zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de...

124
İzmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de los Judios Turkanos de İzmir DIYAL o G 031 - Ocak-Şubat 2014 Dürüstlük Adalet Barış (031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 2 - İÇİNDEKİLER 003 - Merhaba 004 - Önceki Başkandan 005 - Başkandan 006 - 5.YIL MESAJLARI 007 - Simone Bilman 011 - Raşel Rakella Asal 014 - Nesim Weissberg 015 - Binyamin Hazan 016 - Aron Aji 020 - Fortüne Asal 021 - Metin Delevi 022 - Hayim Danon 023 - Selim Amado 025 - Becky Aji 026 - Sarit Bonfil 028 - Moshe Gormez 029 - Beki Şikar 030 - Avram Ventura 031 - Tufan Erbarıştıran 033 - David Enriquez 035 - Lina Filiba 036 - Nazlı Doenyas MESAJES EN LADINO 037 - Rachel Amado Bortnick 039 - Susy Gruss 040 - Buly Hazan 041 - Shimon Geron 042 - Graciela Tevah de Ryba 043 - Fredy Cauich Valerio 044 - HABERLER 075 - DÜNYA BASININDAN ÇEVİRİLER 083 - İÇİMİZDEN 089 - Aramızdan Ayrılanlar 090 - KURUMLARIMIZ 092 - RABİ HAYİM PALAÇİ - Moti Katan SEKSION EN LADINO 094 - El Kantoniko de Rachel - R.A.Bortnick 098 - Yehuda ke dize? – Yehuda Hatsvi 099 - D’aki D’aya - Eliz Gatenyo 101 - Shimon Kapitan d’Estambol – Shimon Geron 104 - Susy Gruss 108 - Gad Nassi 112 - Albert Contente mos Konta - Albert Contente 113 - Coya Delevi I 115 - Coya Delevi II 117 - Moris Şaul 119 - Fredy Cauich Valerio 121 - Buly Hazan 123 - Viviane Behar 125 - PARA KE NO SE OLVIDE 130 - DE LA PRENSA MONDIAL BİZDEN BİRİ 157 - Jak Eskinazi - Sarit Bonfil ŞE YAZILARI 166 - BAŞYAZI – Rafael Algranati 169 - Derinlik 171 - Uzak Yakın - Selim Amado 174 - Çağrışımlar - Avram Ventura 176 - One Minute - Avram Aji 178 - Yansımalar - Raşel Rakella Asal 183 - ı - David Enriquez 185 - Bir Başka Deyişle - Nisim Sigura 189 - Galatalı Küçük bir Kız - Coya Delevi 195 - Washington’dan Mektup – Altan Gabbay 201 - Metin’ce – Metin Delevi 208 - İz Düşümü – Lina Filiba 210 - Yaşam – Tufan Erbarıştıran 213 - Hayata Dair – Liz Sarda GENÇ GÖRÜŞ 216 - Yaşam Notları - Şela Habif 218 - Beki Şikar BİLİYOR MUYUZ? 220 - Tu Bişvat – Nazlı Doenyas BİZİM KÜRSÜ 225 - Süleyman Doğu – Alaha le-Moşe mi Sinai 230 - Rıfat Kandiyoti OKUR İLETİLERİ 239 - Yaklo Taragano - Fas

Transcript of zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de...

Page 1: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

   İzmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni

Revista Digital de los Judios Turkanos de İzmir

DIYAL o G 031 - Ocak-Şubat 2014

 

        

       

Dürüstlük Adalet Barış

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 2 -

  

  

                 

                         

İÇİNDEKİLER

003 - Merhaba 004 - Önceki Başkandan 005 - Başkandan 006 - 5.YIL MESAJLARI 007 - Simone Bilman 011 - Raşel Rakella Asal 014 - Nesim Weissberg 015 - Binyamin Hazan 016 - Aron Aji 020 - Fortüne Asal 021 - Metin Delevi 022 - Hayim Danon 023 - Selim Amado 025 - Becky Aji 026 - Sarit Bonfil 028 - Moshe Gormez 029 - Beki Şikar 030 - Avram Ventura 031 - Tufan Erbarıştıran 033 - David Enriquez 035 - Lina Filiba 036 - Nazlı Doenyas MESAJES EN LADINO 037 - Rachel Amado Bortnick 039 - Susy Gruss 040 - Buly Hazan 041 - Shimon Geron 042 - Graciela Tevah de Ryba

043 - Fredy Cauich Valerio 044 - HABERLER 075 - DÜNYA BASININDAN ÇEVİRİLER 083 - İÇİMİZDEN 089 - Aramızdan Ayrılanlar 090 - KURUMLARIMIZ 092 - RABİ HAYİM PALAÇİ - Moti Katan

SEKSION EN LADINO 094 - El Kantoniko de Rachel - R.A.Bortnick 098 - Yehuda ke dize? – Yehuda Hatsvi 099 - D’aki D’aya - Eliz Gatenyo 101 - Shimon Kapitan d’Estambol – Shimon Geron 104 - Susy Gruss 108 - Gad Nassi 112 - Albert Contente mos Konta - Albert Contente 113 - Coya Delevi I 115 - Coya Delevi II 117 - Moris Şaul 119 - Fredy Cauich Valerio 121 - Buly Hazan 123 - Viviane Behar 125 - PARA KE NO SE OLVIDE 130 - DE LA PRENSA MONDIAL

BİZDEN BİRİ 157 - Jak Eskinazi - Sarit Bonfil KÖŞE YAZILARI 166 - BAŞYAZI – Rafael Algranati 169 - Derinlik

171 - Uzak Yakın - Selim Amado 174 - Çağrışımlar - Avram Ventura 176 - One Minute - Avram Aji 178 - Yansımalar - Raşel Rakella Asal 183 - Açı - David Enriquez 185 - Bir Başka Deyişle - Nisim Sigura 189 - Galatalı Küçük bir Kız - Coya Delevi 195 - Washington’dan Mektup – Altan Gabbay 201 - Metin’ce – Metin Delevi 208 - İz Düşümü – Lina Filiba 210 - Yaşam – Tufan Erbarıştıran 213 - Hayata Dair – Liz Sarda GENÇ GÖRÜŞ 216 - Yaşam Notları - Şela Habif 218 - Beki Şikar BİLİYOR MUYUZ? 220 - Tu Bişvat – Nazlı Doenyas

BİZİM KÜRSÜ 225 - Süleyman Doğu – Alaha le-Moşe mi Sinai 230 - Rıfat Kandiyoti OKUR İLETİLERİ 239 - Yaklo Taragano - Fas

 

Page 2: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 3 -

  

 Değerli Okurlarım,  

“5.nci  Yıl  Özel  Sayı”mızla  bir  kez  daha  size ulaşabilmekten dolayı mutluyuz.  

Görebileceğiniz  gibi  bu  sayımız,  ‐beşinci  yılımız nedeni  ile  eklenen  özel  bölümün  dışında‐  birkaç yeni  düzenlemeyi  kapsamakta.  Bize  ulaşan  geri bildirimlerden  edindiğimiz  kanaatle,  Ekonomi, Çocuklar  ve  İzmir  Sanat  Etkinlikleri  bölümlerini bültenimiz  içeriğinden  çıkarmış  bulunmaktayız. Ayrıca  Sevgili  İzak  Baron  arkadaşımızın  iki  ay boyunca sizler için özenle seçerek biriktirdiği ve “İç Basından  Seçmeler”  bölümünde  yayınladığımız köşe  yazarlarının  makalelerine  şimdilik  kaydı  ile ara verdik.   

Sevgili Okurlar,   

Kabul  etmeliyiz  ki  DIYALoG,  beş  yıl  önce  yola çıktığı  “İzmir  Musevi  Cemaatinin  Haber Bülteni”  olma  hedefinden  çok  farklı  bir  konuma ulaşmıştır.  Hedeflemediğimiz,  öngöremediğimiz bir  gelişme  ile  DIYALoG  bugün  30  farklı  ülkede 

okunan,  yalnız  İzmirlilerin  değil  tüm  Türkiye kökenli dindaşlarımızın ilgi gösterdikleri bir bülten haline gelmiştir.   

Beklemediğimiz  bu  gelişmeye  uyum  sağlama çabalarımızın,  gerekli  değişimlerin  yapılmaması halinde anlamsız ve sonuçsuz kaldığını, yükümüzü ve  sorumluluğumuzu  ağırlaştırmaktan  öteye gitmediğini,  DIYALoG’a  ulaştığı  başarıya  uyumlu ve  bundan  sonraki  gelişmelere  açık  yepyeni  bir altyapı  oluşturulması  gerektiğini  açık  ve  net  bir şekilde görmekteyiz.  

Yönetimden onay almamız halinde, bu yöndeki ön çalışmalarımızı derhal başlatacağız.   

Umarım  2014  yılı  DIYALoG  için  bir  değişim  ve gelişim  yılı  olur.  Hedefimiz,  aradan  beş  yıl geçmesine  rağmen  ilk  sayımızda  açıkladığımız hedeften tek kelime bile farklı değil:  

Amacımız herhangi bir yola çıkmak değil, çıktığımız bu yolda hedefimize ulaşana dek,

her sayımızda yeniden doğmak olacaktır.  

Saygı ve Sevgilerimle,  

Merhaba Yayın Yönetmeninden

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 4 -

  

 Sevgili Kardeşlerim,  Bildiğiniz  gibi  9  Ocak  2014  günü  Cemaat  Genel Kurulunu  yaptık.  Yaklaşık  75  kardeşimizin  ilgi gösterdiği  toplantıda, Cemaat Yönetim Kurulunun son  3  yıllık  dönemde  yaptığı  önemli  faaliyetleri anlattık.  Bu  arada  İzmir  Musevi  Cemaati  Vakfı kurularak  bir  tüzel  kişilik  kazanıldığını, sinagoglarımızın  vakfımız  adına  kaydedilerek tapularının  alındığını  ve  bunların  dışında  yapılan diğer faaliyetleri detaylı bir şekilde sıraladık. 3 yıllık dönemin hesap raporu ve aynı döneme ait denetçi raporu  ve  bütün  bu  çalışmalar  oybirliği  ile  ibra edildi.  Değerli Kardeşlerim,  Bundan böyle Cemaat Yönetimi dediğimiz Konsilyo Komunal’in  işlevleri  Cemaat  Vakfımız  tarafından yürütülecek.  2012’de  yasal  olarak  seçilen  Cemaat Vakfımız Yönetim Kurulunun  görev  süresi  2016’ya kadar  devam  edeceğinden,  ayrıca  bir  seçim 

yapılmasına  gerek  kalmadı.  Ancak  ben,  üç dönemdir  yürüttüğüm  Cemaat  Vakfı  Yönetim Kurulu  Başkanlığının,  daha  genç,  enerjik  ve dirayetli kardeşime geçmesi amacı ile başkanlıktan istifa  ettiğimi  duyurdum.  Bu  nöbet  değişikliğinin yararlı olacağına inancım tamdır.  Sevgili Kardeşlerim,  Bu  gelişmeyi  takiben  Cemaat  Vakfı  Yönetim Kurulu,  benden  boşalan  yere  birinci  yedek  üyeyi davet  ederek,  aralarından  Başkanlığa  Sevgili Kardeşim  SAMİ  AZAR’ı  seçtiler.  Bu  nedenle  bu mesajım  siz  cemaat mensuplarına  veda mesajımı oluşturuyor.  Bugüne  kadar  bana  ve  ekibime  göstermiş olduğunuz güvene  sonsuz  teşekkürlerimi  sunuyor, yeni  başkanımız  ve  ekibine  çalışmalarında kolaylıklar ve başarılar diliyorum.  Sizlere de sağlık ve mutluluk dolu günler dileyerek “Allahaısmarladık” diyorum.  Sevgilerimle, JAK KAYA 

Önceki Başkandan Jak Kaya

Page 3: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 5 -

  

 Değerli Kardeşlerim,  Çıtası son yıllarda ciddi bir  şekilde yükselmiş olan İzmir  Musevi  Cemaati  Vakfı  Başkanlığını, Cemaatimize  dokuz  yıldır  büyük  bir  özveri  ile hizmet eden, yeri doldurulması güç başkanımız Jak Kaya’nın  istifasının  ardından,  Yönetim Kurulumuzun  oybirliği  ile  aldığı  karar  sonucunda üstlenmiş bulunmaktayım.  Yönetim  Kurulumuz,  yedek  üyelikten  asil  üyeliğe davet  edilen Mirey Eskinazi dışında  aynen devam etmektedir. Yenilenen görev bölümü:  Başkan Vekili  :   Avram ABUAF Sekreter           :   Münir MERCAN Sayman           :   Bünyamin HAZAN Üye                  :   Avram SEVİNTİ Üye                  :   Sabi JİMİ Üye                  :   Mirey ESKİNAZİ  şeklinde sonuçlanmıştır. 

 Henüz  çok  yeni  devraldığım  görevimde,  yüzyıllar öncesinden  bizlere  intikal  eden  paha  biçilmez tarihi  mirasımızı  özümsemeye,  toplumumuzun ihtiyaç  ve  isteklerinin  neler  olduğunu  yeniden belirlemeye ve toplumumuza en  iyi şekilde hizmet edebilmenin  yol  ve  yöntemlerini  saptamaya çalışıyoruz.   Bir  sonraki  mesajımda  sizlere  çalışmalarımız  ve Cemaat Kurumlarımız hakkında daha geniş bilgiler vermeyi umuyorum.  Bu  vesile  ile  önceki  başkanımız  Sayın  Jak Kaya’ya yaptığı  özverili  hizmetler  için  teşekkür  eder, hepinize saygı ve sevgilerimi sunarım.  Sami Azar         

Başkandan Sami Azar

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 6 -

  

                          

                          

5.nci Yıl Mesajları

Mesajes de Sinken Anyo

Page 4: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 7 -

  

  

Eser Bırakmayanın Yerinde Yeller Esermiş

 Toplumumuzu  aydınlatan  bir  ışık  olduğuna inandığım  DIYALoG'un  5.nci  yıldönümü  kutlu olsun! Üstün başarıları daha nice uzun yıllar devam etsin!  İzmirli  bir  Türk  Yahudisi  olarak,  bu  denli kaliteli  bir  dergimizin  olmasından  gurur duyuyorum.   Her  sayısı  yayınlandığında  kendi  kendime şaşkınlıkla  sorarım: Bir  avuç  insan nasıl  böylesine zengin  bir  eser  yaratabilir?  Bunların  acaba insanüstü  yetenekleri  mi  var?  Düşünsenize,  hem tüm  kurumlarımızda  ve  cemiyette  olup  biteni izlemek,  hem medyayı  yakınen  takip  etmek,  hem yazarların  metinlerinin  peşinde  koşmak,  hem  de yazılar  yazıp,  röportajlar  yapmak!  Bitmedi.  Gelen yazıları  satır  satır  okuyup  gerektiğinde yorumlamak, metinlerdeki içerik ve imla hatalarını düzeltmek,  yayına  uygun  şekilde  formatlamak  da 

var.  Bir  de  üstüne  üstlük,  yaşlılarımızın  da okumaktan  mahrum  kalmamaları  için,  dergiyi kâğıda  basıp  dağıtmayı  da  görev  edinmişler!  Ve daha  kim bilir  yayıncılığın ne  gibi  ek  külfetleriyle boğuşuyorlar…  Tüm  bunları  kendi  işlerine  ek olarak,  sevdikleriyle  geçirebilecekleri  zamandan feragat  ederek  icra  ediyorlar!  Bu  nasıl  bir  sevgi, nasıl bir özveri, nasıl bir hizmet anlayışıdır?   Yayın  ekibi  üyelerinin  bu  olağanüstü  çabaları karşısında  saygıyla  eğiliyorum.  DIYALoG,  onların fedakâr  ve  kararlı  duruşları  ile  Sevgili  Rafael Algranati’nin  azmi,  titizliği,  sevgi  ve  coşku  dolu yüreği  sayesinde  doğdu  ve  bugünlere  geldi. Sağolsunlar, varolsunlar! Bilgileri ve düşünceleriyle dergimize  hayat  veren  sevgili  yazarlarımıza  da, hem bizlere hem de gelecek nesillere yaptıkları bu değerli  hediye  için  candan  teşekkürlerimi sunuyorum. Onlar olmasa DIYALoG da olmazdı.  Geleceğin Ansiklopedisi?  Bizler  sadece  bir  Derginin  değil,  aslında  bir Ansiklopedinin doğuşuna şahitlik ettiğimizden çok şanslıyız.   

Simone Bilman Lausanne / Suisse

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 8 -

  

Ansiklopedi  kelimesini  bilinçli  olarak  ve  altını çizerek  kullanıyorum.  Konular  hakkında  bu  denli geniş bilgiler veren, hem geçmişten hem de güncel tanıklıklar  kapsayan,  felsefe,  tıp,  sağlıklı  yaşam, edebiyat,  genel  kültür,  politika,  sanat,  tarih, coğrafya ve akla gelebilecek her alanı işleyen eğitici kaynaklara başka ne denir?  

 DIYALoG, toplumun geçmişini anlatan ve geleceğe ışık  tutan  tarihi  eserlerle  eşdeğerlidir.  Onlar  gibi bizim  dergimiz  de,  eskiden  nasıl  yaşadığımızı,  ne yediğimizi,  ne  içtiğimizi,  bayramlarımızı  nasıl kutladığımızı,  dinimizi  ve  tarihimizi  anlatıyor. Bunlarla  kalmayıp,  günümüzü  de  ele  alarak geleceğe  belge  oluşturuyor.  Cemiyetimizin yaşamından, ülkenin ekonomik durumundan, hem dünya  basınında  hem  iç  basında  hakkımızda yazılanlardan  da  bizi  haberdar  ediyor,  Yahudi bireylerin hatıralarını, duygu ve düşüncelerini, neşe ve üzüntülerini paylaşmamıza aracı olarak, «birlik» bilincimizin pekişmesine vesile oluyor. 

 Bu  devasa  yapıtı,  tarihi  eserler  gibi,  özenle korumalıyız. 

  

Ülkemizde hoşumuza giden yazıları/söylemleri paylaşıyoruz, fakat bizi üzenler saklı kalıyor.

Yıldönümü  kutlamasında  tenkit  etmek  pek  de kabul  edilebilir  olmasa  da,  bana  çok  dokunan  bir konuda naçizane bir öneride bulunmak istiyorum.  

Kanımca dergimiz, bugün Türkiye'de maalesef var olan  Yahudi  karşıtlığı  konusunu  yeterince  ele almamaktadır. Mısır’daki  darbeden  tutun  da Gezi Parkı  olaylarına  ve  hatta  Wikileaks  belgelerine kadar yetkililerin canını sıkan pek çok olayın İsrail veya  Yahudi  oyunu  olarak  lanse  edildiği,  hatta bazılarının  işi,  İsrail'i  ‘etnik  temizlik’ uygulamakla suçlamasına  ve  Siyonizmi  (Yahudilerin anavatanlarında  devlet  olarak  varolması)  ‘insanlık suçu’  olarak  sıfatlandırmasına  kadar  götürdüğü kaygıyla  izlediğimiz gerçeklerdir. Bu  söylemlerden yüz  alan  köşe  yazarlarının  artık  rahatça  Yahudi nefreti  saçıp,  hedef  göstermekte  bile  tereddüt etmediklerini de görmekteyiz.   

Madem ki kırmızı çizgiler silinmektedir, madem ki gelişmiş  ülkelerde  suç  kapsamına  girenler ülkemizde  kabul  görmekte  ve  hatta körüklenmektedir,  bunlardan  toplumu  haberdar etmek gorevimizdir.  

Page 5: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 9 -

  

Şahsen  ben,  uzun  yıllar  boyunca,  çevremdeki herkesin  beni,  aynı  benim  hissettiğim  gibi,  yani Türk  olarak  kabul  ettiğini  düşünerek  yaşadım. Büyüklerim  tarafından  ‘kayadez’  felsefesiyle korunarak,  çok  sevdiğim  bu  toprakların  ve  bu milletin  gerçek  bir  ferdi  olarak  büyüdüm.  Bugün ben  bazı  yazıları  okurken  hala  gözlerime inanamıyor,  sürekli  şok  üstüne  şok  yaşıyorum  ve çok  üzülüyorum.  (Nüfusunda  3  kodu  ile  fişlenen azınlık üyesi olduğumu bile daha yeni ögrendim !). Memleketimizde  antisemitizm  günümüzün  bir gerçeği olduğuna  göre bunu kabullenmek  gerekir. Zaten  bir  çözüm  aranacak  ise,  ilk  adım  olguların kabullenilmesidir.  Ayrıca,  sevgi,  hoşgörü,  saygı, nefretten uzak durmak gibi, birlikte yaşamanın ön koşulları  olan  değerleri  ve  bunları  aksettiren söylem  ve  olayları  duyarlılıkla  yansıtan DIYALoG’da,  bu  son  derece  üzücü  gerçek  de hakettiği yeri bulmazsa, geleceğin okurlarına tarihi eksik ileterek haksızlık etmiş oluruz.   

DIYALoG interaktif olmalı  

Dergimizin,  ‘söz  vasıtasıyla  iletişime  girmek’ anlamı  taşıyan  güzel  ismine  yakışır  şekilde,  bir diyalog  platformuna  kavuşmasının  zamanı gelmiştir diye düşünüyorum. 

DIYALoG, okurlarını  içeren adres defterinin dışına çıkıp, bu kitleyi genişleterek herkesin ulaşabileceği bir  internet  sitesine  sahip  olmalıdır.  Bu  site, tartışma  ve  yorumlara  açık  olmalı,  tebrik  ve  övgü mesajlarının  yanında,  genel  akıma  aykırı  fikir  ve tenkitleri de kabul etmelidir.   Burada  amaç,  Eflâtun’un  Diyaloglarında  olduğu gibi,  illa  ki  çıkacak  tartışmalarda  görüşlerden birinin doğrulanması uğruna atışmak olmamalıdır. Asıl  maksat,  insanların  aralarındaki  mesafeyi kapatıp  “karşılaşmalarının”  hayati  önem  taşıdığını söyleyen ve Diyalog Felsefesi  ile ünlü olan Yahudi düşünür Martin  Buber’in  bilgeliği  çizgisinde,  fikir ifade  etmenin  veya  konu  hakkında  bir  sonuca ulaşmanın ötesinde, DIYALoG sayesinde gerçek bir ilişkiye girmek olmalıdır.   Kitap  okuma  faaliyetinin  pek  itibar  görmediği toplumumuzda  bugün  sanal  platformların  süksesi inanılmaz  boyutlardadır.  Her  ne  kadar  bu platformlarda  iletişim  suni  ve  yetersiz  olsa  da, yaratıcı  DIYALoG  ekibinin  bunu  “gerçek  ilişkiye” dönüştürmenin yollarını bulacağından hiç süphem yoktur.  

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 10 -

  

Bu site kapsamında yapılacak anketler bazı  faydalı sorulara  cevap  bulmamıza  da  yarayabilir:  Acaba DIYALoG  doğum  yeri  olan  İzmir’de  veya  İstanbul ve  diğer  illerde  ne  kadar  okunuyor?  Türk Yahudileri bu esere sahip çıkıyorlar mı? Okurlar ne gibi  ek  içerikler  arzu  ederler?  Gazetecilere, eğitmenlere  ve  diğer  ilgilenen  Müslüman dostlarımıza  gönderiliyor  ise,  bu  kimseler DIYALoG hakkında neler düşünüyorlar?   

Gelecek  nesiller  için  belge  değeri olan  dergimizin  yazı  içerikleri, belirlenecek  genel  başlıklara  göre tasnif  edilip  internet  sitesinde  bir katalogda biriktirilirse, bir de ileride bu  katalog,  kâğıt  üzerine  basılıp 

ciltlenerek  yayınlanırsa  cemaatimize  faydaları katlanmış olacaktır diye düşünüyorum.    

İbrani alfabesinin 5.ci harfi ‘Hey’ dir  

Hasidik düşünceye göre Hey,  ruhun kendini  ifade etmesinde etkili olan üç öğenin sembolüdür: Fikir, Söz ve Eylem.   

Hey  bize,  kelimelerin  hayatımızdaki  gücünü öğretir, « önce düşün sonra kelimelere dök » der. 

Tanrı’dan gelen  10 yaratıcı gücü  simgeleyen Hayat Ağacında,  özümüzdeki  güç  (Keter)  ile  bilgeliği (Hokhma) birbirine bağlayan yolda Hey bulunur.   Yaşamda  Hey,  değişimin  yoluna  tekabül  eder  ve yeni bir farkındalığa, yeni yönlere doğru yükselmek için  basamak  teşkil  eder.  5  sayısı  da  insanın kaderinde geçişi, dönüm noktasını simgeler.   Ne kadar anlamlı bir yıl dönümü değil mi?   Bakalım  DIYALoG’un  5.nci  yaşı  biz  Türk Yahudilerini  hangi  yeni  ufuklara  doğru  yola çıkaracak…  Bu başarı hikâyesinde  tüm emeği geçenlerin eline, kalemine, yüreğine bin sağlık!          

Page 6: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 11 -

  

  

DIYALoG’u Tek Bir Sözcüğe

Nasıl Sığdırabilirim?   

DIYALoG  dergisinin  başlangıcı,  bir  günün başlangıcı  gibiydi.  Adım  adım  ilerlenen  bir  gün gibi.  Günün  başlangıcı  istektir,  umuttur,  bir boğuşma  çağrısıdır,  yaşama  katılımdır, iyimserliktir, kötümserliktir, bir dehlizdir; az buçuk bir  belirsizlikle  en  uç  belirsizliktir.  Belirsizliğin kendisi başlı başına bütün düşlere açık, upuzun bir serüvendir.   Günün  başlangıcı:  Yeni  tasarılar,  alınan  kararlar, beklentiler,  aldanışlar,  bağlanışlar,  söz  verişler, engelleri  hiçe  sayışlar,  yiğitleniş,  izi  sürülecek geçmiş, yazılacak gün, aranacak gelecek…  Günün  başlangıcı:  Dayanışma,  direniş, gülüşlerimiz… 

Belki  de  DIYALoG’un  oluşum  sürecini  bir  masal gibi anlatmam gerekiyor.   

“Bir  varmış,  bir  yokmuş,  zamanın  birinde  bir kent  varmış…  Bu masal  diyarında  yaşayanlar uzun  bir  uykudaymışlar.  Aralarından  Rafael Algranati çıkmış, “Hey, arkadaşlar, dostlar, biz çok uyuduk, artık uyanma vakti geldi. Kalkın,  toparlanın,  bizdeki  bitmez‐tükenmez  kültür  birikimini  hep  birlikte anlatalım.  Bu  kültür  zenginliğimizin ışığında  tarihimizin  derinliklerine  doğru yola çıkalım; bu yolculuk sırasında tarihin döşediği  taşları  bir  de  biz  parlatalım; unutulmaya yüz tutmuş tarihimizin tozlu sayfalarına  rengârenk  tozlar  serpelim, okurumuzu  geçmiş  zaman  yolculuğuna çıkaralım,  geçmişle  bugünümüzü buluşturalım.”  Anlatabilir miydik kendimizi?  İlgilenenler olur muydu? Farklı olur muyduk diğer dergilerden?  Sonrasında  dayanamadık  attık  kendimizi okyanusa, denize, denizle boğuşmaya. Denizde olmak, karşı kıyıya uzanan bir köprüde olmak 

Raşel Rakella Asal İzmir

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 12 -

  

gibiydi.  Ayırmak  da  denizin  işiydi  sanki kavuşturmak  da. Aklımız  geçmişimizde,  karşı kıyıda, evimiz, çoluk çocuğumuz, bu günümüz bu kıyıda ve işte yol aldık, aldıkça açıldık, uzak kıyılara  vurduk,  oraya  vardığımızda  coşkuyla karşılandık.  Ve  bu  denizde  olma  hali hoşumuza  gitti.  Bu  yolculuk  böyle  devam etti…”  

 Fakat bugün bize masal  gibi  gelse de,  gelecekteki insanlara  büsbütün masal  gibi  görünecek  olsa  da, bu kentte  yaşananlar, bugün,  İzmir’de  yaşananlar, hatta bütün bir dünyayla paylaşılanlar masal değil.  Belki  de  şöyle  başlamalıyım:  Kimsenin  kimseyi gördüğü yok.  İnsanlar arasında kara kalın perdeler gerili. Perdelerin gerisinde herkes kendi derdinde. Bazen  zamanı  anlayamamaktan  korkuyorum.  İşte böyle  anlarda  DIYALoG  imdadıma  yetişiyor.  Ben yanımdayım  diyor.  Kendimi  ışıklı  bir  hayata  sıkı sıkıya tutunmuş gibi duyumsuyorum.  “Hayat  değişecekse,  kendini  değiştirebilenlerle değişecek,  yinelenişle  ayak  uyduranlarla  değil.” DIYALoG bana böyle sesleniyor.   

Belki de şöyle demeliyim: DIYALoG başı dik, göğsü ilerde,  bu  özgür  ve  güzel  dünyada  kendi  özgür yerini  arayan  bir  dergidir.  Ne  zaman  onun sayfalarında  gezinsem  her  seferinde  yeniden büyülenirim.  DIYALoG geçirdiği beş yıl gibi kısa bir deneyimiyle, yavaş  yavaş  içine  girip  fark  ettiğimiz  güzel değişimlere  tanıklık  etti.  Şubat  2007  yolun  başı gibi;  ilerledikçe  ve  farkındalıklar  arttıkça, içimizdeki zenginlikleri keşfettik.   Adeta bir evin vitrini gibidir DIYALoG. Bir vitrin o evin,  o  ailenin  geçmişini,  kişisel  belleğini,  sahip olduklarını,  anılarını  yansıttığı  ve  belgelediği  bir sergidir.  DIYALoG,  biz  İzmirli  Sefarad  Türk Yahudilerinin sesini duyurma misyonunu üstlendi. Adımlar atıldıkça yolumuz genişledi. Yolun başında bizi  yola  çıkaran  neydi?  Buna  bizi  yönelten,  yolu bize  bulduran,  ilerlememiz  için  mihenk  taşlarını dizen,  görebildiklerimizi,  yaşadıklarımızı algılamamız  için  idrak  yollarımızı  açan  neydi? Sizler,  DIYALoG  okurları  olarak  DIYALoG’un sayfalarında  geziniyorsanız,  bizi  bu  yolculukta buluşturanın ne olduğunu düşünün.  

Page 7: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 13 -

  

Yazdıklarımız;  duygularımızı  ışıkla aydınlatabilmemiz  güzellik  ve  iyilik  hislerini çoğaltabilmemiz için yapılan bir yolculuktu...  DIYALoG  gözlemlediği  ve  önemsediği  her  olayı, sizde  farkındalık  yaratacakları  elden  geldiğince sizlerle paylaşmaya çalıştı.  DIYALoG’u  tek  bir  sözcüğe  nasıl  sığdırabilirim? Böyle  bir  sözcük  henüz  dillerin  hiçbirinde  yer almıyor.  Bu  sözcük,  yalnızca  içimizin  dilinde  var. Dışa vurulduğu an’da dağılıyor, o olmaktan çıkıyor; anlamından  yoksun  kalıyor.  DIYALoG,  karşımda, tıpkı hayat gibi, anlamlandırılmayı bekliyor.   Belki de şöyle ifade etmeliyim: Bambaşka yerlerden insanlar  bir  derginin  en  can  alıcı,  ortak  bir noktasında buluşabiliyorlar. Kırılmış kaygan zaman parçaları  yan  yana diziliyor, üst üste  yığılıyor, her biri  ötekinden  çeşitli  uzaklıklara  konuyor.  Elde avuçta  olmuş  olanlar,  elde  avuçta  olanlar,  elde avuçta olacak olanlar… Yaşlısı genci, kadını erkeği yüzlerce  İzmirli,  İstanbullu,  Meksikalı,  İsrailli, Buenos  Airesli,  Amerikalı,  Dallaslı…  Dünler, bugünler,  yarınlar…  Ocaklar,  mayıslar,  martlar, eylüller,  ocaklar,  şubatlar,  haziranlar...  İzmir’e  İz 

Bırakanlar,  Bizden  Biri,  Uzak  Yakın,  Perspektif, Çağrışımlar,  Konuşan  Resimler,  Okur  İletileri, Seksiyon  en  Ladino  ile  hepsi,  hep  birlikte oluşmakta.   Şöyle  de  ifade  edebilirim:  DIYALoG’un  “İz Bırakanlar” köşesini okurken yerin derinliklerinden ıssız ve kasvetli bir sesin yükseldiğini duyarım. Bu ses  çok  tanıdık  ve bir  o  kadar da  yabancı bir  ses, dedemin  sesine  benzer,  babamın  sesine  benzer. Keti  teyzemin,  Beki  teyzemin  de  sesine  benzer, ninemin,  ikinci  ninemin,  üçüncü  ninemin  hala kulaklarımda çınlayan seslerine de benzer. Ailemin tüm  ölmüşlerinin  ruhları  bana  DIYALOG’dan mesaj gönderir, ben onlarla bütünleşirim.  DIYALoG’un  özelliği  bir  mıknatısı  andıran niteliğinden  kaynaklanır;  onda  koca  bir  bağlantılı ilişkiler  zincirinin  çekim  merkezini  görürsünüz. Sonsuz  sayıda  görüş,  karşılaşma,  duygu  yer  alır. Sayfaları acı, tatlı, ekşi bin çeşit tat taşır.  DIYALoG  güneş  gibidir;  etrafında  çoğu  zaman farkına varılmayan bir gezegenler sistemi dönen bir yıldız gibidir. Bizi kendi  içimizden çıkmaya ve çok daha  karmaşık,  çok  daha  güzel  bir  ilişkiler 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 14 -

  

sistemine  girmeye  iten  bir  oluşumdur  DIYALoG. Sizce  de  öyle  değil mi? Her  bir  sayfasını  okurken yüreğim saygı, sevecenlikle kabarır.  İşte  şimdi  burada  bir  aradayız,  okuduğumuz DIYALoG’ un üzerinden beş yıl geçti, pek  çok  şey yaşadık,  pek  çok  şey  unuttuk.  Ama  bu  küçük önemsiz  olaylar,  yaşadığımız  dünyanın  kum taneleri gibi görünse de onlar hiç yok olmuyorlar. DIYALoG  küçük  olandan  büyük  olana,  kişisel  ve yerel  olandan  insan  doğasının  en  temeline  doğru yol aldıkça içimizde yaşamayı sürdürecek.  Yolculuğumuz,  DIYALoG’un  ışığını,  sizlerle bütünleşme  yolunda  yansıtmaya  çalıştı. DIYALoG’un  yüreklerde  iz  bırakmasını  ve  keyifle okunmasını diliyorum.  Birlikte yaşanmış güzel günler  sayısınca, gelecekte yaşanacak çok daha güzel günler sayısınca hepinizi kucaklıyorum.      

  

Teşekkürler   

Beş yıl önce, yayımlanmaya başladığı günden beri, düzenli  olarak  her  sayısını  bana  da  göndermek lûtfunda bulunduğunuz DIYALoG çok mükemmel, her bakımdan doyurucu bir dergi.  Çok teşekkür ediyorum!..  Alışılagelmiş  metihlerden  kaçınmaya  imkân göremiyorum. Kısaca şöyle diyebilirim:  Mükemmel bir dergi  çıkarıyor, büyük bir boşluğu başarıyla  dolduruyorsunuz.  Hiçbir  eksikliğinizi göremedim,  göremiyorum...  Temennim  hep  ayni bütünlük,  doyuruculukla  devam  etmeniz  ‐ edebilmenizdir.   Sizi bütün kalbimle kutluyorum!..   

Nesim Weissberg Haifa / Israel

Page 8: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 15 -

  

 

Nice Yıllara  İzmirliler  olarak  cemaatimizle  ilgili  bir  bülteni yayın hayatına  sokma becerisini  yıllarca  ıskaladık. Kolay bir iş değildi. Günün birinde Rafael Algranati kardeşimiz,  ben  bu  işe  talip  oluyorum  dedi  ve problemin  kendi  içinde  var  olan  fırsatını  çok  iyi değerlendirdi ve beş yıl önce yola koyuldu.  Doğrusu  hepimiz  nerede  tekleyeceğini  merak ederken, bir de baktık ki, tekleme bir yana, yayınını gerçekleştirdiği  bülten,  bülten  olmaktan  çıktı,  iki ayda  bir  yayınlanan  bir  ansiklopedi  halini  aldı. Ataol  Behramoğlu'nun  dediği  gibi  “Sevimlilik yaparak 15 dakika kazanmak mümkün, ama sonrası için bir şeyler bilmek gerek.”   Yeni  doğan  bir  bebeğin  yıllar  geçtikçe  büyümesi, gelişmesi,  başarılı  bir  evlat  olması  heyecanla beklenir.  Bu  yönde  atılan  her  adım,  doğum  günü kutlamaları  şeklinde mutluluk  ve  sevinç  ile  anılır. 

Okulu bitirme, mesleğe başlama, evlenme, hep bu türden  insanın kişisel yaşamında önemli ve mutlu tarihlerdir. Yeri  geldikçe bunların  anılması, mutlu anların tazelenmesi, kişiler arasında sevgi bağlarını güçlendirir.  Kurumlar  için  de  benzer  hususlar  geçerlidir. Yıldönümlerinin  kutlanması,  o  ekibin  birbirine daha  yakın  ve  içten  bağlanması  ve  içinde bulunduğu  şartların daha  iyi değerlendirilmesinde çok önemli bir yer  işgal ederler. Kurumun yaşı ne kadar eskirse, bu süre içinde büyümesi ve gelişmesi ne kadar güçlü ve başarılı ise, o kurumda çalışanlar haklı olarak bundan gurur ve kıvanç duyacaktır. Bu mutlu  duygu  o  kişiyi,  o  kuruma  hem  daha  fazla layık olma çaba ve gayretine, hem de kurumu daha ileriye  götürecek  düşünce  ve  eylemlere yönelecektir.  Bu düşünceler  ışığında DIYALoG’a  emek  ve gönül veren tüm kardeşlerimin daha iyiye, daha güzele ve daha büyük başarılara imza atmalarını diliyorum.     

Binyamin Hazan İzmir

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 16 -

  

 

DIYALoG’un Hikmeti  Büyük  Alman  şairi  Rilke,  sonsuzluk  uzamının yaşamlarımızın  birikiminden  oluşan  bir  süreklilik olduğunu  söyler.  Tanrı  olsun,  sevgi,  gelecek, evrensel  enerji  olsun,  sınırsız  ve  soyut  bildiğimiz varlık  ve  kuramlar,  bireysel  yaşamlar  boyunca nitelik  ve  nicelik  kazanır.  Sonsuzluğun  ürkütücü, onulmaz  bilincinde,  kişisel  hayatlarımız  zaman kırıntıları gibi görünse de bize, Rilke her birimizin sonsuzluğun bir parçası olduğunu  iddia eder. Kısa olsun,  uzun  olsun,  bu  zaman  kırıntılarıdır sonsuzluğa  biçim,  içerik  veren,  sonsuzluğu tahayyül edilebilir, yaşanabilir kılan.   

Yaşamla  sonsuzluk  arasındaki  ilişki,  kişisel öykülerle  toplum  tarihinin  arasındaki  ilişkiye benzer.  Büyük  harfli  Tarih  küçük  harfli  tarihlerin sürecinde  ilerler. Fakat, zıt yönlü bir kıyaslama da mümkün.  Sonsuzluk  uzamını  birey  bilincinin dışında,  birey  inanç  ve  hayalinden  bağımsız düşünmek  ne  derece  zor  ise,  Tarih  sürecinde 

bireyin  soyutlandığını,  indirgenip  hiçlendiğini düşünmek  de  o  derece  kolay.  Kaçınılmaz sıradanlığımızın, geçiciliğimizin hafifliğinde, Tarihi oluşturan rüzgârlarda  ‐kimi zaman da firtınalarda‐ dağılıp kaybolduğumuz hissine varırız sık sık.   

Bireysel öykülerimiz tarihin unutkanlığına, aç‐obur iştahına karşı başkaldırımızdır kuşkusuz. Özellikle de anlamsız görüneni anlamlı kılan, yalnışa, yalana, adaletsize  karşı  koyan,  doğrudan  yana  olan öyküler. Vahşiyi ehlileştiren, zulümü dizine getiren öyküler. Benim, Buradayım, Yaşıyorum,  Seviyorum diyen,  Gel,  Uzat  elini  bana,  Dur,  Kaybolma,  Acın acımdır  diyen  öyküler.  Vurdumduymaz  tarihe nispet olsun diye anlattığımız, yazdığımız öyküler.   

Örneğin:  

Kimi arıyordunuz?   

Evet, benim, fakat sizi çıkaramadım.   

Nerede beraberdik dediniz?   

Tabii ki o sahil kahvesini çok iyi bilirim.   

Evet,  evet,  bir Mayıs  akşamıydı,  değil mi?  Beş  altı kişiydik galiba.   

Aron Aji Iowa City / USA

Page 9: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 17 -

  

Şimdi  hatırladım,  battaniyeler  getirmiş,  dediğiniz gibi,  evsiz  çocuklar  misali  birbirimize  sarılıp, günbatımını beklemiştik.   

Evet, karşı adaların  ışıkları camlara biriken yağmur damlalarında yansıyordu.   

Fakat sizi çıkaramadım.   

Bir de nerede dediniz? Bilmez olur muyum?   

Çocukluk  yıllarım  geçti  o  sokaklarda,  şimdi  bile, adını duyar duymaz kızarmış kestane kokusu geldi burnuma. Köşk sinemasının girişinde yaşlı bir satıcı olurdu her seferinde. 250 gram 1 lira.  

Evet,  bizler  de  neredeyse  her  hafta  giderdik. Cumartesi  akşamları.  Ayşecik  filimlerini  hiç unutmam.   

Hayır,  anlıyorum  beyefendi,  fakat,  maalesef, yüzünüz bir türlü gelmiyor gözlerimin önüne.   

Gerçi  sizden  çok  insanlar  tanıdım  vaktiyle.  Moiz Bey,  rahmetli,  simsar.  Camcı  Izak. Müsyü Hayim, bakkal.  Yumurtacı  Sabetay.  Eskiden  öyleydiler. Küçük esnaf. Tabii en yakınen, Saul Bey, baharatçı, karısı  Madam  Zimbul,  ilk  komşularımız,  öylesine mütevazı, öylesine sessiz insanlar, Ruh Ailesi derdik onlara ‐yani aramızda‐ kızları  Ester,  Meri,  bahçe 

duvarına tırmanıp renkli düğün şekeri atarlardı bize. Bademli.   

Bir  de  zannedersem  Lea  vardı  ‐  gerçi  onu  sadece ismen bildim, görmedim diyebilirim.   

Çok küçüktüm memleketten geldiğimizde.     

Zaten bizimkisi de eski Yunan eviydi.     

Siz ne kadardır Izmirlisiniz? Dilimizi ne kadar güzel konuşuyorsunuz…   

Tabii,  dilim  varmazdı  500  yıldan  fazladır buralardayız demeye.   

Eminim bu  anlattığım öyküyü üç aşağı beş yukarı bizim nesiller yaşadı veya aile  ferdlerinden duydu. Böyle  rastlaşmalarda,  hep  birilerinin  komşusu olmuşuzdur,  nazara  değer  iyiliğimizden, çalışkanlığımızdan,  ama  gene  de  bir  duvarın ötesinde,  göze  çarpmadan  geçip  gitmiş yaşamlarımızdan  ötürü  hatırlan(ma)mışızdır. Kızarmış  kestanenin  kokusu,  bademli  düğün şekerleri,  sarındığımız  battaniye,  cama  vuran yağmur damlaları bile daha  somut ve kalıcı anılar bırakmış geride. Belki  içinde yaşadığımız ama bize ait  olmayan  öykülerdi  bunlar.  Bizi  bize  anlatan öykülerin  çoğu  da  duvarın  ötesinde  kalırdı.  Lea gibi… pek görülmeyen… 

*** 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 18 -

  

Rahmetli anneannem vaktinde cemaatte ebe olarak çalışmış,  birçok  çocuğun  doğumunda  yardım etmiş.  O  heyecan  ve  endişe  dolu  saatlerde neredeyse  cemaatin  her  evine  girip  çıkmış,  iki  üç nesil birlikte  yaşayan  ailelerle,  o  korku  ve umutla karışık  geçmek  bilmeyen  saatlerde  sayısız  yasam öyküsüne  şahit olmuş. O kadar ki, kim geçmişten neyi bilmek isterse, anneannemin evine gelirdi.   

“Viktorya, cuando pario mi Tante Zafira?”  

“En el tiempo de laz luvias,”   

“Moshe e Luna, cuando se kazaron?”   

“En el tiempo del fuego.”  

…diye  başlardı  öyküler,  kimisi  kısa  bir  kahve sohbeti, kimisi bütün bir sabahı veya akşamüstünü dolduran  öyküler.  Çocukluğumun  hiç beklemediğim  kadar  zevkli  geçen  saatlerini, annemin beni başından savmak  için anneannemin yanına  “tenemaka”  almaya  gönderdiği  zamanlarda yaşadım.  “Agora,  siente,”  diye  anlatmaya başladığında anneannem …     Tabii  farklı  zamanlardı  onlar.  Yaşamların  iç  içe, telaşsız da yaşanabildiği, öykülerle örülü zamanlar.   Geçmişte  insanlar  öykülere  gelirdi  sanki. 

Simdilerde  öyküler  bizi  arar  oldu.  Doğrudur, televizyondan  tutun  da,  kitap,  gazete,  filim,  Ipad, Iphone’a kadar bir  sürü aygıt ve kaynak kesintisiz birşeyler  anlatıyor  bize.  Fakat  bunlar  kendimizi bulmaktan  çok,  kendimizden  yabancılaştığımız anlatılar.  Durmaksızın,  yenilenmeden tekrarlanabilsin  diye  bir  çırpıda  unutulması gereken anlatılar. Gazetelerin her sayfasının hemen hemen  her  köşesindeki  yazılar.   Hepimizi  bir  çift göze, bir çift kulağa indirgeyen anlatılar.   

İşte DIYALoG dergisi’nin hikmeti.   

Çok temel ve yalın bir  ilkeden yola çıkarak, sevgili Rafael  ile  yorulmak  bilmez  yazar  ve  editor  ekibi, öykülerimizi anlatmamız için bir yer yarattı bizlere. DIYALoG  sayıdan  sayıya  gelişen  alabildiğince çeşitlenen  bir  kültür  ve  toplum  kitabı,  içindeki karakterlerin  sesi,  zihni,  ve  emeğiyle  yazılan, yazıldıkça,  okundukça  derinleşen,  git  gide zenginleşen  bir  anlatı  örgüsü.  Sadece  gurur  verici anlarımıza  değil,  zorluklarımıza  da, mutluluklarımız  kadar  karanlık  zamanlarımıza  da ışık  tutan,  bu  şehirde mekan mekan,  birey  birey yaşanmış  tarihimizin  sadece  kazançlarını  değil, kayıplarını  da  değerlendiren,  sorguladığı  kadar aydınlatma  amaçlı  bir  anlatı  örgüsü.  Zaman 

Page 10: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 19 -

  

kırıntıları deyip geçilemez, varol(m)uş(luğ)umuzun şüphe götürmez kanıtları.  

DIYALoG’un hikmeti sadece bizim  için değil  tabii. Sonuçta,  biz  beşyüz  kusur  yıldır  bir  şehirde,  bir şehirle  yaşadık.  Yazılıp  anlatılanlar  bizim  olduğu kadar  bu  şehrin  de  öyküleri.  Binalarından, sokaklarından,  anıt  ve  meydanlarından  daha  çok bizleriz bu şehrin tanıkları. Nesil, nesil.   

Belki de özellikle bu şehrin demeliyiz:  

Smyrna  ・   Myrrha  ・   Mirina  ・   Zmurna  ・ 

Smyrna.  Anka  kuşu  İzmir.  Yokoluşlar,  yeniden doğuşlar  şehri  Izmir.  Hafızası  az‐biraz  zayıf, geçmişten  ardakalan  hayaletlerin  hala  ara sokaklarında,  arka‐mahallelerinde  gezindiği  şehir İzmir. Bir rivayete göre bu  şehrin  ismi, Myrrha, ya da  “mür”  den  gelir.  Reçinesi  o  güzel,  cezbedici, parfümlerde  kullanılan.  Ince  ince  yaprakları eskilerin  cenazelerde  yaktıkları  tütsü. Hem  alımlı hem ölümlü  şehir  İzmir.  Işte, bizim olduğu kadar, bu  şehrin de öyküleridir DIYALoG dergisinde dile gelen, yazılan, okunan.   

*** “Sefarad”  sözcüğü,  orta  çağdan  beri,  İspanyol  ve Portekiz  yahudilerine  verilen  isim.  Fakat  daha  da 

geriye  gidildiğinde,  Sefarad,  Tevrat’ın  Obadiah kitabında,  göçmen  yahudilerin  yerleştiği  bir bölgenin adı olarak geçer. Coğrafi yeri kesin olarak bilinmese  de,  rabinik  kaynaklar  Sardis,  Lydia, Frigya  yörelerini,  yani  Küçük  Asya  dediğimiz, Anadolu  yarımadasını,  Sefarad’ın  olası  yeri varsayar.  Bu  varsayım  doğruysa  eğer,  Izmirli sefaradlar  gurbetliklerini,  çok  eskilere  uzanan yurtlarında mı yaşıyorlar dersiniz?    Aynı zamanda, Sefarad sözcüğü bana hep “seferde” sözcüğünü çağrıştırır. Etimolojik bir bağlantı kesin olarak iddia edilemese de, bu iki sözcük arasındaki hem  sesli  hem  sessiz  harf  uyumluluğu  gene  de çarpıcıdır.  Etimolojiturkce.com  kaynağı,  “sefer” sözcüğünü çözümlerken şu detaylara da değinir:  Arapça  sfr  kökünden  gelen  safar  "uzun  yürüyüş, yolculuk"  sözcüğünden  alıntıdır.  Arapça  sözcük Aramice/Süryanice  #spr    ר פ ס z  "1.  yarma,  kesme,  2. sınır,  sınır  hattı,  3.  yazı  yazma"  sözcüğü  ile  eş kökenlidir.  Bu  sözcük  Akatça  saparru  "at  arabası veya el arabası" sözcüğü ile eş kökenlidir.  Arapça  sözcüğün  fiil  kökü  mevcut  değildir. Aramice  ve  Akadça  eşdeğer  biçimlerde  ana  fikrin 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 20 -

  

"ayak  izi  yapma,  patika  oluşturma,  sınır  çizme" olduğu anlaşılıyor...   Yurt. Gurbet. Uzun yürüyüş. Ayak izi yapma, patika oluşturma, sınır çizme...   Bu  sözcükler  benim  için  DIYALoG  dergisinin değerli  çabalarını da  tanımladığı kadar  sanıyorum dergi ekibi için de bir o kadar yönlendirici. Dergide beş  yıl  boyunca  yayınlanan  metinler,  yaşanan gelenek, kültür ve hayatlar uzamında, bir çesit ayak izleriyle bir patika, bir yol oluşturma değil mi? Sınır çizmek,  harita  çıkartmaktır.  30  sayının bütünlüğünde DIYALoG’ta gelişen de köklü olduğu kadar canlı, tekil olduğu kadar çesitli, bir toplumun haritası.  Aynı  zamanda,  Ízmir’de  yaşanan,  tarih boyunca  süregelen,  dünyanın  dört  bir  köşesine ulaşmış uzun yürüyüşümüzün bir güzergâhı.   Daha  nice  beş  yıllara,  DIYALoG  ekibi. Başarılarınızın  sürekli  olması  dileğiyle,  candan teşekkürler sizlere.     

  

Nice Yıllara   İki  ayda  bir  çıkan  DIYALOG’u  sabırsızlıkla bekleyen  bir  okurunuz  olarak,  kutlamakta olduğunuz  derginin  beşinci  yılında,  başta  Genel Yayın Yönetmeni Rafael Algranati ve ekibini tebrik ediyor,  nice  mutlu  yılların  devamını  temenni ediyorum.  Ben  dergi  elime  geçer  geçmez  ilk  olarak  gururla İzmir yazarlarını okur, ardından dünya haberlerini, en  son  olarak  Ladino  Espanyol  bölümünü  büyük bir  hazla  bitirir,  sonra  da  dergiyi  benim  kadar seven ve takip eden arkadaşlarıma geçiririm.   İyi ki varsınız. Sağ olun,var olun!     

Fortüne Asal İzmir

Page 11: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 21 -

  

 Sevgili Rafael Algranati  ve tüm DIYALoG‘çular,  Merhaba,  Özellikle  vurgulamanıza  rağmen  ne  kadar  büyük bir  iş  yaptığınızı  tekrarlamadan  edemeyeceğim. Tamamiyle amatör bir ruhla başlatılan bu çalışma, bugün  gelinen  nokta  itibariyle  gerçekten profesyonellere  rekabet  edebilecek  bir  seviyeye geldi. Hepinize teşekkürler.  Benim bir  kaç  cümle  ile  ifade  etmeye  çalışacağım iki tenkidim ve bir önerim olacak.  1.  İlk  yayınlanan  sayı  yanılmıyorsam  50‐60  sayfa cıvarındaydı. Bugün  ise  150‐200  sayfalara dayandı. İlk  sayılar  kolaylıkla  okunacak  sevideyken  bugün ise, bu yoğunluk neticesinde artık hepsi okunamaz duruma  geldi.  Yine  ilk  sayıları  yazıcıdan  alıp okumak  çok kolayken,  artık  yazıcıdan  çıktı  almak bayağı  zor  bir  hale  geldi. Ve  dergiyi  okumak  için saatlerce  ekran  karşısında  durmak  zorunda 

kalıyorsunuz.  Her  sayı  o  kadar  dolu  ki  hepsini okumak istiyorsunuz ama bu kadar sayfa nedeniyle çok  zaman  ayırmak  durumunda  kalıyorsunuz. Bence bu dergiyi  100  sayfa civarında  tutabilirseniz daha  rahat  ve  hepsi  okunur  duruma  gelecektir. Aksi  taktirde okuyucular bazı yerleri  ister  istemez atlamak  zorunda  kalacak  ve  emin  olun  ki  bunları kaybetmiş olacak.  2.  DIYALoG  e‐dergi  olarak  çıkartıldığında  yerel, Izmir’e özgü olarak düşünüldüğünü zannediyorum. Bugün  gelinen  noktada  ise  Istanbul’dan  da  aynı oranda  okuyucu  ve  yazar  kitlesi  oluştu.  Belki  de diğer ufak cemaatlerden bile vardır. (Adana, Hatay gibi..).  Acaba  diğer  şehirlerden  de  yerel  bilgilere, haberlere daha fazla yer ayırmak mümkün müdür?  3. Önerim ise, derginin yaygınlaştırılması yönünde. Bildiğiniz  gibi  okuma  alışkanlığı  yaş  yükseldikçe aynı  orantıda  çoğalıyor. Okuma merakı,  isteği  de aynı yönde artıyor. Ancak maalesef ülkemizde yaş yükseldikçe internet kullanımı azalıyor (gerçi trend yükselişe  doğru  geçti  ama  belirli  bir  seviyeye gelmesi  için  daha  zaman  gerekiyor).  Genelde DIYALoG gibi e‐dergilere erişim internet erişimine bağlı  kalıyor.  Buna  bağlı  olarak  yukarıda 

Metin Delevi İstanbul

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 22 -

  

bahsettiğim  kitle  bu  dergilerden  mahrum kalabiliyor. Yasal bir engel yoksa acaba  isteyenlere bu dergiyi belirli bir ücret karşılığında yazılı şekilde ulaştırmak  mümkün  olabilir  mi?  Belki  de  Şalom Gazetesi dağıtım konusunda yardımcı olabilir.  DIYALoG’u  daha  ileri  bir  seviyeye  götürmek  için bunlar benim naçizane görüşlerim.  Tekrar iyi ki varsınız, iyi ki DIYALoG gibi bir kültür mirası  yarattınız  ve  iyi  ki  bu  yolda  devam ediyorsunuz diyerek sözlerimi bitiriyorum.  En iyi dileklerimle DIYALoG’un 5 yılını kutlarım  Metin Delevi           

 

Nice Senelere  

Sevgili Rafael,  

Övgü  dolu  sözlerden  ziyade,  kendinizi  daha  da geliştirecek  ve  yön  verebilecek  tenkitleri  kabul etmeniz ayrı bir erdemlilik ve iyi niyet örneğidir.   

Genelde  birçok  proje  çok  iyi  başlar  ama  aynı şekilde devam etmez. Sizinki 5.nci  senesine başarı ile  giriyor,  sizlerden  ricam  aynı  şevk  ve  titizlikle devam etmeniz.  

Daha  evvel  Türkiye'de  çıkan  bütün  Şalom  ve benzeri  gazeteler  İzmir  haberlerine  bir  köşe ayırırlardı.  Şimdi  DIYALoG  ile  doya  doya anılarımızı  paylaşıyor,  cemaatimize  hizmet  verip emek  veren  büyüklerimizi  saygıyla  anma  fırsatını buluyoruz. En çok hoşuma giden de dünyanın öbür ucundaki  eski  İzmirlilerin  bizlerden  haber  alması ve onlara DIYALoG sayesinde daha yakın olmamız.   

Nice senelere!..  

Hayim Danon İzmir

Page 12: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 23 -

  

 

DIYALoG’un 5.nci Yılı

  

DIYALoG’un kurucusu ve editörü Rafael Algranati, bu  elektronik  mecmuanın  beşinci  yıldönümü vesilesiyle, methiye ve takdir sözleri değil, eleştirel yazılar  yazılmasını  rica  etti.  Gerçekten,  yapıcı eleştiri önemli, nemelazımcı yaklaşım zararlıdır.   Rafael’in  verdiği  bu  talimata  rağmen,  gelinen  bu noktada  güneşi balçıkla  sıvamanın güçlüğü ortaya çıkıyor:  DIYALoG’u  yaratan,  muntazaman yayınlanmasını  sağlayan,  yazarları  davet  eden, mizanpajını  en  usta  şekilde  düzenleyen,  güzel üslubuyla  başyazıları  bizzat  yazan  Rafael Algranati’yi takdir etmemek imkânsız.  Fakat DIYALoG’un daha da beklenen ve beğenilen bir  yayın  olmasını  sağlamak  için,  eleştirilerle birlikte  yapıcı  önerileri  de  dile  getirmek  gerek. DIYALoG nedir; amacı nedir, kime hitap eder?  

Bunun cevapları kanaatimce çok net değil.   

İlk  eleştiri bence  şu: DIYALoG‘u başından  sonuna kadar  okumağa  imkân  yok.  İnsanın  bilgisayar başında  bu  kadar  saat  oturması  veya  mecmuayı ekrandan  taksit‐taksit  okuması  zor.  Basılması mümkün  olsaydı,  koltuk  veya  yatağınızın  yanında bulundurur, vaktiniz oldukça okurdunuz.   

Yazanların  sayısının  fazla  olması  çok  iyi  de  İzmir içinden  yazanlar  az.  Temas  edilen  mevzular  çok fazla  ve  bunun  sonucu  olarak  her  sayıda  sahife adedi  artmakta.  Bu  eleştiriyi  tanıdığım  kişilerden zaman zaman duydum.   

“Türk  basınından  seçmeler”  çok  enteresan  ve  biz Yahudileri  ilgilendirecek  yazılar  seçilmiş,  fakat  90 sahife  fazla.  Haberler  sadece  30  sahife.  İzmir Yahudi  cemaatinin  bu  kadar  azalması,  bunun yarattığı  sorunlar  ve  yöneticilerin  bu  sorunları halletmekte  sarf  ettikleri  gayretler,  bunları  daha fazla  ele  almak  gerekiyor  görüşündeyim. Unutulmasın  ki  bugün  İzmir’de  yaşayan  Yahudi sayısından  çok  daha  fazlası  İzmir  dışında  yaşıyor. Ve  eminim  her  İzmirli,  doğup  büyüdüğü  şehirde, ait  olduğu  cemaatte  neler  olup  bittiğiyle  çok ilgileniyor.  

Selim Amado Israel

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 24 -

  

DIYALoG,  İzmir’de yaşayan veya dünyanın değişik yerlerine  dağılmış  İzmirli  Yahudileri  ortak  olarak ilgilendiren mevzuları  işleyen  ve  bilgilendiren  bir yayın mıdır?  Yoksa  tüm  Türkiye  Yahudilerine mi hitap  eder? Bu  prensibin daha  açıkça  belli  olması gerekir.  Fakat  cevap  ne  olursa  olsun,  dinimizle, tarihimizle ve milletimizle ilgili bilgileri, bizlere hiç verilmemiş oldukları  için DIYALoG’da bulmak çok yerinde olacaktır. Bu bilgiler, İzmirli olmasalar dahi her Türkiye Yahudisini ilgilendirecektir.  İzmir’de  sadece  1000  Yahudi  kalmış,  gençler yaşamlarına İzmir dışında devam etmeği seçiyorlar. İzmir’de  270  kadar  70  yaşın  üstünde  Yahudi  var. Cemaat  yöneticilerinin  bu  problemlerin  bilinci içinde  epey  çalıştıkları,  yaşlılar  problemine  çok önem  verdikleri  haberleri  geliyor.  Sinagogların restorasyonu  bahis  mevzuu.  Bu  mevzuları  her zaman  işlemek  Türkiye  dışındaki  İzmirliler açısından çok önemli.  İzmir’de  olsun  veya  olmasınlar,  İzmirli  gençler sadece  Türkçe  konuşuyorlar. DIYALoG’un  Türkçe ağırlıklı  olmasından  daha  mantıklı  bir  şey  yok. Bununla  birlikte  Judeo‐Espanyol  veya  Ladino dilinde  yazılan  yazılar daha  yaşlı bir kesime hitap 

etmekte.  Türkiye  Yahudisi  olarak  bu  dili  az bilenlerin veya hiç bilmeyenlerin dahi, kendi temel kültür  ve  folklorlerinin,  500  yıl  koruduğumuz  bu dil  ve  kültür  olduğunu  hatırlatması  bakımından Judeo‐Espanyol  çok  önemli.  Yalnız  çok  uzun yazıları değil kısa ve ilginç mevzuları işlemek doğru olur. Her gencin aile büyüklerinden kalma bu dile ilgi  duymasını,  köklerinin  bilinci  içinde  olmasını sağlamak çok önemli.   

İzmir Yahudilerinin geçmişi hem çok zengin, hem çok  enteresandır,  bunu  İzmirlilerin  mecmuası işlemezse kim işleyecek?  

Türkiye  ekonomisiyle  ilgili  haberler,  folklor,  her türlü  güzel  sözler?  Hepsi  güzel  de  her  yazı gönderenin  yazısı  konursa,  DIYALoG  adlı  (e‐mecmua) sayfa çokluğu bakımından okunması zor hale  geliyor.  Sayfa  sayısını  sınırlandırmak editörümüzün hesaba katması gereken bir görüş.  

İzmirli  yaşlılar  arasında  bilgisayar  kullananların sayısı  az  olduğu  varsayılırsa, DIYALoG’un  bunlara ulaşması  için bir miktar basılması ve dağıtılması –aslında  yapılmakta  da  olsa‐  daha  geniş  sayıda yapılması  yerinde  olacaktır.  Muhtemelen  bunun için gereken maddi imkânları sağlamak gerek. 

Page 13: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 25 -

  

Bununla birlikte  yazarlardan  yazı  istenince, onları mevzu  seçmekte  yönlendirmek  DIYALoG’un fonksiyonunu  daha  iyi  yerine  getirmesine  sebep olacaktır.   DIYALoG’un geleceğini de düşünerek değerli editör Rafael  Algranati’nin  kendisine  İzmirli  genç yardımcılar  bulması  çok  arzu  edilir.  ‘’İzmirlilik’’ faktörünü  ikinci  planda  bırakmamak  kanaatimce çok önemli.   Başarıların devamlı olsun, Sevgili Rafael.                

 

Sağolun, Varolun  Sevgili DIYALoG Ekibi,  Bültendeki  birbirinden  güzel  yazıları  okudukça sizler  için  ettiğim  duaları  tahmin  ve  tasavvur edemezsiniz.  Bu  kadar  insanı  mutlu  eden,  içini ısıtan  ve  bilgilendiren  yazılarınız  için  sizlere minnettarım.  DIYALoG’un  her  sayısını  bir  tek  yazıyı  bile kaçırmadan  okuyorum.  Sonra  da  heyecanla bekleyen bir arkadaşıma veriyorum.  Sağolun, varolun, elleriniz dert görmesin.  Esta  merveyoza  ovra  ke  empesatej,  ez  una  muy grande mitzvah para todoz. El Dio ke vo lo page de todo bueno. Amen ve Amen.        

Becky Aji İzmir

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 26 -

  

  

Son Söz Okurun  Hazırladığım  “İzmir’e  İz  Bırakanlar”  ve  “Bizden Biri” köşeleriyle kuruluşundan beri yayın ekibinde yer aldığım e‐bültenimizin kaydettiği aşamanın en yakın  tanıklarından  biriyim.  Beş  yıl  önce  ilk sayımızı  hazırlarken  o  günkü  politik  ortam nedeniyle  bir  yandan  tedirginliği,  bir  yandan  da yepyeni  bir  yayına  başlamanın  heyecanını  yaşıyor ve  girişimimizin  nasıl  karşılanacağını  merakla bekliyorduk.  Yıllar  içinde  dünyanın  her  yerine dağılmış hemşerilerimizin, dostlarımızın katkısıyla hızla  büyüyüp  serpilen  bültenimizin  geldiği noktaya  şöyle  bir  durup  bakmanın  tam  zamanı şimdi.   DIYALoG  nasıl  bir  misyonla  yola  çıktı  ve  bunu gerçekleştirmede  ne  kadar  başarılı  oldu?  Bu sorunun  cevabını  ararken  ilk  sayımızın  ilk “Merhaba”sına  dönüp  baktım  yeniden.  Yayın yönetmenimiz  Rafael  Algranati  bültenin  ana misyonunu net bir şekilde ortaya koymuş:   

"Toplumumuzun kurumları ile  üyeleri arasındaki  

diyalog ve haber akışını canlı tutarak,  birlikteliğimize katkıda bulunma  ve kardeşliğimizi pekiştirme…" 

 Çok  gerçekçi  ve  yerinde  bir  hedef.  Acaba hedefimize ulaşabildik mi?  “Toplumumuzun  kurumları  ile  üyeleri  arasındaki haber akışını canlı tutma” misyonu DIYALoG ekibi olarak en  fazla önem verdiğimiz konudur. Cemaat başkanımız Jak Kaya’ya hiç aksatmadan hazırladığı bilgilendirme  yazıları  için  teşekkür  ediyoruz.  İlk sayımızdan  itibaren  başlattığımız  cemaatimizin dernek  ve  kurumlarına  okurlarımızı bilgilendirmeleri için ayırdığımız sütunların devam ettirilmesini  sağlamada  ne  yazık  ki  başarılı olamadık.  Bir  kısmının  haklı  nedenleri  vardı. Bunun  bir  zorunluluk  gibi  algılanmamasını, kendilerinden  gelen  bir  istekle  haberlerini  bize iletmelerini  çok  arzu  ederdik.  Biz  tüm  cemaat haberlerinin DIYALoG’da yer alması için elimizden geleni yapsak da atladıklarımız olabilir. Üstelik  iki ayda  bir  yayınlandığımızdan  her  haberi  taze verebilme  şansına  sahip  değiliz. Her  şeye  rağmen 

Sarit Bonfil İzmir

Page 14: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 27 -

  

kurumlarımızın  bize  bu  konuda  daha  çok  destek vermesini  diliyorum. Doğrudan  doğruya  onlardan gelen  katkılarla  DIYALoG’un  haberler  köşesinin daha da zenginleşeceğine kuşku yok. DIYALoG’un günümüz İzmir cemaatinden geleceğe iz bırakacak bir yayın olduğu düşünülürse haberler en can alıcı bölüm olmalı, bugün önemsiz gibi görünen haber ayrıntılarının  gelecekte  önem  taşıyabileceği unutulmamalı.   Yalnız kurumlar değil, bireyler de ne kadar bülteni sahiplenir ve katkıda bulunursa DIYALoG o kadar gelişir.  Bültenimizde  yer  vermemiz  için  bir  yazı gönderenler  ya  da  örneğin  “şu  konuyu  ya  da  şu kişinin başarısını haber yapın” diyenler bizleri öyle mutlu  ediyor  ki.  Uygun  olduğu  ölçüde  böyle istekleri büyük bir zevkle yerine getiriyoruz. Gönül ister  ki  okurlarımızla  aramızda  böyle  iletişimler daha çok olsun. En çok eksikliğini hissettiğimiz ise genç kalemler… Dönem dönem İzmirli gençlerimiz bültenimizde  yazdılar,  bize  taptaze bir  bakış  açısı ve  dinamizm  getirdiler.  Bayrağı  devralacak gençlerin  varlığı  hepimizi  yüreklendiriyor. Gençlere  sesleniyorum.  DIYALoG’a  gelin.  Bize güzel yazılarınızla can katın.  

Bültenimizde gerek Ladino gerek Türkçe makaleler bölümünde  usta  kalemlerin,  konusunda uzmanların  sayısı  giderek  arttı.  Kimi  tarihe,  kimi günümüze  ışık  tutan,  kimi  gülümseten,  kimi bilgilendiren  çok  çeşitli  konulardaki  yazılar dünyanın her tarafından DIYALoG’a yağdı. İletişim teknolojilerinin  yarattığı  harikalar  sayesinde günümüzün  1300  kişilik  İzmir  Yahudi  cemaati, İzmir  ya  da  Türkiye  kökenli  olsun  veya  olmasın tüm  dünyadan  Yahudi  yazarların  katkılarıyla oluşturulan DIYALoG’la  büyük  bir  ailenin  parçası olduğunu hissetti. Bizlere “yalnız değilsiniz” mesajı verildi.  Katkı  sağlayan  yazarların  ve  ulaştığımız okurların  sayısı beklentilerimizin de ötesine  geçti. “Birlikteliğimize katkıda bulunma ve kardeşliğimizi pekiştirme”  hedefinin  İzmir’den  gittikçe  büyüyen halkalar  halinde  yayılarak  çok  daha  geniş  çapta gerçekleştiğini düşünüyorum.  , 

DIYALoG’un misyonunu gerçekleştirmede ne kadar başarılı  olduğu,  okur  beklentilerini  ne  ölçüde karşıladığı  sorusuna  dönersek  bunun  cevabını  en iyi  verecek  olan  okurlardır.  Ben  olabildiğince objektif  olmaya  çalışarak  bazı  düşüncelerimi  dile getirdim.  Dilerim  okurlardan  gelen  mesajlar DIYALoG’un  daha  da  sağlam  adımlarla  yoluna devam etmesine vesile olur.  

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 28 -

  

Bütün  yazıları  toplayıp,  derginin  tüm mizanpajını yapmak  gibi  ağır  bir  sorumluluğu  üstlenmiş  olan yayın  yönetmenimiz  Rafael  Algranati  bülteni yayınlamadan  önce  Türkçe  yazım  hatalarını düzeltmem  için  bana  yollar.  Bir  yandan  hataları kaçırmamak için gözlerimi dört açar, bir yandan da bülteni  ilk  okuyan  kişi  olmanın  keyfini  çıkarırım. Kimi  daha  hafif,  kimi  daha  ağır,  öyle  değişik konularda, öyle yoğun bilgiler  içeren yazılar vardır ki  okurlarına  her  zevke  hitap  eden  böylesine kapsamlı  bir  seçki  sunan  DIYALoG’la  gurur duyarım.   Biz  yayın  ekibi  olarak  bu  heyecanı  duyduğumuz sürece  ve  sizler  de  bizim  heyecanımıza  ortak olduğunuz  sürece  DIYALoG’un  daha  uzun  yıllar İzmir’den ses vermeye devam etmesi dileğiyle…          

  Sevgili Rafael Algranati nezdinde  DIYALoG Ailesi,  DIYALoG'un  5.  yayın  yılını  kutlayacağınız  bu yakınlarda,  alışılmış  övgülerin  dışında  kalarak, düşüncem, DIYALoG'un  geleceğinin  İzmir  Yahudi Cemaati  ile  ortak  bir  paydada  olduklarıdır.  Bu nedenle  ilerideki  nesillere  kalmak  ve  aktarılmak üzere İzmirli hanımlarin mutfak tecrübelerinin her sayıda  bir  veya  iki  yemek  tarifinin  sunulmasının önemli  olduğunu  düşünüyorum.  Hatta  bu sunumun Turkçe dışında  İspanyolca  sayfalarda da bulunması  Türkiye  dışında  yaşayan  Judeo İspanyolca  konuşan  kesimin  de  faydalanmasını sağlayacaktır.  

 Saygı ve sevgilerimle,    

Moshe Gormez Paris / France

Page 15: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 29 -

  

 

Nice 5 Yıllara  Sevgili Yayın Yönetmenimiz Rafael Bey, üç yıl önce bana  DIYALoG  için  haberleri  takip  edip,  bunları yazar  mısın  dediği  zaman,  memnuniyetle  kabul etmiştim. Ama bu konunun bu kadar çok hoşuma gideceğini  ve  bana  keyif  vereceğini  tahmin etmemiştim.  Benden  bu  görevi  rica  edip,  bu  yönümü  fark etmemi sağladığı için kendisine müteşekkirim.   DIYALoG’un 5 yıl  içinde daha çok  insana ulaşması ve DIYALoG’a  yazı  yazan  kişilerin  sürekli  artması çok sevindirici.  Bir 5 sene sonra DIYALoG’un hala aynı yoğunlukta ve nitelikte var olduğunu, fikirlerini paylaşan daha çok yazarın olduğunu ve daha çok insana ulaştığını görmek isterim.   

DIYALoG’un  cemaat  için  belli  sosyal  sorumluluk projelerine ön ayak olmasını, yarışmalar (şiir, öykü) düzenleyip  gizli  kalmış  yetenekleri  ortaya çıkarmasını,  cemaat  içinde  iletişimin  etkileşimin artmasını sağladığını görmek isterim.  Bence  DIYALoG  sayesinde  yetenekli  ama  kendi kabuğunda  gizli  kalan,  yazılarını,  şiirlerini paylaşacak bir platform bulamadığı  için yazmayan birçok  arkadaşımız  bu  yolla  fikir  paylaşımında bulundular. Bu da çok hoş.  DIYALoG  ailesi  ve  okuyucuları  ile  nice  5  yılları birlikte geçirmek dileğiyle...             

Beki Şikar İzmir

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 30 -

  

 

Nice Beş Yıllara   Hani  söyleriz  ya,  “Daha  dün  gibi…”  geçen  uzun yıllar için; oysa DIYALoG’un ilk sayısından bu yana tam beş yıl geçmiş! Dile kolay!  O günleri düşünüyorum da… Neydi bu yayının  ilk çıkış amacı?   İzmir’in  sesini  duyurmak,  birbirimize  olanağımız ölçüsünde  seslenmek,  etkinliklerimizi  öne çıkararak  okuyucuları  bilgilendirmek, düşüncelerimizi  karşılıklı  olarak  paylaşmak,  bir söyleşi  ortamı  yaratmak…  İzmir’i  odak  noktasına oturtarak  yalnızca  üyelerin  yararlanabileceği  bir yayın olacaktı DIYALoG!  Oysa  zaman  içinde bu  yayın  yalnız  İzmir’in değil, ülkenin sınırlarını da aştı. Paylaşımları saymazsak, nerdeyse  bir  yerel  gazetenin,  bir  derginin  satış sayısı  kadar  oldu.  Konularını  da  artık  sınırlama 

olanağı  yok!  Herkes,  her  alanda  düşüncelerini özgürce  dile  getiriyor,  paylaşıyor.  Ulusal  basının kimi  köşe  yazıları  da,  yayınlandığında  kaçıranlar için birer arşiv niteliğini taşıyorlar.  Tüm bunlar bir araya geldiğinde, çoğunlukla iki, kimi zaman da üç dilde  ürün  yayımlayan  zengin  içerikli  bir  bülten, daha doğrusu dolgun bir dergi ortaya çıkıyor. Son sayısına bakıyorum, tam 320 sayfa.   Kuşkusuz  bütün  sayabileceğimiz  bu  artı  değerleri yanında,  yayınlanacak  her  yeni  sayı,  yeni sorumluluklar  da  getirmektedir:  Kendini  aşma, daha  güzelini,  daha  iyisini  ortaya  koyma  çabası! Zaten bu heyecan olmasa, bu tür bir yayının ömrü birkaç  sayıda  tükenirdi;  oysa  DIYALoG  giderek güçleniyor,  sağlam  adımlarla  yürüyüşünü sürdürüyor.   Bu  güne  değin  kimi  derginin  mutfağında bulundum,  kimini  de  sadık  bir  okuyucusu  olarak yakından  izledim.  Görebildiğim  kadarıyla,  tek  bir kişinin  seçiciliğinde  sürmüş  olan  yayınlar  daha başarılı ve uzun ömürlü olmuşlar, ancak o kişinin çekilmesiyle  yayın  niteliğini  yitirmişlerdir.  Aynı amaç  etrafında  birleşen  bir  grubun  çıkardığı dergiler  ise, girişimcilerden her birinin görüşlerini 

Avram Ventura İzmir

Page 16: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 31 -

  

dayatarak  öne  çıkmak  istemeleriyle  dağılmak durumunda kalmışlardır.  DIYALoG’a gelince…  Bu yayının, maddesel ve düşünsel olarak en büyük ağırlığı  Sevgili  Rafael  Algranati’nin  omuzlarına yüklenmiş bulunmaktadır. Bir başka deyişle onunla özdeşleşmiş durumdadır. Yazar kadrosu olarak ne denli  katkıda  bulunmaya  çalışsak  da,  okuyucu karşısına  çıkabilmek  için,  her  birimizin  çabası oldukça  sınırlı  kalmaktadır.  Bu  yüzden DIYALoG’un geleceğini düşünürken, bu gerçeği de göz önünde bulundurmalıyız.   Kendi  payıma DIYALoG  ekibini  verdikleri  destek için kutlarken, Sevgili Rafael’in de en büyük alkışı bir başına hak ettiğini belirtmek isterim.  Nice beş yıllara dileğiyle…        

 

DIYALoG’a Küçük Bir Katkı  

Doğada  insana  özgü  bazı  yeteneklerimiz  vardır. Bunlar  arasında  kitap  okumak,  yazı  yazmak, düşlediğimiz  bir  konuyu  sanatsal  bir  konuma dönüştürmek  gibi. Ancak,  insanlar  en  çok  yazıyla iletişim  kurmaktadır.  Yazının  sonsuzluğu,  etkisi, yarattığı atmosfer,  insana yönelik yaptırımı… Tüm bunlar insan‐yazı birlikteliğinin temel sonuçlarıdır. Bazen yeni dostluklar kazanılır, bazen yeni bilgiler öğrenilir. DIYALoG  dergisinde  yayımlanan  yazılar aracılığıyla  çeşitli  görüşler  ortaya  çıkıyor,  yeni düşünceler  üretiliyor,  yazarlık  sevgisi  aşılanıyor, birçok konudan haberdar oluyoruz. Peki, DIYALoG daha  kapsamlı,  daha  ayrıntılı  olabilir  mi?  Kişisel olarak bazı önerilerim olacak.   

1  ‐  Yerel  tarihin  önemli  olduğunu  hepimiz biliyoruz.  İşte  bu  nedenle,  İzmir  ve  diğer  illerde yaşayan  Yahudilerin  yerel  tarihle  ilgili  görüşleri, ellerindeki  belgeler,  yaşanmışlıklar,  anılar  üzerine biraz daha kapsamlı yazılar olabilir mi? Sözgelimi, bu  konular  üzerine  çeviriler,  ülke  dışından  da benzer konularda yazılmış yazılar yer alabilir.  

Tufan Erbarıştıran İzmir

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 32 -

  

2  ‐  İzmir’den başlayarak  (istek olması durumunda diğer  illerden  ve  yurtdışından  da  olabilir)  Yahudi büyüklerin anıları bir  link eşliğinde ekte verilemez mi?  Onların  kişisel  anıları,  yaşantısı,  ailesi, okudukları, sevdiği hobileri üzerine hazırlanmış bu linklerin  etkili  olacağını  düşünüyorum.  Bununla birlikte,  bir  ressamın  yaptığı  resimlerle  ilgili görüşleri,  bir  yazarın  kitaplarıyla  ilgili  duyguları gibi… Söz konusu önerim gerçekleşirse, görüntülü olarak  verilecek bu  linkler  sayesinde  çok  ciddi bir arşive  kavuşmuş  olacağız.  Görüntülü  olarak  hazır geleceği  için  DIYALoG  yöneticilerini  de  fazla yormaz sanırım. Bu türden görüntülü linklerin çok uzun olması da gerekmiyor. Sınırlı bir süre (3 dk – 10 dk) yeterlidir.   

3  ‐  Yazmak  ve  okumak  için  bu  alışkanlık  küçük yaşlardan  itibaren  başlanmalıdır.  Bana  göre,  bir köşe  de  yaşı  küçük  olanlara  yer  verilse  diyorum. Sözgelimi,  6  –  11/12  yaş  grubu  kendi  özgür iradesiyle  yazdığı  yazıları  gönderse  nasıl  olur? Unutmayalım  ki  Cumhuriyet  gazetesinin  kitap ekinde  düzenli  olarak  yıllardır  çocuk  kitapları köşesi  vardır. Üstelik  çocuk  kitapları  son  yıllarda adeta bir patlama yapmıştır. DIYALoG’da böyle bir köşenin  olması  çocukların  yazmak  ve  okumak isteğini kamçılar diye düşünüyorum.  

4 – Yahudilikle ilgili (başka inançlar da olabilir mi?) soru – yanıt köşesi olabilir mi? İzmir’den bir haham bu türden soruları yanıtlayabilir. Soruyu soran kişi – eğer arzu ediyorsa  ‐ kişisel  iletişim bilgilerini ve ismini  sadece  dergi  yöneticilerine  verebilir. Böylelikle  kendisiyle  ilgili  “mahrem”  bir  konuda sıkıntıya düşmemiş olur.   

5  – Derginin her  sayısında  genel  yayın  yönetmeni ve  diğer  yöneticilerin  sesli  –  görüntülü  açılış (yazısının yanı sıra) konuşması olabilir. Her sayıda dönüşümlü olarak birer yönetici görüntülü bir link verse  diyorum.  Sözgelimi,  bundan  sonraki  sayıda Fihrist (içindekiler) bölümü yazılı olmakla birlikte, dergi  yöneticisinin  sesli  ‐  görüntülü  konuşması  ‐ dergiyle  ve  günlük  konularla  ilgili  olarak  ‐  okurla buluşsa  nasıl  olur?  Bunun  etkili  olacağını düşünüyorum.   

DIYALoG’da  yayımlanan  her  yazı  arşiv değerindedir. Beş yıldır aksamadan çıkan bu dergi sayesinde  yeni  dostluklar  kurulduğu  gibi,  birçok konuda yeni bilgiler de öğrenmiş bulunuyoruz. Bu nedenle, başta Rafael Algranati’ye  ve  emeği  geçen herkese teşekkür ediyorum.   

Page 17: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 33 -

  

  

DIYALoG Bülteni

 Değerli okurlar,  Bazı  işler  önceden  hazırlanan  profesyonelce planlar,  fizibiliteler  ve  çalışmalar  sonrası  hayata geçerken,  diğer  bazıları  ise  amatör  bir  ruhla hayatlarına  start  verirler.  Planlı  programlı, profesyonelce girişilen işler zaman zaman başarısız olurken,  amatörce  başlatılan  bazı  işler  ise umulmadık  bir  başarıya  imza  atarlar.  İşte, DIYALoG bültenimizin beş yıllık serüveni bu ikinci grubun canlı bir örneğidir.  DIYALoG  bülteni,  bir  yandan  Ladino  bölümüyle hem  yurt  dışında  mukim  Ladino  konuşan kardeşlerimize hem de yurt içinde halen Ladino’yu kullanan  geniş  bir  kitleye  hitap  ederken,  diğer yandan  İzmir’den  haberleriyle,  yurtiçi,  yurt  dışı 

tüm  İzmirlilere  ve  İzmir  sevdalılarına  hitap edebilmiş  bir  yayın  organına  dönüşmüştür. Bununla  da  yetinmeyip,  aktüel  konular  ve cemaatimiz  ile  ilgili  tarihe  kayıt  bırakacak derlemeleri ve  içerikleri  ile de daha birçok kesime hitap eder duruma gelmiştir. Tabii ki bu denli geniş bir  yelpazede  taleplere  cevap  veren  DIYALoG bülteni,  bir  bülten  anlayışından  çıkarak  daha  çok bir dergi hüviyetine dönüşmüştür. Bu geniş içeriğin getirdiği  çok  sayfalı  ağır  yapı  ise  sağlanan  akılcı kolaylıklar  sayesinde,  okunması  kolay  bir  yayına dönüştürülmüş  DIYALoG  bülteni  bugün  İzmir cemaatimizin bir gurur kaynağı haline gelmiştir.  Eksiklikleri var mıdır? Mutlaka vardır. Öyle sanırım ki  beşinci  yıl  sayısında,  bu  konuya  özel  açılan bölümde,  değişik  eleştirileri  dile  getirecek kardeşlerimiz  bulunacaktır.  Ben  ise,  bana  ayrılan bu  bölümde,  DIYALoG  bültenimize  farklı  bir açıdan yaklaşarak kişisel bir kaygımı dile getirmeye çalışacağım.  Beş  yıllık  yayın  hayatında  bu  denli  bir  başarıyı yakalamış  DIYALoG  bültenimizin,  daha  nice  beş yıllara,  çizgisinden  ve  başarısından  hiçbir  şey kaybetmeden  taşınabilmesi  hepimizin  dileğidir. 

David Enriquez İzmir

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 34 -

  

Bültenin hazırlanmasında, yayın yönetmeni olarak Sevgili Rafael Algranati’ye,  Sarit Bonfil, Beki  Şikar ve Renin Eliş’ten oluşan kıymetli bir yayın ekibi de eşlik  etmekte  ve  kendisine  önemli  bir  destekte bulunmaktadır.   Hemen hemen her yayın organında olduğu üzere, bu yayında da  tüm sorumluluğun Rafael Algranati kardeşimizin  sırtında  olduğunu  söylemek  sanırım yanlış  olmayacaktır. Rafael Algranati  kardeşimizin bu yayını  ilerde kendi yerine omuzlayacak halefini yetiştirmemesi  halinde,  DIYALoG  bültenimizin ömrü  Rafael  Algranati  kardeşimizin  bu  işi taşıyabileceği  yere  kadar  olacaktır.  Bu  halef  belki de  belirlenmiştir.  Durum  böyle  ise  kaygım yersizdir.  Eğer  belirlenmemiş  ise  bu  konu gecikmeden  ekip  tarafından  değerlendirilmelidir diye düşünmekteyim.   Bir  başka  deyimle,  böylesine  bir  başarıya  imza atmış  ve  böylesine  geniş  bir  kitleye  ulaşabilmiş DIYALoG  bülteninde,  gayri  resmî  de  olsa,  bir kurumsallaşma  gerekliliği  kaçınılmaz  bir  gerçek olarak  karşımıza  çıkmaktadır. Böylesi  bir  başarı öyküsünün  yaşamı,  ona  ilk  omuz  verenlerin fiziki  ve  moral  güçlerinin  sınırı  ile  kısıtlı 

kalmamalıdır. Bu yayının kalıcılığı ancak onu her şart  altında  omuzlayıp  götürebilecek  yayın yönetmenini  ve  ekibini  sürekli  üretebilmesi  ile mümkün  olabilir.  Bunun  sağlanabilmesi  hiç şüphesiz DIYALoG bülteninin daha çok uzun yıllar, başarı  çizgisini  kaybetmeden,  yayın  hayatında kalıcılığını  mümkün  kılabilecektir.  Aksi  halde, DIYALoG  bülteni,  “geçmişte  bir  başarı  öyküsü” olarak İzmir cemaatimizin tarih kayıtlarında yerini alacaktır.  Bu vesile  ile DIYALoG bültenini hayata geçiren ve ayakta  tutan  tüm  yayın  ekibine  buradan  şükran duygularımı  iletmeyi  bir  görev  bilir,  aynı  başarı çizgisinde daha nice yıllar dilerim.            

Page 18: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 35 -

  

 Sevgili Rafael Algranati, 

 Koskoca bir beş yıl geçti ve mütevazı bir başlangıç yapan DIYALoG İzmir, sessiz ve derinden bugünkü yaygın,  etkin,  bilinen  hatta  yazılarından  alıntı yapılan  saygın  ve  değerli  bir  gönül  projesi  haline geldi.  Çok  ciddi  bir  gönül  çalışması  ile  azimle  ve aksatmaksızın  bazen  gönülsüz  olabilecek  biz gönüllülerden  bunca  farklı  konularda  yazıları derliyor  ve  yaşamlarımızı,  zamanı,  mekan  ve tarihimizi  kayıt  altına  almaya  yardımcı oluyorsunuz.  Dileğim,  ümidim  DIYALoG  Bülteni’nin  tüm sayılarında  yer  alan  yazıların  web  ortamında okunabilecek  bir  altyapı  ile  genel  topluma  mal edilebilmesidir.  Böylelikle  ilerleyen  yıllarda  da gazeteci,  araştırmacılar,  kökleri  hakkında  bilgi sahibi  olmak  isteyenler  veya  sadece  meraklılar 

özellikle  İzmir  Musevileri  ve  genelde  Türk Yahudileri  hakkında  bilgi  edinebilecekleri  çok renkli bir kaynağa sahip olabilecektir.  İzmir Musevi Cemaati Yönetimi  tarafından uygun bulunursa böylece arşivlenen tüm yazılar çevrim içi olabilecek  ve  konuları,  yazarları  ve  tarih  ve içeriklerine göre aranarak okunabilecektir.  Bu  aşamaya  gelinebilmesi  ümidim  aynı  zamanda gönüllüler  ekibine  daha  genç  gönüllülerin katılmasına  ve  onların  teknik  bilgi  becerileriyle birlikte  kendilerine  ait  bakış  açılarını  yazıları  ile paylaşma  zenginliğine  sahip  olmamızı sağlayabilmesini de kapsıyor.   DIYALoG, karşılıklı konuşma ve dinleme değil mi? Genç  gönüllülerimizi  de  dinlemek  ve  onlardan öğrenmeyi ümit ediyoruz.  DIYALoG ile nice beş, on ve çok yıllara!..  Lina Filiba 

  

Lina Filiba İstanbul

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 36 -

  

 

Tebrikler  Öncelikle İzmir cemaati olarak bu kadar faydalı bir girişimi başlatıp, beş senedir aksatmadan özveriyle devam  ettiğiniz  için,  DIYALoG  ekibini  tebrik ediyorum.   Bunun  nasıl  ciddi  bir motivasyon,  emek  ve  vakit gerektirdiğinin bilincindeyim.   Başlatmak,  bir  düzene  oturtmak  zor,  ama sürekliliğini sağlamak bence daha da zor....   Aklınıza  emeğinize  kaleminize  sağlık!..   Bütün  bu yaptıklarınız, sizlere, ailenize ve tüm sevdiklerinize sağlık, mutluluk ve bereket olarak geri dönsün...   Önerilere  gelince;  ilk  olarak  aklıma  gelen  bülten formatında  yapılacak  köklü  bir  değişiklik.  Zaman değişim çağı. İnsanlar sürekli yenilik istiyor, yenilik insanı çekiyor.  

Bu değişiklik ne  şekilde yapılabilir? O konuda hiç bir fikrim yok, bilgisayar sayfa düzeni, web sitesi vb. konularına  hakim  değilim.  Ama  biraz  daha  canlı daha cazip bir hale getirmek düşünülebilir.  Burada  dikkat  edilecek  olan  husus,  DIYALoG okuyucularının  profili:  hangi  yaş  grubu  vb. DIYALoG okuyor? Hedefiniz  yine bu  yaş  ve profil mi, yoksa buna ek olarak başka gruplar da var mı?  Genç  kesime  hitap  edecek  bir  sayfa  düzeni, alışkanlıklarına sadık, dokunduğu yerde gördüğünü yine  aynı  yerde  bulmaya  alışık  olan  kesim tarafından  yadırganabilir.  Bunun  dengesini kurabilmek gerek.   Ayrıca DIYALoG bülteninin reklamının yapılmasını önerebilirim.  DIYALoG'daki  ilginç  makaleler  link verilip  mail  gruplarında  paylaşılabilir.  İnsanlar günlük  hayatın  koşuşturmaları  içinde  kolay  olanı seçiyor.   Başarılarınızın devamını diliyorum.    

Nazlı Doenyas İstanbul

Page 19: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 37 -

  

MESAJES EN

LADINO

                          

    

Pensamientos Sovre DIYALoG

 Izmir  es  sivdad majika. Puedes  salir de  Izmir, ma Izmir  no  sale  de  ti.  Komo  una  persona  ke  tiene sekiya (sed) korre a tomar un sorvo de agua, todos los Izmirlis por el mundo entero korrimos a meldar el Diyalog,  desde  su  primer  numero  sinko  anyos atras.  Keremos  saver kualo pasa  agora  en  la komunidad de la kuala un tiempo eramos parte. Ken ay agora? Keremos  konoser  personas.  Ke  azen?  Ke  pensan? Ke  problemas  ay?  I  ke  emosiones?  Ke  alegrias? Todo mos enteresa.  Keremos  tambien  ke  los  Izmirlis  de  oy  mos konoskan  a  mozotros.  Ke  sepan  un  poko  del pasado de sus komunidad. I de los ke tienen Izmir, i  la  komunidad  djudia  de  Izmir,  dainda  en  sus korason. Por esto eskrivimos en el DIYALoG. 

Rachel Amado Bortnick Texas / USA

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 38 -

  

I no avlo solo de  los ke nasimos ayi. Izmir no solo ke keda  en  la persona ke nasyo  ayi, ma komo un DNA  en  la  sangre,  pasa  a  los  desendientes  de  la persona. Por  esto  es ke  ay  inyetos  i bizinyetos de Izmirlis ke meldan i eskriven en DIYALoG de Paris, Buenos Aires, Israel, i otros lugares.  Ma,  siguro,  ke  estos  no  saven  el  turko.  Rafael Algranati desido de su ora, ke el DIYALoG iva tener eskritos  en  ladino.  El  Ladino  (judyo‐espanyol)  la lingua  de  muestros  padres,  mos  sierve  demuevo para aunarmos en una komunidad mundial en  las pajinas del DIYALoG.  I  es  grasias  al  ladino  ke  el  DIYALoG  enteresa  a sefaradim por todo el mundo, lo meldan i mandan sus eskritos, tengan raises en Izmir o no.  Todo esto para mostrar la valor i la emportansia del DIYALoG,  i  para  felisitar  a  los  ke  tomaron  la inisiativa 5 anyos atras de fondarlo,  i  los ke meten tantas oras de  lavoro  regolarmente para  editarlo  i publikarlo i mandarlo por Internet.  No tiene faltas? Si.  

1. El ke no save el turko, no puede meldar todo.  2.  Los  ke  no  saven  el  ladino,  no  pueden meldar todo.  3. Los ke saven  las dos  linguas (o, a vezes mas) no pueden meldar todo, porke ay muncho de meldar, i es difisil topar el tiempo para todo!  Ma,  el DIYALoG  kale  ke  kontinue  kon  todas  sus faltas, ke es en mizmo tiempo todo su bueno, porke sera por siempre un archivo istoriko muy valutozo de  la  komunidad  djudia  de  Izmir  aktual,  de  su pasado, i de sus ramas por el mundo entero.             

Page 20: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 39 -

  

  

Aniversario y no Adversario

  A  los  emprendedores  de  este  proyecto,  a  los  que logran  con  DIYALoG  renovar  un  diálogo  con  su lengua y su cultura, a los escrivanos que dedican de su  tiempo  y  de  su  talento  para  fomentar  este movimiento, a los fieles lectores: enbuenahora, hay buenas  razones para  festejar  el quinto  aniversario de DIYALoG.  Mi primer  encuentro  con DIYALoG  fue  en  el  año 2010 con el número 008 de Mart‐Nisan.  Avram Ventura escribió en el periódico un artículo sobre  una  hija  pródiga  de  Izmir:  la  Sra.  Ester Morguez  Algranti.  Un  artículo  sobre  la  vida  y  la obra  de  la  escritora  escrito  en  turco,  un  idioma indescifrable para mi, que buenos amigos tuvieron la gentileza de traducir especialmente para mi. Sigo 

lamentando  no  poder  leer  en  turco  y  "descubrir" nuevos  amigos,  es    así    como  denomino  a  mis temas de investigación.  A Ester Morguez Algranti, mi nueva  amiga,  la  fui conociendo  poco  a  poco  através  de  sus  artículos, sus  comentarios  sobre  temas  religiosos  y    sus poesías. Mis pequeños avances en  la  investigación los fui compartiendo con DIYALoG en una serie de artículos que fui enviando a la redacción.  Sarit Bonfil, Avram Ventura, Rafael Algranati  y  la incomparable  Rachel  Bortnick  que  "ladiniza"  mi castellano son mis verdaderos compañeros de mesa de redacción. Gracias!  Mi  impresión  sobre DIYALoG  es muy  reducida ya que sólo puedo leer la sección de ladino.  En dos biervos resumo mi parecer: muy bueno!  En  el mundo  académico  pecamos, muchas  veces, de no estar conectados con la realidad: analizamos textos  antiguos,  publicamos manuscritos  inéditos, interpretamos  palabras  extrañas  pero  no  siempre "Diyalogamos" con los circundantes. La revista nos 

Susy Gruss Israel

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 40 -

  

permite conocer y comunicarnos con  la parte viva de la cultura sefardí.  Izmir  fue  la  pionera  del  periodismo  en judeoespañol:  el  periódico  Las  puertas  del Oriente  dio  paso  a  decenas  de  publicaciones diarias  y  semanales  durante  más  de  un  siglo. Propongo  reanudar una  tradición muy arraigada a los  periódicos  de  antes:  publicar  novelas  en judeoespañol por partidas. Muchas de estas novelas han sido ya trasliteradas y han servido de material de  investigación.  Hay  otras  centenares  que  aún esperan  ser  redimidas!  Las  novelas  no  deben  ser juzgada por  su  calidad  literaria  sino, por  su  valor histórico. Quién sabe, quizás su publicación anime a alguno a escribir una nueva creación...  Manos a la obra!      Dr. Susy Gruss Naime and Yehoshua Salti Center for Ladino Studies Dept. of Literature of the Jewish People Faculty of Jewish Studies Bar‐Ilan University, Ramat‐Gan, 52900, Israel email:[email protected]    

 

Para Munchos Anyos  Estimado Senior Algranati,  Me  plaze muncho meldar  vuestro DIYALoG  kada mes, i esto orosa ke yegesh al cinken anyo i por eso kise saludarvos i partajar eskriviendo mis rekodros para publikar.  El problema es ke solo se poko de la lingua i por ke no tengo ken me korija. Me ambezo muncho meso LK i todo lo ke topo para meldar. puedya eskrivirlo en espanyol o ingles, ma el ladino me sale del alma.  Kero ke tu eches un ojo  i korijas mi artikolo, si no es muncho pedirte.  Te rengrazio i el Dyo te de salu por munchos anyos  Buly Hazan Corrientes, Argentina  

Buly Hazan Corrientes / Argentina

Page 21: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 41 -

  

El

DIYALoG   Kerido Algranati i lektores del DIYALoG,  Antes  de  todo  vos  sueto  reushita  grande  en  el futuro.  Tener  una  emission  ke  su  buto  es meter enjuntos a  los nuestros  i krear un puente en todas partes  del mundo,  es  la mijor  kosa  ke  se  puedia haser. Al lado de esto hay tambien la kestion de dar vida  a nuestra  lingua ke  ya no  es mas una  lingua hablada. El DIYALoG esta hasiendo mas ke esto en metiendo  ayi  eskriturias  en  otras  linguas  tambien komo el Turko, el  Ingles  i el Fransez. Son  linguas ke  konosemos  en  la Komunidad  Judia.  Si  uno  no konose una lingua, konose la otra.  Yo kreo ke kon el effekto de una assimilasion kaji total, hay munchos Judios ke se estan perdiendo. El DIYALoG  puede  servir  a  traier  atras  a  unos 

kuantos. En el  fin del kuento despues de miles de anios de existensia komo Judios, apenas tenemos 13 o 14 milliones. Esto representa una amenaza para la identidad  Judia  en  un  tiempo  kuando  munchos kaien  en el  "Melting Pot”  / ke  es olvidarsen  lo ke son.  Por  seguro  tenemos  ke  amar  a  nuestros vesinos  i  ser  en  mismo  tiempo  respektados  por eyos por ser differentes. Tener mas  toleransia  i no pensar ke uno es mijor del otro i mirarlo de un ojo basho. Tenemos ke tomar un kamino entre los dos. En  este  sentido  es  importante  mantener  un kontakto entre los Judios de origines differentes.  De  mi  parte  me  topo  enviando  eskriturias  i traduksiones  a  Ladino  Komunidad,  Sefaradi Muestro  i  al  EL  AMANESER. Me  demandaron  si puedia  haser  una  kontribusion  al DIYALoG.  Esto fue  para  mi  un  honor  grande  i  lo  agradezko muncho de ser apresiado. El DIYALoG ke sale kada 2 mezes es muy riko, sobre todo en Turko i Ladino. Me gustaria poder meldar kada artikulo ke sale ayi. Ma al no tener una komputadora i bastante tiempo en mis manos me topo bien limitado. Una kosa en mi  favor es ke entiendo  todo en  todas  las  linguas. El  Turko  tambien  me  sirve  porke  nunka  kiero olvidar  esta  lingua. Mismo  si pasaron  52  anios de 

Shimon Geron Sidney / Australia

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 42 -

  

mi  salida  de  la  Turkia.  El  DIYALoG  kontiene munchas pajinas. Pajinas bien  rikas en kontenido. Otra kosa ke me gusta es ke se aksepta  lo ke uno eskribe a su manera. Kada persona se exprime en la manera  ke  se  konose.  No  tuvimos  la  okasion  de aprender  nuestra  lingua  en  las  eskuelas. Ke  es  el puro es difisil determinarlo kon la meskla de tantas palabras ajenas i influensias de los paises ke nos dio refugio.  Por  sierto  este  lavoro  ya  es  de  una  kualidad  alta. Hay  siempre  lugar  para  amejorar  komo  disen  los Anglo  Saxones:  [Room  for  improvement].  La  sola kosa ke puedo sujerar es de meterlo una vez al mez en lugar de 2. Meter la mitad kada mez para ke los lektores puedan meldar kaji todo.  MIS  KOMPLIMENTOS  POR  LOS  5  ANIOS  DE EXISTENSIA!  Saludes a todos. Shimon Geron. Kapitan D'Estambol. Sydney ‐ Terra Australis.    

  

Aniversario Del Bulten  A  veses,  no  enkontro munchos  biervos  para  dizir kuando  djentes,  ponen  el meoio  i  las  fuerzas  en kontinuar por la muestra cultura sefaradi.  Es esmoviante meldar kada numeró del Bulten,  la kantidá i kalidá de los artikolós i   la dedikasión ke demanda elaborar kada boletín…    Kerido Rafael,   Grasias  por  el  esforzo  ke  metes  en  kada  uno  i darme un espasio en el kantón del Ladino.    El Dio, ke  te siga dando  las  fuerzas  i voluntá para kontinuar en este buto.  Graciela Tevah de Ryba    

Graciela Tevah de Ryba Buenos Aires / Argentina

Page 22: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 43 -

  

 

Estimado Rafael:  

Pardon  de  ke  ainda  no  arrespondi  tus  demandas, estos  dalkavos  diyas  ave  tenido  muncho  lavoro, ama tomi un poko de tyempo i te kero arresponder.  

‐  Kualo  a  tu  idea  esta  mankando  en  el DIYALoG?  

A sigun mi pensar, esta mankando  i muncho, una seksion,  aun  ke  sea  chika,  de  tekstos  eskritos  en rashi, para que akeyos ke lo meldan puedan meldar mas i mas i mizmo, si keren de ambezar a sus ijos i inyietos en vezes es difisil de topar tekstos en rashi, de esta manera puedemos arrebivirlo. Ainda no se komo se puede azer en  la komputadera, yo meldo el rashi  i puedo azer algo para el Diyalog, ama me es menestre saver komo, si  lo se presto, te eskrivo de muevo.  

‐ A tu idea komo deve de ser el DIYALoG en el futuro?  

No tengo idea, de ke asina komo es me plaze.  

‐  Ke  pensas  por  lo  ke  aze  el  DIYALoG  sovre nuestra lingua i kualo deve de azer de mas? 

 

Lo ke aze es maravyoso. No me vyene al tino kualo deve de  azer de mas, deke  syendo  ke  esto  se  aze por amor i no para tener paras, es una lavor ke vale oro.  

‐  Kualo  te  esta  plazyendo  lo  mas  en  el DIYALoG?  

En primero devo dizir ke no se Turko, ansi ke solo puedo avlar por  la seksion en djudeo‐espanyol, ke me plaze muncho  los  rekordos de  los ke eskriven para  el  Diyalog,  imajinar  komo  eran  las komunidades sefaradis ay anyos atras.  

‐  Kuando  komparas  el  DIYALoG  kon  otras publisidades en Ladino ke diferensyas topas ke mos manka?  

No veygo direferensias ni veygo ke sea mejor o no ke otras puvlikasiones, komparandola kon otras o no, es un trezoro para muestra kultura.   

Te deseo reushidad buena para 5 anyos mas i mas i mas,  aspero  poder  azer  algo  para  el  Diyalog denpues.   

Kon muncho karinyo, un abraso kalorozo para ti  i toda la famiya BEN DIYALOG.   

Fredy Cauich Valerio Sivdad de Meksiko

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 44 -

  

                          

Görev Süresi Dolan IMCV Başkanı Jak Kaya’nın

9 Ocak 2014 Genel Kurul Konuşması

 

Konsilyo Komunal olarak bilinen İzmir Musevi Cemaati eski yönetiminde dokuz yılı aşkı bir süredir görev yapan Jak Kaya, 9 Ocak 2014’te Konsilyo’da görev süresinin dolması nedeni ile düzenlediği Genel Kurul toplantısında tüzel kişiliği olmayan eski yönetim yapılanmasının artık sona erdiğini ve yönetimin tümü ile İzmir Musevi Cemaati Vakfına devredildiğini belirterek aşağıdaki konuşmasını yaptı.

 Değerli Kardeşlerim,  

Aralık  2010’da  seçilen  Cemaat  Yönetim Kurulumuzun  görev  süresi  Aralık  2013’te  bitmiş bulunuyor. Bu  sebeple,  hesap  vermek  ve Yönetim Kurulumuzun  faaliyet  raporunu  sunmak  üzere huzurunuzda bulunuyorum.  

Sözlerime başlarken Yönetim Kurulumuzun değerli üyeleri olan: Avram Abuaf, Hayim Eskenazi, Sami Azar,  Avram  Sevinti,  Sabi  Jimi,  Natan  Hayim, Efraim  Kohen,  Mirey  Eskinazi,  Miryam  Levi  ve Binyamin Hazan’a,  toplantılarımıza  katılan  yedek üyelerimiz:  Moris  Şaul,  Münir  Mercan  ve  Alp Habif’e  katkı  ve  yardımlarından  dolayı  teşekkür etmek istiyorum. 

HABERLER

 

Page 23: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 45 -

  

Değerli Kardeşlerim,  

Bilindiği gibi Cemaatimiz  yaşlanan  ve küçülen bir cemaat olmak yolundadır. Son  13 yılda 87 doğuma karşılık 328 ölüm vuku bulmuş olması, bu hususta yeterli  fikir verebilir. Buna ek olarak,  İstanbul’a ve yurt  dışına  tahsile  gidip  çeşitli  nedenlerle  geri dönmeyen  gençlerimiz  de  cemaatin  küçülmesinin bir  başka  faktörünü  oluşturuyor.  Cemaatimizin toplam  nüfusu  sürekli  sorulan  bir  sorudur. Mart 2012’de Vakıf seçimi yapılırken, 18 yaş üstü seçmen sayısı  1320  olarak  belirlenmişti.  18  yaşından küçükler de eklenirse 1400‐1450 arasıdır denilebilir. Herşeye  rağmen,  2013  yılında Bet‐İsrael’de  yapılan altı  düğünün  varlığı  bir  sevinç  kaynağımızı oluşturdu.  

Cemaat  yönetimimiz  öncelikle  rutin  hizmetleri eksiksiz  yapmaya  çalıştı:  Kaşer  et  sağlanması, matsa  organizasyonları,  hocalarımızın  ücretleri, muhtaç  kardeşlerimize  ve  İyiniyet’e,  Sunday School’a  yardımlar,  sinagoglarımızın  bakım  ve onarımları  bu  hizmetlerimizin  birkaçını oluşturuyor.  

Sinagog  yöneticilerimizin  katkıları  ile:  Şaar Aşamayim,  hergün  sabah  akşam,    Şalom  hergün 

minha duasında, Bikur Hulim  ve Algazi nöbetleşe olarak  ve  Bet‐İsrael  Şabat  dualarında  hizmet veriyorlar.  Bunlara  ek  olarak  yaz  mevsiminde Çeşme  Sheraton  otelinde  Şabat  duaları muntazaman  yapılıyor  ve  kardeşlerimize, ziyaretçilerimize hizmet veriliyor.  Bayramlarda yukarıda adı geçen sinagoglarımıza ek olarak  Roş‐Aar  da  olmak  kaydı  ile  beş  sinagog açılabiliyor.  Bu  sinagogların  gizbar  ve  hocalarına  ne  kadar teşekkür  etsek  azdır.  Bunların  dışında,  çeşitli gruplar  ağırladık.  Güney  Amerika’dan  iki  defa ziyaretimize  gelen  grupları,  bu  vesile  ile  verilen konseri  Sayın  Hahambaşımız  ve  Türkiye  Musevi Cemaati  Başkanı  ile  beraber  İstanbul  Tiyatro grubunun gösterileri, Hamera yemekleri gibi sosyal ve  kültürel  aktiviteler  de  çalışmalarımız  arasında yer aldı.  Sevgili Kardeşlerim,  2010  yılında  Hastane  Yönetim  Kurulunun  istifa etmesi  üzerine,  bu  görevi  de  üstlenmek durumunda kaldık. Üç yıl boyunca  sıkıntılı günler 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 46 -

  

geçirdiğimizi,  gittikçe  büyüyen  görev  zararlarını kapatmada  nasıl  zorlandığımızı  çeşitli  vesilelerle sizlere  aktarmış  ve  desteklerinizi  almıştık.  Sonuç olarak,  hastanemizin  ruhsatının  devri  sayesinde borçlar  ödendi.  Binalarının  kiralanması  sayesinde de  isteyen  yaşlılarımız Urla’da  bir  bakım  yurduna yerleştirildi.  Evlerinde  oturmak  isteyenlere  aylık yardım  yapılıyor.  Buna  ilaveten  yeni  bir  bakım sistemi  ile  cemaatimiz  insanlarına  evlerinde hemşire,  doktor,  ambülans  gibi  sağlık  hizmetleri veriliyor.   

Bu yolda değerli çalışmalar yapan Hastane Derneği Yönetim Kuruluna şükranlarımızı sunuyoruz.  

Bu  meyanda,  cenaze  ve  mezarlık  hizmetlerini eksiksiz  yürüten Kabristan Derneğine,  sağladıkları kira gelirleri ile öğrencilerimize burs veren Talmud Tora  derneğine,  gençlerimize  bir  yuva  sağlayarak bir  araya  gelmelerine  imkan  veren,  bu  arada  orta yaşlı  hanımlarımıza  da  yemekli  toplantılar  yapıp sosyal  hizmetler  sağlayan  Liga  yönetimine, küçüklerimize  temel  bilgiler  ve  kimlik  bilgileri sağlayan,  çocuklar  korosunu  oluşturan  Sunday School  öğretmenlerimize,  ihtiyaç  sahiplerinin yardımına  koşan  İyiniyet  grubuna  imkanlar nispetinde destek verdik. 

Bu yolda çalışan ve  tamamı gönüllü olan bu güzel insanlara şükranlarımızı sunuyoruz.  Değerli Kardeşlerim,  Bilindiği  gibi  çok  eski  yıllardan beri  İzmir Musevi Cemaati  bir  resmiyeti  olmadan  devam  edegeldi. Takdir  edersiniz  ki  bir Cemaat Vakfı  gibi  çalışan, fakat  resmen  tanınmayan  “Konsilyo” dediğimiz bu oluşum,  karşımıza  çıkan  her  yasal  sorunda, resmiyeti  olmadığından  ötürü  inanılmaz  sıkıntılar oluşturdu.  Her  seferinde  yasaya  uymayan çözümlere gitmek mecburiyeti doğdu.  Uzun  süren  hukuk  mücadelelerinden  sonra,  2011 yılı  sonunda,  İzmir Musevi  Cemaati  Vakfı  olarak resmiyet yani  tüzel kişilik kazandık. Bu konularda bize  destek  olan  İstanbul  yönetimine  ve hukukçularına,  özellikle  Av.Ester  Zonana’ya şükranlarımızı sunuyoruz.  Vakfımız  Mart  2012’de  her  türlü  yasal  vecibeyi yerine  getirerek  yönetim  kurulu  seçimlerini  yaptı. Vakfımızın yönetim kuruluna yine Cemaat yönetim kurulunu  oluşturan  arkadaşlar  seçildi.  Vakıflar Kanununun  ek  yönetmelik  geçici  maddesi 

Page 24: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 47 -

  

sayesinde,  1936’da beyan  edilmeyen  ve dolayısı  ile tapuları  olmayan  taşınmaz  mallarımızı  beyan edebildik.  İlk aşamada 2013 yılı başında, bir bölümü hizmete açık,  bir  bölümü  de  onarıma  muhtaç,  tapuları olmayan  ve  sadece  sinagog  olarak,  Hahambaşılık olarak  kayıtlı  veya  malik  haneleri  boş  olan  14 sinagog  ve  Urla’da  küçük  bir  arsa  olmak  üzere tapuları  Vakfımız  adına  tescil  edildi  ve  tapuları alındı. Bunları şöyle sayabiliriz:  ‐ Beth‐Israel ‐ Roş‐Aar ‐ Bikur Hulim ‐ Algazi ‐ Sinyora (Giveret) ‐ Orahayim (Foresteros) Yıkık Sinagog ‐ Bet İllel ‐ Aşkanat Bethakeneset (Toraman) (dükkân) ‐ Sınat Veradim (Basmane) (Otopark) ‐ Ets Hayim ‐ Şalom ‐ Portekiz ‐ Hevra  

Görüldüğü  gibi  Şaar  Aşamayim  bu  listede  yer almıyor.  Bu  binamız  üç  müteşebbis  büyüğümüz olan  Avner  Çikurel,  Aron  Hasid  ve  Reşat  Gomel adlarına  kayıtlı  iken,  geçmiş  yıllarda  ilk  ikisi hisselerini  Kültür  Derneğimize  devretmişlerdir. Son  olarak  geçen  yıl  Reşat  Gomel’in  oğlu  Ebi Gomel,  babasının  payını  hibe  etmek  sureti  ile Kültür  Derneğine  devretmiş,  bununla  da kalmayarak ciddi bir meblağ tutan hibe vergisini de teberru etmiştir. Bu vesile  ile bütün bu  iyiliksever insanlarımıza rahmet ve şükranlarımızı sunuyoruz.  

Yine  bu  vesile  ile,  Bet‐Hillel  Sinagogunun Büyükşehir  Belediyesi  tarafından  Hayim  Palaçi Müzesi  olarak  restore  edilmekte  olduğunu  ve yakında  restorasyon  bitince  Vakfımıza  teslim edileceğini de belirtmek isterim.  Böylelikle  2013  yılının,  ileride  cemaatimizin  tarihi yazılırken  çok  özel  bir  yıl  olarak  yer  alacağı muhakkaktır.  

Bu  noktada  sizlere  bir  projeden  söz  etmek istiyorum.  “The  Izmir  Project”    adı  verilen  ve birbirine çok yakın olan yürüme mesafesindeki altı sinagogumuzun Prag’daki gibi bir Yahudi mahallesi müzesi olarak oluşturulmasını, öteden beri İsrail’de 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 48 -

  

bulunan ve İzmir’e gönül vermiş olan Kiryati Vakfı ile  işbirliği  halinde  düşünmekte  idik.  Bunlardan Şalom,  Sinyora  ve  Algazi  son  yıllarda  elden geçirilmiş  olup,  Ets  Hayim,  Hevra  ve  Foresteros sinagogları  restorasyona  muhtaçtır.  Cemaat bütçesine dokunmamak kaydı ile yurtiçi ve yurtdışı fonlardan  destek  alınabilirse  bu  proje  gerek cemaatimizin  gerekse  ülkemizin  önemli  bir kültürel mirasını oluşturabilir ve dünya çapında ilgi sağlayabilir.  Bu  yolda,  Amerikan  Büyük Elçiliğinden,  Ets  Hayim’in  restorasyon  projesi  ve taban  restorasyonu  için  İzmir  Sefarad  Kültürünü koruma  derneğimiz  tarafından  alınan  bağış sayesinde  bu  restorasyona  en  kısa  zamanda başlanacaktır. Bu arada bu proje nedeni ile Avrupa Yahudi  Müzeleri  Birliğine  üye  olduğumuzu  ve geçen  Kasım  ayında  yapılan  genel  kurul toplantısına katıldığımızı belirtmeliyim.  

Değerli Kardeşlerim,  

Cemaatimiz  olarak  Hahambaşılık  ve  Türkiye Musevi  Cemaati  ile  çok  yakın  ilişki  ve  işbirliği içinde olduğumuzu belirtmek isterim. 15 günde bir bize  gönderdikleri  Şohet  sayesinde  Kaşer  et sorunumuzu çözüyoruz.  

Ayrıca  hukukçuları  her  konuda  bize  yardımcı oluyorlar.  Ben  de  Hahambaşılık  Müşavirleri toplantısına düzenli bir şekilde katılıyorum.   Yeri  gelmişken  Cemaat  olarak,  Valilik,  Emniyet Müdürlüğü ve Belediyelerle çok yakın  ilişkilerimiz olduğunu  ifade  etmek  isterim.  İzmir’e  gelen Bakanlarımız, genellikle bizi de ziyaret ederler. Son olarak 2013’de Dışişleri Bakanı Sayın Davudoğlu ve ekibi  ile  Bet  İsrael’de  bir  araya  geldik.  Sıcak  ve samimi  bir  toplantı  oldu.  Keza  Joint  ile  de  yakın ilişkimiz  var.  Bize  gönderdikleri  gönüllü  eleman, Liga ve Sunday School’a çok yardımcı oluyor. Değerli Kardeşlerim,  Son  olarak:  Cemaat,  Sinagog  ve  derneklerde gönüllü  çalışan  kardeşlerimize,  bizi  eleştiren  ve fikirleri  ile  katkıda  bulunan,  çeşitli  giderlerimize sponsor  olan,  bağış  yapan,  kisba  ödeyen kardeşlerimize,  Cemaatimiz  personeline  sonsuz teşekkürlerimi sunarım.  Hepinize teşekkür eder, saygılarımı sunarım.    

Page 25: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 49 -

  

Avrupa Antisemitizm Forumu “Antesimitizm”in Tanımını

Yayınladı

 

Avrupa Antisimitizm Forumu “”Antesimitizm”in güncel tanımını yaparak web sitesindeki:

http://www.european-forum-on-

antisemitism.org/working-definition-of-antisemitism/tuerkce-turkish/

adreste Türkçe olarak da yayınladı.

 Yapılan tanım aynen şöyle:  

***  

ANTİSEMİTİZMİN GÜNCEL TANIMI

 Bu  doküman  antisemitizm  içeren  olaylar  ile  ilgili veri  toplamada,  teşhis  etmede  ve  konu  ile  ilgili mevzuatın  yürürlüğe  konulup  uygulanmasına yardımcı  bir  kılavuz  oluşturmak  amacıyla hazırlanmıştır. 

Geçerli tanım:   “Antisemitizm,  Yahudilerin  kendilerine yönelik  nefret  olarak  da  ifade  edebilecekleri belirli  bir  anlayış  biçimidir.  Bunun  sözlü  ve fiziksel  oluşumları  ise  Yahudi  olan  veya olmayan şahıslara, ve/veya mülklerine, Yahudi cemaati  kuruluşlarına  ve  dini  etkinliklerine yöneltilmektedir”.  Bunun  yanı  sıra,  bu  tür  tezahürler  bir  Yahudi topluluğu olarak algılanan İsrail Devleti’ni de hedef alabilir.   Antisemitizm  genellikle  Yahudileri  “kötüye  giden şeylerin”  nedenini  açıklamada  ve  sıklıkla  da insanlığa kötülük etmek adına komplolar kurmakla suçlamalarda kullanılır. Konuşmalar, yazılar, görsel betimlemeler  ve  eylemlerde,  olumsuz  ve  uğursuz stereotip  ve  fesat  karakter  özelliklerinde  dile getirilir.  Antisemitizm genel bağlamda dikkate alındığında, sosyal  yaşam,  medya,  okullar,  işyerleri  ve  dini alanlardaki  örnekleri  bunlarla  sınırlı  kalmamakla birlikte, şunları kapsar: 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 50 -

  

Radikal bir ideoloji veya köktenci din adına Yahudilere  zarar  vermeyi  veya  öldürmeyi mazur  göstermeye  çalışmak  veya  bunlar için yardım çağrısında bulunmak. 

  Yahudilerin  veya Yahudilerin kolektif  gücü hakkında  asılsız,  insanlık  dışı,  şeytansı stereotip  suçlamalarda  bulunmak;  onların ekonomi, medya,  hükümet  ve  diğer  sosyal kurumların  denetimlerini  ellerinde bulundurmaları  veya  dünya  Yahudi komplosu  efsanesi  (Yahudilerin  dünyayı yönettiği gibi..). 

  Tüm Yahudileri, tek bir  şahıs veya bir grup tarafından işlenmiş veya işlendiği varsayılan bir hata yüzünden ve hatta Yahudi olmayan gruplar  tarafından  yapılan  eylemler  için dahi sorumlu tutmak ve suçlamak. 

  İkinci  Dünya  Savaşı  sırasında  Nasyonal Sosyalist  Almanya,  onların  destekçileri  ve suç  ortakları  tarafından  Yahudilere uygulanan  katliam  (Yahudi  soykırımı) olgusunu,  bu  katliamın  kapsamını, 

mekanizmalarını  (gaz  odaları  gibi)  ve kasıtlılığını inkar etmek.  

İsrail  Devleti’ni  ve  Yahudileri,  Yahudi soykırımını  abartmakla  ve  hatta uydurmakla suçlamak.   Yahudileri,  dünya  genelindeki  Yahudilerin iddia  edilen  önceliklerine  ve  İsrail Devleti’ne  daha  sadık  olmak  ve  birer vatandaş  olarak  bunları  kendi  uluslarının çıkarlarının önünde tutmakla suçlamak.  

Genel  durum  İsrail  devleti  ile  birlikte  göz  önüne alındığında,  antisemitizmin  kendini  ortaya koyduğu örnekler şu şekilde sıralanabilir:  

İsrail  Devleti’nin  mevcudiyetinin  ırkçı  bir çaba  olduğu  iddiasında  bulunmak  gibi Yahudi halkının kendi geleceğini kendisinin tayin etme hakkı olduğunu inkar etmek.   Başka  herhangi  bir  demokratik  ülkeden talep  edilmeyen  ve  yapılması beklenmeyen bir davranış ve tutumu kendilerinden talep ederek çifte standart uygulamak. 

Page 26: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 51 -

  

İsrail’i  ve  İsraillileri  tanımlamak  için,  İsa’yı Yahudilerin  öldürdüğü  veya  kan  iftirası (Yahudilerin hamursuz  imalatına Hristiyan kanı kattığı gibi asılsız bir iddia) gibi klasik antisemitizm  ile  bağlantılı  semboller  ve imgeler kullanmak.   

Günümüz  İsrail  politikası  ile  Nazilerin politikası arasında benzerlikler kurmak.   Tüm  Yahudileri  toplu  olarak  İsrail Devleti’nin eylemlerinden sorumlu tutmak.   

Tabiidir ki, diğer ülkelere yapılan oranda İsrail’e de yapılan  eleştiriler  antisemitizm  olarak değerlendirilemez.  Antisemitizm  içeren  hareketler,  yasalarla tanımlandığında,  suç  kapsamına  girer  (örneğin, Yahudi  soykırımının  inkarı  veya  bazı  ülkelerde dağıtılan antisemitizm içeren materyaller).  Saldırıların  hedefi,  ister  insanlar  isterse  binalar, okullar,  işyerleri ve mezarlıklar gibi mülkler olsun, eğer  Yahudilerin  kendileri  veya  onlarla  bağlantılı 

olduğu düşünülüyor ve buna göre belirleniyorsa, o taktirde  bu  suç  kapsamındaki  eylemler  Yahudi düşmanlığı olarak nitelendirilir.  Yahudi  düşmanlığı  ve  ayrımcılığı  diğer  insanlara sağlanan  hizmetlerin  ve  tanınan  fırsatların Yahudilere  sağlanmasını  inkar  etmek  demektir  ve birçok ülkede yasadışıdır.     ©  Translation  by  EUROPEAN  FORUM  ON ANTISEMITISM   

           

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 52 -

  

Meksika ve İzmir Cemaatleri Tanışması

Moris Şaul / İzmir 

 Kasım  ayında  İzmir’de  sıra  dışı  ve  önemli  bir ziyarete  ev  sahipliği  yaptık.  Meksika  Yahudi Cemaati  başkanı  David  Beja  ve  eşi,  Başkan Yardımcısı  Abraham  Maya  ve  Latin  Amerika Yahudi  Cemaatleri  Federasyonu  başkanı  Alberto Levy İzmir cemaatimizi yakından tanımak için bizi ziyaret ettiler. Onlara Meksika’da genç bir Rav olan Mioses Chicurel de eşlik etti. 

İzmir,  Yahudi  dünyasında,  özel  tarihi  sebebiyle önemli  bir  yer  tutar.  Tarihi  sinagoglarımız benzersizdir; diğer yandan da  1605’ten beri devam eden cemaat yapısı da tüm dünyada birçok kişinin çok ilgisini çeker. Bu sebeple İzmir’e tüm dünyadan ziyaretler sıklıkla yapılır. İlk bakışta bu seyahatlere benzeyen  kasım  ayındaki  Meksika  cemaat yetkilileri ziyareti, aslında çok daha farklı bir bakışı temsil ediyordu.  

 Meksika’nın  önemi:  Hem  Sefarad  hem  de Aşkenaz  cemaatleri Güney Amerika’da her ülkede 

Page 27: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 53 -

  

yaşıyor.  Genelde  Sefaradlar  Ladino  konuşan Balkan/Ege  Yahudileri  ve  Arapça  konuşan  Orta Doğu  Yahudileri  olarak  beraber  cemaatler kuruyorlar.  Ladino  konuşanların  sayıları  daha  az olduğu için, yavaş yavaş diğerlerinin kültürü hakim oluyor.  Sinagoglarda  orijinal  Osmanli  makamlari ile  dua  artık  azalıyor  ve  gittikçe  Arap makamları hakim  oluyor.  Meksika’da  ise  bu  yapı  farklı gelişmiş. Yirmibin kadar Orta Doğu kökenli Yahudi kendi cemaatlerini kurarken, Osmanli Balkan / Ege topraklarından  Ladino  konuşan  beşbin  kadar Yahudi  ayrı  cemaatlerini  kurmuşlar  ve  buna Comunidad Sefardi de Mexico adını vermişler.   Meksika  Sefarad Cemaati,  İspanya’dan Osmanlı’ya göçen ve burada yaşadığı sürece çok özel bir kültür yaratan  ataları  hakkında  çok  bilinçli.  Bu  sebeple, bu  kültürün  yok  olmaması  için  çaba  harcayan Türkiye dışındaki tek cemaat. İster Güney Amerika, ister  İsrail  olsun,  diğer  ülkelerde  Ladino  konuşan cemaatlerin  kültürlerinin  Orta  Doğu  Sefaradları içinde  eridiğine  inanıyorlar.  Osmanlı’dan  kalan İstanbul ve İzmir tarzı makamların korunması, dini yorumların  bizim  geleneğimize  uygun  yapılması Meksika  için  çok  önemli. Hahambaşı’ları  İstanbul kökenli.  İstanbul’dan  Hazanlar  da  görev  yapıyor. 

Yanlarında  gelen  genç Rav Moises Chicurel  bizim geleneklerimiz ve kültürümüz hakkında son derece bilinçli  idi.  İsrail’de  veya  başka  yerlerde  duyduğu yenilikleri  cemaate  empoze  etmek  yerine,  eski geleneklerimizi  araştırıyor  ve  uyguluyor. Büyüklerimizden  gelen  kültür  zenginliğimiz hakkında  daha  bilinçli  olmamız  gerektiğini söylüyor. 

 Ziyaretin  amacı: Bu  sebeplerden dolayı, Meksika heyetinin  ziyaretinin  önemi  ortaya  çıkıyor. Osmanlı  İmparatorluğu  ve  cumhuriyetin  ilk yıllarında  Güney  Amerika’ya  göçen  cemaat üyelerimiz  ile  çok  fazla  bir  iletişim  mümkün 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 54 -

  

olmuyordu.  Günümüzün  dünyası  artık  küçük  bir dünya,  her  yere  ulaşım  kolay,  görüşme  neredeyse bedava. Osmanlı İmparatorluğunda geçen yüzyılda ikiyüzbin  kadar  Ladino  konuşan  Yahudi  yaşadığı tahmin  ediliyor.  20. Yüzyılın  zorluklarından  sonra bu  topluluğun  büyük  çoğunluğu  tüm  dünyaya dağıldı. Her  ülkede  de  çok  az  sayıda  kişi  olduğu için, tüm Ladino konuşan cemaatlerde ‘kültürümüz artık kayboluyor’ diye bir pesimizm hakim oldu. 

 Latin  Amerika  Cemaatleri  Federasyonu  başkanı Alberto  Levi’ye  göre,  yok  olan  kültürümüz hakkında endişe etmek yerine, modern çağın bize sunduğu  imkanlar  sayesinde  mesafe  olarak  uzak 

olsak  da,  iletişim  olarak  yakın  olabiliriz. Cemaatlerimizin ortak meselelerini ve çözümlerini birbirimizle  paylaşır,  tekrar  birleşen  bir  aile  gibi olabiliriz.   Bu  ziyarette  bu  fikirler  paylaşıldı  ve  gelecekte dünyanın her bir  tarafına dağılmış olsak da, birlik olursak  kültürümüzün  korunacağına  dair inancımız seslendirildi. Gelecekte, bu toplantıyı bir başlangıç  olarak  görüp,  tüm  Ladino  kökenli cemaatler  arasında  daha  yakın  bağlar  kurulması için  yapılacaklar  için  herkesten  fikir  ve  katkı bekleniyor.              

Page 28: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 55 -

  

BACHFEST, İzmirli Soprano Linet Şaul’ün solistliğini yaptığı İzmir Barok Topluluğu ve Emma Kirkby

ile çalışmaya arar Verdi.  Ankara'da  bir  grup  müziksever  tarafından oluşturulan  BACHFEST,  ünlü  İngiliz  soprano Emma  Kirkby,  barok  kemancı  İngrid  Seifert  ve İzmir Barok Topluluğu'nun  14 Ocak gecesi ODKÜ Kültür Merkezi'ndeki konseriyle yola koyuldu.  

Eski müzikler üzerinde uzmanlaşmış Emma Kirkby (d.1949),  2005  yılında  Londra  Barok  eşliğinde  ve Haendel ağırlıklı bir programla Uluslararası Ankara Müzik Festivaline katılmıştı.  

Bachfest  adı,  simgesel  olarak  Bach'a  atıfta bulunuyor  ama  her  ay  düzenleyeceği  konserlerde sadece  Bach  eserleri  değil,  dönemin  öteki bestecilerinin seçilmiş yapıtlarına da yer verilecek.   

Nitekim  ilk  konserin  programında  Luly, Frescobaldi,  Gervaise,  Purcell,  Monteverdi  ve Greene'nin yapıtları da yer alıyordu. Bu konser bir 

Emma Kirkby dinletisi değil, İngiliz sopranonun da içinde  bazı  solo  ve  düetlerle  yer  aldığı  bir  barok konseriydi.  Kirkby'nin  ses  kalitesini  konserin sonuna  kadar  koruması  bakımından  böylesi  daha isabetli bir durumdu.   

İzmir  Barok'un  sopranosu,  İzmir  DOB solistlerinden  Linet  Şaul'la  okudukları  iki  sesli antik  şarkılar,  ses  rengi  ve  volüm bakımından hiç yadırganmadı.  Linet  Şaul  da,  özellikle  Kirkby'i kollayarak,  tizlerde  sesini  hafif  marke  ederek dengeyi korudu.   

Çalgısal parçalarda Ingrid Seifert, tam da dönemin yapımı  1661  tarihli  Jacob  Stainer  kemanla, uzmanlığını  gösterdi.  İzmir  Barok'un  klavsenisti Erica  Fossi  ile  viola  de  gambacısı  Bülent  Oral, girişlerdeki  dikkat  ve  birliktelikleri  ile  müziğin bütüncüllüğüne önemli katkıda bulundular. Barok kemanda  Hakan  Özaytekin  ve  barok  (blok) flütlerde Atilla Oral, dönem çalgılarıyla bu müziği Türkiye'de ilk kez yapan topluluğun diğer üyeleri.  

Bachfest, 9  Şubat'ta da Berlin Filarmoni'nin barok çalgılara  sahip  sanatçılarından  oluşan  Concerto Melane adlı topluluğu Ankara'da konuk edecek. 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 56 -

  

İslam Dünyasının Gizemli Koleksiyoneri Nasser David Khalili

 20 Ekim 2013

http://gundem.bugun.com.tr/islam-dunyasinin-gizemli-koleksiyoneri-haberi/831436

 

 

Dünyanın en zenginleri listesinde yer alan Profesör Nasser David Khalili, seçkin ve geniş tam altı sanat koleksiyonuna sahip. Khalili, aynı zamanda Yahudi ve  Müslümanlar  arasındaki  yanlış  anlaşılmaları ortadan kaldırmak için yoğun çaba sarf ediyor.  

Ekim’le  birlikte  Türkiye’de  sanat  dünyası hareketleniyor.  Bu  yıl  hareketlilik  Kurban Bayramı’ndan  sonra başlayacak. Galeriler, müzeler hazırlıklarını  buna  göre  yaptılar.  İddialı kuruluşların hepsi  sergilerini okulların kapanacağı haziran ayına kadar gösterime çıkaracak.  Gazete okurları  sanat dünyasından haberleri daha çok müzayedelerde kırılan rekorlar, sergileri açılan ünlü  isimler  çerçevesinde  duyacak.  Ancak  hem dünyada hem Türkiye’de sanatı hayatının her anına ve her alanına oturtmuş  isimler var. Bunlar  içinde hiç  şüphesiz  en  önemlisi,  Profesör  Nasser  David Khalili.  İSLAM ÜLKELERiNiN KÜLTÜR ELÇiSi  Profesör  Khalili.  18  Aralık  1945’te  İran’da  doğan, büyüyen;  1967’de  ABD’ye  göçen,  1978’de İngiltere’ye  yerleşen  hem  ABD  hem  İngiliz vatandaşı bir Musevi...  İşadamı,  emlak  yatırımcısı, girişimci,  eğitmen,  sanat  tutkunu,  UNESCO  İyi Niyet  Elçisi,  İslam  ülkelerinin  kültür  elçisi, hayırsever... Khalili’nin adının yanına onlarca  sıfat iliştirebilirsiniz. Ama bu sıfatlar içinde Khalili’yi en iyi  tanımlayan  koleksiyonculuk.  Dünyanın  en 

Page 29: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 57 -

  

seçkin  ve  geniş  tam  altı  sanat  koleksiyonu Khalili’nin himayesinde.  Meiji  Dönemi  Japon  Sanatı  (1868‐1912),  Japon Kimonosunun  Üç  Yüz  Yılı  (1700‐2000),  İsviçre Kumaşları (1700‐1900), İspanyol Kakma Metal İşleri (1850‐1900), Dünya Mineleri  (1700‐2000)  ve  İslam Eserleri  (700‐2000).  20  binden  fazla  parça barındıran  İslam  eserleri  koleksiyonu  kendi alanında  gezegenin  en  kapsamlı,  en  değerli,  en paha biçilemez koleksiyonu olarak tanımlanıyor.  Khalili’nin  koleksiyonlarının  yüzde  90’ı Londra’daki  British Museum  ile Victoria & Albert Museum,  St.  Petersburg’daki  State  Hermitage Museum, Gırnata’daki Alhambra Palace, ABD’deki Portland  Art  Museum  ve  Amsterdam’daki  Van Gogh  Müzesi  gibi  dünyanın  dört  bir  yanındaki önde  gelen müzelerde  sergilendi.  Elindeki  nadide eserlerin  bazılarını  Metropolitan  Museum  of Art’tan  Somerset  House  London’a  kadar  40’tan fazla müzeye ödünç verdi. “Arts of Islam: Treasures from  the  Nasser  D  Khalili  Collection”  sergisi 2007’de Sydney’de, 2008’de Abu Dhabi’de, 2009’da Paris’te ve 2010‐2011’de Amsterdam’da açıldı.  

MÜSLÜMANLARLA BULUŞTURUYOR  Khalili’nin asla vazgeçmediği birkaç  ilkesi var: Bol bol hayal kurmak, okumak, araştırmak, azmetmek ve hoşgörülü olmak. Bu amaçla  1995’te adını ünlü bir  Yahudi  teologdan  alan  Maimonides  Vakfı’nı kurmuş. Vakıf  spor,  kültürel  etkinlikler  ve  eğitim aracılığıyla  Museviler  ile  Müslümanlar  arasında diyalog  geliştirilmesini  amaçlıyor.  Khalili,  “Bence Hıristiyanlıktan  ziyade Yahudiler  ile Müslümanlar arasında yanlış anlaşılmalar var.  Vakıf  sayesinde  Yahudileri  camilere  götürüp Müslamanların  nasıl  ibadet  ettiğini  gösteriyorum. Müslümanları  da  sinagoga  götürüyorum. Üniversitelerde  imam  ve  hahamları  davet  ettiğim konferanslar  düzenliyorum. Konuşmalardan  sonra herkes aslında aynı şeyden bahsettiklerini kavrıyor” sözleriyle anlatıyor çalışmalarının içeriğini.  KÖŞEYE ÇEKiLMEK ONA GÖRE DEĞiL  Khalili’nin  eğitim  alanındaki  faaliyetleri  vakıfla sınırlı  değil.  Khalili’nin  çabalarıyla  Londra Üniversitesi’nde  İslam Sanatı ve Arkeoloji kürsüsü açılıyor.  2005’te  Oxford  Üniversitesi’nde  açtığı 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 58 -

  

Khalili  Araştırma  Merkezi,  Ortadoğu  sanatı  ve kültürü  üzerine  araştırmalar  yapıyor.  Doktora diploması  da  bulunan  Khalili  profesör  sıfatıyla üniversiteden üniversiteye koşturuyor zaten.                     Bir  köşeye  çekilip  servetinin  tadını  çıkarmak  ona göre  değil:  “Bilgiye  ancak  çalışıp  çabalayarak 

ulaşabilirsiniz. Eczaneye gidip 10 cc bilgi alayım da İngiltere tarihini ya da  İslam kültürünü öğreneyim diyemezsiniz. Çok ama çok çalışmak zorundasınız.  

Günümüzde  bilgi  teknolojisi  öylesine  gelişti  ki insanların  bilgiye  doğrudan  ulaşması  kolaylaşmış gibi  görünüyor.  Eskiden  okumaya  ve  bilgiyi özümsemeye çok daha fazla zaman ayırırdık.  Oturur,  dikkatle  notlar  alır,  yazılar  yazardık.  Bir mektubu  göndermeden  önce  kırk  kere değiştirirdik.  Şimdi  bilgisayarda  birkaç  saniye içinde bir şeyler yazıyor ve ikinci kez okuma gereği bile  duymadan  düğmeye  basıyorsunuz.  Sonra  da ‘Neden  böyle  yazdım  ki?  Öyle  demek istememiştim’ diye içiniz içinizi yiyor.”  KHALiLi Gizemli Zengin  

2007’de 5.8 milyar dolarlık  servetiyle dünyanın en zenginleri listesinde yeralan Khalili ismi müzayede ve antika camiasında 1980’lerin sonunda dolaşmaya başladı. Ancak kim olduğu,  İslam eserlerine neden o  kadar  çok  para  döktüğü,  ayrıca  parayı  nereden bulduğu  türlü  spekülasyonlarla  açıklanmaya çalışıldı hep.  

Page 30: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 59 -

  

Khalili adı en çok Brunei sultanı  ile  ilişkilendirildi. Brunei  Dışişleri  Bakanlığı’nın  konuyla  ilgili  çıkan haberlere  bir  tepki  vermemesi  de  bu  söylentileri körükledi.  Aslında  Khalili  gerçekten  de  1984’te Brunei sultanı  ile tanışmış, sultana danışmanlık da yapmıştı.  Ancak  bütün  bu  bağlantılar  İngiliz  hükümetinin ricasıyla  gerçekleşmişti.  Brunei  Sultanı’nın koleksiyonunda  10  bin  parça  vardı.  Khalili  bu parçalar içinden bin tanesini seçti. Geri kalanını ise koleksiyondan  çıkardı.  Ardından  da  kendi koleksiyonundan  4  milyon  sterlinlik  bir  grubu Sultan’a sattı. 

 İranlı Yahudi Bir Aileden Geliyor  İranlı  Yahudi  bir  ailenin  beş  çocuğunun dördüncüsü olan Khalili Tahran’da doğup büyüdü. Babası  tıpkı  büyükbabası  ve  büyük  büyükbabası gibi  ev  ev  dolaşıp  para  edecek  parçalar  bulmaya çalışan  bir  antikacıydı.  Khalili  de  sık  sık  bu ziyaretlerde babasına eşlik ederdi.  12 yaşında bir Yeshiva öğrencisiyken babasıyla eski bir  eğitim  bakanının  evine  gitti.  Bakanın  kalem 

kutularından  oluşan  bir  koleksiyonu  vardı. Kutulardan  biri  öylesine  güzeldi  ki  hayranlığını gizleyemedi, öve öve göklere çıkardı. O yaşta bir çocuğun böylesine  ilgili olmasına hem şaşıran  hem  de  bundan  çok  hoşlanan  ev  sahibi babasına dönüp “Bu kutuyu satmıyorum. Oğlunuza veriyorum”  dedi.  Khalili’nin  hâlâ  bir  hazine  gibi sakladığı o kutu,  İslam eserleri koleksiyonunun  ilk parçası oldu. 

  19 Ayrı Katologda Topladı  Khalili  özenle  topladığı  İslam  eserleri koleksiyonunu uzman bir ekibe  inceletti ve  19 ayrı katalogda  topladı.  Böylece  koleksiyonun  görkemi ortaya  çıktı.  Khalili,  koleksiyonundaki  parçaların değerini  anlatırken,  “Yerlerine  hiçbir  şey konulamaz” diyor.   Khalili  1992’de  İngiliz  hükümetine  ilginç  bir öneride  bulundu:  Sergileyebileceği  bir  müze verdikleri  takdirde  İslam  eserleri  koleksiyonunu ödünç verecek, her şey yolunda giderse 15 yıl içinde koleksiyonun tamamını İngiltere’ye bağışlayacaktı.  

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 60 -

  

Ancak  sonuç  hiç  de  beklediği  gibi  olmadı.  İngiliz hükümeti aylarca suskunluğunu korudu, nezaketen bile  olsa  yanıtlamadı  teklifini.  Bunun  üzerine Khalili  kimliğinde  ne  yazarsa  yazsın,  ne  kadar başarı  kazanırsa  kazansın  “İranlı  bir  yabancı” olduğunu  kabullenerek  planından  vazgeçti. Koleksiyonlarının  büyük  bölümü  halen  Londra  ve Cenevre’deki depolarda saklanıyor. 

 Eşini Antikacıda Buldu

 1974’te bilişim bilimleri bölümünden mezun olarak üniversite  diplomasına  kavuştuğunda koleksiyonculuk  yapmaya  çoktan  başlamıştı. Genellikle bir grup eseri toplu halde belli bir fiyata satın  alıyor,  en  iyilerini  kendisine  ayırıp,  kalanını yüksek fiyatlara satıyordu. 

 1978’de Londra’daki bir antika dükkanında  takıları incelerken  mağazanın  sahibi  Marion  Easton’ı gördü.  Hayatının  kadınını  bulmuştu.  Evlenip Londra’ya  yerleştiler.  Üç  oğulları  oldu: Mücevher tasarımcısı  Daniel  ile  bilişim  sektöründe  hizmet veren bir şirket kuran ikizler Benjamin ve Raphael.   

 

Asıl İşi Emlakçılık  1970’lerin  sonunda  emlak piyasasına  girdi. Fransa, İngiltere,  Portekiz  ve  İspanya  gibi  Avrupa ülkelerinde  emlak  alıp  satmaya  başladı.  Orta vadede büyük kârlar getirecek şirketlere odaklandı. Tümör  tedavisinde  yararlanılan  teknolojiler geliştiren  bir  şirketteki  hisselerinin  değeri  on  yıl içinde 30 katına çıktı.  Hazımsızlık  ilaçları üreten bir  şirketin  satışında  15 milyon  dolar  kazandı.  Kazandığı  her  kuruşu koleksiyonlarına  yatırıyordu  yine.  1978’de Londra’da  açtığı  İslam  sanatı  eserleri  satışı  yapan bir  mağaza  açtı.  Kendi  ifadesiyle  bu  mağaza  bir “yem”di.  Aslında  tek bir  şey satmamış, ancak elinde nadide parçalarla ona gelen müşterilerden makul fiyatlarla bir  sürü  eser  satın  almıştı. Kısa bir  süre  sonra  bu eserler  1520  kat  değer  kazanmıştı.  Parasının  ana kaynağı olan gayrimenkul şirketi Favermead Ltd.’yi 1992’de kurdu.    

Page 31: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 61 -

  

Çeşme Sahillerinin Nadide Çiçeği

 Sahillerimizde  sayıları giderek  azalan  bitki türlerinden  “Kum Zambakları”  lise öğrencilerinin  proje konusu oldu.  İzmir Özel Fatih  Koleji  proje bölümü  öğrencileri  ve Ege  Üniversitesi  Fen Fakültesi  Herbaryum Merkezi‘nin  ortaklaşa hazırladığı,  Alaçatı Belediyesi’nin  ve TEMA’nın  desteklediği proje  ile  Karadeniz  ve Akdeniz  kıyılarında 

yetişen  ancak  Ege’de  sayıları  çok  azalan  “Kum Zambağı” koruma altına alacak.   Konuyla  ilgili  Alaçatı  Belediyesi’nde  bir  toplantı düzenlendi.  Toplantıya  Alaçatı  Belediye  Başkanı Muhittin  Dalgıç,  Ege  Üniversitesi  Fen  Fakültesi Herbaryum Merkezi’nden Doç. Dr. Serdar Gökhan 

Şenol,  İzmir Özel  Fatih  Koleji  Genel Müdürü  Ali Rıza  Doğanata,  Projelerden  Sorumlu  Müdür Yardımcısı Ümit Karademir, Proje Koordinatörü Viki Kalderon, TEMA Vakfı Gönüllüleri  ve  proje öğrencileri katıldı.   Toplantıda İzmir Özel Fatih Koleji proje öğrencileri “Kum  Zambağı’nın  Yaşam  Döngüsü  ve  Tehdit Faktörleri” konulu bir  sunum yaptı. Kum zambağı konusunu  nasıl  seçtiklerini  de  değinen  öğrenciler kıyılarda  yaşanan kirlilik  ve  yapılanmanın bu özel bitkiyi tehdit ettiğini ve yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını söylediler.   Alaçatı  Belediye  Başkanı  Muhittin  Dalgıç, belediyenin  de  doğal  çevrenin  korunması  için yaptığı  hizmetlerden  bahsetti.  Dalgıç, “Dördüncüsünü  yaptığımız  bir  ot  festivalimiz  var. Bu  projelere  de  her  zaman  destek  veriyoruz.  Kum zambakları  halk  arasında  “Güvercinlik  Koyu” denilen  bölgede  çıkıyor.  Biz  belediye  olarak  bu bölgeyi  koruma  altına  aldık.  Belediye  olarak yaklaşımımız  da  doğayı  korumak.  Bu  şekilde turizme  sunmak.  Duyarlı  öğrencilerimize  teşekkür ederim” dedi.   

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 62 -

  

Projeye destek veren Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Herbaryum Merkezi’nden Doç Dr.  Serdar Gökhan Şenol,  üniversite  öğrencilerin  koruma  bilinci  ile yürüttükleri  projeye  Lise  öğrencilerinin  de katılmasıyla  duyduğu  mutluluğu  dile  getirerek, “Korumak  sadece  bilgi  panoları  asmakla  olmuyor, insanların  da  buna  biraz  duyarlı  olması  gerekiyor. Kum  zambağı  latince  kelime  anlamıyla  kıyılarda yaşayan  dayanıklı  bir  bitkiyi  ifade  ediyor  ama maalesef  bu  ikinci  konutlar  ve  turizm  sebebiyle burada  ot  var  diye  temizlik  işine  girişerek  yok ediyorlar.  Bu  tehlike  diğer  kum  bitkileri  için  de geçerli.” dedi.   

3  –  4  yıl  süren  çiçek  açma  sürecinin  bir  dozer yardımıyla  yok  olduğunu  kaydeden  Şenol,  güzel kokusu ve çekici çiçeği sayesinde kum zambağının biraz  daha  şanslı  olduğunu  belirtti.  Projede olmaktan  duyduğu  mutluluğu  da  dile  getirdi. Çevreci projelerle öğrencilerinin yıllardır çalıştığını dile getiren  İzmir Özel Fatih Koleji Genel Müdürü Ali  Rıza  Doğanata  öğrencilerimizin  bilinçli çalışmalarıyla  doğaya  katkı  sağlamak  istediklerini belirtti.   

Tema  yetkilileri  de  bu  projeden  dolayı  çok mutlu olduklarını ve umut verici olduğunu bildirdi. Basın 

mensupları  ile birlikte Alaçatı Güvercinlik Koyu’na giden  öğrenciler  burada  Doç.  Dr.  Serdar  Gökhan Şenol  ve  Proje  öğretmenlerinin  gözetiminde  kum zambaklarını incelediler.   Doğanata Eğitim Kurumları olarak önümüzdeki yıl 50.  Yıllarını  kutlayacaklarını  ifade  eden  Ali  Rıza Doğanata,  proje  bölümlerinin  çevre,  bilimsel, biyolojik, elektronik, kimya ve çok çeşitli konularda başarıları  olduğunu  söyledi.  Sosyal  sorumluluk projelerimiz  de  yoğun  bir  şekilde  devam  ettiğini belirten Doğanata,  “Kum zambağını koruma altına almak  çevre  projelerimizden  biri.  Viki  ve  Ümit Hanım’ın  öncülüğünde  güzel  bir  argüman bulmuşlar.  Öğrencilerimiz  de  sahiplenmişler konuyu.  Diğer  paydaşlarımız  Alaçatı  Belediyesi, TEMA  ve  Ege  Üniversitesi’nin  de  desteğiyle gençlerimizin  bu  konuda  bilinçlenmesini  ve  kum zambağının  korunmasını  sağlayacağız.  Kum zambağının  korunması  ve  yayılması  konusunda vatandaşlara  da  çok  iş  düşüyor. Onların  da  dikkat etmesi gerekiyor. Kültür ortamında yetiştirilmesi ve yayılması  da  mümkün.  Biz  okul  olarak  o aşama¬sında da yer alacağız” diye konuştu.   

Page 32: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 63 -

  

Libra Kitapçılık ve Rıfat Bali Kitaba Doymuyor

 Rafael Algranati / İzmir 

 Araştırmacı‐Tarihçi  yazar  RIFAT  BALİ’nin  2008 yılında  kurduğu  “LİBRA  Kitapçılık  ve  Yayıncılık” 2013  yılında  Türkçe  ve  yabancı  lisanlarda yayımladığı  çok  sayıda  birbirinden  değerli  kitapla mükemmel bir performans gösterdi.  Kitaplarında  özellikle  Türkiye  Yahudileri  tarihine bugüne  kadar  hiç  denenmemiş  bir  açıklıkla  ışık tutan  Rıfat  Bali,  yıllardır  süregelen  ezberleri bozmakta  ve  eserleri  ile  yerli  yabancı  birçok gazeteci yazara güvenilir kaynaklar sunmaktadır.  Libra  Kitapçılık  2013  yılında  Rıfat  Bali’nin  kendi yazdığı:  ● Milaslı Gad Franko   

● Toplu Makaleler – III Kitabiyat Yazıları   

● Toplu Makaleler – II Türkiye’de Antisemitizm ve Komplo Kültürü  

 

● Antisemitism and Conspiracy Theories in Turkey  

● Xenophobia and Protectionism   

● The Silent Minority in Turkey: Turkish Jews   

● Türkiye'de Kitap Koleksiyonerleri ve Sahaflar  

● From Anatolia to the New World ‐ Life Stories of the First Turkish Immigrants to America  

 

● Toplu Makaleler  ‐  I  Tarihin  Ufak  Bir  Dipnotu: Azınlıklar gibi kitaplarının yanında: 

 

● Sezai  Balcı’nın:  Osmanlı  Devleti’nde  Engelliler ve Engelli Eğitimi – Sağır Dilsiz ve Körler Mektebi ile Babıâli Tercüme Odası 

 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 64 -

  

● Sena  Hatip  Dinçyürek’in:  A  ‘Compassionate’ Episode  in  Anglo  ‐  Ottoman  History:  British Relief to the ‘93 Refugees (1877‐78)  

 

● Doç.  Dr. Murat  Yıldız’ın:  Celalzâde’nin  Rodos Fetihnamesi (İnceleme‐Metin)  

 

● Orhan Oğuz’un: Rikkat Köknar’ın Romanlarında Sosyal Sınıflar  

 

● Mahir  Saul’un:  Judeo‐Spanish  in  the  Time  of Clamoring Nationalisms  

 

● Toni M. Cross’un: Anatolian Images   

● Sezai  Balcı  ile  Ahmet  Yadi’nin:  Osmanlı Bürokrasisinde Yahudiler  

● Victor Eskenazi’nin: Thanks for the Buggy Ride ‐ Memoirs of an Ottoman Jew  

 

● Çiğdem  Oğuz’un:  Negotiating  the  Terms  of Mercy:  Petitions  and  Pardon  Cases  in  the Hamidian Era  

 

● Albert  Kant’ın: Mémoires  d'un  Fermier  Juif  en Turquie  

 

● Leon Benavram’ın: Adapazarı  1942  ‐ Le  Journal d’un Soldat Juif Dans L’Armée Turque  

 

● Alev Gözcü’nün: 1929 Dünya Ekonomik Buhranı ve Türkiye  

 

● Roz  Kohen’in:  Estambol  Djudyo  –  Una Koleksyon de Rekuerdos  i  İlustrasyones  /  Jewish 

Istanbul  ‐  A  Collection  of  Memories  and Illustrations 

 gibi kitapları da yayımlayarak, bu değerli eserlerin okurları ile buluşmasını sağlamıştır.  

Geçtiğimiz  günlerde  2014  yılının ilk kitabı olarak yayınladığı, Rosa Sanchez  ile  Marie‐Christine Bornes  Varol’un  hazırladığı  La Presse  Judéo‐Espagnole,  Support et Vecteur de la Modernité  isimli kitap, 1846’dan bu yana Osmanlı İmparatorluğu  döneminde  1846 yılında  yayımlanmaya  başlayan başlayan  ilk  gazeteden 

başlayarak  tüm  judeo‐espanyol  yayınlarını  ve gelişmelerini ele almakta.  Libra Kitapçılık ve Rıfat Bali’nin Türkiye Yahudileri tarihine  kazandırdığı  bu  değerli  eserler,  gelecek nesillerin  her  zaman  başvururacakları  güvenilir kaynakları oluşturacaktır.      

Page 33: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 65 -

  

Yaşayan en önemli caz gitaristlerinden John Scofield ve Avi Bortnick

İstanbul’daydı 

HT PAZAR / Özge Mine Sarıçam

 Grupları Überjam Band ile

muhteşem bir performans sergilediler...  Heyecandan  ne  yazacağımı  bilemiyorum!  Yaşayan en  önemli  caz  gitaristlerinden  John  Scofield'ın  14 Kasım  Perşembe  gecesi  Salon  İKSV'de,  grubu Überjam Band  ile verdiği konserin etkisinden hâlâ çıkamadım.  Scofield,  grubu  ve  özellikle  ritim gitaristi  Avi  Bortnick'in  katkılarıyla  adeta dinleyenleri  transa  soktu.  Scofield  da  Bortnick  de sıfır  egoya  sahip  mükemmel  insanlar.  Üstelik Bortnick, bizim gazetenin dış haberler müdürü Soli Özel'in de kuzeni.  30. albümü mü çıkardınız?   

O  kadar  çok  var  ki  kaç  tane  olduğunu hatırlamıyorum.  1977'de  ilk  albümden  sonra neredeyse her yıl yenisini çıkardım.   

Bu kadar albümden en beğendiğiniz hangisi?  

Son albümüm Überjam Deux. Ama onun dışında A Go  Go  ve  Time  On  My  Hands'i  de  sayabilirim. Neden bilmiyorum, bazıları daha iyi oluyor.  Bugüne  kadar  Miles  Davis,  Chet  Baker  gibi birçok  başarılı  müzisyenle  çalıştınız.  En unutulmazı hangisiydi?  

Caz  müziğin  en  iyileriyle  çalmak  beni  bugün olduğum  kişi  yaptı.  Başladığımda  henüz  bir  caz fanıydım. Onlarla  çalma  fırsatını  yakaladığım  için şanslıyım. Herbie Hancock  ve  Gerry Mulligan  da bunlardan. Ama Miles Davis  tabii ki çok  şey kattı, çünkü  onunla  sadece  birkaç  kez  çalmadım  onun grubundaydım.  Müzikal  eğitimim  açısından mükemmel bir fırsattı.  Überjam Band'a dönüş nereden çıktı?  

Funky, dans ritimlerini seviyorum ve Überjam Band de bu konuda uzman. 10 yıl önce iki albüm yaptık ve sonra durduk çünkü ben başka şeyler de yapmak istedim. Son birkaç yılda, sonunda buna yeni neler eklenebileceğini bulduk. Nihayet yeniden çalıyoruz ama ilk halimizden farklı tabii.  

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 66 -

  

Dans Ettirmeyi Seviyorum  İnsanları dans ettirmeyi seviyorsunuz...  

Herkes sever. Bazen caz müzisyenleri bunu yapmaz. Ama  bilmiyorum,  dans  edip  şarkıya  eşlik  etmek bana müziğin gereğiymiş gibi geliyor. Ritmik açıları seviyorum, müzik bunun içindir.  Berklee müzik okulu size ne kattı?  

New York'un banliyölerinden birinden, yani küçük bir  yerden  geldim.  Çok  fazla  iyi müzisyen  yoktu, olanlar  da  yaşlı  olduğundan  tanışmıyorduk. Berklee'de  kendim  gibi  insanlarla  tanıştım.  Diğer çocuklar bana yeni şeyler öğretti ve beraber çalışma fırsatı yakaladık.  Berklee'den aldığınız en önemli ders ne oldu?  

En önemli şeyin sürekli pratik yapmak olduğunu.  Bu  zamana  kadar  çaldığınız  en  kötü  konser hangisiydi?  

Berklee'de  öğrenciyken  çok  iyi  vibrafon  çalan  bir arkadaşımla  beraber  bir  baterist  tarafından  işe alındık.  Bize  "St.  Patrick  gününde  çalar  mısınız'' dedi. St.Patrick önemli bir İrlanda dini günüdür ve 

Boston'da  bir  sürü  İrlandalı  yaşar.  Ne  ben  ne  de arkadaşım İrlandalı ama "Tamam çalarız'' dedik. Ve oraya gittiğimizde baterist, hiç prova yaptırmadan sahneye  çıkardı.  Eski  İrlanda  şarkıları  çalacağını söyledi ama hiçbirini bilmiyorduk. Bakabileceğimiz, yazılı bir  şey de yoktu. Ve o çalmaya başladığında tamamen şuursuzca eşlik etmeye çalıştık. 200 insan izliyordu  ve  o  kadar  kötü  çalıyorduk  ki  giderek sinirlenmeye  başladılar.  Sonunda  seyirciler arasından  şarkıyı  bilen  bir  adam  çıkıp  piyanoyu çalmaya başladı. Biz de dayak  yemeden  sahneden indik, apar topar arabaya binerek uzaklaştık.  

Biraz da ailenizden bahsedin.   

Babam bir petrol  şirketinde çalışıyordu. Zengindik ve  Berklee  gibi  okul masraflarımı  onlar  karşıladı. Ama kira ve diğer masraflar  için çalışmam gerekti. Beni  fazla  şımartmadılar,  gençken  epey  sıkıntı çektim.  

Müziğinize  elektronik  öğeler  ekleme  fikri nereden çıktı?  

Herkesin  yapmaya  başladığı  havalı  bir  şey  gibi görünüyordu.  Bilgisayar  ve  teknik  şeylerden  pek anlamam. Avi Bortnick bunları grubumuza getiren kişi.  

Page 34: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 67 -

  

Annem İzmirli  

AVI BORTNICK (Ritm gitar ve elektronik altyapı) 

 

Scofield,  gruba  kattığınız  elektronik altyapıdan  her seferinde  övgüyle  söz ediyor.  Nasıl  bir  araya geldiniz?  

2000'de  tanıştık.  "Bump'' albümünden  şarkıları canlı  çalacak  bir  ritim gitarist  arıyordu.  Charlie Hunter ona beni önermiş. Sınav gibi bir  şey yaptı ve sonuçta  konseri  kaptım. Sonra Uberjam albümüyle 

devam  etti.  Onunla  çalışmak  bir  onur.  Gençlik idollerimden  biriydi.  Ayrıca  sürekli  komik hikâyeler anlatan harika bir insan.   

Bilgisayar yazılımlarına ilginiz nereden geliyor? Cazı  elektroniklerle  birleştirmenin  gerekli olduğunu mu düşünüyorsunuz?  

Sanırım  John'la  çalışmaya  başladıktan  sonra bilgisayar  programlarına  ilgim  arttı.  Ama  biraz 

teknoloji  ineği  olduğumu  da  kabul  ediyorum. Aslında  1960'lardan  beri  caz  içinde  elektronik öğeler  barındırıyordu.  Sadece  o  zamanlar  analog sintesayzırlar kullanılıyordu. Müzikte herhangi bir gereklilik  bulunmamalı.  Sadece  akustik  caz  da mükemmel  olabiliyor.  Eğer  o  ses  elektronik enstrümanlarla sağlanabiliyorsa bu da hoş oluyor.  

Sizin de başarılı solo albümleriniz var.   

Teşekkür  ederim.  Yaptığım  müzikler  hep  ritmik oluyor,  genelde  funk  temelli  ya  da  Brezilya  ve Afrobeat  ile  karışık  rock.  Ama  daha  lirik  ve  az ritmik  gitar  soloları  yazmayı  da  seviyorum.   

Soli  Özel'in  kuzeniymişsiniz.  İyi  anlaşır mısınız?  

Evet,  Soli'yi  çok  severim.  Soli  annemin  kuzeninin oğlu. O yüzden benim de kuzenim. Annem İzmirli ve birçok Türk  akrabamız  var. Ama  en  çok Soli'yi tanıyorum  çünkü Amerika'da  okurken  sık  sık bizi ziyarete  gelirdi.  Üniversitede  Latin‐Amerikan bölümünde  okuyordum  ve  Soli'nin  bu  alanda  ve poitakayla ilgili analizlerini dinlemeyi çok severdim. Hâlâ  ona  sorular  sorarım.  Mükemmel  derecede ilginç bir insan.  

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 68 -

  

Anet Gomel 50 Yıl Önce Öğrenci Olarak Girdiği

ACI’dan Emekli oluyor. 

 

Anet Gomel 1962’de öğrenci olarak girdiği ACI’a uzun yıllar matematik öğretmeni ve yönetici olarak hizmet verdikten ve yüzlerce öğrenci yetiştirdikten sonra, içinde bulunduğumuz öğretim yılının bitiminde ACI’daki son fiili görevi olan Okul

Müdürlüğü’nden ayrılarak emekli oluyor. İnsanlık, yardımseverlik, hoşgörü, ince duygululuk, nezaket ve zerafetle birlikte, kararlılık ve objektiflik gibi başarılı bir

yöneticinin olmazsa olmaz iki niteliğini de taşıyan ve okuldaki pek çok yeniliğin ve projenin hayata geçirilmesinde büyük katkıları olan Anet Gomel ACI’da silinmez izler bırakarak

gidiyor.

Yetişenler Derneği başkanı Sevin Oran yayınladığı mesajda Anet Gomel için şöyle yazdı: “Derneğimiz, uzun yıllar bir yönetici olarak, bir yetişen olarak, bir dost  olarak  desteğini  gördüğü  ve  birlikte  çalıştığı Anet  Gomel’i  hiçbir  zaman  unutmayacak.  Onunla gurur duyuyoruz.”   

ACI Genel Müdürü  Sayın Todd R. Cuddington’un yayınladığı mesaj ise şöyle:  

Değerli ACI Ailesi,  

51  yıl  önce  (1962),  genç  Anet Gomel, ACI’a  ilk  kez öğrenci  olarak  ayak  bastığında,  bu  yeni  okulunun tarihinde  ne  kadar  önemli  bir  iz  bırakacağından habersizdi.  ACI’dan  sonra  Ege  Üniversitesi Matematik  Bölümünü  bitiren  Anet Hanım,  bu  kez genç ve hevesli bir çalışması  sayesinde  1994 yılında Matematik Bölüm  öğretmen  olarak, mezun  olduğu okula hizmet etmek üzere ACI’a geri döndü. Eğitime ve  öğrencilerine  adanmışlığı  ve  titiz  çalışması sayesinde  1994  yılında  Matematik  Bölüm  Başkanı oldu ve 5 yıl boyunca bu görevi  sürdürdü.  1999’dan başlayarak  4  yıl  boyunca  da  akademik  müdür yardımcısı olarak çalıştı.   

2003  yılında,  ACI’ın  9.  Türk Müdür  Başyardımcısı Yardımcısı  olarak  başladığı  görevi  boyunca  okulun 

Page 35: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 69 -

  

büyümesi  ve  ilerlemesi  ile  ilgili  birçok  projenin uygulanmasını  sağladı.  Güçlü  ve  adil  bir  şekilde yürüttüğü  görevi  sırasında  Uluslararası  Bakalorya Programının ACI’da uygulanmaya başlaması, kıs ve erkek  yatılılık  programının  hayata  geçirilmesi, bilişimin  eğitim  ve  öğretime  entegrasyonu  gibi birçok  konuya  başarı  ile  liderlik  etti.  Sürekli iyileştirmeye  olan  inançlı  kararlılığı  ACI mezunlarının akademik başarısının yükselmesine ve okulumuzun  tüm  Türkiye  çapında  daha  saygın  bir okul olarak nitelendirilmesine vesile oldu.  

Okuluna  adadığı  uzun  yıllar  ve  gerek öğretmenlerimize,  gerek  öğrencilerimize  ve  gerekse velilerimize  gösterdiği  inanılmaz  ilgi  ve  destek sonrasında, Anet Hanım 2013‐2014 okul yılı sonunda emekli olmaya karar vermiş bulunuyor.   

Çalıştığı  kuruma  bu  kadar  iz  bırakmak  çok  az insana  kısmet  olur.  Her  ne  kadar  tüm öğretmenlerimiz, öğrencilerimiz ve velilerimiz adına, Anet Hanım’ın emeklilik haberine üzülmüş olsak da, onun  gibi  harikulade  bir mesai  arkadaşı  ve  dostla çalışmış olmaktan dolayı çok gurur duyuyoruz.  

R. Todd Cuddington, B.A.,M.Ed Headmaster  

Ege Üniversitesi İİBF İşletme Bölümü Öğretim Üyesi

Keti Ventura “Doçent” olmaya hak kazandı.

Ege Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme  Bölümü  başarılı  öğretim  üyelerinden  biri olan  Keti  Ventura,  24  Ocak  2014  tarihinde DOÇENTLİK ünvanı almaya hak kazanmıştır.    

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 70 -

  

İzmir Büyükşehir Belediyesi “Tarihe Saygı”

Ödülleri  

 İzmir  Büyükşehir  Belediyesi  tarafından  11.kez düzenlenen "Tarihe Saygı / Yerel Koruma Ödülleri" töreni  22  Kasım  Cuma  günü  Aziz  Vukolos Kilisesi'nde gerçekleştirildi.   İzmir  Büyükşehir  Belediyesi  Başkanı  Aziz Kocaoğlu’nun bir konuşma yaptığı törende 16 esere seçici  kurul  tarafından  ödül  verildi.  Selim  Bonfil 

Başkanlığında  İzmir  Sefarad  Sergi Merkezi Projesi grubu  üyeleri  Beki  Şikar,  Katya  Levi,  Keti  Asal, Rahel Hayim, Sara H. Enriquez, Sara T. Enriquez, Sarit  Bonfil  ve  Stella  Azar’ın  hazırladığı Dünden Bugüne  İzmir  Sefarad Düğünleri  belgesel  filmi İzmir’deki  Musevilerin  düğün  geleneklerini yansıtması, belge değeri taşıması ve kent belleğine katkı  sağlaması  açısından  tarihi  çevre  ve  kültür varlıklarını  koruma  dalında  katkı  ödülüne  layık görüldü.   Aynı kategoride Beyhan Özdemir,  Selim Bonfil  ve Ali  Işık’ın  İzmir’de  Hoşgörü  belgesel  fotoğraf projesi İzmir'deki cami, sinagog, kilise, cemevi gibi dini  yapıların  tanıtılması,  belge  değeri  taşıması, kent  kültürüne  katkı  sunması  nedenleriyle  ödül aldı.  Kurgusu  ve  müziği  ile  dikkat  çekici  ve açıklayıcı  olması,  belge  değeri  taşıması,  kent belleğine  katkı  sağlaması  nedenleriyle  ödüle  layık görülen  bir  başka  çalışma  ise  Nitsa  Çukurel Kapancıoğulları  ile  Raşel  Meseri’nin  hazırladığı Sadece Adı Kaldı  Elimizde: Kortejolar belgesel filmiydi.    

Page 36: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 71 -

  

“Ne İşin Var Evde Moiz” İzmir’de Sahnelendi

 Sarit Bonfil / İzmir 

 16 Kasım 2013 Cumartesi akşamı İzmir İsmet İnönü Sanat Merkezi,  Moiz serisinin son oyunu olan “Ne İşin Var Evde Moiz” adlı iki perdelik komediye ev sahipliği  yaptı.  Hahambaşı  İzak  Haleva’nın onurlandırdığı  gösteriye  İzmir  Yahudi  Cemaati büyük ilgi gösterdi.   İstanbul  Dostluk  Yurdu  Derneği  tarafından sahnelenen  ve  yönetmenliğini  Eti  Anahmias’ın 

yaptığı  oyunun  başrollerini  Jojo  Eskinazi  ve  Fani Bonofiyel paylaştılar.   Moiz serisinin diğer oyunlarında olduğu gibi metin, başrol  oyuncuları,  yönetmen  ve  diğer  dernek üyelerinden oluşan ekip tarafından yazıldı. 

 Gelenekler  ile modern  yaşam  arasında  bocalayan ailelerin  yaşantısını,  nesiller  arası  görüş  farklarını mizahi bir biçimde anlatan oyun bol bol güldürdü. Salonu  dolduran  İzmir  Yahudi  cemaati  üyelerine keyifli  dakikalar  yaşatan  ve  büyük  alkış  alan oyunun  geliri  Hahambaşılık  Eğitim  Fonu aracılığıyla eğitime desteğe aktarıldı.  

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 72 -

  

Hahambaşı Rav İzak Haleva’nın Adayaşam Ziyareti

15‐17  Kasım  tarihlerinde  İzmir’i  ziyaret  eden Hahambaşımız  Rav  Haleva,  Karataş  Hastanesi Derneği  yetkilileri  ile  birlikte  Adayaşam’daki yaşlılarımızı ziyaret ettiler.  Yaşlılarımızın  büyük  bir  memnuniyet  duydukları ziyarette  Hahambaşımız  yaşlılarımızla  sohbet ederek onların durumları ile ilgilendi.           

Page 37: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 73 -

  

İsrailli Duayen Tarih Profesörü Ammon Cohen

Türk Tarih Kurumunun Ödülüne Layık Görüldü.

Nesim Levi / İzmir

Türkiye  cumhuriyetinin  90.  kuruluş  yıl  dönümü etkinlikleri  kapsamında  Türk  Tarih  Kurumu tarafından  verilen  ödül,  Kudüs  İbrani Üniversitesinin  duayen  tarih  profesörü  Amnon Cohen’e verildi.                                                                                                  Ödül,  Amnon  Cohen’in  İbrani  Üniversitesinde İslam ve Ortadoğu çalışmaları  ile öne çıkmış olup özellikle  16.  yüzyıldan  itibaren  Osmanlı İmparatorluğunun  Ortadoğu  hakimiyetini kapsayan çalışmaları nedeniyle verilmiştir.   İbrani Üniversitesindeki akademik çalışmalarına ek olarak  Prof.  Cohen,  Harry  Truman  Barış Araştırmaları  Enstitüsü  Müdürlüğü  ve  birçok devlet  adamına  Ortadoğu  ile  ilgili  konularda danışmanlık yapmıştır.   

2013 yılı Nobel Ödülleri Sahiplerini Buldu!..

Nesim Levi / İzmir

 Bilindiği  gibi  ölümünden  sonra  vasiyetnamesi açıldığında  Alfred  Nobel’in,  servetinin  büyük bölümünü insanlığa en fazla yararı olacak çalışma – buluşlara  ödül  olarak  verilmesi  için  bıraktığı açıklanmıştı.   Yahudiler  Dünya  nüfusunun  %0,2’nin  de  altında iken,  şimdiye  kadar Nobel  ödülüne  layık  görülen 850  bilim  adamı  ve  yazarların  %20’si  Yahudi asıllıdır.  Daha  ayrıntılı  bir  irdelemede:  Ekonomi dalında %41, Tıp dalında %28,  Fizik  dalında %26, Kimya dalında %19, Edebiyat dalında %13 ve Barış dalında  ödüllerin %9  Yahudi  asıllı  bilim  adamları ve yazarların olmuştur.                                  2013  yılı  Nobel  ödülünü  kazanan  Yahudi  bilim adamları;  Tıp  dalında  James  Rothman  ve  Randy Schekman,  Kimya  dalında  Arich Warshel, Michel Levitt  ve  Martin  Karplus,  Fizik  dalında  François Englerd’dir.   

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 74 -

  

İzmir Barok Grubunun CD’sinde Linet Şaul

Avrupa Müziklerini Seslendiriyor

16.  Yüzyıldan,  18.  Yüzyılın  ilk  yarısına  Avrupa  ve Osmanlı  Saray  Müzikleri"  albümü,  Jean  Baptiste LulIy,  Gazi  Giray  Han,  Claudio  Monteverdi,  Ali Ufki  Bey,  Claude  Gervaise, Marc‐  Antonio  Cetsi, Dimitrie  Cantemir,  Arcangelo  Corelli,  Henry 

Purcell,  Itri, G. F. Handel, Hafız Post, D. Scarletti, Derviş Frenk Mustafa ve Tanburi Mustafa Çavuş'un eserlerinden oluşuyor.  Titiz bir çalışmayla hazırlanan albüm kitapçığında Avrupa Saraylarında Müzik bölümünü Aydın Büke, Osmanlı  Sarayında Müzik  bölümünü  ise  Ş.Şehvar Beşiroğlu  ve  Sinem  Özdemir  yazdı.  İTÜ  Miam Stüdyolarında  kaydedilen  CD'nin  tasarımı  Gözde Oral'a ait.  İzmir Barok grubu olarak çıkan bu CD'nin özelliği barok  dönemde, Osmanlı  ve  Avrupa  saraylarında dinlenilen  müziklere  yer  verilmesi.  Böylece dinlerken  karşılaştırma  yapılabiliyor.  Linet  Şaul Avrupa müziklerini söylüyor. Türk müziğini de bu konuda  uzman  sanatçılar  dönem  tarzına  bağlı kalarak seslendiriyorlar. Hem Avrupa hem Osmanlı müziklerinde dönem enstrümanları kullanılıyor.  Hem  barok  hem  de  Türk  müziği  meraklıları  bu değerli  CD’yi  D&R'lardan  ve  aşağıdaki  linkten temin edebilirler.  http://www.idefix.com/muzik/izmir‐barok‐various‐artists/tanim.asp?sid=DCHR3J52FB1BYOT3YQ3D  

Page 38: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 75 -

  

                   

Stanley Marcus Nazi İşbirlikçisi Coco Chanel’i Dallas’a Davet

Ettiğinde  

1950’lerin sonlarında Yahudi asıllı büyük mağaza kralı Chanel’in itibarını kurtarıp

kendisininkini parlattı.  

James McAuley ‐ 11 Aralık 2013 Tercüme: Lina Filiba 

 Bu  hafta  Karl  Lagerlfeld  ve  Chanel  Firması  1957 yılından  beri  ilk  kez  Dallas,  Texas’a  geri  döndü. Nedeni  ise  “Metier d’Art – Sanat Mesleği” adlı her yıl  tekrarlanan  yüksek  moda  koleksiyonları gösterileri ve Lagerfeld’in Coco Chanel hakkındaki “Dönüş” adlı yeni kısa biyografik filminin lansmanı idi.  Dallas böyle bir filmin ilk gösterimi için uygun bir  mekan.    Lagerfeld  yakın  zamanda  Women’s Wear  Daily  dergisine  Texas’ı  seviyorum, Teksas’lıları  seviyorum  demişti.    Fakat  Chanel’in kişisel duyguları biraz daha karmaşık idi.  1957  yılında  Dallas’a  vardığında  74  yaşında  olan Gabrielle  “Coco”  Chanel  savaş  yıllarının  işgal altındaki  Fransa’sında  işbirlikçi  antisemitik 

DÜNYA BASININDAN ÇEVİRİLER

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 76 -

  

faaliyetlerinin  utancını  umutsuzca  gidermek istiyordu.  Dallas’a,  Neiman  Marcus  mağazalarını yöneten  Harvard  eğitimli  “Tüccar  Prens”  Stanley Marcus  tarafından  davet  edilmişti.  Chanel’in  bir çok  biyografi  yazarına  göre,  aralarında  dile getirilmeyen  pazarlık  şu  idi;  Chanel  Neiman Marcus’un  Moda  Alanında  yılın  Üstün  Hizmet Ödüllerinden  birini  alacak  ve  bunu  takiben kaçınılmaz  satış  artışı  gerçekleşecek  ve  moda dünyasının ana kraliçesi ‐ adı o zaman ve hala öyle olan ‐ “Mağaza”ya resmi ziyaret yapacak.  Kel  ve  muhteşem  Marcus  Chanel’i  havaalanına geldiğinde  karşıladı.  Onlarınki  sihirli  bir  an sunulan  iki  büyük  fırsatçının  yerinde  ve  istekli kucaklaşması  idi.  Fırsatın  altında  ise  ironi yatıyordu.    Chanel  savaş  yıllarının  büyük  bir kısmında  Nazilerin  Yahudilere  zulmünden maddi olarak faydalanmaya çalışıyor ve iki Yahudi işadamı Pierre ve Paul Wertheimer’in  1924 yılında  “Chanel Parfümleri”  adı  ile  kurdukları  sonsuz  kazançlı firmanın  kontrolünü  onlardan  koparabilmek  için Yahudilerin  işletmelere  ve  sermayeye  sahip olmalarını  yasaklayan  mevzuata  güveniyordu. 5Mayıs  1941  tarihli  bir  mektupta,  Chanel,  ilgili kamu  görevlisine  firmanın halen Yahudilerin malı 

olduğunu ve çoğunluk hisselerin en büyük azınlık hissedar  olarak  kendisine  transfer  edilmesi gerektiğini yazdığı mektup bulunmuştur.  

 Ama  16 yıl  sonra,  işte orada Stanley Marcus’a eski bir  arkadaş  gibi  sarılıyor  ve  Fransız  usulü  yanak alıyor  ve  “halaYahudilere  ait”  olan  bir  lüks markasından  ödül  almaktan  çok  memnun gözüküyordu.    “Matmazel”  lakaplı  Chanel,  kendi değişiyle  geçmişinde  onu  mahveden  perakendeci Yahudi  tipi  konusunda  fikir  mi  değiştirmişti? “Benim  çok  basit  zevklerim  vardır;  her  şeyin  en iyisiyle  tatmin olurum”  sözleri  ile meşhur, zeki ve 

Page 39: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 77 -

  

egzantrik  Bay  Stanley  onur  konuğunun  savaş yıllarındaki  sefil  geçmişini  biliyor  muydu,  ne düşünüyordu? Önemi var mıydı? *** Chanel’in  anti‐Semitizmi,  harikulade  donanımlı dolabındaki  en  önemli  iskelet,  beyaz  jerse  bluz üzerinde  hiç  temizlenemeyecek  küçük  siyah  leke idi.  Onun  biyografisini  yazmış  olan  tüm  büyük yazarlar  doğal  olarak  onun  çok  dedikodusu yapılmış, anti‐Semit olduğu bilinen 2. Westminster Dükü  Hugh  Grosvenor  ile  ilişkisini;  ayrıca  en önemlisi  Paris  Alman  Büyükelçiliğinde  ataşe  olan kendisinden  13  yaş  küçük  Hans  Gunther  von Dinclage  ile  tartışmalı  “yatay  işbirliği”  hakkında yazmışlardı.  (Chanel  savaştan  sonra  bütün  bu meseleyi  gülüp  geçiştirmeye  çalışırken,  Cecil Beaton’a; “Beyefendi, gerçekten, benim yaşımda bir kadının sevgili bulma şansı varsa onun pasaportuna bakması beklenemez.”)  Fakat  von Dinklage  genç  ve  atletik  bir  sevgiliden öteydi.  Chanel’in  belki  en  özgün  ve  kapsamlı biyografisini  yazan  Edmonde  Charles‐Roux  onu Reich  istihbarat  bakanlığının  bir  ajanı  olarak belirlemişti.  Sayısız  biyografi  yazarlarından  bir diğeri,  Pierre  Galante  ise  onun  Abwehr  (Alman 

Ordusunun Haberalma  ‐ Casusluk  ‐  Servisi)  ajanı olduğunu  öngörüyordu.  Her  iki  durumda  da  hiç biri  tek  başına  Chanel’in  anti‐Semitizm  ile suçlanmasına  sebep olmaktan ziyade; o hesaplarla irtibatlar  peşinde  koşan  fırsatçı  bir  yetim  ve  lüks düşkünü olarak, kafası iyi hesap yapan, klasik, yarı dünyevi  matmazeli  olarak  savaş  öncesi  Paris’inin “bon  chic  bon  genre”  çevrelerinde  tanınmaktaydı. İşgal  sırasında  şehirde  gıda  neredeyse buharlaştığında  ve  lüks  apartmanlara  Naziler  el koyduklarında, Chanel von Dinklage’ın yardımı  ile gayet  iyi  idare  etti.  Chanel’in  yakın  arkadaşı Antoinette  (Rothschild)  d’Harcourt’un  oğlu  Jean d’Harcourt’un  ifadesi  ile:  “Biliyor musun, onun bir arabası,  şöförü ve savaş boyunca benzini vardı; bu da eğer Vichy hükümetinin bir Bakanı değilsen çok sıra dışıydı, kimsede bunlar yoktu!”   Cinsel  fırsatçılık  sadece  yaşlanmakta  olan matmazele  has  bir  özellik  değildi.  Pek  çok  namı diğer  “(saçları)  kırpılmış  (işbirlikçi)  kadın”  Irène Némirovsky’nin  Suite  Francaise  kitabının  ikinci cildi  ve  Alain  Resnais’nin Hiroshima mon  amour filminin  geçmişe  dönüş  sahnelerinde ölümsüzleştirildiği  gibi  işgal  sırasında  Nazi subayları  ve  askerleri  ile  ilişkilerini 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 78 -

  

sürdürmekteydi. Bu ilişkiler her ne kadar karmaşık ve  insana ait olsa da erkekler ve kadınlar arasında ve askerler ile halk arasındaki güç dengeleri işgalci güçler  tarafından  yeniden  tanımlanmakta  idi.  Bu sebepten  dolayı  geç  anlaşılan  cömertlikle  “yatay işbirlikleri” hayatta kalma mekanizması olarak tarif edilmiştir.  En  büyük  biyografilerinde  “Hayatta kalma” Chanel’in yaşamının özellikle bu bölümüne pek çok kez atılan başlıktır.   Matmazel,  fikir o ki, tüm diğer Fransız kadınlar gibi bir şekilde savaş ile başa çıkmak zorunda kalmıştı.  Ancak  bu  savunmanın  sorunu;  Chanel’in  savaş süresi  fırsatçılık  amacının  hayatta  kalabilmek olduğu  söylenemezdi.  Tam  tersi  idi.  Aslında  bu terk  edilmiş  yetim,  Paris  halkının  en  alt kademelerinden  Katolik  manastırı  kısıtlama  ve tenkitlerinden  geçip  Paris  toplumunun  üst seviyeleri arasındaki yere gelebilmek  için didinmiş ve  savaşı  kendini  pazarlamak  için  bir  fırsat  ve kazanç  olarak  görmüştü.  Şimdi  nihayet  kendi dünya  görüşünün  bir  parçası  olan  ve  yakın zamanda  kamuoyunda  kabuledilebilir  hale  gelen anti Semitizmden yararlanabilecekti. Eğer geçmişte Wertheimer  kardeşleri  yenmesi  mümkün olmamışsa bile artık onlar Yahudi olduklarından ve 

toplumun  sosyal  dokusunu  etkileyen  büyüyen tehdidin parçası olduklarından onları yenebilirdi. Belki  de  bu  çizgideki  en  anlamlı  hikaye,  Paris’in efsanevi sanatsal salon hostesi, Diaghilev, Proust ve tabi  ki  Chanel  gibilerini  yıllar  içinde  cezbeden Misia  Sert’in  sırdaşlarından  biri  olan  Boulos Ristelhueber’in  anılarında  yer  almakta.  (Misia Katolik  olmasına  rağmen  Chanel  daha  sonraları arkadaşının  sürekli  “Yahudilerle”  birlikte olmasından  dolayı  “Yahudi  Ruhu”  taşıdığını söyleyecektir.)  29  Aralık  1941  tarihli,  işgalden  bir seneden  fazla  bir  süre  sonra  ve  Chanel’in Wertheimerlara  karşı  yerel  otoritelere  şikayet yazısından  aylar  sonra  yazılmış  günlük  kaydında Ristelheuber şöyle der:  Misia’nın  evinde  Coco  Chanel  ve  Francois d’Harcourt  ile bir akşam geçirdim. Coco Yahudilere karşı  bir  tirada  girdi.  Antoinette’in  kökleri (Antoinette d’Harcourt bir Rothschild idi) ve Dük’ün (Dük  Francois  d’Harcourt  Antoinette’in  eşi  idi)  de varlığı  düşünüldüğünde  konnuşma  tehlikeli  idi..... Sert’in  şöförü  beni  eve  götürürken  o  kadar kapkaranlıktı  ki  yolun  yarısında  kaldırımdan gidiyorduk.   

Page 40: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 79 -

  

Aynı  şekilde Women’s Wear  Daily’nin  Amerikalı muhabiri James Brady, Matmazel ile 1961de (Dallas ve  Neiman  Marcus  ziyaretinden  sonra)  röportaj yaptığında aynı şeyi fark etmişti. Benzer bir duygu konuşmalarının  arasından  çıkarsınabiliyordu.  “O önyargılı bir çelişkiler yumağı,” diye hatırladı. “Eğer modeller  başarısız  olursa,  fransız  frankı  zayıflarsa ‘C’est  les  juifs  ‐ Yahudilerdir’ derdi.” Buna  rağmen en  yakın  arkadaşı  Barones  Marie‐Helene  de Rothschild  idi.  Siyahilerin  farklı  koktuklarından şikayet  eder  diğer  taraftan  ödüllü  bir  zenci dövüşçüyü göklere sığdıramazdı. “O adam ile ben… nasıl dansettik”..  Dallas’tan  çok  uzak  olmayan  bir  çiftlikte  Stanley Marcus ile de dans edecekti.  

***  

1957  yılında Stanley Marcus  52  yaşında,  toplumun hem  içinde  hem  dışında  durabilen  nadir  bir karışımdı,  herkesin  adını  bildiği  fakat  kozmopolit Rönesans  duyarlılığı  hatta  liberal  politik  görüşü onu tüketici tabanının kalbi ve ruhu olan Dallas’ın yerleşik  toplumundan  biraz  uzak  tutmakta  idi. Aynı  zamanda  şehrin  ayrılmaz  bir  parçası,  hatta pek çok yönden seçilmemiş belediye başkanı idi. 

Chanel  ziyaret  edene  kadar  Neiman  Marcus kendini  New  York’taki  Saks  Fifth  Avenue,  San Francisco’daki  I.  Magnin  kalibresinde  özel  bir mağaza  olarak  kabul  ettirmişti. Ancak Dallas  için “Mağaza”  bir  dükkandan  öte  idi  halen  de  öyle. Gerçek  bir  kurum  ve  Main  ile  Ervay  sokakları köşesindeki  dokuz  katlı  Renaissance  Revival merkez binasından sadece  lüks ve moda yayılmaz, aynı  zamanda  tarz;  ne  giyilmesi  değil  nasıl giyinilmesi  gerektiği  eğitim  imkanı  verir.  1937 yılında  yazılan  Neiman  Marcus’un  “Harikalar Diyarında Dallas” başlıklı profilinde Fortune dergisi editörü  Louis  Kronenberger  “Dallas  halkı  sizi mağazaya  aynı  Paris  halkının  sizi  Louvre’a götürdüğü  ruhla  götürür.”  Gerçekten  de  o dönemde  ve  daha  sonra  1950lerin  ortasında  da; durgun  Texas  köklerinden  kurtulmaya  çalışan gelişmekte  olan  taşra  kenti  Dallas  sakinleri  için Neiman  Marcus’un  vitrinleri  en  basitiyle  sanat hayranlığı  uyandırmakta  idi.  Sonuçta,  Marcus liderliğinde  mağaza  bir  çok  şekilde  Dallas’ın ümitsizce  dönüşmeye  çalıştığı  kent  haline gelmesine nezaret etti..  

Örneğin  Kronenberger’in  yazısının yayınlanmasından  bir  yıl  sonra,  pazarlama  dehası olan  Stanley Marcus  yıllık Neiman Marcus Moda 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 80 -

  

Alanında Üstün Hizmet Ödülünü  yaratmış  ve  bu program  çerçevesinde  mağaza  tarafından  moda dünyasında  devrim  yaratmış  olan  seçme  birkaç isim  ödüllendiriliyordu.  Bir  Christian  Dior,  Yves Saint  Laurent  ya  da  Coco  Chanel’in “steakhouse”ların  en  sofistike  lokanta  olduğu düşünülen  kuzey Texas’taki ufak bir  şehre  geliyor olmalarına  imkan  verecek  başka  şartlar düşünülemezdi.  Her  şekilde  bu  ödüllerle  gelen tanıtım  Dallas’ın  giderek  ulusal  çerçevede  dikkat çekmesine  ve  bir  şekilde  sofistike  olduğunu göstermesine  imkan  sağladı.  1939  yılında  Collier dergisi “Şu anda modanın gözleri ve kulakları Paris, New  York’un  üzerinde  değil.  Hollywood’un üzerinde  değil.  Dallas’ta.  Evet,  Dallas,  Texas’ta.” 1940ta  David  L.  Cohn,  Atlantic  Monthly dergisindeki  yazısında  bu  görüntüyü  işleyerek Dallas’ın  “olağanüstü  bir  eyalette  olağanüstü  bir şehir”  ve  “kıta  Amerika’sından  kopuk  bir  dünya” olduğunu  yazdı.  Life  dergisi  kısa  bir  süre  sonra Neiman Marcus ile ilgili foto makalesi yayınladı ve mağazanın  her  zaman  büyük  dikkatle  koruduğu gizem Amerika’nın  gözünde Dallas’ın  imajı haline geldi.  

Derin  anlamda, Marcus’un mağazası  kentin  yüzü ve şehir de mağaza oldu: Onların yükselişi paraleldi 

ve kaderleri birbirlerine bağlı idi. Dallas kısmen de mağazanın  getirdiği  prestij  sayesinde  1940lar  ve 1950lerde  “olağanüstü  şehir”  olarak  –  Texas  veya başka  eyaletlerdeki  herhangi  belediye  alanından çok daha hızlı bir oranda patladı.   Ulusal  şirketler merkezlerini  peşpeşe  Dallas’a  taşımaya  başladılar ve kent Amerikan Güney Batısının en önemli finans merkezi oldu. Nüfus açısından hala küçük bir şehir olsa da sadece refah değil bolluk kültürü yayıldı. O yıllarda Dallas’ta  bir  aile  yaklaşık  ortalama  3.600$ gelir  sahibi  idi,  ve The Atlantic’in  gözlemine  göre bu gelirle Missisipi’li herhangi bir ailenin bir yıllık harcamasından fazlasını bir ayda harcayabiliyordu.    

“Zengin  Tüccar”  için  ise  bu  zamanlar  tamamen güllük  gülistanlık  değildi.1950lerin  ortalarında, korkutucu  McCarthy  döneminin  zirvesinde, gittikçe  radikalleşen  muhafazakar  seçmenler, Dallas’ın  kibar,  temelde  pratik  muhafazakar seçmenlerinin  kapılarını  zorluyor  hırpalıyordu.  Vali, muhafazakar Demokrat  Allan  Shivers  idi  ve Texas’ı  kalkınma  döneminden  sonra  ilk  kez Cumhuriyetçi  bir  başkan  adayına  –  Dwight  D. Eisenhower’a  ‐    teslim  etti  ve  zaman  içinde  yavaş yavaş köklü bir ultra muhafazakarlık Texas elitleri arasına sızmaya başladı.  

Page 41: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 81 -

  

Komünistler  ve  “Amerikan‐olmayan”  faaliyetlere yönelik  artan  dikkat  ile  birlikte  doğmakta  olan anti‐Semitizmin  başlıca  hedefleri  arasında  Stanley Marcus gibileri vardı.  1951 yılında Dallas Southern Methodist  üniversitesinden  radikal  sağcı  İngliz profesör  John  Beaty  Yahudileri  ve  onların Amerikan  hayatına  orantısız  etkilerini  kınadığı zehir zemberek “The Iron Curtain Over America – Amerika  Üzerindeki  Demir  Perde”  kitabını yayınladı. Onun ana hedefi üniversitenin mütevelli heyeti  üyesi  olan  ve  üniversitenin  üç  aylık  the Southwest  Review  dergisindeki  yazıda  Beaty’nin kitabı  eleştirildiği  için  bundan  sorumlu  tuttuğu Marcus idi.  

Marcus  “Minding  the  Store  –  Mağazaya  Sahip Çıkmak”  adlı  anılarını  samimiyetle  anlattığı kitabında  bu  olayı  atladı  ve  sadece  Amherst  ve daha sonra Harvard’daki öğrencilik yıllarında anti‐Semitizm  ile  karşılaştığını  yazdı.  Aslında  bu konudaki  sessizliği  beklenmedik  değildi:  Marcus pek çok açıdan Amerikan Yahudi asimilasyonunun imajı  idi  ve  bu  konularda  herhangi  bir  tavır takınması  onu  yönettiği  mağazadan,  ve  bir anlamda bir bütün olduğu kentten  izole  edecekti. Bugün Dallas’ın en büyük Reform cemaatine sahip olan    “Temple  Emanuel”  in  kurucu  üyesi  olan 

Marcus’un  İsrail’i  ziyaret  etmekten  çok  korktuğu “çünkü  kendisini  Yahudi’liğe  dünüştürebileceği” esprisi meşhurdu.   

Bir  şehri  ve berisini  tanımlayan kültürel kurumun sahibi  için  kilit  nokta  geçmişe mesafe  koymak  ve kayıtsız kalmak idi.  

***  

Bir  anlamda  aynı  durum  Coco  Chanel  için  de doğruydu.  Chanel  en  sonunda  9  Eylül  1957de Dallas’a vardığında aynen Love Field’e  indiğindeki gibi  kameralara  gülümseyerek  poz  verdi.  Satmak için oradaydı ve sattı. Dallas şaşırtıcı olmayacak bir şekilde Matmazel’e hayrandı ve takımları, elbiseleri askılardan kapıldı.  

Marcus  da  kameralara  gülümseyerek,  misafirini tanıtırken  ilerigelen  bir  ziyaretçinin  ifadesiyle “kadın  modasında  devrim”  yaptı.  Kürsüde  durup “kadınsı  silüeti  özgürleştiren  büyük yenilikçi...kostüm  takılarına  moda  olma saygınlığını  vermiş,  parfümü  kimyagerin dükkanından alıp modacı butiğine getirmiş, kopya edilmekten  hiç  bir  zaman  korkmamış,  geçmiş başarılarının  günün  modası  üzerinde  olağanüstü etkisi olan..” sözleriyle tanıttı. 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 82 -

  

Gazeteler Bay  Stanley’in  ümit  ettiği  gibi  –  pırıltılı methiyelerle  ‐  olayı  kaydettiler.  Dallas  Morning News  Chanel’in  “kendi  döneminde  bir  efsane”  ile eşdeğer olduğunu ilan etti.   Belki  de  bu  ziyareti  en  iyi  açıklayan  Marcus’un “Mağazaya  Sahip  Çıkmak”  kitabında  şahsına  özel diplomatik bir ifade ile bahsettiği iki anıdır.  O,  Chanel’in  mutlaka  bir  çiftliği  ziyaret  etmek istediğini  duymuş  ve  onun  onuruna  kardeşinin çiftliğinde  bir  akşam  yemeği  partisi  organize etmişti.  “Sonradan  ortaya  çıktı  ki  o  mangalda pişmiş  etin  ve  baharatlı  fasulyenin  tadını beğenmemiş  ve  tabağındaki  yemekleri  gizlice masanın  altına  dökmüştü.  Ne  yazık  ki tabağındakiler  onun  yanında  oturan  Elizabeth Arden’in  saten  ayakkabılarının  üzerine dökülmüştü.”  Diğeri  ise  Marcus’un,  tanıdığı  bütün  büyük modacılarla  ilgili  olan  izlenimleri  yanısıra, Chanel hakkındaki kişisel izlenimi idi. Çoğu parlak olumlu izlenimlerdi:  Örneğin  Christobal  Balenciaga “kendini  işine  adamış  sanatçı”,  Christian  Dior “mükemmel zevki olan sessiz bir adam”, Yves Saint 

Laurent  “zamanın  toplumsal  değişiminin tercümanı”  idi.  Chanel’i  ise  “yüce  egoist”  olarak hatırlıyor  ve  onun  sosyal  sanat  becerileri konusunda  övgüsü  zayıftı:  “Chanel  ile  birlikte  bir sohbet  yaptıklarını  iddia  eden herhangi  biri  bunu mutlaka abartıyordur çünkü bir başına konuşan bir hayduttu” diye yazmıştır.  Ziyaretinden  sonra  Marcus’a  yazdığı  telegrafta, Chanel,  “Sevgili  eşin  ve  annenin,  tüm  ailen  ve  iş arkadaşlarının  bana  gösterdikleri  zerafet  ve nezaketi  her  zaman  sevgiyle  hatırlıyorum.” Bahsettiği  bu  kişilerin  tümü  de  Yahudiydi.  Fakat şimdi  ne  farkederdi  ki?  Zaman  değişmiş,  “yüce egoist” de değişmişti.  “Tüm  kalbimle  teşekkür  ediyorum,  en  iyi dileklerimle, Coco Chanel.”  

***  

James McAuley Oxford Üniversitesinde Marshall Bilim Adamıdır.. Yazının  kaynağı:  http://www.tabletmag.com/jewish‐arts‐and‐culture/155631/chanel‐neiman‐marcus 

    

Page 42: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 83 -

  

                          

Karen & Nesim Evlendiler

 

 Diana & Yeşaya Şalom 'un kızları Karen ile Raşel & Yako  Hulli'nin  oğulları  Nesim,  17  Kasım  2013'de İzmir Beth‐İsrael Sinagogunda Hahambaşımız Rav İsak Haleva’nın da katıldığı törende evlendiler.  Genç  çifti  ve  ailelerini  tebrik  ediyor, mutluluklar diliyoruz.   

İÇİMİZDEN

  

Beki Şikar

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 84 -

  

Lara & Vito Evlendiler

 

  

Luna ve Liya Diriman'ın kızları Lara  ile Rakela ve Avram  Abuaf'ın  oğulları  Vito,  8  Aralık  2013 tarihinde  İzmir  Beth‐İsrael  Sinagogunda  evlendiler.   Genç  çifti  ve  ailelerini  kutluyor,  mutluluklar diliyoruz.  

Roza Saba Bat-Mitsva

 

  Recina  ve Asaf  Saba'nın  kızları  Roza,  Bat‐ Mitsva törenini  ailesi,  akrabaları  ve  çok  sevdiği arkadaşlarıyla coşkuyla kutladı.   Mazal Tov Roza!..    

Page 43: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 85 -

  

Beni Nahmias Aile Dostları ile Tanıştı

                   

11 Ağustos'ta doğan Sara ve Yusuf Nahmiyas'ın oğlu, Aliza  ve  Simcha'nın  erkek  kardeşleri  Barak  Beni annesinin 12 Aralık'ta düzenlediği davet ile tüm aile dostları  ile  tanıştı. Barak Beni'ye sağlıklı mutlu bir ömür diliyoruz. 

Aksel Gomel Bar Mitsva

                  Sara ve Sam Gomel'in oğulları, Samara'nın ağabeyi Aksel,  Bar‐Mitsva  törenini  ailesi,  akrabaları  ve yakın  arkadaşları  ile  birlikte  neşe  ve  mutlulukla kutladı. Mazal Tov Aksel!..  

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 86 -

  

İzmir’de Hanuka Kutlamaları

 

 Bu  yıl  Hanuka  Bayramı  iki  ayrı  yerde  kutlandı. Liga'da  Sunday  School  öğrencilerinin  katılımıyla yapılan Hanuka kutlamaları neşe içinde geçti.  

 La  Sera'da  hanımlar  için  düzenlenen  kutlama yemeğinde ise coşku üst düzeydeydi.   Yemeği Liga ve KHD ortak düzenlediler.   Müzik  eşliğinde  dans  ve  piyango  çekilişi  ile  çok keyifli bir bayram günü yaşandı.     

Page 44: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 87 -

  

Söze Gerek Bırakmayan Tu-Bishvat Kutlamaları 

              

          

                          

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 88 -

  

Can Bonomo’dan Şiir Kitabı

  

 Can Bonomo’nun on parmağında on marifet!..   Müzisyen kimliğiyle başarılı çalışmalara  imza atan Can  Bonomo’nun  ilk  şiir  kitabı  “Delirmek Belirmektir”  yayımlandı.   Şiir severlere duyurulur...    

Gizel Hazan’ın Kitabı Yayınlandı 

  

 Gizel Hazan'ın, herkesin kendi evini kolayca  satın alabilmesi  ve  satabilmesi  için  hazırladığı  kitap yayınlandı.  Yeni  Evim  Harika  isimli  kitabı  internet kitapçılarında bulabilirsiniz.     

Page 45: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 89 -

  

                          

                          

UtÜÉâ{ WtçtÇ [txÅxà

RAŞEL TELYAS 21 Ocak 2014 

 

MERİ GOMEL 26 Kasım 2013 

KADEN GALANTE 27 Kasım 2013 

Dr. YAAKOV JEMS GABAY 7 Ocak 2014 

JAK SİMSOLO 30 Aralık 2013 

NİSİM ŞAUL 27 Ocak 2014 

JAK (YAAKOV) ARDİTİ 20 Ocak 2014 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 90 -

  

KURUMLARIMIZ

                          

  Değerli Kardeşlerim,  Karataş  Hastanesi  Derneği  (KHD)  olarak  “Evde Bakım”  uygulamasına  yönelik  yetmiş  yaş  ve  üzeri cemaat  mensuplarımız  nezdinde  başlattığımız “Sağlık  Değerlendirme”  formlarının  doldurulması çalışmaları  sırasında  ziyaret  edilen  büyüklerimiz için  ayrıca  bir  “KHD  Anket”  formu doldurulmuştur. Yaklaşık 235 kişilik bu grubun  şu ana kadar 200 kişisine ulaşılmıştır.   Öncelikle  bu meşakkatli  çalışmada  KHD  Gönüllü Bayanlar  Koluna  sergiledikleri  özverili  çalışmaları ve değerli destekleri için Yönetim Kurulumuz adına teşekkürlerimizi  sunarım.  Bundan  böyle  de desteklerini esirgememelerini dileriz.   Ulaşılmış  kişilerle  ilgili  anket  formlarından  alınan veriler  önümüze  ilginç  tablolar  çıkartmaktadır. Bunlardan  özellikle  ikisini  sizlerle  paylaşmak isterim. 

Karataş Hastanesi Derneği DAVID ENRIQUEZ

Page 46: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 91 -

  

Bu verilere göre, yetmiş yaş ve üzeri bu grubumuz cemaatimizin  neredeyse %25  ini  oluşturmaktadır. Bir  ikinci  sonuç  ise  bu  gruptaki  kişilerin  yaş ortalamasının 79 olduğudur.   Bu veriler bir yandan yaşlanmakta olan bir cemaat tablosunu gözler önüne sererken, diğer yandan da İzmir  Yahudi  cemaatinde  bireylerin  yaşam sürelerinin  Türkiye  ortalamasının  çok  üzerinde olduğunu göstermektedir.   Bunun gibi birçok değerlendirmenin yapılabileceği soruları içeren “KHD Anket” formunu, bir taraftan önümüzdeki  yıllarda  yetmiş  yaş  ve  üzeri  gruba girecek  kardeşlerimizin  tespiti,  diğer  yandan toplumumuzun  yapısını  ortaya  koyacak  bilgileri elde  edebilmek  için  cemaatimiz  mensubu  tüm kardeşlerimize  ulaştırmak  ve  doldurtmak arzusundayız.   Bu  bilgilerden  hareketle  toplumumuzun ihtiyaçlarının  daha  sağlıklı  biçimde  belirlemek  ve daha  etkin  hizmet  götürebilmek  mümkün olabilecektir.  Bu  çalışmada  tüm  fertlerimizin gerekli desteği vereceklerine inanmaktayız.  

Söz  “Evde  Bakım”  uygulamasından  açılmışken,  bu konuda  derneğimizin  çalışmalarının  sonuna yaklaşıldığını  belirtmek  isterim.  Ocak  ayı  içinde başlatmayı planladığımız bu sistemin tam olarak ne olduğu,  nasıl  çalışacağı  konusunda  hem  ilgili grubumuzu hem de  toplumumuzu  çok  yakınlarda muhtelif yollardan bilgilendirmeye gayret edeceğiz.   Hepinize sağlıklı uzun ömürler dileğiyle.   Karataş Hastanesini İdare Derneği  Yönetim Kurulu adına David Enriquez                

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 92 -

  

 

Cenaze Merasimi Sonrası (Devam)

  Rabi Hayim  Palaçi’nin  vefatından  sonra,  kulaktan kulağa  gizemli  efsaneler  duyulmaya  başlandı.  Bu efsanelerden  biri,  Rabi  Palaçi’nin  naaşını  yıkayan insanların  anlatımlarıydı.  Bu  kişilerin  ifadelerine göre  naaşı  yıkamaya  başladıklarında,  Rabi Palaçi’nin  cansız  bedeninden  enfes  bir  koku yayılmaya başlamış. O kadar güçlü ve inanılmaz bir kokuymuş  ki,  orada  bulunanların  korkudan  elleri ayakları  titremeye  başlamış.  Görevlerini tamamlayabilmek  için  olağanüstü  bir  gayret sarfetmek  zorunda  kalmışlar.  Bazıları dayanamayarak bayılmışlar.  Bir taraftan bu söylenti kulaktan kulağa yayılırken, vefat  ettiği  gecenin  sabahı  başka  bir  söylenti yayılmaya  başlamış.    Kabalistlerin  yaşadığı  şehir olan Tsfat’da yaşayan birkaç haham Rabi Palaçi’nin öldüğü  gece  aynı  rüyayı  görmüşler.  Rüyalarında Tsfat’a  büyük  bir  bilgeyi  gömmeye  gelen  bir kalabalık görmüşler. Bir  ses onlara  sokağa  çıkarak cenazeye  katılmalarını  emretmiş.  Bu  rüya yorumculara  göre  meleklerin  Rabi  Palaçi’nin 

Rabenu Agaon

Rabi Hayim Palaçi

Z.T.L.

Moti Katan 2011

Page 47: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 93 -

  

vücudunu  Eretz  Israel’e  taşıdıkları  şeklinde açıklanıyormuş.  Yedi matem günü boyunca,  insanlar  ibadet etmek ve  Teilim  okumak  için  akın  akın  Rabi  Palaçi’nin evine  gelmişler.  Dua  sırasında  her  gün  sıra  ile oğullarından biri, damadı veya bilge hahamlar Rabi Palaçi  hakkında  deraşalar  ve  konuşmalar yapmışlar.  Avrupa’dan,  Kuzey  Afrika’dan,  ‐Amagreb‐  bütün Ortadoğu  ülkelerinden  binlerce  başsağlığı mektupları gelmiş. Türkiye’ye komşu Rabi Hayim’i yakınen  tanıyan  ülkelerin  tüm  şehirlerindeki sinagoglarda  halk,  bet  midraşlarda,  sinagoglarda toplanarak  dua  edip  törenler  düzenlemişler.  Rabi Hayim  Palaçi’nin  yazdığı  kitapları  ortaya  toplayıp üstüste  koymuşlar  ve  sanki  bedeni  orada yatmaktaymış  gibi  etrafını  yanan  mumlarla donatmışlar.  Şehrin  ileri  gelenleri  ve  Hahamlar konuşmalar yaparak Rabi Palaçi’nin  ruhu  için dua etmişler.  Rabi  Palaçi’nin  vefatından  en  çok  İzmir  halkı etkilendi. Duydukları üzüntü sonsuzdu. O kadar ki vefatından  bir  ay  sonra,  en  sevinçli  şekilde 

kutlanan  Purim  bayramını  bile  gereğince kutlayamadan üzüntü içinde geçirdiler.   Rav  Hayim  Palaçi,  İzmir  Yahudilerine  altın  bir devir  yaşattı  Onun  vefatı  ile  birlikte  İzmir’in  bu altın devri büyük bir üzünti ile sona ermiş oldu.  

Çocukları  Vefatından sonra Rabi Hayim Palaçi’nin yerini 5570 (1810)  doğumlu  olan  büyük  oğlu  Rabenu  Avraam Palaçi  aldı.  Rabenu  Avraam  5659  (1899)  yılında vefat etti. Babasının izinden giden Rabenu Avraam yaşamı  boyunca  felsefe  ve  alaha  üzerine  20  kitap yazdı.  Ayrıca  kardeşlerinin  yazdığı  kitapların  da yayılması için büyük çaba sarfetti.  Birinci  eşi  Sara’nın  vefatından  sonra,  ikinci  bir kadınla  evlendi.  Çocuklarından  iki  oğlu  hakkında bilgi  bulabiliyoruz.  Biri  5599  (1839)  doğumlu Şelomo  David,  ikincisi  ise  5608  (1848)  doğumlu olan Nisim Şalom’dur.     

Gelecek Sayıda: Çocukları (Devam) 

 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 94 -

  

SEKSION EN

LADINO

                          

El Dia Internasional de Ladino  

El  5  Desiembre  2013,  o  el  2 Tevet  5774,  ademas de  ser  el kavo  dia  de  Hanuka,  fue tambien  el  Primer  Dia Internasional de Ladino, ke se fiesto en munchos lugares del mundo  en  el mezmo  tiempo 

(o kuaje en el mezmo tiempo.) Avlantes  i amantes del  judeoespanyol  ‐  en Arjentina, Brazil, Bulgaria, Espanya, Estados Unidos, Fransia,  Israel, Meksiko, Turkia,  i  Uruguay  –realizaron  programes  para espandir  el  konsimiento  de  la  lingua  i  kultura sefardi,  i  gozar  de  su  ermozuras.  (Podesh  ver detalios  de  todos  estos  en  el  sitio  de http://didl.com.ar/.)  El mas grande evenimiento fue en Israel, en el gran oditorio de la Universidad de Bar Ilan de Tel Aviv, ande unas mil personas  (inkluyendo  Izhak Navon, el 5en prezidente del Estado de  Israel  i presidente de la Autoridad Nasionala de Ladino), asistieron en 

El Kantoniko de Rachel Rachel Amado Bortnick

Page 48: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 95 -

  

un  dia  entero  de  konferensias,  muzika,  sketch teatral, atelieres, i mas. Mezmo vinyeron de Turkia Karen  Gerson  i  Izzet  Bana  kon  el  grupo  Los Pasharos  Sefaradis,  i  Jojo Eskenazi  ke  prezento  el sketch umoristiko. El program  entero de  Israel  se puede ver por Internet en:  https://www.youtube.com/watch?v=rgwJFEhOU8U&feature=em‐uploademail  i https://www.youtube.com/watch?v=Q5y4sAHfBzw  

Uvo  tamben  un  maraviozo  program  en  Seattle, Estados Unidos, en la Universidad de Washington. Este  fue preparado  i realizado kon  la kolaborasion de  la  komunidad  sefaradi  i  los  profesores  Devin Naar  i  David  Bunis  ke  ensenyan  ayi  la  istoria  i literatura  sefaradi  en  ladino.  La munisipalidad  de Seattle  i  el  estado  de  Washington  publikaron Proklamasiones  ofisiales  deklarando  el  5 Desiembre, 2013, komo “Dia de Ladino i de Kultura Sefaradi.” Un kurto resume del program de Seattle lo podesh meldar en:  http://jewishstudies.washington.edu/blog/international‐ladino‐day/  

En  Espanya,  la Universidad  de Murcia  fue  la  sola universidad  Evropea  ke  se  adjunto  a  las selebrasiones  del  Dia  de  Ladino.  La  renomada 

Profesora  Paloma  Díaz  Mas,  espesialista  en  la istoria sefaradi i autora del bien konosido livro “Los Sefardíes”, dio una konferensia a los estudiantes de la  Fakulta  de  Letras.  Podesh  ver  el  video  de  su konferensia en:  http://tv.um.es/video?id=52601&idioma=es,  de  las preguntas  de  los  elevos  i  repuestas  en http://tv.um.es/video?id=52611&idioma=es   

En  mi  sivdad,  Dallas,  malorozamente  fuimos ovligados  de  anular  el  program  ke  aviamos aprontado para  el  5 Desiembre, poke  akel dia  izo una fuerte tepesta kon luvya entezada ke kuvrio de buz  los kaminos  i  la sivdad entera. Lo  izimos mas tadre, en alhad, el  12 enero, 2014, en un  salon del Southern Methodist  University.  Un  dia  antes,  se publiko  en  el Dallas Morning News,  diario  de  la sivdad, un artikolo sovre esto:  http://www.dallasnews.com/news/columnists/mercedes‐olivera/20140110‐renewed‐interest‐in‐ladino‐language‐of‐sephardic‐jews‐to‐be‐celebrated‐at‐smu.ece  

Komo  verash,  es  Dina  Eliezer  (ke  munchos  en Izmir  la  konosesh)  I  yo  ke  aprontimos  i prezentimos el program en djuntos. Turo serka dos oras, kon videos, konferensias I muzika, I onorar a 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 96 -

  

dos  sinyoras  sefaradis  en Dallas  (todas  las dos  en sus 90s, munchos  I buenos ke agan): Edith Baker, nasida en Sofia, Bulgaria, I Alegre Tevet, nasida en Drama,  Gresia.  El  Sr.  Izhak  Navon  mos  mando saludos  mezo  video,  ke  lo  mostrimos. (https://www.dropbox.com/s/k12xcn08r23lsff/Saludos%20de%20Navon%20Dallas.wmv)   

La  konsul  onoraria  de  Espanya  en  Dallas,  Janet Kafka, ke estava presente, mos avlo de  la valor ke da Espanya la istoria, kultura i lingua sefaradi. Mos vino  letra  de  felisitasion  del  konsul  de  Israel  en Houston.  Yo  di  una  kurta  konferensia  sovre  el pasado, prezente I futuro del judeoespanyol, i Dina konto  una  konsejika  de  Nasrettin  Hodja,  de  un livriko en Ladino  (letras Rashis) ke  topo en  Izmir. Una amiga, Raquel P. Gershon, kanto kantikas, I a la fin servimos baklava, burekitas, i fruta.   

Para kualo un Dia Internasional de Ladino?  

Los ke nasimos i kresimos kon el ladino ya kedimos pokos en vida,  i estamos dispersados por todas  las parte del mundo – munchos de mozotros asolados en muestras  sivdades. Aunke  en muestras  kazas  i entorno mas ya no avlamos  la  lingua de muestros padres,  nunka mo  la  olvidimos.  Esta  en muestras 

almas  i  korasones,  para  akodrarmos  de muestros padres, madres,  i  todos  los ke mos kudiavan, mos ensenyavan,  i  mos  alegravan  en  muestra  chikez. Por  esto  bushkimos  de  aunarmos  kon  otras personas komo mozotros en muestros lugares I por el  mundo  entero.  El  Internet  mos  ayudo  a komunikarmos  I konosermos. Mos aunimos en un sitio komo Ladinokomunita, de tantos paises, kada uno kon su lingua diferente, kon solo una lingua en komun: el “espanyol” (o ladino, o djudio.)   

Zelda  Ovadia,  orijinaria  de  Estambol  ke  bive  en Israel,  fue  la  ke  tuvo  la  idea  de  tener  un  dia internasional de Ladino,  i  la propozo por primera vez en Ladinokomunita en los presipios de 2013. En parte, eya eskrivio: “... Oy ke tenemos kaji en todas las  partes del mundo universidades,  institusiones, sentros  i  sirkolos  ke  son muy  aktivos  i  se  estan distingiendo en el kampo del djudeo‐espanyol  i su kultura, ….vos demando si estarash de akordo kon mi propozision de fiksar una data para UN DIA DE LADINO INTERNASIONAL […]”  

Su  idea  fue akseptada por  la Autoridad de Ladino en  Israel  en Augusto  I  la data  fue  fiksada  para  el kavo dia de Hanuka, ma asta ke supimos ke ya se fondo  una  komite  en  Israel  para  realizar  el 

Page 49: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 97 -

  

program, ya se izo Oktobre. Aun kon esto, en kurto tiempo  se  realizo  oganyo  el  Primer  Dia Internasional  de  Ladino  kon  gran  entusiasmo  i reushita en munchas partes del mundo.   

Esta selebrasion mos dio el sentimiento de unidad entre todos los ke kolaboran en favor del ladino I la kulturo  sefaradi  en  el  mundo  entero.  Mos komunikandomos de parte a parte  los detalyos de programes  ke  estavamos  preparando  para realizarlo,  kada  uno  en  muestro  lugar.  Mos enkorajimos  i mos  apoyimos  de  parte  a  parte  en Ladinokomunita,  i  mos  alegrimos  en  djuntos  de kada reushita.  

Este atmosfer de union topo su refleksion konkreta en  http://didl.com.ar/,  el  sitio  establesido  por Marcelo  i  Liliana  Benveniste  de  Buenos  Aires espesialmente para el Dia Internasional de Ladino. Marcelo  i  Liliana  son  entre  los mas  dedikados  I aktivos  miembros  de  la  komunindad  sefaradi mundial,  I  dirijen  tambien  el  maraviozo  boletin elektroniko  eSefarad  (http://esefarad.com/)  ke fondaron  5  anyos  atras.  Fue  un  regalo  grande  de muestros  amigos,  ke  enfortesio  el  aunamiento  ke mensioni.   

Para el avenir  

“El  dia  esperado  desde  hace  500  años”  eskrivio Marcelo  en  el  sitio  http://didl.com.ar/.  No  mos podieron  venser  los  ke  mos  ekspulsaron,  mos bavtizaron  por  fuersa,  o  mos  kemaron  bivos,  o yevaron a kampos de muerte en  la Shoa. Estamos sanos  I  bivos  grasias  al  Dio,  kon  muestro djudaismo,  i muestra  lingua  espanyola  enrikesida afuera de Espanya. Meresemos un dia para fiestar I dar  a  konoser  este  ekstraordinaryo  fenomeno.  La fiesta mos ayudara a yevar muestro trezoro kultural al avenir.  

Ya dimos un paso muy emportante para esto en el Primer Dia Internasional de Ladino. Asigun vimos, se  fiesto kon grande reushita en munchos  lugares, kada uno kon un program asegun sus kapasitades, sin  tener  dinguna  organizasion  sentral.  Muestra esperansa  es  ke  en  los  anyos  venideros munchas mas  komunidades  se  van  a  adjuntarsen  en  esta selebrasion  de  muestra  lingua  natal.  Espero  ke Izmir va ser una estas, I ke endjuntos fiestaremos el 2 Tevet  5774  (24 Desiembre  2014),  el  kavo dia de Hanuka i el Segundo Dia Internasional del Ladino.   

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 98 -

  

  

La Bendision  Un  dia,  en  despartirsen  de  un  enkontro,  le  disho Rav Nahman al Rav Yitzhak:   ‐ Por favor, senyor, me de su bendisyon!  Le disho el Rav Yitzhak:   ‐ Te digo un masal. A ke asemeja esto!..   A un benadam ke estava kaminando en el dizyerto, ambriyento i kanso i sekeozo. I topo un arvole ke sus frutas  dulses  i  su  solombra  buena,  i  un  kanal  de agua pasa debasho el.  Komyo  el  ombre  de  sus  frutas,  bivio  de  la  agua,  i gozo su solombra. Kuando kijo irse, disho:   ‐ Arvol, arvol! en ke ke te bendiga?  

‐ Si digo ke tengas frutas dulses?, ya las tyenes;   ‐ Ke sea tu solombra ermoza? ya es;   ‐ Ke pase un kanal de agua debaso de ti? ayi ya esta.   ‐ Ma,  sea  veluntad,  ke  todas  plantasyones  ke  se plantaran de ti, sean tal komo tu!  Tu,  tambien  (kontuneo Rav Yitzhak),  en  ke  ke  te bendiga?   ‐ En Tora i en estudyo?  ‐ desyerto lo tyenes.  ‐ Si es por rikeza ‐ ya no te manka.  ‐ Por ijos?  ijos ya tyenes.  ‐ Empero, sea veluntad, ke sean i tus desendyentes igual a ti     (en Tora, rikeza i ijos). (Taanit, kapitolo 5, 72). Traduksyon libre: Yehuda Hatsvi - Tel Aviv

  

Yehuda ke dize? Yehuda Hatsvi

Page 50: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 99 -

  

 

En el Payis de los Siegos, El ke tiene un solo Ojo

No es Siempre Rey  Keridos amigos,  Kon  este  buletin  fiestamos  el  5.  Aniversaryo  de DIYALoG.  Auguro  ke  tenga  vida  larga  muestra revista  por  ke  es  unas  de  las  ralas  revistas  ke kontiene  eskritos  en muestra  lingua. No  se  komo yamarla,  ladino  o  judeo‐espaniol  o  simplemente espaniol.  Komo  ya  eskrivi  i  mas  antes  en Ladinokomunita,  el  nombre  no  tiene  dinguna emportansa  para mi,  lo  emportante  es  ke  es  una lingua  dulse  i  presyoza  por  ke  lo  eredimos  de muestros  abuelos.  Mi  madre  me  durmiya  kon kantikas  en  esta  lingua,  mi  nona  me  kontava konsejikas  en  esta  lingua,  mozotros  avlavamos  i jugavamos kon muestras amigas en esta lingua. Por esto  kale  ke  luçamos  para  arebivir  esta  lingua  el karar  ke  puedemos.  Kale  ke  eskrivamos  lo  ke 

savemos,  kale  ke  kontemos  lo  ke  bivimos,  ansina puedemos  deshar  una  erensya  a  muestros  ijos  i inyetos.   (Komo  dize  muestro  kerido  amigo  Edmond Cohen), Esto dicho, vos kero kontar una  istoryika ke  tiene  una  leson  a  la  fin.  La  konsejika me  fue kontada  por  un  amigo muestro  ke  es  doktor  de ojos.  Aviya  de  ser,  un  buen  de  naser.  La  ija  kazada,  el padre  sin  naser…  ke  deviya  de  ser?  En  un  kazal aviya  un  ombre  ke  teniya  un  ojo  siego. Viya  solo kon  un  ojo.  Un  diya  de  los  diyas,  se  enfasyo  de estar enfirmo en su kazal  i desido de azer el torno de  la sivdad. El a korrer, el pato a korrer, ayego a un  kazaliko  chiko.  Ma  aviya  una  koza  muy estranya…  Este  kazal  no  paresiya  a  los  otros kazales.  Las  kalejas,  las  kazas,  las  botikas,  todo estava  fraguado diferente. En observando por  aki, por  aya,  remarko  ke  los  moradores  de  este kazaliko, los ke biviyan aya, eran todos siegos.   Pişin le vino una idea, se penso i se dişo de si para si… si estos todos son siegos, yo ke tengo al menos un ojo, puedo ser el şefe de este kazal, komo dize el 

D’aki – D’aya Eliz Gatenyo

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 100 -

  

proverbo: “En el payis de  los siegos, el ke tiene un  solo  ojo,  es  rey”  En  avlando  kon  eyos  se rendyo  kuento,  ke  estos  tienen  un  muy  fuerte sentido del oido, del goler.  

Un diya muestro sinyor, vido ke un siego se estava arovando el bien de un otro siego. Siguro, dinguno mas ke este ombre no  lo vido. El ombre ampeso a gritar…  Ay  ladron,  fulano  se  arovo  el  bien  de sistrano.  

Komo puede ser? de ande lo supites? ampesaron a demandarle los del kazal. El, ampeso a kontarles ke el  ve  todo, mizmo  de  leshos  puede  ver  lo  ke  se pasa. Ma en dinguna manera no estava puediendo darles a entender lo ke era “ver”. La jente del kazal les estava demandando.. Kontamos, dizemos, kualo es  ver?  Mozotros  mos  dirijamos  kon  el  bruido. Todo lo ke azemos, lo entendemos de los bruidos i del guezmo, mizmo si es un chiko bruido i mizmo si esta muy leshos.   

“Bueno” disho el ombre ke teniya un ojo, andavos a este tepe ke se topa a la fin de el kazal… i azé jestos, i yo de aki vos va dizir lo ke veyo. Ansina dicho, se fueron  al  tepe,  se  asentaron  en  los  bankos,  el ombre  les disho, “estash asentados en  los bankos”. 

Despues  ampesaron  a  komer,  el  ombre  les  disho “estash komiendo agora”. El savio de la sivdad ke se topava al  lado del ombre,  le disho  “Eee esto no es marifet grande, esto ya te lo puedo dizir i yo, por ke ya  esto oyendo  el bruido de  las kucharas  i de  los chinis”. “Agora dizemos lo ke azen veremos” disho el savio… i todos los del tepe, entraron aryentro de una kuliba ke se topava aya. Kontinuaron a komer. El  ombre  ke  teniya  un  solo  ojo,  no  estava puedyendo  ver  lo  ke  estavan  aziendo  por  ke estavan  aryentro de  la  kuliba. Aviya pared. Komo puedemos  ver  lo  ke  se  pasa  detras  de  una  pared. Ma  la  jente del kazal estavan puediendo entender ke  estan  kontinuando  a  komer,  por  ke  puediyan oyir  el  mas  chiko  bruido  de  leshos,  ke  muestro ombre no puediya oyir. Su senso de oido no era tan developado, komo los de totalmente siegos.   

Alora disho el savio: Tu sos mintiroso… mos kijites enganyar ke ves todo, ma mos avlates mintiras. No puede  aver  una  koza  semejante,  tu  tendras  algun problema. Te vamosa egzaminar. Pishin yamaron al doktor del kazal ke i el era totalmente siego, komo los otros, para ke lo egzamine i para ke mire, komo de persona es este ombre, ke mos dize ke entiende todo sin oyir de muy leshos komo mozotros. Komo sera posivle una koza semejante?. Vino el doktor  i 

Page 51: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 101 -

  

ampeso  a  egzaminarlo.  Ampeso  a  palparlo  el puerpo  entero  i  vino  sira  a  egzaminarle  los  ojos. Palpo el un ojo i sentio ke estava serrado, dunke no estava viendo de este ojo. En lo ke palpo el otro ojo, sentio  ke  el  ojo  estava  avierto…  i  disho  “Na!  Aki tiene  este  ombre  este  problema,  ke  no  esta puedyendo oyir de muy leshos komo mozotros. La çare  es  de  siegarle  i  este  ojo,  para  ke  seya  komo mozotros  i ke pueda oyir  i goler komo mozotros.” Esto  ke  oyo  el  ombre,  tomo  la  buelta  i  ampeso  a fuyirse del kazal a pie deskalso, en koryendo, para salvarse de los siegos.   Esta konsejika se eskapa aki. Ma mos kere dar una leson,  komo  ya  vos  dishe  al  empesijo  de  mi mensaje. Los ke no ven, no poeden entender a  los ke  ven.  Les  parese  bavajadas.  I  en  keryendo endereçarlos,  les  kitan  los  ojos  para asemejarlos a eyos mizmos.  (Esta  leson,  en  dizyendo  “los  ke  no  ven”  no  kere dizir “los siegos” verdadmente. Kere dizirmos los ke son inyorentes i los ke mankan de rikeza de alma.)    Karinyozamente!..  

    El artikulo siguiente vengo de tradusirlo del Daily Telegraph.

La muerte de Ariel Sharon attiro bastante atension a traves el mundo komo uno ke era bien amado por los Judios i aborresido por los Arabos. Era una figura muy kontroversiala i uno ke preferaba mas la aksion ke las palabras.Por esta razon lo yamaban"The Bulldozer". Sus kolegas lo yamaban"ARIK"

En medio de su karriera komo Primer Ministro de Israel tuvo un golpe ke lo metio en un estado de "comatose" durante 8 anios. Por finir le daron todos honores en sus funerales delantre el Knesset i lo enterraron en su Rancho en el Negev al lado de su segunda mujer. Se fueron ayi representantes de 22 paises exsepto los dirijentes del Mundo Arabo. Munchos Israelianos disheron ke un hombre komo Ariel Sharon ke devuo toda su vida al estado no viene kada dia. Lo kompararon mismo al Rey David. Saludes a todos.  

Sharon En El Centro Del Konflikto

Era un hombre korpolente kon su kuerpo detras de una pared de hombres de seguridad, kuando entro a  un  lugar  santo  de  Jerusalem  reklamando  un monumento  kontestado  desde  el  empesijo  del konflikto Arabo‐Israeliano. Lo ke vino despues  fue una revuelta metiendo fin a las diskussiones de paz. 5 anios despues, Sharon ke viene de morir a la edad 

Shimon Kapitan d’Estambol Shimon Geron

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 102 -

  

de  85  anios,  entro  en  una  kontroversia  komo  un "bulldozer"  kon  sus  planos  de  retirar  a  Israel  de Gaza i deslokalizar a 8500 kolonizadores malgrado las  amenazas  ke  resibio  kontra  su  vida  por  los extremistos Judios.  Su retiro i la barriera ke konstruio entre Israel i los territorios  okupados  trokaron  kompletamente  la kara del konflikto i marko su ultimo akto ke dio la forma a Israel komo kualkier leader. Sharon era un fermero tornado soldado, soldado tornado politiko, politiko tornado hombre de estado, uno lavorando duro ke kreyo kolonias en tierras ganadas en guerra i no tuvo espanto de echar todo al aire, al pensar ke estas tierras no eran mas util.  Sharon  despues  de  un  golpe  se  topo  comatose durante 8 anios i por tanto fue honorado komo uno kon  los  mismos  sentimientos  kuando  estaba  en vida.  Lo  yamaron  un  heroe  i  sus  enemigos  un kriminel. "Tawfik Tirawi" disho ke el kieria effazar al Pueblo Palestiniano. El hombre ke Israel konosio komo ARIK se habia harvado en todas  las guerras. Detestaba a Yasser Arafat, su adversario por la vida. Lo veia komo un obstakulo a  la paz. Asi Ariel era detestado por el Mundo Arabo. 

Sharon tuvo una vida de sorpresas sobretodo al ser elejido  komo Primer Ministro  en  su  viejez. En  su primera ronda destruio  la Infitada  i en su segunda ronda  se  retiro  de  Gaza.  Este  retiro,  libero  a  1.3 Milliones  de  Palestinianos.  El  kijo  separar  la Palestina de Israel. Vido ke mas kriaturas nasian en la parte Araba. Abandono Gaza kon sus 21 kolonias Judias. 4 de mas en Samaria  i  Judea. Se hasia esto por  la primera vez desde  1967. Konstruio muros a traves  los  dos  lados  kon  trenchas  para  separar Israel de  los  territorios  okupados. Desho del  lado de  Israel  las  kolonias  mas  pobladas.  Munchos tenian el sospecho ke sin kontar en las diskussiones, se  ivan  a  kedarsen  ayi  por  siempre,  en  lugares importantes  del  punto  de  vista  de  defensa  i  de signifikasion religiosa.  Nasido de parientes de inmigrantes de la Russia en 1928 en"Kfar Malal" al norte de Tel‐Aviv  ,entro en la  armada  kon  gente  ke  eran  sobrevivientes  del Holokosto. Se harvaron en la guerra de 1948 ke era la  Guerra  de  Independensia.  En  1967  komo kommandante  fue  alavado  por  sus  kapasidades. Israel kapturo el Sinaii, el Golan, Samaria  i  Judea. Ma su mas grande viktoria fue en 1973 en la Guerra de  Yom  Kippur.  Saliendo  de  su  retiro  a  45  anios 

Page 52: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 103 -

  

kommando 27.000 Israelianos a traves el Canal De Suez, trokando el resultado de la guerra.  En  1982  fue Ministro De Defensa  i  se okupo de  la invasion  del  Libano.  Era  un  attako  limitado  para echar  afuera  a  los  guerreros  Palestinianos  de  la frontiera  al  Norte  de  Israel.  El  konflikto  se engrandesio i Israel se kedo en Libano por 18 anios. Entrando  a  Beirut  los militares  Israelianos  fueron akusados de deshar entrar a la Militia Christiana al Campo  de  Refugiados  Palestinianos  "Sabra  I Shatila".  La  idea  era  de  echar  afuera  de  ayi  a  los terroristos.  Ma  los  Militias  mataron  a  sienes  de Palestinianos  i  entre  eyos mujeres  i kriaturas. Por finir una Kommission topo al Ministro de Defensa Ariel  Sharon  responsable.  Lo  echaron  afuera  de este puesto.  Sharon el mismo se rehabilito poko a poko i servio en  el  Parlamento  komo  Ministro  de  Asuntos Extranjeros. El disho una vez a los kolonizadores de tomar  lo mas de tierras.Subito hubo un revolte de la parte de los Palestinianos i esto reklamo las vidas de  3000  Arabos  i  1000  Israelianos.  Esta  lucha kontinuo en 2001 i kon esto las diskussiones de paz se  terminaron.  Los  Israelianos  echaron  la  kulpa  a 

Yasser  Arafat  i  por  finir  Ariel  Sharon  fue  elejido Primer Ministro.  En  2003  Sharon  presento  el  plano  de  un  Retiro Unilateral  en Gaza.  El  penso  ke  era  un  territorio menos  importante a  la  seguridad de  Israel  i ke  se puedia  haser  sin  ningun  akuerdo  kon  los Palestinianos.  Kisas  esto  fue  un  error  kuando  2 anios mas  tarde Hamas se apodero de este  lugar  i lanzo  sus missiles hasia  Israel unos kuantos anios despues.  El  retiro  en  lugar  de  traier  una trankuilidad  en  separando  Israel  de  Gaza,hizo  el kontrario.Por  tanto  Ariel  Sharon  entro  en  poder kon  su  promesa  de  paz.  Ke  iva  haser  despues ninguno lo sabe komo su mandato se termino kon un golpe ke tuvo en 2006. Kisas su idea era de una manera  o  otra  eliminar  el  peligro  a  Israel  en separando a los 2 lados. No tener en sus manos una poblasion Araba mas alta ke la Judia. Sharon perdio  a  su mujer  2  vezes. Se kaso kon  la hermana de  su primera mujer ke  se habia morido en un aksidente de automobil.Tuvo 2 hijos.GILAD i OMRI.     

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 104 -

  

 

La Lengua Hebrea (ivrit) y la adptación del inmigrante

 Mi  nombre  es  Susy  Gruss  y  además  de  mis investigaciones sobre  la  literatura moderna escrita en ladino, trabajo como profesora de hebreo en un ulpán para olim hadashim.  

Un ulpán es una escuela para el estudio  intensivo del hebreo. La raíz hebrea de  la palabra es  la  letra alef,  primera  letra  del  alfabeto.  Los  estudios  de radio,  de  televisión  y  de  grbación  se  denominan también ulpan radio, televizia.  

La  función  del  ulpán  es  la  de  enseñar  a  los inmigrantes  adultos,  olim  hadashim,  el  idioma hebreo.  Los  cinco  meses  de  estudio  incluyen  la enseñanza de historia, cultura y geografía de Israel. El  principal  objetivo  del  ulpán  es  ayudar  a  los nuevos  ciudadanos  a  integrarse  lo  más  rápido  y fácilmente  posible  a  la  vida  social,  cultural  y económica del país. 

Reconociendo  su  aproximación  inovadora  a  la enseñanza  del  idioma  desde  una  perspectiva cultural, el sistema del ulpán ha sido adoptado por otros  países  en  un  intento  de  revivir  sus  propios lenguajes, tanto aquellos que se están perdiendo o incluso  lenguas muertas. Entre otros países Gales, Cataluña,  Azerbaijan  y Nueva  Zelandia  diseñaron sus sistemas de enseñanza del  idioma siguiendo el modelo del ulpán.  Incluso Gales retuvo el nombre de ulpán para uno de sus cursos para principiantes, bajo la forma gala de Wlpan.   

Desde el punto de vista histórico Israel fue siempre un  país  multilingüísta  si  bien  la  ideología  de renacimiento  nacional  censuró  el  uso  de  otras lenguas  étnico‐nacionales  y  despreció  la  segunda lengua oficial – el árabe.  

A  finales del milenio cerca de 600,000 ciudadanos hablaban  ruso y 50,000 etíopes el amhárico  como lengua  materna.  Curiosamente  el  español,  en  su variante dialectal conocida como "ladino", se habla en  Israel desde hace más de  400  año,  siendo que los  expulsados  de  España  llegaron  a  Zafed, Tiberíades  y  Jerusalén.  El  número  de ladinoparlantes es difuso, no sólo por el nivel en el dominio  de  la  lengua  sino,  porque  parte  de  la 

Susy Gruss Ramat-Gan / Israel

Page 53: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 105 -

  

población  de  habla  "ladina"  otras  lenguas  como segundo  idioma  materno  (el  griego,  el  turco,  el búlgaro) y en muchas estadísticas se les contabiliza como  hablantes  de  esas  lenguas  y  no  del judeoespañol.   

Los  esfuerzos  realizados  por  los  pioneros  de  la primera ola  inmigratoria, alyiá rishoná (1882‐1904) emblemáticamente  representados  por  Eliezer  ben Yehuda y sus  fieles seguidores que, motivados por las ideas de renovación nacional y por el rechazo al estilo de vida de la diáspora, impusieron el hebreo como medio  de  comunicación  habitual  entre  los judíos.  Para  tal  fin  se  fundaron  academias  para docentes,  escuelas  y  cursos  para  adultos  en  las grandes  ciudades  y  en  las  nuevas  colonias.  Cabe destacar que el objetivo de esta acción educativa no apuntaba  a  la  integración  del  inmigrante  sino  al puro renacimiento nacional de la lengua hebrea.  

La  segunda  ola  inmigratoria  (1904‐1914)  se caracterizó  por  su  temple  humanista  y  socialista; los  jóvenes  idealistas  afrontaron  una  doble contienda  nacional:  "la  conquista  del  trabajo hebreo"  en  el  plano  laboral  y  "la  conquista  de  la lengua".  El  incipiente  "movimiento  obrero" organizó  cursos  de  hebreo  para  el  proletariado 

judío,  fundó  bibliotecas  y  fomentó  actividades culturales en hebreo. La clase obrera y los docentes (La  unión  docente,  Histadrut  hamorim,  fue fundada  en  1903)  colaboraron  eficazmente  ante  la llamada "Guerra de  lenguas" (1913‐1914) que estalló a  consecuencia  de  la  fundación  del  Technion  en Haifa y  la discordia sobre  lengua de enseñanza de la institución: hebreo o alemán.  

La  Declaración  Balfour  (1917),  que  manifiesta formalmente  la  creación  de  un  "Hogar  nacional judío  en  el  Mandato  Británico",  vislumbró  la posibilidad de una  inmigración masiva hecho que promovió la propagación de la lengua. Durante los años de dominio británico, si bien el idioma oficial fue  el  inglés,  las  comunidades  judía  y  árabe gozaron de una autonomía lingúística relativa.  

Entre  los  años  1919‐1936  se  suscedieron  una  tras otra  la  tercera,  cuarta  y  quinta  corrientes inmigratorias.  Para  afrontar  el  aluvión  de  nuevos inmigrantes  fue  fundada  la  "Comisión  de  cultura del movimiento  obrero"  que  tomó  a  su  cargo  las funciones  administrativas  y  programáticas  de  la educación  del  adulto;  otros  entes  públicos, municipales y políticos asumieron también amplias responsabilidades  al  respecto.  La  carencia  de 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 106 -

  

presupuesto  y  de  docentes  especializados  era notoria. En  1919 se  impartieron durante  18 días 68 clases  de  capacitación  docente.  En  1924  fue publicado  el  primer  compendio  de  lecturas  y ejercicios  para  el  aprendizaje  del  hebreo  "Mesilá" confeccionado por Shmuel Avineri y Eliezer Shaiyn. En el primer congreso de docentes vespertinos, que tuvo lugar en Tel Aviv en 1925, se plantearon temas pedagógicos y de planificación educativa.   A  raíz  de  los  cambios  de  regímenes  políticos  en europa  arribaron  al  país  entre  los  años  1932‐1945 más de 250.000 refugiados en su mayoría oriundos de Alemania, europa central y oriental. La presión pública  sobre  ellos  fue  muy  fuerte  causando  un abandono casi total del uso del alemán, el polaco y el  ydish. Algunos  sectores  siguieron manteniendo las  lenguas  diaspóricas  para  el  uso  doméstico  y familiar.  La  consecuencia  directa  para  la  segunda generación fue el de un analfabetismo en su lengua materna  con  consecuencias  socioculturales negativas.  En  otros  sectores más  radicales,  como los  establecimientos  agrícolas  comunitarios (kibutzim,  moshavim),  la  segunda  generación  no tuvo siquiera una recepción pasiva de otra lengua y crecieron en una realidad monolingüística.  

El tratamiento recibido por el pueblo judío durante la  Segunda  Guerra  Mundial  convirtió  la  opción sionista  en  la  única  alternativa  razonable  para  el futuro de la existencia del pueblo como colectivo.   La inmigración masiva: lengua e integración  

El volumen de inmigrantes que Israel recibió entre 1948‐1954  triplicó  la  población  local  que  contaba antes  del  establecimiento  del  Estado  con  una población  judía  de  600.000  almas.  Esta  realidad generó  una  reorganización  de  las  estructuras laborales,  económicas  y  sociales  del  incipiente estado.  Si  bien  todos  se  reconocían  a  si mismos como judíos, su lenguaje y cultura se caracterizaba por la heterogeneidad: judíos de europa occidental y oriental, sobrevivientes del Holocausto, judíos de los países musulmanes del norte de África y Asia y las distantes comunidades de Yemen convergieron en  un  territorio  acosado  por  la  guerra  de independencia.  Fue  necesaria  una  política lingüística  rápida  capaz  de  responder  al  desafío nacional  y  minimizar  conflictos  en  el  plano lingüístico‐comunicativo. El paso por un ulpán y el aprendizaje  del  hebreo  serviría  como  un  lazo  de unión  y  de  ayuda  para  desarrollar  una  identidad común y un sentido de pertenencia con el estado. 

Page 54: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 107 -

  

Si bien  los objetivos estaban claros, no siempre se tuvieron en  cuenta  las diferencias  socio‐culturales entre los inmigrantes, los índices de analfabetismo y las situaciones de multilingüismo derivadas de la inmigración.  

He  aquí  un  ejemplo  sobre  las  rivalidades lingüísticas entre  inmigrantes de origen azquenasí y  sefardí,  escritas  en  1950  por  Itzhak  Ben  Rubí (Grecia  1903‐  Israel  1977),  en  su  libro  Causerías humorísticas de Chimón Chimón:  

Un compañero del Beth Olim [centro de absorcion de  inmigrantes],  se  asserco  ayer de mi  y no  se  lo que me dicho:  

‐ Ma  ze?  Le  demandi,  ze  ivrit?  [que  es  esto? Hebreo?]  

‐ Lo,  me  respondio,  ani  lo  iodea  ivrit.  [yo  no  se hebreo]  

‐ Tov, me dicho  el, ata  lo  iodea  ydisch? Germanit? Polanit? Russit? Ungarit? Eh!!! Eze  safa ata  iodea? (que lingua saves)  

La  verdad  que  me  averguensi  mucho  de  mi iniorensa  y  no  respondi  nada  [..]  Ma  en  este momento me  vino una  idea  como  aqueyas que  le vienen, en veses, a vuestro amigo Chimon Chimon: 

 ‐ Bo ena, Habibi,  le diche: ata  iodea tsarfatit? [ven aqui, tu sabes frances]  

‐ Lo, me respondio el.  

‐ Bulgarit?  Yevanit?  Turquit?  Italkit?  Sepharadit? Eh!!! Eze safa ata iodea? [que idoma dominas?]  Y na que mi  savio  companiero  se quedo cayado y abatido como una gaïna mojada!  La  integración  del  inmigrante,  en  el  sentido moderno de la palabra, oscila entre la asimilación y el  multiculturalismo;  en  los  años  cincuenta  la integración del  inmigrante en  Israel  fue entendida bajo  el  concepto  de  asimilación:  el  nuevo inmigrante, olé hadash, debía renunciar a su lengua y a su cultura para ser admitido por los sabras, los nativos y  los  inmigrantes veteranos ya  integrados. La renuncia a  la  lengua materna, en el caso de  los sefardíes,  el  abandono  del  ladino,  vulneró  el esquema de valores del colectivo y la consecuencia directa  es  hoy  una  segunda  y  una  tercera generación en Israel que desconoce por completa la lengua de sus antepasados: el ladino.     

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 108 -

  

    

Fernando de Rojas i su ovra: La Celestina

 

Eskrivano  espanyol,  famozo  por  su  ovra,  La Celestina, Fernando de Rojas era el desendiente de una  famiya  de  djudyos  konversos,  ke  fue persekutada  por  la  Inkizision.  Graduado  de derecho  en  Salamanca,  empeso  a  pratikar  komo avokato en Talavera, ande yego a ser su mayor.   Se kreye ke eskrivyo solamente un livro, ma de una importansa  fundementala  en  la  istoria  de  la literatura: La Celestina. Su primera edision ke  fue publikada  anonimamente  en  1499,  en  Burgos, basho  el  titolo:  Comedia  de  Calisto  y  Melibea, inkluiva  solo  su  primer  akto.  Se  estima  ke  entre 1499  i  1634  fueron  publikadas  en  kastelyano,  109 edisiones,  no  solo  en  Espanya,  ma  i  en  otros payizes evropeos, ande fueron tambien tesladadas a diversas linguas.   En  la  letra  a  su  amigo,  ke presedio  la  edision del anyo  1500  en  Toledo,  Rojas  eskrive  ke  kuando enkontro el primer akto de  la ovra, se gusto  tanto ke  se  desidio  de  kompletarla.  Esta  notisia  fue konfirmada por  la mayoria de  los espesialistos. Se pensa ke la primera edision ke okupava serka de la sinkenia  parte del  livro  averia  pudido  ser  redijida por  un  otor,  sin  ke  su  identidad  es  konosida, 

Gad Nassi Israel

Fernando de Rojas 1470 – 1541 

Page 55: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 109 -

  

portanto  Rojas  nota  en  su  letra  los  nombres  de Juan de Mena i de Rodrigo Cota komo sus posibles otores.   

Aun  su  forma  de  dialogo,  La  Celestina  no  es estriktamente  una  ovra  teatrala.  Ma  su  jenro konserva sin duvdo los prinsipales parametros de la komedia umanista, kreada en Italia en el siglo XIV por  Petrarca,  ke  Rojas  konosia  muy  bien.  La evolusion  avahar  de  un  simple  argumento,  la ondura  de  la  psikolojia  de  los  personajes,  sin atadijo  kon  sus  estado  sosial,  el  realizmo  i  la 

variedad  stilistika  son  los  karakterisikos  de  la komedia  umana,  ke  pueden  ser  klaramente rekonosidas en La Celestina. Se trata, en definitiva de ovras dialogadas de karakter dramatiko, ma non destinadas a la reprezentasion, sino ke a la lektura a  boz  alta  delantre  de  un  oditorio  –  asigun  ke, Rojas mizmo lo afirma en su prologo.  La  Celestina  es  una  estorya  trajika  de  amor,  en lakuala  son  mesklados  los  enganyos  de  los proksenetos,  de  los  servidores  desonestos  i alavadores.   

Ansi se derula la ovra: el  joven  Calisto  entra a  una  guerta  para rekuperar  su  falkon  i renkontra  a  Melibea. Es  ebluido  por  su belleza  i  le deklara  su amor,  ma  Melibea  lo refuza.  Calisto  abolta a  su  kaza  i  se abandona  a  la melankolia,  i manifesta  su  pasion: 

Melibea kon Celestina

En la syedra: una de las primeras edisiones de La Celestina. En el derecho: una de las kontemporanas edisiones de La 

Celestina 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 110 -

  

"Melibea es i a Melibea la adoro i en Melibea kreyo i a Melibea amo".   Segiendo  el  konsejo  de  su  servidor  Semprano, Calisto, para gozarse de  las  favores de Melibea, se konvense de uzar  los  servisios de  una  prokseneta vieja,  ke  se  yama  Celestina;  Pármeno,    su  otro servidor, lo previene sovre la malisia de Celestina i adjusta ke  la reputasion de Celestina es tan negra, ke  sola  su  prezensia  es un  dezonor  para  su  kaza. Ma, Calisto inyora su konsejo, resive a Celestina en su kaza, ke le promete de enkontrarse kon Melibea. Es  siguro  ke  Celestina  resivera  moneda  i  otras favores  en  kambio  de  sus  servisios,  lo  ke  la  aze akseptar de partir akompanyada de Sempronio ansi ke  de  Pármeno,  ke  entretiempo  parviene  de konvensarlo.  Kon  un  preteksto  deskriviendo  sus  aktividades, Celestina  reushe  a  entrar  a  la  kaza  de Melibea  i logra  de  avlarla  en  privado.  Kuando  Melibea entyende  las  intensiones de  la  vieja, manifesta  su fiertad de mujer endenyandose del duvdo enverso su onestedad. Entonses, Celestina pretende ke vino para emprestar su amuleto para kurar a Calisto, ke sufre de una terible dolor de muela. Melibea  le da 

el amuleto i le roga de volver para dar una orasion a  su  protejido;  surmontando  su  fiertad  ke  avia provokado su refuzo, Celibea es tambien kapturada por la pasion.   Celestina  informa Calisto de  los  rezultados de  sus avansos,  Calisto  alegrado,  le  da  muevos  regalos. Durante  la segunda vijita de Celestina, Melibea no es maz kapache de guadrar  su amor por Calisto,  i konfesa ke esta pronta a enkontrarse una noche en su  guerta  kon  Calisto.    C  elestina  resive  la  finala parte de su salario: una kadena de oro.   

Pármeno  i  Sempronio vijitan  a  Celestina  para egzijar  sus  parte  de  la ganansia,  asigun  ke  se avian kedado de akordo. Ma,  Celestina  syegada por  la  kupididad,  se niega.  Los  sevidores  la matan i, son kapturados por  la  djustisia  i dekapitados.  

Aun  el  eskandalo  i  el dezonor  publiko, Calisto  se enkontra  kon Melibea.  Estando  kon  eya,  oye  los 

La matansina de Celestina 

Page 56: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 111 -

  

gritos de  su  servidor Sosia, ke  se pelea en  la kaye kon  rufianos.  Salta  de  la  pared  de  la  guerta  para ayudarle, kaye i es matado.   Supiendo  la muerte de Calisto, Melibea se enserra en  una  torre,  ande  konfesa  a  su  padre,  Plenerio, todo  lo  ke  avia  pasado.  Melibea  se  suisida  en echandose de la torre.   La ovra  se  termina kon  el  impresionante  lamento de Preberio: una  imprekasion kontra  los males del mundo i el poder destruktor de las pasiones.  La  desepsion  i  la  rankor  provokadas  por  la konversion  forsada karakterizan el estado de alma de los djudyos espanyoles de los siglos XV i XVI. La derizion i el sarkazmo verso la sosiedad ke paresen en  las kreasiones de  los konversos en esta perioda son  probablamente  el  produkto  de  la  detresa  i  la revolta de estos konversos. En efekto, Rojas en  su ovra  trasa  un  portreto  amargo  de  la  sosiedad  ke, kon  sus  normas  i  el  komporto  de  su  djente, konstitue un paradokso de  la aspirasion a  ser una sosiedad  kristiana.  Los  personajes  ajisan  kon egoizmo, por sus proprio  intereso, syegados por  la 

pasion,  la  luksuria,  la  kupididad,  la  lavisidad  i  el aiso, i persigen la moneda o el plazer.   Otras  interpretasiones ke  sovresalen el aksente de la  kondision  de  konverso  de  Rojas,  koinsiden  en Celestina a  la depiksion de una  sosiedad en kriza: una  sosiedad  ke  perdio  las  valores  del  antiguo sistemo feodal – el onor i la dinyitad de la noblesa, ansi  ke  la  moralitad  i  los  vertudos  de  la  vida kristiana.  Los  jovenes  amantes  trespizan  sus dinyitad,  los  servidores  persigen  sus  proprio interes,  el mundo delinkuante de Celestina  sierve el  plazer  immediate  i  inyora  tambien  toda moralitad.   De  estas  perspektivas,  La  Celestina  refleta  una epoka  en  degradasion,  afektada  de  una  kriza morala, i en un proseso de desagregasion.       Fuente: forojudio.com 

     

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 112 -

  

 

Bever Alzete de Pishkado  Nose  si  tuvitesh  la  okazion  de  bever  Azete  de Pishkado.   El  tiempo  de  la  sigunda  gerra  general  no  se enkuantrava  mounchas  kozas  para  komer. Demanera  ke  las  kriyaturas  estavan  flakas  de  no topar las propias alimantasiones.  Grasias  ke  egzistiya  emportasion  de  Azete  de Pishkado,  kada  famiya  davan  a  bever  a  sous kriaturas esta azete ke era mouy terrible a beverse.  Me  akodro  en  mi  kaza  siempre  teniyamos bokalikos  (bottles)  color  blu  ke  viniya  con  esta azete. Kuando mi padre trayiya esta azete, para mi i para  mis  ermanos  era  distruision  de  el  moundo para beverse. Era  fuir de kamareta a kamareta. Mi madre echava yave en la puerta de  la kaye para ke no eskapemos para la kaye.   

Finalmente  la preparasion  de bever  esta  azete ke  paresia  una purga,  era preparar  tejadas ne  naranjas (Portokal  en Turko)  i  serrar los  ojos  avrir  la boka  en deteniendo  las tejadas  de naranjas  en  la mano  serka de  la 

boka, apenas mi madre mos metiya  la kuchara de azete  en  la  boka,  immediatamente metiyamos  el sumo  de  naranja  para  pasifiar  la  savor  de  esta purga.  Miz  ermanas  miravan  de  un  bodre  de  la kamareta por ver mi reaksion, porke en sigyente les iva  vinir  a  las  kavesas  de  eyas  la mizma  estorya. Esto se beviya para engodrar i para ke de fuersas.  Kada vez ke me akodro de esta azete, mi alguenga me se estremese.  

Albert Contente mos Konta New York / USA

Page 57: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 113 -

  

 Estamos entrando a un muevo anyo. Kualo se puede suetar, mas ke sanedad, paz i repozo para toda la umanidad. Sueto ke el 2014 seya anyada de esperansa, optimismo, de buena umor, i felisidad. Si estash de akordo, alora, venid i…

Mos Alegraremos un Poko  En  eskarvando  mis  dokumentos  vyejos  ke  yamo “mis  trezoros”,  deskuvri  un  artikolo,  ke  yo  aviya eskrito  para  un  konkorso  organizado  por  una revista Franseza, antes 15‐20 anyos. La tema era:                                           “GAİTE  EST  SANTE”  (Alegriya  es  sanedad).  Lo meldi  el  teksto  i  me  plazyo  de  konstatar  ke  mi manera  de  pensar,  mi  vizyon  sovre  la  vida  i  mi optimismo, no trokaron entervalo de tantos anyos. i,  tambyen,  mi  pasensya,  porke  es  un  teksto bastante largo. Penso azer un ancho rezume.   En Fransez, ay doz byervos, 1)‐Gaite i 2)‐Joie, ke en aparensya,  tyenen mezma  sinyifikasyon. Portanto, 

ay  una  nuans  entre  eyos.  El  primer  eksprima  un estado  kontinual,  el  karakter,  la  natura  de  la persona, naturalmente opozada a la melankolia. El sigundo  byervo  indika  un  sentimyento,  una emosyon  kavzados  por  un  evenimiento.  Es  una demostrasyon de kontentes ke puede ser pasajera o turavle  un  syerto  tyempo.  Espero  ke  lo  reushi  a eksplikar…  En  Judeo‐Espanyol,  yo  konosko  solo  “Alegriya”  i naturalmente  sus  diversas  versyones.  Entonses, vamos  emplear  este  byervo  komo  karakter,  en dando  por  empesar,  una  definisyon:  “Es  una dispozisyon  oroza  de  la  alma  i  del meoyo,  ke  se manifesta kon una umor agradavle, una fizyonomia sonriente. Es  tambyen, una kualidad, un  sinyo de sanedad moral i fizika, es un dono…  Un dono, ke en realidad, lo puedemos tener todos. Ansi ke lo digo syempre, todo dono deve kultivarse. Komo? Por  empesar devemos  admeter ke no  solo las  trandafilas  tyenen  punchones,  ma  ke             tambyen  i  los  punchones  tyenen  trandafilas.  Esto es  el  optimismo  ke  kamina  braso  kon  braso, djuntos kon la alegriya…  

Coya Delevi - I İstanbul

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 114 -

  

Los doktores afirman : “El moral bueno es la mitad de la terapia”. İ KUALO ES ESTO?… Si no la buena umor,  su  relasyon  entre  el  “  Sistema  nervozo”,  el organismo i el mental?  Las ansyas azen el efeto de un  martiyo,  chapteando  chikas  dadas  sovre  el meoyo. Se deve bushkar  remedyos de aleshar este stress,  ke  kavza  danyos.  El  karakter  se  agrea, myentres  ke  la  alegriya,  el  optimismo  ermozea  la persona.  Vemos  en  vezes,  damas  de  una  syerta edad, ke  tyenen un  sukseso, ke  inspiran  simpatia. Tyenen  una  luz  interyora  ke  ilumina  sus fizyonomias.  Aki, vos va konfiar una formula: de vez en kuando, mira de  somreir  en pensando o  rememorando un rekuerdo  dulse,  alegre,  i  otras  kozas  ermozas. Alora, la djente vos diran ansi: “Oy estas briyando, ke  prodokto  empleas?  Myentres  ke  otras,  kon tyempo, estan tomando un ayre “aedado”, tu komo estas azyendo para kedar  MANSEVA?!!” Puede ser ke  egzajeri  un  poko,  ma  kreevos,  yo,  unas,  doz vezes oyi estas palavras, (sin kerer alavarme!), ma, era antes munchos anyos!! El sekreto? Munchos….  Para no ser triste, antes de todo devesh ayudarvos de vozos para vozos. El pesimisto pyedre  la gana  i 

la  fuersa  de  gerrear,  de  luchar  para  venser  o minimizar las razones de pesimizmo.   Ay diyas ke mos alevantamos del pye syedro… Todo va  tuguerto. No  tenemos  gana  ni  de  sonreir.  Los profesyonales,  dan  este  konsejo:  “Ensima  de  una karta  jeografika  echad  un  ojo  sovre  los  paises teniendo  una  suerta  inferiora  a  la  vuestra.  Por egzempyo:  el  klima,  gerras,  ambyertura  ets… Vuestros problemas kedan bavajadas …”   La  alegriya,  la  vera,  es  un  dono  de  los  sielos.  Es tambien una kualidad ke  se gana kon un poko de buena  veluntad,  sin  olvidar  ke  es  tambyen “SANEDAD”.   Mis sinseros suetos de paz i repozo para el mundo entero en 2014.                                                                                                

Page 58: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 115 -

  

 

A la okazyon del Diya Enternasyonal del LADİNO

 

Judeo-Espanyol: Lingua del Egzilo

 Si  oy  en  diya  estamos  kontinuando  a  eskrivir,  a meldar i mizmo, si es tan poko a avlar esta lingua, es a muestras madres ke  lo devemos. A La Madre Djudia. En  el korso de muestra  İstorya,  es  eya ke djugo el  rolo  importante en  la konservasyon de  la lingua de muestros  ansetros,  ansi ke  el Ptrimonio Kultural de muestras Valores Tradisyonalas.     El  Judeo‐Espanyol  o  el  Ladino,  es  la  lingua  de  la Nostaljiya  i Egzilo. La  lingua ke  avlavan muestros avuelos arrondjados de la Peninsula İberika. Asigun syertos dokumentos, myentres kaji  los  2  siglos  ke sigieron  el  Egzodio  del  1492,  eyos  reusheron  a konservar  el  Espanyol.  Se  puede  dizir,    el  Judeo‐Espanyol nasyo del vezindado de  Los Sefaradis kon los  Muzulmanos,  Gregos  ets..  kuando  fueron 

esparsidos  en  las  Tyerras Otomanas.  Es  por  esta razon ke emplei el byervo “Egzilo”.  Bueno..  Aktualmente  ande  estamos?..  Antes  de topar  la repuesta, kero aki eksprimir  la deziluzyon ke  sinti myentres  un  “Panel”. Unos,  dos  oradores dyeron  a  entender  ke  el  Judeo‐Espanyol  fue  (i puede  ser  kontinua  a  ser  en  syertos  sirkolos)  la idioma  de  los  non  instruidos,  komo  tambien syertos  lugares, espesyalmente Galata,   syendo sus distriktos.  A  kada  okazyon  protesti  kontra  esta etiketa d’inferioridad apegada a muestra lingua i al sentro  ande me  engrandesi,  pasi mis  20  primeros anyos.    Una  etiketa  sin  baza…  Al  kontraryo,  eran nombrozos  los  abitantes  instruidos  de  Galata. Malgrado ke munchos pensan ke la mayoriya de los instruidos  se  averguensavan  de  avlar  el  Judeo‐Espanyol,  lo  se muy  bien  ke  esto  tambien  no  es verdad. Entre eyos, puedo  sitar vizinos  i munchos konosidos. Tambien, mis  paryentes,  sus  amigos,  i munchos,  munchos  otros.  Eyos  konosiyan  el fransez ke estudyaron en la Alliance de Trakya. Ma, en muestras kazas syempre se avlo el  J‐E. Oy, esta lingua  es mi  grande  rikeza. No  se  empleava  akel 

Coya Delevi - II İstanbul

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 116 -

  

tyempo la nombradiya J‐E o Ladino. Para mozotros era simplemente avlar en djudio.  Todos  ya  tenemos  muestra  idea  sovre  syertas razones ke kavzaron  la desparisyon graduala de  la lingua. A una epoka mos entravimos de avlarla. Aki no kero analizar esta kestyon al  fondo. En el seno de  la  famiya, munchos, mizmo  si  no  eran  todos, kontinuimos a avlar el “djudio”. Ken, achakes de los aedados. Ken, porke amavamos esta lingua.  A  un momento,  ampesimos  a  ver  la  influensa  de l’Alliance.  Aki,  naturalmente  no  akulpo  esta Grande  İnstitusyon,  ni  siguro  dinguno.  Ma, devemos  tambien  atorgar,  ke  munchas  famiyas, kon una doza de “snobizmo” adoptaron el fransez, aleshandosen  sistematikamente, de  avlar  “djudio”. No  le dyeron afilu  la shans de ser a  lo menos, sus lingua sigundarya. Yerrado o no, esto es mi punto de vista.     Syempre me  entravi  de  emplear  la  nosyon  “klasa inferiora”, una palavra ke me desgusta. Portanto, ay una realidad ke no se puede deshar por una parte. Todos  savemos  ke  un  ancho  grupo  de  muestra Komunidad,    de  una manera  o  otra,  no  tuvo  las 

posivilidades  de  azer  estudyos  o  ambezarse  el fransez.  

Ansi,  este  grupo  fue  otomatikamente  klasado  al rango  inferyor.  İ  esto,  porke  kontinuaron  a  avlar ekskluzivamente el Judeo‐Espanyol. Naturalmente, por las egzijensyas de la vida kotidyana, uzaron i el turko, kuando byen, kuando mal avlado… 

 

Aktualmente,  aki  i  en  la  Diaspora,  veluntaryos ovran  a  no  deshar  olvidar  la  Lingua  i  la  Kultura Sefaradita.  Son  akademisyenes,  ensenyantes, eskrivanos ets… Konosen varias linguas etranyeras, ma  konosen  tambien  i  el  Ladino.  İ  en  muestro derredor  puedemos  sitar  personas  valorozas  ke konservaron esta lingua.   

No  kontentandosen  de  konservarla,  luchan  para propajarla,  no  desharla  olvidar.  Mis  argumentos muy probavle son insufizyentes ma son la preva ke avlar  “Djudio”  no  estuvo  en  el monopolyo  de  un grupo  espesifiko,  ke  unos  kalifikaron  de  “non instruidos”…  

Keridos  amigos,  no  permeteremos  la  desparesyon de este patrimonio presyozo ke deve apartener a las futuras jenerasyones.    

Page 59: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 117 -

  

 

Ermandad Entre Komunidades de Meksiko i İzmir

 En  el mez de noviembre,  recibimos  en  Izmir una vijita  muy  importante.    El  presidente  de  la komunidad  sefaradi  de Meksiko, David  Beja  y  su senyora, el Segundo presidente Abraham Maya, el 

presidente  de  komunidades  sefaradies  de Sudamerica  Alberto  Levy  vijitaron  muestra komunidad.   Kon eyos  tambien vino un  rabino de Meksiko, Moises Chicurel.  Izmir tiene un lugar importante en la historia judia.  La  siudad  interesa  a  munchos,  porke  tiene sinagogas  importantes,  tambien una estruktura de komunidad ke viene de 1605.   Siempre ay vijitas   a Izmir  de todo el mundo.  Ma esta vijita de Meksiko tenia un razon diferente. 

 

Moris Şaul İzmir

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 118 -

  

Meksiko  tiene muncha  importancia  en  el mundo sefaradi.    En  Meksiko,  biven  Sefaradim, Ashkenazim  y Mizrahim.   La  komunidad  Sefaradi esta formada por imigrantes de Balkanes y Egeo ke avlavan el Ladino.   Eyos usan  los makames  turkos en  las  sinagogas.    Porke  no  ay muncha  cente  de este  grupo,  la  kultura  sefaradi  se  esta  desaziendo en  la  kultura  de  mizrahim  en  todo  el  mundo.  Meksiko  es  el  solo  lugar  en  el mundo  aparte  de Turkia, ande la kultura sefaradi se esta tratando de protejer.   Sinkomil personas en Meksiko tienen su komunidad ke kontinua  la kultura de Ladino y  los makames turkos en la sinagoga. 

 

La  komunidad  de Meksiko  konose muy  bien  sus padres ke bivieron en Espanya y Turkia y despues fueron a Meksiko.   Por esto azen muncho esfuerso para  no  pedrer  muesra  kultura.    Estan manteniendo  rabinos,  uno  de  eyos  Moisas Chicurel,  ke  save  bien muestra  kultura  i  historia.  En  vez  de  traer  kozas  populares  de  judaismo mundial de hoy, estan estudiando el modo de azer kozas  en  la  manera  de  sefaradim,  komo  azian muestros abuelos.    La  razon de asta vijita era empesar una ermandad entre  komunidades.    Se  firmo  un  dokumento  de ermandad por los presidentes de dos komunidades, kon  la prezensya de membros de  Izmir.   Podemos ser pokos en kada pais, pero en el mundo entero no somos  tanto  poko.    Despues  de  este  akuerdo  de hermandad,  vamos  a  empezar munchas maneras de  colaboraciones  entre  komunidades.    Vamos  a rekojer  ideas  de  lo  ke  se  puede  azer,  y  kon  la delegasyon  elejido,  vomos  a  kontinuar  kon projektos en varios temas.  El el boletin de Diyalog, vamos  a  eskrivir  kada  novedad  de  esta kolaborasyon.   

Page 60: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 119 -

  

  

En Tyerras Ajenas Yo me Namori

 En tyerras ajenas yo me namori!..  Me  namori  de  una  lingua maraviyosa,  el  djudeo‐espanyol, kon la kuala salio la komunita djudya de Espanya, de muestra Sefarad kerida ay mas de 500 anyos,  en  1492,  tristemente  (malorozamente) ekspulzada por Fernando  i  Isabel, akeyos  reyes de los ke me ambezi en  la eskola, ke kon sus ayudos, prensipalmente  de  Isabel,  Cristobal  Colon deskuvrio  un  muevo  mundo,  la  Amerika,  un mundo ke no savya el ke eksistya, sino ke pensó ke yego a las Indias por otruna kamino, i es todo lo ke me ambezi, nunca no sinti ensima de la ekspulsion de los djudios por los Reyes Katolikos.   Fue  denspues,  en  la Universita,  en  la UNAM,  en Meksiko,  ande  nasi,  ke  me  ambezi  el  ebreo  i 

deskuvri,  komo  lo  izo  Colon  antes  500  anyos  un muevo  mundo,  keryendo  ambezarme  el  ebreo, deskuvri  el  djudeo‐espanyol  i  el  sefardismo,  i me sosprendi  de  ke  500  anyos  denpues,  la  djente sefaradi  kontinue  de  avlar  la  lingua  de  Espanya, kon sus trokamyentos sigun el  lugar ande moro  la komunita: Izmir, Estanbul, Rodes, Salonik, ets. 

 Keryendo meldar  la Tora  en  ebreo,  agora meldo  i tambien el Meam Loez en djudeo‐espanyol i meldo los  eskritos  de  LK,  de  djente  djudeo‐espanyolavlantes  de  las  kuatro  partes  del mundo, djente  amavle  kon  mi,  djente  ke  kuando  le demando  kualker  koza  ke  no  entiende  bueno mi meoyo, me aresponde presto, personas maravyosas de las kualas es plazer meldar sus eskritos.  

 Tomando  un  kafiko  en  la  demanyana  o  a  la nochada i ambezarme de eyos mil kozas, mizmo ke no  nasi  ni  kon  el  djudeo‐espanyol,  ni  kon  sus kultura, ni kon el djudezmo, kada diya me namoro mas  de  eyo  i  kero  luchar  endjunto  kon  todos  los djudeo‐espanyolavlantes  para  ke  muestra  lingua, deke ya penso ke es tambien i mia, no muera, ama ke tenga kada diya muevlos avlantes. 

 

Fredy Cauich Valerio Sivdad de Meksiko

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 120 -

  

Kero  enkorajar  a  todos  akeyos ke nasieron kon  el trezoro del djudeo‐espanyol para ke no  lo deshen murir.  

 Kuantos  de  vozotros  tenesh  o  tuvites  un  papu  o una  vava  ke  se  ambezaron  no  dos  linguas,  la primera el djudeo‐espanyol i la sigunda la del lugar ande moraron, sino ke mas linguas.  

 De  ke  muestros  ijos  no  se  pueden  ambezar  la lingua del pais i el djudeo‐espanyol en kaza?  

 De  ke muestros  ijos  tyenen  ke  deshar  el  djudeo‐espanyol para ambezarsen el  inglez, o el  franses o el Chino?  

 De  ke  muestros  ijos  tienen  ke  meldar  el  Meam Loez en una lengua ke no sea el djudeo‐espanyol? 

 Por  siguro  ke  Baruh  Spinoza  o  Elias  Canetti pensaron en djudeo‐espanyol lo ke keriyan eskrivir, por siguro las demandas ke demandaba Spinoza al Dio, las demandaba en djudeo‐espanyol.  

 Por  siguro  Elias  Canetti  no  se  sintio  “mnogo shtastliv”,  “sehr  glücklich”  o  “very  happy”  kuando 

sintio la notisia de ser “Premio Nobel de Literatura 1981”, sino ke se sintio TRESALIDO por la notisia.  En tyerras ajenas yo me namori, de ke vuestros ijos i  vuestros  inyetos  no  se  namoran  en  tyerras propias?  Arvoles  yoran  por  luvyas  i montanyas  por  ayres, ansi yora el djudeo‐espanyol por avlantes…   Fredy Cauich Valerio  de Sivdad de Meksiko              

Page 61: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 121 -

  

  

Mi chikez en Concordia (Anyos ‘50s.)

 Para  la  sesh  de  la  tadre  ya  estamos  los  chikos atakanando  las  kozas  para meter  en  el  auto.  Los asientos para papa  i mama,  la kasha de  la komida, muy  pezgada,  kon  las  kupas  i  un  kuchiyo.  La kolchoneta  enroyada.  Los  sandwiches  de “matambre”  (mata  ambre)  ke  eran  para  chuparse los  dedos.  Este  matambre  ke  teniya  kolores kolorado,  vedre,  i blanko  i  era kortado  en  tajadas adientro  del  pan  mojado  kon  alzeite  i  sal  i  un pedaziko de tomat.  Kualo mas se metiya en la kasha? Agua en un bokal i  buz  por  la  kalorina.  Mos  movyamos  presto, gozando  del  freskor  de  la  plaje. Muestro  auto  se inchiya tanto kon los aparejos ke kaji no topavamos ande meter  los piezes, ma kualo  importava? Todo lo  aziamos  kon  alegría,  asperando  la  ora  orada, kuando papa ke  lavorava en el mupak  (la kuzina) 

en frente de la kaza i echava un dikish en lo ke era menester  ke montemos  al  auto, metia  yave  i  a  la kaleja.  El orden era: “todo listo a la fin del diya de lavoro.”   Para al kavo la tadre, las siyas, la kasha de tavla kon los sandwiches, el paylon kon el karpuz en pedasos en el espasio ke keda entre los asientos de delantre i atrás. Ande metes  los piezes? Kale ke veyas ande puedes. Los asientos para mama  i papa  lyados a  la reja en el trazero del auto Ford 1929, mavi klaro.  Kurto  te  lo are, papa eskapava del mupak  i pishin mos  suviamos  i  salíamos  al  kamino  para  la  plaje, indomos  presto,  kada  uno  un  buto,  unos  diez minutos. Los mayos  los  teniyamos enriva, de  lana trikotados por mama kon un bretel atado al garon, debasho los vistidos, para ke no mos pare la polisia. Vos  konto  ke  una  vez,  un  oficial  defendió  a mi djenitor  de  entrar  a  la  plaje,  porke  no  vestìa  el mayo.  Ya  yegavamos,  kon  bueno,  se  puediya  entrar  kon auto i desharlo a unos metros de la agua. Abashar i korrer al rio. Oohhh! Ferahhhj! Ke plazer la freskor 

Buly Hazan Corrientes / Argentina

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 122 -

  

de la agua! Oskuresia i no avia lumbre. Si pedriyas alguna koza, se asendiya  las  luzes del auto  i ver si se topa.  

 Me olvidi de dezirvos ke moravamos en Concordia al  bodre  del  rio  Uruguay,  ke  sinyfika  “rio  de  los pasharos”. A  la  tadre,  los  veyiamos pasar bolando en linya al ras de la agua, los patos pretos, i algunas vezes pasava el kudiador en su bote, akavidando ke ya  en  la  nochada  no  es  siguro  estar  dentro  de  la agua. Mos embanyavamos, djugavamos en la balsa i azyamos modo de botes kon  lastikes de auto o de moto,  aziamos  shakas  fina ke mos  enfasiavamos  i 

tornavamos  a  komer  i  echar  lashon.  Los  grandes asentados enriva i los chikos en tapetes en la arena.  

Ansina  pasavamos  el  tyempo  i  los  chikos  mos dormiyamos debasho  las estreyas  i  la  luna oyendo las avlas i riyir de los grandes, fina ke se azia la ora orada i tornavamos a durmir en muestra kaza.  

En  el  enverano,  shabat  i  alhad mos  ivamos  a  la tadre, después de durmir  la  syesta,  i  esto  era  gan eden.  Los  sauces  en  la  plaje  kon  sus  kavelleras vedres,  mabulana  de  djentes  komo  nosotros kuvriyan  de  autos  el  tereno.  Mos  adjuntavamos kon  los otros djidyos en  la  solombra  i kada uno  i uno ke yegava adjuntava siya  i ancheava  la  ronda. Leon yegava  i gritava de  leshos “Salud, djidyos!!!! “ Asentados  en un  serkolo kon mate,  algunos diyas kon boyos, burekas de handrajo, kon karpus o uva, “un bokado un dukado!!!!!!” Kontar kuentos, riyir  i avlar de  los echos en  la  semana,  la kehila,  i mas  i mas. Todos primos o vizinos: Isidoro ke trayia pan dulse Markola  (el  lo  vendiya)  kon  frutas, Hazan, Hakim, Matarasso,  i  Teresita,  la  godrika  siempre atakanada kon mushos roshos i orojales del boy de una azetuna en  las orejas. Las kriyaturas, komo el riyo es klaro i siguro, tomavan sus djugos i se ivan a la agua la tadrada entera. 

Page 62: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 123 -

  

En la oskurina de la tadre, tornavamos, entezados, mushos  grizes  tremblando,  bushkando  tovajas  i kumida. Las madres mos davan  leche kon Toddy, pan espondjado i a vezes pipinos, guevo haminado, tomat,  berendjena  frita. Mas  a  la  noche,  lingua  o matambre kon pan.  No avia paras para ir a Mar del Plata o Buenos Aires de  vakansa  i  esto  era muestro deskanso  i plazer  i mos enkantava. A dinguno le mankava diversyon.  Todo esto se troko kon  la yegada del progreso  i  la konstruksion  de  una  represa  (un  baraj)  sovre  el riyo ke kavako el piso. Agora kuando  la agua  sale del  baraj  ay  muncho  pelicro,  i  las  aguas  son marrones i suzias.   Estas  tadradas  bivien  en  nuestros  rekodros  porke agora  ay  una  rivera  (promenade)  ke  adorna  el bodre del riyo ande kaminan las djentes.  Buly Hazan Noviembre 2013    

  

Los Kostumbres De Mujeres Sefaradis

 Munchos  de  los  kostumbres  sefaradis,  avagar avagar, se estan dezaparesiendo  i siendo olvidados sovre todo kon la muerte de muestros djenitores.  Uno de estos kostumbres, ke me desho mi madre, ke  lo  resivio  de  mi  avuela  i  ansi  fue  pasado  de djeneracion a djeneracion, se yama “Aprekantar” o “Prekantar”.  Eran  biervos  resitados  en  boz  basha para los males, no tan graves, i para kitar la aynara i el ojo malo de la persona ke por esto se izo hazina, i para ke este mal se  fuera a  las profondezas de  la mar.  Poko  entendia  el  senso  de  los  biervos,  ni mizmo  eya  savia  me  eksplikar.  Solo  me  dizia “ansina ay ke  ser”  i kon muncha  fe este  ritual me sonava komo una bendision.  Ansi dizia: 

Viviane Behar Rio de Janerio / Brasil

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 124 -

  

 

“ “Kon el nombre del Dio de Avraham, de Ishak,  Yako,  Moshe,  Aron,  David  i Shelomo, andando i kaminando topi kon Eliyau Hanavi.  

‐ Ande vas?  

‐ Ande …… (el nombre de ka persona), ija de  su madre,  abever  su  sangre,  a  rayar su gueso, a komer su karne.  

‐ Yo te djuro, te condjuro por lo seko, por lo  vedre, por  los angeles, por  el  sol  i  la luna  i  la santa eskritura, por  la yeshiva de Rabi Ben Yohai, ni aya vayas, ni mal le agas, ni  su  sangre bevas, ni  su karne komas, nu su gueso rayes.  

‐ Por  esto  me  djurates,  aya  ire,  a  su kavesera me sentare; el ojo malo, la avla mala,  la aynara,  todos  los males  (dolor de kavesa, dolor de  tripa, …., …,) de aki los  kito,  a  la  mar  los  echo,  todos  los males ke se vaigan a las profornduras de la mar”    

” 

Esto se repetia tres vezes por tres dias, a lo mas, en los dias de sefer (lunes  i djueves) kon onze klavos arientro  de  la mano  derecha  i  se  iva  passando  la mano  por  la  kavesa  i  el  kuerpo  de  la  persona,  o ande  tenia  la  dolor.  Despues  estos  klavos  eran kemados  en  el  fuego  o  en  la  brasa  i  echados  en agua koriente para ke se fueran al dip de la mar.  Dainda  me  akodro  kon  muncho  eskarinyo  de kuando mi madre prekantava mi  ijika ke tinia mal de  garon.  Mizmo  ke  esto  no  la  eskapo  de  una sirurjia, ma  a mi me  se  ablandava  la  alma  a kada ves ke mi madre la bendizia.  Viviane Behar Rio de Janeiro‐ Brasil    (Publikado en El Djudio, la revista del Centro Hebraiko Riograndense, Rio Grande do Sul – Brasil ). 

      

Page 63: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 125 -

  

PARA KE NO SE

OLVİDE

       

                    

TE AMO LINGUA MIA KARA  

Lingva mia dulse, Lingva de mi chikez mazaluda, 

Lingva de mis dias klaros, Ke volaron tan presto 

Komo volan pasharikos! 

Zorka Grigorova

  

Prezentasion   El  numero  de  los  ke  avlan  el  djudeo  espanyol  esta menguando  de  anyo  en  anyo.  Entre  los  djovenes sovre  todo  son  pokos  los  ke  saven  avlar.  Se  va olvidar del  todo? Se va a kedar solo en  los archivos este  trezoro  de  la  lengua  i  de  la  kultura  djudeo  ‐ espanyola?   Animados  del  dezeo  de  konservar,  yevar  asta  las jenerasiones  venideras  esta  rikeza  sefaradi  en  el anyo  1998  (kon  la  ayuda  de  Chitalishte  “Emil Shekerdjiski”  i  “Shalom”)  formamos  un  klub  al  ke dimos el nombre “Ladino”.  

Kompozision I redaksion: Viktoria Atanasova

Ordenador: Leon Benatov Kachas: Albert Benatov

Fotos: Dime Krastev, Moni Franses, Sami Kohen

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 126 -

  

En muestras memorias ainda espuntan rekuerdos de akeya  vida  patriarkal,  yena  de  kolor,  amistad, respeto;  espuntan  rekuerdos  de  la  chikez;  de  los djugos  en  el  kurtijo  i  en  la  kaleja.  Aki  avlamos, kontamos konsejas, anekdotas,  refranes, meldamos “Aki  Yerushalayim”,  kantamos.  El  intereso  asia muestro  klub  esta  kresiendo:  toman  parte  en  su aktividad  40  personas  i  mas;  kontinuamos  las tradisiones sefaradas en las fiestas en la famiya i en la komunidad ebrea en Sofia.  El klub  “Ladino”  tomo parte  en  todos  los  festivales “Esperansa”de los sefardies de los paizes balkanikos. Establesio  relasiones  kon  personalidades  i institusiones ke lavoran para konservar i desvelopar el djudeo – espanyol. Muestros espektakulos  fueron aresividos kon admirasion por el publiko estranjero porke ekspresavan en djudezmo kuadros autentikos de la vida sefaradi.   El  klub  “Ladino”  kontinua  su  aktividad  kon  sus enkontros  regulares  i  al mezmo  tiempo  dezvelopa sus relasiones internasionales. En los ultimos anyos sus miembros  tomaron  parte  en  tres  eventos muy importantes, komo:  

‐ “Erensia” organizado por   “Kaza Sefarad – Israel”‐ Espanya,  Embajada  de  Espanya  en  Bulgaria,  la organizasion “Shalom” – Bulgaria;  

‐ Enkontro kon grupo de Ladino komunita;    

‐ La Universidad de verano sovre la lengua i kultura sefaradies,  organizada  por  el  prof. Michael Halevi del  Instituto  de  bushkedas  sovre  la  istoria  de  los djidios de Alemania. 

 

Estudiantes  de  20  paizes  ademas  de  oyir konferensias sovre lingva i istoria, pudieron realizar kontaktos  kon  personas  ke  avlan  el  djudeo  ‐  espanyol i konservan las tradisiones sefaradies.  

En muestro klub  se kreo un ambiente de amistad  i respeto. Kada uno desparta loke meldo o rekordos de su  vida.  Ansy  aparesieron  muevos  kuentos  ke prezentamos  en  este  segundo  livro  “Para  ke  no  se olvide”…  

Unos  de  los  kuentos  contienen  akontesimientos  de la  chikez o mansevez, portretos  vivos  i amables  de nonas i nonos, madres i padres, tias i tios.  

Otros  kuentos  ekspresan  kon  dolor  i  amargura  los sufrimientos de los djidios en el periodo del fashismo en Bulgaria  i  la Ley de defensa de  la nasion. Aunke 

Page 64: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 127 -

  

en  akeyos  anyos  eramos  chikos  en  la  memoria kedaron vivos  los kuadros de dezesperasion, ansia  i orror  ante  el  desastre  ke  reinavan  en  muestras famiyas.  Estan  bivos  tambien  los  aktos  de solidaridad de vezinos, amigos  i konosidos  i a vezes deskonosidos bulgaros.  

Kada  uno  de  los  autores  de  los  tekstos    paso  su chikez  i ambezo el djudezmo en varias sivdades, en famiyas  ke  avlavan  de modo  diferente,  por  esto no korijimos la prononsiasion. Uzamos la grafia de “Aki Yerushalaiym”.   

Dedicamos  estos  kuentos  al  70  aniversario  de  la salvasión del eksterminio de los djudios bulgaros.  

Rengrasiamos  al  profesor  Michael  Halevi  por  el koraje  i  los  rekursor  finansieros  sin  los  ke  no podiamos realizar el livro.  

Rengrasiamos  a  los  18  autores  del  livro  i  al  senyor Leon  Benatov  por  su  lavoro  en  el  ordenador. Rengrasiamos  a  los  Sres.  Dime  Krastev,  Mony Franses, Sami Cohen por  los  fotos. Rengrasiamos a Albert Benatov por el ayudo de aprontar las tapas.  

Viktoria Atanasova‐ Marso, 2013 

La Segunda Direktiva No Vino

Gracia Albuhaire

  Yo  so de Karnobat‐ una  sivdad  chika de Bulgaria. En  el  tiempo  de  la  Segunda  gerra  mondiala  ayi bivian 100‐120 famiyas djudias, todos en una kaleja, ke se yamava “Male djudia”.  En el tiempo de la gerra a los djidios mos metieron estreiyas amarias. Los ombres los embiaron a kavar i azer kaminos –  leshos de  las famiyas. Seraron  las butikas djudias. Todos kedaron sin echo. La kaleja se  izo  “geto”  i  no  deshavan  salir  a  otro  lugar. Tomaron  el  oro  i  las  djoyas.  Arekojeron  los aparatos de radio para no oyir novedades.  Serraron la eskola djudia ande  las kriaturas ambezavan. Un dia  vinieron  soldados  hitleristos  i    tomaron  la eskola.  Los  komandantes  estuvieron  biviendo  en las  kazas  de  los  rikos  djidios. Despues  partieron. Serraron  el  kal  (sinagoga),  para  ke  no  mos arekojemos muncha djente en un lugar.   Una  tadre  vinieron  deportados  djidios  de  Sofia. 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 128 -

  

Estavan kansos i tristes. El prezidente de los djidios de  Karnobat  resivio  lista  kon  los  nombres  de  los deportados i orden ke los mete a bivir en las kazas djudias.  De  vista  los  ke  vinieron  los  espartieron solo  en  las  kazas  djudias.  Dos  famiyas  en  una kamareta,  en  el  tavan,  en  el maze,  en  el  balkon serrado…viejos,  mansevos,  kriaturas,  ijikos,  ijas  ‐ todos en una kamareta.  Mozos  teniamos  dos  kamaretas.  En  la  una,  mas grande, metieron dos famiyas‐ de ermano i ermana. El ermano era kosho, kon su mujer i dos kriaturas‐ ijika de 11 anyos  i  ijiko de 5 anyos. La famiya de  la ermana  tenia  una  ija  de  siete  anyos  i  ijo  de  dos anyos. La madre era bivda. Ansi – siete personas en una  kamareta.  En  esta  kamareta  avia  una  grande kama i un grande minder (kama de tavlas)‐ para 4 personas. Tres personas dormian en el piso, ke era de  tierra  tapada  kon manta  (cherga).  Era  elado  i travavan mal.  En la otra kamareta estava la muestra famiya i la tia miya‐  6  personas.  Estava  elado.  Teniamos  una chika soba, ma no avia lenya.  Al  kavo  del mes  de marso,  arekojeron  todos  los 

ombres djidios i los enbiaron a azer kaminos. Para las mujeres no avia echo. No deshavan lavorar ande los  bulgaros.  No  deshavan  salir  de  la  kaleja. Kedimos  sin  paras  para  komer.  Ampeso  grande ambre. Las vizinas bulgaras no mos pudian ayudar porke eran proves. El  trigo, el zarzavat  i  las  frutas se  los  tomavan  para  mantener  los  soldados.  A mozos mos  davan  150  gramos  de  pan  al  dia.  Lo merkavamos de un orno  turko, ke se  topava en  la zona  djudia.  Lo  tomavamos  kaente  antes  ke  se skape.  Para  las  kriaturas  chikas  no  avia  leche.  El pan  lo espartiamos en  tres, para  la demanyana, el mediodia  i para  la tadre. Mi ermaniko se  lo komia en una vez‐  kaente, kaente. Despues no tenia pan i yorava  ke  esta  ambierto.  Mi  madre  le  dava  el pedasiko de pan suyo  i kedava ambierta  i despues se  hazinio.  Para  ke  no  se mueran  de  ambre,  los djidios, azieron en el kurtijo de  la eskola  lumbre  i ampesaron a gizar supa para el mediodia. Gizavan un poko de frijoles kon muncha agua. De esta supa deshavamos  i para  la noche. Yo tenia un amigo ke estava  lavorando  muy  lesho  en  el  kampo.  El kazaliko  se yamava  “Beli  Izvor”  serka de  la  sivdad Ardino. Las  letras venian muy  tadre. Un dia  resivi muy triste letra.  “Anoche  no  dormimos  noche  entera  todos  los 

Page 65: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 129 -

  

djidios. Serka de mozos  en un  treno kon  vagones de karga, estavan enserrados muy munchos djidios, voyajando  sin  saver  para  onde. De  las  ventanikas chikas se estavan viendo kavesas. Estavan gritando: “Agua,  agua,  pan  para  las  kriaturas…”Se  estava oyendo  gritos  i  yoros  de  kriaturas.  Los muestros komandantes no mos desharon aserkar al  lado del tren.  Estava  muy  tragiko  de  ver  esto  todo  i  no poder  ayudar….  Mos  echimos  a  dormir  kon kalsados, pensando ke mos va akonteser a mozos.” 

 

En  Karnobat  no  saviamos  todo  esto.  No  avia gazetas.  Las  novedadas  se  dezian  al  oido.  Kualo azian  kon  los djidios  en Polonia no  saviamos. De vizinos bulgaros oimos por la tragedia del vapor ke se undio  i  todos  los djidios  fuiendose de Polonia, Romania  i otros paizes se aogaron. Despues oimos por  la  gemia  (vapor  chiko)  ke  se  partio  en  dos  i munchos djidios se aogaron.  

Entonses  skrivi un  livriko  (komo una  eleva puede eskrivir).sovre los aogados.   

Un  mediodia  vinieron  de  la  polisia  i  ampesaron bushkar    en  las  kazas  de  la  “male”  djudia antifashistos. Entonses kemi el livriko.  En  Karnobat  vino  una  Direktiva  tragika.  Ke mos 

aprontamos un poko de bagaj, porke vamos partir a un lugar. Ke asperemos Segunda Direktiva ‐ kel dia i a ke ora vamos a partir. Mi madre ampeso a yorar:  los vestidos stavan viejos,  los kalsados rotos. Mi tia no podia kaminar….No teniamos nada para komer durante el kamino. No saviamos ke en este tiempo, bulgaros de  la  sivdad Kyustendil kon  el deputado Dimitar  Peshev,  la  egliza  ortodoksa,  grandes eskritores,  los  sindikatos  azieron  protestas, eskrivieron  letras  ke no mos  embian  a  la muerte. Estos dias  tragikos  para  los djidios no  se  olvidan. LA  SEGUNDA  DIREKTIVA  NO  VINO.  Kedimos bivos.  Damos munchas grasias a  todos ke ayudaron para salvarmos.     

 En el DIYALoG siguiente: 

TRAGEDIA EN EL KAMPO DE KONSENTRASION “KAILAKA” 

     

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 130 -

  

                         

75 ANIOS DESPUES DEL “KRISTALLNACHT”

Jewish News

Trauduisido por Shimon Geron En el Jewish News de esta semana "Caron Kemp" presento un artikulo en la okasion de 75 anios desde el "Kristallnacht". Este Pogrom tomo lugar antes ke Hitler entro en guerra. Era una noche de Noviembre en 1938 i se pasaron kosas ke nunka fueron vistas antes. Hay gente ke kreen ke fue en este dia ke empezo el Holokosto. Aki tengo la historia de uno ke vido kon sus ojos lo ke se paso i komo fue afektado por lo ke iva venir mas tarde. Este hombre tiene hoy 87 anios i vive en Londres.  Era  8  de  la  maniana  el  10  Noviembre  1938.Yo Hermann i mi hermano Julius de 12 anios viviendo en  Karlsruhe  al  lado  del  Rio  Rhein,a  unos  70 kilometros de Frankfurt,estabamos  indo a pie a  la eskuela.Era un kamino ke  tomaba 45 minutos.  Se sentia  en  el  aire  un  antagonismo  i  kuando Hitler entro  en  poder  se  torno  a  una  realidad  ke  daba verguenza.  Este  dia  paresio  differente  de  los otros.La  Gestapo  estaba  en  guardia  delantre  un edifisio ke se estaba kemando.Se habia oido ke  los profesores  eran  echados  afuera  subito  segun  las leyes  introdusidas  en  Nurenberg.Los  habian arrestado i enviado a los Kampos de Konsentrasion. 

DE LA PRENSA

MONDİAL  

Page 66: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 131 -

  

Mi  hermano  i  yo  resibimos  el  orden  de  tornar  a kasa.  En  este  dia  el  mundo  estaba  temblando. Kaminando  a  kasa  ya  se  sentia  el  olor  de  tavlas kemadas. Habian  entrado  en  las  tiendas  robando todo  i destruiendo. Estas  tiendas  apartenian  a  los Judios. Senti en mi korazon ke algo muy horrible se iva pasar. Esto termino ser el "Kristallnacht/Noche de vitrios rompidos". Munchos Judios en Alemania fueron  matados  kuando  entraron  en  sus  kasas, hospitales, sinagogas i eskuelas para robar. Mas de 1000  sinagogas  fueron  kemadas  a  traves  el  pais  i kon esto 7000 negosios eran destruidos.  Mi madre  estaba  en  panik  kuando  le  konti  lo  ke vimos. Se  fue a ver a mi padre ke  lavoraba en un banko  i  le  disho  ke  se  eskonde.  Entretiempo vinieron  a  nuestro  apartamento  2  offisiales  de  la Gestapo  i  nos  forzaron  a  habrir  la  puerta.  Nos metieron kontra  la pared kon  las manos arriba en el  aire.  Empezaron  a  buskar  a mis  parientes. No kijieron  kreer  ke  no  estaban  en  kasa.  Despues kitaron  sus  revolveres  apuntandolos  en  la  nariz. Este dia tuve lo mas de espanto. Hoy en dia siento un  dolor  en mi  estomago.  Pensi  ke me  iva morir este dia.  

Habian tensiones en Alemania por anios, desde ke empezi a  irme a  la eskuela nasional Alemana a  la edad  de  6  anios.  En  una  klase  de  30  estudiantes, eramos  los 2  solamente a  ser  Judios. Mi amigo de eskuela me yamaba"Judio susio"  i nunka kijo  jugar kon mi.  Siendo  tan  joven,yo  no  puedia  entender porke me  trataban  de  esta manera.Por  seguro  no me  sentia muy  kommodo  en  este  lugar.  Kuando Hitler entro en poder en  1933,  tenia en sus manos una maleta yena de politika rasial. Arriba de la lista habia  el  Anti‐Semitismo.  No  puide  komprender komo  la gente se habian  tornado  tan malo subito. Mismo mi profesor ke no  era direktamente malo, hizo nada para protejirme. Una vez me fui a ver el direktor  i  me  keshi.  El  me  sorprendio  kon  su reaksion  kuando  disho"No  sos  tu  susio?  Judios susios?".  

En  Karlsruhe  vivian  3000  Judios  i  munchos pensaban de partir. Esperaban en mismo tiempo ke se  troke  la  situasion. Munchos  se  habian  kedado ayi,  komo  nuestra  famiya.  No  les  daba  kulpa,ma esto  ya  era  una  desision  mala.  Se  metia  en  las ventanas  de  las  tiendas,  tabelas  disiendo  ke  los Judios  no  eran mas  akseptados. Mis  leksiones  de natasion fueron kanseladas i no tenia el derecho de utilizar la piscina. 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 132 -

  

Delantre  esta  situasion  los  Judios  se  hasian hahames, mismo los chikos. En el fin del kuento un Judio  era  un  Judio  para  eyos  i  tenia  el  pasaporte para ir al sementerio solamente. Munchas vezes fui attakado  por  mi  religion  i  me  akodro  de  un insidente ke nunka puide olvidar. Estaba indo de la kasa  a  la  eskuela. Hasia  frio  i  era  eskuro  en  una noche  de  Disiembre.  Habia  nieve  en  el  suelo. Subito oi los gritos "Fuego, fuego". Salieron unas 20 personas del boske  i  se metieron a echarme balas de  nieve  i  piedras. Me  yamaron"Judio  Susio".  La sola kosa ke puedia haser  era de korrer komo un loko,  kon  todas mis  fuerzas.  Kuando me  topi  en kasa, korrian lagrimas de mis ojos.  [Lo ke konta aki, lo pasi yo mismo, kuando me iva a la eskuela Turka en Istanbul en los anios de guerra. Korrian  detras  de  mi,  me  echaban  piedras  i  me harvavan.  Me  yamaban  "Pis  Yahudi,  Korkak Yahudi". Si me keshaba al profesor, el mismo se reia de los Judios kon sus nombres, Salamon, Mishon etc i  imitando  el  aksento  Judio.  Desia  ke  estaban hasiendo  shavon  de  nosotros  sin  mostrar  un remorzo.  Por  finir mis  parientes me  kitaron  de  la eskuela Turka i me metieron en Bnei Brith.]  

Era  la  noche  de  8  Noviembre  1938,  kuando  el Kristallnact  tomo  lugar.  Los  Judios  ke  tenian esperanza,  la  perdieron  kon  este  akto  io  vieron komo  "La  Solusion  Final"  del Holokosto  se metio en kamino. Mis parientes se daron kuento, ke por lo menos  los chikos tenian ke huir de aki para ser salvados. Eyos sin Visa i kon sus kuentos de banko helados no puedian partir del pais. Habia un  tipo de  "Kinder  Transport/Transporte  de  kriaturas"  ke era una mission Britannika. Habian tomado 10.000 kriaturas  i  la  mayoria  eran  Judios.  En  Inglaterra metien  a  estas  kriaturas  kon  famiyas,en hosteles,eskuelas i fermas.  

Me  akodro  del  dia  de  20  Marzo  1939,  disiendo Adios  a mis  parientes. Nos metieron  en  un  treno indo a Hamburg. Mi madre nos beso i abrazo i nos disho  de  meldar  la  SHEMA  kada  noche.  Nos prometieron mis parientes ke seriamos enjuntos de serka en Inglaterra. Ya no vide mas a mis parientes. En  kedandosen  atras,  komo  munchos  de  otros, desaparesieron en Auschwitz.  

Hoy tengo 87 anios i vivo kon mi mujer. Tuvimos 2 kriaturas  i  tenemos ahora 4  inietos. Vivo al Norte de  Londres.  Las  experiensias  de  mi  chikez  me afektan  mismo  hoy,  despues  de  tantos  anios. 

Page 67: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 133 -

  

Rekonosko  la  gente  ke  nos  salvaron.  El  Kinder Transport era  la sola manera de huir del pais. Los mas  grandes  heroes  eran  mis  parientes..  Eyos tomaron  la  desision  en  pensando  ke  las  kriaturas por  lo menos  serian  salvadas.  Era mijor  ke  nada. Nos  enviaron  a un pais  ajeno  sabiendo ke no nos ivamos a ver de nuevo. Si esto no es un heroismo, ke es?  

EL DISKURSO DE ANGELA MERKEL  En  la  okasion  de  los  75  anios  de Anniversario  de Kristrallnacht, esto es  lo ke  la Kanselaria Alemana tenia ke desir.  "Kristallnacht  vido  la  kaida  de  la  sivilizasion"  El Pueblo  Aleman  tiene menester  de  un  koraje  sivil para enfrentar el Anti‐Semitismo.  Hablando kon un estudiante Judio de 17 anios ke se yama  “Samuel  Vingron”  disho  “Las  institusiones Judias hoy nesesitan tener proteksion de la polisia. Esto es la realidad. No se yego aun a una tendensia ke no es Anti‐Semita. Kristallnacht era el tiempo el mas preto en nuestra historia.” Despues eya expliko komo se yego al Holokosto. 

Aserkando  del Anniversario  a  traves  la Alemania, en  Berlin, mas  de  100  kommersios  Judios,  van  a meter  en  las  ventanas  imajenes  mostrando  los vitrios  ke  se  rompieron  i  komo  los  Nazistos destruieron kasas, sinagogas i negosios, la noche de 9‐10 Noviembre 1938. Komo mataron a 100 Judios.  En Weimar, un ex‐patrioto Amerikano i musisiano "Alan Bern" esta koordinando la instalasion de luz i sonido  ke  va  inkluir  las  kampanas  de  mano, sonando en las kasas viejas de los Judios de antes i en  sus  kommersios.  La  sivdad  sera  inondada  kon sonidos de kampanas de una musika ke un tiempo no era permetida.  "Dieter Graumann"Presidente del Konsillio Sentral de  los  Judios  en Alemania kon  sus  200 miembros Rabbinos  de  la  Europa,  estan  organizando  un seminar en la sola sinagoga ke no fue destruida en la  guerra. El  seminar  se nomo  "Rabbiner  Seminar Zu Berlin".  Todo esto nos mostra una Alemania muy differente de lo ke era en tiempo de los Nazistos.   

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 134 -

  

Turquie: Une Communauté Mal à L’aise

 

Par Igal Acıman The Jerusalem Post 

http://www.jpost.com/Edition-fran%C3%A7aise/Diplo-Monde/Une-communaut%C3%A9-mal-%C3%A0-laise-323656

  

L’antisémitisme est en hausse en Turquie. Si certains Juifs s’en vont,

d’autres font le choix de rester. Confrontations d’idées.

 « En fait,  j’ai perdu l’espoir », affirme Raisa Ers, 25 ans, prête à émigrer en Israël. «  Je ne me sens pas libre  ici. Pas  seulement  comme  juive, mais même comme citoyenne turque. » D’autres membres de la communauté,  interrogés  au  hasard  à  Istanbul, n’ont  pas  encore  envie  de  partir,  mais  prennent soin  désormais  de  ne  pas  afficher  de  signes extérieurs  de  leur  identité  juive  dans  la  rue. L’antisémitisme,  affirment‐ils,  est  en  hausse  en Turquie.  Dès l’arrivée au pouvoir de l’AKP, un an seulement après sa création, la communauté juive de Turquie s’est  méfiée  de  ce  «  parti  de  la  justice  et  du 

développement  »,  en  raison  de  ses  affinités islamistes. Toutefois,  les deux grandes  réalisations du  nouveau  gouvernement  turc  (stabilisation  de l’économie  et  progrès  réalisés  en  2005  en  vue  de l’entrée  de  la  Turquie  dans  la  Communauté européenne)  en ont poussé  certains  à  réviser  leur jugement: aux élections de 2007, 40 % des juifs ont voté pour  le parti, soit  la même proportion que  la population turque.    Mais  ce  soutien  s’est  amoindri  de  façon considérable  ces  5  dernières  années.  Avec  la censure qui  sévit dans  les médias  et  sur  le  réseau Internet,  la  communauté  voit d’un œil  inquiet  les libertés civiques se réduire comme peau de chagrin. Sans parler des nombreux différends avec Israël, un instrument  populiste  dont  se  sert  le  Premier ministre  Recep  Tayyip  Erdogan  pour  asseoir  sa politique  intérieure  et  qui  génère  des  sentiments antisémites au sein de la population.    Ainsi Erdogan a‐t‐il récemment nommé Yigit Bulut, conseiller  économique  du  gouvernement.  Cet ancien  journaliste,  connu  pour  ses  théories  de  la conspiration,  a  déclaré  à  la  télévision  que  des puissances  étrangères,  dont  le  ministre  israélien 

Page 68: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 135 -

  

des  Affaires  étrangères  et  le  «  lobby  des  taux d’intérêt », avaient cherché à assassiner à distance le  Premier  ministre  Erdogan  au  moyen  de  la télékinésie. 

  

L’annonce  de  sa  nomination  est  arrivée  quelques jours  après  les  déclarations  du  Vice‐Premier ministre Besir Atalay accusant la « diaspora juive » d’avoir  fomenté  les  manifestations antigouvernementales,  qui  ont  débuté  le  28  mai dernier et réuni dans les rues de l’ensemble du pays quelque  2 millions  et  demi  de manifestants.  Peu après,  c’était  à  Ergun Diler,  rédacteur  en  chef  du Takvim,  journal  favorable  à  l’AKP,  de  publier  un article  dans  lequel  il  doutait  de  la  loyauté  des minorités de Turquie à leur pays, en insistant sur le cas des juifs. « Il y a une guerre entre musulmans et juifs, et ces derniers n’ont jamais voulu la paix dans la  région »,  écrit‐il. Et de  conclure  : « Ce ne  sont pas de vrais Turcs. »   

Depuis 500 ans   

Or la présence juive a été continue sur le territoire de  l’actuelle Turquie  au  cours  de  2  500  dernières années,  c’est‐à‐dire  depuis  l’exil  de  Babylone.  La majorité des  juifs  turcs  sont  arrivés dans  l’Empire ottoman  après  leur  expulsion  d’Espagne,  en  1492. Durant plus de  cinq  siècles,  ils ont préservé  leurs coutumes  et  leurs  traditions musicales,  culinaires et artisanales, ainsi que leur langue, le ladino.   

Selon Naïm Guleryuz, président de la Fondation du cinquième  centenaire,  qui  commémore  l’arrivée des  juifs  d’Espagne  en  Turquie,  les  Séfarades constituent  96  %  de  la  communauté  juive,  les Ashkénazes et les Caraïtes formant les 4 % restants.   

Les estimations varient, mais on compte environ 17 000  juifs  en Turquie. Un  chiffre qui  s’élevait  à  26 000  en  1992  et  à  23  000  en  2002,  année  de l’accession  de  l’AKP  au  pouvoir.  Beaucoup  sont désormais  installés  à  l’étranger,  en  particulier  en Israël, où l’on recense 77 000 juifs d’origine turque. Aujourd’hui,  la  communauté  restée  en Turquie  se répartit  surtout  entre  Istanbul  et  Izmir.  Ses membres travaillent pour la plupart à leur compte, comme médecins, juristes, ou dans le secteur privé. 

Chaque fois que l’antisémitisme augmente en Turquie, on voit des juifs prendre peur et s’en aller. C’est sans

doute ce qui se produit en ce moment, mais cela passera.

J’ai déjà vécu ça au cours de mon existence, et je suis toujours là!»

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 136 -

  

En  Turquie,  l’identité  juive  attire  toujours l’attention  d’une  manière  ou  d’une  autre.  L’an dernier, la chaîne de télévision d’Etat TRT a choisi le musicien Can Bonomo,  jeune  juif d’Izmir, pour représenter la Turquie au concours de l’Eurovision. Une  présentatrice  d’une  autre  grande  chaîne d’information  avait  alors  suggéré  que  l’on  avait sans  doute  choisi  ce  chanteur  «  parce  que  la Turquie  cherchait  à  se  faire  bien  voir  des  lobbys pro‐israéliens ».    

Bonomo  a  protesté  contre  cette  focalisation  des médias  sur  ses  origines.  «  La musique  n’a  pas  de langage, de religion ni de race », a‐t‐il déclaré. « Je suis turc et je représente la Turquie. Je vais aller là‐bas  avec  le  drapeau  turc.  Je  suis  un  artiste,  un musicien. C’est tout ce que  les gens ont besoin de savoir.  »  Bonomo  est  arrivé  septième  sur  les  42 pays en compétition.  Plus d’espoir   Nous  avons  rencontré  cinq  membres  de  la communauté juive de Turquie, qui reflètent bien la diversité des opinions quant à  la politique ou à  la montée de l’antisémitisme. «  Je m’en  vais  parce  que  je  n’ai  plus  d’espoir  », 

explique Raisa Ers, jeune femme de 25 ans qui vit à Istanbul.  «  Ce  n’est  pas  que  j’aie  peur,  mais  j’ai cessé de me sentir libre dans mon pays, en tant que juive, et en tant que Turque. » Avec ses yeux bleus et sa peau blanche, ses racines ashkénazes ne sont un mystère pour personne.   

Après  avoir  étudié  les mathématiques  aux  États‐Unis, Raisa est  rentrée en 2011 dans sa ville natale pour travailler. Elle fait à présent ses bagages pour partir en Israël. «  Je m’en vais pour une multitude de raisons », dit‐elle. « Dont  le climat politique. » Elle‐même  n’a  pas  pris  part  aux  grandes manifestations, mais  les a suivies avec attention. « La  réaction  du  gouvernement m’a  démoralisée  », soupire‐t‐elle. « On a tué des gens juste parce qu’ils avaient exprimé leur point de vue ! Je ne pense pas qu’il  puisse  sortir  quelque  chose  de  bien  de  tout cela.  Je n’ai plus d’espoir. Et puis,  si  j’ai décidé de partir,  c’est  aussi  à  cause  du  système  éducatif, auquel  je  ne  fais  pas  confiance  pour  élever  mes futurs enfants. » Une  troisième  raison  la pousse à faire son aliya : la majorité de ses amis, qui ne sont pas  juifs,  ont  déjà  quitté  le  pays.  «  Ils  vivent désormais à  l’étranger,  surtout aux États‐Unis. Du coup,  je  n’ai  presque  plus  de  vie  sociale  ici.  »  Si Raisa  déborde  d’enthousiasme  en  songeant  à  son 

Page 69: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 137 -

  

prochain départ, elle s’inquiète aussi à l’idée qu’elle fera une fois de plus partie d’une minorité dans son nouveau pays. « Je ne sais pas du tout comment on va m’accueillir, moi, une  immigrante  turque qui a étudié aux États unis… », explique‐t‐elle.    

« Je vis en sécurité dans ma bulle et je n’ai pas l’intention de partir »    

Mais dans  la communauté  juive d’Istanbul, tout  le monde  ne  partage  pas  le  point  de  vue  de  Raisa. Joëlle  Dana,  29  ans,  travaille  dans  les  relations publiques. Née et élevée à Istanbul, elle a étudié la communication à Milan, exercé quelque  temps en Italie avant de revenir en 2009. Elle est fiancée à un médecin, juif turc lui aussi, et n’a aucune intention de repartir.  

 «  Je  n’ai  jamais  souffert  de  l’antisémitisme  », affirme‐t‐elle,  «  contrairement  à  certaines personnes  de  mon  entourage.  Je  suis  peut‐être naïve, mais  je  suis  heureuse  de  vivre  en  sécurité dans ma  petite  bulle.  »  Joëlle  est  consciente  que cette bulle pourrait bien éclater un  jour, mais elle estime que  cela ne  l’affecterait pas davantage que ses  amis  non  juifs,  qu’elle  décrit  comme  laïcs  et éduqués. « Si je m’en vais, ce sera seulement parce qu’on m’y aura forcée », dit‐elle. « Mais dans le cas 

contraire,  je compte bien  rester  ici  ! » En matière de  politique,  Joëlle  se  félicite  des  réalisations  du gouvernement  : « La protection sociale, la santé et les  transports  publics  sont  trois  domaines  dans lesquels  il  a  fait  du  bon  travail  »,  estime‐t‐elle. Pourtant, elle‐même n’a jamais voté AKP en raison de  son  attachement  à  la  laïcité  et  aux  droits civiques.   

«  Il  est  sans  doute  vrai  que  les  juifs  sont  plus nombreux à quitter le pays aujourd’hui qu’il y a dix ans,  mais  ceux  qui  restent  veillent  davantage  à préserver  leur  culture  et  leur  identité  »,  fait‐elle remarquer. Pourtant, elle avoue ne pas divulguer le fait qu’elle est  juive  : « Ces dernières années,  je ne dis  pas  que  je  suis  juive  quand  je  parle  à  des personnes que je ne connais pas bien »  

En hébreu plutôt qu’en turc   

Gürhan  Hudson  est  moins  optimiste  que  Joëlle. Responsable  d’une  entreprise  de  bois,  ce  jeune homme  de  29  ans  vient  d’émigrer  aux  États‐Unis après avoir épousé une Américaine  (et adopté son nom de  famille). Originaire de  la ville d’Izmir, sur la  mer  Égée,  il  est  converti  au  judaïsme  et  est aujourd’hui juif pratiquant. «  L’expérience  que  j’ai  de  l’antisémitisme  en 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 138 -

  

Turquie va beaucoup plus loin que celle des autres juifs d’Istanbul ou d’Izmir », explique‐t‐il, « parce que  je ne  suis pas né d’une  famille  juive et que  je connais parfaitement les gens de ce pays. » Il n’y a pas si  longtemps, Gürhan possédait une marbrerie en Turquie. Pour ses affaires, il voyageait beaucoup à travers le pays et rencontrait des clients de toutes ethnies. « Avec mon nom et mes origines, personne ne se doute que je suis juif », explique‐t‐il. « Alors, on me parle  sans  filtre. Un  jour, par  exemple, un commerçant  de  la  ville  de  Balikesir  a  remarqué l’étoile  de  David  que  je  porte  à  mon  cou.  Il  a d’abord été  interloqué, puis m’a demandé si  j’étais juif. Je  lui ai dit que oui, et  il s’est exclamé  : “Mais comment se fait‐il que vous parliez si bien le turc ?” Et pourtant, c’était quelqu’un d’instruit ! » conclut Gürhan.    Il  cite  par  ailleurs  un  incident  rapporté  dans  le journal de  la communauté  juive  locale, Salom. Un groupe de responsables du parti AKP a installé sur la  place  centrale  de  l’île  de  Büyükada  (Prinkipo), face  à  Istanbul,  connue  pour  attirer  les  juifs d’Istanbul,  surtout  l’été, une bannière  comportant un  message  chaleureux  appelant  à  l’unité  et  à l’amitié. Seul problème : elle était écrite en hébreu ! 

« Le  fait que  l’AKP s’adresse à notre communauté en  hébreu  plutôt  qu’en  turc  traduit  bien  la perception que l’on a de nous », commente Gürhan.   Car  la  majeure  partie  des  juifs  de  Turquie  ne connaît  pas  l’hébreu.  Pendant  des  siècles,  ils  ont parlé  le  ladino,  le  français ou  le  turc  à  la maison. Aujourd’hui,  le  turc  est  la  langue maternelle  des jeunes générations.   Gürhan  est  convaincu  qu’une montée  dangereuse de  l’antisémitisme  est  en  cours  et que de plus  en plus de Turcs deviennent antisémites.     « Erdogan est un visionnaire! »   

À  l’autre  extrémité  du  spectre,  il  y  a  Alper Yakuppur,  le  plus  enthousiaste  de  nos interlocuteurs quant au gouvernement actuel. Âgé de 37 ans, originaire de Géorgie et d’Iran,  il dirige une prospère entreprise de  textile.  Il a sa carte du parti AKP depuis plusieurs  années déjà  et  occupe un poste de responsable dans  le bureau du parti à Istanbul.   

Alper  déplore  les  idées  reçues  dont  souffre  l’AKP 

Page 70: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 139 -

  

dans  les milieux  libéraux de  la  société.  Il  souligne que toutes les minorités sont représentées au parti, qui compte en outre de nombreuses femmes. Il ne comprend  donc  par  pourquoi  sa  formation  est accusée d’opprimer  la  gent  féminine  et  de  rejeter les groupes aux coutumes différentes.   

« Ma  femme peut porter  le genre de  jupes qu’elle veut », s’exclame‐t‐il. « Moi, je peux boire ce que je veux.  Et  chacun  peut  pratiquer  la  religion  qu’il choisit  !  »  Il  reconnaît  cependant  ne  pas revendiquer  activement  son  judaïsme  et  ne  se sentir aucune appartenance à  la communauté, mis à  part  ses  origines  religieuses, même  s’il  a  fait  sa bar‐mitsva et s’est marié à la synagogue. S’il  milite  dans  le  parti,  c’est  avant  tout  pour Erdogan. « C’est l’homme d’État le plus visionnaire que  la  Turquie  ait  jamais  eu  de mon  vivant  !  », commente‐t‐il.  Il  estime  que  le  gouvernement d’Erdogan  a  apporté  au  pays  développement, prestige et nouvelles opportunités commerciales. « Je  le  sais, parce que  je voyage beaucoup et que  je peux  comparer  le  niveau  de  vie  que  nous  avons d’une  année  à  l’autre  »,  affirme‐t‐il,  concédant toutefois  qu’il  existe  des  choses  discutables  en matière  de  démocratie  et  de  liberté  d’expression. Des  problèmes  qui  ne  sont  cependant  pas 

nouveaux  «  et  se  sont  d’ailleurs  améliorés  avec l’AKP ».   

Alper raconte en outre que certains de ses amis ont soutenu  les manifestations  antigouvernementales, mais pas lui. Tout comme le Premier ministre, il est convaincu  que  des  éléments  extérieurs  ont  peut‐être manipulé la population à leur profit.   

Pour ce qui est de  l’antisémitisme,  il affirme qu’en fait,  la  situation  s’est  améliorée.  Certes,  il  porte pour sa part un prénom turc et un nom de famille à consonance  perse,  et  il  reconnaît  que  cela  le met peut‐être  à  l’abri  de  ce  type  de  problèmes quotidiens. « Et puis,  je ne vais pas non plus crier sur les toits que je suis juif… »    

Rien d’original   

Dans un bureau rempli de vieux  livres, un homme à la moustache blanche et au sourire modeste nous accueille.  Rifat  Bali,  65  ans,  est  un  éminent historien,  un  écrivain  et  le  propriétaire  d’une maison  d’édition  publiant  des  ouvrages universitaires. Depuis  des  années,  Rifat  étudie  l’histoire  des minorités  en  Turquie  et  a  publié  de  nombreux 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 140 -

  

essais et  livres spécialisés sur  le sujet. Il s’intéresse surtout  aux  relations  entre  l’État  et  les minorités religieuses  et  écrit  également  sur  les  divisions sociales et politiques au sein de ces minorités elles‐mêmes.   

Pour  lui,  la  récente  vague  d’antisémitisme  en Turquie  n’a  rien  d’original  et  ne  doit  pas  poser d’inquiétudes  particulières.  «  Nous  sommes  des citoyens modèles  »,  argumente‐t‐il.  « Nous  avons toujours  travaillé  pour  faire  plaisir  au gouvernement  en  place,  quel  qu’il  soit.  L’État  n’a donc aucune raison de nous renier. » À l’entendre, l’antisémitisme a toujours dominé l’histoire sociale et  politique  de  la  Turquie.  À  commencer  par  les pogroms de  1934 à Thrace  jusqu’à  celui d’Istanbul en 1955, en passant par le refus, en 1942, d’accorder le droit de passage au bateau de réfugiés le Struma (avec pour conséquence la mort de 781 juifs fuyant la Shoah), ou ce qu’on a appelé la « taxe de richesse »  imposée  aux  non‐musulmans  dans  les  années 1940.    

Depuis,  les publications antisémites diffamatoires, antérieures  et  contemporaines  à  la  république actuelle, ont été innombrables. « L’antisémitisme a toujours existé sous une forme ou sous une autre », 

affirme‐t‐il. « Ce qui a changé à présent, c’est qu’il y a  Internet. Nous avions  l’habitude de vivre dans nos bulles urbaines,  loin des points d’ébullition de l’antisémitisme. Nous ne nous intéressions pas aux pamphlets  antisémites  ni  aux  théories  populaires de  la  conspiration. Mais  aujourd’hui,  nous  avons Internet  et  les  réseaux  sociaux.  La  rhétorique antisémite  se  propage  comme  une  traînée  de poudre  et  nous  sommes  obligés  de  regarder  les choses  en  face,  que  nous  le  voulions  ou  non. Autrefois,  qui  d’entre  nous  achetait  l’Akit  ou  le Milli  Gazete  [deux  journaux  islamistes]  ? Désormais, un ami le poste sur Facebook et, tout à coup, on se met à paniquer ! »   

Difficile exil  

Rifat  reconnaît néanmoins un  léger accroissement des  actes  de  violence  contre  des  juifs  ces  dix dernières  années.  En  2003,  deux  attentats terroristes  ont  visé  des  synagogues,  faisant  27 morts et 300 blessés. La même année, un dentiste a été assassiné à Istanbul et le meurtrier a invoqué sa haine des juifs à l’appui de son acte.   Cependant,  Rifat  reste  convaincu  que  le gouvernement  est  loin  de  soutenir  ce  genre 

Page 71: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 141 -

  

d’actions  de  militants  islamistes.  «  Malgré  les similarités  idéologiques, ce sont deux groupes très différents  »,  explique‐t‐il.  «  Notre  gouvernement déploie des mesures de sécurité pour nous protéger chaque  fois  que  les  menaces  contre  nous augmentent. » Il souligne aussi que, de tout temps, les  minorités  ont  permis  à  la  Turquie  de  se revendiquer  comme  une  nation  occidentale pluriculturelle, même si l’Histoire a souvent prouvé le contraire. « Les groupes minoritaires ne sont une menace  pour  personne  et  les  agressions  contre leurs  membres  n’ont  jamais  aidé  aucun gouvernement. »   Selon Rifat Bali, les bonnes relations qu’entretenait la  communauté  juive  avec  le  gouvernement islamiste n’ont commencé à se dégrader qu’en 2008, en raison de  la politique anti‐israélienne de  l’AKP, qui a suscité beaucoup d’antisémitisme. Cependant, l’historien  ne  voit  aucune  menace  majeure  à l’encontre des  juifs de Turquie. « Franchement,  je ne  crois  pas  que  l’AKP  soit  plus  raciste  que  les autres segments de la société », dit‐il. « En Turquie, l’antisémitisme  ne  se  limite  pas  aux  islamistes. Votre  génération  ne  le  sait  peut‐être  pas,  mais après  les  guerres  de  1967  et  1973,  des  campagnes 

terribles  ont  été menées  contre  nous.  Les médias s’en prenaient à des commerçants en les citant par leur  nom,  les  accusaient  d’activités  illégales  et appelaient au boycott de leurs magasins. Beaucoup de ceux qui menaient campagne ainsi n’étaient pas des  islamistes, mais des nationalistes de gauche. » Rifat estime qu’il est très difficile de s’exiler quand on  a  dépassé  40  ans.  «  Beaucoup  de  juifs  turcs possèdent  leur  petit  commerce  ou  une  entreprise de moyenne  importance. S’ils vont aux États‐Unis, ils  ne  gagneront  pas  leur  vie  comme  ici.  Même chose en Israël, et en plus, il y aura la barrière de la langue… »   Rifat  Bali  a  traversé  et  étudié  plusieurs  vagues d’antisémitisme. « Chaque fois que l’antisémitisme augmente  en  Turquie,  on  voit  des  juifs  prendre peur et s’en aller. C’est sans doute ce qui se produit en ce moment, mais cela passera.  J’ai déjà vécu ça au cours de mon existence, et je suis toujours là ! »       

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 142 -

  

Turkey's Jewish Community in Decline

 By Shlomi Eldar

Translator : Danny Wool http://turkiye.net/en/news/turkeys-jewish-community-in-decline/

 Rumors  that  Jewish  families  are  leaving  Turkey have been making the rounds for a long time now, but  as  relations  between  Turkey  and  Israel deteriorate,  those  rumors  are  slowly  becoming facts. Turkey’s Jews  interpret the hostility to Israel they hear day and night from Prime Minister Recep Tayyip  Erdogan  and  Foreign  Minister  Ahmet Davutoglu  as  a personal  attack  against  them. The change in mood and in Turkish public opinion as a result of those leaders’ anti‐Israeli policy can be felt by  the  local  Jews on a daily basis. Turkey's  Jewish community  has  thrived  for  decades,  but  it  now feels that its future can no longer be assured.  

Until  very  recently,  the  leaders of  the  community boasted  that  there  were  never  any  open manifestations of anti‐Semitism in modern Turkey, or in the Ottoman Empire for that matter. Jews not only  enjoyed  religious  freedom,  but maintained  a relationship of camaraderie and friendship with the 

Muslim  population. Many  Turkish  Jews  remained in the country even after the wave of  immigration to Israel in the 1950s. They regarded the country as their  homeland  and  planned  their  futures  there. But  recently, all  that has changed. As of now,  the heads  of  the  Jewish  community  are  struggling  to conceal  their deep  concern  that within  just  a  few years,  nothing  will  remain  of  Turkey’s  glorious Jewish  legacy,  which  flourished  throughout Turkey's history. More families leave every week in search of a safer future for their children elsewhere.  

When I called a few families that I once knew, my contacts  immediately  denied  that  there  was  any atmosphere  of  anti‐Semitism  in  the  country. One of  them,  "S,"  told  me  at  the  start  of  our conversation, “If you want details, talk to the Israeli Embassy. I assume that they can tell you more and give  you  precise  figures.”  It  was  only  after  I promised not  to mention his name  that he sighed in despair  and  told me  that his daughter  and her husband  had  immigrated  to  Israel  with  his grandchildren  less than two weeks prior. They felt that  there  was  no  future  for  their  children  in modern Turkey.  

“And what about you?” I asked. 

Page 72: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 143 -

  

“I have a business here.  I’m not afraid.  I can’t  tell you  that  there’s  anti‐Semitism  here,  either,  but  I can say that it’s not like it used to be.”  

Other  families  that  I  spoke  with  told  the  same story.  It’s  not  easy  being  Jewish  in  Turkey  today, and it can be frightening to talk about it in public. The  Jewish  community  of  Turkey  now  numbers fewer  than  20,000  people.  Most  of  them  live  in Istanbul  and  have  their  own  businesses.  The Istanbul  community  has  two  large  synagogues, Neve Shalom and Beit Yisrael, which were  turned into  well‐guarded  fortresses  after  they  were targeted  in  terrorist  attacks  about  a  decade  ago, when Al‐Qaeda detonated car bombs outside each. But while  those  incidents provoked dire  concerns among  the  local  Jewish  community,  it  did  not make people consider leaving.  

A  major  milestone  in  the  deterioration  of  the relationship  was  the  May  2010  sailing  of  the Turkish  flotilla  to  the Gaza Strip. Nine passengers aboard  the  Turkish  Mavi  Marmara  died  after  a violent  clash  with  Israeli  Defense  Forces  troops. Ever  since  then,  the  relationship  between Ankara and  Jerusalem  has  deteriorated  at  a  steady  pace, and this can be felt on the ground. The diplomatic 

sparring  has  not  been  limited  to  the  relationship between  the  two  countries  in  the  international arena. The mood on the street has changed as well. While  this  has  not  been  expressed  in  attacks against  Jewish  property  or  persons,  there  is  a feeling  of  distrust.  The  spirit  of  coexistence  that survived  in Turkey  for  five centuries or  longer has been  broken.  Many  members  of  the  Jewish community  have  started  to  feel  as  if  they  don’t belong there, or even as if they are not wanted.  

Most  of  the  people  leaving  for  Israel,  the United States  and  Europe  are  young  families. Older  and veteran  members  of  the  community  are  not considering  leaving.  The  Jewish  Agency  plays  a prominent  role  in  encouraging  immigration  to Israel now, though the people I spoke with told me that  most  of  those  leaving  prefer  to  go  to  the United  States  or  the  more  affluent  countries  of Europe.  Others  are  still  waiting  to  see  what happens. They can always go to Israel, they say.  

According  to  S,  the  rate  of  departure  is  higher among more affluent members of  the community, who have the economic resources to allow them to build their future somewhere else.  

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 144 -

  

“What would  I  do  at my  age?”  S  asks me.  “Who would hire me? What kind of business could I start in  Israel?  It’s  the  young  people  who  are  leaving. They  are  checking  things  out  to  see  if  there  is  a brighter future waiting for them there.”  

Despite  all  that,  not  every member  of  the  Jewish community  is  willing  to  raise  their  hands  in surrender  to  the mood created by Erdogan during his  time  in  office.  A  few  people,  young  and  old alike, argue  that they have to  fight  for their rights instead of erasing the achievements of a centuries‐old  community  overnight,  in  a  moment  of desperation. They share this message in their blogs and  in  fliers  that  they distribute  to worshipers  in the  synagogues every Sabbath. But  they are  just a minority  within  a  concerned  community. Everyone,  without  exception,  can  read  the diplomatic map,  and  they  all  agree  that,  regretful as  it  is,  it  will  take  a  long  time  to  repair  what Erdogan managed to destroy in just a few years.  

Is  this  the  beginning  of  the  end  for  Turkey’s glorious Jewish community? It’s hard to tell, but it certainly is the end of a beautiful friendship.  http://www.al‐monitor.com/pulse/originals/2013/11/turkey‐jews‐emigration‐antisemitism‐erdogan.html?utm_source=&utm_medium=email&utm_campaign=8506 

Turkey, the Jews and the Holocaust

 By Corry Guttstadt 

Translated from the German edition (2008)  by Kathleen M. Dell'Orto, Sabine Bartel, and Michelle Miles.  

Cambridge: Cambridge University Press, 2013. 353 pp. Reviewed by Harold Rhode 

 View  of  the  Struma  in  Istanbul  Harbor,  1942. United  States  Holocaust  Memorial  Museum, courtesy of David Stoliar. 

 The  first  long  study  on  the  Jews  in  Turkey  was written  by  the  late  American  scholar  Stanford Shaw‐‐‐born  Stanley  Shapiro,  a  well  known Ottoman  scholar,  who  eventually  married  a 

Page 73: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 145 -

  

Turkish Muslim woman. Though clearly versed  in the  sources,  he  produced  what  was  essentially  a whitewash of the  'wonderful' Jewish life in modern Turkey. Shaw's is more fantasy than truth.  The  present  book  takes  a  much  more  sobering approach. This superb book, Turkey,  the  Jews, and the Holocaust, by Corry Guttstadt, gives the details of  why  Jewish  life,  unlike  what  the  above‐mentioned  Stanford  Shaw  claims,  was  so precarious,  even  after,  and  especially  so,  after  the secular Turkish Republic was founded. The author is thoroughly grounded in the Turkish sources, and has  done  research  in  fifty  archives  in  eleven countries. She presents  a  very detailed  analysis of how pre‐Holocaust Turkey was  so difficult  for  the Jews,  how  the  Turkish  government  did  almost nothing  to help  its  Jewish  citizens  living  in Nazi‐occupied  Europe,  and  how  it  used  the  precarious situation of the Jews in the world to pass extremely restrictive  laws  to  impoverish  its  own  Jewish citizens  during World War  II.  The  few  examples where Turkish consuls in Europe helped Jews ‐‐ so often  touted  by  modern  Turkish  diplomats  and public relations firms ‐‐ were the exception, not the rule. 

To  be  sure,  the  Jews  had  high  hopes  regarding Ataturk's new secular Republic of Turkey. Ataturk's goal  was  to  change  the  traditional  approach  to identity, founding his republic on the Western idea that all citizens of the Republic of Turkey would be equal. Ataturk did his best to separate the republic founded on the ashes of the Ottoman Empire from its Muslim past. Loyalty under  the Ottomans was based on religion, and the State promulgated Sunni Islam  as  its  raison  d'être. Ataturk  tried  to  impose the  Western  concept  of  loyalty  to  the geographic/territorial  entity  ‐‐  i.e.,  Turkey. Religious identity, the basis of the Ottoman Empire, was not  supposed  to be  important. All  its peoples were to be called Turks. They were, irrespective of ethnicity or religion, supposed to be equal citizens of his new  republic. They were  to be equal before the law. 

 This was a  tall order.  Is  it humanly possible  to  so markedly  change  the  way  people  look  at themselves  and  others  so  quickly?  Despite Ataturk's  valiant  efforts,  this  book  demonstrates that the answer is a resounding 'no'.   

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 146 -

  

Despite  Ataturk,  non‐Muslims  remained  outside the  Turkish  mainstream  in  that  new  country. Though Ataturk and his followers tried to make the word  'Turk' mean any citizen of Turkey,  it quickly become  the accepted  term  for any Muslim citizen of Turkey, regardless of ethnicity. Any Muslim, no matter how short a time his ancestors or he himself lived  in Turkey, was  a Turk. The new  term  'Turk' became,  in  essence,  a  synonym  for  the  old word 'Muslim'.  But what  about  the  other non‐Muslim  citizens of that  country?  Very  quickly,  the  term  'Turk Vatandasi',  [i.e.,  Turkish  citizen]  became  the phrase by which non‐Muslims were politely known. Non‐Muslims, many of whose ancestors had  lived in modern  Turkey  for  millennia,  were,  in  effect, still outsiders. Despite Ataturk's wishes, Turks still divided  their world  into  two groups: Muslims and non‐Muslims.  The  basic  building  block  of  the modern  Turkish  identity  was  still  Islam.  In  the Turkish  mind,  the  non‐Muslims  in  Turkey  were basically lumped into one group, irrespective of the obvious differences between Turkish Jews, and the myriad  of  Christian  groups,  each  of  whom  saw itself as a separate and distinct entity. 

Turkey, during  the early years of  the republic, did its best  to  linguistically  'Turkify' all of  its citizens, regardless  of  ethnicity  or  religious  affiliation.  In practice,  that meant  that  the Turkish government suppressed  non‐Turkish  cultures, mainly Kurdish, Greek, and Sephardic  languages and cultures. This policy was not directed specifically against the Jews but,  in  practice,  it  meant  that  the  government attempted  to  deracinate  and  eradicate  the Sephardic  Jewish  culture  which  had  been  the dominant  Jewish  culture  since  the  1492 immigration  of  Spanish  Jewry  and  Portuguese Jewry thereafter.   Try  as  they  might,  Jews  remained  outsiders  in Turkish  society.  A  great  Turkish  Jewish  scholar  , Avram  Galante,  who  wrote  many  books  on  the history of the Jews of the Ottoman Empire, and in modern  Turkey,  advocated  the  cultural turkification  of  the  Jews who  resided  in  the  new republic.  One  of  his  major  books  was  Vatandaş Türkçe  Konuş!  [Citizen:  Speak  Turkish!] encouraging  Sephardim  to  abandon  Ladino,  the centuries‐old Spanish dialect  they had continually spoken since most arrived from Spain in the 1490s.  

Page 74: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 147 -

  

Those  Muslim  Turks  who  opposed  Ataturk's reforms often referred to him using the polite term 'Salonikli'  (one  whose  origins  were  from  today's Greek  city  Thessaloniki  ‐  the  pre‐World  War  I population of which had a Jewish majority) or  less politely  'Dönme'  (meaning  turncoat). What  these terms really mean is someone whose ancestors had been  Jewish,  but  outwardly  followed  the  Jewish false  messiah  Shabbatai  Tvsi  who,  in  the  1660s, converted  to  Islam.  Those  Jewish  followers  who remained  loyal  to  Shabbatai  Tsvi  thereafter married among themselves and outwardly  lived as Muslims, but had  their own unique prayers, some of which were of  Jewish origin. A  large contingent of  these people had  lived  in  Salonika.  So  labeling Ataturk either as Salonikli or Dönme was an insult. The  inference  was  that  he  wasn't  a  real Muslim, and  therefore  not  a  real  Turk.  He,  according  to many  of  Ataturk's  opponents  was  an  outsider  of Jewish  origin,  who  took  over  and,  because  he wasn't a real Turk, tried to separate Turkey from its Islamic identity.  Two  other  important  incidents  illustrate  the problematic  position  the  Jews  and  other  non‐Muslims  faced  in  the  modern  Turkish  Republic. 

After  the  Turkish  war  of  liberation  in  the  early 1920s,  the  Greek  and  Turkish  leaders  decided  to exchange  populations,  in  order  to  lessen  the possibility of Greek‐Turkish tensions in the future. With  minor  modifications,  Greeks  residing  in Turkey  were  to  be  sent  to  Greece,  and  Turks residing  in Greece were  to be  sent  to Turkey. But who really was transferred from one country to the other?  'Greek'  was  defined  as  a  member  of  the Greek Orthodox  Church. Many members  of  that church, especially  in Central Anatolia, were ethnic Turks  whose  ancestors  had migrated  to  Anatolia almost 900 years earlier. For various reasons,  they became  Christians.  In  Greece,  some  of  the descendents  of  the  ancient  Greeks  ‐‐  Aristotle, Plato, Socrates, etc, ‐‐ had over the years converted to  Islam.  For  population  transfer  purposes,  as Muslims,  they  were  defined  as  Turks.  So  what actually  happened  was  that  ethnic  Turkish Christians  were  transferred  to  Greece,  while ethnically  Greek  Muslims  were  transferred  to Turkey.  So  much  for  the  Western  territorial concepts of loyalty and identity.  Another  story  is  even  more  interesting  from  a Jewish point of view. During the 1950s, the UK was 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 148 -

  

looking  to  leave Cyprus, which had  a  large Greek Christian majority, and a Turkish Muslim minority. There  was  a  Greek  group  which  favored  union (called  Enosis) with  (Christian) Greece. The Arab world, by and large, backed the Greeks against the UK and the Turks. One could understand why anti‐Greek fervor was strong in Turkey. But anti‐Jewish fervor  rose  as  well.  To  the  Western  mind,  this seems  odd  because  the  Arabs  were  clearly  the enemy of the Jews and the Jewish state at that time. And since the Arabs supported the Greeks, it would seem  reasonable‐‐again  in  Western  terms‐‐that some  pro‐Jewish  sentiment  would  have  been expressed among Turks  . But  the opposite was,  in fact,  what  happened.  Anti‐Semitic  incidents  in Turkey‐‐most  notably  in  Istanbul‐‐which  brought fear  into  the  hearts  of  the  Jews  of  Turkey,  rose substantially.  Why  did  this  happen?  Simply  because  in  the Turkish (Muslim) mind, all non‐Muslims were one group. As such, they believed that all non‐Muslims work  together against  the Muslims. This principle is so deeply engrained in Turkish culture‐‐whether or  not  a  Turkish  Muslim  is  religious‐‐that  the Greek  problem  in  Cyprus was  understand  not  in 

terms of Greeks vs. Turks, but, on a much deeper level,  as  a  battle  between  the  Turks  (i.e.,  the Muslims), and  the Greeks  (i.e.,  the non‐Muslims). And,  according  to  the  classic Muslim dictum,  “al‐Kufr Millatun Wahida,”[i.e., Unbelief is one nation] a  hadith  [tradition]  attributed  to  the  Muslim prophet  Muhammad,  all  non‐Muslims  are  allied against  the Muslims.  In  this  context,  it  is obvious why  Jews  in  Turkey  would  suffer  as  a  result  of Greek‐Turkish  troubles  in  Cyprus,  which,  from  a Western point of view, sounds absurd.  The  above  is  the  context  in  which  we  must understand  how  Turkey  related  to  its  Jews,  even after the founding of the secular Turkish Republic. Guttstadt's book does this exceedingly well. Try as so many  Jews did  to blend  in  to  the new Turkish reality, the Turks (i.e., the Muslims) looked on the Jews  with  deep  suspicion,  and  gradually  made Jewish  life  in Turkey more  and more difficult. To be  sure,  there  were  Turkish  diplomats  here  and there who helped  individual  Jews,  originally  from Turkey and living in Europe during the Nazi rise to power,  to  avoid  extermination.  But  sadly,  these were  the  exceptions,  not  the  rule.  Most  Jews wishing  to  flee  to  Turkey,  the  land  of  their  birth 

Page 75: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 149 -

  

and  whose  passport  many  still  held,  were  not helped by Turkish diplomats, and were left to their disastrous  fate.  The  author  describes  numerous incidents  which  prove  this  claim.  Moreover,  the Turks,  who  had  influence  in  Berlin,  could  have intervened on behalf of their 'fellow' Jewish Turkish citizens, but chose not to do so, or were directed by their  government  in Ankara  not  to  do  so. Again, the author cites numerous incidents to support her claim.  Among  these  incidents are attempts by  Jews born in  Turkey  to  renew  their  Turkish  passports. Following  instructions  from  the  Turkish  Foreign Ministry, Turkish diplomats in Europe made it next to impossible for these Jews to renew their Turkish documents.   For example, when some Jewish citizens of Turkey presented  Ottoman  documents  to  prove  their places  of  birth  and  citizenship,  etc.,  Turkish diplomats  claimed  that  these  must  first  be researched, and translated into modern Turkish, in order  to  prove  their  validity.  But  these  processes were  so  long  and detailed  that  they were next  to impossible  to do. That  left Turkish  Jewish citizens 

hanging over  the abyss. Many, consequently, were eventually  shipped  off  to  Nazi  extermination camps as a result.  Moreover,  given  Turkey's  public  claims  after  the war about its having rescued Turkish Jews, imagine the  author's  surprising  discovery,  at  a  kibbutz library,  of  a  list  of  105  Turkish  Jews  found  in Bergen‐Belsen  after  the  Allied  liberation  of  that camp in March, 1945. Jews with other citizenships, e.g. Spanish, had been previously  freed due  to  the intervention of more proactive governments.  Furthermore,  the  author  examines  the  anti‐religious minority  laws  enacted  during  the  1930s and  1940s,  which  effectively  made  life  for  Jews more  and  more  difficult.  The  author  lists  many periodicals  and newspapers published during  that time period which contained anti‐Semitic diatribes explaining  to  their  readers  why  the  Jews  could never be  trusted and  that  their  loyalty  to  the new Turkish  Republic,  was,  to  put  it mildly,  suspect. Given the political situation at that time, there was almost  nothing  the  Jews  could  do  to  ameliorate their situation.  

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 150 -

  

To  add  insult  to  injury,  the  Turkish  government enacted  an  anti‐religious minority  law  called  the Varlik  Vergisi  (a  wealth  tax  )  directed  at  non‐Muslims, and which required  Jews and other non‐Muslims to pay huge taxes on property they owned. Many  of  the  Jews  could  not  afford  to  pay  these taxes  and  were  therefore  shipped  off  to  labor prisons in eastern Turkey.   Clearly,  the  Turkish  government  knew  then  that there was nothing the Jews could do to prevent the enforcement of these  laws, and that the Turks did not have to worry about European countries, then almost exclusively under Nazi control, raising their voices against these anti‐Jewish laws.  It  is not  surprising  that  Jews  living  in Turkey  felt extremely  threatened.  Many  gave  their  children Turkish  names,  instead  of  the  traditional  Jewish names  they had been using, so  that  their children might be able  to hide behind a  supposed Turkish Muslim identity in time of need.  In fact, Turkey declared itself neutral during World War  II,  but  in many ways  helped  the Nazis.  For example,  Turkey  had  some  of  the most  extensive 

chromium  deposits  which  were  essential  to  the Nazi war  effort. Despite  their  declared  neutrality, the Turks were  selling  this needed  commodity  to the Nazis,  though  they  told  the British otherwise. Eventually,  the  British,  at  great  expense  to themselves,  agreed  to  buy  and  stockpile  Turkey's chromium  in Turkey, even  though  the British had their own ample supplies.  About six weeks before the end of the war, Turkey declared war on Germany,  so  that, as  the Turkish saying goes, "They would be  invited to the victors' feast as an honored guest, and not be an  item on the dinner menu."  Given the precarious situation of the Jews, from the founding of  the Turkish Republic until  the end of World War  II,  it  is  not  surprising  that  when,  in 1948, the State of Israel was declared, most Turkish Jews chose to immigrate to Israel.  The book  shows why,  as  long  as  Jews  know  their place  in  Turkey,  they  hope  they  can  survive.  But their situation is precarious. This is clear simply by examining how the young Jews of Turkey act. Most go abroad to study, and seek their future elsewhere. 

Page 76: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 151 -

  

They  overwhelmingly  realize  that  they  have  no future in Turkey, and end up living in the US, Israel, and elsewhere.  All  in  all,  this  superbly  and  dispassionately well‐researched  book  must  become  the  standard reference  for  anyone  looking  to  understand  the precarious  situation  of  the  Jews  from  the establishment  of  the  Turkish  Republic,  until  the end of World War II. Moreover,  it  forms the basis for what  happened  to  Turkish  Jewry  after World War II.  The now less than 20,000 strong Jewish community of Turkey  is dwindling.  If  trends continue as  they are  now,  then  in  the  coming  decades, we  should expect  that  almost  no  Jews  will  remain  in  that country.  Interestingly,  it will have been under  the secular  Turkish  Republic  that  so  many  Jews  in Turkey decided to make their future elsewhere.  Though  they  understood  their  place  as  political and  social  inferiors  in  the Ottoman  Empire,  they were  resigned  to  their  fate.  But  in  today's world, there are other opportunities to be free elsewhere‐‐most  notably  in  the  vibrant  and  future‐oriented 

State of  Israel and  in  the US.  It  is no wonder  that Turkey's  Jews  seek  to  emigrate  to  places  such  as these, which allow them to pursue their dreams.  We  are  therefore most  likely witnessing  the  final decades  of  this  ancient  community,  once numbering more than 100,000.      Harold Rhode has a PhD in Ottoman history, and in the early 1990s served as the Turkish Desk Officer in the Office of the US Secretary of Defense. He is now a  Distinguished  Senior  Fellow  at  the  Gatestone Institute.          

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 152 -

  

Out of Smyrna

By Gloria DeVidas Kirchheimer http://sephardichorizons.org/Volume2/Issue1/Kirchheimer.html

 

The author’s ancestral homeland turns out to be startlingly familiar and shockingly alien at 

the same time. 

 

Was Homer blind? I hope not. Did he really live in Smyrna in the eighth or ninth century? If indeed he lived  in  the  city  now  called  Izmir,  then  his  view, assuming  he  was  not  blind,  was  of  the  eastern shoreline of the Aegean Sea, the Gulf of Izmir, the same view my father had when he was growing up 

here in Turkey, the view I see from my park bench on  the  promenade  overlooking  the  city.  It makes me  feel  like a part of history  to  think of this  link: Homer, my  father and me.  It has a nice symmetry,  like  the holy Trinity,  the  three Graces, Aristotle’s  three  dramatic  unities—time,  place, action.  All  those  classic  patterns  that  are  so satisfying. But my dad probably had no  inkling of these  connections.  What  did  he  know,  a  poor Sephardic  kid  who  walked  barefoot  to  school?  I never mentioned Homer  to him,  though  I did  tell him that, according to Herodotus, Smyrna was the name of the Amazon warrior who founded the city. “A woman warrior, eh?” he said. “Women’s lib.” He looked at me craftily as though I was pulling a fast one on him.  I  like  to  think  of my  father  following  in Homer’s footsteps, but only literally because I can’t imagine that  he  learned  about  the  ancient Greeks,  having left  school at an early age. Let’s  say he walked on the same roads or dirt paths as Homer. I do know he  studied  the  French  classics  at  the  school founded  by  the  Alliance  Israélite Universelle  and could quote Racine at the drop of a hat. 

Bay of Izmir

Page 77: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 153 -

  

 My dad’s neighborhood, Karatash, was at the top of the cliffs overlooking the bay, so  if he was sent on an errand to the town below, he had to walk down a very steep path.  If only he could have distracted himself  while  making  that  burdensome  trek  by reciting some verses from the Iliad, in Greek, which he  spoke.  Not  ancient  Greek,  but  rather  the vernacular  of  his  neighbors  in  multilingual Karatash.  In  1907 when my  father was  eight,  the Asansör‐‐an  elevator‐‐was  built  by  one  of  our 

Sephardic tribesmen to ease the strain of going up to the cliffs from the town below on the coast.   When you reached the top of the cliff, you still had to  ascend  a  steep  flight  of  stairs  to  get  to  certain streets.  But  think  of  the  view  of  the Aegean,  the hills ringing the bay. That hasn’t changed. I would like  to  call  up  the  spirit  of Homer  and  introduce him to my dad, but I don’t believe in spirits.  Family Lore My  family  was  very  superstitious  and  I  resisted their mad notions. As a child I was helpless against their ‘cures’ for the evil eye, for example, the spells and mumbo  jumbo  that miraculously  seemed  to work. A more drastic remedy called for molten lead to be poured  into  a pot of  cold water held  firmly over  a  sheet  which  hovered  (assuming  the  four corners  were  being  held  by  steady  hands)  above the ‘patient’ who lay on a table. The resultant crags and  valleys  in  the  pot would  be  interpreted  by  a wise  woman,  usually  a  neighbor—my  mother would  never  presume  to  have  that  knowledge. There  were  cures  for  everything—melancholia, unrequited  love,  queasy  stomachs,  bad  luck with money. There was nothing that couldn’t be cured. 

The Asansor 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 154 -

  

But one had to be vigilant because of the devil, or envious neighbors, or evil spirits. A happy occasion was  especially  dangerous  and  many  precautions had  to be  taken  to  avoid  stirring up  the wrath of those malevolent forces.  If I don’t believe in spirits why am I here in Turkey where my family  lived for more than 400 years? Is it  the  cliché  lure  of  finding  one’s  roots  or  do  I expect  to  find  something  else?  Reality  check:  air fares were way down so how could I resist? I don’t want  a  tour  guide  reciting  a  probably  erroneous history of the Jews in the Ottoman Empire. I don’t want  to  be  seen  choking  up  over  the  sight  of decaying  synagogues  and  crumbling  rabbinical archives.  My  father’s  stories  were  about  hardship  and poverty, high  jinks  in  the Hebrew  school, milking the  goats  that  came  to  the  back  door, roughhousing  with  his  brothers  or  the  Greek, Turkish  and Armenian  kids  in  the  neighborhood. How  they  avoided  conscription  into  the  Turkish Army. Stories about the massacre of the Armenians in  1915—he  saw  the bodies on  the beach when he was  a  teenager.  Stories  also  about  the  soothsayer 

my grandmother consulted when her children were ill. But did my father ever mention Homer? Did he even  know  that  the  poet might  have  lived  in  the same town?  The Shock of the Old The first word I heard when I stepped off the plane at  Ataturk  Airport  in  Istanbul  was  ‘buyurun’—

welcome‐‐a  word often spoken in my home  in New York City  where  it  was always open house, people dropping  in day  or  night  for  a meal.  Looking  at these Turkish faces, I feel as though I’m surrounded  by relatives. Dark eyed, dark  hair,  quick smiles. The  flowery 

language,  exaggerated  gestures,  the  pseudo modesty,  lavish hospitality—like my own  family’s. So very familiar to me even though the language is impenetrable,  except  for  the  occasional  words  I 

Page 78: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 155 -

  

recognize because they  infiltrated our own Ladino language,  the  15th‐century  Spanish  my  ancestors took with  them  to  the Ottoman Empire  after  the expulsion from Spain during the Inquisition.  Food?  I might  as well  be  in my mother’s  kitchen with  its  overabundance  of  dishes,  the  dolmades, pilafs, ‘chipura’—porgy, but never so fresh as it is in Turkey,  ‘imam  bayeldi’  [The  priest  fainted, presumably because of  the heavenly aroma]. How can I feel so much at home while being totally shut out  because  of  the  language?  It’s  a  paradox. Hearing a word  I understand gives me a  shiver of delight.  These  verbal  sparks  are  my  link  to  the language  around me  and  to  the  one  I  spoke  as  a child  where  these  Turkish  words  are  embedded. The  summons  of  the  muezzin,  the  call  echoing from mosque  to mosque  feels  familiar  to me  and even,  it  seems, embracing of me, a  Jew  from New York.  The Ultimate Dining Out Experience On my  last night  in Turkey,  in Izmir, my husband and I were lured into an empty restaurant. Empty, that  is,  except  for  three  elderly  male  musicians, playing  for  the  non‐existent  diners. When we  sat 

down,  they  struck  up  a  new  song,  one  of  those wailing,  plaintive  cris  de  coeur,  probably  about heartbreak  and  faithlessness  (on  the  part  of  the woman no doubt). The  tone—I can’t  say  the  tune because  it  slithered  from  one  microtone  to another—the  tone  was  familiar.  I’ve  heard  these instruments before, at home at family parties when I  was  growing  up.  An  oud  (like  a  short‐necked mandolin), kanoun (a zitherlike instrument), and a violin,  alternating  with  the  pot‐bellied  mandolin they  call  a  saz.  Reedy, whiny,  echoing,  nostalgic, reminding me of all those relatives, now gone, who were exiles from Turkey. 

 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 156 -

  

Tonight,  the  oldest  of  the  musicians,  a  gaunt, grizzled seventy‐year‐old  is singing directly to me. His black eyes bore into mine as he sings. I can feel myself  blushing.  His  words,  which  I  don’t understand,  are  berating  me  for  leaving  him  to pine alone,  finding  relief only  in drink,  in  raki. At home  we  had  a  bottle  of  that  anise‐flavored powerhouse of a drink. When poured into a glass it is a clear  liquid. But when you add water it clouds up.  What  could  be  more  mysterious?  The  man keeps singing to me while his friends nod every so often,  as  though  to  confirm  his  emotion—and mine.  “I  know  you,”  he’s  saying  to  me.  “Even though you’ve been away  I knew you would come back . . .” I can hardly restrain myself from leaping up and dancing. I find myself swaying and tapping on the table with my fingers, not daring to look at this  seducer.  Forget  about  the  grilled  fish  (just caught  in the Aegean?) that  is turning cold on my plate.  I  need  to move,  to  sway  and  bend  to  the music,  to  tell  this man  that  I’m  responding  to his yearning  with  my  heart  and  my  body.  When our meal  is  finished  it’s difficult  to  face  the end of the evening. To put on our  jackets, pay the bill and walk out. We want  to give  the musicians 

something.  Actually,  I want  to  embrace  the man who’s been serenading me but don’t dare meet his eyes  as  I  pass  him  on  the  way  to  the  door. My husband  discreetly  slips  some  bills  to  the  waiter and gestures toward the musicians, making it clear that  the  money  is  for  them.  They’ve  seen  this exchange,  and  just  before  we  walk  out  they  nod gravely  without  interrupting  their  song.  My  last chance—I  turn  and  gaze  directly  into  those smoldering eyes.  To this day I retain the image of the man, guarding it secretly as  though he  is my demon  lover.  I may need  to  be  cured.  Sprinkle  some  salt  on  all  the windowsills, thread one of my hairs in a needle and set  it at my threshold. Draw water from four wells and mix with honey  .  .  .  I draw the  line at molten lead.  "Out  of  Smyrna"  has  received  a  Family  Travel  Solas "Silver" award as one of the best pieces of travel writing in 2011 

     

Page 79: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 157 -

  

                          

Topluma Hizmeti Misyon Edinen İşadamı

JAK ESKİNAZİ

 Hem  iş  yaşamında  hem  de  sosyal  kurumlarda başarılarıyla öne çıkanlar herkesten daha büyük bir 

BİZDEN BİRİ

  

Sarit Bonfil

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 158 -

  

tutku,  sevgi ve dinamizmle  işlerine bağlıdırlar. Bu farkı  onlarla  konuşmanızın  daha  ilk  başında hissedersiniz. Onlar  amaçlarını  büyük  bir  isabetle belirlemiş  ve  kendilerini  işlerine  adamışlardır. İzmir  Ticaret Odası  Yönetim Kurulu  Başkan  vekili sıfatıyla  İTO’daki  bürosunda  sohbet  ettiğimiz  Jak Eskinazi,  sosyal  sorumluluk  bilinciyle,  çevresine faydalı olma  isteği ve  iyi niyetli yaklaşımıyla örnek bir hizmet gönüllüsü… Onun üstlendiği görevlerin listesi  bir  hayli  kabarık:  Ege  Tekstil  ve Hammaddeleri  İhracatçı  Birliği  Yönetim  Kurulu Başkan  Yardımcısı,  İzmir  Ekonomi  Üniversitesi Mütevelli  Heyeti  Üyesi,  İzmir  Teknoloji  Bölgesi Yönetim  Kurulu  üyesi  ve  ilk  kez  verilen  İsrail’in İzmir Fahri Konsolosu görevi. Hiç şüphe yok ki Jak Eskinazi’yi  bu  onurlu  mevkilere  taşıyan  iş yaşamındaki başarılar ve edindiği saygın konum.   İTÜ  inşaat mühendisliği mezunu olarak beş yıl bu sektörde  çalıştıktan  sonra  dede  mesleği  olan tekstile  dönen  Jak  Eskinazi,  küçük  bir  atölyeyle üretime  başlayıp  yıllar  içinde  ortaklarıyla  birlikte Roteks  Tekstil,  Spot  Tekstil,  Golden  Halıcılık  ve Pergamon‐Statüs  Dış  Ticaret  firmalarını  kurdu. Dünyaca  tanınmış markalara üretim yaparak Türk ekonomisine  önemli  katkılar  sağlayan  firmaları 

faaliyetlerini  sürdürürken  Jak  Eskinazi,  ticarette edindiği bilgi ve deneyimi toplum yararına sunmak için  vaktinin  önemli  bir  kısmını  Sivil  Toplum Kuruluşlarına harcıyor…  Ailenizin köklü bir tekstil geçmişi var. Bundan kısaca bahseder misiniz?   Ailemiz tekstille uğraşmaya 1920’li yıllarda başlamış. O  zamanlar  Şadırvanaltı’ndaki  işyerinde  aba, urba tipi  kaba  kumaşlar  üretilirmiş.  Sonra  Kapılar’daki eski  İngiliz  Hanında  İngiltere’den  getirtilen tezgâhlarda  kumaş  dokunmaya  başlanmış.  1940’lı yıllarda  dokunan  kumaşlar  dikime  hazırlanır  ve İzmir’de konfeksiyon olmadığı  için dikilmek üzere yazın  İstanbul’a  götürülürmüş.  Sonbaharda  ise dikilmiş pantolon ve takım elbiseler İzmir’de satışa sunulurmuş.  1957’de  Alsa  Giyim  açıldı.  Sonra ihracatçılara  fason  iş  yapan  bir  atölye,  birkaç  yıl sonra  da  Roteks  kuruldu.  Üretim  artınca  1988’de Çankaya’daki  atölyeden  Çamdibi’ne,  1990’da  ise halen  üretimimizin  devam  ettiği  Çiğli  OSB’deki fabrikamıza geçildi.    Kızım  tekstilde  ailenin  dördüncü  kuşağını  temsil ediyor.  Aynı  işi  devam  ettirebilmek  için mutlaka 

Page 80: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 159 -

  

nesilden  nesile  geçen  bir  yatkınlık,  özel  bir  sevgi olması  lazım. Ben tahmin ediyorum ki bizde böyle bir şey var. Ailede dört kuşaktır aynı işi yapabilecek kadar seviyoruz bu işi.   İş  hayatına  konfeksiyon  ticaretiyle  başlayıp küçük bir atölyeyle üretime geçtiniz. Şimdi ise dünya  çapında  tanınmış  firmalara  yüksek miktarlarda  üretim  yapan  bir  üreticisiniz. Sektörünüzde  bu  başarıya  ulaşmanızda  neler etkili oldu?     Bu bir ekip  işi. Ben hep  şunu söylerim: Türkiye’de bir  ortaklık  kültürü  eksiği  var.  Bu  ortaklık kültürünü  benimsediğiniz  zaman  bu  başarıyı yakalama şansınız her zaman var. Çünkü bir kişinin bütün bu işleri yapması mümkün değil. Ancak ekip çalışmasını  yerleştirebildiğiniz, kurumsallaşabildiğiniz müddetçe bir yerlere varma olanağınız var. Yoksa “ben her şeyi kendim yaparım, benden  iyi bu  işi  kimse  yapamaz”  zihniyetiyle  bir işi  götürdüğünüz  zaman  maalesef  bir  yerlere varamazsınız.  Her  bireyin  daha  iyi  yapabileceği işler  vardır.  Bir  ortaklık  yapısında  herkes  kendi yapabileceği  işleri  rahatlıkla  belirtirse  ve  o  işleri yaparsa  o  ortaklık  her  zaman  başarıya  gider. 

Kişilerin birbirine güvenmesi lazım. Kurumsallaşan şirketlerde  her  şey  kayıtlara  girdiği  için  itimat problemi  ortadan  kalkıyor.  O  yüzden  ortaklık yapılarında  kurumsallaşma  ve  güven  ortamının yaratılması çok önemli. Başarının en önemli koşulu bu.   Tek başına bir  yere  gelmiş  insanlar  var  elbet ama  bu  tıpkı  piyangodan  büyük  ikramiye kazanmaya  benzer.  Oysa  insanlar  beraberce  bir yerlere varma şansını her zaman elde edebilirler. O zaman başarı oranı yüzde ellilerin üzerinde olur.   Doğru  zamanda  doğru  kararları  vermek  de önemli değil mi?  Üç  dört  kişilik  bir  ortamda  herkesin  yanlış düşünme  ihtimali  çok  azdır.  Mutlaka  onların arasında  doğru  düşünenler  olacaktır.  O  doğru düşünen  fikirlere  hürmet  edildiği  zaman  doğru yöne  gitme  şansı  her  zaman  fazla.  Tek  başına olduğun  zaman  ise  bir  yanlış  karar  insanı  kötü netice almaya götürür.   Ege Hazır Giyim Konfeksiyon ve İhracatçıları Y. K.  Başkanlığını  yedi  yıl  sürdürdünüz,  Halen birçok  Sivil  Toplum  Kuruluşunun  yönetim kademesinde  görev  alıyorsunuz.  Bu  tür 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 160 -

  

kuruluşlarda  çalışma  isteğiniz  neden kaynaklandı?     Topluma  hizmet  etme  isteğinin  insanın  içinden gelmesi  lazım.    Başkan,  başkan  yardımcısı  ya  da yönetim kurulu üyesi olmadan da toplumda hizmet edilebiliyor.  Bazı  insanların  sosyal  konularda merakı ve becerisi vardır.   Senelerce Rotary, Lions gibi  S.T.  K’larda  başarılı  olmuş  insanları  takdirle karşılıyorum. Bense  ticareti  çok  sevdiğim, bilgi  ve deneyimim  buna  yönelik  olduğu  için  ticari konularla  ilgili  S.T.K’larda  görev  almayı  tercih ettim.  Tabii  insan  kendi  yapısı  itibariyle  nerede başarılı  olacaksa  orada  görev  yapmalı.  Diğer kurumlarda  görev  almadım  çünkü  onlara  bir  şey katamam.  S.T.K’ların  hepsi  seçimle  iş  başına gelinen  yerler.  Örneğin,  Ege  Hazır  Giyim Konfeksiyon ve  İhracatçıları Y. K Başkanlığını yedi sene  yaptığıma  göre  en  az  üç  kere  seçim kazanmışım  demektir.  Ondan  önce  dört  sene Y.K.üyeliği  ve  dört  sene  de  başkan  vekilliğim  var. 1999’dan 2010’a kadar on bir sene başkan vekili ve başkan  olarak  görev  yaptıktan  sonra  oradaki görevimi  gençlere  devrettim. Gençlere  yer  açmayı bilmek gerek.  

Sivil  Toplum  Kuruluşlarındaki  bütün  bu görevler iş yaşamına nasıl yansıyor?  

Tabii  çok  zor.  İş  yaşamından  fedakârlık  yapmanız gerekiyor.    Bunun  ikisini  de  beraber götürebilmeniz  için  uykunuzdan,  aile yaşamınızdan  fedakârlık  yapmanız,  kalan  zamanı da buraya harcamanız gerekiyor. Hem kendi işinizi dört  dörtlük  yapıp  hem  de  böyle  bir  kuruluşta çalışma  imkânınız  yok.  Bu  ancak  bir  fedakârlık yumağının  oluşmasıyla  gerçekleşebiliyor. Kartvizitte  bulunsun  diye  iş  yapmak  olduktan sonra  herkes  yapar.  Başkanlık,  başkan  vekilliği yapıyorsanız mutlaka fedakârlıklar yapmanız lazım. Yoksa olmuyor, yürümüyor.   

Bu  pozisyonlarda  bulunmanın  size  iş hayatında pozitif katkısı oldu mu?  

Tabii  ki.  Birçok  insan  tanıyorsunuz.  Mesela, Türkiye’nin  politik  hayatında  ister  iktidar,  ister muhalefet  partilerinde  olsun  tanımadığınız  insan olmuyor. Bir şey görüşeceğiniz zaman sizi mutlaka tanıyorlar.  O  mevkideki  kişilere  ulaşma  kolaylığı sağlıyor  size.  Doğru  bir  istekle  gidecek  olursanız mutlaka  yapılabiliyor.  Yurt  dışında  da  birçok ülkede  gerek  bakanlar,  gerek  S.T.K.  düzeyinde, 

Page 81: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 161 -

  

gerek  iş  hayatında  tanıdıklarım  var.    Hem konferanslar  sırasında  hem  de  karşılıklı  ziyaretler yaptığımız  için  tanışma, mail  ortamında  bile  olsa görüşme  olanağı  var. Bu  işleri  yapabilmek  için  işi de insanı da sevmek, bencil olmamak lazım. Çünkü her şeyden fedakârlık yapıyorsun. 

 

Gerek  İzmir  Ticaret  Odasında  gerek  Ege Tekstil  ve  Hammaddeleri  İhracatçıları Birliği’nde Yahudi  işadamlarının aktif bir rolü var mı?  

Eskiden  yoktu  ama  şimdi  var.  Mesela  İhracatçı Birliğinde  Jak Galiko  var.  Senlerdir Deri Birliğinin Başkanlığını  yapıyor.  Tahmin  ediyorum  bu  son senesi. Kendi alanlarına göre bu kuruluşlarda epey Yahudi var. İstanbul’da daha çok vardı. Jak Kamhi, Üzeyir  Garih  gibi  sektörün  duayenleri  S.T.K’da, vakıflarda  senelerce  çalıştılar.  Duayen  olunca sizden  mutlaka  faydalanmak  istiyorlar.  Buraya gelebilmek  için  sektörünüzde  mutlaka  belirli  bir yere  gelmeniz  lazım  ki  seçilebilesiniz.  Çünkü  bu mevkide oturduğunuz zaman, herkesin derdine bir çözüm önerisi getirebilmeniz, katkıda bulunmanız gerekiyor.    Babanız  Salvator  Eskinazi  uzun  yıllar  cemaat derneklerinde  ve  cemaat  yönetiminde  görev yapmış bir kişiydi. Toplum yararına yaptığınız gönüllü  çalışmalarda  bunun  etkisi  olduğunu düşünüyor musunuz?    Babam  cemaat  işlerine  meraklıydı  ve  çalışmayı severdi.  Benimkisi  daha  farklı.  Kendimden  gelen bir  istekti.  Bir  de  İTÜ’de  toplumu  birleştirici faaliyetlere  katıldığım  için  üniversite  hayatının bana vermiş olduğu tecrübe dolayısıyla S.T.K’ larda görev  almayı  her  zaman  daha  doğru  buldum. 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 162 -

  

İTÜ’de  bir  konuya  destek  verdiğiniz  zaman çalışmanız gerekiyordu. Oradaki çalışma alışkanlığı beni buraya doğru itti.   Haziran  2010’dan  beri  İsrail’in  İzmir  Fahri Konsolosusunuz. Göreviniz neleri kapsıyor?   İsrail  devletinin  Türkiye’de  bir  tane  Fahri Konsolosu  var,  o  da  benim.  Başka  yok. Mümkün olursa bir  tane daha açmak  istiyorlar.  İsrail’in eski Türkiye  Büyükelçisi  Gabby  Levy  bana  bu  görevi teklif  ettiğinde  “Bir  düşüneyim”  dedim.  Sonra  da kabul ettim.    İyi ki de kabul etmişim. Bütün  fahri konsolosların değil ama  İsrail Fahri Konsolosunun görevi  çoğunlukla  ekonomi  ve  turizm  alanlarında. Yoksa herhangi bir belgelendirme ya da vize verme yetkileri yok. Ancak fahri olarak ülke tanıtımı ve iki ülkenin  ticari  ve  turizm  işbirliğini  artırabilme konusunda  aktif  olma  şansı  var.  Ama  burada  bir İsrail  vatandaşının  bir  sorunu  olursa  tabii  ki ilgilenmek  zorundasınız.  Çünkü  buradaki  tek yetkili  sizsiniz. Bir  ticari anlaşmazlığı çözmek  için ancak  yol  gösterebilirsiniz.  İstanbul’daki konsolosluğun  bile  hukuki  bir  yetkisi  yok. Orada noter  vazifesi  gören  iki  hukukçu  eleman  var. Her ülkenin  fahri  konsolosunun  görev  kapsamı 

birbirinden  farklı. Bu  tamamen büyükelçinin  ve o devletin vermiş olduğu yetkilere bağlı.   Bugüne kadar iki ülke ilişkilerini geliştirmede nasıl bir katkı sağladınız?   Konsolos  olarak  atandığım  günlerde  çok  kötü  bir politik  devreden  geçiyorduk.  Bu  durum  hala  da devam  ediyor.  Ama  Türkiye  ile  İsrail  arasında  5 milyar  dolar  seviyelerinde,  hiç  küçümsenmeyecek bir  ticaret  hacmi  var  ki  İsrail  aşağı  yukarı Türkiye’nin  en  fazla  ticaret  yaptığı  ilk  on  ülke arasına giriyor. Bugün 20‐22 milyon nüfusu ve 6000 Türk  firması olan Romanya  ile bile o kadar  ticaret hacmi  yok.  İki  ülke  arasında  turizmi  başlatmaya çalışıyoruz.  Yavaş  yavaş  Antalya  ve  Kuşadası yöresine  turistler  gelmeye  başladı.  Türkiye  tarafı çok ürkek değil ama İsrail tarafında hala medyanın kötü  propagandasının  izleri  var.  Bunun  aşılması lazım.  Yoksa  iki  ülkenin  halkları  arasında  hiçbir problem  yok.  Burada  basında  çıkan  anti‐İsrail yazılar  her  zaman  oldu.  Hatta  ilişkilerin  en  iyi olduğu  dönemlerde  bile  vardı. Aynı  şekilde  orada da var. Bunların  iki ülkenin  ilişkilerini kötü yönde etkilememesi  lazım.  İsteyenlerin  sorun yaşamadan oradan  buraya  gelmesi  ve  buradan  oraya  gitmesi 

Page 82: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 163 -

  

gerek.  Tabii  vize  konularında  biraz  sıkıntı  var. Bilhassa  İsrail’in  girişinde  ve  çıkışında  olan güvenlik  dolayısıyla  büyük  şikayet  alıyoruz. Sonuçta ben dahil herkese uygulanan bir prosedür. Savaş  görmüş  ülkelerdeki  bir  strüktür.    Dışişleri bakanlığı  bile  bir  şey  yapamıyor.  Ben  bakanlığı ziyarete  gittiğim  zaman  bu  konuda  bir  şey yapamadıklarını gördüm.   İleriye dönük projeler var mı?  Var. Her zaman  ilişkilerin daha  ileriye gitmesi  için bir  şeyler  yapmaya  çalışıyoruz.  İsrail’den  tarımla ilgili  bir  grup  uzman  getirdik.  Buradaki  tarım işletmelerine seminerler verdirdik. Türkiye ile İsrail arasındaki  ticaretin  artırılması  için  bir  gezi organizasyonu  yapıyoruz.  Geçen  sene hazırladığımız geziyi orada seçimlere denk gelmesi nedeniyle  iptal  etmek  zorunda  kaldık.  Buradan işadamlarını  götüreceğiz,  oradan  iş  adamları geliyor. Bir sıkıntı yok. Günde 5‐6 sefer var ve hepsi de dolu. THY’dan başka şimdi Pegasus da günde iki defa uçuyor. Demek ki bu kadar bir potansiyel var.   İki  ülke  halkları  arasında  sıkıntı  yok  ama  politik olarak bayağı bir sıkıntı var görüntüde. Geçenlerde ilk  defa  İsrail’den  bir  bakan,  Çevre  Bakanı  bir 

günlüğüne  bile  olsa  İstanbul’a  geldi.    Sonuçta gelinip  gidilebiliyor.  Bunlar  hep  ilişkileri yumuşatacak adımlar.  

 İzmir Yahudi Cemaatinde yaşanan gelişmelerle ilgilenmeye  fırsatınız  oluyor mu?  Bu  konuda herhangi bir katkınız olabiliyor mu?  Eşim Mirey  cemaat  yönetiminde. Bu da onun  son devresi.  Onun  vasıtasıyla  gelişmelerden haberdarım.  Cemaat  Başkanı  Jak  Kaya  ile  ve yönetimdeki  diğer  arkadaşlarla  yakın  ilişkim  var. Burada  Yahudi  cemaatinin  varoluşunu  gösteren 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 164 -

  

eski  sinagoglar  başta  olmak  üzere  çok  büyük  bir tarihi  servet  var.  Onların  daha  iyi  muhafaza edilebilmesi  ve  tanıtılabilmesi  için  yapılacak  olan bütün  faaliyetlere  katılıyoruz.  Görev  aldığım S.T.K’larda,    Ticaret Odasının,  İhracatçı  Birliğinin bu  konuya  yapabileceği  bir  katkı  varsa  elimden geldiği  kadar  katkıda  bulunmalarını  sağlıyorum. Gerek  valilik,  gerek  belediyelerdeki  ilişkilerde yardımcı  olmaya  çalışıyorum. Hiçbir  zaman  görev almaya talip olmadım ama ilk başta söylediğim gibi benimkisi farklı bir çalışma alanı.  Bulunduğunuz  mevkiler  İzmir  Yahudi cemaatine daha objektif bir açıdan bakmanızı sağlamış  olabilir.  İlerisi  için  görüşleriniz, beklentileriniz neler?   Bizim  cemaatimizde  maalesef  bir  gayrimüslim tedirginliği  var.  Bazı  konularda  bunun  haklı nedenleri  var  ama  kendinizi  doğru  ifade edebildiğiniz  ve  yaptığınız  işin  doğruluğundan emin  olduğunuz  müddetçe  taşıdığınız  Yahudi kimliği  bir  eşitsizliğe,  bir  ayrımcılığa  neden olmuyor.  “Ben Türk vatandaşıysam herkesin almış olduğu haklar bende de  var” diye düşüneceksiniz.  Bizim  en  büyük  eksiğimiz  bundan  kaynaklanıyor. 

“Beni  kimse  seçmez”  ya  da  “Ben  burada  görev alamam.”  diye  yanlış  düşüncelere  kapılıyoruz. İstemeden  kimseye  bir  şey  verilmez.  Deneyin, görev  alın,  çalışın.  Yahudi  toplumunda  benim hissettiğim, gözle görülmeyen negatif bir istek var. Diğer bir konu da  toplumdaki hızlı değişime ayak uyduramayışımız.  İzmir  gibi  bir  hinterlantta  iş yapma  sisteminin  biraz  değişmesi  lazım. Gençleri burada  tutamıyoruz;  buradan  kaçırıyoruz.  Çoğu aile burada iş güç sahibi. İşte burada bütün ailelere, bilhassa  Yahudi  ailelere  düşen  görev  gençlerin buradan gitmemesi  için kendi  işlerinde yeni nesle görev  vermek,  en  azından  ayakta  durabilecekleri yere  kadar  teşvik  edip  onların  başarılı  olmalarını sağlamak.  Bana  sorarsanız  biz  gençleri  buradan gitmeleri  için  kendi  ellerimizle  itiyoruz.  Tabii gittikleri  müddetçe  “biz  az  kaldık”  diye hayıflanacağımıza,  “biz  az  kalmaya  çalışıyoruz” desek daha doğru olacak. Toplum olarak bu hatayı yapmamamız  gerek.  Bir  toplumda  sayıca  değer kaybettiğiniz zaman değeriniz de azalıyor.   Bugün evlatları  buradan  ürkütüp  İstanbul’a  ya  da  yurt dışına yollamanın bir anlamı yok. Ben hiçbir gencin okul  sırasında  Yahudi  kimliğinden  bir  zarar gördüğünü  tahmin  etmiyorum.  İş  hayatında  da aynı şey. Ben şahsen görmedim. Duymadım. Onun 

Page 83: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 165 -

  

için  gençlere  burada  o  ortamı  sağlarsanız  her zaman  başarılı  olacaklarına  eminim.  Doğru, İstanbul  bir  başka  deniz,  büyük  hinterlantların şansları  her  zaman  daha  fazla  ama  İzmir’de  de böyle olanaklar yaratabiliriz.   Beşinci yayın yılını  tamamladığımız bu  sayıda DIYALoG  okurlarına  ve  İzmir  Yahudi cemaatine  iletmek  istediğiniz  bir  mesaj  var mı?    Ben  sizleri  çok  tebrik  ediyorum. Ticaret Odasının bir dergisinin nasıl hazırlandığını ve ne masraflarla yapıldığını  bildiğim  için  sizin  bu  özveriniz  ve  bu kadar  küçük  bir  toplumda  haberleri  bu  kadar objektif  olarak  ve  herkesi  bilgilendirecek  şekilde vermenizden  dolayı  ayrıca  takdir  ediyorum.  Çok zor bir  iş yapıyorsunuz. Tabii size muhalif olup da sizi  tenkit  edenler  vardır. Her  toplumda  bu  olur. Ama  bundan  hiç  yılmamak  lazım.  Çünkü  yapmış olduğunuz iş çok kutsal bir iş aynı zamanda. Yayın yoluyla  bir  toplumun  haberlerini  o  toplum  içinde yayabilmek,  o  toplumun  bazı  dirençlerini  ayakta tutabilmek  ve  birlikteliğine  katkıda  bulunabilmek çok  önemli.  Ben  maddi  manevi  size  her  zaman destek  olmaya  hazırım.  Bir  Şalom  dergisinin  ne 

olduğunu biliyorum. 20 ‐25 bin nüfuslu İstanbul’da o  da  çok  büyük  başarı  ama  onun minyatürü  bile olmayan  1500  nüfuslu  İzmir’de  böyle  bir  dergiyi ayakta  tutabilmek  azımsanmayacak  bir  başarı. Devam edin.  Cemaatimiz üyeleri bilsinler ki, biz seçilmiş olanlar mutlaka onlar  için buradayız. Her zaman kapımız açık İstedikleri zaman gelsinler, onlara her konuda yardım etmeye hazırız.   

***  

İzmir Yahudi cemaatinin bir üyesi olarak üst düzey yöneticilik  ve  liderlik  vasıflarıyla  toplumun  kilit mevkilerinde  aynı  anda  birçok  misyon  üstlenmiş olan ve bütün sorumluluklarını büyük bir özveri ve sevgi  ile  yerine  getiren  Jak  Eskinazi  ile  gurur duyuyor,  çalışmalarında başarılar diliyoruz.         

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 166 -

  

                          

     

İzmir’de Nöbet Değişimi   İzmir Musevi Cemaati asırlardır Aziz Nesin’in ünlü oyunu “Yaşar ne yaşar ne yaşamaz” misali, bir tüzel kişiliği  olmadan  varlığını  sürdüren  bir  yapıya sahipti.  “Konsilyo Komunal” olarak bilinen cemaat yönetimi  13  kişiden  oluşur  ve  cemaat mensupları arasından üç yıllık bir görev süresi için seçilirlerdi. 2010 yılı Aralık ayında yapılan son cemaat yönetim kurulu seçimlerinde, Jak Kaya ve ekibi üçüncü kez göreve getirilmişlerdi.   Bu  arada;  uzun  yıllardan  beri  sürdürülen  hukuk mücadelesi  2011  yılı  Aralık  ayı  ortalarında meyvesini  vermiş  ve  İzmir  Musevi  Cemaatinin VAKIF olabilmesinin yolu açılmıştı. Yönetim derhal gerekli  çalışmaları  başlatmış  ve  tüm  yasal formaliteleri  tamamlayarak  2012  Mart  ayında “İZMİR MUSEVİ CEMAATİ VAKFI” tüzel kişiliğinin ilk yönetim kurulu seçimlerine gidilmişti.  

KÖŞE YAZILARI

 

Baş Yazı RAFAEL ALGRANATİ / İzmir

Page 84: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 167 -

  

İki başlılık oluşmaması için Cemaat Yönetimindeki üyelerin  7’si  vakıf  yönetimine  aday  olmuşlar  ve seçilerek  yine  Jak  Kaya  başkanlığında  ilk  Vakıf yönetim kurulunu oluşturmuşlardı.   Geçtiğimiz günlerde 2010’da üç yıl için seçilen eski yönetimin  (Konsilyo  Komunal)  süresi  doldu.  9 Ocak 2014’te düzenlenen Genel Kurulda Başkan Jak Kaya,  Vakfın  kuruluşu  ile  birlikte  Konsilyo yönetiminin  işlevini  yitirmiş  olduğunu  anlattı. Böylece  İzmir  Cemaatinin  500  yıllık  Konsilyo yönetimine genel kurul kararı ile son verilmiş oldu. Üçüncü dönem görev sürecini de büyük bir özveri ile  tamamlayan  Jak  Kaya,  yönetimin  artık  daha genç,  daha  enerjik  kardeşlere  geçmesini  istediğini söyleyerek  vakıf  başkanlığından  ve  yönetiminden istifa etti.  Bu  istifa  üzerine  toplanan  Vakıf  Yönetim Kurulu, tüzük  gereği  birinci  yedek  üyeyi  yönetime  davet ederek yeni görev bölümüne gittiler. Yapılan görev bölümünde  Sami  Azar  oybirliği  ile  vakıf başkanlığına seçildi.  Özetle durum bu!..  

Ayrıntılara gelince!..  İzmir Musevi Cemaatinin 500 yıllık  yönetim  şeklinin  sona  ermesi gönüllerde bir burukluk  yaratmış  olsa  da,  çok  daha  uygun  bir yönetim  yapısına  geçiş  yapıldığı  için  herkes memnun!..  Yoğun  bir  çalışma  temposunun  ardından dinlenmeye çekilen eski Başkan Jak Kaya’nın dokuz yıllık görev süresince başardıklarını  İzmir toplumu hiçbir  zaman  unutmayacaktır.  Özellikle  2013 yılındaki Vakıf kuruluşu ve sinagogların tapularının alınması gibi başarıları her zaman anımsanacak ve cemaat tarihinde yerini alacaktır.   Yeni  Vakıf  Başkanı  Sami  Azar  1949  doğumlu!.. Bugüne  kadar  birçok  dernekte  üst  düzey  görevler almış,  deneyimli,  ılımlı,  güler  yüzlü,  sorunlara çözüm  odaklı  yaklaşan  ve  toplum  tarafından sevilen bir insan.   Sami  Azar’ın  önünde,  tamamlaması  ve  sonuca ulaştırması  gereken birçok konu başlığı  var. Vakıf olduktan  sonra daha da önem kazanan, ancak  Jak Kaya döneminde gündemdeki başlıkların çok daha önemli olmaları nedeni ile ele alınamayan, “çağdaş, etkin  ve  geniş  kapsamlı  yönetimsel  bir 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 168 -

  

reorganizasyon”  bu  gündem  maddelerinin  en önemlisini  hatta  bana  göre  vazgeçilmez  olanını oluşturmakta.    Sinagogların restorasyonu  

 İzmir Project  

 Süregelen ve varsa yeni açılması gereken tapuları henüz alınmamış taşınmazların davaları 

 

 Web sitesi   

 Toplumla geniş anlamda çağdaş iletişim  

 Gençlerimizin  ve  toplumun  tek  toplanma  yeri olan  Liga  (Kültür  Derneği)  salonunun  yeniden dekorasyonu 

 

 Sinagog ve hocaların durumları  

 Kaşerut  

 Güvenlik   gibi  konular  da  gündemin  diğer  maddelerini oluşturmakta.   

Gözden  kaçırılmaması  gereken  Sami  Azar’ın başkanlık  görevini  kendi  kadrosunu  kuramadan mevcut  yönetim  kurulu  ile  üstlenmiş  olduğudur. Hepsi  birbirinden  değerli  ve  deneyimli  yönetim kurulu  arkadaşlarının,  Sayın  Azar’ın  bu dezavantajını  avantaja  dönüştüreceklerinden eminim.   İzmir Musevi Cemaati Vakfı  (IMCV)  yeni  başkanı Sayın  Sami  Azar’a  ve  değerli  yönetim  kurulu arkadaşlarına  başarılar  diliyor,  eski  başkan  Sayın Jak  Kaya’ya  yaptığı  tüm  özverili  ve  her  zaman minnetle  anımsanacak  çalışmaları  nedeni  ile cemaatimiz adına teşekkür ediyorum.  Sağlıkla ve Hoşça kalın!..           

Page 85: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 169 -

  

  

Kuru Ekmek  Havaların  sürekli  kapalı  gittiği  günlerdeydik.  Kış bitmiyor,  bahar  bir  türlü  kendini  göstermiyordu.  Karamsarlık  ve  iç  sıkıntısı,  sanki  havayla  birlikte insanların  yüreğine  de  çöküyordu. Öğleden  sonra güneş,  sıcak  yüzünü  gösterir  gibi  oldu.  Hastane ortamından  kaçmak  isteğiyle  işlerimi  toparlayıp yakınımızdaki parka yöneldim.   

Boş  banklardan  birine  oturup,  koltuğumun altındaki gazetenin sayfalarını çevirmeye başladım. Yaşlıca  bir  bey,  izin  isteyerek  bankın  diğer  ucuna oturdu. Cebinden çıkardığı ekmeği ufalayarak sağa sola  atmaya  başladı.  Serçelerin,  coşkuyla  sunulan ekmeği  ufalama  çabaları  o  kadar  güzeldi  ki, ürkütmemek  için  kafamı  gazeteme  gömdüm. Göz ucuyla da bakıyordum.  

Bir süre sonra adamın kuşlara bir şeyler söylediğini, daha doğrusu konuşmaya  çabaladığını  fark edince ilgisiz kalamadım. Mırıl mırıl bir şeyler anlatıyordu. 

Cebimdeki  bisküvilerden  birini  ufalayıp  ben  de kuşların  ziyafetine  katkıda  bulunmak  istedim. Adam, ellerimi tutarak engel oldu:  

‐ Onlar şekerli biskuvi değil mi?  

‐ Evet.  

‐ Şekerli bisküvi verme kuşlara!  

‐ Niçin? Onlara zarar mı verir?  

‐ Anlatması uzun sürer şimdi. Kuşlara iyilik yapmak istiyorsan, şekerli bisküvi verme, o kadar!  

Şaşırmıştım.  Sert,  hatta  biraz  kaba  bir  üslupla söylenen bu sözler, merakımı uyandırmıştı:  

‐ Minicik kuşlara zararlıysa bizler de mi yemesek bu bisküvileri acaba?  

Beni baştan aşağıya dikkatlice süzdükten sonra :  

‐ Şehirde  doğmuş  büyümüş  birine  benziyorsun.  Sen yiyebilirsin. Sana zarar vermez.  

"Çattık"  dedim  içimden.  Adam  biraz  kaçık  diye düşünmeye başlamıştım ki: 

Derinlik DIYALoG

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 170 -

  

‐ Beyim,  ben  köyde  büyüdüm.  Şehirden  hep  uzak durdum.  Ne  zaman  ki  torunum  dunyaya  geldi, onun  hatırına  kışları  şehire,  torunumun  yanına gelmeye başladım. Ama  şehirden nefret  ediyorum, alışamadım. Biraz güneş çıktığında hemen kendimi parka  atıyorum.    Şu  ileride  salıncakta  sallanan kırmızılı kız da benim torunum.  ‐ Allah bağışlasın. Kaç yaşında?  ‐ Dört. Seneye yuvaya gidecek inşallah. O zaman ben de  onun  başını  beklemekten  kurtulup,  kaçacağım bu şehirden.  ‐ Nedir  sizi  bu  kadar  rahatsız  eden?  Neden kaçıyorsunuz? Burada her şey var!  ‐ Tam  da  bu  yüzden  kaçmak  istiyorum  ya!    Şu kuşlara  bir  bak  hele.  Ekmek  kırıntılarıyla karınlarını  doyururlar.    Onlara  şekerli  bisküvi verirsen  daha  da  severek  yerler.  Ne  var  ki, bisküvinin tadını alan kuşlar, bir daha kuru ekmeğe bakmaz,  sonra  da  aç  kalırlar.  Dahası  şekerli bisküvi,  iştahlarını  açar.  Doysalar  bile  yemeye devam  ederler.  Çatlayıncaya  kadar  yerler.  İşte  o yüzden engel oldum, onlara bisküvi vermene. 

‐ Tam olarak anlayamadım sizi.  ‐ İnsanlar  da  böyle.  Şehirde her  şeyden  bol  bol  var. Şehre  ve  modern  hayata  alışan  bu  kuşlar  gibi ölüyor.  Ne  yese  doymuyor!  Şehir,  bozuyor insanları.  Ben  de  bu  şehir  insanları  gibi  olmadan biran önce köye dönmek istiyorum.  Hiç sesimi çıkarmadım.  ‐ Bilir  misin,  diye  sürdürdü  konuşmasını.  Çiçeğe ihtiyacından  fazla  su  verirsen,  boğulduğunu anlamadan  yaşar, ama  yavaş  yavaş  kökleri  çürür, şehir insanları da böyle.  Derin  bir  iç  çekti.    Cebinde  kalan  son  ekmek kırıntılarını  da  serptikten  sonra  ayağa  kalktı. Kaygılı  gözlere  salıncakta  sallanan  torununa baktı ve "Şehirliye anlatması zor!.." dedi.  Sonra da yürüdü gitti!..   

Yeryüzünde bütün ızdıraplar, aza kanaat etmemekten doğar. 

Firdevsi 

 

Page 86: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 171 -

  

 

1. Uluslararası Ladino Günü   Israil  Radyosu  emektarlarından  Bn.  Zelda Ovadia’nın  2013  başında  ortaya  attığı  fikir görülmemiş bir ilgiyle karşılandı ve Hanukanın son günü olan 5 Aralık 2013’de coşkuyla kutlandı.  

Dünyanın  değişik  şehirlerinde  (İstanbul  dahil), Sefaradi  toplulukları  olsun  olmasın,  bu  dil  ve etrafındaki  kültürün  yaşamasını  isteyenler  ve onlara  ilgi  duyanlar  toplandılar,  değişik  yer  ve üniversitelerde  yapılan  törenler  aracılığıyla  bu alanda yapılanları büyük ilgiyle izlediler.  

Beş  asır  bu  dili,  tarihini  ve  kültürünü  koruyan Sefarad  kökenli  Yahudiler,  çoğunlukla  Osmanlı imparatorluğunun  hükümranlığı  altındaki  ülkeler olan: bugünkü Türkiye, Yunanistan – Bulgaristan – Sırbistan  –  Hırvatistan  ‐  Bosna  Hersek,  zamanın Filistin’i ve hatta Kuzey Afrika’daki Arap ülkelerine yayıldılar,  oralarda  yaşarken  İspanya’dan getirdikleri kültürel birikimleri terketmediler.  

19. asır  sonlarından beri oluşan milliyetçi akımlar, bu ülkelerden her birinin Osmanlı’dan kopmasına sebep  oldu.  Yahudiler  her  milliyetçi  akımdan etkilendiler,  azınlık  oldukları  ülkelerin  kültürüne ve  diline  daha  çok  yaklaştılar.  İkinci  dünya harbinde  olan  bitenler  ve  ardından  kurulan  İsrail devletine göç, Ladino (veya Judeo‐Espanyol) dilinin genç  nesiller  tarafından  “eskimişlik”  şeklinde algılanmasına  neden  oldu  .  İkinci  dünya  harbinin trajik  olayları,  bilhassa  Balkan  ülkelerinde  ana dilleri  Ladino  olan  onbinlerce  insanın katledilmesine sebep oldu.  

Osmanlının yerini alan Türkiye Cumhuriyeti, Türk ulusu için yeni bir yaklaşım yarattı, dini müslüman olmayanların  Türkçeden  başka  dil  kullanmalarına tahammül  edemedi.  1930’ların  ‘’vatandaş  Türkçe konuş’’  kampanyaları  ile  Türkiyenin  200.000’e yakın  Yahudisinin  giderek  bu  dile  devam etmemeleri,  bilhassa  çocuklarından  bunu istememeleri  sonucunu  doğurdu.  Şiveleri bozulmasın  diye  çocuklarıyla  ‘’Musevice’’ konuşmaktan çekindiler.  Ardından  gelen  İkinci  dünya  harbi  zorlanmaları, Varlık  vergisi,  Aşkale  sürgünleri  gibi  olaylar Türkiye  Yahudilerinin  ekonomik  açıdan  büyük 

Uzak Yakın SELİM AMADO / Israel

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 172 -

  

darbe  almalarına  sebeptir.  Sonuç: O  yıllarda  yeni kurulan  İsrail  devletine  Türkiye  Yahudilerinin yarısının göç etmesi oldu.  Bütün  bu  olaylar,  ana  dil  olarak  Ladino  (Türkçe adıyla  Musevice  olan)  konuşmanın  sadece yaşlanmaya  başlayan  nesle  mahsus  kalmasının sebebiydi.  İsrail’e  göç  edenlerin  çocuklarının  veya Türkiye’de  1950’lerden  sonra  doğanların  Ladinoyu konuşmamaya başlamalarını bu şekilde izah etmek mümkün.  Yalnız  ne  var  ki,  kültür  ve  dolayısile  folklor,  bir coğrafi  noktadan  diğerine  geçildiği  zaman kaybolmuyor.  Dil  ise  kaybedılebiliyor.  Örnek olarak Amerika Birleşik Devletlerini  alırsak,  oraya göç  etmiş  İtalyan,  İrlandalı,  Güney  Amerikalı toplulukların  İngilizceyi dışarda,  evlerinde  ise  ana dillerini  konuştukları,  daha  sonra  yeni  neslin sadece  İngilizce  konuştuğu  görülür.  Halbuki bunların yedikleri yemekler, hoşlandıkları espriler, şarkılar,  hepsi  geldikleri  ülkenin  kültürünü koruduklarını gösteriyor.   Sefarad  Yahudileri  de  öyle.  Aileleri  Osmanlı ülkelerinden  gelmiş  ise,  Fransa’da,  İtalyada, 

Arjantin’de,  Brezilya’da,  ABD  veya  Kanada’da  da yaşasalar,  borekitas’lara,  yaprakitos’lara,  avikas’a, fritada’lara,  mahallebi  veya  şarope’ye,  dulse  de naranca’ya  veya  travadikos’lara  hala meraklıdırlar. ‘’Konsejikas de Coha’’, ‘’Los bilbilikos’’, ‘’Morenika a mi me yaman’’, ‘’Si la mar era de leçe’’ gibi şarkıları nostalji ile dinlemeyi severler.  İsrail’de  Bar  İlan  üniversitesinde  kutlanan 1.Uluslararası  Ladino  günü  (Primer  Dia İnternasional del Ladino)  1000 kişilik bir  topluluk tarafından  coşkuyla  kutlanırken,  Ladino kültürünün hemen her şekli, müziğiyle, esprileriyle, kitaplarıyla,  bu  kültürün  akademiye  taşınmasını simgeleyen  bilim  adamlarının  konuşmalarıyla  dile geldi.   İspanya’nın Tel Aviv Büyükelçisi,  Ladino  alanında yapılan çalışmaların İspanya tarafından nasıl merak, takdir ve destekle karşılandığını anlattı. Gerçekten, bu  dil  İspanya’da  değişikliklere  uğrarken,  Ladino genel  hatlarıyla  orta  çağ  İspanyolcası  şeklini korudu,  bu  bakımdan  da  onları  epey ilgilendirmekte.  Osmanlı  Sefarad  Yahudilerinin  koruyup  büyük 

Page 87: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 173 -

  

katkıda bulundukları Türkiye’de de, Karen Gerşon Sarhon  başkanlığında  bir  ekip  Ladino  kültürünün korunması ve araştırılmasına ciddi şekilde çalışıyor. Karen’ın  bu  alanda  gayretleri  sadece  müzik alanında değildir ( Los Paşaros Sefaradis) . Osmanlı Sefarad Kültürü merkezinin Cervantes ensttüsü  ile birlikte  düzenlediği  Ladino  kursları,  ‘’Maftirim’’ litürjik  Yahudi  müziği  diski  bu  çalışmaların ürünüdür.  Dünyanın  her  yerine  davet  edilen  ve Ladino  dilinde  herkesi  katıla  katıla  güldüren İstanbullu benzersiz komedyen Jojo Eskenazi ‘yi de unutmayalım.  İsrail  ve  başka  yerlerde,Dallas’tan  Rachel  Amado Bortnick  1500  kişilik  sanal  Ladinokomunita  grubu ile,  Buenos  Aires’ten  internet  sitesi, müzikleri  ve yayınlarıyla  Liliana  ve  Marcello  Benveniste, Fransa’da  Aki  Estamos,  Vidas  Largas  grupları, Kalifornia  ve  Tufts  üniversitelerinde  Ladino kültürü  eğitimi,  ve  daha  buna  benzer  etkinlik  ve girişimler,  Judeo‐Espaniol  veya  Ladino  dil  ve kültürünün  ana  dil  olarak  yerini  kaybetse  dahi tarihe  karışmayacağını,  Sefaradı  hatta  Yahudi olmayanların da ilgisini çektiğini gösteriyor.  Türkiye  kökenliler  ise  İsrail’de  Ladino’nun 

korunmasında  en  önemli  noktalarda.  Yıllarca  bu dilde  radio  yayınlarını  yöneten,  otantik  şekilde folklore ve müzik verilerini toplayan İzmirli Moshe Shaul,  yayınları  hala  yöneten Allegra Amado  Bar‐Yitzhak,  Zelda Ovadia,  Bar  İlan Üniversitesindeki Ladino  merkezinin  kurucuları  Naime  ve  Yeoşua Selim  Salti,  Yahudi  kültürünün  çok  önemli  bir kısmını  teşkil  eden  Sefaradizm’in  ve  Ladino’nun önemli isimleri.  1.nci Uluslararası Ladino gününün gördüğü büyük ilgi  gelecek  yıllarda  kutlanacağının  habercisi. Sefaradi olup kim hala “bu dil öldü, boşuna gayret” diyorsa  kendisine  denecek  şudur:  bir  parça  daha düşünün,  bu  işlere  gönül  verenlerin  çok  sayıda olduğunu, bu dil ve kültürün etnik bütünlüğümüzü korumuş  olmamızda  en  önemli  faktör  olduğunu bilin.  Selim Amado 27.1.2014      

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 174 -

  

   

Eşyalara Yüklediğimiz Anlamlar

 Eski yazılarımı gözden geçirirken, on yıl kadar önce yayımlanmış  Eşyalar  başlıklı  denemeye  takıldım. Şu sözlerle başlıyordu:  “Annemin  evinin  salonunda  otururken,  gözlerim, otuz‐kırk  yıllık  eşyalara  gidiyor:  Koltuk  takımı, halılar, yemek takımı, duvarda asılı resimler, kristal abajurlar, vazo ve küllükler, duvar saati...   Benim için her birinin, çok eski yıllara dayanan bir öyküsü var:   O geçmiş günlerde bu evi satın alabilmek  için aile içinde  neler  konuşmuş,  kimlerle  görüşmüş,  hangi sıkıntılara  katlanmışız?..  Eşyalar  hangi dükkanlardan,  ne  zaman  ve  ne  koşullarda alınmış?.. O günün sınırlı parasal olanakları içinde, 

annem  ve  babamla  birlikte,  gerekli  mobilyaları satın almak  için hangi atölyeleri, hangi mağazaları gezmiş,  bunları  seçerken  neler  düşünmüşüz?..  Bu eşyalar bu salona nasıl gelmiş, nasıl yerleştirmişiz?..  Gözlerim  her  bir  nesnenin  üstüne  takıldıkça, bunlarla  ilgili  anılarım  canlanıyor;  ilk  gençlik yıllarımdan, evlendikten sonra bu evden ayrıldığım güne  kadar...  Tüm  bu  ayrıntıları  anlatmayı denesem...  “Bunları yazmayı bir şekilde becerebilsem de, değer mi?”,  “belirli  bir  süre  yaşadığım  bir  evin, kullandığım bu eşyaların öyküsü kimi  ilgilendirir?” diye  olumsuz  düşüncelere  kapılmışken,  şu sözcükler istemeden dilimin ucuna geliyor:  ‐Ama bunlar, benim yaşam öykümün birer parçası!  Çoğunu  unutmuş  olsam  da,  evdeki  yerlerini korudukları sürece, eşyalardan her biri, belleğimin bir  kıyısından  görünüp  geçmişin  bir  kesitini anımsatabiliyor.  Bu  arada,  eskiye  yönelik  bu yoğunlaşma  içinde,  birlikte  yaşadığım  kimi yakınlarımın aramızdan ayrılmış olması, beni  ister istemez hüzünlendiriyor. 

Çağrışımlar AVRAM VENTURA / İzmir

Page 88: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 175 -

  

 Her  nedense  anılarımızda,  insanlarla  olan ilişkilerimiz  öne  çıkarken,  nesneler  ve  mekânlar birer  ayrıntı  olarak  kalıyorlar;  oysa  yaşandığı  süre içinde  her  biri,  kim  bilir,  bizim  için  ne  kadar önemliydiler!  Bizim  yaklaşımımız  kadar,  o  insan ilişkilerini  sıcak  tutan,  geliştiren  unsurların başında,  bir  araya  geldiğimiz  yerler, yararlandığımız  eşyalar  ve  kullandığımız  nesneler gelirdi.  

Daha  da  önemlisi,  her  biri  mutluluk  ya  da mutsuzluğumuzun kaynağıydı!  

Satın  aldıklarımız,  alamadıklarımız,  özlem duyduklarımız,  o  günümüzü  ya  karartıyor  ya  da bizim için büyük bir sevinç kaynağı oluyordu.”  

Bu  yayımlanmış  yazının  bir  kısmı.  Aradan  geçen bunca  yıl  sonra,  okuduğumda  doğrusu hüzünlendim.  

Artık annem yok!  

Beni  yukarıdaki  satırları  yazmaya  yönlendiren, düşündüren, duygulandıran eşyalar da çok kısa bir sürede dağılıp gitti. Ölümünden sonra bir gün, evin 

kapısını açtım, kimin ne gereksinimi varsa almasını söyledim.  Kalanlardan  da  işe  yaramayanlar, sonunda çöp sepetini boyladı.   

Bir  insanla birlikte yok olmuş, dağılmış bir yaşam, sonuçta birkaç satırlık sözlerle noktalanıyor. Geride belki  annemle  babamı  anımsatacak  birkaç  nesne, bir ömrün sayfalarından dökülmüş eski fotoğraflar, bir  de  belleğimde  ne  kaldıysa…  Kuşkusuz çocukluğumun,  ilk  gençlik  yıllarımın  anılarına da, yeniden  aralanıncaya  kadar  bir  perde  çekilmiş oluyor.  

Şu  satırları  yazarken  aklıma  bir  sorunun  çengeli takılıyor:  

Eşyaları bizim için önemli kılan nedir?  

Her birinin maddesel değeri, işlevi, estetik yanı ayrı ayrı  ele  alınabilir;  ancak  bana  göre  o  eşyalara yüklediğimiz  anlamlar  kadar,  onlarla paylaştıklarımız  ve  yaşanmışlıklar  önemlerini belirlemekte  etken  olmaktadırlar.  Hüznüm  belki biraz da ondan…  

Bana bunları anımsatacak simgelerin bir anda yok olmasından!  

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 176 -

  

 

  

Tazminat  İkinci  dünya  savaşında  25  milyon  asker  ve  41 milyon  sivil  ölmüş…  6  milyon  da  Yahudi  tabii… İnanılmaz  bir  sayı. Dünya  nüfusun  o  tarihlerde  2 milyar  olduğu  göz  önüne  alındığında, %  4’ü  yok olmuş. Muazzam bir kayıp. Akıl tutulması dedikleri herhalde bu.    

Toplamda  ölen  73  milyon  insanın  mal  mülk varlıklarına  ne  olduğu  önemli?  Birileri  bundan istifade  etti  mi?  Tabii  ki  evet…  İsviçre bankalarındaki  sahipsiz hesaplar üzerine ne kadar çok spekülasyonlar yapıldı belki duymuşuzdur.  

Kayınvalidemin  çok  acıklı  Fransa  yaşantısını  belki duymayanınız vardır. İkinci dünya savaşı esnasında Paris’te  yaşıyordu.  Eşini  Gestapo  1941  yılında Yahudi  olduğundan  dolayı  Auschwitz’e  gönderdi. Ve bir daha haber  alınamadı.   Kayınvalidem Türk Pasaportlu olduğundan mucize eseri hayatta kaldı. Yıllar sonra Israil’den gelen bir haber ile, soykırıma 

uğrayanların Almanya aleyhine  tazminat  talebinde bulunabileceklerini  öğrendik.  Kayınvalidem  ilk eşinin  tüm  kimlik  bilgilerini  ve  çok  uzun  yıllar Paramount  şirketinde  çalıştığını  bildirdi.  Kayıtlar bulundu.  2000’li  yılların  başında  yaklaşık  25  bin Euro gibi bir tazminat parası eline ulaştı.  Eşini  kaybetmiş  olmasının  acısını  dindirdi  mi? Hayır!  Savaş  yaralarını  unutturdu  mu?  Tabii  ki hayır. Ama… Hayatını allak bullak eden bu olaydan dolayı uğradığı zarar – belki geç de olsa – kısmen telafi  edildi. Hayatının  son  demlerinde  bir  yaraya merhem oldu diyebilirim.   Tazminat  Arapça  kökenli  bir  kelime…  Zarar karşılığı  ödenen  para…  Hasarı  telafi  etme.  Ziyanı giderme..  Almanya’nın, savaş mağdurlarına,   60 milyar dolar karşılığı  bir  ödeme  yaptığı  bilgileri  var  internette. Bu  paranın  bir  kısmının  fabrikalarında  köle  gibi çalıştırdıkları  insanların  ‐emeklerinin  karşılığında‐ sözü geçen    fabrikalardan da  tahsil  edildiği bilgisi var.  Tazminat,  tarihle  yüzleşme,  suçu  kabul  etme, 

One Minute AVRAM AJİ / İzmir

Page 89: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 177 -

  

özür  dileme,  üzüntüyü  paylaşma  anlamına geliyor. Hayatta  kalan  insanların  kinini  belki biraz söndürüyor. Belki psikolojik olarak biraz rahatlamasına sebep oluyor. Kafalarındaki “bu yaptıkları  yanlarına  kar  kalmadı”  düşüncesi yaratıyor. Kalan günlerini biraz  daha huzurlu yaşamalarına sebep oluyor.  Türkiye’nin 2. Dünya savaşındaki bu yıkımdan çok aşırı etkilenmemiş olması bir mucize.   Ancak ‐Türk Yahudileri hiç zarar görmeden atlattı‐ algısının  da  yanlış  olduğunu  belirteyim.  Hatta sadece Yahudiler demek yanlış olur.. Ermeniler ve Rumların da nasiplerini aldıkları biliniyor.  Dedem  Aşkale’ye  çalışmaya  gönderildiğinden annem  okulunu  terk  etmek  ve  çalışmak  zorunda kalmış.  Her  iki  dedemin  ödediği  Varlık  Vergisi meblağları  uçuk  kaçık.  Büyük  yıkıma  uğramışlar. Servetlerinin tamamını kaybetmişler.  Sonuç  olarak  2.  Dünya  savaşı  esnasında  Türkiye içerisindeki  azınlıklar  önemli  bir  bedel ödemişlerdir. Belki birçoğunun hayatları değişmiş. Korkudan  ilk  fırsatta  –düzenlerini  bozup‐ 

yurtdışına göç etiler... Birçok akrabamın İsrail’e göç etme  nedeni  sadece  ve  sadece  burada  yaşadıkları olumsuzluklardır.  Neticede bu suçu işleyenlerin bugüne kadar tarihle yüzleşerek,  herhangi  bir  tazminat    ödeme, üzüntüyü  paylaşma,  özür  dileme  girişimi  söz konusu olmamıştır.   İnkar et,   tarihi olayları saptır, özür dilemekten ve tazminattan kurtul politikası sonsuza dek sürer mi?                

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 178 -

  

Tarih Yolculuğunda Yahudi Göçleri

  Türkiye’nin  ilk  Yahudi  çalışmaları  merkezinin kurulduğunu  biliyor  muydunuz?  İtiraf  etmem gerekir  ki,  benim  hiç  haberim  yoktu.  Ta  ki internetten bir ileti alıncaya kadar. İleti şöyleydi:  TUİÇ  –  YAÇAM  Kongresi:  Dünyadaki  Yahudi 

Göçleri,  Osmanlı  ve Türkiye’deki Yahudiler  Türkiye  Uluslararası  İlişkiler Çalışmaları ‐ Yahudi Çalışmaları Merkezi  olarak  İsrail  Tel  Aviv Üniversitesi  Moshe  Dayan Enstitüsü  işbirliği  ile düzenlediğimiz,  ''Dünyadaki Yahudi  Göçleri,  Osmanlı  ve 

Türkiye  Yahudileri''  üst  başlıklı  uluslararası kongremiz 2‐3 Aralık 2013 tarihleri arasında Kadir Has Üniversitesi'nde gerçekleştirilecektir. Türkiye ve  İsrail'den  gelen  uzman  akademisyenlerimiz  ile 

YAÇAM  ekibi  araştırmacılarının  ortak  platformda buluşacağı  kongremizde,  Yahudi  göçleri  Antik Çağ'dan  itibaren  ele  alınıp,  günümüz  Türkiye Musevileri'ne kadar detayla incelenecektir.  İletiyi  alır  almaz  hemen  internete  sarılıp  TUİÇ hakkında  bilgi  edinmeye  giriştim.  TUİÇ  şöyle tanıtılıyordu:   Türkiye  Uluslararası  İlişkiler  Çalışma  Derneği (TUİÇ)  bünyesinde  Yahudi  çalışmaları  merkezi Mayıs  2013 de  faaliyete  geçiyor. Yaş  ortalaması  22 olan  gönüllü  akademisyenlerden  oluşuyor. Türkiye’de  bir  ilk  niteliği  taşıyan  Yahudi Çalışmaları  Merkezi  (YAÇAM)  bu  alanda uzmanlaşmak  isteyen  öğrencilere  ve araştırmacılara  kapılarını  açıyor.  Amaçları geçmişten bugüne kadar uzanan Yahudi tarihini ve bu tarih yolculuğunda yer alan başta Türkler olmak üzere  tüm  dünya  ile  ilişkilerini  detaylarıyla  ele almak.  İsrail'deki  üniversiteler,  araştırma merkezleri,  basın  ve  yayın  kuruluşları,  STK'lar  ve dini  kurumlar  ile  Türkiye’deki  benzer  kuruluşlar arasında ortak bir bağ kurmayı ve sosyal etkileşim sağlamayı hedefliyor.  

Yansımalar RAŞEL RAKELLA ASAL / İzmir

Page 90: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 179 -

  

Araştırma  merkezinin  koordinatörü  Serap  Merve Doğan,  YAÇAM’ın  kuruluşunun  ardındaki düşünceyi şöyle açıklıyor:  “Türklerle  Yahudilerin  ortak  bir  geçmişi  var.  Bu geçmişi  Türk  –İsrail  ilişkilerine  indirgemek  doğru olmaz  çünkü  bu  Osmanlı’dan  gelen  bir  geçmiş… Bunun  incelenmesi  gerekir.  Ancak  maalesef ülkemizde  Yahudilik  konusunda  uzman  hiç  kimse yok.  Bizim  amacımız,  bu  alanda  uzmanlaşmak isteyen  öğrencileri  çalışma merkezi  başlığı  altında eğitmek  ve  geleceğin  Yahudilik  alanında  uzman akademisyenlerinin yetişmesine yardımcı olmak.”  Doğrusunu  isterseniz  heyecanlanmamak imkânsızdı. Katılmamak düşünülmezdi. Pılı pırtımı topladığım  gibi  kendimi  İstanbul’a  attım.  Böylesi de  gerekiyordu.  Şu  an  içim  coşku  dolu  ve  bu  iki gün  boyunca  yaşadıklarımı  sizlerle  paylaşmanın keyfini  yaşıyorum.  Eğer  bir  kurum  alabildiğine nesnel  bir  bakış  açısıyla  bir  konuyu  irdeleyecekse ve  bunu  diğer  ilim  dallarıyla,  disiplinler  arası ilişkide  ele  alacaksa,  binlerce  yıllık  bir  zaman diliminde  dolaşmayı  göze  almışsa… Her  şeyin  ne olup  olmadığını  kavramak  için  öğrenmeye, araştırmaya açıksa… Bu olanak daha önceki hiçbir 

çağda‐en  azından  bu  denli‐  açık  olmamıştı.  Artık farklılıklardan  haz  duyuyoruz,  mutlu  oluyoruz. Frekanslarımız  değişti,  insan  bilinci  geçmişte olduğundan  daha  yüksek  bir  yerlere  tırmanmış durumda.   Alarko  Holding  Yönetim  Kurulu  Başkanı  İshak Alaton’un açılış konuşmasını yaptığı kongrenin  ilk konuşmacısı  Özgür  Dikmen  “göç”  kavramı üzerinden  Yahudiliği  irdeledi.  Göç  olgusunun yerinden yurdundan olma hali üzerinden göçü bir kopuş anı olarak ele aldı. Toprağından, yurdundan sürgün  olma  hali  ile  “güçsüzleşen,  kaygılanan, geleceğinden  endişelenen,  umutsuzluğa  kapılan insan” üzerine odaklandı.   Gerek  Aşkenaz  gerek  Sefarad  Yahudilerinin Avrupa’da  yüzyıllarca  baskı  altında  yaşamış, gettoyu  tecrübe  etmiş,  Yahudi  karşıtlığıyla  var olmayı  öğrenmiş,  geleneklerini  bu  unsurlarla çarpışarak oluşturmuşlardı. Tüm bu olumsuzluklar yetmezmiş  gibi  bir  de  Holokost’u  yaşamışlardı. Çarpıcı olan şuydu ki tüm yaşanan olumsuzluklara karşı  baş  etmiş  ve  yüzyıllarca  geleneklerini sürdürmüşlerdi. Bu yaşam mücadelelerinde Kabala güçsüzlüğün  gücünü  ifade  etmenin  bir  yolu 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 180 -

  

olmuştu. Kabala öğretisi “sürgünde var olma” halini onlara  sunmuş,  bu  insanlar  için  bir  anlam  arayışı olmuştu.  Dr.  Liora Handelman’dan  İran  Yahudilerini,  Prof. Dr.  Ofra  BENGİO’dan,  Irak  Yahudilerini,  Ceng SAGNIC: Kürt Yahudilerini, Ahmet ATAŞ’tan Arap Bölgesi'ndeki  Yahudilerin  geçirdikleri  evrelere yoğunlaştık.  Aysu  ÖZLER’den,  Sefarad  Yahudilerinin Osmanlı'ya  gelişleri  üzerine  odaklandık.  İspanya Yahudileri kendilerini  ilk başta gizlemeyi dinlerini değiştirmekte  görürler. Bu  konuda  başarılı  olurlar da. Güç kazanırlar. Zaman içinde önemli noktalara gelirler. Hatta engizisyon mahkemelerinde önemli görevlere  getirilirler.  Ta  ki,  Hıristiyanlar  onların Hıristiyanlıklarını sorgulamaya başlayıncaya kadar. Onlara göre” converso” lar güvenilmezdir. Ne kadar Yahudi,  ne  kadar  Hıristiyan  oldukları  belirsizdir. “Converso”lara  gelince  onlar  da  bir  kimlik bunalımının  içinde  bulurlar  kendilerini. Araştırmalar  başlar;  engizisyon  mahkemeleri kurulur.  Ve  Yahudilerin  İspanya  topraklarından uzaklaştırılmalarıyla  göç  başlar.  15.  yy  İspanya Yahudileri  için  bir  dönüm  noktası  olur.  31  Mart 

1492'de Elhamra Sarayı'nda imzalanarak ilan edilen Elhambra  Kararnamesi  ile  İspanya'da  yaşayan Yahudiler'in  kovulması  kararı  alınır.  Bu kararnameye  göre  Yahudi  dinine mensup  olan  ya da kökenleri bu dine inanmış halka dayanan herkes İspanya'yı terk edecek; yanına altın, para vb. ziynet eşyası  almayacaktır.  Kararnamenin muhataplarına ülkeyi  terk  etmek  için  31  Temmuz  tarihine  kadar süre  tanınmış  ve  bu  süre  sonunda  da  ülkeyi  terk etmeyenlerin  idam  edileceği  belirtilmiştir.  Bu tarihten bir  yıl  sonra  yine  II.  Ferdinand'a  ait  olan Sicilya (1493'te), beş yıl sonra da Portekiz (1497'de) aynı  uygulamayı  gerçekleştirecektir.  Yine  göç kapıya dayanmıştır.   Rahmet  TİYEKLİ’den  Osmanlı  İmparatorluğu'nda yaşayan Yahudilerin siyasi durumunu ve Padişahın Yahudiler’e  olan  tutumunu,  Seren  Yılmaz’dan Osmanlı  İmparatorluğu'nda  yaşayan  Yahudilerle diğer  halkların  kültürel  etkileşimini,  Doç.  Dr. Mesut  Aydıner’den  Osmanlı  İmparatorluğu'ndaki Yahudilerin  sosyoekonomik  durumu  üzerine yaptıkları çalışmaları dinledik. İkinci  günkü  oturumlarda  Hay  E.  Cohen YANAROCAK  Türkiye  Cumhuriyeti'nin kuruluşundan  1948'e  kadar  Türk  Musevilerinin 

Page 91: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 181 -

  

durumunu  anlatırken  başka  bir  hikâye  açıldı önümüze.  Hikâye  ömrünün  neredeyse  tamamını Yahudilerin Türkleştirilmesi için harcayan gazeteci, yazar, avukat, tüccar Moiz Kohen’e aitti.  Moiz  Kohen  bir  hahamın  oğludur.  İsmini Munis Tekinalp  diye  değiştirir.  Yirmili  yaşlarındayken, “Türkçe konuşalım, Türkleşelim…” demeye başlıyor Moiz  Kohen.  Bunu  bütün  hayatı  boyunca  da sürdürüyor.  O  dönemde,  Osmanlı  Yahudilerinde Türkleştirme akımı yaygın. Moiz Kohen onların en ileri  saftaki  neferlerinden.  Yahudilere  yaşadıkları ülkeyle  uyum  içinde  yaşama  yollarını gösterenlerden  biri:  Ya  kalk  git  ya  da  burada yaşayacaksan,  buranın  bir  vatandaşı  gibi  hisset diyenlerden…  İsmim herkesinki  gibi olsun, herkes gibi  konuşayım,  kabul  göreyim,  sevileyim, beğenileyim diyenlerden.  Munis  Tekinalp  Yahudilere  şu  10  emiri  öneriyor: İsimlerinizi Türkleştirin, Türkçe konuşun, dualarınız Türkçe  olsun,  okullarınız  Türkçe  eğitim  versin, çocuklarınızı  Türk  okullarına  gönderin,  yurt meseleleri  ile  ilgilenin,  Türklerle  arkadaşlık  edin, cemaat  hayatından  uzaklaşın,  ülke  ekonomisine katkıdan bulunun, haddinizi bilin.   

Bu  hikâye  ile  göç  olgusunu  bu  kez  konuşulan Ladino‐Espanyol dilinde görüyoruz.  

Asst.  Prof. Dr.  İlker AYTÜRK, Türkiye'den  İsrail'e Yahudi  göçünü  inceleyen  çalışmalarını  sundular. Doç.  Dr.  Ahmet  Kasım  HAN’ın  konu  başlığı, “Yahudi ulusu;  İdeal, Hayal ve Gerçek” üzerineydi. Son konuşmacı Halit KAKINÇ ‘ın “Türkiye'de Ulus‐Devlet  Anlayışı,  Azınlıklar,  Yahudi  Cemati'nin Durumu ” konulu sunumu ile kongre bitti.  

Uluslararası göç konusu çok geniş bir çalışma alanı. Farklı  disiplinleri  bir  araya  getirme  imkânı  ve zorluğunu bir arada sunuyor. Bu konu, Uluslararası İlişkiler, Siyaset Bilimi, Sosyoloji, Psikoloji, Hukuk, Antropoloji, Tıp, Coğrafya gibi alanları da kapsıyor.  

Bu alanda çalışan akademisyenlerin teşvik edilmesi ve bir  ağ  oluşturması  gerekiyor. Bugün bu  alanda önemli bir adım atılıyor ve göç konusunda çalışan Türk  ve  İsrailli  akademisyenler  arasında  bir  ağ oluşturulması  suretiyle  önemli  bir  boşluk dolduruluyor. Böyle  akademik  çalışmalarla,  başka  bir  yerde  ve zamanda  yaşanmış  ilişkilerin  nasıl  yaşandığını, toplumsal  yapının  iskeletinin  nelerden  meydana geldiğini,  tarihin  derinliklerine  inildikçe  Yahudi 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 182 -

  

toplumunun  tarihinden  çok  daha  fazlasını bulacaklarına dair inancım var.   

Sorumlu aydın insanların kaptanlığında umarım bu ilk adım ileride alınacak adımların devamını sağlar. Kongrede  ele  alınan  konular,  yalnız  yakın  tarihi değil,  tarihle birlikte ortaya  çıkan  sosyal  yapıyı  ve yaşadığı  ülkeye  uyum  sağlamaya  çalışan  Yahudi insanını ve onun yaşadığı coğrafyayı da kapsıyordu. İlk bakışta konusuyla yalın bir hikâye okuyacağım hissine  kapılsam  da  oturumlar  ilerledikçe sandığımdan daha derin bir yapının içinde buldum kendimi.  Türkiye’nin  hâlâ  unutulmamış,  aslında unutulmaması  da  gereken  acı  tarihinden  bazı sayfalar  yer  aldı.  Tarihin  en  korunaklı  noktasına yerleşmiş  bütün  kayıp  sesler  gibi,  Türk Yahudilerinin  hikâyesi  de  yeniden  hayat  buldu. Akademisyenler  Yahudi  toplumunun  geçmişiyle hesaplaşırken  takındıkları  tavır  dürüst  ve sorgulamaya açık bir tavırdı.   

Kimi  kez  gelgitlerle  örülü  bir  hikâye  dinledim. Konu  göç,  göçerlik  olunca  haliyle  doğaldı  bu. Araştırmacı  yapıya  sahip  bu  akademisyenler genellikle orada durmuyor, başka alanlara da kulaç atıyorlar.  İyi  ki  bu  böyle,  bu  sayede  üzerine titrenmiş ve bir sahiplenmenin ürünü araştırmalar 

ortaya  çıkmış.  Zaten  bu  durum  tüm  akademik çevrelerde  itibar  gören  bir  tutum  oluyor;  hatta dünyayı  devam  ettirenler  ve  dünyayı  yaşanılası kılanlar bu tarz çalışmalarla, temel disiplinleri kuru ve sıkıcı olmaktan çıkaran araştırmacılar oluyor.  

Tüm bu zihin muhasebesinden sonra, günümüzün sosyal koşulları  içerisinde,  sorumluluk duygusuyla araştırma  yapan  bu  entelektüel  ortamın,  kendini var eden alana  ilişkin bu yaklaşım  tarzı ve duruşu karşısında  onlara  buradan  teşekkürlerimi sunuyorum.   

Hiç  kuşkusuz,  düşüncenin,  sanatın,  bilimin gelişmesi  farklı  zaman  ve  toplum  katmanlarında oldukça  değişik  seyirler  izledi  ama  sonuçta insanlığın  gelişimine  hizmet  eden  bu  alanlar sayesinde  gelecek  kuşaklara  güzel  bir  miras oluşturuluyor.  Günümüz  insanın  da,  bu  mirasa katkı  yapması,  evrensel  değerlere  sahip  çıkması insanlık adına umutlanmamızı sağlıyor.        

Page 92: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 183 -

  

 

Beş Yıldır Neden Yazıyorum

  Yaşam  hayatına  başladığından  bu  yana,  beş  yıl zarfında,  DIYALoG  e‐bültenine  30  sayıda  35  yazı yazdığım dikkatimi çekti.   Okuyucu veya takipçisi olup olmadığını bilemeden yazmak,  duvara  konuşmak  gibi  bir  duygu uyandırırken  bazı  soruları  da  beraberinde getirmekte:   1.‐  Acaba  yazılarım  günceli  yakalayamadığından ilgiyi mi çekememektedir?  2.‐  Yoksa  yazılarım  yazı  tarzım  nedeniyle anlaşılamamakta  ve  dolayısıyla  takip  mi edilememektedir?  3.‐  Veya  yazdıklarım  okunmaktadır  ancak kimsenin  konular  üzerinde  bir  düşüncesi  veya 

yorumu yoktur, varsa da bunu bir takım nedenlerle açıklamaktan mı çekinmektedirler?  Seçeneklerin  hangisinin  veya  hangilerinin  geçerli olduğunu  bilemeden,  etki  ve  tepki  yokluğundan oluşan bir boşlukta yazmak, doğal olarak, yazarda bazı  tereddütler  yaratırken,  yazı  yazmayı  da  tam bir külfet haline getirebilmektedir.   Ancak, tüm bu olumsuzluklara ve stresine rağmen, beş yıldan bu yana, yazın hayatından çok uzak ve amatör  biri  olarak,  pes  etmeden  yazmaya  devam ettim.  Bunu  yaparken  de  hep  kendi  kendime: “DIYALoG  bültenine  acaba  neden  yazmakta  ısrar etmekteyim?”  sorusunu  sıkça  sorarak,  bu  soruma cevap aramaya çalıştım.   Üzerinde düşündükçe:   •  Üstlendiğim  bu  yazı  işi,  her  şeyden  önce,  beni sürekli okumaya,  ilgi alanıma giren veya girmeyen birçok  konuda  günceli  takip  etmeye,  öğrenmeye, düşünmeye,  notlar  düşmeme,  duygu  ve düşüncelerimi  en  azından  kayıt  altına  almama yönelttiğini,  bunun  da  her  şeyden  önce  kişisel gelişimime ciddi bir kazanım getirdiğini gördüm.  

Açı DAVID ENRIQUEZ / İzmir

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 184 -

  

•  Sessizliklerine rağmen, belki de bazı okuyuculara aslında ulaşmakta olduğum ve böylelikle onlara da bir katkıda bulunabildiğimi düşünür oldum.  Aslında  katkı,  olumlu/olumsuz,  şekli  ne  olursa olsun, insanın hayatını zenginleştiren bir unsurdur.  Düzeyli eleştiri,  tepki veya karşıt görüş  ifadesi hiç şüphesiz  tarafların görüşlerinde mutlaka bir  takım değişiklikler  yaratabilmektedir.  Hiç  beklenmedik bir  zamanda  hiç  beklenmedik  bir  yerden gelebilecek  basit  bir  karşıt  görüş  sizin  veya  karşı tarafın görüşünde önemli değişiklikler yaratabilir.   Bu konuya vurgu yapan ve birçoğunuzun mutlaka duyduğu  kısa  bir  deyişi  burada  sizlerle  tekrar paylaşmak isterim:   “İki  kişi  karşılıklı  olarak  birbirlerine  birer  lira verirlerse  zenginliklerinde  hiçbir  değişiklik olmayacaktır çünkü ceplerindeki paranın tutarında hiçbir değişiklik olmayacaktır. Oysa bu iki kişi fikir alış  verişinde  bulunurlarsa,  her  birinin dağarcığında  iki  ayrı  fikir  oluşacak,  böylelikle dağarcıkları zenginleşmiş olacaktır”.  Bu  nedenle  çevrenizde  olanlara  duyarlı  olmak, kayıtsız  kalmamak,  tepki  vermek  ve  bunları  dışa 

vurarak  katkı  şekline dönüştürebilmek  önemli  bir meziyettir. Hangi alanda olursa olsun, düzeyli katkı değişimin temel ve kilit unsurudur.   Özellikle,  biz  Yahudiler  için  dile  getirilen:  “İki Yahudi’nin  bulunduğu  yerden  üç  fikir  çıkar” deyiminin vurguladığı sorgulamacı ve üretici düşün zenginliğimizi  göstermekte  mütevazı  olmamıza gerek yoktur.   Sizlerin  de,  DIYALoG  bültenimize  yazan kardeşlerimize  yönlendirebileceğiniz  eleştirel katkılarınız  ile  onları  ve  kendinizi  daha  da zenginleştireceğinizi unutmamalısınız.  Sözüme  son  vermeden,  bu  noktada  tüm samimiyetimle  çuvaldızı  biraz  da  kendime batırmalıyım.  Yazımda  duyarlılık,  etki,  tepki  ve katkıdan  söz  eden,  bunların  eksikliğinin sakıncalarını  dillendiren  ben,  “sigara  içmeyin” diyen  ancak  kendisi  sigara  içen  bir doktor misali, maalesef  önerilerimin  gereğini  yerine  getirmekten hayli  uzak  sayılırım.  Bu  itirafımın  altında  yatan çelişkinin  nedenlerini  sorgulamak,  özeleştiri yapmak sanırım sorunumun kaynağına  inmeme ve belki  de  tutumumu  düzeltmeme  yardımcı 

Page 93: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 185 -

  

olacaktır.  Açık  ve  fikren  üretken  bir  toplum olabilmek  için  aynı dertten muzdarip herkesin bu özeleştiriyi  yapabilmesi  gerekir  diyerek  sözümü burada noktalamak isterim.  DIYALoG  bülteninin  yola  koyuluşundaki  amatör ruhu  ve eksilmeyen heyecan ve enerjisiyle ulaştığı profesyonel düzey, özverili ve sabırlı bir çalışmanın ulaşabileceği noktayı işaret etmektedir.   Bu  vesile  ile  bu  coşkunun  bundan  böyle  de eksilmeden  devam  etmesi  dileğimle,  DIYALoG bülteninin  beşinci  yıldönümünü  kutlar,  onu bugünlere  taşıyan  tüm  taraflara,  editöründen yazarlarına ve okurlarına, daha nice birliktelikler ve nice yıllar dilerim.           

    

Tevekkül Etmek Ve Düşündürdükleri

 Değerli okurlar,  Hepimizin son derece zor ve sıkıntılı zamanlarımız olmuştur..  Bu  zaman  aralıklarında  kendimizi güçlendirmenin  en  önemli  bir  yolu  da  tevekkül etmektir.  Dilimizde  bu  kelimeye  eş  anlamlı  bir sözcük  bulmak  pek mümkün  olmadı  benim  için. Tevekkül  etmek  sınırsız  bir  güce  dayanmak  olsa gerek  diye  düşündüm..  Tevekkülsüzlük gösterdiğimizde  ise  ezici  stresler  altında  bunalır; önce  ruhsal,  ardından  fiziksel  sağlığımızı  zarara uğratırız..  Ruh  gibi  ince,  vücut  gibi  hassas bedenimiz,  üzerlerine  zorla  koyduğumuz  acılarla dolu  yaşanmışlıklarımızı  nasıl  taşıyacak sanıyorsunuz?  İnsanların  büyük  bir  çoğunluğu sahip olduklarını varsaydıkları güçlerini genelde üç farklı  bölüme  ayırırlar.  Güçlerinin  bir  kısmı geçmişten kaynaklanan acılara ve geçmiş ıstıraplara odaklanır.  Dikkatimizi  geçmişteki  olumsuzluklara 

Bir Başka Deyişle NİSİM SİGURA / İzmir

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 186 -

  

ne  kadar  odaklarsak  o  kadar  güç  kaybederiz. Düştüğümüz ikinci önemli hata ise sürekli geleceğe odaklanmaktır.  Oysa  geçmiş  ölmüş,  gelecek  ise daha  doğmamıştır.  Bu  durumda  sadece  bugünü yaşarsak,  yaptığımız  her  şey  şimdiki  zaman diliminde yapılmıştır diye algılayabiliriz.. Geleceğe odaklandığınızda  ise  tahmin  ettiğimiz  sorunlar bizde  endişe  duygusunun  doğmasına  yol  açar. Endişe  ise  tüm  gücümüzü  yok  eder,  cesaretimizi kırar,  çalışma  azmimizi  öldürür.  Ne  var  ki  bizim aradığımız  güç  değil  mi?  Aslında  gücümüz  var bizim.  Hem  de  fazlası  ile..  Şimdiki  gücümüzü doğmamış geleceğe göndererek niçin kullanılamaz hale  getiriyoruz?  Geleceğe  gönderdiğimiz  gücü geleceğe  gittiğimizde  kullanacağımızı  varsaymak, düşeceğimiz  en  önemli  yanılgılardan  biri  olsa gerek..  Karamsarlık geçmişten, endişe ise gelecekten gelir. Başka  bir  deyişle;  Bugünü  düşünüp,  geleceğe tevekkülle bakmalıyız.Tevekkül etmek, gücümüzün azalmasına engel olur, aynı zamanda gelecekten de güç almamızı sağlar. Şu anda sahip olduğumuz güç ise,  geçmişten  gelen  deneyimlerimizden  ve gelecekten gelen umutlarımızdan oluşmuştur.  

Geçmişimizdeki  olaylardan  aldığımız  dersleri kullanır  ve  başarılarımızdan  dolayı  kendimizi tebrik  edebilirsek,  geçmişin  bize  aksine  güç vereceğini  algılamaya  başlarız.  Oysa geleceğimizden  endişe  duyarak  yaşarsak,  tüm gücümüzün tükenmekte olduğunu göreceğiz. Buna karşılık  geleceğe  umut,  güven  ve  tevekkülle baktığımızda  oradan  bize  güven  ve  cesaret geleceğini farketmeye başlarız..  Tevekkülsüz  insan,  başına  gelenlerin  tüm sorumluluğunu  kendinde  gören  insandır. Yaptıklarının  bizzat  yaratıcısı  olduğunu  inanan birey  asla  tevekkül  edemez. Örneğin,  yaşadığımız bazı  endişelere  bakın:  Ya  üniversite  sınavını kazanamazsak.  Ya  sınıfımızı  geçemezsek.  Ya  bizi sevmezlerse..  Ya  işimizden  kovulursak.  Ya  iş bulamazsak.  Ya  fakir  olursak.  Ya  hasta  olursak.. Eğer kötü olaylar olacaksa endişe ederek onları yok edemeyiz. Tam tersine endişe ettiğimizde bunların olmasını  hızlandırırız.  Bir  defa  sınavı kaybedeceksek, bin defa kaybetmişçesine üzülürüz. En  traji  komik  olanı  da  şudur:  Başımıza  gelen felaketlerin  çoğunun  tek  nedeni  bizim endişelerimizdir.  Esas  farkındalık, düşündüklerimizin  birçoğunu  kendimize 

Page 94: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 187 -

  

çektiğimizi anlamaya başladığımız anlardır.. Aklına geleni  söyleyen  bir  çocuğun  annesinin endişelerinin,  annenin  başına  neler  getirdiğini anlatan bir hikaye okumuştum;   “Kocaman  burnu  olan  bir  komşuları  eve  misafir geldiğinde,  anneyi  bir  korku  salar.  Ya  çocuk komşusunun  burnu  için  kırıcı  bir  söz  söylerse. Çocuğun uykusu gelinceye kadar anne bu endişeyi taşır.  Çocuk  ağzını  açtığında  komşusunun  burnu için  bir  söz  söyleyebileceği  endişesiyle  annenin yüreği  ağzına  gelir,  hemen  çocuğun  konuşmasını keser.  Sonunda  uykusu  gelir  çocuğun.  Büyük  bir kurtuluş  içinde  anne  çocuğunu  odasına  götürür, uyutur.  Salonda  oturan  komşusuna  geri  döner  ve ona bir ikramda bulunmak ister. Bu rahatlık içinde, dakikalarca  düşündüğünün  etkisinde  kalan  anne "Burnunuza ne alırdınız?" dediği görülmüştür..”  Endişelerimizi  büyüttükçe  en  kötü  şartları kendimize  çekeriz.Yüce  Yaradan  hiç  kimseye kaldıramayacağı yükün yüklenmeyeceğini söyler.  Tevekkülsüzlüğün  ulaşabileceği  ürkütücü boyutlarını  gösterebilecek bir de  şu örneğe bakın; Biliyorsunuz, bir dönem Halley kuyruklu yıldızının 

dünyaya  çarpacağı  endişesi  tüm  dünyayı  sarmıştı. Cehennemden  endişe  etmeyen  insanların cehenneme  göre  mum  ateşi  kadar  bile  dehşeti olmayan  bir  taş  yığınından  nasıl  korktuğunu görüyor  musunuz?  Amerika'da  her  gün  gazete manşetlerinde  bu  konu  yer  almış,  insanların  pek çoğu  apartmanların  bodrumunda  yaşamaya başlamışlardı..  Korkularından  intihar  edenler  bile olmuştu.  Korktukları  en  büyük  acı  ölümse  niçin kendi  elleriyle  ölüyorlardı,  dersiniz  ? Ay  yüzeyine çarpan meteorların derin kraterler oluşturduğunu, güneşten  gelen  parçacıkların  ay  yüzeyini  sürekli mikroskobik  bombardıman  altında  tuttuklarını biliyoruz  artık.  Oysa  aya  yönelen  milyonlarca saldırının bir  kaçı bile dünyaya  yapılmamıştır. Bir gün  dünya  yok  olacaksa,  endişe  ederek  bunu değiştirebilecek miyiz? Hiç sanmıyorum ..  Bir  başka  anlatımla,  tevekkül  edenle  etmeyen arasındaki fark bu öyküde yaşananlara benzer:   “Bir  adam  güçlü  bir  kaptanın  yönettiği  gemiye yükleriyle  birlikte  biner.  Yükünü  yere  koyar  ve üzerine  oturur,  yolculuğuna  güven  içinde  devam eder. Diğer bir adam  ise, yükünün  çalınacağından korkar.  Kaptanın  adaletine,  koruyuculuğuna 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 188 -

  

güvenmez. Tedbir almak için yükünü sırtında taşır. Yolculuk  uzadıkça  sırtındaki  yük,  gücünü  iyice zayıflatır.  Tüm  gücünü  kaybeder.  Değil  yükünü korumak, kendisini bile ayakta tutamaz. Dahası bu davranışı  kaptanın  gücünü  hiçe  aldığı  anlamında yorumlanır ve cezalandırılır.”  Ne  kadar  anlamlı  değil mi?  Tevekkülümüz  varsa, üzerimize düşeni yapar, gücümüzün dışında kalan hakkında  ise  kaderin  adaletine  ve  hükmüne güveniriz.  Ümitle  dolu  oluruz.  İstediklerimize ulaşma  zamanımız  gelmemişse  en  azından  acı çekmekten kurtuluruz.  Bu  akşamki  kısa derleme  yazıma  son  verirken  bir büyüğümün bizlere anlattığı ibret verici bir öyküyü anımsadım.;   “Yaşlı  bir  köylü mısır  tarlasında  çalışırken,  bahar mevsiminde  yine  kendi  tarlasında  mısır yetiştirmekle  uğraşan  eski  bir  arkadaşı  olan komşusu  ile  karşılaşır.  Gördüğü  manzara kendisininkiyle  tıpatıp  aynıdır;  Mısırların  sapları büyümüş,  ama  haftalardır  yağmur  yağmadığı  için koçanları  yetişememişti.  Sulama  çabaları  da  işe yaramıyordu,  çünkü  ırmaklardan  akan  sular  da 

kesilmişti.  Bir  gün  arkadaşı  dayanamayıp  göklere, dağlara bakar. Öfkelenip, küfürler savurur ve kendi verim  alamadığı  tarlasına  saldırır.  Yaşlı komşusunun korku içindeki bakışları altında kendi ektiği  mısırları  keser,  kırar,  tarlasını  tamamen tahrip  eder..  “Bir  şey  yetişmeyecekse  ne  diye uğraşıyorum” diye yaşlı komşusuna  isyan eder. Bir hafta  sonra  yağmurlar  başlar  ve  tarlasına dokunmayan  yaşlı  adamın  ölmek  üzere  olan mısırları  yeniden dirilir;  ama  tarlasını  tahrip  eden komşusununda  koçan  verebilecek  sadece  birkaç mısır  kaldığını  şaşkınlık  içinde  görür..  “Bu  ibret verci  olaydan  sonra  yaşlı  adam  arkadaşına  acı  acı güler ve şöyle mırıldanır:   “Bre adam, sen de benim gibi tevekkül etseydin felaketi böylesine yaşamayacaktın! “  İşte  böyle  değerli  dostlar...  Yukarıdaki  nacizane satırlarımı  amatörce  kaleme  alırken,  özellikle yaşamımızda  tevekkül etmenin ne denli gerekli ve önemli  olduğunu  bir  kez  daha  düşündüm  ve sanıyorum daha uzun  bir  süre düşünmeye devam edeceğim,ta  ki  kendime  yeni  bir  hayat  tarzı oluşturana kadar.. Darısı hepimizin başına...  

Page 95: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 189 -

  

  

HATIRLAMAK ve ANMAK

Üzerine  

Sevgili okurlar,   27  Ocak  Yahudi  Tarihinin  en  trajik  sayfalarının yazıldığı  Auschwitz  ölüm  kampının  müttefik ordular tarafından kurtarılmasının yıl dönümüdür. Bazı  kaynaklara  göre,  bu  tarih  Birleşmiş Milletler tarafından  Uluslararası  Holokost’u  anma  günü olarak kabul  edilmiştir. Bazılarınca da,  günün  asıl hedefinin  Holokost  eğitimi  olduğu  belirtiliyor. Öyle  ya  da  böyle,  sonuçta  27 Ocak  hatırlama  ve anma günüdür.   Auschwitz  meş’um  bir  semboldür.  Evet,  1945’te savaş  sona  erdi  ve  belki  bir  ölçüde  Yahudi toplumunun azabına son verdi. Ama arkasında altı milyon  evladını  bırakarak...  Bunu  asla unutmamalıyız.  Bu  dönem  daima  yazılacak, konuşulacak  ve  anılacaktır.  Anmak  ve  hatırlamak 

ve  olayları  bilmek,  onları  gelecek  nesillere nakletmenin bizlerin görevi olduğu kanısndayım.  Gerçekten,  sırası  geldikçe,  Ladino  bölümündeki metinlerimde,  küçüklerimize,  çocuklarımıza dinimiz, tarihimiz, hatta geleneklerimizle ilgili bazı kavramların  öğretilmesinden  yana  olduğumu belirtmişimdir.  Bu,  o  kadar  zor  bir  şey  değil... Pesah’ın,  Purim’in,  ya  da,  Hanuka’nın  anlamını, küçüklerimizin anlayabilecekleri bir  lisanla, onlara anlatabiliriz.  Çok,  çok  uzun  yıllar  önce  rahmetli dedem anlatırdı, hem de masal anlatır gibi... Daha fazlasını, diğer önemli kavramları, zaten yıllar bana öğretti, her zaman hatırlattı...  Hatırlamak...   Evet,  Yahudilerin  en  önemli  özelliği,  ya  da,  en belirgin  özelliklerinden  biri,  “hatırlama” yeteneğidir,  belleğidir.  “ZAHOR”  sözcüğü,  birçok değerimizin,  sevabımızın  anahtarıdır.  Ve  de  10 EMİR’de  bu  sözcükle  başlayan  Kutsal  Şabat’ın  da temelindedir.  “Şabat  gününü  kutsamayı HATIRLA!” Gerek “Tora” da, gerek tarihimizde, ya da  günlük  yaşantımızda,  devamımız  ve  başarımız yönünden  bu  hatırlamanın  esas  olduğunu  işaret 

Galatalı Küçük Bir Kız COYA DELEVİ / İstanbul

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 190 -

  

eden  örnekler  görürüz.  Geçmişini  anımsamayan herhangi  bir  toplumun  geleceğinin  de  belirsizlik içinde olacağı kesin. Bu durum uluslar için, bireyler için  de  geçerlidir.  Bazı  kişilerin  bizler  için  birer “Amalek”(1) olabileceklerini unutmamalıyız. Burada, Jerusalem  Post  Gazetesinin  geçmiş  bir  sayısından ufak bir alıntı yapmak istiyorum:  “...Ve, ne yazık ki, geçmişini unutan bir ulusun, kendisine  yöneltilen  tehditlere  karşı  koyması da,  çok  zor  olur.  Yahudi  Toplumunun  tüm dünyada,  bir  tür  “Amnezi”den,  unutma hastalığından  mustarip  olduğu  düşünülebilir. Ve çok kez bu bilinçli bir unutkanlık. Ya Musa Peygamber’in dininin öğretilerini unuttular, ya da onları tümüyle tanımamazlıktan geliyorlar. “Diaspora”  daki  Yahudilerin  bir  bölümü, yabancı  kültür  ve  dillere  asimile  olup, geçmişleriyle  bağlarını  kopardılar,  ya  da koparmak üzereler.  “Bu  şekilde,  gelecekteki  çocukların  ve nesillerin,  Yahudi  Kavramı’nı  hatırlama olanaklarını  ve  belki  de,  umutlarını  yok ediyorlar.  Gerçi  bazıları,  kökenlerine  dönme çabası  içinde  olsalar  da,  yollarını  bulmakta 

zorluk  çekiyor.  Çünkü  onlara  bu  yolları hatırlatacak hiç bir anı yok belleklerinde...”(J.P. alıntı sonu)  1492  Kastilya  ve  Aragon  kasırgasının  Osmanlı topraklarına  attığı  bizler,  bu  konuda  şanslı  bir toplum  olduk. Beş  asrı  aşkın  bir  süredir dinimizi, geleneklerimizi  hiç  gizlemeden  yaşadık  ve yaşamayı sürdürüyoruz. Ve bu geleneksel değerleri asla  unutmadık,  hep  hatırladık,  hatırlatmaya çalıştık.  Özetle  diyebiliriz  ki,  tüm  “Mitzva”lar, tarihimizdeki,  geleneklerimizdeki  olaylarla  ilgili anılarımıza  dayanmaktadır.  Örneğin,  bir  Cuma günü,  mutfağımızdan  gelen  yemek  kokuları, “Şabat”ın  gerçek,  unutulamaz  olduğunu  hatırlatır. “Şofar”ın  sesi, ya da  “Suka”nın altında oturmamız, “Pesah  Seder”inde  “Matsa”yı  yememiz,  ya  da, “Hanukiya”  yakmamız...  Bunlar  geçmişimizi simgeleyen,  geleceğimizi  oluşturan  belleğimizin birer elemanıdır.  “ZAHOR!...” Hatırla!   Belki  de  bu  emir  olmadan  “Amalek”i unutabilirdik.  Ya  da,  yüreklerimizden, hafızalarımızdan, “Holokost”u silebilirdik...  

Page 96: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 191 -

  

Sevgili okurlar,   Yazımın  başlığında  belirttiğim  gibi  ana  konumuz “Hatırlamak”. Bu arada, 27 Ocak gününün  taşıdığı tarihi  ve  derin  anlamı  da  göz  önünde bulundurarak,  “Anma”  kavramını  bu  metnin içeriğine  almak  istedim.  Aslında  bu  iki  kardeş kavramı  birbirinden  tümüyle  ayırmak  biraz  zor hatta  bazen  olanaksız.  Anmak  deyince  aklımıza hemen acı,  tatlı, unutamadığımız  tüm anılar gelir, onları  hatırlarız.  Tıpkı  şimdi  sizlere  aktaracağım metinde M.M... nin yaptığı gibi...  Onu  tanımadım,  hayatta  olup,  olmadığını  da bilmiyorum. Onun hakkında bildiklerim, birkaç yıl önce  fransızca  kaleme  aldığı  ve  “Los  Muestros” dergisinde  okuduğum  “SON  TREN”  başlıklı  anı yazısındaki  bilgiler.  O  ve  ailesi  son  anda Gestapo’nun eline düşmekten kurtulmuş, Toplama Kampının  nerdeyse  eşiğinden  dönmüş  şanslı insanlardan birkaçı. Fransa’da başlayan, Türkiye’de devam  eden  ve  bir  şekilde  Israil’de  mutlu  sonla biten  bu  macerayı  az  çok  konumuzla paralelliğinden  dolayı,  biraz  da  (naçiz  yorumum) tarihi  bir  belge  gibi  gördüğümden,  M.M’nin ağzından nakletmek istedim.  

Metnin  çevirisini  yaparken,  yazarının  kendi ifadelerine  olabildiğimce  sadık  kalmaya  çalıştım. “Los  Muestros”  dergisi  Belçika’da  senelerdir yayınlanan, bünyesinde  İngilizce,  fransızca,  judeo‐espanyol,  italyanca,  “Haketiya”2  lisanlarında yazılara  yer  veren  çok değerli  bir  yayın  organıdır. Ben,  yukarıda  sözünü  ettiğim  “Son  Tren”  yazısını okudum  ve  sakladım. Daha  sonraki  yıllarda, buna benzer birkaç metin daha okudum. “Los Muestros” dergisinden  bir  “centilmenlik”  olgusu  içinde, defalarca  alıntılar  yaptım.  Çünkü  oradaki  yazılar cidden  belge,  arşiv  niteliğinde metinler. Ve  şimdi de,  derginin  genel  yayın  yönetmeni  arkadaşımız Moise  Rahmani’nin  hoşgörüsüne  sığınarak  bu  anı yazısını sizlere aktarıyorum.    

***   

SON TREN...  13 Haziran 1940...   Alman  kuvvetlerinin  Paris’i  işgal  ettiği dönemde,  annem,  ağabeyim  ve  ben, 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 192 -

  

büyükannemlerin  18e.  Arrondissement  Rue  de D... teki evinde oturuyorduk. Olayların gidişatı sonucu,  babam  İstanbulda  “bloke”  kalmıştı. Her  şeye  rağmen  bizim  için  yaşam  normal seyrini  sürdürüyordu.  Fransız  yönetiminin yahudilere  empoze  ettiği  antisemit kısıtlamalar  henüz  ailemizi  etkilememişti. Örneğin,  giysimizin  üstünde  “Sarı  Yıldız”ı taşıma  zorunda  değildik. Dindaşlarımıza  reva görülen  hakaretlere,  eziyetlere  maruz kalmamıştık.  Türkiye  vatandaşı olarak, Berlin Hükümetinin çetrefil  ya  da  belirsiz  diyebileceğim  ilişkiler içinde  olduğu  bir  “otorite”  tarafından korunuyorduk.  Dediğim  gibi  bir  belirsizlik vardı...  Kaiser’in  eski müttefiki,  yani  Türkiye, acaba  “Axe”  kuvvetlerine  doğru  mu meyledecek?  Yoksa  müttefik  devletlerle  mi birleşecek?  Ya  da,  belirgin  avantajlar sağlayacak  olan  “bitaraf”lığa  mı  sığınacak? Herkes  bunları  merak  ediyordu.  Ankara’nın başarıyla  sürdürdüğü  bu  “flu”  diplomasi  pek uzun  süremedi.  Nazi’lerin  de  artık  umutları yok... Türkler hiç bir kuvvete katılmayacak...  

Alman  Hükümeti  bunu  idrak  ettiği  an, Fransa’da yaşayan “Osmanlı”(3) Yahudilerine de genel hükümler uygulama kararı alıyor.   1943 yılının sonunda, Paris’teki Türk Elçiliği, bu insanların,  yani  bizlerin  her  an  toplama kamplarına  gönderilebileceğimiz  yönünde uyarılar  yapıyor.  1944  yılı  Mart  ayının  ikinci yarısında, bize son bir çağrı ulaşıyor... Yani son alarmın  son  gong  sesi...  Türk  Hükümetinin Fransa’daki  temsicileri  tarafından, “Anavatana”  dönebilmemizi  sağlayacak  bir “kaçış” organize edilmişti... Bu son gong sesiyle ya kurtulacak, ya da sonu belirsiz bir geleceğe gidecektik...  10 Nisan 1944, Paris’in Doğu Garı...   Bizleri  diğerlerine  benzemiyen  bir  tren bekliyor...  Ufak  valizleri  ve  kendilerince “değerli”  yükleriyle,  Paris’in  son  Sefaradları ağır,  ağır  vagonlara  biniyor.  Özel  olarak korunan Yahudileri taşıyan SON tren, Pétain’in Fransa‘sını  terkediyor...  Evet,  özel korumalarımız  var  ve  onlar  vagondan  dışarı çıkmamızı  kesinlikle  yasaklıyor.  Gene  de  biz, 

Page 97: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 193 -

  

ağabeyimle ben, Viyana’da bazı kontrollar  için tren  durduğunda,  eskortumuzun  bir  anlık dalgınlığından  yararlanıyoruz.  Yakınlarda farkettiğimiz  bir  çeşmeye  koşup,  boşalan şişelerimize,  aceleyle  taze  su  doldurmaya çalışıyoruz...  Trenimiz  hareket  ediyor...  Uçsuz,  bucaksız düzlüklerden  ya  da  meskun  yerlerden geçiyoruz...  Sürekli  mitralyöz  ateşinin  ya  da Anglo‐Amerikan  uçaklarının  bombardımanı altında  yol  alıyoruz...  Sayısız  duraksamalarla geçen  dokuz  günün  sonunda  Türkiye’nin  sınır kenti  İderne’ye(3)  varıyoruz...  Biz sorunlarımızın sona erdiğini varsayarken, esas problemler burada  çıkıyor. Kâğıtlarımız didik, didik  inceleniyor, polislerle gümrük görevlileri bakışıyorlar. Besbelli yolunda gitmeyen bir şey, bir aksilik var. Nitekim biz dördümüzü trenden indiriyorlar. Bizi  selamete götürecek olan özel trenimiz  bizi,  yani  dördümüzü  almadan İstanbul’a hareket ediyor. Bizi geçici olarak bir binaya yerleştiriyorlar. Annemin bölük, pörçük sözlerinden,  pasaportuyla  ilgili  bir  sorun olduğu sonucunu çıkarıyorum...  

Neyse  ki  iki  gün  sonra  babam  geliyor. Sarılmalar,  ağlamalar,  kavuşma  sevinci  ya  da heyecanı...  Babamın  tam  olarak  ne  yaptığını anlamadan,  aynı  günün  akşamı  kendisi  tek başına, “Galata”ya(3) dönüyor. Annem ve Ninem iyimser.  Bu  biraz  da  olsa  bize  moral  güç veriyor,  endişelerimizi  gizlemeye,  yenmeye çalışıyoruz.  Ve  derken  mucize  gerçekleşiyor. Bizleri apar,  topar  İstanbul’a hareket eden bir trene bindiriyorlar.   Nihayet babamıza kavuşuyoruz...  Kavuşuyoruz  ama  belli  ki  sorunlar  bitmemiş. Babam  vurgun  yemişçesine  ne  yapacağını bilemez  halde...  Bir  kez  daha  koşuşmalar, konuşmalar,  araya  giren  forslu  ya  da  hatırlı dostlar...  Hiç  bir  şey  yetkilileri  kararlarından döndürmeye  yetmiyor.  Bizim,  daha  doğrusu annemin Türkiye’de kalması yasak. Ve babama iki  inanılmaz  seçenek  sunuyorlar.  Ya  hareket noktamıza,  yani Paris’e döner,  ya da o dönem İngiliz Mandası altındaki Palestine’e(3) gideriz... Tabii  annemizi  bırakamıyacağımıza  göre,  hep beraber...  2  gün  sonra,  Beyrut’ta  verdiğimiz kısa bir molayı takiben, nihayet ninem, babam, 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 194 -

  

annem,  ağabeyim  ve  ben  Hayfa’daki  “Beit Haolim” de hep birlikteyiz...  Bizi  bunca  zora  sokan  sorunun  ne  olduğunu ancak  uzun  bir  aradan  sonra  anlayabildim. Annem  gençliğinden  o  yana,  yani  uzun zamandan  beri  Fransa’da  yaşadığından, pasaportunda  öyle  bir  yazı  vardı:  “Türkiye vatandaşlığından  ıskat  edilmiştir”  ve  yanında “Ex‐Turc”  ibaresi  okunuyordu.  Bunun  anlamı: 2.ci Düya Savaşı başladığında annem, yalnızca savunmasız bir Yahudiydi.   Paris’teki Türkiye Büyükelçiliği, ender görülen bir  insanlık  örneği  göstermişti.  Annemin  T.C vatandaşı  olmadığını  bile  bile  onu  koruması altına  almış,  büyük  bir  riske  girmişti.  Sizin anlayacağınız, sınır dışı edilmemiz aslında çok mantıklı ve yasal bir işlemdi...  ”M.M”.  

***  

Metin Delevi’nin  27 Ocak  2008’de Dostluk  Yurdu Derneği’nde  gerçekleştirilen  anma  gecesinde yaptığı  “Holokost  ve  Çocuklar”  başlıklı 

konuşmasının final paragrafı ile yazıma son noktayı koymak istiyorum:   “Yeni Hitler yardakçıları yaratmak maalesef çok kolay. İşte bu yüzden anmaya, hatırlamaya, öğretmeye devam etmek zorundayız. Yalnızca güzel şeyleri hatırlayacağımız bir dünya yaratana kadar...”    (1) Amalak‐  Amalakim:  Efraim  Kabilesiyle  akrabalık  ilişkileri 

olan  bir  toplum.  Buna  rağmen,  İsrailoğulları’na  karşı, acımasız  düşmanlık  gösterdiler.  Kral  Şaul  ve  Davut Peygamber döneminde sık, sık Yahudilerle savaştılar. Mısır köleliğinden  kurtulup,  ordan  çıkmakta  olan  Ibranilere, Refidim’de  saldırdılar.  Acımasız,  zalim  birini  ifade  etmek için, sıkça “Amalek” sözcüğü kullanılır. 

 

(2) Haketiya,  Kuzey  Afrika  Sefaradlarının  kullandığı,  judeo‐ arabo‐ espanyol dialekti.  

 

(3) Orjinal metinde ifade edildiği şekliyle…  

Page 98: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 195 -

  

    

Thanksgivuka’dan Chrismuka’ya DIYALoG ile Nice Yıllara

 Hanuka(1)  kutlamalarımız  sıkça Noël(2)  kutlamalarına,  yani Gregoryen(3)  takvime  gore  25 Aralık gününe denk gelir. Bu gibi vesilelerden  doğmuş  çeşitli hikâyelerle  birlikte  ailelerde çocuklara  hediyeler  verilmesinin de  adet  edinildiği malum,  hatta 

bu  gibi  geleneklerin  İsa(4)  peygamber  ve  Büyük İskender(5)lerden çok daha öncelerine dayandığına dair  efsanevi  hikâyeler  mevcut.  Daha  yakın tarihlere  bakıldığında, mesela  Arupalı  seyyahların Amerika  kıtalarını  keşfedip  Yeni  İngiltere  (New England)  olarak  adlandırdıkları  bölgeye  zorlu yerleşimlerinden arda kalmış öykülere varıldığında, başta  ABD  ‐  Kanada  olmak  üzere,  bazı  ülkelerde şükranların, teşekkürlerin ifade edildiği gün olarak 

bilinen  Thanksgiving(6)  kutlamaları  ile karşılaşmaktayız.  Thanksgiving  en  azından  1940’lı 

yıllardan  beri  ABD’de  hep  Kasım ayının  dördüncü  Perşembesi kutlanarak  takvimlere  yerleşmiş. Herhangi bir kutsama vesilesiyle “çok 

şükür  bu  günleri  de  görebildik”  ~vehigiyanu lazman  haze(7)~  diyerekten  şükran  ifade  etmeye çalıştığımızda, geride kalmış diğer efsanevi olaylara da  bir  dönüp  bakacak  olursak,  benzer  ananelerin İngiltere'de  Kral  VIII.  Henry  devrinde  Protestan reformları  ile  önem  kazanmış  olduğu  vakt‐i zamanında  1588  yılı  İspanyol  Armadasına  karşı kazanılmış bir  zafer  kutlaması  veya  1605’te  İngiliz Lordlar  Kamarasına  karşı  girişilmiş  bir  suikast komplosunun  kahramanı  Guy  Fawkes(8)  anısına gösterilerde  de  arada  bazı  benzerlikler bulunabileceği  göze  çarpar.  Bunlar  bir  yana,  en azından Kuzey yarım kürede Noel Baba nasıl soğuk karlı kış günlerini akla getiriyorsa, Thanksgiving  (6) 

vesilesi ile sonbahar hasat festivallerini ve bu arada Sukkot(9)  festivallerini  anımsamak  da  bir  o  kadar kolay. Thanksgiving (6) kutlamalarının hep Sukkot(9) kutlamalarından  sonraya  rastlaması  coğrafi açıdan da  anlaşılıyor.  İsrail  topraklarında  hasat mevsimi elbet İngiltere topraklarından daha erken. 

Washington’dan Mektup ALTAN GABAY / Washington DC

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 196 -

  

İbrani Takvim(10) dünyayı merkez alan ay itibarlı bir takvim  olmasına  rağmen,  mevsimlerin  denk gelmesi  için  belli  ararlıklarla  takvime  bir  ay eklenmesi uygun  görülmüş. Yaklaşık  20  yüzyıldan 

beri  bu  fark  hesaba  katılmakta olduğundan,  İbrani  takvim  yıllar itibariyle  güneş  takvimine tekabül  edebiliyor,  yani  yılın ayları  aşağı  yukarı  hep  aynı mevsimlere  rast  geliyor.  Bu  yıl kasım  ayının  dördüncü perşembesinin  ay  sonuna  denk 

gelmesiyle  birlikte  bu  takvimlerin  bir  cilvesi, Hanuka’nın  ilk gününü Thanksgiving gününe  tam denk  getirdi.  Bazı  hesaplamalara  göre  bu  ender rastlantının tekrarı için 2070 yılına kadar beklemek gerekecek.  Ömrü  yetecek  olanlar  takvimlerde  ve kutlama  adetlerinde  ne  gibi  değisiklikler yaşanacağına dikkat edebilirler.  Bu arada dünyamızda ulaşım, iletişim imkânlarının artmasıyla,  gittikçe  küreselleşen  müşterilere  bir bakıldığında,  bayramların  çocuklar  için  tarihi gelenek‐görenek  eğitimiyle  eğlence  fırsatı olmaktan  çok  daha  büyük  önem  kazandığı görülebilir. Her bayram her  yaştan  insana  yönelik 

muazzam  reklam  kampanyalarıyla  başlatılan muazzam satış sezonlarına vesile olmakta. Bayram şenlikleri  ile birlikte popüler kültürde bu sezonları bazı  yerlerde  Chrismukkah(11)  gibilerden  adlarla simgelemek de  adet  olmuşken,  bu  yıl  bu  adetlere bir  yenisi  daha,  Thanksgivukkah(12)  eklendi.  Artık yaz  sezonu  bitmeden  kış  sezonu,  kış  sezonu ortasında  ise  yaz  sezonu  reklamlarının başlayabildiğini de hesaba katacak olursak, mevsim her  ne  olursa  olsun,  bayram  geleneklerinin  her türlü  pazarlanmasına  devam  edileceği  şüphe götürmüyor.  Bayramların  hangi  yıl  hangi  güne 

düşeceği  de  pek  o  kadar mühim  sayılmaz,  farklı kültür ve geleneklerin  farklı tarihlerde  bazı  farklı sembollerle  ifade  edilmesi hepsini  birbirine 

karıştırmama açısından önemli; satış ve pazarlama sezonunu uzatmak için de mükemmel fırsat oluyor. Kwanzaa(13)  kutlamaları  Noel’den  sonra  bir  hafta sürüyor,  Hristiyan  Ortodokslar  için  Noel(14) 

kutlamaları  7 Ocak  civarına  rastlıyor. Hani  deliye her gün bayram denir ya, pazarlamasını bilen biri için de her  gün pazarlayacak  yeni  bir  şey bulmak mesele  değil,  niyet  kötü  olmadıkça  problem  yok, 

Page 99: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 197 -

  

pazar  büyüdükçe  hem  pazarlayanlara  hem pazarlananlara açık imkânlar bol.  DIYALoG’a  da  esasen  bir  fikir  pazarlaması  olarak bakılabilir.  Diyalog  ister  konuşma,  ister  ise  yazılı şekilde  en  azından  iki  kişinin  düşüncelerinin  bir araya  gelmesini  gerektiren  bir  nevi  alış  veriş meselesi.  Tora,  İncil,  Kuran  gibi  kutsal  addedilen yazıtlar bile söz konusu olduklarında, ortada kalan bir algı meselesi vardır, söylenenden ve okunandan edinilen  intiba,  fikir  ve  hatta  kanunların  hepsi diyaloga dayanır.   Dile dair görsel  işaretlerin bir  tür  iletişim aracına, yani  yazı  sistemine  dönüşüp  ortaya  çıkışına, Mezopotamya’daki  bazı  arkeolojik  bulgulara  göre ancak  MÖ  3200  yıllarının  Sümer  yazıtlarında rastlanıyor. Mısır, Çin  veya Meksika’da  bulunmuş yazıtların  birbirlerinden  bağımsız  geliştirilmiş sistemler  olup  olmadıkları,  hangisinin  daha eskilere  dayandığı,  akademik  araştırma  konusu, ancak  yazılı  diyalog  tarihinin  insanlık  tarihinde nisbeten  gayet  kısa  bir  döneme  tekabül  ettiği malum.  Mesela  Yahudi  bilgelerin  söyleşilerinden arda kalmış Mişna  (MS  200)  ve Gemara  (MS  500) gibi  yazılı  derlemelere  açılıp  bakıldığında,  bugün 

eldeki  en  eski komple bir Talmud(15) un  ancak MS 1342 yılında kaleme alınmış olduğu anlaşılıyor, yani yazıya  kaydedilenlerin  okuyanlar  arasında paylaşılmasını  kolaylaştıracak  olan  Johannes Gutenberg(16) matbaasından yaklaşık bir asır kadar evvelinde yer almış diyaloglar söz konusu. Esaslı bir diyalog  geleneğine  dayanan Talmud(15), hem  sözlü hem yazılı süregelen tartışmaların bir kaydı oluyor. Tartışılan  konu  aynı  olduğunda  bile  farklı  yer  ve şartlarda  (Babil,  Kudüs  gibi)  farklı  şekillerde kaydedilmiş  Talmud’lar  da  aynen  geleneksel diyalog konusu olmaya devam ediyor.   DIYALoG’a  bir  fikir  pazarlaması  olarak bakılabileceği  gibi,  DIYALoG  eşliğinde  ortaya konan  fikirler  olgunlaştıkça  ideolojilerin,  yani  bir nevi  “marka  fikirlerin”  pazarlandığı  görülebilir. Hele etnik, dini, milli veya ekonomik esaslara bağlı ideolojiler  kirli  politikalara  alet  olup  istismar edildikten  sonra  diyalog  imkânlarının  kısıtlanma tehlikesi  baş  gösterebilir  ve  ortada  sırf  bir marka pazarlama  çabalaması  kaldığı  görülür.  Üstüne üstlük  bir  de  markaların  ardındaki  güçlere odaklanıldığında,  pazarlanan  artık  her  ne  olursa olsun, niteliklerinin arka planda bırakılmış olduğu anlaşılır.  

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 198 -

  

Mutlak irade yanlısı totaliter faşist yöntemlerde bu ibretlik durumlara hep  rastlandığı halde, kabahati hep  başkalarına,  iç  veya  dış mihraklı  düşmanlara yükleme  sevdalarıyla  bütün  alış  veriş  yolları tıkandıkça,  softaların  tek yönlü dayatmalarına esir kalma tehlikesiyle baş başa kalındığı görülür. İnsan akıl  ve  iradesine  sığmayan  güç  odakları  için  bile komplo  teorileri hazır dururken, pek  tabii her bir komplo teorisine tekabül edecek karşıt bir komplo düşünmek de mümkün. Detektif, polisiye ve casus romanları için gayet eğlenceli olabilecek bu komplo senaryoları  gerçek  hayatta  korku,  paranoya  ve panik  yaratarak  ötekileştirmelere  ve kutuplaşmalara kolaylıkla  yol  açtığından, neticede faşizan eğilimleri önlemek gittikçe zorlaşır.  Mesela  efsanevi  komplo  ve  mucizeler  diyarı Mısır’dan geçenlerde edindiğimiz bir haber akıllara durgunluk verecek mahiyette. Abla Fahita adlı bir kukla  ile  Mısır  televizyonlarından  Vodafone reklamlarıyla  bir  hükümet  darbesi  planlandığı iddiaları  medyayı  sarıp,  kolaylıkla  milyonlarca insanın ilgisini çekmiş.(17)  Dünyamızda  hayatı  mümkün  kılan  suyun  bile, Hamidiye,  Taşdelen,  Evian,  Fiji,…  gibilerden 

markalaşabildiğini  bilmiyor  değiliz,  hele  bir  de tatlandırılıp  şişelere  sıkıştırılmış  gazla doldurulduktan  sonra Pepsi‐Coke gibilerden gayet başarılı  metodlarla  pazarlanabildiği  de  malum. Eğer  markadan  ziyade  pazarlanan  fikir  ve malzemenin  niteliklerine  dikkat  etmeye niyetliysek,  insan  akıl  ve  iradesine  başvurmaktan başka  care  kalmıyor.  Etraftaki  yolsuzluklara, adaletsizliğe,  kötülüklere,  doğal  afetlere  baktıkça insan  akıl  ve  iradesine  güven  bazen  yetersiz görünüyor,  ama  hiç  olmazsa  insana  güveni kaybettirici davranışlardan kaçınmakta her  zaman yarar var. Niktekim medeniyetimizin  ilerleyebilme ümidi  de  bu  güvene  dayalı.  Aksi  takdirde kıyametler  kopartan  senaryolar  var.  Fizikten anladığımız etki‐tepki yasası gibi her bir  fikir veya markanın bir karşıtı, bir  rakibi bulunur nasıl olsa. Kendi  niteliklerini  düzeltip  ilerlemek  yerine ötekinin zaaf ve hatalarına odaklandıkça yükselme imkânları  da  gittikçe  azalır,  rekabet  çok  çok rakibinin  altında  kalmama,  yani  sonunculuğa düşmeme  çabasına  dönüşür.  Hele  tencere  dibin kara,  seninki  benden  kara  tipinden  atışmalar başladıktan sonra son sıra adaylıkları tescil edilmiş demektir.  

Page 100: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 199 -

  

Bayram  pazarlamasından  meşrubat,  ulaşım  ve iletişim  pazarlamalarına  kadar  görülebileceği  gibi (Pepsi, Coke, veya Chevy, Ford. VW, Toyota, Fiat, Renault  veya  IBM,  Apple,  Microsoft,  Google… gibilerden)  rekabet  pazardan  öğrenilenlerle kendini  yenileyerek  kendi  niteliklerini  arttırmaya dayanıyor.  Biri  iyiyken,  diğerinin  kötü  olması rekabet  değildir,  rekabet  komplo  ve  casusluktan öte, kendi yarattığı, yaradığı  şeyi anlama, anlatma ve  pazarda  doğru  dürüst  ispat  edebilme meselesidir.  İcabında  aynı  suyu  başka  marka  bir şişeye  koyup  satmak  da mümkün  ama  o  ilerleme değil,  ancak  suyu  içenin  takıldığı  marka ezberlerinin  istismarı olabilir.  İnsanın  içtiği  suyun niteliğini  anlamaktan  ve  sorup  soruşturmaktan ilelebet aciz kalacağını varsaymaktan ileri gidemez.  Çok  şükür  Yahudi  geleneklerimizde  sorup soruşturmanın  önemine  inanılır.  Gerçi  ezber dayatmalı mederese okutmalarından da  tecrübesiz değiliz,  hatta  gelecek  nesilleri  Yahudiliğe bağlamanın en emin yolunun bu tip okutmalardan geçeceği  iddialarının  dolaştığı  çevreler  de  var. Fakat  kökeni her ne  olursa  olsun, her  bir  insanın soru sorabilme yeteneği baki kalmakta.   

Bu  yazıya  başladığımda  yeni  bir  yıla,  yeni  bir sezona,  yeni  bir  devire  hazırlanırken  kutlanması adet  olmuş  bazı  bayramlarla  konuya  girmiştim. İbrani  takvimine  dayandığımızda  yılın  başı  için Roşaşana  bayramını  referans  aldığımız  malum. Kaynakları  biraz  daha  dikkatle  araştırıp soruşturacak  olursak,  doğanın,  ağaçların  ilk yeşerdiği  mevsime,  koyunların  kuzuladığı  bahar mevsimine  geldiğimizde  de  doğa  ile  birlikte  yeni bir  yıla  girmekte  olduğumuzu  tasavvur  edebiliriz. Nitekim  Tora’daki  kayıtları  inceleyenler  arasında Exodus, yani Mısır dar geçitlerinden çıkışın yeni bir başlangıcı  simgelediği  ve  Nisan  ayının  birinci  ay sayılabileceği yönünde bir kanıt mevcut. (18)  Burada konu hangisinin en doğru, hangisinin yanlış olduğu değil.  Neyin  neden  kutlandığı  bilinçli  bir  şekilde başkalarına  zarar  ziyan  vermeden  iyi  bir  niyetle anlaşılıp kutlanabiliyorsa ne ala. Bu bilincin ancak karşılıklı  alış  veriş  ile  gelişebileceği  göz  önünde tutulacak  olursa,  markadan,  pazarlamadan  ve reklamdan  önce  bu  diyalogların  niteliği,  yani kalitesi ön plana çıkıyor.   Bilgi  çağı  “information  age”  olarak  tanımlanmaya çalışılan  günümüz  internet  devrinde  iletişimin kolaylaşmış  olması,  bilinçlenebileceğimizin 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 200 -

  

garantisi  değil.  Bilerek  veya  bilmeyerek  iletilen yalan yanlış haberlerden nefret söylemlerine kadar her türlü safsatanın yayılması da gayet kolaylaşmış bulunuyor.  Ötekini  kazıklayabilmek  zihniyetiyle konuya  yaklaşıldığında  yozlaşmış  en  çirkin diyaloglarla  birlikte,  müthiş  komploların pençesinde, mutlak iradelere bağlı kısır döngülerde tıkanıp kalma tehlikesi her zaman mevcut. Yozlaşıp mutlak  iradeyi  temsilen  başvurulan  soytarılıklar, hizipleşip insan özgürlüklerini kısıtlayarak adaletin askıya  alınması  hep  aynı  çukura  düşerek  içine kapılmakta olunan kısır döngülerin neticesidir.  Açık  diyalog,  açık  toplum,  açık  yazılım,  hür ansiklopedi  gibi  lisanımızda  yer  almakta  olan nisbeten  yeni  kavramlarla  medeniyetimizin ilerleyebilmesi  için  güveni  arttırmak  tekrar  insan akıl  ve  iradesine  kalıyor.  Katılım  arttıkça hizipleşme,  ötekileştirme,  kin  ve  düşmanlık kışkırtmalarının  önüne  geçebilmek  için,  iyi  bir diyalog  kurabilmek  şart.  Bu  da  ancak  üreten, tüketen,  yazan,  okuyan,  kullanan,  seyreden herkesin  gösterdiği  dikkat  ile  mümkün.  Bu geleneğimizi layıkiyle devam ettirebilmek ümidiyle bütün DIYALoG ailesine mutlu yıllar.    

(1) Jewish  Holidays:  Hannukah  –  Chanukah http://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/Judaism/holiday7.html 

(2) Christmas: http://en.wikipedia.org/wiki/Christmas (3)         

Gregorian calendar:  http://en.wikipedia.org/wiki/Gregorian_calendar 

(4)         Jesus of Nazareth: http://en.wikipedia.org/wiki/Jesus 

(5)     Prenses Olimpias  ile Kral  II.  Filip’in  oğulları Makedonyalı  

Büyük İskender:  http://tr.wikipedia.org/wiki/III._Aleksandros 

(6) Jour  de  l'Action  de  grâce: http://en.wikipedia.org/wiki/Thanksgiving 

(7) Shehecheyanu: http://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/Judaism/Shehecheyanu.html 

(8)       Guido Fawkes: http://en.wikipedia.org/wiki/Guy_Fawkes 

(9)        Jewish Holidays: Sukkot  http://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/Judaism/holiday5.html 

(10)       Hebrew calendar:  http://en.wikipedia.org/wiki/Hebrew_calendar

 

(11)       Chrismukkah: http://en.wikipedia.org/wiki/Chrismukkah 

(12) Thanksgivukkah: http://en.wikipedia.org/wiki/Thanksgivukkah 

(13) Kwanzaa: http://en.wikipedia.org/wiki/Kwanzaa (14)       Orthodox Christmas Day:  

http://www.timeanddate.com/holidays/common/orthodox‐christmas‐day 

(15)       Talmud: http://en.wikipedia.org/wiki/Talmud 

(16)       Johannes Gutenberg:  http://en.wikipedia.org/wiki/Johannes_Gutenberg 

(17)       Abla Fahita:  http://www.hurriyet.com.tr/dunya/25491146.asp 

(18)   “The First Month of  the Year” A Cornerstone of  the  Jewish 

Luni‐Solar Calendar or a Commandment about the Order of Months? ‐ http://thetorah.com/the‐first‐month‐of‐the‐year/ 

Page 101: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 201 -

  

    

Almanya’nın İlk ve Tek Yahudi Dışişleri Bakanı

WALTHER RATHENAU (1867- 1922)

 

Walther Rathenau 29 Eylül 1867’de Berlin’de doğdu. Mühendis  olan  babası  Emil  Rathenau  aynı zamanda  dönemin  ileri  gelen  işadamları  ve girişimcileri  arasında  gösteriliyordu.  1881  yılında 

Almanya’nın  en  büyük  telgraf  şirketinin  sahibi Werner  von  Siemens  ile  ortak  olarak  Edison’un ampulünün  Avrupa  haklarını  satın  almıştı.  Emil Rathenau 1887 yılında Siemens ile yollarını ayırarak, tek başına, günümüzde kısaca AEG olarak tanınan Algemeine  Elektrizitatgesesellschaft  şirketini kurmuştu. Walther’in annesi ise Almanya’nın önde gelen  zenginlerinden  Benjamin  Lieberman’ın kızıydı.  

Aile  Walther’in  gelecekte  babasının  işine  devam etmesini  kararlaştırmış  ve  eğitimi  ona  göre planlanmıştı.  Walther  eğitimini  Berlin  ve Strasbourg’da Fizik‐Kimya Mühendisliği ve Felsefe üzerine  yoğunlaştırdı.   Metalürji  üzerine  doktora tezi  hazırladı.  Aristokrat  sayılabilecek  bir  aileye mensup olmasına rağmen Yahudi olması nedeniyle askerliğini  basit  bir  er  olarak  yaptı.  Mecburi askerlik  hizmetini  tamamladıktan  sonra  AEG’de çeşitli  bölüm  ve  kademelerde  görev  alarak  iş hayatına atıldı.  

Çalıştığı  her  bölümde  kısa  sürede  başarılı  oldu, şirketin  yeni  ürünlere,  yeni  üretim  tekniklerine yönelmesine önayak oldu. Nihayet  1899 yılında, 32 yaşında,  AEG  yönetim  kurulunun  en  genç  üyesi oldu. 

Metince METİN DELEVİ / İstanbul

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 202 -

  

Bu  dönemde,  özellikle ABD  ve  İngiltere’de  büyük şirketler  küçük  şirketleri  satın  alarak  birçok sektörde tekeller yaratıyordu. Almanya’da Siemens bu  yöntemi  benimseyerek  büyümeye  başlamıştı. Rathenau da AEG’nin bu  yolda  adımlar  atmasının gerekliliğine inanıyordu. Ancak yönetim kurulunda tutucu büyük çoğunluk bünye  içi büyümeyi  tercih ediyordu. Rathenau bu mücadelede yenik düştü ve 1902 yılında yönetim kurulundan istifa etti.  

Genç  yaşlarından  itibaren,  Walther  Rathenau, müzik  ve  resimle  ilgilenmiş  ve  dönemin  başlıca sanat  koleksiyoncuları  arasında  yerini  almıştı. Edebiyat  ve  özellikle  felsefe  yönü  de  kuvvetliydi. Genç yaşından itibaren toplum sosyolojisi ve felsefe üzerine denemeler yazmaya başlamıştı.  

Yahudi kimliğine rağmen, hem iş hayatındaki hem de sanat dallarındaki başarısı, aristokrasi ve kraliyet çevrelerine  girmesini  ve  bu  çevrede  sevilmesine yardımcı  olmuştu. Aynı  zamanda  birçok  sanatçıyı koruması  altına  almıştı.  “Yeni  Toplum”  adlı kitabında sanat ve kültürün yalnız zengin tabakaya açık  olmasını  eleştirmiş, hatta  bir  adım daha  ileri giderek,  şirketlerin,  çalışanlarının  kültür  ve eğitimlerini  geliştirmeleri  için  çalışma  sürelerini kısaltmaları gerektiğini vurgulamıştı. 

Belli  bir  maddi  rahatlığa  ulaşmış  ve  sosyal çevrelerde  görünen  dönemin  her  Yahudi’si  gibi, Rathenau’da,  Yahudiliğinden  çok  Almanlığını  öne çıkarıyordu.  Dönem,  emansipasyon  sonrası asimilasyon  dönemiydi.  Hatta  1897  yılında çevresindekilere “Biz Yahudiler topluma yabancı ve uyum  sağlamayan  bir  ırkız”    diyebilmiş  ve kendisinin Almanya’ya ve Alman Halkı’na derin bir sadakatle  bağlı  olduğunu  ilave  etmişti.  Aynı konuşmasında,  dindaşlarının  “dünyanın  tuzu”  olduklarını,  ancak  “  fazla  tuzun  ağız  tadını bozabileceğini”  söyletebilecek  bir  asimilasyon örneği  göstermişti.  Rathenau  bu  sayede antisemitizmin  önüne  geçilebileceğini düşünüyordu.  Herzl’in  Siyonist  kongrelerini topladığı  bir  dönemde  ideoloji  olarak  Siyonizm’in karşısında yer almıştı.   Tüm bu söylemlerine karşın, dönemin modası olan din değiştirmeye, Hristiyan’lığa  geçmeye kesin bir tavırla karşı  çıktı. Yahudi  yardım kuruluşlarına da düzenli olarak yardım etmekten kaçınmadı.    Yine dönemin Almanya’sındaki tüm Yahudiler gibi, yazılı  olmasa  da,  uygulamalarda  görülen  “ikinci sınıf vatandaş”  lığın  tüm zorluklarına göğüs gerdi.  

Page 102: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 203 -

  

Zenginliği  ve  engin  kültürü  sayesinde  Berlin Aristokrasi  ve  Kraliyet  çevrelerine  girebildiyse  de “İstediği  kadar  kabiliyetli,  kültürlü,  zengin  ve başarılı  olsun,  bir  Alman  Yahudi’si  ikinci  sınıf vatandaş  olmaktan  kurtulamayacaktır”  demekten geri kalmadı.  Rathenau’nun  başarılı  iş  hayatına  geri  dönersek, AEG’den ayrılması onun için yerinde bir karar oldu.  İstifasından  hemen  sonra,  Almanya’nın  büyük bankalarından  biri  olan  BHG  tarafından  adeta kapıldı.  İş  dünyasındaki  başarısını  bankacı  ve finans uzmanı olarak da devam ettirdi.  Birinci Dünya  Savaşı  öncesi  Alman  Endüstrisi’nin gelişiminde  rol  alan  kişiler  arasında  yer  aldı. Verimli olmayan küçük şirketleri birleştirip verimli büyük  şirketler  halinde  dönüştürmede  büyük başarılar  elde  etti.  Başta  Siemens,  Thyssen  ve Krupp  gibi  dev  şirketlere  bu  konuda  danışmanlık yaptı.  Diğer  taraftan,  Alman  iş  dünyası yöneticilerine  özellikle  ABD’de  gelişmekte  olan modern  iş  yönetimi  yöntemlerini  incelemelerini tavsiye  etti.  Yeni  üretim  ve  yönetim  tekniklerini yerinde  öğrenmek  ve  tanıtmak  üzere  Ford Motor şirketi ile işbirliği yaptı. 

Rathenau, AEG ile ilişkilerini tamamen kesmemişti. Önce  yönetim  kurulu  başkan  yardımcısı,  sonra denetleme  kurulu  başkanı  oldu.    Bu  görevlerinde bankacılık ve finansal konularındaki uzmanlıklarını da  kullanarak  AEG’nin  süratle  büyümesinde, 1910lara  doğru  Alman  elektro‐mekanik sektörünün %40  ını  kontrol  etmesinde  büyük  bir rol  oynadı. Buna  karşılık  babasının  şirketin Genel Müdürü olmasına ve kendisinin tüm meziyetlerine, şirketin  büyümesindeki  yadsınamaz  katkılarına rağmen  yönetim  kurulu  ile  hiç  bir  zaman  yıldızı barışmadı.    Babasının  1915’te  ölümünden  sonra Genel Müdürlük  görevine  talip  olmasına  rağmen bu görev kendisine verilmedi. Walther de bu karara tepkisini yeni Genel Müdürü düelloya davet ederek gösterdi.    Yakın  çevresi Walther’i  bu  kararından zorlukla vazgeçirdi.  İş  hayatındaki  bu  buhranlı  dönemde  politikaya atılmaya  karar  verdi.  Daha  doğrusu,  Weimar Cumhuriyeti  Rathenau’nun  artık  kanıtlanmış işadamı,  yönetici,  verimlilik  ve  finans  uzmanlığı yönlerini  kullanmak  istedi.  Birinci  Dünya  savaşı arifesinde, hükümette  “silah ve mühimmat üretim ve  tedarikinden sorumlu bakan” görevine getirildi. Bu  görevi  nedeniyle  daha  sonraki  yıllarda, 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 204 -

  

Almanya’nın  emperyalist  emellerine,  askeri saldırganlığına katkıda bulunmakla suçlanacaktı.  Bu görevini savaşın  ilk dokuz ayı sürdürdü. Ancak Yahudi olması nedeniyle askeri yetkililer tarafından azledildi.  Görevden  alınması,  kendisini  Alman  milliyetçisi, Alman  halkına  adamış  bir  kişi  olarak  gören Rathenau  için  büyük  bir  hayal  kırıklığı  oldu. Kabuğuna çekildi. Felsefe ve edebiyata geri döndü. Hatta Martin Buber’in  rehberliğinde bir  süreliğine Hasidizm üzerine çalışmalar yaptı.   

İlk  önemli  kitabı  “Von  Kommenden  Dingen” (Gelecek  Günler)  adlı  kitabını  yayınladı.  Bu kitabında  savaş  nedeniyle  oluşan  kargaşa, yenidünya  düzeninin  sorunları  ve  bunların üstesinden gelmek için alınması gereken önlemleri işledi.  

Yine  bu  dönemde  genel  yönetim  ( management) üzerine birkaç kitap daha yazdı. Bu çalışmalarında sahip olma ile kontrol öğelerinin ayrılması teorisini ilk kez olarak yayınladı. Modern kapitalizmin köşe taşlarından  biri  olacak  bu  kavram  o  dönem  için devrim  niteliğindeydi.  Bu  amaca  ulaşmak  için 

devletin  ekonomi,  politika  ve  diğer  toplumsal unsurları  yönlendirmesi  gerektiğini  savundu.  Bu görüşler  nedeniyle  burjuvazi  tarafından sosyalistliğe  kaymakla,  çalışan  sınıf  tarafından  da riyakârlıkla suçlandı.   

O  dönemin  devlet  düzeni  beklentilerini karşılayamadığından bundan  sonra yazdığı kitapta daha  yumuşak,  daha  liberal  bir  üslupla,  bu  geçişi devletin  değil  halkın  kendisinin  gerçekleştirmesi gerektiğini  savundu.  Bu  geçiş  için  kullanılması gereken  araç  siyaset  yerine  eğitim  ve  kültür olmalıydı.  

1918  yılında  savaş  sona  erdiğinde dağılmış  ve  iflas etmiş Almanya’nın yeniden yapılanması  için çeşitli modeller  oluşturdu.  Bu  modeller  arasında  en dikkati çekeni, çalışanların yönetimlere katılmasını öneriyordu.  Bu  sayede  her  iki  taraf  da  kazançlı çıkabilecekti: şirketler, kendi kazançlarını artırmayı hedefleyen çalışanları sayesinde daha verimli, daha üretken  ve  sonuçta  daha  karlı  olacaktı.  Bu  teori ileride  modern  yönetim  teorilerinin  temel  taşı olacaktı.  

1919  Şubat’ında halen netleşmeyen  traji‐komik bir olay  gerçekleşti:  Kurucu  Meclis’e  Walther 

Page 103: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 205 -

  

Rathenau’nun  yeniden  kurulmakta  olan  Yeni Almanya  Cumhuriyeti’nin  ilk  Başkanı  olmasını öneren  bir  teklif  geldi.  Bu  öneri  tabii  olarak çoğunlukta olan sağcı üyeler tarafından reddedildi.   

Savaş  ertesi Rathenau  tekrar politikaya  döndü. Alman  Demokrat Partisi’nin  kurucu üyeleri  arasında  yer aldı.  Bu  partinin çizgisi Rathenau’nun görüşlerine  paralel olarak  “ılımlı  liberal” olarak belirlendi.   Bu  arada  geçici Hükümet onu tekrar göreve  çağırdı. Versailles  Barış 

Konferansı’nda Alman delegeleri arasında yer aldı. Spa’da  yapılan  Uluslararası  Savaş  Tazminatları Konferansı’nda Almanya’yı temsil etti. 1921 Haziran ayında  kabinede  “Yeniden  Yapılanma  Bakanı” olarak görev aldı. Bu bakanlığın görevi,  iflas etmiş 

olan Alman Ekonomisini ayağa kaldırmak ve tekrar parlak  dönemine  geri  döndürmekti.  Görevi  icabı, 1921 Haziran  –  Ekim  ayları  arasında  Almanya’nın ödemesi  gerekli  tazminatlarını  asgari  seviyede tutmak,  zamana  yaymak  ve  moratoryumu engellemek  için  Almanya‐Fransa‐Belçika  ve İngiltere arasında mekik dokudu.   

Hitler’in  Şansölye  olarak  Almanya’nın  başına geçtiği  günden  tam  11  yıl  önce  aynı  gün,  30 Ocak 1922 günü, Walther Rathenau çok  istediği Dışişleri Bakanlığı’na getirildi. Artık Almanya’nın dışa açılan penceresinde bir Yahudi oturuyordu.  

Solcular için bir kapitalist, sağcılar için bir sosyalist, aşırı  sağcılar  için  Uluslararası  Yahudi Komplosu’nun  maşası  olarak  görülüyordu:  halk arasında  çok  sevilmiyordu  ancak  hükümet  onu eşsiz bir pazarlıkçı ve kurtarıcı olarak görüyordu.  

İlk  iş  olarak,  başta  Rusya  olmak  üzere  tüm komşularıyla  iyi  ilişkiler kurma üzerine yoğunlaştı. Hedeflerinden  biri  de  zaman  içinde  Avrupa Birliği’ni  oluşturmaktı.  İlk  sınavını  Şubat  1921’de Cenova Dünya  Ekonomi Konferansı’nda  verdi.  Bu toplantıdan  bir  gece  evvel  Albert  Einstein  ile buluşmuş, bu toplantı konusunda fikir alışverişinde 

Dışışleri Bakanı Rathenau Rapallo anlaşmasından sonra

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 206 -

  

bulunmuş,  sonra  da  Filistin  ve  genel  Yahudi sorunlarına  da  değinmişlerdi.  Einstein hatıralarında  bu  buluşma  için  “Artık  bizim de  bir Disraeli’miz var “ demişti.  

Savaştan  sonra  Almanya  ilk  kez  olarak  böyle  bir toplantıya  davet  edilmişti  ve  daha  önemlisi aralarında Almanya’nın da bulunduğu Batı Ülkeleri ilk kez Lenin’in Rusya’sı  ile  aynı masada oturacak ve  Almanya’yı Walther  Rathenau  temsil  edecekti.  Burada  da  hedefi  başta  Rusya  olmak  üzere  tüm komşularının  Almanya  üzerindeki  politik, ekonomik  ve  finansal  baskılarını  hafifletmeleri konusunda ikna etmekti.   

16 Nisan 1922 tarihinde de Rapallo’da Sovyet Rusya – Almanya arasındaki gizli anlaşmayı  imzaladı. Bu anlaşmaya  göre Almanya  silah  üretimini Rusya’da yapacak,  buna  karşılık  Almanya  Rusya  ile ekonomik işbirliği yapacaktı.  

Bu  gizli  anlaşmanın  Almanya’da  duyulması  yeni yeşermekte  olan  Nazi  Partisi  için  bulunmaz  bir nimetti  :  “Siyon  Protokolleri  uygulanmaya başlanmış  ve  uluslararası  Yahudi  ‐  Komünist  komplosu resmen çalışmaya başlamıştı. Artık  her  gün  “Yahudi  Rathenau’yu”  protesto mitingleri  düzenleniyordu.  Tüm  ikazlara  rağmen 

Rathenau korumasız dolaşmaya devam etti.  

Nihayet 24 Haziran 1922 sabahı beklenen oldu. Saat 10:45  te  Rathenau’nun  içinde  bulunduğu  araca  3 kişi  el  bombaları  ve  makineli  tüfeklerle  saldırdı. Rathenau olay yerinde öldü.  

Cenazesi  devlet töreni  ile 

gömüldü. Cenaze  günü tüm Almanya’da bayraklar  yarıya indirildi,  işyeri ve  okullar  tatil edildi,  yaklaşık 500.000  Berlinli cenaze  törenine 

katıldı. Tüm Almanya’da törenler yapıldı.  

Ancak  hemen  ertesi  gün  “dünyadan  bir  Yahudi eksildi”  sloganları  atılmaya  başlandı,  bazı üniversitelerde anma  törenleri yasaklandı. Aynı ay içinde  Almanya’da  hiperenflasyon  başladı.  Bu  da Rathenau’ya mal edildi. 

Cenaze Merasimi

Page 104: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 207 -

  

İlk  Nazi  Hükümeti kurulduğunda 

suikastçılar  milli kahraman  ve  24 Haziran  günü  bu kahramanları  anma günü ilan edildi.  

Olay  sonrası  suikastı  yapanların  aşırı  sağcı  ordu mensuplarının  kurduğu  bir  örgüte  bağlı  oldukları ortaya çıktı.  İşin  ilginç  yanı,  suikastta  kullanılan  aracın  şoförü Ernst  Werner  Techow  olaydan  hemen  sonra yakalanmış,  15  yıl hapse mahkûm  edilmiş,  1927’de affedilmişti.  Hapisten  çıktığında  Fransız Lejyonerlerine katılmış, kaderin garip cilvesi, savaş esnasında  Marsilya’da  yüzlerce  Yahudi’nin kaçmasına yardımcı olmuştu.  Rathenau’nun  öldürülmesi  11  yıl  sonra  başlayacak Nazi uygulamalarının bir habercisi miydi bilinmez ancak  Almanya  büyük  bir  işadamını,  belki  de büyük bir devlet adamını kaybetmiş, emansipasyon sonrası oluşan özgürlük ümitleri kaybolmuştu.   

Yapıtları: 

Reflektionen (1908) 

Zur Kritik der Zeit (1912) 

Zur Mechanik des Geistes (1913) 

Von kommenden Dingen (1917) 

An Deutschlands Jugend (1918) 

Die neue Gesellschaft (1919) 

Der neue Staat (1919) 

Der Kaiser (1919) 

Kritik der dreifachen Revolution (1919) 

Was wird werden (1920, a utopian novel) 

Gesammelte Schriften (6 volumes) 

Gesammelte Reden (1924) 

Briefe (1926, 2 volumes) 

Neue Briefe (1927) 

Politische Briefe (1929)  Kaynaklar :  

Encyclopedia Judaica – Walther Rathenau 

http://www.rathenau.ch/ resmi sitesi 

The murder of Walther Rathenau‐ www.encyclopedia.com 

www.thefreelibrary.com  

      

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 208 -

  

  

Tozdumanı Yaşarken Düzenden Bahsetmek

 Okuyoruz,  dinliyoruz,  sonuçlarını  yaşıyoruz. Tozdumanız.  Kara  bir  kum  fırtınasına  kapılmış, fırtınanın  hepimizi  nerelere  savuracağını bilemeden  eğilip,  üstümüzdeki  giysilere  sıkı  sıkı sarılıp  içimizde  bir  ağırlık,  kendimizi  korumaya çalışarak; yolumuza, günlük yaşamlarımıza, işimize ve  görevlerimize  devam  etmeye  çalışıyoruz. Vasatlığın  ve  sıradanlığın  öne  çıktığı,  adalet, kurumsallık  ve  sorumluluk  kavramlarının ayaklarda  süründüğü  bir  fırtınadayız. Üzülüyoruz. Endişeliyiz.  Düzen  arıyoruz.  Kuralların,  iyi  bir saatin  dişlileri  gibi  aksamaksızın  işleyen  düzenin, alışkanlıkların  verebildiği  rahatlatıcı  güven  hissini özlüyoruz.   

Bir gece huzursuz rahatsız uykumda kara, kapkara bir  kum  fırtınasından  bir  şekilde  sıyrılıp  topak 

topak  bembeyaz  bulutlu  mavi  gökte  giden  bir rokette  rahatlamış,  dünyaya  el  sallarken  buldum kendimi.  Uyandığımda  ise  hayal  meyal  rüyamı hatırlıyordum.  Acaba  neyin  etkisinde  kalmıştım? Niye kum fırtınası, niye roket?   

Ve  son  haftalarda  hep  yaptığım  gibi  girmeye hazırlandığım  imtihan  için  çalıştığım  proje yöneticiliğinin  çetrefilli,  bol  kurallı  dünyasını öğrenmek  için  kitaplarıma,  bilgisayarıma  ve notlarıma gömüldüm. Fırtınayı unuttum.  

Sanırım alışkanlıklar ve kurallar ile kendimizi daha güvende hissediyoruz. Ayrıca, hangi işte çalışıyor iş veya  özel  yaşamımızda  ne  yapıyor  isek  birşeyleri doğru  yapıyorsak  zaman  içinde  olumlu  sonuç alıyoruz.   

Okurken, çalışırken bir taraftan da okuduklarımızı içgüdüsel  olarak  uygulamaya  çalıştığımız  yaşam tecrübeleri  beynimize  ufak  ufak  damlıyor.  Eninde sonunda  yönetim  roket  bilimi  değil. Yaşamlarımızda,  profesyonel  hayatta  uygulamaya çalıştığımız temel yaklaşımlar. Örneğin;   Dürüstlük astların üstlerine güvenmesini 

sağlar.  

İz Düşümü LİNA FİLİBA / İstanbul

Page 105: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 209 -

  

Erken alınan yanlış kararlar kurtarılabilir ama doğru kararlar geç alınırsa kurtarılamaz.  

Çoğu yönetici personelinin gücü ve becerileri kadar başarılıdır.  

Kimlerle çalışıyorsak onlara adilane yaklaşalım. İş ortamları sonsuz, uçsuz bucaksız değil. Aynı insanlarla yeniden çalışmak gerekebilir. Onlar bize kin besleyeceklerine saygı duysunlar daha iyi.  

Çoğu sorunların kaynağı insanlardır ama bunu itiraf etmezler. Beraber çalıştığınız insanları tanıyın ve gerçek zayıf noktaları öğrenin.  

Yönetici, kendi kendinin sistem mühendisi veya finans yöneticisi gibi çalışıyor ise muhtemelen kendi kendine açık kalp ameliyatı yapmak isteyecektir.  

Eğer eleman bakmıyor, sormuyor, analiz etmiyor ise onu başka bir birime aktarın.  

Çalışmaları uzaktan izleyen ve halletmek için yardımcı olmayan yönetici neler olduğunu asla tam olarak bilemez. İşin içine girmek mükemmelliğin anahtarıdır.  

Tartışma bazen pahalı olabilir ama bir personel veya teknik sorunu anlamak için en iyi yol doğru insanlarla konuşmaktır. Doğru düzeyde ve kişilerle konuşma eksikliği iş için ölümcül olabilir. 

 

Projenin yöneticisi o projede çalışan en akıllı kişiyse eleman alma konusunda berbat bir iş çıkarmıştır.  

Yöneticilik  roket  bilimi  değildir  demiştim,  değil mi?  Evet  ama  yukarıdaki  prensipleri  roket biliminin merkezi NASA’dan buldum.   

NASA’nın  önde  gelen  proje  yöneticilerinden  Jerry Madden uçuş projeleri ile ilgili müdürlerden biriydi ve  1995’te  Goddard  Uzay  Uçuş  merkezi’nden emekli  oldu.  Onun  derlemiş  olduğu  proje yöneticileri  için  100  kural  listesi  bazı  eklemelerle günümüzde de son derece güncel.  

Beni  kara  kum  fırtınasıyla  rüyamda  didişmekten kurtaran roket önüme bir define bırakmıştı.  

Yaşamlarımızın aydınlık, düzenli, kurallı ve adaletli olması dileğimle. Sağlık tabi ki olmazsa olmazımız.  

Sağlıcakla kalın. 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 210 -

  

     

Sözcükler  

Bazen  sözcükler  üzerine  derin  bir  düşünceye dalarım, hangi harf hangi  sözcüğe nasıl bir anlam yüklemiş  yorumlamaya  çalışırım.  Harfler  bizim ağzımızdan  çıktığında,  sözcükler  tümcelere dönüştüğünde,  karşımızdaki  kişinin  bizi  nasıl algıladığı  önemlidir.  Öyle  ya,  söylediğimizle düşündüğümüz bir midir ya da bizi dinleyeninin ne anladığı?  Sadece  sözcükler mi,  bir  noktalama  imi bile  tümcenin  anlamını  tamamen  değiştirir.  Hiç unutmam,  Ortaokul’da  bir  Türkçe  öğretmenimiz vardı.  Mehmet  Hoca’nın  o  gün  derste  söylediği örnek halen belleğimdedir.  “Çalış,  baban  gibi  eşek olma.  Çalış  baban  gibi,  eşek  olma”.  Bir  virgül  yer değiştirdiğinde,  tümcenin  anlamı  ne  kadar  farklı oluyor,  öyle  değil  mi?  Eskilere  dalmışken  biraz devam  edeyim.  Yıllar  önce  yazdığım  bir  yazıda, dergi  editörü  inanılmaz  bir  hata  yapmıştı.  O yıllarda  yazınızı  faks  aracılığıyla gönderiyordunuz. Karşı  taraf  sizin yazınızı orada yeniden yazıyor  ve dergide  yayımlıyordu. Bir  dergiye  felsefe  tarihi  ile 

ilgili  yazı  dizisi  hazırlıyordum.  Aristoteles, talebelerine  yürürken  ders  verirmiş.  İşte  bu nedenle  kendilerine  “gezginler”  (yürüyüşçüler) lakabı  takılmış.  Benim  yazımdaki  “kendilerine” sözcüğü,  dergi  editörü  tarafından    ‘n’  harfi unutulup  (?)  “kedilerine”  diye  yazılmıştı.  Aldığım eleştirileri anımsıyorum da… Neyse diyelim. İşte bir tane daha! Yine yıllar önce yazdığım bir yazıda bir tümce  içinde  “insan”  sözcüğünü  kullanmıştım. Dergi  editörü  bu  sözcüğü  (insan)  “İsa”  diye yazmıştı. Ne  diyeyim  artık…  Cumhuriyet  gazetesi kitap  ekine  yıllarca  yazılar  yazdım.  Bir  yazımın başlığı  şöyle  idi.  “Bin  Delikli  Göz.  (Engin Gençtan’ın  yazdığı  ‘Tren’  isimli  romanın  tanıtım yazısı)  Yazıyı  göndermeden  önce  okuttuğum  bir dostumun,  “aman  ha,  senin  başlıktaki  ‘göz’ sözcüğünün bir harfi değişirse…” deyince, neredeyse sabaha  kadar  uyuyamadım.  Neyse  ki  bu  kez şeytanın bacağını kırmıştım, yazımın başlığı aynen çıkmıştı.   

Sözcüklerle oynarken, yazarlar da hata yapabiliyor. Birkaç örnek vereyim. “Hırsız altıncı kattan aşağıya atlayarak  kaçtı”.  Bu  tümcede  “aşağıya”  demeye gerek  var  mı?  “Yunus  balığı  boğulan  adamı kurtardı”.  Boğulan  adam  nasıl  kurtarılır?  Maç 

Yaşam TUFAN ERBARIŞTIRAN / İzmir

Page 106: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 211 -

  

bitiminde  bir  spiker  şöyle  söylüyordu.  “Maç  sıfır sıfır,  golsüz,  berabere  bitti”.  Buna  yorum  bile yapmıyorum.  “Arabayla yokuştan aşağıya  inerken”. Yokuştan  inerken  diye  yazdıktan  sonra  “aşağıya” demeye gerek var mı? “Benim beş çocuğum var. Üçü erkek, ikisi kız”. Üçü erkek dedikten sonra, ikisi kız demeye  gerek  var  mı?  Örnekleri  çoğaltmak istemiyorum. Hepimiz insanız ve hataya meyilliyiz. Ancak,  sürekli okumak  ve  yazmak bu  tür hataları azaltır.  Öte  yandan,  bir  kontrol  mekanizmasının olması gerekiyor kuşkusuz.   Günümüzde özellikle gençler bilgisayar ve internet bağımlısı  oldukları  için,  konuşmak  yerine yazışmayı tercih ediyorlar. Ekran başında saatlerce oturup, klavye kullanarak bir dostuyla yazışmasına, aradaki  mesafe  çok  uzaksa  bir  diyeceğim  yok. Ancak, aynı kentte, hatta aynı semtte oturanlar bile çoğu kez konuşmak, yüz yüze gelmek yerine ekran üzerinden yazışıyorlar. Ne kadar  sağlıklı, ne kadar doğru  bilemiyorum.  Öte  yandan,  çağın  böyle  bir yapısı olduğunu da unutmamak gerekiyor.   Harfler,  sözcükler,  tümceler  üzerine  düşünmeye devam  edelim.  Edebiyatçılar,  şairler,  yazarlar  bu konuda  öne  çıkmaktadır.  Onların 

romanları/öyküleri/şiirleri  bir  dünya  yaratır,  her birinde  farklı  insan  karakterleri  vardır.  Bazı edebiyat  metinlerinde  kendimize  çok  benzeyen karakterler olduğunu düşünürüz. Okuduğumuz bir şiir,  bir  öykü  ya  da  bir  romandaki  bir  karakteri gözümüzde  canlandırırız,  onu  belirli  bir  kalıba sokmaya çalışırız. Yazarın/şairin anlattığı gibi değil, kendi  kültür  düzeyimize  (kişiliğimize)  uygun  bir biçimde, en çok da onu kendimizle özdeşleştirerek farklı  bir  anlam  vermek  isteriz.  O  karakterin söylediği  o  söz  doğru  mudur,  değil  midir? Karşısındakine  ne  kadarını  anlatmıştır?  Peki, yaptığı  o  harekete  ne  demeliyiz?  Sorular çoğaltılabilir.  Söz  konusu  karakterle  bizim aramızda  bir  tür  gizli  ortaklık,  yakınlık  kurulur. Böylelikle  okuduğumuz  yazılı  metin  yavaşça canlanır,  bizi  içine  çeker,  harflerin/sözcüklerin büyülü dünyasına giriş yaparız. Sonrasında metnin içinde  kendimize  bir  yol  bulmaya  başlarız.  Ben olsaydım,  şöyle yapardım, böyle düşünürdüm gibi. Harfler ve sözcükler uyumlu bir biçimde dizilmeye başladılar  mı,  onları  okurken  düş  gücümüz  bizi adeta  transa  sokar,  kendimizden  geçeriz.  Artık oradayızdır.    Ortaçağ’da  bir  şövalye,  günümüzde bir  işadamı,  bir  vampir,  bir  din  adamı,  bir  ev kadını,  bir  katil,  bir  polis…  Sözcükler  bizi  kendi 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 212 -

  

dünyalarında  tekrar  yaratır  diyebiliriz.  Kimselere söyleyemediğimiz,  sadece  kendimize  sakladığımız birçok  isteğimizi,  sırrımızı,  işte  o  okuduğumuz romanda/öyküde/şiirde  buluruz.  Aslında  olmak istediğimiz karakter karşımızdadır. Nasıl da mutlu oluruz,  gizli  bir  sevinç  yaşarız.  Günün  moda deyimiyle  “ruh  ikizimizi”  bulmuşuzdur  artık. Elimizdeki  kitabı  okurken  kendimizden  geçeriz, başka  biri  oluruz.  Kitap  bittiğinde  yine  bugüne döneriz.  Gerçek  duygularımızı  hep  saklarız, kapatırız üstünü, sıkıca örteriz, kimseler görmesin isteriz. Özelimiz bizim kirli bir çamaşırımız mıdır? Yoksa pembe, masum ve saf, çocuksu hayallerimiz midir? Peki, biz gerçekte kimiz, neyiz? Çevremize gösterdiğimiz  kişi  miyiz,  yoksa  okuduğumuz  bir metindeki  karakter  mi?  Hangisiyiz?  Nasıl  yani, benimle  inatlaşıyor  musunuz?  Yaparım,  söylerim mi diyorsunuz? Peki,  buyurun  er meydanı  burası! O  halde,  soruyu  şöyle  soralım  isterseniz. Yüzümüzde  kaç  tane maske  var?  İşyerinde,  evde, arkadaş  sohbetlerinde,  yalnız  kaldığımızda, internet  başında,  düşlerimizde…  Kaç  tane maskemiz  var?  Söyleyebilir  misiniz?  Evet, anlıyorum,  suskunluk,  sessizlik…  Bu  soruya  kim dürüstçe  yanıt  verebilir  ki?  Ben  bile  geçelim diyorum…      

Eşimizle,  çocuklarımızla,  dostlarımızla  işyerindeki arkadaşlarımızla  konuşurken  sözcüklere  dikkat ediyor  muyuz?  “Ağzından  çıkanı  önce  kulağın duysun”,  deyimi  çok  anlamdır.  İnsan  olarak  yazı yazmak, konuşmak, bilim ve sanatla ilgilenmek gibi doğada  sadece  bize  özgü  yeteneklerimiz  / özelliklerimiz  vardır.  Bunları  kullanırken, karşımızdakini  kırmadan,  üzmeden,  onun anlayacağı bir biçimde konuşabiliyor muyuz? Evet, birçoğumuz  günlük  koşuşturmalar  içindeyken, istemeden de  olsa bir  sözümüzle bir dostumuzun kalbini  kırabiliriz.  Önemli  olan  şudur:  O dostumuzun  kalbini  yeniden  kazanmak  için  ne yapmalıyız?    Ayrıca,  hatalardan  ders  çıkarmasını bilmeliyiz.    Sözcüklerle  insanlar  arasında  bir  “diyalog”  vardır. Karşılıklı  iletişimin  yarattığı  bu  “diyalog”  insana özgüdür  ve  insan  var  olduğu  sürece  önemini koruyacaktır.  İnsanlar  kullandıkları  sözcükleri “diyalog”  amaçlı  bir  konuma  dönüştürdüklerinde, barış, dostluk ve huzur kendiliğinden gelecektir.  

         

 

Page 107: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 213 -

  

     

“BASİT”  

Basit  düşünmek  istemediğime  karar  verdim  dün gece bir denizin ötesinden karşı ışıklara bakarken.  Parıldayan  ışıkların  arkasındaki  yaşamları, şehirdeki  insanları,  ümitlerini,  sıkıntılarını anlamaya çalışmak biraz onlar olmak istedim.  Zincir  gibi  farlarının  ışıklarını  yakarak  uzaklaşan araçları,  içindeki  insanları, oraya buraya yetişmeye çalışanları,  günün  yorgunluğu  ile  trafikle boğuşanları…  Ambulansların  içimizi  yakan  yanıp sönen  kırmızı  ışığını,  sirenlerini,  içinde  taşıdığı hastanın  durumunu,  hastayı  acile  götürmeye çalışan yakının ruh halini…   Gece  nöbetlerinin  yılgın  ışıkları  altında  sabahı, günün  yorgunluğuyla  bekleyen  doktorları, hemşireleri  kaderlerini  bekleyen  hastaları, yakınlarını,  dertlerini  açmazlarını  dinledim sessizce. Uzun koridorları paspaslayan hademenin 

mırıldandığı türküyü merak ettim.   Hastanenin doğumhanesinde yeni doğan bebekleri, hayata  şanslı  mı  şanssız  mı  geldiklerini  sadece tanrının  bildiği,  onları  sevgiyle  kucaklayan ailelerini ya da hiç istemeyip yok farz edenleri… 

 Kamyonuyla  uzaklara  gidecek  kamyoncunun  ne hayal  ettiğini merak  ettim.  Ailesiyle  vedalaşırken ne hissettiğini. 

 Çiçeklerle  süslenmiş  bir  arabanın  içinde “Mutluyuz”  yazısı  altında  evliliğe,  yeni bir  yaşama ilk  adımlarını  atan  gelin  ve  damadı  düşündüm. Yüzlerindeki  gülücükleri  gördüm,  bolca  olan ümitlerini de… 

 Bir  cafede  romantik  ışıkların  altında  sohbet  eden arkadaşları  düşündüm.  İki  kadeh  içtikten  sonra konuşulanları,  “O  da  Allahın  bir  kulu  deyip  adı geçen  kişiyi  olduğu  gibi  kabul  edip  kahkahaları bastıktan  sonra  evlerine  huzur  ve  neşeyle  dönen dostları…”  

 Gençleri  düşündüm  masa  başında  ders  çalışan, yatağa  bile  girerken  cep  telefonundan mesajlaşıp, 

Hayata Dair LİZ SARDA / İzmir

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 214 -

  

sevgililerini,  o  günle  ilgili  son  güzel  sözcükleri sıralamaya  hazırlanan…  Işığı  kapatmayı  unutup, rüyalarında  yeni  ufuklara  açılan  kapıları  aralayan gençleri  ve  onların  geleceklerini  aydınlatmaya hazırlanan gökteki yıldızlarını… 

 Renkli  gece  lambasının  büyülü  boşluğunda  mışıl mışıl  uyuyan  küçük  çocukları  düşündüm; merhametle şefkatle büyüyen prensleri, prensesleri, annelerin kuzucuklarını, onları sarmalayan karşılık beklenmeyen, saf sevginin ışıltısını gördüm bir an… 

 Işıl  ışıl  parlayan  şehrin  en  güzel  caddesinde yaşayan  zengin  ve  “artık”  dul  kalan,  yarın  eşinin vücudunu  toprağa  vermeye  hazırlanan  kadının, gösterişli  yatak  odasına  girerken  elektrik düğmesine  basmasıyla  ortalığı  aydınlatan  ışığın yandığını fark ettim… Yorganın altında hıçkırıklara boğulduğunu  hissettim.  Ertesi  gün,  günler, cenazede,  güneş  yine  parıldamaya  devam  edecek, ancak onu o gece ve daha birçok gece uykusuz ay ağırlayacak,  diye  düşündüm  gözlerim  bir  an dolarak… 

 Bir  bekçi  kulübesindeki  yaşlı  amca  aklıma  geldi nedense.  Saat  başı  köpeğiyle  beraber  fabrikanın 

etrafında  elinde  feneriyle  dolaşan,  tedbiri  elden bırakmadan  her  yeri  kontrol  ettikten  sonra  eski televizyonun başında kapanan göz kapaklarını açık tutmaya  çalıştığını  gördüm.  Yerinden  yavaşça kalkarak  küçük  tüp  ocağın  üstündeki  demlikten bardağına  çayı  döktüğünü  hayal  ettim.  Çayın deminin kokusunu aldım. Duvardaki sarı gölgelerin hareketiyle hırlayan köpeği duydum.  Fabrikanın  karşısına  düşen  yol  kenarında  denize doğru  yürüyen  genç  çiftin  iskelenin  ışığında neler konuşacaklarını  merak  ettim.  Vapurlara  yoldaş, yanıp  sönen  mavi  kırmızı  deniz  fenerinin  onları selamladığını  gördüm.  Denizin  üstünde  yalnız bırakılmış  kayıkları,  sabah  erkenden  balıkçının uyanmasıyla  uzak  denizlere  açılmayı  planlayan kırık  dökük  kayıkları…  O  esnada  yakamozun ışığında  mercanların  etrafında  yüzen  minik balıkları, onların dünyasını, sadece hayatta kalmak dürtüsüyle  yaşamanın  nasıl  bir  duygu  olduğunu düşündüm…  Gözlerimi;  yukarılara  doğru  kaldırdım,  karşıdaki dağı  gördüm.  Sanki  ormanda  birileri  ateş  yakmış gibi  geldi  bana.  Belki  de  ateşin  sıcaklığında birbirilerine  sarılarak  uyumaya  hazırlanan  sokak 

Page 108: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 215 -

  

çocuklarıydı  onlar.  Talihsiz,  yalnız  ve  kimsesiz geleceksiz…  Denizin  üstünden  bütün  ihtişamı  ile  geçen köprünün  bir  kenarındaki  siyah  saçlı  adamı düşündüm.  Son  bir  sigara  tüttüren,  son  kararını vermeye  hazırlanan,  borçları  yüzünden  lekesiz yaşamayı,  gurur  ve  onuru  seçip  kendini  atmaya hazırlanan  adamın  yemyeşil  gözleri  ışıldadı  sanki kalbimin içinde…  Askeri bölgeden gelen garnizonun beyaz ışıklarının gölgesinde  aileleri,  sevgilileri,  umutları  hakkında sohbet eden askerler aklıma geldi… Enerjileri içimi aydınlattı sanki…  Şehrin  sokakları  düştü  aklıma  birden,  sokak lambalarının bilinmez hangi karanlık kötü niyetleri aydınlattıklarını o  ışığın etrafında bekleyen zavallı fahişeleri,  travestileri  ve  onların  dramları  geldi, hüzünlü, acıklı ışığın gündemine oturdu.  Kaldırımlarda  kıvrılıp  yatmış  köpekleri,  neden orada olduklarını bilmeden yaşam savaşı verenleri, çöpleri  karıştıran  zavallı  insanları  düşündüm hayalleri  bile  olmayan,  bir  lokma  ekmeği 

kovalayan…  Geceleri  uyuyamayanları  düşündüm  evlerinin içinde  dolaşan,  kapatıp  açtıkları  her  lambanın ışığında maziden bir  şeyler arayan… Bir mum  ışığı düşündüm  her  birimizin  içinde,  ruhumuzdaki karanlıkta kısılıp kalmış olan…  Basit  düşünemeyenleri  düşündüm  yalnız  bir gecenin  sonunda  sabahın  ilk  ışıklarıyla  yarının ümitlerinin  doğmasını  bekleyenleri…  Hayatı bekleyenleri…               

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 216 -

  

                          

 

Birbirine Dokunan Yaşamlar

 Kendimle  kalmayı  seçtiğim  günlerden  biriydi… Kütüphanemdeki  bir  kitap  bana  sesleniyordu sanki… Uzun zamandır rafımda durmasına rağmen okuma  fırsatım  olmamıştı. O  gün  çağrısına  kulak verdim  ve  kitabı  elime  aldığımda  bir  solukta bitiriverdim. Okurken not aldığım bir cümle şöyle:  ‘Görünen  her  şeyin  gerisinde  daha  engin  bir şey  vardır;  her  şey  kendinden  başka  bir  şeye açılan  bir  yol, bir kapı, bir pencereden  başka bir şey değildir’   Bu  cümle  beni  yıllar  önce  çok  etkilenerek seyrettiğim  başrolü  James  Stewart’ın  oynadığı  bir filme götürdü:  Yaşadığı  hayal  kırıklıkları  ve  işlerinin  kötüye gitmesiyle biriken borçlar Stewart’ı  intihar etmeye sürükler.  Bir  gece  nehrin  kıyısındaki  bara  gidip 

Yaşam Notları ŞELA HABİF / İzmir

GENÇ GÖRÜŞ

 

Page 109: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 217 -

  

iyice  sarhoş  olduktan  sonra  kendini  köprünün üzerinden  atar.  Stewart  sulara  düşerken  karanlık göklerden  bir  konuşma  duyulur.  Tanrı meleklerinden  birini  bu  adama  yaşama  isteği vermekle  görevlendirir.  Tümüyle  çaresiz,  borçlar içinde  yüzen,  dünyayı  gezmek  isterken  küçük  bir kasabaya  sıkışıp  kalmış  bu  adama  yaşamı sevdirmek ve onu intihardan vazgeçirmek!   Polis  Stewart’ı  sulardan  çıkarırken  melek yeryüzüne iniyor, onu kendini sulara atmadan önce bulunduğu bara götürüyordu. Ancak o anda her şey çok  farklıydı. Kimse Stewart’ı tanımıyordu. Kasaba korkunç  haldeydi.  Eski  bir  okul  arkadaşı  fahişelik yapıyordu.  Kilisenin  bahçesinde  erkek  kardeşinin mezarı durmaktaydı. Her yer serserilerin toplandığı bir  batakhane  olmuştu.  Stewart  ne  olduğunu anlamaya çalışırken melek ona anlatmaya başladı:   ‐Sen  hayatına  son  vermek  istedin  ya,  ben  daha iyisini  yaptım,    hiç  bu  dünyaya  gelmemiş  gibi oldun…  Sen  olmamış  olsaydın  ne  olacaktı  gör…  Dokuz  yaşındayken kardeşin kuyuya düşmüştü  ve onu  kurtarmıştın,  sen  olmayınca  onu  kurtaracak kimse  de  olmadı…  O  çocukken  öldü.  Sınıf arkadaşın  bir  gün  çok  parasız  kalmıştı,  para 

bulabileceği hiçbir yer yoktu, ona borç verdin, sen olmayınca  o  gece  kendini  sattı  ve  sonra  fahişe olarak kaldı.    ‐Kasaba niye böyle bakımsız ve korkunç?  ‐ Babanın yerini aldıktan sonra kooperatifler kurup, binalar yapmıştın, kasaba gelişmişti. Sen olmayınca o  binalar  yapılmadı,  kasaba  bakımsız  kaldı,  o inşaatta  çalışıp  para  kazanan  birçok  insan  serseri oldu.  Stewart bir insanın farkına varmadan ne kadar çok başkalarının hayatına değdiğini,   o kadar manasız ve değersiz gözüken hayatının aslında birçok insan için ne kadar değerli olduğunu kavrar ve intihardan vazgeçer.  Gerçek  yaşamda  da  benzer  durumlarla karşılaşmıyor  muyuz?  Yaşanan  olaylar  arasında çoğu zaman görünmeyen bağlantılar var sanki... Bu durumu  irdelemeye  kafa  yorduğumuzda  önemsiz gibi  görünen  etkilerin  neleri  değiştirdiğini  fark edebiliyoruz.  Tıpkı  dünyanın  bir  ucunda  kanat çırpan  bir  kelebeğin  çok  uzaklarda  bir  kasırgaya sebep olabilmesi gibi… Kelebek etkisi adı verilen bu 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 218 -

  

teori abartılı gibi gözükse de yaşamda yer alan her canlının  veya olayın mutlak bir  anlamı,  gerekliliği olduğuna  ve  birbirlerinden  etkilendiklerine  işaret etmekte…  Kimi  zaman  bazı  anları  hiç  yaşamamış,  birtakım insanları  hiç  tanımamış  olmayı  isteriz. Yaşam  her daim kartlarını açık oynamadığından yaşananların sonraki  zamanlara  olan  etkilerini  fark edemeyebiliriz.   Ya da kendimizi yararsız, değersiz görüp  bunalımın  eşiğine  sürükleniriz.  Hayal kırıklıkları  ile  dolu  hayatımızda  neden istediklerimizin gerçekleşmediğini merak ederiz.  Eğer  Tanrı meleklerinden  birini  bize  gönderse  ve tüm  isteklerimiz  gerçekleştiğinde  nasıl  bir yaşamımız  olacağını  gösterse  belki  de  tüm  hayal kırıklıklarımıza ve bizi zorlayan insanlara başka bir gözle  bakardık. Hatta  o melek  bizsiz  bir  hayatın nasıl  olacağını  gösterseydi  varlığımız  farklı  bir anlam kazanırdı diye düşünüyorum.   Bir gün, uzun süredir suskun kalmış bir kitap, size de seslenebilir!    

 

Kendi Markanı Yarat

DIYALoG'un 5. yılı sebebiyle hazırladığımız bu özel sayıda  ben  de  DIYALoG  okurlarıyla  fikirlerimi paylaşmak istedim.  Yükselen  değerlerin  sürekli  değiştiği  dünyamızda, belki  de  değişmeyen  insanların  para  kavramına, para  sahibi  olan  insanlara  ve  parayı  çağrıştıran markalara yükledikleri fazla önem.  Özellikle  markası  dışarıdan  belli  olan  çanta, kıyafet,  saat  gibi  aksesuarları  almak  ve kullanmak çok  yaygın.  Çok  yüksek  fiyatlara  satın  alınan  bu eşyaların  orijinallerini  alamayanlar  çakma  tabir edilen taklitlerini satın almakta. Kaliteli olduğu için belki  evet  ama  bence  en  önemli  sebep  bu markaların  çağrıştırdıkları  imaj.  Yüksek  bedeller ödenerek satın alınan, dışarıdan markası belli olan bu  eşyalar  prestij  amaçlı  kullanılıyor.  Oysa yükselen  değerlerimiz  taşıdığımız  veya  giydiğimiz eşya  ile  mi  değerlendirilmeli  yoksa  hayata  karşı 

Beki Şikar İzmir

Page 110: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 219 -

  

duruşumuz,  ahlak  anlayışımız  ve  üretkenliğimizle mi?  Bizi  biz  yapan  tamamen  kendi  yaptıklarımız, başkalarının  yarattığı  markaların  üzerimizdeki yansıması  değil.  Kendi  markamızı  kendi yaptıklarımızla yaratalım...   

***  

Mezar Ziyareti     

Kipur öncesi ilk kez 3 sene önceydi, babaannemizin ve  dedemizin  mezarını  ziyaret  edişim.  Altındağ Musevi mezarlığında verilen bilgiye göre mezarları ararken,  çok  tuhaf  bir  duygu  hissettim,  sanki Alsancak  sokaklarında  yürüyor  gibiydim. Mezarların  üzerindeki  fotoğraflar,  isimler  çoğu tanıdıktı. Orası, o an gururun egonun parçalandığı kırıldığı yer ve zamandı bence...  

Burası  herkesin  bir  gün  geleceği  yerdi  ve  herkes burada  eşitti.  Mezarlardaki  fotoğraf  ve  isimlere baktığımda  o  kişiye  yüklediğim  anlam  ve çağrışımlar geriye kalan tek şeydi; kimi için çok iyi biri,  yardımsever  biri  derken,  bir  diğeri  içinse selamsız, suratsız biri diye aklımdan fikirler geçti.  

Aslında  yaşadığımız  bu  hayat  koşturması  içinde belli  dönemlerde  mezar  ziyareti  yapmak  bence hayata  bakış  açımızla  ilgili  çok  farklı  ivmeler kazandırabilir.  Bence  en  önemlisi  kalplerde bırakacağımız  izler  ve  yaşarken  sahip  olacağımız farkındalık.  

***  

Köpüklü Umutlar  

Beyaz köpüklü dalgalar Bazen coşar Taşkınlaşır bir çocuk gibi Bazen varamadan kumsala Yok olur Hüzünlenirim Ama bilirim bugün değil yarın Yine esecek poyrazım Yine dalgalanacak güzel suyum Ve coşacak gönlüm delice Taşacak köpüklü umutlarım 

    

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 220 -

  

                          

    

Tu Bişvat  Ağaçlar  için Roş Aşana;  “Ağaçların  Yılbaşı”  olarak kutlanan  Tu  Bişvat  Bayramı,  bu  yıl,  15  Ocak Çarşamba akşamı başlayıp,  16 Ocak Perşembe gün batımında sona erdi.  Tora’da  söz  edilmeyen  Tu  Bişvat  bayramı,  sözlü Yahudi  kanunlarının  derlemesi  olan  Mişna’da karşımıza çıkar.  Tu  Bişvat’ta,  Kutsal  Topraklar’da  yetişen meyvelerden yemeye özen gösterilir. “Buğday, arpa, üzüm, incir ve nar ülkesi, yağlık zeytin ve bal (veren hurma) ülkesi” (Devarim: 8:8)  

 

Kısa Kısa – Tu Bişvat  

İsmi: Tu Bişvat‐ Şevat Ayı’nın 15’i anlamına gelir.  

Çıkış  Yeri:  Kutsal  Kitap,  İsrael  topraklarındaki ağaçların,  ekildiği  ilk  üç  yıl  içinde  meyvelerinin 

BİLİYOR MUYUZ?

 

Nazlı Doenyas İstanbul

Page 111: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 221 -

  

yenmesini  yasaklar.  Dördüncü  yılın  meyvesinden Bet Amikdaş’a sunu getirilir. Beşinci yıldan itibaren ağacın  meyvesi  serbestçe  yenebilir.  Çiftçilerin başlangıç  yılını  hesaplayabilmeleri  için  Rabiler  15 Şevat’ı,  gerçekten  ekildikleri  tarihe  bakmaksızın tüm  ağaçlar  için  genel  bir  doğum  günü  olarak sabitlemişlerdir.  

Günümüzdeki  anlamı:  Meyve  ağaçlarının; Tanrı’nın  sınırsız  Cömertliğinin,  İyiliğinin  ve Lütfunun  göstergesi  olması,  “yemek”  gibi  fiziksel bir  olayın,  söylenen  berahalarla  (Tanrı’ya  şükür duaları)  kutsal  bir  hale  getirilmesi,  bu  şekilde fiziksellik ile spiritüelliğin birleştirilmesi.  

Ne  yapılır:  Masada  özellikle  Erets  Yisrael’in mübarek  kılındığı  meyvelerin;  buğday,  zeytin, hurma,  üzüm,  incir,  nar  bulundurulmasına  özen gösterilir. Ayrıca ağaçta yetişen ve toprakta yetişen meyveler,  şarap ve bunların dışındaki kategorideki yiyecekler  (ağaçta  veya  toprakta  yetişmeyen ürünler,  şarap  dışındaki  içecekler,  çikolata,  şeker, tatlılar  vb),  berahaları  söylenerek  yenilir,  o  sezon henüz  tadılmamış  bir  meyve  ilk  defa  yenilerek Şeeheyanu  berahası  söylenir.  Ayrıca  Tu  Bişvat’ta geleneksel olarak ağaç dikilir.  

Ne  yapılmaz:  TuBişvat  bir  bayram  günü olduğundan,  dualarda  Tahanunim  (Yakarışlar) bölümü okunmaz, bu günde oruç tutulmaz.  

Bayram  sederi:  Akşam  yemeği  ve  Birkat Amazon’dan  sonra  Teillim  120.Mezmur’dan, 134.Mezmur’un  sonuna  kadar  okunur.  Masaya konulan yiyecekler, mutlaka berahaları söylenerek, düzene göre yenilir.  

 

Tu Bişvat Sederi  

Tu  Bişvat  Sederi’nde;  yemekten  ve  Birkat Amazon’dan  (yemekten  sonra  söylenen  şükür duası)  hemen  sonra,  yemek  masası,  Kutsal Topraklarda  yetişenler  başta  olmak  üzere,  türlü meyvelerle donatılır. Merasim başlar:  

TEİLİM  (Zebur)  kitabında  120.Mezmur  (Teilim kitabındaki  kutsal  şiirlerden)  başlanır, 134.Mezmur’un sonuna kadar okunur. Özellikle bu bölümlerin  okunmasının  sebebi,  bu mezmurların hepsinin  “Şir  Amaalot”  ‐Yükselişler  Şarkısı‐  ile başlamalarıdır.  Gözlem  yayınlarının  Teilim  kitabı, bu  on  beş  mezmur  için;  “Midraş  Şoher  Tov İsraeloğulları’nın  yükselmeye  layık  olduklarında, 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 222 -

  

basamakları  teker  teker  değil,  aksine  birçok basamağı  tek  seferde  tırmanacaklarını  yazar”  der. Kral David’in daha önceki mezmurlarında belirttiği gibi;  bu  yükselişin  yolu;  Tora  öğrenimi  ve mitzvaları yerine getirmekten geçer.  

Bu  on  beş  mezmur,  ya  sederin  başında  peşpeşe okunur,  ya  da  isteğe  göre,  meyveler  yenirken aralarda  okunabilir.  Yani  sırasıyla  önce  bir mezmur,  sonra  meyve  ve  meyvenin  duası,  sonra diğer mezmur, meyve ve meyvenin duası… şeklinde devam edebilir.  

ŞEEHEYANU:  O  zamana  kadar  henüz yemediğimiz  meyve  çeşitleri  varsa,  bunları  Tu Bişvat’ta  yemeye  özen  gösteririz.  Böylece Şeeheyanu  berahasını  da  söylemiş  oluruz. Şeeheyanu  berahasını,  o  meyveye  ait  kendi berahasını söylemeden önce söyleriz. “BARUH ATA AD.  ELOENU  MELEH  AOLAM  ŞEEHEYANU VEKİYEMANU  VEİGİANU  LAZEMAN  AZE” (Kutsalsın Sen Tanrı’mız, Evrenin Kralı, çünkü bizi yaşattın, ayakta tuttun ve bugünlere eriştirdin)  

1) BUĞDAY:  Herkes  buğdayı  temsilen  eline  bir kurabiye alır ve ona özgü berahayı söyler: “BARUH ATA AD. ELOENU MELEH AOLAM BORE MİNE 

MEZONOT  “(Kutsalsın  Sen  Tanrı’mız,  Evrenin Kralı,  yiyecek  çeşitlerini  yaratan).  Ve  kurabiyeyi yer.  

2) ZEYTİN:  Evin  sahibi  bir  zeytin  alıp,  duasını söyler:  “BARUH  ATA  AD.  ELOENU  MELEH AOLAM  BORE  PERİ  AETS”  (Kutsalsın  Sen Tanrı’mız,  Evrenin  Kralı,  ağacın  meyvesini yaratan).ve zeytini yer.  

3) HURMA:  Masada  bulunanlardan  birine  hurma verilir. Duasını söyler: “BARUH ATA AD. ELOENU MELEH AOLAM BORE PERİ AETS” (Kutsalsın Sen Tanrı’mız, Evrenin Kralı, ağacın meyvesini yaratan) sonra hurmayı yer.  

4) ÜZÜM:  Masadakilerden  birine  kuru  veya  yaş üzüm  verilir.  Duasını  söyler:  ”BARUH  ATA  AD. ELOENU  MELEH  AOLAM  BORE  PERİ  AETS” (Kutsalsın  Sen  Tanrı’mız,  Evrenin  Kralı,  ağacın meyvesini yaratan) sonra yer.  

5) KAŞER ŞARAP veya ÜZÜM SUYU: Herkes eline bir bardak kaşer  şarap alır ve onun duasını söyler: “BARUH  ATA  AD.  ELOENU  MELEH  AOLAM BORE  PERİ  AGEFEN”  (Kutsalsın  Sen  Tanrı’mız, Evrenin Kralı, bağın meyvesini yaratan), sonra içer.  

Page 112: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 223 -

  

6) İNCİR:  Masada  bulunanlardan  birine  incir verilir.  

a) Önce, Şir Aşirim (Ezgiler Ezgisi)’nde bulunan şu pasuklar, şarkılarla okunur (şarkısız da okunabilir):  TSEENA  URENA  BENOT  TSİYON  BAMELEH ŞELOMO  BAATARA  ŞEİTERA  LO  İMO  BEYOM HATUNATO UVYOM  SİMHAT LİBO  ve ATEENA HANETA  PAGEA  VEAGEFANİM  SEMADAR NATENU  REAH,  KUMİ  LAH  RAYATİ  YAFATİ ULHİ LAH.   

b) Sonra meyvenin kendi berahasını: “BARUH ATA AD.  ELOENU  MELEH  AOLAM  BORE  PERİ AETS”(Kutsalsın  Sen  Tanrı’mız,  Evrenin  Kralı, ağacın  meyvesini  yaratan)  söyler  ve  sonra  inciri yer.  

7) NAR: Masadakilerden birine nar verilir. a) Önce, Şir Aşirim’den şu pasuk, şarkılarla okunur (şarkısız  da  okunabilir):  “KEHUT  AŞANİ SİFTOTAYİH  UMİDBAREH  NAVE,  KEFELAH ARİMONRAKATEH MİBAAD LETSAMATEH.”   

b) Sonra meyvenin kendi berahasını: “BARUH ATA AD. ELOENU MELEH AOLAM BORE PERİ AETS” (Kutsalsın  Sen  Tanrı’mız,  Evrenin  Kralı,  ağacın meyvesini yaratan) söyler ve sonra narı yer. 

8) BADEM, FINDIK, PORTAKAL, ELMA, CEVİZ vb:  Henüz  AETS  berahasını  söylememiş  kişilere diğer  ağaç  meyveleri  verilir,  bu  kişiler:  “BARUH ATA  AD.  ELOENU MELEH  AOLAM  BORE  PERİ AETS”  (Kutsalsın  Sen  Tanrı’mız,  Evrenin  Kralı, ağacın  meyvesini  yaratan)  berahasını  söyler  ve sonra  badem,  fındık,  portokal  veya  diğer  ağaç meyvelerinden yer.  

ELMA: Elma yeneceği zaman: a) Önce  Şİr Aşirim’den  şu pasuk  şarkılarla okunur (şarkısız  da  okunabilir):  KETAPUAH  BAATSE AYAAR  KEN  DODİ  BEN  ABANİM,  BETSİLO HİMADTİ VEYAŞAVTİ UFİRYO MATOK LEHİKİ.   

b) Sonra meyvenin  kendi  berahası:  “BARUH  ATA AD. ELOENU MELEH AOLAM BORE PERİ AETS” (Kutsalsın  Sen  Tanrı’mız,  Evrenin  Kralı,  ağacın meyvesini yaratan) söylenir ve elma yenir.  

CEVİZ: a) Önce Şir Aşirim’den: EL GİNAT EGOZ YARADTİ 

LİROT  BEİBE  ANAHAL,  LİROT  AFAREHA 

AGEFEN ENETSU ARİMONİM, LO YADATİ NAFŞİ 

SAMATNİ  MARKEVOT  AMİ  NADİV  pasuğu, 

şarkılarla söylenir. (şarkısız da okunabilir) 

b) Ardından  kendi  berahası:  “BARUH  ATA  AD. 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 224 -

  

ELOENU  MELEH  AOLAM  BORE  PERİ  AETS” (Kutsalsın  Sen  Tanrı’mız,  Evrenin  Kralı,  ağacın meyvesini yaratan) söylenir ve ceviz yenir.   9) TOPRAKTA  YETİŞEN  MEYVELER:  Ağaç meyvelerinin dağıtımı bittikten sonra sıra toprakta yetişen meyvelere gelir: Muz, havuç, karpuz, kavun veya onlara benzer leblebi, yerfıstığı alınır, berahası söylenir:  “BARUH  ATA  AD.  ELOENU  MELEH AOLAM  BORE  PERİ  AADAMA”  (Kutsalsın  Sen Tanrı’mız,  Evrenin  Kralı,  toprağın  meyvesini yaratan), sonra yenilir.  10) ARPA: Tora’daki arpa ürününü hatırlamak için bira alınır, bira  için beraha söylenir: “BARUH ATA AD.  ELOENU  MELEH  AOLAM  ŞEAKOL  NİYA BİDVARO” (Kutsalsın Sen Tanrı’mız, Evrenin Kralı ki her şey sözü ile oluştu) ve sonra içilir.(Bu beraha masadaki  çukulata,  şeker,  içecek  çeşitleri  için  de söylenir)  11) Meyvelerin Kokusu: LİMON  veya ETROG  (Sukot  bayramında  lulav’la birlikte tuttuğumuz güzel kokulu turunçgil) alınır. Ona  özel  beraha  söylenir:  “BARUH  ATA  AD. ELOENU MELEH  AOLAM  ANOTEN  REAH  TOV 

BAPEROT” (Kutsalsın Sen Tanrı’mız, Evrenin Kralı, meyvelere iyi koku veren) sonra koklanır.  12)  Ağaçta  yetişen  bir meyve  için  AETS  berahası söyleyen  biri,  masada  bulunan  ve  yine  ağaçta yetişen  başka  bir meyve  için  tekrar  aynı  berahayı söylemez.  Aynı  şekilde  toprakta  yetişen meyveler için  de  kişinin  AADAMA  berahasını  toprakta yetişen  her  meyve  için  ayrı  ayrı  tekrarlamasına gerek  yoktur.  Burada  amaç,  masadaki  herkesin birer meyve alıp berahaları söylemeleridir.   Önemli  Not:  Yazıda  kısa  bir  özet  olarak  verilmiş  olan  bilgiler, okuyucuya  konu  hakkında  fikir  vermek  amacıyla;El  Gid  Para  El Pratikante  (Gözlem);Teilim  (Gözlem);  Yahudilik  Ansiklopedisi (Gözlem);)  kitaplarından,  www.chabad.org;  www.aish.com; myjewishlearning.com  sitelerinden  ve Ortaköy  Etz‐Ahayim  Sinagogu Tu  Bişvat  Rehberi’nden  derlenerek  hazırlanmıştır.  Cemaatlerin  farklı gelenekleri ve uygulamaları olabildiği  için özel günler ve uygulamalar hakkında en doğru ve detaylı bilgiler  için, cemaatin kendi Rabi’lerine başvurması gerekir.        

Page 113: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 225 -

  

                          

    

Alaha le – Moşe mi Sinai  

Sinay Dağı’nda Moşe’ye Verilen Kaideler  Alaha, kelime kökü itibariyle “alah” (yürümek) fiili ile  ilişkilidir  ve  Judaizmin  geleneğinde  dinsel hukukun  tamamını  içeren  bir  anlam  taşır.  Çoğu kez  Tora(h)  /  Şemot  Kitabı’nda  yer  alan  “agada” kelimesi  ile  birlikte  anılır.  Agada,  okuduklarımızı tekrarlama  demektir.  Açık  bir  anlatımla,  Pesah/ Seder’de  okuduğumuz  Mitsrayim’den  çıkış öykülerinin Tora(h) / Talmud kuralları gözetilerek okunması demektir.  Tora(h)ın  ifadesiyle  Alaha,  bir  Judeo  için  yaşam yolunun rehberidir; yüzyıllardır sürdüre geldiğimiz geleneklerimizin  kanunlaşmış  bir  şeklidir.  Çoğu kez  613  Mitsvot’un  uygulanmasına  dair  usulleri Alaha’da  buluruz  ve  “Mitsvot  de  Rabanan” (Rabinik  öğretileri)  de  içerir.  Babil  sürgününde Tora(h)  ile  irtibatımız  kesilmiş  görünse  de, 

BİZİM

KÜRSÜ

Süleyman Doğu İzmir

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 226 -

  

Peygamberlerden Ezra döneminde soferim’in üstün gayretleri  sonucu  tekrar  irtibatımızın  kurulduğu hadisesini  canlandırır.  Nitekim  Mişna  okumaları, Moşe  Rabenu’ya  Sinay’da  verilen  Tora(h)’nın Yeoşua eliyle aktarıldığını özetler ama Tora(h)’nın Alaha  kaidelerinin  yorumunu  Midraş’ın  çizdiği ufuk dairesinde vakıf oluruz.  Ancak  gerek Midraş Alaha  gerekse Midraş Agada, Tora(h)’da  yer  alan  hikâyelerin  sadece  bir yorumundan  ibaret  sayılmadığı  için,  İlk  Alaha Kaideleri  zamanla  Tora(h)’nın  sözlerinden  daha fazla önemsendiğinden ötürü Rabinik yönü giderek öne  çıkmıştır.  Bu  yüzden  olsa  gerek,  “Divre Soferim”  hep  baskın  kalmış,  üstün  tutulmuştur. Alaha,  hayatımızı  yönlendiren  temel  kaideleri  ele alırken,  Tora(h)/Ketubot  (67‐b)  bahsinde  geçen şekliyle,  “[Tora(h)]  bugünkü  dilde,  insanoğlunun çağdaş  dilinde  konuştuğuna”  dair  özelliğinin  hep kollandığını görürüz.  Bene‐Yisra’el’in Sinay’da  gördükleri  ve duydukları, şahit olduğu  yani  “Maamed Har  Sinai  (Hober)” olarak  zihinlerimize  kazınan  olgunun  temeli, aslında Hashem’in bir Tecellisi olarak kabul görür. Bu  husus,  Bene‐Yisra’el’in Hashem  ile  buluşması, 

O’nun ile olan randevusunun merkezini işgâl eder. Bugün  Arapça’da  “Jebel Musa”  olarak  da  bilinen bu  mekân  her  ne  kadar  tarihsel  bir  buluşmaya şahitlik  etmese de, Midaş’a kulak  veren Yahudiler nezdinde  öğretilerin  tecelli  konumu  ile ilişkilendirildiğinde  bizim  ve  gelecek  nesillerin ruhlarının  Hober  Dağın’daki  Tecelli  anında  var olduğuna inanırız.   İşte,  Sivan  ayı  Hashem’in  Tecellisi’ne  şahit olduğumuz  bir  zaman  dilimini  barındırmakla kalmaz;  “Tsion  Tepesi’nden  onlara  hükümdarlık yapacaktır”  ifadesi  ile  de  bizleri  şereflendirir. Minha’da ve  İşiaya’nın  tanımlamalarında geçen bu ifade, Yisra’el halkının Tsion’da yaşadığına dair bir inanç  halini  de  remzeder..  Kısacası  Tsion, Yisra’el’dir. Ve Yisra’el’in  selâmeti  için  yapılan tüm  yakarışlarda  Tsion’a  kavuşmak  özlemi vardır.  Yahudi  halkının  19.yy.daki  ulusal  silkinişi,  ‘aliya’ sadece  anayurda  dönüş  değildir;  aslı  itibariyle, dinsel  yükümlülüklerimiz  kapsamında  Tsion’a dönüştür. Eretz‐Yisra’el’de Judaik esaslara dayanan bir Yahudi Devleti kurulmasının çok ötesinde ulvî bir  halin,  613  Mitsvot’un  tamamı  olmasa  da  bu 

Page 114: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 227 -

  

dünyada  daha  fazlası  uygulanması  isteğinin  bir şahlanışını  yansıtır.  “Size  o  toprağı sahiplenmeniz için verdim” [Tora(h)/ Bamidbar 33:53) mitsvanın  sosyal  ve  dinî miras  kapsamında sahiplenilmesi  olgusudur.  Şehina’nın  (Hashem’in yeryüzündeki  Kutsal  Varlığının)  Eretz‐Yisra’el’de olanca  gücü  ile  hissedilmesi,  Mesianik HaTiq’va(h)  (umudun)  korunmasıdır.  Yoksa Yahudi  Mesianizmi  bakımından  nostaljik  bir hal,  ütopik  bir  vaziyet  değildir.  Galud’tan kurtuluş,  “Avelet  Tsion”  için  Hashem’e  bir yakarış;  yas  tutanların  ruhları  ile  birlikte teselli bulmaktır.   Dar  anlamda  ise,  Yahudi Halkının  seçilmişliğinin (Am‐Segula/Eemarta)  Eretz‐  Yisra’el’e  dönmesi özlemini  gideren  modern  Siyonist  hareketin ideolojisi yanında geleneksel umudumuzun realize edilmesidir. Ama Tanrısal müdahalenin önünde bir engel değildir.   Kelal Yisra’el  (Musevî cemaati)  için üstlenilmiş bir kolektif  sorumluluk  bilincidir.  Siyasal  açıdan, Medina‐Yisra’el’in nev’i şahsına münhasır savunma sisteminin  adı  olduğu  kadar;  Manevî  bakımdan, doğru  eylemleri  teşvik  etmek,  yersiz 

davranışlarımız  ile  ihlâlin  önüne  geçebilmektir. Antisemitizme karşı bir panzehirdir, Siyonizm. Emansipasyon  ve  haskala  (özgürlüğe  ve aydınlanmaya)  kavuşmak  için  açılan  yolun mihenk  taşıdır.  Zorluğa  rağmen  cesaretin, uzaklığa  rağmen  vefanın  adıdır.  Kaybedilen hayatların  yeni  baştan  kurulmasıdır. Medina‐Yisra’el  ise,  Galud  Mitsrayim’den  köle  olarak çıkan  atalarımızın  seçilmiş  bir  halk,  özgür yurtaşlar olarak Eretz‐Yisra’el’e Geula  (dönüş) projesinin  adıdır.  Siyasal  Siyonizmin  başarısı olduğu  kadar  Tora(h)  ın  “Efendiniz,  Tanrı’nız, esaretinize  son  verecek  ve babalarınızın  sahip olduğu  topraklara  sizleri  geri  getirecektir” hükmünün  bir  vaat  olarak  gerçekleşmesidir. Hashem  ile  Halkı  arasında  geçen  akdin  bir devamı  ve  işlenilen  günahların  kefaretinin galud  ile ödenmesidir. Bu mazhariyetin kalbin derinliklerine gömülmesidir. Siyonizm,  zaferin kendisini  beklediğini  biliyordu;  kat  ettiği  yol hak ve adaletin zaferiydi.   Amida Tefilasında söylediğimiz gibi:  “Gözlerim  Senin  mehrametin  ile  Tsion’a dönüşüme  şahit  olsunlar...”  ifadesinin  sırrına 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 228 -

  

mazhar olmaktır. Eretz‐Yisra’el’de İlâhî bir güvence altında  toplanmaktır.  Yoksa  ümitsiz  bir  davaya duyulan hayranlık değildir; günümüzde  ise, siyasal Siyonizmin  başarısızlıkları  karşısında  bile,  başarılı olduklarını  iddia  edenlerin  başarılarının  gölgede kaldığı  gerçeğinin  zımnen  de  olsa  kabul edilmesidir.  Bugün  galud  (diaspora)  da  yaşıyan  Musevî kardeşlerimizin  aklı  dinsel  Siyonizm  açısından karışık  görünüyorsa,  bunun  başlıca  nedeni “apokrifa”  (gizlenmiş)  ve  “psödepigrafa” (başkalarına  atfedilen metinler) konusunda  yeterli bilgi  birikimine  sahip  olmamalarında  aranmalıdır. Bu  ifadeler,  II.  Beit  HaMikdash  dönemi  ve sonrasına  ait  ancak  Tora(h)  /  Talmud’a  dahil edilmemiş  metinlerdir  ve  muhtelif  Hıristiyan kiliselerin  sahiplenerek  Kutsal  Kitap  hükümlerine dahil  etmekte  sakınca  görmedikleri,  cüretkâr tutumlarının  eseridir  ve  daha  çok  Tora(h)’nın Yunanca  çevirisi  olan  “Septuagint”  de  karşımıza çıkar.  En  çok  bilinenleri  ise,  “Ester  ve  Dani’el” bahisleri  ile,  “Şelomo’nun  Bilgeliği”  ve “Makabiler”  bölümlerinin  değişik  versiyonlarıdır ki,  Talmud  ve Midraş  açısından  bakıldığında,  bu anlatımlar  “Sefarim  Hitsonim”  (eksiklik  ve 

değişiklik  içeren)  bir  karakter  arzeder;  uzak durulması sağlık verilen, emansipasyon döneminin etkisinde kalmış haricî metinlerdir.   Halbuki  bizden  istenilen,  Hober’de  Hashem’in huzurunda  durduğumuz  günün  hatırlanması (Tora(h)/  Devarim  4/a‐12)  ve  (H)agada’da  geçen ifadeyle,  her  nesil  kendisini  Mitsrayim’den çıkıyormuşçasına  hissetmesi  gerektiğidir.  ‘Naase ve  nişma’  diyerek  nedametle  haykırmaktır; Paro’nun  inatçılığı Mitsrayim’de  felakete yol açtığı hususu unutulmayarak...   Geçmişte  antisemitizm  ve  Şoa  (Holokost) meşum olayları  ile  yaşanılan  cinayetler,  adalet  sağlama bahanesi  ardına  gizlenerek  işlendiğinde  inanç sahiplerinin  sabrı  zorlanmakla  kalmamış,  insan ruhunun derinliklerinde var olan  sevginin  iylikten uzaklaşarak  nefrete  dönüşmesi  kolaylaştırılmaya çalışılmıştır.  Ne  hazindir  ki,  çağlar  boyunca yaşadıklarımız  tüm  detayları  ile  kolektif hafızalarımızda  yer  işgâl  etmekle  birlikte, silinmesine  asla  izin  verilmeyecek  şekilde kazınmıştır. Bu  yüzden Yahudilerin  tarih boyunca en büyük imtihânı ve intikâmı tüm olumsuzluklara rağmen inadına yaşamak olmuştur. 

Page 115: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 229 -

  

Günümüzde  yaşanılan  antisemitik  çıkışlar  ise, ziyadesi  ile  Medina‐Yisra’el  ile  ilişkilendirilmekle suretiyle,  onun  meşruiyetini  inkâra  yönelik  bir mahiyet arz eder olmuştur.   Halbuki  bugün Medina‐  Yisra’el’e  katil  diyenlerin bilmesi  gereken  bir  gerçek,  geçmişte  yaşanılanlar göz önünde bulundurulduğunda, Yisra’el’in  elinde öyle  bir  kan  olmadığı  hususudur  ve  giderek antisemitizm,  uluslararası  arenada  Devletin varlığına  hayâsızca  baskı  uygulayarak  barışı dayatanların  çabalarından  da  ibaret  sayılmıştır. Medina‐Yisra’el’in  güvenlik  kaygısıyla  bir  başka devlete  sırtını  dayayamayacağı  güven duyamayacağı  bilinmesine  rağmen.  Bu  çabalara geçmişte  olduğu  gibi  sesiz  kalanlar,  sonraki nesillerin nezdinde  sadece hoşgörüsüz  tavırları  ile itham  edilmekle  kalınmayarak,  önyargı  ve  zülüm ile göze alınan bir savaşın teşvikçileri mesabesinde onlar ile birlikte anılacaktır.   O  halde  gayemiz, Holokost’u  inkâr  edenler  eliyle ülkelerin zarar görmesini engellemek olmalıdır.  Şoa  bir  daha  yaşanmaması,  Birleşmiş  Milletler Uluslararası  Holokost  Anma  Günü  anlaşılır 

kılınması  ve  anılması,  Holokost  inkârı  suç sayılması,  insanoğlunun  karanlıktan  çıkışı dileğiyle...  Mipney Darkey Shalom (Barış uğruna).  Baruh  Ata  AD.  Eloenu  Meleh  Aolam  Aşer Kideşanu  Bemitsvotav  Vetsivanu  Leadlik  Ner Hanuka.  ‐ Aziv Lah. ‐  ‐Nur Senindir.‐  İzmir, Chanukah, 5574     Süleyman DOĞU Em. Bakanlık Başmüfettişi Ege Üniversitesi/İİBF Öğr. Gör. [email protected]        

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 230 -

  

    

12 Ocak 2014 Pazar günü, Kadıköy Hemdat İsrael Sinagogu'nda yapılan Tu Bişvat kutlamasında

Sayın Rıfat Kandiyoti'nin yaptığı etkileyici konuşmayı paylaşıyoruz.

 

Hayalimdeki Cemaat Bir Hayal Değil!..

 Yaklaşık  10‐11  yaşlarındaydım.   Her  zaman  olduğu gibi,  yine  bir  Cumartesi  sabahı,  Şabat  tefilasının son  anlarıydı.  Yahid’ler,  tefilada  okunan  son  dua  “Alenu  Leşabeah”ı  dinlemek  veya  takip  etmek  ile talitlerini  hızlı  hareketlerle  toplayıp  bir  an  evvel Şabat Seudası’na inmek arasında gidip geliyorlardı. Ben  ise  tevada  bu  karmaşa  ortasında  görevimi yerine getirmeye  çalışıyordum. Tefila  sona  erdi ve ben de elimden geldiğince  seri hareket ederek bir şeyler yiyebilmek amacıyla Şabat Seudası’na indim. Seuda  salonuna  vardığımda,  ürkmüştüm. Normalde olduğundan çok daha geniş bir kalabalık vardı  karşımda.  İnsanlar  birbirini  hafifçe  iterek, daha  nereden  alınacağını  bilmediğim  tabaklarına, 

birer  ikişer  borekitas,  peynir  ve  yumurta  almaya çalışıyorlardı. Ben ise değil tabak, elimle küçük bir siyah  zeytin  bile  alamamıştım.  Boyum  posum küçük olduğundan, Yahid’lerin aralarından sakince sıyrılarak bir  şekilde masalardan, kıyıdan köşeden bir  şeyler  kaparım  diye  düşündüm.   Ama  olmadı. Nereden Şabat Seuda’sındaki yiyeceklere ulaşmaya çalıştıysam,  başaramadım.  Tam  her  şeyden vazgeçip,  başarısızlığı  kabullendiğim  anda  bir Yahid  kulağıma  doğru  eğildi  ve  bana  şunları fısıldadı:  “Bak  oğlum,  eğer  bu  cemaatte  var  olmak istiyorsan biraz atılgan, biraz girişken biraz da sert ve  umursamaz  olacaksın.  Yoksa  bu  cemaatte  aç kalırsın.”  Ardından,  bu  bahsettiğim  Yahid,  kendi için özenle doldurduğu tabağını bana doğru uzattı. Ve  benim  bu  Yahid’in  dediklerini  anlamaya çalışırkenki  karmaşık  düşüncelerim  ile  artık  dolu bir  tabağım  olduğu  için  yaşadığım  sevinç arasındaki o belirsiz boşlukta, hareketli kalabalığın arasına  karıştı,  gözden  kayboldu.  Evet,  küçük yaşımda başıma gelen bu  ilginç  tecrübe sayesinde, hayatımda  ilk  defa  cemaat  ve  ben  kavramıyla tanıştım  ve  kendimi  bu  kavramı  sorgularken buldum.  

Günümüz  Sosyoloji  biliminin,  bir  devletin oluşabilmesi  yani meydana  gelebilmesi,  aynı  anda 

Rıfat Kandiyoti İstanbul

Page 116: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 231 -

  

varlığını  devam  ettirebilmesi  adına  tasarladığı modern  olgu  ve  klasik  anlayışa  göre;  bir  devlet ancak  ve  ancak  bir  bayrağın  altında,  sabit  bir toprak parçası üzerinde yaşayan, geçmiş ile bugünü harmanlayabilecek ortak  ve genel bir kültüre  yani ulusal  birikime  sahip  vatandaşların  yani milletin, meydana  getirmiş  olduğu  sistematik  bir teşkilatlanma  sonunda  oluşabilir.  Bu  tarz  bir yapılanma dışında, başka hiçbir oluşum var olamaz ve kabul edilemez. Var olagelmiş tüm dünya tarihi boyunca,  bu  sınırlamaları  aşmış  ve  bu paradigmanın dışına çıkmış sadece tek bir topluluk vardır.  Bene  Yisrael  yani  Yisrael  oğulları.  Bene Yisrael’in,  bu  hafta  okumuş  olduğumuz  Beşalah peraşasında, Mısır  esareti  çıkışından,  vaat  edilmiş kutsal Yisrael  topraklarına ulaşana kadar geçen 40 yıllık  çöl  yolculuğu  boyunca,  bir  bayrakları olmamıştır.  Tora’mızın  ilerleyen  peraşalarından gelecek haftalarda tekrar öğreneceğimiz gibi, Bene Yisrael’in  sürgün  yılları  boyunca  kutsal  topraklara ulaşana  kadar  sabit  ve  değişmez  bir  toprak parçaları  yani  vatanları  da  olmamıştır.  Bene Yisrael’in Mısır’da  köle  oldukları  210  yıllık  zaman sürecinde, Mısır’lılar  tarafından  çektikleri  açlıklar, acılar  ve  işkenceler  dışında  hangi  ortak  kültür birikimleri vardır ki, bir millet olarak kümülatif bir 

ortak  akıl  yani  bir  birikim  taşıyabilsinler  ve aktarabilsinler?    Tora’mızın,  Sinay  dağında  Bene Yisrael’e  verilişine  kadar  ve  hatta  sonrasında  bile, günümüz  modern  toplumlarının  yönetim biçimlerini  göz  önünde  bulundurursak,    nasıl  bir teşkilatlanmadan söz etmemiz mümkün olabilir ki? Ancak,  bütün  bu  problemlere,  ikilemlere  ve çatışmalara  rağmen  Bene  Yisrael’in  bu  var  olma mücadelesinden  başarı  ile  altından  kalktığını görüyoruz. Kanıtı ise, şu an bu günü anlamlandıran, bizler.  Bu noktada sorulması gereken asıl soruya hepinizin dikkatini çekmek istiyorum.  Bene Yisrael, yaşanan bunca  insanüstü  zorluklara,  sıkıntılara  ve  acılara karşı nasıl direnip de ayakta kaldı da, günümüz 21. yüzyıl  Türkiye  Musevi  Cemaati,    o  günün şartlarındaki sıkıntıların %1’ine bile sahip değilken, üstüne üstlük modern hayatın, çöl esaretine oranla gerek  teknolojik  gerek  ise  dünyanın  evrimsel gelişiminden  kaynaklanan  binlerce  kolaylıklarına ve  pratikliğine  rağmen,  bir  yandan  asimilasyonun pençesiyle  diğer  yandan  temel  ekonomik sıkıntılarla  ve  daha  bilgisine  sahip  olmadığım onlarca  problemle  mücadele  ediyor,  etmekte zorlanıyor ve zayıflıyor?  

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 232 -

  

Eğer cevabınız T‐nrı ve T‐nrı’nın Bene Yisrael  için yaratmış  olduğu  mucizelerse;  sorarım  sizlere, günümüzdeki  T‐nrı  ile  Bene  Yisrael’in  Mısır’daki  T‐nrı’sı  farklı  T‐nrı’lar  mı?  AK.  BU  günümüzde, bizler  için  hiç  mi  mucize  gerçekleştirmiyor? Mısır’da  acılara  maruz  kalan  Yahudi  milleti  ile günümüz Yahudileri  yani bizler, başka bir  soydan mı geliyoruz?  Gelin  tüm  bu  soruların  cevaplarını;  cemaatimizin temel  problemlerini,  kişisel  hayalimdeki  ideal cemaat  profiline  ulaşma  gayesinde  ve  süzgecinde birlikte arayalım.  En  başında,  bir  temel  oluşturma  açısından,  varlığının  farkına  varmamız  gereken  bir  olgudan söz  etmek  istiyorum  sizlere.  Bu  olgu,  o  kadar hayatımızın  içine  kanalize  olmuş  ve  bizi sarmalamış  durumda  ki  hayatımızın  her  anında onu yaşıyoruz ve onunla yaşıyoruz. Bahsettiğim şey, değişim.   21.  yüzyıl  denilen,  öyle  bir  zamanda  yaşıyoruz  ki, her  şeyin  bedeli,  sistemi,  yapısı  ve  daha  nice niteliksel  ve  niceliksel  değerleri,  tahmin  edilemez bir  dengesizlikle,  kontrolümüz  dışında  değişiyor, 

başka bir hal başka bir boyut kazanıyor. Böyle bir değişkenler  sonsuzluğunda,  cemaatimiz değişkenlere  sırt  çevirerek  ve  yıllardan  beri süregelen  yapısını  koruyarak  varlığına  devam edebilir  mi?  Doğadaki;  basit,    sadece  temel ihtiyaçlarını  karşılamak  ve  neslinin  devamını sağlamak  için  uğraşıda  bulunan  hayvanlar  bile doğal  seleksiyon  denilen,  varlıklarını  değişen koşullara göre adapte edebilecekleri uyum süreçleri zarfında muhafaza  edebilecekken,  bir  cemaat  gibi Yahid’lerine hizmet  vermeye  çalışan  kompleks bir düzenin  değişimin  dışında  tutulması  beklenebilir mi?   Eğer değişimin kaçınılmaz olduğu ve cemaatimizin de bu kaçınılmaz fenomenden kendi payına düşeni alması  gerektiğinde  mutabıksak,  sorumuzun cevabını  daha  bilinçli  bir  bakış  açısıyla  analiz edebiliriz.  Unutmayalım!  Değişim  istiyoruz  yani fiziksel  veya manevi  bir  halden  başka  bir  fiziksel veya  manevi  hale  geçişmeden  ve  devinimden bahsediyoruz.  Bir  cemaatin  varlığı  mutlak  koşulda,  o  cemaatin hizmet  ettiği kişilere  yani  sizlere bağlıdır. Zira bu kişilerin  sadece  fiziksel  varlıklarının  yokluğu,  bir 

Page 117: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 233 -

  

cemaatin ortadan kalkması  için oldukça yeterli bir sebeptir.  Bu  sebepten  dolayı,  yapılması  gereken, cemaatin kapsadığı  tüm Yahid’lerimizin, niteliksel anlamda  kendilerini  geliştirerek  değişime  ayak uydurma  gayesinde,  bu  sürecin  bir  parçası olmalarını sağlamaktır.   Hayalimdeki cemaat  Bir  terim  olarak  “Yahudilik”  dendiği  zaman, cemaatimizde  bulunan  tek  tek  her  bireyin,  ister Yahudilik’i bir din, ister milliyet, isterse her ikisi de isterse  hiçbiri,  isterse  de  bir  kültür;  etiketin  ne olduğundan  tamamen  bağımsız  olarak,  bir Yahudilik  kimliğine  sahip  olduğu  ve  bu  kimliğe cemaatimize  aidiyet  duygusunun  çok  sert  bir biçimde  yerleştiği,  böylece  artık  yüzleşmekten  ve yine  mi  demekten  bıktığım  ancak  aynı  zamanda ağızlara  durmaksızın,  sürekli  alınmaktan  önemini kaybedeceğinden  korktuğum,  belki  de  Türkiye Musevi  Cemaati’nin  varlığını  en  çok  tehdit  eden Asimilasyon’u sözlüğümüzden kaldırıldığı,  Genel  cemaat  algısı  içinde,  şu  an  içinde bulunduğum  çabadaki  gibi,  sadece  var  olan konumdan  ve  pozisyonlardan  salt  olumsuz 

şikâyetlerde bulunmayan ve hasar amaçlı olmayan;  temel  hedefi,  ileriye  dönük  bir  şekilde,    ne yapılabilir  sorusunu  soran  ve  eyleme  yönelik ilerleme için emek sarf eden bireylerin yetiştiği,  Cemaatimizdeki,  baş  tacı  yaşlılarımızın  ve ihtiyaçlılarımızın,  ister  sadece mitsva  olduğu  için isterse  de  sadece  saf  insani  duygularımızda kaynaklı,  günümüz  dünya  işleyişinin  hepimizin karakterinden zorla kaldırmaya çalıştığı derin insan ilişkilerinin,  bu  kardeşlerimizin  ihtiyaçlarına  daha çok karşılık verilerek daha çok ziyaret edildiği,  Aklınıza  gelen  tüm  cemaat  bireylerimizin,  Türk Musevi Cemaati  için belki de en önemli gün olan, 15  Kasım  2003  Neve‐Şalom  ve  Şişli  Bet‐Yisrael sinagoglarına  yapılan  saldırılarda  hayatını kaybeden kardeşlerimiz için, Neve Şalom Keilası’nı, kapılarından  insanlar  taşacak  şekilde  doldurduğu,   bir cemaat.  Annemin dedemden öğrendiği, benim de bu yolla annemden  öğrendiğim,  aynı  zamanda  filozof Sokrates’in  siyaset  felsefesinin  temelini,  çok  iyi açıklayabilecek  nitelikte  olduğunu  düşündüğüm bir  sözü  sizlere  aktarmak  istiyorum.  “Bir  işin  ya 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 234 -

  

meraklısı ya muhtacı olacaksın.” Sokrates’in siyaset felsefesine  göre,  dünyada  var  olan  hiçbir  insan siyasete  ya  da  politikaya  atılmak  istemez. Sokrates’e göre  insanlar,  artık  içinde bulundukları çıkmaz  yola  dönüşen  kördüğüm  durumları kurtarmak  adına,  kişinin  kendisi  hariç  herkesin gözünün  tek  bir  kişiye  yöneldiği,  bu  işin sorumluluğunu  alabilecek,  zorla  kahraman  olmak mecburiyetinde kalan bir kişiyi seçerler. Bu kişi hiç de  istemese  de,  artık  toplumun  dayattığı  rollerin kodlarından  dolayı  artık  kendini  o  pozisyonda bulur.  Peki, bunun cemaatimizle olan ilişkisi nedir?  Cemaatimizin  sahip olduğu, nüfusun hem niceliği hem  de  niteliğinden  kaynaklanarak  belirgin bireyler,  belli  başlı  bazı  amaçlar  için  bazı sorumluluklar  üstleniyor.    Ancak,  esas  sorulması gereken  soru  şu  ki;  onlar  mı  sorumlulukları üstleniyor  yoksa  sorumluluklar  mı  onları?  Bu bağlamda,  cemaat  için  yeri  geldiğinde  her  türlü görev  sorumluluğu  üstlenebilecek,  bunu  Sokrates felsefesinde  olduğu  gibi  zorla  dayatılan  veya dayatılmayan durum gereği bir gönüllülük usulü ile ve  bu  tek  başına  gerçekleştirilen  gönüllülük usulünün kişiye “benden bu kadar!” dedirtebileceği bir biçimde değil de, amatör bir  ruhla profesyonel 

işlerin  gerçekleştirileceği  bir  bağlılıkla,  çalışan Yahid’lerden oluşan bir cemaat hayal değil.  

Hepinizin de hak vereceği gibi, niteliği arttırılmış, geliştirilmiş  ve  ilerletilmiş  bir  Yahudi  toplumu, onlarla  aynı  hatta  daha  üstün  nitelikler  taşıyan cemaat yöneticilerimiz ve idarecilerimiz tarafından yönlendirilmelidir.  Ancak daha önce de belirttiğim gibi, cemaat yönetimimizin de, kaçınılmaz değişim fırtınasından  kendi  payına  düşeni  alması gerekmektedir.   

Bu bağlamda  

Cemaatimizin  kendisinin,  bir  sistem  ve  işleyiş algoritması  olarak  ilerleme  ve  gerileme kaydetmesini  sağlayan  görece  karmaşık  /  basit  / kusurlu  /  kusursuz  altyapı  sisteminin,  halkımız tarafından bilindiği ve özümsendiği,  

Cemaatimizin  yönetim  ve  idari  birimlerinin, onların kendilerinin  var olmalarını  sağlayan halka günümüze oranla çok daha fazla indirgendiği ve bu bağlantı  yoluyla, Cemaat  Başkanı, Cemaat  Başkan Yardımcısı  vb…  unvanlar  duyulduğunda, halkımızın  kendisinden  uzak  bir  diyardaymış  gibi bir hissiyata kapılmadığı, 

Page 118: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 235 -

  

Bu  yakınlaşma  sayesinde,  cemaat  ileri gelenlerimizin;  nasıl  insanlarımızı,  gençlerimizi kala  gelmeye  daha  çok  çekeriz  veya  nasıl bireylerimiz, üzerindeki cemaat aidiyet duygusunu arttırırız sorusunu sormaya ihtiyaç duymadıkları,  Gittikçe küçülen ancak küçülürken her bir adımda halkına  daha  çok  açılan  bu  cemaatin,  bu küçülmeden,  kontrolleri  kolaylaşan  bir  devlet misali,  yapısını  ve  iskeletini  daha  çok sağlamlaştırdığı,  ekonomik  sıkıntıların minimuma indirildiği,  sağlam  bir  finans  zemininde  yolunda ilerlediği,  Aynı  yakınlığın,  yurt  dışındaki  dünya  Yahudi cemaatleri ile olan ilişkilerde de kurulduğu,  Küçük  ama  samimi  cemaat  yapımız  içinde resmi/resmi  olmayan  prosedürler  esnasında,  bu işlerdeki  pürüzleri  ortadan  kaldırmak  için;  ileri cemaat yöneticilerinin unvanlarının ve statülerinin bir  tehdit  veya  yaptırım  gücüne  hizmetten  ibaret olarak  algılanmadığı,  bunun  yerine  saf  insani duygular  yoluyla  ilerleme  kaydedilebileceği,  bir cemaat düşünülemez mi?  

Sadece  cemaatimiz  için  değil,  aklınıza  gelebilecek her  türlü  oluşumun  ayakta  kalabilmesi,  varlığını devam  ettirebilmesi,    kısacası  var  olması  için gençler  yani  yeni  nesiller,  yani  taze  kan  gerekir. Belki  de  bu  anlamda  cemaatimizin  var  olma yolculuğunda en büyük destekçisi ve de en büyük müttefiki  gençlerimizdir.   Madem  ki  gençlerimiz bu denli önemli, onların da niteliklerini arttırmak ve  geliştirmek  onları  günümüz  değişimine  karşı donanımlı hale getirmek en büyük amaçlarımızdan biri olmalıdır.   Ne  kadar  bizi  mutlu  eden  ve  gurur  veren  bir tablodur  ki,  günümüzde  gençlerimiz  Türkiye’nin en  iyi  okullarında  eğitim  ve  öğrenim  görüyorlar. Meslek uzmanları oluyorlar. Kendilerine belirlemiş oldukları veya olmadıkları yollarda almış oldukları sağlam  eğitimin  meyvelerini  görüyorlar.  Bu anlamda  aslında  gençlerimizin  akademik  anlamda rekabetin  oldukça  yoğun  olduğu  ortamlara kendilerini yeteri denecek düzeyde hazırladıklarını rahatça söyleyebilirim.  İşte bu sebepten, benim özellikle üzerinde durmak istediğim eğitim, dini eğitim. Yani Yahudi eğitimi. Unutmadan, ideal cemaat süzgecinde. 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 236 -

  

Doğduktan ön bilinç  süresi yerleştikten  sonrası ve devam eden süreçte; gençlerimizin kala mı gitsem yoksa  derneğe  mi  ikilemini  yaşamadıkları  ve  bu davranışın  devamında  da,    gençlerin  bunu ayrışmaya götüren bir seçim olarak algılamadıkları,  

Okulumuzdaki  öğrencilerin,  niteliği  ve  yetkinliği çok  daha  üstün  bir  dini  bilgi  ve  İbranice  dil bilgisine sahip oldukları,  

Ne kadar uzun üzerinde durmam gerekirse de, en kısa  haliyle  Kaşerut’umuzun  ve  Şabat’ımızın  bir Yahudi  yaşamı  için  olmazsa  olmaz  olduğunun anlaşıldığı  ve  anlatıldığı,  çünkü  Tora  enginliği, saflığı  ile  bir  suysa  ve  Bene  Yisrael,  hayatı  ağzı tarafında  gelişen,  sadece  sözlerle  bile  yaşamına tutunabilen  bir  balığa  benzetilirse,  bu  balığın içinde bulunduğu sudan çıkması, akibeti için hiç de iyi olmayacaktır.  

Tora’mızın,  evlerimizde  bulunan  herhangi  bir kitaba yaklaştığımız gibi entelektüel veya akademik bir  bakış  açısından  değil  de,  bir  Yahudi’nin  nasıl yaşamasını,  hangi  sınırlar  içinde  yaşaması gerektiğini, ÖZGÜR  İRADE süzgecinde belirten ve T‐nrısal  zeka  ile  kavranması  gereken  bir  yaşam kitabı olduğunun anlaşıldığı, 

Hepimizin yapmış olduğu  iyi/kötü hareket, mitsva veya  günah  kavramlarının  yalnızca  kişinin kendisine ait olduğu düşüncesinin yıkıldığı ve her Yahudi’nin  diğer  Yahudi’lerin  iyi/kötü  her  türlü hareketlerinden  sorumlu  tutulduğu  anlayışının benimsendiği  ve  biz  burada  bunca  emeğin harcandığı  kutlamamızda  vakit  geçirirken, aramızda  olmaya  maddi  ‐manevi  katılım göstermeyen/gösteremeyen  kardeşlerimizin yokluğunun  ağırlığının,  dişe  dokunurcasına omuzlarımızda bir sorumluluk olarak yerini aldığı, bir cemaat de hayal değil.  

Soracaksınız,  mitsva  yapan,  Tora’yı  çalışan  ve uygulayan  kişi,  diğerlerinden  daha  mı  fazla Yahudi’dir? Kesinlikle hayır.   Sayın Ravımız Mendy Chitrik’in dediği gibi:  

“Her  bir  Yahudi,  Yahudidir.  Bu  sorgulanmayacak kadar bariz bir durumdur. Bir Yahudi, Yahudi olma durumunu hiçbir zaman terk edemez. Ve her Yahudi, T‐nrı'nın  biricik  çocuğudur.  T‐nrı'nın  isteklerini yerine  getirmeyen  çocuk  da  T‐nrı'nın  çocuğudur. Kimse  kimseden  daha  fazla  veya  daha  az  Yahudi değildir.  Daha  büyük  veya  daha  küçük  Yahudi  de yoktur. Yalnızca Yahudi vardır. O kadar basit.  

Page 119: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 237 -

  

Mitsvaları  yerine  getirmek  bir  kişiyi DAHA Yahudi yapmaz. Nokta.   

Gene  de,  bu  kural  en  muhteşem  gerçeği değiştirmemektedir.  Hepimiz  eşit  derecede Yahudi’yiz.  

Tüm  Yahudiler  eşit  derecede  Yahudi’dirler.  Kimse diğerinden daha Yahudi değildir.   

Ne  kadar  çok  mitsva  yaparsanız  yapın,  diğer Yahudi’den  daha  çok  Yahudi  olmayacaksınız. Yahudi  bir  hayat  tarzında  yaşamasanız  bile  siz  de her  gün  sinagoga  giden  biri  kadar Yahudi’siniz,  ne eksik ne fazla.   

Çünkü  Yahudi  olmak,  neler  yapıp  neler yapmadıklarımızla  ilintili  değildir;  aynen  insan olmak  için  insanî davranışlarda bulunmak zorunda olmadığımız gibi.   

Bir Yahudi, her şartta Yahudidir...”  

Bu  bağlamda,  bir  kişi  ne  kadar  Yahudilik’i  ile bütünleşirse,  bir  yerinden  kendi  Yahudiliği’ne bağlanırsa,  o  derece  kendi  Yahudi  Cemaati’ne  de katkıda bulunur.  Kendini, cemaatine bağlı hisseder ve onun için elinden geleni ardına koymaz.  

Cemaatimizin  fertleri  olarak,  artık  herhangi  bir konuda  derin  görüş  ayrılıkları  yaşamanın  lüksüne sahip  olmadığımız  ayrıca  BURADAYIM!  diyen  ve dedikten  sonra  da  realitede  de  burada  olan bireylere  ihtiyacımız olan bugünlerde, yaklaşan ve burada  da  bulunma  sebebimiz  olan  Tubişvat bayramı,  mükemmel  bir  başlangıç  noktası konumundadır.   Küçüklüğümüzden  beri  tekrar  edilerek öğretildiğimiz, Tubişvat’ın Ağaçlar Bayramı olduğu gerçeğinin dışında, bu bayram yepyeni başlangıçlar için muazzam bir adım teşkil eder.  Nasıl mı?  Büyük  Tora  bilgini  Hafets  Hayim,  mucizeyi elimizle  dokunarak  hissedebildiğimiz  anda anlayabileceğimizi  söyler.  Ne  demektir  mucizeye elle  dokunmak  ve  hissetmek?  Bu  hafta okuduğumuz  Beşalah  peraşasında  mucizelerin mucizesi,  Kızıldeniz’in  yarılmasını  görüyoruz. Dilersek,    Kızıldeniz  mucizesini  kuzey  ve  güney rüzgarlarının estiği veya bir meteor’un dünyamıza yaklaştığı  anda  gerçekleşen  bir  doğal  zorunluluk, bulunduğumuz  ana  uyarlarsak  ağaçlardan  gelen 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 238 -

  

ürünleri,  doğanın  sistematik  işleyişi  sonucunda meydana  gelen  basit  ürünler  olarak  görmemiz mümkündür.  Ancak  aynı  zamanda,  bunların verilen her nefesin bir ölüm alınan her nefesin bir yaşam gibi birer mucize olduğunu ve bir meyveye Tubişvat  bayramıyla  başlayacak  ve  devamında  da söylenebilecek  çok  basit  ve  kısa  bir  berahanın bizim  hem  kişisel  manevi  hayatımızda  hem  de toplumsal cemaat hayatımızda, bizi ve cemaatimizi günümüzden  çok  farklı  konumlara  getireceği  bir gerçektir.  Biz  istedikten  sonra,  Kızıldeniz’i  yaran  T‐nrı’nın isteklerimizi  gerçekleştirmek  için,  bizi destekleyeceği  mucizeleri  mi  bitmiştir?  Bu konuşulanların  hangisi  imkansız  olabilir  ki? İmkansız nedir ki?  T‐nrı, önümüze ölüm ve yaşam kitabını koyduktan ve  “Uvaharta  Bahayim”  diyerek,  yaşam  kitabını seçmemizi söyledikten sonra, hangi seçim bizi zor durumda bırakabilir ki?  Konuşmama, kendisini çok  sevdiğim ve kendisiyle geçirdiğim belki de 10 saniyelik bir sürede bile çok şey  öğrendiğim  Sayın  Cemaat  Başkanımız  aynı 

zamanda kendisinden ve kendisiyle 1 sene boyunca Tora  öğrenimi  gördüğüm  sınıf  arkadaşım  İshak İbrahimzade’nin,  yine  bir  konuşmamızda  bana söylediği sözlerle son vermek istiyorum.  Sen yani sizler, biz yani cemaat olmadan istediğiniz her  şeyi  yapabilir,  hayallerinizi gerçekleştirebilirsiniz. Ancak biz  yani  cemaat,  sen yani sizler olmadan hiçbir şey yapamayız.  Ben,  şahsi  irademle,  cemaatim  için  BURADAYIM! Ya sizler?               

Page 120: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 239 -

  

OKUR

İLETİLERİ

                          

    

FAS  

Geleneksel ile Modern İç İçe…  

CASABLANKA‐MARAKEŞ‐ESSAOUİRA  Uzun  zamandır  biriktirdiğim  Mil  puanlarım  ile değişik  bir  destinasyona  uçmak  istiyordum. Gitmediğim bir Kıta, Görmediğim bir ülke olmasını istiyordum.  Ancak  o  zaman  birikmiş  mil puanlarımı  isabetli  değerlendirmiş  olacağıma inanıyordum.  Yeni  bir  kıta,  yeni  bir  Bayrak, Berberiler  ile  Arapların  içi  içe  yaşadıkları  değişik bir kültür FAS. Zamanlamam da mevsim  itibarı  ile de  uygun  olunca  BTS’nin  kurucu  üyesi  Mizrahi ailesi  ile  bu  yeni  Coğrafya’yı  keşfetmeye  karar verdik.  Fas  hayallerini  aslında  uzun  zamandır kafamda  planlıyordum.  Ancak  tarih  hakkında kararımızı  da  verince  seyahat  planımızı gerçekleştirmek  için  kolları  sıvadık.  Giden arkadaşlardan  bilgiler  aldık,  Acentelerin  tur programlarını  karıştırdık  tabii  ki  en  önemlisi 

Yako Taragano İstanbul

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 240 -

  

İnternet’te  nerdeyse  her  gün  araştırmalar  yaptık. Dört gece beş gün sürecek seyahatimizin en uygun olarak  bir  gecesini  Casablanca’da  3  gecesini  de Marakeş’te geçirmeye karar verdik.   Evimizin  önünden  başlayan  transfer  ile  Atatürk hava limanına sabahın 6.30’unda yola çıktık. Chek‐in  işlemleri  sonrası  kredi  kartlarımızın  sağladığı avantaj  ile  Lounge’da  kahvaltımızı  yaptık.  Airbus 330A  tipi  uçağımıza  giderken  İsrailli  bir  grup  ile karşılaştık  Fas’ı  tanıyıp  tanımadıklarını  sorduk. Başlarındaki  rehberden birkaç bilgi aldık. Beş  saat süren  yolculuğumuz  biraz  film  seyrederek,  biraz oyun  oynayarak,  yemekler  ikramlar  derken çabucak  geçti.  Hiç  birimiz  sıkılmamıştık  bu yolculuktan. Hava alanında bizi elinde Group Yako pankartlı şoförümüz Khalid bekliyordu. Yerel saat ile  saat  biri  gösteriyordu.  Daha  evvelden programladığımız  gibi  şoförümüz  bize  “Beyaz Şehir”  anlamına  gelen  Casablanca  şehir  turu yaptıracaktı.   İlk  olarak  Fas  Yahudi  müzesine  geldik.  (81.  Rue Chasseur  Jules  Gros  Oasis  Casablanca)  Çok  fazla objeleri,  tabloları,  materyalleri  olmasa  da  Fas’ın değişik  bölgelerinden  toparlanmış  birçok 

malzemeleri  sergiliyorlardı.  Temiz,  bakımlı  ferah bir  müzeydi.  Müslüman  olan  müzenin küratöründen  bazı  bilgiler  aldık.  Buradan  Atlas Okyanusu  kıyılarındaki  Fas’ın  Cote  d’Azur’ü  olan Corniche geldik. Burası sahil olarak Nice’e veya Rio sahillerine  benzese  de  uzun  entarili  kıyafetleri  ile halkı  bize  Fas’ta  olduğumuzu  hatırlatıyordu. Şezlongları, Güneş  şemsiyeleri,  un  gibi  kumu  çok dalgalı Atlas Okyanusunu  uzaktan  keyifle  izledik. Birkaç kare fotoğraf çekip soğuk bir şeyler  içtikten sonra “Si Bu Abderrahman” adası’na geçtik.  

 

Page 121: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 241 -

  

 Faslılar için çok değerli bir din adamı olan bu kişi burada  yaşayıp  ölmüş.  İnsanlar  akın  akın  gelip mum  yakıp,  adak  adayıp  burayı  ziyaret  ediyorlar. Saat  dört  olmuştu  ve  acıkmıştık.  Program  gereği Afrika’nın  en  büyük  modern  alış  veriş  merkezi Morocco  Mall’a  gidip  hafif  bir  şeyler  atıştırdık. Bizim  AVM’lerden  pek  bir  farkı  yoktu.  Sadece içerisinde çocuklar için büyük denebilecek bir oyun ve  eğlence  parkı  ve  binanın  ortasında  tabanından tavanına  kadar  silindir  gibi  duran  çok  büyük  bir akvaryum  bulunuyordu.  Köpekbalıklarından vatozlara  her  türlü  balık  akvaryumda  yüzüyordu. Sıra  tarihi Habus Meydanından  geçerek mimarisi ile  şehrin  gurur  kaynağı  olan,  Atlas  Okyanusu kıyısına  inşa  edilmiş  Hassan  II  camisini  ziyaret ettik. 1980‐1993 yılları arasında yaptırılan Hassan II cami,  dünyanın Mekke’dekinden  sonra  en  büyük camisiymiş. İç mekanında 25.000 kişinin aynı anda namaz  kılabildiği,  avlusunda  80.000  kişinin toplanabildiği 20.000 metrekare alana kurulu  yapı gerçekten  muhteşem  görünüyordu.  Ayrıca  200 metrelik  minaresinde  bulunan  lazer  ışığı  35  km. uzaklığa kadar namaz vaktini bildirirmiş.   Saat yediye geliyordu. Programımıza göre o akşam Sukot olduğundan daha evvel adresini (Rue Verlet 

Hanus)  internetten bulduğumuz  tarifini de uçakta karşılaştığımız  İsrailli  rehberden  aldığımız MLAH JUİF  diye  bilinen  Yahudi  Mahallesindeki  Beth‐El sinagoguna  yöneldik.  Acentemize  Sukot  için  bu tarihte  sinagogu  ziyaret  edeceğimizi  bildirmesini istemiştik. Kapısında her yerde olduğu gibi polis ve özel  güvenlik  bulunuyordu.  İçerideki  ilgililere geldiğimizi  haber  vermelerini  istedik.  Bilgileri olduğundan hemen kapıya çıkarak bizi karşıladılar içeri  buyur  ettiler.  Yabancılara  her  zaman  ilgi  ve sorular  çoktur. Nerelisiniz,  ne  zaman  geldiniz, ne kadar  kalacaksınız  gibi  tipik  sorulardan  sonra Arvite  geçtik. Tipik  Sefarad  gelenekleri burada da vardı.  Orta  ve  kuzey  Avrupa’daki  Aşkenazlar Shabat’ı  kutlamak  veya  bayramlaşmak  için  el sıkışırken  Akdeniz’e  doğru  indiğinizde  Sefaradlar Hag  Sameah  deyip  öpüşürler.  Burada  da  gelenek bozulmadı. Sinagogda karşılaşan her kez birbirleri ile  sarılıp  öpüşüp  Hag  Sameah  diyerek bayramlaştılar. O  tablo gerçekten çok gurur verici insanın  içini hoş  eden bir  tabloydu. Yurdunuzdan binlerce  kilometre  ötede  bile  ayrı  kültürdeki dindaşınızla  dua  edip  bayramlaşmak  çok  keyif verici  bir  şey.  Harika  seslerden  ve  değişik ritüellerden  ama  tınıları  kulağıma  hiç  de  yabancı gelmeyen  izlediğim Arvitten  sonra  Suka’ya  geçtik. 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 242 -

  

Orada  da  İstanbul’da  alışltığımız  Sukot ritüellerinden  farklı  şeyler  izledik.  Hanımlarımız Suka meyvesi olan üzümü aradılar ama yoktu. Hala ile amotsi yaptık. Kraker üstüne konmuş peynir ile omlet  tipi bir  yumurta  servis  edildi. Kuruyemişler meyveler ve hurma masaya serpiştirilmiş. Hepimize küçük  kadehlerde  şarap  verdiler.  Değişik  bir memlekette  değişik  geleneklerle  bir  bayram geçirmenin keyfini yaşıyorduk.   Saat  9’a  geliyordu.  İstanbul’daki  evimizden çıktığımız  andan  itibaren  yaklaşık  18  saattir yollardaydık.  Artık  otelimize  gitme  zamanı gelmişti.  Casablanca  Sheraton’a  geldiğimizde yorgunluktan  hareket  edecek  halimiz  kalmamıştı. Resepsiyonda chek‐in  işlemlerimizi yaparken milli kıyafetli  görevliler  Fas’ın  geleneksel  naneli  çayını ikram  ediyorlardı.  Lobide  biraz  dinlenip odalarımıza çekildik.  Ertesi  sabah  Sheraton  kalitesindeki  kahvaltı büfesinde  güzelce  karnımızı  doyurduk.  Yöresel tatlar denedik. Kahvaltı  sonrası Marakeş’e hareket saatimize  kadar  bir  iki  saat  boş  vaktimiz olduğundan  otelden  çıkıp  ara  sokaklara  daldık, çevre gezisi yapmaya başladık. Her gittiğimiz yerde 

çarşı Pazar gezmeyi  severiz. Gezinirken burada da şansımıza  karşımıza  Pazar  çıkmaz  mı?  Hiç tereddütsüz  daldık  içine.  Etlerin  açıkta  askılarda satıldığı,  değişik  okyanus  balıklarının  tezgahları süslediği,    birkaç  farkı  sebzeler  gördüğümüz  bu Pazar,  ilginç  olduğu  kadar  bir  o  kadar  da  pislik içindeydi.  Anlaştığımız  saatte  şoförümüz  geldi. Casablanca’da  henüz  görmediğimiz  birkaç  yeri görmek istedik. Önce koleksiyonumuz için magnet ve birkaç hatıra  eşyası  almak  için  otele  çok  yakın bir  mağazada  10  dakika  kadar  durup  işlerimizi halettik.  Sonra Hollywood klasikleri  arasında  özel bir  yere  sahip  1942 yılında  çekilmiş   Humphrey Bogart, Ingrid Bergman’ın oynadığı  1943 yılında en iyi  film,  en  iyi  yönetmen,  en  iyi  senaryo dallarında Oscar alan Casablanca filminin çevrildiği Rick’s  Cafe’ye  gittik.  Turist  otobüsleri  bizim  gibi buraya  yanaşıp  fotoğraflar  çekiyorlardı.  Film demişken;  güneş  ışığı Atlas Dağlarının  etekleri  ile Sahra çölünü öyle güzel bir açı  ile aydınlatıyor ki, çekim  için birçok  film  yönetmeni  adeta  açık hava platosu  durumundaki  Fas’ı  tercih  ediyorlar. Örneğin;  Brad  Pitt’in  oynadığı  Babil,  Benhur, Büyük  İskender,  Gladyatör,  Kleopatra,  Yıldız Savaşları gibi bir çok film Fas’ta çekildi.   

Page 122: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 243 -

  

  Buradan Fas halkının çok sevdiği ve saydığı kralları VI.  Muhammet’in  sarayına  gittik.  Kraldan bahsedince  birazda  Fas’ın  siyasi,  coğrafi  ve  sosyal 

durumuna  da  genel  bir  bakış  atalım.  Afrika kıtasının kuzeyinde Akdeniz  ile Atlas Okyanusuna kıyıları olan Fas, doğusunda Cezayir güneyinde  ise Batı  Sahra  ile  komşu.  446.5oo  metrekare yüzölçümü  ve  32,5 milyon  nüfusun %55’i  Berberi, %45’i  Arap.  Berberiler  Kuzey  Afrika  yani  Mısır, Libya, Tunus ve Fas’ı içine alan geniş bir coğrafyada  göçebe olarak yaşamışlar. Tarihte Fenike, Kartaca, Roma,  İslam  ve  Osmanlı  kültüründen  farklı  bir şekilde etkilenmişler. Mısır Firavunlarının torunları olmakla öğünüyorlarmış. Berberice adını verdikleri lisan  ve  alfabeleri  Bu  günkü  İbraniceye  oldukça benzemekteymiş.   Bu  topraklarda  zamanında  oldukça  önemli  bir Yahudi  nüfusu  yaşarmış. Kraliçe  İsabel  Yahudileri İspanya’dan  kovunca,  bir  kısım  halk  Osmanlı topraklarına  gelirken,  bir  kısmı  Fas’a  yerleşmiş. Ancak  İsrail devleti kurulunca büyük bir çoğunluk İsrail’e  göç  etmiş.  Bu  gün  Fas’taki  Yahudi  nüfusu 3.000  civarındaymış.  Kültür,  Sanat  ve  Ekonomide bir  hayli  güçlü  olup  devlet  yönetimine  hizmetleri ile katkıda bulunuyorlarmış.   Başşehri  Rabat  olan  Fas  Anayasal  Monarşi  ile yönetiliyor.  Resmi  dili  Arapça  ve  Fransızca. 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 244 -

  

Bilindiği  gibi  Fas  bir  zamanlar  Fransız  sömürgesi idi.  2  Mart  1956’da  bağımsızlığını  ilan  etti.  Para birimi Dirhem  (8.DR=1.$). Fas’a  tüm dünya Maroc derken biz Türkler,  Fez  kentinden  esinlenerek bu ülkeye Fas demişiz.   

Gezimize  kaldığımız  yerden  devam  edelim. Yanımızda  Kokartlı  rehber  olmadığından  Sarayın içini  gezemedik.  Sarayı  ancak  dışındaki bahçesinden  görüp  resimlerini  çekebildik.  Saat 12.00’yi  bulmuştuk.  Marakeş’e  yol  almak  için aslında çok geç bile kalmıştık.   

Casablanca’dan çıkıp Marakeş’e varmamız yaklaşık 4  saat  sürmüştü.  Marakeş  (Kızıl  şehir) yolculuğumuzda  iki  mola  verip  birinde  yemek yedik diğerinde  ise Marakeş şehrini tepeden gören bir  yerde  fotoğraflar  çektik.  Yol  boyunca  zeytin ağaçları  vardı. Türkiye’de özellikle Ege’deki  zeytin ağaçlarımız  sayısı  80  milyon  iken,  Fas’ta  320 milyonmuş. Yollarda, bulvarlarda, bahçelerde hatta kapalı alan otellerin içindeki bile görebileceğiniz 20 ayrı  çeşidi  olan  palmiyelere  bayıldım.  Bazılarının meyvesi olan Hurma buranın nerdeyse milli yemişi. Şehre  giriş  yaptıktan  sonra  Yolda  bizi  bekleyen rehberimiz Mokhtar’ı alıp panoramik  şehir  turuna çıktık.  

İlk  olarak  adresini  yine  internetten  bulduğumuz sinagoga  gittik.  Sırf  burayı  yaşatmak  ve  ayakta tutabilmek  için,  Sukot  Bayramı  vesilesi  ile İsrael’den gelen aşırı dincilerin de ziyaret ettiği bir sinagogdu.  Etrafın  görüntüsü  hiç  güzel  değildi. Girdiğimiz  gibi  çıktık.  Buradan  Yves  Saint Laurent’ın anıt mezarı kabul edilen, bir dönem evi olarak  kullandığı,  20.yy  başında  ressam  Majorel tarafından oluşturulan botanik bahçeyi gezdik. Kuş sesleri içinde insana huzur veren bahçeyi gezerken çingene pembesi, nil yeşili gibi renklere isim olmuş sıfatlar  gibi,  burada  karşılaştığımız  mavi’ye  de Majorel  Mavisi  deniyormuş.  YSL  koleksiyonlarını hazırlamadan önce buraya gelir bu dingin ortamda konsantre  olup  kıyafetlerinin  çizimlerini hazırlarmış.   Buradan  çıkıp  dar  sokakları  ile  bizleri  yıllar öncesine  götüren  Medina’ya  ulaştığımızda,  uzun yıllar şehri yönetmiş Ba Ahmed’ in Bahia Sarayı ile Fas tarihinde önemli yeri olan Endülüs tarzı ahşap ve  mozaik  süslemeleri  izledik.  İspanyol  Moresk mimarisinin 800 yıllık örneği Koutoubia Minaresini gördük. Gezimiz  sırasında  kumaşçılar,  demirciler, deri  tabakhaneleri,  ahşap  ustaları  gibi  ülkede 

Page 123: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 245 -

  

mevcut  nice  el  sanatlarının  tüm  örnekleri  ile uğraşan insanlarla karşılaştık.   

 Gezimiz,  UNESCO’nun  Milli  Miraslar  Listesinde bulunan Afrika’nın en hareketli şehir meydanı olan Medina’nın eski şehrindeki Jma El Fna’da sonlandı. Milli  kıyafetleri  içinde  sucular,  yılan  oynatıcıları, dövmeciler, müzisyenlerin  gösterileri  ile  şenlenen bu  meydana  adeta  bir  “açık  hava  tiyatrosu” diyebiliriz. Ama  pislik  derseniz  diz  boyu.  Saat  7 olmuştu.  Otelimiz  beş  yıldızlı  Ryad  Mogador Menara’ya  vardık.  Amblemindeki  5  yıldıza bakmayın. Benim paramla 3 yıldız bile etmez. Ama ne yapalım ki acentemizin bir kazığı oldu bu. Son güne  kadar  Kenzi  Farah  oteline  ayırtacağını 

söylemesine  rağmen  son  gün  bu  otelde  yer kalmadığından  bu  otele  ayırttığını  söyledi. Otelin tek iyi tarafı, lokasyonu idi. Marakeş’in en işlek, en büyük  caddesi  VI.  Muhammet  bulvarındaydı. Gerçekten  bu  bakımdan  şanslıydık.  Cafeler, restaurantlarla dolu hareketli canlı bir bulvardı.  

 Check‐in  işleminden  sonra  Mizrahi  biraz dinlenmek için odasına çıktı, biz otelin karşısındaki bir  kafede  çikolata  ve  muzlu  krep  yiyip  kahve içerek  akşam  yemeğine  kadar  yorgunluk  attık. İstanbul’a  WhatsApp  ile  arkadaşlara,  çocuklara 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 246 -

  

mesajlar yolladık. Otele dönüp duş alıp üstümüzü değiştirdikten  sonra  otele  çok  yakın  olan  Opera Cafe’de  akşam  yemeğizi  yedik.  Mizrahi  her zamanki  gibi  kaşarlı  pizza  ısmarladı.  Biz  penne alarabiyata, Fas’ın meşhur milli  yemeği kuskus  ile salata ısmarladık. Kuskus çok ince irmikten yapılan pilav ya da bulgur gibi bir yemek. Faslılar onu içine et,  ya  da  tavuk  koyarak  yiyorlar.  Biz  vejetaryen ısmarladık. Kuskus üzerine patlıcan, kabak, havuç koyup  Tajin  dedikleri  bir  güveç  kabı  içinde pişiriyorlar. Keyifli bir yemek oldu. 

  

Fas’taki  3.  günümüzde  extra  aldığımız  tura  çıktık. Essaouira!. Yaklaşık 2 saat süren yolculuğumuzda yolda bir iki mola verip el işçiliği ile yapılan çanak, çömlek, lamba, ayna, atölyesini gezdik, El sanatları ile  öğünen  Faslı  ustalar  Alovera  ipliğinden  şallar, kumaşlar,  ucu  sivri  otantik  terlikleri  bizlerin beğenisine  sundular. Daha  sonra yine yol üstünde Fas’ın  meşhur  deve  kılından,  keçilerin  tiftik yününden yapılan el halılarının bulunduğu bir yeri gezdik.  Mizrahi’ler  sıkı  bir  pazarlık  sonrası  yeni evlerine güzel bir halı aldılar. Bir de en  ilginci, yol üstündeki  ağaçlıklı  bölgelerde  keçiler  ağaç dallarına  kuş  gibi  tüneyip  etrafı  izlemeleri  idi.  İlk başta  süs  için  koyulan  cansız  objeler  olduklarını sandık.  Şoförümüz  bunların  canlı  Berberi köylülerin  besledikleri  keçiler  olduklarını söyleyince  inip  fotoğraflarını çektik. Hatta bir keçi yavrusunu  kucağımıza  resim  çektirmemiz  için verdiler. Minicik  yavru keçiyi kucağıma  aldığımda torunum Lenny’nin kucağımdaki sıcaklığı gibi geldi bana. Çok keyiflendim.   Daha  sonra  yine  yol  üstünde,  bu  aralar  dünyada moda  olan  gıdadan  kozmetiğe  birçok  yerde kullanılan  Fas’ın  Badem  ağacı  meyvesinden üretilen  Argan  yağının  satıldığı  bir  kooperatife 

Page 124: zmir Türk Musevileri e-Haber Bülteni Revista Digital de ...xa.yimg.com/kq/groups/395020/2040881516/name/DIYALoG+031.pdf · İzmir Musevi Cemaati Vakfı Başkanlığını, ... düşünür

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 247 -

  

girdik.  Bu  konularda  ne  kadar  tecrübeli  de  olsak, ne  kadar  yok  almayacağım  da  desek,  turist psikolojisi ile tuzağa düşmemek mümkün olmuyor. Anlayacağınız 3‐5 biz de bir şeyler aldık.   Saat  13’e doğru eski bir Portekiz  limanı olan  tarihi sahil kenti Essaouira vardık. Acıkmıştık. Şoförümüz ve kapıda karşılayan garsonların güzel pazarlaması ile  deniz  kenarındaki  balık  lokantası  Fanatic’e girdik. Soğutulmuş beyaz şarap ve harika salatanın yanında  kalamarlı,  ıstakozlu,  dil  balıklı,  çipuralı güzel bir balık ziyafeti çektik. Yemek sonrası sahili yürüyerek  dolaşıp,  eski  şehire  kale  kapısından geçerek  girdik.  Restaurant,  kafe,  hediyelik  eşya satan  dükkanların  yanında  birkaç  otel  de  bu kalenin  içinde  gözümüze  çarptı.  Etrafı  seyrede seyrede  gezinirken  uygun  bulduğumuz  bir  cafede oturup  kahvelerimizi  içtik.  Şoförle randevulaştığımız  saatte  kale  kapısına  gelip aracımıza  binerek  Marakeşe  doğru  yola  çıktık. Yolda tek mola verip dondurma yedik. Saat 6.30’ da otele  vardık. Üstümüzü  değiştirmek  için  odamıza çıkarken asansörde elinde kitap ve kipa olan birini görünce  sordum.  “Sinagoga mı  gidiyorsun?  “Yok” dedi “Otelde yapacağız Arviti.” “Katılabilir miyim?” dedim. “Neden olmasın” dedi. Havuz yanındaki bir 

salondayız  gel”  dedi.  Aileleri  Fas’tan  göç  etmiş İsrailliler  Fas’a  tur düzenlemişler.  Şansıma  Shabat arvitini  minyan  ile  yapma  fırsatım  oldu.  Dua sonrası Shabat yemeği  için otelimize çok yakın bir Cafeyi  seçtik.  Hem  bahçede  açık  havada  yemek yiyecek hem de müzik dinleyecektik. Canlı müzik yapan  bir  piyanisti  vardı.  Biraz  Fransızca  biraz Arapça şarkılarla yemeğimizi daha da keyifle yedik. Yemek  sonrası  yol  üstündeki  diğer  birkaç  oteli gezdik.  Fikir  edindik.  Onları  görünce  bizim otelimizin  gerçekten  kötü  bir  seçim  olduğuna  bir kez daha karar verdik.   Cumartesi  gününü  free  gün  tespit  ettik.  Tura çıkmayacaktık.  Biraz  çevre  gezisi  yapıp  havuz başında  dinlenerek  geçirecektik  günü.  Kahvaltı sonrası geze geze yakınlardaki bir parka doğru yol alırken yanımıza uyanık bir şoför yanaştı. Çift katlı otobüs  gibi  bizi  gezdirebileceğini,  aynı  fiyatı alacağını  vs.  vs.  aklımızı  çelmeye  çalıştı.  Biraz  da başarılı oldu diyebiliriz. Çünkü günün bu saatinde parkın  sıcaktan  dolayı  pek  ilginç  bir  tur olmayacağını  falan  anlattı.  Bizi  bir  alış  veriş mağazasına  bıraktı.  Tahmin  ediyoruz  Hanut’unu (kapalı  çarşı ağzı  ile  turistleri götürdükleri  yerden alınan  komisyon)  mağazadan  almıştır.  Bir  de 

(031) Ocak –Şubat 2014 DIYALoG - 248 -

  

değişik  neler  görebiliriz  diye  bir  market  gezelim dedik.  Bizim  süpermarketlerden  pek  farkı  yoktu. Sadece  1‐2 paket kuskus aldık. Bir de otele havuza döneceğimizden  öğlen  için  atıştırmalık  bir  şeyler aldık. İki çeşit salam, Fransız peyniri, somon füme, cips,  kola  gibi. Otele  dönüp  havuz  başında  biraz güneşlenip  dinlendik.  Sonra  Mizrahi  odaya  çıkıp çilingir  soframızı  hazırladı.  Yemek  yiyip odalarımıza  çekildik.  Akşam  saat  sekizde şoförümüz  gelip  bizleri  aldı  ve  rezervasyonunu İstanbul’dan  yaptığımız  Chez  Ali  diye  Berberi kültürünü  tiyatral  bir  show  ile  yaşattıkları muazzam büyük bir restauranta götürdü. Adeta bir stadyum büyüklüğünde bir yer. Bizleri önce kapıda eli tüfekli Berberi kıyafetli atların üstünde 20 adam karşıladı.  Her  gelen  tabii  onlarla  resim çektiriyorlardı.  Daha  sonra  kale  gibi  bir  yerden içeri  girdik.  Gelenleri  avluda  müzisyenler,  dans edenler,  milli  kıyafetli  ve  yerel  gelin  kıyafetli insanlar  karşılıyorlardı.  Daha  sonra  da  yemek yenecek yere doğru sizi yönlendiriyorlardı. Burada da 6’lı 8’li  10’lu gruplar  size müzik ve dans  showu yapıyorlardı.  Yemekler malum  Berberi  gelenekleri tarzında. Etli çorba, salata, tandırda pişirilmiş kuzu incik,  kuskus  ve  meyve.  Biz  tabiî  ki  vejetaryen istedik. Kuskusumuz vejetaryen geldi. Kuzu yerine 

etsiz  türlü  geldi.  Ama  et  yiyen  arkadaşlar  kuzu incik’i çok beğendiler. Porsyonlar öylesine büyüktü ki  iki  kişilik  porsiyondan  belki  10  kişi  yiyebilirdi. Tabii  ki  yine  geleneksel  taji’de  geliyor  yemekler. Yemek  sırasında  dışarıda  gördüğümüz  dans  ve müzik grupları yanınıza gelip şarkılar söyleyip dans ettiler. Yemek sonrası dışarı çıkıp stadyum dediğim tribünlere  oturuyor  ve  kültürel  Berberi  Show’u izliyorsunuz.  Kapıda  bizleri  karşılayan  atlılar  stad alanı  içinde  yarış  yapıp  ellerindeki  silahlardaki kuru  sıkıyı  patlatıyorlardı. Derken  üç  atlı  gelip  at sırtında  akrobatik  hareketler  yaptılar. Daha  sonra bir uçan halı üzerinde Ali Baba gösteri yapıyordu. Berberi müziği  eşliğinde  bir  platformun  üzerinde bir  dansöz  oryantal  dans  ediyordu.  Anlayacağınız tam bir görsel şölen.    Saat  23.30’a doğru  gösteri bitti  ve  aracımıza binip 20 dakika süren bir yoldan sonra otelimize döndük. Pazar  sabahı  kahvaltı  sonrası  şoförümüz  bizi Marakeş’teki  otelden  alıp  hava  alanına  bıraktı. Duty  Free  Shop’u  küçük  ama  şirin  bir  havaalanı. Yeni  bir  kıta  ziyaret  etmenin,  yeni  bir  kültür tanımanın  ve  yeni  bir  bayrak  dikmenin  verdiği gurur ile İstanbul’a doğru havalandık.