Zigzag Zaman Gezmenleri

183
ZİG-ZAG ZAMAN GEZMENLERİ KAYNAK Hans von Äiberg Hazırlayan Metin KILIÇ [email protected] Mart 2011 Amacımız, HANİF kazanmaktır, onlara hangi milletten olursa olsun ulaşmaktır. Hans von AIBERG

description

* IŞINLANMA* BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİ* RÖLATİVİTE ve ZAMAN* OYUK DÜNYA* EVREN MODELLERİ

Transcript of Zigzag Zaman Gezmenleri

Page 1: Zigzag Zaman Gezmenleri

ZİG-ZAG

ZAMANGEZMENLERİ

KAYNAK

Hans von Äiberg

Hazırlayan

Metin KILIÇ[email protected]

Mart 2011

Amacımız, HANİF kazanmaktır, onlara hangi milletten olursa olsun ulaşmaktır.

Hans von AIBERG

Page 2: Zigzag Zaman Gezmenleri

ZIG-ZAĞ GROUP

ZAMAN GEZMENLERİ

TAKDİM

ESER HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ

İlimde şüpheci olma insanı hakikate götüren bir yoldur. Tabi ki bu şüphe septistlerin anladığı manada bir şüphecilik değildir. İnanmış insanlar olarak önümüze çıkan her düşünceyi Kur’an ve sünnet süzgecinden geçirip uyanları almalı uymayan kısımlarda ise daima temkinli hareket edilmelidir. Bu ister müspet ilim dediğimiz pozitif sahada isterse dini ilimler sahasında olsun fark etmemeli…

Yukarıdaki düşünce kafalarda mahfuz tutulmak kaydıyla pozitif ilimlerdeki bazı konulardaki açıklamalarla alakalı bölümlere değinebiliriz. Dünden bugüne pozitif ilimler sahasındaki doğrular daha önce teoriler halinde ortaya konuyor, daha sonra ise bu laboratuarlarda yapılan deneylerle ispatlanmaya çalışıyordu. Bir teori deneyler neticesinde doğruluğu oraya çıkarsa ilmi bir hakikat olarak kabul ediliyordu. Fakat zaman zaman pozitif ilimler sahasında dönen çeşitli oyunlar ya da pozitif ilmin birçok siyasi

Page 3: Zigzag Zaman Gezmenleri

kargaşaya alet edilmeye çalışılması ilmi doğrular hakkında da bir sürü şüpheyi akla getirmektedir. Darwin’in teorisinde bunun çok açık örnekleri görülmüş bulunmaktadır. Pozitif ilimlerdeki teorilerin birde zaman ve mekân boyutunu aşan âlemler hakkında fikirler ileri sürmesi ise tamamıyla başta da dediğimiz gibi şüpheyle karşılanmalıdır. Çünkü birçok hadise akılla zor kavranabilen noktada zuhur etmektedir. Zaten yapılan bütün incelemeler birer varsayımdan öteye geçmemektedir. Yıllarca birçok kanunun değişikliğe uğraması, fizik sahasındaki değişmeler bunların birer somut misali sayılmalıdır. Hatta batı kendini bazı konularda haklı çıkarmak için birçok şeyi tahrif etmiştir. Bunlardan biri de pozitif ilimlerin coğrafi keşiflerle başladığı yalanı idi. Bu tür yalanlar üzerine bina edilen pozitif ilimlere ait ortaya konulan ürünler elbette iyi bir süzgeçten geçirilmeli ve öylece takdim edilmelidir.

Elinizdeki eserde, birçok pozitif ilim adamının görüşlerinden meydana gelen bir sentezdir. İçinde doğrularla birlikte yanlışlarında olabileceği mülahazasını daima açık tutarak incelenmeye tabi tutulmalıdır. Zamanda ileri sürülen tezlerin birçoğu zamanın geçmesi ve müspet ilimlerdeki ilerlemelerle kendiliğinden çürütülmüş bulunmaktadır. İleri sürülen ilimlerin doğruluğu ancak deneyler neticesinde ortaya çıkacaktır ki, bunda da yukarıda izah etmeye çalıştığımız dikkatin gösterilmesi gerekmektedir.

Elinizdeki eser, insanın düşünce yapısını zorlayan kavram ve kuramlarla doludur. Belki de sahalara ait bilgileri az sahip olanlar birçok konuyu kavrayamayacaktır. Ama tefekküre doyamayan insanlar için zihni bir egzersiz ortamı meydana getirdiği aşikârdır. Eser okunurken bu hususlar göz önünde bulunursa daha faydalı olur kanaatindeyiz.

Yayınevimiz bu tür kitapları yayınlamaya devam edecektir. Bundan maksat pozitif ilimlerin sadece batıya mahsus olmadığını ortaya koymaktır. İlim bizim için ister pozitif, isterse manevi ilimler olsun aynı şeydir ve “İlim müminin kaybolmuş malıdır, nerede bulursa alsın” inancının bir yansımasıdır. Bizim ilim anlayışımızı bunun dışında mütalaa edenler ya da göstermeye çalışanlar bir kısım basireti kapalı ya da kötü zihniyetli kimselerdir.

“Bizim inancımızda fıtratın gayesi Allah (c.c.) tanımaktır. İlim ise buna götüren bir vasıtadır. Bu vasıtalığı yapmayan ilim faydasız ilimdir ve tıpkı eşeğin üzerindeki yükler gibidir.” Bu tür ilimden Allah (c.c.)’a sığınırız.

Eserde zamanın çeşitli boyutlarda incelenmesi, ışınlanma, rölativite, evrenin modelleri, Bermuda şeytan üçgeninin sırları, Zig-Zag öğretisi gibi konularda ilginç açıklamalar mevcuttur. Bunların yanında mevcut konularda fikir ileri sürenlerin hayatları da verilerek fikir ileri sürenlerin hayatları da verilerek esere ayrı bir zenginlik kazandırılmıştır. Evrenin sırlarına meraklı olanlar için iyi bir zihni gezinti yapabilecekleri bu eseri siz okuyucularımıza sunmakla biraz olsun katkımız olabilirse ne mutlu bize…

Âlem yayıncılık

Page 4: Zigzag Zaman Gezmenleri

İÇİNDEKİLER

* TAKDİM

* Kutsal metinlerde zaman

* Rölativite ve Zaman

* Zamanın yönü

* Zamanın Değişkenliği

* Evren Modelleri

* Kapak Evren

* Işınlanma

* Bermuda Şeytan Üçgeni

* Paul Brunton ve Işınlanma Deneyimi

* Hans Horbirger

* Horbiger ve Zamanlar

* Horbiger’e Göre Ateş ve Buz

* Dr. Heinz Fisher’in Denemeleri (Oyuk Dünya Öğretisi)

* Jorge Luis Öğretisi

* Dairesel Zaman

* Zig-Zag Öğretisi

* Georgi Ivanovich Gurdjieff

* Volf Messing

* İmmanuel Velikovski

* Dr. Kozirev ve Zaman

* Srinivisa Ramanujan Alyangar

* Karl Haushoffer, Horbiger Thule’nin Zamansal İşlevi

* Melki-Sedek

* Roger Boskoviç

* Michael Scot

* Paracelsus

* Hz. Musa

* Nostradamus

* ZAMAN GİZEMLERİ

* Zaman Boyutu

* Zaman Bilmecesi

* Boyut Olarak Zaman

Page 5: Zigzag Zaman Gezmenleri

* Zamanın Gecikmesi

* İkizler Çelişkisi

* Zamanın Tuzakları

* Cinlerin Zamanı

* Kur’an’da Zaman

* Senkronize Zaman

* Ekranize Zaman

* Zamanın Anatomisi

* Zaman-Aşırı Elçiler

* Hibernasyon Mağarası

* Zamanın Hakimi

* Zamanın Efendisi

* Zeminin-Dünyanın Efendisi

* Dünyanın Efendisi

* Kara Sancaklılar

* Darvakit

* Darvakit Enerjisi

* Devlerin Dünyası

* Kehf Dünyalar

* Oyuk Dünyalar

* Tam Gaz, Son Hız

* Sürvites Hız

* 7 Yer Fazları

* Uzay-Üstü-Uzay

* Zaman-Hız Bağıntısı

* Nedensellik Densizliği

* Nedensellik Açmazı

* Kur’an’da Zaman Yolculuğu

* Tarihe Yolculuk

* Ekminesis-Reencarnation

* Şu Bizim Uzaylılar (!)

* Tarih Değiştirilebilir mi?

* Sorular… Sorunlar… Sırlar

*KAYNAKÇA

Page 6: Zigzag Zaman Gezmenleri

ZAMAN GEZMENLERİ * IŞINLANMA

* BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİ * RÖLATİVİTE ve ZAMAN

* OYUK DÜNYA * EVREN MODELLERİ

Page 7: Zigzag Zaman Gezmenleri

KUTSAL METİNLERDE ZAMAN

Zaman; en eski kutsal metinlerden tutun da, folklorik öykülere kadar, Allah “başlangıç ve son” (kün ve hün) emri olarak tanımlanır. Bizim için, başlangıç ve son, zamanın geçişinden ötürü birbirinden ayrılmıştır. Zaman beşeri arızları olanlar için kâinatın anlaşılmasına vesile olması gayesiyle var olan şeylerdir. Zaman ve mekânın sonsuzluğu bizim için vardır. Allah’ın ezel ve ebed sıfatları arasında çöle atılmış bir halka mesabesinde olan zaman ve mekân bizim için sonsuzdur. Zaman ezelin başlangıcı ya da ebedin bitişi değildir. İtibaridir. Başlangıç ve sonun birlikte var oluşu bize hemen “yüksek bir mekân” fikrini vermektedir. Çünkü Zaman’ın kendisini bir boyut olarak ele alırsak, herhangi bir olayın ya da kimsenin başlangıcı ve sonu bu boyut içerisinde mevcut olmalıdır. Bir sopanın “başlangıcı” ile “sonu’nun üç boyutlu mekân içerisinde birlikte var oluşunu muhakkak ki anlayabiliyoruz. Bu, duygularımız için bilinen bir olgudur. Fakat zaman boyutu duyular için aşikâr değildir.

İlk insanlık döneminden bu yana ilahi ve beşeri dinlerde de Allah’ın varlığı ve zamanın göreceliği üzerine bilgiler verilmiştir.

Svetas Vatara Upanişad: 3/15

“Tanrı, gerçekte, tüm Evren’dir; olmuş olan, olmakta olan ve ötede olacak olandır…”

Candogya Upanişad: 3/14

“Tüm bu evren gerçekte Brahman’dır. O, her şeyin başlangıcı ve sonu ve yaşamıdır.”

Mısır Ölüler Kitabı:

“Ben, dün, bugün ve yarın’ım… Ona ait olandan yoksun olan tek gün bile yoktur… Şimdiki zaman. Benim açtığım yoldur.”

Hermetica, Asclepius:

“Ebediyet zaman içerisine girer ve tüm hareketler zaman içerisinde yer alır… Ebediyet zamanın şartları ile sınırlandırılmamıştır ve zamanda devreler halinde yenilenmesi sayesinde ebedidir.”

Eski Ahit: Vaiz-3/15

“Var olan eskidendir; ve olacak olan eskiden olmuştur; ve Allah geçmiş olanı gene arıyor.”

Page 8: Zigzag Zaman Gezmenleri

Eski Ahit: Vaiz-48/3

“Önceki şeyleri eski zamandan beri bildirdim; evet, ağzımdan çıktılar ve onları işittirdim, onları ansızın yaptım ve vaki oldular.”

Eski Ahit: İşaya-46/10

“Sonu başlangıçtan ve henüz olmayan şeyleri geçmişten bildiren”

Eski Ahit: İşaya-41/4

“Ben, Rab. Birinci ve sonuncularla beraber. Ben O’yum.”

Eski Ahit: Mezmurlar-90/40

“Çünkü senin gözünde bin yıl, geçen dünkü gün ve bir gece nöbeti gibidir.”

Kur’an-ı Kerim: 54/50 (Kamer)

“Ve bizim emrimiz birdir, ancak bir göz kırpması gibi tezdir.

Kur’an-ı Kerim: 22/47 (Hac)

“… Rabbinin katından bir gün, sizinle saydıklarınızdan bin yıl gibidir.”

Kur’an-ı Kerim: 6/73

“Gökleri ve yeri hak ile yaratan. O “OL” dediğinde gün o da oluverir. O’nun sözü haktır. Sura üflendiği günde mülk O’nundur. Görülmeyeni de, görüleni de bilen hikmet sahibi O’dur. Her şeyden haberdar da O’dur.”

Bütün bu bilgilerden de anlaşılacağı üzere varoluş ve zaman konusundaki problemlerimizin anahtarı bizlere verilmektedir. Fakat bu bilgileri kullanmak için yeterli birikimi yapmamış olmamız bizi anlamsız tartışmalara itmektedir.

Ünlü, dinler araştırmacısı Meister Echart (?/260-1327/?) zaman ve mekân mertebesi hakkında şöyle der:

“Birinci gün ile sonuncusu, her ikisi birden, oradaki (Allah’ın katında) şimdiki anda oluşmaktadır.”

Aynı şekilde kutsal yazılarda son derece ilginç bazı cümlelerle ve ifadelere rastlarız. Yeni Ahit’te Allah’ın “çağları” (aeon) yarattığına dair bir ifade geçmektedir.

Apociypha’nın II. Esdias kitabında şu ifade yer alır. “Praeparatum est futurum tempus” yani “gelecek zaman hazırlanmıştır.” Aynı kaynağın bir başka bölümünde “zaman’ın bütün bölümleri içinde” yaratılışını ima eden şöyle bir cümleye rastlanır: Çünkü, ebedi

Page 9: Zigzag Zaman Gezmenleri

çağları içerisinde, şimdi var olanlar için hazırlık yaptığım bir zaman vardı.” (9/18)

“Enoch’un kitabı”nın İslav diliyle yazılmış versiyonunda, tüm beşeriyetin (bizim görüş şeklimize göre) zaman içerisinde birbirini ard arda izleyerek var olan tüm kişilerin hali hazırda yaratılmış oldukları söylenmektedir: “Her ruh, dünyanın varoluşundan önce ebedi olarak yaratılmıştı.”

Ünlü İngiliz şair ve din adamı William Blake (1757-1827)’de dünyayı bu şekilde görürdü: Altı bin yıllık süreler dâhilinde, zamanın tüm noktaları üzerinde kendi kendini inşa eden ya da yıkan bir dünya. Blake’e göre “Dünya” bir küre değildir. “Duyularımızın algılama hızı” öyle görünmesine yol açar. Evren muazzam mesafelerle birbirinden ayrılmış bir takım noktalar demektir.

Zamanla ilgili bu olağan üstü fikirleri kavramak son derece zordur. Zaman’ın bir bölümü yerine, zamanın tüm bölümlerini kapsayan bir var oluş düşünmemiz gerekir. Bizim için ise yüzlerce yıl geçmişte yer alan bir şeyin, başka varlıklar için yüzlerce yıl sonra, gelecekte yer alabileceğine inanmak imkânsız gibi görünmektedir. Böyle bir görüş, bizim “olmuş”, “olmakta” ve “olacak”larımızın rölatif oldukları anlamına gelir. Mutlak bir geçmiş ve gelecek yoktur. “Allah için zaman yoktur.” Her şey “şimdiki zamandır.” Bu engin şimdiki dünyada değil de, “yaşayan” tarihin bir bölümünde yaşamaktayız. Upanişadlar’ın birinde, Brahma, “günler, aylar, mevsimler, yıllar ve çağlar ve tüm yaratıkları yöneten yıkılmaz zaman çarkı” ile çevrelenmiş bir halde tasvir edilir.

Sebastian Franck (XVI. Yüzyıl) tüm beşerlerin gerçek yaratılışının “zaman-dışı” olduğunu söyler. Allah, zaman-dışı (yani, zamanın dışında) olduğuna göre, her şeyi zamandışı bir biçimde yaratır: “O, tüm yaşamımızı, şimdiki zaman gibi inceler.” Sebastian Franck’a göre, zaman-dışı düzeni beşeri aklımızla idrak etmemize imkân yoktur. Ancak, bizlerde mevcut bulunan, aklımızın yukarısında yer alan ve “gayr-i beşeri” adını verdiği bir prensibin mevcudiyetinden bahsetmektedir. Bu prensip, olağan anlayışımıza yani mantığımıza tamamen ters düştüğü ve zamandışı düzeni idrak edebildiği için “Gayr-i beşeri”dir. Bununla “yüksek bir bilinçlilik seviyesi”ne sahip olmakla bir bağlantı kurabiliriz.

Bütün bu görüşler, aynı hususa, “yüksek mekânlardaki bir başka varoluş biçimi”ne değinmektedir. Yüksek mekânlar zaman dışıdır. Olağan bilincimiz, yüksek mekânlardaki komple gerçeğin sadece küçücük bir bölümüne dokunur. Bu, aynen, çevresindeki manzaranın sadece belirli bir kısmını yansıtan ve zahiri olarak harekete geçiren bir döner aynaya benzer. Duyularımızın algılanma hızı “zaman”ı harekete geçirir ve zaman da “geçen zaman” haline gelir. Yüksek mekânlar zaman haline gelir.

Eğer zamanın bir anında durabilseydik, her şey olduğu gibi kalacaktı. Hiçbir şey hareket etmeyecekti. Bu tür anların bilinçli olarak deneyimlendiğini görüyoruz. Olağan zaman bilincimiz dahi hep aynı mertebede kalmaz. Nitekim “Apokrifal Yeni Ahit”te (The Apocrypal New Testament) şimdiki anın genişlediği ve ebediyen mevcutmuş gibi hissedildiği bir “zaman durması” tarifine rastlamaktayız.

“Şimdi ben, Yusuf, yürüyordum ve yürümedim. Ve havaya baktım ve havayı gördüğümde hayretler içerisinde kaldım. Ve göğün direğine baktım ve durduğunu ve gökteki kuşların hareket etmediğini gördüm. Ve yere baktım ve hazırlanmış bir tabak ve yanında işçiler

Page 10: Zigzag Zaman Gezmenleri

gördüm ve elleri tabağın içindeydi; ve yemeğini çiğneyenler çiğnemiyordu ve yemeği tabaktan alanlar almıyordu ve ağızlarına götürenler görünmüyordu, fakat hepsinin de yüzü yukarıya doğru dönüktü. Güdülmekte olan koyunlar gördüm ve ilerlemeyip duruyorlardı; ve çoban, değneğiyle koyunlara vurmak için elini kaldırmış ve eli yukarıda kalmıştı. Ve ırmağın akışına baktım ve çocukların suya uzanan ağızlarını gördüm ve içmiyorlardı. Ve birden her şey yoluna devam etti.

Bu “zamansız süre”dir. Burada, beşeri anlarımızdan birini bir sonraki an izlemez. Bilinç bir andan ötekine adımını atmayıp, ebedi zamanın parçasında durur.

Bizim beşeri anımız belirli bir “zaman ölçüsü”dür. Dolayısıyla bizimkinden daha değişik bir ölçüde sözkonusu olabilir. Dünyanın tüm tarihi belirli bir varlığa “bir an” gibi gelebilir. Meister Eckhart şöyle der: “… Eğer bir kimse, son altı bin yılın ve dünya sona erene kadar ki geleceğin zamanını ve tüm olaylarını toplayacak bilgiye ve güce sahip olsaydı, bütün bunları ‘TEK BİR ŞİMDİKİ AN’ halinde toplaması ile zamanın bütünlüğünü verecekti.”

Ünlü parapsikolog ve Zig-Zag Group üyesi P.D. Ouspensky (1878-1947), “Evrenin Yeni bir Modeli” adlı kitabının 10. bölümünde, tekdüze bir dünya görmediğimizi iddia etmektedir. Ouspensky, bazı durumlarda, objelerin “zaman uzunlukları”nı gördüğümüzü vurgulamaktadır. Kitabında zaman konusunu şöyle anlatmaktadır:

“Zaman mevcut değildir! Fenomenlerin daimi ve ebedi ortaya çıkış ve ortadan kayboluşları, hiç durmadan akan ‘sürekli ortaya çıkan ve sürekli yok olan olaylar çeşmesi’ diye bir şey yoktur. Her şey hep mevcuttur. Sadece tek bir ebedi şimdiki zaman. Ebedi şimdi (Eternal Now) vardır, ki zayıf ve sınırlı olan beşeri zihin bunu hiçbir zaman kavrayamaza ve tasavvur edemez. Ancak, ebedi şimdi fikri hiçbir şekilde, her şeyin soğuk ve acımasız bir şekilde önceden belirlenmesi, kesin ve yanılmaz bir önce varoluş fikri değildir. Her şeyin hali hazırda mevcut olması, uzak geleceğin mevcut olması halinde… yaşam, hareket, gelişim, evrim yok demek çok yanlış olur.”

Ouspensky için, “gerçek dünya” bir sonsuz ihtimaller dünyasıdır. “Zihnimiz ihtimallerin gelişimini hep tek bir yönde izler. Fakat aslında, her bir an, çok sayıda ihtimali kapsar. Bunların hepsi de gerçekleşir. Ama biz bunu göremeyiz ve bilemeyiz. Ancak şimdi ki anın, bir sonraki anın ve böylece tüm anların ihtimallerinin gerçekleşmesini tahayyül etmeye çalıştığımız takdirde dünyanın sonsuz bir şekilde büyüdüğünü, ardı arkası kesilmeden kendisini çoğalttığını ve ölçülemez derecede zengin bir hale geldiğini ve o ana kadar düşündüğümüz yavan ve sınırlı dünyaya hiç benzemediğini hissedeceğiz.

Bu sonsuz çeşitliliği tahayyül ettiğimiz anda sonsuzluğun ‘tadına’ varacak ve zaman sorununa dünyasal ölçülerle yaklaşmanın ne kadar yetersiz ve imkânsız olduğunu anlayacağız. Her bir an ortaya çıkan tüm ihtimallerin gerçekleşmesi için, bütün yönler de yol alan sonsuz bir zaman zenginliğinin gerekli olduğunu anlayacağız. Dünyanın öylesine sınırsız bir şekilde geniş olduğunu hissedeceğiz ki, içinde herhangi bir sınırlamanın yer alabileceğine, içerdiği herhangi bir şeyin bulunabileceğine dair bir düşünce bize saçma gelecektir.

Ouspensky, ebediyet ile, zaman’ın ikinci bir boyutu dediğimiz “beşinci” bir boyut arasında bir bağlantı kurar. Evreni, en yüce haliyle ”altı” boyutlu olarak gören

Page 11: Zigzag Zaman Gezmenleri

Ouspensky’ye göre, Evren’in bu düzeyde üç mekân boyutunun yanı sıra bir de “üç zaman boyutu” vardır. Bir dizi ihtimalin gerçekleşme çizgisi “zamandaki bir çizgidir.” Bu durumda bir düzey çizgi için sonsuzluktur, çünkü bu düzey sonsuz sayı da çizgiyi içerebilir:

“Bildiğimiz, mevcut olarak tanıdığımız her şey, dördüncü boyutun ancak bir çizgisi üzerinde yer alır. Dördüncü boyutun bu çizgisi, bizim var oluş kesitimizin tarihi zamanıdır. Bildiğimiz, hissettiğimiz ve tanıdığımız tek zaman budur. Ancak biz farkında olmasak da, bizimkine hem “paralel” hem de “dikey” olan öteki zamanların mevcudiyetine dair hisler sürekli olarak bilincimize girer. Bu ‘paralel zamanlar’ın tamamen bizlerin zamanını andırmalarına ve önce-şimdinin sonradan oluşmalarına rağmen; ‘dikey zamanlar’ sadece ‘şimdiki zaman’dan ibarettir. Zamanın paralel çizgileri bir dokumadaki çözgü’yü (warp) temsil ederken, dikey zamanlar da, paralel zamanlarla aralarındaki ilişki açısından, bu dokumanın ‘atkısı’nı, çapraz ipliklerini oluştururlar.”

İhtimallerin; zamanın her anında nasıl her yönde dal saldıklarını anlayabilmek için bir “altıncı boyut” yani üçüncü bir zaman boyutu eklemek zorunludur. Böylece, zaman ”bilinen mekânımızın üzerindeki bir üç boyutlu mekân” haline gelir. Mekân içerisinde algıladığımız her obje, mekân içerisindeki gözle görülür haldeki uzantısının dışında bir de zaman’ın üç boyutu içerisinde uzanmaktadır. Bazı şeylerin “zaman-bedenleri”ni örneğin, atom-altı partikülleri “mücessem madde” halinde görmemiz söz konusudur. Her şeyin komple biçimi altı boyutludur. “Zaman çizgilerinin biri üzerinde yaşar, düşür ve varlığımızı sürdürürüz. Fakat zamanın ikinci ve üçüncü boyutları, yani bu çizginin üzerinde yer aldığı yüzey ile bu yüzeyi içeren mücessem cisim her an yaşamımıza ve bilincimize girer ve bizlere ait zamanı etkilerler… Her bir anın içerdiği tüm ihtimallerin çizgilerince oluşturulan ‘mücessem zaman-cismi’ni tahayyül ettiğimizde şunu da unutmamalıyız ki, (bizim evrenimiz’de) bunların ötesinde hiçbir şey olamaz. Sonsuz evren’in sınırlılığı sözüyle anlatılmak istenen de budur.”

Böylece, Ouspensky’nin bakış açısına göre komple “zaman-mekân”; üç mekân boyutu ile üç zaman boyutunu bir bütün halinde içeren ‘her şeyin her yerde ve her zaman var olduğu’ altı boyutlu bir “yüksek mekân” ya da tüm ihtimallerin gerçekleşme mekânıdır.

RÖLATİVİTE ve ZAMAN

Aynı olayı iki kişinin gözlediğini düşünelim. Bu iki gözlemcinin elde ettiği sonuçlar asla yüzde yüz aynı olamaz. Her gözlemci objeyi farklı açı ve mekânlardan inceler. Ayrıca gözlemlere kişisel duygu ve düşüncelerin karışması da mümkündür. Özetle ne kadar gözlemci bulunursa, o kadar gözlem sonucu doğar. İnsanoğlu dış âlemleri ancak duyu organlarının algılayabildiği kadar tanır, insanoğlu âlemleri algılamada her zaman yetersiz kalmaktadır. Yani, duyu organlarımız dış âlemden gelen tesirlerin ancak belli bir bölümünü alır ve çoğu zamanda onu olduğundan başka bir şekilde değerlendirerek yanılır. Bu durumda evrende göremediğimiz ve hissedemediğimiz binlerce yasadan

Page 12: Zigzag Zaman Gezmenleri

bahsedebiliriz... Einstein'ın zaman konusunda yaptığı araştırmalar duyu organlarımızın yetersizliğinin bir ispatıdır. Newton, "Principia" adlı kitabında şöyle diyor: "Mutlak mekân, tabiatı icabı, dış hiçbir şeyle ilgili olmaksızın her zaman aynı ve hareketsiz kalır. Benzer şekilde olmak üzere mutlak, lineer ve matematiksel zaman, kendisi ve tabiatı icabı, dış hiçbir şeyle ilgili olmaksızın eşit şekilde ilerler."

Bilim tarihi mekân ve zaman hakkındaki bu klasik fikirlerin doğruluğuna uzun süre inanmıştır. Bu bir Alman Yahudi’si olan Einstein'ın ortaya çıkıp eski anlayışları bir kenara fırlatıp yeni bir yol göstermesine kadar sürdü, insanlığın en büyük hatası da zamanı mutlak yani kendi kendine yeterli, hiçbir şart altında değişmeyen, parçaları ayrılmayan olarak kabul etmesidir. Böylece zaman harekete bağlı olmayan mutlak bir kavram olduğu inancına saplanmışız. Evrende belli bir noktada asılı hayali bir saat kabul edip, herkesin, her farklı hız sisteminin, her gezegenin, saatlerini bu referans saate göre ayar edebileceğini düşünmüşüz. Bu büyük bir yanlış! Hızlı hareket sistemlerinde, geçen zamanın duran gözlemciye göre yavaşladığını öğrenmek tabii ki şaşırtıcı olmuştur.

Benzer lineer mantıkla, uzunluk için de düşüncelerimiz ancak dünya şartlarına göre kıymet taşımaktadır. Yani bir şeyi gene kendisiyle tarif etmiş oluyoruz. Einstein bu konuda şok meydana getiren gerçekleri ortaya çıkarmıştır. Oysa uzunluk mutlak değildir, yani bir sistem içerisinde hareket eden bir cismin boyu hareket istikametine göre kısalır.

Rölâtivist Hızlarda Oluşan Zaman Açılması:

Hareket eden sistemlerdeki zaman hızının azalması, yıldızlar arası gezilerde pek ilginç sonuçlar ortaya çıkarır. Diyelim ki, güneş sistemimizden 8.8 ışık yılı uzakta olan Sirius yıldızının bir uydusunu ziyaret etmeyi tasarladınız ve bunun için ışık hızı ile hareket edebilen bir roket kullanıyorsunuz. Sirius yıldızına gidiş gelişin 17.6 yıl süreceğini düşünmeniz doğaldır. Bu nedenle çok fazla yiyecek maddesi almayı tasarlayacaksınız.

Ama çok yiyecek almaya hiç gerek yoktur.

Gerçekten ışık hızının %99.999999999'u bir hızla hareket edebilirseniz saatiniz, kalbiniz, sindirim sisteminiz ve ruhsal gelişiminiz 70.000 faktörü kadar yavaşlayacak ve dünya küresinden Sirius'a ve oradan tekrar dünyaya dönmek için gerekli olan 17.6 yıllık zaman size ancak birkaç saatmiş gibi gelecektir. Fakat yakınlarınız sizden ümitlerini kesmiş 6570 defa yemek yemiş olacaklardır. Işık hızına yakın bir hızla yaptığınız bu yolculuk size bir gün gibi gözükecektir.

Zaman geçişinin hareket hızına bağlı olması demek olan "zaman açılması" (time dilation) her ne kadar büyük hızlarda belirgin bir sonuç göstermekteyse de, gene her hız için söz konusu olan ayrı bir zaman açılması ortaya çıkmaktadır.

Yapma yer uyduları izafi olarak hareket eden araçlardır. Yer yörünge hızları ortalama 8 km./sn. Dolaylarındadır. Işık hızıyla karşılaştırıldığında küçük bir hız olarak kalmaktadır. Buna rağmen küçük bir değer bulunabilir. Sovyet bilim adamı V. Ginsburg, çok doğru bir saatin yapay yer uydularına yerleştirilerek ölçümleri ile karşılaştırılmasını önerdi. Önceden tahmin edilen, saniyenin l/100’ü kadar olarak ortaya çıkan fark, özel rölativite

Page 13: Zigzag Zaman Gezmenleri

teorisinin doğrulanması açısından önemli bir deneydi.

Zamanın mutlak olmadığını doğrulayan birçok deneyler yapılmıştır. Atomik partiküller, büyük hızla seyrettiklerinde, duran gözlemciye, daha düşük hızlarda seyrettikleri zamana nazaran daha yavaş bozunuyormuş gibi gözükürler. Bir başka örnek olarak da ayrı iki yöne uçak örneğini verebiliriz. Bu deney sırasında, son derece dakik iki saat, ayrı ayrı, iki saat, ayrı ayrı, iki klâsik uçağın içine yerleştirilmiştir. Bir uçak dünyanın çevresinde doğudan batıya doğru uçarken diğeri bu uçuşu batıdan doğuya doğru yapmıştır. Hareket noktasına vardıklarında görülmüştür ki, bu iki saat farklı zamanları göstermektedir. Saatlerden birinin ötekine göre saniyenin milyarda biri kadar yavaşlatmıştır. İşte zaman, mekâna ve hıza göre rölatiftir. Standart zaman diye bir şeyden söz meyiz. Herkes kendi içsel zamanını kendisiyle birlikte taşır.

Zaman açılması:

Atomaltı partiküllerin bir özelliği de, ışık hızına yakın bir hızla hareket etmeleridir. Partiküller bu kritik hız sınırına yaklaştığı zaman, rölâtivist tesir önemli bir rol oynamaya başlar. Çeşitli şekillerde etken olan rölâtivist tesir, partiküllerin ışık hızına yaklaşmaları halinde söz konusu olan hız ve zaman ilişkisinin paradoks gözleminde belirir.

Kozmik ışınlar, farklı türde partiküllerin düzenli sağanakları halinde, dünyayı bombardıman ederler. Bileşimine, çok yüksek frekanslı gama ışınımları ile birlikte, pozitif ve negatif elektronlar, protonlar, nötronlar, kütleleri elektron ve protonların kütleleri arasında veya protonlarınkinden yüksek olan çeşitli temel partiküllerin girdiği giderek anlaşılan kozmik ışınlar, atmosfere daldıkları zaman, hava moleküllerine çarparak çeşitli çekirdek reaksiyonlarına neden olurlar.

Bu çarpışmalarda, diğerleri ile birlikte mezonlar ve hiperonlar adı verilen partiküller oluşturulur. Bunlar kararsız partiküllerdir; çok kısa bir süre içinde diğer temel partiküllere bozunurlar. "Ortanca" anlamına gelen mezonlar’dan doğan müonlar'ın yarı ömürleri büyük bir doğrulukla ölçülmektedir ve çok kısa olan bu yarı ömürleri ile, meydana geldikleri yüksek atmosfer katmanlarından çok uzaklara yolculuk etmeleri mümkün değildir. Sükûnet halinde saniyenin milyonda biri gibi bir zamanda bozunurlar.

Bu kısa yaşam süresi ile ışık hızında gitseler bile ancak bir kaç yüz metre gitmeleri gereken müonlar'ın, yüksek atmosfer katmanlarından yeryüzüne kadar ulaşabilmelerinden anlaşılıyor ki, ışık hızına yakın hızlarda, zaman, müonlar için yavaşlamaktadır. Böyle bir partikül ile seyahat eden saat ne fazla ve ne eksik gösterir. Partikülün ömrü ne ise tam onu gösterecektir.

Zaman geçişinin hareket hızına bağımlılığı olarak bilinen zaman açılması olgusuna göre, müon'un kendi zamanı, yeryüzündeki ölçü saatine nazaran daha ağır ilerliyor gözükür. Yeryüzündeki saatte ise daha uzun bir zaman geçmiş görünür ve partikül uzun bir yol kat eder. Buradan da anlaşılıyor ki, ışık hızına yakın hızlarda, zaman bu partiküller için yavaşlamaktadır.

Direnç gösteren bir ortamda hareket eden bir cismin büzüldüğünü kabul ederiz. Örneğin,

Page 14: Zigzag Zaman Gezmenleri

gölde yarışan bir motor-bot, arkasındaki sürücü kuvvetiyle baş tarafında direnç gösteren suyun etkisi arasında sıkışmaktadır. Fakat bu mekanik büzülmenin miktarı, motor-botun yapılmış olduğu maddenin cins ve sertliğine bağlıdır.

Çelik bir kayık, tahta bir kayığa nazaran daha az sıkışır. Einstein bu konuya şöyle değinir:

"Burada uzayın kendisinin büzülmesi ile ilgiliyiz ve hareket eden bütün cisimler büzülmüş olan bu uzay içine gömülü olduktan için, aynı yolda, aynı miktarda büzülmüşlerdir."

Uzayı, içinde çeşitli cisimlerin sınırları çizili olarak bulundukları elastik jelâtin özelliği gibi bir özelliğe sahip olduğunu farz edelim. Eğer uzay (burada jelâtin) sıkıştırılmak, döndürülmek ve çekilmek suretiyle şekil değiştirirse içinde gömülü bulunan bütün cisimlerin şekilleri de aynı yolla otomatik olarak değiştirilmelidir. Fakat uzayın bu şekil değiştirmeleri ile meydana gelen, cisimlerin şekil değiştirmelerini, dış güçler etkisiyle cisimlerin içinde meydana gelen iç gerilme ve iç eğilme tarzındaki değişmelerden ayırt edilmelidir.

Fiziğin prensiplerini anlayabilmek için gerçekte pek önemli olan 'uzayın büzülmesi olayı' günlük yaşamda hiç de fark edilmeden geçip gitmektedir. Çünkü günlük gözlemlerimize etki eden en büyük hızlar, ışık hızı ile karşılaştırıldığında dikkate alınmayacak kadar küçüktür. Sözgelimi, 80 km. hızla giden bir otomobil, tampondan tampona ölçüldüğünde bir atom çekirdeğinin çapı kadar küçülür ve bir jet uçağı saatte 100 km. hızla uçtuğunda bir atomun çapı kadar boyutta küçülür ve boyu 100 metre olan ve saatte 40.000 km. hızla giden bir yıldızlararası roketin boyu ise bir milimetrenin yüzde biri kadar küçülür. %50 ışık hızı ile giden bir otonun boyu, %14 kısalacaktır. %90 ışık hızı ile giden bir jetin boyu, %45 kısalacaktır ve %99 ışık hızı ile giden bir roketin boyu ise, %86 kısalacaktır.

Rölâtivist hızlarda, kısalma faktörü:

Objelerin uzunlukları rölâtivist hızlarda hareket ederek yanımızdan geçtikleri takdirde kısalıyor gibi görünürler. Örneğin; Dünya üzerinde 175 cm. uzunluğunda olan bir kimse, büyük bir hızla yol alan bir uzay aracının içinde hâlâ 175 cm. gelecektir. Çünkü hem bu kişi ve hem de elindeki cetvel sürekli aynı hızda hareket eden tek bir referans sisteminin parçalarıdır. Fakat astronot ve cetveli, Dünya üzerindeki gözlemciye kısalmış gibi görünecektir. .Ancak sadece ışık hızına yakın hızlarda belirgin bir hal alır. Uzay aracı ışık hızına yaklaştıkça ne olacağı sorusu oldukça ilgi çekicidir. Einstein'ın teorisine göre, araçtaki objeler ile aracın kendisi kısalmaya devam ederek sıfıra yaklaşacaktır. (Bkz. Şekil:1)

Page 15: Zigzag Zaman Gezmenleri

ŞEKİL: 1

Objeler, hızları arttıkça büzülürler.(a) Hız=0 (b) Hız=l,5 x 1010 cm./sn.

(c)Hız=2,25 x 1010 cm./sn. (d) Hız=2,04 x 1010 cm./sn.

e) Hız=Işık Hızı

Rölâtivist hızlarda küçülen roketler:

Yıldızlararası iki roket içinde bulunan iki kişi, her iki rokette çok yüksek hızlarda yol alırlarken birbirlerine rastlarlarsa, her bir roketteki astronot kendi bulundukları rokette bir kısalmışlık fark etmemelerine rağmen yan pencereden görünen diğer roketi önemli bir miktarda kısalmış olarak göreceklerdir. Öte yandan bu durumda, hangi roketin gerçek kısalmış olduğunu tartışmak faydasızdır. Çünkü roketlerden her biri diğer roketteki astronotun görüşüne göre kısalmış olacak, fakat her roket kendi astronotuna göre kısalmamış görünecektir. (Bkz. Sekil: 2)

Page 16: Zigzag Zaman Gezmenleri

ŞEKİL: 2

Uzunluğun büzülmesi sadece gidiş yönünde oluşur. Hızı '0' olan bir rokete göre hızı 'ışık hızına yakın' olan bir roketteki astronot, roket içindeki duruş şekline göre:

(a) Enine büzülür (incelir),

(b) Boyuna büzülür (kısalır).

Rölâtivist hızlarda, obje ve zaman büzülmesi:

Hareketli bir sistem içinde bulunan bir saat, hareketsiz bir sistem içinde bulunan bir saatten farklı bir hızda çalışır. Hareketli bir sistem içindeki bir ölçü çubuğunun boyu hareket yönünde küçülür. Bu ilginç değişiklikler saatin veya çubuğun kendi özelliklerinden ötürü değildir. Buradaki saat bir sarkaçlı saat, yaylı bir saat veya kum saati olabilir. Ölçü çubuğu ise tahta bir cetvel, bir metrelik metal bir çubuk herhangi bir uzunlukta bir kablo olabilir.

Bu olayda, hareketli sistem içindeki saatin ıslaması ve çubuğun kısalması mekanik olaylar değildir. Ne var ki, aynı hareketli sistem içinde olup da saati ve çubuğu gören bir işi onların kısaldıklarını anlayamaz ve ayrıca kendisi de gidiş yönündeki duruma göre enine veya boyuna aynı oranda küçülmektedir. Fakat hareketli sisteme göre hareketsiz bir sistemde bulunan bir gözlemci, hareketli sistem içindeki saatin, kendi yarındaki saate göre

Page 17: Zigzag Zaman Gezmenleri

yavaşladığını ve yine hareketli sistem içindeki ölçü çubuğunun, kendi yanındaki ölçü çubuğuna göre küçüldüğünü görecektir. (Bkz. Şekil: 3)

Bu durumda hareketli saatlerin ve ölçü çubuklarının bu davranışı, ışığın değişmez hızını belirler ve niçin bütün sistemlerdeki bütün gözlemcilerin, hareket durumları ne olursa olsun, ışığın araçlarına aynı hızla gelip, aynı ayrıldığını gördüklerini açıklar. Çünkü kendi hızları ışık hızına yaklaştıkça saatleri yavaşlar, ölçü çubukları kısalır ve bütün ölçü sonuçları daha hareketsiz bir gözlemcinin elde ettiği gözlemsel değerlere eşit olur.

Lorentz dönüşümü, bu azalmaları yöneten kanunları tanımlar. Bu kanunlar çok basittir. Hız ne kadar büyürse, zaman azalması ve objelerin büzülmesi o kadar çok olur. Işık hızının %90'ı kadar bir hızla hareket eden ölçü çubuğu, yarı uzunluğuna iner. Bu hızdan sonra azalma derecesi artar ve çubuk ışık hızına erişebilirse tümüyle yok olur. Aynı şekilde, ışık hızında giden bir saat tümüyle dururdu. Tüm bunlardan, ne türlü güçler kullanılırsa kullanılsın, hiçbir şeyin hızından daha hızlı gidemeyeceği sonucu çıkar. Bu durum temel bir evrensel yasayı ortaya çıkarmaktadır. "Işık hızı evrendeki en yüksek ve sınır hızıdır."

ŞEKİL: 3

Zaman ve uzaklık, hareket ile değişikliğe uğrar.

(a) Sabit haldeki saat ve cetvel.

(b) Sabit haldeki referans sistemine göre hareket halinde olan referans sistemindeki saat daralır ve yavaşlar, cetvel de kısalır.

ZAMANIN YÖNÜ

Soyut boyut, zaman, tersinmez dört kuvvetin en önemlisidir: Bunlar tek yönlü gravitation, tersinmez termik dengelenme, evreni açan-yayan tek yanlı ivme ve zaman okudur. Kısaca bunlara BH(1) kuvveti (Gravitation), WH2) kuvveti (Evreni açan Levitation) zaman kuvveti

Page 18: Zigzag Zaman Gezmenleri

(mutlak sıcak-soğuk) Minimax kuvveti kısaca: BH, WH, Timex(3), Minimax bir birleşik alandan doğmalıdır. Bu alanda, bilinen dört kuvvet (Gravitation, güçlü-zayıf ve elektro-manyetik kuvvetler) alanıyla ilişkilendirilebilir ve temel bileşik alanlar; tüm simetrileri (Tardyum-Tachyon vb.) içeren "Ether" oluverir.

(1)BH: Black Hole (Karadelik)

(2)WH: Worm Hole (Kurtçuk Deliği)

(3)Timex: Zaman

Burada çekim kuvveti "ortak" olup 7 kuvvete indirgenebilir. BH, WH, Timex, Minimax kuvvetler ise aynı tek dinamizmin sonucudur: Heterojensizlik kuvveti ile homojensizlik kuvveti evreni genişleten ve büzen kuvvetlerdir. Öyleyse gravitation ile buna karşı gelen desaclerotion bir tek kuvvettir, ivmelerime ve negatif ve negatif ivme, eğer bir yavaşlama ya da hızlanma olursa "zıt" bir kuvvet olarak fark edilirdi. Evren genişlemesinin bir nedeni de termik denge (minimax) diye gösterilebilir. Gravitation ve Levitation o halde zayıflayabilen tensörü olan kuvvetlerdir. Birbirine zıt kuvvet bileşkelerinin bu değişkenliğine tensör denmektedir.

Hoyle, gravitationun basıncının azaldıkça dünya yarıçapının her bir milyar yılda 50-100 km. genişleyeceğini söyler. Ayet "Görmüyorlar mı biz dünyaya geliyor, onu azaltıp duruyoruz" uyarınca da daralacağı öne sürülür. Hoyle'a göre yörüngeler bir helis biçiminde genişlerken; İslâm bilgilerine göre de tersine büzüşür. Hoyle'un azalan gravitation kuvveti kara tabakalarına mı, yoksa yaşamın kargaşasına mı yol açardı? Oysa "eksilen" bir dünya da bildiğimiz bu hayat çıkabilir.

Evrenin helisler halinde genişlemesi ile çekimin büzülmesi ayrı şeylerdir, ama aynı alandan kaynaklanırlar. Evreni genişleten kuvvet WH'yı; bir önceki evrenin sonunda olan BH büzme kuvveti oluşturur ve/veya bunun tersidir. Evren genişledikçe çap oku tek yönlü gider ve gravitonlar da bu yönde maddeden kaçmaya zorlanırlar. Aynı ok yönünde enerji en az sisteme hareket ederken, zaman da sebepten sonuca olan bu ok yönünde "tensör" göstererek ilerleyen esrarengiz bir kavramdır. Sebep ucunda "sıcak"; sonuç ucunda "soğuk". Kısaca tizpes bir kozmik Doppler olayı vardır. Evrenin tensörü varsa bu (c) hızına göre değerlendirilmelidir.

Kapalı bir evrende yani sınırlı sayıda bileşenleri olan bir evrende sıkıştırılma dönemi söz konusu olunca "zamana" ve "zamanın yönü" özellikleri oluşur. Eğer evrende sürgit bileşenler varsa, bu kez her bir bileşen için ayrı özel bir zaman olur ve sürgit boyunca gidersek, zaman sonsuz genleşir ve ezelden itibaren uzar. Böylece "evrenin yaşı" evrenin, yaşadığı süre olmaz.

Zaman; bir BH (karadeliğe)'ya hapis olan, buradan kendini kurtaramayan tutsaklardandır. Yeterli kütlesi olan bir dönmeyen BH; dönen bir BH, çıplak tekillikler, tünel süreciyle süper uzay bir zaman makinesidir. Uzay yürüdüğünde "Zaman sıçraması" olur ve bu çıplak tekillikte herhangi bir dış bölge olup, özel süreci içinde olasılık artışına bağlı doğal bir zaman oku vardır. Okun eşiti de evrenin genişlediği zaman okudur.

Herkes için her türlü geleceğin ve geçmişin var olacağını söyleyen olasılık hesapları en az ihtimalleri de gerçekleştirir ve "tersinen bir zaman takyon" olmadan da ortaya çıkar. O

Page 19: Zigzag Zaman Gezmenleri

zaman kaçan zerreler ve zaman geri döner geriye sayma başlar; saatler ters çalışır, ölüler mezardan çıkar gençleşirler ve sonunda doğmamış olurlar. Taş atmadan kınlan bir cam; ateş etmeden ölen asker, enkaza atılan bir tahrip kalıbının "mâmur" bir meskeni oluşturması, zaman okunun ters çalışmasının sonuçlarıdır. Düzgün nedensel olmayan ilişkiler vb. hep olasılığın her yerde sıfır olmamasındandır. Bunlar bize sebep ve sonucun varken ortadan kalktığını bildirir. Oysa bunlar vardı.

Taşı atmadan kırılan bir cam, Aiberg'e göre TELEKİNETİK (psikokinetik) paranormal olayları açıklar. Zamanın akışı da dışarıdan kontrol edilebilir ki, bu yetenek de "precognation" denen kehaneti açıklar. Şimdiki anlayışımızla zamanı kontrolümüz dışında sayarız ama çok aktif bir süreç olan uykuda beynimiz, uyanık halimizden çok daha yoğun çalışıp, uykuda zamanı değiştirmektedir. Uyanık uyku denen hipnoz ve soyut astronotilos olan OOBE'de zaman kavramının üstüne çıkıp onu değiştirebilmekteyiz. "Bilinç" denen bu beşinci boyutumuz, zihinsel kütlemiz, şuur, akıl, zekâ ile anlatılmak istenenlerin tümünün "TAKYONLAR" teorisine dayandığı bir açıklaması olmalıdır. Artık takyonların kozmik ışınlardan önce geldiği gözlemi sebep-sonuç ilkesini çıkarmıştır. Çünkü takyonlar "yola çıkmadan amacına ulaşmış" olmaktadırlar.

ZAMAN ENERJİSİ

Kozmik zaman yanlıştır. Çünkü arzda, atomda, uzayda ve çağlar içinde zaman farklı çıkar. 100 bin yıl önce zaman hızlı akmaktaydı ve örneğin on milyar yıl öncemiz, belki de 200 bin yıl öncesiydi. Zaman çekim ve hızla değişken bir boyuttur. Zamanın ivmesi belli değildir. Evren-arz yaşı hesapları ampiriktir ve galaktik soğuma sürecine dayanmaktaydı. 5onsuz boyutlarda değişken zaman farklı takvim verir.

Işınların yarı ömrü değişmez fizik kuralı olduğu halde, mekân katlarında yarı ömür değişiyordu. Yarı ömür (*) matematik gerçek olduğu halde, mekânda değişen zamanın akışı olup, evrenin her yerinde ve sebep-sonuç uçlarında ayrı ayrı hızlanmaktadır.

(*) Mekân katlarında farklıdır, [π = 10-8 : 10-16 sn.] Σ ve kaskadlardan doğar. Dalga mekaniğinde ömürler değişmez. Değişen zaman akışıdır. (RÖLATİF ve Mearic-4) Rölativite olayda değil, evren şartlarınadır.

Zaman evrende milyar yıllarla; atomda mil-varlarda bir saniye ile işlem görür. Boyutlar küçüldükçe kısalır.

Kozirev'e göre zaman durgun bir tüketim enerjisidir. Soğurma bitince ölüm hali başlar. Moleküllerin kristal kafesinin düzeni bu enerjiyi en iyi alma ilkesine göre düzenlenir. DNA bunun için helazonikleşir.

Zaman enerjisi olayın başında ve sonunda aynı hızla harcanmaz. (Şeker mol. Levo kolayca emer ve böylece canlılar sol amino asidi kullanır.)

Evrenimizde olaylara enerji katan bir zaman enerjisi katkısı vardır. Zaman yayılan

Page 20: Zigzag Zaman Gezmenleri

enerjinin bir kalıbıdır. Bildiğimiz enerjiler kuantlardan doğan kinetik enerjilerdir. Zaman enerjisi ve Kirlian ışıması (Aura) kuant dışı statik ve özel bir enerjisidir. Her olay var olmak için zaman enerjisini kullanır.

Zamanın mesafeler gibi bir mekân çizgisi olduğunu XII. yy. önce CABİR açıkladı ve bu Minkowski'ye kadar anlaşılamadı (Saat, cebir, nitrik asit).

• Zaman fizikte değişik bir enerji kalıbıdır. Matematikte 4. boyuttur. Boyutlarda enerji iletişiminin gerçeğidir.

Zaman, mekânda sabit bir yeri olmadığından bizzat madde ötesi bir varlıktır. Zaman, saat, takvim değildir. Zaman, etkilerin değişkenliği arasında sıra farkıdır. Etkiler mekân boyutuna uyduklarında değişkenliği de zamanla kazanırlar. Ancak süreci, etkinin zaman boyutuna mı girmesiyle doğduğu, yoksa etkinin mi zaman koordinatında yarattığı bir sonu mudur, tartışılıyor.

4. boyut zaman, mekân boyutlarında farklılık gösterir. Kuantların ayrılıkları ve ömürleri zaman'a uyumlarıyla ilgilidir. Güçlü bir kinetiği olan kuantlar zaman koordinatında güçlenme kazanır. Bu fiziki olay, zamanın statik bir enerji niteliği taşımasına yol açar. Mekâna uyan kuant, zaman boyutunda mekân içi varlık kazanır ve uzayımız ortaya çıkar. Bir etki, bir varlık, otomatik bir ömür kartı doldurur. Bu da Einstein'm fizik fotolizmidir. Bir kuantın koordinatlar sisteminde eğrilerini gören fizik gözü, o kuant ömrünü hesaplar.

Zaman, maddeyi çokluktan tekliğe çeken bir mıknatıstır. Değişim ve sonundaki ölüm bu bağın dalgalanmasından doğar.

Ama zaman kaybının hiç bir önemi yoktur. Biz dönen bir karadeliğin dönmekte olduğu, çizginin çevresinde, dönme yönüne zıt yönde yörüngeye oturursak, dönme hızına oranlanmış bir zaman kazanıp, ölümsüzleşiriz. Yaşlanmamız sonsuz durur. Ama bu öteki evrende "ne işe yarar" bilemeyiz. Üstelik biz böyle geriye dönerken kendi kopyalarımıza rastlarız, onlarla söyleşiriz. Dönen karadelik üzerinde dönme hızı ile kendi hızımızın cebirsel toplamı bize ışıktan hızlı gitmemizi de temin eder ve biz nedensellik ilkesini de yıkarız. Evrenin en uzak bölgelerine aniden sıçrarız.

• Zaman bir boyuttur ve diğer boyutlar küçüldükçe zaman daima küçülür. Mikrokozmos'ta geometrik boyutların bu akıl almaz küçülmesi sürdükçe zamanda hızlanma olur. Sürgit bileşenler düzeyine ulaşıldığında (sonsuzda) zaman sıfır olur.

Gerçeğin temeli zamanın değişkenliğinde, boyutların sonsuzluğunda yatar. Zamana ait ivme belli değildir. Zaman akışı yeryüzünde, atomda, uzayda, farklı değişken esnektir. Böylece dünyamız tensöründe sağlar içinde akış hızı farklıdır. 100.000 yıl önce zaman hızlı akmaktaydı ve bizim on milyar yıl öncemiz dediğimiz dönem belki de 200.000 yıl önceydi. Çağ hesaplarımız izafi ve ampiriktir. Hesaplar genelde adi ısı kurallarına dayandırılır (galaksilerin soğuma, süpernova soğuma süreleri).

• Einstein'in Minkowski boyutu zaman, Kozirev'de tüketim enerjisi, Aiberg'de Ether faktörüdür. Aiberg tek yönlü tüm kuvvetlerin (zaman, çekim, entropi, genişleme) negatif ivmesi vardır. Tensör gösterirler. Bu durum karşıt (sonuçsal zaman, levitation, takyonik entropi büzülme) ile determinize edebilir. Asimetrik olarak (ya da üreme hücrelerinin yarılanması gibi) oranlanırlar.

Page 21: Zigzag Zaman Gezmenleri

• Relativity: Olayda değil, fizik evren koşullardadır. Zamanın mekândaki değeri ile ilgili teoriler kurulurken, çeşitli mekân katlarında yarı ömür kavramının değiştiği ortaya çıktı. Yarı ömür matematik bir gerçek olduğundan, burada değişken olan mekân dilimlerindeki zamanın akışıdır. Işınların yarı ömürleri değişmez fizik kuralı olduğundan zaman her yerde aynı hızla akmaz demektir. Zaman, mekânların katlarında farklı etki ve yansımalara sahip olup, varlıkların ömürleri mekânın çeşitli yanlarında değişiktir.

Tanımı: Işık hızıyla sınırlanmasına rağmen yarı ömrü kısa ışınlar göksel cisimden ötekine

ulaşamazken, Güneşten bize π (l0-8) ve ŋ (eta-10-16 s.) mezonları gelmektedir. Bunlar bozulma ürünü olsalardı bile onların Σ ve Cascade hyperonları ışınlarının yarı ömründe ışınların arza ulaşmasına yetmez. Dalga mekaniğine göre ömürler değil, uzaydaki zaman akışı değişmektedir. Çünkü uzaydaki zaman kozmiktir. (*)

(*) Meâric-4: O'na meleklerle ruh (Cebrail) ellibin yıla bedel bir günde çıkarlar. Sonra (bu işler) sizin saydığınız bin yıl tutan bir günde O'na yükselir.

• Zamanın "Minkowski" Matematiği: Yer zaman ilişkisinde mekâna zaman soyut boyutu ilgi kurar ve zaman denklemi (N4)'e uyar. Zamanın uzayıp-kısalması; ömrün büyüyüp küçülmesi, boy-en-derinlik boyutlarına aynı oranda uyarlık gösterir. Bu hiyerarşik

tertiplenme milyarlarca km. çaplar için milyonlarca yıllık ömür l0-9 cm.'de milyonda-bir saniyelere perspektiflenir. İlkel evrim 2 boyutu, zamanı algılayan insanda 4 boyutu algılar.

Zamanın "Kozirev" Fiziği: Statik bir enerji olan zamanı varlık soğurur. Varlık bu yeteneğini yetirince yok olur. Niteliği ve fizik kavram yönüyle değişik bir tüketim enerjisi olan zaman, dördüncü boyut olduğundan diğer boyutlarla enerji iletişimi yapar. Zaman enerjisi fizik nitelikler içinde değişkendir. Zaman yayılan enerjinin kalıbıdır. Evrenimizdeki olaylara zaman ve HF ışımaları enerji katan, yayılan enerjinin kalıbıdır. O zaman enerjisi olayın başı (sebep) ve sonu (sonuç)unda aynı hızla akmaz.

- Moleküllerin geometrik yapısı zaman enerjisini maksimal ideal alacak biçimde alma ilkesine göre tertip edilmiştir. En uygun biçimde helezondur.

Polarizlenmiş ışığı sağa kıran proteinler ölüdür ve canlı mekanizmaya girmez. Canlı proteinler sol yanlıdır. Şeker molunda zaman harcamasında levo moller tasarrufludurlar.

- Einstein-Kozirev uyuşum kuralları zamanın matematik-fizik niteliğini belirler. Bu da zamanın ekran olup olmaması sorusunu (yargıyı) gündeme getirir. Işık yoluyla haberleştiğimiz bir olayın evrene yansıması (Hz.İsa'yı 2000 yıl öteden gören gözlemci) zamanıngerisinin de belirgin olduğunu gösterir. Yani kader değişmez. Kader yaşamın yordamı olup sabit oranlar program bandında yazılıdır. Davranışlar; kader, durum ise eşyanın kaderidir. Fizik kaderini yaşayan eşyanın rastlantı ile değil evren bilincinin yazgı-kader kompütürü (Levh-i Mahfuz) ile ilişkisi vardır.

Kader kavramlarının temelinde zaman gerçeği vardır. Zamanı bir geçiş sıralaması sayarsak elbette kaderde rolü olamaz. Ama lineer bir düzlem olan zaman, geçmiş ve geleceğin video'sudur. Kader özelleştiğinde, zamanın lineer düzleminde bir noktadan yeni bir zaman çizgisi çıkar. Zaman içinde zaman hızlı ya da yavaş, hatta rüyada

Page 22: Zigzag Zaman Gezmenleri

geçiştirilir.

Kader takdir-i ilâhinin yani büyük iradenin yansısı olup küçük iradenin sahibi kul talebinde muhtardır (isteminde özerktir). Kaderin dua, nazar, sihir ile reddi bile yazgı cümlesindendir. Böylece zaman bir yazgı alanı ve eşelidir. Evrendeki karmaşık koordinat (yazgılar) cetvelidir.

Kozirev: Yaşam kartları DNA helezonlarının, zaman enerjisini geometrik durumlarına göre çekip harcaması kaçınılmaz biyolojik yazgıdır. Elektrik akımı için iletken, canlının iletimi için kuşaklar arası genetik kart gerekir.

ZAMANIN DEĞİŞKENLİĞİ

Zamanın daha aktığı ve yönü ampirik olarak kanıtlanmamıştır. "Ne zaman sonra?" günlük yaşamın ayrılmaz sorularından biridir. Zaman cisimlerin yayınladıkları bir radyasyon yani enerji olmalıdır. Bu enerji de Minkowski zaman yapısında [√-l ct] diye soyut olarak gösterilmiştir. Bu bile onun "soyut bir uzunluk" olduğunu gösteriyor.

Minkowski'nin zaman yapısı bugün relativity'nin temelidir. Riemann uzay yapısı genel relativity'nin temelidir. Minkowski-Riemann (gavas) koalisyonu uzay-zaman süreklisini oluşturur. Relativity'de zaman kavramı; ister lineer hızı, ister çekimsel çökme hızı ışık hızına eren bir cismin zamanının genleştiğini, yavaşladığını, biyolojik fonksiyonların da buna uyarak yaşlanmayı geciktirdiğini belirtir. Böylece evrende tek bir yerde oluşan bir olayın mesafeye bağlı olarak, başka zamanlarda yaşandığını gözleriz. Zamanın akışı çekimle de yavaşlar. Çünkü ışık hızına eşit yaşlanmayla gravitational yaşlanma birbirine özdeştir. Öyleyse çekim yoğunluğu bizi ivme ilerledikçe daha geç yaşlanırız. Pulsar ve BH (Karadelikler)'larda zaman milyonlarca kez yavaşlatılabilir.

Her iki (çekim ve normal hızlanma) durumunda da zaman sabit değildir ve farklı hallerde farklı hızlarla akar. Sözgelimi %99 ışık hızında zaman 7 kat, %99,9 ışık hızından on kat daha yavaşlar. Sabit ışık hızının yüz-binde bir eksiği hızda ise milyonlarca kat daha ağır yaşlanılır. Bu duruma ikizler paradoksu denir. Dünyada kalan, ikizinin kendinden geri döndüğünü görür. Ama her ikisinin birbirine göre daha az yaşlanması yasaklanmıştır. Çünkü uzay ikizine göre dünya ikizi de hareket etmesine rağmen, uzaydaki ikiz çeşitli zamanlardan hızlandırılıp yavaşlatılır. Oysa evren böyle değildir, fotonların hızı değişmez, hızlanıp, yavaşlar.

Zamanın akışını durduran deneyler mutlak soğuklardaki sıvı azot hibernasyonunda da gözlenmektedir. Zaman milyonlarca kez yavaşlatılabiliniyor ve zaman çekmecelerini de en kısa ömürlü parçacıklar bile ömrü uzatılarak gözlenebiliyor.

Yer ve zamanın bu çok sıkı ilişkisi elbette garip diğer durumlara da neden olur: Saat yavaşladığından başka, astronotun ağırlığı artar, elindeki cetvel kısalır. Bu saat, okka ve cetvel ile "yerdekini" ölçmeye kalkışırsak yüksek değerler buluruz. Relativity'de bu esnek zaman, kütle, uzunluk kavramları hız artışı ile orantılı olarak değişmez sandığımız

Page 23: Zigzag Zaman Gezmenleri

değerlerin değiştiğini bildirir. Kısıtlı relativity uyarınca hareketli sistemdeki ikiz için ışığı olduğu yerde durmakta, gözlemci ikiz için ise gemi hareketli olduğundan ışığın daha uzağa gittiği görülür. Işık hızının değişmezliğine göre onan aldığı yol gözlemcilere farklı gözükür ki, bu da ışığın yol alış süreleri arasında bir fark olduğunu; uzay gemisindeki ölçümden daha fazla zaman alan yer ölçümü arasındaki bu farkın zaman genişlemesi olduğunu anlarız. Burada hız artışı (ivme) rol oynar. İkincisi de çekini olacaktır.

Nedensellik: Kaçma (kurtulma) hızının ışık hızına eşitlendiği çekimden ivmelenme dönen bir karadelik ergosferindeki bir anın-milyon yıllara eşitlendiği zaman denetimi idi. Ölümsüzlüğü gösterir bize. Çıplak tekilliklerde yani ışık hızıyla dönen bir Karadelikte, iki nokta normal uzay olarak kat edildiğinde biz "ışıktan hızlı" gitmiş oluruz. Karadelik içinde alışılmış uzay-zaman (saat ile metre) tersyüz olur. Dışarıdaki gözlemcinin saati delicesine, olay ufkundakinin ise çok ağır çalışırken, olay ufkunu aşan üçüzün de saati ters çalışmaya başlar. Bu da zamanda "geçmişe" gitmek, ışık hızını aştığımız anlamına imadır. Böylece ışık hızıyla dönen bir Karadelik, şartı aramadan da yani veriler 2 nokta arasında ışık hızından küçük bir hızla gidildiğinde de zamanda geriye yolculuk yapmış oluruz: Bu iki nokta arası mesafe normal uzay gibi davranmaktadır ve zaman geriye ayrıldığı yere terk ettiği zamandan daha erken bir tarihte geri döner.

Şimdi bu ilkenin soruşturmasını ve ışıktan hızlı gitmenin mekanizmasını soruşturalım:

Gravitik yoğunluk da öz zamanımızın kısalmasına neden olur. Hız artışı özel gravitik geç yaşlanma da uzay geometrik çekimi tanımlayan genel relativity uyarınca olur. On güneş kütlesi için kritik yarıçap 28,8 km. pul-sar; fakat saniyenin 67 milyonda-biri zamanda ardındaki tünele karadelik olarak çöker. Artık onun olay ufku, fizik evrenle ilişkisini kesmiştir ve fizik yasalarla ölçümü yapılamaz. Tekillikte yer ve zaman kalkmıştır. Zamanın genişleme etkisi olay ufkunda bile sonsuza erişir.

Çekim zamanın akışını yavaşlatır. Çünkü çekimsel yaşlanmayla, ışık hızlı yaşlanma birbirine özdeştir. Çünkü g=c olmuştur. Yüksek hızlardaki uzun bir yolculuğun milyonlarca yıl genleşmesi (ki insan soyu kurur) etkisi, çekimsel çökmenin ışık hızına eşitlenmesiyle aynı etkiyi dile getirir. (Serbest düşmenin "c" hızına eşitlenmesi eşdeğerlilik ilkesidir) yani bizler ister ışık hızıyla düşelim: İster aynı hızla kaçalım, aynı etkiyi yaşarız.

Karadeliklerde yıldız yüzeyinin döndüğü gözlenir. İkizler çelişkisini kullanırsak, dışarıdaki ikizin içeri çekilen ikizinin önce çok hızlı, sonra çok yavaş düştüğünü ve sonunda durduğunu görürüz. Eğer düşen düzenli sinyaller verseydi, zamanın uzayacağını, torunlarının bile ömrünü aşacağını ve sonsuza dek sinyalin döndüğünü görürdük. Zamanın genişleme etkisi olay ufkunda bile sonsuza erişir. Dışarıdaki ikiz, düşen ikizinin olay ufkuna erişmeye başlamasıyla gemide zamanın tümüyle durduğunu, dolayısıyla astronotun da döndüğünü, iplik gibi sonsuza kadar çekildiğini fakat hiçbir zaman ufkun ötesine geçtiğini göremez. Ama aslında çekilen hâlâ düzenli sinyaller vermektedir, her şey normaldir.

O olay ufkunun içine girince "Donuk yıldız"da birden hareketleniverir. İçeride uzay ile zaman, metreyle saat yer değiştirir. Uzay, zaman tutsak olup değiştirilip hapsedilmiştir. Zaman sonsuz yavaşlamıştır. Bunu her saniye çakan bir ışık sinyaliyle örneklersek ikizler çelişecektir. Çekilen ikiz ivmelenmesini ışık hızına kadar sürdürür. Ama olay ufkunda

Page 24: Zigzag Zaman Gezmenleri

giderek yavaşlamış, sonsuza kadar donmuş, adeta hiçbir zaman olay ufkuna erişememiş olur.

Rölâtivist etki dışarıdakinin içeridekini sonsuza kadar donmuş gösterirken, özel zamanı farklı olan içerideki ikiz "serbest düşen asansördeki eşdeğerlik ilkesi uyarınca farklı özel zamanında saatini geri bıraktıran bu etki altındadır. Burada bir ışık sinyali, dışarıdaki ikizin milyonlarca vuruşuna eşitlenir. Bire-bir sinyaller bire-milyar olarak eşitlenir. Olay ufku içinde zaman genleşmesi karadelik merkezine kadar sonsuz sınırsız uzatılmış gözükür.

Bu olay ufku dışındaki zaman kavramını kullandığımızda böyledir. Çok hızlı çalışan saat sonra giderek yavaşlar, durur ve bir süre tersine çalışır. İşte bu sonuncu bize kaybettiğimiz zamanı telafi eder. Çelişen ikizlerin iki ayrı özel zamanı vardır.

Ayrıca dönen bir karadeliğin ekvatoruna zıt bir dairesel yörüngeden de girerek, kaybolan zamanı istediğimiz gibi ve istediğimiz kadar geriye sayma ve sarma işlemiyle telâfi ederiz. Kazanılan zaman karadeliğin dönme değerine orantılıdır. Karadeliğin yanından sekersek zamanın akışını kontrol eder, geleceğe dönüşsüz gideriz. Karadeliğe düşen astronotumuzu yalnızca çekim gel-giti rahatsız eder. Ona göre her şey normaldir, ışık sinyali, zaman akışı olağan biçimdedir. Hızı artarak olay ufkuna son yaklaşışında bütün evrenin ve saatlerin saniyedeki kısaldığı, milyonlarca yıl sonraki geleceğin derinliklerine ulaşıldığı görür. Olay ufkuna değdiği anda da evrenin kalan bütün ömrü önünden akıp gider. Böylece evren tarihi bitirilmiş olur.

On güneş kütleli dönen bir karadeliğin merkezine ulaşılınca da saniyenin 67 milyonda biri zamanda tekilliği aşmış, Schwarzschild'in ikinci hunisinin açıldığı, uzay ve zamanın yine serbest bırakıldığı paralel bir evrene fırlatılır.

Zaman için neler söyleyebiliriz? Soyut bir boyut olarak yere bağımlı mıdır? Yoksa uzay mı zaman içinde bir koordinattır? Uzay-zaman eğridir ama uzay ve zaman başlı başına kaldıklarında eğri olmayabilirler. Zaten ikisi aynı şey değillerdir ama ayrılmaz gözükmektedirler. Zaman varlığın sınırıdır, varlık zamanla sınırlandırılır. Evrenimizde olagelen her şeyin içinde hipotetik esir gibi yer olan zaman, daha araştırılmamış tüm olayların toplamını açıklar. Bütün tabiat olaylarını birleştiren zaman bağı, her şeyi kapsadığı gibi her şeyin içindedir. Hatta "Ne zaman" diye sorarken günlük hayatımızın belirleyici boyutu oluverir.

Zamanın "Geçmişle, geleceği özdeş" tutan zaman anlayışına göre psikolojik algılamamız, neden-sonuçlu sezgilerimiz zamanın geçmişten geleceğe doğru aktığını gösterir. Ancak zamanının aktığı ve ok yönü ampirik (deneysel) olarak kanıtlanmamıştır.

Eğer neden-sonuç ilkesine sımsıkı ve esirce bağlanıyorsak, zamanın iki ucu vardır. Neden ucunda doğarız ki bu geçmişimizdir. Sonuç ucunda ölürüz ki bu da geleceğimizdir. O zaman bu iki uç arasında asimetri yani gerilim, potansiyel farkı bulunmalıdır. Bu özellik zamanın tek ve bildiğimiz yönde aktığını gösterir. Nedensellik ilkesi bize bir tek model düşletir. İnsanın geçmişiyle geleceği özdeştir. Şimdiyi yaşayan bir insanın geleceği bilinememektedir. Öyleyse geleceğe yolculuk yapamaz. Çünkü daha geleceği yoktur, geleceği var edilmemiştir. Geçmişe de yolculuk yapamaz. Çünkü geçmişte var olamaz. Diyelim ki zaman gezmeni gidiş-dönüş yapmak üzere geçmişteki atalarının buluşmasını

Page 25: Zigzag Zaman Gezmenleri

önlemeye niyetlenmiştir. Bu buluşmayı önlemesi halinde "zaman gezmeni" hiçbir zaman doğmayacaktır. Mademki doğmuyor, bu buluşmayı nasıl önleyebilir? Gelecekte daha doğmamış olan, geçmişteki ölü ile nasıl buluşabilir?

Yukarıdaki model uzun süredir inkâr etmeye çalıştığımız neden-sonuç ilkesine dayanır. Ama nedensellik de mutlak bir gerçek değil, felsefik inançlarımızın psikolojik algılarımızın, sezgisel ürünüdür. Sorun özellikle bu ilkeyi mi yoksa tabiat yasalarını mı korumamız gereğidir? Öte yandan bu ilkeye dayanan yüzlerce fizik yasasından da vazgeçmek külfeti vardır. Gördüklerimizin bir kısmını atmak klasik fizikçilerin işine gelmez. Onlar kısa yoldan nedensellik ilkesini olaya uyarlarlar. Oysa bizler nedensellikle şartlanmamış hür düşünce olarak bir olaya ilke tanımalıyız. Günlük pratizmde geçerli olan bu ilke olağanın ötesinde, kozmik mesafelerde geçersizdir.

Relativity; ışık hızında geleceğin derinliklerine işleyebileceğimizi kanıtlamıştır. Öte yandan Feinberg duvarı kolay asıldığında takyonlar evrenindeki ışık ötesi hızlar dâhilîde bulunmuştur. Işıktan hızlı gitmenin anlamı zamanın, saatin geriye çalışmasıdır, ölülerin dirilmesi, önce camın kırılması sonra taşın atılması, bir yolcunun yola çıktığı günden bir gün önce yolculuktan dönmesi bize nedensellik ile zaman çatışmasını getiriyor. Oysa tek yönlü kuvvetlerden biri olan zamanın nedenselliği kutsallaştırması beklenirdi.

Nedensellik ilkesi bir öncelik-sonralık sıralamasıdır. Her bir sebep denen olayı sonuç denen bir olay izler. Önce dün ve sebep, sonra yarın ve sonuç gelir. Doğum, depar, kaza, mikrop, kapma neden, ölüm, final, kader, bir organın kötü işleyişi sonuçtur.

Nedensellik ilkesini rafa kaldıran, geçmişe yolculuk yapmak, sonuçtan nedene sıçramaktır. Zaman yolculuğumuz bu ikinci modele uygulandığında iki şık içerir. İnsanın geleceği önceden belirlenmiştir ve dolayısıyla geçmiş ya da geleceğe yapılacak yolculuklar önceden kader edilmiştir. Geçmişi değiştirip yeni bir biçime sokamayız. Çünkü insan yazgısı önceden belirlenmiştir. Atalarımızın buluşmasını ister önler, ister önlemeyiz, ama orada var oluruz, gelecekten giderek etkilediğimiz bir olay geçmişin tarihi içinde kalan "Ezelden takdirdir."

Bu tür zaman yolculuğuna şu alternatifler ile çıkabiliriz: Takyonlar, "c" hızı ve lineer zaman.

• Relativity bize ışık hızında zamanın sonsuz genleşip, yavaşlayarak duracağını bildirir. Feinberg ise ışık hızının son hız olmadığını, ışık hızıyla gitmenin yasaklandığı berzah dışında mümkün olan her hıza sıçranabileceğini söyler. Hızın metrik gamının areksik tortulları katmerli fazları arasında sıra izlemeksizin dolaylı geçişler oluşabiliyordu. Feinberg; "Belirli bir enerji ya da hız durumundan diğerine aradaki safhalardan geçmeden atlama imkânı olduğunu" matematiksel olarak ispatladı. Işık hızı bir plancık sabiti gibiydi, bu duvarın ardında ve önünde biri relativity uzayı diğeri bugünden tanımlanmayan tachyon uzayı olup, ikincisinde zaman tersine, nedensellik tersine çalışmaktadır. Saat ile metre, yer ile zaman yer değiştirmişlerdir. Bilaniuk'dan başlayan soyut kütle serüveninde, zaman tersine çalışmaktadır.

Bu doğru mudur? Binlerce kozmik ışın fotoğrafı hem karanoktaları hem de Takyonları göstermiştir. Teoriler kozmik primerlerin atmosferimizdeki parçacıklarla çarpıştığı sekonder olaylarda "takyon" üretilmesi gerektiğini bildiriyordu. İlk olarak 1973'de R. Clay

Page 26: Zigzag Zaman Gezmenleri

ile P. Crounch kozmik sağanaktan önce "bir şeyler" geldiğini, kozmik ışınlardan önce bu takyonların yani hayali kütlenin bize önce ulaştığını sundular. 1983'de ise Aiberg on yıllık fotoğraf ve bilgi birikiminin sonuçlarına göre: "Şu kadar saniye olan bir olay, oluşumundan 49 gün önceye fırlıyor ve soyut bir plân, paramanyetik akılar, statik bir alan oluşturuyordu. Bu akılar planı elektrik alan ve enerjiyle dinamik olarak var ediliyordu. Daha sonra da bu hedefe doğru madde iyonîzasyonunu önlemek üzere gidiyor ve 49 gün sonra "madde" eylem yapıyordu. Dış uzayda bizim somut bir günlük yolumuz, iç uzayda kozmik soyut 365000 gün geçmişe doğru uzanıyor ve bütün evreni geriye dolaşıp ardımıza, öncemize, dünümüze dolaşıyordu. Madde yola çıkmadan önce amacı olan plân var ediliyordu: Şu an attığımız bir adımın manyetik planı 49 gün önce orada var ediliyor; bunu şu an elektrik alan kuşatınca bizim iki alanımız sürekli yer değiştirerek hareket etmemizi sağlıyordu.

Takyonlarm bu hemzemin fakat diğer zaman (asenkronize) geçişleri,-ödemeler dengeleri, gizli değişkenler olayını doğruluyordu. Onların sonuç ucundan neden ucuna aktıkları Rosen köprüsünde garip bir evren vardır. Tersinen bir zaman, geriye çalışan saat, büzülmekte olan bir evrenin kaçan zerreleri ile birlikte geri dönen zamanın geriye sayma işlemi sonucu kişiler gençleşir, yaşlanmaz.

Yani ölüler mezardan kalkar gençleşir, bebekleşir, ceninleşir ve sonunda "doğmamış" olurlar. Taşı atmadan kırılan bir cam, kibriti çakmadan alev alan bir kâğıt, (kendiliğinden yanma olayı budur.) ateş etmeden ölen düşmanımız, batizim de zaman okunun tersine çalışmasının sonuçlarıdır. Takyonlar ile ancak soyut astronotika yapılır. Konumuzla ilgisi nedenselliği yadsımasıdır.

Feinberg, bütün bunların parapsikolojik olayları açıkladığını söyler. Zamanın akışı dışarıdan kontrol edilince kehanet (precognation) oluşmakta, taşı atmadan kırdığımız camın psikokinetik (telekinetik) enerji diye açıklanabileceği, kendinden alev almalar, elektromanyetik fırtına kurbanları, bazı akıl hastalıkları, telepati vb. Takyonlar ile açıklanabilir.

Biz zamanı şimdiki mekanik anlayışımızla dışarıdan ve tarafımızca kontrol edilemez sezgisindeyiz. Ama uyanık halimizden çok daha yoğun ve aktif bir süreç olan uykuda beynimiz zamanı değiştirir ve denetler. Haberci düşler, uyanık uyku halleri (hipnoz, TM, yoga, zikir vb.) ile soyut astronotluk LOOBE, tayyı-mekân, teleportation multicopy, gezici duru görü, psikometri, psi-trailing, astral vizyon, Piri Reis haritaları miraç olayları, bir mekânı dikine geçmek vb.) durumlarında zaman kavramının üstüne çıkıp onu bir üst boyuttan denetleriz. Dördüncü boyut olan zamanın üstündeki boyut beşinci boyuttur ve pek çok yerde "Bilinç, zihinsel boyut bilinci akıl, şuur-zekâ vb." diye tanımlanmıştır. Bu yeni pozitif-bilim konusuyla anlatılmak istenen takyonlardır. Beşinci boyut bu teoriye dayandırılmaktadır. Yola çıkmadan amacına ulaşan takyonlara dayalı bir akıl teoremi zor görülmektedir.

Akıl ve madde birbirinden farklıdır: Akıl boyutu enerjiyi (E) o da maddeyi (mc2) meydana getirir. Bunlar tek bir gerçeğin ayrı görüntüleridir. Düşünce-akıl-bilinç boyutu soyut bir eşya ve evrendir. İnsanın zihinsel evrimi ile fiziksel evrimi aynı şey değillerdir. Yani insan aklı Darwin kategorisinden gelmez, akıl beynin yararlı bir gelişimi düşüncesi terk

Page 27: Zigzag Zaman Gezmenleri

edilmiştir: Hiç bir deneyde fiziksel nitelikli reaksiyonların akıl ürettiği gözlenmemiştir.

Karmaşık bir alet olan akıl bizi evrende özel ve antropik bir yere getirir. Eğer insan küçük enerji kümeleriyse bizim karadelikler, mikro yapımız ve onun sınırsız mesafeleri ile herhangi bir yolla ilişkiliyiz. Seken bir evrende akıl ile maddenin hiç bir ilişkisi olmamalıdır. Çünkü aklın varlığını sürdürmesi için yani bilgisini koruması için, gravitik çökmelerden ve BH yutmasından kurtulacak nitelikte, yeterince seyreltik olması gerekir. Bunu başarmak için de akıl asla bir pozitif enerjiye sahip olamaz; aksi halde öteki tüm enerji biçimleriyle birlikte çökme sırasında sıkışarak parçalanırdı: "O hâlde maddeden ayrıdır."

Madde (tardyon) den ayrı tek bir tanım soyut madde, soyut kitle Takyonlardır ve BH'dan hiç etkilenmeden kaçarlar: gravitonlar, nötrinolar ve Takyonlar BH'den etkilenmezler. Işıktan hızlı giden nesnenin de hayali kütlesi vardır ve enerji ona karşı çıkarsa hızlandırır, asla ışık hızına inmezler. Akıl bunlar olduğunda, bir çökme de madde bedenimiz, fizik gövdemiz, enerji bedenlerimiz yok olur ama takyon aklımız tardyon kütlemizden tam ayrılmalıdır. Akıl bağımsız olmalıdır ki ölümlü maddeden ayrılmasın. Böyle bir sürecin imkânı vardır. Akıl genişleme ya da ölüm; doğum öncesi sûr uzayında ya da sekmede defalarca enzim gibi ortaya maddenin bir görünümü olarak çıkacaktır. Beşinci bağımsız boyutun dört boyutlu uzay-zaman bedenine ihtiyacı yoktur.

Işık hızından hızlı gittiğimizde, örneğin bir kg okkanın 450.000 km. si hızla gitmesi onun V-l kg olmasına neden olur. Yani zaman mekân'a; mekân zamana dönüşür. Kısaca zaman tersine çalışır. Hatta tersine akan bir zaman için antimadde önerilmiştir. Nereden ele alırsak alalım tek yönlü zaman nedensellikle çatışır. Varlığın sınırlarından biri mekân diğeri zamandır. Zamanın bu sınırına lineer zaman denir. Soyuttur ve onun akışını yaratılış öncesi gösterecek hiç bir olay yoktur: Zira olay olmayan yerde zaman yoktur. Biz öncesiz bir evren düşlersek yani sürgit bileşenleri atom içinde sonsuz olarak ararsak, her bir bileşen için özel bir zaman olur. Zaman sonsuz genleşir ve ezelden zamanımıza kadar uzatılmış olur.

Evren kapalı bile olsa Bigbang'e yaklaştıkça bu genleşme yine sonsuza varır. Ama Big-bang'den bu yana geldiğimizde, bileşenleri sınırlı kapalı bir evrende sıkıştırma döneminden itibaren yayılma başlamasıyla "zaman" ve "zamanın yönü" özellikleri oluşur. Evrenin yaşının, evrenin yaşadığı süre olmaması da söz konusudur.

Takyonlar ile ancak "Soyut astronotluk" yapılabilir. Öte yandan ışık hızına varan somut astronot, enerji ve sonsuz kütle olma durumundaki bu duvardan geçmeden saatimiz durur ve sonra tersine çalışarak "Beden-somut kütlemizi" evrene iade eder ve zaman gezmeni yolculuğunun filmini tersine oynatmamız görüntüsünü kazanır ve yola hiç çıkmamış gibi olur. Saatin tersine çalışmasını aynı yöntemle bize olay ufkuna vardığımızda BH'larda meydana getirir. Önce hızlı düşeriz; sonra giderek yavaşlarız ve saatimizin akrep ile yelkovanı tersine dönmeye başlar.

Zaman BH' ya tutsak olup kendini kurtarmak için" yeterli kütleli bir dönmeyen BH, ya da dönen bir BH, uygun şarjı BH'lar, çıplak tekillikler tünel süreci ve süper uzaya bağlı uzay yürüyümü, zaman sıçraması, gerçek bir zaman makinesidir. Örtülmemiş bir tekillik de herhangi bir dış bölge, herhangi birinin zaman yolculuğuna şart istemeden uyar, uzayda

Page 28: Zigzag Zaman Gezmenleri

sıçranılmış olur. Bu tür bir özel süreç içinde olasılık (+) artısına bağlı doğal bir zaman oku vardır. Okun eşiti de evrenin genişlediği zaman okuna eşitlenir.

Görüldüğü gibi nedensellik ve zaman çatışmakta, zaman varlığı sınırlamaktadır. Bu sözü edilen zaman Lineer (düzgün) zamandır. Olay olmayan yaratılış öncesinde bu zaman yoktur ve ilk patlamadan bugüne dek uzatılmış bu "Zaman" hep uzayda ileri gitmekle "dün" yapılır. Sürekli ileri akan bir uzay gezmeninin zamanı, evrende "c" ile gösterilen çevre boyunca bir tur atar: Güneşin batıdan doğduğu durum oluşur. Işığın eğri (küre) evreni çepeçevre dolaşıp attığı bu turun kavuşumu, pulsarlarda, BH'larda minyatür olarak vardır.

Böyle bir tur atan zaman gezmeni uzayda hep ileri gittiği hâlde zamanda geçmişe gider: Bugün yola çıkıp, yarın orada olması gerekirken; bugün yola çıkmış, ama dün yola çıkmadan önce aynı noktaya gelmiş olur. Uzayda ileri zamanda bu geri gidiş Lineer gezmenin yola çıkmadan amacına ulaşması olur. Zaman gezmeni koca bir evren böylece ışık hızıyla hep ileri giderek "dün" geri dönecektir. (c2 ışık hızı karesi kadar evren çevresidir).

Buna örnek olarak da, dünyanın dönme yönüne zıt ve hızına eşit bir araçla, tarih değiştirme çizgisi üzerinde sürekli ileri gidip, takvimi "dünde" tutmak ya da değişen yönün ardında kalmak düşlenebilir. Bu mantık, tümden gelimli muhakeme (Deolucative Logic ve reasonning) ile çözümlenir: Ama bunun sonucu, geçmişin değiştirilip yeni bir biçime sokulamayacağı, önceden belirlenmiş geçmiş ve gelecekler olduğu, zaman gezmeninin gelecekten geçmişe etkisinin bile belirlenmiş bir geçmiş olduğu çözümünü getirir.

BH (Karadelik) olay ufkuna girince saatin ters çalışması "Hem uzayda hem de zamanda" doğal paraleldir. Oysa Lineer gezmen uzayda ileri, zamanda geri gider. Uzayda geri zamanda ileri gidilen diğer alternatif ise evrenin başladığı o noktaya doğru, örneğin bir Quasara doğru gidebiliriz. Hedef atandığında, bizim on milyar yıllık (12 milyon ışık yıllık) yolculuğumuzun boyunca evren süratle genişleyecek ve biz akıntıya karşı gitmiş olacağız. Hedefimize varamadan, evrenin tarihine gitmiş olacağız. Yol boyunca evren pek çok büyümüş olacaktı ve biz önce bu farkı yenmeliyiz. Ancak bu uzun yolculuk bizi gittikçe darlaşan bir zemberek gibi sarmallar boyunca en büyük evrene götürecekti. Biz de onun parçası olunca bu noktasal evrene sığışmış olacaktık. Ne kadar hızlı uçarsak uçalım "Enerji-kütle" hedefine giderken "geçmişe" yol aldığından "şimdiki hedefe" vardırmaz, geçmişteki hedefe ulaştırır. Işık hızını aştığımızda bu mekân sardamına düşeriz: "Soyut evren!"

Bu, bize, yer ve zaman ilişkisinin "aynı"laş-tığı gibi ayrıştığını ve neden-sonuç uçları oluşturduğunu gösteriyor. O hâlde geçmişe yolculuk alternatiflerini sıralayabiliriz:

1- Paralel gidiş: Uzay-zamanda hep ileri ya da geri gidiş,

2- Antiparalel gidiş: Uzay-zamanı genleştirilip ayrıştırmak

a) Rieman'ın küre ekvatorunu dönme yönüne ters ve hep ileri gideriz. Bu zamanda geriye; ama uzayda ileriye gidiştir. Zaman gezmeninin (gelecekten gelerek) geçmişte neden olduğu değişiklikler geleceğin olaylarına da etkilemektedir. Geçmişin değiştirilmesini

Page 29: Zigzag Zaman Gezmenleri

dileyen zaman gezmeni, kendisine hiç bir zaman bulunamayacağı, içinde rol alamayacağı bir geleceği oluşturur. Sınırsız bir zaman yolculuğunda mutlaka bu şart vardır. Zig-Zag'a göre kişinin uzayda ileri gidip: zamanda geri gelmesi ayrışması da, ödeyen Takyonların (plânın) uzayda geri giderek: zamanda ileri düşmesiyle dengelenir. Evreni yöneten de bu değiş tokuştur: Zaman ileri -mekân geri ve/ veya tersi ve paralelliği bize "her zaman" fakat "diğer zaman" geçişleri anlatır. Eş zemin tünel sürecidir; asenkronizasyon da uzay sıçramasıdır. Bu Lineer gidiş yalnız "top biçimli" evren için geçerlidir. Semer evrenden yararlanılamaz ama her zaman bir ortanca evren olan olay ufkundan Lineer olarak yaralanabiliriz. Bu küçük bir evren turudur ve olay ufukları genelde küreseldir.

b) Evrenin sınırlarına gideriz: En uzak cisimler olan bu Quasarlardan birine gitmekteyiz: Ouasarlarm ışığı bize on milyar yılda gelir. Bu tarihi ışımayı (aslında orada olmayan quasarı) izleyerek evrenin sınırlarını araştıralım: Uzayda kırılan bu ışığın bata çıka geldiği yolu, engebeli izi izliyoruz. Biz evrenin dışına çıkamadığımız için bu zarı izleriz. Bize önce zaman engel oluşturur. Ölümsüz olduğumuzu varsayarak bu (c) hızıyla hedefe giderken, bu kez sürekli genişleyen evrenin bizi yerimizde saydırdığını anlarız.

Biz Quasara gitmek için on milyar yılı göze alıyoruz ama evren bu kadar yılda iki katına çıkıyor. Bu engeli de aşıyoruz: İster evreni durduralım; ister ışıktan hızlı gidelim: Evreni durdurmak demek; Salyangoz gibi içice küçülen sarmallar boyunca gitmektir. Yani asla "çap" doğrultusunda düz gidemeyiz. Çünkü bu yüzeyin altına inmek ve üstüne çıkmak, evrenin dışına çıkmak, kürenin üçüncü boyutuna gitmektir. Oysa biz evrenden "madde" olarak soyutlanamaz, onun dışına çıkamayız: Çünkü evrenle birlikte varız, ondan yaratıldık.

O zaman zorunlu olarak daralan sarmalları izleriz. Bu sarmalların dolanması yani, önceki bir yüzeye dayanarak sarılması İslam bilgilerinin 7 göğünü simgeler: Biz bu helislerine daralmasıyla yani zembereğin küçülmesiyle daha küçük bir sarmala gideriz. Evren küçüldükçe çekim büyür; çekim büyüdükçe de evreni o kadar büzer, çizgiler darlaşır ve artık hedefimiz olan Quasar da daha önceki dönemine yani bigbang'e doğru sürekli kaçar ve biz sonunda noktasal olan bu uzaya sığışırız. Çünkü biz o noktadan oluştuk. Oysa bu yolculuğa "evrenin en uzak sınırına ermek için" çıkmıştık ve bir Quasarı hedef almıştık: Tam terine evrenin merkezine ve geçmişe gittik, evrenin dışına çıkamadık. Ne yaparsak yapalım hedefe varamıyor gerisin geriye geçmişe dönüyoruz. Zig-Zag öğretiminde bu salyangoz "koni biçimlidir" ve yukarıda en dar, aşağıda en geniştir. Evrenimiz hatta genişleyecek diğer 2 gök katmanı bu en aşağıda (esfel-i safilîn) durur. Big-bang aknoktadır ve Schwarzchild'in bir hunisidir ardında da ikinci huni karanokta (kozmik) ile başlar ve süper paralel bir evrene (belki de antimadde evrenine) açılır. Ama bu evren büzülmektedir: Kısaca evren bir kum saati biçimindedir. En dar yerler de süper uzaya açılan Worm Hole tünelleridir.

Işıktan hızlı gittiğimizde de zaman tersine çalışacaktır ve biz "mekân sardamına" düşeceğiz. Yalnızca ışık hızında bile zaman durunca, Feinberg foz atlamasıyla takyon (anti madde) evrenine gireriz ve saat her halükârda gerisin geriye çalışırdı.

Son bir ışık olarak evrenin dışına (5. boyut budur) yani dört boyutlu uzay zaman dışına çıkabilseydik, evrenin daha genişlemediği bölgelere kendi evrenimizi götürürdük. Dışında bir şey varsa (hiçlik dışında) onunla karışır, karma yasalar edinirdik. Ama bu

Page 30: Zigzag Zaman Gezmenleri

doğrudan "Bedensiz astronomi"dir. Bizi mutlaka süper uzayın sur borusu yakalardı ve duble evrene iade eder, yine evren dışına çıkarmazdı. Çünkü dışımızdaki uzay madde olmadığı için eğri değil; Öklid’dir (Arşın dört değil direği olayı!) Uzay zaman içinde madde ollunca eğridir; ama uzayın kendisi eğri olmamalıdır. Bunun gibi zaman da eğrilmemelidir ve bu ikisi dışarıdaki beş boyutlular evreninin öğeleridir. Somut madde uzayı eğer; soyut madde levha gibi düzleştirir ve sonuçta uzay bizde küre; orada (!) levha olur ve bu boyutlu levhanın biçimi de "tepsi gibi"dir. Dışarıda olan bunu evrenimize ekleyebiliriz. Gerisini din verilerine bırakarak...?

Çünkü dışımızın da dışında 6. boyutlu uzay vardır ve bu levhalar 7, 8, 9, 10 vb. olarak boyutlanır: Ruh, nur, esir, gibi. Akıl beşinci boyutlar ama "akıl hastası" da bir ruh sahibidir bu da daha üst bir boyuttur: 6'ncı boyut! Ruh'un cevherini yaratan neyse o da 7'nci boyuttur ve tümü 7 ayrı göktür, yukarıdan aşağı yönetilir. Bu "yukarıdan aşağı" ise tek yönlü gravitationu oluşturur. Gravitation ise sanki evrenin direklerinin "alttaki" son zemini tuttuğu bir akıdır. Burası arz ötesidir ve en üst ise arş ötesidir.

Sonuç olarak biz burada zamanda ileri giderek uzayda geri gideriz ve "Yarınki uzayı" buluruz... Yarınki uzay ise dünkü uzayın devamıdır. Big-bang noktasını da aşarsak pulsatif önceki evrene değil, "yarınki" sondaki, sınırdaki evrene geçmiş oluruz. Zaman tersine çalışır ve yine Big-Bang'e (merkeze) ineriz. Bu seferde zaman düz çalışır ve biz "esiriz"dir, çok geniş bir hapishanede...

ZAMAN YOLCULUĞU

BH'ların uygun olanı, ardındaki tekillikten süper uzaya açılmaktadır. Örtülmemiş aydın BH olan çıplak tekillikler de bir zaman makinesi gibi davranırlar. Uzay yürüyerek zamanın sıfır olduğu minimuma gider. Çıplak tekillikte herhangi bir dış bölge bu uzay sıçramasını başarır. Böylece özel süreci içinde ihtimal artışına bağlı doğal bir zaman oku vardır ve bu ok evrenin genişlediği zaman okuna eşittir.

Olasılığı bas tacı ettiğimizde ve nedenselliği terk ettiğimizde, olasılık hiçbir zaman sıfır olmadığı için, yıkılmış bir binanın enkazına bomba attığımızda (tahrip kalıbı) bu enkazın yeniden kurulup, mamur bina olduğu durumlar bile teorik olarak oluşur. Olasılık bize düzgün nedensel ilişkilerle şartlanmamızı unutturur. Sebep ve sonuç yer değiştirebilir, aynılaşır (ya da sonuç çıkar. Ebedi bir hayat sonuçsuz nedendir. Neden ve sonuç ortadan kalkar. Oysa bunlar yardı. Nedensellik reddedilince de zaman gezmeni gerçekleşir ve nedensellik mekanizmasının (determinizm ya da indeterminizm) olup olmadığı sorulamaz.

Zig-Zag öğretisi uzay ve zamanı ayrıştırdığında uzayın neden ucu olan başlangıç durumu ve sonu olan "sonuç" durumuna bakarak "davranış"ın istatistiğinin yapılabileceğini kanıtlıyor. Baş ve son aynılaşınca da "kesinlik" ortaya çıkar.

Olasılıklı evrene bağlı zaman gezmenliği üçüncü modeldir. Olasılık ok doğrultusunda

Page 31: Zigzag Zaman Gezmenleri

arttığı için evrende her şey var olur. Bir şey olmaması ihtimali ise sıfırdır. Bir insan geleceğini sonsuz sayıda "semer" paralelinden seçebilir, her zaman geleceğe ve geçmişe gidebilir. Geleceğe gidebilir, çünkü her tür gelecek mümkündür. Atalarının buluşmasını önleyebileceği geçmişe gidebilir. Buluşmayı önlediğinde her türlü gelecek alternatifi mümkün olduğundan bir başka gelecek bulacaktır.

Öyleyse zaman yolculuğu üç alternatiflidir:

1 - Absolu gezmenlik: Bir doğruya dışında verilen bir noktadan ancak bir tek paralel çizilebilir. Bir insan yaşamının tek paraleli varsa, bu Öklid bir zaman gezmenliğidir. Zaman yolculuğunu reddeder, nedenselliği benimser. İnsan geleceği bilinemediğinden geleceğe gidemez, çünkü geleceği yoktur. Geçmişte de var olamaz.

2 - Riemann gezmenlik: Bir doğruya verilen noktadan hiçbir paralel çizilemez. Kişi ve yaşamı sonunda aynı noktaya gelir. Öyleyse insanın geleceği önceden belirlenmiştir. Zaman yolculuğu da bu belirlemenin içindedir. Geçmişte oluşturulan bir etki de doğal kader oluverir.

3 - Lobatçevski gezmenlik: Bir doğruya verilen noktadan sonsuz paralel çizilebilir, insan geleceğim sonsuz sayıda paralel-evren ve alternatifi arasından seçebilir. Her türlü gelecek ve geçmiş mümkündür. Geçmişe gidip değiştirse bile, her zaman alternatif bir başka gelecek vardır.

EVREN MODELLERİ

Evrenin açık-kapalı olup olmadığına ilişkin verileri verdikten sonra Friedmann'ın 1922 bilgisinin evrenin toplam enerjisinin pozitif ya da negatif olması şıklarına karşın genişlemeli-daralmalı dinamik olduğunu 1840'da Doppler'in teorisine uyarlanır. Edwin Hubble 1927'de ispatladı. Genişleyen evreni kararlı yapmak için Einstein, toplam enerjinin sıfır olacağı biçimde bir kozmolojik sabiti formüllerine ekledi. Kararlı durum teoremi moda oldu. Dirac bile evreni kararlı, mutlak fakat bizleri, atomlar arasındaki mesafeleri kısaltıp küçülterek, tıpkı bir sabit odada, küçüldüğümüzde odanın büyüdüğünü sanmamız gibi bir model meydana getirdi. Küçülen biri odadaki eşyalara baktığında elindeki tayf kırmızıya kayar ve rölatif olarak kendisini sabit, odayı genişliyor sanır.

Hubble'un bütün galaksilerin bir tek noktadan çıktığını göstermesi, bizi doğal olarak bu "ortak noktaya" götürür. Kozmoloji ele dev Hubble hamlesi, eğri uzay geometrisi, Einstein relativity'si, Minkowski yapıları, Ricci tensorları, Schwarzschild metrikleri ile beslenince evren sırlarına sondeler yapıldı ve kozmolojik evren modelleri geliştirildi.

Hubble eğrisinin galaksilerin bir noktadan çıkıp, giderek hızlandıklarına bakınca bu ortak noktaya başlangıçta ya da sonsuzdan gelip alçalan sonra yine yükselecek olan bir parabolün en alçak noktasıydı. Birinci şıkka inananların en başında piskopos Lemaitre gelir. Ona göre evren bu noktada çok küçük (ama dev bir nötron) yoğun bir madde damlası ya da kozmik yumurtaydı ve bu yumurtadan patlama sonucu evren çıkacaktı.

Page 32: Zigzag Zaman Gezmenleri

Alpher ve Gamow'da bu teoriyi benimsemiş, Big-bang denen büyük patlamadan meydana gelen bir evrenin hâlâ genişlemesi sürüyordu. Ama bu teori hiç de benimsenmemişti.

Moda olan "Kararlı" evrendi ve Einstein'm "mükemmel kozmolojik ülke"sinden kaynaklanıyordu. Evrenin her kesimini homojen-izotrop, yani evrenin nereden bakılırsa bakılsın her zaman aynı görünüme sahip olduğunun saptanmasıyla tutuldu. Çünkü kararlı bir evren "Türdeş" olmalıdır. Evrenin coğrafyası da, tarihi de önemsizdir. Nerede yaşadığımız, ne zaman yaşadığımız da sorulamaz ve tek cevap "Evren her zaman, hep buradaydı" oluverir. Ama niçin evren böyledir?" sorusunun cevabı yoktur. Sonsuz bir başlangıç, sonu olmadığı gerekçesiyle telafi edilir. Evren (hâşâ) tanrının yerini almıştır (Panteizm).

Evren izotroptur. Özel bir yönlenmesi de yoktur. Her şey yekdiğerini eşit biçimde çeker. Bunlar gerçekten anlaşılmıştır. İzotropik eşçekim ileri durumlarda bize önemli sınırlamalar getireceği için "kozmolojik ilke" meydana getirilmiştir. Ama yine de yakın ve uzak galaksilerin aynı izotropiye sahip olduğu beklenemez. Böyle bir güçlük kozmolojik ilkeyle uyuşan hem de genişleyen evren modellerinden en öncesi 1932'deki Milne'nindir. Buna göre evren, genişleme merkezinden aynı anda ve ışık hızının altındaki tüm hızlarla yayılan partikül bulutudur.

Bir parça diğerine üstünlüğünü uzaklığıyla orantılı olarak hızla uzaklaşması biçiminde tasarlar. Işık hızı sabit olduğundan, bir parçacıktan baktığımızda, bulutun kenarı (parçacıkların herhangi birinden görüldüğü gibi) ışık hızıyla genişleyen bir balonu andırır. Böylece hiçbir nokta tek başına değildir. Genişleyen toz bulutu homojendir. Kenarda gerçekte parçacıklar olmadığından, bir kimsenin istediği kadar kenarına yaklaşabileceği de bir gerçektir.

Ama Milne teorisi kütle ve basınç etkilerinden söz etmediği için gerçek bir model değildir. Onun yararı kozmolojik ilkeyle uyuşabilineceğini gösterir. Geometrik çekim kuramına uyulması zorunlu olduğundan "Kozmik zaman" denen, baştan bu yana geçen zamandan söz edilir. Galaksiyle birlikte hareket eden saatlerle ölçüldüğünden, kozmik zaman, dakikaların ilerideki akışının tüm noktalarında evren çapında eş zamanlılığı sağlayan bir etken olağan davranan evrenin genişlemesidir. Evrenin görünümü gözlenmekte olduğu zaman sımsıkı bağlıdır.

Evrenin genişlemesi dolayısıyla kararıp, buz tutması "soyut" madde ile doldurulmasını gerektirir. Bu genişleme tek yanlı kuvvetleri doğurur. Cazibe, zaman okunun yönü, termik denge yönü ve evren genişlemesi...

Tek yönlü kuvvetler, film geriye oynatıldığında yani "nedensellik" sonuç-neden biçiminde tersine çevrildiğinde davranışlar geriye sayma işlemi yaparken "durumlar" aynı kalırsa, tersinme olacaktır.

Aşırı koşullarda Big-bang (Quasar vb.) halinde gravitation özelliğini yitirir ve levitationa döner. Tek yönlü kuvvetlerin negatif ivmesi vardır. Bu da onların tensör göstermesidir. Dünyamız çağları içinde de zaman eşit hızda akmamalıdır.

Tek yönlü kuvvetlere (zaman - çekim-genişleme - entropi) ait ivme belli değildir.

Page 33: Zigzag Zaman Gezmenleri

KAPALI EVREN

Küre bir evrende iç açıları toplamı, üçgenin, 180°'den büyük, hatta üç dik açıdır. Bir doğruya, dışındaki noktadan hiçbir paralel çizilemez ve bu olasılıklı evrendir. Dünyamız yüzeyindeki paralellerin birbirine eşit olmaksızın, tek sabit merkezden, giderek ekvatora doğru (burada en geniş, yani giderek artan yarıçapının maksimal değerine ve giderek) artan küre alanına kadar evren genişler. Ekvatordan sonra da darlaşarak kutup da sıfır olur. Öyleyse ekvator hacmindeki en büyük küre hacmi neyse, evrende en son buraya kadar genişler.

Riemann (kapalı küre) evrende bir ışık, eninde sonunda başladığı noktaya döner. Çünkü kapalı evren dışarıya sinyal göndermez. Sinyal küre yüzeyi boyunca uzayı izler ve lineer zaman boyunca bir dünya turu attığından, zıt yönden eninde sonunda başladığı, çıktığı noktaya döner. Yani dünyanın tarihi olaylarını izleyebileceğiz. Aynaya baktığımızda yüzümüzden başka ensemizi de göreceğiz. En ilginç yanı da ışık turu atacağımız için güneş batıdan doğacaktır. Bu son durum "Kur'an'ın da haber verdiği" bir işarettir. Tıpkı lazerin biri direkt, diğeri dolaylı ışın ile anlatılması gibi. Güneş hem doğudan aktüel hem batıdan virtüel bir hologram ile doğacaktır. Bu olayı evrende olay ufku çok küçük BH'lar yapmaktadır. Işık bu küre boyunca dolanır ve siz aynada ensenizi, batıda güneşi bir monitörde (ekranda) geçmişi izlersiniz.

Ayrıca buna benzer durum şimdi de gözlenilmiştir. Kuzey yarıkürenin bir noktasında eskiden keşfedilen galaksinin tam antipodunda güney yarıkürede "aynısı" da yeni keşfedildi. Her iki galaksi de boyut bakımından birbirinin eşitidir ve güney küredeki çok güçlü radyo dalgaları vermektedir. Oysa önce güçlü yayın yapanın keşfedilmesi beklenirdi. Kaldı ki bu galaksinin ilk keşfedilenin ardında olması beklenirdi. Sesli galaksi ilk keşfedilenin kendisi ama geçmişteki dönemi, güçlü evresidir ve batıdan doğmuştur. Ne var ki bu olayın galaksilerin kaçmasından ileri gelebileceği gerekçesiyle karşı çıkılmıştır. Ama en uzak bazı galaksilerin yavaşladığı da ap-açık gözlenmiştir. Bu negatif ivmenin habercisidir ve bilinmeyen bambaşka bir sürpriz ile yavaşlamıyorlarsa, evrenin kapalı olduğuna gerçekten inanabiliriz.

O zaman sonsuzluk senaryosu geçersizdir. Evrende onun açılmasını frenleyecek yeteri kadar kütle vardır. Sonsuz büyük sonsuz küçüğe hükmeder. Evrenin başı gibi sonu da

gelir. Evren 10-36 cm. boyutunda tek-nur'dan oluşur ve Geonların evrenidir. Evren ekvator turu sonsuz kez tekrarlanır ve sonsuz olur. Ama bu sonlu sonsuz bizi başladığımız noktaya getirir.

Çekim etkisiyle küreleşmiş bir evrende sonsuzluk yoktur. Çünkü sürgitler sonunda cebir skalasının pozitif sayılarından sıfıra gelir. Sıfırdan sonra da imajiner kütleyi ölçen negatif sayılara geçer. Metre-cetvel yer değiştirir ve sıfırdan küçük kütleli ama bizden dev yaratıklarla karşılaşırız. Bütün bu sürprizler bizi soyut kütle biogeometrisine ulaştırır. Kütle eşlenik fakat matematik tektir. Bu nedenle hiçbir denklemin sonucu sonsuz çıkamaz. Einstein bile bu yanlışın içindedir. Dönüşüm formüllerine bakarsak; ışık hızıyla gidenin

Page 34: Zigzag Zaman Gezmenleri

boyu doğrultusunda nokta kadar kısalır, eni sonsuz uzar. Ama ışık hızını geçince sonsuzluk kalkar. Işık hızıyla giden kütlenin ağırlığı sonsuz çıkar. Ama ışık hızını aşan (Örneğin 450.000 km./sn.) hızla giden bir kiloluk eşya önce sonsuzlaşır. Sonra da -l kg. oluverir. Bu hızda zaman sonsuz genleşir yani saat yavaşlar ve durur. Ama bu hızı geçerse de saati geriye doğru çalışır. Uzay ise çekmez, fırlatır. Kısaca sonucu sonsuz denklemler terk edilmeli ve gravitonlara; Rishon, Gluen, Quark vb.lere "soyut" diye bakılmalıdır. Aksi halde büyük birleştirme türleri 1955 yıl daha başarılamaz. Konu esirdir...

IŞINLANMA

R. Tembling, "Uçan daireler - Nereden gelirler" (Flying Saucers Where they come from, London, Scripts Pty. Ltd, 1967) adlı kitabında, Işınlanma (Teleportation) kelimesinin tarifini fu şekilde yapmaktadır.

"Maddenin bir noktadan ötekine fizik irtibat olmaksızın aktarılması düşüncesini ifade etmek amacıyla kullanılan bir kelime."

Işınlanma'nın psişik bir yetenek olması açısından yapılan bir tanımı da şöyledir: "Bir kimsenin, bedenini bir yerden ötekine anında taşıma yeteneği" (Green house, Herbert B. The Book of Psychic Knowledge, London, Corgi Books, 1975)

Bilim adamlarının kısa ve öz tanımları ise, "Madde içinden geçen Madde" şeklindedir.

Londra Üniversitesi, Birbeck Koleji'nden Prof. J. B. Hasted, Paycho - Energetic Systems dergisinde yayınlanarak "Psişik Fenomenler ile Fizik Arasındaki İlişki Üzerine Spekülatif Düşünceler" (Speculations About The Relation Pyschic Phenomona and Physics) başlıklı tezinde birçok dünya teorisini ortaya koymakta ve karışık matematik kavramlar taşıyan bu çalışma ciddi bir etüdü ve yorumu gerektirmektedir.

Prof. Hasted'e göre, Kuantum teorisinde yapılacak bazı ufak değişiklerle sonsuz sayıda "Dünya"nın sonsuz sayıda boyut içerisinde ortaklaşa mevcut olmaları, fakat karşılıklı dikgen oldukları, yani birbirlerine doksan derecelik açılar yaptıkları için etkileşmemeleri mümkün olmaktadır. Ancak, zihin, ya da bilince, bu dünyaların birden fazlasından muhtemelen bu dünyaların arasında herhangi bir ayrım yapma idrakinde olmaksızın duyu izlenimleri alabilme yeteneğini atfettiğimiz takdirde, birçok paranormal fenomeni açıklayabilir ve bir bütün olarak birbirleriyle irtibatlandırabiliriz.

Prof. Hasted birçok dünya teorisi'nin uygulanabilirliğim göstermek amacıyla, ışınlanma fenomenim, yani maddi objelerin kendilerini çevreleyen maddi engellerin içerisinden geçmeleri ve başka bir yerde ortaya çıkmaları, kendisini çevreleyen bir kapsülün içerisine giren ya da dışarısına çıkan bir varak parçasını örnek vererek şu şekilde açıklamaktadır:

"Diyelim ki, varak belirli bir zamanda yeni bir dünyaya geçiş yaparak, kapsülde daha sonraki bir zamanda bu geçişi gerçekleştirmektedir. Önceden kestirilemeyen zamanlarda kendiliğinden geçişlerin oluşması Kuantum Teorisi'nin özelliklerinden biridir. Kapsülün yeni dünyaya varışından önce, birtakım nedenlerden ötürü, varak bu kapsülün dışarısına

Page 35: Zigzag Zaman Gezmenleri

çıkmış ya da içerisine girmiş olabilir. Biz bunu maddenin maddeden geçmesi (matter through matter) şeklinde görürüz."

Hasted'in teorisi gene en iyi, kendi tezinden aktaracağımız şu sözlerle özetlenebilir: "Zihne harikulade özellikler, yani oldukça sıhhatli olan uzaysal sınırlar dâhilinde sinyaller almaya razı olacağı dünyayı seçmek ve hatta bu uzaysal sınırları bir yerden bir yere taşımak yeteneğini atfediyoruz."

Konuyu kısaca özetlemek gerekirse, "birçok dünya teorisi", alışılmış mantıkî düşünme biçimine aykırıdır. Fakat bu teorinin geçerli olması deneylerle desteklenmektedir.

BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİ

Başlıca Bermuda olmak üzere, dünyanın birçok bölgelerine serpiştirilmiş şeytan üçgenleri bilindiği kadarıyla Kristof Kolomb'dan bu yana ara vermeksizin can almaya devam ediyor. Bunun teşhis edilmesi en fazla 25 yıl öncesine dayanmaktadır. Veriler toplanıp sansasyon uyandıran kitaplarla açıklandığında (Charles, Berlitz - Without a Troce, The Bermuda Triangle) görülmemiş bir ilgi gördü. Ama insanoğlunun heyecanları değişken olduğundan ekonomik güçlükler ön plana çıkınca yerel savaşlar politik çekişmeler uzay ve video çağında şeytan üçgenleri unutulmaya yüz tuttu.

Oysa gizlice bildiğini okuyan bu manyetik fırtınalar ilişkili basında birçok sansasyonel bilgi yayınlanmaktadır. Bu olaylardan en çok ilgiyi Bermuda şeytan üçgeni topladı. Oysa Bermuda'nın güncelleşmesine neden olan yalnızca trafik yoğunluğuydu. Çünkü Batı Avrupa ile Amerika arasındaki en kısa hava ve deniz yolu bu bölgede yoğunlaşmaktadır. Ulaşım ağırlığı taşıyan bu rotada elbette sık sık kaybolmalar gözlenmektedir. Oysa Japonya'nın güneyindeki Şeytan Denizi de ikincil bir şeytan üçgenidir. Bunun gibi Magellan j;azı ve daha nice simetrilerde de "alarm" bölgelerini görmek mümkündür.

Bermuda üzerinde geçen boylam dünyanın ki yönünde devam ederek Japonya denizini keser. Her ikisi de ayrıca aynı enlemde bulunur. Sanderson'a göre İkisi kutuplar olmak üzere böyle düzenli serpiştirilmiş 12 şeytan üçgeni bulunmaktadır.

Bu konuda araştırmalar yapan Dr. Minkowski çekim (gravity)'in yok edilişini, uygulama ile gösterdi. Sabit dalga boylarının bir kuvars - rezanatör'ün üzerinde uygulanması ile 2.5 kg.'lık bir ağırlığın levitasyonu gerçekleştirildi. Net görünümlü bir kuvars kristali bulunmuş ve boyutları genişlemişti. Bu kristal, artık bir daha netleşmediği gibi genişlemiş halini de korumuştu. Anlaşıldığı üzere, elektronlar molekül sargısından çıkıp geri dönmemişler ve böylece kristalin tüm yapısı da değişmişti. Net görünümdeki kuvars kristalin tüm yapısında değişme olmuştu. Yine kuvars kristalinin saydamlığını kaybetmesi, kristalin genişlemesi ile açıklandı. Bu kuvars kristal, 5,2 mm. uzunluk ve 1,5 mm. profil'den 10 cm.'ye kadar genişlemesine karşın, ilk şeklini aynen korumuştu.

Çekim, nesneleri bir arada tutar. Karşıt çekim (antiqravity) ise ayırır. Kuvars kristalinin genişlemeye devam etmesi onun yok olmasına maddenin enerjiye dönüşmesine neden

Page 36: Zigzag Zaman Gezmenleri

olacaktı. Muhtemel Bermuda şeytan üçgeninde kaybolan gemi ve uçakları başlarına gelen de budur. Bermuda üçgeni üzerinden çekilen fotoğraflar, suyun altında uzun beyaz bir çizgi belirlemektedir.

Bunun, bir yeryüzü silisyum kristali yüzünün, dünya kafes geometrisi örgüsü kenarlarından biri olduğuna inanılmaktadır.

Ayrıca Ekvator'daki beyaz çizgiye yaklaşıldığında insan kendini ağırlıksız hissetmektedir. Bu yere "Dünya'nın tek çekimsiz bölgesi" denmektedir. Bölgedeki Ekvator yerlileri burayı tabu olarak yasaklarlar ve bu beyaz çizgiye doğru koştuğu zaman birden ortadan kaybolan hayvanlardan söz ederler.

BERMUDA ÜÇGENİ ve IŞINLANMA OLAYLARI

Kayıtlara göre ilk kaybolma olayı 1800 yılında olmuştu. 20 Ağustos 1800 yılında Guadelaupe Adası'nda Dalawere'ye (ABD.) giden bir gemi, içindeki 90 kişi ile birlikte hiç iz bırakmadan yok oldu. Ancak üçgenin tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Bize göre Atlantis'in yok oluş tarihiyle birlikte incelemek ışınlanma olaylarına karşı yapılacak en mantıklı yaklaşımdır. Eski Avrupalıların Batı Hint adalarını keşfetmeleriyle Bermuda'nın gizemli hikâyesi dünyada duyulmaya başlandı. Kristof Kolomb'la başlayan yolculuk zinciri, İspanyol kaptanlarının devamlı yaptıkları seferlerle devam ediyordu. Bu yolculukların raporlarında, Bermuda Şeytan üçgeninin batı kısmında olağanüstü elektromanyetik olgulardan ve ilginç deniz yaratıklarından bahsediliyordu. Kristof Kolomb, daha ilk yolculuğu sırasında, kara gözükmeden önce olağanüstü olayların ilkiyle karşılaştı. Önce Bahama'ların o ışıltılı sularını gördü. Sonra da ateşten bir topa benzeyen bir şey amiral gemisinin üzerinde dolaştı ve sonra da denize daldı. Aynı zamanda, isyan etmek üzere olan tayfaların bu yolculuğun gerekliliği konusundaki şüpheleri, pusulaların iğneleri rehberleri korkutan bir şekilde çılgınca dönmeye başladığı zaman büsbütün arttı. Bu olaydan sonra bölgenin adı uğursuza çıktı. Kolombus 1494 Eylülünde Hispaniola (Haiti - Santo Damingo) açıklarında bir deniz canavarı gördü. Bunu o zamanın adetlerince fırtına alameti olarak gördü ve gemilerini sağlama aldı. 1494 yılının haziran ayında olağanüstü bir fırtına üç gemiyi de batırdı... 1502 yılında Kolomb seferi sırasında bir fırtına çıkacağını düşünerek Hispaniola valisinden dört gemisini Santo Domingo limanında demirlemek için izin istedi. Aynı zamanda vali Bobadilla'ya otuz kalyondan oluşan hazine filosunu İspanya'ya hareket ettirmemesi gerektiği uyarışında bulundu. Vali onun önerisine aldırmadı ve hazine gemilerinden 26 tanesini ani bir fırtına da kaybetti. Tanıklar gemilerin sanki şiddetli bir deniz savaşına katılmış gibi bir hale geldiklerini gördüler. Sürekli bir bombardıman sonucu yanık barut koktu...

Ne yazık ki, durum Kolombus'un lehine oldu. İspanya'ya erişebilen tek gemide Ko-lombus'un kişisel hazinesi vardı. Tabii ki bu rastlantı Kolombus'un durumunu zorlaştırdı. Altı ay sonra onyedi gemiden oluşan hazine filosu yine aynı fırtınada yok oldu.

Kolomb üstün denizciliğini sayesinde fırtınalarda kurban olmaktan kurtuldu. Bir seferinde, 1502 Aralığında gemilerinden ikisi arasında sudan dev bir fıskiye belirdi. Kolomb ve tayfaları dua etmeye başladılar. Fıskiye kaybolana kadar sürdürdüler.

Page 37: Zigzag Zaman Gezmenleri

Felaketlerden kurtulan Kolomb kraliçenin gazabından kurtulamayarak kalan yaşamını zindanda geçirmeye başladı. Bu da üçgenin bilinen tarihi felaketinin ilkiydi.

Ani fırtınalar sonucu parçalanan İspanyol hazine gemilerinin daha sonra yüzyıllar boyunca korsanların ve özel savaş gemilerinin saldırılarına uğrayan diğer İspanyol kalyonlarının kalıntıları adaların kıyılarına ve kuzeyde Georigia, Kuzey ve Güney Cabrina, Florida'nın da dâhil olduğu İspanya sömürge topraklarının sahillerine vurdu. Eski günlerde etkili ulaşım olmaması yüzünden gemilerin Bermuda Şeytan üçgeninde korsanların çalışmaları ve ani fırtınalar dışında başka nedenlerden kaybolup kaybolmadıklarına karar verilemez. Fakat çok gezmeden denizle ilgili efsaneler doğmuştu. Bunlar kalyon ve savaş gemilerinin daha önce başka, daha esrarlı nedenler yüzünden kaybolmalarıyla ilgiliydi. Buna ek olarak zaman zaman o 'kayıp gemilerin' üçgenin doğu kısmını oluşturan Sargossa denizinde gayesizce sürüklenirken görüldüğüne dair haberlerde geliyordu.

Üçgenin kuzey bölümünü oluşturan Bermuda 1515'de keşfedildi. Ve çok geçmeden bazı gemilerin açıklanmayacak bir şekilde kaybolmaları yüzünden biraz kötü bir ün kazandı. Kaybolan gemiler ve Bermuda'yla ilk bilgi Sea Venture gemisinde, hayatta kalanların yolladıkları bir filikayla ilgilidir. Gemi 1609'da Yeni Amerikan kolonilerine giderken Bermuda açıklarında karaya oturmuştu. Filika, içindeki yedi tayfayla birlikte denizde kayboldu. Hayatta kalan endişeli yolcular onları bir daha görmediler. Sonunda Bermuda'dan kaçabilmek için yeni bir tekne yaptılar. Bermuda'yı da, "ona dokunan herkes için korkunç bir yer..." diye tanımlıyorlardı. Bu söz, bu hoş ada konusundaki şimdiki fikirlerimizle hemen hemen taban tabana zıt.

O sırada oyunlarını yazmakta olan Shakspeare herhalde Bermuda'nın ününü zamanının gemicilerinden doğrudan doğruya öğrenmişti. Veya bu sözler kulaktan kulağa dolaşarak ona kadar gelmişti. Çünkü Shakspeare "The Tempost" (fırtına) piyesinin birinci perde - ikinci sahnesinde Ariel'e şu sözleri söyleyerek o bölgeyle ilgili eski bir imayı ölümsüzleştirdi.

'Beni gece yansı hâlâ öfkeli olan

Ber mothe'lardan, kırağı getirmen için uyandırdın.

O, orada saklanıyor...'

Yelkenli gemi çağında anlatılanlar Bermudaların ve güneydeki bölgelerin, gerçekten yüzlerce yıl teknelerin kaybolması yüzünden öfkeli oldukları anlaşılıyor. Bu gemilerin kaderleri, okyanusta kaybolan gemilerle ilgili geniş tablonun bir kısmını oluşturuyordu. Bu kayıplar da çoğunlukla fırtınalara, korsanlara ve isyanlara bağlanıyordu. Ancak ondokuzuncu ve özellikle yirminci yüzyılda, gelişen ulaşım ve gemilerin seyir Jurnelleri bu bölgedeki çok sayıdaki kayıpların acayip, insanı endişelendirici bir tarafı olduğunu ortaya koydu. Özellikle kazadan sağ çıkanların ve enkazın bulunmaması konusunda. Radyo ulaşımı yaygın bir hale girdiği zamanda kaybolan gemilerin gerçekten endişe verici olaylarla karşılaştıkları anlaşıldı. Bundan başka bu esrarlı kaybolmaların önemli bir kısmı sadece yolcular ve mürettebatla ilgiliydi. Zira terk edilmiş gemiler sapa sağlam halde bulunuyor, seyir jurnalleri, filikalar, yükler ve hatta kişisel eşyaların yerli yerinde oldukları görülüyordu.

Page 38: Zigzag Zaman Gezmenleri

Eğer uçakların olağanüstü durumlarla karşılaştıkları ve bunların da gemilerin kayboldukları yerde yeryüzünde silindikleri yavaş yavaş anlaşılmaya başlamasıydı. Bu ilgi çekici, merak uyandırıcı olaylardan denizin efsaneleşmiş esrarına katılacaktı. Özellikle önemli bir kısmı Bermuda Şeytan üçgeninin içinde bulunan Sargossa denizinin esrarına. Pilotlar uzun bir süreden beri o bölgede uçakların kaybolduklarını biliyorlardı. Bu olayların bazıları II. Dünya Savaşı'ndan önce, bazıları da savaş sırasında olmuştu. Fakat pilotlar buradan savaşa geçerken belirli olağanüstü olaylarla da karşılaşıyorlardı. Bölgede pusula ve gereçlerin bozulmasını ilk fark eden pilotlardan biri de Charles Lindberg olabilir. Lindberg, 13 Şubat 1928'de Spirit of St. Louis adlı uçağıyla Havana'dan Amerika'ya uçarken seyir jurnaline şöyle yazdı:

"İki pusula da gece Florida boğazının üstünden geçerken bozuldu. Toprağı gösteren iğne sağa-sola titreşti. Sıvı pusula kartı hiç durmadan döndü... Yoğun siste hiçbir yıldızı tanıyamadım. Şafak sökerken Bahama Adaları’nda üzerinde yerimi bulabildim. Rotadan hemen hemen üçyüzmil sapmıştım. Sıvı pusula kartı Spirit of St. Louis. Florida kıyısına erişinceye kadar dönüp durdu."

Lindberg o sırada Pan Amerikan hava şirketi adına yolcu uçakları için rota tespit ediyordu. O günlerde uçakların mıknatısla kuzeyi bulabilmek için sadece elektromanyetik pusulaları vardı. Bu yön bulucular başka güçlü manyetik etkiler yüzünden bozulabilirlerdi. Aynı yıl içinde, birkaç ay sonra, yani 28 Temmuz 1928'de hava rotası denemeleri yapan bir başka uçak, tahta kanatlı trimotor bir Fakker, yine Havana'dan Miami'ye giderken, pusuladaki yüzde ellibir sapma yüzünden Florida'yı kaybetti ve denize indi. Uçak, posta ve yolcular kayboldu. Fakat pilot ve radyo operatörü kurtuldular ve pusuladaki bu acayip sapmayı anlattılar.

1930'larda ve 1940'ların başında pusulaların ve uçuş aletlerinin sık sık bozulmaları özel olarak o bölgeyle ilgili bir fenomen olarak sayılmıyordu. Fakat 5 Aralık 1949'da, artık çok iyi bilinen o uçuş 19 olayı kamunun dikkatini çektiği zamanda durumda değişti. II. Dünya Savaşı biteli aylar olmuştu. Fort Lauderdahe'den her zamanki eğitim uçuşuna çıkmıştı. Deniz hava kuvvetlerine bağlı beş uçak üste tek taraflı bağlantı kurduğu sırada ortadan kayboldu. Beş bombardıman uçağının hâlâ haber gönderdiği noktaya, kurtarma uçağı gönderildi.

Filonun kaybolduğu günlerde basında, halk da bunun sonunda izah edilebilecek olağanüstü bir felaket olduğunu düşünüyorlardı. Ama bu olay zamanla daha da esrarlı bir hal aldı. Yetkililerin birkaç kesin açıklamalarına rağmen uçakların akıbeti konusunda, hiçbir şey kesinliğe kavuşturulamadı. Ne uçakların, ne de pilotların izine rastlanamadı.

Uçuş 19'a katılan uçakların hep bir arada kaybolmaları ve kurtarma uçağının da onları izlemesi, daha sonra aynı bölgede birçok başka askeri ve sivil uçakların kaybolması, gözlemcilere Amerikan Birleşik Devletleri'nin güney kıyısının açıklarındaki suları, Karaiblerin kuzey bölümünü, Bahama'ları ve Bermuda'yı içine alan bölgede, pusula sapmaları ve gereçlerin zaman zaman bozulmaları dışında, çok acayip ve olağanüstü bir etkenin bulunduğunu ve burayı etkilediğini gösteriyordu. Yavaş yavaş pilotlar, kaptanlar, mürettebat, ilgililer ve meraklılar geçmişteki efsanelerde sözü geçen esrarlı olaylarla gerçek vakaların çoğunluğunun aynı yerde geçtiğini ve bunun henüz tanımlanmamış olan gücün neden olduğunu anlamaya başladılar. Bunun sonucu olarak da I945'ten sonraki

Page 39: Zigzag Zaman Gezmenleri

otuz yıllık sürede o bölge ve oradaki kayıplar daha dikkatli incelenmeye başlandı. Kayıp uçak, gemi ve insanların listeleri yapıldı ve bütün bunlar ayrıntılarıyla gözden geçirildi.

Gemi, uçak ve insanların eskiden de şimdi de kayboldukları bu bölge gerçekten bir üçgen, dikdörtgen veya trapezci midir, bunu bilmiyoruz. Fakat ana noktalara bakıldığı zaman bu üçgenmiş gibi de duruyor. Bazı gemi ve uçakların yerleri haritada 'üçgen'in dışındaymış gibi gözüküyor. Fakat genel olarak tekneler ve uçaklar da yine üçgene gitmekteydiler ve o noktalarda onlardan son haberin alındığı yeri göstermektedir.

Aşağıdaki liste kayıp gemi veya uçakların yerini yaklaşık olarak göstermektedir. Bu noktalar, gemi ve uçakların. Bermuda Şeytan Üçgeni'nde kaybolmadan önce en son haber yolladıkları yerleri belirtmektedir. Kayıp teknelerden çoğuyla ilgili bir hayli belge toplanmıştır. Kayboldukları etrafa doyurulmayan veya kaybolmaları daha önce incelenen tekneler konusunda yeni gerçekler ortaya çıkmıştır. Bunun nedeni kamuoyunun Bermuda Şeytan Üçgeni fenomeni diyebileceğimiz gerçeği gitgide daha iyi anlamasıdır. Kayıplarla ilgili geniş ve uzun bir liste, kaybolan gemi ve uçakların veya teknelerin kayıp yolcu ve mürettebatının, karşılaştıkları şeyler ve bu kaybolma olayının çabukluğu konusundaki bilgilerimizi yeniden değerlendirmemiz için fırsat sağlayacaktır.

Sayı Tarih Tekne Rota veya son durumu Teknedeki kimselerin sayısı

(eğer biliniyorsa)

1 1800 U.S.S. Pickering Goadeloupe’den Dalawer’e 90

2 1814 U.S.S. Wasp Karaib 140

3 1824 U.S.S. Wildcat Küba’dan Tompkin Adası’na 14

4 1840 Rosale Fransa’dan Küba’ya

(terk edilmiş halde bulundu, içinde sadece bir kanarya vardı)

5 1843 Mart U.S.S. Grampus St. Augustine açıklarında 48

6 1854 Bella Batı Hind Adaları

(uskuna, terk edilmiş)

7 1853 James B.Chester Azor’ların Güneybatısında -

8 1873 Aralık Mary Celeste Azor’ların Kuzeyinde 10

9 1880 Ocak H.M.S. Atalanta Bermuda’dan İngiltere’ye 290

(Okul gemisi)

10 1881 Ağustos Ellen Austin Azorların Batısı -

tarafından terk edilmiş halde bulunan ve sonra kaybedilen,

teşhis edilemeyen uskuna

11 1902 Ekim Freya (üç direkli Küba’dan Şili’ye -

yelkenli terk edilmiş)

12 1908 22 Ocak Batimore Virginia, Hampton Road’s batısında 9

(üç yelkenli gemi)

13 1908 27 Ocak Georg R. Vreeland

Page 40: Zigzag Zaman Gezmenleri

14 1909 18 Eylül George Tavlane Jr. Virginia, Hampton Road’s doğusunda 7

15 1909 Kasım Spray Miami’den Batı Hind Adaları’na 1

16 1909 16 Aralık Martha S. Berment Florida’da Jacksonuille’in doğusunda 7

17 1909 18 Aralık Maggie S. Hart Florida’da Jacksonuille’in doğusunda 8

18 1909 23 Aralık Auburn Florida’da Jacksonuille’in doğusunda 9

19 1909 25 Aralık Anna R. Bishop Florida’da Jacksonuille’in doğusunda 7

20 1910 Mart U.S.S. (Kaybolan Georgia’da Savannah’nın güneyinde -

ilk buharlı gemi)

21 1910 26 Mart Charles Güney Jersey kıyılarının doğusunda 17

W. Parker

22 1913 17 Aralık George A. Lawry Florida’da Jackson Ville’in doğusunda 6

23 1914 29 Ocak Benjamine F. Poole Kuzey Cardine’da Wilmington’un 8

doğusunda

24 1914 27 Şubat Fitz J. Babson Florida’da Jackson Ville’in doğusunda 7

25 1915 Nisan Bertha L. Basker New York’tan St. Martin’e -

(Şilep)

26 1915 Nisan Silva (Şilep) New York’tan Felemenk Antil’lerine -

27 1915 Nisan Mavde B.Krum Florida’da St.Andrev’in doğusunda 7

28 1916 13 Ekim Brown Bros George’da Savanah’ın doğusunda 12

(üç direkli yelkenli)

29 1917 6 Mart Timandra (şilep) Virginia’da Norfolk’un doğusunda 19

30 1913 Mart U.S.S. Cyclops Barbados’tan Maryland’de Baltimore’a -

(deniz güçleri kömür gemisi)

31 1919 4 Ocak Bayard Howkins Virginia’da Norfolk’un doğusunda 308

32 1920 10 Şubat Amelia Zeman Virginia’da Norfolk’un doğusunda 9

33 1920 Hewitt (kükürt taşıyıcı) (Üçgen’den geçerek New York’ten Avrupa’ya -

34 1921 Ocak Carroll A. Deerling Hetteras Burnu -

(Terk edilmiş halde bulundu içinde sadece iki kedi vardı)

35 1921 27 Ekim Bagdad Florida’da Keywest açıklarında 8

36 1921 Monte San Michele (Üçgen bölgesinden geçerek) -

New York’tan Avrupa’ya

37 1921 Esperanza de Larrinaga (Üçgen bölgesinden geçerek)

New York’tan Avrupa’ya

38 1921 Ottowa (tanker) (Üçgen bölgesinden geçerek) -

New York’tan Avrupa’ya

39 1921 Hewitt (kükürt taşıyıcı) (Üçgen bölgesinden geçerek) -

New York’tan Avrupa’ya

Page 41: Zigzag Zaman Gezmenleri

40 1921 Steinsund (yük gemisi) (Üçgen bölgesinden geçerek) -

New York’tan Avrupa’ya

41 1921 Florina (yük gemisi) (Üçgen bölgesinden geçerek) -

New York’tan Avrupa’ya

42 1921 Svartskog (yük gemisi) (Üçgen bölgesinden geçerek) -

New York’tan Avrupa’ya

43 1921 Albyan (Üçgen bölgesinden geçerek) -

(üç direkli yelkenli) New York’tan Avrupa’ya

44 1921 Yute (buharlı gemi) (Üçgen bölgesinden geçerek) -

New York’tan Avrupa’ya

45 1922 11 Şubat Sedgwick (Üçgen bölgesinden geçerek) 6

New York’tan Avrupa’ya

46 1925 Raifuklu Maru (şilep) Bahama’nın doğusunda 6

47 1925 Cotopaxi (yük gemisi) Güney Caroline’da -

Charleston’dan Havana’ya

48 1926 Porta Noca Pines adası ve Grand Cayman arasında -

(yolcu gemisi)

49 1926 Sudufco (şilep) Port Newark’ın güneyinde 29

50 1931 Stavanger (şilep) Bahama’da, Cat Adası’nın güneyinde 43

51 1931 Haziran Curtis Robin Florida’da Palm Beach açıklarında 2

(uçak)

52 1932 Nisan John an Mary Bermuda’nın Somil güneyinde -

(terk edilmiş halde bulundu)

53 1935 Aralık Wright Whiriwind Havana’da Pines Adası’na 3

(uçak)

54 1938 Şubat Anglo Australian Azor’ların güneybatısında 39

(şilep)

55 1940 Şubat Gloria Colite Alabama’da Mobile’in 220 mil güneyinde -

(terk edilmiş)

56 1941 Kasım Proteus (şilep) St. Thomas’dan Virginia’da Norfolk’a -

57 1941 Aralık Nereus St. Thomas’dan Verginia’da Norfolk’a -

(şilep Cyclop’la eş gemi)

58 1941 Mahulcona (şilep) Florida'da Jacksonuille'in 60 mil doğusunda -

59 1942 Kasım Paulusa (yolcu gemisi) Batı Hint Adaları'nda Halifax'a -

60 1943 Martin Mariner Virginia'da Norfolk'un 150 mil güneyinde -

61 1944 Rubicon Floride kıyıları açıklarında -

(şilep, terke dilmiş halde bulundu. İçinde sadece bir köpek vardı)

Page 42: Zigzag Zaman Gezmenleri

62 1945 20 Ocak B-25 (uçak) Bermuda'yla Azor'la arasında 9

63 1945 18 Temmuz P.B. 4 YN (uçak) Miami'yle Bahama arasında 15

64 1945 5 Aralık 5 TBM. Avenger Florida'da Fort Lauderdale'in 14

torpido bombardıman 225 mil kuzey doğusunda

uçağı (uçuş 19)

65 1945 5 Aralık Martin Hariner Florida'da Fort Lauderdale'in 13

(uçuş 19'u kurtarmaya 225 mil kuzey doğusunda

giden uçak gemisi)

66 1945 27 Aralık Voyager II Kara sularında 4

67 1945 27 Aralık Valmore Kuzey Carolina kıyısı açığında 4

68 1946 2 Aralık City Belle Florida'da Miami'nin 300 mil 22

(terk edilmiş halde güneydoğusunda

bulundu)

69 1947 5 Aralık C-54 Süperfortress Bermuda'nın 100 mil açıklarında -

(uçak)

70 1948 30 Ocak Star Tiger (Tudor IV) Bermuda'nın kuzeydoğusunda 31

(uçak)

71 1948 31 Ocak Sam key Azor'ların kuzeybatısı 43

(Liberty gemisi)

72 1948 5 Mart Al Snyder Sand key ve Rabbitt key 3

(motorlu hafif yelkenli, terk edilmiş halde bulundu)

73 1948 Nisan Willel Goose Tongue of the ocean 4

74 1948 28 Aralık DC-3 (yolcu uçağı) Florida'da, Miami'den 500 mil ötede 35

75 1949 17 Ocak Star Ariel Bermuda'yla Jamaica arasında 20

(Tudor IV Star Tiger'la eş uçak)

76 1949 19 Ocak Driftwood Florida'da Fort Lauderdale'le Bimini arasında 5

77 1950 Mart Globemastar (uçak) Üçgen'in kuzey kenarında -

78 1950 Haziran Sandra (şilep) Jamica'yla Maracalbo arasında 15

79 1951 4 Kasım Sao Paulo Azor'larında 8

(yedeğe alınmış Brezilya kruvazor)

80 1952 2 Şubat York Transport (uçak) Bermuda'nın kuzeybatısında 39

81 1952 Nisan Navy PBY (uçak) Jamica'nın doğusu 8

82 1954 30 Ekim U.S. Navy Bermuda'nın kuzeyinde 42

Constellation (uçak)

83 1954 5 Aralık Southern Districts Cardina kıyısı açıklarında 23

(tanker)

84 1955 Ocak Home Sweet Home (Sargossa denizinden geçerek) 7

Page 43: Zigzag Zaman Gezmenleri

Bermuda'dan Antigua'ya

85 1955 Eylül Connemara IV (yat) Bermuda'nın 400 mil güneybatısında -

86 1956 5 Nisan Kargo'ya çevrilmiş Okyanus Dili'nin güneydoğusunda 3

B. AS (uçak)

87 1956 Temmuz Bounty Florida'da Miami ve Bimini arasında 4

88 1956 9 Kasım U.S. Navy P.5M (uçak) Bermuda'nın yaklaşık olarak 10

300 mil güneyinde

89 1958 1 Ocak Rovonoc (yat) Florida'da Key West'le Miami arasında 5

90 1961 25 Nisan Calista III Bahama'dan Kuzey Carolina'ya 5

(çift direkli yelkenli)

91 1962 3 Ocak Air Force KB-50 (uçak) Virginia'da Langley alanının doğusunda 8

92 1962 Windfall Bermuda açıklarında -

93 1962 Evangeline Florida'da Miami'den Bahama'ya -

94 1963 2 Şubat Marine Sulphur Florida Boğazı 39

Queen (şilep)

95 1963 2 Temmuz Sno Boy Jamica'nın güneydoğusunda 40

(balıkçı gemisi) Kingston'dan kuzeydoğu Cay'e

96 1963 28 Temmuz 2 Hava gücü Bermuda'nın 300 mil güneybatısı 11

KC-135 jeti

97 1963 22 Eylül C-132 Cargomaster Azor'ların batısında 10

(uçak)

98 1964 Nisan Dalgıçlar San Salvador uçurumunun doğusunda 2

99 1965 5 Haziran Havagücü kargo uçağı Homestead Hava üssünden 10

C-119 Büyük Türk'e

100 1965 28 Ekim El Gato (deniz evi) Büyük İnauga'yla Büyük Türk arasında 1

101 1966 1 Kasım Southern Cities Texas'da Freeport'la, 6

(romörkör) Meksika'da Tuxpan arasında

102 1966 Aralık Piper Cherokee (uçak) Bimini ve Florida'da Miami arasında 2

103 1967 11 Ocak Chose YC-122 (uçak) Florida'da Palm Beach'le 4

Grand Bahama arasında

104 1967 14 Ocak Beechcraft Key Largo açıklarında 4

Bonanza (uçak)

105 1967 23 Mart Beachcraft Jamaica'dan Nassa'ya 2

çift motor (uçak)

106 1967 Ekim Çift motorlu uçak Büyük Inagua açıklarında 2

107 1967 22 Aralık Wilche raft Florida'da Miami'nin 1 mil ötesined -

(büyük motor)

Page 44: Zigzag Zaman Gezmenleri

108 1968 5 Nisan Elizabet (şilep) 7 numaralı şamandırada 2

109 1968 11 Ekim Ithaca Island (şilep) Windward geçidinde -

110 1969 6 Haziran Cessna 1972 (uçağı) Virginia'da Norfolk'dan 29

İngiltere'ye Batı Atlantik

111 1969 10 Temmuz Teigmouth Electron Bahama'da Büyük Türk yöresinde 2

(kütüklerden yapılmış sal. Aynı Azor'ların 700 mil batısında

zamanda, o genel bölgede 4 yat

terk edilmiş halde bulundu)

112 1969 4 Ağustos Büyük Isaac Feneri Bahama'larda Büyük Isaac 2

(2 fenel bekçisi kayboldu. Büyük sandalları hala yerinde bağlıydı.)

113 1969 4 Kasım Southern Cross (yat) May Burnu açıklarında -

114 1970 Nisan Milton Latrides(şilep) Louisana'da New Orleans'dan Batı Afrika'ya 30

115 1971 Eylül Phantom II F-4 jet uçak Florida'da Miami'nin 80 mil güneydoğusunda -

116 1971 9 Ekim Caribe (şilep) Columbia'dan Dominic Cumhuriyeti'ne 28

117 1971 31 Ekim Lucky Ldur Güney Jersey kıyısı açıklarında (tahmini) 10

Balıkçı gemisi, terk edilmiş halde bulundu.

118 1971 Aralık Dalgıçlar Okyanus Dili batı kaya çıkıntısı 2

119 1972 19 Mart Dalgıç, Florida'da Fort Lauderdale açıklarında 1

dalma teknesinden kayboldu

120 1973 2 Mart Dalgıçlar St. Lucia kıyısı açıklarındaki Pigeon Adası 3

121 1973 21 Mart Anita (şilep) Santo Domingo'nun güneyinde 4

122 1973 22 Mart Defiance Virginia'da Norfolk doğusunda 32

(yat terk edilmiş halde sürüklenirken bulundu. Sonra kayboldu)

123 1973 25 Mayıs Navion 16 (uçak) Florida'da Freeport'la Batı Palm 2

Beach arasında

124 1973 17 Temmuz Haiti mülteci gemisi Eski Bahama kanalı 45

(Konvoyda)

125 1973 10 Ağustos Beach Heraft Florida'da Fort Lauderdale'le 4

Bonanza (uçak) Büyük Aboca arasında

126 1973 Kasım PBM Martin Virginia'da Norfolk'un 150 mil güneyinde 19

Mariner (uçak)

127 1973 19 Aralık Lake Amphibian(uçak) Nasau'yla Florida'da Ford Lauderdela arasında 2

128 1974 26 Şubat P-3 Orion (balon) Kanarya Adaları'nın 1000 mil batısında 1

129 1974 27 Nisan Suba Bank (yat) Nassau'dan Florida'da Miami'ye 4

130 1974 14 Temmuz Cherokee (uçak) Florida'da Batı Palm Beach'den Bahama'ya 6

131 1974 24 Temmuz Dutch Treat (yat) Cat Cay'den Florida'da Miami'ye -

132 1975 27 Mart Lochhead Lodster Grand Caybond'la Florida'da 4

Page 45: Zigzag Zaman Gezmenleri

Fort Lauderdale arasında

133 1975 22 Nisan Down (karides teknesi) Florida'da Key'lerinin doğusunda 3

134 1975 30 Nisan Magnum Bahama'da, West End'den 20 mil açıkta -

(takma motorlu tekne, terk edilmiş halde bulundu, motor çalışıyordu)

135 1975 27 Haziran Meridan (yelkenli) Bermuda'yla Virginia'da Norfolk arasında 5

136 1975 4 Nisan Çift direkli yelkenli Bermuda'nın kuzeyinde 5

137 1975 4 Ağustos Twin Beechraft (uçak) Bahama'da Great Mago'nun batısında 3

138 1975 9 Kasım Okyanus sürat motoru Bimini'den Florida'da Miami'ye 3

139 1975 2 Aralık Boundless Florida'da Miami'den San Juan'a 5

okyanus romorkör

140 1975 10 Aralık Speed Artist Barbados'dan Guadeloupe'ye 5

(kıyı teknesi)

141 1975 18 Aralık Inbrose Tanker Kanada'ya giderken Floride kıyıları açıklarında 22

142 1975 Aralık Diosia (şilep) Hatteras Burnu açıklarında -

143 1976 Nisan High Flight Florida'da Miami'den Bimini'ye -

(motorlu yelkenli)

Charles Berlitz "With Out a Trace" adlı eserinde Bermuda Şeytan Üçgenindeki bu olayları belirlemiş ve Bermuda üzerindeki birçok gizemin ortaya çıkmasında önemli mesafeler kat etmiş bir araştırmacı yazardır. Bermuda konusundaki temel taşlardan birisi olan Charles Berltz'in tesbitlerini incelemeye devam edelim.

Bermuda'mn gizeminin en çarpıcı noktası da yaşanan zaman kaymalarıdır. Olaylar dikkatli şekilde incelendiği zaman, belirli bir süre, izah edilemeyecek bir şekilde durduğu, geçmişe uzandığı ve belki de geleceğe uzandığı görülüyor. Bu tür olaylar belirli bir zamanda üçgenin belirli bir yerinde bulunan uçak ve mürettebatın başına geliyor.

4 Aralık 1970 yılı Florida Boynton Beach'de Bruce Gernon Jr. adlı pilotun başından bu hadise geçiyor. Pilotun anlattığı hikâye seyir jurnali, personeli ve yakıt makbuzuyla destekleniyor. Pilot yolculuğu sırasında mekanik aletlerinin çalışmadığını fark ediyor. Rotasından sapıyor. Aradan 2 saat geçtikten sonra yakıtında hiçbir kayıp olmadan çok uzunca bir yol aldığını fark ediyor. En yakın hava alanına iniyor.

ZAMANIN DİĞER YÖNÜ

Bermuda şeytan üçgeninde en şaşırtıcı olan olay zaman zaman görülen vakit kaybı ve kazancıdır. Kimi zaman yoğun sis veya dumanın içinden geçen bir uçağın izah edilmesi mümkün olmayan bir şekilde gideceği yere zamanından önce eriştiği oluyor. Tabii ki kuyruk tarafından esen çok kuvvetli bir rüzgârın uçağa beklenmedik bir hız kazandırması

Page 46: Zigzag Zaman Gezmenleri

mümkün. Ama söz konusu vakaların hiçbirinde şiddetli rüzgâr esmediği biliniyor.

Olaylar incelendiğinde zamanın belirli bir süre, izah edilemeyecek bir şekilde ilerlediği, durduğu veya geçmişe uzandığı... Veya belki de geleceğe uzandığı görülüyor. Bermuda şeytan üçgeni suları ve kıyı kesimlerinde görülen olaylar geçmişteki vakaları yansıtıyor gibi. Sanki zaman bazı belirli anlarda, şimdideki kimseleri geçmişe gönderiyor. Veya "Bölünmez zaman" bükülüyor, geçmişle şimdi ve ta gelecek de birbirine karışıyorlar. Bu aylarla ilgili vakalar, gizli bilimler sınırına yakın gibi gözüküyor.

Amerika'da Amiral Richard E. Byrd'un 1929'da Güney kutbunun üzerinden uçarak geçmeyi başarmasıyla ilgili acayip bir efsane de var. Bu, Amiral Byrd'un uçuş sırasında radyoyla verdiği bir haberli ilgili. Bu haber öylesine inanılmayacak bir şeydi ki, yetkililer bunu gizlemeye çalıştılar. Haberde Amiralin kutup yakınında gördüğü şeyler açıklanıyordu. Amiralin uçuşu aynı zamanda radyoda yayınlanıyordu. Byrd bir ara sislerin arasından çıktı ve büyük bir şok geçirdi. Bu bölgede bitkiler, göller, mamutlar, iri yaban öküzlerine benzeyen hayvanlar ve bunların anındaki insanları görebiliyordu.

Zooloji ve keşiflerle ilgilenen bazı kaynaklar bu haberi dikkatle izlerken yayın birden kesildi ve yayın programından çıkarıldı. Amiral ne görmüştü ki program birden kesilmişti? Amiral'in daha sonra yaptığı açıklamalar olayı daha da ilginç hale getirdi. "Kutbun ötesindeki o ülke..." "Büyük bilinmeyenin merkezi..." 1957 yılında da "Gökyüzündeki o sihirli kıta, sonsuz esrar ülkesi..."

Bu olayların da gösterdiği gibi zaman bükülmesi vardır. Einstein ve Kozirev'in söylediği gibi bu bükülme şartlarının yalnız uzayda değil, yeryüzünün bazı kesimlerinde de bulunduğu anlaşılır. Eskiden "Zaman Çatlaklıkları”yla ilgili imkânsız olaylar çoğunlukla sihir ve büyüye bağlanırdı. Modern dünyada ise psişik bilimler alanına sokuldu.

Hangi alana sokulursa sokulsun ikisi de geleceği şaşırtacak bir kesinlikle önceden açıklamışlardı.

Kurgu bilim yazarı Jules Verne'nin olağanüstü bir şekilde, yüzyıl önce yaptığı açıklamalar var. Verne'nin deniz altısının boyutları, hemen hemen bizim deniz altılarımız ile aynı. Verne Ay'a atılacak roketin yeri olarak Florida'nın doğu kıyısı olarak tanımlamaktadır.

Hindu kutsal yazarı Mahabharata'nm en ilgi çekici taraflarından biri bu kitapta atom bölünmesi savaşlarının ve bunların etkilerinin şaşılacak kadar doğru bir şekilde anlatılmasıdır. Bu kitapta yazılmasından önceki binlerce yılı anlatır. Bu örneklerde de görüleceği üzere zaman bizim sandığımız gibi akıp gitmemektedir. Zamanın farklı yönleri vardır. Zamanı bir bütün olarak keşfetmek için birçok alanda çalışmalar yapılmalıdır. Işınlanma ve zaman konusunda yapılan araştırmaların temel taşı da "Philadelphia Deneyi"dir.

Amerikan deniz kuvvetleri 1943 yılının Ekim ayında Virginia'da Norfolk Newport News tersanesinde bir dizi deneme yaptı. Bu deney dışarıya sızma yaptı. Önlenemeyen bir sızmanın bilgi kaynakları belirlenemedi. Bazı tanıklar öldü ya da öldürüldü. Ve araştırmacılar birçoğu intihar etti (?) Fakat bu konuda araştırma yapmak imkânsızdır. Deneyin kod adı dahi bilinmiyor. Ve deney günümüzde de çok gizli belgeler arasında korunuyor.

Page 47: Zigzag Zaman Gezmenleri

Buna rağmen 'Philadelphia Deneyi'yle ilgili ısrarlı haberler tekrarlanıyor. 1953'te deniz kuvvetlerinin bir gemisini 'kaybetmek' için yapılan deneyler çok başarılı oldu. Sadece mürettebatın üzerinde kötü etkileri görüldü.

Deney ile şeytan üçgeni arasında bağ şuradan çıkıyor:

Bildirildiğine göre bir destroyerle mürettebatının ortadan kaybolmalarını sağlamak için suni olarak yaratılan bir manyetik alandan faydalanıldı. Tabii ki deniz savaşları için büyük önem taşıyordu. Bu deneyle insanlar ve maddeler geçici olarak başka boyuta gönderildi. Deneyin yapılmasından hemen sonra deniz kuvvetleri araştırma bürosuyla ilişki kuran ünlü astronom ve selenograf Fr. Morris Jessup'un arkadaşı ve meslektaşı Dr. Mason Valentino hatırladığı kadarıyla Philadelphia Deneyi'nin en dikkat çekecek taraflarını özetledi. Bunları Dr. Jessup'la yaptıkları konuşmalardan ve mektuplardan biliyordu.

Jessup'a göre deneyin amacı deniz yüzeyinde giden ve insanlar tarafından yönetilen bir tekne üzerinde güçlü bir manyetik alanın yapacağı etkileri denemekti. Bu manyetik alan Deçausser'larla sağlanacaktı. (Yani jeneratörler). Limana alınmış teknenin üzerinde ve etrafında çok yoğun bir manyetik alan meydana getirmek için 'sürekli çalışan' türden jeneratörlerden faydalanıldı. Sonuçlar çok şaşırtıcıydı. Ama deneyden sonra mürettebatın üzerinde çok kötü etkileri görüldü. Deney başlarken önce sisli yeşil bir ışık belirdi. Bu olay üçgenden kurtulan kazazedelerin anlattıklarına benziyordu. Çok geçmeden bütün gemi bu yeşil sisle doldu. Tekne, mürettebatıyla birlikte seyircilerin gözleri önünde kaybolmaya başladı. Sonunda bunun sadece su kesimi hattı gözükür oldu. Virginia'da Norfolk'ta belirip kaybolduğu bildirildi. Bu konuya bağlı zaman çarpıklığı fenomeniyle ilgili bir "görünmeden seyretme" deneyinin sonucu olabilir.

Deneyin denizde başarılı olduğu bildirildi. Geminin iki yanında otuz metre kadar uzaktan başlayan küre şeklinde etkili bir 'görünmezlikle' sağlanıyordu. Bu sayede gemi gözükmüyordu. Sadece bunun suda bıraktığı iz görülüyordu.

Güç alanı yoğunlaşırken mürettebattan bazıları da kaybolmaya başladı. Bunları donarak bulmak ve bir tür 'el sürme' tekniğiyle tekrar görülür hale sokmak gerekti. Tam iyileşme ise çok büyük bir problemdi. Mürettebatın birçoğu hastaneye kaldırıldı. Bazıları öldü. Yaşayanların beyin dengeleri tamamen bozuldu. Psişik yetenekleri gelişti. Bazılarında deneyin değişme etkisi devam etti. Bunlar evlerinde, sokakta, barlarda geçici olarak kaybolup tekrar beliriyorlardı. Dr. Jessup kaderin hikmetiyle böyle büyük bir araştırmanın kilit adamı olmuş bu araştırma onun hayatını tamamen etkilemişti. Hayatının geri kalanını psişik araştırmalara adadı. 1955 yılında da "Uçan Dairelerin Lehinde" adlı bir kitapta yazdı. Kitabının yayınlanmasından sonra kendisine bir takım mektuplar geldi. Hayranlık mektupları arasında elle yazılmış, iki kısımlık bir belge dikkatini çekti. Bu belgeye Carl M. Allen imzası atılmıştı. Mektup Philadelphia deniz kuvvetleri tersanesindeki deneyden söz ediyordu.

Dr. Jessup bu belgeyle çok ilgilendi. Dr. Jessup mektuba cevap vererek daha fazla bilgi istedi. Yazar, ilk mektubuna Einstein'in "birleştirilmiş alan" teorisinden söz ederek başlıyor, sonra şunları açıklıyordu:

"Sonuç şöyle oldu. Destroyer tipi bir gemi bütün mürettebatıyla denizde görünmez oldu. Alan, uzatılmış küre şeklindeydi. Bu geminin iki tarafından otuz metre kadar ileriden

Page 48: Zigzag Zaman Gezmenleri

başlıyordu. Bu kürenin içinde kalan her insanın şekli bulanıklaşıyordu. Takat bu kimsede o gemideki insanları sanki onlarda aynı durumdaymışlar gibi görüyor, ama bir boşluğun üstünde yürüyormuş gibi bir hisse de kapılıyordu. Bunları neden şimdi size anlatıyorum? Çok basit çıldırmamak için. O geminin subay ve mürettebatının yarısından fazlası şu anda deli. Hatta birkaçı silindikleri zaman özel eğitilmiş kimselerin kendilerine bilimsel şekilde yardım edebilmeleri için uygun yerlerde kapalılar. Onların tabiriyle silindikleri zaman Cehennemin Cehennemi olduğunu söylüyorlar. Bu hale giren insan kendi iradesiyle hareket edemiyor. Alanın içinde bulunan iki üç kişinin hemen gidip ona dokunması gerekti. Yoksa o halde donup kalıyor. Bir insan donduğu zaman bulunduğu yerin dikkatle işaretlenmesi gerekiyor. Sonra manyetik alan kesiliyor. O zaman donmuş adam dışında herkes hareket edebiliyor. Ondan sonra mürettebatın içinde en yeni olanı "donmuş " adamın yüzüne ve cildine dokunuyor. Bazen bu olay birkaç saat sürüyor. Bazen de bütün gece. En ciddi olayda ise bir adamı donma halinden ancak altı ayda kurtarabiliriz. Donmuş adamlar bizim bildiğimiz şekilde zamanı fark etmiyorlar. Onlar yan komaya girmiş insanlara benziyorlar. Nefes alıyor, hissediyor, bakıyorlar. Ama ölüler diyarım oluşturabilecek birçok şeyi fark ediyorlar."

"Bu adamlar "Akıntıya tutulmak", "İtilmek", "Yeşile yapışmak", "Çok hızlı gidiyordum", "Bala yapışmak" gibi terimler kullanırlar. Bunlar güç alanı denemelerinin on yıl sonraki uzun vadeli etkileriyle ilgilidir.

“Akıntıya tutulmak", "Az donma" terimleri sanki bala yapışmaya benzeyen hissi gayet iyi anlatır. "İtilmek" ise bir insanın farkına varmadan "silinmek" yani görünmez olmak üzereyken duyduğu hissi anlatır.

İlk deney D-E5 mürettebatından pek az kişi kaldı. Bunların çoğu çıldırdı. Bir tanesi karısı ve çocuklarının gözleri önünde odanın duvarından geçti. İki tayfa bir daha görünmedi. İki tanesi kendi kendilerine yandılar. (Vücudun ürettiği enerjinin yüksek olması bütün vakaların gerçekleşmesine neden olmaktadır.)

İlk mektubun geri kalan kısmında yazar Dr. Jessup'a iddiaların nasıl kanıtlanacağını ve başka tanıkların nasıl bulunacağını anlatıyordu.

Merakı iyice artan Jessup, Allen'a mektup yazarak iddiaları destekleyecek yeni kanıtlar istedi.

“Ailen" birkaç ay sonra bir mektup daha yazdı. Bunda sodyum pentotal alarak kendi kendisini hipnotize etmeyi teklif ediyordu. Böylece olayla ilgili olarak ayrıntıları hatırlayacaktı. Ailen ikinci mektupta kendi teorisini açıklıyordu. "Bence bu iş uygun şekilde ele alındığı, yani halka ve bilim adamlarına uygun, psikolojik bakımdan etkileyici takdim edildiği zaman insanlar hayal ettikleri yerlere de gidebilirler. İstedikleri yıldıza da gidebilirler."

Jessup bu ikinci mektupta yazanları düşünürken, deniz güçlerinden bir davet aldı. Bir konuşma yapabilmek için deniz güçleri araştırma bürosu ONR'ye çağırdılar.

Jessup ONR'nin Washington'daki merkezine gittiği zaman şaşılacak bir olayla karşılaştı. Jessup'a incelemesi için kendi kitabını verdiler. Ona kitabın 1955 yazının ortalarında postayla ONR'nin şefi Amiral F. N. Furth'a yollanmış olduğunu söylediler. Hem proje subayları, hem de Aeronatik projeler bürosundakiler incelemişlerdi.

Page 49: Zigzag Zaman Gezmenleri

Kitabın sayfalarının kenarına birileri de el yazısıyla Jessup'un iddiaları hakkındaki fikirlerini yazmışlardı. Bu kitabın üç kişinin elinden geçmiş olduğu sanılıyor. Çünkü ayrı ayrı üç mürekkep kullanılmıştı. Bunların kitabı birbirlerine gönderdikleri belliydi. Jessup kitabı incelemeye başladığı zaman el yazısı ve ifade tarzından üç eleştirmenden birinin kendisine mektup yazan Allen olduğunu fark etti. Kitabın yorumcuları eski bir uygarlığın temsilcileri gibi davranıyorlardı. Onlar arzdaki ve kozmostaki daha eski bilimsel gelişmeleri gezegenler arasında dolaşan uzay gemilerinin sık sık dünyamıza geldiğini bunların yolculuk usullerim biliyor, dünyayı, mahfeden gezegenler arası savaştan söz ediyorlardı.

Ek yazılar güç alanları, tekrar görünme sözleri ve arzın şimdi büyük ve küçük uzay gemilerinden nasıl gözüktüğüne dair tariflerle doluydu.

Böylece Jessup, kitabı yüzünden tekrar bu maceraya katılmıştı. Deniz kuvvetlerindeki araştırmacılarla birlikte konuya el attı. Fakat 69 yılında garip bir şekilde ölmesi üzerine araştırmalar yarım kaldı. Daha sonra kitabın birkaç kopyası yapılarak Pentagona dağıtıldı. Yazar ve uçan daire araştırmacılarından olan Barker elde edilmesi güç olan yorumlu kitapları bir tane buldu. Yorumlu kitabın kopyaları gerçekten azdı. Çünkü bunlar ya tesadüfen, ya da maksatla ortadan kalkmıştı. Barker kitabın bir dizimini kısaltarak gerçekleştirdi ve ilgilenen araştırmacılara çok yüksek paralara sattı.

Dr. Jessup'un ölüm vakasının da incelenmesi gerekir.

Dr. Jessup ONR'ye çağırılışından ölümüne kadar deney üzerine çalıştı. Güvenlik kurallarına dikkatle uymakla birlikte, Dr. Valentine’e genel bulgularını ve teorilerini açıkladı. Jessup Valentine'e deniz kuvvetlerinin Allen'i bulmaya çalıştığını anlattı. Bunun için Allen'in Jessup'a yazdığı mektupları zarflarının üzerindeki adreslerden yararlanmışlar ama adamı bulamamışlardı. Diğer iki yorumcunun kimliği konusunda ise hiçbir ipucu yoktu ellerinde. Jessup, öyle bir deneyin yapılmış olduğuna inanıyordu.

Jessup bu deneyler konusunda endişeliydi. Valentine'e deniz kuvvetlerinin kendisinden bir deneyde danışmanlık yapmasını istediğini, fakat bu teklifi reddettiğini söylemişti. 1943 Ekiminde kamuflaj maksadıyla manyetik bir bulut meydana getirmeye çalışırken başka bir şeyi keşfedebildiğine inanıyordu. Bu güç yeteri kadar kuvvetli olduğu takdirde, insanların ve maddenin moleküll erini yeniden ayarlıyor ve onların başka boyuta geçmelerine neden oluyordu. Bu olay tahmin edilen fakat kontrol altına alınamayan bir "teleportation" izlerini de taşıyordu.

PAUL BRUNTON ve IŞINLANMA DENEYİMİ

Dr. Paul Brunton 1898 yılında Londra'da doğmuş. İngiltere'de St. George Akademisi'ni bitirdikten sonra, ABD. Mc. Kinley-Roosevelt Akademisi'ni de bitirerek felsefe doktorasını

Page 50: Zigzag Zaman Gezmenleri

almıştır. Dinler tarihi ve metafizik konusunda araştırmalarıyla ünlenmiştir.

Paul'Brunton "A Search in Secret India" adlı eserinde Hindistan'a gidiş öyküsünü anlatarak Romana Moharshi ile görüşmesini anlatır. Bu görüşmesinde teleportasyon konusunu açar. Romana Moharshi'den bir deney için söz alır. Bu deneyi de kitabında şöyle aktarır.

"Hol'de Mohorshi ile adamlarından birkaç kişi vardı. Hepimiz Yogo terimi ile "The Comfartable Posture" (*) diye adlandırılan duruma geçmiştik. Aniden Moharshi'nin gözlerinin kısılıp, daha parlamaya başladığı gördüm. Beynimde bir ses her şeyin çok kolay ve basit olduğunu fısıldıyordu. Öyle bir hal almıştım ki bu fısıldama beni yönlendiriyordu. Zaman ve dünya benim için durmuştu. Fakat çevremde olan biteni görebiliyordum. Aniden adamlardan biri yukarı uzanır gibi oldu ve birden onu göremez oldum. Fakat nedense bu olay bana şaşırtıcı görünmüyordu. Kafamı öbür köşeye çevirdiğimde de diğer adamın yok olduğunu gördüm. Yanında duran adamda gitti. Artık bir Moharshi ile ben kalmıştık. Birden gözleri kısılmaya vücudu yok olmaya başladı ve benim vücudumun da onunla birlikte yok olmaya başladığını hissettim. Bu kadarı benim için çok fazlaydı. Bütün ruhsal gücümle karşı koymaya başladım. Derin derin nefes alarak eski halimi aldım. Özür dileyerek oradan ayrıldım. Bu örnekte görüldüğü gibi zaman ve mekân değiştirme olaylarında nefesin önemi vurgulanıyor."

(*) Yarı Buda duruşu diye bilinen rahatlama duruşu.

CARLOS CASTANEDA ve

IŞINLANMA DENEYİMİ

California Üniversitesindeki antropoloji öğrenimi sırasında, Kızılderililer'in kullandığı şifalı otlar üzerine bilgi toplamak amacıyla gittiği Meksiko, Sonora'da Don Juan adında ihtiyar bir Yaqui Kızılderilisi ile karşılaşan Carlos Casteneda, doğaüstü güçlere sahip olan Don Juan'ın öğrencisi olmuş ve bir "bilgi insanı" olarak yetişebilmek için uzun yıllar süren bir öğrencilik döneminden geçmiştir. Bu zorlu eğitim sırasında Castaneda'nın başından geçen birçok olay arasında hem mekân, hem de zamanda yolculuk yaptığı bir ışınlanma olayı yer almaktadır. Carlos Castaneda, ışınlanma deneyimini şöyle anlatmaktadır. "Çarşamba sabahı, kaldığım otelden saat 09.45 civarında ayrıldım. Don Juan ile buluşacağım yere onbeş dakika içinde ulaşabilecek şekilde yavaşça yürümeye başladım. Beş blok ötedeki Paseode'a Reforma'nın köşesindeki havayollarının bilet satış bürosunun önünde buluşmak üzere anlaşmıştık. Az önce bir arkadaşım ile birlikte kahvaltı yapmıştım, kahvaltıdan sonra benim ile gelmek istemişti ama, genç bir bayanla buluşacağımı ima ederek onu atlatmıştım. Dolayısıyla, ihtiyatlı davranmam gerekiyordu. Havayolları bürosunun bulunduğu caddenin karşı kaldırımından yürüyordum. Sürekli olarak kendisini Don Juan ile tanıştırmamı isteyen arkadaşımın Don Juan ile buluşacağımı anladığından dolayı beni izleyebileceğini düşünüyordum. Don Juan beni öylesine büyük bir güç ile itmişti ki, ağzımdan tükürükler akmış ve büronun içine girerken hafif baş dönmesi yaşamıştım. Olduğum yerde birkaç kez döndüm. Çevremdeki her şeyi bulanık

Page 51: Zigzag Zaman Gezmenleri

görüyordum. Büronun ortasında aptalca dönüp duruyordum."

"Sersemleşmiş bir halde, kapıyı açtım. Dışarıya adımımı attım. Hiçbir şey olmamış gibi yürümeye başladım. Don Juan'ın bana katılacağından emindim. Gözlerimi açıp mekân üzerinde odaklanmaya başlayınca büyük bir şaşkınlık dalgası içinde kendimi buldum. Paseodela Reforma'da bulunmam gerekiyordu, ama orada değildim. 2,5 km. kadar ötedeki Lagunilla Pazan'ndaydım. "Bu gerçeği idrak ettiğim an öylesine yoğun bir şaşkınlık geçirdim ki, hiçbir şey yapamıyordum."

"Bulunduğum yerin neresi olduğunu çıkarabilmek için çevreme bakındım. Don Juan'la ilk karşılaştığım yerin yakınlarında olduğumu fark ettim. Bir halisünasyon yaşadığımı düşünüyordum. Çıktığım kapıdan tekrar girmek için arkamı döndüm. Ancak arkamda eski kitaplar satan bir kitapçıdan başka kimse yoktu. Birden Don Juan belirdi. Konuşmak istedim ama konuşamıyordum."

"Don Juan konuşmaktansa düşünmemi istedi. Göğsüm de dehşetli bir sinirlilik hali belirdi. Ağlıyordum. "

"Don Juan beni teselli ederek "Konuşma sadece izle. Her şeyi izle" dedi. Oysa ben bir çocuk gibi ağlıyordum. Bu arada Don Juan her şeyi izlememi istiyordu. Benim içinde her şey gayet normaldi. Don Juan'la yürüyerek oradan ayrıldık." Ertesi gün, yani Perşembe günü arkadaşımla büronun bulunduğu bölgeye gittim. En kestirme yoldan gitmemize rağmen pazar yerine otuzbeş dakikada gidebildik. Oradaki kadınlara buradaki kitapçıların nerede olduğunu söyledim kadın şaşırdı. Dün gördüğümü söyledim. Kadın bana dönüp yanlışınız olacak kitapçılar sadece pazar günü kurulur. Arabaları göstererek yoksa trafik tıkanır dedi."

"Arkama dönüp baktığımda onu karşımda görmekten korkuyordum. "Don Juan'ı caddenin karşı kaldırımında, bir büfenin önünde gördüm. Karşıya geçmeye başladım. Ancak cadde geniş olduğundan, orta yerdeki tretuvara çakılarak emniyet içinde geçişini tamamlayabileceğim bir anı kollamaya başladım. Öyle beklerken, izlenip izlenmediğimden emin olmak için arkama baktım. Tam arkama rastlayan köşede durmuş bana bakıyordu. Bana yetişmesine imkân vermeden caddenin öte yanına fırladım.”

'Don Juan içinde bulunduğum güç durumun farkında gibiydi. Yanına geldiğimde arkama doğru bir göz attı. "Geliyor" dedi. "Yan sokağa iyi olacak. "

'Bulunduğumuz noktada, oliyagonal olarak Paseodela Reforma'ya açılan bir sokağı gösteriyordu. Hızla, bulunduğum yerin neresi olduğunu çıkarmaya çalıştım. O sokağı hiç görmemiştim. Fakat iki gün önce havayolları bürosunda bulunmuştum. Büronun planını biliyordum. Büro, sokağın birleştiği köşedeki üçgen biçimi bir arsanın üzerinde yer alıyordu. Her iki sokağa da açılan kapılar vardı ve bu kapılar arasındaki mesafe 3-3,5 metre kadar olmalıydı. Büronun içi bir kapıdan ötekine doğrudan ulaşılacak şekilde düzenlenmiş olduğundan, bir sokaktan diğerine kolaylıkla geçilebilirdi. İki kapı arasındaki geçişin bir yanında sıralar, öteki yanında çalışan memurlar ile veznedarların bulunduğu büyük, yuvarlak bir bölüm yer alıyordu. İki gün önce ben oradayken içeride bir sürü insan vardı. "

'Ben acele etmeye, koşmaya niyetliydim ama Don Juan rahat bir tempoda yürüyordu. Büronun diyagonal sokağa bakan kapısına vardığımızda, arkama dönüp bakmadığım

Page 52: Zigzag Zaman Gezmenleri

halde, arkadaşımın peşimizde olduğunu biliyordum. Bu duruma bir çare bulacağını umarak Don Juan'a baktım. Omuzlarını silkmekle yetindi. Kızdığını hissettim. Arkadaşımın burnuna bir yumruk atmak dışında aklıma bir şey gelmiyordu."

"Tam o anda içimi çekmiş ya da soluk vermiş malıydım. Çünkü Don Juan'ın beni bürosunun kapısından içeri itmesiyle soluk kaybı hissettim. Don Juan öylesine boş bulunduğum anda beni itmişti ki ne olduğunu dahi anlayamamıştım."

Bermuda şeytan üçgeni fenomenleri inceleyen Volentine'yi üçgen konusundaki görüşlerinden dolayı Jessup'da onayladı. 1959 Nisanında Jessup Volentin'e Philadelphia Deneyi'nin yol açtığı tepkiler konusunda bu sonuçlar bulduğunu söyledi. Bu bulgular hakkında konuşmak için 20 Nisan gecesi yemeğe davet etti.

Fakat Jessup o yemeğe hiçbir zaman gidemedi. Polis raporlarına göre 6.30 sularında Maimi Dade bölgesindeki bir sahil parkına girdi. Arabasının egzozuna bir boru takıp bunu arabanın içerisine sokarak intihar etti. Polis raporunda bu notlardan hiç bahis yoktu. Tahminimizce SEK örgütü Jessup'u kendi için tehlikeli bulmuş ve onu yok etme yolunu seçmişti.

Dr. Valentine'de bilinmeyen kişiler ve güçler tarafından öldürülmüş olabileceğini vurgulayarak bu buluşun yeni bir çağ başlatabileceğini söylemişti. Ve günümüzde "Philadelphia deneyi" gizemini korumaya davet etmektedir. Zaman problemimiz için bir geçiş kapısıdır. Bu deneyi çözebilenler zamanın akışını da kendileri açısından ellerinde tutabileceklerdir.

HANS HORBİGER

Haushoffer'in bilimsel kimliği Nazi Almanyasında kendini hissettiriyordu. Karl Haushoffer'in yanı sıra Horbiger'in düşsel dünyası ve gizemli çalışmaları ağırlık kazanıyordu.

1925 yılının bir yaz sabahı postacılar Almanya ve Avusturya'deki bütün bilginlerin evlerine mektup bırakıyorlardı. Mektup ültimatom niteliği taşıyordu. "Seçme zamanı geldi, ya bizimle, ya bize karşı olacaksınız artık. Hitler politikayı temizleyecek, Horbiger'de sahte bilimleri. Ebedi buzlar öğretisi Alman halkının yeniden canlanma belirtisi olacak. Hazır olunuz! Vakit geçmeden saflarımıza katılınız!"

Bilginleri küstahça tehdit etme cüretini gösteren adam, Hans Horbiger, altmışbeş yaşındaydı. Upuzun bir aksakalı vardı. Öğretisi geniş halk yığınları tarafından, Wel Welteislehre (Ebedî Buz Öğretisi) adıyla tanınmaya başlıyordu. Bu, evrenin, resmi astronomi ve matematik ile çelişkiye düşen ama eski mitosları doğrulayan bir tür açıklamasıydı. Ama Horbiger kendisini bilgin sanıyor, öyle geçiniyordu. Ne var ki bilimin yorumu ve yöntemlerini değiştirmesi gerekliydi. Hitler gibi o da "Her bilimsel eylemin ön düşüncesinin, kimin bilmesini gerektiğini bilmek" olduğuna inanmıştı. Yalnız Peygamber, ya da kâhin bilgin olmaya kalkışabilir. Çünkü o, Allah'tan aldığı ilhamla,

Page 53: Zigzag Zaman Gezmenleri

yüksek bir bilinç düzeyine erişmiştir. Rabelais de: "Bilinçsiz ruhun aşınmağıdır" derken bunu söylemek istiyordu. Buradaki bilinçten yüksek bilinci algılıyordu. Ne var ki mesajı yalnız insanlığa yansıtılmıştı. Peygamber bilmek istediği zaman sadece bilirdi bu da alelade bilimden bambaşka bir şeydi. Bu yüzden Hans Horbiger'in en ufak bir kuşkuya tahammülü yoktu, en ufak bir direnişi bile kabul edemezdi. Anında sinir krizleri geçiriyordu. "Ne, siz bana değil de denklemlere inanıyorsunuz. Matematiğin anlamsız sayı dizgilerini anlamanız için daha ne kadar zaman geçmesi gerekiyor" diye haykırıyordu. Bilim ve teknik adamı Herr Doktor'un Almanya'sında, Hans Horbiger, bağıra çağıra, ilhamdan bilime, akıldışı bilince, hayallere doğru yolu açıyordu. Yalnız değildi. Hitler ve Himmler sonuna kadar onun ardındaydı.

Horbiger eline çok geniş mali imkânlar geçirmişti. Adeta partiyi yönetiyordu. Haber alma servisi, üye kaydetme büroları, aylık ödentiler, propagandacılar ve Hitler gençliği arasından yetiştirilmiş el ulaklarıyla yepyeni bir akıma öncülük ediyordu. Duvarlar afişle kaplanıyor, gazeteler basılıyor, el ilanları dağıtılıyor, mitingler düzenleniyordu. Astronomların toplantı ve konferanslarına baskınlar yapılıyor, partizanlar "Geleneksel bilimler kapı dışarı! Horbiger'in ardından gidini" diye bağırıyorlardı. Sokaklarda profesörlere saldırıyorlardı. Bilimsel enstitülerin müdürlerine: "Biz kazandığımız zaman siz ve sizin gibiler kaldırımlarda dileneceksiniz" diye tehditler yönetiliyordu. İş adamları, sanayiciler bir memuru işe almadan önce: "Ebedi buz kuramına inandığıma, güvendiğime and içerim" diye bir kâğıt imzalatıyorlardı. Horbiger büyük mühendislere: "Ya bana inanmayı öğrenirsiniz ya da düşman muamelesi görürsünüz" diye yazıyordu. Birkaç yıl içerisinde bu akımı, üç kalın öğreti eseri, kırk kadar halk kitabı, yüzlerce broşür yayınlamıştı. Yüksek tirajlı bir aylık dergi çıkartıyordu. "Dünya Olaylarının Anahtarı" onbinlerce üye toplamıştı. Düşünce tarihinde önemli rol oynayacaktı.

Başlangıçta bilginler karşı çıktılar, Horbiger sisteminin imkânsızlığını gösteren yazılar yayınladılar ama baktılar ki Wel akımı geniş bir halk eylemi ölçülerini kazanıyor, o zaman korkmaya başladılar. Hitler'in iktidara gelmesiyle üniversitelerin geleneksel bilim örgütleri zayıflamaya başladı. Tanınmış mühendisler, bilginler, sözgelimi röntgen ile birlikte x ışınlarını bulmuş olan Lenard, fizikçi Oberth ve spektroskopi üzerindeki araştırmaları dünyaca tanınan Stark ve diğerleri ebedi buz öğretisini benimsediler. Horbiger'i Hitler sonuna kadar destekliyordu. Wel'in halk için hazırlanmış el ilanında şöyle deniyordu: "Kuzeyli atalarımız kar ve buzdan güçlendiler, bunun içindir ki dünya buzuna inanmak, insanının doğal mirasıdır. Bir Avusturyalı Mitler Yahudi politikacıları kovdu, ikinci bir Avusturyalı Horbiger de Yahudi bilginleri kovacaktır. Kendi yaşantısıyla Führer, bir amatörün bir profesyonelden, bir meslekçiden üstün olduğunu ispatlamıştır. Bize Evren'i tümüyle tanıtmak için de başka bir amatör Evren'i tümüyle tanıtacaktır."

Hitler ile Horbiger, bu "En büyük iki Avusturyalı" birçok kez bir araya geldiler. Nazi lideri, Allah'tan ilham almış bilgini büyük bir saygıyla dinliyordu. Sırasında Hitler'i "Kapa çeneni" diye susturabiliyordu. Hitler'in inancını büsbütün pekiştirdi. Alman halkı, dar, zayıf düşürücü, etten ve ruhtan kopmuş batı bilimiyle zehirlenmişti. Psikanaliz (*) seroloji ve zafiyet gibi yeni uydurmalar, Parsifal anlayışına karşı yönetilmiş savaş silahlarıdır. Dünya buzu öğretisi, gereken Panzehiri sağlayacaktır. Bu öğreti benimsenmiş astronomiyi kökünden kaldırıyordu. Binanın geri kalanı da kendiliğinden çökecekti ve tek dinamik

Page 54: Zigzag Zaman Gezmenleri

değer olan büyünün yeniden doğması için, çökmesi şarttı. Nasyonel sosyalizmin kuramcısı Rosenberg ve ebedi buz kuramcısı Horbiger, en seçkin izdaşlarıyla, bilimsel toplantılar düzenliyorlardı.

* Seroloji: Selimlerin yapılışını inceleyen bilim dalı.

Horbiger'in aktardığı insanlık tarihi, birbirini izleyen tufanlar ve göçlerle, devleri ve kuleleriyle, kurbanları ve destanlarıyla, arı ırk, kuramına tıpatıp uymaktaydı. Horbiger düşüncesinin incelikleri, doğumun tufan öncesi çağlar temalarıyla, insan türünün kurtuluş ve cezalandırılma dönemleriyle Hitler'i son derece ilgilendiriyordu. Horbiger'in düşüncesi belirginleştikçe, Nietzsche'nin görüşleri ve Wagner mitologyası ile benzerlikleri de giderek ortaya çıkıyordu. Arı ırkının kökeninin başka bir çağda, gezegenimize ve yıldızlara egemen olan üstün insanların yaşadığı çağa dayandığı iyice yerleşmişti. Horbiger öğretisi Nazilerin gizemli öğretisine, sosyalizm anlayışına sıkı sıkıya ayak uyduruyordu.

Nazi dünyasını etkileyen bu adam 1860 yılın Tirol bölgesinde doğmuştu. Öğrenimini Viyana ve Budapeşte'de yapmıştı. Teknisyendi. İcat ettiği yeni bir pompa ve kompresör musluğu sayesinde zengin olmuştu. I. Dünya Savaşı'nın girdabında servetini kaybetmişti.

Suyun sıvı, buz haline dönüşmesini astronomiye uygulamaya meraklıydı. Bütün evren bilgisini ve bütün astrofiziği de bu yolla açıklıyordu. İlhamları ona, bütün öteki bilimleri kapsayan yepyeni bir bilimin kapılarını açmıştı. Horbiger öğretisi, güneş sisteminin oluşmasını, dünyanın, hayatın ve aklın doğuşunu açıklar. Evrenin bütün geçmişini anlatır ve gelecekte uğrayacağı değişimleri haber verir. Üç temel sorunu cevaplar: "Neyiz? Nereden geliyoruz? Nereye gidiyoruz?"

Horbiger genel uygarlık tarihini, insanın ve toplulukların belirmesi ve gelişmesi konusunda bütün bilgi kütlelerini alt üst eder. Bu konuda sürekli bir çıkış değil, bir dizi iniş-çıkışlar öne sürer. Milyonlarca yıl önce Tanrı insanları, devler, akıl almaz uygarlıklar varmış. Belki bir gün bizde o atalarımıza dönüşeceğiz Çünkü gök yasaları tıpkı yeryüzü yasaları gibidir ve bütün evren tek bir devinim içerisindedir, orada her şey, tek bir canlı organizmadır, her şeyi etkiler. İnsanın serüveni gök cisimlerinin serüvenine bağlıdır, evrende olan, dünyada da olur ve dünyada olan evrende de yenilenir.

İnsan ile evren arasındaki yarı büyülü ilişkiler ve birbirini izleyen dönemler öğretisi, eski geleneksel düşünceye bağlanmaktadır. Eski kehanetler, mitoslar, efsaneler, İncil'in doğuş (tekvin) bölümünde yer alan eski temalar, devler ve tanrılar tekrar önem kazanmıştı.

Bu öğreti Modern Dünya bilimleriyle tamamıyla zıtlık meydana getiriyordu. Hitler "Bir Kuzey Nasyonel Sosyalist bilim vardı ki, Yahudi liberal bilimine karşı çıkar" diyordu. Batıca benimsenmiş bilim, bozulması gereken bir tılsımdır.

Bilginler, evrenimizin üç dört milyon yıl önce bir patlamayla yaratılmış olduğunu genellikle benimserler. Bu neyin patlamasıydı? Belki de evren tümüyle bir tek atomun içindeydi, bu atom da yaratılışın sıfır noktasıydı. Bugün açılmış olan bütün madde ve bütün güçler o atomdaydı.

Güneş sistemimiz konusunda öne sürdüğü görüşlerde son derece ilginçti. Gezegenler Güneşin kısmen patlamasıyla oluşmuştu. Büyük bir gök cismi güneşin yakınından

Page 55: Zigzag Zaman Gezmenleri

geçerken bir parçasını kopartmış, bu parça boşluğa yayılarak gezegenleri meydana getirmişti. O büyük cisim yoluna devam ederek sonsuzda kaybolmuştu. İkinci olarak da güneşimizin ikizinin patlamasından söz eder.

Horbirger bulguları gençliğinde yaşadığı şu olaya bağlamaktadır: "Genç bir mühendisten, bir gün eritilmiş çeliğin ıslak ve karla örtülü toprağa dökülüşünü gözlüyordum ki buldum" diyor.

"Toprak bir süre sonra büyük bir şiddetle patlıyordu." İşte hepsi bu kadar. Bu noktadan hareketle, Horbiger öğretisini biçimlendirecekti. Tıpkı Newton'un elması gibi.

Gökyüzünde koskocaman, bugünkü güneşimizden milyonlarca defa daha büyük ve sıcak bir kütle vardı. Bu cisim, evren buzundan oluşmuş dev bir gezegenle çarpıştı. Bu buz kitlesi kocaman güneşin ta derinliklerine kadar işledi. Yüzbinlerce yıl hiçbir şey olmadı. Sonra su buharı yeniden patladı. Parçalarının bazıları uzaklara dağıldı, bazıları da patlamanın olduğu kütlenin üzerine geri geriye düştü.

Bir kısmı da oradaki bölgeye fırladı. İşte bunlar bizim sistemin gezegenleridir. Bunların sayısı otuzdu. Yavaş yavaş buzla kaplandılar. Ay, Jüpiter, Satürn hep buzdan oluşmuştur ve Mars'ın kanalları da buz çatlamalarıdır. Yalnız Dünya, tümüyle soğuğa yakalanmayarak buz ile ateş arasındaki savaş başladı.

HORBİGER ve ZAMANLAR

Bu patlama sırasında, Neptün'e olan uzaklığın üç katı uzaklıkta koskocaman bir buz halkası vardı. İşte resmi astronomların ısrarla Samanyolu diye adlandırdıkları, bu buz halkasıdır. Güneşte gözlenen ve her onbir yılda biçim ve yer değiştiren lekeleri geleneksel bilginler bir türlü açıklayamazlar. Oysa bunlara, Jüpiter'den düşen buz blokları sebep olur. Jüpiter de Güneş çevresindeki dönüşünü onbir yılda tamamlar.

Patlamanın orta bölgesinde, sistem gezegenleri iki güce boyun eğer.

"Patlamanın ilk gücü ki onları uzaklaştırır"

"Yakınlarındaki en büyük kitleye çeken yerçekimi gücü"

Bu iki güç birbirine denk değildir. Başlangıçtaki patlamanın gücü giderek azalmaktadır. Çünkü uzay boş değildir, hidrojen ile su buharından oluşan incecik bir madde vardır. Üstelik güneşe ulaşan su, bu uzayı buz kristalleriyle doldurur. Buna karşılık yerçekimi, süreklidir. Bunun içindir ki her gezegen onu çeken yakınındaki gezegene yaklaşmaktadır. Çevresinde dolanarak ya da daha doğrusu gittikçe daralan bir sarmal eğri şeklinde yaklaşır. Böylelikle her gezegen, en yanndakinin üzerine düşecek ve sonunda bütün sistem, buz halinde güneşin üzerine inecektir. Ve yeni bir patlama olacak, her şey yeniden başlayacaktır.

Demek oluyor ki; Ay'da sonunda Dünya'ya düşecektir. Yüzyıllar içerisinde Ay dünyaya taşacak. Ayın Dünya üzerindeki çekim gücü giderek artacak. Okyanusların suları

Page 56: Zigzag Zaman Gezmenleri

acımadan yükselecek, karaları sular basıp en yüksek dağlara kadar kuşatacak. Canlılar giderek ağırlığını yitirip, büyüyecekler. Kozmik ışınların güçlerinin artmasıyla, genler ve kromozonlarda değişimler olacaktır. Buna bağlı olarak da yeni ırklar, dev hayvanlar, bitkiler, insanlar oluşacaktır.

Sonra, Ay yaklaşarak patlayacak, son hızla dönerken hızını giderek artıran kayalardan, buzdan, sudan ve gazdan oluşmuş bir halka haline gelecek. Sonunda bu halka da Dünya'ya düşecek, işte haber verilen kıyametin tasviri. Fakat insanların en iyileri kendilerini kurtarabilirlerse, pek garip şeylere şahit olacaklar.

Uydusuz geçireceği binlerce yıl boyunca eski ve yeni uygarlıklara beşik olacak. Sonra, gezegenimizden daha küçük olan Mars, Dünya'nın yörüngesine kapılacak. Fakat Mars, Ay gibi bir uydu olamayacak kadar büyüktür.

Dünya'mızın hemen yanından geçecek, geçerken de çekimiyle atmosferimizi yutacaktır. Güneşin çekimine kapılarak, güneşin üzeri düşecektir. Okyanuslar kaynayarak karaları basacak, Dünya'nm kabuğu çatlayacak. Dünyamız bir buz kütlesi halinde Güneş'in üzerine düşecektir.

Nazi ileri gelenlerinin "XX. yüzyılın Kopernik"i diye adlandırdıkları Horbiger Dünya’nın kaderini böyle anlatıyor.

Horbiger'e göre, bizim gökte gördüğüm Ay, dördüncü uydudur. Dünya'nın daha önce üç uydusu vardı. Sonunda üzerimize düşmüşlerdi. Bu ay da düşecektir. Ama bu kez Dünya'yı daha büyük bir felaket beklemektedir. Çünkü Ay diğer uydularımızdan daha büyüktür. Küremizin tüm geçmişi, türlerin evrimi ve insanlığın gizli tarihi, göğümüzde uyduların böyle birbirini izlemesiyle açıklanır. Dört jeolojik dönem oluşmuştur. Bizler dördüncü zamandayız, ay düştüğünde, önce patlar ve dönüş hızın gittikçe artırarak, kaya, buz ve gazdan halka haline gelir. İşte bu halka Dünya'nın üzeri düşüp Dünya kabuğunu örterek altında kalan ne varsa fosilleştirir. Normal dönemde gömülen organizmalar, fosilleşmeyip çürürler. Bu yüzden bu dört zamanı ayırt edebilmekteyiz. Söz konusu olan bir halka olduğu için dünya yaşamı hakkında bölük pörçük belgelerimiz var. Belki çağlar boyu başka hayvan, bitki türleri var oldu. Jeoloji katmanlarına hiç izleri kalmadı. Buna rağmen birbirini izleyen aylar kuramı, yaşayan türlerin geçmişte uğradığı değişimleri ve gelecekteki değişimleri açıklamamıza imkân sağlar.

Uydu yaklaştığı zaman birkaç bin yıl dünyanın çok yakınında döner. Yerçekiminin gücü artar. Oysa varlıkların büyüklüklerini tespit eden çekim gücüdür. Ancak taşıyabildikleri ağırlık oranında büyürler. Buna bağlı olarak uydunun dünyaya en yakın olduğu dönem "devlere" aittir.

Birinci Zaman: Dev bitkiler ve böcekler.

İkinci Zaman: Diplodoküsler, Iguanodonlar otuz metre boyunda hayvanlar. Ani değişimler olmuştur. Kozmik ışının etkisi çok büyüktür. Ağırlıklarını atan yaratıklar, ayağa dikiliyor, kafatasları genişliyor ve hayvanlar uçmaya başlıyor ve sonunda dev memeliler türüyor.

İlk insanda bu zamanda yaratılıyor. Bu olaylar onbeş milyon yılı kadar önce olmalı. Be çağ dev mahlûkların yaşadığı çağdır. Kitab-ı Mukaddes'in Tekvin bölümü bunların beşvüz ile

Page 57: Zigzag Zaman Gezmenleri

dokuzyüz sene yaşadığını söylüyor. Organizma, ağırlıklarının az olması onların çok yaşamasını sağlıyor. Bu insanların fosilleri de günümüzün Rusya'sında bulunuyor.

Bu ikinci ay daha da yaklaşarak, dünyaya düşecek, yine uydusuz dönemin kapılarını aralayacak, uzak boşluklarda, bir buz oluşumu dünyanın yörüngesine girecektir. Bu dönem sonunda ancak birkaç tür hayatta kalmayı başarmıştır. Bunlar da giderek küçülmektedir. Ama devlerin bir kısmı varlıklarını korumaktadırlar.

Üçüncü Zaman: Ay belirdiğinde, daha küçük, daha akıllı, alelade mahlûklar türemiştir. Bunlar bizim gerçek atalarımızdır. İkinci zamandan kalan devler küçük adamları kısa bir dönemde uygarlaştırmışlardır.

Horbiger için insanların hayvanlıktan vahşilikten hareketle uygarlığa kadar ağır ağır yükselmiş olmaları kavramı saçma bir düşüncedir. Üçüncü dönem insanı kendisinden önce doğmuş üstün kişilerce tarımı, madencilik, sanat, bilim ve ruhun işlenmesini Altın Çağ adını verdiğimiz dönemde öğrendiler. Yunanlılar Satürn Çağını veatalarının Merkür'e olan gönül borcunu unutmuyorlardı. Mısırlılar, Mezopotamyalılar dev kralların efsanelerini sürdürüyorlardı. Bu gün ilkel olarak nitelendirdiğimiz Pasifik yerlileri dinlerinde, dünyanın başlangıcındaki o iyi yürekli devlere yer verirler.

Yunanistan'dan Polinezya'ya, Mısır'dan Meksika'ya ve hatta İskandinavya'ya varıncaya kadar, aktarılan efsanelerde iyi yürekli devlerden bahsedilmektedir. Bu üçüncü zamanın altın çağı milyonlarca yıl sürmüş ve bu süre içinde, küremizde maddi ve manevi yönde çok ileriye gitmiş uygarlıklar kurulmuş.

Bu sırada sarmal eğrisi giderek daralmakta, üçüncü zaman Ay'ı Dünya'ya yaklaşmaktadır. Uydunun çekimine kapılan sular yükselmektedir. İnsanların hükümdarlığı olan devler topluluklarıyla dağların doruklarına çekilirler. Suların tüm dünyayı kaplamasıyla Atlantis ve Mu adında iki deniz uygarlığı kurulur. Horbiger'in İngiliz izdaşı Bellamy bu konuda araştırmalar yaparak And dağlarının dört bin metre yüksekliğinde yediyüz kilometre uzunluğundaki deniz tortuları buldu. Dördüncü zaman sonunda sular o yüksekliğe kadar ulaşmıştı. Bu dönemin uygarlık merkezlerinden biri olan Tiahvanaco (Titicaca gölü yakınları) da daha sonraki uygarlıklara hiçbir bakımdan benzemeyen izler taşır. Horbiger'e göre bölge devlerin, açıklanamayan anıtların izleri bellidir. Örneğin, altı yüzünde yuvalar açılmış, dokuz ton ağırlığında, üç metre yüksekliğinde bir kaya vardı. Mimarlar bu yapıyı açıklayamıyorlardı. Kapıların yüksekliği üç, genişliği dört metredir ve tek bir taştan oyulmuş, makasla kesilmiş gibi delikleri vardır. Ağırlığı da on tonu bulur. Hâlâ ayakta kalmış duvarların ağırlığı, altmış tondur ve toprağa kazık gibi çakılmış yüzer tondonluk kumaştan bloklara dayandırılmıştır. Bu masalımsı kalıntıların ortasında dev gibi heykeller yükselir. Bunlardan bir tanesi La Paz müzesinin bahçesine indirilebilmiştir. Bu heykel sekiz metre yüksekliğinde, yirmi ton ağırlığındadır. Bu heykel devlerin portresinden başka bir şey değildir. Bu örnek de mitoslarda anlatılan devlerin ve onların bilgi kütlelerinin insanlara aktarıldığını doğrulamaktadır.

Bu heykeller arasında Todokson adında bir hayvanında heykeli vardır ki bu hayvanın kemikleri Tiahuanaco kalıntılarında bulunmuştur. Todokson'un üçüncü zamanda yaşamış olacağı biliniyor. Horbiger'in izdaşı. Alman arkeolog Kiss tarafından 1928 ile 1937 yılları arasında incelenmiştir. (Süsleri kurumuş çamura gömülü on ton ağırlığındaki kapının

Page 58: Zigzag Zaman Gezmenleri

Kiss'in bulguları onu bu yazıtın üçüncü zaman astronomlarına ait bir takvim olabileceği ihtimaline yönetmiştir. Astronomik mevsimleri belirleyen gün durumları gün-tün eşitlikleriyle dört bölüme ayrılmış. Bu bölümlerin her biri de üçe ve bunlar da on iki alt bölüme ayrılıp, Ay'ın günün her saatindeki durumu belirlenmiş. Ayrıca, uydunun iki tür devinimi, görünürdeki devinimiyle gerçek devinimi, Dünya'nın da dönüşü göz önünde bulundurularak oyma kapının üzerine öyle belirtilmiştir ki bizden üstün bir uygarlıkla karşı karşıya olduğumuzu anlamamamız mümkün değildir.

HORBİGER'E GÖRE: ATEŞ ve BUZ

Bu bulgular eşliğinde. Andların dörtbin metreyi aşkın yüksekliğinde Tiahuanaco üçüncü zaman sonucu devler tarafından kurulan deniz uygarlığının kentlerinden biri olduğu sonucu çıkarılır. Horbiger ve izdaşları o bölgede büyük liman kalıntılarına rastlamışlardır. Buranın Atlantis şehirlerinden biri olduğunu söyleyen Horbiger, Dünya'yı dolaşmak için gemilere bu rıhtımdan binildiğini belirtmektedir. Böylece uygarlık bütün Dünya'ya yayılarak, eski efsanelerdeki benzerliklerin kaynağı ortaya çıkıyor.

Bilgi düzeyi son derece yüksek olan bu devler sarmal eğrisinin daraldığını ve bir gün gelip düşeceğini biliyorlardı. Felaketi geciktirmek Atlantis çağını uzatmak için kimi güçleri bireysel, toplumsal ve teknik enerjileri ortaya koymuşlardı.

Üçüncü zaman ayı düştüğünde, sular da ansızın inecek, ama ön etkiler bu uygarlığa önceden zarar vermiş olacaktır. Okyanuslar açılınca beş büyük site, bu arada Andlardaki Atlantis sitesi de, suların alçalmasıyla ortadan kalkacak ve havasızlıktan boğulup ölecektir. Kalıntılar Tiahvanaco'da daha belirgin şekilde görülmektedir.

Meksika'da Toltekler dünyanın geçmişini Horbiger tezine uygun olarak açıklayan kutsal metinler bırakmışlardır.

Yeni Gine'de, Malekula yerlileri ne yaptıklarının farkında olmadan on metre yüksekliğindeki koca yontulmuş taşları eski ataları temsilen dikmeye devam ederler. Ağızdan ağıza aktarılan efsanelerinde, Ay’ı insan türünün yaratıcısı sayar ve günün birinde düşeceğini söylerler. Felaketten sonra Akdeniz devleri Habeşistan'a inerek bu bölgeyi Yahudi kavminin beşiği yapmışlardır.

Horbiger'ci arkeolog Bellamy, üçüncü zaman ayının düşüşünden önce yer alan felaketlerin izlerini Titicaca gölünün çevresinde rastlamıştı. Volkanik küller, ani su baskınlarının getirdiği çökeltiler gibi. Tiahuanaco çevresinde kalıntılar ansızın terk edilmiş şantiyelerin, oraya buraya atılmış araç gereçlerin izlerini taşır. Atlantis uygarlığı birkaç bin yıl süren doğal elemanların saldırılarıyla zaten yıpranmış ve felaket olmuş dünya bombalanmıştı. Ay çekimi kesildi, okyanuslar bir anda alçalıverdi, denizler geri çekildi. Birden Atlantis çamur deryasına döndü. Hava ve sıcaklık azaldı. Atlantis çoğu kişinin iddiasına göre sulara gömülerek değil, tersine sular tarafından terk edildiği için yok olmuştu.

Page 59: Zigzag Zaman Gezmenleri

Gemiler dalgalara kapılıp sürüklenmiş, batmış, makineler bozulmuş, yiyecekler tükenmiş, pek çok insan açlığa yenik düşmüş, kısa bir zamanda büyük Atlantis uygarlığı yok olmuştu.

Canını kurtarabilenler denizin açığa çıkardığı bataklık düzlüklerine doğru, yeni kıtanın uçsuz bucaksız turbalıklarına doğru inmekten başka çareleri yoktu. Ancak binlerce yıl sonra bu bölgede yararlanılabilir bitki yaşantısı başlamıştı. Dev hükümdarlar saltanatlarının sonuna gelmişlerdi. Son tanrılarıyla birlikte yeniden vahşi hayata dönmüşlerdi.

Milyonlarca yıldan beri bu dünyada yaşayan devler de, sonradan uygarlıklarını yitirmişlerdi. Egemenlikleri altındaki insanlar gene eski yabani haline dönmüştür. Bu düşmüş insanlık, gücünü yitirmiş efendilerin ardından, bataklık çöllerinde dağılıp gitmiştir. Bu düşüş, yüzelli bin yıl öncesinde oluyor ve Horbiger küremizin otuzsekiz bin yıl boyunca uydusuz kaldığını hesaplıyor. Bu çok uzun dönemde, son dev hükümdarların egemenliği altında yeniden uygarlık doğuyor. Kırk ve altmışıncı kuzey enlemi arasında, yüksek düzlüklere yerleşiyor ve bu döneme geçmişten kalan bazı şeyler aktarılıyor. Böylece ikinci Atlantis kurulmuş oluyor. Devlerin torunları tarafından kurulmuş olan Kuzey Atlantik Atlantis'i. Bu bilgiye dayanarak iki Atlantis tezi, eski efsane ve anlatımlarda anlam kazanıyor. Eflatun'un aktardığı bu ikinci Atlantis'den başka bir şey değil.

On iki bin yıl önce dünyamız dördüncü uyduya sahip oluyor. Dördüncü zaman başlamış oluyor. Felaketler tekrarlanmaya başlıyor. Bu felaket küremizin son şeklini aldırıyor. Kuzey ve güney denizleri dünyanın ortasına doğru çekilmiş ve yeni ayın su ve havayı çekmesiyle kuzeyde buzullanma başlıyor. Birincisinden daha küçük olan ikinci Atlantis uygarlığı, bir gecede kuzey sularına gömülüp gidiyor. Kutsal kitap bu tufandan bahsediyor. Horbigercilere göre Tekvin'deki ve Tufan bölümündeki mitoslar hem anı, hem de kehanet saydır, çünkü evrensel olaylar tekrarlanacaktır. Tam manasıyla hiçbir zaman açıklaması yapılmamış olan Apokalips (kıyamet) metni de Horbiger'in açıklamalarıyla doğru bir platforma oturuyordu.

Bu yeni yüksek ay döneminde devler artık yozlaşmıştır. Mitologya, devlerin aralarında giriştiği savaşlarla ve insanlarla devler arasında çatışmalarla doludur. Eskiden hükümdar olanlar şimdi göğün ağırlığı altında ezilmiş, bitkin düşmüş, kovulması gereken canavarlar haline gelmişlerdir. Bunlar masallardaki aç gözlü devlerdir. Uranüs ile Satürn, kendi çocuklarını yiyor, Davut Goliath'ı öldürüyor. Tanrılar bir bir yok ediliyor. İbraniler, vaad edilmiş toprağa girecekleri sırada, yok olmuş bir dev hükümdarın demir karyolasını bulurlar.

Bir dünya sulara karışıp yutulmuş, dünyanın yeni hâkimleri küçük adamlardır. Fakat küçük adamlar hiçbir zaman dev tanrıların etkilerini üzerlerinden atamamış, eski uygarlıkların, eski ustaların eserlerini yozlaşmış bir şekilde tekrarlamaya devam ederek nedenini bilmeden dev anıtlar dikmeye devam etmişlerdir. (Kelt Menhirleri, Paskalya Adası heykelleri, Melekula'nın dev gibi kocataşları vs.) Mısır, Çin, Yunanistan gibi bölgelerde, yok olmuş üstün hükümdarları anan büyük insan uygarlıkları yükselmiştir. Dört bin yılın kültür döneminden sonra, Herodotus ve Eflatun çağında Mısırlılar, eskilerin yüceliğinin, sanat ve bilimi doğrudan doğruya Tanrı'dan almalarına bağlı

Page 60: Zigzag Zaman Gezmenleri

olduğunu söylemektedirler. Günümüz batısında başka bir uygarlık doğmuştur. Yahudi ve Hıristiyan uygarlığı, küçücük bir uygarlıktır. Ama sonuna yaklaşmıştır. Artık başka bir çağın eşiğindeyiz. Değişmeler olacak, gelecek en uzak geçmişe elini uzatacaktır. Dünya yeniden devlere sahne olacak, başka kıyametler kopacak. Basit bir bilime sahip olan insanlar gerçek altında ezileceklerdir.

İşte Horbiger'in öne sürdüğü tez ve yaydığı tinsel hava budur. Nasyonel - Sosyalizmin temelini bu kuram oluşturmaktadır. Bu görüşün ustası Horbiger ve Karl Haushoffer bireysel çalışmalarını geliştirerek, derinlik kazandırıyorlardı. Şimdi de bu görüşün ardından gelen deney ve çalışmalara göz atalım. İlk yapay uyduları uzaya fırlatan füzelerin temeli olacak çalışmaları yapan Alman mühendisleri, V2'lerin yapımında, Nazi şefleri tarafından geciktirilmişlerdi. Uzak güdümlü füzelerin denemelerinin yürütüldüğü Peenemunde'ye general Walter Dornberger komuta ediyordu. General çalışmaları Horbiger'e sunmak için durdurdu. Her şeyden önce "Ebedi buz"un nasıl tepki göstereceği ve atmosfere böyle bir sataşmanın nasıl etkilere yol açacağını öğrenmek önemliydi. Çalışmalar iki ay için ertelendi. Çünkü Führer V2'lerin işlemeyeceğini düşünde görmüş, gökyüzünün intikam alacağına inanmıştı. Proje hemen durduruldu. 1958 yılında İsveçli mühendis Robert Engstroem ABD'yi uzay denemelerine karşı uyararak "Ay'da bir hidrojen bombasının patlaması korkunç bir tufana neden olur" diyerek Naziler'le aynı tepkiyi veriyordu.

Horbiger, evrensel hayatın anahtarı olan buz ile ateş arasındaki çatışmanın dünyanın belli dönemlerinde gerçekleştiğini söyleyerek buz'un altı bin yılda saldırısına uğradığımızı öne sürer. Ama insanlığın geçmişinde her yedi yüz yılda bir ateş üstün gelir. Yani her yedi yüz yılda bir insan evren çalışmasındaki sorumluluğunun bilincine varır. Kelimenin tam anlamıyla dine döner. Nice zamandır unutulmuş bilgilerle ilişki kurar. Gelecekteki değişimlere hazırlanır. Eski görevine yine bağlanır. Son ateş dalgası, Tören şövalyeleri'nin ortaya çıkmasıyla gelmiş. Yeni dalganın gelişi Nazi "Kara tarikat'ın (zaman ve boyutları üzerinde araştırmalar yapan gizemci SS örgütü, belirlemelere göre mekânlar arasında buldukları kapılar sayesinde madde aktarımını keşfetmişlerdir. Geniş bilgi için bkz. Işınlanma) kurulmasına denk düşer.

Kara Tarikat'ın kutsal bir görevi vardır. Bu göre "İnsanın aklının alamayacağı kadar delice bir temelden hareket eder. İçinde bulunduğumuz çağda ikinci, üçüncü, dördüncü zamanlardan gelen türler bir arada yaşamaktadır. Yükseliş dönemleri ve düşüş dönemleri olmuştur. Kimi türler yozlaşmanın, kimi türler de geleceğin izlerini taşırlar. İnsanlar bir ve tek soy değildir. İnsanlar devlerden sonra dünyaya gelmişlerdir. Ama tek bir soya ait değildir. Bu kitlelerin içinde üstün insan vardır. Evrensel güçlerin dengesinde rol oynayacak, Yüce Bilinmeyenlerin yönetiminde destan yaratacaktır. Ve bir insanlık daha vardır ki, ancak görünüşten ibarettir, insanlık adına layık değildir. Her halde uydunun düşüp de çok geniş kara parçalarının bataklık çölü haline geldiği zamanlardan kalmadır. Hiç kuşkusuz, gerilemeye yüz tutmuş hayatın belirtisi olan sürüngen ve iğrenç yaratıklarla aynı zamanda yaratılmıştır. Çingeneler, zenciler ve Yahudiler gerçek manada insan değildirler. Üçüncü zaman uykusunun düşmesinden sonra, ani bir değişimle doğan bu yaratıklar (özellikle Yahudiler) insanı taklit eder ve kıskanırlar ama insan türünden değildirler. Bu ara türlerin sistemli şekilde yok

Page 61: Zigzag Zaman Gezmenleri

edilmesi ve üstün insana yol açılması görevini kara tarikat üslenir." XXI. yüzyılda da bu saçma ideolojinin peşinde koşmaktadırlar.

Nazi Almanyasına müthiş bir yenilik getiren büyü kavramını bilim ve tekniğe kattılar. Kara tarikatın emirlerine sonuna kadar inanmış olan Hitler Rusya seferini bu örgütün hava durumu raporlarına göre yönlendiriyordu. Soğuk ile sıkı ilişkilerinin olduğunu, Rusya'nın soğuğunu durduracaklarına inanmışlardı. Kış onun ateş taşıyan lejyonlarının karşısında dize gelecekti. Ateş buzu yenerek dünya ebedi ilk buharı yaşayacaktı. 1941 Aralık ayında savaşın en önemli döneminde hava birden sıfırın altında kırk dereceye düştü. Tahminler yanlış çıkmış, kehanetler iflas etmişti ya da ettirilmişti. (Mu dönemi bilgi kütlelerinden biri de Hava'nın yönetimiydi. Buz ateşi yeniyordu. Otomatik silahlar durmuş, lokomotifler hareket etmez olmuş, yağlar donmuş, sentetik benzin soğuğun etkisiyle işe yaramaz iki elemana ayrışmıştı. SS'ler yazlık üniformalarıyla ölüyorlardı. En hafif ölümcül oluyordu. Askerler ihtiyaçlarını yapmak için toprağa eğildiklerinde anüsleri donmuş olarak yığılıveriyorlardı. General Guderian idam edilmeyi göze alarak Almanya'ya Führere durumu anlatmaya gitti. Ama Hitlerin cevabı çok ilginçti

"Soğuk, benim isimdir, saldırın."

DR. HEINZ FISHER'in DENEMELERİ

(Oyuk Dünya Öğretisi)

Polonya'yı on sekiz günde, Fransa'yı bir ayda yenmiş olan zırhlı birliklerin tümü buzdan yanıp kavrulmuştu. Soğuktan kurtulanlar güneye doğru çekildiler. Ertesi ilkbahar Kafkasya işgal edildiğinde garip bir tören yapıldı. Üç SS dağcısı, en yüksek dağın doruğuna çıkarak Kara Tarikatın kutsadığı travestikalı bayrağı diktiler. Bu yeni bir çağın başlangıcı olacaktı. Artık mevsimler boyun eğecek. Ateş yenecekti. Geçen kış yenilmişlerdi ama bu sefer her şey farklı olacağı inancı çok kuvvetliydi. Klasik Meteorologlar kışın çok çetin geçeceğini söylüyorlardı buna rağmen SS orduları harekete geçti. Tekrar hüsrana uğrayan ordularının bu yenilgisi sadece bir ordunun yenilgisi değil tinsel ve bilimsel çöküşün göstergesi idi. Her şeyini yitirmeye başlayan Hitler, tufan sürecini hızlandırmak için harekete geçti. Elindeki askerleri, araçları, esirleri öldürüyor dünyayı kana boğuyordu. Berlin metrosunun sular altında bırakılmasını emrederek 300.000 kişinin ölümüne neden oluyordu. (Bu tür toplu katliamlar büyünün kendisidir. Kozmik güçleri harekete geçirme için kullanılır.)

1942 Nisan ayında Almanya bütün gücüyle savaş sürdürüyorken Thule'nin onayıyla biri araştırma heyeti, büyük gizlilik içinde Reich'ten ayrılıyor. Bu heyetin üyelerinin hepsi radar uzmanıydılar. Kızıl ötesi çalışmalarıyla tanınan Dr. Heinz Fisher'in yönetiminde, Baltık denizindeki Rügen adasına gidiyorlar. En gelişmiş radarları yerleştiriyorlar. Rügen

Page 62: Zigzag Zaman Gezmenleri

adasında girişilecek gözlemler donanma genelkurmayınca, Hitler'in tüm cephelerde kan kısmaya hazırlandığı saldırı açısından birinci derecede önemli sayılmaktadır.

Doktor Fisher adaya varır varmaz radarları 45 derece açıyla gökyüzüne çevirtiyor. Oysa seçilen yönde görünen hiçbir şey yoktur. Sefere katılan diğer üyeler hiçbir şeyden habersiz bunun bir deneme olduğunu sanıyorlar. Kendilerinden ne beklediğini bilmeden radarların birkaç gün hep aynı yönde tutulması onları çok şaşırtıyor. O zaman işin içyüzünü öğreniyorlar. Hitler dünyanın dışbükey değil, içbükey olduğuna inanmaktadır. Yani kürenin dışında değil, içinde yaşıyoruz. (Geniş bilgi için Bkz. Işınlanma) Tıpkı bir topun içinde yürüyen sinekler gibiyiz. İşte bu araştırma kurulunun amacı da bu gerçeği bilimsel açıdan ispatlamak. Düz çizgi halinde yayılan radar dalgalarının yansımayla, kürenin içinde, çok uzaktaki noktaların görünümü elde edilecektir. Seferin ikinci amacı da Scapa Flow'da demirlemiş İngiliz filosunun görüntülerini yansıma yoluyla elde etmektir.

Martin Gardner, Rüger adasında girişilen çılgınca serüveni In the name of Science (Bilim adına) adlı eserinde anlatır. Doktor Fisher’in kendisi de savaştan sonra bu sefere değinecektir. Palomar dağı gözlemevinden Doktor Kuiper, 1946'da, oyuk dünya öğretine ilişkin bir dizi yazı yazmıştır. "Alman donamasının ve hava kuvvetlerinin önemli çevreleri, oyuk dünya kuramına inanmışlardır. Bunun özellikle İngiliz filosunun yerini tespitte yararlı olacağı kanısındaydılar. Çünkü dünyanın içeriye doğru eğimi, gözle görülen ışıklardan daha az eğik olan kızılötesi ışınlar aracılığıyla, çok uzaktaki noktaların gözlenmesine imkân verecekti." Bu inanılmaz gibi görünüyor ama Naziler üst bilim örgütleri Thule ve Odessa bu görüşü sonuna kadar benimsiyor, sistemi de bu şekilde yönlendiriyordu.

Thönist'lere göre biz, sonsuza kadar uzanan bir kayanın içine gömülü bir kürenin içinde yaşıyoruz. İçbükey düzeye yapışmışız. Gökyüzü bu kürenin ortasındadır. Yıldız sandığımız parlak noktalarıyla, mavimtrak bir gazdır. Yalnız ay ile güneş vardır ama onlar da astronomların söylediğinden çok daha ufaktır. Evren bu kadarcıktır işte. Bu görüş acaba nasıl doğmuştur?

"Oyuk dünya öğretisi" XIX. yüzyıl başlarında Amerika'da doğmuştur. Öncüsü, Cleves Symnes adında Ohio'lu emekli piyade yüzbaşısıdır. Bu dünyada her şeyin, kemiklerin, saçların, bitki köklerinin vb. içinin boş olduğuna göre, gezegenlerinde öyle olması gerektiğini ve bu arada sözgelimi dünyada, birbiri içine geçmiş beş kürenin varlığını öne sürer. Bunların tümünün de hem içinde, hem dışında yaşanabilir ve tümünün de kutuplarında geniş delikler vardır ki buradan her kürede oturanlar, içeri ve dışarı istediklerince girip çıkabilirler. Symnes ölümünde, tasarladığı kürenin tahtadan küçük bir örneğini bırakmıştır. Bu örnek şimdi Philadelphia Doğal Bilimler Akademisi'nde bulunmaktadır. Oğlu ve izdaşı, ardından, onun görüşlerine yeni bir tahmin eklemiştir. Buna göre, yitirilmiş on Yahudi kavmi, ihtimal kürelerin en dışındakinin iç yüzeyinde ve hâlâ hayattadır. 1870'de başka bir Amerika'lı Cyrus Read Teed'de dünyanın oyuk olduğunu öne sürüyor. Tead, çok okumuş biriydi, özellikle simyada uzmanlaşmıştı. 1860'da, lâboratuarında çalışır ve İsaya'nın kitapları üzerine düşünürken, bir ilham geliverdi. Dünyanın üzerinde değil, içinde yaşadığımız içine doğmuştu. Bu görüşü, eski efsaneler de desteklediğinden, yeni bir din yarattı ve Ateşten kılıç diye bir küçük dergi çıkartarak öğretisini yaymaya çalıştı. 1849'da dört bini aşkın izdaş toplayarak Koreşizm

Page 63: Zigzag Zaman Gezmenleri

adında yeni bir din kurdu. 1908 yılında öldüğünde arkasında birçok soru işareti bıraktı.

Oyuk dünya kavramı her çağda ve her yerde rastlanan bir efsaneye bağlanabilir. En eski dinsel edebiyat eserlerinde dünyanın kabuğunun altında, ölülerle ruhların yaşadığı apayrı bir dünyadan söz edilir. Eski Sümer'lerin ve Bâbil'lerin destan kahramanı Gılgamış, atası Utnapiştim'i ziyaret ederken, dünyanın derinliklerine iner ve Orpheus da Eurydike'nin ruhunu yerin dibinde arar. Ulysses, Batı'nın sınırlarına ulaştığında, eskilerin ruhları yerin derinliklerinden çıkarak ona öğüt versin diye kurban adar. Plüton, dünyanın dibinde, ölülerin ruhları üzerinde hüküm sürer. İlk Hıristiyanlar mahzenlerde toplanır. Lanetlenmiş ruhların yeraltı mağaralarında yaşadığına inanırlar. Cermen efsaneleri, Venüs'ü yerin dibine sürer. Dante, cehennemi dünyanın içinde sayar. Avrupa folklorları, yerin altında canavarları yaşatırlar ve Japon destanlarında da bu tür imgelere fazlasıyla karşılaşılmaktadır.

Naziler'den önce kurulmuş gizli Alman cemiyeti Vril üyeleri de bizimkinden üstün ruhsal güçlere sahip yaratıkların dünyanın merkezindeki mağaralarda yaşadığını ve bir gün oradan çıkıp bize egemen olacağına inanırlar.

1914 savaşı sonunda, genç bir Alman havacısı, Bender, bu öğretiye inandı ve Nohl Welt Lehre (Oyuk Dünya Öğretisi)'yi kurdu. Bender'e göre dünya, geleneksel coğrafyanın belirttiği boyutlardadır ancak içi boştur ve yaşam kimi güneş ışınlarının etkisiyle iç düzeye yapışıktır. Ötesi sonsuz kayadır. İçerideki hava katmanı, altmış kilometreye kadar çıkar, sonra seyrilir seyrilir, mutlak boşluk haline dönüşür ki burada üç cisim vardır. Güneş, ay ve hayal evren. Bu hayal evren içinde astronomların yıldız diye adlandırdıkları ışık taneciklerinin parıldadığı mavimtrak bir gaz yuvasıdır. Bu mavi kitle güneşin önünden geçerken içbükey dünyada gece olur ve bu kitlenin ay üzerine düşen gölgesi de ay tutulmalarına yol açar. Biz başımızın üzerinde bir dış evrenin varlığına inanıyoruz. Çünkü ışık ışınları doğru çizgiler halinde yayılmaz. Kızıl ötesi ışınları dışında tümü de eğiktir. Bender'in kuramı 1930'lara doğru daha da yayıldı ve tutuldu. Berch yöneticileri bu kuramı sonuna kadar destekliyorlardı. Yahudi Einstein'in kuramına karşın Naziler Holf Welt Lehre kuramını öne çarpışıyordu. Einstein'in kuramı Michelson ile Morley'in deneyime dayanır. Bu deney, dünyanın dönüşü yönüne giden ışık hızını bu dönüşe dik inen ışığın hızına eşit olduğunu ispatlar. Einstein da bundan, ışığı taşıyan bir ortam olmadığı, ışığın bağımsız taneciklerden oluştuğu sonucunu çıkartır. Bu yerden hareketle Einstein ışığın devinim yönünde kasıldığını ve enerji birikimi olduğunu söyler. Işığın deviniminin izafiyeti (bağıntılılığı) kuramını koyar. Bender sisteminde dünya, oyuk olduğu için yer değiştirmez. Michelson etkisi yoktur. O çağda Einstein'in düşüncesi henüz hiçbir deneyle desteklenmemişti. Yine atom bombası, bu düşünceyi dehşet verici bir şekilde desteklememişti.

Almanya Einstein Teller, Fermi ve daha birçok düşünür ve bilgin yurt dışına sürüldü. Birleşik Amerika'da iyi karşılandılar. Para ve donatılmış laboratuar sahibi oldular. Amerika'nın atom gücünün kaynağı işte buradadır.

Buraya kadar incelediğimiz Nazi bilim anlayışı ve bilim adamları bizleri bir tür gizli topluluk varsayıma yavaş yavaş inandırdı. Şimdi de "Büyücü sosyalizmin" başka yönleri olan Thulé Cemiyeti, Kara Tarikat ve Ahnenerbe cemiyetlerini inceleyelim.

Page 64: Zigzag Zaman Gezmenleri

Thulé efsanesinin kökü, Cermenizm’in doğuşuna dayanır. Bu kuzeyde kaybolmuş bir adadır. Atlantis gibi Thule'de sulara gömülmüş bir uygarlığın büyülü merkezidir. Eckard'ın düşüncelerine göre Thule'nin bütün sırları yitirilmiş değildir. İnsanlar ve dış akıllar arasında arayı yaratıklar, bu sırra erişmiş kişiler için öyle bir güç kaynağını hazır tutuyorlardı. Bu güç Almanya'yı dünyaya egemen kılacak, geleceğin üstün insanı yaratılacaktı. İşte Eckarat ile Rosenberg'in arı öğretilerinin kapsamı bundan ibaretti. Thule örgütü görünmeyen ile ilişki halinde, gizli cemiyet ve Nazizm’in büyülü merkezidir.

Gizli bilimlerle ilgilenen bu örgüt, gizli güçlerle ilgi kurabilmesi için zaman ve kara büyü konusunda usta olmuş bir medyum olan Karl Haushoffer’ın yönetimini kabul etti. Kari Haushoffer'ı bunları tek başına tabii ki yapmıyordu. O "Gizli yediler" örgütünün bir parçasıydı ve Hitler sadece zavallı bir dama taşıydı. Yani Nasyonel Sosyalist öğreti çok daha ürkütücü güçlerin öğretilerin etkisindeydi. (Bilinmeyenle karşılaşmalar adı altında çıkacak kitabımızda bütün güçlerin tanımlarını bulacaksınız.) Hitler halka ve arkadaşlarına aktarabiliyordu. Ama o başka düşün peşinde koşuyordu. Bütün gezegende yaşantıyı değiştirmek kimi zaman bu düşüncesini açıyordu.

"Benim hakkımda hiçbir şey bilmiyorsunuz, parti arkadaşlarım peşimi hiç bırakmayan hayaller ve öldüğüm zaman hiç olmazsa temelleri atılmış olarak o görkemli yapı hakkında en ufak bir düşünceye sahip değiller. Dünya bir dönüm noktasına ulaşmıştır.

Sizler anlayamazsınız ama gezegen alt-üst olacaktır... Olup bitenler, yeni bir dinin doğuşunu çoktan aşmaktadır..."

Haushoffer, Münih üniversitesinde profesörken Rudolf Hess'de asistanıydı. Haushoffer ile Hitler'i birbirine tanıştıran, Hess'tir. (Haushoffer ona düşünde İngiltere'ye doğru uçtuğunu gördüğünü söyleyince Hess, Almanya'dan uçakla kaçmıştır. Thule grubundan ele geçirilebilen tek üye olan Hess açıklanamayan hastalığından ayrıldığı pek seyrek anlarda, Haushoffer'in büyücü, gizli usta olduğunu açıkça söylemiştir. Kendisine yapılan binlerce işkenceye rağmen Thönist sırları korumuş, ölene kadar Haushoffer'a bağlı kalmıştır.)

Adolf Hitler Mein Kampf "Kavgam"ı yayınladığı sıradan Rus asıllı yazar, gizemci, kâşif Ferdinant Ossen Olovski "Hayvanlar, İnsanlar, Tanrılar" adlı kitabını yayınlıyor. Bu kitabın yayınlamasıyla dünyada ilk kez Agarta ve Şamballah isimleri resmi olarak yayınlanıyordu.

Tam adı Ferdinand Antoni Ossendowski Polonya asıllı kâşif 1876 yılında Rusya'da doğdu, 1945 (?) yılında Polonya'da (Varşova'da) öldü. Önce Petersburg, ardından da Paris'te üniversiteye gitti; 1899 yılına kadar Sorbon’da fizik ve kimya laboratuarına devam etti. Daha sonra Sibirya'ya giderek Ebtnsk'da fizik ve kimya hocalığı yaptı. Bahrenk Boğazı'ndan Kore'ye kadar Pasifik kıyılarında bulunan kömür madenleri konusunda ihtisas sahibi olan Ossendowski, Sibirya'da kaldığı süre içinde buradaki altın madenlerinin çoğunu öğrendi. Rus-Japon savaşı sırasında (1904-1905) Rus kurmayın kimya danışmanlığı görevini yürüttü. 1905 devriminde, kısa bir süre için "Rus uzak doğusunun Devrimci Hükümeti"nin başına geçti ve faaliyetlerinden dolayı tutuklandı. Daha sonra I. Dünya Savaşı sırasında maden araştırması yapması ve özel görevler yürütmesi için Moğolistan'a gönderildi.Osendowski, Petrograd Politeknik Enstitüsü

Page 65: Zigzag Zaman Gezmenleri

Sanayi Kimya Profesörü olmuş ayrıca ekonomik coğrafya kürsüsünün de başkanıdır. Bolşevik devrimi sırasında Amiral Aleksandr Kolçak'ın tarafını tutmuş, Amiral onu Sibirya Hükümetinin maliye ve ziraat bakanlığına getirmiştir. Kolçak Hükümetinin devrilmesiyle Moğolistan'a kaçmak zorunda kaldı. Bu kaçışının zorlu hikâyesini "Hayvanlar, insanlar, Tanrılar" adı altında kaleme aldı. Zorlu mücadelesi onu Agarta'nın gizemlerine götürdü. Kitabında Agarta'ya gitmediğini iddia etse da orada Koot Hoomi'nin ölümsüz ruhuyla karşılaşmıştır. Hayatının geri kalanını da yeni ülkesinin çıkarlarına hizmete adamıştır.

Bu adlar Nürnberg davasında, Ahnenerbe sorumlularının dudaklarında gene rastlanacaktı.

Thule grubunun "ermişleri" Gobi göçmenlerinin arı ırkı oluşturduğuna inanıyorlardı. Haushoffer "Kaynaklara dönüşü" yani Doğu Avrupa, Türkistan, Pamir, Gobi ve Tibet'i el geçirme gereğini savunuyor, öğretiyordu. Onun gözünde bu bölgeler "Kutsal ruhun ülkeleriydi." Karl Haushoffer'in bahsettiği topraklar Koot Hoomi'nin hüküm sürdüğü topraklardır.

1905'lere doğru Haushoffer'e aktarıldığı efsaneye göre, Gobi felâketinden sonra, yüksek uygarlığın ustaları, bilgiyi elinde tutanlar, dışarıdaki akılların oğullarıydı. Himalayaların altında uçsuz bucaksız bir mağaralar topluluğuna yerleşmişlerdi. Bu mağaralar ortasından ikiye bölünmüştür. Biri, "sağ el yolunu" öteki "sol el yolunu" izlemişti. Birinci yolun merkezi, gizli iyilik sitesi, dünyadan uzak durma inağı, düşünce ve gözlem yurdu Agarta’dır. Şamballah ise güçleri doğaya, insan yılarına, hükmeden ve insanlığın "zaman menteşesine" ulaşmasını hızlandıran şiddet iktidar sitesidir. Halklara öncülük eden büyücüler için, bağlılık andı içerek ve kurbanlar vererek Şamballah ile uzlaşma imkânı vardır.

Avusturya'da Edelweiss grubu 1928'de yeni bir Meshin doğduğunu haber veriyordu. Kimi İngiliz büyükleri, her şeyden önce manevi bir tehlike, bir cehennem dininin habercisi olarak gördükleri bu döneme karşı kamuoyunu uyarmaya çabalıyorlardı.

1926'da Berlin ve Münih'te küçük bir Hindu ve Tibet kolonisi yerleşti. Rusların Berlin'e girdiği sırada, cesetler arasında Himalayalar ırkından gelme, Alman üniforması giymiş, kimliği ve rütbesi bulunmayan bin kadar ölüm gönüllüsüne rastlandı.

Hareket ve yeterli mali imkânları bulur bulmaz Hitler, Tibet'e 1943 yılına kadar hiç aralıksız heyet göndermeye devam etti.

Thule grubu, dünyanın maddi ve manevi egemenliğine sahip olmak ve gelecek tufana kadar egemen olmanın peşindeydiler. Çok iyi örgütlenmiş bu grup hedeflerine çok yaklaşmış olmasına rağmen ilahi kuvvet tarafından durduruldu. Dünyanın kaderi Einstein ve Messing'e bırakıldı. Çünkü ilahi kuvvet böyle öngörmüştü. Bu savaş iyi, kötü savaşı değildi. Kötü ile kötünün savaşıydı. Karanlık çağ daha devam etmeli, karanlığın güçleri hareket etmeliydi. Çünkü aydınlığın güçleri bunun böyle olmasını uygun görmüştü

Page 66: Zigzag Zaman Gezmenleri

JORGE LUIS BORGES(1899 - ?)

İlk olarak Jorge Luis Borges kimdir? Gizemli yaşamına neler sığdırmış, neleri dünyanın gözlerinden kaçırmıştır.

Borges, 1899'da Buenos Aires'de doğdu. Arjantinli saygın bir ailenin oğlu. Babası bir İngiliz okulunda öğretmen. Babasının yardımıyla küçük yaşta İngilizce öğrenmiş ve çeviri yapmaya başlamıştır. 1914 yılında ailesiyle birlikte Cenevre'ye gitti. I. Dünya savaşı sırasında orada yaşadı. O yıllarda Fransızca ve Almanca da öğrendi. 1921'de Buenos Aires'e döndü. 1923-1929 arasında üç şiir kitabı yayınladı. Farklı bir tür oluşturdu. 1938 yılında babası öldü. Aynı yıl kan zehirlenmesiyle ölümün eşiğine geldi. Geçici olarak konuşma yeteneğini kaybetti. Bir süre akli dengesini kaybetme korkusuyla yaşadı. Hastalığından kurtulması uzun zamanını aldı. 1943 yılında Zig-Zag grubunun başına geldi. Zig-Zag grubunun öğretilerini yansıtan birçok hikâye, deneme ve şiir üretti. O'nun gizemli yazıları birçok defa anlaşılamayarak tahrif edilmiş ve edilmektedir. Bunun son örneği Türkiye'de yaşanmaktadır. Türkiye'de birçok kitabının çevirisi yapılmasına karşın Jorge Luis Borges'in hikâyelerine bir açıklık getirilememiştir. Çeviri yapabilmek için sadece kullanılan dili bilmek yeterli değildir. Asıl olan konulara hâkim olmaktır. Bu arada Borges başladı. Buenos Aires kütüphanesinde çalışmaya başladı. 1946'da Peron’un yönetimine geldi. Arjantin'de yaptığı Zig-Zag grup çalışmaları Peron yönetimini rahatsız etmiş olmalı ki kütüphanedeki görevinden uzaklaştırıldı. Bu yıllar zorlu geçti. Kendini iyice yayıncılığa verdi. 1955 yılında Peron hükümetinin devrilmesiyle kitaplık müdürlüğüne getirildi. Kalıtsal bir hastalık yüzünden 1920'lerden beri azalan görme yeteneğini aynı yıl kaybetti. 1961'de Uluslararası Yayıncılar ödülünü Beckett'le paylaşması dünya çapında tanınmasını sağladı.

Yazarlığın yanı sıra Karadelik uzmanı olan Borges Kur'an, Tevrat, İncil üzerinde yaptığı uzun araştırmalarla Zig-Zag öğretisine büyük faydalar sağlamıştır. 1986 yılında dün-yamızdaki misyonunu tamamlamış olmanın rahatlığıyla başka boyutlara yol almıştır.

En önemli eserleri şunlardır: Sonsuzluğun Tarihi, Yollan Çatallaşan Bahçe, Olağanüstü Masallar, Düş Kaplanları, Ölüm ve Pusula, Umudumun Boyutları, Rezaletin Evrensel Tarihi, Gölgeye Olgu, Altın ve Gölge vb. gibi birçok eser.

İsterseniz hem bir zaman gezmeni olması itibariyle hem de Zig-Zag grup üstadı olması itibariyle zaman ile ilgili denemelerine şöyle göz atalım.

Gerçeğin ikinci Biçimi:

"The Moshood of Humanity" adlı kitabında Francisco Luis Bernardes varlıkbilimsel spekülasyonlara tutkulu bir katılımla girdi. Kitabın temeli tanımadığım Kont Korzyoski tarafından atılmış olup kısa bir özetini veriyorum.

'Korzyoski'ye göre hayat üç boyutludur. Uzunluk, genişlik ve derinlik. Birinci boyut;

Page 67: Zigzag Zaman Gezmenleri

bitkisel hayata, ikinci boyut; hayvansal hayata ve üçüncü boyut da; insani yaşama denk düşer. Bitkisel hayat uzunlamasına, hayvansal yaşam enine, insansal hayat ise derinlemesine gider."

Sanıyorum, Korzyskoski önemli bir görüş koyuyor. Düşünceye dayanmayan bir bilgeliğin kuşku uyandırıcılığı ile değil, aksine geleneksel üç boyutluluğa yer veren yalın bir sınıflandırma şeması ile karşı karşıyayız. "Geleneksel" diyorum. Çünkü üç boyuttan hiçbiri birbirinden ayrı olarak var olamaz. Eğitimimiz sırasında sürekli olarak nesne ölçüleri verildi. Nokta, çizgi ya da yüzey ölçüleri değil. Burada bize daha az geleneksel olmayan, uzam sınıflandırmaları yoluyla (uzunluk, derinlik, genişlik gibi.) derinlikten de zamanın aktarıcı karakteri anlaşılmak üzere bitki, hayvan ve insan gibi organizmaların üç geleneksel sınıflandırmasının açıklanması verildi. Hesaplanamaz, güç gerçeklik açsından insanlar tarafından yapılan sınıflandırmanın gereksiz bir aritmetik çekicilikten başka bir şey olmaması gerektiğine inanmak benim için imkânsızdır. Bernandez'in görüşlerini vermeyi sürdürüyorum. "Bitkisel hayat gücünü güneşe olan gereksiniminden, hayvansal hayat gücünü uzama duyduğu gereksinimi ile belirler. Bitkisel hayatın gücü statik olmasına karşın, hayvansal hayatın gücü dinamiktir. Doğrusal varlık olan bitkilerin yaşam biçimi sadece bir atalettir. Devinimli varlıklar olan hayvanların yaşamı ise özgür devinimlerden oluşur. Bitkisel ve hayvansal hayat arasındaki asıl fark bu kavrama dayanır. Bu da uzam kavramıdır. Bitkilerin ondan haberi yoktur. Hayvanlar ise ona uymaya çalışırlar. "Korzykoski, yaşadığı sürece biri enerji depolarken diğeri uzamı bir araya getirir" der. "Çekici ve aykırı her iki varlık biçiminin üzerinde insan varlığı üstün özelliğini korur. İnsanın bu üstünlüğü neden ileri gelmektedir. İnsan bir yandan bitkiler gibi enerji toplarken, "öte yandan da zamanı bir araya getirir. "

Bu üçlü sınıflandırma, Rudolf Steiner'in dörtlü sınıflandırmasından bir sapma ya da onun bir türevi gibi görünüyor.

Fakat dünya ile geometriden değil, dünya tarihinden yola çıkarak ilgilenen Steiner insanda, ona özgü olmayan bir hayatın özetini ya da listesini görüyor. Onu, insanın ölüm halindeki saf durumunu katı minerallere, bitkilerin durağan uykuya benzer hayatlarına, hayvanların güncel ve geçici hayat anlayışlarının dışında insanın düş durumuna benzetiyor. Birincilerin sonsuz cesedini tanınmayacak hale getirdiğimiz, diğerinin uykusunda onu yutmak için yararlandığımız ve gelişmelerini önlediğimiz en son olarak da belirtenin düşünü endişeye çevirerek ırzına geçtiğimiz yalın bir gerçektir. Bir atın yaşamındaki tek bir dakikanın ne umutlara ne de anılara uzanan, bir karınca büyüklüğündeki bir dakikayı sürücünün zenci bir köleymişçesine hükmettiği bir arabanın ön dingil çubuğu arasına sıkıştırdığımızda emrimiz altına almış oluruz. Steiner'e göre bu üç hiyerarşide efendi durumunda olan ayrıca bir "Ben"e sahip olan insandır. Buna geçmişi anımsayabilmek yani "Zaman" denilebilir. Görüldüğü gibi zamanın tek sahibi tarihsel benzerliği ve ben'i olan insana Allah (c.c.)'ın verdiği ödüldür. Tabii ki, bu Korzykoski'ye özgü ilginç bir fikir değildir. Bu noktadan da hayvanların saf bir güncellik içinde zamanın dışında bulundukları sonucuna varılır. Steiner saf güncelliği öğretir. Schopenhauer ise "İstem ve Tasarım olarak Dünya" adlı eserinde sürekli bir bilimsellikle bu durumu belirler. Mauther (felsefe sözlüğü III, s. 436) ise alaycıdır. "Görünüşe göre" diye belirtir. Hayvanlar sonsuzluk ve zamansal dizin hakkında yalnızca karanlık önsezileri vardır.

Page 68: Zigzag Zaman Gezmenleri

Buna karşın insan, özellikle psikologsa aralarında yalnızca saniyenin beş yüzde biri kadar bir fark olsa da iki izlenim arasındaki farkı algılayabilir.

Buenos Aires'de metafizik üzerine çalışan Gaspar Martin, hayvanların ve küçük çocukların da zaman kavramından yoksun oluşunu tartışmasız bir gerçek düzeyine ulaştırır. Bu konudaki düşünceleri şöyledir: "Hayvanlarda zaman kavramı yoktur. İlk olarak ileri bir \ kültüre sahip olan insanda ortaya çıkar." Schopenhauer, Mauthner'de dinsel aktarmalarda bilakis Korzybsik'de insan bilinci ile dünya bilinci arasındaki fark vurgulanır. Gaspar Martin 'in yorumu ise şöyledir. "Materyalizm insanlara emir verdi, uzamını genişlet. İnsan kendi görevini yeni zamanı toparlama görevini unuttu. Bununla insanın, görülebilen nesnelerin ele geçirilmesine yöneldiğini söylemek istiyorum. Yani insanların ve toprakların ele geçirilmesine, yanıltıcı "ilerleme" biçimi böyle oluştu. Bunu izleyen sistemlerde kaba güce dayalı sonuç "ilerlemeye duyulan inancın gölgesinde yeşerdi. Sonuç olarak da sömürgecilik meydana geldi. Bu durum beraberinde insanın sahip olduğu üçüncü boyutunu geri verme görevini doğurmuş oldu. Bu boyut çabukça derinleştirilmeli. İnsanları akıllıca ve yasal doğrultuya çekmek gereklidir. İnsan km2'ye değil, yeni yüzyıllara yatırım yapmalıdır. İnsanî hayat, derecesi yüksek yoğunlukta olduğu kadar geniş ve kapsamlı olmalıdır."

Yukarıdaki sözlerden bir şey anlamadığını itiraf etmeliyim. Zaman ve uzam gibi birbiriyle çelişik iki kavramın karşı karşıya getirilmesinin yanıltıcı olacağı görüşündeyim. Bu arada bu yanılgının muhteşem bir geçmişi olduğunun ve temsilcileri arasında büyük bir geçmişi olan Spinoza'nın bulunduğunun, onun tanımlanamayan tanrısallığının, zaman bilinci uzamın niteliğinden verildiğinin bilincindeyim.

Uzam, dealizminin sadece zamanın yüklenmiş olduğu nehrin oluştuğu formlardan olduğu görüşündeyim. O zamanın episodlarından biridir ve Ameta fizikçilerinin doğal anlayışlarına karşısında yer alır. Başka bir deyişle sağ, sol, yükseklik gibi uzamsal bağıntılı sınıflamadır. Devamlılık değildir. Ayrıca uzamın bir araya getirilmesi zamanın bir araya getirilmesine karşıt değildir. O sadece insanlara özgü eylemi gerçekleştirme biçimlerinden biridir. İngilizler yazar Clive ya da Warren Hastings'in dâhiyane ivmesini izleyerek Hinolistanı ele geçirdiklerinde sadece uzamı değil, aksine zamanı toplamış oluyorlardı. Bu deneyimler, günlük deneyimler, dağlar, kentler, savaş listeleri, kahramanlıklar, gammazlıklar, ağrılar, ölümler, salgınlar, vahşi hayvanlar, sonsuz mutluluklar, aksanlar, tanrılar ve kültürlerdi.

Yine metafizik düzleme döneceğim, uzam zaman içinde bir olaydır. Kant'ın bahsettiği gibi evrensel bir bakış açısı değildir. Varlığın onsuz yaşamayacağı taşlar vardır. Bunlar duyma ve koku almadır. Spencer "Principles of Psychology" adlı yapıtında bu bağımsızlığı ayrıntılı bir biçimde ele almıştır. Olduğu gibi sizlere aktarıyorum. "Kokuyu ve sesi uzamın sezgisel kavrayış biçimleri olarak düşünmek isteyen bir kimse yanıldığını hemen anlayabilir. Bu sesin sağına ya da soluna dönmesi yeterlidir ve bir kokunun gerisinde yatanı bulabilir."

Schopenhauer o kadar olağanüstü olmasa da büyük bir duygulanımla bu gerçekten söz etmiştir. "Müzik doğrudan bir nesneleştirme ve dünyaya uygun olarak tüm sistemin bir kopyasıdır. Burada müziğin dünyaya gereksinme duymadığı varsayımı ortaya atılır. Ben

Page 69: Zigzag Zaman Gezmenleri

bu iki bakış açısını, onlardan kaynaklanan ve onları anlamayı kolaylaştıran üçüncü bakış açısıyla tamamlamak istiyorum. Tüm insanların, sadece işitme ve koku alma duygusuyla gerçekleri algıladıklarını varsayalım.

Ayrıca varsayalım ki; böylece dokunma ve tad almadan kaynaklanan algılamaların tanımladıkları uzamı ortadan kaldırmış olsun. Yine geriye kalan anlamları algılamadığını daha güçlü olarak kazındığını varsayalım. Bu çeşit yıkma ile hayaletler dünyasına çekilen insanlık tarihi yeniden örmeye devam edecektir. İnsanlık bir uzam olduğunu unutacaktır. Bu insanlık bir ceviz kabuğuna sıkışacaktır. Ben sadece uzam bilincinin dışında ve ondan ayrı olarak var olacağını söylüyorum."

DAİRESEL ZAMAN

Sonsuz döngüden bahsetmek istiyorum, Burada birtakım tarihsel yorumların ışığı altında bu öğretiye ilişkin üç temel ilkeyi belirtmeye çalışacağım.

Birincisi Platon'a atfedilir. Platon "Timaios" adlı yapıtının 38. paragrafında yedi gezegenin asıl başlangıç noktasına geri döneceklerini ileri sürer. Bu toplam dönüş, bir yıla eşittir. Çiçero: "De Rarum Natura" adlı yapıtının ikinci cildinde her ne kadar dünyanın sınırsız bir süresi olmadığını savunsa da, bu muazzam göksel periyotlarının imkânsız olduğunu belirtir. Platon'un ölümünden sonra Atina'da astroloji önem kazanmıştır. Bu bilim insanın yazgısını yıldızların belirlediği görüşüne dayanır.

Platon'un Timaios'un okumamış bir astrolog çürütülmesi imkânsız aşağıdaki ilkeyi şöyle formül ediyordu. "Eğer gezegenlerin devinimi daireselse, dünya tarihi diye bir şey vardır. Her gezegen yılının başlangıcında aynı kişiler yeniden doğacaklar ve aynı yazgıyı paylaşacaklardır." Bu görüş zamanla Platon'a atfedildi. 1616 yılında Lu Gilio Vanini şöyle diyordu. "Achilles Truva’ya tekrar saldıracak. Gerçekle ilgisi olmayan gelenekler ve dinler yeniden canlanacaklar. Dünya tarihi kendini yeniliyor. Dün olmayan bir şey bu günde yok." Ama tüm bunlar Platon'un saptadığı gibi özensel değil genelde 1643 yılında Thomas Browne "Religio Medici" adlı kitaba ilişkin düşüncelerinde şöyle yazıyordu: "Platon'un yılı, bütün nesnelerin eski durumlarını kazanacağı ve Platon'un bu öğretiyi ders verdiği okulda yeniden anlatacağı yüzyılların olup gitmesidir." Sonsuz döngü kavramsal olarak açılmaya çalışan bu birinci ilkede ortaya konan delil astrolojikti.

İkinci ilke ise, bu öğretinin heyecanlı fikir babası ve yayıncısı olan Nietzsche'nin ünüyle yakından ilgisi vardır. Burada cebirsel bir ilkenin doğruluğu sınanır. Nesnelerin "n" sayıdaki miktarı Le Bon'un varsayımlarına göre atomlar, Nietzsche'nin varsayımlarına göre güçler ve bir komünist olan Blanqui'ye göre ise basit, yalın nesneler sonsuz sayıların kombinasyonlarıyla bağdaşmazlar. Bu üç varsayımdan Blanqui'ye ait olanı en karmaşık ve en ayrıntılı düşünülmüş olanıdır. Blanqui Demokrit gibi tıpkıbasım ve eşit olmayan dünyalarla zaman doldurmaz, aksine sınırsız uzamla ilgilenir. 1872 yılında yayınlanan kitabının adı "L'eternite des Astros"di. Bundan çok daha önce David Hume'da derli toplu yazılmış çok şey anlatan bir metne rastlarız. Bu metin Schopenhauer'in çevirmek istediği

Page 70: Zigzag Zaman Gezmenleri

1779 tarihli "M. Dralotjues Concerning Natural Relegion" adlı yapıtında yer almaktadır. Bildiğim kadarıyla kimse bu metnin öneminden söz etmedi. Şimdi sözcüğü sözcüğüne çeviriyorum. "Epikür'ün yaptığı bir maddeyi sonsuz olarak düşünemeyiz. Parçacıkların sınırlı bir sayısı, sınırsız yer değiştirmelere açık değildir. Sonsuz bir süre içinde bütün olası ayrımlar ve durumlar sayısız yinelemeleri ortaya çıkarır. En aşağıda en önemsizin de yer aldığı bu dünya tüm ayrıntılarıyla kurulmuş ve yok edilmiştir. Sonsuz kereler yeniden kurulacak ve yeniden yok edilecektir." Özdeş dünya tarihinin böyle bir sıra izlemesi açısından Bertrand Russell şöyle bir gözlemde bulunur. "Pek çok yazar tarihin dairesel bir biçimde oluştuğu, sahip olduğu önemsizlikle birlikte hâlihazırdaki dünya durumunun er ya da geç başlangıç noktasına döneceği görüşündedir. Bu varsayım sözcüklere nasıl dökülebilir? Daha sonraki durumun, sayıyla özdeş olduğunu söylemek zorundayız. Aynı durumun iki kez gerçekleşeceğini söyleyemeyiz. Çünkü varsayım açısından olanaksız bir tarihleme yöntemi ortaya koymuş oluruz. Bu tıpkı birinin dünya turuna çıkması gibidir. Bu kişi yolculuğuna başladığı noktayla tekrar vardığı noktanın iki farklı nokta olduğunu söyleyemez. O her noktanın aynı yer olduğunu söyleyecektir. Tarihin dairesel bir biçimde oluştuğu öyküsü aşağıdaki biçimde ileri geldiği varsayılarak yola çıkıldığından, koşulların tümü zamanından önce gerçekleşmiş olacaktır."

Sonsuz döngüyü açıklayan üçüncü döngüye geliyorum. Bu en az korkutucu, en az melodrometik ama en çok yanlış başına düşünülebilen olanı. Benzer ama özdeş olmayan dairelerin, döngülerin varsayımını demek istiyorum. Bu ilke yanında yer almış ünlü isimlerin listesini yapmak olanaksız. Brahma'nın yani bunun sabit saatinin bir kuşun binlerce yıl içinde bir kez sardığı kanadı tarafından yavaş yavaş aşılan bir piramitten zaman periyotlarını ve ayrıca Hesiod'un altından basit bir buza dönüşen insanlarıyla, Heraklit'in ateşten yaratılmış ve daire biçiminde sıralanarak ateşi yutmuş insanlardan oluşmuş dünyasını, Seneca ve Chrypps'in dünyasını, ateş tarafından yok edilmelerini ve su seviyesinde yeniden canlanmaların, Virgil'in dördüncü yazısı, bu yazının Shelley'de uyandırdığı güçlü yankısı, Vaiz Salamo'yu, Teozofları, Condorcet'in bulduğu ondalık tarihi, Francis Bacon ve Quspensky'yi, Gerald Head, Spengler Vico'yu, Schopenhauer'i, Emerson'la Spencer'in birinci ilkesini, Peo'nin Eufekasını düşünüyorum. Bu tanıklardan sadece Marc Aure'le yetinmek istiyorum.

Sana üçbin ya da otuzbin yıl daha verselerdi hiç kimsenin şimdi yaşadığından ayrı bir hayatı ve yitirdiğinden başka bir yaşamı yaşamayacağını düşün. En uzun ve en kısa hayat süreci birbirini eşit bir biçimde izler. Gelecek herkes için vardır. Ölmek, kısa bir zaman aralığı olan geleceği yitirmek demektir.

Hiç kimse sahip olmadığı şey elinden alınmadığı sürecine geçmişini ve de geleceğini yitirir. Bütün nesnelerin döndüğünü, yeni olan yörüngeler çizdiğini ve bir gözlemci için yüzyıl, iki yüzyıl ve hatta sonsuza dek düşünmenin hiçbir farkı olmadığını düşün.

Yukarıdaki satırların biraz daha dikkatlice temeline inersek iki alışılmadık düşüncenin yer aldığını saptarız. Birincisi geçmiş ve gelecekte gerçeği yadsımaktır. Schopanhauer'in aşağıdaki görüşleri bu düşünceyi ifade ediyor.

"İradenin görüngü biçimi yani hayatın ya da gerçeğin biçiminin, aslında sadece geleceğe ve geçmişe değil şimdiki zamana ait olduğunu açıkça görmeliyiz. Bunlar

Page 71: Zigzag Zaman Gezmenleri

temelde kuramın izlendiği sürece kavramsal olarak bilgi bağlamında vardırlar. Geçmişte kimse yaşamadı ve gelecekte de kimse yaşamayacak."

Aksine şimdiki zaman tek başına tüm yaşamın biçimidir. İkinci düşünce ise vaiz Salomo'nun dediği gibi herhangi yeni bir şeyin güneş altında cereyan edeceğidir. Bütün insanların deneyimlerinin herhangi bir biçimde eş olduğu varsayımı ilk bakışta dünyanın yoksullaşması gibi gelebilir.

Edgar Allan Poe, Vikingler, Judas Ischaritos ve okuyucunun yazgısı, aynıysa bu tek olası yazgıdır. Aslına bakılırsa Marc Aurel bizi bu bilmecemsi, çözülmesi güç basitleştirmeye itmiyor. Marc Aurel pek çok insanın yazgı eşitliğinden değil andırımdan yanadır. O herhangi bir zaman diliminin -bu bir yüzyıl, yüz, sadece bir gece, belki de kavranılmamış bir şimdiki zaman olabilir- tarihi tam olarak içinde sakladığını ileri sürer. Bu tartışmalı görüş kolayca çürütülebilir. Bir zevk diğer bir zevkten ayrıdır. On dakikalık fiziksel bir acı, on dakikalık cebir dersine benzemez. Psalmist'in görüşü yetmişli yıllarda kabul edilebilir. O zaman insan algılarının, duygusal tepkilerinin, düşüncelerinin ve başına gelenlerin sayısının sınırlı olduğunu ve bizim onları ölümden önce de yaşadığımızı ileri sürmeyecektir. Marc Aurel bir kez daha şöyle der: "Kim şimdiki zamanı görmüşse, bütün nesneleri de görmüş demektir. Derinlere kök salmış geçmişte olan gelecekte olacak tüm nesneleri."

Vaatlerin doruğa ulaştığı dönemlerde insana ait varoluş biraz sıkıcı ve hırslandırıcı yanı olan değişmez, sürekli bir niceliğe dönüşür. Çünkü dönemlerinde ise bu hiçbir hastalığın hiçbir mutsuzluğun, hiçbir diktatörün bizi daha çok güçsüzleştiremeyeceğine ilişkin vaade dönüştü.

ZİG - ZAG ÖĞRETİSİ - 1

Bu öğreti bulanlar tarafından "Sonsuzluk öğretisi" ya da "Sonsuz döngü" olarak adlandırılıp aşağıdaki gibi özetlenebilir: "Dünyayı oluşturan tüm atomların sayısı kuşkusuz pek çoktur, ama belirlidir. Demek ki değişiklikler de belirli ve pek çok sayıdadır. Eğer sonsuz zamanın içinde bir kez olası değişikliklerin son noktasına varılırsa, bu durumda evren kendini yenileyecektir. Örneğin yine ana rahminden doğacak, iskelet çatımız yeniden oluşacak, ölüm saatimiz gelinceye dek yeniden tüm saatleri tüketmiş olacağız. Bu düşünceye göre oluşturulmuş yaygın şema, göze çarpmayan bir başlangıçtan tehditkâr bir boyuta ulaşarak bilgiye dek uzanır. Bu genellikle de Nietzsche'ye mal edilir.

Bunu çürütmeden önce yapmaya uygun olup olmadığını bilmediğim bu girişimle öğretinin temelini oluşturan anormal rakamlardan yola çıkarak belirli bir kavram oluşturmak zorundayız. Eğer yanılmıyorsam bir hidrojen atomunun çapı yüzelli milyon santimetredir. Bu baş döndürücü özellik, atomun parçalanamaz olduğu anlamına gelmez. Tam aksine Rutherford atomu merkezde bir çekirdek, çekirdeğin etrafında tüm atomdan yüzbin kez daha küçük ve bir yörüngesi olan elektrondan oluşan bir çeşit güneş sistemi olarak tanımlamıştır. Bu çekirdeği ve elektronu bir yana bırakıp, sadece on atomdan

Page 72: Zigzag Zaman Gezmenleri

meydana gelen bir dünya tasarlayalım. (Burada tabi ki mikroskoplarla varlığı kanıtlanamayan, hiçbir terazide tartılamayacağı için tartıya gelmez görünmeyen bir deney dünyası söz konusudur.) Ayrıca Nietzsche'nin spekülasyonlarına uygun olarak bu dünyadaki değişimlerin sayısının düzen biçimlerin, uygun düştüğünü yani on atomun bu düzen biçimlerinin planını değiştirebildiğini düşünelim. Sonsuz döngüye (Ewine Wiederkunft) varmadan önce bu dünyanın kaç farklı durumu kaldırabileceğini irdeleyelim. Bunu hesaplamak zor değildir. Sadece şöyle bir çarpma işlemi yapmak yeterlidir. 1 x 2 x 3 x 4 x 5 x 6 x 7 x 8 x 9 x l 0 Bize sonuç olarak 3.628.800 sayısını veren uzun bir hesaplama işlemi. Evrenin tanımlanamayan parçacıklar değiştirilirse, o zaman evrenin tek düze belki de az ya da hiçbir inanca yer vermeyen bir yapıda olduğu iddia edilebilir. Ben on atomunu gözledim. Oysa iki gram Hidrojen elde edebilmek için "bir milyon milyondan daha fazlasına" gereksinim duyarız. Bu iki gramdaki olasılık değişimlerini hesaplayabilmek için tıpkı bir milyon milyonu kendinden önceki tüm sayılarla çarpmak gibi -benim kul sabrımı büyük ölçüde aşan- bir hesaplama işlemi yapmak gerekir.

Okuyucunun beklediği bir gelecekte de olsa az ya da çok sonsuz bir biçimde gerçekleşiyor. Nietzsche buna şöyle bir yanıt verebilirdi: "Dönen elektronlar benim için yenidirler. Bir atomun parçalanabilir olması, bir dil bilimci için uygunsuz bir düşünce değildir. Maddenin dönüşüm olasılıklarının yüksek olduğunu hiçbir zaman yadsımadım. Sadece onların sonsuz olmadıklarını açıkladım." Zarathustras bu olası yanıtı benim kurtuluşu Georg Cantor'un sonsuz sayıları bulan dünyanın son dönemdeki en büyük matematikçisi SEK adlı örgüt tarafından yok edilerek üst düzey matematiği ve bedeni ortadan kaldırıldı. (Allah'ın rahmeti üzerine olsun Ç.V.) Sayılar öğretisinde bulmayı denememe yol açtı. Cantor, Nietzsche'nin kuramını yerle bir eder. O, evrendeki sayıların miktarının sadece evrende değil, bir metredeki evrende ve bu bir metrenin bir bölümünde de sonsuz olduğunu iddia eder. Buna bir örnek verelim. Mısır'da ailelerin ilk çocukları öldürüldüğünde, sadece kapısında kırmızı bir işaret bulunan evrendeki çocuklar kurtuluyorlardı. Böylece pek çoğunun kurtulacağı açıkça belliydi. Çünkü kırmızı işaretlerin ne kadar sonsuz olduğu sayılıyordu. Burada nicelik belirsizdir. Niceliğin sonsuz olduğu başka sayı grupları vardır. Doğal grupların sayısı sonsuzdur.

Ama dolaylı olduğu kadar dolaysız sayılarda kendini gösterir:

1 = 2 3 = 4 3 = 6

Kanıtı çürütmek gülünç olurdu. Aşağıdaki örneklerden ayrılamaz. Yani 3018 sayısında pek çok çarpan vardır. Tıpkı 3018 sayısı ve bunun çarpanlarından dışarıda tutulacak sayıların varlığı gibi.

1 = 3018

2 = 6036

3 = 9054

4 = 12071 vs.

Page 73: Zigzag Zaman Gezmenleri

Aynı şey kuvvetler içinde geçerlidir. Bunlar aynı zamanda progressiv olarak ayrılabilirler:

1 = 3018

2 = 3018² = 9108324

3 = vs.

Bu gerçeklerin dâhiyane bir biçimde göz önüne alınması formül tarafından sağlanmıştır. Yani sonsuz sayılar bütünü, bütün sayıların doğal sırası gibi bu bütünü oluşturan parçaların sonsuz sayılara bölündüğü, sonsuz bir sayılar dizisidir. (İkili bir anlama yol açmamak için şöyle demek daha doğru olur: Sonsuz bir sayı miktarı, kendini oluşturan sayılarla eşit olabilen bir bütündür.) Sayının bu özel alanlarında (Sondarbereich) parça kendini bütünden daha az faydalı olarak göstermez. Uzayda var olan sayılar bütünü, bir metre, bir desimetre ya da bir yıldız yörüngesindeki gibidir. Doğal sayılar inceden inceye düzenlenmiştir. Birbirini izleyen bir takım boyutlardan oluşmuşlardır. 29 sayısından önce 28 sayısı vardır. 28 sayısından önce de 27 sayıların uzaydaki ya da zamanın bir anındaki dizilişi bu biçimde oluşturulamaz. Hiçbir sayının doğrudan doğruya bir öncülü ya da ardımı yoktur. Bu tıpkı sayılar için karşılaştırma ölçüsü (Grössenordwag) açısından bir dizi kesirli sayılarla olan ilişkisine benzer. 1/2'den sonra sayma esnasında herhangi kesir gelmelidir? 51/100 olamaz. Çünkü 101/200, l/ 2'den daha yakındır. 201 /400 olamaz. Çünkü daha yakındır...

Georg Cantor'a göre sayılar bu türden ilişki içindedirler. Biz sonsuz sayıda daha pek çok sayısı buna ekleyebiliriz. Buna rağmen azalan nicelikleri düşünmekten kendimizi korumalıyız. Her sayı sonsuz bir gruplandırmanın en sonuncusudur.

Cantor'un bu güzel oyununun Zarathustras'la böylesine çarpışması, Zarathustras için ölümle sonuçlanır. Eğer evren, olası niceliklerin sonsuz sayıdan oluşuyorsa, bunu kaçınılmaz olarak kombinasyonların sonsuz bir sayısı da içerebileceği gerçeği izler. Ve başlangıcın, döngünün (Wiederkunft) gerekliliği de yarı yolda kalır. Geriye kalan, O (sıfır)'la numaralandırılma olasılığıdır.

ZİG-ZAG ÖĞRETİSİ - 2

1883 yılında Nietzsche şöyle yazıyordu: Ve ay ışığında sürünen ve ay ışığının kendisi olan bu örümcek, sen ve ben, sonsuz nesneleri fısıldayarak bir geçitte duruyoruz. Aslında hepimiz daha önce burada olmak zorunda değil miydik? Ve geri dönmek, önümüzde duran uzun ürküntü verici sokaklarda koşmak, sonsuza dek geri dönmek zorunda değil miyiz?

Sürekli gittikçe yavaşlayan bir tonda konuşuyordum. Çünkü kendi düşüncelerimden ve saklı düşüncelerimden korkuyordum. Bir Aristoteles yorumcusu olan Eudemos, Hz. İsa (a.s.)'nın çarmıha gerilmesi iddiasından üçyüzyıl önce şöyle diyordu: "Eğer Pisagorculara

Page 74: Zigzag Zaman Gezmenleri

inanırsak, aynı nesneler yine var olacaklar ve o zaman benimle birlikte yer alacaklar tabi ki ben de size tekrar bu öğretiyi anlatacağım. Elimde değnekle burada yine konuşacağım."

Stoa'cılarm evren doğumunda (kozmogoni) Zeus, dünyadan geçinir. Dünya ise çevrimsel uzaklıkta kendisinin oluşturduğu ateş tarafından yutulacaktır ve özdeş öyküyü yinelemek için bu yıkımdan tekrar var olacaktır. Tohum taşıyan parçacıklar yeniden bir araya gelecekler; taşlara, insanlara, ağaçlara yeniden biçim vereceklerdir. Ama o erdemler ve günlere de Yunanlılar için söz konusu biçimlendirme olmaksızın bir isim verilemezdi. Stoa okulunun diğer spekülasyonları gibi bunlar da zaman aracılığıyla yollarını sonsuz döngüden ayrılmışlar ve teknik terimleri -apokatastatis- dört havarinin öykülerini geçirmiştir. Civitas Dei'nin 12. kitabında Augustin pek çok bölümü, bu denli çirkin öğretiyle savaşıma adamıştır. Bu bölümler -ki elimdedir- Özet bir biçimde verilebildiğinde bile son derece karmaşıktır. Ama o yazarın öfkesi, iki motife üstünlük tanır. Birincisi bu dünyanın abartılmış anlamsızlığı, ikincisi ise sözün bir komedyen gibi çarmıha gerilerek ölmesi gerektiği şekilde bir çocukça tasarımdır. Vedalar ve intihar yenileme yoluyla onurlarından yitirirler. Aziz Agustin çarmıha gerilme olayından yola çıkılarak aynı şeyi düşünmek istiyordu. Böylece Stoacıların dünya görüşünü utançla geri çevirmesinin nedeni ortaya çıkıyor. Stoacılar, tanrının bilgisinin nesnelerin sonsuz sayısını kavrama durumunda olmadığını öne sürüyorlardı ve onlara uyuşması için vardı. Aziz Augustin ise İsa (a.s.)'ya inanmanın bu tür yanlış dinsel akideler labirentinden kaçmak için bize yardım edecek tek yol olduğunu vurgular.Nedensellik yasasının yer aldığı "Mantık" adlı bölümün bir yerinde Stuart Mili tarihin bir yinelemeden ibaret olabileceğini ama bunun gerçekte böyle olmadığını açıklar. Ve Virgil'in "mesihçe" bir eglogundan (seçilmiş yazı Ç.N.) Şöyle bir alıntı yapar: "Jam nedit et virgo, redeunt Saturnia regna..." Acaba Nietzsche klasik bir dilbilimci olarak bu öncüyü hiç tanımıyor muydu? Sokrates'in öncülleri hakkında yazılar yazmış olan Nietzsche Pythagor'un öğrencilerinin öğrettikleri öğretiden habersiz miydi? Buna inanmak oldukça zor ama önemli. Ancak yazılarının önemli yerlerinde aklına sonsuz başlangıcın, dönüşe geldiği noktaları kesin olarak verdiği doğrudur. Silvaplana ormanlarında küçük bir patikada piramidal bir biçimde yığılı bir kümede ve 1881 Ağustosu’nun bir öğle saatinde "İnsanın ve zamanın öte yakasında altı bin ayak" diye yazıyordu. Bu anın Nietzsche'nin şeref unvanlarından biri olduğu doğrudur. "Başlangıcı yarattığım an, ölümsüzdür. Bu an uğruna başlangıca katlanıyorum. Ben buna karşın şaşırtıcı bir bilgisizlik, belleğin ve esinlenmenin insancıl karışımı ve aynı şekilde değersizlik suçu hakkında konuşulmaması gerektiğine inanıyorum. Benim için anahtar, gramere ilişkin hatta sözdizimseldir." Nietzsche sonsuz başlangıcın masallara, korkulara ve sürekli olarak kendini gösteren zihinsel değişimlere ait olduğunun bilincindeydi.

Ayrıca şahıs zamirleri arasında en etkili olanın tekil şahıs olduğunu da biliyordu.

Bir peygambere kendisinin tek olduğunu iddia etmek yaraşır. Onun toplu bir metinden kaynaklanan dışa vurumunu ya da dikkate değer profesörler olan Ritter ve Preller'in Philosophiae Graeconomanae'ye ilişkin tarihini Zafathustra, basımla uzaktan yakından ilgisi olmayan anakronizm yada söyleve ilişkin nedenlerden ötürü göz önüne almamıştı. Peygamber davranışı, alıntıların kullanılmasına ve kitaplarla yazarlardan alıntı yapmaya uygun düşmez.

Page 75: Zigzag Zaman Gezmenleri

Eğer bu insana özgü canım çiğ bir koyun etine benzeyebilseydi, kim insan ruhunu, insana özgü ruhsal durumları özümlemekten alıkoyabilirdi? Sık, ayrıntılı bir biçimde düşünmek ve davranmak yoluyla nesnelerin sonsuz başlangıcı bugün gerçeklikten ötürü Yunan isminde somutlaşan bir ölünün değil Nietzsche'nin öz bir unsuru (Wesenselement) haline gelmiştir. Bunu ayrıntılarıyla anlatmak istemiyorum. Unamuno düşüncenin sürekliliğini varlığa dönüştürmüştü. Nietzsche yaşayan insanlardan ölümsüzlüğe dayanmalarını istiyordu. "Miras"ta yer alan sözlerini ermek istiyorum. Orada Nietzsche şöyle der: "Yeniden doğuşa dek uzun bir dinlenme geçireceğinizi düşünüyorsunuz. Evet yanılıyorsunuz."

Bilincin son anıyla, yeni hayatın ilk ışığında "zaman" yoktur. O tıpkı bir şimşek gibidir. Yaşayan varlıklar milyonlarca yıl sonra ölçülemese de. Zamansızlık ve dönüşüm, ancak kaybolur kaybolmaz birbirleriyle uyuşurlar. Nietzsche'ye kadar kişisel ölümsüzlük umut başlangıcı ve belirsiz bir karalamaydı. Nietzsche bundan üstün bir görev anlayışı geliştirdi. Bu anlayış uykusuzluğun keskin ışığında ortaya çıkar. "Uyuyamamak" melankolikler için bir işkencedir. Biz Nietzsche'nin bu işkenceye katlandığını ve acı, keskin bir Kudronalinle iyileşmeyi umduğunu biliyoruz. Nietzsche bir Walt Whitman olmak istiyordu. Kaderine sözcüğü sözcüğüne âşık olmak arzusundaydı. Kahramanca bir yöntem izleyerek dayanılmaz ve saçma Yunan dünya savını döngüden ayırdı ve insanlara mutluluğu sundu. Genç Nietzsche için göz yumulacak kadar iyimser birini bulmak gerekiyordu. Nietzsche onu sonsuz başlangıçla yüzleştirdi ve tüketerek ağzından çıkardı. Nietzsche şöyle yazıyordu: "Sadece uzaklara, bilinmeyen cennetlere, takdislere ve tanrının affına yönelmemeli, aksine bir kez daha yaşamak istediğimiz gibi yaşarken, sonsuzluğu da öyle yaşamalı." (Nietzsche burada Hıristiyan dünya görüşünü eleştirmektedir. Teozoft adına yapılmış genel bir görüş değildir. Ç.V.) Mauthner sonsuz başlangıç, sonsuz döngü görüşünün sadece dar ahlâkî ve pratik etkilere bağlanmasının, bu görüşün kendisiyle çeliştiğini sürerek buna karşı çıkar. Çünkü ona göre bu aynı zamanda bir şeyin başka bir biçimde vuku bulacağına ilişkin tasarımla özdeştir. Nietzsche olsaydı sonsuz başlangıcın, döngünün bildirilmesinin ve onun geniş kapsamlı -daha çok pratik- etkisiyle Mauthers'in düşüncesinin ve bu düşüncenin kendisi tarafından çürütülmesinin, dünya tarihinin bir dizi gerekli anları olduğunu ama bunların atomsal titreşimlerle meydana geldiğini söylerdi. O haklı olarak yazdıklarını şöyle yineleyebilirdi: "Döngü sadece bir olasılık ya da olanaksa, sadece duygular ya da belirli beklentiler değil, bir olabilirlik düşüncesi de bizi sarsabilir. Tıpkı sonsuz cehennem azabı olasılığının etkisi gibi ve şöyle devam ederdi: Bu düşüncenin var olduğu andan itibaren bütün renkler değişir ve artık başka bir tarih vardır."

ZİG-ZAG ÖĞRETİSİ - 3

Bazen düşündüğümüzde sanki "bu anı" daha önce yaşamışız gibi gelir. Sonsuz başlangıç (Ewige Wieder kunft) öğretisinin yandaşları bu acı dolu şaşkınlık anlarının, inançlarının güçlendirilmesine yaradığına inanırlar. Ama belleğin yeni bir şey demek olduğunu -temel

Page 76: Zigzag Zaman Gezmenleri

teze aykırı olarak- ve insanın yazgısını önceden bildiğini ve başka bir biçimde davranmayı yeğlediği uzak döngüye dek, zamanın belleği yetkinleştirdiğini unuturlar. Nietzsche hiçbir zaman belleğe dayanarak sonsuz başlangıcın varlığını doğrulamamıştır. Ona göre atomculuk, insan gözünün ve aritmetik kavrayışın dışında yaratılmış olan bir dünya modelinden başka bir şey değildi. Görüşüne gerçeklilik kazandırmak için belirli bir ölçüsü olan bir "evren gücü"nden söz ediyordu. Ona göre evrenin gücünü gösterdiği zaman sonsuzdu, ama bu gücün kombinasyonları ve gelişmeleri "belirli ve sonlu"ydu. Burada kurnazlığa sapmıyordu. İlk olarak sonsuz güç düşüncesine ulaştı. (Sonsuz güç anlayışını yakalamasına rağmen bunu ya yazılarına aktaramamış ya da aktarması engellenmiştir. Günümüzde Nietzsche'nin tüm eserleri tahrif edilmiştir.) Ayrıca onda sürekli rastladığı gibi "geçip giden bir sonsuzluk" vardı. Örneğin kozmik güçte denge olmaz. Çünkü eğer böyle bir şey olsaydı, ona muhakkak erişilirdi. Ya da dünya tarihi şimdiye dek sayısız kereler cereyan etti. Geçerli kılınmak istenen görüş, mantığa uygun gelmekle beraber bir kez daha gözden geçirilmeli. Yani bir "geçip giden sonsuzluk" (ya da Nietzsche tarafından kullanılan ve teolojik kavram olan aeternitas a parte ante) bizim zamana bir başlangıç veren yeteneksizliğimiz dışında hiçbir şeyde var olamaz. Aynı yeteneksizlikten, uzam açısından geçip giden sonsuzluğa dayanmanın, sağ elin sonsuzluğuna dayanmak kadar inanılır bir kanıt olmasından ötürü acı duyarız.

Bunu şöyle ifade etmek istiyorum: Sezgisel bilgi açısından zaman sonsuzca, uzam da sonsuzdur. Akıp giden bu sonsuzluk, akıp giden zaman gerçeğiyle hiçbir şey yaratamaz, kendimizi zamanın ilk saniyesine oturtursak, bunun bir öncülü olması gerektiğini sonsuzluğa uzanması gerektiğini saptarız.

Nietzsche görüşünü enerjiye dayandırır. Termodinamiğin ikinci yasası, dönüştürülemeyen enerji süreçlerini açıklar. Isı ve ışık, enerji biçimlerinden başka bir şey değildir. Işık siyah bir yüzey üzerine düşürüldüğünde, ısıya dönüşür. Isı tekrar ışık haline dönüşmez. Görünürde son derece yalın ve katıksız olan bu bilimsel gerçek, sonsuz başlangıcın sirkülâsyonunu tamamlar.Termodinamiğin birinci yasası ise, uzaydaki enerji miktarının sabit olduğunu açıklar, ikinci yasa ise, tüm kuantumun hiç eksilmediği durumunda, bu enerjinin düzensizliğe eğilimli olduğunu açıklar. Evreni oluşturan bu güçlerin yavaş yavaş parçalara ayrılması entropi demektir. Bir kez maksimum entropiye ulaşıldığında, farklı ısılar birbirleriyle uyumlu hale getirildiğinde ya da bir cismin etkisi diğerini devre dışı bıraktığında dünya rastlantısal olarak bir araya gelmiş atomlar bütünü olacaktır. Yıldız merkezlerinin derinliklerinde bu güç ve ölümcül denkleşme zaten olmaktadır. Sürekli değiş tokuşla tüm evrende gerçekleşecek ve ısıyla ölüm son durum olacaktır.Işık, ısıda kaybolur. Dünya bir dakikadan diğerine gittikçe belirsizleşir. Sürekli olarak ağırlığını da yitirir. Uzak bir gelecekte sadece durağan, önemsiz bir ısı dışında hiçbir şey var olmayacak. Zaten daha sonra da dünya ölmüş olacak.Bu metafik karakterde son bir belirsizlik. Zarathustras'ın görüşünü paylaşıyorum. Ama iki özdeş olayın üstesinden nasıl gelinebileceği, bunların birbirine karıştırılmaması konusunu bir türlü kavrayamıyorum. Acaba henüz kimse tarafından saptanmamış olduğu için bunların birbirlerini izlemesi yeterli midir? Sıralamanın üstesinden gelinmediği sürece daireyi (Zyklus) 13914 kez dolaşma gerçeği ne anlama gelir? Buna karşılık sayı dizilerinin

Page 77: Zigzag Zaman Gezmenleri

ilk çevrimini bununla ya da 327 sayısını 2000'in karesiyle nasıl bağdaştırabiliriz? Düşünüre zarar vermeden pratikte hiçbir şey elde edemeyiz. Kuşkusuz akıl için zor olan hiçbir şey yoktur.

GEORGİ IVANOVICH GURDJIEFF(1877-1949)

Yunanlı, Ermeni, O geçmişte kaybettiğimiz dinin ve psikolojik öğretilerin çağdaş manzarası içinde gittikçe artan etkili bir güç ve anlaşılmaz bir figür olarak kalan ruhsal bir öğretmendir. Hıristiyan mistiğine benzer imgesinden daha çok bir zen rahibini ya da dervişi andıran Gurdjieff insanların eşsiz bir uyarıcısı olarak tanıyan kimseler tarafından düşünülmüştür. Esoterik bilginin kavranabilir modelini batıya getirdi ve birincin gelişmesi için özgül bir metodolojiyi somutlaştıran bir okul arkasında bıraktı.

Bilinç terimiyle Gurdjieff zihinsel farklılık ve işlev görmeden çok daha fazla bir şey anlıyordu. Ona göre, bilincin kapasitesi zihnin, hissin ve bedenin ayırıcı enerjinin uyumlu bir karışımına ihtiyaç duyar ve Naus, Buddhi ya da Atman gibi böyle geleneksel kavramlarla bu daha yüksek etkilerle ilişkili olan insan içindeki eyleme izin verebilen bu şey sadece vardır. Bu perspektif bizim onu bulduğumuz gibi dış uyarımın yönetimi altında onun otomatik koşullanmasıyla bilinç dışı olarak idare edilen gerçekte tamamlanmamış bir varlıktır. Gurdjieff'in metodunun geniş çeşitliliği gerçek insanın ruhsal sıfatları yani bireysellik, irade objektif bilgi ve özbilinci gerçekleştirmeye doğru tamamen bir araç olarak anlaşılabilir. Bu metotlar ve onun insanın evrimi hakkındaki öğretisi, P. D. Ouspensky "in Search of Miraculous" (İnsanın gerçeği kendini bilmek) kitabında ve onun kendi yazılarında azar azar açıklanan kozmolojik fikirlerin geniş bir ağı içinde ilişkili olduğunu gösterir.Onun hayatı boyunca; 1920'lerde onun hakkında yazılan sansasyonel basın bildirilerine rağmen Gurdjieff onun öğrenci çevresi dışında hemen hemen tanınmıyordu. 1950'lerden sonra onun fikirleri kendi yazılarının yayınlanması öğrencilerinin ifadeleri aracılığıyla yayılmaya başladı. Onun fikirlerinin bütünlüğüne uzun yıllar boyu gölge düşüren çok sayıda yanıltıcı bildiriye neden oldu. Oysa bugün, Gurdjieff'in öğretisi, modern zamanların en çok içe işleyen ruhsal öğretilerinden biri olarak anlaşılması için bu söylenti ve imaların arka planından çıkmıştır. Gurdjieff Rusya'nın (günümüzün Ermenistan’ı) Trans Kafkasya’nın güneyindeki Aleksandropol'da doğmuştur. Babası Yunanlı annesi Ermeniydi. Son derece yetenekli bir çocuk olarak Ortodoks kilisesinde hocalardan ders almıştı. Ve yaşına göre erken olarak rahiplik ve tıp dersi almıştı. Daima esoterik bilginin fikir akışı bir yerde korunmuş olduğu iddia edilir. Nihai cevapların peşinde kendini adamak için akademik yola terk etti. Yaklaşık yirmi yıllık bir süre için (1894-1912) antik geleneklerin kaynağını çoğunlukla Ortadoğu ve İç Asya'yı araştırmaya gitti. Bu süre içinde

Page 78: Zigzag Zaman Gezmenleri

büyük bir ihtimalle Kooth Humi'nin öğrencilerinden biri oldu. Onun hayatının bu bölümü "Meetings With Remarkale Men" adlı öykü gibi olan otobiyografisinde önemli olayların nakledilmesine rağmen bir sır olarak kalır. 1913'te son derece gelişmiş bir öğretiyle Gurdjieff Moskova'da ortaya çıktı ve Intelligentsia'dan çoğunlukla çekilen onun bir grup izleyicisi etrafında organize etmeye başladı. Sonradan onun hayatı çok açıkça izlenebilir görünmesine karşın gizemli yolundaki müthiş tebliğlerini gizlemeyi başarmış düşmanlarıyla "kedinin fareyle oynadığı" gibi oynamıştır. Keskin zekâsı, fikirlerindeki kesinlik, ağlamaz ruhuyla modern dünyanın ak cahillerine karşı acımasız bir savaş açmıştır. Rus yazar P. D. Ouspensky ve besteci Thomas de Hartmann, Bolşevik devriminin zorlukları ve onun izleyicileri Kafkasya'ya (1917) sonra İstanbul'a (1920) İstanbul'da Kari Houshoffer SS generali, Odessa şefi ve Hitler'in medyumu ve kara tarikatın başıyla buluşmuş öğretisi üzerinde fikir alışverişinde bulunmuştur. (Belki de bu olay hayatını hem çok olumlu hem de çok olumsuz etmiştir.) Sonunda Paris'in güneyinde Fantainebleau'ya getiren yolculuk boyunca onun çalışmasının sürekliliğim tasvir eder, 1922'ye gelindiğinde, Prievred Avon'de insanın uyumlu gelişimi için enstitüsünün asıl temelini atmıştır. Enstitünün doktrini ve deneysel metotları, Gurdjieff ile tanışmaya gelen ve sonunda çalışan Amerikalı ve İngiliz sanatçıyı kendisine çekti. M. Nicoll, J. Heap, K. Mansfield, Rene Daumal, Maurice Niroll, A. R. Orage (New Age editörü) J. Q. Bennett bunlardan birkaçı 1924’un başlarında Amerika’ya ilk ziyaretini yaptı, geniş ilgi ve alakayla karşılanan Gurdjieff kutsal danslarla ilgili bir dizi halk konferansı verdi. Onun temeli, bir objektif "Faaliyetler Bilimi"nin unutulmuş ilkelerini göstermek ve ruhsal gelişim çalışmasındaki özgül rolü kanıtlamaktı. 1924 yazında neredeyse öldürücü bir otomobil kazasından sonra, Gurdjieff izleyici çevresi ve enstitüsünün etkinliklerini azaltmaya ve yazılı bir biçimde fikirlerinin mirasını korumaya karar verdi. 1934'e kadar ilk iki serisini ve üçüncü parçasını tamamlamıştı. Bu zaman süresince, Amerika'ya (1929'da ve 1933'te) ikinci kere dönen ve Paris'te kesin olarak yerleşen Gurdjieff eski izleyicileriyle bağlantı kurmaya devam etti. 1935'te Gurdjieff, onun çalışmasının sürekliliğinden sorumlu olan en yakın talebesi Jeanne de Selzmann'ın yardımlarıyla gruplarla çalışmasını sürdürdü. Öğretisi sürekli gelişiyordu. İzleyicilerin rağbeti artmıştı. Fransa'da öğretinin önde gelen isimleri sanat, edebiyat ve bilim dünyasından tanınan insanlardı. Fransa masası, Rena Daumal, Kathryn Hulme ve P. L. Travers tarafından uzun süre yönetilmiştir. II. Dünya Savaşı Gurdjieff'in toplu çalışmalarını etkiledi fakat öğreti ilerliyor ve kitleler içerisinde geliştiriyordu. Savaştan enternasyonal öğrenci ailesi tekrar onun etrafında toplandı. Amerika'ya son ziyaretini 1948'de yaptı. Hastalığı onu engellemeye başlamıştı. 29 Ekim 1949 tarihine kadar çalışmalarına ara vermedi. Fakat artık onu bu zaman diliminden sonra farklı boyutların keşfi bekliyordu ve onu tanıyanlar biliyordu ki istediği anla bizimle olacaktı. İlk olarak 1950 tarihinde "Beelzebula's Tales to His Grandson" İngilizce olarak yayımlandı. Bu eserinde (Beel Zebub'un torununa masallar) uzak dünyadan ve yeryüzüne gelen insanın bütün hayatının eşi görülmedik derecede geniş ve çok yönlü görünüşünü içerir. Bu kozmik mecaz ve dağınık anekdotların örtüsü ve kışkırtıcı dinî incelikler altında Gurdjieff'in öğretisinin özünü açığa vurur. 1963'te basılan "Nestings with Remarkalete Men" Gurdjieff'in gençlik hikâyesini ve onun bitip tükenmez bilgi anlayışının tasvirini oluşturur. All or Everything (Hepsi veya Her şey) öğretisinin temel taşlarını ortaya koymuş. "Life is Real only then when 'I am" başlıklı son serisiyle üçlü konuşmasını

Page 79: Zigzag Zaman Gezmenleri

tamamlamaya niyet etti, oysa yazma asla tamamlanmamıştı ve onun parçaları çalındı. (Olayın gelişin tarzından anlaşıldığı kadarıyla olayın arkasında SEK örgütü bulunmaktadır.) Akılda kalan parça, ham ve kısım olarak da 1981'de yayımlandı. 1973'de yayımlanan "Wiors from the real world" Gurdjieff tarafından yapılan sohbetlerin bir koleksiyonudur ve 1920'lerde öğrencileri tarafından kaydedilmiştir. Gurdjieff Thomas de Hartmann ile işbirliği içinde bestelenen, dikkate değer sayıda müzik eseri bıraktı. Bu müziğin bir kısmı Gurdjieff'in öğretisinin asıl parçasını oluşturan ve öğrencileri tarafından korunarak kaydedilmiş olup, kutsal danslar ve hareketlere eşlik için kullanılmıştır. Batı dünyasında çoğu büyük şehirlerde topluluklar ve vakıflar aracılığıyla onun öğrencilerinin kılavuzluğu altında genişletilmiş, sürdürülmüş ve sürdürülecektir.

Gurdjieff, hayatına kısaca değindikten sonra onun öğretisine değinmek faydalıdır. Çünkü öğretisinin bizim konumuzda çakışan birçok noktası var:

Bilinç halleri arasındaki farkı anlamak için, önce uykuyu ele almalıyız. Bu tümüyle sübjektif bir bilinç halidir. İnsan bu halde düşlerine gömülüdür. Anısını saklasın saklamasın önemi yok. Ses, gürültü, sıcak, soğuk, kendi vücudundan gelen izlenimler gibi kimi izlenimler uyuyana ulaşsa bile, onda ancak düş görüntüleri meydana gelebilir. Sonra insan uyanır. İlk bakışta bu tamamıyla bambaşka bir bilinç halidir. Kıpırdayabilir, başkalarıyla konuşabilir, tasarımlar yapabilir, tehlikeler sezebilir, onlardan kaçabilir ve bunun gibi...

Uyku halinden daha iyi bir durumda olduğunu düşünmek mantığa uygun gibi gelir. Ama işe az daha derinden bakacak, bir iç dünya, düşüncelerin ve eylemlerin nesnelerine göz atacak olursak, anlarız ki insan uykuda iken hangi durumda ise, uyanınca da hemen hemen aynı haldedir. Hatta daha kötü durumdadır. Çünkü uyurken hiç olmazsa edilgendir, pasiftir, yani bir şey yapamaz. Ama uyanıkken sürekli bir şeyler yapabilir ve yaptıklarının sonuçları, kendi üzerine ve çevrine yansır. Yine de kendini hatırlamaz. Bir makinedir o, başına her şey gelebilir. Düşüncelerinin akışını durduramaz, muhayyilesini, heyecanlarını, dikkatini dizginleyemez. Sübjektif bir "seviyorum", "bu hoşuma gidiyor", "bundan hoşlandım", "canım istemiyor" dünyasında yani sevdiğini ya da sevmediğini, istediğini ya da istemediğini sandığı şeylerden oluşmuş bir dünyada yaşar. Gerçek dünyayı görmez. Gerçek dünyayı muhayyilesinin duvarı ondan gizlemektedir.

Uykuda yaşar. Uyur ve "uyanık bilinç" diye adlandırdığı şey aslında bir uykudan, üstelik yatağındaki gece uykusundan çok daha tehlikeli olan uykudan başka bir şey değildir.

İnsanlığın yaşantısındaki herhangi bir olayı, sözgelimi savaşı ele alalım ve topyekûn savaş olduğunu kabul edelim. Ne demektir bu? Şu demektir. Uyuyan milyonlarca uyuyanı yok etmeye çalışıyor. Eğer uyansalardı, hiç kuşkusuz böyle bir şeyi yapmak istemezlerdi. İşte her şeye sebep olan bu uykudur.Bilincin bu iki hali, uyku ve uyanıklık, her ikisi de aynı derecede özneldir. İnsan ancak kendi kendini hatırlamaya başlayarak gerçekten uyanabilir. O zaman çevresinde bütün hayatı başka bir görünüş ve anlam kazanır. Ona uykudaki insanların hayatı bir uyku yaşamı gibi görünür. İnsanlar ne söylüyorlarsa ne yapıyorlarsa, bunların hepsini uykuda yaptıklarını anlar. O halde bütün bunların en ufak bir değeri bile olmaz demektir. Ancak uyanışın ve uyanışa götüren şeyin gerçek bir değeri vardır.

Page 80: Zigzag Zaman Gezmenleri

Benden savaşları durdurma yeteneği bulunup bulunmadığını soruyorsunuz, kuşkusuz vardır. İnsanların uyanması yeter. Bu da pek önemsiz gibi görünüyor. Oysa bu kadar güç bir şey düşünülemez. Çünkü uyku halis bütün çevre yaşantısıyla, bütün çevre şartlarıyla meydana getirilmekte ve sürdürülmektedir.

Nasıl uyanmalı? Bu uykudan nasıl kurtulmalı? Bu sorular bir insanın sorabileceği en hayati, en önemli sorulardır. Ama onları sormadan önce, kendinin de uykuda olduğu gerçeğinin bilincine varmalıdır. Buna da ancak uyanarak varabilir. Kendi kendini hatırlamadığını ve kendini hatırlamanın ne kadar güç olduğunu görüp mücadeleye girince, o zaman uyanmak için sadece bunu istemenin yettiğini anlayacaktır ve bunun yaranda bir insanın kendi kendine uyanamayacağını öğrenecektir. Eğer yirmi kişi, aralarında ilk uyananın ötekileri uyandırmasına karar verirlerse ellerine bir fırsat geçmiş sayılır. Ancak bu yeterli değildir. Çünkü bu yirmi kişinin yirmisi de aynı zamanda uykuya dalabilir ve uyandıklarını düşleyebilirler. O halde bu da yetmiyor. Daha fazlası da gerek. Bu yirmi kişiye kendi uyumayan ya da ötekiler kadar uyumayan yahut mümkün olduğu zaman kendi isteğiyle uyuyan kendisine de başkalarına da zarar gelmeyeceği zaman kendi isteğiyle uyuyan birinin gözcülük etmesi gerekir. Böyle birini bulmalı ve onunla kendilerini uyandırması ve uykuya dalmalarına engel olması için anlaşmalıdır. Bu yapılmadıkça uyanma imkânı yoktur. İşte bunu anlamalıdır.

Binlerce yıl düşünmek, yazdıklarıyla kitaplıkları baştanbaşa doldurmak, milyonlarca kuram uydurmak ve hepsini de uyku halinde yapmak, hem de uyanma imkânı olmaksızın yapmak mümkündür. Üstelik uyuyanların yazdıkları bu kitaplar ve kuramları, sadece başkalarını da birlikte uyutma sonucunu doğuracak ve böyle sürüp gidecektir.

Uyku kavramında yeni bir şey yoktur. Hemen hemen dünya yaratılalı beri, insanlara uykuda oldukları ve uyanmaları gerektiği söylene gelmiştir. Ama bunu anlayan var mıdır? Bu kelime oyunu, bir eğretileme olarak karşılarlar. Bunun nedenini anlamak kolaydır. Biraz uyanmaları hiç olmazsa, uyanmaya çalışmaları gerekirdi. Bana çok zaman İncil'in neden uykudan söz etmediğini sormuşlardır... Oysa her sayfasıyla uyku geçer. Bu da insanların kutsal kitapları okurken uyuduklarını ispatlamıyor mu?

Genel olarak uyuyan birini uyandırmak için ne gerekiyor acaba? İyi bir sarsıntı veya bir şok gerekiyor. Ama adam derin bir uykuya yatmışsa derin bir şok da yetmez. Birbirini kesintisiz izleyen şokları uzun sure devam ettirmek gerekir. Dolayısıyla da bu şokları yaptıracak birine ihtiyaç olur. Uyanmak isteyen adamın, uzun süre kendini sarsması için başka biriyle anlaşması gerektiği: önceden söylemiştim. Eğer herkes uyuyorsa kimle anlaşacak? Kendisini uyandırması için haydi biriyle anlaştı diyelim. Ya o da uyursa! Ne yarar sağlayacak? Gerçekten uyanık kalabilecek insana gelince, o herhalde başkalarını uyandırmakla vaktini boşa harcamak istemeyecektir. Kendisi için yapacağı çok daha önemli işleri olabilir.

Bir de mekanik araçlarla uyanma imkânı vardır. Bir çalar saat kullanılabilir. İşin kötüsü şu ki, hangi çalar saat olursa olsun, çabuk anlaşılır. Çaldığı zaman işitilmez olur. Bunun için de çeşitli sesler çıkaran birçok saat gerekir. İnsan uyuya kalmamak için çevresini çalar saatlerle donatmalıdır. Ama burada güçlük çıkar. Saatleri kurmak gerekir. Kurmak için de

Page 81: Zigzag Zaman Gezmenleri

hatırlamak gerekir. Hatırlamak için de uyanmalıdır. Beteri de vardır. İnsan bütün çalar saatlerin tümüne alışır, bir süre sonra ise daha iyi uyur.

Bunun için de saatleri durmadan değiştirmek, yenilerini icat etmek gerekir. Belki zamanla bu bir insanı uyanık tutmayı başarabilir. Ama dış yardım olmadan bütün bu çalar saatleri icat etmek, kurmak ve değiştirmek pek olacak bir şey değildir. Kişinin bu işe başladıktan sonra uykuya dalması ve uykusunda yeni yeni çalar saatler icat ettiğini, onları kurduğunu, değiştirdiğini düşlemesi daha büyük ihtimaldir. Böylece de daha derin uyumuş olacaktır. Belki zamanla bu bir insanı uyanık tutmayı başarabilir. Ama dış yardım olmadan bu çalar saatleri icat etmek, kurmak ve değiştirmek pek olacak bir şey değildir. Kişinin bu işe başladıktan sonra uykuya dalmış ve uykusunda yeni yeni çalar saatler icat ettiğini, onları kurduğunu, değiştirdiğini düşlemesi daha büyük bir ihtimaldir. Böylece daha derin uyumuş olacaktır.

Demek ki, uyanmak için, çok çaba harcamak gerekiyor. Bu kez uyuyanı uyandırmak için birinin bulunması, uyandırıcıyı gözlemek için de birinin olması, çıngıraklı saatler şart ve durmadan yeni yeni saatler icat etmek de şarttır. Bu işi başarıyla yürütüp sonuçlar alabilmek için birkaç kişinin birlikte çalışması gerekir. Tek bir adam hiçbir şey yapamaz. Bunu kabul etmek zorundayız. Her şeyden önce yardıma ihtiyaç vardır. Ama tek bir adam bir yardıma güvenemez. Yardım edebilecek nitelikte olanlar, kendi zamanına pek büyük değer biçer. Ve hiç kuşkusuz bir kişiye yardım etmektense, diyelim uyanmak isteyen yirmi otuz kişiye birden yardım etmeyi tercih eder. Üstelik önceden söylediğim gibi insan uyandığını sanır da bunu düşünde görmüştür, farkına varmaz. Birkaç kişi uykuya karşı savaş vermeye karar verirlerse karşılıklı olarak birbirini uyandıracaklardır. Çoğunlukla aralarında yirmi kadarı uyuyacak, ama yirmi birinci uyanıp ötekileri uyandıracaktır. Biri bir çalar saat icat ederse, bir ikincisi de başka bir silah icat edecektir. Sonra değiş-tokuş edebileceklerdir. Elbirliğiyle, birbirlerine büyük yardımları dokunacaktır. Bu karşılıklı yardım olmadan içlerinden hiçbiri hiçbir sonuca ulaşamayacaktır.

Demek oluyor ki; uyanmak isteyen biri yine uyanmak isteyen başkalarını aramalı, onlarla işbirliği yapmalıdır. Ama bunu söylenmesi kolay, yapması güçtür. Çünkü böylesine bir işe girişmek ve bu işi düzenleyebilmek sıradan insanın sahip olmadığı bilgileri gerektirir. İşi örgütlemek gerekir ve bunun için biri öncü olmalıdır. Bu iki şart gerçekleşmedikçe iş beklenen sonuçları vermeyecek ve tüm çabalar boşa gitmiş olacaktır, insanlar kendi kendilerine işkence edebilirler ama bu işkenceler onları uyandıramaz. Yine de öyle görülüyor ki; kimi insanlar bunu asla anlayamazlar. Kendi kendilerine pek büyük çaba harcayabilecek durumdadırlar ve ilk esirgemezlikleri de bir başkasının sözünü dinlemek olacaktır. Ama bunu anlayıp kabullenemiyorlar. Ve kabullenmedikçe de giriştikleri esirgemezliklerin hiçbir işe yaramayacağını akılları almıyor.

İş örgütlenmiş olmalıdır. Ve bunu da ancak sorunlarını, amaçlarını ve yöntemlerini bilen biri yapabilir. Çünkü böyle biri zamanında böylesine örgütlenmiş bir işte çalışmıştır.

Page 82: Zigzag Zaman Gezmenleri

WOLF MESSING

Messing, 1899 Varşova'da Musevi bir aileden, doğmuştur. Ailesinin tüm bireyleri Maidanek kampında, Naziler tarafından katledilmişlerdi. Küçüklüğünde, olağanüstü hafıza yeteneğiyle dikkati çeken Messing, babasının tüm ısrarlarına rağmen, ilahiyatta okuyup haham olmayı reddedince evden ayrılmak zorunda kalmıştı. O dönemlerde dahi din düşmanlığı hayatını etkiliyordu.

Evden ayrılarak Berlin'e doğru yola çıkan Messing bu arada iki defa yeteneğinin de farkına varıyordu. Kaçak olarak bindiği tren yolculuğuna devam ederken kontrolör tarafından bileti sorulmuş, o da bir kâğıt parçasını uzatarak, bilet olarak kabul edilmesini düşünmüştü. Messing, şöyle söylüyor: "Bu, bendeki gücün ilk defa meydana çıkmasıydı... 'Pekâlâ' delikanlı dedi kontrolör, iki saat sonra Berlin'de olacağız." Kontrolör uzatılan kâğıt parçasını bilet olarak algılamıştı.

Berlin'e gelince Messing, Yahudi mahallesinde bakkal çıraklığı yapmaya başladı. Berlin'in dış mahallelerinde oturan bir müşteriye sipariş teslim etmeye gittiği bir gün, köprüden geçerken baygınlık geçirmişti. Tek başına ve evinden ayrı, kimsesiz Messing'i hastaneye kaldırdılar. Eğer stajyer bir hekim, pek zayıf şekilde atan nabzını fark etmeseydi, neredeyse garipler mezarlığına gömülecekti.

Hemen tedaviye başladı ve üç gün içinde nabız ve solunum normale döndü. Hastanenin psikiyatri ve sinir uzmanı olan Dr. Abel Messing'in durumunu nadiren görülen bir letarji olarak izah etti. Dr. Abel Wolfa "Sende hem istediğin zaman katalepsiye girme yeteneği, hem de paranormal melekeler var" diyecek ve ondaki psişik yeteneklerin gelişmesi için çalışacaktı. Dr. Abel, meslektaşı Dr. Schmidt ile Bayan Schmidt'in de yardımlarıyla, telepati konusunda Messing'i eğitmeye başladı. Bu, genç Messing için bir dönüm noktasıydı.

Dr. Abel, ona bir tiyatro organizatörü, emprezaryo buldu; o da harika çocuk Wolf Messing'i mumya müzesinde bir işe yerleştirdi. Messing, orada kristal bir tabuta konuluyor ve katalepsiye giriyordu. Haftanın diğer günlerinde, psişik yetenekleri üzerinde çalışıyordu. Pazar yerinde dolaşarak Alman köylülerinin düşüncelerini okumaya çalışıyordu. Çoğu kez, insanların düşüncelerini erken, sorunlarının cevaplarını da anlıyor ve onlara olacakları açıklıyordu. Önceden söylediği şeylerin gerçekleştiğini ifade eden kimselerin sözleri onu şaşırtıyordu. Messing, tam 2 yıl süreyle, psişik yeteneklerini geliştirdi. Bir yandan da kazandığı parayla okuyordu. Hayatı bütün çalışmalarla uğraşırken bir gece gösterisinin tanı ortasında, yeşil üniformalı iki Sovyet polisi sahneye aniden çıktılar. Seyircilere: "Çok üzgünüz, gösteri sona ermiştir." dediler. (Olay Bielorusi şehrinde, Gomel'de geçiyordu.) Sonra, gösterinin yıldızı telapat Wolf Messing'i meçhul bir yöne doğru hareket eden bir otomobile bindirdiler. Bu devrede (1940) tasfiye hareketleri pek boldu ve insanlar polis tarafından sık sık soruya çekiliyor, neden, nasıl demeye imkân kalmadan ortadan yok oluyorlardı.

"Bilmediğim bir yere geldik", diye devam etti Messing. Bir otel odasını andıran yere

Page 83: Zigzag Zaman Gezmenleri

götürüldüm. Biraz sonra, başka bir odaya geçirildim. Bıyıklı bir adam içeri girdi. Telapat Messing Stalin ile karşı karşıyaydı.

Stalin Messing'in parapsişik yetenekleriyle ilgili değildi. Messing'in yüksek mevkilerdeki Polonyalı dostları ile ilgili bilgi istiyordu. Messing telepat yeteneği ile daha sonra ilgilenecekti.Wolf Messing sıradan bir hassas kişi değildi. Parapsikoloji üstadı ve gelecekte SSCB hükümetinin gizli doktrin lideri olacaktı. Messing'in önünde tek engel vardı zamandaşı olan Karl Housofer(*)'i yok edip tarihin değiştirilme işlemini bitirmekti.

(*) Karl Hausofer: Rudolf Hess'in akıl hocası. Nazizm literatürünün hazırlayıcısı, mistik bir örgüt olan Thule üyesi, üst nazilerin toplandığı SS'in başı, kara tarikatın eylemlerinin yöneticisi, kısaca özetlemek gerekirse Hitler'i yöneten adam, 13'e yakın dil'de uzman, jeopolitiğin bulucusu. (II. Dünya Savaşı Messing ile Karl Hausofer arasında gerçekleşmiştir.)

Bu arada bütün dünyayı gezmiş, Einstein, Freud ve Gandhi için birçok parapsikolojik deneyimler yapmış ve her yerde pek çok siyasilerle tanışmıştı. Dostları arasında Mareşal Pilsudski ve Polonya hükümet adamları vardı. Polonya Naziler tarafından işgale uğrayınca kaçmış ve Hitler onun başına 200.000 mark mükâfat koymuştu.

Messing'in Stalinle karşılaşması, telepatinin zaferiyle sonuçlanan bir dizi tecrübenin başlangıcı oldu. Stalin, Messing'in kudretinden haberdardı! Telepatik olarak düşüncesini bir başkasına yansıtabilir, onun düşüncelerini idare altına alır, ya da karartabilirdi. Messing'den imkânsız bir deney yapması istendi. Sadece zihin kudretini kullanarak Moskova'daki Gosbank'ın gişesinden 100.000 Ruble çalacaktı; Gosbank'ın yerini de bilmiyordu. "Not defterimden kopardığım bir sayfayı kasaya uzattım" diyordu. Daha sonra çantasını açıyor ve para sayılan yere koyuyor. Sonra veznedara bu yüzbin rubleyi çantaya koyması için zihni telkinle emir veriyor. İhtiyar veznedar kâğıda baktı kasayı açıp Messing'e yüzbin rubleyi saydı. O da çantaya istifleyip hemen bankadan uzaklaştı. Tecrübeyi kontrol için beraberinde olan iki ajanın yanına gitti. Ajanlar olaya şahit olduktan sonra, Messing tekrar bankaya girerek kasaya gitti. Veznedara çekleri çıkarmasını ve para sayılan yere koymasını söyledi. Veznedar bir beyaz kâğıda bir de ona baktı ve yere yığılıverdi. Kalp sektesine uğramıştı!

"Çok şükür, adam ölmedi" dedi. Messing, Stalin, kendine göre, yapılmasını imkânsız gördüğü bir vazifeyi öne sürdü. Messing Kremlin'e götürüldü. Orada bulunan çeşitli muhafız kordonları, Messing'in odadan çıkıp gitmesi için emir almamıştı. Messing'in serbest geçiş kartı yoktu.

"Bu deneyi hiç bir zorlukla karşılaşmadan gerçekleştirdim" dedi. Messing, sokağa çıktığım zaman kimse beni çevirmedi, gerek adamın civarında, gerekse alt katın penceresinden bakan yüksek dereceli hükümet memurları tarafından selamlandım.

Stalin hakkında her çeşitten söylentiler işitiyordu. Fakat paranormal araştırmayla ilgilendiği asla "duyulmamıştı. Bu tecrübenin hikâyesi dilden dile aktarılarak hükümet hudutlarını dışına taşındı. Sovyetler Messing'in hayatını "Din ve Bilim" isimli önemli bir dergide yayınladılar. Hakikat şuydu ki, bu bilginler siyasi sansür engelini aşmıştı. Bu

Page 84: Zigzag Zaman Gezmenleri

yayın, olayın gerçekliği söz ettiği için, resmi materyalist siyasete aykırıydı.

Ünlü telepati tanıyan Sovyet bilginleri, ona Stalin'in emrettiği başka bir deneyimden söz ettiler.

İzinsiz ve serbest geçiş belgesi olmadan Kuntsevo'da devlet şefinin odasına girmek zorundaydı. Bu iş ABD’lerinin altınlarını çalmak için Fortknox mahzenlerine girmeye benziyordu.

Evinin etrafında pek çok muhafız vardı. Muhafız birlikleri diktatörü sıkı sıkıya koruyorlardı. İçindeki hizmetlilerin hepsi de gizli polis mensuplarıydı. Birkaç gün sonra, diktatör odasında çalışırken, siyah saçlı ufak tefek bir adam, hiç dikkati çekmeden evden içeri girdi. Muhafızlar saygıyla selamlıyor, hizmetkârlar kapıları açıyorlardı.

Adam, içindeki eşyaları birbirine benzeyen, bir masa, bir halı ve bir kanepeden ibaret olan bir dizi odadan geçti. Diktatör'ün kapısının önünde durdu. Stalin gözlerini Messing'e dikti, çok şaşırmıştı. Kapının önünde duran Messing'e: "Bunu nasıl başarabildin?" deyiverdi. "Muhafız ve hizmetçilere zihnî telkin yaptım. Ben Beria'yım ben Beria'yım dedim."

Sovyet gizli polis şefi Laurent Beria Stalin'in yanında oturuyordu. Kıvırcık saçlı Messing, ona hiç benzemiyordu. Hal böyleyken Beria'nın çelik kıskacına yakalanmamıştı.

Diktatöre yaptığı bu tecrübe yüksek siyasi çevrelerde hızla duyuldu. Bazıları Messing tehlikeli olabileceği hükmüne varmışlardı. Fakat Stalin Messing'e herhangi bir zarar gelmesini engelledi. Bu denemelerinin sonucunda Sovyetler'de serbest gezme iznini aldı. Çeyrek yüzyıl Sovyetler'de efsanevi bir kişi olarak yaşadı.

İsmi efsaneleşmişti, özellikle büyük bilginler tarafından tanınıyor ve kabul görüyordu. Kimya alanında Nobel ödülü sahibi ve SSCB ilimler akademisi ikinci başkanı Ni-kolai Samyonov, 1966 Eylülünde, "Bilini ve Din" dergisinde şunları yazıyordu: "Wolf Messing gibi hassaslarda meydana gelen parapsikolojik olayların bilimsel olarak incelenmesi çok önemlidir."

Şahsiyeti hakkında efsanevi sözlerin söylenmesine hayret edilmez. Messing, parapsişik şöhretini Sovyetlerin en kanlı devresinde yaptı. Aynı devirde Sovyet yöneticileri, açık olarak, telepatinin mevcut olmadığını, olamayacağını beyan ediyorlardı. (Oysa SSCB bir telepat tarafından yönetiliyor, savaşın kaderi bu telepatin elinden çıkıyordu. Ç. V.)

Boş zamanlarında halkın karşısına çıkan Messing gösteriler düzenliyor, insanların beyninden geçenleri okuyordu. Kehanetleri dilden dile dolaşıyordu. (Kişiliği itibariyle şov yapmaktan büyük zevk alan Messing, yoğun işlerinden fırsat buldukça zevkini tatmin ediyordu.)

Gerçektende hayatı çok maceralı ve ilgi çekicidir. 1939 Kasımında Nazilerin elinden kaçarak SSCB'ye girdi. O zamanlar sadece Polonyalı Yahudi ve telepattı. Herkes onun şanssız doğanlardan biri olduğunu söylüyordu. Böyle olmakla beraber üç sene gibi kısa bir zamanda Rus vatandaşı olarak şahsi eşyaları olacak, serbest gezi kartı sahibi ve Rus hava kuvvetlerine iki avcı hediye edebilecek kadar zengin olacaktı. Bundan öte SSCB'nin

Page 85: Zigzag Zaman Gezmenleri

görünmez imparatoruydu.

1939'da Alman orduları Polonya'yı istila etmişlerdi. Oysa 1937 yılında Varşova'da verdiği temsilde kendinden çok emin şöyle konuşuyordu. "Hitler doğuya hücum ederse ölür." (Messing bu kadar kendinden emin ve bu kadar uzak bir zamanda bu olayın gerçekleşeceğini nasıl bilmiş olabilirdi?)

Hitlerde, bütün mistik inançlı kimseler gibi, Messing'den çok etkilenmiş ve korkmuştu. Telepat Eric Hanusson (Alman asıllı Müslüman ve bilim adamı Zig-Zag öğretisinin Almanya'daki temel taşlarından biri.) Hitler’e yakın arkadaşlık yapmış, Hitler'in bir deli ve psikopat olduğunu anlayarak onu engellemeye çalışmış. Bunun bedelini de canıyla ödemiş bir kahramandır.

Naziler tarafından planları tamamıyla bilindiği için daha evvel öldürülmüştü. Messing'in başına da 200.000 mark konmuştu.

Alman birlikleri Varşova'ya girdikleri gün, Messing bir kasabın soğuk hava deposuna saklandı. Aynı akşam sokakta gezinirken donduruldu. Yüzünü dikkatle gözden geçiren SS subayı, Alman polisince arananların resimleri olan listeyi çıkardı. Birden Messing'in saçlarını kavradı ve "Kimsin" diye bağırdı.

"Sanatçıyım ben..."

"Sen Wolf Messing'sin! Führerimizin öleceğini önceden söyleyen adamsın, sen!"

SS subayı bir adım geri çekildi. Saçları hâlâ elindeydi. Messing 'in suratına sert bir yumruk vurdu.

"İşkence ustasının yumruğuydu bu, ağzımdan oluk gibi kan boşaldı ve altı dişim kırıldı."

"Polis merkezine götürüldüğüm zaman, Polonya'yı hızla terk etmezsem, işimin bitik olduğunu hemen anladım."

Daha sonra, umulmadık bir çabayla psişik kuvvetlerini toplayan Messing, zihni olarak, bütün polislerin, kendisinin bulunduğu odaya derhal toplanmalarını emretti. Bütün birlik, kumandan, çıkışları kontrol eden nöbetçiler dâhil, polis noktasına geldiler ve Messing'in bulunduğu odaya alelacele girdiler.

"Emrimce itaat eden Naziler bulunduğum odada toplandılar, kımıldamadan yerde yatıyor, ölmüş gibi yapıyordum. Sonra birden ayağa kalktım, koridora fırladım. Naziler şaşkınlıklarını üzerlerinden atmadan kapının üzerindeki sürgüyü iterek, dışarı koşmaya başladım.

Messing o akşam Rus sınırını geçip kaçmayı başarmasına rağmen, ailesi Naziler tarafından katledildi.

Rusya'da ilk iş olarak iş bulma kurumuna başvurdu. Aldığı cevap hiçte olumlu değildi. "Palavra atan, sihirbazlık yapanlara memleketimizde yer yok. Zaten telepati diye birşey

Page 86: Zigzag Zaman Gezmenleri

de olamaz."

Bu gelişmelerin üzerine Messing muhataplarının fikirlerini değiştirmeye karar verdi. Telepatik gücünü gösteren bir gösteri yapıverdi. Kültür bakanlığı müdürü, Polonyalı telepati derhal angaje etti ve ilk turna için Bielorusi'ye gönderdi.

Temsiller sırasında, ne siyasî ne de gizli şahsiyetlerle alâkadar oluyordu. Sadece kendisine falan, ya da filan işlerinin olup olmayacağını soran insanlarla ilgileniyordu. Seyirciler öğrenmek istediklerini yazıyorlar ve yazdıklarını, üyeleri de seyirciler arasından seçilen bir jüriye kapalı bir zarf içinde veriyorlar.

Bir doktorlar grubunun önünde, Messing gönüllü bir seyirciye: "Sadece yapmamı istediğiniz şeyi düşününüz" dedi. O zaman konsantre olan doktora dokunmadan, salona indi ve bir tür radarla kendi kendini yönetiyormuşçasına orta koridordan ağır ağır ilerledi. Koltukların önünde durdu, sonra dört nolu koltukta oturan adama yöneldi. Messing eğilerek, adamın cebinde bir makas ile bir sünger çıkardı ve seyircilere gösterdi. "Bu süngeri kesmenin gereksiz olduğuna inanıyorum" dedi. Eline bir tebeşir parçası olarak süngerin üzerine bir hayvan resmi yaptı.

"Bu bir köpek!" dedi.

Jüri, hekimin evvelce verdiği zarfı açarak telepatin sözlerini doğruladı. Kâğıtta ne yazılmışsa onu çizmişti."İnsanların düşünceleri imajlar halinde bana gelirler" dediği zaman yetmiş yaşındaydı. Nerede olursa olsun görümsel sahneleri mutat olarak alırım. Messing, sık yaşındaydı Nerede olursa olsun görümsel sahneler mutat olarak alırım. Messing, sık sık, düşünce okuma gücünde tabiat-üstü ve esrarlı bir durum olmadığını belirtiyordu. Ona göre telepati, tabi kanunları disiplin altına alarak ve onları kullanmaktan ibaretti ve bu iddiasında da ısrarlıydı. "Kendimi, karışık kudret ve tesirleri alıcı bir izlenimi bana hissettiren bir nevi rahatlamayla işe başlıyorum. O zaman telepati kolayca meydana çekiyor. Hangi düşünce olursa olsun alırım. Vericinin gövdesine dokunursam, bu hareket düşüncesini açıkça, öteki düşüncelerden arınmış olarak ayırt edebilmeme yarar. Fakat fiziki temasın olması şart değildir."

Messing'in salon içinde, eli tutularak yönetildiği celselerde bulunan bazı bilginler, kılavuz idemotor (*) hareketlerinden yayılan mesaj, telepatin anlayabileceğine kanaat getirmişlerdi. Kaslarının, son derece ince ve şuur dışı kasılmaları, yüz ifadeleri, solunumdaki değişmeleri o kadar belirlidir ki, alışkın bir gözlemci hemen anlar. Bazen yaptığı gibi, vericinin elini tutarsa onun şuur dışı kas kasılmaları Messing'e hangi yöne götürüldüğünü ve vardığı yeri işaret edebilir. (Kendisini tanıyan bilginler böyle bir açıklama getirdiler.) Oysa Messing:

"Gözlerim bantla kapattıkları zaman telepatik faaliyet benim için daha kolay olmaktadır. Şayet vericiyi gözleyemezsem düşüncelerini yakalamak için tam bir konsantrasyona geçerim" diyor.

(*) İdemotor. Fikir hareketi manasına gelir. Beyindeki fikir ve düşüncelerin vücutta ve özellikle organlarda şuur dışı bir harekete sebep oldukları bilinmektedir. Heyecan halleri, içsel-zihni

Page 87: Zigzag Zaman Gezmenleri

tartışmalar, şuur dışı el, kol ve yüz hareketlerinde tavırlanmalar meydana getirir.

Messing, otobiyografisinde, 1950 yılında kendindeki güçlerin ideomotris teoriyle açıklamaya çalıştığını bildirir. O dönemde Sovyet Bilimler Akademisi Felsefe Bölümü Messing'in kudretini materyalist bir felsefeyle açıklamaya çalışmıştır.Sovyet yöneticileri belki de Messing kendisi materyalist felsefeye göre açıklama ihtiyacı giderek ağırlıklı şekilde düşünülüyordu ve ideomotris teori çıkarıldı.Messing, "Bilim ve Din"de yayınlanan yazısında bu teoriyi reddediyor ve zamanın değiştiğini gösteriyor. İdemotor hareketler, denildiğine göre, Stalin için, sadece Messing'in geliştirdiği yeteneklerle açıklanabilir. Paranormal idrakler yoktur. "Idemotris teori, benim mücerret fikirleri nasıl alabildiğimi hiç de izah edemez. Çözülmesi çok kolay karmaşık ve orijinal fikirler buldum, şüphesiz bunlar çok ilgi çekiciydi."

Kendisine gelen düşüncenin berraklık derecesi, düşünceyi yollayanın konsantre olabilme alışkanlığına bağlıydı. Eğer vericinin zihni çelişik düşüncelerle doluysa, telepat da, tıpkı bulanık çekilmiş bir fotoğraftaki gibi, net olmayan zihni bilgiler algılar.

"Sağır ve dilsizlerden gelen, yakalanması gayet kolay düşünceler pek ilgi çekicidir. Galiba diğer insanlardan görümsel olarak daha açık-seçik düşündüklerinden ileri geliyor."

Wolf Messing Rusya'nın hep yanında olmuş Rus halkı da onu milli bir kahraman gibi benimsemiştir.

Ünlü astrofizikçi Zig-Zag grubu üyesi N. Kozirev Messing'in insan düşüncelerini okuma ve diğer parapsikolojik yetilerini çekim alanları konusuyla açıklamıştır. Rusya'nın zirvesindeki insan maceralı hayatına 10 Eylül 1899 Varşova yakınlarındaki Gora Kohvoria adlı küçük bir Yahudi köyünde gözlerini açmış altı yaşındayken ailesinin isteğiyle Talmud'u ezbere öğrenmiş, yine bu yaşlardayken bir gün babası onu sigara almaya göndermiş, yolda beyaz giysili, devasa bir kişi ile karşılaşmış kendi cümleleriyle Messing olayı şöyle aktarmaktadır:

"Oğlum, sana geleceğini söylemek için yukarıdan gönderildim. Okula git, duaların kabul oldu."

Daha sonraki yıllarda bizzat Einstein ve Freud'un karşısında deneyler yaptı. Bu deneylerde başarısını ispatlayıp mistik kimliğiyle iki bilim adamını etkisi altına almayı bildi.

Dünya'yı dolaşıp dünya çapında kendini tanıttı. 1927 Hindistan gezisinde Gandhi ile deneyler yaptı. Ama bu olay Gandhi gibi bir insan için büyük bir hataydı. Bu buluşmanın bedelini de en ağır şekilde ödedi.

Page 88: Zigzag Zaman Gezmenleri

IMMANUEL VELİKOVSKY

Immanuel Velikovsky 1895'de Rusya'nın Vitolosk şehrinde doğdu. Köken itibariyle Yahudi olan yazar Moskova'da matematik okudu. Daha sonra tıp öğrenmeye başladı. Sonra Viyana'da Freud'un öğrencisi William Stekol ile ortak psikiyatri çalışmaları yaptı. 1924 senesinde Filistin'e yerleşti. Bu topraklarda arkeolojik çalışmalar yaptı. Hayatının dönüm noktası Freud'un "Musa ve Tek Tanrıcılık (1937)" adlı eserini okuması oldu. Freud ekole dâhil olan Velikovsky daha sonraki hayatını bu tür çalışmalara adadı. Freud'un kitabında bahsettiği Hz. Musa (a.s.) hakkındaki araştırmalara derinlik kazandırdı. Daha sonra bu konuda bazı bulgular elde etti. Ona göre firavun Akhenaton aslında eski bir Yunan efsanesinin kahramanı olan Didipus idi. Nitekim Didipus efsanesi de Akhenaton'un kendi annesiyle evlenmesinden kaynaklanıyor. Böylelikle Velikovsky'nin Hz. Musa (a.s.) ve Akhenaton ile ilgili araştırmaları onun oldukça çarpıcı sonuçlara varmasına neden oldu. Öyle bir noktaya geldi ki Freud'un anlatımı onun yaklaşımına göre çok hafif kaldı. Yahudilerin Mısır'dan ayrılışlarıyla ilgili bir takım ilginç olayları (çeşitli felaketler, Kızıldeniz'in Yahudilerce geçilmesi, Mısırlıların su altında kalması, sütun biçimindeki bulut, gökten düşen kudret helvası vb.) Kozmik bir karmaşadan kaynaklandığını ileri sürüyordu. Ama araştırmalarının temeli kıyamet üzerindeydi. (Earth in up heaval) Kıyamet üzerine bulduğu eski Mısır anlatısı dikkatini çekti. Bu anlatı Ipuwer adında eski Mısırlı bir düşünür tarafından yazılmıştı. Bu anlatı kutsal kitaptaki kıyamet sahnelerine şaşırtıcı teorilerini destekleyici toplamakla geçirdi. Bulguları onun Hans Hörbiger'in teorisini reddetmeye götürdü. (Horbiger'e göre dünyanın çevresinde birden çok ay vardı. Parçalanarak dünyaya çarpmışlardı.) M.Ö. 2000'de bazı gök bilimcilere göre Venüs gezegen niteliğinde değildi. Velikovsky bunun Venüs'ün bir zamanlar şimdiki gibi hareket halinde olmadığı anlamına gelebileceğini düşündü. Ona göre Jüpiter'de binlerce yıl önce büyük bir patlama olmuştu. Bu patlamada dev gezegenden eriyik halinde bir kütle koptu. Bu olay onu kuyruklu yıldız haline getirdi. Daha sonra günümüzde tanıdığımız Venüs oluştu. İncelediği eski kayıtlarda Dünya'nın kuyruklu yıldız ile çarpışmasından bahsedildiğini gördü. Bunun sonucu büyük depremler oldu yeryüzünde birçok kent silindi. Velikovsky'e göre kutsal kitapta anlatılan kıyamet buydu. Ayrıca aynı kuyruklu yıldızın 700 yıl önce Mars'ın çok yakınlarından geçtiğine dair kanıtlar buldu. Böylece benzeri olayın Mars'ta yaşanmış olduğunu kanıtlamış oldu. Dünyamız tekrar olağanüstü bir çarpışmaya maruz kaldı ve bu çarpışmadan sonra kuyruklu yıldızın hızı kesilerek günümüzdeki Venüs gezegenine dönüştü. Velikovsky bu olayın tamamen doğruluğunu savunmaktadır, incelediği eski bilgi kütlelerinde buna karşı gelebilecek herhangi bir saptama yapamamış tam tersine kesin bir destek bulmuştu. Ayrıca bu bilginin yüzyıllarca herkesin gözünden kaçması ya da saklanması onun çalışmaları daha da hızlandırdı. Bu teoriyi "Çarpışan Dünyalar" başlığında toplayarak Mac Millian yayınevine sundu. Mac Millan yayınevi tarafından geri çevrildi. Uzun tartışmaların ardından kitabı zorlada olsa kabul ettirdi. Ufak meblağ karşılığında kitabının Mac Millan yayınevinden çıkmasını sağladı. Kitabın basılmasından sonra, güneş sisteminin Samanyolu galaksisindeki yeri ile ilgili hayli tartışmalı teoriler atmış olan Marlow Shapley

Page 89: Zigzag Zaman Gezmenleri

ile tanıştı. Shapley kitabı dahi okumamasına rağmen ağır eleştirilerde bulunarak Velikovsky ile fikir mütalaasına yanaşmadı. Hatta daha da ileri giderek Mac Millan yayınevine mektup yazarak saygın bir yayınevinin böyle hayal ürünü bir kitabı nasıl bastığına şaşırdığını söyledi. Mac Millan yetkilileri söz konusu kitabın katı bir bilim kitabı olmadığını ve bilim adamlarının bilmesi gereken tartışmalı bir teorinin olduğunu söyleyerek gelen saldırılan durdurmaya çalıştılar. Shapley bu teorinin para kazanmak için gerçekleştirilen bir düzmece olduğunu iddia etti. Tüm bu engellemelere rağmen Mac Millan yayınevi Velikovsky'nin eserlerini yayınlamaya devam etti. Böylece 3 Nisan 1950 yılında "Çarpışan Dünyalar" basılarak kısa bir sürede "Bestseller" oldu. Öyle büyük bir talep oldu ki yayınevinin önünde uzun kuyruklar oldu. Velikovsky'nin ardından onu takip eden birçok eser basıldı. Fakat çoğunun yetersiz ve düzmece olduğu gerçeği ortaya çıktı. 1956 yılında Werner Keller "Tarihi bir kitap olarak Kitab-ı Mukaddes" adlı eseri hem Velikovsky'nin fikirlerine yer vererek bestseller listesine girdi. Velikovsky'e tepkiler gün geçtikçe büyüyordu. Bu anlaşılmaz tepkinin ana kaynağı SEK'lerdi. Doğa tarihi müzesi gökbilim şefi Gordon Atwater kitabı okuyarak bu konuda dikkate alınacak bir makale yayınladı ve işinden atıldı. Bunun ardından Mac Millan yayınevinin editörü James Putnem işinden oldu. Mac Millan yayınevi yapılan baskılara ve kitap boykotlarına dayanamıyordu. Kitabın yayın hakkını Doubleday'e devretti. Bu tepkiler Velikovsky'i çok şaşırtmış hem de diğer araştırmalar için harekete geçmesini sağladı.

"Çarpışan dünyalar"ın çıkmasından iki yıl geçmişti ki, ABD'de çok şaşırtıcı ve ilginç bir kitap çıktı. Kitabın adı "Bilim Adına" idi. Scientific American dergisinin matematik yazarı Martin Gardner tarafından yazılmıştı. Gardner kitabındaki Velikovsky ile ilgili yargılar çok kırıcıydı. Gardner şöyle diyordu:

"Dr. Velikovsky yalancı bilim adamına kitapta gösterilebilecek hemen hemen en mükemmel bilim adamlarından bindir. En çok spekülasyon yaptığı konulan kendi kendine öğrenmiştir. Diğer meslektaşlarından tam bir yalıtganlık halinde çalışır. Velikovsky'nin dogmaları ve boş inançları savunmaya karşı bir eğilimi vardır. Üstelik kendi çalışmasının müthiş bir değeri olduğuna da sarsılmaz inancı vardır. Kendisini eleştirenlerin kör olduğuna inanır." Gardner, Velikovsky'nin kanıtlarının efsanelerden ibaret olduğunu öne sürüyor. Ona göre bu efsaneler eski doğal afetlerin anılarından oluşuyordu. Velikovsky kendi yeni antik kronolojisini büyük bir şevkle kanıtlamaya çalışıyordu. Gardner buna şöyle değindi: Doktorun doğu tarihini yeniden gözden geçirdiği ikinci cildi hiç dikkate değer bulmuyoruz. 1952'de basılan "Karışıklık İçinde Dünyalar" adındaki cildi tam bir hayal ürünüdür. Gardner eleştirisi hiçte dikkatli ve düzenli değildir. Ayrıca Hz. Musa zamanında çeşitli felaketlere Jüpiter'den kopmuş kuyruklu yıldızın neden olduğunu tartışmak saçma gibi görünüyor. Bu felaketlerin birinde Kızıldeniz ikiye ayrıldı. İsrailliler, bu açılan yoldan ayakları bile ıslanmadan geçtiler. Ayrıca Jericco (Batı Şeriya)'nın duvarları çöktü. Birkaç yüzyıl sonra Asurlu Kral Sennac Herip'in ordularının bozguna uğramasına neden oldu. Kral Sennac Herip Yahudi kentlerine cesaret etmişti. Bunların gerçek olması için oldukça iyimser olmak gerekiyordu. Gardner'in karışıklık içindeki Dünyalar'ın bir fantezi olarak karalamasının haksızlık olduğu düşünülebilir. Velikovsky'nin tüm yaşamını karışıklık içindeki Dünyalar serisine verdiği söylenir. Söz konusu kitap üç kalın cilt tutup 1979'de Velikovsky'in ölümüyle son

Page 90: Zigzag Zaman Gezmenleri

cilt yarım kalmıştır.

Antik çağa çok az ilgi duyanlar bile hiç aydınlığa kavuşmamış birçok şaşırtıcı mistik olayın olduğunu bileceklerdir. Örneğin neden antik Girit'teki Minos uygarlığı M.Ö. 1500 civarında birden bire yok oldu. Bu soru oldukça ilginç bir olasılığı akla getiriyor. Girit'in kuzeyindeki Santorini Adası'ndaki büyük bir yanardağ, o dönemde muhteşem bir hidrojen bombası gibi infilak etti. Bazı yazarlar Santorini Adası'nın aslında efsanevi Atlantis kıtası olduğunu ileri sürerler. Diğer patlamanın Minos uygarlığını ortadan kaldırdığını iddia ediyorlar. Söyledikleri gibi olmuş olabilir. Fakat buna büyük bir engel var. Girit'in güneyindeki Phaistos'da aynı zamanda yok oldu. Denizin dibindeki sarsıntılardan doğacak ve en büyük dalgalar bile aradaki yüksek dağ silsilesini aşamazdı. Velikovsky'nin Dünya'nın "Venüs kuyruklu yıldızının" kuyruğundan geçtiği şeklindeki hipotezi bunu daha iyi açıklıyor.

Fakat Velikovsky'nin eserinde Atlantis'ten söz etmekle hata ettiği söyleniyor. Bu da bilim adamlarının Velikovsky'yi aşırı düşüncelerin savunucusu olarak niteleyip, saf dışı bırakmalarına yol açtı.

Velikovsky'nin ciddiye alınmamasının başka bir nedeni de vardır. Velikovsky Ortadoğu tarihi ile ilgili efsane ve dokümanları inceledi. Tarihçilerin bir sürü tarih yanlışı yaptığına inanmaya başladı. Freud, "Musa ve Tek tanrıcılık" adlı kitabında din-karşıtı düşünceyi geliştirdi. Ona göre Yahudilerin Mısır'dan göç etmeleri firavun Akhenaton zamanında gerçekleşti. Akhenaton, "Güneş-İbadet" adlı yeni bir din kurdu. Firavun, muhtemelen acıları yüzünden öldü. Freud, Hz. Musa'nın Akhenaton’un bir müridi olduğunu düşünüyordu. Sonra, Hz. Musa dininin, Yahudilere empoze etti. Fakat Velikovsky'nin çalışmaları onun Freud'un teorisine tamamen karşı çıkmasına neden oldu. Antik tarihin Akdeniz bölgesiyle ilgili bilmecesi de şudur: Antik Girit'in yok olması ve Hommer'in ya da Sokrat'ın Yunanistan arasındaki yıllarına ne oldu? Bunlar boş yıllar mıydı? Daha sonra antik tarihin yanlış olduğuna inandı. Ona göre birçok önemli olay iddia edildiğinden 600 yıl sonra meydana geldi. Bunu kanıtlamak için Mısır, İsrail, Asur ve Babil'in tarihlerini karşılaştırdı.

İyi bir örnek de Ammizaduça Venüs Yazıtları diye adlandırılan yazıtlardır. Bu yazıtlar, Kuyunjik tepeciğinde bulundu. Bu tepecik antik Nivona kentinin bulunduğu yerdedir. Yazıtlar, kral Asur Kanipal'ın büyük kütüphanesindeki diğer dokümanlar arasında ele geçirildi. Eserlerde Venüs gezegenine ilişkin gözlemler listeler halinde verilmiştir. Bu gözlemler, şimdi gezegenlerin hareketlerine dayanarak yapılan hesaplardan oldukça farklıydılar. Eski bir yorumcu şöyle diyordu: "Açıkça görülüyor ki ayın günleri karıştırıldı. Olanaksız aralıkların gösterdiği gibi aylar yanlıştır. Başka biri de "gözlemler kusurludur" diyordu. Fakat Velikovsky bunlara katılmadı.

Velikovsky, bu gözlemleri, Venüs'ün Babil tarihinin bir noktasında düzensiz olarak hareket ettiğine kanıt olarak gösterildi. 1974 yılında bilim adamlarının katıldığı bir toplantı yapıldı. Bu toplantının amacı Velikovsky'nin teorilerini çürütmek ve onlara akla uygun cevaplar bulabilmekti. Matematikçi Peter Huber, eserlerin Venüs'ün bugünkü gibi aynı, düzenli yörüngesinde hareket ettiğini gösterdiğini söyledi. Toplantıda bulunan iki bilim adamı karşı çıktı. Bunlardan biri antik felsefe ve gökbilimi uzmanı Lynn Rose'du.

Page 91: Zigzag Zaman Gezmenleri

Öteki ise, optik uzmanı Raymond Vaughan idi. Bunlar eserlerdeki bilgiyi temel alarak, sadece birkaç yazım hatasını göz önünde bulundurdular. Bu eserlerin Venüs'ün şimdikinden farklı, makul bir yörüngeyi işaret ettiği yazım yanlışlarıyla dolu olduğunu kabul etti. Rose ve Vaughan'a göre bu oran %60 idi. Diğer bir örnek Velikovsky'nin tekrar haklı olduğunu gösteriyordu. Güneş sistemindeki bir karışıklıkla ilgili teorisi "Güçlü elektromanyetik kuvvetler" kavramını içeriyor. Böyle kuvvetleri gösteren kayıtların olmadığı ileri sürülmüştü. Fakat 1960'larm başında Van Allan bir keşifte bulundu. Allan dünyayı elektromanyetik radyasyon kuşaklarının sardığını kanıtladı.

1972 yılında Pensoe adında bir Amerikan dergisi Velikovsky ile ilgili makaleleri toplayarak "Yeniden İncelenen Velikovsky" adlı bir kitaba dönüştürdü. Öte yandan "Velikovsky Sorunu" (1966) adlı kitapta çok ağır eleştiriler getirdi.

Şaşırtıcı jeolojik iddialarda bulunduğu "Karışıklık İçinde Dünya (Age in Chaos)" adlı kitabı "II. Ramses ve Zamanı" adlı kitabın karmaşık tarihsel tartışmalarına kadar Velikovsky büyük ilgiyle araştırılır.

Velikovsky sunduğu bütün o geniş kanıtlara rağmen Jüpiter'den bir kuyruklu yıldızın koptuğunu ve sonradan Venüs gezegeni haline geldiğini kanıtlayamadı. Belki de bir gün bu olay da kanıtlanacak...

DR. KOZİREV ve ZAMAN

"Zaman" hakkında öne sürülen teorilerden en ilgincinin sahibi, Sovyetler'in meşhur astrofizikçisi Dr. Nikolai Kozirev'dir. II. Dünya Savaşı'mn ağır zorlukları ve komünist baskı yönetimi içinde bin bir zorlukla araştırmalar yapmış büyük bir bilim adamıdır. Buna rağmen dünya bilim tarihi ona hak ettiği yeri ayırmaktansa tozlu kitap sayfaları arasında çelişkiler meydana getirerek onu yok etme yolunu seçmiştir. Gençliğinde çok parlak bir öğrenci olan Kozirev ilk bilimsel yazısını 17 yaşında yayınlamış, mantığı ile bilim adamlarını şaşkına çevirmiştir. Bu yıllarda yıldızların ve gezegenlerin yörüngeleri ve radyasyon dengesiyle ilgilenmeye başlamıştı.Leningrad Üniversitesi fizik-matematik bölümünden mezun olduğunda henüz 20 yaşında idi. 28 yaşına kadar çeşitli kolejlerde öğretmenlik yapmıştı. 1936 yılında karanlık günler yaşamaya başladı. 12 yıl boyunca hapishaneye atıldı. Suçu doğruları söyleyip, Müslüman olmasıydı. Fakat Kozirev gibi üst bir beyin durdurulamazdı. Hapishanenin ufak penceresinden dünyayı izleyip, araştırma yapmaya devam etti. Hapishaneden çıktıktan sonra Ay, Venüs, Mars hakkında söyledikleri ve çalışmaları doğrulandı. 1958 yılında Ay'daki Alphonsus kraterinde volkanik faaliyetlerin olduğunu dünyaya açıkladı. Bu açıklaması şu bilgiyi de beraberinde getiriyordu. "Ay'da bitmez tükenmez tabii kaynakların var olduğu ve bu enerjinin kullanılmayı beklediğini."

Bu açıklamaları astronom ve bilginler tarafından hücuma uğramasına sebep oldu. SEK bir kez daha görevini mükemmel bir şekilde yapıyordu. Bu sırada da Nobel ödüllü Amerikalı

Page 92: Zigzag Zaman Gezmenleri

bilim adamı Dr. Harold Urey ile Moskova'da bir görüşme yapma imkânına sahip oldu. Bu görüşme bir kısım bilim adamının görüşünü değiştirdi. Hatta Dr. Harold Urey Kozirev'in araştırmalarını Nasa'ya tavsiye etti. Nasa'nın yaptığı araştırmalar Ay'da gaz emisyonları tespit ettiler. Ay'da kullanılacak tabii kaynakların bulunabileceğini onlarda kabul ettiler.

Kozirev daha sonra: "Zaman bir enerji şeklidir" diyerek şok bir çıkış yaptı. Uluslararası bir konferansta tanıştığı Dr. Albert Wilson, Kozirev'in müthiş bir sezgiye sahip, farklı bir kimse olduğunu söylemişti. "Kozirev'de doğru olabilecek esaslı bilgiler var. Onların sonuçları dünya bilim tarihinde devrim yapabilir." 17 yıllık sıkı çalışmalar sırasında cihazlarıyla bulduğu bazı kayıtları vardı. O bu enerjiye "Zaman" adını veriyordu.

"Zaman, geleceğin en gizemli ve önemli malıdır. Zaman, ışık dalgalan gibi yayılmaz. Her yerde ortaya çıkar. Zaman, bizi ve her şeyi evrende birbirine bağlıyor" demektedir.Dr. Kozirev'in "Zaman", ifadesine göre, bilim adamı için laboratuara getirilecek bazı özellikleri vardı. Örneğin, kendi tespitine göre; bu "x" ya da "Zaman" enerjisi bir aksiyonun alıcısı yanında daha yoğun, verici yanında ise daha ince'dir. Bu enerjiyi ölçtüğü bazı aletleri Shella Ostrander, Lynn Schroeder adlı yazarlara bizzat göstermiştir. Bu aletler grubu jiroskop, asimetrik pandül ve torsion balans (elektrik ve mıknatıs kuvvetleri ölçmeye yarayan bükülmüş telden alet) gibi birkaç cihazdan ibarettir.Karışık bir düzende bu cihazlar bir araya getirildiklerinde mekanik (gerilen bir lastik) ya da kimyasal (yanan şeker) yanındaki zaman yoğunluğundaki değişikliklere karşı tepki göstermekteydiler.Deneyi şöyle özetlemek gerekirse: Uzun bir lastik, bir makine ile uzatılır. Bu lastiğin iki kutbu olduğunu düşünebilirsiniz. Çekilen (sebep) ucu ve uzayan (sonuç) ucu. Lastik uzadığı zaman (asimetrik pandül ve bir jiroskoptan meydana gelen) kaydedici cihazlar lastiğin uzayan ucuna doğru ark yaptığını göstermişlerdir. Bu değişme çıplak gözle görülemese bile hassas cihazlarla belirlenebilmektedir. Bu çok önemli bir etkidir. Kozirev'in ifadeleri şu yöndedir. "Burada zamanın yoğunluğu artmaktadır. Bu olayın güç alanları "Force Fields" bir ilgisi yoktur."

Yaptığı deneylerde aynı zamanda lastiğin çekilen (sebep) ucunda zamanın inceldiğini gösteriyordu. Bu deneylerde ortaya çıkan zamanın yoğunluğundaki değişmeler 1 metre kalınlığındaki duvarın ötesinden bile tespit ediliyordu. Hatta demir küplerin ötesine bile geçmekteydi. Kimyasal sebep-sonuç zamanın yoğunluğunda değişiklik yapıyordu. Bunun için organik bir bileşik olan şekerin yakılmasında, iyi sonuç alınmaktadır. Dr. Kozirev'in belirttiğine göre zaman "sebeb"in civarında ince, "sonuç"un civarında ise yoğundur. Ayrıca düşünceler üzerine de deneyler yapan Kozirev, şiir ya da duygu yüklü bir şey düşünüldüğü zaman, bir matematik problemi düşünüldüğü zamana oranla daha çok değişiklik tespit etmektedir cihazlar. Kısaca özetlemek gerekirse "Düşüncelerimiz zamanın yoğunluğunu değiştirebilir."

Bunun yanı sıra mevsim değişiklikleri, hava ve gök gürültüsünün zaman yoğunluğunu etkilediğini ispatlamıştır. "Bir defasında bilim adamlarına göstermek için cihazları tam hazırlamıştım ki, o anda kopan bir gök gürültüsü her şeyi altüst etti."

"Testleri" bir kerede uzak kuzeyde Murmansk'da hazırladık. Cihazlar odada tamamen iyi bir şekilde çalıştılar. Burada Pulkvoa'da deneyler yaza göre kışın daha iyi oluyor" diyerek

Page 93: Zigzag Zaman Gezmenleri

mevsim değişiklikleri ve hava durumunun etkileri kanıtlanmıştır.

Uzun yıllar yaptığı araştırmalar sonucunda, Dr. Kozirev ve Zig-Zag grubu sol eldeki dönüşte zaman akımının pozitif, sağ eldekinin ise negatif olduğunu buldular. Leningrad'lı bilim adamları (terementi gibi) molekülleri sola dönen bir organik maddeyi sebep-sonuç cihazının yakınına koyduklarında Psikokinezi yükseldiğini gördüler. Kaydedici cihaz lastiğe doğru işaret ediyordu. Şeker gibi, molekülleri sağa dönen bir organik madde kullanıldığında Psikokineziyi ortadan kaldırıyordu. Dr. Kozirev'e göre bizim dünyamız bir sol el sistemidir ve bizim evrenimizde enerji katan pozitif bir zaman akımı vardır.

SRİNİVİSA RAMANUJAN ALYANGAR

1877 yılının başlarında, Madras eyaletinde bir rahman, tanrıça Namagri'nin tapınağına gidip günlerce dua ediyordu. Çünkü aylar evvel evlendirdiği kızının çocuğu olmamıştı. Tanrıça Namagri ona bir torun vermesi için yalvardı. 2 Aralık'ta, doğan erkek çocuğa Srinivisa Ramanjan Alyangar adı verildi. Doğumdan önce tanrıça, anneye görülmüş çocuğun olağanüstü bir insan olacağını haber vermişti. (Buradaki tanrıça deyimi bizdeki İslâm kültüründeki ermiş ile aynı manaya düşmektedir.)

Beş yaşındayken okula başlamıştır. Zekâsı hemen herkesi şaşırtmaktadır. Kendisine öğretilenleri önceden biliyormuş gibidir. Kumbakonan Lisesinin verdiği bursla öğrenimine devam ediyorken, sık sık uğradığı şehir kütüphanesinden "A synopsis of Elementary Results in Pure and applied Mathematics" (Katıksız uygulamalı matematikte temel sonuçlara toplu bir bakış) adında bir kitap ödünç alıyor. Bu kitap genç Hindu üzerinde büyük bir etki yaratıyor. Bu iki ciltlik kitapta Cambridge üniversitesi profesörü George Shrobridge'nin altı bin teoreminin özeti vardır. Ramunujan'ın beyni ansızın matematiğin gizemli dünyasında hızla çalışmaya başlıyor. Bu kitap ona uyarıcı etkisi yaparak uyku hayatından onu kurtarıyor. Harekete geçen Ramanujan tüm sonuçlara bakarak formülleri ortaya koyuyor. Geometriyi bitirdikten sonra cebire başlıyor. Daha sonraki yıllarda tanrıçanın kendisine görünüp bazı sırlar verdiğini söyleyecektir. Onaltı yaşındayken sınavlarda başarısızlığa uğruyor. Çünkü hâlâ İngilizceyi konuşmak ve yazmakta yetersizdir. Bu başarısızlık onun bursu kaybetmesine neden oluyor. Matematik araştırmalarını yalnız başına ve belgelerden yoksun sürdürmek zorunda kalıyor. İlk önce bu alanda 1880'e kadar birikmiş tüm bilgileri ediniyor. Profesör Shrobridge'nin eserini de bir kenara fırlatıyor. Bu eksik özet kitabından hareketle uygarlığın bütün matematik çabasını yeni baştan meydana getirir, kısa bir süre sonra bilinen matematiği aşar. Düşünce tarihinde Ramanujan gibi insanlar hemen hemen yok gibidir. Matematik dehası Galois bile yalnız başına çalışmamıştır. Yaşadığı dönemde dünyanın en iyi matematik merkezi olan Ecole de Polytechnique'de öğrenimini sürdürmüş, binlerce kaynak ve ustadan yararlanmıştır. Oysa Ramanujan'ın elinde eksik bir matematik kitabıyla tüm matematik

Page 94: Zigzag Zaman Gezmenleri

boyutlarını aşmıştır.

Ramanujan 1909 yılında evleniyor. Artık yalnız değildir. Bu nedenle kendine bir iş arıyor. Ona bir matematik heveslisi olan vergi toplayıcısı Romaşandra Rao tavsiye ediliyor. Rao, onu ilk görünüşünü şöyle anlatıyor:

"Ufak tefek, sakalı uzamış, üstü başı kirli bir adam. Ama hiç görmediğim gözlere sahipti. Koltuğundaki eski püskü dosyayla odama süzüldü. Son derece orijinal buluşlardan bahsetti bana. Kendisine nasıl yardım edeceğimi sorduğumda araştırmalarına devam edebilmek için karnını doyuracak kadar benden yardım istedi."

Romaşandra Rao ona küçük bir aylık bağladı. Ama Ramanujan fazlasıyla onurlu bir insandı. Madras limanında küçük bir muhasebecilik bulmayı en sonunda başardı. 1913 yılında çevresinde ki insanlar onu Cambridge'de profesör olan büyük İngiliz matematikçisi G. H. Hardy ile mektuplaşmaya razı edebildiler. Bir mektup yazan Ramanujan kendi kurduğu yüzyirmi geometri teoremini göndermeyi de ihmal etmedi. Hardy sonradan şunları söylüyordu:

"Bu notları ancak pek büyük çapta matematikçi yazabilirdi. Ne kadar dahi olursa olsun, hiç bir düşünce hırsızı, bu kadar yüksek soyutlamaları kavrayamazdı."

Mektup çok olumlu bir etki yapmıştı. Ramanujan'ı hemen Cambridge'e çağırdı. Annesi dinî nedenlerden dolayı İngiltere’ye gitmesini istemiyordu. Bu güçlüğü de tanrıça Namagiri yine yendi. Annesine görünerek oğlunun İngiltere'ye gitmesinde bir mahsur olmayacağını söyledi. 1913 yıllarının sonlarında Ramanujen gemiye bindi. Beş yıl süreyle çalışacağı İngiltere’ye doğru uzun bir yolculuğa koyuldu. İngiltere’de Krallık Bilim Akademisi üye seçilmiş, Cambridge'in Trinity College'ne profesör oldu. 1918 yılında verem teşhisi kondu. Hastalığı nedeniyle Hindistan'a dönüyor ve otuziki yaşındayken hayata gözlerini yumdu.

Kendisiyle ilişkisi olan herkesin üzerinde olağanüstü bir izlenim bırakmıştı. O sadece sayıların arasında yaşıyordu. Hardy Ramanujan'ı hastanede ziyaret ettiğinde, Ramanujen Hardy'den arabasının plaka numarasını sormuştu: 1729 "Ne güzel sayı!" diye bağırdı. "İki küpün toplamı olan en küçük sayı" Gerçekten de 1729 10'un küpü olan 1000 ile l'in küpünün toplamıdır. Bunu kanıtlamak için tam altı ay uğraştı ve aynı sorun henüz sayının dördüncü kuvveti yönünde çözülmüş değildir.

Görüldüğü gibi Ramanujan'ın hikâyesi, kimsenin inanamayacağı bir hikâyedir. Ama tüm gerçekliğiyle ortadadır. Bugün modern matematik Ramanujan'ın buluşlarını basit terimlerle ifade edememektedir. Bunlar "Tam sayılar" kavramının en soyut sırlarıdır. Matematik dışında Ramanujan'ın nelere ilgi duyduğu pek bilinmiyor. Ama sanata ve edebiyata hiç ilgi duymadığı buna karşın olağan dışı olayların fenomenlerini sınıflandırdığı küçük bir fiş dolabı ile bu konulara ait kitaplığı bulunduğu biliniyor.

Page 95: Zigzag Zaman Gezmenleri

KARL HAUSHOFFER,HORBİGER,

THULE'NİN ZAMANSAL İŞLEVİ

İnsanoğlu ışığı sever, ama bazen aynı şevkle karanlığı sevdiği, kendini karanlığa adadığı olmuştur. Nazilerin yaşamı hayat görüşleri ile karanlığa hizmet etmek onlar için asıl olandır. Naziler sadece işledikleri "cinayet"lerle değil bu cinayetlerin kaynağında bulunan "Dünya görüşleri", akla sığacak cinsten değildir.

Naziler Batılı bilim adamlarını açıkça "Yahudi-Marksist-Burjuva" olarak ilan edip, bilimin Arileştirilmesi projesini işleve koyarak Almanya'daki tüm Yahudi ve Müslüman bilim adamlarını kısa bir sürede ortadan kaldırdılar. Bilimsel tüm yasalara karşı amansız bir savaş açan Nazi'lerin şefi Adolf Hitler bu gücü nereden bulmaktaydı? Yeni bir bilini ve hayat görüşünü on sene gibi kısa bir zaman sürecinde ortaya koyması imkânsızdı. Adolf Hitler'in arkasındaki güç gizemli ve büyülü bir kimliğe sahipti. Bu gizli gücün ismi "Thule örgütü" idi. Bu örgütün en önemli ismi Karl Haushoffer adlı bilim adamıydı. Kari Haushoffer'in nereden gelip nereye gittiği büyük bir muammaydı.

1923 sonbaharında Münih'te, Dietrich Eskardt şair, gazeteci, ciğerleri iperit gazıyla kavrulmuş olarak öldü. Komaya girmeden önce, "İşte benim Hacer-i esved'im..." dediği ve astronotik bilimin kurucularında Prof. Oberth'e miras bıraktığı siyah bir göktaşı önünde kendine özgü tapınmış ve dostu Haushoffer'e uzun bir el yazması postalamıştı. Ölüyordu ama içi rahattı: "Thule örgütü" yaşamaya devam edecekti; çok geçmeden hem dünyayı, hem de hayatı köklü şekilde değiştirecekti.

D. Eckardt'la aynı gizli örgütün üyesi olan mimar Alfred Rosenberg, 1920'lerde Hitler'i tanımışlar, üçyıl boyunca zorlu bir eğitime tabi tutmuşlardı. Adolf Hitler'e doğu bilgisinin gizemleri, gizli dil'i ve konuşmayı öğreten Eckardt'tı. Eckardt'm öğretisinin ana kaynağı Tibet öğretilerinden aparılmış Budizm, Sufizm ile yoğrulmuştu. Acımasız ve taviz vermez kişiliğiyle Hitler'e hem büyük bir azap veriyor, hem de ona hayal edemeyeceklerini öğretiyor. Öğretisini iki ayrı planda yürütmüştü: "Gizli" öğreti ve propaganda planları. 1923 yılının Temmuz ayında kurulan Nasyonal Sosyalist Partinin yedi kurucu üyesinden biriydi. Ölürken arkadaşlarına şöyle bir vasiyet bırakmıştı. "Hitler'i izleyin. Dans edecektir. Ama müziği ben yazdım. Onlarla temasa geçmek için gerekli araçları verdik kendisine... Bana da sakın acımayın. Tarihi herhangi bir Almandan çok daha fazla etkilemiş olacağım."

Thule gerçeğinin ardında Cerman kökleri yatmaktadır. Dünya'nın gizli tarihinde kuzey kutup bölgesinde batmış bir ada olduğu rivayet edilir. Kökleri Mu uygarlığına dayanmaktadır. Öğretisinin temel taşlarını "İnsan psikolojisinin bilinmeyen yanları" ve "Zaman boyutları" oluşturmaktadır. Eckardt ve dostları Thule'nin bizim dünyamızdaki temsilcileridir. Amaçları Dünya'nın kaderini değiştirip, üstün bir ırk meydana getirerek "üst zekâlarla" diyaloga geçmektir. Thule'nin temsilcileri olan Karl Haushoffer ve Dietrich Eckardt, medyum özelliğine sahip Adolf Hitler ve Rudolf Hess (Daha sonra Müslüman

Page 96: Zigzag Zaman Gezmenleri

olmuş. Thule öğretisinin kara nizamın bir parçası olduğunu görmüş, İngiltere’ye kaçarak dünya barışını sağlamaya çalışmıştır. Oysa her şey için çok geçtir. Kara güçlerin savaşı ancak birisinin devrilmesiyle bitecektir. Bir tarafta Messing, Einstein diğer tarafla Karl Haushoffer, Horbiger kan istemektedirler. Milyonlarca insan, dünyanın yazılmış tarihi değiştirmek için yok edilmiştir. Kendilerine bilim adamı diyen bu insanlar gerçekte şeytanlarına hizmet etmekten başka amaçları yoktur) kendi amaçları için kullanmışlardır.

Adolf Hitler 20 Nisan 1889 günü Braunau'da doğmuştu. Bu kent yetiştirdiği medyumlarla ün salmıştı. Ünlü medyum Willy Scheider'le aynı sütannenin kucağında büyümüştü. Ayrıca Hitler'in yeğeni de ünlü spirit Schienk-Notzing'in medyumlarından biridir.

Başarısızlıkla sonuçlanan Münih darbesinden sonra Landshurt hapishanesine atılan onbaşıyı, General Karl Haushoffer, asistanı Rudolf Hess her gün ziyaret etmekte, saatlerce konuşmaktadır. Sonra da Hitler generalin düşünceleriyle Rosenberg'in tasarılarını, dış propagandaya yarayacak bir bütün şekilde Hess'e dikte ederek "Mein Kampf' adlı eseri meydana getirdi.

Karl Haushofer 1869 yılında soylu bir Alman ailesinin çocuğu olarak doğmuştur ya da doğduğu iddia edilir. Gençliğinde asker olmayı arzulayarak askerî akademiden mezun olmuştur. Daha sonraki yıllarda uzakdoğuya merak salmış ve bir dünya gezisine çıkıp Türkiye, Tibet, Moğolistan, Mançurya'ya uğramış, Budist manastırlarını, derviş tekkelerinde öğretileri incelemeyi ihmal etmemişti. Almanya'ya döndüğünde Münih Üniversitesi'nde siyasi coğrafya ve askeri tarih okutmuştur.

1923 yılında, Rudolf Kjellen'in ölümünden sonra Almanya'da etkili olmaya başlamıştır.

1924 yılı başında Münih Üniversitesi'nde Institut für Geopolitik'in organı olan "Zeitschrift für Geopolitik" dergisini çıkarmıştır. General jeopolitiğin Makyavel'i olarak adlandırılır.

Oberth: Uzay yolculuğunun mucidi, astronotik bilimin kurucusu.

Devletin konum alanını en önemli güç unsuru olarak görür. II. Dünya Savaşı'nda askeri

tüm kararlan engin jeopolitik ve büyüsel bilgisiyle yönetmiştir. Nazilerin ünlü (卍 ) simgesi Kari Haunshoffer tarafından bulunmuştur.

Asya'da olduğu gibi Avrupa'da da gamalı haç (Svastika'ya) öteden beri büyüsel bir simge olarak bakıla gelmiştir. Svastika'da, hayat ve verimliliğin kaynağı güneşin bir simgesini görenler olduğu gibi, gök gürültüsünün, önlenmesi için gereken bir sembol olarak görenler vardır.

Svastika'nın geçmişi tarih öncesi Mu uygarlığına kadar dayanır. En eski izi Transilvanya'da rastlanmıştır. Bu izin yontma taş devrinden kalma olduğu sanılmaktadır. Bu işaret, İ.Ö. IV. yüzyılda Hindistan'da, İ.S. V. yüzyılda Çin'de, bir yüzyıl sonra da Japonya'da görülmektedir. Buna karşılık Sami halklarında bu işaretin bilinmesine rağmen hiçbir zaman kullanılmamıştır. Yani Svastika Ari ırka ait bir semboldür. Krauss'a göre, Savstika hem kan saflığının, hem de gizemli bilginin simgesidir. Sağ ve sol Svastika en çok Tibet'te kullanılmaktadır. "Yeşil Ejder" adlı Tibet kökenli örgüt Thule'yle bağlantılara sahiptirler. Nazilerin Odessa adlı bilim örgütünde üst rütbeli Tibetlilerin çalıştığı bilinmektedir.

Page 97: Zigzag Zaman Gezmenleri

Tanrı'nın dört gücü Tanrı'da

Dört güçten Batı’dan Doğu’ya doğru sadrı

sadır olan ışınlar olan dönmekte olan güneşin,

eriyip kaynaşma halindeki merkezi

Tumulus Mimarları Tumulus Mimarları

Meksika Batı’dan gündüz ve gece,

Hareket eden dört güç Işınlar ve güç

Asıl kaynağına Güneşin kutbu kararsız

Dönen güçler Bir biçimde salınmaktadır

Tumulus Mimarları.

Page 98: Zigzag Zaman Gezmenleri

MELKİ - SEDEK

Melki-Sedek kutsal kitabın Tekvin bölümünde ortaya çıkmıştır.

"Ve salem kralı Melki - Sedek ekmek ve şarap çıkardı; ve Yüce Allah'ın kahini idi. Ve onu mübarek kılıp dedi: Göklerin ve yerin sahibi Yüce Allah tarafından Abraham (İbrahim) mübarek olsun ve senin düşmanlarının eline teslim eden Yüce Allah mübarek olsun (Tekvin, XIV, 18-20)."

Melki-Sedek Yahudi-Hıristiyan sistemindeki en muammalı bölümlerden biridir. Bu konu ile ilgili Hıristiyan mistik ve din adamı Aziz Pavlus şu cümleleri kullanmaktadır:

"Bu konu hakkında söylemek istediğimiz çok şey vardır. Fakat bunları anlatmak zordur. Çünkü sizler bunları anlamakta yetersiz hale geldiniz." (İbranilere Mektup)

Tekvin bölümünden anlaşıldığı kadarıyla Melki-Sedek işlev olarak hem kral hem de rahip özelliği taşımaktadır. İsminin manası "Adalet kralı" demektir. Aynı zamanda Salem yani "Barış"ın kralıdır. Görüldüğü üzere her şeyden önce "Dünya'nın kralının" iki özelliği göze çarpmaktadır. Bu özellikler Adalet ve Ebedi Barış'tır. Rene Guenon (Zig-Zag grup üyesi)'a göre; Melki-Sedek'in oturduğu iddia edilen Salem şehri gerçekte hiçbir zaman dünya bizim dünyamızda olmamış sembolik bir anlatımın ardında Agarta şehri yatmaktadır.

Aziz Palvus'un Melki-Sedek hakkında yaptığı açıklama çok ilginçtir. İslam kültüründeki zaman gezmenine denk düşen özelliklerden bahseder. "Çünkü Salem kralı, Yüce Tanrı'nın kâhini, kralı öldürmekten dönen İbrahim'i karşılamış ve ona hayır dua etmiş olan ve İbrahim'in kendisine her şeyden ondalık verdiği bu Melki-Sedek, önceleri adının anlamına göre adalet kralı, sonra Salem kralı, yani barış kralı; babasız, anasız, nesepsiz olup hayatının başlangıcı ve sonu da olmayan, ancak Tanrı Oğlu'na benzer kılınmış olarak daima rahip kalacaktır." (İbranilere Mektup-Aziz Pavlus)

Melki-Sedek Hz. İbrahim'in makamca üstü olarak anlatılmıştır. Çünkü onu takdis etmiştir ve "Tüm dinlerce kabul edilmiştir ki, hayır duayı büyük olan küçüğe eder." Hz. İbrahim'de bu üstünlüğü kabul etmektedir. Çünkü ona onda bir vermiştir ki bu da ona bağımlılığın bir işaretidir. Bu diyalogdan anlaşıldığı üzere Hz. İbrahim ve Melki-Sedek arasında bir hiyerarşi söz konusudur.

Tevrat'a göre "Harun'un Düzeni" ve "Melki-Sedek'in Düzeni" olmak üzere iki ruhani sistem mevcuttur. Ve bu ikincisi tıpkı Melki-Sedek'in bizzat Hz. İbrahim'den üstün oluşu gibi, ilkinden daha üstündür. Hz. İbrahim "Levi" aşiretine ve dolayısıyla da Harun'un ailesine bağlı bir insandır. Bu üstünlük Aziz Pavlus tarafından belirgin şekilde belirtilmektedir. Melki-Sedek Allah'tan direk bilgi alan, soy ağacı olmayan insanın prototipidir. Dünya'da yerine getirmesi gereken bazı işlerin yöneticisidir.

Melki-Sedek ismini en katı manasıyla ele alırsak "Adalet Kralı”nın kendine özgü sıfatlarının terazi ve kılıç olduğunu görürüz. Bu iki sıfat "Yargı meleği" olarak kabul edilen "Mikail"e de aittir. Buraya kadar anlattıklarımızın ışığında Melki-Sedek'in bir

Page 99: Zigzag Zaman Gezmenleri

Peygamber ya da pir olmadığını görürüz. Hz. İbrahim'e görünüyor ve çok sade bir insan olarak Melki-Sedek'i gördüğünü iddia eden insanlar var. 26 Kasım 1973 yılında Melki-Sedek'i gördüğünü iddia eden Francis Soir adlı şahıs olayı şöyle anlatıyor:

"Prens Charlamagne, Esses dedirtiyor kendisine. Ama hiçbir araştırma, gerçek kimliğini saptamaya imkân vermedi. Kim olduğu, nereden geldiği bilinmiyor. Müritlerinden birine, Cyna adlı, tozutmuşa benzeyen, eli ikilik bir kadın şaire göre bu gizemli kişi, İbrahim'in çağdaşı, Salem kralı Melki-Sedek'ten, dünyayı düzeltmekle görevli bir ölümsüz Mesih’ten başkası değilmiş."

Bir olayda 1917 yılında Arthur Machen tarafından belirlendi. Olay küçük bir balıkça köyü olan Llandrisant'ta geçmiştir.

Birkaç gün üst üste yabancılar köye gelmişler ve Feirdwyr Malcisides'in yani Melki-Sedek'in rahipleri olduklarını söylemişler. 1917 yılının Haziran ayında, Uandrisant Protestan kilisesinde, Kutsal Graal (*) törenini kutlamışlar. Bu törenin tanıkları, kimsenin bilmediği eski Yunanca sözler işitip tekrarlamışlar. Sonra köyde mucizeler olmaya başlamış Köyde bulunan yabancılarda bu mucizeleri onaylamışlardır. Kilisenin kubbesinde bulunan büyük bir gülbezek (çember biçiminde düzenlenmiş gülü andıran mimari süs) bölgeyi aydınlatmış. Aydınlık özellikle İngiliz yüksek komutanlığının dikkatini çekmiş. Komutanlık önce aydınlığı Alman denizaltıları için bir işaret sanmış. Askerler, denizciler, komşu köyler, gece yarısını yirmi geçe bu olaya tanık olmuşlar.

(*) Kutsal Graal: Kutsal Tas: İsa'nın son yemeğinde içine şarap koyup içtiği tas. İsa'yı öldürmeye gelen askerler, bu tası alıp götürmüşler. Tas bugün bile aranmaktadır. Efsanelere dayanarak kutsal Graal'ın Thule topraklarında olduğuna inanılmaktadır.

O gece elli kilometre kadar bir bölgede, birçok hasta iyileşti. Llandrisant yakınındaki Croeswen'de vereme yakalanmış olan Olwen Philips, ölmek üzere bulunuyordu ve ertesi sabah ölüm belgesini incelemek için gelen hekim, kızı tamamen iyileşmiş buldu. Bunun bilimsel olarak olanaksız olduğunu söylemiş ve daha sonra bu olayı bir tıp dergisine yazmış. "Olamazdı. Verem vücudunu tamamen kemirmişti." Oysa genç Olwen, o gece, yaptığı tanımı Graal'ınkine uyan bir nesne taşıyan üç adamın vizyonunu görmüş ve Graal'dan söz edildiğini ömründe duymamıştım. Top atılsa duymayan sağır bir kadın, Melki-Sedek rahiplerinin törenlerini kutsadıkları sırada kilise çanlarının çalındığını duyarak iyileşmişti.

Arthur Machen, iyileşen bütün hastaların, Meskalin'in ya da Anhelonium (*) Lewini'nin yarattıklarına benzer vizyonlar gördüklerini tespit ediyor.

(*) Meskalin ve Anhelonism Lewin'i: Net görme sanrıları meydana getiren şiddetli alkoloidler.

Denizciler, kıyı koruyucuları, kuşkusuz meskalinin etkisinde değillermiş, ama yine de alev alev yanan gülbezek görmüşler. Bir çan sesi de duymuşlar. Kilisenin küçük çanını değil, "Meleklerin sürekli korosuna benzeyen büyük bir çan sesi."

Tanıklar, kilisede bile, köy papazının, kötü bir Protestan’ın, şunu dediğim işitmişler. "Melki-Sedek rahipleri bunlar; kutsal ruhlu üç günahkâr aramızda. Yaşasın! Yaşasın!" Ve bu dua sırasında, üç kişi görmüşler. İnsanın, üzerlerine çevrilmiş gözlerini alamayacağı kadar ışıklı insan gölgeleri. Ve bu üç kişi kesinlikle seçilemeyen, ama Graal'ın tanımlarına

Page 100: Zigzag Zaman Gezmenleri

uyan şekilsiz bir nesne taşıyormuş. Birçok kez Melki-Sedek sözünün ve eski Yunanca sözlerin söylendiğini duymuşlar. Arthur Machen kitabında yargıya varmıyor. Ortaklaşa telepatik görüntüler olduğunu, ama bazı olayların geçtiğini bilgimizi aştığını anımsatmakla yetiniyor. Ve şunu ekliyor: "Kipling'in yaşamın ve ölümün sahiplen adını verdiği kişiler, görmek hakkına sahip olamadığımızı görmemize engel olmakta özen gösteriyorlar."

Melki-Sedek'in görünüşleri tarihin her çağında ortaya çıkıyor. Ortaçağ'da, İran'da, Yakındoğu'da yerleşmiş bir efsanedir. Efsaneler, Melki-Sedek'in, İlyas ve en çok Peygamber gibi, bu dünyada değil ama başka yerde bulunduğunu ve zamandışı olduğunu söylemiştir. Yahudi geleneklerinde anlatım birçok kez tekrarlanıyor.

İlginç rahip Trithene Melki-Sedek'i bir eldil, yani Tanrı'dan aşağı, ama meleklerden üstün bir yaratık olarak gösteriyor.

Bu kategoriyi XII. yüzyılda, Natuilus'ta, sonra XX. yüzyılda C.S. Lewis'te buluruz. Lewis, Natvilius'u anarak, bir eldilin ne uzayda, ne de zamanda bulunmuş olamayacağını belirtir.

Ortaçağ Hahamları ve Kobala araştırıcılarına göre, Melki-Sedek'in birçok görünüşleri miladın VII. ve XVIII. yüzyılları arasında beliren görünüşleri bildirir. Herkes Melki-Sedek'in dilediği gibi başka yerden gelip, gene oraya döndüğünü göstermiştir.

ROGER BOSKOVİÇ

Roger Boskoviç'te de diğer zaman gezmenlerinde görülen özelliklere yoğunca rastlanmaktadır. Hayatı netliklerden tamamen uzak olup, ismi konusunda ve doğduğu yer hakkında spekülasyonlar bulunmaktadır. 1711 yılında Milano'da doğduğu iddia edilen Boskoviç, Bosrovich ve Bochkovitch diyede anılır. Ayrıca Hırvat olduğu da iddia edilmektedir. Fakat Boskoviç üzerine derin araştırma yapanlar onu İtalyan kabul etmektedir.

Söylentiye göre; 18 Mayıs 1711'de Dubronvik'te doğmuş. Hayatının büyük bir kısmını Milano'da geçirdiği iddia edilmektedir. 14 yaşındayken Roma Cizvit kolejine yazıldı. Cizvit kolejinde matematik, astronomi ve karşılaştırmalı dinler tarihi okudu. 1728 yılında çıraklık dönemini bitiren Boskoviç Cizvit tarikatının üyesi oldu.

1736'da Güneş lekeleri konusunda bir bildiri yayınladı. 1740'da Collegium Romonum'da matematik dersleri verdi. Sonra papalığın bilimsel danışmanı oldu. Bir gözlemevi kurdu. Pontins bataklıklarının kurutulması işine girişti. Sen Piyer kilisesinin kubbesini onardı. Roma ile Rimini arasındaki meridyeni iki enlem derecesi üzerinde ölçtü. Sonra Avrupa ile Asya'nın çeşitli yörüngelerini gezdi ve daha sonra Schliemann'ın Truva'yı bulacağı yerlerde kazılar yaptı. 26 Haziran 1760'da İngiltere krallık cemiyetine üye atandı ve bu münasebetle, güneşle ayın görünüşleri konusunda yazdığı Latince uzun bir şiir için çağdaşları: "Virgile'in ağzından Nevvton konuşuyor" demişlerdir. Çağının büyük düşünürleri tarafından konuk edildi ve özellikle Doktor Johnson ve Voltaire ile sık sık

Page 101: Zigzag Zaman Gezmenleri

mektuplaştı. 1740 yılında İtalya'da Cizvitliğin yakalanmasıyla İtalya'yı terk etmek zorunda kalan Boskoviç 1763'ten 1783'e kadar Fransa'da yaşadı. Paris'de krallık deniz kuvvetlerinin optik araçlar şubesinin başına geçti. Lalande onu çağın en büyük bilgini sayıyordu. İleri düşünceleri, D'Alembert'i de, Laplace'i de ürkütmüştü. 1785'de Bassano'ya çekildi ve eserlerinin yayınlanmasıyla uğraştı. 1787'de Milano'da öldü.

Boskoviç'in eserleri özellikle de "Doğal Felsefe Kuramı" yakın zamanda, Yugoslav hükümetinin öncülüğüyle yeniden incelenmiştir. Bu kitap 1758'de Viyana'da basılmıştır. Bu eser büyük bir şaşkınlık uyandırdı. 6 Mart 1958'de bu eser anlatılırken bir yazıda onun, XVIII. yüzyılda yaşamaya ve çalışmaya zorlanmış bir XX. yüzyıl zekâsı olduğu öne sürüldü.

Anlaşılıyor ki; Boskoviç yalnız kendi çağının değil, bizim çağımızın da biliminden ileridedir. Birlikçi bir evren kuramı, genel ve tek bir denklem önerir, mekanik, fizik, kimya, biyoloji ve hatta ruhbilim hep bu denklemin kapsamına girer. Bu kuramda madde zaman ve mekân sonsuza kadar bölünebilir değildir. Taneciklerden oluşmuştur. Bu da bize, Charon ile Heiseinberg'in çalışmalarını andırıyor ama Boskoviç onları da aşmıştı. Zamanında bilinen sonradan keşfedilmiş ya da henüz keşfedilecek bütün olaylardan ışıktan, mıknatıslanmadan, elektrikten ve kimya olaylarından haberi olduğu anlaşılıyor. Onda kuantumlar (belli nicelikler)da, dalga mekaniği de, nükleonlardan oluşmuş atomda bulunur. Çağında en az iki yüzyıl ileridedir ve bağıntılılık (rölativite-izafiyet) ile kuantum fiziği arasındaki ilişki ve bağlantı öğrenilmedikçe onu anlamak imkânsızdır. Gelişen bilim göz önüne alındıkça bilim araştırmanları onu yeni yeni anlamaya başlayacaktır. Onu gizemler dolu metinleri arasına girebilecektir. Şimdiye kadar yapılan araştırmalardan Boskoviç'in belirlediği bulgular şunlardır:

• Uluslararası jeoloji yılının açıklanması,

• Sıtmanın yayılmasında sivrisineklerin faktörü,

• Kauçuğun muhtemel uygulama alanları (Bu düşünce Boskoviç'in Cizvit dostu La Condamine tarafından uygulanmıştır.)

• Güneşimizden başka yıldızların çevresinde gezegenlerin var oluşu,

• Ruhu, bedenin belirli bir bölgesine hapsetme imkansızlığı,

• Hareketin incelik tanesinin dünyada korunması. (Max Planck'm 1958'de ortaya koymuş olduğu "Planck Değişmezi")

Boskoviç, simyaya da önem vermiş ve simya dilinin anlaşılır bilimsel çevirilerini yapmıştır. Örneğin Boskoviç'e göre dört eleman; toprak, su, ateş ve hava ancak onları oluşturan kütlesiz ve ağırlıksız taneciklerin çeşitli düzenlemeleri yönünden birbirinden ayrılır ki bu da evrensel denklem araştırmalarının öncüsü olan bir düşüncedir.

Boskoviç bulunduğu yüzyılda birçok eser vermiştir. Bunlardan en ilginci 1958 yılında çıkan "Theoria Philosophiae Naturalis"tir.

Boskoviç kanıt göstermeden gerçekleri dile getirdiği "Theoria" adlı eserinde numaralanmış bir dizi öneriyle başlar. Tabii ki bu alışılan bilimsel yöntemlerin dışındadır. Belki bu önerileri açıklamamasının sebebi kaynaklarını ortaya koymaması içindir. Bu

Page 102: Zigzag Zaman Gezmenleri

bulgular zamanının ve zamanımızın ilerisindeki şeylerdir. Güneş ışınımlarının ve zamanımızın ilerisindeki şeylerdir. Güneş ışınımlarının baskısının etkisiyle kuyruklu yıldızlar olgusunu açıklayan Physica XXIV. önermesi, yıldırım, bulutlarla toprak arasındaki bir elektrik boşalması olarak gösteren Physica XXXIV. önermesi gibi.

Bu önermeleri çok ileridir. Hele sayılar konusundaki bulguları Boskoviç yazıyor:

"Virgilius'un bir şiirini oluşturan tüm harfler bir sepete konup yan yana getirilmek suretiyle içinden harfler çıkarılır ve bu işlem uzun süre sür-dürülürse, belirli bir sayı sonunda yine Virgillius 'un dizesine denk gelen düzen bulunur."

XIX. yüzyılda William Gibbs, XX. yüzyılda Emile Borel, benzer sonuçlara vardılar, fakat Boskoviç bunu 1758'de yazmıştı.

Çağdaş sayılamaları, bildirdiği gibi, bağıntılığı da biliyor. Bu bilgilerini de şöyle aktarıyor.

"Mutlak yer belirlemeler uzaklıklar ya da büyüklükleri tanımak bizim için olası değildir. Ne bizi evrenle aynı anda alıp götüren hareketleri biliriz, ne de hareketin düşüncelerimizde değişiklik meydana getirmeyen artışlarıyla azalışlarını uzay için söyleyemediğimizi, zaman için pek güçlük çekmeksizin söyleyemeyiz. Çoğunluk, zamanın yerel bir ölçüsünün, aynı zamanın başka bir anına itilebildiğine inansın. Bunun başka bir ölçü olduğunu iyi görür. Ama bunu, eşit sayılan bir hareket yüzünden eşit sayar. Oysa içinde ölçünün bir uzunluk ölçüsü ve bir zaman ölçüsü olmuş olduğu yeri bölmek ve her iki ölçüyü bir ölçüsüyle karşılaştırmak için bunları başka bir yere iletmek olanaksızdır."

Bu 1905'te Einstein tarafından sınırlı bağıntılık olarak anlatılmıştır. Böylelikle, kendinden gayet emin bir tavırla, ne bizim uzay, ne de bizim zamandan olmayan evrenlere ulaşmak, katı maddenin içinden geçmek, aynı anda birçok yerde bulunma olasılığından, bizim evrenimizin bir atom olacağı evrenlerin varlığından söz ediyor.

Biraz daha yazıları irdelenirse çok daha ilginç tespitlerde bulunabiliriz. "Kendimize yeteri kadar hız verebilseydik hiç bir güçlükle karşılaşmadan kapalı kapılar arasından geçmek ve en kalın duvarlar içinden akıvermek bizim için mümkün olacaktı."

"Güneş'in ve sabit yıldızların, yalnız bir üst düzenin tek bir parçacığı olmaları. Daha da sonsuz bir düzene bağlı bulunmaları mümkün olabilecekti. Bu aynı düzenin birçok parçacığının bulunması da mümkün olabilecekti."

Dünya üzerinde birçok bilgi bırakarak ayrılan Boskoviç'in mezarı dahi tam olarak belirlenmemiştir. Ayrıca belirlemelere göre Roger imzası Roger Bacon'nınkine çok benzer. Roger Bacon'ın da bilim tarihindeki büyük etkisi düşünülürse, Roger Bacon ve Roger Boskoviç'in aynı kişiler olduğu ihtimali değerlendirilmelidir.

MICHAEL SCOT

Tüm zaman gezmenlerinde olduğu gibi Michael Scot'a kesin bir tarih biçmek çok güçtür.

Page 103: Zigzag Zaman Gezmenleri

Buna karşılık, bilim tarihindeki yeri inkâr edilemez.

İlk resmi belirtisi 1217 yılında Toledo'da olur. Bilim doktorudur fakat hangi üniversiteye bağlı olduğu belirlenememiştir. Doğum tarihi, hangi soydan geldiği ve nerede doğduğu tam bir sırdır.

1236 yılı Sicilya'da imparator Frederic II'nin sarayına bağlı bir ozanın yapıtından, ölümünü öğrene biliyoruz.

1217 ve 1236 yılları arasında büyük bir büyücülük ünü kazanıyor. Varlığı o dönemdeki birçok kişi ve olayı değiştiriyor. Paris'e geldiğinde Notre-Dame'in kulelerinin sarsılmaya başladığı bile söyleniyor.

Toledo'da El-Biruni'nin yerküre üstüne incelemesini Arapçadan çeviriyor. 1220'den 1227 yılma kadar Papa'mn hizmetine girdi.

1224 yılında Papa Scot'a İrlanda'daki Cashel başpiskoposluğunu öneriyor, ama Scot reddediyordu.

1227 Nisan'ında Papa Gregoire IX. Can-tenbury başpiskoposluğuna, Michael Scot'a bir burs bağlanmasını öneriyor.

Bundan sonra Michael Scot, sarayının bulunduğu Sicilya'da imparator Frederic II kişiliği gereği simya, astroloji ve bilim-ötesi adı verilen alanlara derin ilgi duyuyordu. Michael Scot'ta onun danışmanlığını yapıyordu. Dante'de "Inferno" (Cehennem) adlı eserinde onu büyük büyücüler arasına yerleştirerek "Şu çok zayıf adam Michael Scot'tur. Büyü, sihir işlerinde çok büyük bir ustaydı" diyerek bir anlamda Scot'un önüne ün kattı.

Resmi bilim konusunda, Scot, İbranice ve Arapçadan başlayarak Latince çevirdiği Aristoteles'i ortaya çıkaranların ilkidir.

Scot, Sicilya'da bulunduğu sırada, bilim alanında olmadıkları söylenen üç kitap yayınlamıştır.

Bu açık yürekli insan, herkesin mevcut olmadığını bildiği metallerin dönüşümüne inanmıyor. Dünya'nın Güneş'in çevresinde döndüğüne, Dünya'nm kozmosca yaratılmış enerjiyi emdiğine inanıyor.

İlk kitabı "Liber Introductorius" (Giriş Kitabı)'da gökbilim ve astrolojiyi inceler ve Scot özgün düşünceler ortaya atar.

İkinci kitabı "Liber Particularis" (Özel Kitabı)'da zamanın doğasını, ölçüsünü, sonsuzluk ile ilgili bağıntılarını inceler. Bu kitapta soru soran II. Frederic'in cevaplarını da verir. Bu kitabın içinde zaman yolculuğunun olabileceğine ilişkin imalar vardır.

Üçüncü kitabı "Physionomia" (Yüz Şekillerinden Ruh Analizi Yapan Simya'ya Bağlı Bir Bilim)'dir. Bu kitapta Scot temel bir soruya cevap arar. "Güç nedir?"

Ve cevap verir: "Zahmete değer olan tek güç, zihnin, zihin üzerindeki gücüdür. Sonsuz büyük madde kütlelerinin denetimi hiçbir şey değildir. Gerçek güç, kendi sistemini başka

Page 104: Zigzag Zaman Gezmenleri

zihinlere kabul ettirmektir. Ancak böylece insanlara egemen olunabilir. "

Daha ileriki bölümlerde ayrıntılara girerek, insanların en gizli düşüncelerinin yüzlerinden, davranışlarından, tepkilerinden nasıl ç-karılabildiğini gösterir. Düşlerinden başlayarak daha da çoğunun bilinebildiğim açıklar. Ve düşleri yönetmek yolunu açan gizli sanatı ortaya sermeye başlıyor. Dediğine göre, imparator, bu temel bilgiyi kendine saklamak istediği, onu daha ileri gitmekten alıkoyduğu için kitaba ayrıntıları yansıtmıyor.

"Physionomia"da Scot, Sigmund Freud'un yedi yüzyıl sonra kavrayabildiği ilkeyi bulmuş olduğu bellidir. Görmek için gözleri ve işitmek için kulakları olan kişi, ölümlülerin hiçbir şeyi gizleyemediğini hemen kavrar.

Aynı zamanda, Scot'ın ipnotizmayı ve beyin yıkamayı bilip uyguladığı, bu konularda zamanının ve günümüzün bilginlerinin önünde olduğu bellidir.

Scot, zahmete değer olan tek gücün uygulamasına, bir düşüncenin başka bir düşünce üzerindeki denetimine ulaşmış gibidir.

Hitler, Karl Haushofer'den bu teknikler üzerine birkaç ders almasına rağmen, bu tekniklere kısmen sahip olmuştu. Scot bu tekniğin hepsine sahip olmuş görünüyor.

Yukarıda sözünü ettiğimiz üç yapıtının dışında, birçoğu bize ulaşmamıştır. Bu kitaplar daha çok simyayla ilgilidir.

Ve Avrupa'da dev bir efsane kalıyor. Michael Scot efsanesi. Bütün büyüsel (büyüden asit bilimin açıklayamadığı olaylar ve düşünceler) güçler kondurulur üzerine:

"Ölülerin dirilmesi, yapay yaşam elementlerin dönüşümü, iklimlerin denetimi."

Onun laboratuar denemeleri üstüne hiçbir şey öğrenemiyor.

Evren'i gözlüyor ve tıpsal deneyler uyguluyormuş. Korkunç yetenekli, zamanına göre ileri bir matematikçidir. Döneminin, konuşulduğunu duyduğu bütün dilleri biliyordu. Arap bilginlerinin çalışmaları için olduğu kadar, Aristoteles içinde Arapçadan ve İbraniceden çevirileri, Ortaçağ'a ait her düşünceyi damgaladı. Elimizde Scot çevirisi olan Rüşt'ün "Aristoteles Üstüne Yorumlar" ı kitabı bulunuyor.

Adeta geleceği gören Scot öylesine kesinlikle konuşuyordu ki; büyücülük ünü alıp yürümüştü. Simyanın büyük ustası felsefe taşmada ulaşmıştı.

Bütün bu bilgiler çok geniş bir kültür gerektirir. Oysa incelemeleri hakkında hiçbir bilgimiz yok. Bu İskoçyalı (kendi söylediğine dayanarak) umulmadık bir biçimde ortaya çıkıyor; kanıtsız üniversite ve kilise takımının gücü elinde bulunduğu dönemde, diplomalı bir bilgin olarak kabul ediliyor. Ayrıca sapık saygısız araştırmalar bahanesiyle, kilise, ne onunla kavga çıkarmaya çalışıyor, ne de kendisini sıkıştırıyor. Daha sonra Papa'nın hizmetinden çıkarak İmparator'un koruması altına girdi. Bu koruma altında, büyük yapıtlarını tamamladı.

Page 105: Zigzag Zaman Gezmenleri

PARACELCIUS

Aurılus Theophrastus Bombatiıus von Hohenheim

Basel şehri ve Basel Üniversitesi çok kalıpçı bir yaşayışa sahipti. Halk Kilise'nin baskısı içinde yaşıyordu. Profesörler kilisenin gösterdiği kitaplardaki her şeyi doğru olarak kabul etmek zorundaydılar. Aristo ve Galen'in fikirlerinden hiç şüphe edilmiyor, doğruluğu araştırılmıyor, aksine kesin doğrular olarak kabul ediliyordu. Bu duruma etken eğitim dilinin Latince olması idi. Halk ise Latinceyi anlamıyor, bu dilde bilimsel tartışmalara giremiyordu.

1526 yılı yaz mevsiminde, Basel'de merakla meşhur bir doktorun gelmesi bekleniyordu. İnsanlar arasında bu adamın ne gibi yenilikleri getirebileceğine dair dedikodular yapılıyordu. Tedavi usulü hakkındaki gariplikleri kendisinden önce Basel'e ulaşmıştı. O mucizevî işler yapıyordu. Ya şeytanın emrinde çalışan birisi idi veya kendisini yaratan Allah (c.c.)'ın büyük lütfüne uğramış ender insanlardan biriydi. Dedikodular devam ederken Parecelsus geldi. İlk bakışta çok kuvvetli dayanılmaz saçları, canlılık dolu yüzünü çevreliyordu. Gözleri çok koyu ve derindi. Gayet geniş omuzlu, heybetli bir görünüşe sahipti. Yürüyüşünden, kendisinden emin, neyi, ne için yaptığını bilen bir insan olduğu anlaşılıyordu. Yanından sarkan kılıcı ve rüzgârdan uçuşan pelerini ile büyük bir doktordan ziyade bir Ortaçağ şövalyesine benziyordu. Her hali ile mükemmel bir insandı. Profesörler ve şehrin ileri gelenleri hayretle ve hayranlıkla onu izliyorlardı. Paracelsus konuşmaya başladığı zaman dalgınlıklarını silkindiler. Sesi de çok etkili, büyüleyici, ahenkli ve dostane idi. Bu sesi ile Paracelsus dost ediniyor, toplumu arkasından sürüklüyor, kırmızı yanaklı Alman kızlarının yüreklerini hoplatıyor ve çok karışık durumlarda kendisini savunabiliyordu. Adeta uzaydan gelen, bir yabancı varlık gibi inceleniyor ve ilgi gösteriliyordu.

Bu özellikleri ile çalışma hayatında sıkıntı çekmiyordu. Bürosunda çok meşguldü. Henüz çok genç olmasına rağmen çok başarılı bir doktordu. Ayrıca sempatikliği sebebi ile de çok çabuk ve kolay dost ediniyordu. Bütün yetkililer ona destek oluyordu. Çevredeki insanların ona çok çabuk ısınmaları ona üniversitenin kapılarını açtırdı. Üniversite konferans vermesi Avrupa'nın eğitilmesi ve tıp bilimi açılarından çok faydalı oluyordu.

Paracelsus üniversite konferanslarının ilanını bizzat asmıştı. Ancak bu ilan normal bir duyuru değildi. Kendisi bazı bulunuyordu. İyi eğitilmiş, büyük adam, Auriolus Theophrastus Bombastus von Hohenheim, Galen'in ve İbni Sina'nın fikirlerini tekrar etmiyordu. Kendi araştırmalarına ve çalışmalarını dayanarak hazırladığı tabiat kitabından edindiği bilgileri aktaracaktı.

Bu küstahlık dolu metni o denli güzel hazırlamıştı ki konferans salonu tıklım tıklım dolmuştu. Sonra herkesi şaşırtarak Almanca olarak konferansa başladı. Bu inanılamayacak bir mucizeydi. Öğrenciler çok memnun oldular, fakat profesörler hayret ettiler, bu o

Page 106: Zigzag Zaman Gezmenleri

zamana kadar alışıla gelmemiş bir olaydı ve bu onlar için sadece bir başlangıç idi.

Paracelcius doktorlara ve aksi suratlı profesörlere hücum ederek konuşmasına başlamıştır. Kalıpçı insanlardan nefret ettiğini, onları küçümsediğini söylemiştir. Kitaplar ölü cisimlerdir. Doğa ise canlı idi, cazipti ve doğrularla doluydu. Kitaplar yalnız yalanlar ve hatalarla kaplanmıştır. Kitap okuyanlar kendi kendilerini tatmin etmektedirler. Paracelsus, kendi açısından hiç kitap okumadığını, ancak diğer doktorların toplam bilgilerinden daha fazla bilgiye sahip olduğunu iddia etmiştir. Kendisini dinleyenlere tıp ve kimya konularında onların hayal bile edemedikleri hususları anlatmıştır.

İlk konferansından sonra kendisine gösterilen ilgi son derece artmış ve o zamanının büyük adamlar arasına sokulmuştur.

Paracelsus etrafına, öğrencilerine empoze ettiği, profesörlerin kafalarını karıştırdığı bu bilgileri nereden ve nasıl elde etmişti? Doğal bir olayla, yani kalıtım yoluyla kendisine geçen zekâsından daha başka şeyler olmalıydı.

Babası çok iyi bir aileden gelmekte idi ve doktor olmak için eğitilmişti. Annesi ise Einsied'in hastanesinin en başarılı hasta bakıcısı idi. William Bosbastus von Hohenheim, yani Paracelsus'un babası ile tanışıp evlenince görevinden ayrılmış ve doktor hanımı olarak evinde işlerine dalmıştı.

Böyle bir anne ve babadan, Paracelsus 1490 yılında İsviçre'nin Schwys kantonu, Einsiedeln şehrinde doğmuştu.

Küçük yaşında babası ile birlikte tıp tahsil etmiştir. Babası eski bilgilere inanıyordu ve oğlundaki kendi kendine araştırma yapma kabiliyetine sahip değildi.

Paracelsus 16 yaşına gelince, 20 sene sonra profesör olarak ders vereceği Basel Üniversitesi'ne öğrenci olarak girmişti. Henüz 16 yaşında olmasına rağmen okulun monotonluğu onu sıkmış ve ayrılmıştır. Oradan, J. Trithemius ile simya çalıştığı, Sponheim'e gitmiştir. O sırada simya bilimi tam açıklığa kavuşturulmuş değildi.

Paracelsus'un bu konuda ne düşündüğünü kimse bilmemektedir. Fakat o simya biliminden bir şeyler öğrenmiş ve bunları bütün ömrü boyunca kullanmıştır. Bu meraklı çocuk Sponheim'da da Basel'den daha fazla bir şey bulamamıştır. O doğayı derinlemesine araştırmak istiyordu. Kendisi araştırma yapabileceği, yeni şeyler üretebileceği bir hayat istiyordu. O sıralarda böyle bir yaşantı Tirol madenlerinde bulabilirdi. Bu madenler zengin Fugger'lerin malıydı. Ailesinin imtiyazları sayesinde Paracelsus oraya gidebilme imkânını elde etti.

Orada aradıklarına kavuşamamış madenciler arasında pek çok yeni şey öğrenmiştir. Maden işçilerinin nasıl ezildiğini, dövüldüğünü, öldüğünü görmüştür. Kazaya uğrayanlara, yaralananlara yardım yollarını araştırmış yani kısacası Tirol'de doktorluk yapmayı öğrenmiştir.

Orada kitap okumanın faydasızlığını, konulara direkt temas edilmesi gerektiğini kesinlikle görmüştür. Bundan sonra daha derinlemesine araştırmalar yapmaya başlamıştır. Ona göre "İnsan kâinat kitabını okumalı ve yapraklan üzerinde yürümelidir." Uzun

Page 107: Zigzag Zaman Gezmenleri

yıllar Avrupa'da çeşitli araştırmalarda bulunmuştur, hatta doğuya gitmiş Suriye ve Hindistan'da denemeler yapmıştır. O sıralarda "Cahil serseri" lakabını almıştır. Cahil kelimesi kendisine pek yakışmamakla birlikte, gezginci bir doktor olarak az para kazanan buna karşın lüks hayatı seven, giyimine ve içkiye fazla para harcayan bir insandı.

Böyle kasılarak, kendisinden emin bir halde Avrupa'yı dolaştı. Esasında bir şair ve bir öğrenciydi. Gittiği her yerde bilgi topluyordu. Hafızası mükemmeldi. Kafasındaki bilgileri sınıflandır masa bile bu bilgileri her an kullanmaya hazırdı. Çeşitli ülkelerde, insanları tehdit eden belli başlı hastalıkları incelemiştir. Her yerde mahalli etkileri araştırmış ve onlar üzerinde çalışmıştır. Benimsediği prensip şuydu: "Kendi halkımı bilmek bütün insanlığı bilmek demektir."

Mesleğine çok düşkündü. Ona göre doktorlar, insanlığa hizmete hiçbir fedakârlıktan kaçınmamalıydılar. Şereflendirmek ve yükseltmek istediği bu mesleği, küstahlığa varan üstünlük iddiaları ile maalesef alçaltıyordu. Bunu fark edince üstünlük iddialarından nefret etmiştir. Ayrıca dar kafalı, amaçsız insanlardan derin bir nefret duyuyordu. Bu nefreti zaman zaman istemi dışında ortaya çıkıyor ve çevresinden tepkiler alıyordu, içi sonsuz bir ihtirasla adeta bir kruvazörün ateşi ile doluydu. Düşmanlarını zayıflatacak, kendisine yenileştirme faaliyetini yerleştirebilme amacı ile zafer kazandıracak noktaları ve gerçekleri arıyordu.

Bir gün yaptığı bir hareketle halk üzerindeki tüm sempatisini bir anda yitirdi.

Bir gün üniversite bahçesinde öğrenciler bir bayramı kutlamak için toplanmış, ateş yakarak, dans edip eğlenirken, kapı da her zamanki haşmeti ile Paracelsus görünmüştü. Elinde iki kitap tutuyordu. Bunlardan biri Galen'e, diğeri İbni Sina'ya aitti. Bunları herkesin göreceği şekilde başının üzerine kaldırmış sonra da "Eskinin ölümü, yeninin doğuşu" diye bağırarak kitapları ateşe atmıştır. "Böylece bunların içindeki hatalar ve insanları yanlış yola sevk eden fikirler yok olacaktır, içlerinde gerçek varsa zaten yok edilemez" demiştir.

Bu hareketi yaparken tamamen ruhsuz, çılgın bir adamdı. Sadece gerçeği biliyordu. Tıp biliminin uzmanlarına karşı yapılan bu denli bir hareket Basel'de nefret uyandırmıştı. Kendi öğrencilerinden biri çok büyük tepki almıştı. Onu sevmeyenlerin eline çok büyük bir koz vermişti. Onun düşmanları bu olayı kullanmayı bildiler. Derhal sahte doktor, şarlatan olarak nitelendirildi. Karakteri küçümsendi. Doktorluk diplomasının varlığını ispat etmesi istendi. Sözleri, metotları reddedildi, yalancılıkla itham edildi. Bütün popülaritesi bir gece de yok oldu. Paracelsus, bir şehir dolu düşmana karşı tek başına kaldı.

Fakat halen doktorlar hakkında düşündüklerini söylüyor, sağlık uzmanlığı görevine devam ediyordu. Yenik düşmüş görünüyordu. Ama tıbbın kokuşmuş teorilerini sarmıştı. Büyük bir ateş yakmıştı ve ısrarla bu ateşi körüklüyordu. Çoğu insan Paracelsus'dan nefret etmesine rağmen cesaretinden dolayı saygı duyuyordu. Uzun süre savaşma devam etti. Bir gün doktorlar tedavi yolunu bulamadıkları bir hastalık için şarlatan doktora başvurdular. Piskopas Cornelius von Lichtenfels ölüm döşeğinde iken bütün doktorlar hayatından ümidi kesmişlerdi. Piskopos kendisini bir tek kişinin

Page 108: Zigzag Zaman Gezmenleri

kurtarabileceğini biliyordu ve Paracelsus'u çağırttı. Piskopos Paracelcius'dan hoşlanmıyordu. Ama başka çaresi de kalmamıştı. Paracelcius geldiği zaman hastaya şöyle bir bakmış ve onu iyileştirebileceğini söylemişti. Ancak baş düşmanıyla karşı karşıya olduğunu biliyordu. Bu nedenle her şeyden önce ücret konusunu ele almış ve oldukça yüksek bir ücret istemiş "İyileştirebilirsen bana ödemede bulunursun" demiştir. Corneli vs. ümitsizlik içinde bu teklifi hiç düşünmeden kabul etmiştir. Paracelsus onu tedavi ederek, iyileştirmiştir. Sonrada parasını almak istemiştir. Fakat piskopos onun yüzüne gülerek bu ücretin çok fazla olduğunu söylemiş ancak yarısını vereceğini belirtmiştir. Ancak Paracelsus bu teklifi reddetmiş, kendisinin şeref ve meslek gururunu kırdığı için mahkemeye başvurmuştur. Mahkeme hâkimleri tarafsız davranmamış ve Piskoposun tarafını tutmuşlardı. Paracelsus'un müracaatı geri çevrilmişti. Büyük harekâta uğrayan Paracelsus, piskopos için ağzına geleni her yerde söylemiş, tabi bu olayda ona fayda yerine zarar getirmişti.

Paracelcius Basel'de iki seneden az kalmış ilk önce son derece fazla itibar kazanmış sonra da bunu yitirmiştir. Etrafında çok az dostu kalmıştı.

Piskopos, doktorlar, profesörler, hâkimler hep onun karşısındaydı.

Bir araya gelip bu karışıklık ve problem çıkaran insandan kurtulma çareleri arıyorlardı. Büyük bir çoğunluk onun doğrudan doğruya şehirden kovulmasını istiyordu, birkaçı da öldürülmesi taraftarıydı. Paracelsus yabani metodu ile bu insanları, atalarını ve çocuklarını küçümsemiş, onlara hakaret etmişti.

O sırada (ve şimdi de) adalet mekanizması bağımsız olarak işlemiyordu. Devrin ileri gelenleri yargı organlarını istedikleri gibi kullanıyorlardı. Bu doktoru öldürmekle sükûneti sağlayabileceklerine inanıyorlardı. Bu gelişmeden haberi olmuştu.

Doktor korkak değildi, ama o kaçmak zorundaydı. Bu nedenle hemen Basel'i terk etti. Alelacele ayrılan Paracelsus kendine ait olan her şeyi geride bıraktı. Tek başına, uzun yıllar araştırma yaparak dolaşmış, hiçbir zaman doğru dürüst evi olmamış, ancak Basel'den aleyhine yükselen sesleri de dindirememişti.

Devamlı olarak kurtulmak için direniyordu. Yeni fikirleri savunuyor, geçmişin gölgeli bilimine karşı çıkıyordu. Çevresindeki saplantılara sahip SEK grubuyla devamlı mücadele içindeydi. Colmor, Nürenberg, Appenzell onun sesini duyan şehirlerdendi. Gittiği her şehirde SEK geniş bir propaganda çalışması başlatıyor, birkaç ay içinde Paracelsus'u oradan ayrılmaya itiyorlardı.

Basel'den kaçtığında 39 yaşında idi. 10 seneden fazla Avrupa'da dolaşmıştı. Yalnızlık ve anlaşılamamak onu yitirip bitirmişti. 1541'de Salzburg başpiskoposu Ernst bu gezgin araştırmacıyı evine çağırdı. Bu ilişkiden ümitli olan Paracelcius bir SEK üyesi olan Ernst'in evine gitti. Bu ziyaret ona çok pahalıya mal oldu. Kalleşçe bir komployla dünyaya gözlerini yumdu.

Bilim tarihine gizemli bir araştırmacı olarak ismini yazdıran Paracelsus'un birçok eseri SEK tarafından yok edildi. Çünkü Paracelsus'un savunduğu zamanötesi bilgiler SEK'in

Page 109: Zigzag Zaman Gezmenleri

bilgi ye düşünce hayatına ters düşmekteydi ve acı bir sonla Paracelcius bilim tarihinde silik bir gölge haline getirildi.

HZ. MUSA (A.S.)

Zaman yolculuğunun ilk tasvirinin H. G. Wells'in "Time Machine" (Zaman Makinesi) adlı eseriyle gündeme geldiğine inanır. Oysa Kur'an-ı Kerim ve Talmud'ta zaman gezmenlerinden bahis olunmuştur. Kur'an-ı Kerim'de Kehf suresinde ve Talmud'un parçası olan Haggada zaman yolculuğu konusuna değinilmiştir.

Haggada bu olay şöyle tasvir edilmektedir:

"Göklere doğru yükseldiği saatte Musa, Tann'yı, oturmuş ve Tevrat'ın harflerine küçük taşlar kondurmakla uğraşır buldu. "Dünyanın Efendisi", dedi, "Bana taçsız harfler vermekten seni kim engelliyor? Tanrı karşılık verdi: "Bunca kuşağın ardından bir adam doğacak ve adı Akiba Ben Josef olarak bu küçük çizgilerin her birine göre de, yeni yorumlar getirecek. "Dünya'nın efendisi" dedi. Musa: "İzin ver de onu bir defa göreyim." "Geriye doğru dönüp git", Musa kalkıp gitti ve Akiba'nın okulunda, sekiz sıranın arkasına oturdu; ne var ki burada söyleneni hiç anlamıyordu ve gücü zayıflıyordu. Akiba dersini verirken de, öğrencileri kendisine sordu: "Sen bunu nereden biliyorsun?" O da karşılık verdi: "Musa'nın Sina'da aldığı bir dersten. O zaman Musa'nın gönlü yatıştı. Yeniden Tanrının karşısına çıktı ve ona dedi. "Dünyanın Efendisi, elinde onun gibi bir insan var. Tevrat'ını benimle mi göndermek istiyorsun?" Ve Tanrı kendisine karşılık verdi: "Sus, çünkü bu benim bileceğim iş." (Menachoth, 29 b.)

Yukarıdaki metinde de görüldüğü gibi Yahudi Şeriatı, Hz. Musa'nın zamanın efendisi ile karşılaşıp, Hz. Musa'nın geçmişe yaptığı yolculuktan bahsetmektedir.

Şimdi de Kehf suresindeki kıssasını inceleyelim. Kehf suresi zaman ve zaman yolculuğu hakkında bize birçok bilgi vermektedir.

Buhari Ubey b. Ka'b'dan rivayet ettiği hadiste Peygamberimiz, Hz. Musa ve Hz. Hızır (Kur'an-ı Kerim bu kişiye isim vermemiştir. Yerleşik İslâm inancı Hz. Hızır ismini vermektedir. Bir karışıklığa sebep olmamak için bizde Hz. Hızır ismini kullanacağız. Aynı zamanda bu ilahi varlık Kitab-ı Mukaddes'te Melki-Sedek ismiyle anılmaktadır. Geniş bilgi Melki-Sedek bölümünde bulunabilir) kıssasını şöyle anlatmaktadır.

"Musa (a.s.) İsrailoğulları içinde hutbeye kalkmıştı. Kendisine: "İnsanların en bilgini kimdir?" diye soruldu. O da: "En âlim benim" diye cevap verdi. İlmi -Allah bilir diyerek- Allah'a havale etmediğinden dolayı Allah Teâlâ ona hitap etti ve "İki denizin bitiştiği yerde kullarımdan biri var. O senden daha âlimdir" diye vahiy etti. Musa (a.s.): Rabbim! Onunla nasıl birleşebilirim?" Allah Teâlâ Bir balık al, zembile koy, balığı nerde kaybedersem, işte senden daha âlim kulum oradadır."

Page 110: Zigzag Zaman Gezmenleri

Hz. Musa genç adamına şöyle demişti ki: Durup dinlenmeyeceğim; tâki iki denizin birleştiği yere kadar varacağım yahut senelerce yürüyeceğim." (Kehf: 60)

(Tefsirle de, Hz. Musa'nın genç arkadaşının Yûşâ b. Nün adında biri olduğu, Yuşa'nın Hz. Musa'nın yardımcısı olduğu ve ondan ilim öğrendiği rivayet edilir. Ayette söz edilen denizlerin hangi denizler olduğuna dair bir açıklık yoktur. Bu denizlerin Hazar Denizi ile Karadeniz olduğu yahut Nil Nehri'nin Sudan'daki iki kolu olan Beyaz Nil ile Mavi Nil olabileceği ifade edilmektedir. Bir başka anlayışa göre de bu iki denizden biri Hz. Musa, diğeri de Hz. Hızır (a.s.)dır. Çünkü Musa Zahir âlemin, Hz. Hızır'da batın âlemin denizidir.)

"Her ikisi denizin birleştiği yere varınca balıklan unuttular. Balık denizde bir yol tutup gitmişti. (Rivayete göre Yuşe B. Nün ile birlikte, Allah tarafından, kendisinden daha bilgili olduğu haber verilen Hızır ile buluşmak için çıkmıştı. Yanlarında birde cansız balık vardı. Bu balık Allah'ın kudreti ile nerede canlanır, denize sıçrayıp giderse bu, Hz. Hızır'ın orada olduğuna işaret olacaktı.) Kehf: 61"

"(Buluşma yerlerini) geçip gittiklerinde Musa genç adamına kuşluk yemeğimizi getir bize. Hakikaten şu yolculuğumuz yüzünden başımıza (epeyce) sıkıntı geldi dedi." (Kehf: 62)

(Genç adam): Gördün mü? dedi, kayaya sığındığımız sırada balığı unuttum. Onu hatırlamamamı bana şeytandan başkası unutturmadı. O, şaşılacak bir şekilde denizde yolunu tutup gitmişti. Burada Hz. Musa'nın genç arkadaşına şaşkınlık veren, ölmüş bir balığın, bir mucize neticesinde canlanarak denize akıp gitmesidir. Bu mucizenin gerçekleştiği yer, Hz. Hızır'ın bulunduğu yer idi. Hz. Musa bunu bildiği için adamına, balığın canlanarak denize girmesi halinde kendisine haber vermesini istemişti. Fakat o sırada bir kayanın yanında dinlenmeye çekilmişler ve belki de uyudukları için balığın denize gittiğini göremediler. Daha sonra Hz. Musa yemekten bahsedince arkadaşları balığın denize gittiğim hatırlamıştı. (Kehf: 63)

Hz. Musa; "işte aradığımız o idi, dedi. Hemen izleri üzerine geri döndüler." (Kehf. 64)

Derken; kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet (vahiy ve peygamberlik) vermiş, yine ona tarafımızdan bir bilim öğretmiştik. (Kehf: 65)

Musa ona: Sana öğretilenden, bana doğruyu bulmama yardım edecek bir bilgi öğretmen için sana tabi olayım mı? dedi. (Kehf: 66)

Dedi ki: Doğrusu sen benimle beraberliğe sabredemezsin?.. (Kehf: 67)

İç yüzünü bilemediğin şeye nasıl sabredeceksin. (Kehf: 68)

Musa: -İnşallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmeyeceğim dedi. (Kehf: 69)

(O kul): -Eğer bana tâbi olursan kendisinden ben bir söz açmadıkça, bana hiçbir şeyden

Page 111: Zigzag Zaman Gezmenleri

sorma. (Kehf: 70)

Böylece kalkıp gittiler. Nihayet gemiye bindikleri zaman, (O kul) gemiyi (bir balta ile delip) yaraladı.

Musa, ona şöyle dedi: "-Geminin içindekileri boğasın diye mi gemiyi deldin? Doğrusu çok büyük bir iş yaptın. " (Kehf: 71)

(O kul) " - Sen, benimle sabredemezsin, demedim mi?" dedi. (Kehf: 72)

Musa dedi ki: " - Beni, unuttuğum şeyle suçlama ve bu işimden dolayı bana bir güçlük çıkarma." (Kehf: 73)

Yine yürüdüler. Nihayet bir erkek çocuğa rastladıklarında (O kul) hemen o çocuğu öldürdü. Musa dedi ki: Tertemiz bir canı, bir can karşılığı olmaksızın öldürdün ha!.. Gerçekten sen çok kötü bir şey yaptın. (Kehf: 74)

(O kul): " - Sen, benimle asla sabredemezsin, demedim mi sana?" (Kehf: 75)

Musa şöyle dedi: " - Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık bana arkadaşlık etme. Hakikaten benim tarafımdan ileri sürülebilecek mazeretin sonuna ulaştım." (Kehf: 76)

(Bu sözü ile Hz. Musa, artık özür dileyecek hali kalmadığını anlatmak istemişti.)

Yine yürüdüler. Nihayet bir köy halkına varıp onlardan yiyecek istediler. Ancak köy halkı onları misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere bulunan bir duvarla karşılaştılar. (Hızır) hemen onu doğrulttu. Dileseydin, elbette buna karşı bir ücret alırdın, dedi. (Kehf: 77)(O kul) şöyle dedi: "İşte bu benimle senin aramızın ayrılmasına sebep olmuştur. Sana sabredemediğin söylerin iç yüzünden haber vereyim. (Kehf: 78)

Evvela gemi, denizde çalışan birtakım yoksullarındı. Ben, o gemiyi kusurlu kılmak istedim. (Çünkü) onların arkasında (her) sağlam gemiyi gasp etmekte olan bir kral vardı. (Kehf: 79) Bu halde Hz. Hızır fakir denizcilerin gemisini yaralamakla, kralın gemiyi gasp etme ihtimalini ortadan kaldırarak, fakir denizcilere iyilik etmişti. Hz. Hızır sözlerine devam etti.

Erkek çocuğa gelince onun, ana-babası, mümin kimseler idi. Bunun için (çocuğun) onları azgınlık ve nankörlüğe boğmasından korktuk." (Kehf: 80)

(Zira Hz. Hızır (a.s.) bu çocuğun ileri de zalim biri olacağını, temiz birer mümin olan ebeveyni ne karşı azgınlık ve nankörlük göstereceğini yahut çocuk sevgisi yüzünden ana-babasının manevi hayatlarının tehlikeye düşeceğini biliyordu. Allah bunu Hızır'a bildirmişti.) (Kehf: 81)

Devam etti: "Böylece istedik ki, Rableri onun yerine kendilerine, ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin."

Duvara gelince, şehir de iki yetim çocuğun idi; altında da onlara ait bir hazine vardı.

Page 112: Zigzag Zaman Gezmenleri

Babaları ise iyi bir kimse idi. Rabbin istedi ki, o iki çocuk güçlü çağlarına erişsinler ve Rabbinden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarsınlar. Ben bunu da kendiliğimden yapmadım. İşte hakkında sabredemediğim şeylerin içyüzü budur. (Kehf: 82)

Ayetler ve Buhâri'nin naklettiği hadis-i şerife dayanarak Musa (a.s.) ve Hızır kıssasını kısaca anlatmış olduk. Tekrar ayetlere dönersek.

(O kul): Evvela gemi, denizde çalışan bir takım yoksullarındı. Ben o gemiyi kusurlu kılmak istedim. (Çünkü) Onların arkasında (her) sağlam gemiyi gasp etmekte olan bir kral vardı. (Kehf: 79)

O gemide delik açmakla Hz. Hızır geminin gasp edilmesini engelledi. Gemiye yapılan zarar, karşılaşılması muhtemel olan büyük zarardan çok daha küçük olduğu için pek büyük ifade etmiyor.Gemi sağlam kalacak olsaydı, mutlaka zalim hükümdar ona el koyacaktı. Yani zarar ve şerri getiren iki hadise ortaya çıkarsa, en kolayı ve zararı az olan tercih edilir.

"Erkek çocuğa gelince onun, ana-babası mümin kimseler idi. Bunun için (çocuğun) onlara azgınlık ve nankörlüğü boğmasından korktuk. (Devam etti): Böylece istedik ki, Rablerini onun yerine kendilerine, ondan daha temiz ve daha merhametlisini versin." (Kehf: 80, 81)

Çocuk, henüz üç yaşını bitirmemişti. Fakat küfüre eğilimli ve kabiliyetli bir kimse idi. Sağ kalırsa ileri de ana-babasını bile azıtacak, onların küfre gitmelerine sebep olacaktı. Hz. Hızır'ın çocuğu öldürmesiyle hem çocuk hem de anne ve babası cehennemden kurtulacaktı. Diğer taraftan onun ölümünden duyacakları acıdan sevap alacaklardı.

Şayet olaya insanın basit ilmi anlayışı ile bakılmış olsaydı, çocuğun durumu böyle olmayacaktı. İslâm şeriatı hiçbir zaman böyle bir olaya onay veremezdi. Fakat Allah'ın ilmi anlayışı kulu zamanın belli noktalarında ortaya çıkarak olayları yönlendiriyor. Yine zaman gezmeni olan şeytan ve cinlerle zamansız savaşına devanı ediyor. Şer ve hayır gruplarının büyük silahı zaman yolculuğu bilimsel ve ilahi gerçekliğini koruyor.

NOSTRADAMUS

Nostradamus garip bir kişi. Dünya dışı uçları olan bir bilim adamı. Kimileri için "Dünyanın bilinen tarihi içindeki en büyük dehası", kimileri için "Tüm zamanların en berbat parlatanı." Günümüz bilim araştırmacıları onun ismiyle karşılaştıkları garip bir ürperti duyarlar. Nostradamus ortaçağın esrarengiz doktoru ve sihirbazı. Bilinmeyen karanlık güçlerin temsilcisi. Nostradamus uzmanlarının belirlemelerine göre ya şeytanın temsilcisi ya da şeytanın ta kendisi. Yazdığı şiirleri aracılığıyla sadece geleceği bildirmekle

Page 113: Zigzag Zaman Gezmenleri

kalmamış geleceği etkilemiş bir kişidir. Nostradamus'u modern dünyada ilk ciddiye alan Nazi Almanyasının liderleridir. 44'ler kehanetlerden büyük ölçüde yararlanmışlardır. Fransız Nostradamus araştırmacılarının en büyüğü olan Dr. Max de Fontbrane'de, Naziler gibi kehanetler üzerinde yoğun çalışmalarda bulunmuştur. 1938'de Xostradamus'un kehanetleri konusunda yayınlanan kitabında Almanların Fransa'yı istila edeceğini, daha sonra müttefiklerin Kuzey Afrika'daki zaferlerini, İtalya'yı işgallerini, Mareşal Petain'in kaybını, General de Gaulle'un muzaffer olarak Fransa'ya dönüşünü, Almanya'nın yenilip, ikiye bölünmesini yazmıştır. Naziler 1940'da Fransa'ya girdiklerinde kitap toplatılıp yasaklanmış ve yazarı da öldürülmüştür. Ve kehanetleri değiştirmek için harekete geçmişlerdir. (Kehanet biliminin yapısında değiştirilme mümkündür.)

Michel de Nostradame 14 Aralık 1503'te St. Remy'de Provence adlı Yahudi köyünde doğmuştur. Engisizyondan kurtulmak için Katolik mezhebini kabul etmiş görünüp Kabbala ve Tevrat uzmanı olarak yetiştirilmiştir.

Sekiz çocuklu bir ailenin en büyüğü olan Michel'i doktor dedesi yetiştirmiştir. Yunanca, Latince, İbranice, Arapça matematik ve astronomi öğrenmiştir. Avignon ve Montpelleir Üniversitesi'nde öğrenim görmüş, gençlik yıllarında dünyanın yuvarlak olduğuna inanan insanlardan biridir. Öğrenimini de tıp üzerine yapmıştır. 1525'de mezun olur olmaz akademiden ayrılmış gezici hekim olarak hayatını kazanmaya çalışmıştır.

O sıralarda Avrupa'da veba salgını baş göstermişti. Vebanın tedavisi için alışmadık yöntemler kullanarak büyük ün kazandı. Ünüyle birlikte akademik kariyerini gerçekleştirmek için üniversiteye geri döndü. 1529 yılında tüm eğitim sürecinden geçmiş bir doktordu ve tekrar yollara düştü.

1534 yılında Agen'da filozof Julius Esar Scaliger ile tanıştı. Ve onun malikânesinde yaşamaya başladı. Bu evde araştırmalarını en iyi şekilde yapabiliyordu. Evlenerek iki çocuk sahibi de oldu. Fakat kente veba ulaşıp karısının ve çocuklarının ölümüne sebep oldu. Bu olay Âriyerini çok büyük ölçüde sarstı. Kendi yanlarını dahi kurtaramayan doktor ne işe yarardı. Bu arada filozof dostuyla da kavga etti. Tekrar yollara düştü. Engizisyon dine karşı gelmek suçu ile onu "Şeytan" ilan etmişti.

Bundan sonraki altı yıl içinde Lorraine Venedik, Sicilya gibi şehirlere gitti. Buralarda araştırmalarına devam ediyordu. 1544 ile 1546 yılları arasında vebayla büyük bir savaş verdi. Bu savaşı kazanmıştı.

Nostradamus bundan sonra Ponsart Gemelle adında zengin bir dulla evlendi. Artık tıbbı bırakmış, kendini yazılarına vermişti. Evinin üst katında yoğun bir çalışmaya girişmişti. Bu çalışmanın ismi Prognostications (kehanetler)'di.

Daha sonra en büyük çalışmasını oluşturdu. Centuries adını verdiği bir kehanet koleksiyonu. Eser her bir yüz adet dörtlükten oluşan on kitap olacaktı. Bu ciltlerde zamanının ötesine atlayıp önemli olayları tek tek sembolik dil ve Kabbala'nın şifreli yazım yöntemlerini kullanarak aktaracaktı. Bu kehanetler konusunda çalışma yöntemi bilinmemekle birlikte, dörtlüklerin doğrulukları çoğu yerde kuşkusuzdur. Bu kadar büyük bir doğruluk yüzdesi yakalaması bizim için ilginçtir. Daha sonraki yıllarda kitaplarının

Page 114: Zigzag Zaman Gezmenleri

basımıyla ününü tekrar elde etti. Saray'a girmesini siyasi ve bilimsel imtiyazlar elde etmesini sağladı. İlginç yaşamı kendisinin daha evvel söylediği tarihte sona erdi. 12 Temmuz 1566 gecesinde dünyadan ayrıldı. Ve artık arkasında sadece gizemli ve bir dünya tarihi bırakmıştı.

TUTAN KEHANETLERİNE BİRKAÇ ÖRNEK:

l Temmuz 1559: Fransız kralı bir kılıç karşılaşmasında yaralandı. 10 gün sonrada öldü.

30 Ocak 1849: İngiltere kral I. Şarl idam edildi.

1666: Büyük Londra yangını.

1791: Fransız devriminin ileri gelenleri yeni bir takvim sistemi uygulamaya ve yıl olarak "l" rakamıyla başlamaya karar verdi.

16 Ekim 1793: Marie Antoinette idam edildi.

1804: Napolyon, Avusturya İmparatoru kızı ile evlenmek istedi.

1846: Neptün gezegeni keşfedildi.

20 Nisan 1889: Branauam Inn'de Adolf Hitler dünyaya geldi.

1936: Franco, İspanyol halkını ikiye böldü.

1938: Hitler, Avusturya 'ya girdi.

1939: II. Dünya Savaşı.

1941: Gaz odalarının kuruluşu.

1945: Hitler'in evlenmesi ve savaşı kaybedip sırra karışması.

1948: İsrail devletinin kurulması.

1954: Birleşik Arap Cumhuriyetinin kurulması.

1956: Britanya'nın dünya çapındaki egemenliği sona erdi.

1979: İran Şah'ın devrilmesi.

1990: (Saddam Hüseyin) Ortadoğu Arap liderinin tüm dünyaya kafa tutması,

- Komünist rejimin çökmesi.

- İki Almanya birleşti.

Page 115: Zigzag Zaman Gezmenleri

GELECEĞİMİZE DAİR SÖYLEDİKLERİ

1998: Kozmik devrin tamamlanması. Dünyanın sarsıntıya uğrayarak, yörüngesini kaybederek yeni bir yörüngeye oturması. Kutupların yer değiştirmesi.

2000: Avrupa-İtalya savaşı ilk baştaki yenilgilere rağmen Avrupa ordusunun kazanması.

2020: Atomik bir saldırı sonucu Roma 'nın yok olması.

2050 : SS devletinin tekrar kurulması. Nostradamus'un herkes tarafından doğruluğunun onaylanması.

2076: 4. Dünya Savaşı'nın başlaması. 25 yıl süren savaş sonunda çölleşmiş bir dünya.

2106: 4. Dünya Savaşı'nın sonu 1000 yıllık barış. Yüksek hayat düzeyi.

3750: 5. Dünya Savaşı.

3797: Son günün gelip çatması. Yeryüzü ve gökyüzünü yepyeni bir çehreye bürünmesi. Ölümün ölümsüzlüğe dönüştüğü dönem.

Page 116: Zigzag Zaman Gezmenleri

ZAMAN GİZEMLERİ

"Eğer dileseydik;

bazılarını tam oldukları yerde (uzayda)

DONDURUVERİRDİK de (zamanda)

NE İLERİ gidebilirlerdi;

ne de GERİ dönebilirlerdi.

Biz kimin ÖMRÜNÜ UZATIYORSAK

yaratılışta onu TERSİNE de ÇEVİRİYORUZ.

Onlar hâlâ akıllanmayacaklar mı?"

Yâsîn: 67-68

Page 117: Zigzag Zaman Gezmenleri

ZAMAN BOYUTU

Uzay ve zaman en önceden ayrı ayrı kavramlar olarak düşünülüyordu. Çünkü zamanı saptayacak hiç bir "Sabit" bulunamamıştı.

Bu nedenle Sir İsaac Newton, bazı şeylerin mutlak bazılarının da izafî (göreceli=relativ-rölatif) olarak ikiye ayırmıştı. Gravitasyon denen çekim gibi rölativite teriminin de isim babası Newton'dur.

Zorunlu olarak dayanacağı bir nokta, başvuracağı bir referans bulamayan herkes her şeyi kendine "Göre" tanımlar(örneğin ölçer.)

Britanyalı Newton'dan sonra Birleşik Amerikalı Michelson ve Morley, Esir denen bir ortamı ararken, ışık hızının ölçümüyle ilgili bir dizi deney yapmaktaydılar.

Bu klâsik önyargı uyanca "Işık hızının değişik" olduğunu sanarak yaptıkları deneylerde, Esir'i bulamamışlardı ama ne yaparlarsa yapsınlar ışığın her yönde sabit ve değişmez bir değeri olduğunu bulmuşlardı: Saniyede yaklaşık 300 bin km.Bu Newton'un dayanmak için aradığı sabitti ama ne var ki, Newton çoktan ölmüş, yerine yiddiş Einstein göz dikmişti.

İşte, ışığın bu değişmez hız (SABİT) değerine sahip olması Einstein'm aradığı eşsiz fırsattı. Zira Evrende değişmeyen tek şey ışık hızıydı.

Böylece Özel görecelik teoremi doğuyordu.

Evrende her şey bir diğer şeye karşı sabitlik olmadığı için belirsizlik yaratıyordu ama şimdi ışığın sabit olmasıyla artık her hareket ışık hızına göre değerlendirilebilir, ölçümlenebilirdi.

Zamanın bu durumu onun boyut olduğunu göstermektedir. Boyut bir yöne uzanımdır. Nokta uzanamadığı için boyutsuzdur Tek boyut uzunluktur, iki boyut alandır ve üç boyut hacimdir.

Bu üçü cetvelle ölçümlenebilir olduğundan "Mekân-yer koordinatları" olduğunu söyleriz.Mekânın bir hızı olmamasına karşılık zaman boyutunun saniyede 300 bin kilometre aktığını ve bu yüzden öteki mekân boyutları gibi cetvelle ölçülemeyeceğini söyleyebiliriz.

Bu demektir ki ışık hızıyla eşleşen "Zaman' ışık hızının değişmezliğine karşılık kendi akışını bu hıza uyarladığımız ölçüde yavaşlar ya da hızlanır.

Yavaşlayan ve iyice genleşen bir zaman boyutu cetvelle ölçülemez, saat ile ölçümlenir.

Oysa bir uzunluk, bir alan (yüzey) ve bir hacım (Oylum) elle tutulur-gözle görünür "Cetvel" ile rahatlıkla ölçülür.

Elle tutulan, gözle görülen her şey (Müşahhas obje, reel, âlem-i şahadetten olduğundan)

Page 118: Zigzag Zaman Gezmenleri

somuttur. Dolayısıyla cetvel (Eşel) ile ölçebildiğimiz ve her bir yerine ileri-geri gidebildiğimiz mekânın üç boyutu SOMUT BOYUTtur.

ZAMAN BİLMECESİ

BÖYLECE "Zamanın" bir boyut hem de SOYUT BOYUT olduğunu anlarız.

Bir yerde bulaşacağımız kişiye "Zaman" randevusu vermezsek, onu ömür boyu beklemeye mahkûm edebiliriz. "Yarın ya da öteki hafta, şu saatte, şu mekânda" buluşmamızı (zaman ve yer ile) birlikte belirtmemiz gerekir.

Bunun için, uzay-zaman dört boyutlusu ortak bir ölçüm sistemidir.

Bir uçak pilotu yer koordinatlarını bildirerek "şu enlemde, şu boylamda ve şu yükseklikteyim" diye konumunu bildirmesi hiçbir şeye yaramaz. İniş zamanını da belirtmelidir ki biz onu pratik yaşama sokabilelim.

Üç yer koordinatı somuttur. Yani şu uzunluk, şu santimetrekare, şu metreküp diyebiliriz. Ama uzay modellerinde gördüğümüz gibi mekânın da soyut uzayları vardır.

Gerçekte evrenin dev ölçeklerde somut değil soyut bir uzay olduğunu Alman Gauss' un bulduğunu ve bunun sayısız modelinden doğası için gerçek ve geçerli olduğunu onun öğrencisi Alman Riemann'ın en iyi modelle anlattığını anımsayalım.

Riemann'ın soyut mekân boyutlarının zamana uygulamasını ise Avusturyalı Hermann Minkowski yapmıştır. Bizim matematikte hayalî sayılar dediğimiz "Soyut, mücerret, imajiner ya da Kompleks, karmaşık" sayılardan birini √-l kullanan Minkowski zamanın yeni ve dördüncü bir boyut olduğunu ilk kez ortaya koyan kişidir. Minkowski aynı zamanda Einstein'ın lise matematik öğretmeni olup, Einstein'a "Tembel köpek" lâkabı takmasıyla bilim espri literatürüne geçmiş bir dehadır.

Einstein ise intikamını çok fena hâlde alacaktı:

Einstein, birleşik Uzay-zaman dört boyutlusunu gündeme getirirken, uzayı Riemann'ın modelinden; zamanı da öğretmeni Minkowski'den alarak bunları birleştirdi. Böylece Einstein'ın uzay-zaman dört boyutlusu ortaya çıkıverdi ve dillerden düşmedi!Riemann'dan çaldığı "YER-UZAY" modeline eklenen Minkowski zaman boyutu bir cetvel gibi uzunluk değildi. Üçü en, boy ve yükseklik diye tanımlanan "Yer, mekân, uzay" koordinatları olarak birbirine çevrilebilirdi ama SOYUT BOYUT olan zamana dönüştürülemezdi.

Böylece uzay ve zaman boyutlarını birbirine dönüştürmek yerine bir arada düşünmek fikrinden yola çıkan Einstein, evren denilen ortamın bir uzay-zaman örgüsü olduğunu uzlaştırdı.

Uzay ve zaman kavram olarak aynı şey değildi ama birbirinden ayrılmıyorlardı. Et-tırnak

Page 119: Zigzag Zaman Gezmenleri

gibiydiler:

Mekân sabit ve somut; zaman değişken ve soyuttu. Zaman bir uzunluk boyutu olmasına rağmen "Madde" ötesinde olup, bildiğimiz fizik varlık (Madde) kategorisinden değildir Oysa mekânın üç boyutu bir cetvel kadar somut, elle tutulur gerçektir.

Bulunan zaman boyutu ise sayıyla anlatılamaz:

Örneğin "Saat üç" derken, bu soyut bir saattir, "üç tane kol saatidir" demek değildir.Zaman efekti, madde ötesi bir kavramın maddeye dolaysız bir etkisidir. Bunun için zamanın hızının sabit olmasının bulunması "Esir=Ether" denen ışık dalgalarına destek olan ortama karşı tutulmamalıdır. Çünkü Esir Planck sabitinin ötesinde kalan "Nûr'un matematik tanımıdır ki mekânda bir yeri, oylumu yoktur.

Oysa ışık "Nur" değil "Nâr" kategorisinden olup, mekânda sabit bir yeri vardır.

BOYUT OLARAK ZAMAN

Zaman=esir ise bu "Mekânda" bir yer, bir oylum tutmaz, sadece mekâna eşlik eder.

Böylece zamanın hem boyut olduğu hâlde öteki boyutlar gibi sabit değil; değişken bir boyut olduğunu ve tüm bunlardan sonra "Zamanın bir boyut enerjisi" olduğu doğrulanacaktı.

1. ZAMAN BİR BOYUTTUR

Öteki boyutlara uyumunun orantılı olmasıyla zamanın bir boyut olduğu kesinlikle doğrulanmıştır.

Örneğin evrenimizin dev boyutlarına uygun olarak 20 milyar yıl gibi bir ömrü vardır. Ya da güneşimiz o kadar büyüktür ki, 55 milyon yıllık ömrü olduğunu biliyoruz.Ancak, örneğin nötron gibi minik yapılarda zaman da kısalmaya başlamaktadır. Nötronun ömrü atom başına alındığında 13 dakikadır.

Atom altı ölçekte ise inanılmaz bir mekân küçülmesiyle birlikte buna uyum gösteren bir "Zaman küçülmesi" doğar ki zamanın bir BOYUT olduğunun ispatıdır.

Zaman, uzay boyutlarına paralel olarak, süreç itibariyle büyür ya da küçülür. Balinalar ortalama beş asır yaşarlar. İnsanlar 75 yıl, mikroskobik böcekler iki gün, Güneş 4,5 milyar yıl, evren 12-20 milyar yıl ömre sahiptir. Bunlar makro âlemdir. Mikro âlemde ise milyarlarca yıl yerine milyarda-bir hatta trilyarlarda-bir saniyeler "ömür" oluverir.

Atomaltı taneciklerin bir kısmının ömrü gözlenemeyecek kadar yetersizdir ve bu nedenle onların parçacık değil; rezonans olduklarına hükmederiz.Eğer bu mini parçacıklardan biri güneş kadar büyüyebilseydi, görecektik ki, o da aslında 5

Page 120: Zigzag Zaman Gezmenleri

milyar yıl gibi dev bir ömre sahip: Ya da biz o mini parçacıklardan biri kadar küçülseydik, 75 yıllık ortalama ömrümüzden daha uzun yaşadıklarını görecektik. Zaman boyutlar küçüldükçe kısalır ve küçülür. Bu uyumu zamanın boyut olduğunun ispatıdır.

2. ZAMAN DEĞİŞKEN BİR BOYUTTUR

Zamanın boyut olmaktan öte değişken bir boyut olduğunu da açabiliriz. Mekânın sabit boyutlarına karşılık, zaman boyutunun değişkenliğinin kanıtları vardır:

Kozmik ışınlar (Hiperon kuantlar=Şuvaz, Nuhas ve şıhab gibi cinlere ölümcül mermi olan kozmik primer, sekonderler) boyut değişmezliğine örnek ve kanıttır.

Bu kozmik ışınların yarı ömür sürecinin değişmezliğini örnek olarak verebiliriz. Yarı-ömür değişmez bir fiziko-matematik kuralıdır. Öyleyse ömrü salisenin milyarda-biri olan bir takım parçacıkların, Güneş ya da Ay'dan yola çıkınca dünyaya ulaşmamaları gerekmektedir.

Örneğin Eta=E parçacığı, Sigma= Σ parçacığının yan ürünüdür. Doğmasıyla ölmesi bir saniyenin 0,000000000000001'i gibi bir zamanda olur.

Dolayısıyla böyle bir parçacığın uzaydan dünyaya hiç ulaşamaması gerekirken, dünyada bu parçacıklara rastlanılıyor ve gözlenebiliyor!

Bunun açıklaması rölativitedeki "Zaman gençleşmesi" ile açıklanırsa buna şaşırmayız ve onun ışık hızında "Genç kaldığını" görmüş oluruz. Onun ömrünün matematik gerçek olmasına ve değişmezliğine karşın, burada değişenin sadece ZAMAN olduğunu ortaya akar.

O halde değişen uzay değil; uzaydaki zamandır.

Zaman, uzayın farklı bölgelerinde ve bir olayın başı ile sonunda ayrı hızlarda akarak değişken bir boyut olduğunu ortaya koymaktadır. Değişen mekân değil, zamanın akışıdır. İşte rölativite teoremi bize bunu açıklamaktadır.

3. BOYUT ENERJİSİ OLARAK ZAMAN

Kur'an-ı Kerim'deki ayetler Rölativitenin değişkenliğini, "Allah'ın bir gününün bizim bin yılımız olduğu" ve bir başka kâinat katındaki bir günün 50 bin yıl olduğunu Zaten vermektedir. Üstelik bu ayetler aynen Tevrat ve İncil'de de yer almaktadır.

Buna göre ne zaman bir takvimdir ne de Rölativite olaylarda yaşanır. Doğrusu, zaman bir değişken soyut bir boyut enerjisidir ve rölativite evren şartlarında yaşanır.

Zaman, fizik etkilerin değişkenliği rayı üzerinde bir sıra dizgesidir. Ray sabit; fakat trenin hızı değişkendir. Bu ray olan boyuta mahkûm tren yani dinamik etki bu değişkenliğini zaman sayesinde kazanmaktadır.

Page 121: Zigzag Zaman Gezmenleri

Etki denen o yaratıcı rızkımız, kuant bölgesinde çekim; manyetizma, çekirdek kuvvetleri ve zaman kuvveti enerjileriyle birlikte evrenimize giriyordu.

Öyleyse aynı zamanda bir soyut enerjiydi, zaman:

Öğretimizin önceki kuşak ve pek çileli Şeyhülislamlarından (Zaman Şerifi=K.M.Allein) Kozirev, zamanın canlılarca rızk diye çekilen bir boyut enerjisi olduğunu, neden ucunda ağır; sonuç ucunda hızlı aktığını laboratuarda terzion balans ile kanıtladı.

Bu inanılmaz bulgunun geliştirilmesi ve evrenselleştirilmesi görevi ekibimize tevdii edildiğinde, önce zamanın gerçekten sadece bir uzunluk değil ışık hızının karesi ile gösterilen "300.000 x 300.000 kilometrekare-bölü-saniye kare" bir yüzey enerjisi olabileceğini varsayarak bunu kanıtladık.Çünkü bu sırada canlıların vücut ve özellikle parmak ucundan yayılan ve hiç bir enerjetik dalgaya benzemeyen, biyo-elektro-manyetik aura plâzmasının "Kirlian fotoğraflarını" incelediğimizde, yayılan enerjinin renk ve biçiminin "Zaman enerjisi" soğurduğunu tespit ettik. Örneğin ölmekte olan bir hücre, komşu mikroorganizmalara yüksek bir morötesi ışıma yayarak, son nefesini veriyordu, yani ışıma bitiyordu. Diğerleri ise bundan büyük bir ölüm korkusuna kapılıp, panik yapıyorlar, bu yüzden de zamanlarını son derece hızlandırıyorlardı.Kirlian ışıması, zaman enerjisi ile "Nefsin kalıbının ışımasının birbirine girişim yapmasından" ibaretti!

Nasıl ki bir kâğıdın altına koyduğumuz mıknatıs, kâğıdın üzerindeki çok küçük demir tozlarım, kendi manyetik alanına göre diziyor ve bize bu alanın akı çizgilerini gösteriyorsa, aynı şey "Zaman enerjisi için de geçerli" olmaktaydı.

Mıknatısın dizdiği demir tozları, bize iki boyutlu görünür.

Çünkü kâğıdın yüzeyi iki boyutludur. Ama aslında o üç boyutlu olarak dizilmektedir. Aynı mantıkla, zaman enerjisinin iki boyutlu km. kare-bölü-saniye kare kavramında kalamayacağını anladık ve zaman küpü "Chronospher = ZAMAN KÜRESİ" kavramını yakaladık. ZAMAN, soyut mekânın üç Kartezyen koordinatıdır. Bu uzay modelinde zaman, (Evrendeki somut en, boy, yükseklikten oluşan bildiğimiz bu mekânın soyut negatifi olan eksi boy, eksi yükseklik gibi sıfırdan küçük mekânıydı. (-x,-y,z)

Bunun anlamı, imajiner (Örneğin ölüm sonrası ya da doğum öncesi) eksi bedenimizin orada kapsadığı oylum, hacim, saha, mekândır. Öyleyse Minkowski'nin √-1 ile gösterdiği zaman, aslında oradaki bir mekân boyutudur.

ZAMANIN GECİKMESİ

AĞIR bir cisim uzaya gömüldüğünde, yalnız uzayı değil; zamanı da büküyordu. Böylece ışık bu çekim etkisinde "Gecikiyor", yoluz eğriliyor, uzuyor, daha çok zaman kaybediyordu.

Page 122: Zigzag Zaman Gezmenleri

Buna ışığın gecikmesi denmektedir. Işık kaynağından çıkıp gözümüze doğru gelirken, bandığı bir kütle yöresinde çekimin şiddetiyle orantılı gecikmektedir.

Evrenin her nesnesinin hızı birbirinden farklıdır. Ama ışık hiç azalmayan, çoğalmayan sabit bir sürattir. Tastamam saniyede 300 bin km. olan bu hız evrenin "En büyük ve hiç değişmez" hızıdır.

Evrende böyle sabit bir şey olması Rölativite yani Görecelik teoremini oluşturmuştur. Zira evrendeki bütün olaylar bu değişmez ışık hızına "Göre" ve "Bağlamda" ölçüldüğü için, teoremin adı "Görecelik" ya da "Bağıllık" diye açıklanmıştır.

Işık hızı , aynı anda "Zamanın Akma Hızı'dır.

Nasıl ki, ses duvarı varsa, böyle bir ışık ya da ZAMAN DUVARI da vardır. Biri hareketli; diğeri hareketsiz olan iki özdeş nesneden hareketsiz olan erken yaşlanır.

Cisimler hızlandıkça geç yaşlanırlar, yani genç kalırlar. Örneğin ışık hızına çok yakın bir hızda yaşıt olduğumuz biriyle aramıza bir yıla karşılık 14 yıl girer. Işık hızında bir yıl yaşayan biri, normal yaşayan "YAŞITI"ndan 14 yıl daha genç kalır.

Eğer bu iki yaşıt 20 yaşındaysa; hızlı olan bir yıl sonra 21 yaşına, normal olarak dünyada yaşayan ise 34 yaşına gelmiş olacaktır, daha kolay anlaşılsın diye, bundan sonraki deneylerimizi "İkiz" bir kardeşimiz varmış düşüneceğiz.

İKİZLER ÇELİŞKİSİ

BAŞLIĞIMIZDAKİ ikizlerden birini yüksek hızla güneşe gönderelim. (*) Şimdi biz hareketli ikizi temsilen güneşe giderken, hareketsiz yani dünyada kalan ikizimiz de güneş banyosu yapsın.

(*) Bilindiği gibi ikiz kardeşler (en fazla saat farkıyla) yaşıttırlar. Bu yüzden zihinsel deneylerimizi biri 'Hareketli" diğeri "Hareketsiz" ikizler üzerinde kurmak klâsik fakat güzel bir ifadedir.

Saatlerimiz birbirine ayarlıdır ve tam 12.00'dir. Biz güneşteyken saat tam 12.00'de birden güneşin kararıp, söndüğünü gördüğümüzü varsayalım.

Bunu anında bildiriyoruz. (Ama radyo dalgalarıyla değil! Radyo dalgaları da ışık hızıyla kısıtlı olduğundan ışık gibi yine 8 dakika gecikecektir. Bu yüzden ikizlerde pek rastlanan "Telepati" ile haberleştiğimizi, anında mesaj göndereceğimizi varsayacağız. Böylece telepati ile anında Güneşin söndüğünü bildirdiğimiz an, dünyadaki ikizimiz bunu doğrulayamaz ve inanamaz. Çünkü güneşten çıkan son ışınlar daha 8 dakika boyunca

Page 123: Zigzag Zaman Gezmenleri

dünyaya gelmeyi sürdürdüğünden, dünya hâlâ aydınlıktır.

Öyleyse güneşin karardığını ancak 12.08'de doğrulayacak ve bizimle mutabakat yapmış olacaktır. Dikkat edilirse burada iki taraf da haklıdır!..

Bu demektir ki, güneşin tam şimdi bize ulaşan ışınları, 8 dakika önceki mazinin "Geçmişteki" tarihi bir ışımasıdır. Çünkü ışığın hızı sabittir ve ne azalır, ne çoğalır. Güneş Dünya arasındaki 150 milyon kilometre aralığı saniyede 300 bin kilometre hızla kat edeceğinden gün ışığının yeryüzüne ulaşması 8 dakika boyunca sürmektedir. Bilim dilinde tanım, "Güneş bize 8 ışık-dakikası uzaktır" biçimindedir. Bunun gibi ışık saniyesi, ışık yılı da vardır.

Öyle uzak yıldızlar vardır ki, ışığı bize binlerce yılda gecikerek gelmektedir.

"Şimdi" gördüğümüz bir yıldız belki çoktan yok olmuş, yerinde yeller esmektedir. "Mevakiîn nücûm =Yıldızların yerleri" Vakıa 76 ayetinin birçok sırrından biri olarak gördüğümüz yıldızın kendisi değil, ışığıdır.

Biz evrenin uzaklarına bakmakla milyonlarca yıl önceki geçmişini görmekteyiz. Şimdiki zamanını değil!..

Sözgelimi ışığının bize ancak 1414 yılda ulaştığı bir yıldızın yaşanabilir bir gezegeninde ileri teknolojiye sahip olduğumuzu uydu yayınlarındaki gibi her ayrıntıyı görebildiğimiz bir ekran ve teleskop ile dünyayı gözetlediğimizi düşünelim:Önümüzdeki ekranın takvimi 1994 yılını göstersin: Dünyadan bize ışınlar 1414 yılda geleceğinden, 1994-1414=580 yılını yaşayan dünyayı göreceğiz.

O çağda Roma imparatorluğu parçalanmıştır. Göktürk devleti vardır ve müstakbel Resûlullah (S.AS) efendimiz henüz 9 yaşındadır.

Resulullah'ın ekrana yansıyan ışıkları kendi yaş dönemine ait olacaktır.

Böylece öldü ya da geçmişte kaldı dediğimiz her şeyin geçmişin ekranize edilmesiyle dipdiri yaşadığını görmüş oluyoruz.

Bu aynı zamanda kaderin değişmezliğinin ve bizzat kaderin tanımıdır.

Eğer 1994 yılının dünyasını görmek istiyorsak, daha 1414 yıl beklememiz gerekmektedir. Yani 3408 yılındaki bir uzak torunumuz günümüzün dünyasını izleyebilirdi.

Biz güneşimizdeki bir değişikliği 8 dakika sonra bir yıldızdaki gözlemci 8 yıl sonra, bir uzak galaksideki gözlemci ise 8 milyar yıl sonra görecektir.

Oysa olay bir tek fenomendir.

Page 124: Zigzag Zaman Gezmenleri

ZAMANIN TUZAKLARI

DEMEK ki, evrende "BİR TEK" olay oluyor ve bu olaydan uzaklığımıza göre "AYRI AYRI" algılıyoruz. Güneşin sönmesi "TEK OLAY"dır. Fakat bu dünyada 8 dakika sonra; komşu yıldızda 4 yıl 4 ay sonra, uzak bir yıldızda 1400 yıl sonra ve komşu galakside yaklaşık üç milyon yıl sonra gözlenir.

Bütün gözlemciler haklıdır. Tek somut olay binlerce soyut olay haline gelir. Çünkü zaman SOMUT değil; SOYUT bir boyuttur. MUTLAK olan ışık hızıydı ve onun karşısında hiç bir şeyin mutlak olmaması gerekiyordu.

Nitekim cisimler hızlanmaya başladıkça mutlak sandığımız değerleri değişmeye başlıyor, evrendeki her kalıcı sandığımız değer, ışık hızına yaklaştıkça değişikliğe uğruyordu.

Her şey çekim ve bunun eşdeğeri ışık hızıyla değişebiliyordu. Örneğin hızlı giden ikizin saati, yavaş gidenden geride kalıyor; boyu gittiği doğrultuda kısalıyor ve ağırlığı ötekinden üç misli artıyordu.

Örneğin ışık hızının % 99 küsuru kadar hızlı giden ikizimizin zamanı bizden 14 kez yavaşlar. Bu demektir ki, o bir yıl yaşlandığında biz 14 yaş almış olacağız. Tüm bu çelişkiler "Zaman, uzunluk ve ağırlık" gibi sabit sandığımız kavramların "Pek büyük, çok yüksek hızlarda" değiştiğini gösteriyordu.

Işık hızına yakın bu hızla giden ikizimizin boyu yarı yarıya kısalmış olacaktır. Elindeki cetvel bir metre iken 50 santime inecektir. İkizimizin ağırlığı üç misli artar: 75 kilo ise 225 kilo olur.

Öyle bir saydam sistem yapalım ki, ikizimiz olduğu yerde ışık hızıyla dönsün ve biz bu saydam sistemi dışarıdan bakınca görelim. O zaman bu garip değişiklikleri fark edebilirdik.

Aslında o saydam sistem içindeki ikizimize göre kendi halinde bir değişiklik olmamıştır. Yani içinde bulunduğu sistem de kendisi ile orantılı olarak paralel bir değişime uğramıştır.

Sistemi oluşturan atomların da boyları kısalmakta, kütleleri büyümekte ve zamanları ağır geçmektedir, bir olağanüstülük sezemez. Fakat o şeffaf sistemdeki ikizimiz başını çevirip bize bakacak olursa herhalde çıldırdığını sanacaktır:

Çünkü bizim boyumuz iki misli uzamış, enimiz ise daralmış ve bir makarna ipliği gibi çekilmişiz. 75 kilo isek 25 kiloya hafiflemişizdir.Hareketlerimiz bir "Şarlo" filmi gibi hızlı çekini seri ve çabukluğuyla olmaktadır.

Kolumuzdaki saat delice hızla dönmekte, zamanımız hızla akmakta, sakallar çabucak uzamakta, saçlar ağırmakta, hızla yaşlanmaktayız. Enerji yaratıklar da (Cinler) bizi böyle görmektedirler.

Aslında her iki taraf da haklıdır. Çünkü her sistem öteki sistemi kendi değerleriyle

Page 125: Zigzag Zaman Gezmenleri

ölçümlediğinden "İkizlerin çeliştiğini" görür. Bunu Rölativite "Bütün gözlemcilerin gördüğü gerçektir" biçiminde bir aksiyom (belit) ile uzlaştırmıştır.

Özel Relativitenin bu aksiyomu bir tek olayın mesafeye ve hıza bağlı olarak her gözlemciye göre ayrı ayrı göründüğünü, gözlemcilerin çeliştiğini ve her gözlemcinin haklı olduğunu göstermektedir.

O halde evrende her şey birbirine Relatif "Göreceli" dir. Özellikle "Zaman" çelişkisi bize çok şaşırtıcı gelmektedir.

Çünkü ikizlerin her birinin 20 yaşında olduğunu düşünürsek, hızlı giden ikizin on yılına karşı; yani 30 yaşına gelmesinde öteki normal olarak dünyada kalan ikizin 140 yıl yaşlandığını yani 160 yaşına gelip çoktan öldüğünü ve onun çocuklarının, torunlarının bile bizden daha yaşlı olduğunu görürdük.

Rölativite (izafiyet, görecelik) ve zamanın Soyut değişken bir boyut olması Allah'ın önceden bildirdiği bilimsel gerçeklerdendir.Maddede enerjiye geçmenin fazları vardır ve hızlandıkça bu fazlar da belirsizleşir, bulutsu bir hal alır. Buluttan kasıt, "Yerleşik dalga" hâlindeki "kararlı enerji bulutu"nun belirsizlik ilkesindeki tanımıdır.

Maddeyi hızlandırmak için verdiğimiz itici enerji, ışık hızına doğru onu hızlandırmaya kullanılır, fakat bu hıza yaklaştıkça artık onu hızlandırmakta az etkili olur. İtme enerjimiz doğrudan maddenin kendi kütlesine katılır ve onu ağırlaştırır.

Bunun için çok hızlı giden ikizimizin ağırlığı bizimkinin üç misline çıkmaktaydı. Bu sırada ikizimiz artık çok az madde, fakat pek çok "Enerji" bir insan olmuştur.

Hızlanan şey madde özelliğini yitirerek, enerji denen temel yapısına dönmeye yüz tutar.

CİNLERİN ZAMANI

ARTIK bu enerji istediği manyetik biçime girebilir, böylece bir "Enerji insan" ortaya çıkar.

İşte "Ateşten" yaratılmış "Cinlerin sırrı" da onların enerji-insanlar olarak çok hızlı hareket etmesinden doğmaktadır. Onların zamanı yavaş akmaktadır. Aramızda bu "İkizler çelişkisi" vardır.

Cinler bizden daha geç yaşlanmaktadır. Yani bizim 14 yılımıza göre bir yıl yaşlanırlar. 70 yıl yaşayan biri Enerji-insan (Cin) bize göre 980 yıl yaşamıştır.

O Çin'e göre de bizim ömrümüz on yıldan azdır. Çünkü bizim zamanımız çok daha hızlı geçmektedir. Bizimle "Çağdaş" böyle biri ener-ji-insan aslında Selçuklu hakanı Alparslan ile yaşıttır. Dolayısıyla dünyada olup bitenleri çok iyi bilmektedir. İnsanları (Falcı, müneccim gibi) bir kandırma aracı olarak kullanıp, onlara doğru bilgileri sonunda şeytanlığını yapmak için, nakledebilir.

Page 126: Zigzag Zaman Gezmenleri

Cinler ile insanlar arasındaki bu ikizler çelişkisi, aynı zamanda madde ile enerji arasındaki ikizler çelişkisidir. İki taraf da haklıdır. Bir cin de 70 yıl yaşadığını düşünmektedir. İnsanoğlu da...

Fakat zamanın akma hızı farklı olduğu için bu çelişki doğmaktadır.

Cinler'in "Ateş" yani enerjiden yaratıldığını birçok ayet bildirmektedir. Dolayısıyla onların hızlarının da enerjiye eşit akması gerekmektedir.

Cannı; (cinleri) de yalın ateşten yarattı (Rahman -15). Cannı da; daha önce nüfuz edici ateşten yarattık (Hicr - 27).

Bir yandan da kütleleri olduğu için "Maddi"dirler: Böyle bir tanım elektronlar düzeyinde de vardır.

KUR'AN'DA ZAMAN

YERLEŞİK bir madde-dalgası olan elektronlar, eğer ışık hızının %99'una kadar hızlanırlarsa, (Bir atom çekirdeği çevresine yerleşmişken hızlandırılan elektronlara katot ya da beta ışınları diyoruz) hem parçacık hem de dalgacık olma özelliklerini korurlar. Bu hız da bir saniyede dünyanın çevresini yedi kez dolaşır.

Kur'an'da Nemi Suresinde cin-şeytanların hızına ilişkin önemli ipucu vardır: Hz. Süleyman, pek uzaktaki Sebe Melikesi'nin tahtını getirmek istemektedir. Bu fikrini açtığında, onun emrine verilmiş cinlerden biri gönüllü olur: (Neml-39).

"Cinlerden bir ifrit: Sen yerinden doğrulmadan önce ben bunu (tahtı) sana getiririm. Mutlaka ben, buna gücü yeten ve güvenilir biriyim."Fakat "Kitabî bilim verilmiş imanlı biri (Hızır) aynı işe talip olur: (Neml-40)"Ben... onu (tahtı) sana gözünü kırpmadan getiririm..." Daha bu sözü söylerken gerçekten de taht hemen orada peydah olur.Zira Hz. Hızır'ın teknolojisinin zamanda geriye giderek, geçmişte o işi başarıp, sonra anında geri dönerek tahtı var ettiğini izleyeceğiz.

Bu olayda, bir kaç nokta çok Önemlidir: Birincisi, doğal olarak Cinlerin hızlı olma yeteneği; ikinci olarak RÖLATİVİTE teoremi, önceden bildirilmiştir.Üçüncü ipucu da "Bilim sahibi" birinin bilim yöntemleriyle cinlerden de hızlı olabilecek tekniğinin olduğunu görüyoruz.

Çünkü olaydaki cin, "Doğrulmadan önce" fakat Hz. Hızır, "Gözünü kırpmadan" aynı tahtı getirebileceklerini söylemektedirler. O halde Cinlerin hızı "Işıktan düşük"tür.Bu da hızlandırılmış elektronların süratine eşittir, ışık hızına çok yakın olmasına rağmen hızlanıp durulabilen bir hızdır. Oysa ışık hiç yavaşlamaz, hep aynı süratte seyreder.

Kur'an'ımızda, ZAMAN kavramı tek değildir. Zaman yanında, hayat süre, süreç karşılığı,

Page 127: Zigzag Zaman Gezmenleri

Ömür, mühlet, vade, vakit gibi terimler de bulunur.

İlgili ayetlerden, RÖLATİVİTE kendiliğinden ortaya çıkmaktadır: Zamanın değişken bir boyut olması yüzünden, "BELLİ BİR ÖMÜR" içinde "ZAMAN AŞIRI" sürelerde geçebiliyor.

Ayetlerden, "Dünyadaki zamanın" yani "Evren takvimimizin", kâinat ötelerinde "Çok kısa", kaldığını görüyoruz. Bu kozmik zaman'a oranla "Dünyadaki ve kabirdeki toplam süre" günün bir saatinden bile az gelecektir.(Yunus-45)

"Sanki günün bir saatini aşmamışlar gibi, Allah'ın tümünü mahşere sevk edeceği gün, yüz yüze gelecekler."

Ebediyet kavramının yanında dünya ve ölümle-kıyamet arası süre, çok kısa bir an tutacaktır.

Özellikle yeniden dirilişe inanmayanlar için zaman azabı uzayacak, dünyalık zamanları da çok kısa olacaktır.

Bu ters orantıya göre, inanmayanlar "Dünyada kaç yıl kaldınız?"sorusuna, yanlış zan ile cevap verecekler, üstelik meleklerini de tanık gösterecekler: (Mü'minûn-113)

"Bir gün ya da daha az kaldık, istersen sayanlara (meleklere) sor."

"Allah buyuracak: Ancak, pek az kaldığınızı cidden bilmiş olsaydınız." (Mü'minûn-114)

Aynı işaret Rûm-55'de de vardır: Nâziat-47'de dünya-kabir süresinin "Akşamın alacası ya da sabahın ağırması kadar" ÇABUK geçtiği zikredilir.

Tur-9'da ise "... O gün Gök'ün akış hızı öyle artacak ki..." buyrulur.

SENKRONİZE ZAMAN

ŞİMDİ ikizimizi dünyaya bırakıp, on yıl boyunca ışık hızına çok yakın bir hızla uzaya ^idip geri dönelim. Döndüğümüzde dünyada 140 yıl geçtiğini göreceğiz. Yani yaşarken bıraktıklarımızın tamamı mezardadır. Yeni her i şey harabe olmuş yerine ileri uygarlık yapıları konmuştur. Karşılaştığımız bu uygarlık torunlarımızın uygarlığıdır. Biz böylece geleceğe geçmiş bulunuyoruz.

Oysa şimdi bunu okuyan bir okur, "Değil torunum; daha çocuğum bile yok" diye düşünebilir.

Ama biliyoruz ki, ileride genelde çocuklarımız ve torunlarımız olacaktır. Günü gelince bu plân yerine getirilecektir. Bu plân ve program bize "KADER"in göstergesidir.

Page 128: Zigzag Zaman Gezmenleri

140 yıl sonraya geçtiğimizde daha doğmadığını düşündüğümüz torunlarımızla buluşuruz. Onlar da şaşkındırlar. Çünkü onlara göre biz 140 yıl önce ölmüş iskeletleriz!Bizim onları doğmamış torunlar; onların da bizi çoktan ölmüş dedeler olarak düşünmesi gösteriyor ki, gelecek hazır ve nazır olarak bizi beklemektedir.

KADER önceden bellidir ve çizilmiştir. Geçmiş her an yaşanmakta; gelecek de...Dede-torun iki gözlemcinin gördükleri gerçektir. Ölü dede ile doğmamış torun zamandaş (Senkronize) olmuşlardır. (Mahşerde de herkes çağdaştır)

Çünkü bizim geleceğe geçmemizi sağlayan fizik kavram, "Bire-bir eşdeğerlilik ilkesinin bire-iki, bire-oniki (ve şimdi varsaydığımız gibi) bire-ondört biçiminde genleşmesi sonucu hızlı gidenin genç kalıp geleceğe geçtiğini ispatlanmıştır. (Uzayda astronotlar üzerinde yapılan deneyler, onların yerdekilerden iki buçuk saniye daha genç olduğunu kanıtlamıştır.)

İkizimiz ile bire-bir çarpan kalp atışlarımız ve çalışan saniyemiz, sözünü ettiğimiz hıza ulaşınca ikizimizin (on dört saniyesine) kalbinin 14 kez atmasına karşılık, bizim bir kez kalbimiz atar ve bir saniyemiz geçer.

Dolayısıyla biz ikizimizden daha geç yaşlanmış, daha genç kalmış olmaktayız. Eğer l yıl sonra dönseydik dünyada 280 yıl geçmiş olacaktı.

Eğer 40 yıl sonra geri dönseydik 560 yıl geçmiş olacaktı. Eğer ışık ile yarışır bir hıza erişseydik. Bir gün gidip bir gün sonra döndüğümüzde dünyada 2000 yıl geçtiğim görecektik.

Burada iki önemli noktaya değinmiş oluyoruz.

Zamanda "Eşzamanlılık" tarihin dünü ile yarınını buluşturabiliyor. Doğmamış torunlar ile ölmüş atalar buluşuyor. Hızlı olan ikiz zamanda geleceğe geçince "Doğmamışların doğduğunu" ve dünyanın geleceğini görüyor. Torunlar da "Öldü bildikleri" atalarını karşılarında görünce şaşırıyorlar.

O zaman birinci sonuç olarak "Kader" in ispatını yapmış oluyoruz.

İkinci sonuç ise bize ALLAH'ın Rölativite’yi yani izafiyet'i 14 yüzyıl önce bildirdiğini görmemiz olacak. Tevrat, İncil ve Kur'an'da ayetler bize Rölativitenin dayandığı zaman genleşmesi ile "Referans" (Başvuru sistemini) vermektedir.

İçinde bulunduğumuz bir gemi ile bitişikteki bir gemiden hangisinin hareket ettiğini hemen anlayamayız. O zaman SABİT bir şeye bakarız. Örneğin iskele sabittir. İskeleye göre hangi gemi hareketliyse onun kalktığını hükmederiz.Burada iskele bir referans yani dayanak noktası olmaktadır.Aynı şey "Yıldızların da yönlerimizi ve hareketlerimizi" bulmamız için yapılmış bir dayanak noktası olduğunu bildiren ayetler de vardır :(Nahl 16)"Yıldızlarla insanlar rotalarını doğrultur."

Page 129: Zigzag Zaman Gezmenleri

EKRANİZE KADER

DİNAMİK evren hareket halindedir.

Ay dünyanın; dünya güneşin çevresinde dönmektedir. Güneş galaksi içinde her 300 milyon yılda bir tur atacak biçimde dolanmaktadır, içinde bulunduğumuz galaksi, ötekinden hızla uzaklaşmaktadır.

Her şey bir şeye göre dönmektedir ve trilyonlarca çark içinde yerimizi bulmayı bize sabit ışık hızı dahi sağlamaz. Rölativite yakın uzayda geçerlidir.

Oysa "Evrensel rölativite ALLAH'ın Arş"ı tek merkez, tek referans olmak üzere tüm âlemlerde geçerlidir.

Evrende yalnızca bir tek şeyin sabitliği olmalıdır ki, yukarıdan aşağıya bu sayısız çark dönmesinden "Tek gözlem" denen gözlemler üstü gözlem ve HAK olan gerçek çıksın...

O da "dönmeyen tek plâtform olan "Arşı âlâ" sırrındandır.

Evrenin her yerinde zamanın aynı hızla akmadığını bize Kur'an üç ayetle bildirmiştir:"... Bununla birlikte (senin) Rabbinin yanında bir gün, sizin sayımınıza göre bin yıldır." (Hacc-47).

"Gökten yere kadar (bütün) işlemleri o yönetir. Sonra da o (işlem), sizin bin yıl (tutarında) saydığınıza (eşdeğer olan) bir günde ona yükselir." (Secde-5)

"Melekler ve ruh, tutan 50 bin yıla eşdeğer bir günde o makamlara yükselirler." (Mearic-4)Kâinatın yukarı bölgelerinde bir günün bin yıla (365.000 güne) ve başka bir yerde de 19 milyon güne eşleştiğini anlıyoruz.

Bu demektir ki "Rölativite haktır ve ışıktan da hızlı kâinat katları" vardır.

Kozmik bir günün bir dünya yılına eşit gösterilmesi Rölativite teoreminin ta kendisidir.

Allah katında bir kozmik gününün bizim bin yılımıza eşdeğer olması o katmanlarda zamanın bizden 366.000 kez yavaş geçtiğini göstermektedir. Bir başka deyişle yaklaşık sekiz ay yaşlanmamıza karşılık, öteki tarafta "Bir saniye" geçmektedir. (*)

(*) ALLAH zamanın göreceliliğini üç kitabında bildirmiş, evrenin rölâtivist olduğunu, bire-bir eşitliğin, bir güne 366 bin gün dolarak tekabülünün bozulduğunu bildirmiştir ki rölativite budur! Oradaki bir hız, ışık hızının 360 bin katı olmaktadır. Saniyede 100 milyar km. bir hız dünyanın çevresini bir saniyede 3 milyon kez döner. ("Dünyayı çevresinden eksiltiyoruz" Râ'd-41 ayeti sırrı) Diğer ayetteki meleklerin hızını 50 bin yıl diye bildiren sır ise takyonların hızını işaret etmektedir.İleride göreceğimiz takyonlar/'Mücerret âlem" diye bildirilen ışıktan hızlı evrendir. Feinberg formüllerine göre ışık hızının 361.000 katıdır, bir günün karşılığı gerçekten

Page 130: Zigzag Zaman Gezmenleri

bin yıl olmaktadır. Takyonlar Nur denen bizimkine karşıt bir sonsuz özenerjiyle oluşurlar.

Eğer hızlanıp da geçeceğimiz hazır bir gelecek olmasaydı, Kader'in varlığından kuşku duyardık.

Eğer kader olmasaydı, hızlı olan ikizimiz, torunlarının yaşadığı geleceğe geçemezdi. Kader edilmeyince, gelecek denen zaman da yaratılmazdı, rölativite de... Eğer Kader denen şey olmasaydı HABERCİ RÜYALAR (De Ja vu) da olmazdı. En basit haberci ÖN-GÖRÜMler, "Sanki ben bu anı daha önce yaşadım" ya da "Sanki bu anı daha önce rüyamda gördüm" kabilinden ileride çıkan gelecekten kesitler görmemiz rahmanî olarak "Durugörü"; zûlmânî olarak "Kehanet" mekanizmasıdır. (Anlatılmak istenen meram, İbranice Cohen, Kohen=kâhin değil de precogniton denen öngörülerdir.)

"Önceden bildirme" geçmişimiz gibi geleceğimizin de bir VİDEOBANT gibi yaşanacağını göstermektedir ki senaryo kaderin tâ kendisi olup, Levh-i Mahfuza kayıtlıdır. Geleceği durugörü ile görmek "Fal" kehaneti değil; bilimsel öngörüdür.

Geleceği sadece ALLAH bilir, dilerse de bildirir! Allah'ın izniyle gelecekten her birimiz düşlerde haberdar olabiliriz. (Örneğin Resûlullah'ın "kıyamete doğru bina ile zinanın çok fazla artacağını" bilmesi gibi türlü bildirimler Allah'tan birer bildirgedir. Ancak bunlar Vahiy mekanizmasına girmez, ilham mekanizmasına girer.)

LEVH-İ MAHFUZ'a her özün, zerre kadar ve bundan küçük her şeyin kaderi kalem ile programlanmıştır.

Bu geleceğimiz kadar, unuttuğumuz geçimizdeki her şeyi unutulmaksızın konmaktadır. Omuz üstü içuzayımıza üstlendirilmiş ve onurlandırılmış, sayıcı, tanık ve Kâtip melekler (Kîrâmen Kâtibin) yaşantımızı bize yüzlemek için "çok boyutlu videobant çekimi" yapmaktadır.

Videobant örneğimiz oldukça kaba ve mekanik benzetmeydi. İki boyutlu (derinliksiz) kayıt sistemi olan videobant, gelecekte üç-boyutlu televizyon (Lazer Hologram) ile birlikte "Üç boyutlu videoteypbant" bile yetersiz bir örnektir.

Çünkü hayat denen harika olayın onbir boyutlu olduğu ve tıpatıp kaydedildiği bir teknolojinin "Kameramanları" Mü'minûn suresi 113'de verilen "Sayanlar" yani meleklerdir. Saymak bir muhasebe kadar zaman boyutuyla ilgili olduğundan, en azından dört boyutlu bir sistem ile yaşamımızın saliseler diliminde tıpatıp kayıtlandığını ve şarj edildiğini "Hesap defteri deşarjından" anlayabiliriz.

Kaza geçirenlerin sadece bir-iki saniyede itim "Hayatlarının bir anda gözlerinin önünden geçmesi" Hesap defteri deşarjıdır. Bilim, bugün, insanda bilinçaltı yerine, hiç bir şeyin tutulmadığı, bütün bireylerin orta bilinçlerinin birleştiği AKL-I KÜLL "Toplu bilinçaltı" süper uzayının matematik ispatını yapmıştır. Bu, kuantum teoreminin "Bütünlük" yasasının sonucudur. Söz konusu yasa bireylerin (kesret, cüz) "Tekliğin" üyeleri olduğunu söyler.

Page 131: Zigzag Zaman Gezmenleri

ZAMANIN ANATOMİSİ

ZAMAN bir tek Boyuttur (T=Zaman simetrisi) aynı zamanda iki boyutlu (Enerjidir) ve aynı mantıkla üç boyutludur. (Esîrî hacmi vardır= Kronosfer)

Hem hıza bağlı olarak uzayıp-kısalır; hem zamanla evrenin soğuması yüzünden pesleşir. (Zaman tensoru)

Bir fizik olayı, zaman çekmecesinde dondurularak saklanabilir, sonsuzlaşabilir. (Hibernetik T=l zamanı)

Karadelik tekillik noktasına düşen bir tutsağın zamanının hapsolduğunu, sonsuz durduğu için, oraya ulaşan bir tutsağın sonsuza kadar heykel gibi taşlaştığını sanırız. Oysa bu tutsak bir saniyenin 60 milyonda-biri gibi çok kısa bir zamanda, öteki paralel evrene geçmiştir. (Evren gezmenliği için T-3 zaman simetrisi)

Aynı zamanda, zaman yolculuğu yapılabilir ve geçmişe-geleceğe gidilebilir. (Zaman gezmenliği t ve T-2)

Zaman ileriye de çalışabilir; geriye de... Ve bir de osilasyonik bir zaman vardır ki, bir periyot ileri-bir periyot geri çalışarak, ömrü korur (Cinler yaşlanıp ölümlü olmasına rağmen Şeytan türü cinlerde, örneğin İblis'te ileri doğru yaşlanıp, sonra gençleşerek, kıyamete dek ölümsüzlüğünü koruma mekanizmasından sorumlu T-4 zaman simetrisi)

Zaman değişse de "takdir edilen ömür" değişmez. ( Hz. Hızır'ı Deccal; Şeytanı ve Deccal’ı Hz. İsa öldürecektir. Hz. İsa gelecekte normal ömrü dolunca vefat edecektir. Azrail as. bile kendi canını kendi alacaktır.)

Zaman evrenin her katında aynı hızda akmaz, değişkendir. Bazı evrenlerde olayın dışından geçer.Bazen teğet boyut olup olaya girmez. (Hilbert Negatif delta=D uzayı Hz Hızır'ın tüm zamanlara bir noktadan değmesi ve olaya dahil olması)

Bazen teğetten öte "Kiriş zaman" vardır. (Hz. Zülkarneyn'in Ye'cüc-Me'cüc'ü kiriş seddi ardına hapsi gibi)[*]

[*] Zaman simetrileri hakkında ikinci bandımız Arz'dan Ar Mir'ac'ın ikinci ve dördüncü cildinde geniş ayrıntı verilmiştir

ZAMAN-AŞIRI ELÇİLER

Zaman, olayın içinde dışında teğetinde ve kirişinde yer alırken bizi şaşırtır. Zülkarneyn'in

Page 132: Zigzag Zaman Gezmenleri

Ye'cüc ve Me'cüc'ü geçmişte bir uzay-zaman seddi=zaman kirişine itmesi, günü gelince bu iki ırkın bizimle hemzemin ve hemzaman olması KUR'AN'ın ilâhi izafiyeti (Görecelik) sonucu olup, bir çok elçinin ve ilâhi zaman yolcusunun sırrını oluşturur.

Yeryüzündeki ilk zaman yolcuları Hz. Âdem ile Hz. Havva'dır. Çünkü bir günün bin yıl ya da 50 bin yıl olduğu "Cennet'ten" şimdiki alt plâtforma indirilmişlerdir.

Buna karşılık ikinci zaman yolcusu Mer-yem-57. ayette "Ölüm tattırılıp, son anda, öldürülmeden yüksek bir makama kaldırılan" ilk peygamberlerden Hz. İdris'dir.

(Kaldırıldığı yüksek makam, Mukarrebun ve Cebrail as.’ın teğeti "Sabikûn"dur.

Bu zaman yolculuğu tarzı, "Esfeli safilin olan" evrenimiz dışınadır.

Hz. İsa ise farklı bir zaman yolcusu olarak daha altta bizim evrenimizdedir.

Okuyucuya bir hatırlatma olsun diye Hz. İsa hakkında bir İslâm verilerini kısaca sayalım:

Kendisi babasız olarak, milâdî yıl başlangıcında doğdu ve yapısında "Rûh-ül Kudüs = Kutsal ruh" ile "ALLAH kelâmı=kelimesi" bulunmaktadır. (En zengin elçi olan Hz. Süleyman'ın tersine) en yoksul elçi olan Hz. İsa, daha fizik evrenin yaratılmadığı "Ruhlar döneminde" Hz. Muhammed (SAS.)'in son elçi yani "Hatemül enbiya ve bozulmamış tek Hakk dininin korucusu ve kurucusu" olduğunu öğrendiğinde, kendisi de Resulûllah'm şeriatından biri olmak ricasının kabulü sonucu, zaman yolcusu yazgısıyla, Resulûllah'tan 571 yıl kadar önce doğdu. Peygamberliğinin son gününde, ispiyoncu havari İşkarod tarafından ele verildiğinde, Allah mucizesiyle, onun sureti verilen ispiyoncu havari Hz. İsa yerine çarmıha gerilirken, Hz. İsa diri olarak "Göğe" alındı.

"Yukarılarda" bir kozmik günün "Bin dünya yılı" olması nedeniyle, Hz. İsa'nın bir tek günde "Yukarı" alınması ve bir günde de iade edilmesi ile kendisinin iki gününe karşılık dünyada 2000 yılın geçebileceğini, uzay-üstü-uzay (Transkozm, paraunivers) bir yüce mekânda iki günlük bir beklemeye alındığını düşünebiliriz.

Bu dönemi "Hemen gidip-gelmek" kaydıyla 2000 yıl olarak düşünürsek, en erken, bir kaç yıl sonra yani 2000 yılında döneceğini düşünebiliriz. (Verdiğimiz rakam ve takvim minimum, en erken tarihtir. Eksi-artısıyla bunun maksimumu Hz. Mehdi'nin geleceği tarihin arkasına düşecektir.

Hz. İsa'nın sırrı rölatiftir: Bize uzaklığı ise, dünyada kendi geçmişini göreceği (Kaderin gerilerde belirginleşip, ekranize olacağı) bir "Gök" mesafesidir.

Gidiş-gelişi sırasında bize göre iki bin küsur yıl, fakat kendisine göre "iki gün" geçmiş olacaktır.

Böylece Resulûllah(SAS.)'ın öncesinde doğmakta, isteği üzerine peygamber olmayacağı dönüşüyle ölümü Resulûllah sonrasında olmaktadır.

Böylece "Son peygamberimizin Hz. Muhammed (SAS.)" olması kuralı da bozulmayacaktır. Okuyucu, Hz. İsa'nın vaat edilen ve on büyük kıyamet alametlerinden

Page 133: Zigzag Zaman Gezmenleri

biri olan yemden gelişini "Peygamberlik" saymamaya çok dikkat etmelidir.

Rabbi'miz Hz. Muhammed (SAS.) için, "Resul = Kitap getirenlerin sonuncusu dememiş, "Enbiya=Tüm peygamberlerin sonuncusu" buyurmuştur. Bunun iki nedeninden ilki, Hz. İsa’nın da gelmesi ve "ASIL İNCİL"i Kur'an gibi korunmuş ve tahrif edilmemiş haliyle anlatacak ve Hıristiyanları hızla Müslüman yapacak olmasıdır.

İkincisi ise tüm tevatür hadislerde yer alan Hz. Mehdi'nin "Mehdi Resul" adıyla anılmasıdır.

Zamanın sürprizlerinden biri de "NEDEN-SONUÇ" ilkelerinin zaman içinde BİRLEŞECEĞİ ve aynı tek şey olacağı özel durumdur.

Hz. İsa'nın doğumunun NEDENİ, GEÇMİŞTEKİ annesinden; yeniden dönüşü GELECEKTEKİ SONUCU olan RUH-ÜL KUDÜS'tendir. Hz. İsa bu haliyle Hz. Zülkarneyn gibi "İki zamanlı"dır. Bir ayağı geçmişte, diğer ayağı bizim geleceğimizdedir.

Hz. İsa'yı geçmişte var eden, gelecekteki "NEDENİ" Ruh-ül Kudüs (Kutsal ruh) olmaktadır. Hz. İsa'nın geçmişte var olması ise, bu nedenin sonucu olan "İsa bir Allah Kelâmıdır" ayeti sırrındandır.

Zamanın matematiğine göre, Ruh-ül Kudüs "Zamanın ebedî gençleştiği" katı rölâtivist bölge ve zamanın tersine çalıştığı "TERS NEDENSEL" bölgenin yasaları ile tam bir uyum içindedir.

Hz.İsa'nın, gelecekte de yaşaması murat edildiğinden, gelecekten geçmişe TERSİNE İŞLEYEN bir zamanı kat ederek, geçmişte doğduğu varsayılabilir. Geçmişte ise "Yukarı' alınarak, katı rölâtivist bölgenin zaman çekmecesinde beklemeye alınmış olması gerekmektedir. O bölgede zaman akmayabilir de. Aradaki ikibin küsur yılı koruyarak bir tünel mesafesinden kendi geçmişinde, tecelli eden mucizelerine de denetim kurabilir: Gelecekte "Yetişkin" bir Hz. İsa'nın, geçmişte bu bilinciyle "Kundakta konuşması" böyle bir tecelli olabilir, Allahûl âlem...

Hz. İsa, yeniden dönüşüyle "İncil" in değil; Kur'an şartlan üzerine görev yapacaktır. Hatta ehli kitabın tümünün İslâm olması için bizzat ırkdaşı Yahudiler ve yaydığı din olan Hıristiyanlığı çileden çıkaranlara karşı savaşacağı, İslâm’ı bütün dünyaya yayacağı ayet ve hadislerle bildirilmiştir.

Hz. İsa ikinci gelişinde hadislere göre "Haçı kırıp, domuzu öldürerek, İslâm hâkimiyetini tesis edecektir."

HİBERNASYON MAĞARASI

BAŞLIĞIMIZ "Yapay kış-uykusu/suni uykuda zaman aşırtma" anlamına gelmektedir. "Canlıları dondurarak saklama", zamanı gelince yeniden "ısıtarak hayata döndürme" projesi olan hibernasyon canlıların konservatif dondurulması demektir.

Page 134: Zigzag Zaman Gezmenleri

Bir de canlının değil zamanın dondurulduğu ve durdurulduğu zaman konservasyonu anlamındaki hibernasyon Kur'an Kehf suresinde anlatılmaktadır.

7 uyurlar ya da "Ashabı Kehf" köpekleriyle birlikte inançlı bir ekiptir. Sureye adını veren Kehf, "Dev yeraltı galerisi, çok büyük mağara: anlamına gelmektedir. (*)

(*) KEHF mağaradır. Mağara ise Arapça mahzen, magazin anlamına gelen bodrum demektir. Oysa Kur'an'da bildirilen KH aslında Arapça değil, Sankritçe-Turanca kökenlidir, İngiliz Cave (Keyv okunur) Fransızca Caive (Kev), eski Elence Kapp-(Kappadokya=oyuk mağaralar kümesi) Turan dillerinde Kof Kov, koğ'dur. Bu sonuncuya örnek olarak Türkmence Kof=içi boş ve bunun türevi olan Kov kökünden türeyen içi boş her şey=dir: Kof çıkmak, oymak fiili yanında kovuk, kova, kovan, kofik (Dolmalık biber) ve özellikle in, mağara anlamınndaki KOVUK'dur. Batı Oğuzcasında oyuk bunun karşılığıdır. Araplar bu sure indikten sonra Kehf, şimdiki diziliş biçimiyle Kur’an’ın tam ortasına düşmektedir ve tüm Kur'an'ı ayet sayısı olarak tam ikiye bölmektedir. İniş sırasına göre ise 69.sure olduğundan "Râkim'in" sırrını da açmaktadır. Çünkü iki grup vardır: İlki Ashabı kehf yani mağara ehli ve diğeri de "Râkim" grubu. Ashabı kehf 7 uyurlar olmakla birlikte Râkim, 3 ve 5 kişilerden oluşan biri hayırlı diğeri şerli, tarihi değiştirmek isteyen ve birbirlerine düşman bir çift zaman yolcusu grubunun adıdır. Bunlar Kehf uyurları gibi doğal değil; teknolojik olarak tarihi değiştirmişlerdir. Bunları izleyen kesim ve kesitlerde, ilerleyen bantlarımızda giderek açacağız. Zamanın hapsolduğu Aberasyon olayları ayrıca açıklanacaktır.

Bu sûre, bütün "Zaman yolcularını" ve onlarla ilişkin olanları sırayla anlatmaktadır.

"Ashabı kehf' imanlı bir gruptur ve imansız, zalim bir yönetimden sığındıkları mağarada üç asır kalmak mucizesini yaşarlar. (Kehf-9)

"Yoksa mağaradaki grubu ve Râkim'i, delillerimizden yadırganacak bir şey mi sandın?"

Râkim'in bir hibernasyon tüneli olduğunu öğretimiz boyunca açıklamaya çalışacağız. Allah'ın rahmeti bu teknolojiye tecelli etmiş, üç asır boyunca hibernasyonla uyumuşlardır.

İzleyen Kehf-10'da ise relativitenin "Gözlemcilerini" yani ikizler çelişkisini vurgulamakta ve "İki taraf diye gözlemci tutanakları lanse etmektedir:

"Sonra da onları uyandırdık ki, iki taraf da kendi zaman hesaplarını yaparak, mağarada ne kadar kaldıklarını bilsinler..."

Onların, "Zaman çekmecesinde, konserve hibenasyonda" kaldıklarını, "Bir de onları uyanık sanırsın. Oysa uykudadırlar" mealindeki 18. ayet pasajından anlayabiliyoruz. Ayetin devamında, uyanırlar ve birbirlerine ne kadar uykuda kaldıklarını sorarlar: "Bir gün ya da daha az bir süre geçtiğini doğrusunu, Rabb'lerinin bileceğini" konuşurlar.

Alış-veriş ettikleri madenî paraların üç asır öncesine ait olduğu anlaşılınca durumlarını

Page 135: Zigzag Zaman Gezmenleri

kavrarlar.

25nci ayet ise kaldıkları süreyi her iki takvim sayımıyla vermiştir: "Onlar, mağaralarında 300 (Güneş yılı) ve 9 yıl (309 Ay yılı) kaldılar." Kehf suresinin bu zaman konservasyonu, "Zaman enerjisi ve Karadelik tekilliği" konularında açılacaktır.

Yasin 67'de zamanın ileri-geri gitmediği ya da "zaman akarken", bir "zaman çekmecesinde özel olarak zamanın durduğu, hibernasyon yapılabildiğini açıklamaktadır:

"BİZ DİLESEYDİK ONLARI BULUNDUKLARI YERDE DONDURUVERİR (Biçimlerini değiştirir) DİK DE (Zamanda) NE İLERİ, NE DE GERİ DÖNMEYE GÜÇLERİ YETMEZDİ."

ZAMANIN HÂKİMİ

KEHF suresinin kaldığımız yerden devamına girmeden önce, sevgideğer okurlarımıza evlerindeki Kur'an'dan bir kez, bu sureyi meâlen okuyup, sonra yorumumuza başvurmalarını öneririz. Şimdi 60-82 arası ayetleri incelemeye alıyoruz.

Bir önbilgi olarak, söz konusu ayetler boyunca, kendisinden dolaylı söz edilen Hızır'ı, Musa (as) ve genç yol arkadaşı Yuşa, birlikte arayarak, Hızır'ın zaman ilminin öğrencisi olmak üzere yola koyulurken, Musa (as)ın iki işaret beklediğini biliyoruz.

İlki randevu mahallidir ki İki denizin birleştiği (Kızıldeniz'in -Sina yarımadasına çıktığı) çataldır. Bu yerde daha sonra Hz. Musa'nın ümmetinin karşıya geçmesi için deniz ikiye yarılacak, yol verecek, peşlerinden izleyen Firavun ve ordusunun üzerine bu su sütunu kapanıp bozacak, binlerce yıl sonra, insanlara ibadet olmak üzere Firavunun secde hâlinde katılaşmış cesedi de aynı yerden karaya vuracaktı.İkinci işaret ise o bölgede belli olacaktı.

Şimdi Kehf 60 ile 82. ayetleri yorumlarıyla birlikte bilimsel incelemeye alalım sevgideğer okurlar...

"Musa genç arkadaşına (Yuşa) 'Ben iki denizin birleştiği (Sonradan Musa'ya ayrılacak olan denizin uzay burulmasının ve uzay yürüyümünün olacağı) yere ulaşmaya ya da yıllarca (zaman yolculuğunun eşdeğeri zaman yürümesi boyunca) yürümeye kararlıyım' demişti." (Kehf-60)

"İkisi iki denizin birleştiği yere ulaşınca, balıklarını unutmuşlardı. Balık bir delikten kayıp denize ulaşıp, yüzdü" (Kehf-61)

"Oradan uzaklaştıklarında Musa yanındaki gence 'Azığımızı çıkar, and olsun bu yolculuğumuzda yorgun düştük dedi" (Kehf-62)

"O (Yuşâ) da 'Baksen kayalığa vardığımızda balığı unutmuşum. Bana onu hatırlamamı unutturan ancak şeytandır. Balık şaşılacak şekilde denizde yolunu tutup gitmiş' dedi.

Page 136: Zigzag Zaman Gezmenleri

(Kehf-63)

"Musa, 'istediğimiz zaten buydu' dedi. Hemen geldikleri yoldan izleri üzerinde geri döndüler." (Kehf-64)

Şimdi buradaki âlimlerin anlayacağı ALLAH misallerini açmak üzere bir duralım: Birinci işaret mekân; ikinci işaret zamanın kayması = aberasyon'dur.

Hz. Musa'nın genç yoldaşı, yemek üzere yanlarında taşıdıkları, azık çantasındaki çoktan ölmüş balığın canlanıp, denize ulaşan bir kovuktan geçerek, yüzdüğünü fark ederse de aberasyon sonucu bu paranormal olayı unutur.

Çünkü Aberasyon, aynı mekânda değişik zamanların buluşmasıdır. Hızır'ın zamanı, onu arayan ikisinin zamanı, cinlerin (Enerji insan) zamanı ve balığın zamanı birbirine aynı mekânda düğümlenmiştir. Hz. Hızır zamanda geriye yürüdüğü için, daha balığın canlı olduğu döneme girmiştir. Canlanan balık ise savunma içgüdüsüyle denize kaçmış, Yuşâ'nın da zamanı tersine gittiğinden, bu olayı unutmuş, çevredeki cinlerin de uzay burulmasına kapılmasıyla bu olayı "Şeytanın unutturduğunu" söylemiştir...

Aberasyondan dolayı ikinci işareti almış olan Hz. Musa, "İşte aradığımız bu!" diyerek, balığın canlandığı yere dönerler: Devamı Kur'an'da şöyle:

"Derken tarafımızdan bir rahmet vererek ve katımızdan bir bilim öğrettiğimiz kullarımızdan birisini (Hızır) buldular." (Kehf-65)

"Musa ona (Hızır) 'Öğretildiğin bilimden bana da öğretmen şartıyla sana çömez olup peşinden gelebilir miyim?' diye sordu" (Kehf-66)

"O Musa 'ya 'Doğrusu sen yaptıklarıma sabredemezsin. Bilgice içyüzünü kavrayamadığın bir şeye nasıl sabredeceksin?' dedi" (Kehf-67/68)"Musa, 'İnşallah sabrettiğimi göreceksin, sana baş kaldırmayacağım' dedi." (Kehf-69)."O da: 'O halde bana uyacaksan, ben sana anlatmadıkça herhangi bir şey hakkında soru sormayacaksın' dedi." (Kehf-70)."Bunun üzerine kalkıp gittiler. Sonunda bir gemiye bindiklerinde o (Hızır) gemiyi deliverdi. Musa: 'Gemiyi içindekileri boğmak için mi deldin, doğrusu sen çok şaşılacak bir şey yaptın.' dedi." (Hızır) Musa'ya 'Ben sana yaptığım işlere dayanamazsın demedim mi?' dedi."/Musa ‘Unuttuğum için bana çıkışma, gücümün yetmediği şeyden beni sorumlu tutma' dedi." (Kehf-71/72/73)"Yine gittiler, sonunda bir erkek çocuğa rastladılar. O (Hızır) hemen (bebeği) öldürdü. Musa 'Bir cana karşılık (Kısas hakkı) olmaksızın masum bir cana mı kıydın? Doğrusu pek kötü bir şey yaptın' dedi."/"O: 'Ben sana yaptığım şeylere sabredemezsin demedim mi?' dedi. (Kehf-74/75)"Musa: 'Bundan sonra sana bir şey sorarsam bana arkadaş olma o zaman tarafımdan mazur sayılırsın' dedi." (Kehf-76)

"Yine yola koyuldular sonunda vardıkları bir kasaba halkından yiyecek istediler. Kasaba halkı ikisini misafir etmek istemedi. İkisi şehrin içinde yıkılmaya yüz tutan bir duvar gördüler. Musa'nın arkadaşı (Hızır) onu doğrultuverdi. Musa 'Dileseydin buna karşı bir

Page 137: Zigzag Zaman Gezmenleri

ücret alabilirdin' dedi. (Kehf~77)

Âyette "Üçü" yerine "İkisi" Hz. Musa ve Hızır vurgulanmaktadır. Genç Yuşa izleyen ayetlerde yoktur. Çünkü zamanda geriye giden Hz. Musa ve Hızır'ın geri takvimleri genç Yuşa'nın doğum yaşı Öncesidir. Şimdi topluca ayetlerin devamını verelim:

"O (Hızır, Musa'ya) şöyle söyledi: İşte bu (Hikmetten soru sorman ve vaadini tutman gereği) senin ve benim ayrılmamı gerektiriyor. Da-yanamadığın işlerin yorumunu sana anlatacağım.." (Kehf-77)

"Gemi denizde çalışan bir kaç yoksula aitti. Onu kusurlu kılmak istedim. Çünkü peşlerinde her sağlam gemiye el koyan bir hükümdar vardı./Çocuğa gelince, onun ana-babası müminlerdi. Büyüyünce onları azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden ürktüm. Rabb'lerinin o çocuktan daha temiz ve onlara daha merhamet eden birini vermesini istedim./ Duvar ise şehirde iki yetim erkek çocuğa aitti. Duvarın altında onların bir hazinesi vardı. Babalan da iyi biriydi. Rabb'in onların erginlik çağına ulaşmasını ve Rabb'inden bir rahmet olarak hazinelerini çıkarmalarını istedi. Ben bunları kendiliğimden yapmadım. İşte bunlar sabredemediğin işlerin içyüzüdür." (Kehf-77/82)

Hz. Musa ve Yuşa'nın Hızır'ı aradıkları dönem, "Şimdiki zamandır" Oysa Hz. Hızır'ın onların ilerisindeki bir çağdan randevu mekânına döndüğünü Hz. Musa'nın Hızır'ı aramak için yalnızca yol=mekân mesafesi değil yıl=zaman mesafesi boyunu da göze almasından anlaşılmaktadır. Bu istihbaratı Hz. Musa, Lokman (as)dan almıştır.

Oysa Hz. Hızır'ın geldiği çağ, zalim derebeyinin inançlı yoksul denizcilerin gemilerine el koyduğu, küçük çocuğun büyüyüp ebeveynlerini dinden çıkardığı ve yıkık duvarın gömüsünün zorba kent halkınca yağmalandığı çağdır.

Hz. Hızır, bu ileri çağdaydı (Çocukların büyüdüğü yaş itibariyle) yaklaşık 30 yıl ileri bir tarihten, "Zamanın düzeltilmesi" ya da "Tarihin değiştirilmesi" ya da "Geçmişe müdahale ederek, geleceğin yeniden düzenlenmesi" yöntemini geliştirmiştir.

Kur'an'da bildirilen zaman aşan Peygamberler gibi, (ismen ya da zikren geçen fakat elçiliği hakkında açıklama bulunmayan) "Katımızdan ilim verdiğimiz kulumuz" diye ayrıcalıklı "Zaman aşırı uluları" izleyen kısımlarda tanımlayarak söyleşeceğiz sevgideğer okurlar.

ZAMANIN EFENDİSİ

Evrende her şey çift ve zıttı ile kaimdir. Buna göre gelecekte bir Peygamber (Hz. İsa) geçmiş, hâl ve gelecekte var olacak olan iki rahmani zaman yolcusu, (Hz. Hızır ve Hz. Lokman) ve bir de geçmiş ile geleceği devralan (Neden ucundaki Hz. Zülkarneyn'i temsilen sonuç ucundaki Hz. Mehdi) birleşeceklerdir. Bu rahmani ilahi gruba karşı zulmanî-şerli karşıtları bulunmaktadır:

Page 138: Zigzag Zaman Gezmenleri

Bunlardan iyilik Mesihi Hz. İsa'nın negatifi olan kötülük mesihi Deccal (Paralel evrenin kozmik sihirbazı Armageddon) Yecüc-Mecüc (Gog&Mog=Yeti ve Metiler, zaman şeddi ırkları) ve bizzat İblis (şeytanın da kendisi) ile Sufyanistler (Yobaz, gerici, cidalci, mezhepçi ve saltanatçı mürteciler. Bunları ilerici, Asr-ı saadetçi Mehdistler yenecektir) (*)

(*) Sûfyanistleri Mehdi temizledikten sonra, Deccal, Yecüc-Mecüc ve İblis'ten oluşan şerli zaman yolcularının Hz. İsa tarafından öldürüleceği bildirilmiştir. Hz. Hızır zamanda sürekli Deccâl'in bir adım önünde olup, tüm insanları uyaracak, uyarılacak kişi kalmayınca zaman trafiğinde Deccal ona yetişip, ölümsüz Hızır'ı öldürecektir. Hz. İsa da Deccâli ve sonra da İblis'i öldürecek, yerini insanların şeytanlaştığı (Hannas-Vennas) fime alacaktır. Sonunda "Allah" diyen bir kişi bile kalmadığından, tıpkı Hz. Lut'un koca iki kentte "5" imanlı bulamayışı gibi, onlarca milyar insanın içinden tek "ALLAH" diyebilen çıkmayacağından kıyamet farzı ve vaadi gerçekleşecektir. Bu nedenle ilk inen sure âlâk'ta ayetlerle 'azgın ve nankör' diye aşağılanmıştır. Hz. İsa ve diğer zaman yolcularının eşzamanlı olarak buluşması "Kıyamet Alametlerinden olup, peş peşe vuku bulacak olan hadiselerdir. Hz. Hızır ve Lokman "Zaman gezmenleri" olup, her ikisine de ALLAH KATINDAN bilim ve rahmet (merhametlilik) verilmiştir. Hz. Lokman'in bilim belli bir zaman kesiti içinde geçerlidir ve "Rahmaniyet"tendir. Hz. Hızır'ın bilimi ise zamanın efendisi olarak, her çağa ulaşabilmektedir. Lokman (as) biyosferik; Hızır(as) ise zaman fiziği olarak ölümsüzlüğü yakalamışlardır.Hz. Musa'nın sabırsızlığını üç kez azarlayan zat Hz. Hızır'dır. Neml-40. ayette geçen Sebe kraliçesi Belkıs'ın tahtını, daha teklifini açıklarken getiren, "ÂLİM" tefsirlerde bizzat Hz. Süleyman ya da veziri Âsaf olarak gösterilmesine rağmen; kaynak hadis ve "Ledünnî" bilimlere göre, doğrudan Hz. Hızır'dır, sevgideğer okurlar...

Kehf suresi doğrudan "Zaman yolcuları = zaman gezmenlerinin" üssüdür ki biri Lokman diğeri Hızır' olup, bu surede ismen zikredilmezler. Her ikisine ALLAH katından bir tür ölümsüzlük sırrı ve iki tip ilim" verilmiştir...

Konumuz ve konuğumuz, Hz. Hızır, öğretimizin de kurucusudur. 5000 yıldan beri diri olduğuna ilişkin Endonezya'dan Afrika'ya kadar, kuşaklar boyu "Hızır'ı gördüklerini' rapor edenler bulunmaktadır. Öyleki Hindistan'daki İngiliz makamlarının bir bilim kuruluşuna devrettikleri bu "Birden var olup, sonra yok olan" kimsenin, ülkemizde de tanıkları bulunduğu bir hayli dillerdedir. Eminiz ki sayısız okurumuz da ya görmüş ya da görenlerden bu sık olguyu dinlemiştir.

En azından "Kıbrıs harekâtında" Türk savaş jetinin pilot mahallinde birden var olup, nokta bombardımanını tarif ederek, tarihi küçük çapta değiştiren Hz. Hızır'ı gazete manşetlerinden birçok okurumuz anımsayacaktır.

"Batı Cephesi Müslümanlarının Kurmayı" statüsündeki "Zig-Zag alternatif bilim öğretisinin" dolaylı ve fahrî kurucusu Hz. Hızır'a öğreti bantlarımız boyunca bol bilgi ayırdık, konunun akışına göre bu bilgileri açacağız.

Hz. Hızır, doğu ve batı Müslümanlığını iki fazda ele almıştır. Doğu dalında Bağdatlı Mevlânâ Hâlid'i (Ali İmran-104. ayet grubu) ve batı dalında "Nâib"ini (Kur'an'daki Ali

Page 139: Zigzag Zaman Gezmenleri

İmran-114. ayet grubu) organize etmiştir. Bu bakımdan yanlış da olsa Batı grubu Müslümanlara Hızriyye"ciler denmektedir. Bu ismin yanlışlığı "Hızır tezkireleri" denen kapalı devre risalelerin "Batı grubu" elinde olmasından doğuyor.

Batılı Müslümanların şeyhülislamı konumunda olan Nâib, doğu konumundaki "Ekim ya da Hekim Bey" denen Halidiliğin (Bağdatlı Mevlânâ) temsilcisi ile koordine olarak, bu tezkireleri almakta ve çağa göre açmakta, açıklamaktadır.

Bir önbilgi olarak, Hz. Hızır'ın belirli bir yaşı olmadığı, hangi çağdaysa o çağın yaşı ve görüntüsünü imaj olarak yansıttığını çocuk ya da yaşlı olabildiğini bildirelim. Cinsiyeti erkek olan Hz. Hızır'ın mizacı ve ruhsal yapısı son derece mütevazı, çok barışsever ve sevgi doluluktur.En bariz özelliği de aşırı merhametli yapısıdır. Bilindiği gibi merhamet, rahmet’in bir türevidir:

"Derken tarafımızdan bir RAHMET vererek ve katımızdan bir BİLİM öğrettiğimiz kullarımızdan birisini (Hızır) buldular." (Kehf-65

Gerçekten Hz. Hızır, Kur'an'ın hiç bir rinde ismen geçmez, tüm gerçek hadislere bol zikredilir. İsminin açıklanmaması için gerekçesi (Tezkiresinde) şöyledir:

"Rabb'imiz bile kendine bencilce 'Ben' demezken, zatı şahanesinden "O" diye söz ederken, eşsiz olmasına rağmen "Biz" derken benim ismim nedir ki, ne haddime?"

İlminin kaynağını ise Tâ-hâ/114. âyete bağlıdır:

"Sadece Rabbim ilmimi arttır' diyebilir, karşılığını da alabilirdim. Ama 'Rabbim ilmini artırdıklarının sayısını arttır" dediğim için bir ilahi Levh-i Mahfuz katının ilmi verildi. Ben zamanda değil zaman bende gezer. Râkim'im ile dilediği zamanı seçer Kehfim ile orada var olur, bir ecir-ücret istemeden sadece "Merhametle" ve Rahmani olarak, ALLAH reyi ile zamana sahiplenirim ve olaya hükmederim."

Hz. Hızır'ın ilminin ve rahmetullah'ının peygamberlerinkini aştığını, Kehf 60-82. etlerden anladık:

"Musa ona (Hızır) 'Öğretildiğin bilimden kına da öğretmen şartıyla sana çömez olup pe-inden gelebilir miyim?' diye sordu" (Kehf-66)

"O Musa'ya 'Doğrusu sen yaptıklarıma sabredemezsin. Bilgice içyüzünü kavramadığın bir ', nasıl sabredeceksin?' dedi" (Kehf-67/68).

Hz. Hızır'ın birinci özelliği "Bilim"dir. Bilimini hümanist amaçlara da kullanmakta, "Geçmişi" değiştirerek, geleceğin sonucunu iliştirmektedir. Kehf suresinde "bir erkek çocuğu öldürür, bir gemiyi deler ve bir duvarı onarır. Böylece geçmişe müdahale ederek, geleceği (kendi hesabına değil, Allah rahmeti doğrultusunda) değiştirmektedir.

Hz. Hızır hakkında Kur'an'da, dolaylı olarak "Kitabî bilim sahibi" olduğu bildirimi, geleceğin çok ileri teknolojilerini geçmişe naklettiği biçiminde yorumlanmalıdır. "Katımızdan bir bilim öğrettiğimiz" biçimindeki, ikinci bildirim ise büyük sırların

Page 140: Zigzag Zaman Gezmenleri

aynasıdır. Hızır Arş'ın ZEĞ-ZAĞ katının ilmini almıştır.

Aslı Hz. Hızır tarafından bildirilmiş olan, Hızır tezkirelerinden alıntı yapılan Fatihat'ül Fukara isimli ünlü tılsım Fatiha'nın Besmeleyle birlikte 8 Güç ve Arş tabakası olarak 7 ayetle tanımını yapmaktadır.

En alttaki tabakada ise "Levh-i Mahfuz" bulunmaktadır. Söz konusu 7 kat Arş şunlardır:

(1) Elhamdü lillâhi Rabbil âlemin: EBCED Arş'ı(2) Errahmânirrahîm: MEVZAH Arş'ı

(3) Mâliki Yevmiddîn: TAYKAL Arş'ı

(4) İyyâke Nâ'büdü ve İyyâke Nestaîn: MENSA Arş'ı

(5) İhdinas sırâtal Müstakim: FESKAR Arş'ı

(6) Sıratallezîne en'amte âleyhim: ŞETSAH Arş'ı

(7) Gayril mağdübi aleyhim veleddâllîn: ZEĞ-ZAĞ Arş'ı.

Bu sonucu kat "Katımızdan ilim verdiğimiz" diye bildirilen LEVH-İ MAHFUZ katı olup, bilim, yalnızca bu katın tasarrufundandır. ZEG-ZAG, Arapçadaki iki tür Z harfinin okunuşu, bu katın görevlisi Kasfiyail (Cassiel) isimli meleğin simgesidir. Diğer görevleriyle "Zelzele=Deprem" meleği ve Elektromanyetik indi-çıktı (Hûnnes) olaylarının operatörü, Cumartesi günü; Kurşun ve kurşun ötesi = transuran elementlerin, Oğlak ve Kova burçlarının da yöneticisi Cedelv mantrasının hadimidir. İkinci bandımız "Mi'rac'da" bu arş katlarından (Kur'an'm fen surelerinin "Zelzele" süresiyle özetlendiği "Zilzâl" kelimesiyle temsil edilen iki katmanı ve Fatihat-ül Fıkara'nın ZEĞ-ZAĞ arş kavminden olduğundan söz edeceğiz.

Arş'ı Ala'nın 28 kattan oluşan harflere bağlı sırlarının yapısında Zeğ-Zağ isimli katmanı bütün enerjetik dinamik gel-gitlerin, Zil-Zal olaylarının yönetimi, Kur'an'daki Zilzal suresi de aslında bu kata bağlı hadimlerce (Pastofor meleklerce) yönetilmektedir. Zeğ-Zağ'ın ve Zil-zal'ın iki Z harfinin anlamı, ince Z olarak, Zülcelâl ve kalın Z olarak El Zahir isminin baş harfleridir. Yer temsilcisi de Zülkarneyn ve Zemini-Zeman'dır. (Zaman)

Hz. Hızır'ın uzun görevi, Zaman zelzelesinin şifresi olan Zilzal içinde geçen iki Z harfinin sırrındandır. Bu iki Z harfi Arş'ı âlâ'da Rabbin "Zül-celâli ve'l-ikrâm" ile "Zahir" isimlerinin kaynağıdır. Yer (Arz) temsilcileri ise Zülkarneyn ve "zamanın efendisi"dir.

Hz. Hızır'ın binlerce yıldır Peygamberlere eşlik ederek, sırayla Musevi, Hıristiyan ve sonuncu olarak da dinimizin hizmetini üstlendiğini Ledünni Kriptolojik gizli bilimler bildirmektedir.

Her çağın dirisi Hz. Hızır, adları bilinen değil bilinmeyen 9 İslâm "Müceddidini" eğitmiş, İslâm'ın "Asrı Sâadet" dönemini 313 mürsellere nakletmiştir.

Düzenli arayla gelen gerçek ve gizli müceddidlerin sonuncusu kural dışı olarak gecikmiştir. Ledünni bilgilere göre bu gecikmenin telâfisini Hz. Hızır, geçici olarak üstlenmiştir.

Page 141: Zigzag Zaman Gezmenleri

Çünkü bir veli ve DİRİ'dir. İlminin bir kısmını emaneten verdiği Mevlânâ Hâlid Bağdadî asistanlığını yapmıştır.

Bağdadî'den kuşaklar boyu öğrencilerine devredilen bu emanet sonuncu müceddid Mehdi'ye iletilmektedir. Hz. Hızır "313 Mürsel"in ve "Kırklar Meclisi"nin başkanı olduğu için yazılı "Risale=bilgi" ya da "Tezkire=Öğüt" dokümanları bırakmıştır.

Söz konusu dokümanlar (Kahire'nin bitişiğindeki yerleşik Hâlidiliğin doğu-dalı şeyhülislâmı Ekim ya da Hekim Bey tarafından stoklanmış "Bağdadî" emanetleri olup, Hâlidiliğin batı dalı Şeyhülislamı (ki bunun karşılığı Şerif üd Din anlamındaki Sheriffe of Time ya da) K.M.Allain lâkaplı bir lider gözetiminde, Mehdi misyonu olmaksızın Müslüman batılı bilim adamlarınca bilimsel buluşa çevrilmektedir.

İletişimi Âli İmran suresi 104 ilâ 114 sayılı ayetlerde geçen "Doğu-batı" Müslümanlarının birleşmesi sırrı "Hazirûn" başaracaktır. Çünkü "Hızır=Hıdır" her çağda hazır olan demektir. Arapçadan Türkçemize geçen "Hazır" budur. Hızır bir lâkap olup, gerçek isim değildir. İkinci lâkabı ise Asr-ı Şeriftir.İncil'de geçen üç maji kavramı da tahrif edilmiştir. Hızır, Mehdi ve Hz. İsa'nın gelecekteki buluşması İncil'in üç maji=üç velîsi'nin asıl sırrı olup, gelecekteki bir eş zamanlılık dönemindeki kerâmetleri=majileri kapsamaktadır.

Hz. Hızır'ın son görevi, kötülük mesihi Deccâl'e karşı bütün insanları bir adım önde uyarmaktır. Bu "Zamanda" bir adım önde olmasıdır. Uyarmadığı hiç bir kimse kalmayınca, Deccâl ona yetişip öldürecek, Deccâl'i de Hz. İsa öldürecektir.

Böylece üç iyi ve kötü zaman yolcusu gelecekte hem zaman ve hem zemin olacaklardır. Zülkarneyn'den Hz. İsa ve Hz. Mehdi'ye ulaşan 7000 yıllık iletişimi sağlayan köprü olan Hz. Hızır'ın bir diğer lâkabı "Zamanın efendisi"; fonksiyonu da "Zelzelet-ül Zeman"ın baş harfleri olan ZEG-ZAG sırrındandır.

Hızır (as) dört kitabın ve bir kısım suhuf indirilmesinde "Hazır" bulunmuştur. Son olarak Resûlullah şeriatına tâbi olarak, bütün müceddidlerin eğitilmesi görevini üstlenmiştir.

Kıyametin ertelenen alametlerinin bekçisidir. (Örneğin Hz. Zülkarneyn'in ertelediği Yecüc-Mecüc istilâsı, Deccal'in geleceğe tehir edilen fitnesi gibi).

ZEMİNİN - DÜNYANIN EFENDİSİ

ZAMANIN EFENDİSİ Hz. Hızır, doğumundan Hz. İsa'nın yeniden gelişi ile Deccal'in kendisini katline kadar "ZAMAN YOLCUSU" olarak Hz. Lokman ile yaşayacaktır. Hz. Lokman Hz. Üzeyir ile bağlantılıdır. Ama Hz. Hızır geçmişte Zülkarneyn ile gelecekte gelecek olan Mehdi arasındaki ZAMAN KÖPRÜSÜNÜN mekanizmasından sorumludur.

Hz. Hızır, Zülkarneyn'e daha çocukluğunda "Ne olacağını" bildirmiş, onu gözetmiş, "Allah ilminden" söz etmiştir.

Page 142: Zigzag Zaman Gezmenleri

Daha önce (329. sh.'de) belirttiğimiz gibi Zem-Zem de biri Zemin diğeri zeman olan iki ilâhî adresi vermektedir.

Zeman (Zaman) efendisi Hz. Hızır; Zemin = Yer temsilcisi de Zülkarneyn'dir. Biri zamanın diğeri zeminin (Dünyanın) efendisidirler.

Hz. Hızır'ın naklen konuşması ile Kehf-82 âyet biter ve birden Allah'ın âlemlere Rahmet olarak şereflendirdiği Resulüne (S.A.S.) hitabı ile 83. ayette bir başka "Süper Bilgin'e, yeryüzünün efendisine bağlanır:

"Sana Zü'lkarneyn'den sorarlar: 'Size ondan haberlerim var' de..."

Zülkarneyn, Tevrat ve İncil'de yer almadığı hâlde bu ümmetlerce "Tevâtüren" bilinmekteydi. Ancak yalnızca Kur'an'ımızda yer almıştır. Buna rağmen bir Peygamber olduğu bildirilmez ve adı gerçek değildir.

Zülkarneyn Cifir ismi/Şifre adı'dır. Zül=Sahibi, Karn = Boynuz, eyn=iki tane'nin birleşmesinden "İki boynuzlu" anlamına gelmekte olan ve sadece âlimlerin bulabileceği bir ALLAH misalidir. Elbette iki boynuzlu bir insan olarak düşünülemez.

Buna rağmen, medarı iftiharımız, büyük âlimlerimiz olan müfessirlerimiz nazarında İskenderi Zülkarneyn, yani Makedonyalı Büyük İskenderdir. Hindistan'a kadar fetihleri dolayısıyla bu kulağı küpeli eşcinsele mübarek ayet atıf edilmiştir.

Makedonyalı İskender (Alexander)in bir kabartmasında iki boynuzculuk vardır. Bu boynuzların bir türü Michelangello'nun "Musa" heykelinde de vardır. Bu görüşe göre bir çağda boynuzlu insanlar varmış (!)

Deccal'in de "iki boynuzlu" olduğu bazı hadislerde yer alır.

Boynuzlu insan yerine Tötonik (Eski Germen, Viking miğferi gibi boynuzlu) kask düşünülebilir.

Germen efsanelerinde hem boynuz hem "Yarımada" anlamına gelen korn terimi vardır. Meselâ, Thule Korn=Thule yarımadası'dır. Thule, İzlanda'yı İskandinavya'ya bağlayan mitik batık kıtanın boynuz biçimindeki uzantısı olup, eski Roma kaynaklarında "Thule insula" olarak geçmektedir. Üstelik Thule=Zül diye okunmaktadır.

Arapça Karn Germence Korn ikisi de boynuz demektir. Bu terim, Horn, Corno yazılışlarıyla birçok dünya dilinde yer alır.

Arapça'da Karn=Çağ, dönem"de demektir ki, Ledünni bilimlerde "iki çağ sahibi" anlamına gelir.

Bu terimi daha açarsak "İki zamanlı" (Zamanın iki kutbu arasındaki Zilzâl Neden sonuç kutupları arasında zaman enerjisinin gel-git biçiminde dalgalanması) gibi ileri semantiklere ulaşırız.

Kur'an'ın iç-içe katlanmış en azından 7 tayf anlamı olduğundan dolayı çok geniş ve karmaşık düşünmekte yarar var:

Ledünnî bilimlere göre "Zülkarneyn=Uçları yukarı dönük hilâl ve nal biçimindeki

Page 143: Zigzag Zaman Gezmenleri

mıknatıs, Remz-i Şirâ (Uranüs'ün sembolü olan çiftli anten), İki uzayın bir karadelik berzahında boğazlaşması, KUM SAATİ gibi ileri anlamlar içerir.

DÜNYANIN EFENDİSİ

Böylece Kehf suresi, 84. ayette konu birden, başka bir zaman yolcusuna Zülkarneyn'e geçmektedir. Hızır-Zülkarneyn ikilisinin "Zülkarneyn" adıyla birleştiği ayette de iyice vurgulanmıştır:

"Biz O'na (Zülkarneyn) yeryüzünde kudretli bir mekân (yerleşim) sağladık. O'na (imkânsız ötesi çözebilen çözüm) yolları (bilimler) verdik."

Bu, çok ileri teknolojiyi "Yeryüzüne yerleştirmek ve her çözüm yolunu bilimsel olarak bilmesi" diye yorumlayabiliriz. "Yol" terimi 85. ayetteki bir başka "Yol" ile bütünleşir:

"O (Zülkarneyn) bir yola tabî oldu."

Zülkarneyn'in "Yola çıktığı değil; bir rotaya koyulduğu, yönlendirildiği, doğrultu aldığı anlaşılıyor. Bu yolun en "Batı" olduğunu 86. ayetten anlıyoruz.

"Günbatısmın en ucuna ulaştığında güneşi balçıklı ve kızgın bir suğlaya batıyor buldu. Bir de onun yanında (Sığlığın yöresinde) bir kavim (millet, ırk) buldu. 'Ey Zülkarneyn, ister bunlara azap edersin ya da haklarında güzel davranırsın' dedik."

(İki seçeneğinde de serbest bırakılan Zülkarneyn iyiliği seçer.)

Çok üzücü olarak "En batı" terimini küçük çapta düşünenler var: Bir kabartmasında çift boynuzlu tasvir edildiği için, eşcinsel ve çok tanrılı, putperest Büyük İskender'in Zülkarneyn sayılması bu yüzdendi. İskender İmparatorluğunun en batısında kendi anayurdu olan Makedonya yer almaktadır.

İskender'in seferlerine bakarak onu yeryüzü gezmeni saymak yanlıştır. Zülkarneyn, yazılı tarihten önce yaşamıştır. İskender ile aralarında binlerce yıl bulunmaktadır.

Söz konusu dönem, Asya kökenli Moğol ırkının, Behring Boğazı'nı aşarak Amerika'ya geçtiği Kızılderili öncülerle ilgilidir. Sarı benizli Moğolların tersine, Gün batısının rengi, kızgın suların tonu olan "Kızıl" yağız renkli Kızılderililerin simgesidir.

Üstelik Amerika kıtasında pek çok sayıda sığ bölge vardır: Örneğin sadece Florida ve kıyı Glasiyerleri (bataklıkları) Türkiye yüzölçümü kadardır.

Güney Amerika'da Amazon ağzı kızıl, siyah ve renkli çamur deryasıdır. Üstelik kastedilen Antil adaları'nın siluetidir. Bahama adaları ve binlerce resif, günbatımında gerçekten kara bir balçığa gömülüyor gibi gözükmektedir. Meksika körfezinin tamamı bataklıkla

Page 144: Zigzag Zaman Gezmenleri

çepeçevre kuşatılmıştır. İlk çağlarda ise tamamen bataktı.

Kuşkusuz, her şeyin doğrusunu ALLAH bilir. Ancak, böyle bir hipotez kurmamıza neden olan önemli ipuçları vardır: Amerikan medeniyetleri (Kızılderili Aztek, Maya, Toltek, İnka vb.) söz birliği etmişçesine bütün tanrılarını "Beyaz" ırktan seçmişlerdir: Tanrıları kendileri gibi Kızılderili değil; kızıl sakallı, sarışın ve mavi gözlüdür.

Oysa Kızılderililerin sakalları çıkmaz ve Amerika'nın keşfinden önce hiç beyaz insan görmediklerine göre "Sakalı tanımamaları gerekir."

Ama oraya giden ilk beyazlar "Giyimli, sarışın, mavi gözlü ve sakallı" beyaz tanrı tasvirleri ile karşılaştılar. Bu tanrıların başta geleni "Kuetzelkoatl" diye okunan 'Quetzalcoatl'in telâffuzu Zülkarneyn ismine son derece yakındır!

Üstelik bu efsanelerde, Kuetzalkatl denen beyaz tanrı, büyük denizin doğusundan (Atlantiğin doğu yakasındaki Avrasya-Afrika tarafından) büyük ve gürültülü bir kuş-araçtaki ekibiyle batıya, Kızılderililerin yurduna gelmiştir.

Günün birinde (yine kuşuna binerek) ileride dönme vaadiyle geldiği yönde kaybolmuştur.

Binlerce yıl sonra, ilk İspanyol fatihleri Güney ve orta Amerika'ya çıktıklarında, Kızılderililer İspanyolların sakallı ve beyaz olması yüzünden, tanrıların geri döndüğünü sanarak, onlara esirce tapınmışlardı. Bir avuç İspanyol da, bu avantajla milyonlarca Kızılderili’yi katletmişlerdi. Aztekler ve İnkalar bu körü körüne inançlarının kurbanı olmuşlardı.

İspanyollar başka şeyler de tespit ettiler: Kızılderililer (Amerika'da hiç yaşamamış olan) deve ve atı resmetmişler, dünyayı bir su tufanının mahvettiğini ve "Ma Noa" isimli "Suların babası=Hz. Nuh' tarafından pek azının kurtarıldığını, Noa adına yapılan Zacuali kulesini, daha sonra kötü tiynetli dev kralların ele geçirdiğini ve tanrılara isyan ettiği için cezalandırıldıklarını, tek dil konuşan insanların artık her birinin başka diller konuşmaya başladıklarını, komşuların bile birbirlerini anlamadıklarını kitabelerine kodekslemişlerdir. Bu tıpatıp üç göksel kitapta yer alan Hz. İbrahim-Nemrud çekişmesinin odağı olan ünlü Bâbil kulesi (Ziggurat) olayıdır.

Bu arada "Sami" dilleriyle büyük benzerlikler ve arkeolojik bulgular da dikkat çekicidir. Babil kulesinin "Ziggurat" adıyla Amerika'daki benzeri "Zacuali" gibi Ma-noa (suların efendisi) de aynı Samicedir. Arapça Ma=Su demektir ve Noa'da Nuh ismiyle eştir. Ayrıca Arapların giydiği "Türbanlı" heykeller yanında hörgüçlü deve kabartmaları da bulunmaktadır. Oysa Güney Amerika'da, devegillerden, özgün ve hörgüçsüz bir deve türü olan "Beyaz Lama" yaşar.

Amerika kıtasına çok önceleri Fenikelilerin gittiğine ilişkin deliller vardır. Sözünü ettiğimiz Zülkarneyn rotaları onlardan da öncedir.85. ayet'in Amerika'nın tropikal bataklıklarını ve burada yaşayan Kızılderilileri işaret etmektedir.

86. ayetin "...istersen bunlara azap edersin..." biçimindeki pasajı, günün birinde

Page 145: Zigzag Zaman Gezmenleri

"Kızılderililerin katledileceğine" dikkat çekmektedir.

Nitekim İspanyol, Portekiz, Fransız ve İngiliz asıllı konkeror (Hernando Cortez gibi Fatih lâkaplı haçlı cani) emperyalistlerinin soykırımlarının haberciliği yapılmıştır.89. ve 90. ayetlerde, Zülkarneyn'in "Doğu rotasına" çevrildiği; 91. ayetteki araç-insan ekipmanının sırrı verilir!

"Zülkarneyn'in yanında neler olduğunu bilimimizle kuşatmıştık."

92 ilâ 98. ayetlerde de üçüncü rota anlatılıyor: Burası "İki Sed arası" diye anlatılan bir bölgedir.

Burada çok ayrı bir dil konuşan milleti, Yecüc-Mecüc (İnsansı başka bir ırk) huzursuz etmektedir.Zülkarneyn, bu dil bilmez kavmin istek ve yardımlarıyla kendilerini çok taciz ve tedirgin eden, insan eti yiyen Yecüc-Mecüc'e karşı aralarına ergimiş demir ve bakırdan oluşan bir sed yapar. İnsan gücü yanında, körük (Zülkarneyn'in özel teknoloji) ile yapılan bu şeddin asla "Aşılmaz ve delinmez" olduğu bildirilir. Ta ki, Zülkarneyn'in ertelediği, bizim geleceğimizdeki yer alan vaat edilmiş, bir güne kadar:

"... (Yaptığımız) Bu (sed) Rabbimizden bir rahmettir. Ama Rabbimizin sözü yerine gelince, bunu (şeddi) yerle-bir (Dünyayla eşit edecektir ki, Rabbi'min vaadi bir gerçektir."

"Ve o gün, onları (Yecüc-Mecücleri) bırakmışızdır. Bir kısmı diğerinin içinde dalgalanır."

"Ye'cüc ve Me'cüc'ün şeddi yıkıldığı zaman her dere ve tepeden salınırlar." (Enbiya-96)

"Ve gerçek olan kıyamet kopma vaadi yakınlaşmış olur. O koptuğu zaman, o kâfirlerin gözleri dışarı fırlar. 'Yazıklar olsun bize. Biz bundan habersizdik. Hayır. Biz zalimlerdendik' derler" (Enbiya-97)

Dalgalanmak, dere-tepeden salınmak yine âlimlere verilmiş bir misaldir. (Tıpkı meddü cezir gibi) gel-git, indi-çıktı yapan KİRİŞ zaman osilasyonudur.

KARA SANCAKLILAR

Haçlılara karşı duranlar, gelecekte de Hz. Mehdiyi, taassup ehli mürteciler vurmaya çalışırken, ona ordu olacak "Karasancaklılar" yine Türklerdir. Mehdi Resule karşı duracak olanlar ise taklidi imanım tahkiki imana çevirememiş, taassupçu, kendilerini Müslüman sanan zavallılar olacaktır. Onlar Kur'an'ı anlamaya lâyık olmadan, bu dinin kurallarını bozmaca tahrif etmekte olanlardır. Ye'cücleri (Çinlilerin Türklere verdiği isimdir) Yüeçi Türkleriyle; Me'cücleri Moğollar ile özdeşleştirmekten kaçınılmalıdır, sevgideğer okurlar!

Öte yandan bazı benzetmeler de vardır: Hint-Tibet-Çin inançlarında yeraltı uygarlıkları (Subterrains Şamballah, Agartha, Atlantis vb.) ısrarı vardır. Bunlar içinde sadece Himalayalarda görüldüğü ileri sürülen yeti (Kar adamı, koca ayak ile Yecüc

Page 146: Zigzag Zaman Gezmenleri

doğrulanabilmiştir ki "Zaman zelzeleri" onların bir kaçını günümüze iletiyor olabilir.

Semavi dinlerde "Kehf" gibi yeraltı uygarlıklarını haber veren "Yedi yer tabakası" ve biraz da efsane karışmış Kehf=Çok büyük mağaralar galerisi, birbiriyle birleşen, her sıradağın altındaki devasa tüneller ve mahzenlerden çok konu "Zaman seddiyle" ilgilidir.

Tevrat'ın yan kitabı Kabala'nın 7 yeraltı dünyası vardır ki bunların her birinin bir tuhaf ırkı vardır. Bunlar zaman zaman yeraltı galerilerinden çıkarlar. Yeşil Küçük Adamlar = Meti'lerle ilgili gerçek resimler de vardır ki bunları ve ırkların kökenlerini daha sonra açacağız.

İslâm inancında da yedi gök gibi yedi yer kavramı bulunmaktadır. Talak-12'de 7 yer haktır:

"7 göğü ve bunun mislinden (7) yeri yaratmıştır..."

Bunların birbirinden zaman fazı ile ayrılmış olacağı düşünülebilir. 14 kat yer-gök, birbirinden zaman fazı ile ayrılmış katmanlar olmalıdır. Bu zamanın 14 ayrı hız ile aktığını imâ ediyor gibidir. Zaten "Benim arzım geniştir" ayetinin de Ledünî sırrı budur. Hatta Zülkarneyn'in "Gelecekten geçmişe" aberasyon yapabilen bir zaman yolcusu olduğuna ilişkin yorumlara göre, söz konusu sed "Bir zaman perdesi"dir:

Geçmişteki, bir zaman kutbundan gelecekteki bin zamana (Polarize bir mekândan) nakledilen insansı Yecüc-Mecüc'leri, Resulullah Mir'ac öncesinde "İslâm'a davet" etmiş fakat ret cevabı almıştır. Tevrat-İncil'de Yecüc ve Mecücler "Gog ve Mog" ismiyle verilir.

DARVAKİT

Madde, ışık hızından hızlı ve zamandan bağımsız sonsuz öz enerjinin yavaşlayıp, zamana bağlanan görünümündedir. Maddeleşmenin birinci şartı "Uzay-Zaman boyutlarının" bağımsızlığıdır. Boyutlar küçüldükçe zaman o oranda küçülür, daha kısa ömürler oluşur. Buna "Dördüncü boyuta yakalanmak" da diyebiliriz.

Maddi varlıklara takdir edilen ömür değişmez.

"... Kendisine ömür verilenin (varlığın) ömrünün uzatılması ya da kısaltılması da kesinlikle kitapta (Levh-i Mahfuz'da) yazılmıştır. Kuşkusuz, bu (karmaşık yazım işi) Allah'a kolaydır." Fatır-14'deki bu ayetin kısaca bilimsel tefsiri şöyle:

Sonsuz özeneni, (NUR) "Zaman" boyutundan bağımsızdır, onun sonucu olan kuant denen enerji noktacıkları ise maddenin yapı taşlandır. Zaman boyutuna bağımlı olarak yaratıldıkları andan itibaren, belirli bir ÖMURE sahip olur ve yaratıldıkları anda "Ölmeye" aday olurlar. Varlığın hızı ve ömrü böylece kısıtlanır. Nedensellik ortaya çıktığında OMUR oluşur. ÖMÜR ise doğmak ve ölmek arası süreçtir.

Yaratılan her enerji noktacığının, enerji şiddetine göre ömrü uzun ya da kısa olur. Maddî

Page 147: Zigzag Zaman Gezmenleri

parçacıkların mekân koordinatlarını tespit ettiğimizde onun "Ömrünü" de hesaplamış oluruz.

Böylece enerji paketçikleri (kuantlar) uzay-zaman'a uyarlanırlar. Matematik kararlılık, geometrik süreklilik ve fizik varlık olma hakkını kazanırlar, ama ömürleri de belirlenir. Çünkü zaman boyutuna uyan her şey "Sonludur." Buna zerreler fiziğinde "Yarı-Ömür" ismi ile kaçınılmaz ölüm yasası da diyoruz. Belirsizlik ilkesine göre, kimin öleceğini değil; kaç kişinin öleceğini de biliriz ki, bu da "Kader" ile ilgilidir.

Doğumla birlikte ömür ve kader ikilisi ortaya çıkar.

Ömür kader kavramı içinde yer alır. Ömür değişmez, neyse o kadardır... Örneğin ikizler çelişkisinde her ikizin de ömrünün şaşmaz 70 yıl olduğunu düşünelim. Böylece dünyada kalan ikizimiz 70 yıl sonra ölecektir. Öte yandan ışık hızına yakın giden ikizimiz ise, dünyadakinin 70 yılına karşılık 900 yıl yaşamış olacaktır. Ama o da 70 yılı dolunca, vadesi bitince ölecektir.

Çünkü 70 yıllık ömründe 900 yıl yaşamadı!.. Sadece çağları çabucak aştı ve kendi 70 yılını doldurunca öldü!..

Bu kategoriden olmak üzere, yine ömürleri belli bir süre olarak takdir edilmiş Hz. İsa, Hz. Hızır gibi Allah dostları da ömürleri neyse onu yaşayacaklardır ve vefat edeceklerdir. Her ikisi de doğmuş, fakat henüz ömürlerinin sonuna gelmemişlerdir. Rölatif olarak 20-25 yüzyıl boyunca yaşamaktadırlar. Bu onlar için kısa bir gün gibidir.

Hz. Hızır'ın zamanı gelince Deccâl'i öldüreceği ve eceliyle vefat edeceği, Resûlullah'm Medine'deki kabrinin yanında kendisine ayrılmış olan kabre defnedileceği Hadislerde yer alır. Hz. Zülkarneyn, zaman içinde yolculuk yapan Yecüc-Mecüc'leri karşılamak görevin-deydi.

Ye'cüc ve Me'cüc'ün gelecekte milyarlarcasının akınlarını Hz. İsa'nın önleyeceği ve hepsini öldüreceği bildirilmiştir. Cehennemin bir tabakasının onlara ayrıldığı rivayet edilmiştir. Hızır as. ise Deccal'in kötülüğünü karşılamak göreviyle zaman yolcuları olmuşlardır. Hz. İsa ise bütün bunların en üstteki BİLEŞKESİ'dir. Çünkü Deccal, İblis ve Yecüc-Mecüc'ü öldüreceği aynı kaynaklarca bildirilir.

Hz. Hızır, Hz. İsa belki böyle bir polarize gökte; Yecüc-Mecüc, Deccal-İblis ise "Kehf/ Aşağıların en aşağısı" bir polarize yerde "Eşzamanlı" olabilir.

Ashab-ı Kehf ise "Zaman enerjisinin" özel olarak o mağarada başka türlü soğurulması sonucu 309 yıl zamanda atlamışlardı. Yani onlar için duran zaman, dünya için normal akışındaydı. Bu da zamanın lineer (doğrusal) olduğu kadar, bu doğrudan ayrılan başka zaman çizgileri içinde de "Özel bir kader" yaşandığını gösteriyor.

Resûlullah bedenli astronomiyle Mir'ac'a ulaştı ve yer takvimiyle milyonlarca yıl orada kaldı! Hadislere göre Musa ve İsa as. ile birer gün görüştü. Hz. İsa'nın kozmik zamanı, yer zamanına göre bir güne karşılık 360 bin gün olduğu için, yalnız onunla görüşmesi sırasında dünyada 1000 yıl geçmelidir. Daha yukarıda, hiçbir insanın meleğin ve ulvi bir

Page 148: Zigzag Zaman Gezmenleri

varlığın çıkamadığı ARŞ önünde Rabbiyle yüzleşti. Sadece ARŞ'a melek dikmesiyle 1000 hatta 50 bin yılda gidildiğine göre ve orada geçen bütün zamanların, evrenin kalan ömrünü ve de geçmişteki tarihini kapsadığına göre, Resûlullah Mir'ac'da milyarlarca yıl kaldı. Dünyaya döndüğünde daha yatağı soğumamıştı.

Böylece ZAMAN denen ömür süreci, hızlı bir zamanda da geçiştirilebiliyor ve milyarlarca yılı buluyor. (Karadeliklerin içinde de evrenin kalan ömrünün biteceğini ileride göreceğiz.)

En uzun düşler bile sadece salisenin de onda ya da yüzde biri bir zamanda sürmektedir.

Elektrotlar düşleri bu kadar kısa zamanda gördüğümüzü gösteriyor. Ne var ki, vücut tepkileri uzun sürdüğü için bu salise hissediliyor. Oysa aslında "Rüyada" zaman yoktur. Zamanın sürprizleri ile birlikte Kader edilen zamanı (Ömrün) değişmezliğini bu tür göksel olaylardan ve laboratuarlardan ölçümleyebiliyoruz. Böylece Kader ile Zaman boyutunun FİZİK GERÇEKLİĞİ olduğu ortaya çıkmaktadır.

Zamanın en bilinmedik özelliği de, madde çiftini yok ederek bir üst sistemde onu birlemesi.

Bir çift madde bir çift enerjiye dönüşerek sonlarını getirir. Sonra enerjiler de üst sistemde birleşerek, kuant ötesine geçerek ana birleşmeyi sağlarlar. Bu böylece çokluktan tekliğe doğru bir yarılanmadır. Zamanın, yarılanma süreci olan yarı ömrü belirleyip, maddeyi çokluktan tekliğe doğru azalttığını görüyoruz.

Zaman, ömür ile birlikte, "Kader-Kaza" olayını da yürütür. Zaman bir kader cetvelidir. Dolayısıyla kaderi ekranize etmektedir.

DARVAKİT ENERJİSİ

Zaman enerjisinin dalgalanmalarından yaşlanma, yıpranma ve sonra da ölüm hali oluşmaktadır. Statik bir enerji olan Zaman boyutu mekândaki kuantın maddî bir varlık olmasına ve bir "Ömür-Kader" kazanmasına neden olur.

Zaman bir dördüncü boyuttu ama/ maddenin de kuant olarak varoluşunda dört kuvvet yanında beşinci kuvvet olan, enerji olarak yer alıyordu. Bu anlam üzerine giden KOZİREV, zaman'ın bir esîr kalıbı olan enerji olduğunu ortaya koydu. Zaman fizikte dördüncü boyut olduğu kadar, değişik, özel, radyoaktif yayılan enerji kalıbıdır.

Bu enerji; dördüncü boyutu kullanarak evrendeki her olayı birbirine bağlayan senkronizasyon denen eşzamanlılığı bozan tüm olaylara enerji katıyordu. Varlıklar bu-katılmayı tüketimci (zaman enerjisini absorbe ederek) olarak kullanıp yaşıyorlardı. Her olay "var olmak" için zaman enerjisini soğuruyor, kullanamaz hale gelince de ölüyordu.

Page 149: Zigzag Zaman Gezmenleri

Zaman enerjisi bambaşka bir enerjidir ve kuantik değildir. Bildiğimiz enerjiler kuantlarm kinetik ve potansiyel enerjileri olmakla birlikte, "zaman enerjisi" kuant dışı bir statik, durgun enerji gözükmektedir. Nitekim yine kuantlaşmamış bir başka ışıma da (Aura, hâle) denen vücudumuzdaki Kirlian biyomagnetoplazmamızda vardır.

(*) Arz-Arş bilim serimizde insan nefsinin bir yansıması olan bu biyoelektromanyetik ışımayı Kirlian fotoğraflama yöntemiyle belirlemek mümkün olmaktadır. Bu arada yeri geldikçe zaman zaman hatırlatma, bilgi tazeleme kabilinden yineleyeceğiz. Evrenin karmaşasını okurlarımıza indirgemek için tekrarlar şart.

Bu Kirlian fotoğraflarında gözlenen bedenimizi kuşatan elektrostatik alan olup, hücreleri korur, vücudu örgütler ve görev bölümü verir, ceninin ana rahminde hücre gücü olayım başarır. Işık saçakları ve noktaları olarak görünen Kirlian bedenimiz, nefsimizin psikolojik içgüdülerinin ve görsel zevklerinin emrindedir. Yapısında manyetik rezonanslar ve bunların manyetik alanı vardır.

Kirlian fotoğrafında görünen bedenimize eşlik eden zaman, organizma bütününün eşzamanlılığını sağlamaktadır. Çünkü zamanın kendisi bir enerji olarak eşzamanlılığı bozarken, Kirlian bilinç bedenimiz, canlı vücudunun tümelliğini ve eşzamanlı çalışmasını sağlar.

Kozirev, hayatı oluşturan moleküllerin, cansız davrananlardan farklı biçim almasının zaman enerjisiyle ilgili olduğunu buldu.

Bilindiği gibi biyolojik canlılar Sol amino asitlerini kullanırlar. Kalbin solda olmasının canlıların temelindeki polarizlenmiş ışığı sola kıran (Levo=sol elli) sır ile ilgilidir. Örneğin laboratuarda elde ettiğimiz sentetik şeker kristalleri, ışığı sağa kırarken, canlıları oluşturan gerçek şeker molekülleri sola kırarak canlı-cansız ayırımını en küçük düzeyde polarizler. Bu nedenle "sentetik bal" yapamıyoruz.

Kozirev, sola kırılan ışığa göre düzenlenen canlıların özel biçimlerinin zaman enerjisini en kolay emebilecek yapıda düzenlendiğini göstermiştir.

Glikoz yakma deneyinde de, bu en küçük canlı gibi davranan birimlerin helezonlaştığını ve böylece daha çok yaşamak için "Zaman enerjisi tasarrufuna" girdiklerini açıklıyordu. DNA şifreleri de zaten böyle burgulu (helis) merdiven gibi dizilerek, kristal kafes geometrisine göre zaman enerjisini en iyi soğurma biçimi almışlardır.

Bunun için DNA molekülleri sonsuz bir merdiven gibi helezonlaşırlar. Canlıların biyogeometrisi "Çekim Zaman" biçimlendirmesi olup, buna göre form alırlar.

Böylece zamanın enlemi ve boylamı oluşur. Enlemi bildiğimiz boyut olarak zamandır. Boylamı ve enlemi birlikte düşündüğümüzde, varlığın bir zaman alanı, zaman yüzeyi içinde yaşadığını ve yüzey enerjisini soğurduğunu bulmuştuk. Bunu izleyerek, bir de zaman yüksekliği boyutunu eklediğimizde, bir zaman hacmi cinde yaşadığımız ortaya çıkıyordu. Mekânımız ve biz de bu oylum içinde yer almaktayız. Mekânımızı da içine alan zamanın üç boyutlu yapısı "Ahiret, Esir" kalıbıdır.

Page 150: Zigzag Zaman Gezmenleri

Zaman Aberasyonu yüzünden zamanın tuzaklarının, çağların birbiriyle kesişmesi sonucu ortaya çıktığı düşünülebilir. Bunun nedeni güneşimizin karanlık ortağının uyguladığı "çekim-zaman gel-gitleri" olup, böylece zaman kavramı karışmasıdır. Örneğin Deccal'in ilk gününün bir yıl; ikinci gününün bir ay; üçüncü gününün bir hafta ve kalan günlerinin normal bir gün olacağı hadisle bildirilmiştir. Hatta bir saatin "Saman alevi" gibi kısa bir anda geçeceği de bir başka hadiste yer alır. Zamanın şiddetinin artmasına-azalmasına TENSOR denmektedir. Şimdi bu konunun tartışmasını açalım; Kozirev'in en büyük basanlarından biri de, zamanın; bir olay başında (NEDEN) ve sonunda (SONUÇTA) ayrı ayrı hızda aktığını bulmasıydı. Hassas Terzion-balans gibi aygıtlarla, bir lastiğin çekilmesinde, zamanın üç farklı biçimde aktığını laboratuarında ispatladı.Lastiğin duvara bağlı yanında zaman bizimle özdeş akarken, lastiğin çekilen ucunda daha çok harcanıyordu. Kopacak yerinde ise, atomlar madde özelliği olan boyutlara sımsıkı yapışmalarını öylesine canhıraş gerçekleştiriyorlardı ki, zaman enerjisi tüketimi orada sıfıra iniyordu sanki...

Zaman enerjisi olayların başında ve sonunda aynı hızla akmadığına göre, çağlar boyunca NEDEN-SONUÇ ilişkisinde de bu fark olmalıdır.

Yani zaman değişkenliği yüzünden sabit bir "Kozmik zaman düşünemeyiz. Hatırlanacağı üzere zaman; (dünyada, atomda, olayların başlangıç ve sonunda farklı hızla akması sonucu) çağlar boyunca da ayrı bir hız ivmesiyle akmakta olmalıdır. Örneğin bir gülle düşünelim. Gülle topun ağzından çıktığında hızı henüz sıfırdır. Sonra da giderek hızlanır ve 1-4-9-16-25 kez hızı artar. (Sonra enerjisi bittiği için aynı hızla yavaşlar, hızı sıfır olunca da düşer.) Zaman da böyleydi ve ivmeliydi. (İvme hızın da hızı demektir.) Top güllesinin hızının sabit olmayıp değişken olması, zaman hızıyla aynı değişkenliği göstermektedir. (Tensor olayı) Buna göre bir milyon yıl önce zaman çok daha hızlı akmaktaydı.

DEVLERİN DÜNYASI

Evrenin ömrü o ölçüye göre belki de bir milyon yıldır. Ama şimdiki zaman akışıyla ölçülürse 20 milyar yıl çıkabilir. Şimdi beş milyar yıl öncesi dediğimiz dönem belki beşyüzbin yıl öncesiydi. Çünkü zaman ölçümlerimiz, evrenin soğuma süresine dayanmaktadır. Ama soğuma boyunca ya zaman da hızlanıp-yavaşlıyor, ivmeleniyorsa?

Bilindiği gibi uzun ömür, "Büyük yaratıklara" özgüdür. Örneğin en ağır hayvan olan Balinanın ve büyük çınarların ortalama ömrü 500-700 yıldır. Ya da Amerika'daki Mammot (Sekoya) ağaçları... Bir gökdelen boyundaki en uzun ağaçlar olan Sekoyalar Hz. İsa’dan eski, Büyük İskender ile yaşıttır. (Gövde halkaları sayılarak yaşı bulunabiliyor.)

Bir dönemler Tevrat'ta da bilinen "Nefilim" denen dev insanlar vardı. Bunlar Kur'an'ımızda da doğrulanır: Hz. Musa böyle bir devle düello eder ve onu öldürür. Öyle ki o devin kemiklerinden bir köprü kurulur. Yine Davut as. Câlût (Goliath) isimli bir devi

Page 151: Zigzag Zaman Gezmenleri

düelloda sapan taşı ile öldürür.

O halde "Devler" bir haktır ve inanılması gerekir. Nitekim ilk insan örneklerinin iskeletinin (Cava ve Pekin adamları olarak bilinir) 3.80 ila 4.20 m. arasında boyları vardır. Hadiste Hz. Âdem’in 40 m. boyunda olduğu bildirilmiştir.

Dolayısıyla ilk insan kuşağının atalarına benzeyerek "Dev cüssede" ağırlaştığı anlaşılmaktadır. Balinalar, suyun kaldırma gücü sayesinde, büyüklüklerini korumak üzere, karadan, tekrar denize geçen memelilerdir ve o günlerin uzantısıdır. Cüsse büyüyünce, ömür de büyümektedir.Çekim az ise, canlılar yere sağlam basmak için cüsselerini büyütmek zorundadırlar. Yani ağırlaşmalıdırlar, ağırlaşmak için de hacımca büyümelidir. Hacim olarak büyümek için ise enleşmesi ve boydan uzaması gerekir. Bunu bize Biyogeometrik yasalar böylece bildirmektedir.Çekim eğer az olmasaydı, zaten canlılar sürüngen gibi kalır, dikilip, iki ayak üzerine doğrulamazlardı. İlk kuşlar da (yırtıcı gagalılar) bu çekim azlığından yararlanarak uçma becerisini kazanmış olmalıdırlar.

Bütün bunlar evrimi reddeden şeyler...

O zaman ilk insanların, tıpkı mukaddes kitaplarda belirtildiği gibi büyük boyda ve uzun ömürlü olmaları gerekiyor.

İlk Peygamberlerin ömürleri 1100 ila 720 yıl arasındadır. O günden bugüne milyon yıl geçmesi ümidimiz de suya düşer. İnsanın milyonlarca yıl önce yaşadığını söyleyemeyiz artık... Belki de bütün insan geçmişi sadece 70 bin yıla sığmıştır.

Zamanla, çekim-zaman tensoru ivmelenerek değişmiş ve sonraki canlı kuşakları evrim geçirerek yok olmamış, fakat yeni uyarlamayla küçülmüşlerdir. (Ayet gereği canlılar da çevrelerinden eksiltilmişlerdir.)

Zaman tensorunun değişmesine uyarak, insan kuşakları da giderek küçülmüşlerdir. Şimdiki boy ortalaması 160 cm. kilo ortalaması 65 ve ömür ortalaması 55 civarındadır.

Oysa matematik bir gerçeklik olarak ömrün değişmezliğini biliyoruz. (Yarı ömür gerçekliği sabittir, değişken değildir.) O zaman değişen ömür süreci değil; zamanın akma hızıdır. Böylece zamanın değişken bir boyut olmasıyla, canlı kuşaklarının buna uyarlandığı ortaya çıkıyor.

Bu evrim değil; dönüşümdür. Çekimin giderek arttığının işareti Kur'an'da "Görmüyorlar mı, biz dünyaya geliyoruz ve onu çevresinden eksiltip duruyoruz." Enbiya-44'de verilmiştir. Çekimci dalgalar, cisimden kaçarken çekimci özellik gösterirler. Bu da söz konusu eksilmedir. Çünkü çekim arttıkça, dünya büzüşür ve "Eksilmiş" olur. Hem de "çevresinden içeri bastırılarak" ayet tanımına uyar. Dinimizin verileri içinde bir şeyi daha keşfedebiliriz.Özellikle Hz. Hızır, zaman içinde ileri de, geri de gidebilmektedir. Oysa Kehf ashabının, Hz. İsa'nın ve rölativite teoremindeki ikizlerimizin hep zamanda ileri gittiklerini sunmuştuk. Şimdi de zamanda geriye gidelim mi?

Page 152: Zigzag Zaman Gezmenleri

KEHF DÜNYALAR

ZAMANDA geriye gitmenin nasıl bir şey olduğunu anlamak için, zamanda önce ileriye, zamanın yavaşladığı bölgelere; daha sonra da zamanın durduğu "Ebediyet" noktasına ulaşmamız, sonra bunu da aşarak "Zamanda geriye" gitmeyi idealize deneyimizle tecrübe etmemiz gerekmektedir.Zaman çarpıklıklarının, zaman kavşaklarının oluşması, geçmiş ve geleceğin birbirine karışması, zamanda sıçramalar denen, Aberasyon türü yolculuklar, manyetik aşırı alanlarda oluşmaktadır.Bugüne kadar bilim, Kuantum teoremi bünyesinde zamanı hiç ele almamıştır. Söz-konusu teorem, devasa küreler evreninin zerreler evrenciğinden kurulduğunu bildirir ve evreni atomaltı ölçekte en küçük birimler olan kuantlar düzeyinde inceler. Kâinat çapındaki bu büyük teori bir şeyi unutmuştur:Atom elemanlarının zaman ayrıklığını...Atom, hantal bir çekirdek ile çevresinde dolanan çok çok hızlı elektron ikilisinden kurulmuştur. Elektronun hızı nedeniyle, çekirdek ile aynı saati paylaşmadığını görürüz. Elektronun saati, çekirdeğin saatinden daha "Genç'tir. Çekirdek bellidir, zaman ve konumu ölçülebilir ama elektron tamamen belirsiz olup, hızlanıp yavaşlayabilir. Hızlanması yörüngesini büyütmesiyle ölçülür. Böylece her bir elektron eşzamanlı olarak çekirdekle muhatap olurlar. Kuantum düzeyinde, elektron ve çekirdek birbirlerini "Bulut" gibi (yarı soyut) görürler. ("Sen dağları görür yerinde duruyor sanırsın, oysa onlar bulut gibi geçip giderler" ayet sırrı.)

Mutlak soğukta donma noktasında proton ve elektron birbirlerini daha net görebilirler. Çünkü elektron yavaşlamış, çekirdek ile aynı saati paylaşmıştır.Örneğimizde, kabaca, çekirdek maddeyi; elektron enerjiyi temsil etmektedir. Madde ile enerji rölâtivist saat-takvim farkı oluşturur. Böylece çekirdek, elektronu bulut olarak algılar, biçimleyemez.

Bir başka deyişle, atom çekirdeği fizik bedeni, maddî gövdeyi; elektron da nefsimizi, akıllı enerji bedenimizi temsil etmektedir. Bu bakıma çekirdek "insan" ve elektron (Dumansız zehirli ateş olan) CİN'dir.Elektronlar ışık hızının %99'una kadar hızlanabilirler. (Katot ışınları) O zaman çekirdek onları hiç göremez hale gelir. Tıpkı bizim cinleri göremeyişimiz gibi... Bilimde hiç kullanılmayan bu önbilgileri ilk kez kullanmaya başladığımızda garip dünyalarla tanışmamız kaçınılmaz olacaktır. Şimdi bu dünyaların keşfinde yine "ikizler" çelişkimizi test edelim:

İkizimizi yine dünyada bırakarak "Elektronların son hızına kadar" hızlanalım. Geriye baktığımızda, koca dünyayı bir bulut, boşluk küresi gibi görürüz.Öyle ki, bir uçağın buluta dalması gibi, rahatlıkla içinden geçip "mesamatına nüfuz etme" yeteneği kazanmış oluruz. "Dağlan yerinde sanırsın, oysa onlar bulut gibi geçip giderler"

Page 153: Zigzag Zaman Gezmenleri

ayeti uyarınca madde yüksek hızda bulut gibi silikleşir, belirsizleşir.İkizimizi bıraktığımız dünya giderek maddîliğini kaybederken, başka bulutsu şeyler somutlaşmaya başlar. Örneğin alıştığımız görüntü yerine Yecüc-Mecüc ve yeryüzü cinlerinin yaşadığı dünyamıza hayretler içinde bakardık.Cinlere karışmamak için daha da hızlanınca, dünyanın yerinde yeller esecektir.Dünyayı kuşatan "Gök" çepeçevre bir ZEMİN haline gelecektir.Roketlerimiz, düşük hızlı olduklarından bu gökten kolayca çıkarlar olağanüstü bir şey sezmezler.Ama elektronun hız limitinde, Dünya gider, yerine boşluk ve boşluk (gök) yerine bir dünya gelir.

OYUK DÜNYALAR

BİR zamanların saçma bir teorisi, ışık hızında doğrulanmaktadır. Roketlerin kolayca çıktığı bu gökten biz çıkamayız, oraya çarparız. Bizi çepeçevre kuşatan, daha önce fark etmediğimiz başka bir küredir orası...

Bu kürenin üstünde değil; içyüzeyinde yaşadığımızı görebilirdik.Biz dünyamızın dış yüzeyine, dışbükey zemine ayak basarız. Buradaki "Garip" dünyanın ise içbükey içyüzeyine ayak basmaktayız.İçyüzeyi dışta; dışyüzeyi içte bu garip teorik dünyaya "Oyuk dünya" (Hohl welt) denmekteydi. (Hans Hörbiger'in buzal kozmogonisi)Bizi kuşatan göğün bir OYUK DÜNYA olduğunu söylememizin nedeni, hızın çeşitli seviyelerinin bize, böyle iç-içe polarizlenmiş bir tür yeraltı dünyaları göstermesidir. Ayetlerdeki "Benim arzım geniştir" ve "Yedi yer" kavramına ulaşmış oluruz.

Gerçekten de dünyamız 7 kez iç-içe katlanmış türlü yaşam perspektiflerine sahiptir. Örneğin bizim dünyamız, yeryüzü cinlerinin, gökyüzü cinlerinin, Dabbetül Arz'ın, Deccâl'in, Şeytanların, Ye'cüc ve Me'cüc'ün birlikte yaşadığı bir dünyadır burası...

Gökyüzündeki "Yeraltı" dünyası hız fazlarının zamanı burması sonucu ortaya çıkar.İster yerde, ister gökte, aynı mekânda (Hemzemin) fakat başka zamanlarda (Asenkronizasyon, diğer zamanlılık) katmerli fazlar halinde birçok iç-içe dünya vardır. Bunların birer de insansı varlığı olması çok tabiidir. Yecüc-Mecüc ırkları, yer gök cinleri gibi...O zaman, bu iç-içe dünyanın hızlarından birine muhatap olan astronotumuz, "Cinlerle" bir olurdu.Bu birlenme, eşzamanlılıktan dolayı gerçekleşir. Kur'an'ımızın bildirdiği "Yecüc-Mecüc" istilası böyle bir eşzamanlılık sonucu hemzemin iki dünyanın zamanın da eşleşmesinden, zamanın akma hızının eşitlenmesinden ortaya çıkacaktır.Hatta Dabbetül Arz=Dinazor benzeri (yer hayvanı) için dahi zaman çekmecesi önermesi

Page 154: Zigzag Zaman Gezmenleri

düşünülebilir.Hadisler bize "Kıyamete doğru, insanlarla cinlerin açıkça ilişkiye girmesinin artmasını" öngörmektedir. (Eğer böyle bir hızlı uzay gemisi yapabilseydik, ilk kez onlara ulaşırdık, oysa şimdiye dek hep onlar yavaşlayarak bize ulaşmışlardır.)Bu "Oyuk dünyayı" bilim öngörmüş ama niteleyememiştir, tanımlayamamıştır. Oysa İslâm verilerindeki tanımlamalarla bu tıkanıklık açılabilirdi.

Kehf Ashabı’nın mağaralarının daha devasa bir perspektifle 7 yeraltı ve Yecüc-Mecüc katmanları ile bağdaştırabilirdik.

Zaman çelişkisi yanında yer-gök de çelişirdi:

Gökteki oyuk dünya bizim aracımızın inebileceği somut bir yer oluverdi. Böyle bir yerin adı ve ahalisi de vardır: Kafdağı ve İfritleri, ya da gök cinleri...

Bu ifritlerden birini Hz. Hızır ile taht getirme yarışında tanımıştık. Yeryüzü cinlerinin küçük (cüce) boyutlarına karşılık gök cinleri-deyimi yerinde ise birer "Dev"dir. (Rölâtivist görüntü)

Cinlerin türleri vardır ve tür göstergesi sadece onların da farklı hızlarından doğmaktadır. Örneğin bir türün "Kaz-Ördek-Kuğu" gibi çeşitleri olduğu gibi aynı türün "Uçabilen yaban kazı" uçamayan kümes kazı gibi alt türleri olduğu gibi, cinlerin de türleri ve alt türleri vardır. İfritler (Ephrates) uçucu olanlarıdır.

"Cinlerden ifrit, 'sen daha makamından kalkmadan önce, ben onu sana getirebilirim, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce sahibim' dedi. (Neml-39)

TAM GAZ, SON HIZ

İFRİTLERDEN kaçmanın kolay bir yolu var:

Uzay gemisini biraz hızlandırıp ışık hızına ulaştık mı, birden oyuk dünyalarla birlikte her şey gözden silinir ve yerini maddesiz boşluk alır.

Tam ışık hızında "Ebediyet ya da hiçlik bölgesi'ne (Süper uzay, uzay-üstü-uzay Öklid’in, De Sitter'in tanımladığı "Dümdüz" uzaya) gireriz. Zaman, burada teğettir ve boyut olarak yer almaz.

Dolayısıyla zaman, çalışmadığından ebediyet kavramında donar kalır, Kehf ashabı gibi oluruz. Bu katı rölâtivist bölgede, her-şeyin birbirine göre durağan olduğunu, maddenin hiç olmadığını bir hiçlik içinde olduğumuzu sunacağız.

Rölativite, bize, maddenin ışıktan hızlı gidemeyeceğini söyler. Ama biz artık maddeden değil; ışıktan bir insan olduğumuzu ve hızlanabileceğimizi varsayalım:

Eğer, ışık hızına ulaşsaydık, bu hiçlik bölgesinin birden Mağara ve "Tüneller ile dolduğunu" bu mağara benzeri tünellerde birinin karşımıza çıktığını, hızlandığımız ölçüde bize uzandığını görecektik.

Page 155: Zigzag Zaman Gezmenleri

Eğer, hızımızı düşürürsek, tünel bizden kaçar ve yok olur. Ama hızımızı arttırırsak, tünelin ucunda, birden bir KARADELİK hortumu oluşur ve bizi yutar.Yuttuğu an, bizi atalarımızın yaşadığı çağlara, (zamanda geriye) fırlatır.İkizimizi hiç bir zaman ışık hızında madde olarak tutamayız. Madde bedeni ortadan kal-kalacaktır. Beden ışık hızında sonsuz kütleye erişeceğinden onu daha fazla hızlandıranlayız.İkizimizi hızlandırmak için dünyanın tüm enerjisini verelim: Enerji ikizimizin kütlesine katılarak ağırlığını artıracaktır.

Yani ağırlığı 70 kilodan (dünyanın bütün enerjisi dediğimiz neyse o) yüz trilyonlarca tona çıkmış olacaktır. Şimdi bu daha ağırlaşan beden için, bütün güneşin enerjisini vererek onu hızlandırmaya çalışalım: Bu kez ikizimiz Güneş kadar ağırlaşacaktır.

O zaman ona galaksi enerjisini verelim bu enerji de bizim karşımızda direnen bir kütle olarak, ikizimizin beden ağırlığına eklenecektir.

Sonunda ona bütün evrenin enerjisini verelim, yine ışık hızını madde olarak aşamayacaktır.

Allah Kudreti'nin bir fazı olan Sultan güç derken biz fizikçiler evren enerjisinden büyük bir enerjiyi kastediyoruz.

Madde denen şey ışık hızında enerji aslına dönüşür. Böylece "Madde iken sonsuz" fakat enerji iken "Sıfır kütleye" inerek ışık hızına ulaşır. E= mc2 bize maddenin aslında enerjiden yapılmış olduğunu ispat etmiştir.

Yani madde atomlardan yapılmıştır. Atom-r ise KUANT denen enerji aknoktacıklardan...

Dolayısıyla madde ışık hızında, aslını oluş-.ıran bu teşbih taneciklerin art arda bir tren atarı gibi dizilerek bir teşbih haline gelir. Enerji)

Enerji denen ışıkçık noktalarının bir kütlesi elması, onun da ölümlü olduğunu gösteriyor.Enerjide çekim etkisiyle sapar ve bir karadelik çekiminde öte evrene geçer burada ise kaybolur gider yani ölür!..

Mademki ışık hızında maddi-gövdemizle gidemiyoruz bu bize cinlerin de bir enerji eden taşıdıklarını fakat bu bedenin somut olmadığım açıklar.Cinlerin elle tutulan bir maddi bedeni yoktur, biçimi de... Ama tam ışık hızına ulaşsaydık "Zaman ve mekân bulma güçlüğü" çekerdik. Bu nedenle "Mekân-zaman" veremiyor ve enerjinin neye benzediğini bilmeksizin onun fonksiyonlarını biliyoruz.

SÜRVİTES HIZ

IŞIK hızı ile zamanın akma hızı özdeş olduğu için, ışık hızına ulaşan bir nesne "Zaman duvarına" erişmiş olur. Bu hızda madde özelliği kaybolur ve "Seyyâl-cevvâl" belli bir

Page 156: Zigzag Zaman Gezmenleri

bedeni olmayan akıcı enerji özelliği başlar.

Cinlerin bedensizliğinin ve bunun yerine sadece nefesten oluşmuş bir enerji bedenlerinin olma nedeni ışık hızı doğasının sonucudur.

Buna rağmen cinlerin hızı "Şeytanların" hızından bir alt kademede düşüktür. Bunun şıhab denen kozmik primerler-hiperonlar cinlere mermi etkisi yapmaktadır.

Ancak, şeytan türü, daha üst bir sistemdedir ve daha hızlıdır. O hızın fazı "Bize uzayan tüneller" ile anlatmak istediğimiz bölgedir. Çünkü bu tüneller aynı zamanda "Vesvese=Paranoyak, psikopatik ve şizofrenik biyolojik radyo yayınlarına" açıktır.

O tüneller, "Karabasan" görenlerin; baygınlık anında bir kuyuya düşme izlenimi edinenlerin ve bir kısım cinni akıl hastalığının etki mekanizmasıdır.

Tüm bunları gelecek cildimize erteleyerek, zaman duvarına "limit" dayanalım. Zaman dördüncü boyut olduğu için biter ve ufukta beşinci boyut görünür. Beşinci boyutu ilk kez öğretimizin Müslüman Alman mensubu Caluza kanıtlamıştır. Onun bu bulgusunu altıncı boyuta ilerleten öğretimizin Danimarkalı Müslüman mensubu Klein olmuştur. Böylece ilerleyen boyutlarla on ve onbir boyutlu modern kuantum teoremi ortaya konmuştur.

Evren patlayıp açıldığında dört boyut (üçü mekân biri zaman) açılmış, fakat diğer 7 Mesâni denen saklı 7 boyut açılmamış, kendi tünelinde kıvrılı kalmıştır. Dördüncü boyut, beşinci ile sürekli teğettir.

Dördüncü boyut bittiği için beşinci boyutu görürüz o anda!.. Çünkü zaman dördüncü boyuttu biz onu aşmış oluyoruz. Aşmak ise biz fizikçilerin arayıp bulduğu beşinci boyut ile buluşmak demektir.

Bu boyut, sadece "Akıl-bilinç ve saf şuur" dediğimiz zihinsel boyuttur ve soyuttur.

Hızlandıkça saatimizin tik-tak'ları arasındaki zaman yavaşlayacaktır. Işık hızının tam eşiğinde ise saat öylesine yavaşlar ki, bu yavaşlamanın en sonudur ve adına "Durma" diyoruz. Saatimiz durunca ne olur? Bir saniye bir ebediyet uzunluğunda olur!..

Bir tek saniye sonsuzluğa eşitlenir. Kalp bir kez çarptı mı ebediyen yeterlidir. Zaman akmadığı ve zaman durduğu için, aldığımız son nefes oksijen bize sonsuz yeterli olur. Yediğimiz son yemeğin tokluğu nedeniyle temelli açlık çekmeyiz. Böylece oksijensiz ve yemeksiz uzayda müebbet yaşayabiliriz. Hiç yaşlanmayız. Çünkü zaman akmamaktadır.

Saatimizin "Tik-tak"ları, bir kez "Tik"der ve sonsuza dek "Tak" demez!.. Bu durumda zaman geçmez, zaman akmaz, acıkma, yaşlanma olmaz, artık ölümsüz bir kimse olarak hâşâ "ZAMANDAN MÜNEZZEH" ölümsü; bir yaratık oluruz.

Böyle bir ikizimiz olsun: Bu ışık-ikizimiz ölümsüzdür. Bu ikizimizin artık bedene ve onun gereksinmelerine ihtiyacı yok. Çünkü ortada beden yok, beden olmayınca da açlık, oksijen ve benzeri şeyler de yok. Enerji olmuştur artık ikizimiz. Yani Cinler neden yaratılmışsa ondan yaratılmıştır.

Page 157: Zigzag Zaman Gezmenleri

Enerjinin şeklinin şemalinin, biçiminin bir tanımı yoktur. Sanki bir hamur gibi istediğini; biçimi verebilirsiniz. Hâlbuki maddenin biçimi ve boyutlara sımsıkı bağlılığı ve (çekim etkisine giren) kütlesi vardır.

Ama enerjinin özkütlesi sıfırdır ve çekimden (kurtulma hızına düşmediği) sürece etkilenmesi çok azdır. (Bu da bize "Gök cinlerinin" ne anlama geldiğim gösteriyor.)

7 YER FAZLARI

CİFİR misali olan ayetler eşliğinde bulunduğumuz bölgenin (göğün) katlarını inceleyelim: (Saffat-5)

"Göklerin ve yerin ve bunların arasında ne varsa hepsinin Rabbidir. Doğuların da Rabb'idir."

Işıktan, hızlı ve yavaş ile arasındaki sınır, duvarın tek Rabb'i olan Allah, ışık hızı duvarının bulunduğu "Ara, teğet" bölgeyi de haber veriyor. Doğular ise "Zamanın ters akmasıyla doğum-ölüm, doğuş-batış'ın da ters döndüğünün sırrını vurguluyor. (Saffat-6)

"Gerçekten biz, (Dünyayı kuşatan aşağıların en aşağısı olan) yakın göğü yıldızlar (Galaksiler, burçlar vb. gibi semavî ışıklı cisimlerle) bezedik."

"Göğü (Kozmik ışın şıhabları ile) taşlanan şeytandan koruduk." (Saffat-7)

Ayet güneş fırtınalarına karşı magnetosferi, zararlı ve girgin ışınlara karşı ozon tabakasını ve gök cinlerini haber veriyor. (Saffat-8)

"Ki onlar (Cinler, şeytanlar) mele-i âlâ'ya kulak verip dinleyemezler, her yönden kovulurlar."

Mele-i âlâ "Yüksekteki melek topluluğu" anlamına gelir. Burası, ışıktan hızlı bölgedir ama ışık hızı buraya teğet olduğu için dinleme imkânı vardır.

Nitekim Cin suresinde de "gökte bazı mevkilere yerleşip gök haberlerini dinledikleri, fakat sonradan göklerin kendilerine yasaklandığı" bildirilmektedir.

"(Cinler, şeytanlar gökyüzünden) uzaklaştırılırlar. Onlara kesiksiz azap vardır." (Saffat-10)

Böylece, ışık hızı yöresinde bir "Mekânı" ara bölgeyi, kozmik ışınların kaynağı olan "Polarize bir uzayı" bulmuş oluyoruz. Eğer biz de cin hızında gitseydik, onların başına gelenleri yaşayacaktık. Ancak, normal bir astronot olarak evren BİZİMDİR!

Page 158: Zigzag Zaman Gezmenleri

UZAY - ÜSTÜ - UZAY

ŞİMDİ sıra, dikkatle bu mekânın Yâsin-67'deki duran "Zaman" kavramını izlemeye geldi.

"Yine dilesek, oldukları yerde kılıklarını (metamorf biçim) değiştirir, donduruverirdik de (zamanlarım) de ne (zamanda) ileri, ne de (zamanda) geri gidebilirlerdi."

Bu âyetin sırrınca UZAY-ÜSTÜ ebediyet bölgesine ulaşmış oluyoruz.

Bedenin ölümlü ve bırakılır bir şey olduğunu; fakat bedensiz bir ölümsüzlüğün de varlığının mümkün olduğunu anlatıyor bize ayet!..

Şimdi ışık hızıyla gidip ebedî ölümsüzlüğe, bedensiz sürekliliğe erişince "Neler" oluyor, buna bakalım:

Eğer zıt yönden bize bir şey çarpmıyorsa, yani her öz aynı yöne akıyorsa, gerçekten bu sistem içinde ölümsüz kalacağız.

Çünkü her şey birbirine göre rölatif olmaksızın "Aynı ve eşit" hızda akmaktadır. Böyle olunca hareket etmediğimiz, ebediyen aynı yerde durduğumuz izlenimine kapılacağız.

Kimse kıpırdamıyor, kimse ebediyen birbirine yaklaşamıyor ya da uzaklaşamıyor. Her şey aynı hızda aktığı, farklı hızlar olmadığı için başka bir hareket algılayamayacaktık.

Dolayısıyla kendimizi mutlak hareketsiz sayacaktık. Komşumuza hiç bir zaman misafirliğe gidemeyecektik. Çünkü herkes aynı hızla ve aynı aralığı koruyarak eşit hızda ilerliyor olacaktır.

Mutlak eşitlik dolayısıyla da her şey "DURMUŞ" izlenimi verecektir.

Ama bize bir elektron ya da dik gelen bir ışık fotonu çarpmış olsaydı bizim sonumuz gelirdi.

Ya da evrende enerjiye göre madde küçük hızda olduğu için, sanki biz yerimizde duruyoruz ve madde gelip bize çarpıyor sanacaktık.

Örneğin güneşten çıkan ışınlardan biri olduğumuz için, arkamızdan, güneşin bizden ışık hızıyla uzaklaştığını, dünyanın da bize ışık hızıyla yaklaştığını görecektik ve sonunda dünyaya çarpacaktık. (Dünya atomlarının enerji seviyeleri tarafından yutulacak-salınacak ve yol bulmaya çalışılacaktık.)

Dolayısıyla cinlerin nasıl her mesamata (en ufak uzaya) nüfuz edici oldukları da böylece ortaya çıkıyor. Ayrıca bu "ateş" ışık-bedenli (elektrobiyoplazmik enerji bedenli) yaratıkların ölümsüz olmadığını anlıyoruz.

Page 159: Zigzag Zaman Gezmenleri

Böyle bir ebedî yaşam bize ne sağlar? Dehşet!.,

Çünkü burası artık ışık hızının aşıldığı duvar bölgedir. Oraya ulaştığımızda ise "UZAY ÜSTÜNE" çıkmış olacağız. Herkesin eşit hızda aktığı, bir resmin dondurulmuş karesi gibi hareketsiz kaldığı "Katı Rölâtivist Bölge"dir burası...

Işık hızıyla eşleştiğimiz anda, bu kez ışık cisimler de geride kalacaktır. Yani Cinler'in de hızını aşmış olacağız. Böylece evrenin madde ve enerji bir çift düzleminden "ÜÇÜNCÜ DÜZLEME" geçmiş olacaktık.

Evrenin üçüncü düzlemi var olması gerektiği halde "Kayıp" bulunamayan bir düzlemdir. Buna en yakın tanımı "Uzayı içine hiç bir madde koymayarak dümdüz ve Öklid" gibi düşünen fakat sonsuz boyutlar bulan Hollandalı fizikçi Willem De Sitter verdi.

Evren, genişlemesini sürdürdüğünden, eni = sonu ne büzülmesi, ne de genişlemesi gerekmeyen ARA DÜZLEM olan "Boş fakat çok boyutlu uzay bölgesine" ulaşacaktır.

Gerçekten böylece "Madde"nin olmadığı bir üçüncü düzlem oluşacaktır. Işık burada hiç eğilmeyecektir ve her şey saf enerji olacaktır. Burası, dolayısıyla zamansızlık gibi bir tür mekânsızlıktır.

Çünkü mekân-zaman koordinatları birlikte algılanır. Zamanın olmadığı yerde "Mekân" ve mekânın olmadığı yerde "Zaman" olmaz ve SÜPER UZAY bölgesine geçeriz.

Süper Uzay bölgesi, Esir'in gözle görünür olduğu bir bölgedir. Burası fonksiyonsuz ve jeodezi üstü bir uzaydır. Hatta uzay üstü; mekân dışı bir bölgedir ve "SOYUT'tur.

Mekânın olmaması okuyucuya tuhaf gelebilir:

Gerçekten mekân ZAMAN içinde geçerlidir. "İstanbul" dediğimizde, İstanbul her zaman vardı ve ileri de var olacaktır. Bu bize bir şey ifade etmez. Çünkü onu Konstantin kurdu, daha sonra Fatih Mehmet Han aldı. Sonra müttefikler işgal etti, kurtuldu ve daha sonra Boğaziçi köprüsü yapıldı, ileri de başka değişiklikler olacak. Görüldüğü gibi "İstanbul sözcüğü yani mekân bir şey açıklamaz. Ama 1453 dersek, hangi İstanbul'u kastettiğimizi anlarız.

Mekân ZAMANSIZ bir yerde bir şey ifade etmez. Buna bir insan örneği daha verelim: O insanın bütün hayatı boyunca sayılı rızkı ve nefesi (yani enerjisini zaman içinde kullanması ve buna göre büyümesi ve yaşlanması, ölmesi ancak "ZAMAN" olduğunda söz konusudur.

Örneğin "şu adam 33 yaşında" derken onun "şimdiki resmini" kastederiz. İleride iki büklüm bir yaşlı olacaktır, geçmişte ise emekleyen bir bebekti.

Eğer ışık hızına erişirsek, o zaman bu insanın bütün yaşlarının her resminin üst üste bindiğini ve belirsizleştiğini, mekânsız bir "ENERJİ" yumağı olduğunu görürüz.

Sanki bu insanın her yıl bir fotoğraf filmi çekilmiş ve doğumdan ölüme kadar bu insan art arda üst üste bu fotoğraflarıyla bir kargaşa haline gelmiştir.

Bebek midir? Yaşlı mıdır, önce sağlam sonra sakat mıdır, hiç anlayamayız.

Page 160: Zigzag Zaman Gezmenleri

O sadece binlerce zaman görüntüsünün üst üste bindirdiği bir yumak, anlaşılmaz bir buluttur.

Tüm fazları, enstantaneler (Fizikte durumlar) üst üste binmiştir. Bir fizik davranış biçimi seçmenin ve onu nedensel mantığa oturtmanın, sonuçlar çıkarmanın gerçekten anlamı yoktur. Neden ile sonuç birleşmiştir. Bebek olduğu kadar yaşlıdır da... Elinde hem bir oyuncağı hem de bastonu vardır. Hem bir embriyodur (cenin) hem mezarında bir iskelettir. O her bir rızkını ve sayılı nefesini, yazgısını, kontrol defterini o globular küme içinde bulundurmaktadır.

O komplike bir varlıktır. ("Ruhtan bize az bir ilim verilmiş" olmasının nedeni)

İşte ışık hızına erdiğimizde de örneğin dünyamız her çağın dünyası olacaktır. Dinozorlar ile şimdiki hayvanlar, eski kıtalar ile yeni kıtalar, ölmüş, yaşayan ve ileride doğacak her yaratığın bir yumağı, bir "Bulutsu" ya da en doğrusu (Tünel)i olarak görecektik dünyayı...

Buna biz fizikte "Tümden ve gerçek yaratılışı" görmek diyoruz.

(*) "Süper Uzay, Karadelik tekilliği ve Elif noktaları" konusunda yaratılışın "Tümden ve gerçek olarak" ZAMAN-MEKÂN üstü, adeta bunlardan münezzeh nasıl yaratıldığını ilerleyen kesimlerde ve özellikle izleyen ikinci cildimizde göreceğiz.

Aslında biten bizim zaman ve mekânımızdır.

Biz ışık hızında ışık-insan (cin) olduğumuz için, bizden yavaş giden "MADDE"yi ve bizden hızlı giden "TAKYON" denen esîrî (Etheric) evreni görecektir.

Her ikisinin de kendisine özgü bir mekânı vardır. Fakat biz onu boşluk (vakum) olarak görürüz.

Ama biz tam ışık hızındaysak, saatimiz durmuştur ve zaman bir ebediyet olmuştur. Mekân hiç yoktur ve içinde bulunduğumuz mekânın adı Sür-uzay=para-kozm yani "HİÇLİK" bölgesidir. O hiçlik mekânında biz boyutsuz bir nokta cürmü kadar yer tutmaktayız hepsi bu!..

Allah'ın (cc) zaman ve mekândan niçin MÜNEZZEH olduğuna biraz olsun yaklaşabiliyoruz.

Yarattıkları bile belirli şartlarda mümkün ve zamandan münezzeh olduktan sonra...

Zaman biz yaratıklar için var edilmiştir. Algılayalım ve hareketi kısaca hayatı idrak edelim diye...

Çünkü zaman, doğduğumuz ve sonra öldüğümüz, ikisi arasında da "ŞİMDİ" dediğimiz nabız gibi atan "Saniyelerin" ardışık dizilmesidir.

Eğer böyle olmasaydı, YARIN, DÜN ve ŞİMDİ kesitleri içinde bir MEKÂN sahibi olamazdık.

Evren, yani büyük mekân, dev uzay, ZAMAN olmasaydı anlaşılamazdı ve anlatılamazdı.

Page 161: Zigzag Zaman Gezmenleri

Evren ve zamanı bir arada vardır. İşte UZAY-ZAMAN dört boyutlusunun BİRLEŞİK, YAPIŞIK olması budur.

Mekânlar sabit, fakat zaman değişkendir. Zamanın değişkenliği ise onun akma hızına erişmekle değişir. Bu ışık hızıdır.

Ses duvarı gibi ışık duvarını da yakaladığımızda, mekânlar, dünkü ve şimdiki değil; gelecekteki mekânlar oluverir.

Yani siz geleceğe zamanından önce geçmiş olursunuz. Resûlullah'ın kehanetleri ve Hz. İsa'nın geleceğe geçmesi gibi...

Zamanı, ikinci albüm boyunca işlerken; "Cisimler hızlandıkça zamanlan yavaşlamakta, ışık hızına erdiklerinde ise zamanları durmaktadır" dedik.

Ya ışık hızını aşarsak, ya da üçüncü bölümde göreceğimiz Karadelikler yöresindeki zaman çarpıklıkları içine düşersek, zaman nasıl çalışır?

ZAMAN - HIZ BAĞINTISI

ZAMANIN hep ileriye aktığını düşünen atalarımız zamanın geçmişteki bir nedenden (sebepten) gelecekteki bir sonuca (Tehire) aktığına gözü kapalı yemin bile ederiz. Buna insanlık tarihi boyunca, bilim de inanmıştı.

Tıpkı, eğri olan uzayı düz sanmamız gibi, zamanın değişmez bir hızla, evrenin her yerinde ve her olay boyunca her zaman düzgün, herkese eşit, yavaşlamaz-hızlanmaz sabiti olduğuna inanmıştık.

Rölativite, hız ile zaman arasındaki karmaşık ilgiyi ortaya koydu. Kuantum fiziği de bize, küçülen boyutlarla küçülen zamanları, minicik ömürleri gösterdi.

Yine de, zamanın "Hep ileri aktığını" düşünüp, önce doğduğumuza sonra öldüğümüze sarsılmaz bir inanç besledik, hatta "Nedensellik ilkesi" oluşturup, fizik yasalarından da üstün tuttuk. Oysa yasalar ilkelerden üstündür.

Ancak, matematik bize, zamanın tersinerek, zıt yönde akabileceğini haber verdi ki, bu Kur'an'ın ikrarından başka bir şey değildir: Zaman ve ömrün durması, ileri-geri çalışmaması Yâ-sin 67'de geçiyordu. Bunu izleyen 68. ayet ise zaman ve ömrün tersine çalışacağının sırrını taşır:

"Bununla birlikte kimin ömrünün uzatıyorsak, yaratılışta onu (Ömrün akışını) tersine (zamana) çeviriyoruz. Hâlâ akıllanmayacaklar mı?"

Zamanın düz akması bize "Nedensellik" ilkesini (Causality) getirmiştir: Öyle ya, önce ateş etmezsek, sonra hedefi vuramayız ki!.. Önce hedef vurulur da sonra ateş edilir mi,

Page 162: Zigzag Zaman Gezmenleri

saçma!.. Güneş hep Doğudan doğar, hiç Batıdan doğar mı? Ama Zaman "Terslik" yapabiliyordu ve nedenselliğe meydan okuyordu.

Nedensellik, zamanın bir uçtan bir uca yayılmasıdır. Öncelik ve sonralık sıralamasını oluşturur.

Ama bunun bir fizik yasası değil, sadece ilke olduğunu hatırlatalım. Korunması ve ele alınması gereken öncelikle fizik yasalarıdır, felsefe ilkeleri değil!.. Çünkü pozitif felsefe bilimin sonuçlarıdır.

Nedensellik "Zaman" söz konusu olduğunda işlerlik kazanır. Böylece önce doğar; sonra ölürüz ve bu bize normal gelir. Zamanın ileri aktığına hükmederiz. "Doğal olarak zaman hep yarına doğru akmaktadır" diyoruz.

Ya zaman olduğu yerde kalıyorsa? Çünkü zaman "geçse" bile eninde sonunda eylemsizlik çatkısı olan sabit bir yerde kalmalıdır.

Uzay ve zamanın birbirinden hiç ayrılmadığını söyledik. Ama zaman mı uzay içinde bir boyuttur; uzay mı zaman içinde bir boyuttur" Yoksa hiç biri değil midir?

Zamanın boyut olduğu ve uzay-zaman bileşenlerinin biri olduğunu bize önce Britanyalı Fitzgerald ve Hollandalı Lorenz isimli fizikçiler bildirdiler.

Esîr'in gözlenmediği Michelson-Morley deneyinden geri kalacağını ve böylece hızlı giden bir saatin, "Esir rüzgârına karşı büzüşerek, esir’i ölçemeyeceğini," esir’in kendi içindeki bir saati de geri bıraktığını belirttiler.

Lorenz Dönüşüm formülleri, bugün zamanı mekâna bağlayan asıl Rölativite formülleridir.

Zaman ve mekân bütünlüğünü Einstein'ın öğretmeni Hermann Minkowski gösterdi ve soyut bir boyut olan zamanı buldu. Minkowski, böylece evrenin dört boyutlu olduğunu zamanın lineer bir sürekliliğinin olduğunu ve geçmiş, şimdi ile geleceğin insan zihni tarafından ortaya koyulduğunu açıkladı.

Bu yüzden bilincimiz "Beşinci boyut" olarak talep edildi... Buna göre bilinç bir yer çizgisini izleyerek algılanan zaman diliminin bir gözlemcisidir.

Evrenin esasını "Zihin-Akıl-Bilinç" dediğimiz beşinci bir boyut belirler, kavrar ve karar verir.

Uzay kavramını Riemann'dan; zaman kavramını da Lorenz ve Minkovvski'den derleyen Einstein, Rölativite teorisini oluşturdu.

Rölativite (Görecelik) teoremine göre zaman bir boyuttur ve sıfırdan küçük bir sayıyla gösterilir. Kozirev ise bu boyutun aynı zamanda bir enerji ve doğrudan ZAMAN ENERJİSİ olduğunu ortaya koydu. Bu demektir ki, yeni bir kuvvet, bilinmedik bir başka doğa alanı olan "Esîr" enerjisidir zaman (*)

Page 163: Zigzag Zaman Gezmenleri

(*) Kozirev, Zig-Zag'ın önemli bir üyesidir ve boyut-enerjisi olan zamanın kurucusudur. Onun kaldığı yerden yaptığımız teorik ve deneysel çalışmalar sonucu, zamanın tek boyut değil, bir enlem, bir boylam ve bir yükseklikten oluşmuş "Esîr" olduğunu, soyut koordinatların mekânı olduğunu da matematik teori olarak kurduk. Denklemlerimizde de zaman enerjisi olan üçboyutlu Kronosferi, sıfırdan ağır canlılar soğurarak tüketirken; sıfırdan küçük soyut canlılar da bizzat bu enerjiyi emisyon ederek yaşıyorlardı.

Varlıklar yaşamak için bu enerjiyi çekip yiyorlar.

Sözünü ettiğimiz varlıklar, sıfırdan ağır (yerçekimine tabi) olan bizleriz. Dün doğduk; şimdiyi yaşıyoruz ve gelecekte öleceğiz. Esîr ise, sıfırdan büyük (madde) ya da sıfıra eşit (enerji) olanların algılamayacağı üst boyuttur. Çünkü esîr sıfırdan küçük kesimi temsil eder ve dolayısıyla ışıktan hızlı titreşir ve ışık da "Esîr" denen soyut uzayı ölçmekten aciz kalır.

Sıfırdan büyük varlıklar (Madde ve beden) bu zaman enerjisini çekerek (absorbe ederek = soğurarak) yaşıyorlar. Ne kadar ağır ve hantal isek, o kadar çok tüketiriz. Zamanımız da bir o kadar hızlı akar ve erken yaşlanırız. Eğer hızlanırsak, çekilen enerjiyi, maddeden daha çok tasarruflu kullanırız. İki taraf da normal ömürleri neyse o kadar yaşarlar. İkizlerden ikisinin de 70 yıllık ömrü olduğunu düşünelim. Birincisi bildiğimiz gibi dünyada yaşayarak ölecektir. (70 yılı 70 yılda bitirecektir.)

Hızlı giden ikizimiz ise 70 yılı 980 yılda bitirecektik. Yani herkes ölümlüdür ve ölecektir. Bu da zaman enerjisinin tüketilmesiyle oluşur.

Ama sıfırdan küçük (-60) kilo ağırlığında bir varlığın ise zamanı tersine çalışır. Çünkü böyle bir varlığın olması demek, onun ışık hızını aşması demektir. Takyonlar teoremi bunun üzerine kurulmuştur: Işık hızını aşan bir varlığın zamanı geriye çalışınca yaşlanacağına gençleşir. Takyon bir insan (Ruh, melek) bize tam terstir. Böyle bir Takyon varlık çekime değil, (meleklerin uçması olan) ters çekime bağımlıdır. Bunlar bizim gibi zaman enerjisini çekerek, yiyerek (sayılı nefes içinde rızk olan bu enerjiyi kendi enerjisini zikr ile vererek) tersinirler.

Öyle ki onlar ölümle dirilir, yaşlanacağına gençleşir genç ise çocuklaşır, çocuk ise be-bekleşir, bebek ise cenin (embrio) olur.

Çünkü zamanın ileriye akması bir "Zehab" olup bize öyle gelmektedir. Eğer biz ışık hızını aşarsak, bu kez zamanın geriye aktığını görecektik. Zamanda ister ileri, ister geri gidelim, ölümsüz olamayız.

İki yol da "Ölümle" biter. Çünkü bu ikisi bir filmin düz ve ters oynatılmasıdır. Örneğin bir insanın hiç yoktan doğduğunu, yetişip yaşlanıp öldüğünü filme alıp, bunu sonundan tersine doğru oynatsak, mezardaki ÖLÜ insanın ayağa kalktığını görürüz.

Bu da bir DOĞUM sayılır. Sonra o insan gençleşir, çocuklaşır, bebekleşir ve cenin olur. Sonra da hiç bir şey!.. Çünkü daha yaratılmamıştır ki...

Page 164: Zigzag Zaman Gezmenleri

Yaratılmamak ise bir ÖLÜM olayıdır. Yani iki taraf da "Yoktan" var edilmektedir ve sonra öldürülmektedir. Ölüm her nefsin tadacağı kaçınılmaz sondur. Mü'min-11 ayet bu sırrı taşır:

"Dediler; 'Rabbim bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin' çıkmaya bir yol var mı?

NEDENSELLİK DENSİZLİĞİ

NEDENSELLİĞİN bize densiz ve saçma gelen-yanı zaman içindeki "Öncelik-sonralık" sıralamasının bizi şartlandırmasıdır. Oysa "Densizlik" kavramı, nedensellikte tek yanlı kuvvetler açısından oluşur.

İki yanlı kuvvetler için saçmalık kavramı belirsizleşir.

Örneğin size yarı yarıya soyunmuş birinin fotoğrafı gösterilirse, bundan onun "soyunduğu mu yoksa giyindiği mi?" anlaşılmaz. O durum-fotoğrafını, davranış-filmine dökersek karar veririz.

Diyelim ki, o kimse gerçekte soyunuyor. Ama filmi tersine oynatırsak o kimsenin "giyindiği" ortaya çıkar. Nedensellik soyunma-giyinme gibi iki yanlı kuvvette bize "densizlik" vermez.

Bir fotoğrafını gördüğümüz tramplenden aşağı atlayan yüzücünün havuza düşeceğim biliriz. Şimdi bunu videobantta geriye oynatırsak yüzücünün havuzdan tramplene havalanıp sıçraması "ıslakken kuruması" bize "Saçmalık" gibi gelecektir.

Çünkü önce tramplenden atlamış, sonra suya düşmüş olması gerekmektedir. Zaman ve yerçekimi ikisi de tek yanlı kuvvetler olduğundan beklentimiz budur. Ama eğer tramplenden atlayan kimse bizim gibi artı 70 kilo değil de sıfırdan (-70) küçük eksi 70 kilo ise onun tabî olduğu yasalar bizimkinin tersidir.

Birincisi onun zamanı tersine akmaktadır. İkincisi de yerçekimi terstir. (Gök çekimi gibi bir şey olan antigravitation ya da Levitation.)

Dolayısıyla böyle bir eksi ikizimiz, havuzdan tramplene fırlar. Önce ıslaktır, sonra yukarı vardığında kurur. O da bizim gibi tek yanlı bir şartlanma içinde olduğu için "elmanın yere düştüğünü, saatin ileri çalıştığını, insanların yaşlandığını söylersek" bütün bunlar ona çok "Mantıksız ve saçma" gelecektir.

Çünkü onun elması göğe düşmekte, saati geriye çalışmakta ve gençleşmektedir...

Önce taş atarız, sonra camı kırarız. Taş atmak NEDEN ve camı kırmak SONUÇ'tur. İşte bu nedensellik ilkesidir, fakat fizik yasası değildir.

Çünkü öteki tarafın fizik yasasına göre önce cam kırılır, sonra taş atılır. Ya da orada önce gök gürler; sonra şimşek çakar. Önce biri ölür, sonra başkası ona ateş etmiş olur.

Page 165: Zigzag Zaman Gezmenleri

Bu bizi şaşırtmamalıdır. Çünkü bilim için "Geçmiş ve gelecek özdeş"tir. Yani cam kırıldıysa, bilim, birinin taş atmasını bekler. Ne yazık ki, bazı bağnaz bilim adamları, mutlak zamansızlığın hatta tersine dönen bir nedenselliğin ne anlama geldiğini anlamıyorlar, her şeyde düzgün bir nedensellik bekliyorlar.

Ancak, evrenimizde öyle olaylar oluyor ki, bunları bir nedensellikle bağdaştıramıyoruz. Örneğin birinin ölümünü ya da kaza geçireceğini (kaza öncesi) görüyoruz. Bu haberci rüya doğru çıkıyor!

Ya da biri sanki gelecekten, Jules Verne'ye Ay'a gidecek ilk roketin biçimini, boyutlarını veriyor da, bu tıpatıp doğru çıkıyor... Natilius denizaltısı da öyle...

1898 yılında romancı Morgan Robertson, çok lüks ve adı "Titan" olan bir transatlantiğin, daha ilk seferinde bir buzdağıyla çarpışarak battığını ve bir facia yaşandığını romanına yazmıştı. 14 yıl sonra gerçekten bir transatlantik yapıldı, adı Titanic kondu ve ilk seferinde bir buzdağı ile çarpışarak battı...

Hem de romandaki tıpatıp tüm ayrıntılarıyla...

Dahası da var: 1935 yılında bu roman ile Titanic faciasının benzerliğini gören gemici Reeves, Titanic'in battığı gün doğmuştu. Çalıştığı geminin adı Titania idi. Reeves, Titanic ile aysberg'in çarptığı noktada, bu ruhsal erken uyarıyla gemiyi durdurttuğunda burunlarının dibinde dev bir buzdağı çıkıverdi ve faciadan kupayı kurtuldular.

NEDENSELLİK AÇMAZI

NEDENSELLİĞİN bozulduğu bu tür garip olayların anlamı şudur: Gelecek, geçmişin önüne geçmiş ve gelecek geçmişe müdahale etmiştir.

Normalde, "önce taş atılır, sonra cam kırılır," demiştik.

Ama bu tür paranormal olaylarda "Önce cam kırılmakta; sonra taş atılmaktadır"

Bu durumlar, bilim adamlarım nedensellik ile şartlanan kesimine "Tesadüf-rastlantı" olarak gelmektedir.

Çünkü nedensellik, etkiye-tepkimekten doğan sürekli bir ilişkinin ta kendisidir. Böyle nedensel olmayan bir ilişki ise "Eşzamanlılık" eşiti tesadüfleşme olarak görülmüştür.

Pauli Kuantum fiziğinde tesadüf denen bu olayları "izlenmeyen ilkelerin görünür izleri" diye tanımlar. Tesadüflerin mekanizması Kammerer'e göre "Sırasallık" olup, Jung bunu izleyerek "Nedensel olmayan birleşme ilkesi" demektedir. Genel eğilimse rastlantıların, özel şans yasaları, olayların rastgele dağılımında oluşan küme kavramları olarak görmektedir. Zig-Zag öğretisi ise bunu "Nedenselliğin tersyüz olması; zamanın tersine çalışması ve "Determine" gücün belirmesi diye niteler.

Oysa aslında "Yola çıkmadan amaca ulaşmak" alanıma gelen "Takyon" dinamiği ya da

Page 166: Zigzag Zaman Gezmenleri

dönen karadelik çevresinde kendimize rastlamamız, karadeliğe girip dönerek, yola çıkmakta olan kendimizle rastlaşmamız bir "TESADÜF" değil, fizik gerçeklik, geleceğe ilişkin başımıza geleceklerin günümüze aktarımıdır. Bu sayede düş görüyor ve gelecekten haber alıyor sonra da "Ben bu anı rüyamda gördüm ya da bu anı daha önce yaşadım" diyebiliyoruz. Örneğin bir ay önce gördüğümüz bir rüyayı bugün ayniyle vaki yaşamakta olabiliyoruz.

Ama bu aradan 30 gün geçtiği anlamına alınmaktan çok, dünyanın bu bir ay zarfında, uzayda 67 milyon km. ileri gittiğini de hesaba katmayı gerektiriyor. Böylece bilincimiz, geleceği ile bu mesafeyi "Tünelde" hiç bir zamanda, (bir anda) almıştır.

Ya da buna iç-uzay bedensiz astronomi demekteyiz ki dikine yolculuk olup, detayları izleyen cildimizde sunacağız.

Hayatımızda büyük rastlantılar vardır. Bunlara biz fizikte "Önce camın kırılması: sonra taşın atılması" anlamında önce-sonralık; sonra-öncelik sırası diyoruz. Bu demektir ki ışıktan hızlı ruhsal uzanım gücümüz sonucu (geleceği) önceden "Öngörme" yeteneğine sahiptir, ibadetler bunu güçlendirir.

Böylece ilkelere değil; bilimsel yasalara inanmamız ve sarılmamız gerekiyor. O zaman bazı şeylerin zamanının neden tersine çalıştığını anlardık.

Bugün antimaddenin ve kütlesi sıfırdan küçük olan takyon denen esîri parçacıkların zamanı TERSİNE çalışmaktadır.

David Hilbert, kuantlardan da küçük bir HİLBERT uzayı öğretimizden buldu ve bunun bir de tersi olan NEGATİF-Delta (-∆) Hilbert uzayını kanıtladı. Burada da ZAMAN TERSİNE çalışmakta önce sonuç, sonra neden gelmektedir.

Böylece kutsal bildiğimiz NEDENSELLİK ilkesi yani öncelik sonralık sıralaması çökmüş, yerine FİZİK YASALARI gelmiştir.

Örneğin kuantlar belirsizlik (İndeterminizm) yasalarıyla; takyonlar ışıktan hızlı olduğu için determinizm denen belirlilik yasalarıyla yönetilir.

Nedenselliğin yalanlanması demek zaman yolculuğunun doğrulanması demektir. Zaman yolculuğunu, gerek Kur'an gerek Rölativite-Kuantum teoremleri ve gerekse "Atmosfer dışı refakatçi UFO olayları" doğruladığına göre, ister-istemez bu konuya bilim adamı eğilmek zorundadır.

KUR'AN'DA ZAMAN YOLCULUĞU

Kehf suresi, başlı başına "Zaman çeşitlemelerine" işarettir. Batıni anlamlarına örnek vermek gerekirse, birinci ayeti Hz. Muhammed'in Mir'acı ile; dördüncü ayet de Hz.

Page 167: Zigzag Zaman Gezmenleri

İsa'nın yeniden dünyaya gelişi (Parousia) ile ilgilidir.

Dokuzuncu ayetten itibaren Mağara Hibernasyonunu (Ashab-ı kehf) verirken, Zamanın anahtarını "İnşallah" şifresiyle anlatır.

"Hiçbir şey için 'Ben bunu muhakkak yaparım' deme!.. Yalnızca sözünü Allah'ın dilemesine bağlayarak 'İNŞAALLAH'de. (İnşallah demeyi) unuttuğunda Allah'ı zikret ve 'Olur ki Rabbi'm beni (düşündüğüm, umduğum süreden) daha yakın bir zamanda dosdoğru başarıya ulaştırır' de (Kehf-23/24)

Zamanın anahtarı inşaallah'dan sonra da mekânın anahtarı ledünni anlamda "Maşallah" olarak bildirmiştir:

"Eğer beni malca ve evlatça kendinden az görüyorsan, bağına girdiğinde, 'Maaşallah = Allah'tan başka kuvvet yoktur' deseydin olmaz mıydı?" (Kehf-39)

(*) Bu iki kısa ALLAH kelâmını, klâsik görüp de kullanmamazlık etmeyiniz sevgideğer okurlar. Niyetinizi ALLAH'a bağlamak (İnşaallah) ile Allah'dan başka bir güç yoktur (Maaşallah) büyük güçlere sahiptir. İlki imkânsızı mümkün kılar, ikincisi de "Nazar" denen "ruhsal vurgun" kalkanıdır. Öte yandan Kehf 32. ayetten 59. ayete kadar bu pasajda, "Zaman yolcularının gelecekten geçmişe gelerek, fakat iki rakip kamp olarak, tarihi değiştirmek için çarpıştıkları ve savaşı "İnşaallah-Maaşallah" diyen tarafın kazanacağını ve geleceğin buna göre inşa ve maşa edileceğinin sırrı vardır. Nasıl ki, gelecekte Allah yolundaki Hz. İsa'nın, imansız zaman yolcuları olan Deccal, iblis ve Yecüc-Mecüc'lerle savaşması haksa, bunun bir benzerinin de (gelecekten geçmişe gelebilen) iki kampa bölünmüş iyi ve kötü torunlarımızın savaşı olduğuna ilişkin ipuçlarına başka bantlarımızda yeniden yer vereceğiz.

Hadîsler, Yecüc-Mecüclerin (Zülkarneyn’den bu yana) her gün setlerini kazdıklarını, ancak (zaman tersine çalışması nedeniyle) hiç kazmamış gibi olduklarını, günün birinde ağızlarından yanlışlıkla "İnşaallah yarın burayı açarız" dedikleri için ve gerçekten de böylece yeryüzü zamanına çıkacak bir nokta bulacaklarını bildirmektedir.

Yine Hz. Zülkarneyn'in bu şeddi "Maaşallah" diyerek yaptığı cifir sırrındandır. Yeti denen Hint-Tibet efsanelerinde yer alan yeraltı dünyası Şamballah dil sürçmesiyle "İnşaallah" olabilir.

Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur ki, Zülkarneyn, tarihin akışını değiştirmiş ve yeryüzünü çok kalabalık bir ırk olan, Yecüc-Mecüc'den korumak üzere, onların tarihteki saldırısını geleceğe ertelemiştir.

Burada kader değişmemiş, vaat edilen akın, kader olan istilâ zaman içinde ileri kaydırılmıştır. Kader er geç tecelli edecektir.

Hz. Hızır da kraliçenin tahtını "Zamanda geriye giderek, getirmiş ve zamanı gelip de konuşulunca orada "Hazır" etmiştir.

Hz. Hızır'ın zaman-bilimine sahip olduğunu yine Kehf suresinde (incelediğimiz 60-82. ayetlerden) anlayabiliriz:

Page 168: Zigzag Zaman Gezmenleri

Özetle Hz. Musa ve yoldaşının Hz. Hızır'ı "İlminden öğrenebilmek için" aradıklarını ve bu "Zaman gezmeninden" bir buluşma yeri ve zamanı ile ilgili bir sinyal beklediklerini görüyoruz. İkisi, yanlarında da yiyecekleri (ölü) balıkla birlikte "İki denizin birleştiği Sina körfezi çatalına ulaştıkları anda ölü balık "canlanır" ve suya atlar. Genç arkadaşı, bunu fark eder, fakat söylemeyi unutur. Yemek molası için durduklarında hatırlayarak olayı anlatınca, Hz. Musa da, "İşte aradığımız İŞARET buydu" der ve izlerini takip ederek o noktaya geriye döndüklerinde orada Hz. Hızır'ı bulurlar.

Balık nasıl canlanmıştır? Kuşkusuz her şey Allah katındandır ama, bilim odur ki, nedensel olmayan şeyleri de soruşturmak üzere (ALİMLERE) Allah'tan verilmiş bir imtiyazdır.

(*) ALLAH'I "ĞAYB ÂLEMİNE kimseyi ortak etmemesi bizim güç getiremeyişimizle ilgilidir. Ruh'tan da "ÇOK AZ İLİM VERİLDİĞİ" gibi bazı şeyleri sınırlandığımız yere kadar soruşturmamız gerekmektedir. Bilimin amacı ve görevi de budur.

İşte bu mantıkla Hz. Hızır "Gelecek zamandaydı" ve normal olarak balık ölüydü. Ama orada zaman Aberasyonu olduğu için, balığın ölmeden önceki canlı geçmişine zaman içinde sıçradığı ve Hz. Hızır'ın zamanıyla birleştiği sonra da ikisinin ayrık zamanlarının eş anlı olmasıyla, beklenen buluşmanın sağlandığını önerebiliriz.

TARİHE YOLCULUK

TARİHE yolculuk yapılabilir mi? Tarih değiştirilebilinir mi? Kehf suresi, bunun mümkün olduğunu özellikle Hz. Hızır aracılığıyla bildirmektedir.

(*) Okurlarımıza Hz. Hızır'ın "Gelecek zamanı yaşadığını, en azından geleceği bildiğini Kehf suresinden bir kez daha özetle hatırlatalım: Hz. Hızır, Hz. Musa ve arkadaşının önünde, helâl kazanan bir gemiyi deler, masum bir çocuğu öldürür ve yıkılması gereken bir duvarı tersine onarır. Bunlar Hz. Musa'ya "Nedensel" gelmemektedir. 82inci ayette de bunların nedenini açıklar: Çalışkan ve dürüst gemicilerin teknesine zorba bir hükümdar göz koymuştur, bunu engellemek için gemiyi onarılacak biçimde delmiştir. Çocuk ise imanlı anne-babasını, ileride dinden çıkaracak kadar hayırsız ve zalim olacaktır. Kendilerini horlayan bir kasabanın en köhne duvarını onarıp doğrultur. Çünkü bu duvarın altında iki yetimin mirasları saklıdır. Duvar yıkılırsa, meydana çıkmış, yağmalanmış olacaktır. Çocuklar büyüyünce, kendilerine yeni bir ev yapmak isteyecekler ve duvarı iptal ettiklerinde de o hazineyi bulacaklardır. En önemlisi de bütün bunları kendi reyiyle değil, Allah'ın katından aldığı onay ile yapmakta olduğunu belirtmesidir. (82. ayet)

Hz. Hızır, anlaşıldığı gibi "Nedensiz, nedensel olmadığı" sanılan olayların "Gelecekte" bir anlamı olduğunu bilmekte ve gelecekten geçmişe dönerek, "Tarihi" değiştirmektedir.

Page 169: Zigzag Zaman Gezmenleri

Zaman yolculuğunun dayandığı tamamen güvenceli formüller bedenimiz ile ya da bedensiz olarak geçmişe yolculuk yapmamıza izin verir. Hatırlanacağı üzere Hz. İsa'nın kendi katında geçen bir saniyeye karşı dünyada 8 ay geçtiğini (bir günün bin yıla eşit olmasıyla ilgili ayetler ışığında) açmıştık.

Bir Karadelik tekilliğini, uygun olarak kullandığımızda zamanda "Geriye, tarihe, geçmişe, ölü bildiğimiz atalarımızın diri olarak yaşadığı maziye" dönebilir, zamanda arkaya Gezmenlik teoremini gerçekleştirebilirdik.

Ayrıca kâinat zaman çarpılmaları da istemeden bu zaman karışmasını oluşturan manyetik fırtınalardan etkilenmektedir (kurbağa, balık, kanlı çamur, solucan yağmuru vb. gibi.)

Zamanda geriye gitmeyi, ışık hızı ve nedensellik ilkesi yasaklıyordu. Özellikle bu kilidi Yahudi Einstein kapayıp, kendi misyonunu gizlemişti. Einstein öğretimizden değildi.

Ama ışıktan hızlı bir evren olduğunu bize bulup, gösteren Feinberg öğretimizin mensubudur.

Karadeliklerin bize "Zamanda geriye gitme" imkânı vermesi Karadelik tekilliklerinde iki tür "Tarih yolculuğu" yapılabileceğini gösterir.

Birincisi çok hızlı dönen bir karadeliğin yöresinde normal roket hızıyla bile ışık hızını aşmış oluruz, insanlar ve cinler (Madde-enerjiyi temsil ettiklerinden) ışık hızının bir alt hızında dururlar.

Her iki taraf da ebediyet bölgesini aşamazlar.

Ebediyet bölgesinin arkası artık somut değil; soyut maddeye dönüşeceğimiz "Takyonlara" aittir.

Biz hızlandığımızda önce fizik bedenimizden oluruz. Zaman boşluğu olan ışık hızına erdiğimizde bedenimiz sadece cinlerinki gibi "Nefs beden" yani enerjidir.

Eğer biraz daha hızlanırsak, bunu da kaybeder ve sıfırdan küçük bilincimizle, takyon bedenimizle ortaya kalıveririz.

Yeniden bedenlenmemiz ise yutulduğumuz tünelin en dar yeri ve "Devenin iğne deliğinden geçmesi kadar zor" olan, BERZAH bölgesidir.

Dolayısıyla yemden bedenlenemeyiz ve artık "Ölüye ölü demeyin, onlar gerçekte diridir, asıl ölü sizsiniz" diye uyarıldığımız Takyon bölgesinde kalırız. Bir daha da yeniden doğamayız, çünkü orada "Berzah" vardır.

Bedenimizle yapılacak bir tarih yolculuğunu bize "Karadelikler" ve manyetik fırtınalar sağlar.

Hızlı dönen bir karadelik yöresinde, biz de hızlanırsak, toplam hız olarak ışık hızını aştığımızdan, saatimiz TERSİNE çalışır.

O zaman dünyaya zaman içinde geri gidebilirdik. Fakat belirli bir tarihe değil!.. Çünkü

Page 170: Zigzag Zaman Gezmenleri

güçlü manyetik alanlar bizi zaman içinde sıçramalı olarak gezdirir.

Biz o çağın insanlarını gördüğümüzde, onlar da bizi görüyor demektir.

Ne var ki, ABERASYON denen zaman-mekân sıçramaları nedeniyle onlarla daha selamlaşmadan başka bir zamana sıçrarız.

Böylece bizim bir tek uzay aracımız, çok çeşitli çağlarda "Bilinmeyen Gök cisimleri" olarak pek çok kez ve mükerrer görünür.

Oysa görülen bu araç TEK; fakat zamana bağlı olarak görüntüsü TEKRAR edildiğinden "Çok sayıda ve kuşaklar boyu" görüntüler diye rapor edildi.

Aracımızdan 1990 yılında gördüğümüz bir insan birden kaybolur ve yerine 1950'deki bir başka insan çıkıverir. Daha sonra 1999'daki bir başka insan... Böylece bizim üç saniyemize karşılık, üç zaman dilimi ve üç kuşak insan ile muhatap oluveririz.

Bunda şaşılacak bir şey yoktur: Bu cildin sonunda ele alacağımız doğal "Manyetik (şeytan?) üçgenleri fırtınaları ve bunun teknik deneylenmesi olan Philadelphia deneyinde kaybolan gemi ve görünmez olan tayfalarının başına gelenler bilgilerimizi tamamlayacaktır.

Bir aracın yüklediği manyetik aşırı enerji, kesikli deşarj olmakta ve bu yüzden aracı zaman-mekân içinde gezdirmektedir. Zaman ve mekân içi de bu sıçramalar yüzünden tek bir araç, türlü yer ve zamanlarda çok sayıda olay diye rapor edilebilir.

Bu sıçramalar hem teleportation (Tayyı mekân) fenomenine hem de "Tanımlanmayan insanlı araçlar" olaylarına ışık tutabilir.

Manyetik aşırı fırtınayı yüklenmiş bir araç ya da astronot, zaman-mekân içinde sıçramak hareket ettiğinden, birden karşımıza çıkabilir, daha cümlesini bitirmeden kaybolabilir, başka bir zamandaki başka bir insana cümlesini tamamlayabilir. Katma enerjisi sükûnet bulana, (Bu ani görünüp kaybolmalar, kendi zamanına dönene) kadar zamanda sıçramaları sürer, gider.

Onu görenler, bir hayalet, bir uzaylı, bir halüsinasyon gördüklerini sanabilirler. Bunların torunlarımız olduğunu sadece bir bilim adamı düşünebilir.

Böyle sıçramalı (kısa vadeli) yanında "kalıcı" zaman yolcusu bilim denklemleri bakımından mümkündür. Eğer bir dönen karadelik bulsaydık, onun halka tekilliğine zıt yönde gitseydik, zaman içinde gençleştiğimizi görebilecektik.

Yolculuk sürdükçe de her bir zaman için bir "Daha genç kopyamıza" rastlarız.

Kendimizden daha genç kendilerimizin her biri "Bir çağa" karşılıktır. Kozmik takvimde her saniyemiz karşılığında dünyada 8 ay zamanda geriye giderdik.

Elbette, bu olayın, negatif denklemlere bağlı olarak garip sonuçları da vardır:

Tüm ömrümüzün akışını, kırdığımız bardağı, giden bir otomobili, çalışan bir saati, birinin ölümünü filme alarak ters oynatsaydık, gençleştiğimizi, kırılan bardağın toparlanıp hiç

Page 171: Zigzag Zaman Gezmenleri

kırılmamış olduğunu, otomobilin (geri viteste olmadığı halde) geri gittiğini, saatin tersine çalıştığını, ölen birinin yeniden dirilip gençleştiğini görüyor olacaktık.

Nedenselliğin tersine dönmesine bağlı olarak hatıralar da en sondan itibaren unutulmaya başlanır.

Hafızasındaki hatıra ve tecrübeleri (belleğindeki anı ve deneyimleri) en sondan geriye doğru silinmeye başlar. Film ters oynamakta olduğundan önce "Niçin yola çıktığımızı" unutacağız demektir.

EKMİNESİS – REENCARNATİON

Zihin, bir telkin (Hipnoz, oto-hipnoz denen cin teshiri) altında geriye gidebilir. Bunun için rastgele birini bir hipnozitör, telkinle zaman içinde geriye, daha küçük yaşlarına doğru gönderebilir. Bu sırada hesap defteri açık olduğu için, kişi her saniyeyi anımsar. Böylece geriye sayma sırasına göre diğer hatıralarımız silinecektir.

Bu geriye yolculuk, örneğin 8 yaşma indirildiğinde kişinin yazısı da değişip, çocuksu olmaktadır. Bir yaşın gerisinde ise konuşanı r-maktadır. Örneğin bu yaşa indirgenmiş kişi, ana rahmindeki terk duruşu pozisyonunu alıp, parmağını emer. Eğer yolculuğunun daha da geriye sürdürürse, kendisinin var oluş nedeni "Ruhunun üflendiği" aylara kadar ana rahminden önceye gönderildiğinde, rastgele bir erkek, örneğin "135 yıl önce Fransa'da yaşamış bir kadın olduğunu, ondan önce Eski Mısır'da yaşamış bir başkası olduğunu söyleyecek" ve hiç bilmediği hiyeroglif alfabesiyle yazacaktır. Bunlar doğrudur, hepimiz için geçerlidir. Kim hipnozla uyutulursa uyutulsun, normalde hiç anımsamadığı geçmiş hayatlarından söz edecektir. Olay gerçekten doğrudur.

Ancak yeniden doğuş anlamına alınmamalıdır.

İşte bu olgu Tenasûh=Yeniden bedenlerime adı altında, sözde ruhsal evrim mükemmel olana kadar, önce hayvan sonra kaba insan ve sonra da hassas insan olarak ölür-doğar ve mükemmeli bulduğu gün "Nirvana=Fenâ fillâh'a" ulaşacaktır (!)

Oysa olay bir ruhsal-şeytânî kısa devreden ibarettir.

Her insanın bir kendisi bir meleği ve bir de Cinlerden yoldaş kılınmış şeytanı vardır. Bunlar iyi ve kötüyü öneren birer "Toprak-faz" denen bir elektrik hattı konumundadırlar.

Birisi olmadan kablo görev yapmaz. Toprağı melek; elektrik faz ucunu da sanki şeytan üstlenmiştir.

Bunun amacı: İnsanın kendisi "YARGIÇ=Hâkim"dir ve melek ile şeytandan (Avukatı ve savcısı) vardır onlardan biri doğusunda karar verir.

Page 172: Zigzag Zaman Gezmenleri

(Örneğin "Hırsızlık yap-yapma" gibi sevap günah defterlenmesi) Ölümle birlikte kişinin defteri durulur ve ruhu ile meleği asıl ülkelerine (eksi koordinatlar evrenine) gider.

Ancak boşta kalan şeytanı için ölüm yoktur, uzaya çıkmak yoktur ve sadece bir insan için değil, mükerrer kullanılabilinir. Yani "Buruc=Burçlar" suresi yönetimindeki dağıtım gereği yeni birinin bedenindeki komplekste yer alır. Sonra o insanın ölümüyle bir başkasına geçerek, etkiler.

Bu sırada ölenin cesedi çürümektedir. Asla giden ruh geri gelmez, doğum bir kez olur ki bu haktır. Yeniden bedenlenmeyi dinimiz yasaklamıştır. Allah kullarına başka bir "Fırsat" tanımaksızın, bir kez yaşama şansı olan dünyalık ömür vermektedir. Ölenin dünyaya dönmesi için karadelik tekilliği ya da iğne deliğinden geçen deve örneğindeki bir BERZAH vardır ve bu karadelik tekilliğidir.

Ne var ki, gerek medyumların masasına ruh diye gelenler, gerekse "Geçmiş hayatlarını" hatırlayanlar kişisel "Şeytan'ın mesajlarıyla kandırılırlar. Oysa bu şeytan, yaşadığı insanı bir gölgesi gibi iyi tanımakta, hatta el yazısını, imzasını bile taklit edebilmektedir. Genelde bir şeytan kimde olduğunu bilinçli olarak bilir. Çünkü iki insan arasında bir süre "Boşta" kalır.

Ancak, eğer "Burçlar" dağıtımında biri ölen ve aynı anda bir doğandaki yüksek burç paralelliği gibi istisnalar olursa, şeytan boşta kaldığının bilincinde olmadan, yeni doğan bebeğe yerleştirilir. Bebeğin konuşmaya başlamasıyla birlikte garip şeyler olmaya başlar.

Bebek hiç tanımadığı bilmediği bir kentteki yarım asırlık kişilere "Bunlar benim çocuklarım, burası benim eski evim, bu beni öldüren eşim vb." gibi şaşırtıcı gerçeklerden söz edebilmektedir.

İşte bu kısa devre çok iyi istismar edilip, delil gibi kullanılmaktadır. "Önceki hayatlarını hatırlayanlar" da bu tür bir kadere sahiptirler.

Zaman içinde geri-ileri seken hatıraların nedeni de "Şeytanî kısa devreler bunalımı"dır.

Satanist spirtüalistler, bu durumu akü hocaları, Hint reenkarnasyon öğretisinden ve kişiye özel şeytanlarımızın oluşturduğu ekmineziye (sözde geçmiş hayatlarını hatırlama) destek için istismar ederler.

ŞU BİZİM UZAYLILAR (!)

RÖLATİVİTE formülleri de film ile birlikte tersine döner: Işık hızının %101 kadarına hızlandığımızda, her bir yılımıza karşılık, dünya tarihinde 14 yıl geriye düşeriz. Böyle bir zaman yolcusu 2110 yılında yola çıktığında 35 yaşında olsun ve on yıl geriye gideceği bir yolculuk yapsın; 2100 yılına kadar küçülmüştür ama dünya takviminde 10x14=140 yıl geriye düşecektir. 2060 yılına gitmiştir:

Page 173: Zigzag Zaman Gezmenleri

(*) Bu kişinin (hukuksal değil fakat) bilimsel yönünü tartışabiliriz: Kendi hatıralarını on yaşına kadar hatırlayacaktır ve niçin on yık kendisine bir uzak "Hatıra" gibi gelecek, hiç bir açıklama yapamayacaktır. O kişi ne elerse desin "Alt tarafı çocuktur, hatta deli bir çocuk" sayılabilir. Yeni hayatında eğitildiğinde ise "Deha" olduğu da söylenecektir. Artık o kendi bünyesinde iç-içe erişmiş iki hatıranın tek sahibidir.

Normal ömrünü 70 yıl kabul edersek, önce 25 yıl kendi hayatını yaşamıştır. Sonra bu yeni hayatında bir yirmibeş yıl daha yaşacaktır. Sonra da kalan normal 45 yaşını ve toplanı 105 yılı yaşamış olacaktır. 50 yaşında olduğu halde 25 yaşında bir genç görünecektir. 140 yıllık tarih bilgisiyle birlikte 70 yıllık ömrünün 145 yıla büyüdüğünü bilim denklemlerimiz ispatlar.

Bu kadar karmaşık bir hipoteze girmemiz nedensiz değildir. Öğrencilik yıllarınızdan beri "UFO Tanımlanmayan uçan cisimler" üzerine çok şey duymuş, fakat hiç ilgilenmiyor olabilirsiniz. Ne var ki, 1960'lı yıllardan beri, Birleşik Devletlerin Apollo serisi uzay uçuşlarında "Refakatçi" uçan cisimler hem astronotların bantlarında bildiriliyor, hem de fotoğrafları çekiliyordu.

Apollo-14 Ay'a indiğinde de aynı şey olmuştu.

Hatta bu kez daha fazla şey...

Ay'daki ilk adımlarda çekilen resimlerin arka planında bir çift UFO da poz vermişti. Bu tarihi yolculuk, gerçekten iki uçan cismin refakatinde gerçekleşmiştir. (Öyle ki, bunların resmini basan Life Dergisinin o sayısı çabuk yoldan toplatıldı.)

Ses bantlarında astronotlar "Uçan daireler"den söz etmişlerdi. Daha da ötesi Ay'da bir hitap vardı (ki, bunun tam anlamıyla bir ayet benzeri olduğu) ve bir de "Esrarengiz Müzik yayını" kayda geçti.

Astronot Armstrong, bunun "Ezan" olduğunu dönüşünde Kahire'de anlayacaktı. Kısaca bu uçan araçlar bir "Radyo yayını" yapmışlardı.

Öte yandan UFO görüntüsünü "Cinler"de verebilmektedir.

Ama atmosferimizin içinde!.. Ya atmosfer dışında gördüğümüz “o şey” neyin nesiydi? Uydu fotoğraflarının verdiği tüm ayrıntılar, 120 kadar şaşkın bilim adamı ile diğer görgü tanıkları…

UFO denen terim “Kimliği bilinmeyen herhangi bir uçan cisim”dir. Teşhis edilmeyen bir doğa olayı, ayırt edilemeyen göksel görüntüler bu kapsama girer. (Gezegen, opaklanma, göz yanılmaları, elipsoit bulutlar, ateştop yıldırımlar, türlü manyetik türbülanslar, uydu, uçak ve benzeri insan yapısı taşıtlar, göktaşları vb.) Bir kısmı sahtedir; (insan muhayyilesinden türeme, illüzyon, halüsinasyon, toplu kitle hipnozu sonucu görüntüler.) Bu kategoriye “Atmosferimiz” içindeki “Cin”leri bu görüntüyü seçmeleri de eklenebilir. UFO’lardan inen “Uzaylılar” sahtekârlığı özellikle tezgahlanmaktadır. Bu yolla aldığımız uzaylı fotoğrafları ile, sözüm ona “Ruh” diye gelen vizyonların spektral analizi aynıdır. Aynı kimseler, “Cinler”in vizyonlarıdır. Ne var ki gökler cinlere son elçinin gelişiyle

Page 174: Zigzag Zaman Gezmenleri

yasaklandığından, atmosferin katmanları dışındaki göklerdek insanlı başka görüntüler, (eğer, bir gök cismiyle karıştırılmıyorsa) tespit edilmesinin bir tek açıklaması var: “Uzaylılar!..” Fakat nasıl uzaylılar?

Halka kapalı tutulan UFO araştırmalarının yapıldığı NASA bünyesinde akıl almaz atmosfer dışı insan yapısı taşıtlardan biri bizzat uydu aracılığıyla izlendi.

650 kilometre yukarıdaki uyduların, yerdeki herhangi bir kentteki herhangi bir otomobilin plakasının resmini net çektiğini okuyucuya hatırlatarak, yer kontrol üssüne gönderilen elimizdeki kanıtların ne kadar kesin olduğunu vurgulamak istiyoruz.

Uydu, atmosferin çok yukarısındaki bir Uçan daire biçimi taşıtı yukarıdan, sürekli izledi ve video-teybe kaydetti.

Sonuçta hayretle(!) bu uzaylıların “Latin alfabesi kullandıklarını” görüldü. Çünkü taşıtın üzerinde (boya ile değil likit kristal ile yazılmış) “Dhurakhapalam” adı (son Rus Çarının arattığı) “Zaman yolculuğu yapabilen aracın” da ismidir ve Hint-Tiber ortak mitoslarında yer alır. Bu yazının altında yine spektral tarzda sentetik bir “Volvol-Wanen” (Volkswagen diye kodlamıştık) yazısı ve yanında da bir modelin, bir misyonun ya da yapımın tarihi yer alıyordu: 2047…

Germen mitoslarında “Uçan Wanen”lerden söz edilir. Demek ki, bu uzaylılar Latin alfabesiyle yazıyor ve Germence konuşuyorlardı(!)

O zaman efsanelerdeki Wanenler, Durakhapalamlar da birer masal değildi. Germenler Wanen diyordu. Tibetliler Vaidorg ve Hindular Vimana!

Tümü de eski yazılı belgelerde "uçan ve pilotu olan" araçlar olarak uzun uzadıya anlatılmıştır.

Düğümü çözen 2047 sayısı daha doğrusu tarihi olmuştu. "Uzaylılar" bizim zaman yolculuğu yapan torunlarımızdı!

Akıllı torunlar gelecekten geçmişe zaman gezmenliği yapabilecekleri teknolojiyi bulmuş olmalıydılar. Üstelik mistik isimler kullanıyorlardı.

Torunlarımızın ilerimizdeki çağlarda, zaman içinde geriye (tarihe, maziye, geçmişe) yolculuk teknolojisini başardıklarını rahatlıkla ileri sürebilirdik.

Nitekim UFO'ların bu" kısmının zaman yolcularının işi olduğunu anlatan (Time-Travelling) TT hipotezini kurmak zorunda kalmıştık. Bunun anlamı "Zaman seyahati=Zaman gezmenliği" olup iki türlüdür:

Zamanda İleri(ye) Gezmenlik,

Zamanda Arka(ya) Gezmenlik

Okurlarımız, bu kitapların ilk baskısından nice sonra çevrilen komedi (Geleceğe dönüş) ya da gerilim (Terminatör) türündeki popüler bilim-kurgu filmlerin teması olan "Zamanda arkaya gezmenlerin, tarihi kendi ideolojilik doğrultularında değiştirme, savaşımlarını hatırlayacaklardır. Acaba bu olabilir mi?

Yine bir UFO fotoğrafından söz edeceğiz: Bu fotoğraf üçüncü tür temasları içeren çok gizli

Page 175: Zigzag Zaman Gezmenleri

"Mavi Kitap=Blue Project Book" da başat olarak yer alıyor.

ABD Daytona askeri hava üssünde başkan Eisenhower ile randevulu bir UFO fotoğrafı...

Eisenhower belgelenmemiş ama Einstein, evindeymiş gibi rahatlıkla fotoğrafta görünüyor, hemen ardında aynı teknolojiyle çizilmiş "Davut yıldızı=altı köşeli İsrail yıldızı" arması ve İbranice "Ziontion" yazısı besbelli!

Aynı mantıkla, onları "İbranice" bilen uzaylılar değil; torunların tarih üzerine satranç oynaması diye değerlendirmeliyiz. İyi torun-kötü torun savaşı!

Zaten "Kehf süresindeki" iki bağın sahibi âlimlere verilmiş bir misaldir ve bu satrancı anlatmaktadır.

TARİH DEĞİŞTİRİLEBİLİR Mİ?

EĞER, "Gelecekten geçmişe gelenler" var ise tarihi değiştirmelerinin mümkünü var mıdır?

Tarih dediğimiz geçmişin değişebileceğini Zülkarneyn - Hızır kıssalarından anlıyoruz.

Hz. Zülkarneyn, geçmişteki bir Yecüc-Mecüc istilasını geleceğe "Ertelemiştir" ki bunun anlamı tarihi değiştirmiştir.

Hz. Hızır tarihe müdahale edebilmektedir. Kraliçe Belkıs'ın tahtının getirilmesi, geminin delinmesi, çocuğun öldürülmesi, duvarın onarılması, gelecekteki bir yazgının, tarihte "Allah emriyle" değiştirilmesi anlamına gelmektedir. Çünkü Zaman yolcusu Hızır, geleceğini yaşamış, olanları bilmiş ve geçmişe geri dönerek, o olayların nedenlerini baştan gidermiş, sonucu etkilemiştir.

Bilim de "Tarihin değiştirilebileceğini" birçok varsayımla kabul etmektedir. Dolayısıyla, bir kez daha din-bilim mutabık olmuştur.

(*) İleride göreceğimiz "Çift çift" yaratılan parçacıkların, birbirinden habersiz bile olsalar, tıpatıp aynı davranmalarını sağlayan Kuantum gizli değişkenleri" tarihin değiştirilebileceğini söyler. Bu gizli değişkenler çiftlerin (Pair producton particles) birbirleriyle, zamanda ileri ve zamanda geri olarak ilişkilendirilmelerini ve aynı davranışı göstermelerini öngörür. Nitekim çiftlerden birini şaşırttığımızda, bundan habersiz olan çift de bu değişikliği anında algılar ve görmediği ikizinin yeni durumunu aynı anda taklit eder. Evrende bulunan antimaddenin zaman içinde geri gitmesiyle bu daha da karmaşık bir hal alır ve geçmişi değiştirmek mümkün olur. Bu denli ileri konuları, ayrıca zaman yolculuğunda, hipnoz, uyku-rüya, cinni uğramalar ve birçok parapsikolojik olaylarda "Zaman geçmediğini" düşüneceğiz. Takyonların "Yola

Page 176: Zigzag Zaman Gezmenleri

çıkmadan amaçlarına ulaştıklarını" zaman boyutunun ortadan kalktığı enginlikleri sabır ve sıra ile inceleyeceğiz.

Bilim için tarih kavramı, ekranize kader olayının çoğuludur: Bireylerin "Mazisi" toplumun "Tarihi olan tekil-çoğul KADER kavramıdır. Tarihin nasıl değiştirileceğini de sorabiliriz. Elbette Kur'an ve bilim bileşim teorileri itirazları çökertmeseydi, şöyle klasik cevap bulabilirdik:

"Efendim, hiç tarih değişir mi? Geçmişteki ölmüştür, gelecekteki doğmamıştır. Gerçeğimiz ŞİMDİ'mizdir. Geçmiştekiler öldüğüne göre geçmiş yoktur. Gelecektekiler öldüğüne göre geçmiş yoktur. Dolayısıyla kader de, zamanın berisi-gerisi de yoktur!"

Bu düşünce, en azından bilim ve Kur'an dışı kaldığı içi terk edilmiştir. Ne yazık ki Kur'an tarihin değiştirilebileceğini ap-açık yazarken, tefsirler ve yorumcular bunun aksini iddia ediyorlar.

Kur'an ayetleriyle örneksediğimiz tarihin değiştirilmesi haktır ve bilimseldir. Buna Tümevarımcı uzlaşımcı görüş diyoruz. Bu görüş tarihin değişebileceğini, (Hz. Hızır'ın yaptığı gibi) torunların, ataların müdahale edip geçmişi (kendi ideallerine göre) yeniden düzenleyebileceklerini savunur.

Aynı görüşün sonsuz ihtimale bağlı olan üçüncü bir teorisi zaman yolcusu için her zaman hazır bir gelecek ve geçmiş olabileceğini öne sürer. Her zaman gelecek ve geçmiş değiştirilebilir, her zaman bir başka kader yolu bulunması için sayısız ihtimal hazır bekler!

İkinci görüşü tercih ederken, üçüncüye de bir noktada inanabiliriz:

Bir hâdise göre: "Rabbimiz her gün Levh-i Mahfuz'a 360 kez NAZAR etmektedir." Bunun nedeni "Denetim sorunu" değil; "Tövbeli (ve dileği kabul edilen) kulları için yeni sevkiyatlara" açık bulunmasıdır.

Biz dilersek duayla kaderimizi değiştirmesini RAHMET sahibi Rabbimizden isteyebiliriz. Ama bu değişiklik, biz doğmadan önce ezelden alın yazımız olduğu için yine "KADER"dir.

Değişikliğin olması da bir kaderdir. Kaderin tek zorlayıcısının "Nazar" olduğu, fakat kaderin ondan da güçlü olduğu hadiste belirtilmiştir. Kader İnşaallah, nazar ise Maşallah anahtarlarıyla denetlenir. Ama bizim Kaderimiz gelecekte ve geçmişte belirlidir.

Şimdi kaderin geçmişten anlaşılması için bir ikizler deneyi daha yapalım:

İkiz kardeşimize veda edip hızlı gemimizle gittiğimiz on yıl sonra 140 yıl sonraki geleceğe geçmiş oluyoruz. Orada torunlarımız çok ileri araçlar yapmışlardır. Artık roketlerin dışında, (UFO gibi) ışık hızına yakın seyreden araçlar bulmuşlardır.

Üstelik uygun bir karadeliği ergonomik kullanarak, gelecekten geçmişe yolculuk yapmayı da öğrenmişlerdir.

Page 177: Zigzag Zaman Gezmenleri

Yani torunlarımız Zamanda İleriye Gez-menlik (Şirâ) gibi Zamanda Arkaya Gezmenlik (Târik) yöntem ve tekniklerini er-geç keşfettiklerini varsayalım:

O takdirde gelecekten, şimdiye geri dönebilirdik ve şimdiki çağımızdakiler bizi "UFO" olarak görebilirdi.

O zaman "Dede-torun" ya da "Ölmüş ile doğmamış" buluşması gerçekleşirdi. Doğmamış sandıkları torunlar ile öldü bildikleri atalarının bu kez gelecekte değil, geçmişte buluşacaklarım görecektik.

Zaman yolculuğu hem ileriye; hem geriye yani gelecekten geçmişe doğru da olabilmektedir. Bu söylenen teknolojiyi ışık hızını aşmaya bile gerek kalmadan başardıklarını varsayalım. O zaman onların aramızda gizlenmiş obuaları gerekmektedir.

Kur'an Kriptolojisinde (Ledünni anlamında) böyle bir işaret vardır: "İyi niyetli" ve "Kötü niyetli" iki rekabet ya da düşman kamp. Bu, çok ince sır, Kehf suresinin 32. ayetinden itibaren yer almakta ancak, Cifir bilimini bilenlerce anlaşılır olmaktadır.

SORULAR... SORUNLAR...

SIRLAR... ________________________

SORULAR... SORUNLAR... SIRLAR…

Söz konusu ayetlerde birbirine komşu iki bağın sahipleri vardır. Bunlardan birisi bağının güzelliği, kendi ekonomik imparatorluğu ve kendine tabi olan "Evlâtları" sembolündeki ekibi ile büyüklük (ırk üstünlüğü) taslamaktadır ve Allah'a olan inancının yerini dünyaya tutkusu almıştır.

Bencil, nesebiyle övünen kurduğu düzenin kalıcı ve emperyalist olduğuna inanan bağcının komşusu onun avantajlarından yoksundur, ekipman olarak daha sade fakat

Page 178: Zigzag Zaman Gezmenleri

inanç olarak daha yüksektir. Nitekim komşusunu Kehf 39. ayette şöyle uyarır:

"Bağına girdiğinde, MAŞALLAH "Allah'tan başka kuvvet yoktur" deseydin olmaz mıydı?"

Bağ deyimi burada ledünni örtülü anlamda "Kamp" (siyasal kampus) birtakım süper geçinen devletlere, dünya ekonomi imparatorluğu tebaasıyla, onlara çömez olmuş çıkarcı çevrelere, uydularına genellenmesi gereken bir ALLAH misalidir. Kendini kudret ilân eden bu bencil, ırkçılığına dinini âlet eden bağ sahibinin, evlâtları, malı ve variyeti bir felâket sonucu elden çıkar. Çardağı basma yıkılır ve bağı çöle döner, pişman olur ama affedilmez...

Öteki Bağ ise daha da bereketlenir, yeşerir.

Zaman yolculuğunu bir silâh olarak kullanabilecek ileri teknolojinin iyi ve kötü niyetli iki ekipmanı tarih üzerinde, her kozu oynuyor, ideallerine uygun amaçlarını yarıştırıyor olabilirler. Bu torunlar, gelecekte kendi zararlarına gelen şeyleri önlemek için, geçmişe kaçarak, tarihi, kendi istekleri doğrultusunda değiştiriyor olabilirler.

Belki bir kaç kişilerdir ama her biri milyarlarca insanın aklını çelebiliyor olabilirler. (Hz. Hızır'ın Rabbinden mezun olmasına karşılık) bu teknolojiye sahip olanların "Küçük çaplı Deccal'ler" gibi davranmaları da akıl dışı sayılmamalıdır.

Birçok harika çocuklar, dehalar, önemli buluşların sahipleri bu tür bir zaman yolculuğunun fedaileri, teröristleri olabilirler.

TT (Time Travelling=Zaman gezmenliği) hipotezini doğrulayan bir takım ipuçları, büyük bir titizlikle saklanmaktadır, bir çok cinayet saptırılmaktadır, bir çok köklü teknik buluşlar bir anda patlama yapmaktadır.

Örnek vermek gerekirse, insanoğlunun yüzyıllar boyunca bulamayacağı her köklü teknoloji iki-üç yıla sığdırmıştır: Jet ve Roketler (V-l, V-2) ile Uzay çağı (V-3 ya da Satürn roketleri) açılmıştır. Von Braun'un buluşu sadece II. Dünya Savaşı içinde gerçekleştirilmiştir.

İki yılda insanoğlu tarihi boyunca alamadığı bilimsel ve teknolojik bulguları şipşak bulmuştur. 1943 yılında "Atom bombası" için 'Hayal' deniyordu ama aynı yıl Einstein'ın isteği doğrultusunda çabucak imal ediliverdi. Aynı yıl Philadelphia deneyi ile bir gemi ve mürettebatı görünmez kılındı. Yine, aynı yıl Wiener tarafından radar ve sibernetik bulunmuş, kompüter çağı başlatılmıştır.

Lazer, renkli TV, transistor, entegre devreler ve mikropiçler, nükleer reaktörler, uzay istasyonları, helikopterler ve yüzlerce önemli buluş, sadece on yıla sığdırılmıştır. İnsanoğlu, birden nasıl böylesine inanılmaz bir atağa kalkmıştır? Tüm bunların savaş şartlarından arz-talebi olabileceğini düşünecek kadar saf dilli olabilir miyiz?

Bütün bu inanılmaz parlak buluşların sahiplerinin hemen tamamı Alman bilginleridir. Hitler bunlardan yararlanacağına, tersine Birleşik Amerika'ya kaçmaları için elinden geleni yapmıştır.

Page 179: Zigzag Zaman Gezmenleri

Bir millete sahip çıkan liderin özellikle bilini konularında çok duyarlı olması gerekirdi. Çünkü savaş endüstrisi bilginlerin tasarımcılığından gelişir.

Söz Hitler'den açılmışken, onun "Milletine ne denli sahip çıktığı" konusu tartışmaya açık: Berlin metrosuna rastgele 200 bin Alman'ı doldurdu ve su baskınıyla boğdu. Gerekçe olarak da "Büyük Ruh"un kurban istediğini söyledi.

Kurbanlar rastgele yoldan çevrilen masum Almanlardı. Hitler Alman düşmanı mıydı? Büyük ruh kimdi, niçin bu görünmez yaratık hemen her gece Hitler'e görünüyor ve çılgın krizlerle arzular aşılıyordu?

Hitler bir deli değil; tümü medyum olan bir Yahudi ailenin (Hiedler) çocuğudur ve "Beni Yahudiler finanse etti" diyerek itirafta bulunmuştur.

(*) Mussolini'nin Siyonist olduğunu ve Hitler'in Yahudilerce finanse edilen bir Yahudi olduğunu "Araştırma Yayınları"nın (Masonluk ve Kapitalizm) adlı kitabındaki enfraruj gizli çekimlerdeki belgelerden ve bilgilerden öğrenebilirsiniz.

Marx'ın sosyalizmi ile Siyonist faşizmini birleştirerek bir ideoloji kurmuştur ki, akıl hocası İtalyan Mussolinidir.

Faşizmin kurucusu Mussolini ise "Ben bir siyonistim, Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması için her türlü yardımı yapacağım" diye beyanat vermiştir.

Hitler döneminde Polonya'ya yerleşmiş yarım milyon Hazar Türk'ü Polonya'dan alınarak fırınlarda yakıldı. Karaim Türkleri de denen Musevi dinine mensup Türklerin soykırıma uğraması nedeni, "Yahudilerin hayvan ve köle dedikleri" kendi dışındaki milletlerin "Musevi olmasına asla izin vermemesidir." Museviler Karaimlerden hiç söz etmediler, sadece telef bilançolarına onları ekleyerek, propaganda ettiler. Neden bir Yahudi Yahudi’yi katletsin ki? Berlin metrosunda 200 bin Almanı boğarak öldürmüş olması kendi Yahudi ideallerine daha uygun düşüyordu.

(*) Harun Yahya'nın (Soykırım Yalanı) adlı kitabında Sionist Yahudilerin neden soykırım masalı ile dünyayı ve ırkdaşlarını kandırdıkları "ilk defa" belgelerle dünya kamuoyuna açıklanıyor.

Hitler 3 milyonluk Alman ordusunu da Moskova varoşlarında soğuktan dondurarak katletmiştir.

Çünkü "Büyük Ruh" onu (kışın ortasında) Moskova'ya saldırması için, ani bir "Yaz geleceği" saçmalığına ikna etmişti. Hatta ordu, kış savaşma göre zayıf giydirilmiş, biçimcilik üzerinde durmuşlardı. Daha savaşmadan bir milyon Alman askeri yolda donarak öldü. (Bu tatil için kışı beklemek, yüzmek için kutba gitmek gibi bir şey)

Askerler, liderler, acaba daha gizli bir savaşın kuklaları mıydı? Hitler'in iki telepati vardı: İstanbul'da kalmış ve Müslümanlığı öğrenmiş General Karl Haushoffer ve yine

Page 180: Zigzag Zaman Gezmenleri

Gurdjieff’in (Kars doğumlu Müslüman) İstanbul'da Müslümanlaştırdığı Eric Hanusen...

Stalin'in de bir telepati vardı ki kendisini "Büyük Ruh" ilan etmişti: Yahudi Wolf Messing!.. Messing, kendisine dünyada tek rakip olarak "Haushoffer"i görüyordu.

Uzakdoğu-Hint-Çin ve Tibet dili, gelenek ve gizli bilimlerini iyice bilen General Karl Haushoffer, Japonların "Almanlar safında" yer alması için Japonların Genelkurmayı ile görüşmüş ve bunu başarmıştı. Haushoffer çok önemli bir hipnozitör (toplu hipnoz) ustasıdır. Japonları, doğrudan Sovyetlere saldırmaya ikna etmişti.

Almanlar, "Hasta adam" dedikleri Sovyetleri batıdan kıskaca almışlardır. Bu kritik noktada, başlarında general üniforması giymiş Messing olduğu halde, bir Sovyet askeri kurulu, Japonya'da Japon genelkurmayı ile görüşme talep etti.

Messing gerçek bir general olmadığı halde, kurul başkanı olarak, tek tek özel olarak bütün Japon ileri gelenleri ile görüştü. Birden Japonlar, Sovyetlerle barış anlaşması yaparak, güneye yöneldiler.

Sovyetler doğudaki tümenlerini, batıya kaydırarak, zaten soğuktan donmuş Alman ordusunun karşısına diktiler. Böyle bir ani değişiklik niçin ve nasıl olmuştur?

Hanusen, Haushoffer, Messing, Kozirev ve Gurdjieff gibi telepatlar arasında nasıl bir gizli para-psikoloji savaşı vardır? Beşi birden bombaların nereye düşeceğini, saati önceden haber veriyor, buralar önceden boşaltılıyor, can kaybı bile olmuyordu. Böyle bir kehanet mümkün müdür, geleceği nasıl bilirler?

Yahudi fizikçi Emmanuel Velikovsky'nin de tüm kehanetleri çıkmıştır:

Durup dururken Jüpiter'den yoğun radyo dalgalan geleceğini söylediği gün ve saatte bu gerçekleşiyordu.

Venüs'ün ardında bir görünmeyen kuyruk olduğunu söylemişti ki bu bulundu. Mars gezegeninin atmosfer elementlerinin söylediği oranlarda olduğunu Mariner uydusu sonradan doğrulandı. Oraya gitmeden bu nasıl bilinir?

Einstein ve Veilikovsky ile, uçan dairelere inanan bir başka bilim adamı Morris Jessup'dur. Fizikçi, Oşenograf ve (bir gemiyi tayfalarıyla birlikte görünmez yapan, ünlü) Philadelphia deneyinin yönetmeni Müslüman bilim adamı Jessup, sonra "Uçan daireler" konulu bir kitap yazdı.

Ne var ki bu kitabında TT hipotezini içeren bölümün olmadığını hayretle gördü. Bu işi soruşturmaya başladıktan sonra, bir gün garajında, otomobilinin egzosuyla zehirlenmiş olarak ölü bulundu ve intihar ettiği ileri sürüldü.

Ne var ki, en yakın arkadaşı ve asistanı Dr. Valentin onun "Siyah takım elbiseli" adamlar tarafından izlendiğini ve öldürüldüğünü basına açıkladı. (Bu açıklama Charles Berlitz'in "Bermuda şeytan üçgeni" adlı eserinde de vardır.)

Yine Müslüman şeyhülislam Alman asıllı bilim adamı Dr. Kozirev, kitabı yüzünden defalarca ölümden dönmüş, fakat Sovyetlerde tutsak kalmaktan kurtulamamıştı.

Page 181: Zigzag Zaman Gezmenleri

Messing ve Stalin, kendisini, "Bombardıman kehanetinde bulunmak şartıyla" ileride Almanya'ya iade edeceklerini bildirmişler ama sözlerini tutacaklarına 15 yıl süreyle bir tecrit kampında tutmuşlardı.

Kozirev, sağ kalmasını çok parlak teoremleri olan "Zaman enerjisi ve ideoplazma" buluşlarına borçluydu belki de. Buna rağmen Kozirev, teksir kâğıdından oluşmuş bir risaleyi el altından yayınlayacak kadar cesurdu.

Gizli polis bunu fark ettiğinde, Kozirev ile görüşmeye gelen iki Kanadalı bilim kadını Lynn Schroeder ve Sheila Ostrander, bir prova nüshayı batıya kaçırıp Karl Michael Allein'a ulaştırdılar. Bu kitabın bazı pasajları belki de "Zaman yolcuları" araştırmamıza ışık tutacaktır.

"Stalinizm, gizli Çar Messing'in düzmecesidir. Deccal'in tarihe atadığı elçi Messing'di."

"Parapsikoloji şeytanı Messing'in büyük Ruh olma iddiası, savaşın kaderini belirledi. Hitler ve telepatlarını uzaktan tele-hipnoz ile çıldırtıp intihar ettirdi. Beni intihardan Kur'an'ın bana verdiği kalkan ayetler korudu."

"Stalin, Messing ve Velikovsky, bir ZAMAN ÇETESİNİN Moskova şubesine bağlı üç zaman teröristi Yahudilerdir. Aynı şebekenin üç yiddiş (Alman Yahudi’si) üyesi olan Karl Marx, Sigmund Freud ve Albert Einstein'dan oluşan zaman korsanları ya da zaman kaçkınları, asıl planın üç sac-ayağıdır."

"Marx bir tek kitap yayınlayarak milyarlarca ahmağın ekonomi ilâhı oldu. Ahmaklığı hak ediyorlar, çünkü köleliği hürriyete tercih ediyorlar."

"Freud tek bir kitap yayınladı ve milyarlarca ahmağın psikiyatri ilâhı oldu. Çünkü ahmaklar; "belden aşağısını, beyinlerine tercih ediyorlar."

"Einstein bir tek makale yazarak milyarlarca ahmağın bilim ilâhı oldu. Ahmaklar; çünkü "Bilim; maddî fiziğin enerji-ışık duvarı içindeki bir damla suda boğuldu."

"Messing, Freud ve Einstein sık sık bir araya gelirlerdi. Bu candan dostların parapsikoloji gösterileri ballandırılarak anlatılıyordu. Orada bazı şeyleri planlanıp koordine edildiğine eminiz. O kadar ortak yanları var ki, üçü de sosyalist, üçü de Tevrat yobazı, üçü de üstün ırk faşistleri ve üçü de paranoya derecesinde vatan düşmanıydılar. Yüzyıllar, kendilerine kucak açan Almanya'nın vatan hainlerinin son uzantıları yeni yiddişler bunlar!.."

"Velikovsky, Messing ve diğerlerinin geleceğe ilişkin hayatî şeyleri bilmeleri acaba bu Yahudi ırkına özgü, büyük bir ilâhi üstünlük müdür, fal mıdır, yoksa geleceği ve neyin ne zaman nasıl olacağını bilmeleri midir?"

"Böyle milyarlarca ahmağa hürriyet, refah, ideal, hür irade ve bilim haram olsun!"

Cesur Kozirev, daha sonra broşürünü Bakara suresinden aldığı ayetlerle bitiriyor:

"Yahudilerin size iman edeceklerini umuyorsunuz öyle mi? Oysa onlardan bir kısmı Allah sözü Tevrat'ı dinlerler de meali aldıktan sonra onu bilerek tahrif ederlerdi (75).

Page 182: Zigzag Zaman Gezmenleri

"Onlar, bu gizledikleri, açığa vurdukları (uydurdukları) şeyleri Allah'ın bildiğini bilmiyorlar mı? Onlardan bazıları öyle cahildirler ki, kitabı bilmez, uydurmayı bilirler, onlar sadece zan içindedirler." (78)

"Kitabı (kendi) elleriyle yazıp da bunu bir kazanç yapanların vay haline! Vay elleriyle yazdıklarından dolayı onların haline! Vay kazançlanndan dolayı onların haline! (79)"

İslâm'ın batı cephesinin "Şerif = Şeyhülislamlarından" olan Kozirev, Stalin'in kendisini toplama kampına almasından sonra görevini Gurdjieff'e devretmiştir.

Ne var ki bu durum bir karmaşaya neden olmuştur:

Çünkü Kars doğumlu Osmanlı tebaalı, Gürcü babadan ve İstanbul Rum’u olan bir anneden doğan Gurdjieff (Gürcüoğlu) da sonradan Müslüman olmuştur. Gurdijeff ve Müslümanlaştırdığı Alman generali Haushoffer ve İstanbul'da öldürülen Hanusen, Müslümanlıkları öncesinde, bilimsel deneyler için örgütlenmiş THULE derneğine mensuplardı. Bu derneğin amacı daha sonra izleyeceğimiz "Zamanda taşıt ve personel yürütülmesi" çalışmaları için kurulmuştu. Derneğin asıl adı Thule Kornen'dir. (Thule İzlanda ötesi efsanevî batık bir kıtanın adıdır. Bir atlasta Grönland'ın batısındaki Thule kentini de bulabilirsiniz.)

Kornen ise çoğul olup hem yarımada, çıkıntı hem de boynuzlar anlamına geliyor. Böylece Thule Kornen (Thule boynuzları, Thule yarımadası) gibi oluyorsa da asıl adı "Zülkarneyn"dir. İki boynuzlu Viking miğferi ile simgelenir.

Daha sonra Thule derneği, birinci ve ikinci dünya savaşı arasında ve savaş sırasında İstanbul'a taşınmıştır. Dernek başkanı ise önce Hitler tarafından tutuklanan, sonra "İstanbul"a gönderilen Baron Sebettendorf olup, (Türk literatüründe "Gizli Müslüman baron" diye anılır) daha sonra İstanbul'da intihar süsü ile öldürülmüştür. Thule derneği ise "Nazi"leştirilince Zig-Zag onlardan ilişkisini kesmiştir.

271'DEN 426. SAYFAYA KADAR OLAN

"ZAMAN GİZEMLERİ" adlı BÖLÜM BÜTÜNLÜK ARZETMESİ VE KONUNUN DAĞILMAMASI AÇISINDAN YARARLI OLACAĞI DÜŞÜNCESİYLE, ZİG-ZAĞ GRUBUNCA HAZIRLANAN, ÂLEM TİCARET ve YAYINCILIK SANAYİ LİMİTED ŞİRKETİ TARAFINDAN YAYINLANMIŞ BULUNAN ARZ'DAN ARS'A BİLİM DİZİSİ'nin BİRİNCİ BANDI - SONSUZLUK KULESİ'nin 1. CİLDİNİN "YENİ BASKISI"ndan ALINMIŞTIR.

Page 183: Zigzag Zaman Gezmenleri

KAYNAKÇA

Son bir kaç kesimdeki tespitler, sorular ve sorunlar, beş önemli eserin birbirinden habersiz kopuk sırlarının birleştirilmesiyle ortaya çıkıyor. Söz konusu eserlerin dördü Türkçeye çevrilmiş olup piyasada bulunabilir.

Hitler'in medyum bir aileden gelerek, bilinçaltına işlemiş çılgın düşüncelerini vurgulayan ve "Evrenin Sahipleri" ismiyle tercüme edilen Louis Pauwels-Bergier düetinin kitabını okuyucuya tavsiye ederiz. Prof. Bergier ve Pauwels çok ciddi araştırmacılardır.

Mussolini'nin Siyonist olduğunu ve Hitler'in Yahudilerce finanse edilen bir Yahudi olduğunu "Araştırma yayınlarının Masonluk ve Kapitalizm" adlı kitabındaki enfraruj gizli çekimlerdeki belgelerden ve bilgilerden öğrenebilirsiniz.

Ancak Kanadalı iki bilim kadını olan Sheilla Ostrander ve Lynn Shroder'in dilimize "Rusya'da tanrıya dönüş ismiyle çevrilen eseri de kozmik sırlar taşıması bakımından çok önemlidir. Telepat Messing'in perde arkasından tarihin akışını değiştirmeye olan katkısı bilimsel olarak inceleniyor. İki bayan profesör, ayrıca Sovyetlerde tutsak kalan bilim adamı Kozirev ile zaman enerjisi konulu röportajlarına yer veriyorlar.

Amatör bir bilim yazarı olan Charles Berlitz, "Bermuda Şeytan Üçgeni" ve "iz bırakmadan" isimli iki seçkin eserinde tabiat-zaman paradoksları yanında ünlü Philadelphia deneyi ile bu deneyi yapan Dr. Morris Jessup'un esrarengiz ölümüne de değiniyor. Diğer eser; Kozirev'in Karl Michael Allein'a ilettiği "Notlar"dan oluşuyor ki, bu henüz dilimize çevrilmedi.

Thule derneği ile ilgili bilgiler, hem sözü geçen ilk iki kitap ta var hem de Türk arşivlerinde bulunabilir. (30 Haziran 1992 nüshalı Milliyet gazetesinin 13. sayfasına bakılabilir.)

Kitaplar inanılmaz sırlar taşırlar, hatta okuyucunun hayat görüşünü etkiler. Sunduğumuz kaynakçalardaki bilgileri, yazarları dahil, burada alıntı yapanlar bir sansasyon olsun diye yazmadık. Konuya yer verilmesinin nedeni sadece "Aramızda muhtemel zaman yolcuları" olabilecek kimseleri tespit etmekti. Bu tür alıntıların üzerine hiç bir şey eklemiş değiliz. Bir ima, art niyet, kasıt, seçilmiş özel bir kelime ya da vurgulanmış bir deyim seçtiğimiz düşünülmemelidir.

Örneğin Alman ve Yahudi isimlerini kullanmamızın nedeni onların kendi gerçekleridir. Milliyetlerini seçen, kimliklerini düzenleyen biz değiliz.

Aramızda zaman yolcularının bulunabilirliliği pek akıl dışı değildi. Olayın hafiyeliği ve yorumuyla da ilgilenmedik. Biz bilim adamı olarak, yalnız din-bilim konularında yoruma girebiliriz. Bu yüzden yorumu okuyucunun üstlenmesi yerinde olacaktır.

Zig-Zağ ve Editör