft. Der Ausschank von Alkohol wurde eingeschränkt, öffent-liche Werbung für Bier oder Wein ist untersagt. In der U-Bahn inAnkara ist das Küssen verboten. Männliche und weibliche Stu-denten sollen künftig nur noch in getrennten Wohnheimen leben.

Erdoğans Stellvertreter Bülent Arinç behauptete vergangeneWoche sogar, weibliches Lachen in der Öffentlichkeit sei ein Las-ter: „Wo sind unsere Mädchen, die ihren Kopf senken und dieAugen abwenden, wenn wir in ihre Gesichter schauen?“ Darauf-hin posteten Türkinnen auf Twitter Bilder, die sie lachend zeigen –unter dem Hashtag #direnkahkaha („Lachprotest“).

Aber nicht nur die Bürger, auch seine Partei kontrolliert Erdoğanmittlerweile vollständig. Er bestimmt jeden Abgeordneten, jedenGouverneur. Etliche Weggefährten haben mit dem Premier gebro-chen. Wirtschaftsminister Ali Babacan hat seinen Abschied ange-kündigt, Abgeordnete haben aus Protest die Fraktion verlassen.Fähige Berater hat er durch loyale Jasager ersetzt. Selbst Noch-Präsident Abdullah Gül will sich womöglich aus der Politik zu-rückziehen. Die Mehrheit der AKP unterstützt dennoch Erdoğan.Sie fürchten, ohne eine Führungsfigur würde die Partei zerfallen.

Und nun will Erdoğan Präsident werden, und es gilt als sicher,dass er gewählt wird. Die Opposition ist geschwächt, die einsteinflussreiche Republikanische Volkspartei CHP hat kaum mehrEinfluss und Unterstützer. Ihr Kandidat Ekmeleddin İhsanoğluist ein nahezu unbekannter Diplomat. 

Als Staatsoberhaupt werde Erdoğan auch die letzten Kontroll-mechanismen lahmlegen, warnt der Präsident der türkischen An-waltskammer, Metin Feyzioğlu. „Seinem Despotismus sind dannkeine Grenzen mehr gesetzt.“ Bislang sind die Aufgaben des tür-kischen Präsidenten weitgehend auf Zeremonielles beschränkt.Doch Erdoğan plant, seine Befugnisse auszuweiten. Und ist ererst Präsident, gibt es auch keinen mehr, der sein Veto gegenneue Gesetze einlegen könnte. Als Präsident sei Erdoğan nie-mandem mehr Rechenschaft schuldig, sagt Feyzioğlu. Sein Nach-folger im Amt des Premiers werde bestenfalls eine Marionettesein. Das Verfassungsgericht, das Erdoğan immer wieder allzugroße Eigenmächtigkeit untersagte, dürfte als Korrektiv künftigausfallen. Denn der Präsident ernennt die Richter. 

Für den Istanbuler Rechtsprofessor Bertan Tokuzlu ist die Ab-stimmung am 10. August daher die „wichtigste Wahl in der jün-geren Geschichte der Türkei“. Sollte Erdoğan zum Präsidentengekürt werden, gebe es kein Zurück mehr. „Dann baut er dasLand endgültig in einen Ein-Mann-Staat um.“

Erdoğan selbst macht keinen Hehl daraus, wie er künftig regieren will. In einem Fernsehinterview kündigte er Ende Julian, ein Präsidialsystem einführen zu wollen, als Vorbilder nannteer China und Russland. Die Regierungsgeschäfte, so Erdoğan,würden durch „Oligarchen in der Bürokratie“behindert, „unser Weg wird durch Hürden unterbrochen“. Im Erdoğan-Staat soll es keineHürden mehr geben. 

Hasnain Kazim, Maximilian Popp

kavgaya tutuştu Erdoğan ve o günden beri seçmenleri arasındaantisemitizmi körüklüyor. Temmuz sonunda başbakan olarakmecliste yaptığı son konuşmada Filistin şalı vardı boynunda.Şöyle dedi bir röportajda: “İsrail Filistinlilere karşı barbarlıkta,Hitler'i geçti."

***

Erdoğan habire ekonomik gelişmelerden dem vuruyor, amaTürklerin giderek büyüyen, hayatlarını bizzat belirme ihtiyacınınfarkına varmaya yanaşmıyor. Kendisine itiraz edilmesine taham-mülü yok. Gezi direnişiyle birlikte de nihai olarak otoriter birhükümdara dönüştü. Ve bu hükümdar herşeyi denetlemek istiyor,insanların özel hayatına varıncaya kadar.

Geçtiğimiz yıllarda kürtaj yasaları sertleştirildi. Alkol satışınasınırlamalar getirildi, bira ya da şarap reklamı yapmak yasaklandı.Ankara metrosunda öpüşmek yasak. Erkek ve kadın üniversiteöğrencileri artık ayrı yurtlarda kalacak. Vekili Bülent Arınç geçenhafta, kadınların herkesin içinde kahkaha atmasının iffetsizlikolduğunu söyleyecek kadar ileri gitti: “Nerede öyle yüzüne bak-tığımız zaman yüzü hafifçe kızarabilecek, boynunu öne eğebile-cek kızlarımız?" Bunun üzerine Twitter'de Türk kadınları, kah-kaha atarken çektikleri fotoğrafları paylaştılar. Hashtag'ları şuydu:#direnkahkaha

Erdoğan artık sadece yurttaşları değil, kendi partisini de sıkıdenetime almış durumda. Her bir milletvekilini, her bir valiyikendisi belirliyor. Bütün yol arkadaşları yollarını ayırıyor ondan.Ekonomi Bakanı Ali Babacan istifasının işaretlerini verdi, millet-vekilleri protesto ederek partiyi terketti. İşinin ehli danışmanla-rının yerine sadık evet efendim'ciler aldı.

Halen cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül bile siyasetten çeki-lebileceğini söylüyor. Ama AKP'nin çoğunluğu Erdoğan'ı deste-klemeye devam ediyor. Güçlü bir lider olmazsa partinin dağıla-cağından korkuyorlar.

Erdoğan şimdi de cumhurbaşkanı olmak istiyor ve seçileceğinekesin gözüyle bakılıyor. Muhalefet zayıf, bir zamanların etkilibir siyasal gücü olan Cumhuriyet Halk Partisi'nin etkisi ve des-tekçisi neredeyse kalmadı. Adayları Ekmeleddin İhsanoğlu, ne-redeyse kimsenin tanımadığı bir diplomat.

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, Erdoğan'ıncumhurbaşkanı olarak son denetim mekanizmalarını da felceuğratacağını söylüyor. “O zaman despotizminin hiçbir sınırı kal-mayacak."

Şimdilik Türkiye'de cumhurbaşkanının görevi büyük ölçüdetemsili. Ama Erdoğan, cumhurbaşkanının yetkilerini artırmayıplanlıyor. Ve cumhurbaşkanı olduğunda, yeni yasaları veto ede-bilecek kimse de kalmayacak. Feyzioğlu, Erdoğan'ın cumhur-başkanı olarak kimseye hesap vermek zorunda olmayacağını söy-lüyor. Başbakan olarak yerine geçecek kişinin de olsa olsa birkukla olacağını.

Erdoğan'ın aşırı keyfiliğini defalarca sınırlamış olan AnayasaMahkemesi, gelecekte düzeltici bir güç olma özelliğini kaybede-bilir. Çünkü hakimleri cumhurbaşkanı atıyor.

Bu yüzden İstanbullu hukuk profesörü Bertan Tokuzlu 10Ağustos seçimini “Türkiye'nin yakın tarihindeki en önemli seçim"olarak görüyor. Erdoğan'ın cumhurbaşkanı seçilmesi halinde geridönüşün mümkün olmadığını söylüyor. “O zaman Türkiye'yi tekadam devleti haline getirecektir."

Erdoğan da kendisi için planladığı iktidar tarzını gizlemeyegerek duymuyor. Televizyonda Temmuz sonunda yapılan bir rö-portajda, başkanlık sistemini getirmeyi amaçladığını söyledi, ör-nek olarak da Çin ve Rusya'yı verdi. Hükümetin icraatlarının

“bürokratik oligarşi" tarafından engellendiğinisavundu, “yolumuza engeller konuyor", dedi.Erdoğan devletinde artık hiçbir engel kalmaya-cak. Hasnain Kazim, Maximilian Popp

Übersetzung/Çeviri: Recai Hallaç, Melek Korkmaz

77DER SPIEGEL 32 / 2014

Video: Zu Besuch

bei Erdoğans Friseur

spiegel.de/app322014erdogan oder in der App DER SPIEGEL

Page 11: Der neue Sultan

Titel

Wenn der türkische Staatsgründer Atatürk noch lebte,würde er eine Gasmaske tragen und mit ihnen demons-trieren, am Taksim-Platz in Istanbul. Er würde sie an-

führen in ihrem Kampf gegen Premier Erdoğan. Alp Kale ist sichsicher. Er zeigt auf sein weißes T-Shirt. Den Aufdruck hat erselbst gezeichnet: Atatürk mit Gasmaske, darunter kleine Figuren,für Kale symbolisieren sie seine ideale pluralistische Türkei.

Alp Kale ist 31, Grafikdesigner, geboren im EvangelischenKrankenhaus in Castrop-Rauxel, im Herzen des Ruhrpotts, ersitzt auf einem Metallstuhl auf der Terrasse seines besten Freun-des und erzählt seit Stunden von „seiner Türkei“.

Seit den Protesten um den Gezi-Park im vergangenen Jahrversucht er zu verstehen, was los ist in dem Land, das seineEltern vor mehr als 30 Jahren verließen, das sie bis heute Heimatnennen, in dem er jeden Sommer verbracht hat seit seiner Kind-heit. Er und sein bester Freund Fikret erzählen Geschichten ausden Heimatdörfern ihrer Eltern. Sie wollen damit erklären, wieRecep Tayyip Erdoğan an die Macht kommen konnte. Sie redenvon systematischem Wahlbetrug, staatlichen Subventionen fürden Stimmenfang, armen Bauern, die mit Goldtalern und Reis-säcken an die Urne gelockt wurden, damit sie ihr Kreuzfür Erdoğan machten.

Seit den Protesten von Istanbul macht sich Alp Kale Sor-gen. Er will keinen Premier, dessen einzige Errungenschaftwirtschaftliches Wachstum ist. Er findet, ein Mann dürfenicht so viel Macht haben. Er findet es erschreckend, dass einPremierminister bestimmen will, ob seine Bürger Raki trinken,wie viele Kinder sie kriegen oder ob sie sich tätowieren lassen.„Für mich ist Erdoğan ein Diktator in Ausbildung“, sagt er. Zuabsolut, zu totalitär dieser Regierungsstil. Zu einheitlich dieseTürkei von Erdoğan, die Alp Kale immer fremder wird.

Am Wochenende durften türkische Staatsbürger zum erstenMal im Ausland ihren Präsidenten wählen – 3 Millionen Men-schen türkischer Herkunft leben in Deutschland, 1,4 Millionenvon ihnen sind wahlberechtigt. Damit wäre die Bundesrepublikder sechstgrößte Wahlbezirk der Türkei. Es sind die Kinder undEnkel der Gastarbeiter, junge Menschen wie Alp Kale, die inDeutschland geboren und aufgewachsen sind. Es sind aber auchüber 60-Jährige, die das erste Mal in ihrem Leben überhaupt einKreuz bei einer Wahl setzen.

Alp Kale will die Türkei von Erdoğan befreien. Der Zeitungsma-cher Ilhami Oğuz in Hannover dagegen bewundert ihn, kann seineErfolge aufzählen und wünscht sich ihn noch lange an der Macht.Und in Berlin freut sich der Anwalt Ekrem Özdemir, örtlicher Vor-sitzender der größten türkischen Oppositionspartei CHP, dass seineLandsleute endlich wählen dürfen. Auch er will nicht, dass Erdoğandie Wahl gewinnt – selbst wenn es aussichtslos scheint.

Atatürk bugün yaşıyor olsaydı eğer, mutlaka gaz maskesinitakar, göstericilerle birlikte İstanbul´da, TaksimMeydanı´nda olurdu. Başbakan Erdoğan´a karşı sürdükleri

mücadelelerinde öncülük ederdi. Alp Kale´nin hiç şüphesi yok.Kendi tasarımı olan beyaz tişörtünün baskısını gösteriyor. Gazmaskeli bir Atatürk resminin altında, Kale´nin idealindeki çoksesli ve çok renkli Türkiye´yi simgeleyen küçük figürler yer alıyor.

Grafik tasarım eğitimi alan 31 yaşındaki Alp Kale Castrop-Rauxel Protestan Hastanesi´nde, Ruhr bölgesinin merkezindedünyaya gelmiş. En yakın arkadaşının terasında oturuyor ve saat-lerdir “benim Türkiye´m” olarak tanımladığı idealini paylaşıyor.

Anne ve babasının 30 yıl önce ayrılmış olmalarına rağmen vat-anları olarak gördüğü, çocukluğundan bu yana her yıl yaz tatilinigeçirdiği ülkede geçtiğimiz yıl başlayan Gezi olaylarından buyana, olup bitenleri anlamaya çalışıyor. En yakın arkadaşıFikret´le birlikte ailelerinin geride bıraktıkları köylerinden hi-kayelerle Recep Tayyip Erdoğan´ın hükümete nasıl geldiğini açı-klamaya çalışıyorlar. Sandıklardaki sistematik usulsüzlüklerden,

oy kazanmak için devlet ödeneklerinin istismar edilmesinden,Erdoğan için oy kullansınlar diye altınlar ve çuvallar dolusu pirinç

ile sandık başına çekilen yoksul köylülerden söz ediyorlar.İstanbul´daki gösterilerden bu yana Alp Kale kaygılı. Tek

kazanımı ekonomik büyüme olan bir başbakan istemiyor.Ayrıca bu denli geniş yetkilerin tek kişide olmasini sakıncalıbuluyor. Vatandaşın rakı içip içmeyeceğine, sahip olacağı

çocuk sayısına, hatta dövme yaptırıp yaptırmayacağına karişma-sını dehşet verici buluyor. “Erdoğan´ın diktatörlükte çıraklık dö-neminde“ olduğunu düşünen Alp Kale iktidar tarzını fazlasıylamutlakiyetçi ve totaliter buluyor. Onun yaratmaya çalıştığı tektip ülke Alp Kale´ye gittikçe yabancılaşıyor.

Yurt dışında Türk vatandaşları Haftasonu cumhurbaşkanlığıseçimlerinde ilk defa sandık başına giderek oy kullandılar. Al-manya´da yaşayan üç milyon Türk kökenli içinde yaklaşık 1,4milyon seçmen bulunuyor. Almanya Federal Cumhuriyeti buözelliği ile Türkiye´nin altıncı büyük seçim bölgesi. Seçmen kit-lesini oluşturan konuk işçilerin çocukları ve torunları, yani AlpKale gibi Almanya´da doğup yetişen gençlerin yanında, hayatla-rında ilk defa oy kullanan 60 yaş üstü seçmenler de var.

Alp Kale Türkiye´yi Erdoğan´dan kurtarmayı hedefliyor. Han-noverli gazete sahibi İlhami Oğuz ise aynı Erdoğan´a büyük birhayranlık besliyor, başarılarını uzun uzun anlatıyor ve daha yıl-larca iktidarda kalmasını diliyor. Ana muhalefet partisi CHP´ninBerlin başkanı avukat Ekrem Özdemir öncelikle, yurttaşlarınınnihayet seçim hakkından istifade edecekleri için mutlu.Erdoğan´ınkazanmasını o da istemiyor, fakat imkansız olduğunu da biliyor.

Erdoğan Almanyalı Türkleri´de ayırmış durumda. Ya ondanyanalar, ya da ona karşı. Başka bir seçenek yok. Aynı durum, Al-

78 DER SPIEGEL 32 / 2014

Für ihn oder gegen ihnYa ondan yana, ya da ona karşı

Deutschtürken Der Hannoveraner Ilhami Oğuz verehrt Premierminister

Erdoğan, Alp Kale in Castrop-Rauxel bekämpft ihn. Eine Reise durch

den sechstgrößten türkischen Wahlbezirk – die Bundesrepublik

Almanyalı Türkler Hannoverli İlhami Oğuz Başbakan´a hayranlıkla bağlı iken,Castrop-Rauxel´de yaşayan Alp Kale onakarşı mücadele ediyor. Türklerin altıncı

büyük seçim bölgesinden, Almanya FederalCumhuriyeti´nden, izlenimler.

Page 12: Der neue Sultan

Die Frage, wie man zu Erdoğan steht, spaltet die Türken inDeutschland. Man ist für ihn oder gegen ihn, dazwischen gibt esnichts, und das gilt auch für jene, die nicht wählen können, weilsie den deutschen Pass angenommen haben. Die einen standenjubelnd in der Menge, als Erdoğan Ende Mai vor 18000 Fans inKöln sprach. Die anderen hielten bei den Demonstrationen inBerlin, Frankfurt und Hamburg Plakate hoch, auf denen stand:„Kriegsverbrecher gesucht“, darüber das Bild Erdoğans.

Wie die Türkei selbst ist die türkische Community in Deutsch-land sehr heterogen, sie besteht aus Türken, Armeniern und Kur-den, sie sind Christen, Aleviten und Sunniten. Einige sind denpolitischen Auseinandersetzungen der vergangenen Jahrzehnteentflohen, dem Militärputsch in den Achtzigern, dem Kurden-konflikt in den Neunzigern. Doch die meisten entstammen derersten Gastarbeitergeneration der Sechzigerjahre.

Zu ihnen gehören die anatolischen Bauern, die in Dorf -verbänden in die Zechensiedlungen von Nordrhein-Westfalen zo-gen – sie sind es, die Erdoğan mit seiner nationalislamischenAgenda vor allem anspricht. Aber es sind nicht nur die Ungebil-deten: Erdoğan hat auch Fans in der zweiten und dritten Genera-tion, bei Leuten mit Schulabschluss, Ausbildungsplatz oder Job.

Wie kommt es, dass der Wahlkampf in der Türkei viele Men-schen, die hier seit Jahrzehnten leben oder gar in Deutschlandgeboren sind, mehr bewegt als die Bundestagswahl?

Alp Kale hat sich registriert, auch er hat gewählt, genau wieseine Eltern, auch sie sind gegen Erdoğan. Doch seine Gründefür die Ablehnung sind egoistischer, deutscher als ihre. Sie habenmehr mit Castrop-Rauxel zu tun als mit Ankara.

Es sind die Nachbarn und die „Biodeutschen“, wie er sie nennt,die ihn immer fragen: Was ist da eigentlich los bei euch? Warumschlagt ihr eure Frauen? Warum gibt es bei euch Ehrenmorde?Die ihn jahrelang als diplomatische Vertretung der Türkei be-trachteten. Bis Alp wurde, was alle in ihm sahen, ein Türke.

Alp Kale sagt, dass er in der Pubertät ein „Prolltürke“ war,der türkischen Rap hörte, nationalistische Anhänger trug,

man pasaportu taşıdıkları için seçim hakkı olmayanlar için bilegeçerli. Mayıs ayında Köln´de 18.000 hayranı ile bir araya gel-diğinde bir kesim onu coşkuyla karşılamak için toplanırken, diğerkesim ellerinde Erdoğan´ın resminin yer aldığı “Savaş SuçlusuAranıyor” yazılı pankartlarla Berlin, Frankfurt ve Hamburg gibimetropollerde gösteriler düzenlemişti.

Almanya´da yaşayan Türkiye kökenliler, Türkiye gibi heterojenbir toplum. Türklerin yanında, Ermeniler ve Kürtler. AralarındaHıristiyanlar, Aleviler ve Sünniler var. 1980´li yıllardaki askerîdarbe veya 1990´lu yıllardaki Kürt sorunu bağlantılı çatışma vesiyasi gerilim ortamlarından kaçanlar da var. Yine de çoğunluğu,1960´lı yıllarda ülkeye göç eden birinci kuşak işçiler, onların bu-rada yetişen çocukları ve torunları oluşturuyor.

Aralarında Anadolu´daki köylerini toplu olarak geride bırakıpmadenci lojmanlarına yerleşenlerde var. Erdoğan ön planda tut-tuğu milliyetçi-islamî vurgusuyla öncelikli olarak onlarin beğeni-sini kazanıyor. Fakat destekleyicileri sadece eğitimsizlerdenoluşmuyor: İkinci ve üçüncü kuşağa ait, diploma, meslek veyakariyer sahibi olanların arasında da Erdoğan´ı savunanlar var.

Peki Türkiye´deki seçim sürecinin, onlarca yıldır bu ülkedeyaşayan, hatta bu ülkede dünyaya gelen insanları, Almanya genelseçimlerinden daha fazla heyecanlandırması nasıl açıklanabilir?

Seçmen kütüğünde kaydını yaptıran Alp Kale de oy kullandı,kendisi gibi Erdoğan´a karşı olan anne ve babası da. Fakat AlpKale´nin gerekçeleri daha farklı, daha kişisel, daha Alman. Onungerekçeleri Ankara´dan çok Castrop-Rauxel ile bağlantılı.

Komşuları, yani kendi deyimiyle “organik Almanlar” sorumlu.Geçmişte sürekli, “Neler oluyor sizin oralarda?”, “Kadınlarınızıneden döversiniz siz?”, “Sizde namus cinayeti neden işlenir?“gibi sorulara muhatap olmuş. Kale´ye yıllardır Türkiye´nin diplo-matik temsilcisiymiş gibi bakmışlar. Ve Alp en sonunda, zatenherkesin onda gördüğü kimliğe bürünmüş ve Türk olmuş.

Ergenlik çağını kendi deyimiyle “maganda Türk“ olarak geçir-miş. Türkçe rap dinlemiş, boynuna milliyetçi zincirler takmış,oruç tutmuş.

79DER SPIEGEL 32 / 2014

FO

TO:

SA

SC

HA

SC

HU

ER

MA

NN

/ G

ET

TY

IM

AG

ES

Erdoğan-Anhänger bei dessen Auftritt in der Kölner Lanxess-Arena im Mai: Auch Fans in der zweiten und dritten Generation Köln Lanxess Arena´da Mayis ayında Erdoğan taraftarları: İkinci ve üçüncü kuşaktan da destekleyenler var

� �

Page 13: Der neue Sultan

fastete und zum türkischen Militär wollte. Der seine Freundineinen Monat lang nicht küsste, weil das anständige Türken somachten. Alp trägt viele Widersprüche in sich, heute wie damals.

Der Held seiner Kindheit war Atatürk. Atatürk war damalsauf einem Poster mit seinen Eltern nach Castrop-Rauxel gekom-men, einer Zechenstadt bei Recklinghausen. Die Männer gingenunter Tage, Atatürk blieb im Wohnzimmer und wachte über Alp.Heute weiß Alp, dass der Staatsgründer nicht immer ein Heldwar, aber als Kind bedeutete Atatürk für ihn Identität. Einer, derden Westen nach Anatolien gebracht und den Weg seiner Elternnach Deutschland geebnet hatte. Auf ihn konnte er stolz sein.

Alp, der zur deutschen Marine ging und nur noch Kale hieß,weil es klingt wie Kalle, und trotzdem in der deutschen Uniforman der Klubtür in Stralsund scheiterte. Dessen Herz bis heutenicht richtig klopfen will, wenn die deutsche Nationalelf im Finaleder Weltmeisterschaft steht. Der Alp, der sich nie deutsch fühlte,sich aber auch nicht mehr mit der Heimat seiner Eltern identifi-ziert, wo keiner verstand, dass Bier nur mit Schaum schmeckt.Der in Deutschland geboren ist und von sich selbst sagt: „Ich binRuhrpott-Türke.“

Erst im vergangenen Sommer fühlte sich Alp Kale zum erstenMal angekommen. Als in Istanbul der Gezi-Protest losging, saher im Fernsehen Türken in seinem Alter. Es waren Rechte undLinke, Muslime und Transvestiten, die gemeinsam kämpften, ge-gen Erdoğan. Alp Kale sagt: „Auch ich bin Gezi.“ Er selbst warnie da, aber mit keinem Ort identifiziert er sich so sehr wie mitdiesen wenigen Quadratmetern Park in der Ferne. Er hatte einGefühl der absoluten Heimat. Endlich waren die Türken nichtmehr rückständig und unkultiviert. Sie warfen Tulpen auf Wasser -werfer, tanzten Tango gegen Pfeffergas.

Für Alp war es seine ideale Heimat. Doch Premier Erdoğanließ sie räumen, bezeichnete sie als Hort von Terroristen undließ die Demonstranten hinter Gitter sperren. Seit jener Zeitredet Alp Kale fast täglich mit seinen Freunden über diesenmachtbesessenen Politiker. Seitdem veranstalten sie Demonstra-

Çocukluk kahramanı Atatürk. Annesi ve babası Castrop-Rauxel´e yerleştiklerinde, yanlarında getirdikleri posterde Ata-türk de onlara eşlik etmişti. Erkekler maden ocaklarına iner, amasalonda asılı duran portredeki Atatürk hep orada kalır ve gözle-rini Alp´in üzerinden ayırmazdı. İdolünün her dönem kahramanolmadığını Alp bugün biliyor. Fakat çocukluk yıllarında Atatürkonun için kimlik demekti. Anadolu´yu Batı ile kavuşturan, anneve babasının Almanya yolunu açan, gurur duyabileceği bir isim.

Alman Deniz Kuvvetlerinde görev yapan Alp´e herkes “Kale”dermiş. Fakat Alman üniformasına rağmen Stralsund´da bir dis-koteğin kapısından geri çevrilmiş. Alman Milli Takımı DünyaKupası´nda finale kaldığında bir türlü heyecan duyamamış. Ken-disini hiç bir zaman Alman gibi hissetmemiş. Ama öte yandanailesinin vatanı ile de özdeşlik kuramamış. Almanya´da dünyayagelen, kendisini “Ruhr Türkü” olarak tanımlayan Alp.

Geçen yaz nihayet ona ait duygusu verebilecek mekânı keşfetti.İstanbul´da Gezi olayları patlak verdiğinde televizyonda yaşıtıolan Türkler gördü. Aralarında sağcısı da vardı, solcusu da, Müs-lümanlar da, travestiler de. Hep birlikte Erdoğan´a karşı mücadeleediyorlardı. Alp Kale “Ben de Gezi´yim” diyor. Bir Ruhr Türküolarak, hiç görmediği parktan daha fazla ait hissedebileceği başkabir yer yoktu. Vatanını bulduğunu hissetti. Gerici ve kültürsüzdeğildi artık Türkler. TOMAların üstüne lâle atan, biber gazınakarşı tango yapanlar vardı ekranlarda.

Ama Alp´in sonunda kavuştuğunu düşündüğü ideal vatanıBaşbakan Erdoğan tahliye ettirmiş, terör yuvası olarak nitelen-dirmiş, eylemcilerini de hapse attırmıştı. Olayların patlak verme-sinden bugüne kadar Alp Kale´nın gündeminde artık her gün Er-doğan var. Almanya´da ona karşı gösteriler düzenliyor. Onlaragöre karşılarında, gözünü iktidar hırsı bürümüş, yurt dışı Türkle-rine seçim hakkını sırf kendisine oy vermeleri için sağlayan birdiktatör var.

Alp Kale´nin anne ve babası Almanya´ya göç ettiklerinde enönemli temel haklarından biri olan seçim haklarını Türkiye´debir birakmışlardı. Almanya´ya yerleştikten sonra da misafirldu-

80 DER SPIEGEL 32 / 2014

FO

TO:

ST

EFA

N T

HO

MA

S K

RO

EG

ER

(L

.)

� �

Zeitungsmacher Oğuz in Hannover, Grafikdesigner Kale in Castrop-Rauxel: „Haben die Leute keine Ahnung von Politik?“ Hannoverli gazete sahibi Oğuz, Castrop-Rauxel´den Grafik tasarımcısı Kale: “Siyasetten anlamaz mı bunlar?”

Page 14: Der neue Sultan

Titel

tionen gegen Erdoğan in Deutschland, suchen akribisch seineFehler. Sie sehen in ihm einen Mann, der immer nur nach Machtlechzt, auch in der Ferne. Der den Auslandstürken nur das Wahl-recht gewährt, um noch mehr Stimmen zu erhalten.

Beim Umzug nach Deutschland hatten Alp Kales Eltern damalseines ihrer Grundrechte in der Türkei geparkt, das Recht zu wäh-len. In Deutschland waren sie Gäste, für die sich in den erstenJahrzehnten keine deutsche Partei interessierte – und die Parteienin der Türkei auch nicht. Sie waren die Vergessenen.

Als Alp 13 Jahre alt war, änderte sich in der Türkei die Verfas-sung, die Auslandstürken sollten in Zukunft berücksichtigt wer-den, kaum ein Politiker kümmerte sich darum, es umzusetzen.Erst Erdoğan erkannte das Potenzial dieser Stimmen – sie macheninsgesamt fünf Prozent der Wahlberechtigten aus. Er wusste,dass viele Auslandstürken zu seinen Wählern zählen würden.

Auch wenn es Türken wie Alp Kale die Laune verdirbt, müssensie anerkennen, dass die Erdoğan-Anhänger in der Mehrheitsind – nicht nur in der Türkei, auch in Deutschland.

190 Kilometer nordöstlich von Alp Kale, in Hannover, sitzt Il-hami Oğuz an seinem Schreibtisch und ärgert sich über Leutewie Kale. „Ich verstehe diese Menschen nicht“, sagt er. „Habendie keine Ahnung von Politik? Wissen die nicht, was ein Diktatorist?“ Der türkische Zeitungsmacher runzelt die Stirn. Oğuz trägtJeans und Hemd, die kinnlangen Haare hat er sich hinter dasOhr gestrichen.

Es ist kurz nach halb vier, fast 30 Grad zeigt das Thermometeran diesem Nachmittag, es dauert noch Stunden, bis er etwasessen oder trinken darf. Als gläubiger Muslim fastet Oğuz wäh-rend des Ramadan. „Adolf Hitler war ein Diktator. Saddam Hus-sein auch. Aber Tayyip! Ernsthaft?“, fragt er. „Das ist doch ver-rückt.“ Wenn ein Politiker von der Mehrheit seines Volkes ge-wählt werde, dann nenne man das Demokratie, nicht Diktatur.

Ilhami Oğuz blättert durch seine Unterlagen. Er hat Informa-tionsmaterial ausgedruckt, um Erdoğans Erfolge zu belegen. Zah-len zur Arbeitslosigkeit, zur Exportentwicklung und zur Inflation.Mit grünem Textmarker hat er die wichtigen Stellen angestrichen.Er schwenkt ein Blatt Papier in der Luft. „Das lässt sich dochalles nicht einfach so wegreden.“

Der gelernte Konstruktionstechniker war jahrelang bei VW,bis er sich mit einer Werbeagentur selbstständig machte und mitFreunden die türkische Gratiszeitung Imaj gründete, heute ist erihr Chefredakteur. Sie erscheint monatlich und berichtet überdie Aufstiegschancen des Fußballvereins SV Melle Türkspor, überPolizeikontrollen in niedersächsischen Moscheen oder darüber,wie man sich für die erste türkische Präsidentschaftswahl aufdeutschem Boden anmelden kann. Das war kompliziert, vor al-lem für Ältere. Sie mussten sich per Internet im Wählerverzeich-nis eintragen, jeder bekam einen Termin zugewiesen und hattevier Stunden, um in einem der deutschlandweit sieben Standortezu wählen.

Ilhami Oğuz, 41, betreibt neben seiner Zeitung ein eigenesBlog, darin hat er nicht nur Fotos seiner Pilgerfahrt nach Mekkaveröffentlicht, sondern auch ein Foto von sich und Erdoğan. BeiFacebook ist er Fan von Seiten wie „Lider Recep Tayyip Er-doğan“. Er postet Bilder des türkischen Staatspräsidenten Ab-dullah Gül im Rennwagen. Den findet Ilhami Oğuz so gut, dasser ihm geschrieben hat, um nach einem Foto mit persönlicherSignatur zu fragen. Güls Mitarbeiter haben ein Porträt geschickt,„leider ohne Unterschrift“, sagt Oğuz. Er hat es rahmen lassenund in sein Büro gehängt.

Für Ilhami Oğuz ist Erdoğan „eine Art Nelson Mandela derTürkei“, eine Friedensfigur. Er habe zum Beispiel endlich denKurdenkonflikt in den Griff bekommen. Er bewundert Erdoğanauch für dessen Wirtschaftspolitik. „Seitdem Tayyip das Sagenhat, geht es der Türkei viel besser als noch vor zehn Jahren“,sagt er. Er rechnet fest damit, dass die Mehrheit der in Deutsch-land lebenden Türken für Erdoğan ist. „Viele hier sind eher

klarından, onlarca yıl hiç bir Alman partisi kendileriyle ilgilen-memişti – tıpkı Türkiye´deki partiler gibi. Unutulmuşlardı.

Alp 13 yaşına geldiğinde Türkiye´de anayasa değişikliğine gi-dilerek, yurt dışı Türklerinin artık göz önünde bulundurulmasıöngörülmüştü. Yine de siyasetçiler uygulanmasını umursamadı.Genel seçmen sayısının yüzde 5´ini oluşturan, bu oy potansiyeliniilk defa Erdoğan keşfetti. Yurt dışı Türklerinin büyük bir çoğun-luğunun kendisine oy vereceğinin bilincindeydi.

Alp Kale gibi düşünen Türklerin keyfini kaçırsa da, Erdoğantaraflarlarının çoğunlukta olduklarını onlar da kabul ediyor. Buhem Türkiye, hem Almanya için geçerli.

Alp Kale´den 190 kilometre kadar uzakta, Hannover´de İlhamiOğuz ise, Kale gibilerine anlamıyor. “Bu insanları anlamakta gü-çlük çekiyorum” diyor ve devam ediyor, “Hiç mi siyasetten an-lamazlar? Diktatörün ne olduğunu bilmez mi bunlar?“ Türkçeyayınlanan bir derginin sahibi.

“Adolf Hitler bir diktatördü. Saddam Hüseyin de. Ama eğerTayyip için öyle diyorlarsa bunu ciddiye almak mümkün değil!“diyor ve devam ediyor “Çılgınlıktır bu“. Eğer halk oyların çoğun-luğu ile bir politikacıyı seçmişse Oğuz´a göre bunun adı diktatör-lük değil, demokrasidir. İlhami Oğuz Erdoğan´ın başarılarını ispat-lamak için bir takım yazıların çıktılarını hazırlamış. İşsizlik ra-kamları, ihracat hacminin gelişimi ve enflasyonun azalmasınailişkin olan yazılarda önemli bulduğu bölümleri fosforlu kalemleişaretlemiş. Elindeki bir sayfayı havada sallarken sözlerine devamediyor: “Bunları kimse yok sayamaz.”

Aslen konstrüksiyon Teknikeri olan Oğuz yıllarca VW´de ça-lıştıktan sonra kendi reklam ajansını kurmuş ve daha sonra ücret-siz dağıtılan “İmaj” isimli bir dergi yayınlamaya başlamış. Genelyayın yönetmenliğini yapıyor. Ayda bir kez yayınlanan dergideyerel futbol kulübü “SV Melle Türkspor”un yükselme şansı, ca-milere uygulanan polis kontrolleri gibi yerel haberlerin yanında,Almanya´da ilk defa gerçekleşecek olan Türkiye Cumhurbaşkan-lığı seçimleri için kayıt işlemleri gibi bilgilendirici bölümler devar. Özellikle ileri yaştakiler için zor bir prosedür. Sanal ortamdaseçmen kütüğüne kaydını yaptıran her seçmene bir randevu ve-riliyor. Seçmen, Almanya´daki yedi seçim noktalarından birindeoyunu kullanmak için dört saatlik bir süreye sahip.

41 yaşındaki İlhami Oguz kendi gazetesinin yanında oluştur-duğu kişisel bloğunda da yazılar yayınlıyor. Örneğin hacca git-tiğinde çektirdiği fotoğraflarının yanında Erdoğan´la çekilmiş bir

resim de var. Facebook´ta “Lider Recep Tayyip Erdoğan“ gibisayfaları takip ediyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül´ün bir yarışarabasında çekilmiş resimlerini yayınlıyor. İlhami Oğuz Cumhur-başkanı´nın özel kalemine yazılı olarak başvurarak, kendisineimzalı bir resim gönderilmesini bile rica etmiş. Gül´ün personelitarafından gönderilen portrenin ise “ne yazık kı imzasız” ol-duğunu sözlerine ekliyor. Yine de çerçeveletmiş ve ofisine asmış.

İlhami Oğuz´a göre Erdoğan barışın önemli bir aktörü, „Tür-kiye´nin Nelson Mandela´sı“. Ekonomideki başarısından ötürüErdoğan´a hayranlıkla bakıyor. “Tayyip başa geldiğinden beriTürkiye bugün, on yıl öncesine göre çok daha iyi bir konumda“diyor. Almanyalı Türklerin büyük çoğunluğunun Erdoğan´a oyvereceğine kesin bakiyor. “Burada yaşayanların çoğu muhafaza-kâr eğilimlidir“ diyen Oğuz çifte vatandaş olduğunu, Almanyadahil asla oy kullanmayı ihmal etmediğini, burada genelde Yeşil-ler´e veya sosyal demokrat SPD´ye oy verdiğini belirtiyor.

Hannover doğumlu dört çocuk babası İlhami Oğuz çocuklarıylaevde sadece Türkçe konuştuğunu söylüyor. “Her iki dili iyi dere-cede öğrenmelerini önemsiyorum“ diyor.

81DER SPIEGEL 32 / 2014

1,4der in Deutschland lebenden

türkischen Staatsbürger sind

wahlberechtigt. Somit wäre

Deutschland der sechstgrößte

Wahlbezirk der Türkei.

1,4 milyon: Almanya´da yaşayıp,

seçme hakkına sahip Türk

vatandaşları. Böylece Almanya,

Türkiye´nin altıncı büyük seçim

bölgesi konumunda.Millionen Quelle: ZfTI

� �

Page 15: Der neue Sultan

konservativ“, sagt er. Oğuz hat die doppelte Staatsbürger-schaft. Eine Wahl würde er niemals verpassen. Auch keine deut-sche. Oğuz wählt die Grünen oder die SPD.

Ilhami Oğuz ist in Hannover geboren. Mit seinen vier Kindernspricht er nur Türkisch. „Mir ist es wichtig, dass sie beide Spra-chen richtig lernen“, sagt er.

Oğuz’ Frau trägt Kopftuch, genauso wie die beiden Töchter.Eine seiner Töchter hat in diesem Sommer endlich einen Ausbil-dungsplatz als Zahnarzthelferin gefunden. Für Frauen, die Kopf-tuch tragen, ist das in Deutschland nach wie vor nicht einfach.Selbst in der Türkei hatten Kopftuchträgerinnen lange Zeit deut-liche Nachteile. „Es ist schön, dass Frauen, die Kopftücher tragen,endlich mehr Freiheiten haben“, sagt Oğuz. „Das ist ein Zeichendafür, dass die Türkei immer demokratischer wird.“

Seine Eltern kommen aus der Nähe der türkischen HauptstadtAnkara. In den Sechzigerjahren kamen sie nach Hannover, wo derVater als Straßenbahnfahrer arbeitete. Mittlerweile sind sie in dieTürkei zurückgekehrt und verbringen ihren Urlaub in Deutschland.

Oğuz sagt, er fühle sich in Hannover zu Hause. Wenn er einpaar Wochen lang in der Türkei sei, bekomme er jedes Mal Sehn-sucht nach Deutschland. Hier ist er aufgewachsen und zur Schulegegangen. Er hat in der Milli-Görüş-Moschee in der Nähe desHauptbahnhofs den Koranunterricht besucht – und dorthin gehter auch noch heute zum Freitagsgebet.

Die Gezi-Demonstranten kritisiert Oğuz hart. „Sie verstehennicht, was Demokratie bedeutet“, sagt er. „Sie gehen auf dieStraße und glauben, dass sie einen vom Volk gewählten Politikerso stürzen können.“ Für Oğuz dürfe man Erdoğan zwar kritisie-ren, aber alles habe seine Grenzen. Bei Erdoğans Besuch inKöln seien sie überschritten worden. „Wie die deutschen Mediendarauf reagiert haben, hat uns sehr ent-täuscht.“

Er habe das Gefühl bekommen, sein Pre-mier sei hier nicht erwünscht. Erdoğans Redewar ein Wahlkampfauftritt, aber nicht offiziell.

Oğuz´un eşi ve iki kızı tesettürlü. Kızlarından birinin buyaz diş hekimi yardımcısı olarak meslek eğitimi yapıcağına sevi-niyor. Başörtülü kadınların Almanya´daki günlük yaşamları hâlakolay değil. Türkiye´de dahi başörtülü kadınlar kısa süre öncesinekadar hissedilir dezavantajlarla karşı karşıya kalıyordu. “Başör-tülü kadınların geniş özgürlüklere kavuşmuş olmaları güzel tabii“diyor Oğuz. “Türkiye´nin modernleştiğinin bir göstergesidir bu.“

1960´lı yıllarda göç eden ailesi, Hannover´e yerleşmiş, bababurada tramvay şoförü olarak çalışmış. Artık Türkiye´ye kesindönüş yapan anne ve baba tatil için Almanya´ya geliyor.

Oğuz, ne zaman Türkiye´de birkaç hafta geçirse Almanya´yıözlediğini de sözlerine ekliyor. Çocukluğunun geçtiği, eğitiminigördüğü şehirde yaşıyor. Geçmişte Kur´an kursu için gittiği MillîGörüş Camisi´ne artık Cuma namazına gidiyor.

Sert bir dille eleştirdiği Gezi eylemcileri için “Demokrasininne olduğunu kavrayamayanlardır bunlar“ diyor. “Sokaklara çı-karak halkın seçtiği bir siyasiyi devirebileceklerini zannediyorlar.“Oğuz, Erdoğan´ın eleştirilebileceğini, ama herşeyin bir sınırınınolduğunu, Erdoğan´ın Köln ziyaretinde ise bu sınırın aşıldığınısavunuyor. “Alman medyasının yaklaşımı bizde büyük bir hayalkırıklığına yol açmıştır“ diyor.

Kendi başbakanının burada istenmediği duygusuna kapıldığınıda ekliyor. Erdoğan´ın Köln´deki konuşması seçim konuşmasıydı,resmi olmasada. Türk yasaları yurt dışında seçim çalışmalarınaizin vermiyor. Tanıtım ve kampanyalar Türk gazeteleri ve kah-veleri ile sınırlı. “Almanları rahatsız etmek istemeyiz“ diyor İl-hami Oğuz. “Kendi aramızda yürütüyoruz. Sessiz, sakin.“

250 kilometre ötede avukat Ekrem Özdemir Berlin´de, Kreuz-berg´deki evinin mutfağında oturuyor. Türk kimliğini hiç bir za-man sorgulama ihtiyacı duymamış olan Özdemir Hatay´da büyü-

müş, Ankara´da hukuk eğitimi almış, 1999 yı-lında da Berlin´e yerleşmiş. Kız arkadaşıyla bir-likte şehrin Kreuzberg semtinde oturan 44yaşındaki avukatın müvekkilleri Almanya´dayaşayan, Türkiye´de dava ve takipleri olan

82 DER SPIEGEL 32 / 2014

FO

TO:

AM

IN A

KH

TAR

� �

Video: Deutsche Türken

vor der Wahl

spiegel.de/app322014trdwahl oder in der App DER SPIEGEL

Oppositionspolitiker Özdemir vor dem Berliner Olympiastadion: „Ausweg aus der modernen Sklaverei“Ana muhalafet politikacısı Özdemir Berlin Olimpiyat Stadı´nın önünde: “çağdaş kölelikten çıkış yolu”

Page 16: Der neue Sultan

Titel

Nach türkischem Recht sind Wahlkampagnen im Ausland verbo-ten. Geworben wurde nur in den türkischen Zeitungen, in denTeestuben. „Wir wollen die Deutschen nicht stören“, sagt IlhamiOğuz. „Wir machen das unter uns. Schön ruhig.“

250 Kilometer entfernt sitzt Rechtsanwalt Ekrem Özdemir inBerlin-Kreuzberg an seinem Küchentisch. Özdemir hat nie nachseiner Identität gesucht. Er ist Türke. Aufgewachsen ist er in Ha-tay, in Ankara hat er Jura studiert, 1999 ist er nach Berlin gekom-men und geblieben. Heute ist er 44, lebt mit seiner Freundin inKreuzberg und vertritt mit seiner Anwaltskanzlei Türken ausDeutschland vor Gerichten in der Türkei. Wenn sie geerbt haben,wenn sie sich scheiden lassen oder von türkischen Scheinfirmenum ihr Erspartes gebracht werden.

Er ist der Vorsitzende der türkischen Oppositionspartei CHPin Berlin, es ist die Partei von Staatsgründer Atatürk, vor zweiJahren gründete Özdemir ihre Vertretung hier.

Er ist sich sicher, wenn das Wahlrecht nicht gekommen wäre,würden türkische Abgeordnete heute nicht deutsche Städte be-suchen. Und dann würden sie sich auch nicht um die Menschenkümmern, die sie jahrzehntelang vernachlässigt haben.

Ekrem Özdemir versteht nicht, warum den Türken in Deutsch-land Integrationsverweigerung vorgeworfen wird, wenn sie dentürkischen Präsidenten wählen. „Man kann eine emotionale Bin-dung nicht auf Knopfdruck unterbrechen“, sagt er.

Er glaubt nicht an eine hohe Wahlbeteiligung der Türken inDeutschland, aber auch Ekrem Özdemir hat Angst um seine lai-zistische Türkei. Ihm gefällt nicht, dass Erdoğan in der Rede, mitder er seine Kandidatur erklärte, in den ersten vier Minuten 18-mal das Wort „Allah“ einbaute. „Man könnte glauben, Allahhat ein Parteibuch der AKP in der Tasche“, sagt Özdemir.

Für ihn sind die Politiker der AKP Gesellschaftsingenieure.Sie basteln sich eine sunnitische, eine einheitliche Türkei. Er magderen Türkei nicht, in der es selbstverständlich sei, dass es Juden -feindlichkeit gebe, Christen nicht erwähnt würden, Atheistendiskriminiert.

Auch über das „Amt für Auslandstürken“ redet er, das Erdoğangründen ließ, obwohl es doch die Konsulate gibt. Dieser „Kum-merkasten für Türken“ sei eigentlich nur das Instrument einesmachtgetriebenen Premiers – überall wolle er seine Parallel -systeme aufbauen, um die Kontrolle zu bewahren. Und vielleichtauch Einfluss zu nehmen auf die Landsleute in der Ferne.

Dennoch bedeutet für Özdemir das Wahlrecht im Ausland den„Ausweg aus der modernen Sklaverei“. Die Demokratisierungvon Menschen, die nie an Politik teilnehmen durften, wenn sie sich nicht für die deutsche Staatsbürgerschaft entschieden hatten.

„Sie sollten arbeiten und das Geld rüberschicken“, sagt Özde-mir. Und es funktionierte. Für Özdemir sind die Auslandstürkendie größte finanzielle Investition der Türkei in den vergangenen50 Jahren. Mit ihrem Weggang sank die Zahl der Arbeitslosen.Sie brachten die Deutsche Mark aus der Zeche in ihre türkischenDörfer, fuhren Opel, bauten dort Häuser, zahlten ihr Erspartesin die türkische Staatskasse ein und brachten deutsche Radiosnach Anatolien.

An Ekrem Özdemirs Küchentisch diskutieren er und seineFreunde darüber, warum es eigentlich nur sieben Wahllokalegab und der Termin jeweils nur auf vier Stunden beschränkt war.Einer der Wahlhelfer fragt, warum es denn in Hamburg keinWahllokal gab. Vielleicht zu links, die Türken in der Hansestadt,für den Premier?

Ekrem Özdemir weiß, dass Erdoğan bei dieser Präsidentschafts-wahl nicht zu stoppen ist. Und dennoch wird er diese Woche,nachdem die türkischen Berliner ihre Stimme abgegeben haben,im Berliner Olympiastadion ihre Stimmen abzählen, die geschlos-senen Umschläge in Kisten packen und in die Türkei zur Aus-wertung schicken. Pakete der Hoffnung, aus 2000 Kilometer Ent-fernung, 50 Jahre nach Ankunft. Katrin Elger, Özlem Gezer

Türklerden oluşuyor. Örneğin miras, boşanma ya da Türk firma-ları tarafından dolandırıldıkları davalarda onları temsil ediyor.Özdemir aynı zamanda CHP´nin Berlin başkanı.

Seçim yasası değişmemiş olsaydı, Türk milletvekilleri bugünAlman şehirlerine kadar gelerek, onlarca yıl ihmal ettikleri ins-anlara nihayet olması gereken ilgiyi yine göstermeyeceklerdi,Özdemir bundan emin.

Almanyalı Türklerin, Türkiye´de cumhurbaşkanlığı seçimindeoy kullandıkları için entegrasyon karşıtı olmakla itham edilme-lerine Ekrem Özdemir anlam veremiyor. “İnsanların duygusalbağlarını bir anda kesemezsiniz “ diyor.

Seçime buradan yüksek bir katılım olmasını beklemiyor. Yinede laik Türkiye adına Ekrem Özdemir de endişeli. Erdoğan´ınadaylığını açıkladığı konuşmasının ilk dört dakikasında tam 18kez Allah veyat Rabbim adını zikretmiş olmasından hoşlanmıyor.“Yani sanki Allah da AKP´ye kayitli üyemiş gibi bir algı yaratılıyor“ diye eleştiriyor Özdemir.

AKP siyasetçilerini, sünni ve tek tip bir Türkiye yaratmaya ça-balayan toplum mühendisleri olarak görüyor. Yahudi düşman-lığının gayet olağan olduğu, Hıristiyanların esamesinin okunma-dığı, ateistlerin dışlandığı AKP Türkiye´sinden hoşlanmıyor.

Konsoloslukların varlığına rağmen, Erdoğan´ın girişimiyle ku-rulan Yurtdışı Türkleri Başkanlığı´na da değiniyor. Türkler içinbir tür “Dert Köşesi“ olarak düşünülen bu oluşumun arka pla-nında aslında, Başbakanın sınır tanımayan her şeyi kontrol etmehırsının yattığını, bu yüzden her yerde kendi paralel sistemlerinioluşturmak istediğini ve gurbetteki vatandaşlar kontrol etme ar-zusu olduğunu düşünüyor.

Fakat her şeye rağmen yurttaşlarının seçim haklarını “çağdaşkölelikten çıkış yolu” olarak değerlendiriyor. Alman vatan-daşlığına sahip olmayan, siyasi arenaya katılımlarına izin veril-meyen insanların demokratikleşmesi olarak değerlendiriyor.

“Çalışsınlar ve para göndersinler, eskiden tek istenen buydu“diyor Özdemir. Öyle de oldu. Özdemir´e göre yurt dışı TürkleriTürkiye için, son 50 yılın en önemli finans yatırımını oluşturmuş.Onların ülkeden ayrılmaları sonucunda işsizlik oranında düşüşgerçekleşmiş. Üstelik maden ocaklarında kazandıkları AlmanMarklarını doğrudan Türkiye´deki köylerine göndermiş, Opelarabalar satın almış, eski vatanlarında konut yaptırmış ve birik-tirdikleri paralarını Türk hazinesine yatırmışlar. Anadolu´ya Al-man radyolarını getirmışler.

Ekrem Özdemir ve arkadaşlarının girdiği sohbet koyulaşırkenfarklı sorular gündeme geliyor. Örneğin sadece yedi seçim yerininbulunması, oy kullanmak için her seçmene sadece dört saat gibikısa bir sürenin ayrılması ve tüm bunların olası nedenleri tar-tışılıyor. Seçim görevlilerinden birisi, Hamburg´da seçim san-dığının kurulmamasının muhtemel nedenlerini gündeme getiriyor.Başbakan, Hamburglu Türkleri fazlasıyla sol görüşlü buluyor ol-masın?

Erdoğan´ı durdurmanın mümkün olmadığını Ekrem Özdemirde biliyor. Yine de Berlinli Türkler Cumhurbaşkanlığı seçimi içinOlimpiyat Stadı´nda sandık başına gidecekleri zaman o da arala-rında olacak.

Oy pusulalarını sayacak, kapalı zarflar içinde sandıklara akta-racak ve nihai değerlendirme için Türkiye´ye gönderecek. Göçünüzerinden 50 yıl geçtikten sonra, çok uzaklardan, 2000 kilometreöteden gönderilen umut dolu paketler.

Katrin Elger, Özlem Gezer

Übersetzung/Çeviri: Recai Hallaç, Melek Korkmaz

83DER SPIEGEL 32 / 2014

7können die türkischen

Wähler ihre Stimme

abgeben. In Hannover,

Berlin, Essen, Düsseldorf,

Frankfurt am Main, Karls-

ruhe und München.

7 seçim merkezi: Türk seçmenlerinin

oy kullanmaları için kurulan seçim

merkezleri Hannover, Berlin, Essen,

Düsseldorf, Frankfurt am Main,

Karlsruhe ve Münih´de bulunuyor.

Wahllokalen

In