YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

108

Transcript of YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

Page 1: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –
Page 2: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –
Page 3: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

Hamdi TAYFUR

E-BOOK

Page 4: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

E-BOOKISBN: 978-605-81374-0-0

Kitabın AdıYÜZLEŞME IIOcak 2019

Yazan - DerleyenHamdi TAYFUR

İç Düzenwww.LimraAjans.com

Kapak TasarımıMuzaffer YILMAZ

Page 5: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

Hamdi TAYFUR

E-BOOK

Page 6: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –
Page 7: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ ............................................................................................................... 9

Kur’an Peygamberin Rüyalarının Bir Eseridir ............................................. 15

İyi ki Başarılı Olamadı .................................................................................... 16

Halkı Barıştan Soğutma Suçu! ...................................................................... 17

Tarihten Not: ................................................................................................... 18

Yerine Ne Koyuyorsun? ................................................................................. 18

En büyük tefsir................................................................................................ 19

Kurban ............................................................................................................. 20

Akletme............................................................................................................ 22

Din Dünya İçindir(!) ........................................................................................ 23

İslam ve Emperyalizm .................................................................................... 25

Rüyaların Dini ................................................................................................. 26

Tarihselcilere Önemli Bir Soru ...................................................................... 27

Din ve Ahlâk-I .................................................................................................. 29

Din ve Ahlâk-II ................................................................................................. 31

Din ve Ahlâk-III Yüce Ahlâk’tan Kur’an’ın Ahlâkına ..................................... 34

Vicdan .............................................................................................................. 39

19 Meselesi...................................................................................................... 43

Bakara 282 Borçlanma Arşivi ........................................................................ 44

Allah Konuşur mu? ........................................................................................ 45

Lafız-Mana Ayırımının Tutarsızlığı ................................................................. 46

İman Sempozyumu ve Hızır Meselesi ........................................................... 48

Andımız ............................................................................................................ 51

Ya Muhammed! ............................................................................................... 53

Kur’an Rivayettir ............................................................................................. 56

Page 8: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

Ümmü Eymen.................................................................................................. 60

Kitap Nedir İman Nedir Bilmezdin ................................................................. 61

İslam: Arap “Ulusal” Yükseliş Hareketi ........................................................ 63

Sorulara Cevaplar-I “Müslüman mısın?”...................................................... 63

Sorulara Cevaplar-II “Ateist misin?” ............................................................ 66

Sorulara Cevaplar-III “Deist misin?”............................................................. 69

Sorulara Cevaplar-IV “Ahirete İnanıyor musun?” ....................................... 75

Dindar/İslamcı Kadınlar.................................................................................. 80

Akletme Hakkında Düşüncelerimdeki Değişenler ....................................... 83

Öğretmenler Günü .......................................................................................... 85

Tapınaklara ve Toplu İbadete Neden Karşıyım? .......................................... 86

Adalet Dairesi.................................................................................................. 88

Akademik Tefsir Kurulu ................................................................................ 89

Yanılmak .......................................................................................................... 91

Çocuklar Kur’an Okumayınca Şeytanlaşır mı? ............................................ 91

Kendime 10 Emir ............................................................................................ 92

Zeyd-Zeynep Meselesi ................................................................................... 95

Müslümanların Gelir Adaletsizliği ................................................................. 97

Rabça Kur’an! ................................................................................................. 98

Sinyalizasyon mu Dua mı? ............................................................................ 99

Arapça Kelam eden Antropomorfik Tanrı: Allah ........................................ 100

Petitio principii-Kısır Döngü Safsatası ....................................................... 104

Roboski Katliamı’nın 7. Yılı .......................................................................... 106

Page 9: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

ÖNSÖZ

2017 Yılının Kasım ayında piyasaya çıkan “Vahyin Tarihsel Mahiyeti” isimli kitabımla tarih boyunca vahiy hakkında ya-pılan tartışmalara ışık tutmaya çalışmıştım. Yine 2018 yılının ortalarına doğru, birkaç yıldır facebook ve diğer sanal ortam-larda paylaştığım din, tarih ve siyaset hakkındaki bazı yazıla-rımdan derlediğim “Yüzleşme” isimli kitabımı e-book olarak yayımladım. Bu kitabı ise 2018 yılının kalan kısmında yazdı-ğım birinci kitabı tamamlayan yazılarımdan ve paylaşımla-rımdan derleyerek oluşturdum. Yüzleşme-I gibi Yüzleşme-II de sadece e-book olarak yayımlanıyor.

2018 yılının benim açımdan en önemli iki olayı, yılın baş-larında “Deizm” konusunun yoğun bir şekilde gündeme gelmesi ve yılın sonlarına doğru Mustafa Öztürk üzerinden “vahyin mahiyeti” tartışmalarının hız kazanmasıydı.

Birkaç yıldan beri, özellikle Yaşar Nuri Öztürk’ün Deizm’e dair kitabından sonra gündemde olsa da 2018 yılının başla-rında Deizm tartışmaları, adeta bir öcü gibi lanse edilen açık-lamalarla hız kazandı. “Eyvah gençler Deist oluyor!” feryat-ları bazı kesimler tarafından ajitatif bir tarzda dile getirildi. Özellikle genç neslin, dindar görünen ama bu dindarlığını bir siyasi sömürü aracına çeviren siyasilere, din üzerinden eko-nomik menfaat elde eden tüccarlara, cemaat ve din adamı ke-

Page 10: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

10

simine doğal tepkisi bizzat dinin, daha doğrusu kurumsal di-nin kendisine yöneldi. İnternet ortamlarında bilgiye ulaşma-nın verdiği imkanlarla kolay bir şekilde din, Hz. Muhammed ve Kur’an hakkındaki tartışmalı mevzulardan haberdar olan bazı gençlerin bu konuları düşünüp yeni tepkiler geliştirme-si “Deizm’e kayış” olarak isimlendirildi. Oysa isimlendirme çok doğru değildi. Kendilerini Deist olarak görenler bile tam olarak Deizmi bilmiyordu. Mücahit Bilici’nin de tespit ettiği gibi, bu kayış ancak Cahiliye Dönemi Mekke’sindeki mevcut dinsel algıların tümünden rahatsız olan “haniflik hareketi”ne benzetilebilirdi. Azımsanmayacak sayıdaki insan kurumsal dinin olumsuz etkileri karşısında yeni arayışlar içine girdi ve bundan rahatsız olan iman bekçileri, Deizmi bir öcü gibi gösterip şeytanlaştırdıktan sonra, bu tür yönelişlerin önünü kesmeye çalıştılar.

Türkiye’de din üzerinden yapılan tartışmaların artık biz-zat Kur’an’ın ve vahyin mahiyeti tartışmalarına dönüşmesi sevindirici bir durumdur. Çünkü bir hususun mahiyetini, ne’liğini, kökenlerini tartışmadan onun üzerine bina edilen diğer şeylerin tartışmasını sürdürmek anlamsızdır ve boşa kürek çekmektir. Gelenekselci bir Hoca bu tartışmalardan ne kadar üzüntü duyduğunu “Bizim gençliğimizde mezhep-ler tartışılırdı üzülürdük artık Kur’an da tartışmaya açıldı,” ifadeleriyle açıklamıştı. Üzülecek bir şey yok çünkü Dücane Cündioğlu’nun dediği gibi “Olan olmalıydı, olacak olan olur, o halde olan olur.”

Vahyin mahiyetine dair tartışmalar tüm tarih boyunca ya-pıldı. Abdülkerim Suruş’un “Muhammed’in Sözü” başlığı ile yapılan bir röportajının tercüme edilip yayınlanmasıyla yak-laşık on yıl önce dar bir çevrede bu konu yine tartışılmıştı. Ancak bu yılki tartışmalar, sosyal paylaşım ortamlarının da etkisiyle oldukça geniş bir kesime ulaştı. Ulusal basında bile gündeme geldi. Ancak kötü olan şey bu tartışmaların karşı-lıklı atışma, kavga, tehdit, tekfir üzerinden yürümesiydi. İşin siyasi erki devreye sokup karşı tarafı yıldırmaya, programla-rını engellemeye, diyanetin bir tarafın görüşünü destekleyen

Page 11: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

11

açıklamalar yapmasına, hatta ölüm tehditlerine kadar uza-ması ise iç karartıcı ve umut kırıcıydı. Diğer yandan Mustafa Öztürk’ün geçmişte dilin şiddetinden faydalanarak kullandı-ğı, muarızlarından hiç de aşağı kalmayan ve karşı tarafı topa tutan, aşağılayan ifadeleri hafızalarda yer ettiği ve Öztürk’ün bazı muhipleri karşı taraf kadar bu yollara tenezzül ettikleri için kör, topal da olsa başlayan bu tartışmalar pek sağlıklı yü-rüyor gibi görünmüyor ama konunun gündeme gelmesi bile büyük bir kârdır.

Tartışmada taraf olanlardan bir kesim, klasik vahiy gö-rüşünü yani Allah’tan lafzı ve manasıyla Cebrail tarafından Peygambere inzalini savunurken, Mustafa Öztürk vahyin ma-nasının Allah’a, lafzının ise Peygambere ait olduğunu iddia etmektedir. Mustafa Öztürk’ün görüşünü kaç kişi savunuyor bilmiyorum ama tarihselci görüşe sahip olmalarına rağmen, bu iki görüşü de benimsemeyenler Mutezili bakıştan esinle-nen “Vahiy, Allah’ın Cebrail vasıtası ile Hz. Muhammed’in kalbinde yarattığı manadır. Lafız-mana birliktedir. Mantıken de ayrılamazlar. Cümlelerin faili Allah’tır,” görüşüne sığındı-lar. Bunlara sorulması gereken soru şu, Peygamberin kalbin-de veya sıradan bir insanın kalbinde oluşan yaratılmamış tek bir lafız+mana var mıdır? Eğer yoksa, Peygamberin kalbin-de -yani zihninde- yaratılan lafız+manaların bunları Allah’a hamlederek insanlara sunması dışında, diğer insanların zih-ninde oluşan yaratılmış lafız+manalardan farkını ayırt etme-mizi sağlayacak geçerli tek bir delil öne sürmemiz mümkün müdür?

Ancak sanırım asıl mesele, bu görüşü savunanların buna sığınarak hem Mustafa Öztürk’ün maruz kaldığı duruma düşmek istememeleri hem de imanlarını sağlama alma çabası olsa gerek. Çünkü gerçekten de iddia sahibinin kendi iddia-sından başka, harici bir delille, Peygamberin ağzından çıkan ayetlerin diğer insanların ağızlarından çıkanlardan farklı özel lafız+manalar olduğunu kanıtlayacak elle tutulur hiçbir delil mevcut değil. Sadece inanabilirsiniz. O zaman tartışmak niye!

Page 12: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

12

Bunların kendi içinde daha birçok çelişkileri ve tutarsızlık-ları mevcutken bu görüşleri spekülasyondan öte neyle nitele-yebiliriz ki? Yıl boyunca, bu kitapta bir kısmını paylaştığım görüşlerimi muhtelif platformlarda dile getirdim.

2018 ile ilgili dile getirmem gereken önemli bir husus daha var. Vahiyle ilgili görüşlerimi açıkça dile getirmeye başladık-tan sonra birçok geri dönüş almaya başladım. Messenger ve mesaj kutuma her gün akıllarındaki sorular, özel problemler, duydukları şüpheler, inançlarındaki sarsılma yüzünden düş-tükleri bunalım için çare talepleri, inançlarındaki değişimleri çevrelerine nasıl kabul ettireceklerine dair çözüm arayışla-rı, eski dönemlerine dair pişmanlık ve kızgınlıkları ile nasıl başa çıkacaklarına dair çözüm istekleri, hatta bazen içini dö-kecek birini bulamadığı için yazılmış onlarca mesaj düşüyor. Bunların tümünü cevaplandırmaya çalışıyorum. Günümün bir-iki saati böyle geçmeye başladı.

Mesaj sahiplerinin çoğu, hatta hemen hemen hepsi Facebook’taki paylaşımlarıma açıktan tepki vermeyen kişiler. Ne bir beğeni ne bir kızgınlık ifadesi, ne de bir yorum veya soru… Ama belli ki yazılarımı sıkı bir şekilde takip ediyorlar. Bazılarının arkadaş listemde bile olmaması beni çok şaşırtı-yor. Ama dışarıdan yıllardır beni takip edenler varmış. Bunlar sadece radikal İslamcı veya iktidara yakın çevrelerden gelen şahıslar değil. Farklı birçok cemaatten gelen kişiyle yazışıyo-rum. Mahmutçulardan ve Cübbeli Ahmed’in çevresinden, Nur cemaatinden, hatta Fethullahçılardan bile arkadaşlar var. 15 Temmuz travmasının Fethullahçı çevrelerdeki etkisi bazılarında işi dinin asıllarını sorgulamaya kadar götürmüş. İlahiyat çevresinden veya imam-hatipte okuyanlar ağırlıkta. Hemen hepsi muhafazakâr ailelerden geliyor. Erkekler kadar kadınlar da var. Bunlarla yaptığım yazışmalar bende gizli ve aslında çoğunu da siliyorum.

Bu kitabın benim açımdan bir diğer önemi de sık sık karşı-laştığım sorulara tüm samimiyetimle verdiğim cevaplar oldu. Bu sorular çoğunlukla şahsımla alakalı sorulardı. Bir dizi ce-vap yazarak bunları paylaşmıştım. Bu kitaba verdiğim cevap-

Page 13: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

13

lara dair yazıları da aldım. Amacım tüm açık yürekliliğim-le verdiğim bu cevapların dışında zihinlerde tereddütlerin oluşmasını önlemek ve hakkımda yapılan spekülasyonların önüne geçmekti. Ne diyorsam onun dışında bir şey değilim. Bunun böyle bilinmesini ve buna göre kanaat belirtilmesini talep ediyorum.

Siyasi veya güncel olaylara dair bazı paylaşımlar yapsam da yıl içindeki çoğu yazım bahsettiğim konular üzerine oldu. Sıralamayı gene tarih sırasına göre yaptım ama devam yazısı niteliğindeki yazıları peş peşe sıraladım.

Bakalım 2019 bize neler getirecek!

01.01.2019

Hamdi TAYFUR

Page 14: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –
Page 15: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

Kur’an Peygamberin rüyalarının bir eseridir

15

15 Temmuz 2018

KUR’AN PEYGAMBERİN RÜYALARININ BİR ESERİDİR

Diyanetin bu haftaki cuma hutbesinde camilerde okun-mak üzere yayınladığı metinden:

“Rüyalarla, gizemlerle, sinsi planlarla bu dine aykırı sözde İslamî bir dünya kurgulamaya çalışanlar asla muvaffak ola-mayacaktır.”

Bu ne çelişki!

Rüyalar dine -İslam’a- aykırı değildir. Tersine İslam veya Kur’an Hz. Muhammed’in gördüğü rüyaların bir eseridir.

“Rasûlullâh’a ilk olarak vahiy doğru rüya ile başlamıştır. Onun gördüğü her rüya, mutlaka sabahın aydınlığı gibi orta-ya çıkardı.” (Buhârî, “Ta’bîr”, 1)

Hz. Muhammed Hira mağarasında “ıkra!” diye başlayan ilk vahyi rüyasında aldı. Allah’ı veya Cebrail’i iki kere rüya-sında gördü. Örtülere bürünmüş uyuyorken “kalk (uyan) ve uyar!” emrini aldı. Örtülere bürünüp uyuyorken gecenin üçte biri veya ikisinde kalkıp Kur’an’ı tertil etmesi emrini yani in-sanlara yapacağı çağrının metnini sunacağı delilleri hazırla-ma emrini rüyasında aldı.

Peygamberin rüyalarının peşinden gittiğine dair Kur’an’da çok sayıda işaretler vardır. Hem Mekke’de hem de Medine’de...

Kur’an peygamberin rüyalarının bir eseridir. İslam Hz. Muhammed’in düşüdür.

Şimdi F.Gülen’in gördüğü rüyalarla, gizemlerle insanları kandırdığını iddia eden Diyanet büyük bir çelişkiye imza at-mıyor mu!

Dileyenin dilediği rüyaya iman etme hakkı var. Eğer rü-yaya karşıysanız hepsine karşı çıkın. Hz. Muhammed’in gör-düğü rüyanın hak, F.Gülen’in veya Saidi Nursi’nin gördüğü

Page 16: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

16

rüyanın batıl olduğunu gösteren tek bir rasyonel delil yoktur çünkü.

15 Temmuz 2018

İYİ Kİ BAŞARILI OLAMADI

15 Temmuz ile ilgili neden paylaşım yapmıyorsun diye so-rup duranlara, iste şimdi yapıyorum:

İyi ki 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olmadı.

Yoksa derhal OHAL ilan edilecek ve memleket yıllarca OHAL altında KHK’larla yönetilecekti.

Hukukun üstünlüğü ayaklar altına alınacak, hâkimler al-dıkları direktifler doğrultusunda kararlar verecekti.

Kuvvetler ayrılığı ilkesi hiçe sayılacak, demokrasi rafa kal-dırılacak, meclis bypass edilecek, khk’ları onaylama merciine döndürülecekti.

Muhalif olanların tümü, eski iktidarın yandaşı -örgüt mensubu- olmak suçundan veya örgüt üyesi olmasa da bile-rek yardım etmek suçundan tutuklanacak, yüzbinlerce insan yıllarca haklarında iddianame bile hazırlanmadan hapislerde çürütülecekti.

Suçun şahsiliği ilkesi ortadan kalkacak ve kurunun yanın-da yaşların da yanması gayet normal karşılanacaktı. Eski ikti-darın kaçak yanlılarının anası, babası, eşi gözaltına alınacak, kendilerine isnat edilen hiçbir suç olmadığı halde yurtdışına çıkma yasağına uğrayacaktı.

İmalar suç nedeni sayılacak ve ömür boyu hapis cezasıyla cezalandırılacaktı. Suçun ne? Türkü söyleyerek ima etmek!

İçerde dışarı çıkma borsası oluşacak. Parası olanlar veya tarlasını evini satıp parasını gerekli yerlere ulaştıranlar ko-layca suçlardan arınıp dışarı çıkarken, fakirler ümitsizce id-

Page 17: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

HalKı barıştan soğutma suçu!

17

dianame hazırlanma kurasının kendilerine çıkmasını bekle-yeceklerdi.

Askeri cuntanın insan haklarına aykırı uygulama ve ka-rarlarına karşı çıkan tüm muhalif akademisyenler, aydınlar, gazeteciler işlerinden atılacak, tutuklanacak, mal varlıklarına, emeklilik haklarına el konulacaktı.

Devlet kademelerine eski iktidar döneminde yerleştirilmiş yüzbinlerce kişinin isine son verilecek yerlerine fetöcü yan-daşlar yerleştirilecekti. Yazılı sınav sisteminin yanına sözlü mülakat da eklenecek yazılıdan 90 alan başarılı adayların puanı mülakatta düşürülerek başarısız fetöcü adayların üste çıkması sağlanacaktı.

Muhalif medyaya ait TV ve gazeteler kapatılacak ve mem-lekette tek tip bir basının borusu öttürülecekti.

Dolar alıp başını gidecek belki 5 TL bile olacaktı.

Enflasyon yüzde 7-8 oranından yüzde 15’lere fırlayacak-tı. Gerçek enflasyonun ise yüzde 40’ları aştığına dair fısıltılar dolaşacaktı.

Patates ve soğan fiyatları 8-9 liraya kadar yükselecek, di-limize “patatesten bile pahalı!” diye bir deyim yerleşecekti.

Şükürler olsun ki 15 Temmuz darbe girişimi başarılı olma-dı.

17 Temmuz 2018

HALKI BARIŞTAN SOĞUTMA SUÇU!

“Halkı askerlikten soğutma” diye bir kanun ve bunun için ceza var. Oysa aydınlık ve barışçıl bir dünya için “Halkı asker-likten soğutma” bir görev, sorumluluk ve hedeftir. Herkesin askerlikten soğuduğu bir dünyada savaşlar ve militarizm yok olur.” Serdar Güneş

Page 18: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

Asıl suç, halkı barıştan soğutmak, savaşı, ölümü ve insan öldürmeyi teşvik etmektir.

Tüm silahlar yok edilsin.

Savaş suçtur.

Haklı savaş yoktur.

Asıl kötülüğün savaşın bizzat kendisi olduğunu anlayana kadar dünyada kan akmaya devam edecektir.

Selam... Sadece selam...

22 Temmuz 2018

TARİHTEN NOT:

Kılıçdaroğlu 1999 yılında görevden ayrıldığı SSK’yı aynı yıl yaklaşık 2,6 milyar dolar zarara uğrattı.

AK Parti yandaşları yıllardır bunu dillendiriyor.

Tarihe not:

2017 yılı SGK zararı yaklaşık 6,5 milyar dolar olarak açık-landı.

AK Parti yandaşlarından çıt yok.

Ben her ikisini de yanlış buluyorum. İşinin hakkını vere-meyenden hesap sorulmalı.

26 Temmuz 2018

YERİNE NE KOYUYORSUN?

“Yeterince uzun zaman aldatılmışsak, aldatmacayı ortaya koyan her türlü kanıtı reddederiz. Gerçeği bulmakla ilgilen-meyiz artık. Aldatmaca bizi kafeslemiştir. Tuzağa düştüğü-müzü kendimize bile itiraf etmek, son derece acı vericidir

Page 19: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

19

çünkü. Bir kez şarlatana iplerinizi verdiniz mi bir daha ...hiç-bir zaman geri alamazsınız. Böylece, yenileri çıkagelene ka-dar eski aldatmacalar sürer gider.” Carl Sagan

Serdar Güneş’ten aldım.

Sık sık karşılaştığım bir sorudur:

“Peki, yerine ne koyuyorsun?”

Bu sorunun çözümlemesi şöyledir:

“Bir aldatmacayı elimizden aldın. Bunun yerini doldura-cak yeni bir aldatmaca verir misin!”

30 Temmuz 2018

EN BÜYÜK TEFSİR

Ha bire tefsir, Ha bire meal, Ha bire Kur’an’a göre şu, Ha bire Kur’an’da bu, Ha bire Kur’an’dan çıkartılan ideolojiler, derin anlamlar, bilimsel kesifler vs. vs

Yeteeeer... Yeter, gerçekten yeter.

Bırakın Kur’an’ı menfaatinize, cebinize, prestijinize, ideo-lojinize, siyasi görüşünüze alet etmeyi artık, vazgeçin.

Bunun üzerinden kazandığınız paralar haram olsun, edin-diğiniz prestij batsın, taraftarlarınız darmadağın olsun.

Kur’an’dan çıkan çıktı, bundan sonra bir şey çıkmaz. Ne söyleniyorsa entel mülahazalardır, dedikodudur, avutmadır, aldatmadır, aldatmacadır, aldanmadır.

Kur’an’ı sizin için son defa tefsir ediyorum bunu anlayıp öğrendiyseniz, gerisi boştur, laf kalabalığıdır, lüzumsuz iş-galdir.

Kuran’ın tek bir mesajı vardır, adam olun der bize, yoksa sonuçlarına katlanırsınız. Adam olursanız da karşılığını alır-sınız. Ne zaman, bir gün, er ya da geç, ilerde bir gün, meçhul

Page 20: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

20

ve gayp olan bir gün, bugünün sonrasında, ahirinde, ahirette bir gün.

Gerisi lafı güzaf...

Vaz geçin bu sevdadan...

21 Ağustos 2018

KURBAN

1-Kur’an’da kurbana delil olarak gösterilen ayetlerin hiçbi-rinden kurbanın mutlaka yerine getirilmesi gereken bir farz ibadet olduğu sonucu çıkartılamaz. Bu tür ayetlerin bazısı, hac esnasında insanların yeme içme ihtiyaçlarını gidermek için yanlarında getirdikleri hayvanların -hediyelikler- kesil-mesine işaret eder ki burada amaç tanrıya kurban kesmek değil bir ihtiyacın giderilmesi ve yapılan hayvan kesme işinin putların adının anılarak kesilmesini engellemektir.

2-Sıradan bir ilmihal kitabına bakarsanız, kurbanın farz mı, vacip mi, sünnet mi olduğu konusunda ciddi ihtilaflar olduğunu görürsünüz. Bu farzlık meselesi hacdaki kurban kesme ile ilgili ihtilaftır. Bu yüzden haccın farzları arasında kurban yoktur. Hararetle kurbanı savunanların daha bundan haberi yok. İsterseniz bir araştırın.

3-Kevser suresi, kurban arzuları ve paganist eğilimleri depreşmiş sonrakilerin aşırı yorumu ile kurban suresine dö-nüştürülmüştür. Kevser suresinden kurban anlamı çıkmaz. Tüm mealler kendilerini Elmalı’lıya dayadıkları için bu anla-mı vermişler ama istisnaları ve orijinal çalışmalar da mevcut.

4-Kur’an açıkça etlerin ve kanların Allah’a ulaşmayacağını söyleyerek kurban kesme adetini küçümser. Ama kimse bunu görmek istemez.

5-Kurbanın bir pagan geleneği olduğu meselesi antropolo-jik bir yaklaşımdır. Bilimsel incelemeler peygamberler tarihi-nin başlamasından binlerce yıl öncesinde kurban geleneğinin

Page 21: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

Kurban

21

olduğunu söyler. Kurandaki kıssalar ise, belli amaçlara hiz-met ederler. Köken sorunu ve ibret gibi. Kıssa ile amel edil-mez. Kıssadan hüküm çıkarılmaz. Kıssadan inanç hükmü hiç çıkarılmaz. Sadece ibret alırsınız, içinizdeki bir boşluğu bu sayede doldurursunuz. Hızır kıssasından, kafirlerin çocuk-larının katledilmesine dair hüküm çıkartamayacağınız gibi, Adem’in iki oğlu kıssasından ve İbrahim kıssasından da kur-bana delil çıkartamazsınız. Kıssalar ya başka kültürlerden ya da o toplumun geçmişinden aparmadır. Tarihi gerçeklikler-le ilgisi yoktur. İslam alimleri, İsrailiyattan yararlanarak Hz. Adem’in dünyaya inişinin birkaç bin yıl önce olduğunu söyle-mişlerdir. Halbuki insanın yeryüzünde yüzbinlerle ifade edi-len bir geçmişi olduğunu bilimsel olarak biliyoruz. Kıssaların icadından önce de insanlar kurban kesiyordu. İhtiyaç oldu ve Âdem kıssası ortaya çıktı.

6-Allah’ın insanlardan kurban istemesinin hiçbir makul gerekçesi olamaz. Belki sadece, ihtiyaç için kesilen -kurban edilen değil- hayvanların putların ismi değil, her işte olduğu gibi Allah’ın ismi zikredilerek kesilmesi emredilmiş olabilir. Bu da tevhit dinine uygundur. Allah’a kurban adamak değil-dir bu.

7-Sırf kurban kesmenin mahalle baskısı karşısında çocuk-larının rızkından keserek kurbana para ayıranlar, ikiyüzlü bir iş yapıyorlar, ya da iki yüzlüleştiriliyorlar. Vakıflar ve diyanet de buna çanak tutuyor. Vazgeçin bu islerden. Allah’ın sizin kestiğiniz kurbanlara ihtiyacı yok. Ama diyanetin, cemaatle-rin ve vakıfların var. Neye alet olduğunuzu iyi düşünün.

8-Kurbanın bir “butperest” geleneği oldugunu unutma-yın. Bakın “putperest” demedim, “butperest” dedim.

Page 22: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

22

25 Ağustos 2018

AKLETME

Dücane Cündioğlu demiş ki: “Akıl yürütmenin yasalarını mantık ve matematik öğretir, din değil. Din muhataplarına akledin der ama nasıl akledileceğini asla öğretmez. Dindar bilincin en zayıf tarafı olgu-nesne-kavram bilgisinden yok-sun olmasıdır, bu nedenle abes ve saçma olanı olmayandan ayıramaz.”

Bence, Kur’an’ın akletme dediği şey, olgu-nesne-kavram bilgisinin gerektirdiği, akıl yürütmenin yasaları çerçevesin-de yürüyen bir akletme değil, verili hakikatin ispatına dönük bir akletmedir ki buna akletme demek ne derece doğru tar-tışılmalıdır. Aklın yasaları çerçevesinde akletmek, hakikati aramak için yapılır. Oysa Kur’an verili mutlak bir hakikati dayatarak zaten aklı mahkûm etmektedir. Akıl aklederken mahkûm edildiğinde şartlı bir akıl olur, önü açık özgür bir akıl değil. İnsan hakikati ararken özgür bırakılmaz ve önüne konan her hakikat iddiasını sorgulayıp aklın yasaları çerçeve-sinde kritize etmezse bu akletmek olur mu?

Üstelik Kur’an’ın akletme emri, günlük dilin sıradanlığı içinde söylenivermiş basit bir deyim gibidir. Hani deriz ya, saksıyı çalıştır yoksa başın belaya girecek, işte Kur’an da mu-hataplarına akledin, saksıyı çalıştırın yoksa başınız belaya girecek demektedir. Akletmiyor musunuz türünden ifadeler çoğunlukla iman etmeyenlerin veya çağrıyı onaylamayanla-rın başlarına büyük felaketlerin ve en sonunda da cehennem azabının geleceğine dair örneklerin sonunda gelir. Tarihte peygamberlerine uymadıkları için azaba uğratılmış kavim-lerden verilen örneklerin ardından bu ifadelerinin gelmesi bu yüzdendir. Kur’an akletmeye çağırmaktan çok korkutmakta ve tehdit etmektedir. Bu akletmek değil, deyimin ifade ettiği anlamla aklını başına devşirmek veya saksıyı kullanmaktır.

Kur’an’ın akletme adına verdiği örnek veya deliller de ko-layca boşa çıkartılabilecek ve farklı türde de yorumlanmaya

Page 23: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

din dünya içindir(!)

23

müsait delillerdir. Mesela, bu kemikleri kim diriltecek soru-suna verilen, onları ilk defa yaratan diriltecek cevabı, ilk defa yaratılmayı kabul eden birisine tesir edebilir. İlk yaratılışı onaylamayan birisi için bu cevap hiçbir anlam ifade etmez.

29 Ağustos 2018

DİN DÜNYA İÇİNDİR(!)

Modern cağı eski çağlardan ayıran en temel niteliklerden birisi, eski çağlarda her şeyin din ve Tanrı merkezli düşünü-lüp çözümlenmesi, yaşamın, siyasetin ve toplumun -hatta bi-lim ve felsefenin bile- bu temel üzerine kurulup yürütülmesi iken, yeni çağlarda, Tanrı ve dinin merkezden uzaklaştırılıp yerine insanın yerleşmesidir.

Ama İslam dünyası buna bir türlü ayak uyduramadı.

Bu patinajın yapılmasında ve biteviye sürdürülmesinde başta Seyyid Kutup olmak üzere, Mevdudi ve Ali Şeriati gibi bazı ideolog veya teologların, “Din dünya içindir!”, “Hüküm ancak Allah’ındır!”, “Allah’ın adıyla hükmetmeyenler kafir-dir!” türünden, dini siyasete ve hayatın her alanına dahil et-meye çalışan sloganlaşmış söylemlerinin ciddi anlamda etkisi oldu.

Dinin dünya için olduğuna dair iddialar hem doğru hem de yanlıştır.

Doğrudur, çünkü, teolojik zamanlarda -geç teolojik za-manları yaşayan bugünkü İslam dünyasında da- dini siyaset-ten, toplumdan, bilimden, felsefeden, ahlaktan kısacası ha-yatın tüm alanlarından ayrı düşünemezsiniz. Yöneten Tanrı adına yönetir, boyun eğen Tanrı’nın emri diye boyun eğerdi.

Yanlıştır, çünkü artık günümüzde insanoğlu, dinin ve Tanrı’nın hayatın her alanına dahil edilmesinin olumsuz so-nuçlarını net olarak gördü ve Tanrı yerine insanı merkeze al-manın öneminin idrakine vardı.

Page 24: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

24

Bunu henüz anlayamayanlar ise İslam dünyasının gözleri köreltilmiş insanlarıdır.

Önümüzdeki seçenek belli, ya dini ait yolduğu yerle yani kalple sınırlayacağız ve din dünya içindir türünden sloganla-rı tekrar etmekten vazgeçeceğiz, ya da din üzerinden birbiri-mizi sömürmeye, aldatmaya, acı çekmeye ve çektirmeye, kan dökmeye, zulmetmeye ve zulmedilmeye devam edeceğiz.

Seyyid Kutup gibi teologlar tüm bu olumsuzlukların ger-çek müsebbipleridir. Maalesef rahmetle anamıyorum.

Bazı arkadaşlar da Kutup’la Marx karşılaştırması yapıyor-lar ve nasıl Marx kendisinden sonra ortaya çıkan Marxist ör-gütlerin ve komünist devletlerin isledikleri suçlar ve günahlar için mesul tutulamazsa, Kutup da İslami Cihat, Taliban, Isıd vs türünden İslamcı, cihatçı örgütlerin islediği günahlardan sorumlu tutulamaz, çünkü Kutup İslamcı ideolojisi ile bunla-rı kastetmemiştir, diyorlar.

Marx’ı ve Marxçı örgütleri bilmem, onu onlar düşünsün. Ama Kutub’u temize çıkartmaya çalışmak bence geçmişten miras kalan Kutup sempatisini yansıtmaktan başka bir şey değildir.

Kutup tam da Taliban’ın İşid’in vb örgütlerin ve cemaat-lerin anladığını anlatmak istemiştir. Gerçek Kutup diye bir Kutup yok. Kutub’u en iyi anlayanlar bu örgütlerdir.

Kutup bunu kastetmedi diyenler ise, pesine takıldıkları, menfaatlendikleri iktidarlara onursuzca yaltaklanmayı ger-çek Kutupçuluk zannediyor.

İktidarlardan aldıkları ihalelerin keyfini sürerlerken bir yandan da S. Kutup güzellemeleri yapanlar hatta adına prog-ramlar düzenleyenlerin yaptığı ikiyüzlülükten başka bir şey değil.

Kutub’u anladığını ve takip ettiğini iddia edenler her şey-lerinden vazgeçip cihada soyunmalıdır.

Page 25: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

islam ve emPeryalizm

25

Rahmet meselesine gelince, bela okumuyorum ama rah-met de okumuyorum.

Mecbur muyum?

31 Ağustos 2018

İSLAM VE EMPERYALİZM

S. Kutup’la ilgili paylaşımlarıma gelen ölçüsüz tepkilerden sonra -özelden çok daha fazlasını aldım- anladım ki, eskiden veya şimdi onun fikirlerinin tesiri altında olan arkadaşların birçoğunun nazarında bir idol/tabu olmaya devam ediyor. Bu yüzden ara ara S.Kutup hakkında paylaşımlar yapacağım.

Mesela bir arkadaş demiş ki, S.Kutup anti-emperyalistti, Müslümanlara antiemperyalist olmayı öğretti.

Hayır! Bu doğru değil. Çünkü birinci olarak tek başına emperyalizme karşı olmanın hiçbir anlamı yok. Yakın tarih antiemperyalist olup da kendi halkına zulmeden çok sayıda lider ve devlete şahitlik etti, daha hâlâ ediyor.

İkinci olarak emperyalizme, sömürüye, işgale karşı olmak, emperyalizmin, sömürünün ve işgalin her türlüsüne karşı ol-maktır.

Maalesef S.Kutup Batı emperyalizmine karşı çıkarken İslam emperyalizmini, Arap sömürgeciliğini, cizyeyi, fetihle-ri, ganimeti savunmuş hatta bunu İslami bir ideoloji haline getirmiştir.

Sömürüyü, işgali, fetihleri Batılılar yapınca kötü, Müslümanlar yapınca veya Allah adına yapılınca iyi öyle mi!

Kimse bana masal okumasın, “ilayi kelimetullah için” veya “fitne kalmayıncaya kadar savaş” denilen şey ve bu adla yapılan fetihler, Arabistan Yarımadasından çıkan ve yaptıkla-rını dinle meşrulaştıran gözü dönmüş Arapların ganimet ve toprak ele geçirme hırsından ve Arap kadınlardan daha güzel

Page 26: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

26

sarısın ve kumral kadınları yataklarında fahişe/cariye yapma arzularından başka bir şey değildir.

Emperyalizme karşı çıkmak bunun Batı’dan gelenine de Tanrı adına yapılanına da karşı çıkmaktır. Oysa S.Kutup biri-ni yerin dibine batırırken diğerini kutsallaştırmakta ve bunu Müslümanların hakkı olarak görerek büyük bir ikiyüzlülüğe imza atmaktadır.

Ben emperyalizmin her türlüsüne, Batılı ya da Doğulu, karşıyım. Dürüstseniz siz de hepsine karşı olur, fetih, ilayi kelimetullah, fitneyi ortadan kaldırmak gibi kelimelerin arka-sına sığınmazsınız.

9 Eylül 2018

RÜYALARIN DİNİ

Dİ. Başkanımız demiş ki:

“Dinin temel kaynaklarına ve akla aykırı, gerçeklere da-yanmayan söylemler, hikâyeler, rüyalar üzerinden din anlatı-larak vatandaşlarımızın samimi duyguları istismar edilmekte ve sömürülmektedir.”

Daha önce de sarf ettiği benzer bir sözden dolayı bir payla-şım yapmıştım. Sanırım tekrar yazmam gerekiyor.

Bir kere bütün dinler, DİB’nın onayladığı ve rasyonalize etmeye çalıştığı din de buna dahildir, tarihi olarak sabit ol-mayan hikayelere/kıssalara ve rüyalara dayanmaktadır. Hz. Muhammed’in Hira’daki vahyi rüyasındayken aldığına dair sahih rivayetler var.

Bedir savaşından önce peygamberin gördüğü rüyaya ve buna dayanarak savaş stratejisi oluşturduğuna açıkça işaret vardır:

“Hani o vakitler Allah sana rüyanda onları az gösteriyor-du...” Enfal/43

Page 27: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

tariHselcilere Önemli bir soru

27

İbrahim Peygamber gördüğü bir rüyaya dayanarak oğlu İshak’ı kurban etmeye kalkıştı.

Yusuf Peygamberin rüyalarını ve melikin rüyalarını yo-rumlayıp buna göre koskoca devletin ekonomi politikasını biçimlendirmesini anlatmaya gerek var mı?

Sadece çok bilinen bu birkaç örnek bile dinin temellerin-den birinin rüya olduğunu göstermeye yetmiyor mu?

Cübbeli’nin anlattığı Geylani’nin ölü tavuğu diriltmesi hi-kayesine takıp din akıl dışı hikayeler, rüyalar üzerinden anla-tılamaz diyen DİB’na sormak istiyorum:

Bakara 260’daki İbrahim peygamberin kuşları diriltme hi-kayesinin, Geylani’nin tavuğu diriltmesinden bir mahiyet far-kı var mıdır? İkisi de akla aykırı hikayeler değil mi?

Musa’nın arkadaşının çocuk büyüyünce kâfir olup ana ba-basına eziyet edecek diye oracıkta öldürüvermesinin neresi akla mantığa uygun?

Dinin temelinin akıl dışılık, hurafe ve sadece ibret için an-latılan mantıksız ve gerçek dışı kıssalardan ibaret olduğunu anlamamış bir adamı nasıl olup da diyanetin başına başkan yaptılar anlamış değilim!

14 Eylül 2018

TARİHSELCİLERE ÖNEMLİ BİR SORU

Tarihselliği yoğun bir şekilde kullanan birisi olarak, Kur’an’a tarihselci yaklaşımın sorunlu bir yönünü zikretme-den geçemeyeceğim.

Tarihselci yaklaşım der ki: Allah 7. yüzyılda yaşayan Araplara kendi dilleri, akıl yapıları, bilgileri, yaşadıkları za-manın tarihsel koşulları içinde hitap etti. Bu yüzden Kur’an o dönemin tarihsel koşullarına uygun şekillendi. Yani Allah

Page 28: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

28

Arapların şartlarını dikkate alarak buna uygun bir kitap in-dirdi.

Allah’ın derli toplu ve sonrakilere ulaşan son direk mesajı olduğu için sonraki muhataplar bu hitabın değişmeyenlerini değişen hükümlerden ayıklayıp yeniden yorumlamak veya hükümleri kendi çağına göre yenilemek zorundadır.

Tarihselciliğin -benim de bir zamanlar savunduğum- bu yaklaşımındaki problem ise şu:

Allah 7. yüzyıl Araplarına mesajını anlasınlar diye tarihsel koşullarını bu kadar dikkate almış, onlara çok fazla tolerans göstermiş ve sonraki dönemler için adaletsizlik olarak adde-dilecek pek çok uygulama ile bilimsel, mantıksal, matematik-sel ve tarihi olarak hatalı bilgileri sanki bunları onaylıyormuş gibi kitabında yer vermişken, sonraki gelenlere neden aynı to-leransı göstermemiş de onları Arabın teolojisine, kafasına, ge-leneğine, sosyal hayatına, uygulamalarına hatta ibadet etme biçimlerine göre şekillenmiş, çözümlemesi son derece zor ve tarih boyunca büyük sorunlara yol açmış bir kitaba mecbur etmiştir?

Allah, mesajını anlasınlar diye Araplara tarihsel koşulları-nı büyük bir itina ile dikkate alarak gösterdiği rahmetini ne-den sonrakilerden esirgemiş de onları bir labirente mahkûm etmiştir? Arapların -üstelik sadece 7. yüzyıl Araplarının- ta-rihsel koşullarına uygun kitaba neden tarihsel koşulları bu-nunla hiç uyumlu olmayan bütün diğer toplumlar, diğer cağlar ve kıyamete kadar tüm insanlık mahkûm oldu? Araba hitap ederken onların tarihsel koşullarını son derece dikkate alan Allah neden iş sonrakilere geldiğinde bir anda onların tarihsel koşullarına uygun hitap etmeye son verdi?

Bana göre bunun cevabı çok açık. Bu çıkmazdan kurtula-bilmek için öncelikle Allah’ın tarihsel koşullar içinde Araplara hitap ettiği iddiasını bir kenara koymak gerekiyor.

Kur’an, Allah’ın, tarihsel koşullar içinde Araplara hitabı değildir. Tersine, 7. yüzyıl Araplarının kendi tarihsel koşulla-rı içinde Tanrı’yı, evreni, varlığı, hayatı, tarihi ve olayları Hz.

Page 29: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

din ve aHlâK-ı

29

Muhammed’in tecrübeleri ve tevhit merkezli ıslah çabası üze-rinden okuması ve yorumlamasıdır.

Lütfen Allah’a iftira atmayalım.

16 Eylül 2018

DİN VE AHLÂK-I

Dinin insanı ahlaklı kılacağına ve din olmazsa insanların tümüyle ahlaksızlaşacağına dair bir söylem var.

Bana göre bu, tam olarak bir efsaneden ibaret.

Ahlakın ne olduğu ve ona neyin kaynaklık ettiği tartışıla-bilir ama herkesin ortalama olarak anladığı şeyi bile baz alsak insanların ahlaka uygun davranışında etkili olan çok sayıda faktör vardır. Din ancak bunlardan birisidir.

Bu yüzden, insanlar dinden uzaklaşırsa ahlaksızlaşır id-diası gerçeği yansıtmaz. Bu doğru olsaydı, dünyadaki en ah-laksız kişilerin dinle hiç ilgisi olmayan insanların arasından çıkması gerekirdi ki öyle olmadığı çok açıktır.

Hatta benim düşünceme göre dinle beslenen bir ahlak ger-çekten ahlak sayılır mı, tartışılmalıdır.

Çünkü bir dindarın ahlakı korku ve ümitten beslenir. Cehennemde yanacağından korktuğu için veya cennette ka-zanacağı büyük mükafatların -mesela hurilerin- hayaliyle ah-laklı davranan bir dindar, gerçekten üstün bir erdeme sahip olduğu için, kâmil bir insan vasfıyla, doğruyla yanlışı tartıp iradesini iyiden yana kullandığından veya aklının ve vicda-nının tesiriyle değil, çocuksu bir ceza korkusu veya ödül bek-lentisi ile ahlaklı (!) davranmayı tercih etmektedir.

Dindarın ahlâkına dinin tesiri vahşi bir hayvanın etrafına saldırıp dehşet saçmasını engelleyen bir kafesin tesirine ben-zer. Din, korkutarak veya ödül vaadi ile dindarın vahşetini, kötülük yapmasını engelleyen bir kafes gibidir. Açıktır ki,

Page 30: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

30

böylesi bir ahlâk kişiyi gerçek erdemle tanıştırmamakta, onu olgunlaştırmamakta, doğru isler yapıp, yanlış işlerden kaçın-masında iradesini, aklını ve vicdanını harekete geçirmemek-tedir.

Dindar insanların din ortadan kalkınca, tepeden yuvarla-nan teker gibi günah islerin, kötülüğün, kısacası ahlaksızlığın içine düşeceğinden korkması veya herkesin buna dönüşece-ğini farz etmesi bu yüzdendir.

Ortada doğruyu ve yanlısı bilme ve tercih etme çabası içinde bir birey yoktur çünkü. Doğru, yanlış, iyi, kötü, ha-ram, helal belirlenmiştir, hazırdır zaten. Ona sadece bunla-ra uyarak cennetteki mükafatlara erişmek kalmaktadır. Ama din ortadan kalkarsa veya cennet vaadinden ümidini keser ve cehennem korkusundan kurtulursa; doğruyu yanlısı tartacak bir akla, erdeme, olgunluğa, özgürlüğe, güçlü bir bireyselliğe, dürüstlüğe, karar verme yetisine ve derin bir vicdana sahip olmadığından veya bu ahlaki nitelikleri gelişmediğinden, gü-naha ve kötülüğe bulaşmaktan, vahşileşip etrafa saldırmak-tan, gördüğü ilk güzel kadına tecavüz etmekten, ilk karşılaş-tığı insana kazık atmaktan başka bir yol olamayacağını dü-şünmektedir.

Bu yüzden çok değer verdiğim bir arkadaşımın ifadesiyle, dindarın ahlâkı aslında hastalıklı bir ahlaktır. Çünkü dindar olmak demek 24 saatin dine göre, dışarıdan programlanması demektir. Bu ise kişinin nasıl yaşayacağına, nasıl düşünece-ğine, nasıl inanacağına dair düşünmeye ve iradesi ile karar vermeye hiç bir özgür alanın bırakılmaması anlamına gel-mektedir.

Dindarlık insanı kendi doğasına, aklına, iradesine, benliği-ne yabancılaştırmaktadır. En iyi dindar aslında kendisine en çok yabancılaşan ve bu yabancılaşmanın sonunda benliğin-den olabildiğince uzaklaştığı için kendi kendisini kandıran ve en çok yalanı kendine söyleyen insandır. İnananabilmek için sürekli kendine yalanlar bulur ve bunlara şiddetle inanır dindar insanlar.

Page 31: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

din ve aHlâK-ıı

31

Kendine bile dürüst olamayan dindarın gerçekten ahlâklı olduğu söylenebilir mi?

Bunu söylemekle dindar olmayan insanların tümünün kendilerine karşı dürüst olduğunu veya dindar insanlar için-de dürüstlüğü tercih edenlerin hiç çıkmadığını söylemek is-temiyorum.

Ama maalesef dindarlık insanın kendisine yabancılaşma-sını ve kendine karşı dürüst olmaktan uzaklaşmasını pekiş-tirmekte ve hatta derinleştirmektedir. Dürüstlüğü tercih eden dindarlar ise bir süre sonra dindarlıktan vazgeçmektedir.

Örneklere girmeyeceğim.

19 Aralık 2018

DİN VE AHLÂK-II

“Din ve Ahlâk” başlığı ile bir yazı yazmış ve orada konuyu tam bitirememiştim. Şimdi devam ediyorum.

O yazıda, din olmazsa insanların ahlaksızlaşacağına dair iddianın tümüyle safsata olduğunu; dinle beslenen bir ah-lâkın, insani vicdandan kaynaklanan bir ahlâk olmadığını; Tanrı korkusu ve cennet ümidiyle motive edilen bir ahlâk bi-çiminin, içten gelen bireysel ve özgür iradeyle oluşmuş bir erdem olarak nitelenmesinin yanlışlığını ve bunun ancak has-talıklı bir ahlâk çeşidi olabileceğini ifade etmiştim.

Vicdandan ama bizatihi hümaniter/insani vicdandan kay-naklanmayan ahlâk, vasat düzeydeki dini ve toplumsal ka-bullere dayalı normlara söz düzeyinde boyun eğmektir. Bu tarz bir eylem, doğru bir eylem dahi olsa vicdani duygudan ve özgür iradeden kaynaklanmadığı, aksine ceza ve mükafat gibi iki ayartıcı ve zorlayıcı nedene veya toplumun baskısı-na dayandığı için ahlaki bir eylem sayılamaz. Olsa olsa riya olarak nitelenebilir. Bu tür bir eylemin içsel bir kaynağı olsa da bu, insani vicdan değildir, ancak otoriter vicdandır. Yani

Page 32: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

32

saf insani duygu ve iradeden değil, bir otoritenin baskısı veya mükafat vaadi ile, dayatılmış veya öğretilmiş bir öğretiye uyma ölçüsüne göre açığa çıkmaktadır.

Bunun en tipik örneği, otoriter vicdan sahibinin, kendi yandaşlarının veya dindaşlarının başına kötü bir şey geldiğin-de kişinin buna son derece üzülmesi ama aynı kötülük karşı taraftan birinin başına gelince bırakın üzülmeyi sevinmesidir. Kendinden olana iyilik ve yardım niyaz edilirken, karşı tarafa bela okunur. Toplu dualarda bu büyük bir heyecanla yapılır. “Onları helâk eyle, bugün ve yarın kısa zamanda belâlara uğ-rat,” vs. gibi çok sayıda bela duası hiçbir vicdani rahatsızlık duyulmadan okunur.

Ahlakı dini bir öğretiye indirgeme çabası, vicdanın yü-künden kurtulma ve bireysel sorumluluktan kaçma çabası-dır. İçinde riya barındırır. İnsani vicdanına başvursa başka türlü davranacakken, ceza ve mükafat duygularıyla yapılan eylemlerde vicdanın bu sesi bastırılır, eleştirel bakış açısı ve her durum için iyi ve kötünün veya doğru ve yanlışın ne ol-duğunu belirleme çabası ortadan kalkar.

Davranış normları, Tanrı, kitap, üstatların veya hoca efen-dilerin öğretileri üzerinden belirlenmeye başlandığında, yani inanç veya iman her şeyin merkezine oturduğunda kişi vic-danının kafiri olur. Başka türlüsü mümkün değildir. Normal şartlar altında karıncayı dahi incitemeyecek insanlar, bir anda acımasız katillere dönüşürler. Büyük bir heyecanla öl-dürmeye ve ölmeye koşarlar. Hayatlarında hiç yüz yüze gel-medikleri insanları şeytanın çocukları ve kafirler ilan ederler, cehenneme göndermekte, onlara lanet okumakta hiçbir bahis görmezler.

Normal şartlar altında yolda buldukları beş kuruş paraya dahi dokunamayan insanlar, ehli küfrün veya kendi cemaat-lerinden olmayanların malını mülkünü, canını, karısını, kızı-nı kendilerine helal görürler. Mallarını gasp etmekten, top-raklarına el koymaktan, onları köleleştirmekten en ufak bir haya duymazlar. Onlarca yüzlerce kişinin kafasını kesmekten

Page 33: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

din ve aHlâK-ıı

33

en ufak bir üzüntü duymazlar. Kendine hak gördüğü birçok şeyi eşine veya diğer kadınlara hak görmezler. Küfür devle-ti olarak gördükleri devletin hazinesini talan etmekten hiç korkmaz, hatta bunun dava için yaptıkları büyük bir cihat ol-duğunu düşünürler.

İlginçtir yavrusunun kılına bile dokunulmasına razı olma-yan bir baba, sırf Tanrı emrediyor diye onu kurban etmeye kalkışır. Sırf kutsal kitapta geçiyor diye, günahsız bir çocuğun ilerde kötü biri olması ihtimaline karşı öldürülmesini son de-rece hikmetlerle dolu bir kıssa gibi okur ve savunur. Halbuki bu kıssalar vicdana vurulduğunda tam anlamıyla birer feca-attir. Binlerce yıl öncesinin hikmet diye anlatılıp duran heze-yanları dindar kişinin ahlakının normu oluverir.

Kısacası vicdandan kopuk, bir otoriteden alınan ve ceza/mükafat motivasyonu ile oluşmuş normlara uymak kişiyi ah-laklı yapmaz, tersine ahlaksızlaştırır.

İşin gerçeği dindarların ahlaka da ihtiyacı yoktur çünkü onların neyi yapıp neyi yapmayacaklarını söyleyen dinleri vardır. Neyi yapıp neyi yapmayacağınıza kendi vicdanınızla karar veremiyor ve ahlaki buyrukların kaynağını bir otoriteye bağlıyorsanız, bu durum nasıl olur da ahlaki bir durum olur ki!

Dindarlar için söylediğimi, törelere boyun eğenler, vatan-perverler, ideoloji mensupları, milliyetçiler için de genişlete-bilirsiniz.

Ayrıca dindarların arasında gerçekten vicdan sahibi olan-ların çıkması, dinden kaynaklanan bir durum değil, onların dine rağmen vicdanlarının sesini dinlemelerindendir. İşte bu vicdanın sesi, dinin pek çok buyruğunu sorgulamaya yol aç-makta, en hafifinden bunları tevil ederek değiştirme eğilimle-rini çoğaltmaktadır. İmanından da vicdanından vazgeçeme-yenler, dine ait vicdanına uymayan hükümleri eğip bükerek vicdanına uydurmaya çalışmaktadır.

Gerçek dindarlar ise, tüm ahlaksızlıklarını kuşanarak bu türden çıkışların azına çoğuna, niteliğine bakmadan gazapla-

Page 34: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

34

rını üzerlerine kusmaktadır. Dindarlık böylece sadece ahlak-sızlık üretmektedir.

Sonraki yazımda, işin ta başında yüce bir ahlaka veya de-rin vicdana sahip olan ve bu yüzden Mekke’deki ayetlerin bü-yük bir kısmı, Medinedekilerin ise çok azı bu insani vicdanın bir ürünü olan Hz. Muhammed’in vicdanının, aldığı stratejik bir kararla otoriter vicdanın tesirine girmesiyle, yüce ahlakı-nın nasıl Kur’an ahlakına yani bir öğretinin ahlakına dönüş-tüğünü anlatacağım. Bu yazı çok uzadığı için o konudaki ör-neklere giremiyorum.

31 Aralık 2018

DİN VE AHLÂK-III YÜCE AHLÂK’TAN KUR’AN’IN AHLÂKINA

Kur’an’ın ilk inen ayetlerinden birisi Hz. Muhammed’in yüce bir ahlak üzerinde olduğunu söyler. Kalem suresi ikin-ci inen sure olduğuna göre Hz. Muhammed bu ahlakını din veya Kur’an sayesinde edinmiş değildir. Yani ahlakı Kur’an değildir. Çok sonraları Hz. Aişe’ye Hz. Muhammed’in ahlakı sorulduğunda “O’nun ahlâkı Kur’an’dı,” karşılığını vermiş-tir. Peki “yüce bir ahlak” sahibi olmakla bir kitaba sığdırılan normlara uymak anlamındaki “Kur’an ahlakı” aynı şey mi-dir?

Hz. Muhammed risaletten önce herhangi bir norm, üst otorite, toplumsal baskı ve yönlendirme, toplumsal/siyasi zo-runluluk, şartların bağlayıcılığı ve konjonktürle ilgili gerekli-liklere boyun eğmeksizin tamamen insani vicdanından kay-naklanan bir ahlaka sahipti. Bunun en güzel ispatı Kur’an’ın büyük ölçüde Mekke döneminde ve kısmen de Medine döne-mindeki bazı ayetlerde ve fiili yaşantısında kendisini gösteren örneklerdir.

Özellikle Mekki ayetlerdeki temalar, Hz. Muhammed’in derin ve bağımsız vicdanının dışa vurumu gibidir. Bu ayetler

Page 35: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

din ve aHlâK-ııı yüce aHlâK’tan Kur’an’ın aHlâKına

35

vicdanının rehberliğinde kalpten dile geçen, insanlığa oku-nan birer manifesto niteliğindedir. Fiili yaşantısı da bunun bir timsalidir.

Yüce bir ahlaka sahip olan Hz. Muhammed’in vicdanı daha çok toplumda gördüğü olumsuz ve içine sindiremediği durumlarla meşgul olduğu için ilk yıllarda, yaklaşık beş yıl, inanç meselelerinden çok gayri ahlaki toplumsal meseleler davetin temel konusu oldu. Yaklaşık ilk 30-35 surede putlar tel’in edilmedi. İnanç konularına yaklaşım “sizin dininiz size, benimki de bana,” şeklindeki veciz ifade de olduğu gibi gayet hoşgörülü ve tartışmadan uzak bir meseleydi.

Mekki sûrelerde bir ana unsur olarak yer bulan ahlaki mesajlar, Hz. Muhammed’in, peygamberlik öncesi ve sonra-sında, dünyaya tamah edilmemesini ve ihtiyaç fazlası malın yoksullarla paylaşılmasını; yetimlere ve kadınlara haklarının verilmesini, kölelerin özgürleştirilmesini; şiddete/savaşa, kan davalarına bulaşmamayı; farklı inançlara baskı yapmamayı ve onlarla yolları ayırmayı; dünyevi bir makam olan siyaset işlerine karışmamayı prensip haline getirdiğini göstermekte-dir. Özellikle son madde, Hz. Muhammed’in oldukça hassas olduğu bir konuydu. Kendisiyle uzlaşmaya çalışan Mekke müşriklerinin, ona idarecilik, mal ve kadın tekliflerini elinin tersiyle itti. Çünkü o, Mekke boyunca davetini saf ilkesel bir tarzda yürütmeyi; davası ile hiçbir dünyevi menfaat elde et-memeyi esas almaktaydı.

Hz. Muhammed bu temaların tümünün canlı bir örneği oldu. Kadınları eşit gördü. Tek evlilik yaptı. Mülk edinme-di. Edindiği mülkü harcadı. Bahçe sahibi olanları kınadı. Kölelerine özgürlük verdi ve bunu teşvik etti. Mekke’de Müslümanlar mallarını köleleri özgürleştirmek için kullandı.

Ancak Mekke’nin ilerleyen yıllarında Hz. Muhammed’in hayatındaki bazı değişimler ve güçlükler onun bu tavizsiz tu-tumunda bazı değişikliklere yol açtı. Sürekli hayal kırıklığına uğraması ve müşriklerin Kâbe ve putlar üzerinden kaygılar taşımaları onun putlara ve inançlara karşı saldırganlaşması-

Page 36: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

36

na ve davetini ayakta tutabilmek için yeni stratejiler aramaya başlamasına yol açtı.

10. Yıl önemli bir dönüm noktasıdır. Eşini ve destekçisi amcasını kaybettiği bu yıldan itibaren Peygamber, uyguladı-ğı tavizsiz davet yöntemini esneterek, siyasi ve maddi yeni destekler aramaya başladı.

Medine’ye hicretten sonra ise Hz. Muhammed’in olaylara bakışında, sorumluluğunu yerine getirme yönteminde, ilişki biçiminde, siyasi duruşunda, konjonktürel durumları dikkate alışında farklılıklar ortaya çıktı. Vahyin içeriği de edebi tar-zı da değişti. Mekki ve Medeni ayetlere baktığımızda adeta iki ayrı insan, iki ayrı kitapla karşı karşıya gibi hissetmemek mümkün değildir. Bazen düşünmekten kendimi alamam, acaba Mekke’deki Muhammed’le Medine’deki Muhammed iki ayrı kişiydiler de sonrakiler bu iki hikâyeyi birbirine mon-te mi ettiler diye…

Hz. Muhammed Medine’de davasını devam ettirebilmek için, peygamberliğin yanında bir siyaset adamlığına ve ko-mutanlığa soyundu. Oysa bu fırsat ona Mekke’de de verilmiş-ti, ancak kabul etmemişti.

Medine’de farklı din ve inanç mensuplarıyla siyasi itti-faklar kurdu. Medine’nin ilk yılları bu ittifakın etkisiyle Ehli kitap neredeyse İslam ile özdeş görünmektedir. Ehli kitabın salih amel sahibi mensupları cennetliktir. Ancak sonraları it-tifaklar bozuldukça, ehli kitap mensupları da müşrik görül-meye ve cehennemlik ilan edilmeye başlandı.

Mekke’de savaş ve şiddetin zerresine taviz yoktu. İstenilseydi kabile faktörü devreye sokulup Medine’deki gibi birtakım ittifaklar üzerinden bu problem çözülebilir ve savaşılarak Mekke’nin kontrolü ele geçirilebilirdi. Ancak bu kesinlikle tercih edilmedi. Savaş ve öldürme Mekke’deki Muhammed’in vicdanına uygun değildi çünkü.

Medine’nin daha başında, Arap toplumundaki olumlu örflerden olan haram aylar ve ticaret kervanlarının dokunul-mazlığı ihlal edilerek onlara saldırılar düzenlenmeye ve ker-

Page 37: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

din ve aHlâK-ııı yüce aHlâK’tan Kur’an’ın aHlâKına

37

vanlar yağmalanmaya başlandı. Bunun Mekke’de kalan var-lıklarına el konulması gibi -oysa tüm mal varlıklarını çoktan harcamışlardı! -bir açıklama çabası olsa da haramilikle eşde-ğerde bir yönteme tenezzül edilmesi kabul edilebilir bir şey değildir. Bunu meşru kılan faktör, artık Hz. Muhammed’in insani vicdanının konjonktürün gerektirdiği şartlara teslim olmasıdır.

Tabii iş bu kadarla kalmadı, ilerleyen yıllarda savaş ve ganimet hayatın merkezine yerleşti. Ganimet ve savaşa dair sureler inip, herkesi buna dahil etme yönünde bir çaba ortaya çıktı. Her yıla çok sayıda savaş sığdı.

Bu savaşlardan elde edilen ganimetlerle zenginleşen Müslümanlar, ihtiyaç dışı malların ortaklığı ilkesinden ma-lın bir kısmının zekatının verilmesi kuralına terfi ettiler. Hz. Muhammed Mekke’de bahçe sahiplerini kınarken, Medine’de savaşlardan elde edilen en değerli bahçelerin sahibi oldu. Her savaşta çok sayıda köle ve cariye edindi. Savaşta babası, kar-deşi, kocası öldürülen bir kadını savaş gecesi cariyesi olarak koynuna aldı. Yüzlerce köleyi pazarlarda sattırdı.

Kendisine hediye edilen uzak beldelerden gelen iki cariye-yi büyük bir hoşnutlukla kabul etti. Yanında hediye gelen ka-tırla bu kadınlar arasında bir fark görmedi. Bu iki cariyeden birisini, aleyhine şiirler yazmasın, dedikodu yapmasın diye şair arkadaşına hediye ederken, bir insan başka birine mal gibi hediye edilir mi diye sormak aklına gelmedi, hiç vicdanı sızlamadı.

Mekke fethedildiğinde eski düşmanlarının gönlünü hoş edebilmek için, kalpleri güya İslam’a ısınsın diye bir savaşın ganimetlerinin çoğunu onlara verdi. Üstelik savaşta en büyük fedakarlığı gösteren Ensar’a hiçbir pay vermemek pahasına. Oysa Mekke’deyken bu müşriklere bırakın mal dağıtmayı en ufak bir taviz dahi vermiyordu.

Yeni Müslüman olan Kureyşlilerin Kâbe ve hac üzerinden endişelerini giderebilmek için, ufak tefek değişikliklerle hac ibadetini İslam’ın temel ibadetlerinden birisi yaptı. Mekke’de

Page 38: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

38

insan izzetini ayaklar altına alan taşlara tapınmayı tavizsiz reddederken taştan yapılmış Kabe’nin etrafında dönerek bir binaya tapınmayı ebedileştirdi.

Mekke’de tek evli iken ve diri diri gömülen kız çocuğu misali üzerinden tüm kadınlara haklarını teslim ediyorken, Medine’de zenginleştikten sonra bir kral gibi davranıp çok sayıda kadınla evlendi.

Kendisine kocasını şikâyete gelen kadına önce insani vic-danı ile sen de ona vurabilirsin şeklinde o çağ için gayet adil bir yöntem önerirken Arap eşrafın kızgın bakışlarını hisse-dince, hükmü tersine çevirdi ve erkeklerin kadınları dövme-sine izin veren bir hükme dönüştürdü. Erkekler kadınlardan bir derece üstün varlıklar ilan edildi.

Mekke’de “feqqu rakabe!”, yani kölelere özgürlük temel slogan iken, kendi işlerini yapamayacak kadar tembel olan ve köle ticaretinden para kazanan Araplar için köleliği meşru hale getirdi. Bazı durumlarda köle azat etmek, köleleri özgür-leştirmek için veya onlara mükafat için değil, efendilere bir şeyin kefareti veya bir ceza olsun diye bir kural haline getiril-di. Köleliğin hukuku oluştu.

Mekke’de en ufak bir şiddete müsamaha gösterilmezken, Mekke’ye müşriklerin girmesi yasaklanınca, eksilmesin-den korkulan malları telafi etmek için, boyun eğdirilip ciz-ye verilene kadar Ehli Kitap’la savaşmak bir emire dönüştü. Ganimetin kokusunu alan Arap kabileleri fevç fevç gelip Müslüman oldular. Cihat ve fetihlerden elde edilen ganimet-ler yeni İslam Devletinin üretim yapan fabrikalarına, sizin di-niniz size benim bana ilkesi, nerede bulursanız öldürün, din Allah’ın oluncaya veya her yer fetih oluncaya kadar savaşın emirlerine dönüştü.

En çok üzüldüğüm örneklerden birisi de sırf Hz. Muhammed’in aleyhine şiir okuyor diye bir kadının, göğ-sünden meme emen çocuğu alındıktan sonra katledilmesidir. Bugün sırf bir düşünceye sahip olmasından dolayı insanların başına gelenlere tepki gösteren ve dinde zorlama yoktur, di-

Page 39: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

vicdan

39

leyen dilediğine inanır, inancını, düşüncesini özgürce ifade eder diyen inanç sahiplerinin vicdanı bunu onaylar mı bilmi-yorum.

Kısacası Mekke’de insani vicdanı ile son derece müspet ve çağı aşan ilkelere sahip olan ve buna uygun davranan Hz. Muhammed, Medine’de şartların, konjonktürün, sos-yalliğin, gücün, imkanların, toplumsal etkilerin ve idealle-rin, zorunlulukların tesirine girince, hümaniter bir vicdanın asla onaylamayacağı işleri onaylayıp uygulamaya koydu. Çünkü Mekke’deki ahlakı yüce/hümaniter/insani bir ahlak-tı, Medine’de ise, o günün töresi, toplumun arzu ve istekle-ri, şartlar, konjonktür ve zorunluluklar ile şekillenen kitabın/otoritenin ahlakına dönüştü, Kur’an ve normlar oldu. Hz. Muhammed bireysel bazı durumlarda insani vicdanını dev-rede tutmaya çalışsa da toplumsal zorunluklar bu vicdanı devre dışı bıraktı, özgür vicdanın yerini emir ve yasaklardan oluşan kitap/şeriat aldı. İman sahibinin ihtiyacı olan şey ahlak ve saf vicdan değil, otoriteden gelen buyruklardır çünkü.

22 Aralık 2018

VİCDAN

Kurban Bayramı’ndan birkaç gün önce alınıp, bahçede ya da bodrumda beslenirken, evin çocuklarının onu çok sevmesi yüzünden kurban edilmekten vazgeçilen veya iade edeceğiz diye götürülüp tenha bir yerde kesilip parçalandıktan sonra kasaptan alınmış gibi etleri eve getirilen koyunların hikayele-rini duymuşsunuzdur.

Evin çocukları sevdikleri koyuna ait olduğunu bilme-dikleri etten yapılan köfteleri rahatça midelerine indirirler. Bilseydiler muhtemelen yiyemezlerdi.

Papağan Bahtiyar veya sokak köpekleri ve kedilere ya-pılan eziyetlere dair haberler hepimizin içini parçalıyor. Kendileriyle birazcık yakınlık kurduğumuz bir hayvanı bir

Page 40: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

40

arkadaşımız gibi görüyoruz ve ona gelen en ufak bir zarara gönlümüz razı olmuyor.

Bu yüzden hayvanları korumaya dair yasalar var. Onlara zarar vermek artık hapis cezasını bile gerektirecek bir suç.

Evde besleyebildiğimiz ya da iletişim kurabildiğimiz hay-vanlar için durum böyle ama o yasa ile yasaklanan hayvan-lara acı çektirme islerinin kat be kat fazlasını seri olarak her gün isliyoruz. Milyonlarca koyun, sığır, tavuk mezbahada sistematik olarak katlediliyor ve sofralarımızda afiyetle tü-ketiliyor. Hiç vicdan azabı çekiyor muyuz, ya da hayvanlar seri olarak katlediliyor diye bir yasa tasarısıyla bunun önü-ne geçmeye çalışıyor muyuz? Hayır, aklımıza bile gelmiyor. Daha öte her yıl kurban bayramında bu işi huşu ile tekbirler getirerek dini bir duygu ile yerine getiriyoruz.

Kürkü için katledilen hayvanlara çok acıyoruz çünkü on-lar gerçekten sevimli hayvanlar. TV ekranlarında kafasına darbeler vurularak öldürülen bir foku içimiz parçalanarak izliyoruz. Ama sofraların değişmez yemeği olan tavukların tam otomatik kesim makinalarında boyunlarından asılıp pes peşe giyotinden geçirilerek seri şekilde katledildiklerini aklı-mızdan bile geçirmiyoruz.

Peki, salataya doğradığımız bir domatesin yetiştirilirken, kullanılan ilaçlar yüzünden kaç milyon böceğin katline yol açtığını biliyor muyuz?

Sokaktaki hayvanların kılına zarar gelmesini istemeyiz, bunun için yasalar çıkartıyoruz, peki, evimizi işgal eden ka-rafatmalardan, tahtakurularından, saçımıza yuva yapan bit-lerden neden tiksinip onlardan kurtulmak için büyük caba harcıyoruz? Yaptığımız ilaçlamalar ile binlercesini bir anda katletmek neden içimizde en ufak bir acıma hissi uyandırmı-yor?

Fareler için kapan kurup, kafalarının sıkışıp boğularak veya boyunları kırılarak ölmesine seviniyoruz ama bir sapı-ğın bir papağanın boynunu sıkarak eziyet etmesine lanetler yağdırıyoruz.

Page 41: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

vicdan

41

Şimdi soruyorum, sokak köpekleri ya da kedilerin yaşama hakkı mezbahalarda seri olarak katledilen koyunlar ve sığır-lardan daha mı fazladır?

Derisi için katledilen bir tilki, eti için seri olarak biçilen ta-vuklardan bir canlı olarak daha mı değerlidir?

Papağanın canı can da kapanda öldürülen farenin canı -ço-cukça bir deyişle - patlıcan mı?

Foklar, pandalar veya penguenlerin neslinin yitip gitmesi-ne gönlümüz hiç razı değil, ama neden doğadaki böceklerin sebzelerimizi bozuyor diye veya evdeki karafatmalar kıyıda kösede ortaya çıkıp midemizi bulandırıyor diye köklerini ku-rutmakta bu kadar istekliyiz?

Böyleyiz çünkü vicdanımız bu şekilde çalışıyor. Bize yakın olanlara, sevgi duyduklarımıza, sempati beslediklerimize bir zararın gelmesine gönlümüz razı olmuyor. Empati kanalları-mız açılıyor. Kendimizle özdeşleştiriyoruz ve kendimize tanı-dığımız her hakkı onlara da tanıyoruz.

Diğerleri için ise, onların da yaşama hakkı olduğunu veya yaşama hakkına sahip olmada kendilerine hak tanıdıkları-mızla eşit olduklarını hatırlayamıyoruz.

Ayrıştırıyoruz; sempati duyup sevdiklerimiz, bize faydası olanlar, beslenmek için ihtiyaç duyduklarımız, tiksindikle-rimiz, bize zarar verenler daha doğrusu besinlerimize ortak çıkanlar diye...

Oysa domatesi veya bir elmayı yemeye çalışan bir böcek veya kurt ya da dolaptaki peynirimize ortak çıkan fare en do-ğal hakkını, yani yaşama hakkını kullanıyor. Doğada hepimiz eşitiz ve bu hakkı kullanmakta daha fazla hak sahibi değiliz.

Ayrıştırıcı yanımız vicdanımızın hayvanlara karsı farklı çalışmasına veya hiç çalışmamasına yol acıyor.

İlginçtir vicdanımızı insanlara karşı çoğunlukla hayvanla-ra karşı kullandığımız gibi kullanıyoruz. Öncelikle ayrıştırı-yoruz. Yakından uzağa doğru sınıflandırıyoruz.

Page 42: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

42

Ailemiz, akrabalarımız, arkadaşlarımız, hemşerilerimiz, ırkdaşlarımız, yoldaşlarımız, dindaşlarımız, sempati duy-duklarımız, nefret ettiklerimiz, dostlarımız, düşmanlarımız, kan davalılarımız, öldürme hakkına sahip olduklarımız, öl-dürmememiz gereken insanlar, tarihi düşmanlarımız, doğu-lular, batılılar...

Bu sayısız ayrımın derecesi ve bizde uyandırdığı etki vic-danımızın çalışma biçimini veya çalışıp çalışmayacağını be-lirliyor.

Farklı din ve meşreplere, ırklara, milletlere, kan davalıları-mıza, nefret ettiklerimize, farklı bölgenin insanlarına empati duyamıyoruz veya bağlı olduğumuz otorite, din veya ideoloji ne kadar izin veriyorsa o kadar duyuyoruz. Bazen de onları yok edilmesi gereken karafatmalar gibi görüyoruz.

Bir ineğin kesilmesine son derece üzülen bir Hindu bir Müslümanın katledilmesine seviniyor. Tersine bir Müslüman da Hindu’nun katledilmesine sevinebiliyor.

Vicdanımız empati ile çalışıyor. Ama hep söylediğim gibi, bu vicdan hümaniter/insani vicdan ve otoriter vicdan olarak ikiye ayrılıyor.

Hümaniter/insani vicdan, insanın en derinlerinde yer bu-lan ve kendiyle aynı cinsten hatta bir can taşıyan tüm varlık-lara karşı empati duyup kendisi için istediğini herkes için is-temek ve kendisi için istemediğini de herkes için istememek seklinde çalışıyor.

Otoriter vicdan ise vicdanı söndürüp, bastırıp, bir otorite-nin emirlerine, bir dinin ve törenin kurallarına veya bir ide-olojinin yasalarına uygun olanı onaylamak ve aidiyet üzerin-den kendisine yakın olana empati yapıp diğerlerine aldırma-mak seklinde çalışıyor.

Ahlakın kaynağı hümaniter/insani vicdandır. Gerisi fasa fiso, menfaat, faydacılık, tarafgirlik, sofrada tavuk çorbası, lokantada döner, hayvanat bahçesinde maymunlara atılan fındık, fıstık iste...

Page 43: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

19 meselesi

43

21 Eylül 2018

19 MESELESİ

Termodinamik yasaları gibi çakılı bir yasa varsa o da be-nim Facebook arkadaş listemdeki 3600 sayısının değişmezli-ği yasasıdır. Sayılara takan birisi değilim, Edip Yüksel gibi rakam takıntım da yok. Ama yıllardan beri arkadaş sayım 4000’e yaklaşır yaklaşmaz bir şeyler oluyor ve gene 3600’lere geriliyor.

Özellikle dikkatimi çeken birisi olmadıkça pek teklif gön-dermem. Gelen arkadaşlık isteklerini de sayfalarını inceleme-den, hatta bazılarına “neden?” diye sormadan onaylamam. Günlük onayladığım kişi sayısı ortalama beşle on arasında değişiyor, biraz aşağı biraz yukarı. Demek ki yılda 2000’nin üzerinde yeni kişi listeme giriyor. Ama rakam bir türlü 3600-4000 bandından kurtulamıyor. Dert ettiğim için mi, hayır, il-ginç geldiği için. Son yaptığım paylaşımlardan sonra yaklaşık 300 kişi sessizce veda etti mesela. Ben istasyon onlar tren mi-sali geldiler durdular, izlediler ve sonra gittiler.

Rakamlara takmak deyince, Edil Yüksel’in meşhur ettiği 19 meselesi ile ilgili görüşümü açıklamam lazım.

19’un katları mı değil mi tartışmasına girmeden şu soruyu sormak istiyorum:

Bir insanın aklı, bir yazıyı belli bir matematiksel armoni içinde yazmaya gücü yeter mi yetmez mi? Bu mümkün mü-dür? Yani birisi ahdetse ve dese ki ben yazdığım kitabın cüm-le sayısını, cümlelerin içindeki kelime ve harf sayısını, bölüm sayısını 19’un katları şeklinde ayarlayacağım, bunu başarma-sı mümkün müdür? Bence mümkündür. İnsan aklı nelere ka-dir oldu, ki buna olmasın. Eğer öyleyse insanın başarmasının mümkün olduğu bir iş nasıl olur da bir kitabın ilahiliğine de-lil olabilir?

Page 44: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

44

Ayrıca unutmayalım ki, dilin kendi içinde bir armoni-si vardır ve bu armoninin matematiksel bir karşılığı vardır. Tıpkı failatun, failatun, failatun, failun veznine uygun şiir yazılması gibi, insan bilinçli veya bilinçsiz bir armoniye uy-gun yazabilir ve bunun da matematiksel bir karşılığı olabilir. Sırf bu matematiksel karşılığı -varsa tabii ki- bulduk diye onu hemen insanın yapması mümkün olmayan ilahi bir mucize olarak niteleme hakkına sahip miyiz? Bence hayır.

Bu yüzden 19 mucizesi iddiaları, daha iddianın gösteril-mesi safhasına geçmeden boşa çıkan bir iddiadır ki, iddiayı ispat ve sırf 19’a ulaşmak için sure, ayet, kelime ve harfler ara-sında yapılan cambazlıklar bile, insanın isterse mucizeler (!) yaratıp sonra da bu mucizelere inanma kapasitesini göster-mesi açısından ilginç bir örnektir.

Helvadan putlar sadece Mekke’de değil her zaman ve ze-minde yapılıp yenilmeye devam ediyor.

Afiyet olsun.

Nereden nereye geldim ben de şaştım.

22 Eylül 2018

BAKARA 282 BORÇLANMA ARŞİVİ

Kafamı kemiren Kur’an ayetlerinden birisi Bakara suresi 282 ayettir. Yani şu borçlandığınızda iki erkek şahit, olmadı bir erkek iki kadın şahit ile yazmayı emreden Kur’an’ın en uzun ayeti...

Kafamı kemiren husus ayetin içeriği değil. İçerik kadının şahitliği ve tarihsellik üzerinden çok tartışıldı. Buna girmeye-ceğim.

Bana göre, son derece kesin bir şekilde verilen bu yazma emrinin karşısında Müslümanlara düşen, borçla yapılan her türlü işlemi, ticari muameleyi kayıt altına almak ve bunları muhafaza etmek olmalıydı.

Page 45: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

allaH Konuşur mu?

45

Bu yerine getirilseydi, İslam Medeniyetinin tam bir arşiv medeniyetine dönmesi ve dağa, taşa, kâğıda, papirüse, deri-ye, deve kemiğine kısacası ne bulduysalar ona yazmaları ve bunları keçilere yedirtmemek için muhafaza yöntemleri geliş-tirmeleri gerekirdi.

Ama düşünün ki, o günden bugüne kalan tek bir otantik, arkeolojik değeri olan belge, evrak, deri parçası, yazılı kemik yok. Yahu numunelik bir şey de kalmaz mı, maalesef kalma-mış.

Ya Müslümanlar bu ayeti o kadar da önemsemediler ya da bu ayetin Kur’an içine girmesi ile gerçekten inzal olduğu düşünülen an arasında zamansal bir kayma var. Ne olduysa o iki yüzyıllık arada oldu.

23 Eylül 2018

ALLAH KONUŞUR MU?

“Allah döneme göre konuşmaz, beşer döneme göre konu-şur.” Bayındır Erenol

Benden ilave, aslında Allah hiç konuşmaz, nasıl insan gibi eli, kolu, gözü, kulağı yoksa konuşması, yani kelamı da yok-tur. Allah’a kelam izafe etmenin O’na el izafe etmekten farkı yoktur. Daha da kafa karıştıracak bir şey söyleyeyim, Allah aslında bilmez. Çünkü bilmek insanca bir şeydir.

Son not, Allah’ı anlayabilmek için onu insana veya yara-tılmışlara benzetmekten başka yol yoktur. Sadece Allah hak-kında ne söylersek söyleyelim o söylediklerimizin mutlak an-lamda Allah’ın kendisi olmadığının bilincinde olmak yeter-lidir. Eğer Allah hakkındaki kanaatlerimizi mutlaklaştırırsak bu yaptığımızın Allah’ı putlaştırmak olduğunu bilmeliyiz ve o zaman putperestlerden farkımız kalmaz.

Page 46: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

46

25 Eylül 2018

LAFIZ-MANA AYIRIMININ TUTARSIZLIĞI

Lafız-mana ayrımı dış alemde karşılığı olan varlıksal bir ayrım değil, teorik bir ayrımdır. Yani lafız ve mana birbirin-den ayrı olarak var olabilen varlıklar değildir. Teorik olarak yapılan bu ayrım tamamen dilsel düzeyde açıklayıcı bir ay-rımdır. Yoksa ne lafız olmaksızın mananın anlaşılabilir olabil-mesi, ne de mana taşımayan bir sesin lafız olarak nitelenmesi mümkündür.

Dilden bağımsız bir mana veya ide teorik olarak düşünü-lebilir ise de bir insanın kalbinde veya zihninde bir mananın mevcudiyeti ancak dil aracılığıyla ve dil ile eşzamanlı olarak gerçekleşir. Kavram ve kavramı ifade eden sözcük bir kâğıdın iki yüzü gibi birbirinden ayrılmaz iki olgudur. Birinin varlığı diğerinin varlığını, birinin yokluğu diğerinin yokluğunu ge-tirir.

İnsanlar dil olmadan, dile başvurmadan düşünemezler; yani dil düşüncenin basit bir aracı veya vasıtası değildir. Biz düşünüyor, sonra da düşündüklerimizi herhangi bir dille ifa-de ediyor değiliz. Bilakis dil, bizim düşünmemizi mümkün kılan bir olgudur.

Dilin bir taraftan ses/lafız öbür taraftan ise anlam olan bir-birinden ayrılamaz unsurlardan meydana geldiğini bizlere gösteren Ferdinand de Saussure’dir. Saussure konuyla ilgili şunu söyler: “Tek başına düşünce hiçbir zorunlu sınıra rast-lanmayan bir bulutsuyu andırır. Önceden oluşup yerleşmiş kavram yoktur; dilin ortaya çıkmasından önce hiçbir şey be-lirgin değildir.” Saussure “lafız” ve “mana” kelimelerini kul-lanmaktan kaçınır ve bunların yerine “gösteren” ve “gösteri-len” kavramlarını kullanır, çünkü “gösteren” ve “gösterilen” kavramları, dış dünyada herhangi bir “şey” e işaret etmeyen, fakat sadece “zihinsel” kavrama işaret eden dilsel göstergenin

Page 47: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

lafız-mana ayırımının tutarsızlığı

47

-ya da dilsel birimin- iki yönünü temsil etmektedir. Burada “zihinsel” kavram göstergenin “gösterilen” (medlul) kısmını temsil eder. “Gösteren” ise ses, telaffuz edilen şey ya da yazı ile simgelenen işaret değil, “işitsel imge”dir. Yani sesi duy-duğumuzda zihnimizde beliren şey veya tasavvurdur. Dilsel “gösterge” çift yönlü bir zihinsel bütünden ibarettir ve bu bü-tün içerisinde iki unsur çok sıkı bir şekilde irtibat halindedir. Bu öylesine güçlü bir irtibattır ki, bunlardan birinin varlığı diğerinin varlığını gerektirir.

Dil Felsefesinin ilk temsilcilerinden olan Frege ise, “Dil yoluyla olmaksızın bir şeyi asla diğerinden ayırarak anlaya-mayız,” der. Ona göre iletişime konu olan veya aktarılabi-len içerikler, onu kavrayabilecek tüm rasyonel varlıklar için (Tanrı-insan veya insan-insan) aynı olan kelimelerle ifade edi-lebildiğinde kavranabilir içerikler olur. Yoksa iletişim müm-kün olmaz.

Levi Strauss da şöyle söyler: Eğer sese/lafza sahipseniz, sesin/lafzın bir anlamı vardır ve hiçbir anlam kendini ifade eden bir ses/lafız olmaksızın var olamaz.

Lafız mana ayrımının dil felsefesi açısından mümkün ol-madığının farkında olan Nasr Hamid Ebu Zeyd, Muhammed Müctehid Şebusteri, Abdülkerim Suruş gibi çağdaş düşünür-ler, vahyin lafzının Allah’a mı yoksa Peygambere mi ait ol-duğu tartışmasına girmemişlerdir. Hatta Suruş ve Sebuşteri Kur’an’ın tümüyle Peygambere ait olduğunu, vahyin ise lafız ve manadan ayrı bir olgu olarak değerlendirilmesi gerektiği-ni iddia etmektedir. Suruş, Kur’an’ı “Muhammed’in sözü”, Sebuşteri ise, “Vahyin eseri” olarak nitelemektedir.

Ebu Zeyd ise şöyle der:”Bir metnin dilsel ibaresi (lafzı) ile ifade ettiği anlamı arasındaki ayrılmazlık ilişkisi, bilinen bir şeydir. Verici ile alıcı arasındaki dilsel iletişim ilişkisi, anla-mın öğrenilmesinin kendisini takip ettiği birtakım göstergele-re/simgelere ayrılmamakta, aksine anlam ve mesajın çözümü, mesajın verici tarafından aktarılması ile eş zamanlı bir süreçte gerçekleşmektedir.”

Page 48: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

48

Dilin mana ve lafız açısından keyfiyeti böyle iken, vahyin indirilişinde mananın lafızdan ayrı olarak indirilebileceğini öne sürmek de anlamsız bir iddia haline dönüşmektedir.

Bugün bazı tarihselciler bu iddiayı öne sürerek Kur’an’ın kısmen tarihsel olduğu iddialarına temel oluşturmaya ça-lışıyorlar. Oysa bu iddia dilin ifade ettiğimiz mahiyeti dü-şünüldüğünde saçmadır. Yani Kuranın manası Allah’a lafzı peygambere ait olamaz. Ya ikisi de Allah’a ya da ikisi de pey-gambere ait olabilir. İkisi de Allah’a aittir dediğinizde Kuran yaratılmamış dolayısıyla tümüyle uygulanmak zorunda bir kitap olarak kabul edilmeli ve hükümleri saçma ve uygula-ması zor da olsa aynen onaylanmalıdır.

Oysa Kur’an’ın tümü tarihseldir. Lafız-mana ayrımı dilin mahiyeti üzerinden varlıksal alanda yapılması imkânsız bir ayırım olduğuna göre lafzı ve manasıyla peygambere ait bir metin olarak kabul edilmedikçe Kur’an, sürekli problem oluş-turan bir metin olmaktan çıkmayacaktır.

15 Ekim 2018

İMAN SEMPOZYUMU VE HIZIR MESELESİ

Malum konu, bir sempozyum duyurusu yapıldı ve katı-lımcılardan İlhami Güler, Ömer Özsoy ve Mustafa Öztürk Hoca aleyhine başlatılan aleyhte kampanya neticesinde iki hocamız listeden çıkartıldı.

Konu hiç ilgimi çekmemesine rağmen sırf bu tepkilere kar-şı orada bulunmanın üzerimize farz olduğuna iman ettiğim için sempozyuma gittim. Tabii beklediğim gibi, iddia edildiği şekilde sempozyum bir imansızlık sempozyumu değil tam bir iman sempozyumu idi.

Bir-iki istisnanın ve en son Mustafa Öztürk Hoca’nın an-ti-kampanyacılara dönük konuşmasının dışında sıradan va-tandaşa hitap eden ve en fazla imam-hatip seviyesindeki kişi-

Page 49: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

iman semPozyumu ve Hızır meselesi

49

ler düzeyinde sunumlar yapıldı. Ehli Sünnet iman anlayışını aşmayan, suya sabuna ve zülfi yâre dokunmayan bu sunum-lara anti-kampanyacıların bile itirazı olmazdı ve muhtemelen gelip dinleseydiler konuşmaları onaylayıp takdir ederlerdi.

Neyse konu bu değil. Ben daha çok İlhami Hoca’ya göste-rilen tepkinin nedeni üzerine bir-iki şey söyleyeceğim.

İlhami Hoca, Kur’an’daki Hızır (Bilge Kişi)- Musa kıssası hakkında bir-kaç yıl önce, kıssada sözde Bilge Kişinin sırf ge-lecekte kafir olma ve ana-babasına eziyet etme ihtimali var diye bir çocuğu öldürmesinin sadece bugün için değil o gün için 7. Yüzyılda da geçerli olamayacağını, bunların değiştiril-mesi gerektiğine dair kanaatini bir konuşmasında ifade etti. Daha sonra gelen tepkiler üzerine bunların maksadını aşan ifadeler olduğunu söyleyerek o ifadeleri geri aldı. Bunu sem-pozyum akşamı çıktığı bir TV programında da uzun açıkla-malarla tekrar etti.

Bu anlaşılır bir şey. Engizisyon tarafından cezalandırıl-maktansa, dünyanın dönmediğini söyleyen Galileo’yu yalan-cılıkla ve döneklikle suçlayamayız. Gayet makul bir tutum…

Ancak Kilise dönmüyor dese de dünya dönmeye devam ediyor.

Dindarlar ve %1 bile şüphe duysan imanın boşa gider di-yenler kabul etmek istemese de birazcık vicdanı olanlar, gele-cekte kötü biri olma ihtimali var diye bir çocuğun öldürülme-sini ne 7. Yüzyılda ne de 21. Yüzyılda onaylar.

Sırf Kur’an’a girdi diye, buradaki çarpıklığı aklamak için bin dereden su getirseniz de bu kıssadır mesajına bakılmalı-dır deseniz de, tarihseldir türünden açıklamalara gitseniz de, yok oradaki Bilge Kişi aslında Tanrı’yı temsil eder ve Tanrı yaptığından sorumlu tutulamaz deseniz de sonuç değişmez.

Hiçbir açıklama ve mazeret kıssadaki sözde Bilge Kişinin cinayetini insan vicdanında aklayamaz.

Tüm annelere sorun, varsa imkânınız büyük bir anket ya-pın ve deyin ki, çocuğun büyüyünce kâfir olacak ve sana zul-

Page 50: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

50

medecek, kaç tane anne -dindarlıktan gözü kör olanlar hariç- oğlunun büyüyüp de kâfir olmasındansa gözünün önünde öldürülmesine razı olur?

Hapishane önlerine katil ve cani oğullarını ziyarete ge-len annelere bir bakın, bırakın işlemedikleri suç için, bizzat mahkûm oldukları suç yüzünden bile kaçı çocuğunu suçlu görüyor? En kötü ihtimalle kader kurbanı der ve aklar onu. Daha da öte işlenmemiş bir suç için peşin ceza uygulanmasını kaçıncı yüzyılda olursa olsun hangi adalet, hangi hukuk siste-mi, hangi hâkim onaylayabilir?

Sözde Bilge Kişi ifadesi de bence doğrudur. Çünkü yüz-yıllar öncesinin bu türden bilgeliği masallarla, mesellerle, mit, efsane ve kıssalarla aktarılan, küçük bir öğüt vereceğim diye, vicdanı yaralayan olayları sanki gerçekmiş gibi aktaran ve yeri geldiğinde bir damla balın yanında kepçeler dolusu pislik boca edebilen bir bilgeliktir.

Aklı binlerce yıl öncesinde kalmış dindarların bunlardan hâlâ derin anlamlar çıkartmaya çalışmasının neticesi de vic-dan sahibi insanların engizisyonlarda mahkûm edilmesi ol-maktadır. Sırf Tanrı Kelamı bir metinde yer alıyor diye bun-ları onaylamak zorunda değiliz. Tersine bu tür şeyler metnin Tanrı Kelamı değil, insanların Tanrı’ya hamlettiği insan kela-mı olduğunu gösterir.

Kabul edin ya da etmeyin bizden ve bizim tartışmaları-mızdan bağımsız olarak dünya dönmeye devam ediyor ve dindarlık yüzünden ve başkaca sebeplerden körelse de insan vicdanı çalışmaya devam ediyor.

İlhami Güler Hoca’yı derin vicdanını taşıyan yüreğinden ve o kocaman ellerinden öpüyorum.

Anneler size sesleniyorum: Oğlunuzun ilerde kâfir olaca-ğını bilseniz bile gözünüzün önünde öldürülmesine razı olur muydunuz?

Page 51: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

andımız

51

20 Ekim 2018

ANDIMIZ

Yazma da dur!

Sıcağı sıcağına yazılması gereken bir konu daha:

Andımız!

Şaşkınlık içindeyim, koca koca adamlar, başka konular olunca son derece tolerans sahibi insanlar, milliyetçi saiklerle Andımızın Danıştay kararıyla geri gelmesine alkış tutuyorlar ve bunu eleştirenleri yerden yere vuruyorlar.

Andımızı yazan kişi, Reşid Galip, 1930’lu yıllarda, yani Avrupa’da Faşizm dalgasının estiği dönemlerde, bir 23 Nisan sabahı, kızlarının çocuk bayramını kutlamak için onları kar-şısına alıyor ve ağzından coşkuyla, aşkla “Türküm, doğru-yum...” diye başlayan şiirimsi yemin dökülüveriyor.

Reşid Galip dönemin Milli Eğitim Bakanıdır ve bu yemi-nin/andın bütün okullarda her sabah, yüksek sesle, bir ağız-dan söylenmesini emreden bir genelge yayınlıyor. O zaman-dan beri, AK Parti dönemine kadar, kar, kış, yağmur, güneş demeden çocuklar sabahları varlıklarını Türk varlığına arma-ğan ediyor.

Benim de çok etmişliğim var. Haram olsun!

O dönemde Nazi Almanya’sında Nurnberg Mitinglerinde yüzbinlerce Alman toplanır ve Hitler’i selamlayarak varlıkla-rını Alman varlığına armağan ederlerdi.

Reşid Galip, son derece karanlık bir şahsiyet. Rodoslu, eski İttihatçı, Şeyh Sait’i astıran İstiklal Mahkemesi’nin hu-kukçu olmayan tek üyesi. Birinci Türk Tarih Konferansı’nda Türk ırkının özelliklerini “uzun boylu, uzun beyaz simalı, düz veya kemerli ince burunlu, muntazam dudaklı, çok kere mavi gözlü ve göz kapakları çekik değil, badem gözlü bir ırk”

Page 52: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

52

olarak tanımlamış. Biraz daha ileri giderek “Müslümanlık: Türk’ün milli dini” adlı tezinde, Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. Muhammed’in Türk olduğunu iddia etmiş. Türkçe ezan projesinin sahibi. Güneş Dil Teorisi’nin arkasındaki şahsiyet. Standart Türk kafa ölçüsünü belirlemek için kafa çaplarını ölçme işini başlatan kişi. Kısacası Türklük adına ne kadar ırk-çı pislik varsa arkasında bu adam var.

Reşid Galip’in yazdığı ilk Andımız‘da “yurdumu, budu-numu özümden çok sevmektir,” şeklindeki ifade daha sonra “yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir,” şeklinde de-ğiştiriliyor. “Budun” kavim, ırk veya etnisite demek. Divan-i Lugati’t-Türk’te “bod” kelimesine al-kawm anlamı veriliyor. Budununu sevmek, kavmini, ırkını özünden çok sevmek an-lamına geliyor.

Irkçılıkta tam anlamıyla dibe vuruş!

1930’ların Faşizm rüzgarının bir eseri olan Andımız’ı Türklük adına savunan ve Türk demek Müslüman demektir, Türklük Müslümanlıkla özdeştir, diyenlere de bir çift sözüm var:

Balkan insanları için topraklarını işgal eden Osmanlılar ne kadar Müslümansa- Türklük o zamanlar ne kadar ön plan-daydı tartışılabilir ama- o kadar Türktü, bu doğru. Adamlar daha önce Türkten başka Müslüman görmemiş ki, baş-ka ne düşünsün! Sırf onlar böyle görüyor diye, Türklükle Müslümanlığı özdeş görmek çarpık bir savunudur. Adam Ateist, dini inkar ediyor, ben Müslüman değilim diyor, bu sa-vunuya göre bu kişi ya ateist olmayacak ya da Müslümanlıkla birlikte Türklükten de istifa edecek.

Saçmalık!

Bu topraklarda iki büyük hastalık var: Sorgulanmayan dine körü körüne bağlılık ve milliyetçilik. İkisinin de özünde bağnazlık var. Türkçüsüyle, Kürtçüsüyle, ulusalcısıyla bütün milliyetçilikler içten içe bizi yiyip bitiriyor. Bir kanser gibi her tarafımızı sarmış, kurtulamıyoruz.

Page 53: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

ya muHammed!

53

Yurdunu sev, kültürüne bağlı kal, buna kim karışabilir ama bu işi milliyetçilik düzeyinde bir ideoloji haline getir-mek, hele bir de bundan nemalanmak ve düşmanlıklar ayrı-lıkçılıklar, üstünlükler, savaşlar üretmek iğrenç bir şey.

Andımız neden gitti de sonra geri çağrıldı denirse, Mustafa Erdoğan Hoca’nın dediğine ekleme yapmaya gerek var mı:

“ ‘Andımız’ bugün tekrar eski itibarına kavuşuyorsa, bu-nun sadece bu iktidar üzerindeki ulusalcı baskıdan ileri gel-diği sanılmasın. Zaman, milliyetçilik ve devletçiliğe bağlılık bakımından iktidar partisinin de onlardan pek farkı olmadı-ğını gösterdi.”

Evet, MHP’li bir komşumun söylediği gibi, artık AK Parti’ye oy vermekle MHP’ye oy vermek arasında bir farkın olmadığı açıkça ortaya çıktı.

Anam babam Türk olabilir, ben de öyleyim ama benim için insan -hatta canlı- ortak paydasından başka bir ırk ve dünya -canlıların yaşadığı her yer- ortak paydasından başka bir toprak yok.

Siz bana hâlâ ya sev ya terk et mi diyorsunuz!

“Bu dünya benim memleket!”

Tövbe tövbe!

29 Ekim 2018

YA MUHAMMED!

Hamidullah Yakubi’den aktararak der ki: İslam’ın başlan-gıç yıllarında, bir avuç Arap kabilesi, Arabistan’ın kuzeydo-ğusundaki Zû Kâr’da bir İran ordusunu yenmeyi başardı. Bu, yansıması Arap Yarımadasında yabancı güçlere karşı halkın bakış açısını değiştirecek nitelikte bir zaferdi. Daha da ilginci o dönemde Araplar, üniformaları olmadığı için, savaşın şid-deti içerisinde dostu düşmandan ayırt etmek için parola kul-

Page 54: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

54

lanıyorlardı. Zû Kâr Savaşı’nda Arapların kullandığı parola “Yâ Muhammed!” sözüdür.

Hamidullah’a göre bunun nedeni Hz. Peygamber’in doğu-mundan önce tüm Arabistan’da Âhir Zaman Peygamberi’nin o dönemde doğacağı ve adının “Muhammed” -veya Ahmed- olacağı söylentisidir. Bunun kaynağı ise tabii ki Ehli Kitap’tır. Muhammed veya Ahmed’in bir isimden çok bir sıfat olduğu açıktır. Hristiyan veya Yahudiler bu peygamberin kendi ara-larından çıkacağına inanıyorlardı.

İbni Habib’e göre bu bilgiyi Yahudi ve Hristiyanlardan ala-rak Arapların arasında yayanlar Temîm Oğullarıdır. Ondan sonra Araplar kendi aralarından bir peygamberin çıkacağını düşünmeye başlamışlar ve bunun beklentisi içine girmişler-dir. Bu yüzden birçok kabilede Muhammed ismi -bir lakap olarak değil bir isim olarak-çocuklara verilmeye başlanmıştır.

Bana göre Hz. Muhammed’e ismi doğduktan sonra mı verildi, yoksa Peygamberliğini ilan ettikten sonra bir lakap olarak mı bunu aldı konusu oldukça kapalı bir konudur. Mekkeli Arap müşriklerin ona Muhammed ismiyle hitap et-mediği bilinen bir husus. Ancak Hamidullah’ın verdiği bil-giden Ahir Zaman Peygamberine ilişkin söylenti ve beklen-tilerin Mekke’ye kadar ulaşmış olması ve benzer arzuları ta-şıyan dedesi Abdülmuttalib’in, annesinin vefatının ardından yanına getirilen torununa ikinci bir isim veya lakap olarak Muhammed ismini vermiş olması da mümkündür.

Araplar aralarından bir peygamberin çıkmasını arzuluyor-lardı ama bunu dini nedenden veya dini kurtuluş amacından çok siyasi amaçlarla ve psikolojik nedenlerle istiyor olmalı-lar. Yarımadanın kuzey kesimleri hariç hiçbir zaman Roma ve Pers imparatorluklarının etkisi altına girmeyen ama bu devletlerle hep sıkı bir ilişki içinde ve onların gölgesi altında olan Arapların belki de en büyük arzusu çölün ağır koşulları ve kafa yapıları nedeniyle asla tecrübe edemedikleri böylesi bir birlik, kuzeyin ganimetlerini ele geçirme ve imparatorluk kurma amacıdır.

Page 55: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

ya muHammed!

55

Doğal koşullar buna engeldi çünkü çölde imparatorluk yönetilmez. Nitekim Araplar yönetim merkezlerini daha kuzeye taşımadan asla büyük bir devlet olamadılar. Hz. Ali döneminde Medine’den Kûfe’ye taşınan merkez, Muaviye ile Şam’a sonrasında da farklı merkezlere uzandı. Araplar ancak Arabistan’ı terk ederek -o topraklar yönetimlerinde kalmaya devam etse de- büyük bir imparatorluk olabildiler.

Arapların sosyal yapısı buna engeldi, çünkü kabilecilik ve her kabilenin kendi önderliğinde diğer kabileleri yönetme arzusu ve bitmeyen kabile savaşları bir birliğe ve devlet kur-maya engeldi. Dinsel olarak da putperestlikte her kabilenin taptığı put(lar) farklı olduğu için milli bir dinin oluşması hep gecikiyordu.

İşte bu noktada hepsi olmasa da daha bilgili ve zeki Araplar, kabile kimliğinin üzerinde bir Peygamber şahsiyetin bayrağı altında birleşmenin kabileci ayrılıkları ortadan kaldı-racağını fark etmiş; aynı şekilde Bizans ve Perslerin ortak ve tek bir veya ikili Tanrıda birleşmesi gibi, putları terk edip tek Tanrı inancına geçerek ortak milli bir din ile büyük bir devle-tin mümkün olabileceğini görmüş olmalılar.

Hz. Muhammed’in ve yarımadadaki diğerlerinin peygam-berlik iddiaları kendini gerçekleştiren birer kehanet gibidir. Araplar müjdelenen veya beklenen peygamber inancını -ke-hanetini- ehli kitaptan ç/alarak bir beklenti içine girdiler. Bu beklenti peygamber veya peygamberlik arayışlarını arttırdı. Bu düşünce bilinç altlarına yerleşti. Bu konudaki bilgisel alt-yapı arttı. Muhtelif bölgelerde peygamberlik iddia edenlerin sayısı hızla arttı. Hz. Muhammed’in ve Medine’nin güçlen-mesi bunların sayısını daha da arttırdı. Hz. Muhammed vefat ederken Arabistan’ın her tarafında peygamberlik iddiasında bulunanlar vardı. Ebu Bekir bunları şiddet kullanarak yok etti.

Hz. Muhammed’in Mekke’deki en büyük eksikliği, bu sosyolojik okumadan bihaber olması veya ahlaki nedenlerle bundan uzak durmaya çalışmasıdır. Oysa kendisi bir yetim

Page 56: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

56

ve toplumsal anlamda önemsiz bir kişi olmasına rağmen Mekke’nin kodamanları onu başlarına geçirmeye çoktan hazırdılar. Ona liderlik ve zenginlik vaat ettiler. Ama Hz. Muhammed buna yanaşmadı.

Bu kodamanların anlayamadıkları husus ise, putperestlik inancı sürerken diğer Arapları birleştirmenin mümkün ol-madığıydı. Bunun için putların terk edilip tek Tanrı inancı-na geçmek gerekiyordu. Onlar sadece Kâbe üzerinden sahip oldukları ekonomik ve siyasi üstünlüklerin ellerinden gide-ceğinden korkuyorlardı. Ki çok sonraları, Hz. Muhammed Kâbe’nin statüsünü -putlar hariç- yeni dinde koruyarak onla-rı ikna etti. Belki de onları ikna etmek için, tüm putları temsil eden minik Hacerül Esved putunun fonksiyonunu değiştire-rek orada kalmasına izin verdi.

Hz. Muhammed’in Mekke’de kabullenmek istemediği husus ise, salt ahlaki ve dinsel -tevhidi- bir çağrı ile büyük ekonomik ve siyasi beklentiler ve idealler taşıyan Araplara karşı başarılı olmasının mümkün olmadığıydı. Bunu anladığı zaman ise Mekke ile tüm köprüleri yıkmıştı, onlarla hareket edemezdi ve Medine’ye hicret edip yeni stratejisi üzerinden (tevhid+peygamberin yönetiminde ümmet-Arapların birli-ği+cihat+ganimet) çağrısını yeniledi. Başarı ondan sonra gel-di. Mekke dönemi ise tam anlamıyla bir hüsrandı.

30 Ekim 2018

KUR’AN RİVAYETTİR

Aşağıdaki sanal veya kurgusal diyaloğu yazan veya başka-sından isim vermeden aktaran Enes Şektar isminde Cübbeli hayranı hadisçi ve hadis ve rivayetler olmadan Kur’an’ın an-laşılamayacağını (doğru olan da bu zaten) düşünen bir arka-daş. Diyalogda rivayetlerin ve hadislerin önemini kanıtlama-ya çalışırken, Kur’an’ın hadisler karşısındaki konumuna dair öyle mantık kurguları yapıyor ki, sonunda hadisleri yüceltir-

Page 57: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

Kur’an rivayettir

57

ken Kur’an’ın/Mushaf’ın mahiyetini ve Peygamberden yüz-lerce yıl sonra yazıya dökülmüş hadis ve rivayetlerin derece-sine düşüren (doğru olan da bu zaten) zayıf mesuliyetini de ortaya çıkarmış oluyor. Tabii kendisi bunun farkında değil, olsa bu yola başvurmazdı.

❌ Kur’an’ı Allah açıklar.

✔ Zaten açık değil miydi Kur’an, neyi açıklıyor?

❌ Açık ama bazı ayetleri diğer ayetlerle açıklıyor.

✔ Hangi ayetin açıklamasının hangi ayet olduğunu nerede açıklıyor peki?

❌Onu biz kendimiz anlıyoruz.

✔ Sen kendin anladığında Allah açıklamış olmuyor ki, sen kendin açıklamış oluyorsun?

❌ Kur’an iner inmez yazıldı. Hadisler 250 yıl sonra.

✔ Nerede peki o iner inmez yazılan ayetler?

❌ İlk Kur’an Mushaf’ı var müzede.

✔ O Mushaf 40 sene sonraya ait ve 121 yapraklık? İner inmez yazılan ayetler nerede?

❌ Günümüze ulaşmamış ama yazıldığı kesin.

✔ Nereden kesin?

❌ Kitaplarda yazıyor.

✔ Hani o kitaplar 250 yıl sonra yazıldığı için güvenilmez-di?

❌ Yok ilk kitaplardan.

✔ İlk kitaplar 300 sene sonra?

❌ Ayet var yazılan sayfalara andolsun diyen. Demek ki yazılmış.

✔ O ayetin o aradaki 40 senede uydurulmadığını nereden biliyorsun peki?

Page 58: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

58

❌ 40 senedeki sahabe uydurukçu değildi. Sahabeden son-rakiler uydurukçuydu.

✔ Sahabenin uydurukçu olmadığını nereden öğrendin peki, sonraki uydurukçulardan (!) öğrenmedin mi?

❌ Hayır, ayet var sahabeyi öven.

✔ Sahabelerine kendilerini öven ayetleri uydurup Kur’an’a eklemediklerini nereden biliyorsun?

❌ Peygamber hayatta iken nasıl uydursunlar?

✔ Peygamberden 100-200 yıl sonra uydurup yazamadıkla-rını nereden biliyorsun?

❌ İlk Kur’an Mushaf’ı 40 sene sonra çünkü, yani peygam-berden hemen sonra.

✔ O Mushaf’ın 40 sene sonra olduğunu, mesela 250 sene sonra yazılmadığını nereden biliyorsun ?

❌ Çünkü 650 tarihli, müzede. C14 metodu.

✔ Kur’an 400 yılında indi belki, 650’de kitaplaştı?

❌ Ne saçmalıyorsun, 610’da indi.

✔ 610’da indiğini nereden biliyorsun? 610’da mı yaşadın?

❌ Tüm kitaplarda yazıyor.

✔ O dediğin kitapların en erkeni 900’lü yıllara ait. 610’dan 300 sene sonra yazılan kitap güvenilir oluyorsa güya 250 yıl sonra yazılan hadisler neden güvenilmez oluyor?

❌ 250 yıl sonra yazılmış işte, nesine güveneceksin!

✔ 610 yılında indirildiği de 300 yıl sonra yazılmış, nesine güveniyorsun!

❌Allah’a güveniyorum, Allah kitabını korur.

✔ İncil ve Tevrat Allah’ın kitabı değil miydi, neden bozul-du onlar?

❌ Kur’an korunacak diyen ayet var.

Page 59: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

Kur’an rivayettir

59

✔ Bugünkü İncil ve Tevrat’ta da korunacak yazıyor?

❌Tevrat ve İncil de korundu.

✔ Korunmuşlarsa nasıl Kur’an ile çelişebiliyorlar?

❌ Çelişmiyorlar.

✔ Tevrat Hz. Lut kızıyla ilişkiye girdi diyor? Çelişmiyor mu bu Kur’an’la?

❌Kur’an dünyanın her yerinde aynı, demek ki korunmuş.

✔ Buhari de dünyanın her yerinde aynı? Bir harfi bile fark-lı değil?

❌ Yüzlerce Buhari şerhi (açıklaması) var değişik değişik.

✔ Yüzlerce Kur’an tefsiri de (açıklaması) var değişik deği-şik?

❌ İlk Kur’an Mushaf’ı ile aynı bugünkü Mushaflar.

✔ İlk Kur’an Mushaf’ı 121 yapraklık, bugünkü Kur’an’lar’da olan yüzlerce ayet yok içinde?

❌ Tam olan Mushaflar da var.

✔ Tam olan Mushaf 100 sene sonraya ait?

❌ Çünkü savaşlarda yangınlarda kaybolmuş kalan kısmı.

✔ Kaybolduğunu nereden biliyorsun peki, rivayetlerden değil mi?

❌ Hayır rivayetlerden değil kitaplardan biliyorum.

✔ O dediğin kitaplar da asırlar sonralarına ait?

❌ Amacın ne senin, Kur’an düşmanı!

✔ Amacım rivayetlere uydurma dediğinde Kur’an’ın uy-durulmadığını ispatlayamayacağını zihnine sokmak.

❌ İspatlarım, Kur’an’da çelişki yok, demek ki Allah’ın ki-tabı.

✔ Sahih hadislerde de çelişki yok?

Page 60: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

60

❌ Hadislerde yüzlerce çelişki var.

✔ Ateistler de Kur’an’da yüzlerce çelişki buluyorlar?

❌ İnanmadıkları Kur’an’da buldukları çelişki geçerli ol-maz.

✔ Senin inanmadığın hadislerde bulduğun çelişki nasıl ge-çerli oluyor o zaman?

❌ Sen ayetle hadisi mi kıyaslıyorsun!

✔ Sen kıyaslamıyor musun?

❌ Hayır.

✔ Kıyaslamadan ayetle hadisin çeliştiğini nasıl anlıyorsun peki?

❌ Uydurma hadisleri kurtaracağım diye Kur’an’ı şüpheye düşürüyorsun !

✔ Cevabı olan sorular neden şüpheye düşürsün, cevabın yok mu ki şüpheye düşürür diyorsun?

❌Vay pis kafir sen Kur’an’a inanmıyorsun hadisçi müşrik seni!

6 Kasım 2018

ÜMMÜ EYMEN

Siyer okuyanlar Ümmü Eymen ismini hatırlayacaklardır. Hani şu Hz. Muhammed’in vefatından sonra kendisini ziya-rete gelen Ebu Bekir ve Ömer’e “Ben, vahyin kesilmiş olma-sından dolayı ağlıyorum,” diyen kadın.

Ümmü Eymen, Hz. Muhammed’in annesinin vefatından sonra onun bakımı ve yetiştirilmesi ile ilgilenen kadındır. Medine’den dönerken annesi vefat edince henüz altı yaşın-daki küçük Muhammed, Ümmü Eymen’le birlikte Mekke’ye dedesinin yanına döner. Bu kadın hakkında Peygamberin, ev

Page 61: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

KitaP nedir iman nedir bilmezdin

61

ahalimden kalan tek kişi, annemden sonraki annem, dediği rivayet edilir.

İşin ilginç yönü, raviler süt annesi Halime ve onda kaldığı zaman ile ilgili çok sayıda doğru, yanlış, efsanevi olayı riva-yet ederken, yetişene kadar yanından hiç ayrılmayan Ümmü Eymen’le Muhammed arasında geçen olaylar ile ilgili hemen hemen hiçbir şey rivayet etmemişlerdir. İslam Tarihi bu devir hakkında son derece ketumdur.

Ümmü Eymen Peygambere babasından miras ka-lan Habeşli zenci bir köledir. Habeşli olduğuna göre bir Hristiyandır. Kısacası Hz. Muhammed’i altı yaşından itiba-ren Hristiyan bir kadın yetiştirmiştir.

Rivayetlerdeki suskunluk ve kapalılık bu yüzden olabilir mi?

7 Kasım 2018

KİTAP NEDİR İMAN NEDİR BİLMEZDİN

Şura 52, sen daha önceden kitap nedir, iman nedir bil-mezdin, şeklindeki ayet, özellikle vahiy konusunun konu-şulduğu her ortamda hemen gündeme getiriliyor. Bununla ima edilmek istenen, vahiy gelmeye başlamadan önce Hz. Muhammed’in kitapmış, imanmış, vahiymiş, ruhmuş, Cebrail’miş, melekmiş gibi konular hakkında tamamen bilgi-siz olduğu düşüncesidir.

Oysa gerçekten öyle midir? Ayet bunu mu ima etmek is-temektedir, Hz. Muhammed’in hayatı hakkında bildiklerimiz onun Peygamberlikten önceki hayatında bu konulara dair tam bir cahil (tabula rasa) olduğunu mu gösteriyor?

Hayır, bu düşüncede değilim. Hz. Muhammed, kitabın da imanın da ne anlama geldiğini gayet iyi bilmektedir. Bunların Arap dilindeki karşılıklarının, dilde ve günlük hayatta kulla-

Page 62: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

62

nımlarının ne anlama geldiğinden o toplumdaki herkes ka-dar, belki daha fazla haberdardır.

Ayette kitap kelimesinin, elimizde tuttuğumuz kitap değil, vahiy anlamına geldiğini birçok müfessir söylüyor. (Bakınız Mustafa Öztürk meali)

Bilmek olarak tercüme edilen ayette geçtiği şekliyle “ted-rî” kelimesi ise, sıradan bir bilmeyi değil, özüne vakıf olup hakikatine ermeyi ve hatta tecrübe ederek anlamayı ve bilme-yi ifade eder. (Bakınız: Rağıb el-İsfehani)

Dolayısıyla ayetin anlamı, sen tecrübe etmeden önce, kita-bın/vahyin ve imanın ne olduğunu tam olarak idrak edebil-miş değildin, vahiy ve iman hakkında dirayet sahibi değildin, özüne vakıf olamamıştın, daha açık ifadeyle, sen vahiy alma-mıştın olmaktadır. Yoksa, senin vahiy kelimesinden, kitaptan, imandan haberin yoktu, tam bir kara cahildin (tabula rasa), vahiyle bunları sana öğrettik anlamında değildir.

Bu mesele tıpkı, peygamberin ümmi oluşunu okuma yaz-ma bilmemesine yorarak vahyin ilahiliğini kanıtlamaya de-lil yapan tarihteki ve günümüzdeki bazı kişilerin apolojik tutumunu andırmaktadır. Oysa özellikle Cabiri’nin vurgu-ladığı gibi, ümmi kelimesi ehli kitap olmayan demektir. Hz. Muhammed de ehli kitap hakkında bilgi sahibi olmasına rağ-men ehli kitap, Hristiyan veya Yahudi değildi.

Oysa Peygamberin nübüvvet öncesi bildiği şeyler zannet-tiğimizden de fazla. Mekke’de Hristiyan köleler ve dışarıdan gelen tüccarlar, Mekke’de yaşayan Hanif’ler, Arap kökenli ama sonradan din değiştiren Hristiyanlar, Medine’de Yahudiler, sürekli ticaret yaptıkları güzergahlardaki kültürel ve dinsel yapı (Bugünkü Suriye, Irak, Filistin bölgesi, Habeşiştan ve Yemen hatta Hindistan ve Mısır) bu tarz konularla ilgili ra-hatlıkla bilgi sahibi olmaya olanak veren bir ortam sunmak-taydı. Bu şartlar altında bilmesi değil bilmemesi anormaldir.

Hz. Muhammed’in risalet öncesi bu bölgelerin çoğuna yolculuklar yaptığı, hatta Hamidullah’a göre deniz yoluyla Habeşiştan’a gittiği rivayetlerle bilinen bir husustur.

Page 63: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

islam: araP “ulusal” yüKseliş HareKeti

63

Siz hâlâ Hz. Muhammed vahiy gelmeden önce kitap ve imanın ne anlama geldiğini bilmiyordu mu diyorsunuz? Oysa o sadece, zaten bildiği bu hususları tecrübe ettikten son-ra daha iyi idrak edebildi. Ayet de bunu söylemektedir. Onun önceden kara bir cahil (tabula rasa) olduğunu değil.

8 Kasım 2018

İSLAM: ARAP “ULUSAL” YÜKSELİŞ HAREKETİ

İslam, bir yönüyle, özellikle Medine ve sonraki kısmı, Arapların Ehli Kitaptan ödünç aldıkları Mesih, Muhammed veya Ahmed sıfatlarını taşıyan beklenen peygamber düşün-cesi ile kabilecilik ve ayrıştırıcı paganlıktan kurtarıp tevhidi din zemininde Arapları birleştiren, ekonomik temeli fetihlerle elde edilen ganimetlere dayanan Arap “ulusal” yükseliş hare-ketidir.

9 Kasım 2018

SORULARA CEVAPLAR-I “MÜSLÜMAN MISIN?”

Bir süreden beri özelden, yüz yüze veya paylaşımlarımın altında şahsımla alakalı çok fazla soruya muhatap oluyorum. Özelden birçok arkadaşa açıkladım. Ama sanırım soruların arkasını kesmek ve merakları gidermek için tüm açık yürekli-liğimle bu sorulara cevap vermem gerekiyor.

En çok karşılaştığım soru şu:

Sen Müslüman mısın?

Kendi Müslümanlık anlayışıma göre, evet, ben bir Müslümanım.

Page 64: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

64

Bana göre Müslüman olmak, seçtiğimiz, tercih edip irade göstererek katıldığımız bir şey değil, doğduğumuzda hazır bulduğumuz, miras aldığımız, mecburen içinde yer aldığımız ve istediğimiz zaman veya beğenmediğimizde sıyrılıp çıkma-mızın öyle pek de kolay olmadığı bir kaderdir. Birilerinin bizi o bulunduğumuz şeyin içinden istediği zaman çıkartabileceği bir şey de değildir.

Bana göre Müslüman olmak bir geleneğe, bir kültüre ait olmaktır. Doğup yaşadığınız süre içinde ölene kadar sizi bı-rakmayan terk etmeyen, üzerinize yapışan, ruhunuza sinen, damarlarınızda dolaşan, istemesiniz de mecburen, toplumsal bir yönlendirmeyle sizi biçimlendiren bir kalıptır.

Bana göre Müslüman olmak bir tarihe ait olmaktır. Beğenin ya da beğenmeyin, o, sizi saran kuşatan kendi tarihinizdir. Yaşadığınız altmış, yetmiş, seksen senelik hayatın bir tarihi olduğu gibi, babalarınızın, dedelerinizin, onların da dedeleri-nin ve dahi uzanarak tüm ceddinizin tarihidir. Tabii ki gerek kişisel gerekse soyunuz itibariyle tarihinizin biriktirdiği yük-leri taşımaya devam etmektir.

Bana göre Müslüman olmak, bir aileye, bir ırka, bir toplu-luğa ait olmak gibidir. Tercih etmeden dahil olduğunuz bir zorunluluktur.

Kaderinizi inkâr edebilir misiniz? Geleneğinizi ve kültürü-nüzü yok sayabilir misiniz? Aldığınız mirası yatsıma hakkı-nız var mı? Tarihinize sırt çevirebilir misiniz? Ailenizin, için-de doğup büyüdüğünüz toplumun dışına çıkabilir misiniz? Zorunlulukları yok sayabilir misiniz?

Benim için Müslüman olmak kaderdir, gelenektir, kültür-dür, aidiyettir, tarihtir, mirastır. Kaderim gereği, geleneksel ve kültürel olarak, aidiyetim ve kökenlerim itibariyle, kişisel ve toplumsal tarihimin sırtımdaki hatıra yükleri nedeniyle, hak sahibi olduğuma inandığım bu miras yüzünden ben bir Müslümanım. Bundan istesem de çıkamam. Çıkmayı hiç de-nemedim, hatta düşünmedim bile.

Page 65: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

sorulara cevaPlar-ı “müslüman mısın?”

65

Müslümanlığımı inkâr edebilmek için, ait olduğum gele-nek ve kültürden çıkıp yeni birine girmem, yeni bir topluluk oluşturmam, yeni bir aidiyet kurmam, yeni bir tarihe intikal edip, kişisel tarihimi ve hatıralarımı yeniden oluşturup bun-ları sahiplenmem gerekir. Bu mümkün mü?

Tüm bu saydığım hususlar mümkün olmadığı için tüm peygamberler, yaşadıkları yeri terk edip -hicret- yeni bir top-lum, yeni bir kültür, yeni gelenekler oluşturmadıkça yeni bir din kuramamışlardır. Bakın peygamberlerin tarihine hepsinin hayatında hicret, yaşadığı toplumu terk etme vardır. İslam’ın resmi tarihi Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye hicre-tiyle başladı, unutmayın.

Zaten tekfir etmek esas itibariyle dinden çok toplum-dan, toplumsal ilişkilerden dışlamak/dışlanmak demektir. Dinsel topluluklardaki en büyük ceza da toplumdan dışlama veya aforoz etmedir. Tebuk Seferi’nden geri kalanlara veri-len dışlama cezasını hatırlayın, ölümden beter bir cezadır. Cemaatlerde cemaat disiplinine uymayanlara da yüz çevirme cezası verilir. Kimse onunla konuşmaz, gülmez, sohbet etmez, arkadaşlık yapmaz. Toplum içinde yapayalnız kalırsınız.

Bu anlamlarda ben bir Müslümanım. Çünkü değişti-remeyeceğim aidiyetlerim var. Bu yüzden kimse benim Müslümanlığımı sorgulayamaz, kimsenin de beni tekfir et-meye, ait olduğum geleneğin, kültürün, tarihin, toplumun ve ailenin dışına itmeye, dışında görmeye hakkı yok.

Bu yüzden tekfir edici hakaretlerden rahatsız oluyorum ve buna tahammül edemiyorum. Müslümanlık, çağları ve top-lumları içine alan o kadar büyük bir şey ki, kimsenin gücü beni bunun dışına itmeye yetmez. Ben bu kültürün, bu gele-neğin, bu tarihin bir adamıyım. Ayrıca kişi kendisi onaylayıp iradesiyle çıkmadıkça -tabii yapabilirse- tüm dışlama, katego-rize etme, tekfir etme çabaları insanlık dışıdır, ahlaksızlıktır, ırkçılıktan bir farkı yoktur.

Page 66: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

66

Ama İslam’ı, inançları, İslam Tarihi’ni, Müslümanları sor-gulamaya gelince; sorgulamadığım, neşter vurmadığım, eleş-tirmediğim ne kaldı ki!

Kaderimi inkâr edemem, tarihin yüklerini mecburen ta-şırım ama bu, onları eleştirmeyeceğim, sorgulamayacağım anlamına gelmez. Kimsenin inandığı gibi inanmak, kimsenin düşündüğü gibi düşünmek, kimsenin anladığı gibi anlamak zorunda değilim. Çünkü ben Allah deyip sonra da Allah da-hil her şeyi tartışan, 73 damarlı bir geleneğin çocuğuyum. Bakmayın sonunda iktidarın arkasına sığınanlar kazanıyor, benim gibi özgür kafalıların payına da hep hüsran düşüyor ama olsun ben hem sorgulayıp hem de bunun içinde kalma-yı tercih ediyorum. Yoksa yıllar önce, hiçbir riske girmeden, ne haliniz varsa görün deyip kendi keyfime bakabilirdim. Neyimiz varsa tartışmaya açıp, tüm kirli çamaşırlarımızı ser-gileyerek ve içimizi dışımıza çıkartarak ne kadar büyük bir risk aldığımın farkında mısınız?

Efendim! Anlamadım! Siz hâlâ, falana filana inanmadıkça, falan filan şekilde düşünmedikçe, falan filan gibi yaşamadık-ça, falan filan kalıplara girmedikçe Müslüman değilsin mi di-yorsunuz?

Yani Müslüman olmak için senin kafandaki adam mı ol-mak zorundayım.

Hadi canım sende!

Ne istiyorsanız sorun, tüm açık yürekliliğimle cevaplan-dırmaya devam edeceğim. Bu sadece birincisiydi.

10 Kasım 2018

SORULARA CEVAPLAR-II “ATEİST MİSİN?”

Sorulara cevap vermeye devam ediyorum.

Page 67: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

sorulara cevaPlar-ıı “ateist misin?”

67

En çok karşılaştığım soru, hatta “Sen Müslüman mısın,” sorusundan bile çok karşılaştığım bir soru şu:

Allah’a inanıyor musun, yoksa Ateist misin?

Benim üzerinde konuşmaktan hoşlanmadığım konular-dan birisi de Tanrı meselesi, bu yüzden çok da uzatmadan yanıtlayacağım.

Evet, Allah’a/Tanrı’ya inanıyorum ve Ateist değilim.

Ama Tanrı anlayışım -bundan sonra Tanrı diye devam edeceğim- dindarların Tanrı anlayışından farklı.

Bana göre Tanrı nedir, onu açıklamam gerekir ki, neye inandığımı da ortaya koyabileyim.

Ben Tanrı’dan personel/şahıs, kişileştirilmiş, antropomor-fik Tanrı’yı anlamıyorum. Hemen hemen bütün dinlerin tan-rıları kişileştirilmiş veya bir şahıs olarak mevcudiyeti olan ve antropomorfik tanrılardır. İslam’da ve Kur’an’da anlatılan Tanrı da büyük ölçüde buna dahildir. Tüm bu dinlerde insana ait özellikler en mükemmel şekilleriyle tasavvur edilerek bir şahısta toplanmış ve ortaya Tanrı, Allah, God, Ulu Manitu ya da ismi her ne ise O ortaya çıkmıştır. Yani dinlerde ve dindar-ların inancındaki Tanrı bir tür süper insan veya süpermendir.

Oysa Tanrı’nın şahıs tanrıya indirgenmesi veya tüm mü-kemmel özelliklerin bir şahısta somutlaştırılması ortaya put-tan veya soyut puttan başka bir şey çıkarmamaktadır. Bu yüzden dinler, özellikle semavi dinler ve İslam, insan gözün-de mükemmel ölçülere uyan bir şahıs put tasvir eder. Sonra da işte Tanrı’nız budur, O’na itaat edin der. Soyut ve kavram-sal düşünme yetisi yetersiz insanlar için bu durum gayet nor-mal kabul edilmelidir.

Benim düşünceme göre bir kavram olarak “Tanrı”, zaman ve mekân sınırlarının, eksikliğin ve sürekli devinimin, geli-şimin, yaşamın, varoluşun, varlığın arkasında, kökeninde, önünde, arkasında veya ötesinde ve hatta sonunda olan her ne ise O’dur. Bu, geldiğimiz, kaynaklandığımız bir şey ola-bileceği gibi kendisine ulaşabileceğimiz veya varacağımız bir

Page 68: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

68

şey de olabilir. Dolayısıyla Tanrı sonsuzluktur, ezelilik ve ebe-diliktir, mutlaklıktır, eksiksizliktir, zamansızlıktır, hiçbir şeye bağlı olmayan varlığı -İslami deyimle- vacibül vücut olandır.

İşte ben O Tanrı’ya inanıyorum ve O’nu arıyorum.

Tanrı hakkında somutlaşmış anlamda ne söylerseniz söy-leyin eksik kalacaktır. Çünkü eksik olan, zaman ve mekâna sı-kışmış olan, evrilen, değişen birisi değişmeyeni, sonsuz olanı, ezeli ve ebedi olanı, mutlak olanı tanımlayamaz, anlatamaz; hatta anlayamaz, çünkü O’nu kuşatamaz. Bu yüzden Tanrı hakkında söylediklerimiz sadece dilsel ifadelerdir, O’nu an-lama çabalarıdır, “Tanrı”nın kendisi değildir. “Tanrı” olarak neyi tasavvur ediyorsanız bilin ki o, Tanrı değildir ve Tanrı onun da ötesindedir. Bizler kesinlik anlamında Tanrı’nın ne olduğunu değil, sadece ne olmadığını söyleyebiliriz.

Ama bu durum bizim Tanrı’yı veya tanrısal olanı anlamaya çalışmamıza engel değildir. Düşünebiliriz, teoriler üretebili-riz, hayaller kurabiliriz, bazılarını inkâr edip yerine yenilerini inşa edebiliriz. Ama yapamayacağımız tek bir şey var, Tanrı hakkında her ne düşünüyorsak veya inanıyorsak bunun mut-lak doğru ve hakikatin kendisi olduğunu iddia edemeyiz. Bu sadece bir arayışın adıdır.

İşte bana göre dinlerin en büyük yanılgısı, buna İslam da dahil, tanımladıkları Tanrı’nın mutlak Tanrı’nın kendisi oldu-ğunu iddia etmeleri ve bu tanımın dışında kalan tüm düşünce ve inançları küfür olarak nitelemeleridir. Oysa tek Tanrı inan-cı ile, paganist/putperest Tanrı inancı arasında mahiyet farkı değil, sadece derece farkı vardır. İki inanç da mutlak Tanrı’yı bulduğu düşüncesindedir. Hatta putperest inanç birden fazla Tanrı’yı mümkün gördüğü için monotesit Tanrı inancına göre daha toleranslıdır. Tek Tanrı inancı da putperest bir inanca göre bir nebze daha soyut ve tutarlıdır.

Kur’an’da bile nüzul sırasına göre incelendiğinde daha antropomorfik/insanbiçimci bir Tanrı anlayışından daha so-yut ve kavramsal bir Tanrı inancına doğru bir evrilme vardır. Gökte meleklerin tahtının üzerinde taşıdığı bir Tanrı inancın-

Page 69: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

sorulara cevaPlar-ııı “deist misin?”

69

dan “O ilktir, sondur, zahirdir, batındır,” anlayışına doğru bir gelişme olmuştur. Aslında bu, Hz. Muhammed’in 23 yıl-lık süredeki Tanrı düşüncesi itibariyle gelişimine karşılık gel-mektedir. Ama Kur’an’ın bütünlüğü antropomorfik bir Tanrı anlayışı üzerine bina edilmiştir. Soyut ve kavramsal ifadeler istisnadır.

Allah’ın hangi sıfat ve ismini ele alırsanız alın, insancadır, insanlara ait özellikler Tanrı’ya atfedilmiştir. En soyut sıfatlar dahi, örneğin “âlim” oluşu gibi, insanlarda da bulunan özel-liklerdir. Bir açıdan da bu sıfatlar ve isimler Tanrı’yı tanıtmak ve tanımlamak için değil, insan ilişkilerine ve ahlaki tutumla-rına bir yön verebilmek amacıyla dile getirilmektedir. Mesela “Allah biliyor” demek, yaptığınız her şey gözleniyor, ayağını-zı denk alın demektir. “Allah kadirdir” demek, size vaat ettik-lerini gerçekleştirebilir, başınıza gelecek felaketleri yağdırabi-lir demektir. Yoksa asıl amaç Allah’ı anlatmak değildir. Bu da işin başka bir boyutu.

Bir iki cümleyle kapatacaktım ama biraz uzadı. Umarım bu cevap, soran arkadaşları tatmin eden bir cevap olmuştur.

12 Kasım 2018

SORULARA CEVAPLAR-III “DEİST MİSİN?”

En çok muhatap olduğum sorulardan birisi de bu. Bu so-ruya aşağıda uzun bir cevap verdim. Sonunda hayır diyece-ğim ama cevabımın gerekçelerini öğrenebilmek için lütfen sonuna kadar okuyun.

Öncelikle, dinsel, kelami, felsefi, sosyolojik, psikolojik, bilimsel düşünme biçimlerine yaklaşımım ile ilgili usulü-mü açıklamam gerekiyor. Bana göre Teizm, Ateizm, Deizm, Agnostisizm, Septisizm; hatta Panteizm ve Pananteizm birer din veya aidiyet türü olmaktan çok birer düşünme/yaklaşım biçimidir.

Page 70: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

70

Bu düşünme/yaklaşım biçimleri kurumsal dinler, mezhep-ler hatta ideolojiler üretebilir veya onlara temel oluşturabilir. Bu beni çok fazla ilgilendirmiyor. Ben düşünceyle ilgili oldu-ğum için, bu tür akımların ne söylediği ne kadar tutarlı oldu-ğu, bana ne kazandırdığı veya onlardan neyi aldığım ve na-sıl yararlandığımla ilgileniyorum. Bu “izm”lerden birinden veya birkaçından yararlanmam bir dine bağlanır gibi onlara bağlanıp, onlar üzerinden kendime bir aidiyet oluşturduğum yani “-ist”, “şucu, bucu” olduğum anlamına gelmez. Usulüm inter-disipliner olduğu için hangi akım veya kişiden gelirse gelsin doğru bulduğum her şeyi kabul eder ve savunurum.

Mesela Teizm bize “Tanrı” düşüncesini kazandırmaktadır. Bunun için Teizme minnettarım. Diğer taraftan Ateizmden de çok önemli şeyler öğrendim. Mesela bütün “Tanrı” düşünce-lerinin insan kaynaklı olduğu, “Tanrı” tasarımlarının ise in-sana ait özelliklerin model alınarak üretilmiş “en”ler olduğu düşüncesini bana Ateizm öğretti. Ateistler bu yüzden kendi devirlerindeki tüm Tanrı inançlarını insan üretimi saçmalık-lar olarak görüp inkâr ettiler. Agnostisizm ve Septisizm ise, doğduğumuz andan itibaren bizlere hakikat olarak daya-tılan inançlar hakkında şüphe duymam gerektiğini, bunla-rın bu kadar kesinlikte bilinmesinin mümkün olmayacağını ve inançlarımı sorgulamam gerektiğini öğretti. Sadece Batı dünyasındaki Descartes ve Kant gibi filozoflar değil, İslam dünyasındaki İmam Gazali gibi alimlerde de agnostik ve sep-tik yaklaşımların güçlü izlerini görmek mümkündür. Gene mesela Panteizm, felsefedeki ruh-madde, zihin-beden ayrı-mı problemini ortadan kaldıran bir yaklaşımdır. Bana göre Pananteizmden daha tutarlı bir yaklaşımdır. Ama diğer taraf-tan Pananteizm bana neden, ruh-madde, beden-zihin gibi bir ayrım olsun, sorun suni mi veya dilsel bir sorun mu sorusunu sordurttu.

Bu yaklaşımlardan gerektiği kadar yararlanmak kişiyi Ateist, agnostik, septik, panteist veya pananteist yapmayacağı gibi, bunları görmezden gelmek büyük bir eksikliktir.

Page 71: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

sorulara cevaPlar-ııı “deist misin?”

71

Sorulan soruya net cevabımı vermeden önce Deizm üzeri-ne bir-iki kelam etmem gerekiyor.

Aslında Deizm ve Teizm kelime olarak aynı anlama gelir. Deizm kelimesi, Latince’de Tanrı anlamına gelen “deus”dan, Teizm kelimesi ise, Grekçe’deki yine Tanrı anlamına gelen “theos”dan türemiştir.

Türkçeye motamot “Tanrıcılık” veya “Allahçılık” olarak çevrilebilir. Ancak iki kelimenin çağrışımları ve kullanımları farklıdır. Deizm kelimesinin bugünkü anlama yakın bir şekil-de kullanımı Avrupa’da 16. yüzyıldan sonra olmuştur. Teizm alemin yaratıcı ve yürütücü sebebi olarak görülen ve vahiy yoluyla veya emirleriyle yarattığı aleme müdahale etmeye de-vam eden bir Tanrı anlayışına dayanırken, Deizm, Tanrı’nın varlığını ve alemin ilk sebebi olduğunu kabul etmekle birlik-te akla dayalı bir ahlak anlayışı çerçevesinde nübüvveti ve dinleri şüphe ile karşılayan veya inkâr eden bir yaklaşımdır. En veciz ifadesiyle Teizme göre Tanrı alemi yarattıktan sonra müdahale etmeye devam ederken, Deizme göre yaratır ve bir daha müdahale etmez.

Avrupa’da Deizm, ilk ortaya çıktığı 16. yüzyıldan itibaren, geleneksel inançlardan sapan düşünceleri tanımlamak için kullanılmıştır. Tek tip bir Deizm yoktur ve deist düşünce-lerin bazısı Ateizme yakınken bazısı Teizme daha yakındır. Tarihte Deizme dair öyle tarifler ve yaklaşımlar çıkmıştır ki, bugün Türkiye’deki Kur’ancı veya hurafelerden, uydurma hadislerden uzak bir din savunusu yapan, modernist dini görüşler bile Deizm olarak nitelenebilir. Ama özde Deizm, Hristiyanlığın kilise üzerinden yürüttüğü akla ve bilime ay-kırı, baskıcı inançlara bir tepki hareketidir.

Batı dünyasında bugün Deizm bir tartışma konusu olmak-tan çıkmış görünüyor. Bunun nedeni din karşıtlarının kendi-lerini artık Deizmin değil Ateizmin yanında konumlandırıyor olması olabilir.

İlginç bir şekilde Deizm tartışmaları Türkiye’nin günde-mine oldukça geç bir zamanda, Batı’dan yaklaşık beş yüz yıl

Page 72: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

72

sonra girmiş görünüyor. Yaşar Nuri Öztürk’ün ölmeden bir yıl önce -2015- de yazdığı Deizm’e dair kitabında Kur’an’ın Deizme kapı araladığını iddia etti. Atatürk’ün bir deist oldu-ğuna dair iddialar olmasına rağmen -Yaşar Nuri’de aynı şeyi iddia ediyor- ben onun açık bir beyanına rastlamadım. Bu ancak Atatürk’ün dine dair görüşlerinden çıkartılabilecek bir sonuç olabilir.

Atatürk’ün devrimleri, kendi doğası içinde toplumsal bir değişme ile yürürlüğe koymak yerine üstten inmeci ve baskı yoluyla yapması, halkın savunmacı bir mantıkla hep dindar kalmasına, dini emir ve ibadetlere çok bağlı kalmasalar da dinle aralarındaki bağı asla kopartmamalarına yol açtı. Dine eleştirel bakış elitler ve dar bir entelektüel kesim arasında sınırlı kaldı. Daha da öte din İslamcılık ile birlikte, iktidarın uygulamalarına, baskılarına ve haksızlıklarına karşı bir tür muhalefete ve bir sığınma alanına dönüştü.

Ancak, AK Parti’nin iktidara gelmesi bu durumu değiştir-di. AK Parti iktidardaki gücünü pekiştirdikçe, yolsuzluklara, adaletsizliklere imza atmaya, iktidar nimetiyle şımarmaya ve bu güç, zenginlik ve iktidar nimeti şımarıklığını pervasızca, patavatsızca, kaba bir şekilde, nezaketten yoksun tarzlarla göstermeye, kendine muhalif olanları da tamamen hukuk dışı yöntemlerle sindirmeye başladı. Üstüne üstlük, oy de-posu, arka bahçe, garanti destek olarak görülen cemaat ve vakıfların pervasızca desteklenmesi, bunların TV ve yayın or-ganlarında sürekli görünüp dini meseleleri insanların gözüne sokarak tartışmaları, 15 temmuz süreci ile iki dini görüşün iktidar kavgası olduğu gören gözce çok net olarak anlaşılan cemaatler arası kavgaların başlaması, imam-hatip ve ilahiyat-ların akla ziyan bir tarzda arttırılıp insanların bu okullara ne-redeyse mecbur bırakılması, düşünen ve okuyan bazı gençler arasında sadece iktidara dönük değil, AK Parti’nin bir anlam-da meşruiyet zemini olan dinin bizzat kendisine dönük sor-gulamaların başlamasına ve artmasına yol açtı.

Atatürk’ün yapamadığını Erdoğan farkında olmadan ba-şardı ve dine -kurumsal dine- ve dincilere dönük sorgula-

Page 73: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

sorulara cevaPlar-ııı “deist misin?”

73

malar elit kesimden daha normal kitlelere, halk tabakalarına -özellikle gençlere- doğru inmeye başladı. Bu gençlerin büyük bir çoğunluğu ailelerinden dini eğitim aldıkları için Ateizme yönelemezdi. Bazıları ateizme de yöneldi ama ben bunun sı-nırlı olduğunu düşünüyorum. Bunun yerine Tanrı’nın varlı-ğını kabul eden ama kurumsal dini reddeden Deizme bir yö-neliş başladı.

Ancak son dönemlerde ortaya çıkan bu Deizm iddiaları-nın, ne tarihte ortaya çıkan Deizm akımından ne de dinler ta-rihi veya felsefedeki Deizmin ne olduğundan haberdar oldu-ğunu zannediyorum. Bu sadece kurumsal dine ve dincilere, dinci siyasi iktidara, hatta dindarlara bir tepki hareketidir. Ne olduğundan entelektüel ve felsefi düzeyde haberdar olun-mayan Deizme sloganik düzeyde bir sahipleniş söz konusu olmuştur.

Bu uzun açıklamalardan sonra benim deist olup olmadı-ğım sorusuna dönebiliriz. Benim din ve Tanrı hakkında bir görüşüm var. Tanrı’nın bir şahıs varlık olmaktan çok bir kav-ram veya varlığın kökenine ilişkin nedensellik olgusunun başlangıcına veya arka planındaki etkene verilmiş bir isim olduğunu düşünüyorum. Bunu kabul ediyorum ve buna iman ediyorum. Hatta bunun ne olduğuna dair bir hakikat arayışım hep var. Deizmle aramdaki en temel ayrılık buradan başlıyor. Din ise, bu arayışın genel ismidir.

Oysa tarihte Tanrı’yı bir şahıs Tanrı olarak tasavvur eden-ler, birtakım ilhamlarından ve yaşadıkları dönemin dünya al-gısından destek alarak Tanrı’dan haber aldıklarını iddia edip, bu haberleri esas alarak insanları biçimlendiren kurumsal dinler kurdular.

Bu dinler tarih boyunca kişiler üzerinde hayata anlam kat-maya, bazı acılarını dindirmeye ve ümitlerini diri tutmaya dönük psikolojik etkiler ve toplumsal dirlik ve düzen sağla-ma gibi bazı olumlu fonksiyonlar üstlense de esas itibariyle, iktidarların ve din adamlarının Tanrı adına toplumları sö-mürmesine, kendi kontrolleri altında tutmasına yol açtı.

Page 74: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

74

Bu yüzden bana göre artık kurumsal dinlerden kurtul-mamız gerekiyor. Tüm insanların bir dini inanca sahip olma hakkı var. Kimse bir sınırlandırma getiremez. Ama tıpkı öz-gürlüklerin bittiği yerin başkalarının özgürlüklerinin başladı-ğı yer olması gibi, tüm dini inançların bittiği yer başkalarının inanç, düşünce ve özgür iradeleriyle seçtikleri yaşam biçimi-nin başladığı yer olması gerekir. Bir dini inancın başkalarının özgürce yaşama ve düşünme hakkını sınırlama ve belirleme hakkı olmamalıdır. Bunun yolu ise, dini inançların mutlak-lık iddiasından vazgeçmesinden geçer. İnanç sahibi olmak için, “inancın bireyselliği” ve “mutlaklık iddiasından vazge-çip tartışılabilirliği” gibi iki temel ilke kabul edildikten sonra hangi dine mensup olduğunuzun ve düşündüğünüzün hiçbir zararlı ve yan etkisi kalmayacaktır. Dünyada birkaç tane ku-rumsal din olmasındansa söylediğim iki şartı taşıyan insan sayısı kadar farklı dinin olması insanların hayrına olacaktır. Herkes birbirine Yaşar Nuri’nin ifadesiyle Deizme kapı ara-layan Kur’an’daki, senin dinin sana benim dinim bana diye yaklaşmalıdır.

Bu din, vahiy ve Tanrı anlayışım felsefi Deizmle bazı yön-lerden uyuşup bazı yönlerden ayrılmaktadır. Deizmin Tanrısı Teizmin Tanrısından sadece bir yönden ayrışır, o da yeryü-züne müdahale edip etmemesi yönünden. Oysa benim Tanrı düşüncem deizmden de teizmden de tamamen farklı. Deizm dinleri reddeder. Oysa ben dinin bireysel olması gerektiğini düşünüyorum. Hurafeye dayalı ya da rasyonel fark etmez, söylediğim iki şarta bağlı kalmak koşuluyla herkes ayrı bir dine inanabilir veya kendisi bir yol/din üretebilir. Vahiy konu-suna gelince, Deizm Tanrı’nın vahiy göndermediğine inanır. Ben vahyin ilham olduğunu düşünüyorum. Bu ilhama pey-gamberler veya ona tabi olanlar kendi dönemlerinin algıları içinde dışsal ve tanrısal bir mahiyet yüklemiştir. Görüldüğü gibi Deizmle benim görüşlerim arasında bir iki yönde ben-zerlikler olmasına rağmen çoğu yönde özellikle Tanrı ve din görüşünde kökten bir ayrılık vardır.

Page 75: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

sorulara cevaPlar-ıv “aHirete inanıyor musun?”

75

Ayrıca yazının başında tüm dini ve felsefi yaklaşımlara bir aidiyet üzerinden değil bir bakış açısı olmaları itibariyle yaklaştığımı ve gerek duyduğum zaman bunlardan yarar-lanmaktan çekinmediğimi özellikle ifade ettim. Görüşlerimin bazısı Ateizmle paralellik arz edebilir ama bu beni ateist yap-maz. Aynı şekilde bazı görüşlerimin Deizmle paralellik arz etmesi beni deist yapmaz. Son dönem Deizm tartışmaları baş-layana kadar benim Batı dünyasındaki Deizm akımlarından da haberim yoktu. Bunu merak bile etmemiştim. Oysa benim bugünkü düşüncelerim Deizmle tanışmamdan çok daha es-kiye dayanıyor.

Sonuç olarak ben bir deist değilim. Olsaydım da açıkla-maktan çekinmezdim.

15 Kasım 2018

SORULARA CEVAPLAR-IV “AHİRETE İNANIYOR MU-SUN?”

Dinsel baskılar ve tepkiler insanları iki yüzlülüğe itiyor. İçten içe düşündüklerini, sorguladıklarını, inandıklarını, bil-diklerini dışa vuramıyorlar. Hatta kamuoyunun önündeki, hedef tahtasındaki bazı akademisyenler, zaman zaman ağız-larından kaçıveren bazı ifadeleri düzeltmek için bin dereden su getirip, ben öyle demek istemedim babından onlarca dü-zeltme cümlesi sarf etmek ve savunma yapmak zorunda kalı-yor. Gayet anlaşılır bir durum bu.

Tartışılması gereken birçok konu bu yüzden düzgün bir şekilde tartışılamıyor. Bırakalım cennet, cehennem ve ahi-retin mahiyetini tartışmayı sadece bir ipek elbise giyilmesi konusunun son günlerde Mustafa Öztürk üzerinden ne hale getirildiği takip edenlerce malumdur.

Belki de bu yüzden ben bugüne kadar ahiret, cennet ve ce-hennem hakkındaki görüşlerimi paylaşmadım. Çünkü inanın ahireti tartışmak Tanrı’yı tartışmaktan bile daha zor bir konu.

Page 76: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

76

Bunu daha iyi açıklayabilmek için bazı dini kelimelerin kavramsal, psikolojik, tarihsel, kısmen de sosyolojik mahiye-tine dair bir iki örnek vermek istiyorum.

Mesela “şeytan” kelimesini ele alalım. Bana göre şeytan, insanın içindeki kötülüğü, işledikleri ama vicdanen kendile-rine kabul ettiremedikleri veya sevdiği insanlara ait bir tür-lü onaylayamadıkları kötülükleri şahıslaştırıp kendilerinden veya sevdikleri insanlardan dışlaması, hariçleştirmesi ve te-mize çıkarmasıdır. Bir tür öteki tasarlayarak, kabullenemediği kötülüğü onun üstüne atmasıdır. Çünkü böyle yapmazsanız vicdanınızı yatıştıramazsınız veya sevdiklerinize karşı duy-duğunuz hislerin çatışmasından kendinizi kurtaramazsınız. Ancak şeytanı yaratıp suçlarınızı ona attığınızda, “Şeytana uydum/uydu, şeytan beni/onu aldattı,” dediğinizde psikolo-jik olarak rahatlarsınız.

Mesela “Tanrı” kelimesini ele alalım. Köken, yaratılış, ne-reden geldiğimiz, her şeyin arkasındaki neden, sebep ve gü-cün ne olduğu, mekânın ötesinde neyin olduğu, zaman baş-lamadan neyin olduğu, başlayıp bitenlerin ötesinde ezeli ve ebedi olanın ne olduğu gibi sorunlar insanoğlunun en temel sorunu. Sadece dinlerin değil, felsefenin ve hatta -esasen tikel olanla uğraşsa da fizik gibi alanlarda- bilimin de bir bakıma konularını oluşturan hususlar bunlar. İşte “Tanrı” bu temel sorunların tümünün kavramsal olarak isimlendirilmesidir. En azından ben böyle olduğunu düşünüyorum. Bu soru veya sorunlara muhayyilemizi, aklımızı, duyu organlarımızı, hatta bilimin verdiği tüm imkanları kullanarak din, felsefe ve bilim alanında ayrı ayrı ve bazen de birbiriyle benzeşen cevaplar veriyoruz. Verilen cevaplar ve isimlendirmeler ne kadar fark-lı olursa olsun temeldeki problem oldukça benzer. Ancak in-sanların çoğu ve halk kitleleri problemleri soyut ve kavramsal boyutta düşünüp tartışamadıkları için, özellikle dini, kelami ve bazı felsefi yaklaşımlarda Tanrı bir kavram veya bir soru-na, bir olguya toptan verilen bir isim olmaktan çıkıp bir şahsa dönüşüyor. Artık Tanrı insana benzeyen bir şahıs olarak ta-savvur edilmeye, ona sıfatlar, isimler, filler yüklenmeye, ona

Page 77: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

sorulara cevaPlar-ıv “aHirete inanıyor musun?”

77

iman edilmeye başlanıyor. Tanrı kavramdan somut bir nesne-ye dönüşüyor. Tabii işin bir de psikolojik ve sosyolojik boyutu var. Uzatmamak için ona girmeyeceğim.

Mesela “ruh” kelimesini ele alalım. Canlılığın kaynağı sorununa verilen bir isim olarak ruhu kavramsal boyutta ele alıp tartıştığımızda hiçbir sorun yok. Konuyu her açıdan, her disiplinin içinde hatta bilimsel olarak tartışabilir, cevaplar bu-labilirsiniz. Ama onu insandan, hatta insan bedeninden ayrı, bünyeye girince canlılık veren, ayrılınca ölüme neden olan somut, hatta maddi bir nesne olarak tasavvur ettiğinizde so-runlar bitmiyor. Ruh meselesi sadece dinlerde değil felsefede de bir sorun yumağı haline dönüşüyor. Ruh ölümsüz müdür mesela. Tartış dur. Çık işin içinden çıkabilirsen.

Yine, felsefenin de tartışma konuları arasında yer alan “zi-hin” sorununu ele alalım mesela. Zihin kavramından aklımı-zın çalışması, beynimizin kognitif süreçlerindeki tüm olup bitenlerin tümünü, totalini anladığımızda sorun yok. Ama zihni kavramsal boyuttan somut varlık boyutuna indirgeyip, zihne bedenden ayrı veya süreçlerin toplamından da fazla so-mut bir varlık kategorisi içinde bakmaya başladığımızda or-taya kocaman bir beden- zihin problemi çıkıveriyor. Halbuki zihnin varlığı sadece dilsel boyuttadır. Ama insan zihni bunu kavramakta zorluk çekiyor.

Gene mesela “ilham” kelimesini ele alalım. Beynimizin düşünüp bilgi üretirken veya bir sorunla uğraşırken çok hızlı bir şekilde, yıldırım hızıyla, bir şimşek çakması arasında so-nuca varmasının ismidir ilham. Bu hızlılığın yol açtığı dışsal-lık duygusu muhtemelen insanlarda ilhamla gelen bilgilerin dışarıdan ve görmediğimiz yüce bir varlıktan verildiği his-sine kapılmasına yol açmış olmalı. Bu yüzden “düşündüm” der gibi, “ilham yaptım” demeyiz, “ilham geldi” deriz. İşte insanlar tarih boyunca ilhama veya bunun dinsel karşılığı olan vahye somut dışsal kaynaklar ve bunun süreçlerine dair kurgular bulma çabası içine girdiler ve şeytan, peri, cin, ruh, melek, tanrı gibi çok sayıda kaynak ürettiler. Ardından da dinsel metinler ve büyük bir müktesebat ortaya çıktı.

Page 78: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

78

Tabii tüm bu örnekleri verirken insanlar önce kavramsal düşünüyordu sonra somuta indirgedi demek istemiyorum. Tarihsel gelişim muhtemelen ters yönde oldu. Önce şeytan diye bir varlığın gerçekten var olduğunu düşündüler. Ama bunun arka planında söylediğim psikolojik saikler vardı. Bu anlaşılmaya başlayınca bunun sadece bir isimlendirme ol-duğu bazılarınca anlaşıldı. Tanrı veya tanrılar görülmeyen somut varlıklar olarak düşünülüyordu. Bunun daha soyut, tenzihçi, negatif teolojik yöntemlerle ve kavramsal düzeyde tartışılmaya başlanması insan düşüncesinin gelişmesine pa-ralel olarak daha geç zamanlarda gerçekleşti. Ruh, ilham ve zihin için de benzer süreçlerin nasıl olduğunun anlaşıldığını farz ediyorum.

Örnekleri çoğaltabilirim. Ama ben konunun kendisine ahiret/cennet/cehennem meselesine gelmek istiyorum. Bu ko-nuda çok soru alıyorum ve bir cevap vermem gerekiyor.

İnsanoğlu nasıl kökenini, varlığının arka planındaki ger-çeği ve nedeni araştırıp bilmek istiyorsa, sonunu ve geleceği-ni de bilmek istiyor. Bize ne olacak! Bunu bilmeye çalışmak kaçınılmaz bir arzumuz. Yaşadığımız hayatın kısalığı, içimiz-de taşıdığımız çok sayıda arzu ve isteği gerçekleştirememe-nin, gerçekleştiremeyeceğimizi bilmenin verdiği burukluk ve hüsran, yaşadığımız dayanılmaz acılar ve zulümler için bir ümit arama isteğimiz, hayatın acımasızlığı, toplumsal anlamda hesabı sorulamayan haksızlıkların, eşitsizliğin ve adaletsizliğin karşısındaki adalet arayışlarının ve arzularının insanı çıldırtan dayanılmazlığı, ölümün ve sonrasının anla-şılmazlığı, ölümle birlikte sevdiklerimizden ayrılıp onlarla bir daha buluşamayacağımız düşüncesinin acılı baskısı, hep eksik kalan acılarla dolu bir dünya hayatına nispetle daha mükemmel, adil, sınırsız bir yaşam vadeden bir hayatı arama arzusu ve sayılabilecek bazı psikolojik ve toplumsal nedenler insanlarda ister istemez bir “sondan sonrası/ahiret” düşünce-sinin aranmasına ve bu konuda bir çok teoriler, düşünceler ve inançlar ortaya atmalarına yol açmıştır. Tabii ki iş, ahiret kav-ramına bir sorun veya bir kavram olarak bakmaktan çok öte-

Page 79: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

sorulara cevaPlar-ıv “aHirete inanıyor musun?”

79

ye geçmiş, sonumuza dair son derece somut öngörüleri içeren kutsal metinlerde ayrıntılı tasvirleri yapılan dinsel inançlara dönmüştür. Öldükten sonra dirileceğimiz, Tanrı tarafından hesaba çekileceğimiz, verilen hükme göre, cennet denilen ve sonsuz ve sınırsız mükafatların yer aldığı bir bahçeyle ödül-lendirileceğimiz ya da yine sonsuz acı ve işkencelere uğra-yacağımız cehennem denilen bir yerde sonsuza kadar veya çok uzunca bir süre hapsedileceğimize dair inançlar hep bu nevidendir.

Tüm bu mitolojik yeniden dirilme, hesap, cennet ve cehen-nem tasvirleri, tıpkı bize ait kabullenemediğimiz kötülüğü boynuzlu bir varlık olan şeytana; köken, yaratılış, zamanın ve mekânın ötesi, varlığın ve oluşun arkasındaki güç problemi-ni gökte tahtında oturan şahıs Tanrı’ya; canlılığımızın nedeni sorununu, görünmez ama bedenimize sinen bir tür maddi varlık olan ruha indirgememize benzemektedir. İnsanlığın sonunda ne olacağına ve psikolojik olarak yaşadığımız bazı duyguların telafisi için beslediğimiz ümit ve korkuların sonu-cu olarak son derece iyi bir şekilde kurgulanmış indirgeme-lerdir bu inançlar.

Bu yüzden sadece erkeklerin ipek giyip giymemesi mese-lesi veya çadırlarda hurilerle yaşamaya dair fantezi dolu tas-virler ve ateş, zakkum ağacı türünden ifadeler değil, cennet ve cehenneme dair tüm iddialar ve cennet ve cehennem inan-cının bizzat kendisi de tarihseldir. Kendisinden duymadım ama Mustafa Öztürk’ün de bunun gayet iyi farkında olduğu-nu düşünüyorum. Ama ipek tarihseldir der demez adamın üstüne çullanırlarsa o da kalan görüşlerini normal olarak açıklayamayacaktır.

Tabii tüm bu yaklaşımım benim “ahiret” sorunsalı hakkın-da bir görüşüm/inancım olmadığı anlamına gelmiyor. Evet, hepimiz imtihan oluyoruz. İmtihan eden de biziz imtihan olunan da. Bu imtihan sadece tek tek bireylere ait bir imtihan değil, tüm insanoğluna ait bir imtihan. Bugüne kadar, benim görebildiğim kadarıyla, kısmen bu imtihanda başarılı olduk, bir gelişme kat ettik. Eğer tümüyle başarısız olsaydık muh-

Page 80: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

80

temelen insan soyu tümüyle yok olmuş olacaktı. Eğer insan soyu, doğal nedenlerle veya kendi aptallığı, aymazlıkları, hırsları, bencillikleri, zalimliği yüzünden yok olup gitmezse hem fizyolojik anlamda geçireceği evrimler, hem de tecrübe ede ede, yaşaya yaşaya, anlaya anlaya düşünsel ve duygusal anlamda bir gün öyle bir kemal noktasına gelecek ki dünya veya insanoğlunun yaşayacağı mekanlar veya gezegenler bir cennete dönüşecek.

Bunun tasvirini yapıp size kopya vermeyeceğim.

Kısacası cenneti de cehennemi de yaratmak bizim elimiz-de ve sonumuzun hayır olacağına dair ben büyük bir ümit ve inanç taşıyorum. Bu yüzden her yerde ben ahirete inanıyo-rum, ahiret ümidini taşıyorum diyorum ama bu dünyadaki ahirete…

Son olarak dinlerin ahiret inancının, kötülüğü önlemek bir yana, ahirete ertelenen adalet duygusu ve bu inançlar üzerin-den din adamlarının ve siyasilerin halk tabakaları ve özellikle dindarlar üzerinde kurduğu tasallut ve bitmez tükenmez sö-mürüler nedeniyle son derece zararlı ve terk edilmesi gereken bir inanç olduğunu düşünüyorum.

Şimdi bir arkadaşımın hediye ettiği el yapımı çikolatalar-dan yemeye gidiyorum, belki cennetin hazzını bir nebze alı-rım.

19 Kasım 2018

DİNDAR/İSLAMCI KADINLAR

Bugün dindar/İslamcı kadınlar hakkındaki bazı gözlem-lerimi paylaşmak istiyorum. Bu düşüncelerimin hiçbiri bu kadınları aşağılamaya veya hakaret etmeye dönük değildir, sadece gözlem.

Bu tip kadınlar genellikle kendilerini Hz. Meryem veya Hz. Fatma ile özdeşleştiriyorlar. Bunun nedenini çok düşün-

Page 81: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

dindar/islamcı Kadınlar

81

düm. Vardığım kanaat şu, birisi peygamber annesi diğeri ise peygamber kızı. Demek ki kadınlar peygamber annesi veya kızı olmayı peygamber eşi olmaya tercih ediyorlar. Mesela Hz. Hatice gibi güçlü bir figür ve Hz. Ayşe gibi cins kafalı bir kadın pek idol haline getirilmiyor.

Hz. Hatice İslam Tarihindeki en önemli kadın figürdür. Peygamberi peygamber yapan Hz. Hatice’dir bana göre. Dul bir kadınken bir peygamberle veya beklenen peygamberle evlenmeyi arzuladığına dair rivayetler var. Okuma yazma biliyor. Muhtemelen kuzeni Varaka ile yakın diyaloğundan dolayı Hristiyanlık hakkında bilgisi var. Hz. Muhammed’e ilgisinin onu dürüst ve ahlaklı bulmasından kaynaklandığı söylenir, bu bir neden olabilir ama bence asıl ilgisi onun is-mini öğrenmesiyle oluşmuş ve bu ismi taşıdığına göre acaba beklenen peygamber o olabilir mi diye düşünmüş ve hak-kında bilgi toplayarak evlenmeye karar vermiş olabilir. Hz. Muhammed ilk vahiy tecrübesini yaşadığında girdiği şoktan onu eşi Hatice kurtardı. Ona peygamber olduğunu telkin etti. Sen ahlaklı bir insansın, yüce bir ahlakın var, Rabbin seni al-datmaz, dedi. Bu sözleri ikinci inen ayetler şekline dönüştü (Kalem suresi). Rabbin seni terk etmez diye Peygambere mo-ral verdi, ilginç bir şekilde bu da “Rabbin seni terk etmedi,” diye ayete dönüştü. Girdiği bunalım yüzünden kendini atıp intihar edecek duruma gelen peygamberi bunalımdan o kur-tardı. Gördüğü görüntülerdeki varlıkların cinler veya şeytan-lar değil melek olduğunu, çıplak vücudunu ona yapıştırıp dikkatini gördüğü görüntülerden uzaklaştırıp, melekler çıp-lak kadınların yanında durmaz, cin olsaydı kaçmazdı diyerek peygamberi yine o ikna etti. Kısacası peygamberi peygamber yapan Hz. Hatice’dir. Ve daha da önemlisi Hz. Muhammed kendi peygamberliğini kabullenememişken bunu anın-da onaylayıp onu da ikna etmeye çalışan Hz. Hatice’dir. Hz. Muhammed’in peygamberliğine ilk iman eden kişi Hz. Muhammed değil Hz. Hatice’dir yani.

Hz. Ayşe ise, Hz. Hatice’nin aksine eğer biraz daha bilgi-si ve tecrübesi olsaydı veya Peygamber biraz daha yaşasaydı

Page 82: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

82

muhtemelen onu, peygamberliğinden bile şüpheye düşüre-bilecek yapıda bir kadındı. Belki de düşürmüştür, bilmiyo-rum. Çünkü Hz. Ayşe “Vallahi bana öyle geliyor ki, Rabb’in senin arzunu/rızanı, hoşnutluğunu tahakkuk ettirmek için böyle çabucak ayetleri indiriveriyor,” diyebilecek kadar zekâ ve özgüvene sahip birisiydi. İnen ayet “Eşlerinden dilediği-ni bir süre bırakıp, dilediğini de yanına alabilirsin…” mea-lindeki ayettir. Bu sözü bugün biri etmeye cesaret etse kâfir, zındık, Ateist, deist, oryantalist vs. tüm yaftaları yerdi. Hz. Ayşe kıskanç, zeki, hırslı, kindar bir insandır. Cemel savaşı-nın sebeplerinden birisinin Hz. Ayşe’nin ifk hadisesinde Hz. Ali’nin takındığı tavra duyduğu kin olduğunu pek çok tarih-çi söylüyor. Daha da ilginç olanı ifk hadisesinin olduğu Beni Mustalık gazvesinde Peygamberin payına düşen Cüveyriye (Cariyecik demek!) isimli 20 yaşındaki, kocası savaşta öldü-rülmüş kadını görünce onun güzelliği karşısında kıskançlık krizlerine girmesi, içinden umarım peygamber bu kadını gör-mez diye geçirmesi ve ifk hadisesinden çok kısa bir süre önce Peygamberin Hz. Zeynep ile (evlatlığı Zeyd’in boşadığı eşi) evlenmiş olmasıdır. Hz. Muhammed’in eşlerinin sayısının hızla arttığı bir dönemde ifk hadisesi cereyan etmiştir. Onun zekasına, cin fikirliliğine, bazı durumlar karşısında takındığı ilginç tavırlara dair çok sayıda örnek var. Kur’an’da peygam-ber eşlerine dair ayetlerin nüzulüne sebep olan olayların için-de ve hatta arkasında çoğunlukla Ayşe var.

Dindar/İslamcı kadınlarda gördüğüm bir diğer özellik ise çoğunun bilinçaltında feminist bir yön bulunmasıdır. Gizli bir erkek düşmanlıkları var. Bunun sebebinin babalarından veya kocalarından kaynaklanan dini baskılar ve kendilerinin, geleneksel ailelerde kadına biçilen klasik role mecbur edilmiş olmaları olabileceğini düşünüyorum.

Cemaat yapılarının içindeki dindar/İslamcı kadınların he-men hepsi, kocalarının dini, mezhebi ve cemaati üzerineler. Maturidi’nin “Kadın kocasının dini üzerinedir,” dediği riva-yet edilir. Bence bu fıkhi veya dini bir tespit değil, sosyolojik bir gözlemin sonucudur. Erkekler nereye kadınlar da oraya

Page 83: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

aKletme HaKKında düşüncelerimdeKi değişenler

83

yani. Çokça şahit olmuşumdur, cemaatler çoğunlukla menfa-at çatışması veya liderlik kavgası yüzünden mitoz bölünme gibi bölündüklerinde (Bölünme nedeni kolay kolay düşün-ce ve yorum farklılığı olmaz, olsa bile bu menfaat ve lider-lik çatışmalarının paravanıdır,) cemaatten ayrılan erkeklerin karıları da hep birlikte ayrılırlar. Hep sormuşumdur, ya bu kadınların neden birisi bile kocasından farklı düşünüp de ce-maatten ayrılmamayı tercih etmez diye.

Tabii benim bu gözlemlerim nispeten eski ve klasik cemaat yapılarındaki durum ve dindar/İslamcı kadınlara ait olanlar, yeni dönemlerde neler var, yeni jenerasyonda neler oluyor çok bilmiyorum. Umarım işler biraz tersine dönmeye başla-mıştır.

Varsa sizinkileri duymak isterim.

23 Kasım 2018

AKLETME HAKKINDA DÜŞÜNCELERİMDEKİ DEĞİŞENLER

“Akletme Üzerine” isimli kitabımdaki makalelerin yazılışı oldukça eski bir tarihe kadar gidiyor. Çoğunu İslamiyorum Dergisinden önce zaten yazmıştım. O dönemlerde (15 yıla yaklaştı) vahiy-akıl ikilemi üzerinden vahiy karşısında aklı savunan bir taslak metin hazırlamıştım. Ama temel konu va-hiy idi tabii ki veya akıl karşısında vahyin konumu. İşte bu metindeki fikirlerimi savunmaya ve metni çevremdeki arka-daşlarla paylaşmaya başladığımda akıl konusunda insanla-rın/Müslümanların çok fazla ön yargılı olduklarını, aklı dü-şündüğümden de fazla küçümsediklerini, hatta aklı bir şey-tan ve kendisine uyulduğunda insanı saptıracak, heva seviye-sinde bir yeti olarak kabul ettiklerini gördüm. İşte bu yüzden Kur’an’dan yola çıkarak aklın değerini ortaya koyan bir ça-lışma yaptım ve yazdığım makalelerden “Akletme Üzerine” isimli bir kitap ortaya çıktı. Tabii ki bu kitabın alt amaçların-

Page 84: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

84

dan birisi de akletmeye engel hususların belirlenmesiydi. Bunu yeteri kadar iyi gösterebildiğimi düşünüyorum.

Tabii ki kitabı yazdığımda vahiy konusundaki düşünce-lerimi bugünkü kadar açık dille dile getiremediğim, görüş-lerimi bugünkü kadar iyi temellendiremediğim, Kur’an’ın ilahi bir kelam olduğu düşüncesinden kendimi yeteri kadar sıyıramadığım için kitabın dili daha içerden bir dildi. Daha objektif ve dışardan bakan bir dili o dönemde kullanmam mümkün değildi. Hatta bazı arkadaşların eleştirilerine göre “Vahyin Tarihsel Mahiyeti” kitabında bile bu dilin yer yer iz-leri görülüyormuş. Her şeye rağmen o dönemde bile Kur’an’a tümü ilahi değil, manası Allah’a lafzı ise Peygambere ait bir metin olarak bakıyordum. Bugün ise, Kur’an’a peygamberin ilahi olduğuna kanaat getirdiği ve buna samimiyetle inandığı ilhamlarından bize kalan metin olarak bakıyorum.

Dil ve bakış açısındaki değişimin dışında o kitaptaki bazı görüşlerimde de köklü değişmeler oldu. Mesela Kur’an’ın akletmeye verdiği önemin fazlasıyla abartıldığını düşünüyo-rum. Güncel dilin kullanımı içindeki ifadelerdir onlar bana göre. Ayrıca hiçbir din aklı esas almaz, insanları gerçekten akletmeye teşvik etmez, en fazla onu kullanır. Kurandaki akletmeye teşvik, aklınızı çalıştırın da hakikati bulun/arayın türünden bir teşvik değildir asla. Tersine hakikat vardır, ve-rilidir, bu da vahyin mesajlarıdır ve Kur’an akledin derken, size verdiğim hakikati onaylamak için aklınızı biçimlendirin demiş olur. Bu ise akletmek değil, aklı şartlandırmaktır.

Her şeye rağmen bu kitabın okunmasında fayda görüyo-rum. Çünkü söylediğim hususlar dışında gerçekten faydala-nılabilecek çok sayıda düşünce barındırıyor. Bir de pek çok yeni düşünceye alışmak için oldukça iyi ve teşvik edici bir kitap. Özellikle düşünmeye engel hususlara dönük içeriklerin çok faydalı olacağını düşünüyorum.

“Cemaat Diktatörleri...” kitabımda savunduğum düşünce-lerin hepsinin arkasındayım. 25 yıldan fazla zamanımı çalan cemaat tecrübemin teorik bir eleştirisidir o kitap. Her bir sa-

Page 85: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

Öğretmenler günü

85

tırında bire bir yaşanmışlıklar ve tecrübeler var. Şaşırdığım husus 25 yılın sonunda kafamı kaldırıp etrafa baktığımda, etraftaki bütün cemaat elemanlarının benzer tecrübeler ya-şadığını görmemdir. Onların çoğu bunun farkında değildiler ama ben farkındaydım. Dolayısıyla yazdım. Kitabın talihsiz-liği editöryel bir hataya kurban gitmesi ve İslam tarihi ile ilgili bazı makalelerimin kitaba eklenmesidir. Ama o makalelerin de hepsinin arkasındayım ve bugün çok daha ileri düzeyde oradaki görüşlerimi savunuyorum.

Bu sebeplerle her iki kitabımın da tekrar baskıya gitmesine gönlüm razı olmadı. Elimdeki son kitapları da hediye ederek bu defteri kapattım. Dileyen zaten pdf olarak indirip okuya-biliyor.

Son olarak, artık dini/İslami konularda araştırmalar yapıp yeni kitaplar yazmak konusunda oldukça isteksizim. “Vahyin Tarihsel Mahiyeti” kitabında noktayı koyduğumu düşünüyo-rum. Daha buradan öte bir şey yazmak içimden gelmiyor. İslam Tarihi ile ilgili romanlar yazmayı sürdürebileceğimi düşünüyordum. Bu konuda da aklımda çok güzel projeler vardı. Ancak artık bundan da iyice soğuduğumu fark ettim. Sanırım en fazla ara ara, içimden geldiğinde denemeler yazıp paylaşabilirim.

24 Kasım 2018

ÖĞRETMENLER GÜNÜ

Öğrencilerini, kendi meşrebinin, cemaatinin veya ideoloji-sinin potansiyel askerleri olarak gören öğretmenlerin gününü kutlamak zorunda mıyım?

Ama iyi insan; kendi kararını verebilen, kendine yetebilen özgür fert; muti kul, itaatkâr vatandaş değil sorgulayan ve he-sap sorabilen eşit birey olsunlar diye çocuklarımız için emek veren tüm öğretmenlerimizin öğretmenler günü kutlu olsun.

Page 86: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

86

İdeolojik kafalı olanlar ve bu işe maaşı garanti meslek gö-züyle bakanlara diyecek bir şeyim yok. Allah’ınızdan bulun.

27 Kasım 2018

TAPINAKLARA VE TOPLU İBADETE NEDEN KARŞIYIM?

Cami, Kilise, Havra, Cem evi, Kâbe, Ağlama Duvarı, Tekke, Zaviye, Vimona (Hinduizm), Jinja (Şintoizm), Pagoda (Budizm), Gurdvara (Sih), Kuan (Taoizm), gökdelen/AVM (Kapitalizm) ve isimlerini bilmediğim diğer tüm tapınaklara karşıyım. Hatta artık bazılarında toplu zikirlerin, bazılarında ise ayine dönüşen düzenli tefsir, hadis derslerinin ve konfe-ransların yapıldığı cemaat vakıf ve dernek binalarına da kar-şıyım. Çünkü onlar da bir tür tapınak işlevi görüyor.

İbadet/dua bireysel bir olaydır. İnsanın Tanrı ile veya en kutsal olarak neyi görüyorsa onunla ilişkisi ve yönelişi tek kişilik bir iştir, araya kimse giremez, girmemelidir. Omuz omuza, birlikte Tanrı’ya yönelince ikna ve duaları kabul ettir-me gücümüz artmaz. Kimsenin bu ilişkinin nasıl olacağını, biçimini, tarzını, vaktini, süresini, yerini, yönünü belirlemeye; şekle ve kalıba dökmeye hakkı yoktur. Her insanın kendine göre Tanrı’ya giden bir yolu ve tarzı vardır. Tanrı’yı arama-nın, O’na yönelmenin insan sayısı kadar yolu olabilir. Mesela benim yolum tefekkür. Tanrı’ya düşünerek, Tanrı’nın ne’li-ğini, daha doğrusu ne olmadığını anlamaya çalışarak, Tanrı kavramını çözümlemeye çalışarak O’na yönelmeye çalışıyo-rum. Bunun belirlenmiş bir vakti, tarzı, şekli, hareketi, özel bir niyeti, hadesten tahareti, necasetten tahareti veya kıblesi yok. Yüzümü çevirdiğim her yönde O’nu düşünüp, O’nunla konuşuyorum, O’nu anlamaya çalışıyorum, üstelik istediğim zaman ve dilediğim şekilde.

Page 87: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

taPınaKlara ve toPlu ibadete neden Karşıyım?

87

Yüzlerce yıl öncesinin ibadet biçimlerinin Tanrı’nın razı olacağı tek ibadet yolu olduğunu iddia etmek insana da Tanrı’ya da büyük bir hakarettir.

Toplu ibadet, ibadet değil siyasete ve dinsel otoritelere hiz-met eden toplumsal bir faaliyettir. Topluca ne ibadet edebilir-siniz ne huşu bulabilirsiniz, ne düşünebilirsiniz, ne dua ede-bilirsiniz, ne de Tanrı’ya gerçekten yönelebilirsiniz. Yaptığınız sadece sürüye ve haazır olan imama uymaktır. Toplu ibadet-lerde birinci amaç bireylerin bireyselliklerinden sıyrılarak ce-maate katılımını sağlamaktır. Daha da önemlisi insanları cem olmaya çağıran öncülere, dinlere, mezheplere, fraksiyonlara katılımı sağlamaktır. Toplu ibadette cemaati biçimlendirip bir amaç için kullanan kişi, önder her kimse işte ona uyarsınız, Tanrı’ya değil. Cemaatle yaptığınız ibadetler sizin Tanrı hak-kındaki düşünce, duygu ve hakikat aşkınızı değil; toplumla birlikte olma, bütünleşme isteğinizi, uyduğunuz topluluğun amaçlarına bağlanma arzunuzu ve daha da önemlisi en önde kim ise onun gösterdiği istikamette gitme azim ve kararlılığı-nızı artırır.

Bütün bu işler tapınaklarda yapılır. Tapınağın adının cami, havra, cem evi, Kâbe, vimona vs. ve hatta vakıf, dernek olma-sının bir önemi yoktur. Bütün tapınaklar tek bir amaca hizmet eder: Sizi bireyselliğinizden sıyırıp topluluğa/cemaate gark etmek ve oradan da ortak bir itaat zinciri içinde dini veya si-yasi bir erke boyun eğmenizi sağlamak... Tüm tapınaklar ve cemaatle yapılan ibadetlerin en temel amacı budur. Topluluk veya cemaat içinde Tanrıyı değil itaat edeceğiniz, arkasında hizaya geçeceğiniz, boyun eğeceğiniz bir yeryüzü otoritesini bulmuş olursunuz kısaca… Aslında bu tip siyasi ve dini lider-ler halkı tapınaklarda toplayarak Tanrı adına onları kendile-rine itaat ettirirler.

Bu yüzden devletler, hükümetler, krallıklar, imparator-lar, tiranlar tapınakları ve din adamlarını kontrol altına tu-tar ve her yere görkemli tapınaklar inşa ederler. Bakın tarihi mekanlara ve eski şehirlere en görkemli ve kalıcı yapılar sa-raylar ve tapınaklardır, hâlâ daha öyle olmaya devam ediyor.

Page 88: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

88

Tapınaklar şehirlerin en görkemli yerlerini işgal ediyor. Bu tapınakların Doğuda ya da Batıda olması da fark etmez, her yerde böyledir.

Anti parantez: Modern dönemlerde para tek Tanrı’ya dö-nüşünce -eskide de çoğunlukla öyleydi ya neyse- bu tip tapı-nakların yerini gökdelenler ve dev AVM’ler aldı ama sonuç değişmiyor. İnsanları bu tip yerlerde toplayarak topluca pa-raya taptırıyorlar, daha doğrusu çılgınca toplu alışverişler yaptırarak para babalarına itaati ve boyun eğmeyi sağlamlaş-tırıyorlar. Black Friday’ler bunun en çarpıcı örneği.

Sokaklarda yaşayan onca evsize rağmen, milyarlar dö-külerek yapılan görkemli tapınakların toplu ibadet amacına (kişiliksizleştirme amacına) hizmet etmek için sadece belirli saatlerde ve sadece cemaat için açık tutulması ve inşasına dö-külen paralar hariç bir de hizmet ve işletilmesinde yüklü mik-tarlarda masraflar yapılması da işin başka bir garabet yönünü oluşturuyor. Pejmürde bir kıyafetle bir cami imamına, kala-cak bir yerim yok, camide yatabilir miyim, diye bir sormayı deneyin bakın ne cevap alacaksınız. Siz hiç, bir caminin önün-de “İhtiyaç sahiplerine yardım, ihtiyaç sahiplerine yardım!” diye bağırıldığını ve ihtiyaç sahiplerinin oraya gidip ihtiyaç-larını karşıladığını gördünüz veya duydunuz mu? Ama şunu hep duyarsınız: “Camiye yardım, camiye yardım!”

28 Kasım 2018

ADALET DAİRESİ

Meşhur adalet dairesini bilirsiniz. Özetle, adalet olmazsa reaya, reaya olmazsa mal, mal olmazsa asker, asker olmazsa devlet, devlet olmazsa adalet olmaz şeklinde ifade edilebile-cek dairede başlanan noktaya geri döndüren yönetim teorisi-dir... Kınalızade ve İbni Haldun’da bu teoriyi görebilirsiniz. Osmanlı bu adalet dairesini kullanır. Adil midir bilmem ama adalet dairesi böyle bir şeydir.

Page 89: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

aKademiK tefsir Kurulu

89

A. Naci de demiş ki: Adam “dava” uğruna belediye baş-kanlığını bırakıp milletvekili oluyor, sonra bakan oluyor, sonra tekrar milletvekili seçiliyor, tekrar bakan oluyor, bitince tekrar belediye başkanlığına talip oluyor. Ulan ne davaymış be, koltuk yetmiyor.

Tabii bunun çok daha geniş versiyonları var. Milletvekilliğinden bakanlığa, bakanlıktan başbakanlığa, ora-dan milletvekilliğine, oradan meclis başkanlığına, oradan da belediye başkanlığına... Ve tabi belki de aslanların yüreğin-de o en önemli makam başkanlık makamı da yatıyordur ama söyleyemiyorlardır.

Osmanlıda adalet dairesi vardı bunlarınkisi koltuk ve rant dairesi.

1 Aralık 2018

AKADEMİK TEFSİR KURULU

Siz ne düşünüyorsunuz bilmiyorum ama bana göre Türkiye’de dini alanda yapılan en iyi çalışmalardan birisi TDV İslam Ansiklopedisi’dir. Neden böyledir, çünkü, her şeyden önce kriterleri baştan belirlenen ve bunlara göre ku-rullar tarafından denetlenip ortak karar alındıktan sonra ya-yınlanmasına karar verilen maddelerden oluşmaktadır. Aynı şekilde, maddeler mümkün olduğu kadar objektif bir şekilde ve akademik ölçülere riayet edilerek yazıldı. Katkıda bulunan herkes meşrebini, mezhebini, tarikatını, cemaatini kapıda bı-rakıp ondan sonra çalışıp madde yazdı veya değerlendirme yaptı. Ben bu ansiklopedinin bunlara ne kadar riayet ettiğini tam olarak değerlendirebilecek bir bilgi birikimine ve alt ya-pıya sahip değilim ama en azından okuduğum maddelerde buna dikkat edilmeye çalışıldığını görebiliyorum. Belki mad-de yazarlarında sadece Türkiyeli akademisyenlerle yetinilme-yip -bazı maddelerde yabancı yazarlardan da yararlanıldığı-

Page 90: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

90

nı gördüm ama çok az- uluslararası bir nitelikte olsaydı çok daha iyi olabilirdi.

Bunu niye yazdım, şunun için: Kuran üzerine akademik veya bilimsel çalışmalar yapan herkesin nihai bir amacı var, tefsir yazmak. Bu tip insanlar çalışmalarını bir tefsir eseri ile taçlandırmak istiyorlar. Yazıp bitirenlerin yanı sıra, yazmaya devam edenler ve yazma niyetinde olanlar var, sağda solda duyuyorum. Bitirilip yayınlanan, yazılmaya devam eden ve yazılacak olan tüm bu tefsirler bireysel eserler olduğu için, ideolojik, mezhepsel, cemaatci, belli bir düşünme biçiminin etkisi altında yazılan, hatta sadece klikçi/cemaatçi, rant amacı taşıyan tefsirler olma niteliğinden kurtulamayacaktır. Bu za-manda bireysel olarak girişilecek hiçbir tefsir çalışması yanlı çalışma olmaktan kurtulamayacak; objektif, bilimsel ve aka-demik düzeyde bir çalışma vasfı kazanamayacaktır.

Bu yüzden, bu tür çabaların olumsuz tesirleri nedeniyle ızdırap çekmiş birisi olarak, kimin ilerde niyeti ve şu anda yazma çabası varsa lütfen insanlığın ve geriden gelen genç-liğin hatırına bu islerden vazgeçsin. Bu iş yapılacaksa kano-nik, akademik ve baştan belirlenmiş kriterler üzerinden ve bir uluslar arası kurul tarafından, kurulda bulunacak kişilerin uzmanlığı dışında ideolojik ve dini görüşüne bakılmaksızın objektif bir şekilde yapılmalıdır. Sadece tefsir tarzında değil ansiklopedik bir yöntemle yazılmalıdır. Kurulda sadece ilahi-yatçılar değil, felsefeciler, dil uzmanları, tarihçiler, arkeolog-lar, antropologlar ve hatta farklı dinlerden uzmanlar da yer almalıdır.

Çünkü bu kitap yüzlerce yıllık tarihe ve toplumlara ve üzerinde yapılan tartışmalar ve çıkarımlar üzerinden büyük kavgalara/savaşlara, ayrımlara, parçalanmalara, acılara yol açmış bir kitaptır. Bir kişinin ideolojik/dini görüş ve bakış açı-sına veya rant amacına kurban edilemeyecek kadar büyük bir olaydır. S.Kutup’un ideolojik görüşünü empoze etmek için yazdığı tefsiri okuyup anlayacağım ve hayatıma geçireceğim diye ömrümün yarısı geçti. Yapmayın, etmeyin insanların ömürlerini heder etmeyin.

Page 91: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

yanılmaK

91

6 Aralık 2018

YANILMAK

Bir bilim adamı için yanıldığını görmek yepyeni arayışlara kapı aralar.

Bir filozof veya düşünür için yanıldığını görmek veya dü-şüncelerinin aleyhine güçlü delillerin öne sürülmesi, daha güçlü düşünceler üretmek için büyük bir fırsattır.

Bir siyasetçi için yanıldım deyip yolunu değiştirmeye kalkmak dönekliktir, davaya ve vatana ihanettir.

Bir dindar için ise bırakın düşünce ve inancını tartıp de-ğiştirmeyi, bunu aklının ucundan bile geçirmek şeytana uy-maktır, sapıklıktır, tövbeyi gerektiren büyük bir günahtır. İnançlarını ve dini düşüncelerini sorgulayanlar ise sapıtan, küfre düşen cehennemlik zavallılardır.

7 Aralık 2018

ÇOCUKLAR KUR’AN OKUMAYINCA ŞEYTANLAŞIR MI?

Kur’an okumayan çocuklar şeytan ve şeytani insanlarla beraberdir demekle, Kur’an okuyan çocuklar geri zekalılaşır, beyinleri sulanır sözü arasında mahiyette bir fark var mı?

Birinci söz Mardin’de temaslarını sürdüren Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Erbaş’a ait. İkinci sözü yakınlarda sarf eden kimse olmadı. Ama eğer militan bir laik, meşhur bir Batılı yazar veya bir Ateist bu sözü söyleseydi, yer yerinden oy-nardı, dini değerlere hakaretten ifadesi alınırdı, her yerde protestolar yapılırdı. Aleyhinde yüzlerce yazı yazılırdı. Ama DİB Erbaş’ın sarf ettiği söz bir tercih olarak çocuklarına dini eğitim vermeyen ailelere dönük ciddi bir hakarettir. Kur’an

Page 92: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

92

okumayan veya bilmeyen çocukların yerinin şeytanın yanı ol-duğunu ve şeytanlaşacağını söyleyip bilinçli tercihlerini aşa-ğılayarak onlara açıkça hakaret etmektedir.

Kur’an okuya okuya insanların nasıl şeytanlaştığını da gördük, görüyoruz. Etrafta onlardan o kadar çok var ki!

12 Aralık 2018

KENDİME 10 EMİR

Kaynağının kutsal kitaplar, seküler etik, akıl veya beşerî tecrübeler olduğuna bakmaksızın benimseyip içselleştirdi-ğim ve kendimi bunlara bağlı hissettiğim bazı emirler var. Bunları kendime emrediyorum ve hayatımda yer bulması için çaba gösteriyorum. Bunları bana birisi -mesela Tanrı, din, yasalar, töreler, toplumsal davranış ölçüleri, bir başka kişi/ön-der/üstad/lider- öğrettiği, emrettiği veya dayattığı için değil, doğru, iyi ve gerekli olduklarını düşündüğüm için onaylayıp, benimsiyorum. Bir gün bunlardan bazılarının doğru olmadı-ğını düşünmeye başlarsam, değiştirmekten çekinmem.

Sayısı fazla olmasına rağmen bunlardan seçtiğim ve ben-zerlerini ve gerekçelerini alt maddeler olarak sınıflandırdı-ğım on tane emir şunlar:

1-) Empati yap.

*Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına da yapma.

*Kendin için istediğin bir şeyde başkalarının da en az se-nin kadar hakkı olduğunu unutma.

*Kendin için istediğini insan kardeşin için de iste.

2-) Her zaman özgür düşünceli ol.

*Mutlak hakikat iddiasından kaçın.

Page 93: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

Kendime 10 emir

93

*Hakikatin mutlak ifadesi olduğu düşünülen inançlardan ve dogmalardan uzak dur.

*Katı inançlara bağlanıp kalmak yerine düşüncenin ve bil-ginin peşinde koş. Bildiğin ve doğru olduğuna inandığın her şeyi sorgula.

3-) Şiddetten uzak dur. Şiddet ve savaşın her türlüsüne şiddetle karşı çık.

*Daima barış yolunu tut. Savaşıp çatışmak yerine çözüm-den, anlaşmadan ve sulhtan yana ol.

*Haklı savaş yoktur.

*Öldürmenin her türlüsü kötüdür.

*Bir cana kıyan tüm canlara kıymış gibidir. Bir canı kurta-ran da tüm canları kurtarmış gibidir.

*Nefsi müdafaa bile öldürmenin meşru ve haklı gerekçesi değil, göz yumulabilir, mazur görülebilir bir gerekçesidir.

4-) Kendini kimseden üstün görme. Ayrımcılık yapma. Kimseyi ayrıma tabi tutup kategorize etme.

*Üstün insan, üstün ırk, üstün cins, üstün milliyet, üstün din, seçilmiş toplum ve cemaat yoktur. Tanrı’nın seçilmiş bir milleti ve sadece bir dinin mensupları için yarattığı bir cenneti yoktur.

*Irk, cinsiyet, ulus, milliyet, toprak ve benzeri mensubiyet-ler üzerinden kendini tanımlama.

*İnsan olmaktan daha büyük bir payda yok.

5-) Hümaniter vicdanını rahatsız eden her türlü kötülüğe karşı ol ve karşı koy. Otoriter ve öğretilmiş, yanlı vicdanın tesirine kapılma.

*Dünyayı daha iyi bir yer haline getirmenin, onu dibe çe-ken kötülüklere karşı çıkmaktan başka bir yolu olmadığını bil.

*Irkçılığın

Page 94: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

94

*ayrımcılığın,

*dinciliğin,

*insanları bir yere hapseden sınırların,

*savaşların,

*sömürülerin,

*işgallerin,

*dünyayı parsellemenin,

*sınırsız kazanma ve mal biriktirme hırsının,

*Kapitalist biriktirme hırsının bir neticesi olan sınırsız üre-timin,

*azgın tüketimin,

*gelir eşitsizliğinin ve buna neden olan dünya ekonomik sisteminin,

*çevre tahribatının,

*doğayı azgınca tüketip yok etmenin,

*hizmete değil hükmetmeye dönüşen devlet sisteminin,-daima karsısında ol. Çünkü bunlar bütün kötülüklerin ana-sıdır.

6-) Hem “doğru” hem de “iyi” olanı savun. “İyi” gibi gö-züken ama “doğru” olmayan her şeyden uzak dur.

* “İyi olan”la “doğru olan” ekşisene kadar geçici ve sadece bir kesimin lehine olan iyi algısına karşı çık. “İyi”, “yanlış”tan uzaklaşıp “dogru”ya kardeş olmadıkça, “yanlıs”la yürüyen “geçici iyi”ler uzun vadede ve büyük çoğunluk için, hatta sonraki nesiller için daha büyük “kötü”lükler üretmekten başka bir işe yaramayacaktır.

7-) Kimseye zulmetme, adil ol; kimsenin de sana ve başka-larına zulmetmesine izin verme. Buna boyun eğme.

8-) Ânı yaşa.

Page 95: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

zeyd-zeyneP meselesi

95

*Geçmişin pişmanlıkları, acıları ve kayıpları ile geleceğe dair endişelerin bugününü mahvetmesine izin verme. Ânı yaşa, çünkü sadece an var. Geçmiş yaşandı ve bitti, ona dair hiç bir şeyi değiştiremeyeceksin. Gelecek ise henüz yaşanma-dı. Ne yaşayacağını hiç bilemezsin. Olmamış olan için kendi-ni yıpratıp tüketme.

*Sahip olduklarının, tecrübelerinin ve kazançlarının kıy-metini bil. (Maddi kazançtan bahsetmediğimi anladığınızı umuyorum.)

9-) Hakikati aramaktan asla vazgeçme, çünkü hakikat bu-lunan değil aranan bir şeydir.

10-) Daima dürüst ol.

*Düşünce ve inançlarını açıklamaktan çekinme. Ne düşü-nüyorsan söyle. Her doğru her yerde söylenmeli.

*Sorana kaypak cevap verme. Kandırma, avutma.

*Cesur ol. Cahil ve yobaz cesurlar da bilen ama bildiğini açıklamaktan çekinen korkaklar da dünyaya zarar veriyor.

*Duygu ve davranışlarını muhasebe ederken kendini kan-dırma, kendini avutma. Başkalarına olduğu gibi kendine kar-şı da dürüst ol. Ne isen osun. Bunu kabul etmedikçe değişe-mez, olgunlaşamazsın.

14 Aralık 2018

ZEYD-ZEYNEP MESELESİ

Konu tekrar açıldı, o yüzden ben bazı sorular üzerinden meseleyi irdeleyeceğim.

Evlatlığın boşadığı gelinle evlenme mevzusunu Kur’an’da bir ayetle ebedileştirecek kadar önemli kılan neydi? Mesela Kur’an’da ensest ilişkiyi yasaklayan, kendi kızına tecavüz eden adamı lanetleyen veya kölelik ve cariyeliği ebediyen ya-

Page 96: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

96

saklayan, kadına dönük şiddetin önüne tümüyle geçen -tersi var- tek bir ayet var mı?

Şimdi denebilir ki o günkü toplumda ensest ilişki veya kendi evladını taciz yaygın değildi. Aksine her dönemde yay-gındır ama o zaman sormak istiyorum, evlatlığın boşadığı gelinle evlenme sorunu toplumsal bir yara mıydı? Yani Arap toplumunda binlerce erkek üvey gelinleri için yanıp tutuşu-yorlardı ve sürekli bu konu çözülsün, yeter artık çektiğimiz hasret dul gelinlerimizle evlenmek istiyoruz, bir ayet gelse de su geleneği kaldırsa, gelinlerimize kavuşsak mı diyorlar-dı da alel acele böyle bir ayet indi? Neydi bu aciliyet? Hz. Muhammed’in kapısında birikmiş dul gelinleriyle evlenmek isteyen binlerce Arap gösteri yapıp Hz. Muhammed’e baskı mı yapıyordu? Hz. Muhammed bu toplumsal yarayı çözmek için sürekli başını göğe çevirip ayet mi bekliyordu?

Çözülmese ne olurdu, dul gelinleriyle evlenemeyen az-gın teke kayınbabalar toplumsal bir yaraya mı dönüşürdü? Mesela çok daha acil bir sorun olan cariyeliğin ve köleliğin kaldırılması için neden bu kadar acele edilmedi? Ki İslam kö-leliği kökten kaldıran din olarak ismini tarihin şeref defterine yazdırabilirdi.

Denebilir ki, o günkü toplum köleliğin kaldırılmasına ha-zır değildi. Kuran yavaş yavaş onları alıştırıyordu. Bence öyle değil de diyelim ki öyle, aynı şekilde Arap toplumu evlatlığın boşadığı gelinle evlenmeye izin verilmesine de hazır değildi. Çünkü gelenekleri tıpkı kölelik gibi tersineydi. Yani dul ge-linleriyle evlenemezlerdi. Bu yüzden bu evliliğe itiraz ettiler. Ayet bunu kaldırdı.

Üstelik dul geliniyle evlenmek bugün de iğrenç bir şeydir, o gün de öyle görülüyordu. Bugün de kimsenin dili üvey ge-linimle evlenebilirim demeye gitmiyor.

Ben sebebini söyleyeyim. Bir kere işin birinci yönü aşk-tır. Hz. Muhammed, rivayetlerde de açıkça anlatıldığı gibi Zeynep’i uygunsuz vaziyette, yarı çıplak görünce kalbi ona meyletti. Önceden bu meyil oluşmamıştı, muhtemelen

Page 97: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

müslümanların gelir adaletsizliği

97

Zeynep’in vücudunu yakından görünce onu arzulamaya baş-ladı. Gayet insani bir durum. Durumu öğrenen Zeyd de ısrar edip eşini boşayınca, Zeynep de zaten dünden razıydı, onun-la evleniverdi. Ama Hz. Muhammed, Arapların bu işi dille-rine dolayacağını biliyordu. Çünkü geleneklere ters bir evli-likti bu. Nitekim dedikodular yapıldı. Bu sadece kişisel bir mesele değildi. Hz. Muhammed’in dini ve siyasi konumuna, prestijine zarar veren dedikodulardı bunlar. Dedikoduların önüne geçilerek Hz. Muhammed’in prestijinin yeniden sağla-ma alınması gerekiyordu. Ayet inerek bu işlevi yerine getirdi. Yoksa bu sorun -sorun bile olmayan dul gelinle evlenme me-selesi- çözülmesi gereken sorunlar sıraya konsa, sıralamaya bile giremeyecek bir sorundur. Arapların geleneği sürdürülse Kur’an’a daha çok yakışırdı.

Hadi bakalım Kurancılar bunlara da cevap verin. Ama bana öyle meal dersi filan vermeyin çünkü hepsini biliyorum. Ayet savaşına döndürmeden sorduğum tarza uygun olarak, olayı sosyolojik, tarihi ve peygamberin psikolojisi açısından değerlendirerek cevap verin.

Son bir not, sahabe dönemine dair magazinvari konuları neden gündemde tutuyorsun filan demeyin. Bunu yapan ebe-di kitap Kur’an’ın bizzat kendisi.

14 Aralık 2018

MÜSLÜMANLARIN GELİR ADALETSİZLİĞİ

Erdoğan şu anda canlı konuşuyor. Dedi ki: Müslümanların olduğu yerde gelir adaletsizliği olmaz.

Buyurun 2017 rakamları: Türkiye’de en yüksek gelire sa-hip yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay, 2017’de bir önceki yıla göre artarak yüzde 47,4’e yükseldi. En düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun aldığı pay ise yüzde 6,3 oldu.

Page 98: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

98

Türkiye dünyada gelir adaletsizliği açısından dünya ülke-leri arasında ilk sıralarda yer alıyor. Bunu ölçen Gini katsayısı her sene artarak bir’e yaklaşıyor.

Müslümanların olduğu yerde, Erdoğan’ın yönettiği ülke-de gelir dağılımı gayet iyi durumda yani! Ne diyeyim, bile-medim.

16 Aralık 2018

RABÇA KUR’AN!

Muhterem demiş ki: “ “Arapça Kuran” diye diye Kuran adeta ARABIN ZİHNİNE indirgenmeye başladı. KURAN aynı zamanda Rabçadır; Allah kelâmıdır. Kuran’ı Kuran yapan Kaf Kef Lam Mim değildir; içindeki ilahi ruh-tur. Bu Rabça - Arapça dengesini iyi kurmak lazım. Ayaklar kayabilir... kayıyor..!” Murat Sülün

Ben Rab’bın dilini bilmiyorum. Bilmem ve anlamam müm-kün değil. Bilsem veya anlayabilsem zaten Rab olurdum.

Kur’an’ın Arapça oluşu Arab’ın zihninden bağımsız olabi-lir mi? Dil dediğimiz şey, kültürü, dünyayı algılama biçimini, zihniyet dediğimiz aklın çalışma biçimini de içerir. Kur’an’ın Arapça olması, bugünkü değil ama miladi yedinci yüzyıldaki Arapların zihnine uygun olması demektir. Yoksa elif, be ile yazılması ya da söylenmesi değildir.

Kur’an’ın ruhu ilahi oluşundan öte Araplılıktır. Her yerin-de bunun izlerini görebilirsiniz. Tarihsel bir kitap oluşu da bu demektir. Tüm çevre etkilerin de dahil edilerek dünyanın, tabiatın, hayatın Arapça, Arapların zihnine uygun olarak yo-rumlanmasıdır. O günkü Arapların zihni, dünya görüsü, ha-yata, tarihe, olaylara bakısı, düşünme biçiminden daha öte bir şey değildir Kur’an.

Evet ben Kur’an’ı tam da Arapların zihnine ve indiği do-nemdeki dünyaya indirgiyorum. Bu yüzden tümüyle tarih-

Page 99: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

sinyalizasyon mu dua mı?

99

seldir. Bundan öte bir şey değildir Kur’an. Bundan öte bir şey gösterebilirseniz gösterin, hele Rabça bir şey varsa -o ne ise!- onu da gösterin lütfen.

18 Aralık 2018

SİNYALİZASYON MU DUA MI?

Ulaştırma Bakanı Cahit Turhan: “Sinyalizasyon sistemi demiryolu işletmeciliği için olmazsa olmaz bir sistem değil. ‘Sinyalizasyon olmadığı için bu kaza oldu’ gibi değerlendir-me yapanlar, doğru bir değerlendirme yapmıyor” açıklama-sında bulunmuştu.

“TCDD’den, YHT Ankara Trafik ve İstasyon Müdürlüğü’ne gönderilen 7 Aralık 2018 tarihli yazıda, “15 Mart 2018 tari-hinde Ankara-Sincan YHT hatlarının işletmeciliği sinyal-siz açıldı” denildi. TCDD’nin kazadan 4 gün önce istasyon müdürlüklerine gönderdiği yazıyla, nisan ayından bu yana YHT hatlarının işleyişi için izlenen trafik düzenlemesinin de değiştirildiği fark edildi. 9 Aralık’tan itibaren zorunlu haller dışında manevra yapılmaması talimatı verildi. Tek yön ola-rak işleyen hatlar böylece geliş ve gidiş şeklinde kullanılma-ya başlandı. Trafik sisteminde yapılan bu değişiklikten 4 gün sonra kaza meydana geldi. Yazıda, elle makas tanziminden yaşanan zorluklara işaret edildi.” (Gazeteler)

Bu memlekette yaşayıp da çıldırmadığımıza şaşırıyo-rum. Belki de çılgınız bilmiyorum. Hayat, can ne kadar ucuz Allah’ım! Yüksek Hızlı Tren hattında, son derece yüksek tek-nolojili bir projede, olması gerektiği halde bazı hatlarda hâlâ sinyalizasyon sistemi devreye sokulamıyor, tek yönden geliş ve gidiş olarak hatlar kullanılıyor, cep telefonu ile hat idare edilmeye çalışılıyor ve bakan da sinyalizasyon olmazsa olmaz bir sistem değildir diyor. Sanırım bakanın aklı 1800’lerdeki şimendifer (şömen dö fer) sisteminde kalmış. Doğru, sinyali-

Page 100: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

100

zasyon olmasa da şimendiferler işler. Çünkü o zaman bilgisa-yar teknolojisi yoktu.

İyi ki bu ülkede nükleer santral yok, atom bombası yok. Alimallah onları da sinyalizasyonsuz kontrol etmeye kalkar-lar ve şimdiye kadar çoktan koca Türkiye’yi yok ederlerdi.

Dua ile işler bu kadar yürüyor.

24 Aralık 2018

ARAPÇA KELAM EDEN ANTROPOMORFİK TANRI: ALLAH

Son günlerde M. Öztürk üzerinden “vahyin sadece manası mı yoksa hem lafzı hem de manası mı Allah’a aittir” konusu-na dair alevlenen tartışmalar hakkındaki görüşlerimi bir defa daha dile getirmek istiyorum.

Klasik ortodoksi/sünni bakış sahipleri Kur’an’ın Allah tarafından lafzı ve manasıyla önce Cebrail’e verildiğine, Cebrail’in de bunu aynen Peygambere aktardığına inanır.

Bu görüşün ortaya çıkardığı sorunlar nedeniyle tarihte farklı vahiy görüşleri ortaya çıkmıştır. Ancak ben burada sa-dece klasik görüş ile M. Öztürk’ün görüşü üzerine bir iki ke-lam edeceğim. Bunu mümkün olduğu kadar basitleştirerek söylemeye çalışacağım. Çünkü kelam ilminin kendi tabirleri ve izah biçimleri konuyu hepten içinden çıkılmaz hale soku-yor.

Klasik Sünni görüşün, yani Kur’an’ı hem lafzı hem de ma-nası ile Allah’a ait kabul eden görüşün ortaya çıkardığı ka-çınılmaz sorun şudur: Allah Kur’an’ı vahyederken, Cebrail’e veya Peygambere “bir zaman aralığına dahil olarak”, “7. Yüzyılın Arapçası ile konuşmuş/kelam etmiş/vahyetmiş” ve Peygamber de bunu diğer insanlara değiştirmeden, kelimesi kelimesine aktararak Kur’an peyderpey oluşmuştur.

Burada iki temel sorun ortaya çıkıyor:

Page 101: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

araPça Kelam eden antroPomorfiK tanrı: allaH

101

Birincisi, Allah’ın insanlara ait bir dille kelam etmesi hem o dili kullanması açısından hem de kelam eden bir varlık olarak tasavvur edilmesi açısından çelişkili bir tanrı anlayışı ortaya çıkartıyor. Çünkü Allah hiçbir şeye ihtiyacı olmayan mutlak ve eksiksiz bir varlık olmalıdır. Yarattığı hiçbir varlığa benzemez/benzetilemez. Oysa “kelam etmek” tamamen insa-ni bir özelliktir. Allah’ı kelam eden bir varlık olarak tasavvur etmek, insan gibi tasavvur etmektir veya O’nu insana benzet-mektir.

Kelam, Arapçadaki tanımıyla “anlamlı söz” veya isnad (hüküm; bildirme yüklemi) oluşturacak şekilde -en az- iki ke-limeyi kapsayan söz demektir. Bu da ancak biri müsned (is-nat edilen hüküm), diğeri müsnedin ileyh (kendisine hüküm nispet edilen) olmak üzere ya iki isimde ya da bir isim ve bir fiilde gerçekleşebilir.

Kelamın oluşabilmesi için manalı kelimelerin/lafızların ve bu manalı lafızları anlayan iki tarafın olması şarttır. Bu iletişim örneğin telepati yoluyla bile yapılsa anlamlı lafızlar olmak zorundadır. Çünkü anlamaya ve iletişime konu olan durum kognitif süreçlerde ancak ve ancak lafızlar veya lafız-ların yerine geçen işaret etme araçları ve bunların işaret ettiği şeylerin yolunu gösteren anlamların birlikteliği ile mümkün-dür. Kısacası Kelam insan-insan iletişimi için, gene insanların ürettiği insanca bir şeydir.

Allah’a kelam atfetmek -her ne kadar İslam inancında Tanrının kelam isminde bir sıfatı olsa da- O’nu yarattığı in-sanlara benzetmektir. Antropomorfizmdir. Allah’ın bir kela-mının olduğunu söylemek O’nun kolunun, elinin, bacağının, gözünün, kulağının, oturmasının, kalkmasının olduğunu söylemek gibidir. Allah’ı eksiklikten uzak bir varlık olarak tasavvur edebilmek için ya kelamı da diğer müteşabih veya antropomorfik ifadeler gibi mecazi kabul etmek veya Allah’ın insana benzeyen eksik bir varlık olduğunu kabul etmek ge-rekmektedir.

Page 102: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

102

Allah’ın kelam ettiğini düşünmek aynı zamanda O’nun insanlara ait bir özellik olan Kelam’a muhtaç olduğunu söyle-mektir ki, bu da Tanrı’nın eksikliği anlamına gelir.

Diğer yandan eğer söylenmek istenen, Allah’ın kelam et-mesinin anlamının “harfsiz, lafızsız, sessiz” bir yolla meramı-nı iletmesi ise, bunun kelamla, konuşmakla bir alakası yoktur. Çünkü harfsiz, lafızsız, sessiz bir kelam tasavvur edilemez. Ya yazılı bir gösterimle ya da anlamlı lafızların yerine geçecek farklı göstergelerle veya sesli olarak bu iletişim yerine getiril-melidir ki kelam gerçekleşmiş olsun. “Harfsiz, lafızsız, ses-siz” demek O kelam etmedi demekle eşdeğerdedir.

Kelam alimleri bu konunun içinden çıkamayınca “Kelami nefsi” diye bir şey icat edip bunun tanrısal kelamın lafız hali-ne gelmesinden önceki hali olduğunu iddia etmişlerdir. Bu ne menem bir kelamsa kelam diyebileceğimiz hiçbir özellik taşı-mamaktadır. Kelamı mistikleştirip, anlaşılmaz, bilinmez hale getirdikten sonra onun nesi kelamdır Allah aşkına! Konuşur kelam değil, oturur bizim gibi değil, bakar bizim baktığımız gibi değil... İnsana ait kelimelerle insanca olmayan bir şeye atıf! Saçmalayıp işi konu dışına çıkartmak tanrıya mahsus ya-ratılmamış bir kelam yaratmak için saçmalardan seçmeler...

Diğer yandan eğer kelam etmekle kastedilen ilham türü bir şeyse, İlhamın normal bir düşünceden veya bir fikrin zihinde oluşmasından tek farkı, çok hızlı bir şekilde, şimşek çakması gibi çok kısa bir anda ortaya çıkmasıdır. Ancak bu çok kısa anda bile, insan için bu anlamlı lafızlar veya onların yerine geçen imge, simge, kavram veya göstergeler olmaksızın bir bilgiyi alması veya üretmesi mümkün değildir. Dil veya dilin yerine geçen imgeler veya göstergeler olmaksızın insan ne il-ham alabilir ne de düşünüp bir fikir üretebilir. Sonuç olarak vahiy de alamaz.

Allah’ın bir an için bir şekilde Tanrılığına halel getirmeden bu işareti gönderdiğini veya tanrısal bir kelam/kelami nefsi ettiğini düşünsek bile, insan için böylesi bir kelamı anlaması mümkün değildir. Çünkü insan ancak insanca kelamın veya

Page 103: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

araPça Kelam eden antroPomorfiK tanrı: allaH

103

diğer göstergelerin sınırları içinde anlayıp iletişim kurabilir. Kelami nefsinin kelami lafziye dönüsü tam bir muammadır. O zaman İbni Haldun’un söylediği gibi, vahiy aldığı anlarda peygamberin insanlıktan çıkıp melekleştiğini kabul etmemiz gerekir ki bu durumda Kur’an gene kendisiyle çelişmiş olur çünkü, müşrikler insan değil melek bir peygamber istiyor-lardı. Peygamber müşriklerin bu talebine, ben vahiy alırken zaten melekleşiyorum diye yanıt verebilirdi.

Eğer Allah’ın kelam etmesi eli, gözü, gelmesi, gitmesi türünden ifadelerde olduğu gibi mecazi anlamdadır denili-yorsa o zaman da zaten Kur’an’ın lafzen de mana olarak da Peygambere ait olduğu onaylanmış olur. Bu durumda Kur’an mana olarak değil mecazen Allah’a, gerçek anlamı ve lafzıyla ise Peygambere ait olmaktadır.

Klasik görüşün ikinci büyük sakıncası ise, Allah kelam et-tiğinde veya vahyettiğinde bir zaman ve mekân içinde vah-yetmek zorundadır. Çünkü insan zaman ve mekâna bağlıdır. Peygamberin, zamansız ve mekânsız Allah’ın kelamını alabil-mesi için ya o anda tıpkı Allah gibi tanrılaşıp zaman ve mekâ-nın dışına çıkması, ya da tersine Allah’ın zamanın ve mekânın içine dahil olarak insanlaşması gerekirdi. Çünkü sonuçta va-hiy bir “an” içinde oluşmaktadır ve Allah Peygambere kelam ettiğinde, kelam etmeden önceki ve sonraki bir “an” vardır. Peygamber tanrılaşıp zamanın dışına çıkamayacağına göre Allah zamana dahil olmaktadır. Allah’ın zamana dahil olması ise insanlaşmasıdır. Oysa Allah zamandan ve mekândan mü-nezzehtir. Çünkü zaman ve mekânın içinde olmak eksikliktir. Oysa Allah’a eksiklik izafe edilemez.

“Allah dilerse her şey mümkündür!” klişesi ise, bu mesele için veya diğer sorunlar için öne sürülebilecek bir delil olarak kabul edilemez. Çünkü bu delil Allah hakkında iddia edile-bilecek doğru ya da yanlış, mümkün ya da imkânsız her bir durum için kullanılabilir ve sonuç, uyguladığımız her durum için doğru çıkar. Hatta bu durumlar birbirinin tersi, birbiriy-le çelişen durumlar olsa da böyledir. Bunlardan hangisinin doğru, hangisinin yanlış veya hangisinin mümkün, hangisi-

Page 104: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

104

nin imkân dışı olduğunu “Allah dilerse olur!” iddiası üzerin-den gösterip ayırt edemeyiz. Dolayısıyla “Allah dilerse olur!” delili hiçbir şeyin delili olarak öne sürülemez. Kelam etmesi konusunda da öne sürülemez.

Dolayısıyla Kur’an’ın lafzı ve manası ile Allah’a ait oldu-ğuna dair iddia kendi içinde çelişkilidir, tutarsızdır, temelsiz-dir, 7. asrın mitolojik algısına dayanan köksüz bir iddiadır.

Gelelim manası Allah’a, lafzı Peygambere aittir şeklindeki iddiaya. Mustafa Öztürk’ün savunduğu bu görüş lafızla ma-nayı birbirinden ayrı kompartımanlar olarak düşünen yanlış bir temele dayanmaktadır. Lafız-mana ayrımı dilsel-teorik bir ayrımdır. Gerçek âlemde lafızdan ayrı mana var olamayacağı gibi, manası olmayan ses veya işarete de lafız veya gösterge denilemez. Lafız ve mana bir paranın yazı ve tura yüzleri gi-bidir. Birbirinden ayrılamaz. Dolayısıyla bu iddia da temeli zayıf bir iddiadır.

Sonuç olarak her iki iddia da vahyin veya Kur’an’ın mahi-yetini çelişkisiz ve tutarlı bir şekilde ortaya koyamamaktadır.

Geriye tek alternatif kalmaktadır: Kur’an lafzıyla da ma-nasıyla da Peygambere aittir ve Peygamber kognitif bir süreç içinde zihninde oluşan ilhamlarını, yaşadığı çağın mitolo-jik dünya görüşü ve algıları çerçevesinde Tanrısal ilhamlar, Allah’ın kelamı veya vahiy olarak nitelendirmiştir.

27 Aralık 2018

PETİTİO PRİNCİPİİ-KISIR DÖNGÜ SAFSATASI

İnsanımızın gerçekten büyük bir mantık ve düşünme problemi var. Gözler katı inançla örtülünce en basit mantıksal çözümlemeler bile imkansızlaşıyor.

-Kur’an’a Peygamberin hiçbir sözü karışmamıştır.

-Nerden biliyorsun?

Page 105: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

Petitio PrinciPii-Kısır dÖngü safsatası

105

-Hakka Suresinde Allah buyurdu ki: “Eğer o, bize kar-şı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı. Muhakkak onun sağ-elini çekip-alıverirdik. Sonra onun can damarını elbet-te keserdik.” (44-46) Bu ayetlere göre eğer peygamber ken-dine ait bir sözü Kur’an’a karıştırsaydı, Allah ayette ifade ettiği gibi çoktan onun işini bitirmişti. Bitirmiş mi, bitirme-miş. Demek ki Kur’an’da peygambere ait tek bir söz yoktur. -!!!

Son günlerde sık sık duyduğum ve beni susturan bu güç-lü(!) delilleri duyunca hep aklıma rahmetli babamla ilgili bir hatıra geliyor. Ben asker kaçağı iken babamı sık sık karako-la çağırıp ifadesini alırlardı. Bir keresinde gene çağırmışlar, benim adresimi öğrenmek için babama baskı yapmışlar ve babam ısrarla bilmiyorum demiş. Gerçekten de bilmiyordu. Karakoldakiler, insan çocuğunun adresini bilmez mi, sen ne yalancı bir adamsın deyince babam sinirlenmiş ve eğer yalan söylüyorsam Allah şu kapıdan çıkmayı bana nasip etmesin, benim belamı versin diye yemin etmiş ve yeminini test etmek için kapıdan dışarı çıkıp tekrar içeri girmiş. Sonra da bak gör-dünüz mü, kapıdan çıktım ve Allah belamı vermedi, demek ki yalancı değilim, doğru söylüyorum demiş.

Evet, bizim arkadaşların delilleri de babamın yemin delili gibi son derece güçlü deliller.

Bir de bir şeyin kendisinin veya kendi beyanının, doğru-luğuna delil olarak gösterilemeyeceğini ancak dışsal bir delil ile desteklenmesi veya doğrulanması gerektiğini öğrenseler ya da mantıkları bunu anlayacak olgunluğa erişse belki bir şeyleri gerçekten doğru bir şekilde tartışmaya başlayacağız ama nerdeee!

-Kur’an Allah’a ait bir vahiydir.

-Nerden biliyorsun?

-E Kur’an söylüyor!

-!!!

Ya daaaa……

Page 106: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

YÜZLEŞME II

106

-Cinayeti sen mi işledin?

-Hayır, ben işlemedim!

- “Ben işlemedim,” diyerek ortaya koyduğu kendi kendini doğrulayan güçlü delili karşısında, diğer görgü tanıklarının ifadeleri bir şey ifade etmediğinden, sanık suçsuz bulunmuş-tur!

29 Aralık 2018

ROBOSKİ KATLİAMI’NIN 7. YILI

Dün Roboski katliamının 7. yıldönümüydü. 28 Aralık 2011’de bu ülkenin, içlerinde 13 yaşından 17 yaşına kadar 19 tane çocuğun bulunduğu 34 vatandaşı, gene bu ülkenin sa-vaş uçaklarıyla bombalanarak öldürüldü ve tek bir kişi bile yargılanmadan dosya kapandı. Olay hakkında askeri mah-kemeden anayasa mahkemesine, hatta Avrupa İnsan Hakları mahkemesine kadar takipsizlik kararı çıktı. O yüzden kimse-ye “Neredeyse bütün askeriye, gelenlerin kaçakçı olduğunu söylerken, Genelkurmay’ı uyarmaya çalışırken, uçakla bom-bardıman kararı nasıl ve niye alındı, emri kim verdi?” sorusu sorulamadı. Kimseye “bu 34 insanın suçu neydi?” diye soru-lamadı. Tek bir kişi bile suçlanamadı, ateş emrini kimin onay-ladığı sorusu cevaplanamadı. O günün Başbakanı Erdoğan da dahil bir çok kişinin ismi geçti ama nafile. Erdoğan, mağ-durların ailelerine, alın tazminatınızı da susun türünden bir tavır takındı. Aileler tazminat almak yerine suçlu kimse onun ortaya çıkarılmasını talep etti. Ama sonuç yedi yıldır koca bir sıfır.

Ben o güne kadar Erdoğan’ı savunur, ona oy verir ve des-teklerdim, o günden sonra tüm desteğimi çektim.

Dün gün boyu, Kur’an da Kur’an diyen arkadaşların bir tanesinin bile olsa, Roboski katliamı ile, Kur’an’ın Hz.

Page 107: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

robosKi Katliamı’nın 7. yılı

107

Muhammed’in tam da insani vicdanından fışkıran o veciz ifadeli,

"بِأيَِّ ذَنبٍ قتُِلتَْ"

“Hangi suçtan dolayı öldürüldü?” ayetiyle bağını kurma-sını veya cuma hutbesinde bir imamın bu ayeti okumasını bekledim ama yoktu. Kur’an’ın, kaynağı Muhammed’in in-sani vicdani olan ayetlerinin Kur’an şövalyelerine tek bir fay-dası bile yoktu.

Page 108: YÜZLEŞME II - Hamdi Tayfur –

Bu kitabın benim açımdan önemi sık sık karşılaştığım sorulara tüm samimiyetimle verdiğim cevapları içermesidir. Bu sorular çoğunlukla şahsımla alakalı sorulardı. Müslüman mısın, Ateist misin, Deist misin, ahirete inanıyor musun, tapınaklara ve toplu ibadete neden karşısın, ibadet ediyor musun, dinleri, vahyi ve tüm Tanrı algılarını tarihsel görüyorken nasıl ahlaklı olabilirsin, ahlaki ilkelerin neler ve bunları nereden alıyorsun, dinin hayatındaki yeri nedir, neden dini konularla ilgileniyorsun türünden kişisel ve genel anlamda düşüncelerimle ilgili sorulara cevaplar vermeye çalıştım. Amacım tüm açık yürekliliğimle verdiğim bu cevapların dışında zihinlerde tereddütlerin oluşmasını önlemek ve hakkımda yapılan spekülasyonların önüne geçmekti. Ne diyorsam onun dışında bir şey değilim. Bunun böyle bilinmesini ve buna göre kanaat belirtilmesini talep ediyorum. Ya da bir mesaj kadar yakınınızdayım.

9 786058 137400